01.02.2016
Transkript
01.02.2016
1 Gulê Mayêra: SÖYLEŞİ Dilimi büyükanneme borçluyum Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:88 bas-haber.com S:15 Suriye bahane Ortadoğu şahane Doç. Yaşar Abdülselamoğlu: Kürdler sınırlarını çizmek zorunda Sofia Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan sosyoloji uzmanı Doç. Dr. Yaşar Abdülselamoğlu, “Soyu tükenmiş romantik ‘devrim havarilerinin’ şehvetine Kürd milletinin geleceğinin kurban” edilmemesi gerektiğini savundu. S:08 - 09 Cenevre III: Kerry - Lavrov BİLAL SAMBUR 01 Şubat - 07 Şubat 2016 s09 Suriye krizine çözüm bulma girişimleri bağlamında sürdürülen Cenevre görüşmeleri dizisinin üçüncüsü, üçüncü kez ertelendikten sonra ön görüşmeler şeklinde başladı. Zaman kazanma ve oyalamaya dönüşen diplomatik çözüm arayışları devam ederken sahada çok sayıda can kaybına ve yıkıma neden olan çatışmalar da devam ediyor. Cenevre: İyiye döner mi? MESUT YEĞEN Halkın taleplerinden ziyade uluslararası güçlerin istemlerinin dikkate alındığı Cenevre’de Süni Mihver, Esad’ın gitmesini öngören geçiş sürecinin bir an önce başlamasını isterken, Şii Mihver ise Esad’ın ancak seçim ile gitmesini savunuyor. Ara çözüm isteyen ABD ise kısa vadede Esad’ın kalabileceğini, tarafların uzlaşı ile karar almaları gereğini belirtiyor. s02 - 03 Kürdlerin sahneye çıkışı s05 HAKAN TAHMAZ Modern olamamış iktidar s11 FERHAT KENTEL s07 02 MANŞET BasHaber 2 01SÖYLEŞİ Şubat - 7 Şubat 2016 Suriye bahane, Ortadoğu şahane Cenevre görüşmeleri S Mehmet Salih Batırhan uriye iç savaşına ve ülkedeki siyasi krize çözüm bulma girişimleri bağlamında sürdürülen Cenevre görüşmeleri dizisinin üçüncüsü zaman kazanma ve oyalama taktikleri ile başladı. Suriye halkı ve iç dinamiklerin taleplerinden ziyade uluslararası güçlerin istemlerinin dikkate alındığı Cenevre’de Süni Mihver’in başat gücü olan Türkiye, Suidi Arabistan ve Katar, Esad’ın gitmesini öngören geçiş sürecinin bir an önce başlatılmasını isterken, Şii Mihver’i oluşturan İran, Irak, Hizbullah ve Rusya ise Suriye’nin meşru lideri olduğunu iddia ettikleri Esad’ın ancak seçim ile gitmesini savunuyor. Ara çözüm isteyen ABD ise kısa vadede Esad’ın kalabileceğini, tarafların uzlaşı ile karar almaları gereğini savunuyor. Suriye muhalefetinin taleplerinin dikkate alınmadığı Cenevre, uluslarası güçlerin güreş arenasına dönmüş durumda. Cenevre masasında muhalifler tarafında yer alan ve 11 partiden oluşan ENKS, Rojava Kürdlerinin taleplerini içeren 600 bini aşkın kişinin imzaladığı bir belgeyi BM temsilcilerine teslim etmeleri bekleniyor. Cenevre’ye kabul edilmeyen PYD yetkilileri ise, “Kürdlere Lozan Anlaşması dayatılıyor” diyerek, toplantı kararlarını tanımama eğiliminde. “Arap Baharı” ile Ortadoğu’ya hızla yayılan halk hareketlerinin 2011 yılında yansıdığı Suriye’de 15 Mart’ta Dera kasabasında başlayan ve yayılan gösteriler ordunun bastırma girişimleri sonrasında kanlı bir iç savaşa evrildi. Tüm ülkeyi kapsayan iç savaş 5. yılını geride bırakırken, Suriye’deki savaşa çözüm bulma amacıyla planlanan Cenevre toplantıları dizisinin üçüncüsü daha başlamadan çıkmaza girme eğilimi gösterdi. Cenevre’de aslına olan ne? Cenevre’de özelde Suriye’nin geleceği konuşulurken aslında orda olup bitenin Ortadoğu’da Şii ve Süni mihverin uluslar arası güçlerin desteğini de alarak İslam içi bir mezhep savaşı sürdürdükleri de ifade ediliyor. Bir yandan Türkiye, Suidi Arabistan, Mısır ve Körfez Ülkeleri ABD ve Avrupa ülkelerinin desteği ile Nusayri Esad rejimini yıkmaya çalışırken, Şii mihverini oluşturan; İran, Irak, Lübnan Hizbullah’ı da Rusya’nın desteği ile bölgesel çıkarlarını mevcut Şam rejimini ayakta tutmaya çalışarak korumaya çalışıyor. Dolayısı ile ABD ve Rusya’nın motor gücü olduğu ve devletler dışı çok sayıda radikal organizasyonun da vekaletten yürüttüğü bu savaşın bir tür minyatür dünya savaşı olduğu ve 1980’li yılların sonlarına dek süren NATO ve Varşova Paktları arasındaki Soğuk Savaş’ın yeni bir formu olduğuna inanılıyor. Temel çelişkinin ise Akdeniz’deki ticaret yollarının, bölgedeki enerji koridorlarının ve petrol ile doğal gaz sahalarının kontrolü olduğu savunuluyor. Dolayısı ile Cenevre’de aslında olup bitenin aslında devam eden bölgesel dizayn ve paylaşım savaşının, masada süren biçimi olduğu konusunda uzmanlar hemfikir. Cenevre çözüm olacak mı? İlki 30 Haziran 2012’de, ikincisi 22-31 Ocak 2014 ve 10-15 Şubat 2014’te yapılan Cenevre I- II toplantılarından herhangi bir sonuç çıkmazken Cenevre III’ün akıbetinin de farklı olmayacağı konuşuluyor. Cenevre’ye çağırılan tarafların, aynı masada ve karşılıklı değil farklı masalarda “diyalog” sürecini başlattıkları ve BM’nin ilk olarak Şam yönetimi ile görüşmeye başladığı öğrenildi. Türkiye, ABD, Suudi Arabistan, Katar, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Mısır, İran, Irak, İtalya, Ürdün, Lübnan, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri temsilcilerinin de katıldığı Cenevre görüşmeleri dizisinin daha da devam edeceği öngörülüyor. Görüşmeler BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın başkanlığında yürütülüyor. Görüşmelere Uluslararası Suriye Destek Grubu üyesi 17 ülke, Arap Birliği ülkeleri ile AB temsilcileri görüşmelere destek sunarak, gelişmeleri yakından izliyor. Tarafların gündeminin BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 numaralı kararında belirtilen çatışmasızlık sürecinin olduğu biliniyor. Viyana Konferansı’nda kararlaştırılan ve uzlaşılan takvime göre tarafların 6 ay içinde, komisyonlar oluşturulması, ateşkes sağlanması ve 1 yıl sonra da seçim gerçekleştirecek bir seviyede ilerleme öngörülmüştü. Ayrıca Riyad’da bir araya gelen ve kendi aralarında komisyonlar oluşturan muhalif grupların, Cenevre’de olması kesinleşirken bu grupların toplantıya katılıp katılmayacakları da netlik kazanmadı. BM’den yapılan açıklamaya göre Şam yönetimi ile görüşmelerin başlamadığı ve De Mistura’nın muhalif gruplar ile de iletişimde olduğu belirtildi. PYD bilmecesi Suriye’deki muhalefet gruplarının arasında yer almayan ve Suriye Demokratik Meclisi’nin (SDM) içerisinde yer alan PYD’ye yakın isimlerin de Cenevre’de oldukları ancak görüşmelere katılmayacakları öğrenildi. PYD’nin görüşmelere katılıp katılmayacağı uzun bir süre dünya medyasının gündeminde kaldı. BM yetkilileri uzun süre PYD’nin katılımına dair güçlü işaretler vermelerine, PYD’lileri Cenevre’de ağırlamalarına rağmen resmi olarak davet etmedi. Toplantıya kişisel olarak davet edilen Suriye Demokratik Meclisi (SDM) Eş Başkanı Heysem Menna, Cenevre’deki görüşmelere PYD’li isimlerin davet edilmemesine tepki göstererek PYD Eş Başkanı Salih Müslim ve SDM’nin diğer Eş Başkanı İlham Ahmed’e davetiye gönderilmeden kendilerinin de görüşmelere katılmayacağını söyledi. SDM, PYD’nin en güçlü bileşeni olduğu bir çatı örgütü. Menna, “Ya arkadaşlarımla beraber gideceğim ya da hiç gitmeyeceğim” dedi. De Mistura, geçtiğimiz hafta önce PYD’nin davet edileceğine dair güçlü işaretler vermiş, ancak son anda PYD yöneticilerinin de üyesi olduğu SDM’li üç isme kişisel davetiye gönderilerek PYD’liler bloke edilmişti. PYD’nin davet edilmesi halinde toplantıya katılmayacaklarını belirten Ankara’nın tavrından ziyade ABD ve Rusya’nın belirleyici olduğunu ifade eden PDY Lideri Salih Müslim ise Cenevre’de alınacak kararları tanımayacaklarını açıklamıştı. “Suriye’yi İslamcı gruplara bırakacaklar” Cenevre III gelişmelerini ve PYD’ye karşı uygulanan uluslararası ambargoyu BasHaber’e değerlendiren PYD Dış ilişkiler Komisyonu üyesi Sihanok Dibo, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin PYD’nin Cenevre toplantılarına katılmalarının engellediğini söyledi. Rojava’daki gelişmelerin Türkiye’yi endişelendirdiğini ifade eden Dibo, “Türkiye, Suriye’deki 3 milyon Kürdün sorunu çözülürse ve uluslararası arenada kabul görürse Türkiye’deki 30 milyon Kürd de hakkını isteyecek ve direnecekler” değerlendirmesini yaparak Türkiye’nin PYD’nin uluslararası arenada kabul görmesini engellediğini söyledi. Katar ve Suudi Arabistan’ın da Suriye’yi İslamcı grupların kontrolüne sokmaya çalıştıklarını da belirten Dibo, “Katar ve Suudi Arabistan’da çözüm sürecinden yana değil radikal, katliamcı İslamcıların Suriye’yi yönetmelerini istiyorlar. Suudi Arabistan ve Katar’ın bu yönde projeleri var. IŞİD ve yandaşlarını Suriye’nin geleceği için buraya yerleştirmek istiyorlar. Diğer bir dertleri de İran’a karşı olan koalisyonlarını sürdürmek istiyorlar. Bize karşı ciddi bir şekilde duruyorlar” şeklinde konuştu. “Lozan’ın benzerini yapmak istiyorlar” PYD’nin Suriye’nin önemli bir unsuru olduğunu, PYD’siz Cenevre görüşmelerinin başarıya ulaşmasının mümkün olmadı- MANŞET BasHaber 01 Şubat - 7 Şubat 2016 3 SÖYLEŞİ Cenevre masasında muhalifler tarafında yer alan ENKS heyetinin, Kürdlerin taleplerini içeren 600 bini aşkın imzalı bir belgeyi BM temsilcilerine teslim etmeleri bekleniyor. Cenevre’ye kabul edilmeyen PYD yetkilileri ise, “Kürdlere Lozan Anlaşması dayatılıyor” diyerek, toplantı kararlarını tanımama eğiliminde. ğını vurgulayan Dibo, “PYD, Demokratik Suriye Güçleri’nin ve SDM’nin Cenevre’ye katılmaması uluslararası güçlerin Suriye konusunda aldıkları kararların pratikte gerçekleşmeyeceği anlamına gelir. Kürdleri siyasi gelişmelerin dışına itiyorlar. 1923’teki Lozan Anlaşması’nın benzerini uygulamak istiyorlar, niye biz karar alamıyor muyuz aslen Kürd olmayan birileri Kürdler adına oraya katılsın böyle bir şey yok. Bugün Suriye’deki sorunun iki ana temelinden birincisi askeridir ve yapılan katliamlardır ikincisi ise siyasidir. PYD’nin üyeleri demokratik güçlerin üyeleri ve SDM üyeleri olmadan bu sorunun çözülemeyecek ve hatta giderek derinleşecek ve akan kan daha da fazlalaşacak” dedi. “ENKS, Cenevre için hazır” PYD dışındaki diğer Kürd cephesi olan ENKS Suriye Muhalif ve Devrimci Ulusal Muhalefeti (SMDK) üyesi olarak Cenevre görüşmelerine katılıyor. ENKS’nin görüşmelere hazır olduğunu ve Rojava’daki Kürd halkının sorunlarını Cenevre masasına taşımak için toplantıya heyet gönderdiğini söyleyen ENKS Başkanı İbrahim Biro, BasHaber’e konuştu. Cenevre’ye heyet göndermeden Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı (KYB) Mesud Barzani ile de bir araya gelen Biro, “Cenevre öncesi Başkan Barzani’den uluslararası diplomasi için bazı taleplerde bulunduk. Başkan Barzani’nin siyasi ve diplomatik başarısından istifade etmek için bir araya geldik” dedi. ENKS’nin birkaç hafta süren imza kampanyasının sona erdiğini ve o imzaların BM temsilcilerine teslim edileceğini söyleyen Biro, Abdülhekim Beşar, Fuad Eliko ve Mustafa Oso’nun ENKS’nin resmi üyeleri olarak görüşmelerde yer alacaklarını kaydetti. Rojava için federal bir yönetim modeli öngördüklerini açıklayan Biro, “Suriye devriminden bu yana Suriye’deki Kürdlerin bir yönetim sistemi ile yönetilmesini istiyoruz. Kürdlerin özgürlük ve hak taleplerinin uluslararası toplantılara yansıması için elimizden geleni yapmaya hazırız” değerlendirmesinde bulundu. “Kürdlerin birleşmesi gerekiyordu” Cenevre’de gelişmeleri yakından izleyen KBY Rojava Masası Sözcüsü Mustafa Şefiq’de BasHaber’e Kürdlerin Cenevre’de temsil edilmeleri gerektiğini, bu konuda Rojava Kürdlerinin mutabakata varmalarının önemli olduğunu belirtti. PYD’nin Cenevre’de olmamasını şansızlık olarak değerlendiren Şefiq, “Bu süreçte Kürdlerin çözüm sürecinde yer alması önemlidir. Kürdler bütün renkleriyle Cenevre görüşmelerinde yer almalıdır. Kürdler Lozan Antlaşması’na geri mi dönüyor diye sosyal medyada ve basında yazılıyor. Kürdler o şekilde katılacak ve o şekilde sorunların çözümünü gerçekleştirecekler” şeklinde konuştu. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Rojava Kürdlerinin uluslararası alanda ve Rojava’da beraber hareket etmeleri için çok uğraştığını ancak, istenilen birliği ve beraber hareket etme iradesinin gerçekleşmediğini belirten Şefiq, sözlerine şu cümleler ile son verdi: “Kürdlerin Suriye krizinde birlik olmaları gerekiyor. Şimdiye kadar Kürdler birleşemedi, Kürdler ancak savaş cephesinde birleşebiliyor. Şüphesiz siyaseten ve diplomaside bu birliktelik yaşanmadı. Suriye’de 4 yıldır yaşanan krizde Kürdlerin çoktan birleşmeleri gerekiyordu bunun olmamış olması büyük şansızlık” dedi. ENKS’nin son dönemlerde yürüttüğü imza kampanyasına da değinen Şefiq şöyle dedi: “Kürd güçlerinden oluşan ENKS Suriye de federal bir sistem için çalışma yürütüyor. Ancak PYD ve yakın güçler demokratik özerklik veya otonom çözümden yanalar. Kanaatimce ne Rojava için ne de Suriye de otonomi çözüm olmayacaktır. Irak’ta bunu gördük. Suriye’de bu saatten sonra Aleviler, Sünniler bir arada yaşayamaz. Kürdler de bu yükün altına giremez. Bundan dolayı Suriye’de federal çözüm önemlidir.” “Suriye’nin kaderini ABD - Rusya tayin edecek” Mardin Artuklu Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Rafik Sulaiman da Cenevre görüşmelerini BasHaber’e değerlendirerek Suriye krizinin çözümünün ABD ve Rusya’nın bölgedeki stratejilerine bağlı olduğunu belirtti. Suriye krizi çözüm arayışlarının 2013 yılından bu yana ABD, AB ve Rusya tarafından yürütüldüğünü aktaran Sulaiman, krizin ve Suriye’nin kaderinin Moskova ve Washington’un elinde olduğunu açıkladı. Suriye’nin yanı sıra Irak’ta yeni sınırların ortaya çıkacağını ifade eden Sulaiman, “2013’ten 2014 yılına kadar yeni haritanın teorik hali biçimlendi. 2015 ve 2016 yılı da haritanın ortaya çıkması için adımlar atıldı Suriye krizi ve muhalefeti, Kürdler, Araplar, Türkmenler, Hristiyanlar ve diğerleri sorunu çözmek için irade beyan edemezler. Çözüm ABD ve Rusya’nın çıkarları doğrulusunda gerçekleşir” diyerek Rusya ve ABD’nin petrol bölgelerinin kontrol altına almak için bölgede kalacaklarını ve askeri üslerine yenilerini ekleyeceklerini açıkladı. Cenevre görüşmelerinden beklenen çözüm fotoğrafının büyük bir yanılgı olduğunu savunan akademisyen Sulaiman, çatışmaların devam edeceğini ve Suriye’nin üniter bir yapıya kavuşmasının mümkün olmadığını ve bu durumun Mayıs ve Temmuz 2016 aylarında bölgedeki devletlerin yanı sıra dünyadaki tüm güçler tarafından da kabul edileceğini savundu. “Yeni sınırlar ortaya çıkacak” ABD ve Rusya’nın Rojava’daki askeri üslerine de dikkat çeken Rafik Sulaiman, 03 “ABD, Derik’te bir askeri üs kuruyor. Rusya Rojava’da askeri üs kurma amacıyla çalışmalar yürütüyor. Yüzlerce Rus askerinin bölgede oldukları konuşuluyor. Bu durum Suriye topraklarının onların koruması altında olduğunu ve istediklerini almak için bölgede kalacaklarını gösteriyor” dedi. İran’a karşı uygulanan ekonomik ve siyasi ambargonun da gelişmelerin bir parçası olduğunu belirten Prof. Sulaiman, bölgedeki kamplaşma ve bloklaşmanın İsrail, karşıtı bir durum aldığını söyleyerek şöyle devam etti: “İran’ın nükleer hamlelerine karşı Rusya’nın denetiminde 2013’te görüşmeler başladı. 2015’te bir uzlaşıya varıldı. 2016’da ambargo kalktı. Bunlar önemli gelişmeler İsrail’e karşı geliştirildi. Arap Baharı, yani Suriye, Irak, Yemen, Körfez ülkelerindeki gösteri, iç çatışmalar ile de Türkiye ve Kürdistan’da yeni dizayn planları yapılıyor. Yeni sınırlar bizi bekliyor.” “Kentlerde bir süre de olsa nefes aldı” Cenevre’de yaşanan tartışmaların kısa vadede sonuçlar getirmeyeceğini ifade eden Gazeteci Mete Çubukçu, “18 aylık bir geçiş sürecinin ilan edilmiş olması bile bir başarı” olduğunu söyledi. Çubukçu, “çünkü Cenevre’yi oluşturan bileşenlerin hem kendi aralarında hem de birbirleriyle ciddi çelişkileri söz konusu. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin desteklediği Görüşmeciler Yüksek Konseyi ya da Komiserliği adı altındaki grubu ya da Suriye Demokratik Güçleri yani PYD ve diğer sol, liberal grupların oluşturduğu gruplar. Diğer yandan Rusya, Amerika ve Esad Rejimi. Dolayısıyla burada aslında muhaliflerin bir kısmı ilan ettiği görüşmelerle birlikte tabi ki bir ateşkes sürecinin ve kentlerde nefes alma sürecinin yaşanmasını zorunlu kıldı” dedi. “Kürdler Suriye’nin geleceğinde rol alacak” Suriye’deki Kürdlerin üçe bölünmüş durumda olduğunu aktaran Mete Çubukçu, bir kısım Kürdler Suriye rejimi içinde ve yanında, diğer kısım Kürdlerin Demokratik Suriye Güçleri adı altında ve bir de Suriye muhalefeti içerisinde Kürdlerin olduğunu söyledi. Türkiye’nin itiraz ettiği ve veto ettiği PYD’nin oluşturduğu güçlerin ana güçler olduğunu vurgulayan Çubukçu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tabi Kürdlerin olması gerekiyor. Ama tabi ki şu anda hem Amerika hem Rusya bu anlamda dengeyi sağlamak için özellikle PYD’yi dahil etmeyi daha uygun görüyor. Bu tür müzakereler tabi ki uzun soluklu süreçlerdir. Bir sonraki adımda ne olacak açıkçası bilmiyoruz. Herkes karşısındakini rakip olarak gördüğü gücü ya da ülkeyi farklı şekilde dengelemeye çalışıyor. Bir süre sonra alandaki diplomatik anlamdaki ya da bizzat alanın kendisindeki dengeler değiştiğinde, Kürdler ile ilgili farklı bir gelişme de söz konusu olacaktır. Ama Kürdler sonuçta Suriye’de bir realite. İlerde de Kürdler Suriye’nin geleceğinde söz sahibi, rol sahibi olacaktır.” 04 HABER BasHaber 4 01SÖYLEŞİ Şubat - 7 Şubat 2016 KBY’de hedef belirlendi Referandum ABD seçimlerinden önce K Mustafa Turan BY, ekonomik ve siyasi krizleri sürdürülebilir seviyeye çekilmesi için hem uluslararası düzeyde diplomasi yürütülürken, hem krizleri çözebilecek ulusal iradenin pekiştirilmesi hem de bağımsızlık referandumunun biran evvel yapılması için kararlaşmada adına önemli adımlar atıyor. Referandum için siyasi parti temsilcileriyle toplanan KBY Başkanı Mesud Barzani’ye partilerden tam destek geldi. Barzani, referandumun ABD seçimelerinden önce, en geç 8 Kasım’dan yapılmasını istedi. KBY’de mali denetimin sağlanması ve israfın önüne geçilmesi için başlatılan reformlar hayata geçirilirken, sağlam ve sürdürülebilir bir yürütmenin oluşturulması için de 2004’te deneyimlenmiş ve başarılı olmuş PDK-YNK Stratejik İttifak’ının güncellenmesi görüşmelerinin olumlu geçmesi umutları arttırdı. Siyasi gözlemciler hem referandumdaki kararlaşma hem de Stratejik İttifak hamlelerinin olumsuz havayı dağıtmaya başladığını belirtirken, tavırlarında diretmeleri durumunda Goran ile Komele’nin kaybedeceğini vurguluyor. Siyasi partilerden referanduma tam destek KBY Başkanı Mesud Barzani’nin referanduma destek sunmaları çağrısı üzerine yapılan toplantıya katılan partiler tam destek sunarken, Başkanlık kriziyle ilgili Barzani, “ben çekilmeye hazırım, yeter ki sorunu çözün” dedi. Barzani, referandum tarihini işaret ederek partilere, “sorunu çözüp bağımsızlığı sağlayın ben çekilmeye hazırım” mesajı verdi. KBY Başkanı Mesud Barzani, siyasi parti temsilcileriyle gerçekleştirdiği görüşmede bağımsızlık referandumu, Başkanlık krizi ve diğer birçok sorun başlığında partilerden destek aldı. Salı günü, Selahadin’deki Başkanlık Ofisi’nde gerçekleşen toplantıda Barzani siyasi parti temsilcilerine ‘Başkanlık krizini çözün” dedi. Goran Hareketi ile Komeleyi İslami’nin katılmadığı toplantıda Barzani, başkanlık krizinin çözümü için başkanlıktan çekilmeye hazır olduğunu ama bu sorunun artık çözüme bağlanmasının şart olduğunu söyledi. Barzani; ‘Ya kendi aranızda uzlaşıp bir başkan belirleyin, ya da bu haliyle devam etmesi için kalıcı bir konsensüs sağlayın’ mesajını verdi. Başbakan Nêçirvan Barzani ve Yardımcısı Kubat Talabani’nin de katıldığı toplantıda, PDK Politbüro Sorumlusu Fadıl Mirani ile Politbüro Üyesi Mehmud Mihemmed, YNK’den Genel Sekreter 1. Yardımcısı ve Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkan Yardımcısı Kosret Resul ile Politbüro Sorumlusu Mele Bextiyar ve İslami Birlik Partisi Yekgirtu’dan da Genel Sekreter Mihemed üstlenecek biri yoksa da herkes buyursun Ferec hazır bulundu. Barzani, siyasi partilerden KBY’nin içinde bulunduğu olağandışı işini gücünü yapsın, çünkü KBY ve bölge zor şartları göz önünde bulundurup başkanlık ama büyük fırsatlar barındıran bir süreçten sorunu üzerinden gelişen siyasi kriz ile geçiyor ve bu süreç, siyasilerin sebep olduğu ekonomik krizi çözmeleri için sorumluluk krizleri daha fazla kaldırabilecek bir süreç üstlenmelerini istedi. Sorunun çözümü için değildir’ dediğini söyledi. başkanlıktan çekilmeye hazır olduğunu da vurgulayan Barzani, siyasi parti temsilcileDr. Abdulla: rinden halkın siyasi partilere karşı azalan 8 Kasım, ABD seçimleri ile ilgili güveninin tekrar güçlenmesi için politikalaÖte yandan Erbil siyasi kulislerinde rını şeffaflıkla yürütmelerini de istedi. IŞİD’e Barzani’nin Bağımsızlık referandumunun 8 karşı yürütülen savaş, bölgesel siyasi ve Kasım’daki ABD başkanlık seçiminden önce askeri gelişmeler ile bağımsızlık referanduyapılması gerektiğini söylediği belirtilirken munun da genişçe konuşulduğu toplantıda konu hakkında BasHaber’e açıklamalarda 6 maddelik bir sonuç bildirgesi yayımlandı. bulunan Irak Parlamentosu Kürd ListeBuna göre; si Eski Milletvekili, Dr. Sirwan Abdulla, -Toplantıya katılan siyasi parti temsilBarzani’nin bağımsızlık referandumunun cileri bölgesel KBY’nin içinden geçtiği 8 Kasım’daki ABD başkanlık seçimlerinsıkıntılı durumu göz önünde bulundurarak, den önce yapılmasını istemesinin ABD de Peşmerge’ye ve halka karşı sorumluluklaKürdistan’ın bağımsızlığına her fırsatta yeşil rının bilincinde olup siyasi kararlarını bu ışık yakan cumhuriyetçilerin iktidara geldikçerçevede ele alacak. lerinde, KBY’nin elinde referandum kartıyla -Partiler bağımsızlık referandumuna bağımsızlığını ilan etmesi durumunda budesteklerini, bunun gerçekleşebilmesi için nun Cumhuriyetçi iktidarca destekleneceği her siyasi parti ve kesimin de öngörüsü olduğunu söyledi. KBY Başkanı Mesud bu hamleye destek sunmaları Bağımsızlığını elde etmiş gerekir. Kürdistan halkının Barzani’nin siyasi partilerle Kürdistan’ın elde edeceği kendi kaderini tayin hakkıyaptığı toplantıda referan- büyük avantajlar ile şu an nın dünyaya duyurulması yaşadığı büyük sıkıntılarını duma destek kararı çıktı. için referandumun gerçekkolaylıkla çözeceğini savunan Barzani’nin, referandumun en Abdulla, Barzani’nin siyasi leşmesinin gerekli olduğu belirtilecek. geç 8 Kasım’a kadar yapılma- parti temsilcileriyle yaptığı -Vatandaşların yurtdışına sını istediği, bu şekilde ABD toplantının halka nasıl yansıgöçü ve halkın krizlerden dığıyla ilgili de şöyle konuştu: seçimlerinde iktidara gelmesi “Savaş ve onun sebep olduğu dolayı yüz yüze kaldığı tüm beklenen Cumhuriyetçilerin olumsuz etkilerin yanı sıra, sorunların giderilmesi için çaba sarf edilecek ve hüküzaman geçirmeden bağımsız- KBY’yi derinden etkileyen metin ekonomik krize karşı lığı tanıyacakları varsayılıyor. ekonomik krizin temel başlatmış olduğu reform ve sebeplerinden biri de, Katar, giderlerin kısıtlanması hamlesi destekleneSuudi Arabistan, Rusya, İran gibi ülkeleri de cek. çok olumsuz etkileyen petrol fiyatlarındaki -Parlamento’nun işler hale getirilmesi ve tarihi düşüştür.Maalesef bazı çevreler kendi siyasi partiler arasındaki çelişkilerin giderilmedya organları üzerinden bu krizin, Bölge mesi, başkanlık krizinin çözüme bağlanması Yönetimi ve Hükümetin politikalarının ve referandumun gerçekleşmesi için elverişli sonucu olduğu propagandasını yaymaktalar. bir zemin oluşturulması amacıyla özel bir Bu durum özellikle Süleymaniye’de halkın komite kurulacak. yönetime olan güveninin zayıflamasına -KBY’nin bölgesel zıtlaşmalarda taraf sebep olmakta. Bunun önüne geçilebilmesi olamayacak, Kürdistan halkının demokratik için hükümetin ve mali meseleleri yönetenilkeler çerçevesinde kendi kaderini tayin lerin politikalarını şeffaflıkla yürütmeleri hakkına sahip olduğu vurgulanacak. gerekmektedir” -Bağdat’la sorunların çözümü için diyalog yolları açık tutulacak. “Halk Stratejik İttifak’tan umutlu” PDK-YNK Stratejik İttifakının günPirê: Meşruluğunun sorgulanması cellenmesi görüşmeleri konusunda da Barzani’yi rahatsız ediyor BasHaber’in sorularını yanıtlayan Dr. YNK’li Saadi Pirê başkanlık sorunu konuSirwan Abdulla, KBY’nin içinde bulunduğu sunda, Mesud Barzani başkanlığının meşru- krizlerden sıyrılabilmesi için daha önce luğunun sorgulanması en çok da Barzani’yi deneyimlenmiş ve başarılı sonuç vermiş rahatsız ettiğini, bu yüzden ‘başkanlığı PDK-YNK Stratejik İttifakının önemli olduyürütebilecek biri varsa buyursun gelsin’ ğunu vurgulayarak, bütün sorunlara rağmen dediği konuşmasında 4 defa ‘ben çekilmeye halkın bu ittifakın mevcut olağanüstü hazırım’ dediğini ve devamında ‘Ama bunu koşullara uyarlanarak tekrar gerçekleştiril- mesinden umutlu olduğunu söyledi. Goran Hareketi’nin krizlerin çözümünde negatif bir pozisyon almasının sebebinin Genel Sekreter Noşirwan Mistefa’nın Kürdistan’da bulunmamasından dolayı Goran’ın siyasi tecrübesi olmayan kişilerin etkisine girmesi olduğunu savunan Abdulla, Goran’ın KBY Başkanı Mesud Barzani’nin siyasi parti temsilcileriyle gerçekleştirdiği toplantıya katılmamasının da tecrübesizlikle izah edilebileceğini söyledi. Abdulla, “Siyasi tecrübesizlik olmasaydı, alınan kararları kabul etmese dahi, halka ‘sorunların çözümünden yanayım’ mesajını vermeleri amacıyla da olsa, Sayın Barzani’nin parti temsilcileriyle gerçekleştirdiği toplantıya katılmaları beklenirdi” diye konuştu. Komeleyi İslami Genel Sekreteri Eli Bapir’i de eleştiren Sirwan Abdulla, Bapir’in toplantı öncesi çözüme yönelik her girişimi destekleyeceklerini söyleyip bu toplantıya katılmamasının çelişkili olduğunu sözlerine ekledi. PDK: Goran’la görüşmeye hazırız Öte yandan temaslarda bulunmak ve KBY’de siyasi partiler arasındaki sorunların çözümü ve tarafların bir araya gelmesi için Kürdistan’a gelen İsveç Sosyal Demokrat Parti heyetinin PDK’li yöneticilerle görüşmelerinin ardından basına konuşan PDK Politbüro Sekreteri Fazıl Mirani, sorunların çözümü için Goran Hareketi dahil, tüm taraflarla görüşmeye hazır olduklarını söyledi. Mirani, görüşmeler için hiçbir partinin şart koşmaması gerektiğini belirterek, “Sorunlar çözülebilir, ama tüm tarafların buna hazırlıklı olması ve istikrar için adım atmalıdır” dedi. İsveç heyeti adına konuşan Ensan Urbak ise KBY’deki sorunların diyalogla çözüm sürecine geçmesi için ellerinden geleni yapacaklarını belirtti. İsveç heyeti daha sonra YNK ve Goran Hareketi yetkilileriyle de görüşmeler gerçekleştirecek. PDK-YNK İttifakı güncellenecek mi? Seçimlere ortak girilmesi ve iktidarın eşit paylaşımı temelinde 2004 yılında PDK ile YNK arasında yapılan Stratejik İttifak, YNK’nin bölünmesinden ortaya çıkan Goran Hareketi’nin göstermiş olduğu seçim başarıları ile toplumsal ve siyasal zeminde yaşanan değişimler, bu ittifakın 2013 seçimlerinde Goran’ın PDK’den sonra ikinici büyük parti olmasıyla geçerliliğini fiilen yitirmişti. KBY’de IŞİD’le savaş, mülteci akını ve özellikle Bağdat’la petrol satışı üzerinden yaşanan anlaşmazlıkların ardından Bağdat’ın yüzde 17’lik KBY’nin bütçe payını göndermemesinden kaynaklanan ekonomik kriz ile İran bandrollü başkanlık ve sistem tartışmaları neticesinde özellikle Goran’ın sebep olduğu siyasi belirsizlik, anti demokratik eleştirilere rağmen daha önce başa- HABER BasHaber 01 Şubat - 7 Şubat 2016 5 SÖYLEŞİ minden önce referandumun yapılması isteğinin sadece seçimlerden Kürdistan’ın bağımsızlığına destek açıklamaları yapan cumhuriyetçi adaylardan birinin galip çıkma olasılığıyla izah edilemeyeceğini, Barack Obama yönetiminden sonra, hangi partiden olursa olsun, göreve yeni başlayacak yönetimin uzun süre iktidarda kalacağından ve ABD adına muhatap olacağından dolayı önemli olduğunu söyledi. Referandumdan çıkması muhtemel bağımsızlık kararının sadece ABD açısından değil, Avrupa ve diğer bütün uluslar arası güçler nezdinde de meşru ve haklı bir kart olacağının altını çizen Kaval, Barzani’nin de bağımsızlığın şahsi projesi olmayıp Kürdistan halkının talebi olduğunu söylediğini belirtti. rılı bir şekilde uygulanan Stratejik İttifak’ın güncellenmesi tartışmalarını başlatmıştı. Yeni ittifak nasıl olacak? PDK ile YNK arasında yenilenmesi tasarlanan Stratejik İttifak’ın ‘eski anlaşma üzerinden mi güncellenecek?’ yoksa ‘eskisi hükmünü yitirdiği için yenilenecek mi’ şeklinde tartışmalara konu oluyor. PDK Dış İlişkiler Sorumlusu Hêmin Hawrami, iki patinin yeni bir ittifakın şekillenmesi sürecine girdiğini belirtip, “bu ittifak 2004’te imzalanan anlaşma üzerinden belirlenecek” diyerek PDK’nin tavrını ortaya koydu. Hawrami, tarafların yeni ittifak hazırlıklarında ne düzeyde olduklarıyla ilgili de “yeniden koalisyon hükümetinin kurulması, siyasi ve ekonomik krize çözüm bulunması konusunda ortak hareket edilmesi için görüş alışverişinde bulunuluyor” diyerek en azından ittifakta karara varmaları gereken maddelerin belirlendiğini belirtiyor. Hawrami, bölgede değişen dengeler gözönünde bulundurularak bir projenin hazırlanacağını ve ilk etapta koalisyon hükümetinin kurulması için görüşmelere başlanacağı bilgisini verdi. “Sorun anlaşmada değil; birkaç yıldır uygulanmamasında ve bu yüzden yeniden işlerlik kazandırılması için üzerinde kafa yorulması gerekiyor” diye belirten YNK Politbüro Üyesi Ehmed Saadi Pirê ile paralel “İlk ittifak, Kürdistan halkının çıkarları doğrultusunda tek ses olmak için atılan başarılı bir adımdı. Bölgedeki ekonomik ve siyasi krizler gözönüne alınarak eski ittifak anlaşması üzerinde düzeltmeler yapılması lazım” diyen PDK Sözcüsü Mahmud Muhammed’in konuya dair açıklamaları 2004 Stratejik İttifak’ının mevcut koşullara uyarlanarak güncelleneceğini gösteriyor. “YNK’nin iç sorunları ittifakı etkileyebilir” 2004 PDK-YNK Stratejik İttifakı’nın Kürdistan Bölgesi’nde iç istikrara vesile olduğunu ama KBY’nin mevcut durumunun 2004’tekinden daha fazla böyle bir ittifakı gerekli kıldığını belirten Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Musa Kaval, BasHaber’e tecrübe edilmiş böylesi bir ittifakın mevcut krizleri aşma noktasında zaruri olduğunu söyledi. YNK’de Genel Sekreter 1. Yardımcısı Kosret Resul ile Politbüro Üyesi Hero Talabani arasında patlak veren iç karışıklığa vurgu yapan Kaval, bunun Stratejik İttifak’a olumsuz yansıyabileceğini söyledi. Kaval, “Sayın Celal Talabani’nin hastalığının ağırlaşmasıyla genel sekreterlik koltuğunda oturmaya talip olan şahsiyetler üzerinden YNK’de farklı yaklaşımlar gelişti. Daha önce Celal Talabani’nin dengelediği bu farklı yaklaşımlar Talabani’nin çekilmesiyle daha çok kendini belli etti. Dolayısıyla bu farklılıklar ittifakın güncellenmesine de olumsuz etkide bulunabilir” diye konuştu. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin siyasi parti temsilcileriyle toplantısını da değerlendiren Musa Kaval, toplantıda alınan kararların olumlu olduğunu, özellikle referandum konusundaki kararlılığın bu sürecin geri dönülemez bir yola evrildiğinin göstergesi olduğunu söyledi. Barzani’nin 8 Kasım’daki ABD başkanlık seçi- KBY Brüksel Temsilcisi: AB’dem mali destek KBY Avrupa Birliği (AB) Temsilcisi Dilawer Ajgeyi de AB’nin KBY’ye özel bir bütçe göndereceğini söyledi. BasHaber’e konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Ajgeyi, KBY’nin daha önce de IŞİD’e karşı savaş ve iç göçten dolayı AB’den yardım aldığını belirterek, “ancak AB, ilk defa KBY’ye doğrudan mali yardımda bulunabilir” diye konuştu. KBY’nin devlet olmamasından kaynaklı resmi prosedürlerde doğrudan yardımı engelleyen hususların olduğunu, ancak bunu sağlayacak bir mekanizmanın devreye sokulması için talepte bulunduklarını belirten Ajgeyi, KBY’nin ekonomik krizden çıkabilmesi için 4.5 milyar dolara ihtiyacı olduğunu ve mali yardımın şart olduğunu söyledi. KBY’nin IŞİD’le savaşa 300 milyon dolar harcama yaptığını da belirten Ajgeyi, KBY’nin İŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun bir parçası olduğunu ve gelecek hafta İtalya’da toplanacak koalisyon devletleri yetkilileri toplantısında Peşmerge Güçlerine yapılacak yardımın da gündemde olacağını söyledi. Memur maaşları ödenecek KBY’nin ekonomik krize karşı başlatmış olduğu reformlar hayata geçirilmeye çalışılırken geçici bir süre öğretmen ve memur maaşlarının yüzde 50’sinin verileceği belirtilmişti. Maaşların kesintisiz ödenmesi için Başbakan Nêçirvan Barzani’yle görüşen Kürdistan Öğretmenler Sendikası Başkanı Abdulwahid Mihemmed görüşme ardından yaptığı açıklamada Başbakan’ın öğretmen ve memur maaşlarının aksamadan verileceğine söz verdiğini belirtti. Maaşların geçici bir süre yarı yarıya ödeneceğini, ama bir zaman sonra kalan diğer yüzde ellilik bölümün de verileceğini söyledi. 05 Cenevre: İyiye döner mi? MESUT YEĞEN Başlayıp başlamadığı bile belirsiz, ama başladıysa bile Cenevre 3’ün kötü başladığı kesin. Peki iyiye döner mi? Meçhul ve zor görünüyor. Cenevre 3’le ilgili şu an için bildiklerimiz şunlar: Rejimle BM arasında görüşmeler başladı, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın desteklediği Sünni muhalefet görüşmelerden çekilir gibi yaptı ama dönebilir ve PYD/QSD masada değil, en azından şimdilik. İlerisi için ümitvar olmayı epey zor kılan bu zayıf ya da belirsiz başlangıç ne ifade ediyor? İlk bakışta, Suriye ‘iç savaşının’ (IŞİD haricindeki) üç yerel aktörü, rejim, Sünni muhalefet ve Kürdler arasında ‘içinde kalınabilir bir müzakere çerçevesinin’ oluşmadığını elbette. Doğru görünmekle birlikte aralarında bir müzakere çerçevesi oluşmayanlar tabii ki yerel aktörler değil. Belli ki,yerel aktörlerin ABD tarafından nezaret edilen suflörleri Rusya ve İran ve Türkiye ve Suudi Arabistan bir görüşme çerçevesi üzerinde uzlaşmış değil. Gidişattan anlaşılan Cenevre 3 için belli belirsiz de olsa kurulan ön çerçeveye İran ve Rusya onay vermişken, Türkiye ve Suudi Arabistanitiraz ediyor ve hem PYD’nin olmadığı hem de rejim ve muhalefetin daha eşit konumlandığı bir müzakere çerçevesi istiyor. Peki bu zayıf başlangıç ve bu gidişat müzakere masasının kurulmayacağı ve Cenevre 3’ün başlamadan biteceğine mi işaret ediyor? Türkiye ve Suudi Arabistan’ın desteklediği Sünni muhalefet bugün çekileceği müzakere masasına yarın daha avantajlı döneceğini hesaplıyorsa, muhtemelen. Ama benim anladığım sahada işler bu neticeyi üretecek gibi durmuyor. Dolayısıyla da Sünni muhalefetin hazır PYD’nin de olmadığı müzakere masasına biraz daha naz yapıp oturması zayıf bir ihtimal değil. Müzakere masasından çekilmek Sünni muhalefeti daha avantajlı kılacak gibi görünmüyor çünkü, evet, Rusya için Suriye’de kalmak giderek daha maliyetli hale gelebilir ama Suriye’nin diğer büyük müttefiki İran dünya siyasetine parlak bir dönüş yapmaya hazırlanıyor ve bu dönüş Suriye’de rejimi bir müddet daha ayakta tutacak bir enerji sağlayabilir. Üstelik, Rusya’nın desteğiyle rejimin son birkaç ayda gerçekleştirdiği ilerleme Sünni muhalefetin Suriye’nin kuzeyindekikonumlanmasında bir kırılmayla da neticelenebilir. Hele de bir zamandır İran’la Türkiye ve Suudi Arabistan arasında bölgede bir diğerini muzaffer kılmayan bir dengenin peşine düşmüş görünen ABD müzakerelerin işlememesini Sünni muhalefete fatura edecek olursa. Bütün bu hal, Sünni muhalefeti ve iki vasisi Türkiye ve Suudi Arabistan’ı müzakere masasını tümden devirme riskini almaktan uzak tutabilir. Hele de hazır PYD’yi müzakere masasından uzak tutmayı başarmışlarken. Peki, bütün bu zayıf başlangıç, bu meçhullerle dolu gidişat ve müzakere masasına oturamamış olmak Suriye Kürdleri için, PYD için neye işaret ediyor? Evvela şimdiye kadar sürdürülen ve Kürdleri Suriye’nin etkili bir aktörü kılan 3. yol siyasetinin sınırlarına. Doğruya doğru: Suriye Kürdleri kısmen rejimin mecburen göz yummasına, kısmen de ABD’nin ve Peşmerge’nin desteğine binaen efsanevi bir başarı kaydettiler. Lakin, Cenevre 3 masasına şimdilik de olsa oturamamış olmak bir yandan bu başarının bilhassa Türkiye nezdinde yarattığı tedirginliğin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor, beri yandan da Suriye Kürdlerinin ABD nazarında vazgeçilemez bir aktör olmadığını. Bu hal, Suriye Kürdlerinin bu iki durumla aynı anda baş etmeye epey enerji hasretmesi gerektiğini gösteriyor. Bu minvalde atılabilecek ilk stratejik adım hem Türkiye hem de ABD için daha vazgeçilmez görünen Güney Kürdleriyle daha çok temas, daha çok ortaklaşma olsa gerek. Öte yandan şunu da unutmamak lazım: Siyasi aktörlerin elde ettikleri ya da kaybettikleri çoğu zaman yaptıkları doğru ya da yanlışlardan ziyade ellerindeki ve başkalarının elindeki kuvvetle ilgilidir. Suriye Kürdleri de ellerindeki bu kuvvetle bundan daha iyisini yapabilir mi? Evet demek çok zor. 06 HABER BasHaber 01 Şubat - 7 Şubat 2016 Hükümetin Eylem Planı Eski soruna yeni ‘Yol Haritası’ geliyor H Çimen Gümüş ükümetin “Terörle Mücadelede Yeni Eylem Planı” adıyla duyurduğu ve her biri 20 maddeden oluşan 5 ayrı başlık altında topladığı 303 maddelik programın hazirandan bu yana tıkanan barış süreci için bir yol haritası olduğu bildiriliyor. Geçtiğimiz gün ana hatları Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş tarafından kamuoyu ile paylaşılan eylem planı son şekli verildikten sonra Başbakanı Davutoğlu’nun onayına sunulup, Bakanlar Kurulu’nda konuşulduktan sonra uygulanmaya başlanacak. Davutoğlu’na sunulacak ve master planı olarak da ifade edelin taslak plan bu aşamada 100 maddeden oluşacak. Yeni Eylem Planı’nda Öcalan’ın rolü ve Çözüm Süreci değerlendiren AKP’li Orhan Miroğlu, yeni paketin bir yol haritası olduğunu belirterek, yeni süreç ile ilgili ise, “bu sürece HDP’nin nasıl yaklaştığını test edeceğiz” dedi. Hükümetin eylem planını yorumlayan HDP’li Ayhan Bilgen ise “siyasi irade ve hukuki zemin inşasının gerekli olduğunu söyledi. Miroğlu: Öcalan’ı ihtiva etmiyor Çözüm süreci ile ilgili değerlendirmelerde bulunan AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, Başbakan Davutoğlu’na sunulması beklenen eylem planının PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı ihtiva etmediğini belirterek, “Böyle bir şey yok. Ama bu tartışılıyor. Konuyla ilgili bütün aktörler tartışılıyor” dedi. Şiddetin arttığı durumlarda Öcalan isminin hep hatırlanan bir isim olduğuna işaret eden Miroğlu, “6-7 Ekim olaylarını onun durduğunu şimdi daha net biliyoruz. Çünkü Kandil’den yapılan açıklamalar ‘eğer Öcalan müdahale etmeseydi 6-7 Ekim bizim için sürekli bir halde devam ediyor olacaktı. Ama Başkan müdahale ettiği için biz durdurmak zorunda kaldık’ diyorlar. Yine cezaevlerindeki açlık grevlerinde insanlar tam da ölümün eşiğine gelmişken, onun müdahalesi söz konusu oldu” dedi. ‘PKK, Öcalan’ı zora sokuyor’ Bu süreçte farklı bir durum yaşandığını ve PKK’nin ‘çok derli toplu bir stratejisi’ olduğunu kaydeden Miroğlu, “Bu stratejiye Öcalan’ın söyleyebileceği çok şey var mı? Emin değilim. Ama Öcalan bir misyon oynayabilir. Öcalan’ın PKK üzerinden tekrar bir misyon elde edebileceği kanaatinde değilim. Onu çok engelleyen ve zora sokan bir durum var. PKK’nin kurduğu uluslararası bağlantılar nedeniyle liderini feda etti. Dola- yısıyla Öcalan üzerinden bu sürecin yeniden durdurulması ya da PKK’ye bir çağrı ile bunun sona ereceği düşüncesi bana gerçekçi gelmiyor. Hükümet programında da Öcalan için özel bir yaklaşım söz konusu değil” diye konuştu. ‘Yeni paket bir yol haritasıdır’ Hazırlanan yeni eylem planının bir siyasi yol haritası gibi anlaşılabileceğine dikkat çeken Miroğlu, “Bu yol haritası çatışmalar bitsin sonra biz işe koyulalım gibi bir şey değil. Çatışmalar devam ederken yapılabilecek şeyler var o yol haritasında. Her şeyden önce mağdur olmuş insanlarımızın kışı daha rahat bir şekilde geçirmelerini daha fazla mağdur olmamalarını, evlerinin onarılması ve mümkünse yeniden inşa edilmesi, bunu biz çatışmaların bitimine ertelemiyoruz” dedi. Hükümetin yeni anayasa tartışmalarını çok güçlü bir şekilde yapacağını kaydeden Miroğlu, AKP’nin tutumunun PKK’nin silahları susturmasını beklemek olmadığını ve aksine en önemli reformların çatışmaların yaşandığı dönemlerde yapıldığını belirtti. “Türkiye artık PKK’nin savaşı durdurup durdurmayacağı gibi bir beklenti içinde olması söz konusu değil. Güvenlik sektörü bu mücadeleyi sürdürecek. Ama bunun siyasi, sosyal, kültürel, reformlarla desteklenmesi, korunması lazım. Demokratik hak ve özgürlükleri korumak bizim PKK terörü ve şiddetine karşı derdimiz ve en önemli ve en ciddi silahımızdır. Bu silahtan asla vazgeçmeyeceğiz” şeklinde konuştu. ‘HDP’li Bilgen: Hukuki zemin inşası gerek Hükümetin Yeni Eylem Planını değerlen- diren HDP’li Ayhan Bilgen, geçmişte sosyal politikalara güvenlik bürokrasisi tarafından da ihtiyaç duyulduğuna dair net vurgular yapıldığını belirterek, bu anlamda siyaset kurumuna da büyük sorumluluklar yüklendiğini kaydederek, “Ama ne yazık ki sosyal politikalarla ilgili yapılması gereken şeyler yapılmadığı için sorun yeniden güvenlik konseptine çekildi. Dolayısıyla sorunu bundan sonra salt ekonomik sosyal boyutuyla ele almak olmayacak. Çünkü ciddi bir siyasi irade ve hukuki zemin sorununa dönüştü. Eğer bu konuda bir mesafe alınabilseydi bugün yeniden tartışmanın o boyutu merkeze oturmayabilirdi. Siyaset kurumunun ne sorumluluğu engelleyici rolü güvenlik bürokrasisini yıkabilecek bir durumu var, ne de sadece sosyal politikalarla sorunu çözebilecek bir ihtimal var. Dolayısıyla çok net biçimde bir siyasi irade ve bir hukuki zemin inşası gerekiyor. Bu olmadığı müddetçe güvenlik politikalarıyla mesafe alınması, sosyal politikalarla da sorunun esasına dair çözümler geliştirilmesi mümkün değil” diye konuştu. ‘Hükümetin çözüm planını kimse bilmiyor’ Miroğlu’nun HDP’nin hendekleri destekleyen bir siyaset izlediği ve “HDP’yi test edeceğiz” şeklindeki sözlerine ilişkin ise Bilgen, hendeklerin bir sonuç olduğunu ifade ederek, “Eğer siyaset rolünü oynayıp sorunu siyasal kanallarla çözmeyi başarsaydı, zaten ne hendek ne de güvenlik konsepti belirleyici olmazdı. Burada bir muhatabı test etme, ölçme hevesinden önce ne yapmak istediğine dair irade beyanının ortaya konulması gerekiyor. Şu an itibariyle hükümetin bu sorunu çözmeye dair nasıl bir anayasa konsepti önereceğini, öngördüğünü hiç kimse BasHaber EKONOMİ 01 Şubat - 7 Şubat 2016 KBY: “Terörle Mücadelede Yeni Eylem Planı” adıyla duyurulan ve her biri 20 maddeden oluşan 5 ayrı başlık altında topladığı 303 maddelik programın tıkanan barış süreci için bir yol haritası olduğu bildiriliyor. HDP sorunun çözümü için hukuki bir zeminin inşa edilmesi gerektiğini savunuyor. bilmiyor. Biz HDP olarak daha yapıcı rol oynamak, daha ciddi katkı sunmak anlamında kendi özeleştirimizi yaparız. Kendi tartışmamızı yürütürüz. Ama bu konuda siyasal iktidarın da bir biçimde aslında ne yapmak istediğine dair bir net beyanda bulunması gerekiyor. Biz bugüne kadar bu yönde bir beyana şahit değiliz. Anayasayla ilgili arayışında sahiden bu sorunu çözmek niyetiyle mi yoksa başkanlık hevesini karşılamak niyetiyle mi olduğuna dair de ne yazık ki somut bir işaret güven verebileceği bir yaklaşım bir tutum açıklanmış değil” ifadelerini kullandı. Çalışlar: PKK ile görüşülecektir Çözüm için iki tür muhataplık olduğunun altını çizen Gazeteci Oral Çalışlar, “Biri silahın ve şiddetin son bulması için muhatap PKK olacaktır” dedi. PKK ile muhataplığını aracılar mı yoksa Öcalan vasıtasıyla mı sağlanacağının bilinmediğini dile getiren Çalışlar, “Bunun değişik yolları bulunabilir ama sonuç olarak PKK silahı bırakacaksa bu görüşmeler PKK ile yapılır. Eninde sonunda yapılacaktır” diye konuştu. Kürdlerin talepleri ve demokratikleşme konusunun parlamentonun işi olduğuna işaret eden Çalışlar, “Meclisin işi olduğuna göre, mecliste grubu bulunan, HDP’nin de bu meselenin geliştirilmesinde, çözümünde, yasal bir zemine oturtulmasında ciddi olarak muhatap alınması gerekiyor. Bunların ikisi de muhatap alınacak. Ama tabi ki bunlarla sınırlı bir muhataplık söz konusu değil. Kürd coğrafyasında değişik siyasi eğilimler, toplumsal kanaat önderleri var. Bunların da bu meselenin çözümünde, yasal zeminin yaratılmasında, fikirlerinin alınması, katkılarının sunulması yararlı olur” şeklinde konuştu. Mağduriyetleri telafi etmesi devletin görevi Hükümet tarafından tartışılan yol haritasının çözüm olup olmayacağı sorusuna yanıt veren Çalışlar, yaşanan çatışmaların bir şekilde biteceğini umduklarını belirterek, şöyle devam etti: “Sürdürülebilir bir durum değil. PKK hendek kazarak, öz yönetim ilan ederek, çok ciddi bir çatışma ortamı yarattı. Devlette buna kaçınılmaz büyük bir şekilde karşılık verdi. Ve bu karşılığın sonunda ortaya çıkan tablo Kürd halkının mağdur olması sonucunu yarattı. Onların yeni baştan insani koşullarda yaşamını, ekonomik olarak varlıklarını sürdürebilmeleri için devletin desteği ve bütün bu yapılanlarla ilgili bir onarım faaliyetine girişmesi gerekiyor.” Ekonomik krizle mücadele IŞİD kadar zorlu I Hêmin Dildar ŞİD ile yürütülen ve 1.5 yıldır devam eden ağır savaş, Bağdat’ın ambargosu, mültecilere ayrılan bütçe Kürdistan Bölge Yönetimi’nin (KBY) 2014 yılından bu yana ciddi bir kriz ile yüzleşmesine neden olurken, son birkaç ayda varili 25 dolara düşen ham petrol fiyatları da ekonomik anlamda KBY’nin elini büyük oranda zayıflattı. Ayrıca Irak Parlamentosu 2016 yılında Erbil’in bütçe payını yüzde 17 olarak kabul etse de bütçenin ödeneceğine dair herhangi bir gelişme yaşanmaması KBY’deki durumun ciddi olduğunu gösteriyor. Bir yandan bağımsızlık referandumu için start verilirken diğer taraftan ekonomik krizin son bulması için yeni bir ekonımik reform paketi açıklandı. Petrol endeksli ekonomik gelirden çıkılması ve gelirlerinin çeşitlendirilmesine yönelik açıklanan reform paketlerinin KBY ekonomisini kısa vadede etkilemeyecek gibi görünse de önemli adımlar olarak yorumlanmaya başlandı. KBY Başkanlık Divanı Sözcüsü Fuad Huseyin’in başkanlık ettiği bir heyetin ABD ziyaret sonrası ABD’li finans uzmanlarının Erbil’e gelmesi durumun ciddi olduğunu, KBY’nin sorunu siyasi müttefikleri ile görüştüğünü ve siyasi arayışında olduğunu gösteriyor. Maliye Bakanlığı tarafından Erbil’de düzenlenen “Reform ve Yeni Yol Haritası Konferansı’nda” konuşan Başbakan Neçirvan Barzani, ekonomik krizin ciddi bir tehlike oluşturduğunu vurgulayarak, “IŞİD ile savaştan daha zor” ifadelerini kullandı. Petrol fiyatları, Bağdat ambargosu krize sürükledi KBY’deki ekonomik krizi yakından izleyen yazar ve gazeteci Simko Mohammed BasHaber’e konuşarak krizin Ortadoğu’daki gelişmelerin KBY’ne yansımalarının bir parçası olduğunu söyledi. Simko, IŞİD saldırıları ile Bağdat’ın ambargosunun KBY’nin siyasi ve kazanımlarına son verilmek amacıyla gerçekleştiğini açıklayarak KBY’nin büyük bir sıkıntı yaşadığını söyledi. 1 milyon 800 bine varan mülteci sayısının ve petrol fiyatlarının da KBY’de ekonomik daralmaya neden olduğunu ve hükümeti zor durumda bıraktığını vurguladı. Yolsuzlukların da devam etiğini söyleyen Mohammed, “Arap mülteciler, Türkmenler, Irak ve Suriye’deki savaştan kaçan herkes KYB’ye sığındı. Petrol fiyatları otuz doların altına düştü. Ekonomik küçülme, kriz ve maaşların ödenmemesi haliyle baş gösterdi” şeklinde konuşarak KYB’nin yaşadığı ciddi ekonomik krize dikkat çekti. “Siyasi kriz de ekonomiyi etkiliyor” Siyasi gelişmelerin ve KBY’deki kimi siyasi partilerin de ekonomik krizin bir parçası olduğunu savunan yazar Simko Mohammed Muhammed “her bir parti bir devletin politikasına göre hareket ediyor” değerlendirmesinde bulundu. Başbakan tarafından açıklanan ekonomik reformların kısa vadede bir değişikliğe neden olmayacağını savunarak açıklamasına şu cümleler ile son verdi: “Yeni reform paketlerinin, maaşların yarıya indirilmesinin kısa vadede bir çözüm olacağını söylemek zor. Piyasada para yok. Para bulunmuyor. Halk ne yapacağını bilmiyor.” “Bölgedeki gelişmeler krizi tetikledi” Ortadoğu Stratejik Araştırma Merkezi (Orsam) uzmanlarından Oytun Orhan da KBY’deki ekonomik krizin petrol fiyatlarının düşmesi ve IŞİD saldırıları ile baş gösterdiğini açıklayarak, KBY’nin, ekonomik refaha ulaşması için petrol fiyatlarının yükselmesi gerektiğini ve petrolünü rahat bir şekilde satabilmesi ile mümkün olduğunu vurguladı. Türkiye – KYB ilişkilerine dikkat çeken Oytun, “Özellikle KBY’nin ekonomi meselesi çok önemlidir. Maaşların geçmişe dönük olarak ödenemiyor olması, petrol fiyatlarında yaşanan kriz ve KBY’den Türkiye’ye sadece giren petrol konusunda yaşanan güvenlik sorunları bu bağımsızlık konusunu KBY açısından daha zor bir hale getiriyor. Bu noktada Türkiye’nin vereceği destek önemlidir. Çünkü şuanda KBY’nin güneyden bir çıkışı söz konusu değil, İran zaten uluslararası henüz yavaş yavaş daha gayretli olma çabası içerisinde, tek çıkışı Türkiye gibi görünüyor. Yavaş yavaş eğer planlanan petrol üretimi gerçekleşir ve ihraç edilirse belki KBY’nin Irak merkezi hükümetine bağlı kalmadan kendi imkanlarıyla hayatta kalabilmesinin imkanı doğacaktır. Bu noktada Türkiye’nin KBY’deki petrol ve doğalgazının uluslararası merkezlere ulaşması konusunda destek vermesi gerekiyor. Bu konuda da önemli bir süreç olduğu gözüküyor” dedi. “IŞİD ile beraber Irak’la herhangi bir bağ kalmadı” Oytun, Irak’taki gelişmelerin Kürdistan’ın bağımsızlığını zorunlu hale getirdiğini ve KBY’nin Irak ile herhangi bir bağının olmadığını açıklayarak, “bağımsızlık meselesi özellikle IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından zaten ciddi anlamda gündeme gelmişti. IŞİD sonrasında KBY’nin Irak’a bağlı yaşama şansının bir şekilde kalmadığını görüyoruz. Hatta Erbil’in Irak’ın güney bölgesiyle merkezi hükümetle olan coğrafi bağlantısı ortadan kalktı. Bütün bu gelişmeler bağımsızlık yolunda KBY’nin elini güçlendiren faktörlerdir. Bir diğer faktör de ekonomi meselesidir, halen KBY’nin kendi sınırlarını koruyamıyor olması ve çok yakın güvenlik tehdidinin altında bulunması kısa vadede bağımsızlık konusunu riskli hale getiriyor” dedi. Irak’ın Musul kentini 10 Haziran 2014’te ele geçiren IŞİD, Ortadoğu başta olmak üzere dünyadaki tüm siyasi ve ekonomik dengeleri de etkiledi. IŞİD’in bölgede güçlenmesi, Suriye ve Irak merkezi yönetimlerini zayıflatırken diğer bölgeleri de etkisini alarak global bir krize neden oldu. IŞİD’in Şengal saldırısı ile birlikte savaşın büyük etkisini gösterdiği KBY’de de ekonomik kriz baş gösterdi. Bağdat Hükümeti KBY’nin bütçesini keserken Suriye ve Iraklı mültecilerin KBY’ne sığınması da baş gösteren ekonomik krizin temel nedenleri oldu. Oytun Orhan 07 Modern bile olamamış iktidar FERHAT KENTEL Modern iktidar, rıza da üreten bir disiplin, hiyerarşi, normalleşme ve bilgi demektir. İktidar lafla yürümez; ancak pratikler içinde, performansla ürer. İktidarın alanına dair söylemleri paylaşarak ve tekrar ederek ürer... Bunlar sadece “Batılı” bir takım yazarların ürettiği fikirler değildir. Hz. Ömer’in de “inandığın gibi yaşayamazsan, yaşadığına inanırsın” dediğinde olduğu gibi, kafanın içinde sahip olan farklı fikirler aslında hiçbir şeydir; ne yapıyorsanız, aslında osunuzdur. Hep birlikte genel olana, genel olarak öğretilmiş olana inanılır. Herkes aynı performansları tekrarladığı için, herkesin aynı şeye inanması çok zor olmaz. Ancak “herkes”in inanması “hakikat” demek değildir; bu sadece “söylem”dir; iktidarı kuran bilgidir ya da inşa edilen, inandıran bilgi... Dolayısıyla eğer adalet için, özgürlük için savaşmaya, en azından bir-iki laf etmeye niyetleniyorsanız, tam da bu ortalamayı kuran iktidar söylemiyle mesafe almanın, o söylem vasıtasıyla kurulan “gerçekliği” sorunsallaştırmanın yollarını bulmanız gerekir. Bu laflar da Batılı bir takım yazarlardan çıkmış gibi görünse bile, sadece Batı yarım küreye ait değildir. Foucault’dan yüzyıllarca önce inmiş bir kitabın Enam suresinin 116. ayeti, tam da bundan bahseder; çoğunluk garantili bir yer değildir. “çoğunluklar ancak zanna uyarlar ve onlar sadece yalan uydururlar.” Çünkü inandırma teknolojilerini ele geçirenler toplumu da bu teknolojiler vasıtasıyla fethederler. Eğer sadece ortalıkta dolaşan inandırma teknolojilerine muhatap olursanız, Güneydoğu’da Sur’da, Cizre’de ne olduğunu bilemezsiniz. Bugün Türkiye’de olduğu gibi... Kamuoyunu oluşturan medya organlarının üfledikleri sahibinin sesine bakıldığında, bir iki ufak tefek TV kanalı, reklamları kesilmiş gazete ve internet sitesi dışında tüm ses “tek ses”tir. Bu ses dönüp dönüp kendini anlatır. Saçmalar ama gene de kendini doğrulayacak başka bozacılar vardır; ona “saçmalıyorsun” diyecek olanların sesleri çok cılızdır ve bu yüzden sorun çıkmaz. Güneydoğu inim inim inler; paramparça olur; bu merkezi tek ses efendilerinin ruhları bile kıpırdamaz. İnanma ve inandırma teknolojilerinin kahır ekseriyeti için orası sadece “temizlenecek” bir bölgedir. Oradan bu tarafa doğru sadece tek bir sesi, “1984’ün sesini” doğrulama ihtimali olan sesi çıkarırlar; o olmadığı zaman da yaratırlar. Bu yüzden, “tek ses”in çeşitli versiyonlarında, başka mağdurlar duyulmadığı gibi, Güneydoğu’da da on yıllardır kafası ezilen Kürdlerin ne yaşadığını hiçbir zaman bilemediler; sadece gücün dilini yeniden ürettiler. Cizre’deki o bodrum katındaki insanları gözlerinin önüne getiremediler bile... Tankla, topla teröre karşı verdikleri savaşta, o küçük-yıkık dökük evlerde ne yaşandığını da hiç bilemediler.Zaten geçmişte de hiç bir zaman bilemediler. O evlerde ders çalışmaya çalışan çocukların, para kazanmaya çalışan, çocuklarını beslemeye çalışan anaların, babaların ruh hallerini de bilemediler. O insanların on sene, yirmi sene önce köylerinden zorla göçertilirken neler yaşadıkları konusunda da akıllarına bir şey getirmediler.Ancak, karşılarına aldıkları bir başka şiddetli aktör ile,devletin yumruklu, paletli ve postallı sesiyle “vatan-millet” nutuklarını atabildiler. İnsanı yaşatmayı hiçbir zaman ciddiye almamış bir devletin inşa ettiği tek sesin nutuklarını... Gene de ilginç bir durum var: bu topluma dönük duran 1984 hoparlörlerinin en az yüzde 90’ına sahip olmalarına rağmen, bu totaliter tek sesin, toplumun ancak yarısını ikna edebilmiş olması bile aslında söylemin ne kadar zayıf ve altının boş olduğunu gösteriyor. Yani kendini ancak zorla kabul ettirebilen, modern bile olamamış bir iktidar söz konusu... Mesela, Sur ilçesinde sokaktaki bir adam “tek ses”i çatlatıyor ve buraya kadar geliyor: “Sabahtan beri kaç kanala konuştuk, gidip başka şeyler anlatıyorlar. Asker şöyle yardım etmiş... Hepsi yalan!” 08 SÖYLEŞİ BasHaber 8 01SÖYLEŞİ Şubat - 7 Şubat 2016 SÖYLEŞİ BasHaber 01 Şubat - 7 Şubat 2016 9 SÖYLEŞİ Doç. Dr. Yaşar Abdülselamoğlu: Kürdler sınırlarını çizmek zorunda Sofia Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan sosyoloji uzmanı Doç. Dr. Yaşar Abdülselamoğlu, PYD’nin Cenevre’ye davet edilmemesinin sorgulanması gerektiğine dikkat çekerek, “Sahaya ne kadar egemen olursanız olun, sonuçta bu egemenliğin uluslararası meşrulaştırılması sorunu söz konusu. Bu anlamda, PYD’nin çağrılmamasına, hiç bir şey olmamış gibi, “biz işimize bakalım” diyemezsiniz. Neden, IŞİD’e karşı en iyi savaşı vermiş, Rojava’nın yüz Cenevre’de neler konuşulacak? Anlaşıldığı kadarıyla her devlet veya ittifak Suriye sorununu farklı tanımlıyor? Üzerinde ortaklaşılan bir tanım yok mu? Nedir Suriye sorunu? Cenevre’de parçalanmış Suriye’nin yeniden nasıl “birleştirileceği”, nasıl idare edileceği konuşulacak, taraflar bunu yapmaya kimin hakkı olduğu üzerine anlaşabilirlerse. Modern estetik “zorla” cerrahi “güzellik” yaratıyor da diyebiliriz. Suriye’yi, yeniden “normal bir devlet” olarak eski haline kavuşturma ameliyatını yapacak, ne doktor, ne de formül yok. Sosyolojik olarak Suriye bölünmüştür. Suriye yeni jeopolitikanın laboratuvar alanıdır. Orada bölgenin aktörleri ve küresel güçler yeni bir savaş yürütüyorlar. Savaş, Suriye’nin “birleştirilmesi” savaşı değildir. Kime hangi payın düşeceği savaşıdır. Bölgenin iki devleti konfrotasyon kafasında, kelimenin hakiki anlamıyla birbirlerini ortadan kaldırmaya çalışacaklar. aktörü hesabıyla da orada olması gereken bir taraf. Ayrıca, Güney Kürdistan bugün Suriye’de olup bitenlerden en çok etkilenen yer durumundadır. Kürd tarafının taleplerini makul bir şekilde dile getireceklerine inanıyorum. Hewler ve Duhok anlaşmalarına göre davranacaklarını umuyorum. Sahada silahlı gücü olan, aslında Cenevre’yi fazla önemsemek istemiyor. Başka bir deyimle, onlar silahlı egemenlik yoluyla kendi çözümlerini dayatıyorlar. Cenevre’ye önem verenler silahsız, siyasi olanlardır. Onlar uluslarası topluluğun müdahalesiyle siyasi çözümden yanalar. Hakim güç aracılığıyla kendilerini dayatıyorlar. Rusya’nın, İran’ın, Cenevre’de samimi olduklarına inanmıyorum. Çünkü onlar aslında Suriye’yi paylaşma savaşı veriyorlar. Aynı şekilde IŞİD’de bu Cenevre’ye hiç bir önem vermiyor. Sorunun PYD açısından da öyle olduğunu düşünüyorum. Türkiye eskiden sorunu Suriye muhalefetinin çözeceğini inanıyordu. Rusya’nın müdahalesi sonucunda tavrını değiştirdi. Şimdi sıkışmış durumda, bu nedenle ABD’den beklentileri var. ENKS, Suriye muhalefetinin bir bileşeni olarak Cenevre’de yer alacak, silahlı olmadığı için mi masada? Farklı bir taraf, “kabul edilebilir makul” bir taraf olduğu için, Kürd tarafı olduğu için masada, ENKS’yi oluşturan partiler Suriye siyasetinin en eski, en demokratik partileri idi. Diyalogu esas alan partiler. Güney Kürdistan ile alakalı olarak hesaba katılması gereken, aynı zamanda bir bölge Sizce PYD’nin bu toplantıya çağırılmaması ile PYD’ye nasıl bir mesaj veriliyor? Sahaya ne kadar egemen olursanız olun, sonuçta bu egemenliğin uluslararası meşrulaştırılması sorunu söz konusu. Bu anlamda, PYD’nin çağrılmamasına, hiç bir şey olmamış gibi, “biz işimize bakalım” diyemezsiniz. Neden, IŞİD’e karşı en iyi savaşı vermiş, Rojava’nın yüz kilometre dışında kalan tüm alanlara hakim Yeter Polat kilometre dışında kalan tüm alanlara hakim olmuş bir güç Suriye’nin ve kendi kaderinin kararlarının alınacağı bir toplantıya çağrılmıyor? Bu Suriye’de Kürdleri “paralı asker” olarak görmek gibi bir şey. PYD konuyu ciddiye almak ve biraz da kendisini sorgulamak zorundadır. PYD, askeri başarılarıyla meşru bir temsilci olamamıştır” diyor. Kürd toplumunun uluslaşma sosyolojisi üzerine çalışmalar yürüten Abdülselamoğlu, “Suriye’de kurulacak bir rejim yeniden güçlü, tek el rejimi ya da askeri yanı ağır basan bir rejim olacaktır. Bunlar Suriye halklarının olmuş bir güç Suriye’nin ve kendi kaderinin kararlarının alınacağı bir toplantıya çağrılmıyor? Bu Suriye’de Kürdleri “paralı asker” olarak görmek gibi bir şey. PYD konuyu ciddiye almak ve biraz da kendisini sorgulamak zorundadır. PYD, askeri başarılarıyla meşru bir temsilci olamamıştır. Cenevre III’de silahlı gücü olmayan ENKS’nin yer alması ve silahlı güçleri olan PYD’nin dışlandığı bir durum yaşanıyor. Yani hem Kürdler hem muhalefet parçalı, bu tablodan Kürdler lehine nasıl bir sonuç çıkar? Ayrıca Riyad toplantılarından ENKS’nin talepleri ciddiye alınmadı. Kürdler masada yine mi kaybedecek? Kürdler herkesin onların haklı ve adil olduklarını bildiklerine inanırlar. Bu nedenle de, özel bir diplomasi gayreti için ihtiyaç duymazlar. Kürd siyaseti uluslararası ilişki, hukuk ve diplomasi uzmanlarına da bu nedenle pek fazla ihtiyaç duymaz. Oysa, uluslararası siyaset ve diplomasi hiç kimse için özel bir ayrıcalık tanımaz ve hakkı kendiliğinden teslim etmez, onaylamaz. Uluslararası ilişkilere çıkar ilişkisi egemendir. Kürdler hala adalet ve ahlak mottosuna fazla güveniyor, fazla bel bağlıyorlar. Kürdler içinde ciddi diplomasi yürütecek, özel eğitilmiş kişiler yok denecek kadar azdır. Bu nedenle, hep “ihanete uğradık” duygusunu hayal kırıklığı ile yaşamak zorunda kalırlar. “İyi niyet” belirtilerini vaat edilmiş şeyler olarak algılamak naifliktir. PYD, Güney Kürdistan ve ENKS sorunlarını çözmez. Demokrasi geleneğinin olmadığı yerde, kanı ve ölümü durdurmanın çaresi “sınırları” çizmektir. Kürdler kesin suretle sınırlarını çizmek zorundadırlar. Sınırlarını çizmeyen bir Kürdlük ölümle karşı karşıyadır” diye konuştu. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Doç. Dr. Yaşar Abdülselamoğlu, Kürd ulusal çıkarlarının parti ve ideolojiler üzerinde tutulması gerektiğini belirterek, “Soyu tükenmiş romantik “devrim havarilerinin” şehvetine Kürd milletinin geleceğinin kurban” edilmemesi gerektiğini savundu. ile ulusal Kürd ortak temsilcisi olmakla yükümlüdür. Bu olmuş olsa idi, ENKS’nin Cenevre’deki katılımı da farklı olacaktı. 3. taraf dediğimiz şeyi sağlamak bununla mümkündür. Ve bu Kürd stratejisi için en doğru yoldur. Kürdlerin Suriye ile bir arada kalma opsiyonu nelerdir? Hangi şartlarda kalacaklar? ENKS federasyon istiyor, PYD rejimin devamına bağlı olarak kantonal bir sistem öneriyor. PYD Suriye’nin geleceğinin neresinde yer alacak? Suriye sorunu belki Nostradamus’un kehanetinde belirttiği gibi 30 yıl daha sürmeyecek ama kolay da bitmeyecek. AB savaşın erken bitmesini istiyor, “terör” tehlikesi ve göçmen sorunundan dolayı ama ABD’nin böyle bir acelesinin olduğunu tahmin etmiyorum. Çünkü, “acele bir çözüm” bugün itibariyle, Rusya ve İran cephesinin lehine olacak, bundan ayrıca, IŞİD’in de kötü etkileneceğini sanmıyorum. O nedenle, Kürdlerin durumu da belirsizliğini koruyacaktır. Kürdlerin yapması gereken şey, Suriye sorununun çözümünü beklemek, Suriye’nin ne olacağını bekleme opsiyonuna yatmadan Güney Kürdistan modeli bir yapılanmayı Rojava Kürdistanı’nda inşa etmektir. ENKS ve PYD, gecikmeden ulusal misyonu hatırlamak ve bu yolda tarihi adımlar atmak zorundadır. Rojava’nın geleceği Kürdlerin kendi aralarında ulusal ve demokratik bir idari model oluşturmalarından geçiyor. Dünya bu modeli kabul edecektir. Ve ancak bu durumda, Kürdlerin değerli kanı ucuz gitme- miş olacaktır. Kürdler Rojava için büyük bedel ödediler. Bunu ulusal değere dönüştürmek zorundadırlar. Güney Kürdistan’ın Rojava için federasyon modeli şimdilik en uygun modeldir. Refaranduma gidip Rojava’nın geleceğini bu yönde sağlama almalıdırlar. Rojava Federasyonu inşa ederse, işte o zaman, Cenevre Kürdler olmadan hükümsüz olacaktır. Sizce Suriye sorunu nereye gidecek? Bunca kanlı bir serüvenden sonra orada Aleviler ve Sünniler ile Kürdler uzun vadede bir arada yaşayabilir mi? Suriye parçalanır mı? Ben Suriye’nin parçalandığını, bunun de facto sosyolojik bir realite olduğunu söylüyorum. Suriye’nin bu şekilde devam etmesi bütün dünya için, bölge için, Kürdler ve Suriye halkları için bir felakettir. Suriye’den insanlar kaçıyor. Bu şekilde, Kürd bölgelerinden de kaçıyorlar. Avrupa’ya her gün yüzlerce insan geliyor. Türkler Yunanlıları savaşla Ege denizine döktüler. Kürdler savaşsız Ege denizi’ne dökülüyor. Yollarda, sınırlarda her gün ölen Kürdler var. Suriye’nin bu durumu İslamist terörü arttırıyor. Dünya bir an önce, Suriye ve bölgenin sosyolojisini esas alarak bu sorunu çözmek zorundadır. Bu da sorunlu coğrafyalar arasına sınırların çekilmesidir. Kürdler kendileri ile onların yaşamlarını tehdit eden aktörlerle aralarına sınır çekmelidirler. Bu halklar, yakın zamanda, “kardeşçe, barış ve demokrasi cennetinde” birlikte yaşamayacaklardır. Kerbela meselesi 1400 yıl sürdü ise, karşılıklı öldürülen milyonlarca insanın “intikam düşmanlığı” daha nice seneler devam edecektir. Sınırların çekilmesi ancak, savaş ve intikam şifrelerini silmeye, düşmanlık hafizasını tali plana itebilir. Bu hafıza canlı iken, bölge cehennemden çıkmaz. Düşmanlık hafızası ne demek? Bu sosyolojiyi bir kaç cümleyle, konudan uzaklaşmadan açayım; Suriye için, bu Irak için ve aynı zaman da Türkiye için de geçerlidir; 20.YY başlarında, onları “kendisinden uzaklaştırmak” için dayatılan “modernleşme” yoluyla ulus-devlet olma projesi çökmüştür. Bu yerlerde kurulan bu devletler toplumu ne normal bir şekilde modern toplum, ne de ulus olarak inşa edebildiler. Bu nedenle, bu yerlerde kan akıyor. Bu devletleri “ulus-devlete kazandırma yolu soykırım ve zulümle olmuştur. Ortadoğu cehennemini yaratan yanlış modernleşme modelidir. Ve zorba ulus-devletçiliktir. O nedenle, bu projenin yerini Ortadoğu topluluklarının sosyolojisine uygun bir yeni siyaset olmalıdır. Kürd uluslaşma sürecini uluslararası topluluk, bu kez göz önünde tutmak zorundadır. Şunu da belirteyim, bu toplumlar kendi modernitelerinin yolunu, kendi ulus olma hakikatlerinin yolunu bulmalıdırlar. Suriye şimdilik rasyonel olan 3 federasyon. Ancak, Arap milliyetçiliği ve gecikmiş Suriye Sünni milliyetçiliği bu yapılanmaya karşı çıkacak, totaliter tek-ulus refleksleri göstererek ve diktatöryel yöntemlere yöneleceklerdir. Arap Sünni milliyetçiliğine İslam dinin savaşçı özellikleri ve Selefiliğin radikal geleneği eklenince siyaset ortadan kalkmakta ve ortam kan gönlüne dönmektedir. Suriye’de kurulacak bir rejim yeniden güçlü, tek el rejimi ya da askeri yanı ağır basan bir rejim olacaktır. Bunlar Suriye halklarının sorunlarını çözmez. Demokrasi geleneğinin olmadığı yerde, kanı ve ölümü durdurmanın çaresi “sınırları” çizmektir. Kürdler kesin suretle sınırlarını çizmek zorundadırlar. Sınırlarını çizmeyen bir Kürdlük ölümle karşı karşıyadır. Arka cephesi Güney Kürdistan olmayan bir Rojava, siyasi olarak güvenli olabilir mi? Kürdlerin uzun vadede farklı bir Rojava perspektifi var mı? Hayır. Bunun cevabını verdim. İstediğimiz kadar bu soruyu soralım, cevabını evirelim, çevirelim, cevap aynıdır: Kürdlerin tek çareleri var bütün imkanlarını ulusal manada birleştirmek ve demokratik manada bölgenin kendi içinde en demokratik yeri olmak. Güney Kürdistan kendi içinde “demokratik bir bölge” olmayı İslam ve Doğu toplumu despotizmi bağlamında gerçekleştirebilmiş tek yer olduğu için dünya IŞİD’in başına kalkıştı. Güney Kürdistan demokrasisini koruduğu için hiç bir güç dışarıdan Güney Kürdistan’a saldırma cesaretinde bulunamayacak, bulunsa da tutunamayacak. Rojava Kürd ulusal çıkarlarını parti ve ideolojik model beklentilerinden üstün tutmalıdır. Soyu tükenmiş romantik “devrim havarilerinin” şehvetine Kürd milletinin geleceğini kurban ettirmemelidir. Kimse, hiç kimse, buna, Rusya, İran, Suriye Baası’nı, Esadı da katarak söylüyorum, Rojava’yı bir partinin mülkü olarak kabul etmez. Rojava ya da Güney, Kürdistan’ın hiç bir diyarı tek partinin mülkü, tekeli olarak güvenilir, sağlam ve mutlu bir geleceğe sahip olamaz. Tekçilik dünyanın her yerinde insanlara yıkımlar getirdi, Kürdler başkalarının yaşadığı felaketleri yaşamak zorunda değiller. Kürdlere kendi diyarları olan bu dünya yerinde sağlama alacak şey ulus ve demokrasi aklı ve sistemidir. Bu da Kürdlerin kendi içlerinde kardeşlik hukukudur. Kürdler bu siyasi akla ve felsefeye gecikmeden geçmelidir. Avrupa için de en büyük garanti ve güvenlik yolu Kürdlerin kendi “güvenlik bölgesini” kendilerinin oluşturmasıdır. Kürdlerin devletleşmesi, federasyonlaşması, Kürdler için bu dünyada “güvenlik bölgesi” oluşturmasının tek yoludur. Türkiye baskısı etkili oldu mu? PYD’nin Suriye muhalefetinin bir parçası olarak kabul edilmemesi ve Cenevre’ye çağrılmamasında Türkiye’nin baskısının etkili olduğu söylenebilir mi? Etkisi vardır. Ancak, salt bu olsa, PYD’nin hiç bir yerde olmaması gerek, demeliyiz. Çünkü, Türkiye Kürdlerin olduğu her yere müdahale eder. Yeni bir şey değil. Sonuç alması başka şeylere bağlıdır. Cenevre’nin doğru ancak her şey olmadığını düşünüyorum. Lozan döneminin ve o dönemin uluslararası sözleşmelerinin artık zamanı geçti. Bugün ne Kürdler, ne de uluslararası hukuk ve imkanlar hegemonik güçlerin iradesinin zorla dayatılmasını imkansız kılıyor. Sykes - Picot bu nedenle çöktü. Ama bu çarenin salt “sahada olduğu” anlamına gelmiyor. 09 Cenevre III veya Kerry - Lavrov BİLAL SAMBUR Suriye savaşının derinliği ve karmaşıklığı karşısında dünya sistemi bir bütün olarak büyük bir acziyet yaşamaktadır. Savaşa çözüm bulmak için yapılan Cenevre-1 ve Cenevre-2 toplantılarının sonuçsuz kalması, Suriye savaşına çözüm bulmanın zorluğunu ortaya koymaktadır. Savaşın bilançosunun artması karşısında BM, Cenevre-3 toplantısını yaparak yeni bir çözüm girişiminde bulunmaya çalışmaktadır. Cenevre-3, Suriye’yi paylaşım planının yeni bir girişimidir. Toplantı, daha başlamadan yoğun tartışmalara ve sert kamplaşmalara neden olmaktadır. Cenevre barış umudunu yükseltmek yerine çatışmayı ve kamplaşmayı arttıran bir dinamik olma potansiyeli içinde yapılması öngörülmektedir. Toplantı öncesi tartışmalar PYD’nin toplantıya davet edilip edilmemesi etrafında yoğunlaşmıştır. Türkiye, PYD’nin terör örgütü olduğunu iddia ederek Cenevre-3’e katılmaması yönünde yoğun bir diplomasi yürüttü. Türkiye-Suudi Arabistan-Katar üçlüsünün diplomatik baskıları sonucu Suriye Demokratik Meclisi ve PYD’nin Cenevre’ye katılmaması sağlanmıştır. Suriye Demokrat Meclisi’nin ve PYD’nin Cenevre’ye davet edilmemesi, Cenevre-3’ü ikinci Riyad toplantısı seviyesine indirgemiştir. Riyad Grubu denilen unsurlar bu sefer Cenevre’de bir araya geleceklerdir. Cenevre’nin Riyad Grubu’nun bir iç toplantısına indirgenmesi, Cenevre’den çözümün değil yeni çatışmaların ve sorunların fitilinin ateşlenebileceği kaygısının oluşumuna neden olmuştur. Cenevre-3, Suriye savaşının çözüm yoluna konma çabalarında bir dönüm noktası niteliği taşıma potansiyelinden çok uzaktır. Bu toplantının, son dakikaya kadar yapılıp yapılmayacağının tartışılması görüşmelere katılacak gruplar ve devletler arasındaki derin anlaşmazlıkları ortaya çıkarmaktadır. Cenevre-3 en iyi ihtimalle bir yol haritasını belirleme yeteneği ortaya koymaktan ziyade, grupların ve ülkelerin hegemonik ve diplomatik mücadeleler verdiği etkisiz bir etkinlik olarak kalacaktır. PYD’nin Cenevre-3 görüşmelerine katılmaması PYD’ye hiçbir şey kaybettirmemiştir. Bilakis bu süreçte yapılan tartışmaların dışında kalması, ilerleyen tarihlerde PYD’nin daha güçlü ve etkin şekilde sahici görüşme süreçlerine katılmasının imkanlarını oluşturma potansiyelinin doğmasını sağlamıştır. Türkiye-Suudi Arabistan-Katar, Cenevre-3 görüşmelerinin PYD’siz başlamasını sağlamalarına rağmen, Cenevre-3 sürecinin bu ülkelerin istediği şekilde gideceği anlamına gelmemektedir. Cenevre-3 görüşmelerinin asıl aktörleri Rusya ve ABD’dir. Rusya ve ABD, Cenevre-3 sürecinden diplomatik ve formel olarak SDM ve PYD’yi dışlamaya razı olmuş gözükseler de, sahici anlamda bunun mümkün olmadığını, Kürdler olmadan Cenevre-3 görüşmelerinin ölü doğacağının fakındadırlar. Rusya ve ABD, arka kapı diplomasisiyle SDM ve PYD’yi sürece dahil edeceklerdir ve onlar olmadan Cenevre’de hiçbir etkili çözüm yolu bulunmayacaktır. Cenevre-3 görüşmelerinden bağımsız olarak, PYD ve YPG’nin ABD ve Rusya için vazgeçilmez önemleri ve konumları devam etmektedir. Cenevre-3 görüşmelerine katılacak gruplarla ilgili yapılan tartışmalarda örgütlerin ve ülkelerin şunu isteyip şunu istememe şeklindeki tavırlarından ve baskılarından bunların oyun kurucu ve barış yapıcı bir güce sahip olmadıklarını ancak oyun bozucu ve çatışmayı devam ettirici bir etkiye sahip olduklarını anlıyoruz. Toplanabildiği takdirde Cenevre-3, oyun bozucuların ve çatışmayı devam ettiren güçlerin katıldığı bir girişim olarak hatırlanacaktır. Türkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsü, PYD’nin Cenevre-3 görüşmelerine katılmasını engelleyerek Rojava’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi benzeri bir oluşuma engel olmaya çalışmaktadırlar. PYD öncülüğünde kurulan Rojava kanton yönetimlerini meşru görmeyen Türkiye, kurumsal olmaktan ziyade kişisel düzeyde Kürdlerin Cenevre-3 görüşmelerinde olmasını istemektedir. PYD ve Suriye Demokratik Meclisi, Cenevre-3 görüşmelerini tanımadıklarını ve kendi gündemlerini takip etmeye devam edeceklerini ilan ettiler. PYD, Lübnan büyüklüğünde geniş bir coğrafyayı ve nüfusu yöneten güçlü bir yapıdır. PYD ve Rojava olmadan Cenevre-3 görüşmelerinin sürdürülebilirliği konusunda çok ciddi tartışmalar bulunmaktadır. Cenevre-3 çözümden ziyade yeni krizler doğurma potansiyeline sahiptir. Ortaya çıkan yeni krizler sayesinde Cenevre-3 girişimi, Suriye’nin paylaşıldığı ve Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtıldığı yeni bir Sykes-Picot-Sazanov (Kerry-Lavrov Antlaşması) mutabakatı olmaya doğru evrilme olasılığından güçlü bir şekilde söz edebiliriz. 10 EKONOMİ BasHaber 01 Şubat - 7 Şubat 2016 BasHaber Esnaf iflasta, işsizlik rekorda Diyarbakır ekonomik afet bölgesi olmalı D Reyhan Akgün iyarbakır’da son 5 ayda meydana gelen olayların ardından 362’si Sur’da olmak üzere yüzlerce şirket kapandı, 40’ın üzerinde firma bölgeden ayrıldı, dış kaynaklı 50 firma ise ticaretten çekildi, 26’sı şube kapattı, Diyarbakır Ticaret Odası verilerine göre kentteki tarihi yapıların UNESCO Kültür Mirası listesine girmesiyle turizmde umutlar arttı, buna paralel olarak da yeni otel yatırımları başladı. Şimdi yenieski 38 otel 7 aydır devam eden çatışmalara karşı ayakta kalma mücadelesi veriyor. Gayrimenkul yatırımlarının dibe vurduğu şehirde, istihdamın dörtte birine tekabül eden inşaat sektörü durdu. İşletmeler maaş, vergi ve sigorta primlerini ödeyemezken bankalar kredilerini geri istiyor. Göç-Der’in rakamlarına göre sokağa çıkma yasağı olan bölgelerde 200 bin, Sur’dan 20 bin kişi göç etti. Abluka ve çatışmalar çok sayıda sivil insanın ölümüne, yaralanmasına, yüz binlerce insanın göç etmesine ve binlerce insanın işsiz kalmasına neden oldu. Yasakların uygulandığı yerlerde birçok esnaf işyerini kapatmak durumunda kaldı, açık kalanlar ise işçi sayısını azalttı. Yasakların uygulandığı Diyarbakır’da İş-Kur verilerine göre 2014’te 62 bin 400 olan kayıtlı işsiz sayısı 2015’te 110 bin 312’ye çıkmış. Devletin Sur ilçesinde küçük çaplı esnafa verdiği 3 bin TL ile vergi, prim borçlarının ertelenmesini yetersiz bulan iş insanları, bölgenin ekonomik olarak afet bölgesi ilan edilmesini istedi. Bölgedeki çatışmalı sürecin durması ile bu sorunun çözüleceğini söyleyen iş insanları ile esnaf sorunun çözülmemesi durumunda yapılacak desteklerin de fayda sağlamayacağını belirtti. Borçların ertelenmesi sorunları çözmez Başbakan Ahmet Davutoğlu 22 Aralık 2015 tarihinde düzenlenen AKP Meclis Grubu toplantısında, bölge esnafının vergi ve prim borçlarının Mayıs ayına kadar erteleneceğini, 3 aylık beyannamelerini ise Ağustos ayında ödeyebileceklerini açıklamış, Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy ise basit usuldeki işletmelere ihtiyaç desteği olarak 3 bin TL ödeme çıkardıklarını Hüseyin Bozdoğan duyurmuştu. Türkiye İş-Kurumu Diyarbakır etkilendiğini ve ekonomik kaybı ölçümraporlarına göre 2014 yılında kayıtlı işsiz salemenin çok zor olduğunu vurgulayan yısı 62 bin 402 iken işsizlik oranlarına ilişkin Doğu ve Güneydoğu İş kadınları Derneği görüştüğümüz İş-Kur Diyarbakır Şubesi, (DOGÜN-KAD) Yönetim Kurulu Başkanı kayıtlı işsiz sayısının 110 bin 312 olduğuNevin İl, sokağa çıkma yasakları, çatışma nu, bunun 57 bin 500’nün hiç çalışmamış ve yıkımdan en çok hizmet sektörünün kişilerden oluştuğunu belirtti. Basit usul etkilendiğini ve bu nedenle de çoğu diye tabir edilen 1126 küçük işletmeye 3 bin esnafın kapanış verdiğini, hizmetin durTL verildiğini, vergi, stopaj gibi ödemelerin duğunu, bir bölümünün de ilçe dışına ise ötelendiğini söyleyen Diyarbakır Esnaf ve taşınmak zorunda kaldığını söyledi. NeSanatkârlar Odaları Birliği (DESOB) Başkavin İl, “Bölgede Silopi, Cizre, Nusaybin nı Alican Ebedinoğlu, sorunun 3 bin TL’lik ve Sur’da hendeklerle başlayan çatışmalı destek, vergi ya da stopaj süreç ile birlikte ticaret ertelemesiyle çözülemeyede durma noktasına Diyarbakır’da son 5 ayda cek kadar büyük olduğunu, geldi. Bunların yanı sıra, meydana gelen olayların kayıtsız çok sayıda esnaf özellikle Habur Sınır ardından 362’si Sur’da olmak Kapısı’nın kapanmasıyla olduğunu ve bu esnafın üzere yüzlerce şirket kapandı, bölgeden yapılan ihrabunlardan bile faydalanama40’ın üzerinde firma bölgeden catta da büyük düşüş yacağını söyledi. 8 ile 10 bin ayrıldı, dış kaynaklı 50 firma yaşandı. Sınır kapıları arasında işletme ve bununla birlikte 10 bine yakın olağandışı bir şekilde ise ticaretten çekildi, 26’sı çalışanın olduğunu belirten şube kapattı, Diyarbakır Ticaret çok uzun süre kapalı Ebedinoğlu, çalışanlarının Odası verilerine göre kentteki kaldı. Bu süreç, esnafın, yüzde 70’ine yakınının işten tarihi yapıların UNESCO Kültür üreticinin, işletmecilerin, çıkarıldığını söyledi. fabrikaların kapanma Mirası listesine girmesiyle noktasına gelmesine sebep turizmde umutlar arttı, buna oldu” diye konuştu. Hükü“Ekonomik afet bölgesi paralel olarak da yeni otel ilan edilmeli” metin esnafa verdiği desteği yatırımları başladı. Şimdi yeni- yetersiz bulan İl, ticaretin Reyhanlı, Soma ve Karadeniz’deki olaylardan sonra eski 38 otel 7 aydır devam eden yeniden canlanması ve noro bölgelerin ekonomik afet çatışmalara karşı ayakta kalma malleşmesi için hükümetin bölgesi ilan edildiklerini hayeni tedbir ve teşvik politimücadelesi veriyor. tırlatan Ebedinoğlu, “Burada kaları uygulaması gerektiçifte standart söz konusu. Hükümetten tağine dikkat çekerek, “Hem ekonomik kötü lebimiz bölgenin tamamının ekonomik afet gidişatın durması hem de toplumsal hayatın bölgesi ilan edilmesidir” diyerek tepkisini normale dönmesinin yolu; öncelikli olarak dile getirdi. Bölge esnafının iflasla yüz yüze hızlı bir şekilde sorunların şiddet politikakalmış esnafın bankalar nezdinde çek veya larıyla, hendeklerle değil diyalog yoluyla senedi kaşelenmesi durumunda bir daha çözülmesi gerekiyor. Bunun için bir an önce ticaret yapamayacağını hatırlatan Ebediçatışmasızlık durumuna geçilmesi ve diyalog noğlu, “Bununla ilgili yasal düzenlemenin masası etrafında oturulması gerekiyor. Kürd yapılması gerekiyor, bankalar üzerinden sorununun adil ve demokratik bir şekilde yaptırımlı sicil affın çıkarılması gerekiyor. çözüme ulaşması için adımlar atılmalıdır” Afet bölgesi ilan edilmediği takdirde bölgeyi dedi. büyük bir felaket bekliyor” dedi. Artan işsizliğin sosyal bir patlamaya neden olacağını “İki aydır iş yapamıyoruz” ve bunun da tüm Türkiye’yi etkileyeceğiSur İlçesinde 1968’den bu yana tekstil işi ni kaydeden Ebedinoğlu, “Onun için bu ile uğraştığını söyleyen Aldere Tekstil’in tehlikenin bir an önce önüne geçilmesi ve sorumlusu Mehmet Dilek, yaklaşık iki aydır bölgeye ciddi bir ekonomik desteğin aktaiş yapamadıklarını ve kışlık mallarının rılması gerekiyor. Bizim bu talep ettiğimiz ellerinde kaldığını vurgulayarak, “15 çalışanısadece bir tedbirdir. Çatışmalar devam ettiği mız vardı ancak 3 arkadaşımızı iş olmadığı sürece bölge büyük bir risk altındadır. Sur için çıkarmak durumunda kaldık ve böyle ilçesindeki yasaklara 5 mahalle ve 1 cadde giderse diğer çalışanlarımızı da çıkarmak daha eklendi ve gittikçe durum ağırlaşıyor, zorunda kalacağız. Mal satmayı bir kenara ölümler artıyor. Bunun tek çözümü de diyabırakın siftah bile yapamıyoruz. İşçi maaşı, log ve müzakere sürecidir. Diyalog kapıları SSK, kira, stopaj, vergi, muhasebe derken açılmadan hangi desteği bölgeye verirlerse aylık 43 bin lira giderimiz oluyor ancak şu versinler çözüm değil. Sadece geçici bir an gelirimiz yok ve 2 aydır iş yapamıyoruz. tedbir ve çözüm olacaktır. Ama temel olarak Elimde 300-400 milyar civarında kışlık mal silahların susması gerekiyor” diye konuştu. kaldı. Esnaf çeklerini ödeyebilmek için ev “Ticaret durma noktasında” ve arabalarını sattı” dedi. Ticaretin merÇatışmalı durumdan esnafın ne kadar kezi olan Sur İlçesi’nin bütün bölgeye mal sevk ettiğini vurgulayan Dilek, çatışmalar nedeniyle müşterilerinin büyük bir kısmını Urfa, Adana ve Antep illerine kaptırdıklarını söyleyerek, “Kim top mermileri altında gelip alışveriş yapabilir. Sur İlçesi’nde irili ufaklı 9800 esnaf var. Bu insanların kaybı binlerce insanın işsizliğine neden olacaktır. Buranın ölmemesi için direniyor ve çıkmıyoruz ve dayanmaya çalışıyoruz. Bizim memleketimiz biz gidersek başkası ne yapar biz gitmemeli ve gücümüzün yettiği kadar direnmeliyiz. Memleketimiz bunu hak etmiyor. Yazık Mezopotamya’nın başkenti medeniyetler şehrine. Devlete de diğer tarafa da söylüyoruz Allah rızası için yeter artık” diye konuştu. “Gider aynı ama gelir yok” Çevre il ve ilçelere bakır ürünleri satan Hancıoğulları Bakırcılık İşletme sahibi Hüseyin Barakacı ise farklı sektörlerde yaklaşık 90 yıldır Sur’da ticaretle uğraştıklarını belirterek şunları söyledi: “Olaylar öncesi Diyarbakır’da ticaret üst seviyedeydi kazanç belliydi. Ama şu an esnafın yüzde 60’ı kapalı yüzde 40’ı açık ama iş yapamıyor. Ticaret yüzde 10’a düştü. Her bir esnafın ortalama 5 bin ile 25 bin arasında aylık bir zararı var. Bizim aylık zararımız 10 binin üstünde ancak gelirimiz yok. Benimle birlikte 3 kardeşim burada çalışıyor, hepimizin ailesi var ve buradan geçimimizi sağlıyoruz. Giderimiz iş yaptığımız dönemle aynı ancak gelirimiz yok.” Çevre il ve ilçelerin tümüne satış yaptıklarını ancak çatışmalardan bu yana satışlarının durduğunu söyleyen Bira Ayakkabıcılık Toptan Satış Mağazası İşletme Sahibi Hüseyin Bozdoğan, “Satışlarımız tamamen durdu ancak giderlerimiz sabit. 12-13 ele- EKONOMİ 01 Şubat - 7 Şubat 2016 manımız var. Gidebildiği kadar bu şekilde ayakta durmaya çalışacağız” dedi. Devletin zararları tespit ederek destek sunması gerektiğini söyleyen Bozdoğan, “Huzur olursa ekonomi de kendiliğinden düzelir. İnsanların rahat ve huzurlu olabilmesi için öncelikle barış ortamının sağlanması gerekiyor” diye konuştu. “Esnaf ödemelerini yapamıyor” Yasaklardan dolayı yaklaşık 33 gün boyunca iş yerlerini açamadıklarını belirten toptan satış ve pazarlama işi yapan Hasan Bayram, birçok esnafın iki aydır iş yerini açamadığını söyledi. Aylık sabit giderlerinin yaklaşık 5 bin lira olduğunu vurgulayan Bayram, “Giderimiz sabit ancak gelir yok. Toptancıların kar marjı çok düşük ancak çok fazla sattığı zaman kazanabiliyor. Cironun yüksek olması gerekiyor. Geçen sene bu aylarda günde 4 bin lira ciro yapıyorduk ancak şuan iş yapamıyoruz. Şarapnel parçaları düşüyor, top ve mermi seslerinden insanlar buraya gelemiyor çünkü can güvenliği yok” dedi. Toptancıların kışlık malı yazın, yazlık malı ise kışın aldığını söyleyen Bayram, “çek ve senet ile mal alıyoruz. 12. ayın çekini 1. aya erteledik 1. ayın ödemesi iki katına çıktı ve yine iş olmadı ve yine ödeyemedik” dedi. Toparlanmalarının en az 2 yılı bulacağını sözlerine ekleyen Bayram, “Şimdiye kadar çekmiş olduğum kredilerde sorun yaşamadım ama bu olaylardan dolayı kredilerimi ödeyemiyorum. Krediler yapılandırılsın, çek ve senetlerimiz için bir çözüm bulunsun” diye konuştu. “Çek ve senetlerimiz protestoda” Sur’da 8 yıldır gıda toptan ve perakende satışı yapan Ramazan Altundağ, “Sur ticaretin merkezidir ama şu an kimse gidip gelmiyor. Çünkü kimsenin can güvenliği yok. Mermi sesleri var ve ayrıca havan topları bile atılıyor. Dükkân açsak da açmazsak da giderimiz aynı ama gelirimiz yok. Aylık en az giderim 15 bin lira. Şimdiye kadar devletin herhangi bir desteğini görmedim. Şu an banka kredilerini ödeyemiyorum, çek ve senetlerimiz protestoda. Devletin en acilinden esnafa destek olması ve çözüm getirmesi gerekiyor. Ama öncelikle ablukanın kaldırılması ve ilçeye sahip çıkılması gerekiyor. Yaklaşık 2 aydır abluka altındayız” diye konuştu. Kalıcı barış ortamı sağlanmadığı sürece yapılacak desteklerin sadece anı kurtaracağını vurgulayan Altundağ, bölgedeki sorunların kalıcı barışla çözüleceğini sözlerine ekledi. “Barış olsun, ekonomi bir şekilde düzelir” 1968’den beri Sur İlçesi Vakıflar İş Hanı’nda tekstil üzerine toptancılık yaptıklarını belirten Mehmet Salim Akmermer de, bölge illerine mal satışı yaptıklarını ancak çatışmalardan kaynaklı Sur’da bulunan işyerlerinin kapalı olduğunu söyledi. Çalışmalarını depoda yürüttüklerini ancak bölgedeki çatışmalardan kaynaklı müşterilerinin yüzde 80’ine yakınını Elazığ, Urfa, Antep, Van ve özellikle Erzurum’daki toptancılara kaptırdıklarını vurgulayan Akmermer, “Arkadaşlarımızın çoğu şu an ödemelerini yapamıyor çekleri geri döndü, malları ellerinde kaldı. Devletin SSK prim ve vergi borçlarını erteleme kolaylığı sağladığı söyleniyor. Ancak bu kurumlar her esnafa bu kolaylığı her zaman sağlıyor. Vergi borcunun ötelenmesi çözüm değil, esas sorunumuz çek, senet ve banka kredi ödemeleridir” dedi. Gerginlikten kaynaklı esnafta dahil kimsenin Sur’a gitmediğini söyleyen Akmermer, “Esnafın kapatmaması için devletin çeklerimizin tarihlerini ertelemesi, kredilerimizi karşılaması ve faizsiz kredi verilmesi gerekiyor” diye konuştu. Barış ortamının sağlanmasıyla ekonomideki sorunların da çözüleceğine dikkat çeken Akmermer, “barış ve kardeşlik olsun ekonomi bir şekilde düzelir yeter ki insanlar ölmesin başka bir isteğimiz yok” diye ifade etti. 11 Kürdlerin tarih sahnesi çıkışına itiraz HAKAN TAHMAZ Hasan Bayram Nevin İl “Erdoğan ve İmralı bir araya gelip barış kapılarını açmalı” Sur İlçesi’nde 60 yıldan bu yana lokanta işletmeciliği yapan Süleyman Eliş 6-7 Ekim olaylarından bu yana iş yapamadıklarını son gelişen olaylardan sonra lokantaların tamamen kapalı olduğunu belirtti. Lokantadan 12 ailenin istihdam imkanı bulduğunu belirten Eliş, “Elimizdekini de bitirdik şu an ne yapacağımızı bilemiyoruz. Sur’da kayıtlı 11 bin işsiz var deniyor; ancak kayıt dışı işsiz sayısı çok daha fazla. Ankara’da iş yerleri yandığında, hemen bir gün içinde yanan işyerlerinin yeniden yapımı için 30 bin liralık maddi destek verildi. Sur esnafı onlardan daha mağdur, onların ticareti dönüyor ama bizim ticari hayatımız bitti, güvencemiz yok. Biz evlerimize gidemiyoruz ve çocuklarımızın psikolojileri bozuldu” diye konuştu. Sorunun tek çözümünün tarafların bir araya gelmesi olduğunu belirten Eliş, “Recep Tayyip Erdoğan ve İmralı’nın bir araya gelip barış kapılarını açması gerekiyor. Bunlar bir araya gelmedikçe sıkıntılar daha da büyüyecek” dedi. Ali Can Ebedinoğlu 3. Cenevre toplantısı öncekiler gibi istenen sonuçları doğurmayacak. Toplantının kördüğümü çözme yolunda ne kadar ilerletileceği şüpheli. Türkiye’nin öncülük ettiği PYD’nin masada rejim muhalifleri tarafında oturmamasına yönelik itirazlara, Riyad’da toplanan muhaliflerin “bombardımanlara son verilmesi, tutukluların bırakılması ve kuşatmaların kaldırılması” gibi şartları eklenince tüm bileşenler masada yer alamadı/almadı.Hafta başı Suriye Demokratik Meclisi’nin temsilcileri BM’nin ayarladığı otele yerleşmişti. Bu adım davet için ön hazırlık olarak algılandı. Türkiye’nin boykot tehdidi ve sonrasındaki gelişmeler PYD’nin önemli bir bileşeni olduğu Suriye Demokratik Meclisi’nin temsilcilerinin ABD ve Rusya’nın da tutum değiştirmesiyle masadan uzaklaştırılmasına yol açtı. Ankara bu taktiğini büyük devletin gücünün görülmesi olarak yorumluyor ve pazarlıyor. Ama bu yaklaşımın Türkiye’yi sorunun çözümünün bir aktör olmaktan çıkartıp sorunun parçası hatta kaynağı haline getirdiğinin farkında değil. Türkiye 2012 yılından itibaren aynı taktiğin değişik versiyonlarını her fırsatta uyguluyor. Hiç birisi de bir işe yaramadı. Kürdler söz konusu olduğunda tehdit ve şantaj olarak “kırmızı çizgi” siyasetinde ısrar ediyor. Ankara, PYD’nin Rojava bölgesinin denetimini ele geçirdikten sonra PYD’ye “rejimle ilişkinizi kesin ve muhalif cephede savaşın” baskısı yaptığını bizzat Başbakan Ahmet Davutoğlu açıkladı. Bu, Rojavalı Kürdlere saffınızı bizim yanımızda tutun baskısıdır. Her şeyden önce PKK’ye politik çizgisini terk etmesi çağrısıdır. Bunun gerçekleşmesi durumda belki de bugün ‘Rojava’dan bahsedilmeyecekti. Rojava’da yazılan hikâye ise, Türkiye’nin müttefiklerinin gönülsüz desteğiyle Ortadoğu’ya ‘selefi bir gelecek’ vaat ederken, Rojava halklar ve haklar çeşitliğiyle birlikte yaşamayı hedefleyen model olma yolunda ilerliyor. Nitekim Türk devlet geleneği şaşmadı, yok edilmesi yönünde idam fermanını da gecikmeden ilan etti. Kürdlerin Ortadoğu’da etkin aktör olmasına ancak kendi politik çıkar ve yaklaşımlarına onay verdikleri ölçüde rıza gösterilebileceğini sergiledi. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun birkaç kez tekrarladığı “biz Cenevre’de Kürdlerin temsil edilmesine karşı değiliz, rejimle ilişkisi olan ve PKK terör örgütü çizgisindeki PYD’ye itiraz ediyoruz” sözleri tastamam Türkiye’de izledikleri “Kürdlerin varlığını kabul ediyoruz ama haklarını, kullanılma biçimini belirlemek Kürd olmayanların rızasına bağlı” olarak özetlenebilecek siyasetin uygulanmasıdır. Bu Kürdlerin, Kürd olarak tarih sahnesine çıkmalarına itirazdır. Ne yazık ki Türkiye bu konuda küresel aktörleri yanına almakta fazla zorlanmadı. Her zaman olduğu gibi “ülkeler arası ilişkilere” ilkeler değil, çıkarlar yön verdi. Kürdlerin önü bir kez daha kesildi. Ancak bu politikanın ömrünün uzun olmadığı açık. Sürdürülebilir değil. Türkiye’ye uzun vadede fayda sağlayacak politika olmadığı bugünden görülüyor. Türkiye’nin, kendi politikalarının yedeği konumunu benimsememiş, ya da ortağı olmayı kabullenmemiş Kürd siyasetçileri, tecrit politikasının bir geleceği yoktur. Bugün bu konudaki dayatmaların sonuç veriyor olması, zamanla bunların aşılamayacağının göstergesi olamaz. Nitekim PYD konusunda uluslararası güçlerin Türkiye ile iki yıl içinde yaşadığı farklılaşma tam aksi gelişmelerin emareleridir. Türkiye’nin gücü şimdilik sorunu ötelemeye yetebiliyor. Türk devletinin fazlasıyla iştahını kabartan “Kürd siyasal aktörlerin ve yapıların bazılarının bu kaotik ortamdan faydalanmak için Türk devletinin tecrit politikasına sessiz kalmaları ulusal uyanışa ters, ayıp ve kara leke olmanın ötesine geçemeyecek bir tutumdur. Türkiye’nin Rojava’daki özerkliği bitirme yönündeki hiçbir girişimi sonuç vermedi. Uluslararası güçlerde küçümsenmesi mümkün olmayan bir destek aldı. Türkiye uzatmaları oynuyor. Türkiye Rojava Kürdlerini kazansaydı (bu mümkündü) Türkiye kendi Kürdleriyle sorunlarına daha az sancılı bir şekilde çözüm üretebilirdi. Velhasıl fırsatları kaçırmakta marifetliyiz. 12 HABER BasHaber 01SÖYLEŞİ Şubat - 7 Şubat 12 2016 Özyönetim – Başkanlık tartışması: Diyarbakır’da çözüm için birlik konferansı Kürd siyasetinde ortaklık arayışı P Tekoşin Çelik DK-BAKUR, PAK, PAKURD, ÖSP, PSK ve AZADİ’nin de içinde bulunduğu partiler ülkede yaşanan savaşın son bulması için geçtiğimiz haftalarda toplanarak birlikte hareket etme kararı almışlardı. Bu alınan kararlar içinde 6 ve 7 Şubat’ta geniş katılımlı bir konferans düzenlenmesi kararı da var. Konferans tarihi yaklaşırken parti temsilcileri etkinlik hakkında BasHaber’e konuştular. Diyarbakır’da 6-7 Şubat tarihleri arasında ‘Kürdistan’da savaşın sonlandırılması ve siyasi çözüm perspektifi’ adı altında bir konferans düzenleyecek olan; Partiya Azadiya Kurdistan (PAK), Partiya Kurdistani (PAKURD), Platforma Demokratên Kurd (PDK-BAKUR), Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP), Partiya Sosyalîst a Kurdistan (PSK) ve Tevgera Azadiya Kurdistan (AZADİ) gibi partiler, PKK/HDP çizgisi dışında kalan Kürd siyasetinin yaşanan savaş ile ilgili olarak ortak tavırını oluşturmayı tartışacak. Bucak: Nefes olmak istiyoruz Çatışmalara müdahale etmek amacıyla altı partiyle birlikte bu konferansı düzenlediklerini kaydeden PDK-Bakur Başkanı Sertaç Bucak, “bu konferansın en önemli özelliğinin herkesin, konuşmacılar kadar konuşma hakkının olması ve bütün konuşmacı ve akademisyenlerimizin Kürd olmasıdır” dedi. Konferansa önemli isimlerin katılacağını hatırlatan Bucak, “Bir yandan bilim bir yandan siyasetle birlikte ortaya güzel bir sonuç çıkarmak istiyoruz. Her kesimi davet ediyoruz. Biz PDK-BAKUR olarak TKDP’nin Başkanı Mehmet Emin Kardaş, eski AKP Milletvekili Abdurrahman Kurt, siyasi kişiliğiyle de ön plana çıkmış Kemal Burkay’ı ve Hüda-Par‘ı da davet ettik. Bizim için hiçbir Kürd ve Kürd partisi hain, ajan, işbirlikçi veya yandaş değildir” dedi. Her partinin ve her bir bireyin kendine özgü has görüşlerinin olduğunu ve bunun siyasetle birlikte aktarılabileceğini söyleyen Sertaç Bucak, “Bu yüzden Kürd ve Kürdistan meselesinin konuşulacağı konferansta herkes bulunmalı. Bugüne kadar birlikte diyalog içerisine girmediğimiz için Kuzey Kürdistan’da siyaset boğulmuş vaziyette ve biz bu siyasete nefes olmak istiyoruz. Bizim de bir iddiamız var biz de Kürdüz çünkü. Ve kimsenin ama hiç kimsenin Kürd halkını bu kadar zor bir duruma düşürmeye hakkı yok. Biz bu sorunun çözümünü diyalogla bulacağımı- za inanıyoruz” diye konuştu. PSK: İyi bir sonuç bekliyoruz Konferansa ilişkin BasHaber’e konuşan PSK temsilcisi Bayram Bozyel, konferans düzenleyicisi parti ve hareketlerin uzun zamandır birlikte hareket ettiğini, etkinliğin uzun süredir tartışıldığını söyledi. Konferansta, sorunun tanımlanması, savaşın çözümsüzlüğü ve tahribatları, çözüm perspektifi ve yollarının tartışılacağını söyleyen Bozyel, 3 ana madde üzerinde duracaklarını söyledi. Kürdlere en fazla bu soruların sorulduğunu o nedenle de ana başlıklarını bu şekilde belirlediklerini vurgulayan Bozyel, “Bu altı parti belirlenen bu 3 ana madde üzerinde duracağı bir konferans yapma kararı aldı. Konuşmacı, katılımcı ve davetli, sivil toplum örgütleri ile birlikte bu konferanstan iyi bir sonuç çıkacağını düşünüyorum” dedi. Konferans sonucunu bir bildirge ile sonuçlandıracaklarını ve bu bildirgeyi basın ve kamuoyu ile paylaşacaklarını belirten Bozyel, “Aynı zamanda bu bildirge, tüm siyasi partilere, ülke konsolosluklarına, AB, BM, ABD ve KBY gibi ilgili kurum ve ülkelerle de paylaşılacak. Tam anlamıyla bu konferans ile savaşın durdurulmasına ve yeniden bir çözüm sürecine katkıda bulunmayı, bütün tarafların katılımıyla kimseyi dışarıda bırakmadan barış sürecine dönülmesini umut ediyoruz” diye konuştu. PAK: Kürdler kendi adına konuşacak Ülkenin içinde bulunduğu durumun herkesçe bilindiğini ve yorumlamaya gerek yok olmadığını belirten PAK Yöneticisi Abdurrahman Ecer, “Bugün Cizre, Silopi ve Sur’da yaşananlar ne Kürd isteği ne de bizim tasvip ettiğimiz bir durumdur. Ülkemiz talan ediliyor, insanlarımız ölüyor, kültürümüz yok ediliyor ve hiçbir zaman şimdiki kadar Kürd gençleri kurban olmamıştır. Hendek siyasetini bu yüzden yanlış görüyoruz. Kürd gençlerini hangi amaç için canlarını verdikleri bizim için çok önemlidir. Biz bu siyaseti eleştiriyoruz, bireyleri değil” diye belirtti. Kürd sorunun çözümü ve desteklenmesi amacıyla bu konferansı düzenlediklerini hatırlatan Ecer, “Böylesi önemli bir zamanda aynı düşünen partilerin neden birlikte hareket edemeyeceğini konuştuk ve birlikte hareket etmeye karar verdik ve değerlerimiz çerçevesinde çözüm bulmak için çaba saffettik. Umudumuz büyük ve bağımsız Kürdistan tabii ki ama her şey aşama aşama gerçekleşir” diye vurguladı. İlk amaçlarının savaşın sonlanması olduğunu söyleyen Ecer, sonuç bildirgesinin kitaplaştırılarak her yerde dağıtılmasını arzuladığını belirterek, “Konferansın teması Kürd sorunu, bu nedenle Kürdler adına artık Kürdler konuşacak. Eskiden Kürdler ne istediğini bilmiyor derlerdi, hayır efendim! Biz ne istediğimizi ve nasıl isteyeceğimizi de biliyoruz. Bu yüzden konferansın konuşmacıları Kürd akademisyenlerdir” dedi. AZADİ: Yol haritası belirleyeceğiz Çatışma ortamının sonlandırılması ve yaşananlarla birlikte Kürd ve Kürdistan sorununa çözüm bulmak için bütün tarafların dahil olacağı bu konferansı düzenleme amaçlarını oluşturduklarının söyleyen AZADİ Genel Sekteri Av. Sıdkı Zilan da, “Çıkarılan sonuç neticesinden nelerden ders almamız gerektiğini neler yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğinin farkına varacağız ve sonrasında da yapılması gerekenlerin, atılması gereken adımların ve bunların gözlemlenmesi gerekecektir. Biz de bu gereklilikler çerçevesinde ilerisi için alacağımız kararlar ve sonuç beyannamesini kendimize yol haritası olarak belirleyeceğiz” dedi. Acil olan, çatışmaların sona ermesidir Abdurrahman Ecer Bayram Bozyel Sertaç Bucak Kaya, Vahap Çoşkun ve Yaşar Abdülselamoğlu’nun konuşmacı olarak katılacağı konferansa çok sayıda davetlinin de katılması bekleniyor. H Azad Celikanî yerel yönetimlerin güçlendirilmesi noktasında ısrarcı. Çatışmaların yoğun olduğu şu günlerde Ankara’da gerçekleştirilen kongrelerde özyönetim vurgusu yeniden tekrarlanarak DTK’nin deklarasyonuna bağlı kalınacağı mesajı verildi. 27 Aralık’ta DTK’nin Olağanüstü Kongresi toplanmış ve konuya ilişkin bir deklarasyon yayınlanmıştı. Deklarasyonda devletin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldırması, Kürdlerin ulusal kimlikleri ve kültürel haklarını anayasal güvence altına alarak, Özerklik Şartı’nı hayata geçirmesi talep edilmişti. aziran seçimlerinden bu yana OHAL’i aratmayacak günler yaşayan Kürd halkının barış çağrısı AKP ile HDP’nin yetki savaşına takılı kalıyor. AKP, Türkiye’nin parlamenter rejimle yönetilemeyeceğini iddia ederken, Kürd hareketi ise yerel yönetimlerin güçlendirilmesini ve parlamenter rejimin devam etmesini talep ediyor. Kalekol yapımlarıyla başlanan tartışma, ardından İç Güvenlik Yasa Tasarısı, ‘Terörle Mücadele Kanunu Kapsamına Giren Suçların Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmelik’, sokağa çıkma yasaklarıyla Cuma Çiçek: Acil beklenti birlikte valilere verilen yetki ve şimdi özyönetimi tartışmak değil de kaymakamlara yönelik ‘mevzuatı Demokratik özerkliğin, öz savuntanımayın’ çağrısıyla AKP’nin gidema ya da kent çatışmaları üzerinden rek otoriter bir yapıya büründüğü gündeme gelmesinin Türkiye ölçeyorumları yapılıyor. Cumhurbaşkanı ğinde bu kavramların kredibilitesini Erdoğan, Eylül ayında muhtarbüyük ölçüde düşürdüğünü ifade lar toplantısında ‘hangi evde kim eden Yrd. Doç. Dr. Cuma Çiçek, “bu varsa emniyete bildirin’ söyleminin saatten sonra özyönetim/demokardından bu kez kaymakamlarla bir ratik özerklik üzerinden bir siyaset araya gelen Erdoğan, “yeri geldiği alanının açılacağını düşünmüyorum; zaman koyun mevzuatı bir kenara çünkü sokakta öncelikli beklenti ve ‘ben bunu bu şekilde yaparım’ silahların susmasıdır. İnsanların deyin ve yapın” ifadelerini kullandı. gündelik hayatlarına dönebileceği, Öte yandan güvenlik noktalarıyla konuşabileceği bir zeminin oluşmailgili yeni kararlar alındı. Buna göre sıdır” dedi. Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri, Bingöl, Mardin, Mersin, Er“İl ya da bölge zurum, Kars, Aydın bazlı yerelleşme Savaş, ölüm, göç ve yaşam daha uygundur” ve Ankara’da yeni mücadelesinin hakim olduğu polis güvenlik nokAdem-i mertalarının kurulması Kürd illerinde barış çağrıları kezileşmenin, amacıyla belirtilen başkanlık rejimi ile özerklik Türk toplumunun taşınmazların acilen sosyo-linguistik ve ilanlarının gölgesinde kaldı. sosyo-dinsel yapısı kamulaştırılması AKP, çıkardığı kanun ve yasa- için de bir çare istenildi. Kürd hareketi ise larla adım adım başkanlık sis- olabileceğine dikkat temini inşa ederken, HDP/HDK kongrelerinde de özyönetimin güçlendirileceği mesajı verildi. Konferans katılımcıları Mücahit Bilici, Sevgi Çelik Moray, Arzu Yılmaz, Şah İsmail Bedirhanoğlu, Naif Bezwan, Roj Mamendi, Cuma Çiçek, Alican Ebedinoğlu, Mehmet HABER BasHaber 01 Şubat - 7 Şubat 2016 13 SÖYLEŞİ Sıtkı Zilan çeken Cuma Çiçek, Kürd toplumundaki farklı lehçe ve inançlara vurgu yaparak, şunları söyledi: “Kürd toplumunda iki lehçe var, Zazakî ve Kurmancî konuşan bölgeler var. Örneğin Zazaca konuşulan bir Bingöl’ü Diyarbakır merkezinden yönetemezsiniz. Dersim gibi Alevi bölgeyi Diyarbakır’dan yönetmezsiniz. Ya da Mardin, Siirt, Urfa gibi Kürtlerin Araplarla, Süryanilerle, Hristiyanlarla birlikte yaşadığı iller var. İl ya da bölge bazlı yerelleşme, Türkler ile Kürdler arasındaki ilişkiyi yeniden kurabilir, aynı zamanda Kürd coğrafyası içerisindeki dilsel, dinsel ve kültürel farklılıkların kendini ifade edebileceği bir zemin de sunabilir.” Ruşen Keleş: HDP’nin önerisi siyasi anlamda bir özerklik olabilir Prof. Dr. Ruşen Keleş, Yerel Yönetimler Özerklik ŞartıAvrupa Konseyi’nin yerel yönetimlerini güçlendirilmesini teşvik ettiğini belirterek, gerçek anlamda özerk olmalarını sağlamak için kabul edilmiş uluslararası bir sözleşme olduğunu söyledi. Türkiye’nin bazı çekinceler koyarak bu sözleşmenin maddelerini onayladığını ifade eden Keleş, “ancak şunu söylemem gerekir ki Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel bölgelerin güçlendirilmesini idari ve mali anlamda destekleyen bir belgedir” dedi. HDP’nin yapmış olduğu önerinin mali ve idari özerkliğin ötesine geçen siyasi anlamda da bazı özerklik unsurlarının olabileceğini aktaran Ruşen Keleş, bunun Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ihtiyacını karşılamadığını söyledi. Türkiye’nin 10’a yakın çekincesinin olduğunu ve bu çekincelerin de mali ve idari çekinceler olduğunu belirten Keleş, bu çekincelerin HDP’nin iddia savunduğu özyönetimle örtüşen meseleler olmadığını söyledi. Keleş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunlar Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın değil de bölgesel yönetimler şartıdır. HDP’yi asıl ilgilendiren budur. Henüz bir şart haline gelmedi, kesinleşmiş bir uluslararası sözleşme değildir, ama bu doğrultuda çalışmalar var. O Bölgesel Demokratik Özerklik Şartı ve üye devletlerinin onayına sunulmuş olsaydı o belki HDP’nin isteklerine yakın düşen bir sözleşme olabilirdi.” 13 Küçük, büyük travmalarımız ÖZTEKİN ÇAÇAN Sosyal psikolojinin temel kavramlarından biri “seçilmiş travmalar” kavramıdır. İnsanlar, gruplar, uluslar diğer gruplarla, uluslarla ilişkilerinin bir kısmını bu kavram üzerinden şekillendirirler. Örneğin Ermeniler için soykırım olayları, Süryaniler için “seyfo” (kılıç) yılları gibi travmalarını yaşadıkları olaylar diğer travmaların arasından çıkarılıp “seçilmiş travma” haline getirirler. “Seçilmiş travma” yı diğer toplumlarla iletişim dili, bir var olma biçimi olarak kullanırlar. Ermeni diasporasının neredeyse siyasi faaliyetlerinin tamamı bu durumu örnekler. Konunun dünya çapında uzmanı Vamık Volkan’ın tespitiyle “seçilmiş travmalar” nesiller boyu devam ediyor. Kuşaktan kuşağa aktarılarak her kuşağın aynı gerilimleri yaşamasına sebep oluyor. “Seçilmiş travmalar” sadece bizim yükümüz değil yani. Her neslin başına bela oluyor. Kürdlere, bizim travmalarımıza baktığımızda ise konu biraz daha değişik. Yukarıda sıraladığımız halklar “etnik arındırma” vb uygulamalarla nüfuslarının % 99’unu kaybedip potansiyel tehlike olmaktan çıkarken biz öyle değiliz. Nüfus potansiyeli alanında varlığımızı büyük oranda koruyoruz. Ama hangi koşulda? Travmatik ve “seçilmiş travma” halleri ve silsilesiyle tabi. “Cumhuriyet” yıllarında “Türk Kimliği” başat kimlik olarak seçildiğinden bizim açımızdan travmalar zinciri de başlamış oldu. Ve hem siyasal - politik, hem sosyal - kültürel hallerle travmaya dönüşebilecek/dönüşmüş birçok durum yaşadık ve yaşıyoruz. Kart - kurt, varlığımızın inkarı, dilin inkarı, zorla göç ettirmeler, acımasız şiddet uygulamaları dışkı yedirmeler… daha neler. Genel başlıklarıyla 1920 - 2016 arası “seçilmiş travma” sıralamamız ise şöyle; Eskiler; isyan travmaları, zindan travmaları, göç ettirme travmaları, beyaz toros travmaları vb. Yeniler; çözüm süreci travmaları, abluka travmaları, hendek travmaları vb. Bir de umutlarımızı arttıran, sonrasında ise nedense zonk diye kesilen prematüre barış süreçleri var. En yakın dönemden küçük bir örnek vermek istiyorum. HDP bana oy verin barış gelecek dedi 80 milletvekili çıkardı sonuç; çözüm yerine hendek. AKP bana oy verin barış gelecek dedi sonuç; barış yerine tank. Bunun sıradan insan için sonucu ne “travma.” Sonrasında ise çocuk ölümleri, sokakta, derin dondurucularda bekleyen cesetler. Bin bir türlü eziyet içinde insan manzaraları. Ve Tahir Elçi. Mücadele açısından bakıldığında karşı tarafın yani devletin ve “Türk halkı” diyebileceğimiz kesimin bize yönelik “seçilmiş travma”sı ise daha başka. “İhanete uğradık, arkadan vurulduk” durumları. Ne olacak bu koşullarda bilemiyorum. Bu “seçilmiş” travmalarımızla nasıl bir ortak yaşam mümkün o konuda hiçbir fikrim yok. Bildiğim tek bir şey Narkisus’un aynası elimizde durdukça pek bir çözüm bulamayacağız. Geçende bir dostum soruyor, “insan bir gözü ile ağlayıp bir gözüyle gülebilir mi?” Bende gülebilir dedim. Bunun kendisi de bir travma çünkü. Vamık Volkan mealen diyor ki; “seçilmiş” travmanın aktifleştiği haller dışında toplum gündelik yaşamına devam eder, bir şey yokmuş gibi davranır. Demek ki abluka dışında yaşayanlar aktif travma hallerine girmemişler. Şimdi bir gözü ile ağlayıp diğeriyle gülmek nedir o arkadaşım da daha iyi anlıyor. Ama birileri de bunu kaldıramıyor. Bizim için “seçtikleri” travmaları aktifleştirmek için iki gözümüzden birden yaş ve damarlarımızdan daha çok kan gelsin istiyorlar. 14 MÜLTECİLER BasHaber 01SÖYLEŞİ Şubat - 7 Şubat 14 2016 Yıkık şehirlerin hayalet göçmenleri G Bawer Hîzanî eçen yaz Fatih Kadınlar Pazarı’nda tarihi Su Kemeri’nin gölgesinde çayımı yudumlarken hemen arka masada oturan iki kadının, “Kürdçe bilen yok mu” sorusunu işittim. Yardımcı olmak için onlara çevirdim başımı ve “Kürdçe biliyorum” dedim. Ardından masalarına davet ettiler. Masada iki yardımsever kadın ve iki çocuğuyla Suriye’nin Halep kentinden gelmiş bir kadın oturuyordu. Bu iki yardımsever kadın, geçici olarak ‘Suriyeli’ kadının ihtiyaçlarını karşılayacaklarını ve bunu kendisine çevirmemi istediler. Görevimi yaptım ve masadan ayrıldım. Geçen bir yılın ardından İstanbul’un soğuk ve karlı günlerinden birinde tesadüf sonucu yine aynı yerde o ‘Suriyeli’ kadınla karşılaştım. Kadın ve iki çocuğu sokakta mendil satıyorlardı. Çocuklar soğuktan üşüyen ellerini kazaklarının içine sokuşturmuşlardı. Kadın beni görünce gülümseyen gözlerle bana doğru yaklaştı. Böylece beni hatırladığını fark ettim. Geçen süre zarfında birkaç Türkçe kelime öğrenmişti. Türkçe, “abi nasılsın” sorusuyla karşılaştım. Tebessüm ederek sorusuna Kürdçe karşılık verdim. Bir süre konuştuktan sonra kadının telefon numarasını aldım ve başka zaman görüşmek üzere yanından uzaklaştım. Günler sonra aradım. Soğuk bir haftanın ardından güneşli bir Cuma günü öğlen saat 3 gibi Fatih Kadınlar Pazarı’nda buluştuk. Neler yaşadığını, koşullarını, merak ediyordum. Beklemeden kadının evine doğru yola koyulduk. Dar ve dönemeçli sokaklardan Zeyrek Mahallesi’ne doğru ilerlerken ismini soruyorum. Adının Cemile ve yaşının da 40 olduğunu söylüyor. Yürürken bir ara eczanenin önünde durmamı istiyor. Ve ardından “eşim tansiyon hastası ve bir de damar tıkanıklığı var” diyerek eczaneye girip bir poşet ilaçla dönüyor. Tekrar o dar sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. 15 dakika yürüdükten sonra restorasyonu yeni tamamlanmış tarihi Zeyrek Camii’nin arkasında bulunan meydanda göze çarpan gecekonduları göstererek, “bizim ev bu” diyor. Tuğlaları dökülmüş, çatısı brandayla örtülmüş ve pencerelerinin camları naylonla kapatılmış bir gecekondu. Ardından, “buranın kirası 400 lira” diye ekliyor Cemile. Dış kapıya vuruyor “misafir var” diye içeriye sesleniyor. Bir göz odada 10 kişilik aile Dış kapıyı 15 yaşında olan oğlu MiheYayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Yayın Koordinatörü: Yeter Polat Haber Merkezi: Mustafa Turan, Mehmet Emin Kan, Mehmet Salih Batırhan, Çimen Gümüş, Adem Özgür Suriye iç savaşının başlamasıyla evlerini, sokaklarını, yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan, İstanbul’un göbeğinde bütün yoksunluklarına rağmen varlık mücadelesi veriyor. Birçoğu için artık İstanbul onların yurdu. Aramızda dolaşan, mendil-su satan, kağıt toplayan bu insanlar varlar! Biz yokmuşuz gibi davransak da. Herkesin şehrin her tarafında her an gördüğü, görmezden geldiği ‘Suriyeliler’ sessiz, yorgun ve derin bakışlarıyla “hayalet” gibi geçiyorlar ‘yoğun’ hayatlarımıza hiç temas etmeden.. med açıyor. Mihemed’in yüzünde ağır bir sorumluluk duygusu var. Yabancı bakışlarla bana bakarken hemen annesi araya girip, “misafiri içeriye davet et oğlum” diyor. Dış kapının içeri açılan bölümünde sıvası dökülmüş banyo karşılıyor içeri girenleri. Dış kapının içe açılan bölümünün sol tarafında bir kapı ve ardından küçük bir odaya giriyoruz. Odanın ortasında döküntü bir odun sobası, odanın dört bir köşesinde minder ve yaşları 4 ile 15 yaş aralarında 8 çocuk. 10 kişi bir göz odada kalıyor. Cemile’ye dönüp eşinin nerede olduğunu soruyorum, “Eşim hastaneye gitti” diyor ve poşetin içerisindeki ilaçları çıkartarak “bunlar da ilaçları, eşim için bunları almak zorundayız” diyor. 1.5 yıl önce Halep’ten geldiklerini söyleyen Cemile, Halep’teki yaşamlarını anlatıyor: “Eşim ve oğlum Halep’te hurdacılık yapıyorlardı. Ben ve kızım Fatima (13) pamuk tarlasında çalışıyorduk. Ama savaştan dolayı evimiz yıkılınca biz de doğrudan İstanbul’a geldik. 1.5 yıldır İstanbul’da yaşıyoruz. Mendil ve su satarak kiramızı ödüyoruz ve bir de eşimin ilaçlarını alıyoruz.” “Kamplar hapishane gibi” Annesinin konuşmasını bölen Mihemed, elimdeki kayıt cihazı için, “sesimizi kaydetme” diyor. Neden diyorum, Mihemed gayet net bir ifadeyle “bizim burada bir kimliğimiz yok, bizi kampa götürürler” diyor. Annesi, “Kamplar hapishane gibi evet yaşadığımız ev kötü ama kamptan bin kat daha iyi” diye Mihemed’in çıkışını onaylıyor. Kayıt cihazını tekrar çantama yerleştirdikten sonra Mihemed’e dönüp çalışıp, çalışmadığını soruyorum: “Daha önce oto yıkamada çalışıyordum. Ama havalar soğuyunca patron bana havalar ısınınca gel” dedi. Gözlerini Suriye’deki iç savaşla İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal dünyaya açan Ayşe (4) yanıma yaklaşarak “ismin ne” diye soruyor. İsmimi öğrendikten sonra çantamdaki fotoğraf makinesini çıkartıp meraklı gözlerle bakarken, ailenin diğer bireyleri birden tedirgin olmaya başlıyor. Durumu fark etmem uzun sürmüyor. Fotoğraf makinesini hemen çantama yerleştiriyorum. Bu tedirginliğe karşı o insanlarla göz temasımı kesmek zorunda kalıyorum. “Bir geleceğimiz yok” Bir müddet sonra tekrar Cemile’ye dönerek, “nasıl geçiniyorsunuz” diye soruyorum. Acı bir ifadeyle önce oğluna sonra bana bakarak, “çocuklarla birlikte bu civarda mendil ve su satıyoruz. Arada bir çevredeki Kürd esnaflar yardım ediyor” diyor. Sağında oturan ikizleri Hesen (6) ve Zeynep’i (6) göstererek konuşmasına devam ediyor: “Sabah ikiz çocuklarımla birlikte mendil satmaya çıkıyoruz. Günlük sattıklarımızdan bazen 10 bazen de 20 lira para kazanıyoruz. Büyük oğlum da su satmaya gidiyor. Fatima ise çocuklara ve hasta olan eşime bakıyor.” Bunları söylerken gözlerinde ve yüzünde büyük bir umutsuzluk belirliyor. Çocuklarını süzdükten sonra mahçup bir edayla bana dönerek, “bir geleceğimiz yok” diyor. Ayrılmak üzere ayağa kalkıyorum, Mihemed, benim kalktığımı görünce büyük bir sorumlulukla ayağa kalkarak beni uğurlamak istiyor ama tam o sırada oda gibi küçük ve karanlık bir bölmeyle karşılaşıyorum. İzin alarak içeri girmek isterken, “orası mutfak” diyor Cemile. Yerde bir piknik tüpü, üzerinde bir tencere ve bir kaç tabak. Ne bir lavabo ne de bir dolap var içeride. Adı mutfak olan küçük bölmenin duvar sıvaları dökülmüş, oda çatıdan sızan ışıkla aydınlanıyor. 10 kişilik bir ailenin Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. kullandığı bir mutfak burası. Tam bu sırada Mihemed, “biz bir kaç kişi burada uyuyoruz” diyor. Aklıma geride bıraktığımız İstanbul’un karlı ve buzlu haftası geliyor. Oranın bir iki fotoğrafını çekmek istiyorum ama buna da izin vermiyorlar. “Geleceğimiz Halep’te yıkılan evimizle birlikte yıkıldı” Evet savaşın hayatlarında bıraktığı o derin iz ve yorgunluk yüzlerinden okunuyordu. Kimliksiz ve geleceksiz bir mekanın içinde var olma savaşıydı onlarınki. Mutfak olarak kullanılan bölümden tekrar odaya geçtim. Herkes ayakta beni bekliyor. Gitmek için çantamı sırtıma aldım ve bir bir vedalaştım çocuklarla. Ayşe’nin o temiz ve masum bakışlarının altında eziliyordum. Kapıya doğru sadece Cemile ve oğlu Mihemed uğurladı beni. Dış kapıdan sonra Mihemed’de içeri geçti. Son olarak Cemile’ye dönerek, “Suriye’ye dair beklentiniz nedir” diye sordum. Cemile’nin yüzündeki umutsuzluğu görünce soruyu sorduğuma pişman oldum. Cemile, “Yıkılmış virane olmuş bir yer için ne beklentimiz olur ki. Geleceğimiz Halep’te yıkılan evimizle birlikte yıkıldı. Allaha şükür nefes alıp yaşıyoruz. Buna da şükretmeliyiz” diyor ve içeri giriyor. Büyük bir merakla geçtiğimiz o dar ve dönemeçli sokaklardan tek başıma acıyla yürüyorum. Onlar İstanbul şehrinin en görünen yerinde, görünmeyenler olarak var olma mücadelesi vermeye devam edecekler. Suriye iç savaşının başlamasıyla evlerini, sokaklarını, yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan, İstanbul’un göbeğinde bütün yoksunluklarına rağmen varlık mücadelesi veriyor. Birçoğu için artık İstanbul onların yurdu. Aramızda dolaşan, mendil-su satan, kağıt toplayan bu insanlar varlar! Biz yokmuşuz gibi davransak da. Herkesin şehrin her tarafında her an gördüğü, görmezden geldiği ‘Suriyeliler’ sessiz, yorgun ve derin bakışlarıyla “hayalet” gibi geçiyorlar ‘yoğun’ hayatlarımıza hiç temas etmeden.. YAŞAM BasHaber 01 Şubat - 7 Şubat 2016 15 SÖYLEŞİ Sur savaşı onları yuvasız bıraktı Güvercinler havada kaldı Y Gültekin Kew oğun bir güvercin besleme kültürü olan Diyarbakır’da Sur’da meydana çatışmalar bu kuş türünün de yaşamını tehdit ediyor. Güvercin besicilerinin Sur’da yoğunlaşması ve meydana gelen olaylar yüzünden güvercinlerin havada kaldığı söyleniyor. Silah seslerinden ürken, barındıkları yuvalara dönemeyen güvercinlerin Diyarbakır’daki kolonileri ciddi tehlike altında. Diyarbakır’ın eski güvercin kültürünün halk üzerinde yarattığı etkiler güvercin yetiştiriciliği eski canlılığını bir miktar kaybetse de günümüze kadar gelmiştir. Ünlü Diyarbakır karpuzunun temel gıdası olan gübreyi sağlayan bu kuş türünün yetiştiriciliği azaldıkça karpuzun da çapı küçüldü. Şehrin çevre köylerinde Boraxane denilen güvercin evlerinin azalması ile birlikte gübre bulunamaması nedeni ile Dicle kıyısındaki kumlukta yetiştirilen devasa karpuzlar da kilo vermeye ve Diyarbakır’ın ünlü karpuz festivalleri yapılmamaya başlandı. Ancak güvercinler kimi şehir sakinlerinin en güzel hobisi olarak kentte yaşamlarını sürdürmeye ve gökyüzünü süslemeye devam ediyor. Diyarbakır’da güvercin yetiştirme hobisi olan çok sayıda insana rastlamak mümkün. Diyarbakır Irk ve Posta Güvercinlerini Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Hüseyin Tuğcu Diyarbakır kültüründe güvercinlerin yeri ve önemi hakkında BasHaber’e konuştu. Güvercin deyince aklımıza hoşgörü, mutluluk, sevinç ve huzurun geldiğini söyleyen Hüseyin Tuğcu, güvercinlerin yanına geldikleri zaman bütün sosyo-ekonomik sorunlarından arınarak negatif elektiriği atmaya çalıştıklarını ve bu konuda güvercinlerin kendilerine çok iyi geldiklerini söylüyor. 500 yıllık kültür ve yarışlar Diyarbakır’da kale içinde bulunan eski yapıların dış kapı tokmaklarının bir kısmı güvercini simgeler şekilde yapılmıştır. “Şakşak” adı verilen bu tür kapı tokmaklarının 8 ayrı çeşidi tespit edilmiştir. Hüseyin Tuğcu güvercin kültürünün Diyarbakır’da 1500’lü yıllarında surların dışında 5-10 km’lik posta güvercinlerinin yarışlarının yapıldığını, Osmanlı döneminden bu yana beslenen 4 farklı grupta 18 çeşit sarayda beslenen güvercin olduğu ve bunların renkleri ve yapılarının diğer güvercinlerden çok farklı olduğunu aktarıyor. Tuğcu: “Grupların çeşitliliği güvercinimizin zengin özelliğini gösterir. Gruplarının hepsi farklı özelliklere sahip. Kekme grubu, Göğsüak grubu, Dimdik ufak grubu ve İçağlı olarak adlandırıyoruz. Bunlaar Diyarbakır’a has olan güvercinlerdir. Osmanlı devleti döneminde posta güvercinlerinin yarış geleneği uzun yıllar boyunca yapılmadı. Biz dernek olarak 10 yıldır bu yarışları tekrar ve aralıksız olarak düzenliyoruz.” Diyarbakır güvercinlerinin posta yarışlarında şu an Türkiye’de ilk üç sırada olduğunu vurgulayan Tuğcu şunları ekliyor: “Diyarbakır güvercincileri 1050 km’lik mesafeyle güvercin yarıştırıyor. Türkiye’de en uzun mesafeden kuşu yuvasına geri getirtebilen iller arasında ilk sıralardadır. Bu güvercin besleyicilerimizin ne kadar ilgili olduğunu gösteriyor. En son Bolu ili girişinden Diyarbakır’a güvercin getirtebildik.Dünya da en uzun mesafeden kuş yarıştıran ikinci il oldu.” Bilimsel çalışmalar başladı Diyarbakır Irk ve Posta Güvercinlerini Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Hüseyin Tuğcu ve Dicle Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Zooteknik Anabilim Dalı Başkanı Yrd.Doç. Romedi Çelik’in ortak çalışması olan Diyarbakır’ın Yerel Güvercin Irkları adlı kitap son aşamasına gelinmiş. Konu hakkında BasHaber’e konuşan Yrd.Doç. Romedi Çelik, Zooteknik bilimi içerisinde Türkiye de bugüne kadar güvercinlerle ilgili bir çalışmanın olmadığını fark edip önce Hüseyin Tuğcu Urfa ilinin güvercinlerini ama araştırdıktan sonra aslında Diyarbakır güvercinlerinin daha derin ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu fark etmeleri üzerine çalışma Diyarbakır güvercinlerini konu aldığını aktardı. Çelik şöyle diyor: “Bugüne kadar hep derleme çalışmalar yapılmıştı güvercinler hakkında ama biz daha geniş bilimsel ve ölçülü, tartılı ve yerel ırk özelliklerini ortaya çıkaracak, çeşitlerini ve yuvanın hangi kuşun yaptığından tutun da duygu ölçüm tespitlerine kadar her şeyi bilimsel olarak belirledik. Kuşun ne kadar yüksek olduğunu kanatlarının ne kadar açılıp ve kısaldığı gibi bütün bilinen ama bilimselliği olmayan sadece gözlemlerle belirlenmiş çalışmaları bilimsel metodlarla ortaya koyup Diyarbakır güvercininin yerelırk özelliklerini ortaya koymayı amaçladık.” Tarihi kuş pazarı Bölgede yaşanan olaylar toplumun bütün kesimlerini etkilerken güvercincileri de unutmamıştı. Tarihi kuş ve güvercinciler pazarı Sur ilçesinde bulunmasından dolayı artık bir araya gelip kuşlara eş ve ırkdaş bulma etkinliklerini yapamadığını da ekleyen Tuğcu, “Benim bildiğim 50 yıldan daha fazla bir süredir Kurşunlu Camii’nin bulunduğu açık alanı pazar olarak kullanırız. Aslında pazar değil kuşlarının tamamlanması için bir araya gelinen, birbirilerinin kuşlarına eş ve ırk bulup, değiş tokuşun yapıldığı bir alandı. Maalesef Son olaylarla artık Sura giremiyoruz. Ya dernekte bir araya geliyoruz ya da küçük dükkanlarda bir araya gelebiliyoruz” diyor. 15 Küçük hikayeler SENNUR BAYBUĞA Evet, biraz uzaktan bakınca memleketin temelini oluşturan ne kadar değişmez dediğimiz şey var ise, birbirine girdiğini, o temelin aslında düşünülen ve varsayılan kadar da sağlam olmadığını görebiliyorsun. Sol, kendini inşa ettiği yüzyıllık değişmezlerini, ulus ve millet kavramları kendisini, din kendisini hatta Türk de kendisini yeniden yeniden bulup keşfediyor gibi görünüyor. Bir yanında bodrum katlarına hapsedilmiş ve ambulansların yaklaşmasını yasaklayarak ölümleri izlenen yaralılar dolu iken denetimsiz inşaatların alt katlarında, bir yandan da denetimli inşaatların caddelerinde genç kızlar tecavüze uğruyor ve o saatte sokaklarda kadınların ne işi olduğu sorgulanıyor. Çatırdıyor memleket, öyle ki bodrum katına hapsolmuş yaralı bir yoksul Kürd ile hayatında ayağına çamur değmemiş bir akademisyenin kaderi artık birbirine bağlanmış ve birinin yaşaması diğerinin sağalması ve ayağını çamura batırması ile mümkün hale gelmiş bulunuyor. Büyük kavgaları büyük insanlar verirler, küçük insanlar ölürler, kadınlar, çocuklar ölürler, kadınlar satılırlar, barış zamanı olduğu iddia olunan bu toplumlarda tecavüze uğrarlar, tecavüze uğrayan kadınlar kimi yerde öldürülür, daha ‘medeni’ olan bizim gibi ülkelerde neden sokakta, neden etekli, neden gülüyor diye linç edilirler. Büyük insanlar büyük kavgaları verirler ve tarihi onlar yazarlar, küçük insanlar yemekleri pişirirler ve bu büyük alçaklıkların karınlarını doyururlar. Yıllar evvel Belge Yayınları Mare Nostrum dizisi yayınlamıştı, bu diziden çıkan kitaplardan belki de ilkiydi hatırlamıyorum, gençliğimin en ateşli ve en büyük insanlar sınıfına aday olduğu yıllarda Loksandra isimli bir kitabı okumuştum, ciddi kitapları okuma arası verdiğim bir hafta sonunda. Beni bu kitap kadar etkileyen bir kitap daha olmamıştır. Loksandra; Tatavla semtinde yaşadığı mutfakla, kokuları ve yemek tarifleri ile komşu oturmaları ve lezzetlerin tarifinin yapıldığı tasvirlerle, aslında tüm Anadolu coğrafyasının büyük insanlarca ırzına geçilen geçmişinin, bizim vicdanımızdan çok mutfağımızda görmemizi istediği tarihini anlatıyordu. İddiasız ve kimseye büyük sözler etmeyen, balık etlice bir kadının çocukları, yemekleri ve ev gezmeleri ve hayatının hiç oluşu. Loksandra’nın mutfağında yanan tereyağının kokusu duyulmaz olduğunda artık, büyük insanlar ne yaparlarsa yapsınlar doymayacaktı karnımız bir daha. Kavganın gitgide büyüdüğünü ve ölümler karşısında duyduğumuz acıya artık yabancılaştığımızı görüyorum. Öldürülmenin en vahşi fotoğrafını bulup paylaşmıyorsan haberin altında yeteri kadar tepki bile gelmiyor, tepki dediysek kimi üzgün surat kullanarak verilen yazınsal edepten bahsediyorum. Artık artan ölüm ve gitgide hissizleşen savaş karşısında, çatışmaların neden başladığı bile unutuldu. Bir yanda vahşi ve ahlaksız savaş devam ederken, bir yanda ölmeyen ve evlerinde öldürülmeyen insanların yaşama dair geleceği dair iyi bir şeyler biriktirdiklerini düşünmeleri ne kadar anlamsız, aslında ölmeden çürüyen bir çoğunluğuz biz. Şimdi oturduğum yerde börek yaparken, yüzyıl geriden düşündüğümde, o coğrafyanın tüm insan hikayelerinin bugünü işaret eder gibi örüldüğünü görüyorum, koca Anadolu’yu nüfusundan başlayarak dizayn etmeye, yok ederek çağ çocuk katlederek bir ülke yaratmaya soyunan ‘büyük akıl’, yeni bir devlet kurmak için, yeni zengin sınıfı yaratmak için insanları katlederek onların incik boncukları ile tarlaları ile bıçakları ile evleri ile kendine servet edindiğini sanan sağ kalanlar topluluğu, el koyduklarının laneti ile hissizleşen ve gitgide hafızasızlaşan yarınsızlıkları ile eğitimi, yaşamayı, bölüşmeyi ortadan kaldırarak hepimizin lanetli bugününü yarattılar ve biz gerçekten yaşıyoruz sanarak bugünün canlı yayın tekrarını izleme hali ile baş başa bırakıldık. Mutfaklarımıza tereyağ kokusu sinmeli yeniden. 16 MÜZİK BasHaber Gulê Mayêra “Dilimi büyükanneme borçluyum” Zazakî müziğin ‘sessiz’ seslerinden Gulê Mayêra işini sessizce sürdüren, kendi alanında popülist kaygılar taşımadan, eş zamanlı olarak hem dil ile ilgili çalışmalar yapıyor hem de TV’lerde Zazaki programlar yapıyor. Gulê Mayêra, müzik geçmişini, müzikal çalışmalarını ve Zazaki ile kurduğu ilişkiyi BasHaber’e değerlendirdi. Ercan Ekinci Müziğe başlama serüveninizi anlatır mısınız? 1992 yılında Erdal Erzincan Bağlama Atölyesi’nde başladım. Erdal Erzincan öncülüğünde bağlamayı elime alıp müziğe başlamış oldum. Bağlama çalmaya başlayarak müzik hayatıma başladım. Müzik hayatına çok hızlı atıldım. Mezopotamya Kültür Merkezi’nde (MKM) yer alan bir grubun, Koma Rojhilat adında bir gurubun albüm çalışmaları vardı. Tam albüm çalışması aşamasında gruptan ayrılmış kadın elemanın yokluğu benim gruba girmeme ve böylece MKM’de çalışmalara başlamam sebep oldu. Hiç dil bilmiyordum. Mesela Kurmanci hiç bilmiyordum. Ana dilim Zazaki. Hiç bilmiyor olmama rağmen stüdyoda iki tane Kurmanci eser seslendirdim. Bu bana inanılmaz zor gelmişti. Kürd olduğumu söylüyorum. Ama ben bu dili bilmiyorum dedim ve Kurmanci öğrenmeye karar verdim. Bir de kültür merkezinde çalışmanın omuzlarına getirdiği yükle enstrüman öğrenme hevesi gelişti. Tabi o zaman koşullarımız çok sınırlı ve olanaklarımız yok. Ekonomik durumlar kısıtlıydı. Herkes eline bir metot alıp bir odaya geçip kültür merkezinde enstrümanını kendi başına öğreniyordu. Ben de öyle yaptım. Biraz grup çalışmaları ve kültür merkezinde farklı çalışmalarla beraber Koma Asmin adında ikinci bir grup daha oluşturulmuş oldu. Özetle şöyle söyle söyleyebilirim: MKM’de 2001 yılına kadar Koma Rojhilat ve Koma Asmin’de yer alarak birçok konsere ve programa kapsamında yurtiçi ve yurt dışına gittik. Bir takım tecrübeler edinmiş oldum. Hem müziğimizle ilgili hem kültürümüzle ilgili hem yapabileceklerimin ne olabileceğiyle ilgili kısıtlı da olsa tabi ki biraz bir bilinç oluşmuş oldu. 90’lı yıllardan Toplum ne kadar dağınıksa sanatsal faaliyetler de o kadar dağınık gibi görünüyor. “Zazaki konuşan insanların yüzde 80’ı aynı zamanda Kurmanci’yi de bilir. Zazaca Kürdçe’nin bir lehçesidir diyen insanlar, ne yazık ki Zazaki bilmiyor. Yani söylemleri lafta kalıyor. Ben bunları iç açıcı ve geliştirici bulmuyorum. Bir kurmanc ve biri Zaza’nın karşılaşması “Sekena rinde” (Merhaba, nasılsın?) gibi sözcüklerden ibarettir.” 2000’li yılların başına kadar Türkiye’de Kürd müziğinde politik anlamda güçlü bir kom geleneği vardı. Kürd müziğinin dünü ve bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürd müziğinde iki yön var. Yönlerden biri yürütülen mücadelenin, ulusal kurtuluş mücadelesinin çok hareketli olduğu, kom’ların tamamen Kürd müziğinin yönünü belirlediği bir durum vardı. Ne kadar hareketli ise o alan veya o alanda ne oluyorsa bütünüyle müziğe yansıdığı bir durum vardı. Şimdi ne acı ne hareketlilik bitmiş durumda. Ne de herhangi bir şekilde Kürd müziğine dair yapılması gereken bitmiş durumda. Öbür taraftan da sürekli Kürd müziğinin sanatsal ve içerik anlamda daha müzikal kaygılarla yola çıkılarak yapılmış çalışmalar da var. İşin içinde ajitasyonu çıkararak, teknik bir takım bir şeyleri çıkararak biraz daha müzikal kaygılarla hareket eden insanlar da var. Bugün Kürd müziğine baktığımız zaman bir durağanlık dönemi yaşadığını görüyoruz. Üretememe durumu söz konusu. Sizin Serya ile birlikte 2010 yılında ‘Gurbet’ adlı bir albüm denemeniz oldu. O süreci biraz anlatır mısınız? Daha önceki gruplarla birlikte yaptığım çalışmaların dışında birçok albüme vokal etme ve düet yapmanın dışında 2010 yılında ben ve Serya adında bir arkadaşımla Almanya’da çalışmalarını yaptığımız ve bitirdiğimiz bir albümümüz oldu. Albümün bütün çalışmalarını Umut Yılmaz yaptı. Tamamen kendi olanaklarımızla evde kayıtlarını yaptığımız, ev ortamında yaptığımız bir albüm oldu. Albümü çıkarmamın amacı şuydu: ‘Almanya’ya hep gurbet gurbet derler.’ Bende de gurbet bilinci oluşmuş oldu nedense. Bende besteler yapmaya başladım. Hem köklerime hem uzaklaştığım bütün çevreme, yaşadığım ve uzaklaştırıldığım toprağa, insana dair duyduğum özlem bana da besteler yaptırdı. Söz ve müziklerini kendimin yaptığı birkaç tane çalışmam oldu. Benim babamın annesi, anadilimi öğrenmemde, ölene kadar konuşmamda, hafızamda onu canlı tutmama yardımcı olan bir insan. O öldükten sonra sanki benim kaynaklarım tükendi veya tükeniyor gibi bir korkuyla bu çalışmayı bir albümde toplayarak ona olan vefa borcumu ödemek istedim. Albümü onun için yapmak istedim. Benim bu albümümü çıkarmamın hareket noktası nenem oldu. Bu albüm hem Kurmanci ve Zazaki, hem Türkçe hem de Ermenice karışık olduğu bir albüm yapmış olduk. Gelecek dönem için albüm çalışması olacak mı? Söz- müzik ve besteleme çalışmalarımı sürdürüyorum şuan. Benim Hollanda’da birlikte müzik yolculuğuna çıktığım bir genç kız arkadaşım var, adı Nadya Viser. Onunla birlikte bir albüm projesinden hep bahsederim. Umarım en kısa sürede tamamen kendi anadilimden ve onun da artık ikinci anadil olarak seçtiği Zazaca’dan bir albüm yapmaya düşünüyoruz. ‘Zazaki çalışmalara devam’ Birey olarak müzikten ziyade dille ilgili çalışmalarım var. Bu dille ilgili belgeseller ve çizgi filmler seslendiriyorum. Aynı zamanda Tv 10’da Zazaca bir televizyon programı yapıyorum. ‘Perloda Ma’ dergisinin genel yayın yönetmeni olarak görev alıyorum. Derginin tamamen dili Zazaki ve kültür-sanat dergisi. Bu dille ilgili birey olarak ne gerekiyorsa yapıyorum. Evet şuan için müzikten çok hayatım merkezinde yer alan şey Zazaki’dir. 01SÖYLEŞİ Şubat - 7 Şubat16 2016 “Bilmediğim dilden hissederek şarkı söylemek bana uzak” Sizce çok kültürlülük üzerine yapılan müzikler toplumda yeterince ilgi görüyor mu ya da bu coğrafyadaki insanların acılarını dile getirirken karşılık buluyor mu? Tabi ki yansıtmıyor. Dile getirmiş oluyor musun acılarını, elbette ki olmuyorsun. Biz iki tane o dilden iki bu dilden iki tane şu dilden söylemiş olarak Ermenilerin acılarını dile getirmiş oluyor muyuz, hayır. Kirmanckî (Zazakî) konuşan insanların ya da yaşayan insanların acılarını tabi ki dile getirmiyoruz. Birey olarak bu tür çalışmalar şu açıdan karşıyım: Buralar üzerinden bir yerlere ulaşmak ya da hitap etmek istediği kitleye ulaşmak söz konusu olmuyor. İnsanın kendi konuşabildiği dilden onu algılayıp, içselleştirebilip, hissedebilip söyleyebiliyorsa o zaman anlam kazanmış olur. İnsanın bilmediği, hiç anlamadığı bir dilden gerçekten hissederek bir şarkı söylemesi, bir türkü, bir kilam söylemesi bana biraz uzak. Zazaca’ya karşı yeterince ilgi var mı ya da Kurmanci konuşanların Zazaca’ya bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kurmanc-Zaza ikileminde şöyle bir acı gerçeği dile getirmek istiyorum. Zazaki konuşan insanların, Vartolular, Dersimliler, Koçgirliler, Erzurumlar, yani bu coğrafyalarda Zazaki konuşan insanların yüzde 80’i aynı zamanda Kurmanci’yi de bilir. Zazaca Kürdçe’nin bir lehçesidir diyen insanlar ne yazık ki Zazaca bilmiyor. Yani söylemleri lafta kalıyor. Ben bunları iç açıcı ve geliştirici bulmuyorum. Bir Kurmanc ve biri Zaza’nın karşılaşması “Sekena rinde” (Merhaba, nasılsın?) gibi sözcüklerden ibarettir. Bir Kurmanc bir Zaza’ya ‘merhaba’ diyecek ve ardından bu duruma gülecek. Bu çok acı bir şey. Zazaca’nın sonuna eklerle neşeli bir duruma büründürerek bu dil öğrenilemez. Kurmanc-Zaza ikileminde Zazaca’ya yaklaşımın çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Birazcık daha özen gösterilmeli. Dillerin hepsi saygıyı hak eden unsurlardır.
Benzer belgeler
BasHaber PDF
çatışmaların devam edeceğini ve Suriye’nin üniter bir yapıya kavuşmasının mümkün olmadığını ve bu durumun Mayıs ve Temmuz 2016 aylarında bölgedeki devletlerin yanı sıra dünyadaki tüm güçler tarafın...
DetaylıKBY temiz siyaset sınavında Dr. Nick Brauns:
bir durum aldığını söyleyerek şöyle devam etti: “İran’ın nükleer hamlelerine karşı Rusya’nın denetiminde 2013’te görüşmeler başladı. 2015’te bir uzlaşıya varıldı. 2016’da ambargo kalktı. Bunlar öne...
Detaylı