akob dergisi 34. sayısını görüntülemek için bu satırı tıklayınız.
Transkript
akob dergisi 34. sayısını görüntülemek için bu satırı tıklayınız.
Mediterranean Opera and Ballet Club Culture and Art Magazine MÜZİK AŞKTIR ORKESTRA İÇİN VARYASYONLAR VE 21. YÜZYILDA MÜZİK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER MUSIC IS LOVE VARIATIONS FOR ORCHESTRA AND THOUGHTS ON MUSIC IN THE 21st CENTURY Romantizmden Gerçekçiliğe Verdi Verdi, du Romantisme au Réalisme DÜNYADAN BÜYÜK BİR PİYANİST GEÇTİ MARTIN BERKOFSKY A GREAT PIANIST PASSED BY THIS WORLD MARTIN BERKOFSKY Photo: Dario Acosta 34 Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Derneği Adına İmtiyaz Sahibi - Dernek Başkanı Fazıl Tütüner Sorumlu Yazı İşleri Müdürü A. Vahap Kokulu Başkan Yardımcısı Selami Gedik 16 6 Başkan Yardımcısı Nihat Taner Yayın Yönetmeni İhsan Toksöz Yardımcı Yayın Yönetmeni Demet Şaman Tarlakazan Reklamlar ve Finans Kaynakları Bengü Yılmazer Hadra Sayman Eyüp Dinç 28 Genel Sekreter Filiz Emine Sancar Sanat Etkinlikleri Mine Yalçın 38 Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Monika Kuki Web Sitesi Ziya Aykın STK İlişkileri Fatma Kozacıoğlu 06-13 Yayın Kurulu A. Vahap Kokulu Ziya Aykın Semihi Vural Nihat Taner SOPRANO Berlin Correspondent Alexandra Ivanoff ANGELA MEADE ÖMER EĞECİOĞLU 14 London Correspondent Stephen Jackson ALGI, MUHAKEME, YARGI New York Correspondent Meral Güneyman SELMAN ADA Los Angeles Correspondent Ömer Eğecioğlu 16-21 Yayına Hazırlık ERİLYA TASARIM - MERSİN Kapak ve Sayfa Tasarımı Burçin Keseci Baskı Güven Ofset Ltd. Şti. Uray Caddesi No:25/A Mersin Tel: 0324 238 28 80 - 237 27 80 Basım Tarihi - 25.02.2016 MÜZİK AŞKTIR ORKESTRA İÇİN VARYASYONLAR ve 21. YÜZYILDA MÜZİK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER MUSIC IS LOVE VARIATIONS FOR ORCHESTRA AND THOUGHTS ON MUSIC IN THE 21st CENTURY SETEVEN R. LEBETKİN Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Derneği The Association of Mediterranean Opera and Ballet Club 22-24 KİTAP: SARAH QUIGLEY ORKESTRA ŞEFİ LENINGARD SENFONİSİ CENGİZ KARA 28-36 PİYANİST / PIANIST MARTIN BERKOFSKY Bahçe Mh. 4606 Sk. İstiklal İşhanı Kat:2 Mersin Tel: 0324 238 86 80 • akob@akob.org • www.akob.org TUĞRUL GÖĞÜŞ Bağışlarınız için: İŞ BANKASI Uray Şubesi (6607) - Hesap No: 959250 IBAN: TR69 0006 4000 0016 6070 9592 50 38-46 Donations: İŞ BANK - Uray Branch IBAN: TR69 0006 4000 0016 6070 9592 50 BIC: ISBKTRISXXX Dergimize gönderilen yazı ve görseller yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Yayınlanan yazıların içeriğinden yazarlar sorumludur. ROMANTİZMDEN GERÇEKLİĞE VERDI VERDİ, DU ROMANTISME AU RÉALISME ARZU ETENSEL İLDEM GÜNEŞLİ GEÇEN ŞUBAT AYI GÜZEL GÜNLERİN MÜJDECİSİ OLSUN! İhsan Toksöz toksoz.akob@gmail.com B u sayımızda da yine İngilizce ve Fransızca yazılarımız var. AKOB nereye koşuyor diyorlar ama bizim yönümüz belli. Her türlü olumsuzluğa karşı müzikle sevgiye ve barışa koşuyoruz yılmaksızın! Selman Ada’nın yazısı “Algı, Muhakeme, Uygulama” başlığını taşıyor. İlk kez opera izleyen birinin sahnede olan biteni algılayamaması nedeniyle sadece “bağıran insanlar” görmesinin ardında ilgi ve bilgi eksikliğinin yattığını çok güzel anlatıyor kısacık yazsısında. Ve nasıl opera sever olunacağının ipuçlarını veriyor. Ömer Eğecioğlu 2014 yılında ünlü Opera News dergisinin divalara ayrılan özel sayısına kapak olan, derginin “Yolunu gözlediğiniz Diva burada!” diye tanıttığı Koloratura Soprano Angela Meade ile yaptığı söyleşiyle dergimizde. Angela Meade bizim de kapak starımız bu sayıda. (EN/TR) – “An Interview with Soprano Angela Meade - Angela Meade ile Bir Söyleşi”. Prof. Dr. Arzu Etensel İldem ise Rigoletto ve La Traviata’yı ele aldığı yeni inceleme yazısıyla aramızda: FR/TR - “Verdi, du Romantisme au réalizme – Romantizmden Gerçekliğe Verdi”. Steven Lebetkin 4 Aralık 2015 tarihinde, Adana’da Şef Vladimir Lungu yönetiminde, Çukurova Senfoni Orkestrası tarafından Dünya Prömiyeri yapılan eserini tanıtırken “21. Yüzyılda Müzik” konusunda düşüncelerini aktarıyor okurlarımıza. EN/TR “Variations for Orchestra and Thoughts on Music in the 21st Century – Orkestra için Varyasyonlar ve 21. Yüzyılda Müzik Üzerine Düşünceler” Tuğrul Göğüş ise müşterek dostumuz, iyi insan, kırılgan dost, büyük piyanist müteveffa Martin Berkofsky’i anlatıyor AKOB okurlarına. Saygıyla anıyoruz dostumuzu. Ruhu şâd olsun. EN/TR - “Homage to a Refined and Affable Friend: Pianist Martin Berkofsky - Zarif ve Dost Canlısı Bir Arkadaşın Anısına: Piyanist Martin Berkofsky”. Cengiz Kara, Sarah Quigley’in yazdığı “Orkestra Şefi - Leningrad Senfonisi” isimli kitabı tanıyor bizlere. Okurlarımızdan aldığımız bilgilere göre sevgili Cengiz Kara’nın tanıttığı kitaplardan edinenler ve keyifle okuduklarını bildirenler oldukça fazla… Seviniyoruz. 4 AKOB | ARALIK 2015 RESİTAL / MASTER CLASS HELENA POGGIO LAGARES (KEMAN) MIGUEL ANGEL ORTEGA CHAVALDAS (PİYANO) Şubat ayında bir etkinliğimiz daha Mersinlilerin büyük ilgisiyle gerçekleştirildi. İspanyol sanatçılar, Çellist Helena Poggio Lagares ve Piyanist Miguel Angel Ortega Chavaldas, 26 Şubat’ta MEÜ Devlet Konservatuvarı - Nevit Kodallı Oda Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi Konser Salonu’da bir resital gerçekleştirdiler. Zaragoza Aragon Yüksek Konservatuvarı’nda öğretim görevlisi olan sanatçılar 27 Şubat günü Mersin Devlet Konservatuvarı öğrencileri ile bir de Master Class çalışması yaptılar. Bu etkinliklerimizin paydaşı Mersin Barosu idi. Her zaman sanat ve sanatçıların yanında olan Mersin Barosu’nun değerli yönetimine teşekkür ediyoruz. Ayrıca imkânlarını bizim için seferber eden Devlet Konservatuvarı yönetimine de işbirliği için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sıkıntılarınızı atın dışarıya, müzik dolsun yüreğinize… Soprano Angela Meade Ömer Eğecioğlu Santa Barbara, CA, ABD omer@cs.ucsb.edu Koloratura soprano Angela Meade opera dünyasına oldukça geç adım atmış yeteneklerden. Ama sanatçının kariyerinde zirveye yükselişi baş döndürücü bir hızla oldu. Genç sopranonun başarıları son yıllarda da birbirini hızla takip ediyor. “Divalar”a ayrılmış olan “Opera News” dergisinin 2014 Kasım Özel Sayısı, Angela Meade’i kapak yaparken; “Yolunu gözlediğiniz Diva burada”, “Herkesin övmekte haklı olduğu genç soprano” şeklinde sözler kullanıyor. Photo: Dario Acosta 6 AKOB | ARALIK 2015 Angela Meade ABD’nin Washington eyaletinde doğdu. Müzik çalışmalarını buradaki Tacoma şehrindeki Pacific Lutheran Üniversitesi’nde başlayan sanatçı, daha sonra Manhattan Müzik Okulu’nda bir süre öğrencilik yaptı ve bunun ardından lisansüstü çalışmaları için Güney California Üniversitesi, Thornton Müzik Okulu’na başladı. Burada Gary Glaze ile çalıştı. 2000’li yıllarda şan yarışmalarına katılmaya başladı ve opera dünyasının en saygın yarışmalarını birbiri ardına kazandı. Bunların en önemlileri arasında 2007 yılında elde ettiği New York Metropolitan Opera (MET) National Council Auditions yarışması var. Bu yarışma The Audition başlığı altında bir belgesel film haline dönüştürüldü. 2007’de Viyana’nın ünlü Belvedere Yarışması’nı, 2008’de José Iturbi Uluslararası Müzik Yarışması’nı, 2011 yılında Richard Tucker Foundation Yarışması’nı kazandı. 2012’de MET Beverly Sills Sanat Ödülü’ne layık görüldü. Angela Meade kariyerinin başlangıcında Weber’in Der Freischütz operasında “Agathe”, Handel’in Agrippina‘sında başrol, Mozart’ın Così fan tutte’sinde “Fiordiligi”, Sihirli Flüt’ünde “Gece Kraliçesi” ve “Birinci Kadın”, Der Schauspieldirektor’de “Madam Herz”, Johann Strauss’un Yarasa operasında “Rosalinde” rollerini seslendirdi. Kendisi günümüzde Donizetti’nin Tudor Kraliçelerini konu alan operaları Anna Bolena, Maria Stuarda ve Roberto Devereux’daki baş rollerin üçü de repertuvarında olan ender sopranolardan. Bu roller yirminci yüzyılın ortasında Leyla Gencer için tekrar canlandırılmıştı. Meade, 2015 yılında Maria Stuarda olarak Oregon’un Astoria Music Festivali’ndeydi. Aynı yıl İspanya La Coruña’da Rossini’nin Ermione operasında başrolü aldı. Coloratura Angela Meade’s entry to the world of opera has not been at an early age. But her rise to the top certinly has been rapid. Hers is a continuing success story with leading roles in one monumental opera after another. The “Opera News” magazine had her as the cover story in the November 2014 special issue on Divas, describing her as “The Diva you’ve been waiting for” and “The young soprano everyone agrees it’s safe to rave about”. She was born in the State of Washington. Her music studies started at the Pacific Lutheran University in Tacoma there. She then spent a term at the Manhattan School of Music and then for her graduate studies attended the University of Southern California’s Thornton School of Music. She studied there with Gary Glaze. In the 2000’s she started the competition circuit and won numerous prestigious awards. One of the most important was the 2007 New York Metropolitan Opera National Council Auditions. This competition was made into a documentary titled The Audition. In 2007 she won the prestigious Vienna Belvedere Competition, in 2008 the José Iturbi International Music Competition, in 2011 the Richard Tucker Foundation Competition and in 2012 she was MET’s choice for the Beverly Sills Artist Award. At the start of her career Angela Meade sang Agathe in Weber’s Der Freischütz, the leading role in Handel’s Agrippina, Fiordiligi in Mozart’s Così fan tutte, The Queen of the night and the First Lady in the Magic Flute, Mme. Herz in Der Schauspieldirektor and Rosalinde in Strauss’s Die Fledermaus. Leyla Gencer Donizetti’nin Tudor Kraliçelerini konu alan Anna Bolena, Maria Stuarda ve Roberto Devereux operaları 20. yüzyılın ortasında Leyla Gencer için tekrar canlandırılmıştı The three Tudor Queen operas Anna Bolena, Maria Stuarda and Roberto Devereux of Donizetti were revived in mid 20th century for Leyla Gencer She is one of the rare sopranos of our day who has all three of Donizetti’s Tudor Queens in Anna Bolena, Maria Stuarda and Roberto Devereux in her repertoire. These roles were revived in mid twentieth century for Leyla Gencer. Meade appeared as Maria Stuarda in Oregon’s 2015 Astoria Music Festival. The same year she took the title role in Rossini’s Ermione in La Coruña, Spain. ARALIK 2015 | AKOB 7 Angela Meade Metropolitan Opera’nın Ernani gösteriminde Elvira rolünde. Photo: The Metropolitan Opera MET’te 2008’de Verdi’nin Ernani operasında, 2011’de Anna Bolena, 2012’de Ernani, 2013’de Norma ve Falstaff, 2014’te Il Travatore ve yine Ernani’de rol aldı. 2009 yılında New York Caramoor’da Rossini’nin Semiramide, 2012’de Collegiate Chorale ile Bellini’nin Beatrice di Tenda, Cincinatti Opera’da 2013 yılında Mozart’ın Don Giovanni operasında dinleyicilerle beraber oldu. İtalya’da ilk kez 2014 yılında Turin’in Teatro Regio topluluğu ile Rossini’nin Wilhelm Tell’inde söyledi. Daha sonra bu toplulukla Chicago, Ann Arbor, Toronto ve New York’ta turneye çıktı. Aynı yıl Il Travatore’de “Leonora”yı Berlin’de ve İspanya’da seslendirdi. Yer aldığı diğer eserler arasında Washington Opera’da Norma, Viyana’da Il Vespri Siciliani, Berlin’de The Two Foscari’de “Lucrezia”, Donizetti’nin Lucrezia Borgia’sı ve Bellini’nin Norma’sı var. Bellini’nin ünlü bel canto operası Norma, koloratura sopranolar için en zor rollerden birisi olarak kabul edilir. Bu sevilen operanın 1831 yılında yer alan prömiyerindeki ilk Norma, efsanevi soprano Giuditta Pasta olmuştu. Yirminci yüzyılın ikinci yarısının en ünlü Norma yorumcuları arasında Maria Callas, Dame Joan Sutherland, Leyla Gencer, Montserrat Caballé, Beverly Sills, Renata Scotto ve Shirley Verrett’i sayabiliriz. Bu operanın en çok sevilen aryaları arasında şüphesiz Casta Diva var. Casta Diva, Angela Meade’in de yarışmalarda seslendirdiği ve yorumuyla üstün başarı kazandığı bir eser. Kendisi sadece opera yıldızı değil, solist olarak da New York Kennedy Center gibi birçok yerde sahne alıyor. Eşliğinde sahneye çıktığı orkestralar arasında New York Philharmonic, Baltimore Symphony, Boston Symphony, Cleveland Orchestra, Houston Symphony, Minnesota Orchestra, Montreal’in 8 AKOB | ARALIK 2015 Angela Meade as Elvira in Metropolitan Opera’s Ernani. At the MET she appeared in Verdi’nin Ernani in 2008 and 2012, as Anna Bolena in 2011, in Norma and Falstaff in 2013, and in Il Travatore and once again in Ernani in 2014. In 2009 she appeared in Rossini’s Semiramide in New York’s Caramoor and in Bellini’s Beatrice di Tenda with the Collegiate Chorale in 2012. In 2013 she was Donna Anna in Cincinatti Opera’s Don Giovanni. Her Italian debut was in 2014 with Turin’s Teatro Regio singing in Rossini’s WilhelmTell. Later with the the same group she toured Chicago, Ann Arbor, Toronto and New York. The same year she has sung Leonora in Il Travatore in Berlin and Spain. Among some of the other works she has appeared in are Norma in Washington Opera, Il Vespri Siciliani in Vienna, as Lucrezia in The Two Foscari in Berlin, Donizetti’s Lucrezia Borgia and Bellini’s Norma. Bellini’s beloved bel canto opera Norma is considered to be one of the hardest parts in the coloratura literature. The first Norma in the premiere of this work in 1831 was the legendary soprano Giuditta Pasta. In the second half of the twentieth century the renowned sopranos Maria Callas, Dame Joan Sutherland, Leyla Gencer, Montserrat Caballé, Beverly Sills, Renata Scotto and Shirley Verrett shone as the preeminent interpreters of 1831 yılındaki prömiyerinde Bellini’nin ilk Norma’sını seslendiren ünlü soprano Giuditta Pasta (1797-1865). In the 1831 premiere of the opera, the first Norma was the famous soprano Giuditta Pasta (1797-1865). Norma. One of the best known arias in Norma is undoubtedly the protagonist’s Casta Diva. This is the work that Angela Meade made her own in many competitions. She is also an active recital artist. She has sung at the New York Kennedy Center and shared the stage with orchestras such as the New York Philharmonic, Baltimore Symphony, Boston Symphony, Cleveland Orchestra, Houston Symphony, Minnesota Orchestra, Montreal’s Orchestre Métropolitain, Philadelphia Orchestra, Pittsburgh Symphony, Saint Paul Chamber Orchestra, San Antonio Symphony, Seattle Symphony. She has interpreted Strauss’s Last Four Songs, Poulenc’s Gloria, Rossini’s Stabat Mater, Handel’s Messiah and Vivaldi’s Gloria. Angela Meade has appeared as Norma at the end of 2015 in Los Angeles. The first time she worked with the LA opera was as Donna Anna in Don Giovanni in 2012. Orchestre Métropolitain, Philadelphia Orchestra, Pittsburgh Symphony, Saint Paul Chamber Orchestra, San Antonio Symphony, Seattle Symphony sayılabilir. Verdiği çok sayıda solo resitale ek olarak sahnede Richard Strauss’tan Son Dört Şarkı, Poulenc’den Gloria, Rossini’den Stabat Mater, Handel’den Messiah ve Vivaldi’den Gloria yer aldığı eserler arasında. Angela Meade 2015’ın sonunda Los Angeles’te karşımıza Norma olarak sahneye çıktı. Burada ilk sahne alışı ise 2012 yılında Don Giovanni’de “Donna Anna” rolündeydi. 2012 yılında İrlanda Wexford Festival Opera’da Mercadante’nın Virginia operasını seslendirirken tanıştığı tenor John Matthew Myers ile 2015 Mayıs ayında evlenen sanatçı yoğun temsil programına dünyanın ileri gelen opera salonlarında devam ediyor. Angela Meade ile AKOB Dergisi okuyucuları için 2015 yılının sonunda konuştum. Yoğun programınız arasında bu söyleşiye vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Bu benim için bir zevk. AKOB Dergisi Türkiye’nin güney doğusundaki güzel Akdeniz kıyı kenti Mersin’de çıkıyor. Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Derneği’nin yayını. Bu söyleşiyi İngilizce/Türkçe olarak yayınlayacağız. Bu çok hoş. ABD’nin Batı kıyısındaki Washington eyaletinde büyüdünüz. Profesyonel bir ses sanatçısı olacağınızı ne zaman anladınız? Ben her zaman klasik müzik dinlenen bir evde büyümedim. Sadece ortaokul bandosunda çaldığım zaman bu müzikle tanıştım. Koroda söylüyordum ve bazen klasik parçalar da seslendiriyorduk. Ben opera diye bir şey olduğundan ve hatta In May 2015 she married tenor John Matthew Myers. They had met in Ireland’s Wexford Festival Opera in 2012, sharing the stage in Mercadante’s Virginia. Angela Meade is continuing her active professional life for now, which means that she is busy taking the stage in some of the the best opera houses of the world. I interviewed Angela Meade for the readers of the AKOB Magazine at the end of 2015. I would like to thank you for taking the time to talk to me when you have such a busy schedule. It's a pleasure. AKOB Magazine is published in the beautiful Mediterranean town of Mersin in southeast Turkey. It is a publication of the Mediterranean Opera and Ballet Club. This interview will appear in the magazine both in English and Turkish. How wonderful! You grew up in the state of Washington on the West coast. When did it cross your mind that you would be a professional singer? I did not grow up in a house with a lot of exposure to classical music. My only exposure to it was when I was in school, when I played in the school band. I sang in a choir and we sang classical pieces occasionally. I really did not know that there was this thing called opera and that one could make a career with it. I was in the Centralia Community College in my home town of Centralia in Washington, and I was not really sure what I wanted to do with myself after graduation. So I took some courses, which were in general in the sciences. I was thinking that I was going to do a pre-med. I was taking lots of biology, chemistry and calculus. Then I realized that I was not happy with this and I stopped going in that direction. ARALIK 2015 | AKOB 9 bunun kariyer olarak seçilebileceğinden tamamen habersizdim. Liseden sonra Washington’da Centralia kasabasındaki Centralia Halk Okulu’nda dersler aldım ama mezun olduktan sonra ne yapacağım hakkında pek bir fikrim yoktu. Genellikle bilim dallarına ilgim vardı, çünkü doktor olabileceğimi düşünüyordum. Biyoloji, kimya ve matematik aldım. Ama daha sonra okulda mutlu olmadığımı fark ettim ve çalışmalarımın yönünü değiştirdim. Angela Meade Donizetti’nin Tudor Kraliçesi Anna Bolena rolünde. Angela Meade as Donizetti’s Tudor Queen Anna Bolena. Müziksever olarak şansımız varmış, desenize! Evet, öyle diyebiliriz. Tekdüzelikten sıkıldığım için değişik bir şey aradım ve seçmeli ders olarak koro almaya karar verdim. Öğretmenim beni duyunca sesimin güzel olduğunu, şarkı söylemekten zevk aldığımı düşünmüş olmalı ki şan hocası bir arkadaşından özel ders almayı düşünüp düşünmeyeceğimi sordu. Tabii, dedim, niye olmasın? Ben lisedeyken her sene solo ve topluluk ses yarışmalarında yer almış, bu münasebetle de koro öğretmenimden az da olsa vokal teknik öğrenmiştim. Bunu sevdiğimin farkındaydım ama ileride ne işe yarayacağını bilmiyordum. Neyse, şan dersleri almaya başladım. Bir süre sonra hocam sesimin opera şarkıcısı niteliğinde olduğunu düşündüğünü söyledi. İnanır mısınız, ben bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum! Bana birkaç arya verdi, eve gittim ve onları öğrendim. Bir hafta sonraki dersime hazırladığım aryaları getirip söyledim. Bana bu stil çok doğal geldiğinden olacak, operatik müziğe aşık oldum. Meraklı bir kişiyimdir, bu nedenle şarkıcılar, opera ve bu sanatın tarihçesi üzerine araştırma yapıp bilgi toplamak da bana çok ilginç geldi. Bir yıl boyunca hocamla çalıştım, daha sonra da kendimi bu alanda denemeye karar verdim. Şan lisans çalışmaları için Pacific Lutheran Üniversitesi’ne kaydoldum. Yani kariyeriniz böyle mi başladı? Evet, öyle diyebiliriz. Lisans öğrencisi olarak yaptığım çalışmalarla bu sanata o kadar aşık oldum ki ileride mesleğimin bu olacağına karar verdim. Eğitiminiz sürecinde hangi noktada, diyelim ki bir Wagner soprano olmayacağınız, size bel canto stilin uygun olduğu anlaşıldı dersiniz? Bu ilginç bir soru. Daha önce kimse bana bunu sormamıştı! Lisans çalışmalarım sırasında hocalarım - benim iki hocam vardı - lirik soprano olduğumu düşünüyorlardı. Bol bol Mozart ve buna benzer eserler çalışıyordum. Lisansüstü çalışmalarım için Güney California Üniversitesi’ne gittiğim zaman bazı şeyler değişmeye başladı. Çalışmalarıma başladığım ilk dönem, okulda Sihirli Flüt sahneleniyordu. Burada Birinci Kadın rolünü zaten söylemiştim, onun için Gece Kraliçesi’ni üstlenmek istedim, sonunda da bu rolü almayı başardım. Bundan sonra da müzik araştırmalarına başladım. Bel canto’ya yönlenmeye hiç niyetim yoktu ama Callas’ın söylediği Casta Diva’yı duyunca bu aryaya aşık oldum. Dersime getirip öğrenmek istediğimi söyledim. Öğretmenim 10 AKOB | ARALIK 2015 Lucky for us, I’d say. Exactly. I needed an outlet because it felt so tedious. So I took the college choir as an elective class. I had a strong voice so the teacher heard me and told me that I had a beautiful voice and seemed to enjoy singing, so would I consider taking lessons from a voice teacher friend? And I thought, OK, sure. I had had a little taste of it in high school, I took part in he solo and ensemble competitions every year, and so I had taken some voice lessons with my choir teacher in high school prior to that. I knew that I liked it, but I did not know what to do with it. So I started taking lessons, and after a while my teacher told me that my voice is like an opera singer’s voice. I was not sure what that meant by that! He gave me a couple of arias, I went home and learned them. I came back the next week and I sang them and I found that I fell in love with that kind of singing as it felt very natural to me. I am a curious person, so the idea of researching singers, opera and its history was very intriguing to me. So I studied with him for a year and then I decided to be a voice major to try out what that would be like, and then transferred to the Pacific Lutheran University for my undergraduate studies. herhalde biraz deli olduğumu düşünmüştür ama yine de çalışmaya başladık, kısa bir zaman içinde bu tür müziğin benim için çok doğal olduğu ortaya çıktı. Bu noktadan itibaren de benim yolum belirlenmiş oldu. Yaklaşık bir yıl sonra yarışmalarda Casta Diva’yı söylemeye başladım. Bunun sizin için bir dönüm noktası olduğunu ve sanatsal yönünüzün Casta Diva ile belirlendiğini söyleyebilir miyiz? Evet öyle sanıyorum. Bu benim çalıştığım ilk bel canto arya oldu. Herkes benim için çok büyük olduğunu ve böyle bir riski almamın uygun olmadığını düşündüğü halde, herhalde iyi söylüyordum ki, bu eserle yarışmalar kazanmaya devam ettim. Yani bana takip edeceğim yolu gösterenin bu arya olduğunu düşünüyorum. Richard Tucker Ödülü’ne ve daha önce kazanmış olduğunuz MET Opera Audition Ödülü’ne ek olarak birçok yarışmada ödül kazanmış olduğunuzu biliyoruz. Şimdiye kadar bunların sayısı kaça ulaştı dersiniz? Sanırım ki son sayıma göre 67 ödül. Bu birkaç yıl içinde bir rekor olacak gibi görünüyor. Bunu hiç araştırmadım ama tabii ki mümkün! Dijital çağ insanı görüntülere ve görsel gösterilere aşırı düşkün değil mi? Bel canto’ya ve vokal sanatlara gösterilen ilgi bunun ışığında nasıl açıklanabilir dersiniz? Kaliteli ses sanatına her zaman ilgi olduğunu düşünüyorum. Bunun en iyi örneklerinin bulunacağı ortam da bel canto oluyor. Görsel takıntılı kültürümüzde normal yaşamdan ayrılıp birkaç saat başka bir şeye odaklanma fırsatını sağlıyor. Ayrıca opera kültüründe görünüşe dayalı sanatçı seçimine o kadar önem veriliyor ki bel canto’nun ses ağırlıklı olması ister istemez dikkati bu yöne kaydırıyor.Yani insanların her zaman güzel vokal sanatına değer verip takdir ettiklerini düşünüyorum. 1950’lerde Diva Turca Leyla Gencer için Donizetti Kraliçeleri’nin yeniden sahnelere kazandırıldığı bir dönem başlamıştı. Bel canto’nun bugünkü canlanmasında tüm zamanların en büyük ses sanatçılarının rollerini üstlenmek nasıl bir duygu? Onlarla kendimi hiçbir zaman karşılaştırmıyorum, bu beyhude bir çaba olur. Hepimizin dinleyiciye sunduğu şeyler farklı. Tabii ki Sutherland, Callas, Gencer ve Caballé’ye hayranım, bu sanatçılara tapıyorum ve onlardan ilham almak için her zaman dinliyorum. Kendimi onlarla aynı yere koyabilirmiyim bilmiyorum ama böyle methedilmek elbette ki gururumu okşayan bir şey. Onlara yakın olabileceğimi düşünmek bile bu etapta benim için çok şaşırtıcı. Kariyerinizin başlangıcında sahnede rol yapmakta rahat olmadığınızı söylediniz. Kendinizi oyunculuk konusunda nasıl eğittiniz? Erken eğitimimde gittiğim okullarda ve katıldığım programlarda So you took off from there? Yes, you can say that I took off from there. I fell so in love with it when I was doing my undergraduate that I decided that that was what I was going to do. At what point during your studies you decided or you were told that bel canto was your cup of tea as opposed to say a Wagnerian soprano? That’s an interesting question. Nobody has ever asked me this before! When I was an undergraduate, we were doing different things and my teachers - I had two teachers then - thought that I was a lyric soprano. I was singing lots of Mozart, and things like that. It was when I went to do my Masters degree at the University of Southern California that things changed. First semester we were doing the Magic Flute and I had already sung the First lady. So I thought that I could sing the Queen of the Night, which I did. After that I started researching music. I had no intention of studying bel canto but heard Casta Diva by Callas and I fell in love with it. I brought it to my lesson and I said that I wanted to work on this aria. My teacher thought that that was a little crazy, but we worked on it and I found that that kind of music was super natural for me. From that point on that was my path. I started singing Casta Diva in competitions about a year after that. So we can say that your artistic direction was determined by Casta Diva and this was a turning point? I think so. It was the first bel canto aria that I worked on, and I must have been good at it, because even though people thought that it was too big for me and wondered why I sang it, I kept winning competitions with it. So that made me think that that was the direction to go. I know that in addition to the Richard Tucker Award and of course the MET Opera Audition prize before that, you have won many auditions and awards. Do you keep a tab on how many by now? Yes, I think at the last count it was 67 awards. It sounds like this will be a record in a few years. I have never researched it but I assume that it is possible! How do you explain the renewed interest in bel canto when people of the digital age seem more interested in images and visual spectacle? How is it that there is interest in vocal arts all of a sudden? I think there has always been an interest in great singing and what better way to exemplify great singing than through the bel canto opera? In our visually obsessed culture it is kind of a nice departure to be able to go and focus on something else for a few hours. Also just within the opera community there is so much emphasis on casting with looks versus with singing necessarily that when you do bel canto opera you sort of have to focus on the vocal aspect. So I ARALIK 2015 | AKOB 11 think people really appreciate great singing regardless. Soprano Angela Meade as Elena in the Vienna State Opera’s production of Verdi’s I Vespri Siciliani Photo: Michael Poehn Soprano Angela Meade Vienna State Opera’da Verdi’nin I Vespri Siciliani operasında Elena rolünde. - bunu şaşırtıcı bulacaksınız eminim - hiç oyunculuk dersi almadım. Bu konuya önem verilmiyor. Teknik, yorum, yabancı diller ve ifade çalışmalarına haliyle öncelik tanınıyor. Ama oyunculuk üzerine zorunlu eğitimde eksiklik var. Ben bu konuda biraz geri kaldım diyebilirim. Ama Norma gibi bir rolü tekrar tekrar icra etmem beni oyuncu olarak geliştirdi ve kendimi rahat hissedeceğim bir düzeye getirdi. Bir bel canto sanatçısı olarak sesinize talep büyük ve programınız da dopdolu. Çalışma metodunuz nedir? Sesinizi yıpratmamak için ne yapmanız gerekiyor? Ben her zaman sessiz ve evde oturmayı seven bir insan oldum. Çok uyurum, alkol kullanmam, kahveyi bile o kadar sevmem. Bunlarsız yaşamak benim için sorun değil. Çok su içerim, kendime bakmaya çalışırım. Çalışma olarak, ses sanatçılarının çoğunun partisyonlarını hafızalarında çalıştıklarını, buna eser ve çevirisi üzerine okumanın da eklendiğini söyleyeyim. Günde gerçek ses çalışması benim için bir saat kadardır. Hiç çalışmadığım günler de olmuyor değil. Operayla uğraşmadığınız zaman vaktinizi ne yaparak geçiriyorsunuz? Yemek pişirmeye çok düşkünüm. Benim için bir dinlenme aracı. El sanatları ve dikiş de hobilerimdendir. Dediğim gibi, evde vakit geçirmeyi severim. Kısa bir zaman önce sizi Los Angeles’ta Norma’da izledim. Fevkalade. Bu rolü artık kendinize mal ettiğinizi söyleyebilir miyiz? Sanırım ki evet. Onu her söylediğimde karakteri hakkında yeni şeyler öğreniyorum ve bunları yorumlama fırsatım oluyor. Norma’nın “operaların “Everest”i olduğunu söylemiştiniz. Diğer yüksek zirveler hangileri oluyor? Büyük bel canto rollerinden herhangi biri, örneğin Anna Bolena, Maria Stuarda, Lucrezia Borgia; bunlar da Norma kadar zordur. 12 AKOB | ARALIK 2015 In the 1950’s the Donizetti Queens were revived for Diva Turca Leyla Gencer. What does it feel like taking the roles of some of the greatest singers of all time in today’s revival of bel canto? I don’t think about it in terms of comparing myself with them, that’s a futile effort. We all have different things we offer. Of course I love and adore and admire Sutherland and Callas and Gencer and Caballé and I listen to them for inspiration. I don’t know if I would myself put me in that box, but I would of course like that. I admire them so much that it is amazing to think of myself even being compared with them. At the start of your career, you said that you were not comfortable with acting as much as you felt you needed to. How did you train yourself for the acting part of the stage? I think that early in my training, the schools that I went to and the programs I have attended – I am sure you’ll find this surprising – did not actually offer acting classes. There was no great emphasis on that, there was of course great emphasis on singing and interpretation as far as language and phrasing. But I had no formal training in acting. You can say that I was a little behind the game. I think doing a work like Norma over and over again has really helped me develop as an actress to the level that I am now comfortable with it. The demands on your voice as a bel canto singer is considerable and your schedule is full. How do you practice? What is it you do not to burn yourself out? I have always been sort of a quiet, stay-home kind of person. I get a lot of sleep, I do not drink alcohol, I don’t even like coffee all that much. I naturally avoid those things. I drink a lot of water, I try in general to take care of myself. In terms of practicing, you will find that most performers practice a lot mentally, go over their parts, translations, read about opera and singers in their heads. Actual singing per day is quite minimal for me. I probably sing maybe an hour a day. Some days I don’t sing at all. What non musical hobbies take up our time when you’re not involved with opera? I love to bake actually. I find it a great relaxation tool for me. I like arts and crafts and sewing also. I am kind of a domestic sort of a person. I’ve heard your Norma in Los Angeles a short while ago which was fantastic. Is it safe to say that you’ve made this role your own now? I think so. I think every time I sing her she becomes more and more my own, I find out different things about her that I’ like to expound on, so, yes, I think so. Angela Meade Los Angeles Opera'nın 2015-16 sezonu gösterimi Norma’da başrolde. (Foto: Ken Howard). Angela Meade as Norma in the Los Angeles Opera's 2015-16 season (Photo: Ken Howard). I read somewhere you said that Norma is the Mt. Everest of operas. Can you tell me some of the other high peaks? Well, any one of the big bel canto roles, like Anna Bolena, Maria Stuarda, Lucrezia Borgia, they ask a lot of the same things that Norma asks. 2015’in Mayıs ayında tenor John Myers ile evlendiniz. Bu kadar çok seyahat gerektiren bir mesleki yaşam tarzı ile aile hayatını nasıl bağdaştıracaksınız? Bu iyi bir soru. John ve ben de bu konu üzerinde düşünüp ona göre uzun vadeli planlar yapmaya çalışıyoruz. Bir bebek sahibi olmak bizim hayatımızı gerçekten çok karıştıracak gibi görünüyor. You just got married to tenor John Myers in May 2015. How are you going to reconcile family life and professional life that requires so much traveling? That’s a good question. John and I have been talking about that a lot, trying to figure out. If we are to have a baby our life would get very complicated indeed. Sahnede beraber yer alma planlarınız var mı? Belki Norma? Birlikte birkaç eserde yer aldık. Zaten beş yıl önce İrlanda’da bir gösteride tanışmıştık. Orada Mercadante’nin Virginia operasında beraberdik. Sonra Oregon’da birlikte Traviata’yı söyledik, birkaç konser verdik. Norma da bir gün olabilir umarım, çünkü Pollione rolü zaten John’un sevdiği bir rol. Do you have any plans to sing together? Norma maybe? We’ve done a couple of things together. We’ve actually met on a gig in Ireland five years ago. We were singing in the same opera Virginia by Mercadante. We’ve also done a Traviata together in Oregon and a couple of concerts together. Norma will happen one day I’m sure since John actually likes to sing Pollione. Üzerinde çalıştığınız kayıt projeleri var mı? Opera Rara ile geçen Haziran’da Donizetti’nin Le Duc d’Albe operasını kaydettim. Piyasaya ne zaman çıkar tam bilmiyorum ama herhalde 2016 yazına kadar hazır olur Are there any current recording projects you are involved in? I just recorded Donizetti’s Le Duc d’Albe with Opera Rara this last June. I am not sure when the release date is, but it should be out by the summer of 2016. Son olarak, gelecek sezon programınızda sizi heyecanlandıran hangi eserler var? Detayları vermem zor ama İspanya’da bir çok yerde bel canto söyleyeceğim diyelim: Anna Bolena ve Norma bunların arasında olacak. Finally, what will you be doing next season that you are excited about? Well, I can’t tell you the details but let’s say that I’ll be doing a lot of bel canto singing in Spain: Anna Bolena, Norma, among others. ARALIK 2015 | AKOB 13 Algı, Muhakeme, Uygulama başlıyor! Sonra o kalabalık hep birlikte bağırmaya başlıyor! Çalgıcıların sesi de yükseliyor! Bir ara herkes duruyor! Bir alkış daha kopuyor! Sıkıntıdan cep telefonuyla oynamaya başlıyorum. Sonra devam ediyor! Sahnede bağıranların Türkçe bağırmadığını fark ediyorum! Acaba bunlar hangi dilde konuşuyorlar diye dikkat etmeye başlıyorum! Fakat hangi dil olduğunu algılayamıyorum. Bu böyle tam bir saat sürüyor! Işıklar yanıyor! Sahnedeki görüntü kayboluyor! Bu işkencenin devam edeceğini yanımda oturanların konuşmalarından anlıyorum. İçeriye girmeden bilet alınıyor! Böyle bir işkenceye bir de para verdiğimi düşünüyorum! Zararın neresinden dönsem kârdır düşüncesiyle oradan çıkıp gece geç olmadan evime gidiyorum. Yolda bu nasıl bir zulümdür diye düşünüyorum! Selman Ada ÖNCE ALGILARIZ İki yuvarlak dönen şey, yolda ilerleyen, üstüne oturulabilen, kırmızı renkli! Daha evvel hiç görmediğimiz bir şeydir bu! Arkasından muhakemeye başlarız: Bu nedir? Ne işe yarar? Hangi maddeden? Sonra uygulamak isteriz: Bu aşamada biri bizi görürse, kırmızı bir bisiklete binmeye çalıştığımızı algılar! Bisiklet somuttur! Elle tutulur, belli bir yer kaplar, pedallar sayesinde hareket edebilir. BİR BAŞKA ÖRNEK Karanlıktayız! Bilemediğimiz bir nedenle kısa bir alkış oluyor! Sonra göremediğimiz çalgıcılar bir müzik çalıyor! Bu durum karanlıkta dört beş dakika kadar sürüyor! Karanlıkta başkaları da var! Müzik durduğunda tekrar bir alkış kopuyor! Bu alkış biraz daha güçlü. Sonra karşımızda canlı bir görüntü beliriyor! Müzik yeniden başlıyor! Bir hareketlenme var! Birden bire bir adam bağırarak şarkı söyler gibi konuşuyor! Ne dediği pek anlaşılmıyor! Biraz sonra bir de kadın bağırmaya başlıyor! Derken karşıdaki platforma 50-60 kişi yanlardan giriyor! Üzerlerinde tuhaf elbiseler var! Hiçbir şey anlamamanın sıkıntısı 14 AKOB | ARALIK 2015 Ertesi gün işe gittiğimde arkadaşlarım soruyor “nasıldı dün gece” diye. Azıcık utanıyorum. Hiçbir şey anlamadım demek istemiyorum! “Güzeldi” diyorum! Daire başkanım soruyor neler hissettin diye. Renkli bir geceydi diyorum. Don Jose’yi kim söylüyordu diye soruyor. Mahçup olmamak için “dikkat etmemişim” diyorum. “Olur mu ya, en önemli tenor rolü” diyor! Tipini soruyor. Hatırlayamıyorum! Kâbus iş yerimde de bir süre devam ediyor! Bir daha böyle acayip bir durumla karşılaşmam inşallah diye dua ediyorum. KONU KAPANIYOR Opera soyuttur. Elle tutulmaz! İzlenir. Göz ile kulak aynı anda algılar. Konu özetini önceden okumak gerekir. Batı müziğine aşina olmayı gerektirir. İnsan sesinin güzelliğini, mikrofonsuz şarkı söyleyenlerin nasıl da en arka sıraya o sesi duyurabildiğini düşünmek gerekir! Müziğin üstüne kurulu bir tiyatrodur aslında opera. Müziğin ne kadar etkili bir imkân olduğunu anlarız. Bu konuda ilerlemek istiyorsak aynı eseri en az üç kere izlemeliyiz. Her izlemede daha evvel algılayamadıklarımızı algılarız. Ayrıca o eserin bazı aryalarını evde de YouTube’tan dinlemeliyiz! Bir süre sonra meraklarımızın, anlayışımızın arttığını görürüz. Bunun için biraz zaman ayırmamız bizi opera meraklısı bile yapar. Başlangıçta operayı kâbus zannetme nedenimiz olayı algılayamamaktan kaynaklanır. Algı arttıkça muhakememiz de artar. Muhakeme arttıkça artık bisiklete biner gibi operaya gitmeye ve en önemlisi zevk almaya başlarız. Bu zevk soyuttur. İnsanı insan yapan en ince aşama olan “estetik” artık hayatımıza müzik ve dramla girmiş bulunmaktadır. (20-01-2016) MÜZİK AŞKTIR "Orkestra İçin Varyasyonlar" ve 21. Yüzyılda Müzik Üzerine Düşünceler Steven R. Lebetkin stringsandbrass@gmail.com "Kanımca, yaklaşık 100 yıl önce çağdaş müzik bestecilerinin çoğu kullandıkları teknikler ile başarılı bir şekilde dinleyicileri insanların duyumsayabilecekleri ve beğenecekleri seslerden giderek uzaklaştırmakta çok şey yapmışlardır. Genelde kendine dönük olan besteciler, sıkça kendileri ve meslekdaşları için beste yapmışlar; çoğu insanın dinleyip beğeneceği kapsamdan uzak olan atonalite ve diğer karmaşık teknikleri izleyerek dinleyicilerin kendi düzeylerine çıkmasında ısrarcı olmuşlardır." 16 AKOB | ARALIK 2015 MUSIC IS LOVE “Variations For Orchestra” and Thoughts On Music in the 21st Century Çeviri: Nihat Taner taner13@gmail.com “In my view, about 100 years ago many composers of contemporary music did much to successfully alienate audiences through the use of techniques that brought music further and further away from musical sounds that human beings are able to process and enjoy. Largely self-indulgent, composers often wrote for themselves and their peers, insisting that listeners rise to their standards as they pursued atonality and other complex techniques, many of which are beyond the scope of what we as humans can hear and appreciate.” Müzik aşktır. Tıpkı aşık olduğumuzdaki gibi müzik beyni etkiler. Mükemmel müzik beynimize ulaştığında duyumsanan o harika aşk duygusudur. Bizim gibi müzik dinleyerek aşkı hisseden kişilere yakınlık duymamızı sağlar. Müzik bizi daha iyi bir konuma getirir. Türkiye’yi ziyaretimin ilk amacı “Orkestra İçin Varyasyonlar”adlı bestemin Maestro Vladimir Lungu’nun yöneteceği Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası tarafından yapılacak Dünya Prömiyeri içindi. Ancak seyahat tarihim yaklaştıkça, gezimin amacı doğal bir şekilde dört Türk kentinde (İstanbul, İzmir, Mersin ve Adana), önde gelen üniversiteler ve konservatuarlarda bir dizi kompozisyon master class’ı ile büyüdü. Derse katılanlar kompozisyon öğrencileri, teori ve kompozisyon profesörleri ve toplumdan gözlemcileri içeriyordu. Bütün bunlar olurken, Türkiye ve tüm dünya politik bir karmaşa içindeydi. Dünya genel olarak büyük bir huzursuzluk içinde. Mesajım, en yeni orkestral calışmalarımdan birinin sunumundan yola çıkarak; çok daha kapsamlı bir barış ve sevgi mesajına dönüştü: Harika müziği harika yapanın ne olduğunu ve dinlemenin verdiği neşe ile nasıl barış içinde bir araya gelebileceğimizi anlatmak. Beni konuk eden ve müziğimi dünya genelinde sevgi ve barış mesajıyla birlikte kucaklayan Türkiye’nin güzel insanlarına teşekkür ediyorum. Amerika’ya, büyük dinleyici kitlelerine ulaşacak, çağdaş müziğin gelişimine yönelik yenilenmiş bir adanma duygusuyla döndüm Son yüz senede besteciler asırlardır daha kalabalık olan bir dinleyici kitlesini, kendilerine dönük teknikler ve kompozisyon çalışmalarıyla yitirmişlerdir. Karmaşık tizlik ve ritmik düzenlemelerin kullanımı müzikal ürüne ve bestecilerin dünya ile etkileşimine hayli zarar vermiştir. Usta sınıflarımın hepsinde beste yaparken kullandığım “sistem”in ne olduğu sorusuyla karşılaştım. Her defasında yanıtım ayniydi: “Kompozisyon yapmak denilen yüce sanatı öğrenin, zaman içinde müzik diliniz ortaya çıkacaktır!” Bugün bildiğimiz büyük müzik kompozisyonlarının araç ve yöntemleri Haydn tarafından son dönem eserlerinde geliştirilmiş ve birkaç yüzyıl sonra 21. yüzyılın müziğine ulaşmıştır. Kişinin ses perdelerini nasıl düzenlediğine bakılmaksızın, temel kompozisyon tekniklerinin usta ve yetenekli bestecilerin ellerinde uygulanması, tüm dünyaca ulaşılabilecek ve zevk alınabilecek müziklerle sonuçlanacak ve bu bizi daha iyi bir konuma getirecektir. Bu yıl bitirmeyi umduğum eserlerin arasında; 1) Yeni bir büyük bale - Dünya’nın Dönemleri (küresel ısınma konularını da içeren), 2) Bir opera/oratoryo - Spoon River (Stravinsky’nin Oedipus Rex geleneğinde), 3) Birçok Oda Müziği bestesi var. “Great music, regardless of style or period or musical language, can only in my view be successful with adherence to the compositional techniques first developed by late Haydn and carried forward all the way through to Bartok, Britten, and the music of our time.” Music is love. Music stimulates the brain in the same way as we feel love for others. The human experience is that wonderful feeling of love generated when great music comes into our brains. It enables us to feel connection with others that also feel love through the joy of listening and knowing that others feel the same way. Music brings us to a better place. My initial purpose of traveling to Turkey was for the World Premiere of my composition “Variations For Orchestra” in Adana, Turkey under the direction of Maestro Vladimir Lungu and the Cukurova State Symphony Orchestra. However, as the date approached for the trip, the purpose of my trip expanded in a natural way to include a series of master classes in composition in four Turkish cities: Istanbul, İzmir, Mersin, and Adana and at the leading Turkish universities and conservatories. Class participants included students of composition, theory and composition professors, performers, and observers from the community. While all of this occurred, Turkey and the world found itself in a state of political turmoil. There is great unrest throughout the world. My message evolved from one of the presentation of my newest orchestral work to a much broader message of peace and love through the explanation of what makes great music “great” and how we can come together in peace through the joy of listening. I thank the great people of Turkey and those that have welcomed me and embraced my music together with a message of love and peace throughout the world. I have returned to America with a renewed sense of dedication towards the development of contemporary music in a way that is accessible to a broad audience of listeners. Composers over the course of the last 100 years have lost what was for centuries a larger audience, principally as a result of self-indulgent technical and compositional practices. The use of complex systems of pitch and rhythmic organization have done quite a bit of damage to musical output and the interaction of composers and the world. ARALIK 2015 | AKOB 17 Avrupa’ya yönelerek yeni eserlerimin performans olanaklarını araştırmak ve tüm bölgede yeni dostluklar kurmak için sabırsızlanıyorum. ORKESTRA İÇİN VARYASYONLAR Bu bestenin amacı ve yaşamımın önemli bir bölümünün misyonu klasik müziği daha geniş kitlelere ulaştırmak oldu. Kanımca, yaklaşık 100 yıl önce çağdaş müzik bestecilerinin çoğu kullandıkları teknikler ile başarılı bir şekilde dinleyicileri insanların duyumsayabilecekleri ve beğenecekleri seslerden giderek uzaklaştırmakta çok şey yapmışlardır. Genelde kendine dönük olan besteciler, sıkça kendileri ve meslekdaşları için beste yapmışlar; çoğu insanın dinleyip beğeneceği kapsamdan uzak olan atonalite ve diğer karmaşık teknikleri izleyerek dinleyicilerin kendi düzeylerine çıkmasında ısrarcı olmuşlardır. Bartok, Hindemith, erken döneminde Stravinsky, Britten ve bir ölçüde Alban Berg ve birkaç besteci daha müzik dilini ve tonaliteyi geliştirerek dinleyicilere kolaylıkla ve keyifli bir şekilde ulaşılabileceğini gördüler. “Variations For Orchestra” geçen yıl bestelenmiş ve Dünya Promiyeri 4 Aralık 2015’te Adana / Türkiye’de Maestro Vladimir Lungu’nun yönettiği Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilmiştir. Maestro Lungu ile aramızda Atlantik ötesinden, milli sınırları ve kültürel farklılıkları aşan bir dostluk oluşturduk. Bir kez daha, müzik dünyaya barış getirmekte ve bizleri daha iyi yerlere taşımaktadır. Bu yetenekli orkestra şefine minnettarım, aramızda yaşam boyu sürecek bir bağ oluştu. Bu bestem ve bestelemekte olduğum diğerlerinde, 19181922 arasında çağdaş müziğin nasıl bestelendiğine bakıyor ve tonaliteyi kısmen araştırılmış olan yeni alanlara taşıyorum. Tonalite ölmemiştir; tonalite ile güzeli aramaya devam ederek keşfedilmeyi bekleyen seslerin oluşturulması konusunda yeni yöntemlerin bulunması için yapılacak çok şey var. Yukarıda belirttiğim gibi, bunu güncel projelerimde yapmaya devam ediyorum: “The Cycle of the Earth - Dünyanın Dönemleri” bir büyük bale ve “Spoon River – Spoon Nehri”, bir Opera/Oratoryo. Stil, dönem veya müzik dilinden bağımsız olarak; kanımca büyük müzik, ancak Haydn’in son döneminde ilk kez geliştirdiği; Bartok’a, Britten’e ve günümüz müziğine taşınmış olan kompozisyon tekniklerine sadık kalınarak başarılı olabilir. Karol Rathaus’un (1895-1954) müzik açısından varisi olan Gabriel Fontrier (Amerika’nın Nadia Boulanger’i), Sol Berkowitz ve Leo Kraft gibi 20. yüzyılın olağanüstü bestecileri ile çalışmak ayrıcalığım oldu. Kendi müziğimde ve dünya genelinde genç 18 AKOB | ARALIK 2015 In every single master class I was asked what my musical “system” is that I make use of to compose music. My answer was always the same; learn the great art of musical composition and then over time, your musical language will emerge! The tools of great music composition as we know it today, were developed by Haydn in his late works then carried through several hundred years to the music of the 21st century. Regardless of how one organizes pitches, the application of fundamental compositional techniques in the hands of skilled and talented composers will result in music that is accessible and enjoyable to the world, and bring us to a better place. This year I hope to complete a new grand ballet, The Cycle of the Earth (which includes issues of global warming), an Opera/ Oratorio called Spoon River (following in the tradition of Stravinsky’s Oedipus Rex) and numerous chamber works. I will turn to Europe for performance opportunities and look forward to the making new friends throughout the region. About “Variations For Orchestra” The purpose of this composition and a significant part of my life’s mission is to bring great classical music back to a wider audience. In my view, about 100 years ago many composers of contemporary music did much to successfully alienate audiences through the use of techniques that brought music further and further away from musical sounds that human beings are able to process and enjoy. Largely self-indulgent, composers often wrote for themselves and their peers, insisting that listeners rise to their standards as they pursued atonality and other complex techniques, many of which are beyond the scope of what we as humans can hear and appreciate. Some composers, like Bartok, Hindemith, early Stravinsky, Britten, to some extent Alban Berg, and a few others, saw that there are ways of expanding musical language and tonality while at the same time reaching out to audiences in a more accessible and enjoyable manner. “Variations For Orchestra” was composed last year and its World Premiere took place on December 4, 2015 in Adana, Turkey by the Cukurova State Symphony Orchestra under the baton of Maestro Vladimir Lungu. Maestro Lungu and I have struck up a friendship from across the Atlantic Ocean and transcends national boundaries and cultural differences. Once again, music brings peace in the world and all of us to a better place. I am ever so grateful to this talented conductor and a new lifelong bond has formed. In this work and in others I am composing during this period, I am looking back to the way contemporary music was written at around 1918 to 1922, and then moving tonality forward into new “Stil, dönem veya müzik dilinden bağımsız olarak; kanımca büyük müzik, ancak Haydn’in son döneminde ilk kez geliştirdiği; Bartok’a, Britten’e ve günümüz müziğine taşınmış olan kompozisyon tekniklerine sadık kalınarak başarılı olabilir.” veya yetişkin bestecileri eğitirken bu Avrupa geleneklerini sürdürmekteyim. 1975’te Harpsichord İçin Beş Parça adında, küçük parçalardan oluşan, Barok Dönemini anımsatan bir suit besteledim. Bu çalışma, icracıların ve daha geniş bir dinleyici topluluğunun ilgi kurabileceği, daha bağlayıcı ve ulaşılabilir bir müzik diline doğru ilk adımlardı. Müzik dili gayet doğal ve akıcı olduğu için bu suite emprovizasyonlar mümkündür. Süitteki ikinci parça bir “Air”, aslında bir Sarabande; ¾ zamanlı bir Fransız dans parçası. Air, Bach’ın Goldberg Varyasyonları ile ayni yapıda - tekrarlanan bir “A” bölümü ve yine tekrarlanan bir “B” bölümü var. Bu yıl bu Sarabande üzerine bir orkestral varyasyonlar seti bestelemeye ve Bach’ın Büyük Goldberg Varyasyonları’na (kendi Air’inde 33 varyasyon) saygı sunmaya karar verdim. Esasında bestecilerin “varyasyonlar” olarak adlandırdıkları iki çeşit parça vardır. Basit tarifle birincisi ilgi çekecek bir şekilde başlar, varyasyonların havasına uygun şekilde; ağırlaşarak veya hareketlenerek, majörden minöre dönerek veya benzeri besteci oyunlarıyla ilginç müziğin karakteri değiştirilerek devam eder. Örneğin Brahms/Paganini Varyasyonları’nda olduğu gibi. Ancak, varyasyonun farklı ve nadiren uygulanan bir diğer türü daha vardır (son 100 senede varyasyon besteleyen çok az sayıda besteci vardır). Bu ikinci türde besteci parçanın kendini değil, altındaki müzik yapısını değiştirir (akorlar ve ses önde gelir). Bach bunu Goldberg Varyasyonları’nda, 33 varyasyonun ruh halini, stilini, ritmini, ölçüsünü değiştirerek ve alttaki müzikal yapının çevresinde zengin ve ustalıklı bir kontrapuntal yazımla gerçekleştirmiştir. Bach’ın “Air”i sağ elde tek bir melodik dizek ve bir de bas areas only partially explored. Tonality is not dead; there is much to do in its continued exploration for beauty and new ways to organize sounds that remain to be discovered. As I stated above, I continue to do this in my current projects; a grand ballet, “The Cycle of the Earth”, and “Spoon River”, an Opera/Oratorio. Great music, regardless of style or period or musical language, can only in my view be successful with adherence to the compositional techniques first developed by late Haydn and carried forward all the way through to Bartok, Britten, and the music of our time. I have had the privilege of studying with extraordinary 20th century composers that were musical descendants of the late Karol Rathaus (1895-1954), including Gabriel Fontrier (America’s Nadia Boulanger), Sol Berkowitz, and Leo Kraft. It is these great European traditions I carry on in my music and to the teachings of other composers, both young and mature throughout the world. In 1975, I composed a suite of short pieces called Five Pieces for Harpsichord in a style reminiscent of music from the Baroque Era. This work took the first few steps in the direction of a more cohesive and accessible musical language that performers and a wider audience could relate to. Improvisations are possible in this suite because the musical language is quite natural and fluid. The second piece in the suite is an “Air”, essentially a Sarabande, a French dance piece in time. The Air in the suite has the precise structure of Bach’s Goldberg Variations - an “A” section, which is repeated, and a “B” section, also repeated. This year, I decided to compose a set of orchestral variations on this Sarabande, and to pay homage to Bach’s great Goldberg Variations, a set of 33 variations on his own Air. There are essentially two types of pieces that composers call “Variations”. The first type begins with a catchy tune, simply stated, then followed by a series of pieces that vary the “mood” of the variations, playing a slower or faster version, changing from major to minor, and other composer “tricks” to vary the character of the catchy tune. Think of the Brahms/Paganini Variations as an example. However, there is another type of variation, a far different type, and rarely utilized (in fact few composers have written variations of any kind over the last 100 years). In this second type of variation, a composer varies the underlying musical structure of the tune (the chords and voice leading), not the tune itself. Bach does this in his Goldberg Variations, a set of 33 variations that follow, changing mood, style, rhythm, meter, and add a wealth of masterful contrapuntal writing on around the underlying musical structure. Bach’s “Air” consists of a single melodic line in the right hand, and a bass line. There are no chords. However, two hundred years ago, Western music consisted of a fully developed musical language; the ARALIK 2015 | AKOB 19 dizeğinden oluşmaktadır. Akorlar yoktur. Ancak ikiyüz yıl önce Batı müziği tümüyle gelişmiş bir müzik dilinden oluşuyordu; akorlar ifade ediliyor ve müzik eğitimi almış veya almamış olsun, dinleyiciler tarafından doğal olarak dinleniyordu. Yine her iki elde - sağ el ve sol el partisini, (melodi ve bas partisi) tek hatta bestelediğim “Air” üzerine olası bir takım varyasyonlar üzerine düşünmeye başladığımda Bach’ın ki gibi bir başlangıç noktam olmadığını farkettim. Belirgin ve genelgeçer bir armonik yapı yoktu. Bir armonik dile bağlı, bir takım varyasyonları takip edebilecek belirli bir yol haritası olmadan akılda kolayca kalan melodiyi kaldırarak bas dizeği bırakamadım. Armonik dil son 100 yıldan fazla dönemde o kadar köklü değişikliklere uğradı ki, bu parça için ortalama dinleyicilere “doğal” gelebilecek yeni bir dil yaratmam ve sonrasında melodiyi çıkararak müzikal varyasyonlar bestelemem gerekiyordu. Böylece üzerinde çalışabileceğim - Bach’ın başlangıç noktası gibi, ama farklı bir yapı elde edebilecektim. Ancak, daha geniş bir dinleyici kitlesinin klasik müziğe ilgisini çekebilmek için yeni dildeki varyasyonların kolay takip edilebilecek bir öykü rotasının olmasını dinleyicilerin takdir edebileceğini düşündüm. Bu nedenle “vefat etmiş” yaklaşık 20 besteciye davet gönderdim ve bu iyi bilinen ustalardan kendi tarzlarında ama 21. yüzyıl için bir varyasyon bestelemelerini istedim. Her müteveffa besteci tümüyle armonize temayı alacaktı. Sonuç bu yeni lisandaki armonize temadan oluşan; ardından (altısı saygın “konuklar” ve sonuncusu ev sahibi benim olan) yedi varyasyonun ve finalin geldiği “Orkestra İçin Bestecilerin Varyasyonları” oldu. “Konuk” besteciler Paul Hindemith, Johannes Brahms, Aaron Copland, Maurice Ravel, Richard Wagner ve Bela Bartok’tur. Beethoven’i bir varyasyon “bestelemesi” için davet ettim. Diğer “önemsiz” bestecilerle ayni kefeye konamayacağını belirterek kararlı bir şekilde teklifime karşı çıktı. Kendisi olsa olsa finali besteleyebilirdi. Ve, öyle de oldu, 7. Senfoni’nin birinci bölümüne benzer bir müzikle başlayarak, arkadaşı Mozart’ı Sihirli Flüt Üvertürü havasında bir füg bestelemeye davet ettik. Beklendiği gibi Herr Beethoven Mozart’ı yana itekleyerek kontrolü kendisi aldı. Beethoven finali sadece Beethoven’in yapabileceği dur durak bilmeyen bir gayret ve tantanalı bir büyük bitişle tamamladı. Beethoven’in “Final”i, bu eserin prömiyerinin yapıldığı Adanalı müzikseverlere bir saygı ifadesi olarak kısa bir “ala Turca” parça içeriyordu. 20 AKOB | ARALIK 2015 chords were implied and heard naturally by listeners, whether musically trained or not. As I began to think through the possible composition of a set of variations to the Air that I had composed, also with a single line in each hand (melody and bass line), I realized that I did not have a starting point equal to Bach’s. There was no implied and universally “heard” harmonic structure. I could not remove the catchy tune and leave a bass line if listeners were without a road map, a harmonic language to latch onto, and then be able to follow through a set of variations. The harmonic language of music changed so radically over the last 100 plus years that I needed to create a language for this piece that sounded “natural” to the average listener, and then strip off the melody and begin composing this type of musical variations. I would then have a starting point, similar to Bach’s starting point - different music, but a structure to work with. However, in order to capture the interest of a wider audience for classical music, it occurred to me that listeners might appreciate it if there were an easy to follow story line to further support the variations with a new language. I therefore sent out invitations to some 20 “deceased” composers, and asked these well known composers to each compose a variation in their style of music, but in the 21st century. Each deceased composer would receive the fully harmonized theme. The result is a “Composers’ Variations For Orchestra”, which consists of a harmonized theme in this new musical language, followed by seven variations (six by the honored “guests” and the last by “me”, the host), and a finale. The composers of the other variations are Paul Hindemith, Johannes Brahms, Aaron Copland, Maurice Ravel, Richard Wagner, and Bela Bartok. I invited Beethoven to “compose” a variation. Beethoven steadfastly refused, declaring that he would not mix with other “lesser composers” and write a variation; he would only compose the finale! So, he did, with music reminiscent of his Seventh Symphony first movement to begin, and then invited his friend Mozart to compose the fugue with ideas from the Overture to The Magic Flute. As one would expect, Herr Beethoven took control from Mozart and pushed him to the side. Beethoven finished the finale with typical relentless drive and fanfare for a big ending, and in a way that only Beethoven could accomplish. The Beethoven “Finale” includes a brief section of “ala Turca” music in honor of the people of Adana, Turkey, the place of the premiere of this work. “Orkestra için Varyasyonlar” Üzerine Yorumlar Comments on the “Variations for Orchestra” Vladimir Lungu Vladimir Lungu Kader Amerikalı ve Romanyalı iki müzisyenin yaşamlarını ve yollarını Adana, Türkiye’de kesiştirdi ve buluşturdu. Burada, New York’tan bir Amerikalı bestecinin, Steven Lebetkin’in “Orkestra için Varyasyonlar” bestesinin Dünya Prömiyerini yönetmek onuruna sahip oldum. Aramızda yaşam boyu sürecek bir dostluk bağı oluştu. Destiny has led the life and paths of two musicians - American and Romanian - to converge and intersect in Adana, Turkey. Here I had the honor to conduct the World Premiere of "Variations For Orchestra" composed by Steven Lebetkin, an American composer from New York, and to also form a close bond and lifelong friendship with him. Aralarında Gabriel Fontrier, Leo Kraft, Sol Berkowitz, Hugo Weisgall ve George Perle gibi ustaların bulunduğu hocalarından öğrendiği farklı stiller ve kompozisyon tekniklerini virtüözce kullanan Sayın Lebetkin, kendi yaratıcı kimliğinin ışığında geliştirdiği eseriyle Adana halkına eşsiz bir “müzikal söyleşi” sundu. Through his work Mr. Lebetkin offered to the public in Adana an exceptional "musical conversation", demonstrating the virtuous knowledge of different styles and compositional techniques of the great composers learned from his mentors and teachers that included Gabriel Fontrier, Leo Kraft, Sol Berkowitz, Hugo Weisgall, and George Perle, developed in the light of his own creative personality throughout his fruitful activity. Maestro Lebetkin ile tanışmak ve onun rüya gibi Ravel, anıtsal Wagner, sihirli Copland, çarpıntılı Bartok ve diğer bestecileri içeren orkestral varyasyonlarının prömiyerini yönetmek gerçek bir zevkti. Ve tabii ki davetkâr ve özgün parçası, coşkulu ve büyüleyici Lebetkin varyasyonu. Adana’nın cömert insanları bizi uzun süren alkışlarla ödüllendirdi. Maestro Lebetkin gayet ulaşılabilir olan yaratıcı ve taze müzik diliyle, modern müzikte büyük bir dinleyici topluluğunun ilgisini çekmeyi başardı. Yakın gelecekte Lebetkin’in adını Türkiye’de ve dünyanın her yerinde konser programlarında görmeyi ümit ediyorum. It has been a very special pleasure to meet with Maestro Lebetkin and conduct the premiere of his orchestral variations, which include the dreaming Ravel, monumental Wagner, spiritual Copland, throbbing Bartok and others. And, of course the welcoming host of this wonderful "party" - the original, exuberant and captivating Lebetkin variation. Lengthy applause was awarded to us with by generous people of Adana. Maestro Lebetkin achieved his goal to arouse a new interest from a larger public audience in modern music with an innovative and fresh musical language that is very accessible. I hope in the near future to see Lebetkin's name on concert programs in Turkey and around the world. ARALIK 2015 | AKOB 21 KİTAP NOTALARI HARFLERE ÇEVİRMEK Cengiz Kara (*) Orkestra Şefi Leningrad Senfonisi Sarah Quigley Kırmızı Kedi Yayınevi, Roman, 1. Basım, Şubat 2015 Çeviren: İlknur Özdemir II. Dünya Savaşı arifesinde Leningrad halkı kaygılı bir bekleyiş içindedirler ve nihayet 8 Eylül 1941’de şehir Nazi birlikleri tarafından kuşatılır... Şostakoviç kuşatma öncesinde, eşi ve iki çocuğu ile birlikte bu şehirde yaşamaktadır. Savunma birliklerine katılmak için başvurur, fakat ülkenin sanat değerini tehlikeye atmamak adına reddedilir. Ancak şehrin savunmasında görece edilgen bir görev olan itfaiye gözlemcisi olarak geceleri nöbet tutmasına ve siper kazmasına izin verilecektir. Savaş tüm şiddetiyle sürüyor. Sizin ve sevdiklerinizin yaşamları tehlikede. Gün geçmiyor ki kör bir kurşunla veya patlamayla hayatları sönen insanların haberlerini almayasınız. Benliğinizi kuşatan şiddet ve belirsizlik durumu had safhada. Tüm bunlardan kurtulmak, en azından bir mola vermek için geçmiş güzel anıların hayallerine sığınmak veya o zamanları hatırlatan buluşmalar, sohbetler bir yere kadar fayda sağlıyor, ancak olumlu etkileri gün geçtikçe eriyip gidiyor. İnsanlar birbirlerinden kuşku duyuyor. Söylediğiniz bir söz hayatınızı derinden etkileyebilir. Kendinizi çaresiz hissediyor, bir yandan da tutunmak, direnmek, güzel günlere yeniden erişmek için nereden başlamak gerektiğini düşünüyorsunuz… Leningrad (Sankt Petersburg) insanları 1941 ilkbaharında işte böylesi duygular içindeydiler. Sizleri güzel bir kitap okumaya davet ediyoruz. Eğer isterseniz, şimdilerde kolayca erişim sağlayabileceğiniz bir eser olan Şostakoviç’in 7. Senfonisi eşliğinde başlayabilirsiniz ve kitap bittikten sonra yeniden dinlemenizi öneririz. II. Dünya Savaşı arifesinde Leningrad halkı kaygılı bir bekleyiş içindedirler ve nihayet 8 Eylül 1941’de şehir Nazi birlikleri tarafından kuşatılır. Hitler’in öngörüsü, şehrin kısa zamanda düşeceği şeklindedir. Bundan o kadar emindir ki 9 Ağustos 1942’de Leningrad Astoria Otel’de kendisinin de 22 AKOB | ARALIK 2015 katılacağı bir kutlama planlar. Şostakoviç kuşatma öncesinde, eşi ve iki çocuğu ile birlikte bu şehirde yaşamaktadır. Savunma birliklerine katılmak için başvurur, fakat ülkenin sanat değerini tehlikeye atmamak adına reddedilir. Ancak şehrin savunmasında görece edilgen bir görev olan itfaiye gözlemcisi olarak geceleri nöbet tutmasına ve siper kazmasına izin verilecektir. Diğer yandan Sovyet liderler ünlü besteciye - eserlerindeki eleştiri tonu ve devrime bağlılığındaki kuşkular - nedeniyle belli bir mesafeyi korumayı yeğlemekle birlikte, büsbütün uzak da kalamazlar. Şostakoviç, Leningrad savunması üzerine bir senfoni yazmaya karar verir ve Sovyet yönetimi tarafından olumlu karşılanır. Bu aynı zamanda Şostakoviç’in 7. Senfonisi olacaktır. Büyük sanatçıları hayranlıkla karşılarız. Verdikleri eserler bir süre sonra adeta o insanlardan kopar ve varlıklarını kendi başlarına sürdürürler. Herhangi bir eserin yaratıldığı koşullar, bir insan olarak sanatçının yaşamı, erdemleri, hataları, zaafları, basit gündelik sevinçleri, zorlukları, tümüyle unutulmasa da zaman tarafından gizlenir. Eser sahibi, yapıt ve sanatsever arasındaki, belki ıraksama olarak adlandırabileceğimiz mesafeleri kat etmenin bir yolu, sanatçının günlük gaileleri ve yaşadığı tarihsel dönem üzerinde fikir sahibi olmaktan geçer. İşte, 1967 Yeni Zelanda doğumlu ve halihazırda Berlin’de yaşayan bir yazar olan Sarah Quigley, kitabında bize bu olanağı sunuyor. Diyelim ki bir bestecisiniz. Savaş göstere göstere kapınıza dek dayanıyor. Bir beste yaparak tepkinizi ortaya koymak, desteğinizi göstermek istiyorsunuz. Geceleri yüksek bir binanın tepesinde yangın gözlemciliği yapıyorsunuz. Sabah eve döndüğünüzde size hasret, desteğinize muhtaç bir eş ve iki çocuğunuzu hayatta bulamama olasılığı var. Yiyecek içeceğiniz, yakacağınız giderek tükeniyor. İnsanlar, bombadan, açlıktan veya soğuktan ölüyor çevrenizde. Bir yandan da hayal ettiğiniz sesleri not edecek kâğıt bulmakta bile zorlanıyorsunuz. En büyük korkunuz evin bombalanması ama diğer yandan ironik bir şekilde, piyanonuzun zarar görmesi... Bin bir zorluk arasında eserin ilk iki bölümünü (Allegretto, Moderato-poco allegretto) bitiriyorsunuz. Hemen ardından yönetim tarafından şehirden tahliye ediliyorsunuz. Kalan iki bölümü (Adagio, Allegro non troppo) şehrinizden uzakta tamamlıyorsunuz. Diyelim ki bir radyo orkestrasının şefisiniz. Yatalak bir anneniz var ve sizden başka bakacak kimsesi yok. Kuşatma altında onca yoksunluk içinde müzisyenlerinizi bir arada tutmaya çalışıyorsunuz. Büyük bestecinin eserinin, biten birinci bölümünü ilk dinleme onuru size veriliyor, üstelik bunu piyanosunda doğrudan Şostakoviç seslendiriyor. Diliniz tutuluyor. Beğeninizi ancak kağıda tek bir sözcük yazıp, kapısının altından atarak gösterebiliyorsunuz: “Muhteşem!” Eserin Leningrad prömiyerini yönetme görevi size veriliyor. Oysa doğrudan besteci yönetir sanıyordunuz. Elinizdeki müzisyenler yok denecek kadar az. Olanlar da ya bir bir cepheye gidiyor, ya da açlıktan ve soğuktan ölüyor. Cepheden dönen bir fagotçuyu görünce heyecanlanıyorsunuz, fakat!... Sağ elinin dört parmağını siperde bırakmış. Provaya geç kaldı diye günlük tayınını kestiğiniz tromboncunun mazeretine aldırmaz görünüyorsunuz; eşini defnettiği için geç kalmış. Siz de birkaç gün önce annenizi bir battaniyeye sarıp gömmüştünüz, ancak kimseye söylemediniz. ARALIK 2015 | AKOB 23 kadar hoparlörler yerleştirildi. Sanatçılar yaz günü olmasına rağmen açlık sebebiyle titrediklerinden, kalın giysiler ve sadece parmak uçlarını açıkta bırakan eldivenler giymişlerdi. Şefleri Karl İlyiç Eliasberg ile birlikte orkestra mevcudu sadece on beş kişiydi. Çok başarılı geçen Leningrad prömiyeri bir saat boyunca coşkuyla alkışlandı. Kuşatma 18 ay daha devam etti ve sonrasında konserde görev alan sanatçılar birer madalya ile ödüllendirildiler. Psikolojik ve siyasi etkilerinden dolayı çok önemli kabul edilen bu tarihi konseri anmak için 1964 ve 1992’de hayatta kalan müzisyenleri bir araya getiren konserler düzenlenmiştir. Senfoni, 1946-1947 sezonunda Berlin’de de seslendirildi ama savaş sonrasında konser salonlarında kendisine fazla yer bulamadı. Diyelim ki Kirov balesinden tanınmış bir dansçısınız; bakmaya kıyılamayacak güzellikte bir balerin… Bir şarapnel bacağınızı neredeyse kopartıyor. Bırakın dans etmeyi, ancak zorlukla yürüyebileceksiniz kalan yaşamınızda. Diyelim ki olgunluk çağında iyi bir kemancısınız. Eşiniz bir süre önce veremden ölmüştü. Dokuz yaşında, annesi gibi viyolonsel çalan kızınızla yaşıyorsunuz. Savaş başlayınca güvenliği adına onu şehirden gönderiyorsunuz. Gitmek istemiyor, en azından viyolonselini de yanına almak istiyor ama hayır; götüremez. Aylarca ondan haber alamıyorsunuz. Bombardımanda, çocukları taşıyan trenin isabet aldığı dedikoduları var ama şehirden ayrılamıyorsunuz. Yanınıza sığınan bir akrabanıza, kızınızın viyolonselini konserve karşılığında birine verecekken son anda engel oluyorsunuz. O kadar soğuk ki yaksanız sizi biraz ısıtabilecek o enstrumana sarılarak uyuyorsunuz geceler boyu. Bir gün viyolonselin içinden, kızınızın şehirden ayrılmadan kısa süre önce koyduğu, ölmüş annesine hitaben yazdığı mektupçuklar çıkıyor: ‘’Anne, çalgıların insanları hatırlayacağını düşünüyor musun? Ben düşünüyorum. Bazen çelloyu elime aldığımda bana seni anlatmak istiyor. Şimdi beni de hatırlatacak, çünkü yarın şehirden ayrılıyorum. Ama babamdan onu ne pahasına olursa olsun korumasını isteyeceğim. Zaten çok geçmeden Leningrad’a döneceğim. Saygılarımla, Sonya’’ Leningrad konserinin tarihi 9 Ağustos 1942 olarak belirlenmişti. Bu tarih, Hitler’in Leningrad’ın düşeceğini öngördüğü ve Astoria Otel’de kutlama hazırlıklarına başladığı gündü. Bomba sesleri ile kesilmesin diye konser öncesinde Alman topçu birlikleri Sovyet ordusu tarafından ağır biçimde bombalandı. Şehre yayın yapmak için sokaklara ve gerek Sovyet, gerekse Alman askerlerine konseri duyurabilmek için ilk siper hatlarına varana 24 AKOB | ARALIK 2015 Sovyetler Birliği’nde eser, ilk bölümde betimlenen Nazi şiddeti karşısında Kızıl Ordu’nun gücünü yeterince aktarmamakla suçlandı. Batıda ise Stalin’in isteğiyle yaratılmış bir yapıt olarak kabul edildiği için Soğuk Savaş boyunca gözden düştü ve terk edildi. Şostakoviç’in ölümünden sonra ABD’ne göç eden Sovyet müzik eleştirmeni Solomon Volkov tarafından bestecinin anıları yayınlanınca senfoni hakkındaki yorumlar değişti. Anılarda, Şostakoviç’in aslında Stalin karşıtı olduğu görülüyordu. Başlangıçta kitap hem doğuda, hem batıda “sahte’’ olarak değerlendirilmişse de Gorbaçov dönemi ve özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Şostakoviç’in eserleri “siyasi sistemin gizli bir eleştirisi” olarak yorumlanmaya başladı. Günümüzde Şostakoviç’in eserleri dünya konser salonlarında sıklıkla seslendirilse de Leningrad Senfonisi çok seyrek çalınmaktadır. Eserin uzunluğu, günümüz izleyicisine hitap etmediği şeklinde görüşler dile getirilir. Diyelim ki kendinizi çaresiz hissediyor, bir yandan da tutunmak, direnmek, güzel günlere yeniden erişmek için nereden başlamak gerektiğini düşünüyorsunuz. Leningrad Senfonisi’ni okumaya ne dersiniz? Direnen insanlara saygıyla; iyi okumalar! (*) Mersin 1964 doğumlu. Kabataş Erkek Lisesi 1981, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi 1987 mezunu. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda; yazarlık, roman inceleme ve ileri öykü seminerlerine devam etti. Öykülerinden bazıları edebiyat dergilerinde yayınlandı. Kurşun Kalem Öykü Ödülü kapsamında yayınlanan “Zayak” adlı bir öykü kitabı var. Çanakkale'de beyin ve sinir cerrahisi uzmanı olarak çalışmaktadır. ANKARA İZMİR İSTANBUL OPERA / OPERET OPERA / OPERET SARAYDAN KIZ KAÇIRMA W.A. MOZART OPERA / OPERET YARASA LA SONNAMBULA (Uyurgezer Kız) J. STRAUSS II V. BELLINI 17, 19 Mart - 21, 23 Nisan 2016 9, 23 Mart - 6, 11 Nisan 2016 CARMEN 17, 18, 19 Mart 2016 G. BIZET 12, 14, 26 Mart - 4, 18 Nisan 2016 DER ZIGEUNERBARON FAUST 7, 19 Mart 2016 ANNE BEN EVLENİYORUM ORATORYO / SENFONİK KONSER MADAMA BUTTERFLY 5, 7 Mart - 9, 12 Nisan 2016 LA TRAVIATA ORATORYO / SENFONİK KONSER 14, 15, 16, 19, 20 Nisan 2016 SİZE DE ÇIKABİLİR (İnteraktif Gösteri) SARIKAMIȘ DESTANI 90 BİN KAR TANESİ 27 Mart 2016 HAYVANLAR KARNAVALI 24 Nisan 2016 A. ADAM 1, 3, 5, 8, 10, 12 Mart - 6, 8, Nisan 2016 MDTist EZEL BAHAR BALE / MODERN DANS 30 Mart - 12 Nisan 2016 B. DEHMEN 16, 20 Mart - 7, 9 Nisan 2016 OSMANLI USÜL MÜZİĞİ P. İ. ÇAYKOVSKİ 5, 10, 24 Mart - 14, 16, 21 Nisan 2016 MDTist ȘEHİRORMAN C. SAINT SAENS / GENESIS/ J. COCKER / K. JENKINS /M. OLDFIELDS P. İ. ÇAYKOVSKİ 16 Mart 2016 DÜNYA DANS GÜNÜ TEMSİLİ 1, 22 Mart - 5, 26 Nisan 2016 GÜNEȘİN SESİ MOZART (MÜZİKLİ ANLATIM) 22, 23 Nisan 2016 KUKLACI A. ÖZMEN 27 Mart - 10, 24 Nisan 2016 KIRMIZI PABUÇLU KIZ VE SİHİRLİ MÜZİK 23 Nisan 2016 M. BALKAN / J. S. BACH / E. ARDAL K. BENGİER / C. İDİZ MÜZİKAL C. İDİZ 9,10 Mart 2016 LÜKÜS HAYAT K. ELBİNGİL M. SESKIR 20 Mart - 24 Nisan 2016 6, 20 Mart - 3, 17 Nisan 2016 ALİȘ İLE MAVİȘ BACH ALLA TURCA / DANSIN RENGİ 30 Nisan 2016 6, 13 Mart 2016 6, 20 Mart - 3 Nisan 2016 U. ARTUN I. STRAVINSKI 1, 2, 3 Mart - 14, 15, 16 Nisan 2016 ÇOCUK ETKİNLİĞİ DEDEKTİF KÖPEK DODO ÇOCUK ETKİNLİĞİ ATEȘ KUȘUİLKBAHAR AYİNİ KANLI NİGAR KONSER SEMPLICE KANLI NİGAR 8 Mart 2016 BALE / MODERN DANS ÇAKIRCALI EFE ORATORYO / SENFONİK KONSER 29 Nisan 2016 C. İDİZ DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KONSERİ 1, 2, 17 Nisan 2016 BAHAR KONSERİ MÜZİKAL 18 Mart 2016 26, 28, 29 Nisan 2016 MDT CINDERELLA 12 Mart - 9 Nisan 2016 ÇANAKALE’ Yİ ȘEHİTLERİNİ ANMA KONSERİ 22 Mart 2016 28, 29, 30 Nisan 2016 2, 13, 20, 28 Nisan 2016 KALP KOROSU 11, 21, 28 Mart 7, 15, 19, 27 Nisan 2016 DÜNYA DANS GÜNÜ ETKİNLİKLERİ A. İNANÇ / A. MARQUEZ / J. P. MANCAYO / M. DEFALLA MDT FINDIKKIRAN 24 Mart 2016 EĞİTİM KONSERİ LE CORSAIRE (Korsan) YEVGENİ ONEGİN İZDOB ODA MÜZİĞİ KONSERİ M. ÖZÇAY BALE / MODERN DANS 18 Mart 2016 FRIDA (Prömiyer) G. PUCCINI 22 Mart 2016 ÇANAKKALE ȘEHİTLERİNİ ANMA KONSERİ HAREM 2, 4 Nisan 2016 25, 26, 29 Mart 2016 F. R. HACIYEV 8, 29 Mart 2016 W.A. MOZART C. GOUNOD J. STRAUSS II (Çingene Baron) ZAİDE KİTAP KURDU İLE CAN HAYLAZLARA KARȘI 3, 10 Nisan 2016 12, 14 Mart - 6, 7, 18, 19 Nisan 2016 ÇOCUK ETKİNLİĞİ SİHİRLİ DÜNYA H. ÖZÖRTEN 10, 12 Mart - 5, 11 Nisan 2016 UYUYAN GÜZEL’İN PERİSİ H. NÜFUSÇU 15, 16, 29, 30 Mart 2016 Mart-Nisan MERSİN SAMSUN ANTALYA OPERA / OPERET OPERA / OPERET OPERA / OPERET KÖROĞLU Ü. HACIBEYOV CARMEN G. BIZET 22 Mart 2016 ROMEO İLE JÜLYET Ch. GOUNOD YAȘA SEN ANNE (Prömiyer) G. DONIZETTI ȘEN DUL F. LEHAR 8 Mart 2016 30 Mart - 13 Nisan 2016 KİLİSE KONSERİ 7 Mart - 4 Nisan 2016 ATATÜRK EVİ KONSERİ SENFONİK KONSER 5 Mart 2016 25 Mart - 22 Nisan 2016 AYIN KONSERİ 23 NİSAN KONSERİ 23 Nisan 2016 BALE / MODERN DANS ATEȘ KUȘU - DANZON 17 Mart 2016 SOPRITONE 14 Mart 2016 DUYGULAR, UMUTLAR VE AȘKLAR KONSERİ 10 Mart 2016 GALA BALE (DÜNYA DANS GÜNÜ) ÜÇ RENK J.S. BACH - M.MARAIS ‘‘İÇ-İN’’, ‘‘ARADA’’, ‘‘DANZON’’M. RAVEL - A. MARQEZ A. DAVRAN, V. ERSOY / G. VERDI 30 Nisan 2016 KİTAP KURDU İLE CAN HAYLAZLARA KARȘI ÇOCUK ETKİNLİĞİ DEĞİRMENDEKİ HAZİNE M. ÖZTÜRK HURREM SULTAN O. TURFANDA 10 Mart - 9 Nisan 2016 NOTRE DAME’IN KAMBURU C. PUGNI - B. HOINIC 26 Mart 2016 DÜNYA DANS GÜNÜ 29 Nisan 2016 K. KORBEK MÜZİKAL KEȘANLI ALİ DESTANI Y. TURA 12 Mart 2016 17 Mart 2016 C.R. REY 12, 15 Mart - 26, 27 Nisan 2016 8 Mart 2016 ÇOCUK ETKİNLİĞİ ÇOCUK ETKİNLİĞİ ÇOCUKLAR IȘILDIYOR (Prömiyer) LÜKÜS HAYAT 11 Nisan 2016 BALE / MODERN DANS 26, 29, 31 Mart 2016 29 Nisan 2016 MÜZİKAL SENFONİK KONSER DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KONSERİ BALE / MODERN DANS F. TÜZÜN - M. RAVEL 21 Nisan 2016 21, 23, 25 Nisan 2016 BAROK KONSERİ 12, 15 Mart 2016 10 Mart 2016 29, 31 Mart 2016 TOSCA (Prömiyer) ÇANAKKALE GEÇİLMEZ KONSERİ ÜÇ SİLAHȘÖRLER (Prömiyer) ÇAKIRCALI MEHMET EFE 3 Mart - 2 Nisan 2016 ORATORYO / SENFONİK KONSER 17, 19 Mart - 14, 16 Nisan 2016 ÇEȘMEBAȘI - BOLERO G. VERDI ORATORYO / SENFONİK KONSER I. STRAVINSKI ÇALIKUȘU MASKELİ BALO 1 Mart 2016 ORATORYO / SENFONİK KONSER G. DONIZETTI 21 Mart - 7 Nisan 2016 9, 14, 16 Nisan 2016 YEVGENI ONEGIN PİYANO ȘAN RESİTALİ L’ELISIR D’AMORE (Așk İksiri) 5, 8 Mart 2016 24 Mart - 30 Nisan 2016 9, 12, 19 Nisan 2016 2016 KÜÇÜK BİR MUCİZE (Prömiyer) 21, 23 Nisan 2016 OPERA OKULDA C. ATİLLA 7, 14, 24, 28 Mart - 4, 27 Nisan 2016 OPERA ATÖLYESİ 7, 14, 21, 28 Mart - 4, 11, 25 Nisan 2016 12, 14 Nisan 2016 16 Mart - 1, 18 Nisan 2016 KÜLKEDİSİ I. NOYAN Genel Müdürlük gerektiğinde programda değișiklik yapabilir. 1 Mart 2016 OPERA OKULDA 2, 4, 9, 22, 23 Mart - 6, 11, 25 Nisan 2016 www.dobgm.gov.tr www.biletiva.com PİYANİST MARTIN BERKOFSKY 9 NİSAN 1943 - 30 ARALIK 2013 Tuğrul Göğüş* mtgogus@gmail.com Homage to a refined and affable friend PIANIST MARTIN BERKOFSKY 9 aprıl 1943 - 30 december 2013 English Translation by: Ali Tarlakazan & İhsan Toksöz A GREAT PIANIST PASSED BY THIS WORLD We may not all be aware, but a great pianist passed by this world - who also lived in Turkey for some time. Extraordinary as a person and wellversed in his art; American pianist Martin Berkofsky passed away almost two years ago, leaving deep permanent marks in our lives and souls. He was one of the most seasoned artists I have ever observed in my professional life. I first listened to this esteemed musician when I was in Izmir State Symphony Orchestra accompanying Franz Liszt’s First Piano Concerto. Vibrant and extraordinary sounds from his piano revealed an unprecedented interpretative talent that I had not heard before. His soft hands and fingers one felt on handshaking turned out to be a 28 AKOB | ARALIK 2015 TÜRKİYE’DEN BÜYÜK BİR PİYANİST GEÇTİ Birçok kişi farkında olmayabilir ama bu dünyadan - hem de Türkiye’de bir süre yaşayarak - büyük bir piyanist geçti. Sanatında mükemmel, kişilik olarak da inanılmaz güzel bir insan olan Amerikalı piyanist Martin Berkofsky yaşamımızda ve ruhlarımızda derin izler bırakarak yaklaşık iki yıl önce sonsuz yaşama göçtü. Martin Berkofsky ertiksel (1) yaşamımda gözlemlediğim en olgun sanatçılardan birisiydi. Ben henüz İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda iken katıldığı bir dinletide orkestramız eşliğinde çaldığı Franz Liszt’in birinci piyano konçertosunda bu değerli müzisyeni ilk kez dinlemiştim. Piyanodan elde ettiği o güçlü ve olağanüstü sesler daha önce hiç karşılaşmadığım bir yorum gücünü ortaya koymaktaydı. Gerçekten de Martin’in el sıkarken pamuk gibi olan elleri ve parmakları piyanonun başında bir devin ellerine ve parmaklarına dönüşüyordu. Çok üstün bir teknik güce sahip olan Martin piyanonun elçinine (2) temas ettiği anda inanılmaz bir enerjiyle yükleniyor, adeta çalgıyla birlikte şaha kalkıyordu. Tüm gücünü odaklandığı piyanoya aktarıyor ve o anda çalmakta olduğu piyano ile bütünleşiyordu. Her katıldığı dinletide elde ettiği performans çizgisini milimetre dahi yitirmedi. Bir sanatçının her keresinde ve farklı yaratılarda aynı başarıyı şaşmaz bir şekilde yakalaması pek olanaklı değildir. Çünkü sanatçı da nihayetinde bir insandır ve iyi günleri olabildiği gibi kötü günleri de olabilir, mutlu günleri, mutsuz günleri olabilir, enerjik günleri, yorgun günleri olabilir. Martin deniz aşırı uzun yolculuklarından hemen sonra dahi verdiği dinletilerde - orkestra eşliğinde ya da tek başına, performansında en küçük bir eksilme olmadan o muhteşem çalışını ve tekniğini sergileme başarısını göstermekteydi. Bu başarısını defalarca gözlemleme şansını elde ettim. Özellikle bir örnek vermem gerekirse; “Çukurova Müzik Dostları Derneği” tarafından düzenlenen “Uluslararası Çukurova Çoksesli Müzik Festivali”nin üçüncü yılında Martin Berkofsky de katılımcı sanatçılardan birisiydi. Dinletisi 18 Mart 2007 Pazar günü Adana’da ve ertesi gün Mersin’de idi. Mersin’deki dinleti için müşterek dostumuz İhsan Toksöz’ün çabalarını unutmak mümkün değildir. Bu dinletilerin hemen öncesinde ise “Çukurova Üniversitesi Adana Devlet Konservatuvarı”nda ustalık kursları verecekti. Bu yakın dostu karşılamaya o tarihlerde adı geçen okulda piyano öğretmenleri olan Can Çoker ve Çağla Çoker ile gitmiştik. Berkofsky uçaktan çok ağır hasta olarak indi; o denli ağır bir grip giant’s instruments in disguise. When he touched his piano’s keys with his highly superior technical skill, he was in a different world, as if in a trance, at one with his instrument. He channelled all his vitality through the piano, united a whole while he played. He didn’t lose even the least little bit of performance quality in his concerts, no matter where. For an artist, it is not possible unfalteringly perform at a superior level consistently. After all an artist is also is a human being, he would have good and bad days, happy and sad days, enthusiastic and weary days. Martin used to give concerts without any noticeable degradation of performance and display his splendid technique, be it an in an orchestral piece or a solo performance, even soon after long overseas travels. I had several opportunities to witness his achievements in this manner. I’d like to mention particularly one of them: Martin Berkofsky was one of the performing artists in the 3rd Çukurova Polyphonic Music Festival, organized by the “Çukurova Music Lovers Society”. His concerts were scheduled to take place on 18th of March 2007, Sunday in Adana and the next day in Mersin. For his Mersin recital we relied on the efforts of our mutual friend İhsan Toksöz there. Before the concerts he was to give Master Classes in Çukurova University Adana State Conservatory. Together with piano teachers Can and Çağla Çoker from above mentioned school, we went to the airport to meet him. Berkofsky came down from the stairs of the plane seriously ill; I had not seen anyone such heavily down with flu ever before. He was immediately taken by Can and Çağla Çoker to their home instead of the hotel. Only two days were left for his performance. Çoker Family fussed and looked after Martin attentively and tried to take care of him as much as possible. Still, on the day of the concert Martin stepped up on the stage seriously ill. A man who normally could barely lift a finger on account of ill health, in this case turned out to be a giant on the stage. Sniffling occasionally, his performance was an overwhelming success. This should be the model of a true artist, I thought, and should be a fine example to the budding artists in the audience. This surely was a miracle! He completed his program in our region (Adana-Mersin) without a hitch. (1) This was the sign of artistry of highest order! ARALIK 2015 | AKOB 29 hastasıyla o güne dek hiç karşılaşmamıştım. Bu seçkin küğcü (3) derhal Can ve Çağla Çoker tarafından alındı ve otel yerine Çoker ailesinin evine götürüldü. Dinletiye henüz iki gün vardı. Çoker ailesi Martin’e çok iyi baktılar ve mümkün olduğunca sağaltmaya çalıştılar. Ancak Martin yine de bu dinletiye çok hasta çıktı. Mucize işte tam da burada! Normalde parmağını kımıldatacak gücü bulunmayan bu hasta insan sahnede bir deve dönüştü, burnunu çekerek de olsa performansını muazzam bir başarıyla tamamladı. Sanatçı böyle olmalıydı ve bu onu dinleyenler için pek mükemmel bir örnekti. Martin bölgemizdeki programını (Adana-Mersin) en ufak bir fire vermeden tamamladı. (4) Saygı duyulacak sanatçı işte budur! BERKOFSKY İZMİR’E YERLEŞİYOR Martin Berkofsky çeşitli dinletiler için İzmir’e birçok kez geldi. Bu dinletilerde biz dostları onu hiç yalnız bırakmadık. Biz kısıtlı sayıdaki dost ve arkadaşları ile ilişkileri gelişti ve derinleşti. Ancak bu durum sevgili Martin’de “gördüğü iyi dostluk ortamının tüm küğ camiasına ait olduğu” şeklinde bir yanlış anlamaya yol açtı. Felsefe olarak tüm dünyaya, insanlığa ve canlılara iyilik yapmak anlayışı ile donanmış olan Martin birdenbire İzmir’e yerleşmeye karar verdi. O “iyilik düsturu”nu, elde ettiği müthiş teknik birikimini, entellektüel donanımını ve küğsel bilgisini, gördüğü bu yakın dostluğa dayanarak artık Türk çocuklarına ve gençlerine aktarmayı hedef edinmişti. Bir yabancı sanatçının bu özverili tavrı kendisinin insani büyüklüğünün göstergesi değil midir? Martin Berkofsky eşiyle birlikte İzmir’e yerleştikten hemen sonra konservatuvarda kendisine verilen öğrencilerle o denli yoğun bir çalışmaya girişti ki bu hepimizi hayretler içerisinde bıraktı. Bir öğretmenin öğrencileri ile bu denli sıkı çalışması ve kendisinden yaşça pek küçük kişilerle tarifi olanaksız arkadaşlıklar kurması, sonunda küğ camiasında kendisine karşı - en hafifinden “çekememezlik” diye adlandırabileceğim, olumsuz duyguların yeşermesine yol açtı. Bir yandan Martin ve öte yandan İzlandalı eşi Anna Malfridur Sigurdardottir öğrencilerle sıkı bir çalışma temposuna girdiler, beri yandan öğrencilerinin her sorunuyla yakından ilgilendiler. 30 AKOB | ARALIK 2015 BERKOFSKYS SETTLE DOWN IN IZMIR Martin Berkofsky visited Izmir many times for various concerts. As his friends, we have never left him alone. His circle of friends developed and took deep roots, especially with local artists. However our dearest friend Martin mistakenly thought that such close and appreciative relations were the standard for the whole community of musicians. As a man of kindness whose philosophy was to do a good turn to the world, to everybody and to every living being, Martin suddenly decided to settle down in Izmir. Soon after his settlement in Izmir with his wife, Martin Berkofsky set out a formidably intense work schedule with his pupils at the conservatory that astounded all of us. His passion to teach by creating mutual warmth and sympathy with his students - which was his peculiarity - brought about adverse feelings towards himself – jealousy, in other words. From then on with his humanitarian approach, he aimed at imparting his accumulated piano technique, intellectual background and his musical knowledge to young students, relying on his experience, but always doing this in a friendly manner. This is a prime example of the admirable behaviour of an international artist and his awesome dedication to his work. Martin and his Icelandic wife Anna Malfridur Sigurdardottir started an intense work schedule, meanwhile caring about and attending to the problems of their students. As and when necessary, to gave free private lessons to students and allowed them to practice at their home without any fee. They looked after their students’ health, nutrition, even took up with their appearances. This ideal teacher - student relationship caused rumors to sprout up. Bazı öğrencileri gerektiğinde evlerinde dahi - hiçbir karşılık beklemeden - çalıştırdılar, piaynolarını kullanmalarına izin verdiler, ayni zamanda öğrencilerinin sağlıklarıyla, beslenmeleriyle ve hatta kılık kıyafetleriyle ilgilendiler. Bu ideal öğretmen-öğrenci ilişkisi ilk dedikoduların çıkmasına yol açtı. Ertesi sabah sevgili Martin ve Anna saat 07.30 sıralarında evime gelerek durumu anlattılar. Martin çok ürkmüş ve Anna da ağlamaktaydı. Güçlükle teskin edebildik. Hakikaten artık bu apartman dairesinde çalışamaz ve yaşayamazlardı. Halbuki ses yalıtımını artırmak için yatak ve yorganlarını dahi piyanonun altına sermişlerdi. Aldıkları bu önlem bile konservatuvarda değişik bir söylentiye yol açmıştı. Eşlik için Anna Malfridur Sigurdardottir ile sözleşen ve bu sanatçı çiftin evlerine giden bir konservatuvar öğrencisi bombayı patlatmıştı: “Martin ve Anna piyanoya o kadar aşıklar ki her biri yorganını, döşeğini kendi piyanolarının altına sermiş, orada uyuyorlar. Bunlar normal bir çift değil, ayrı ayrı uyuyorlar (!).” Çok hızlı bir şekilde bu değerli dostlar için müstakil bir ev bulma çabalarına giriştik. Ancak bulabildiğimiz müstakil evler ya çok pahalı, ya çalışma ve yaşamaya müsait değil ya da ulaşım açısından pek uzaktılar. Kentteki hemen hemen tüm emlakçılara da not bırakmıştık. Nihayet “Narlıdere Sahil Evleri”nde bir tanıdık vasıtasıyla bir ev bulunmuştu. Ancak tarlaların arasında tek başına kalmış olan bu ev pek güvenli değildi. Bu evin hemen yanında da bir gurbetçimizin yaptırmaya başladığı, fakat parası tükendiği için tamamlayamadığı kaba inşaatı tamamlanmış bir ev duruyordu. Tüm güvenlik kaygılarına rağmen Martinler çalışabilmek uğruna bu eve taşınmaya karar verdiler. Bu taşınma işlemi zaten Türkiye’ye gelirken belleri bükülmüş dostlarımıza hayli ağır bir külfet getirdi. Yeni bulunan bu evin yaşam sürdürmeye olanaklı kılınması da Anna Malfridur Sigurdardottir Anna Malfridur Sigurdardottir is the best collaborative piano artist and instructor I have ever seen in my musical life. She was so generous that many times I witnessed her endeavour as an example of how to reach a better level of understanding with a student. How she used to strive to explain each and every precious detail is yet in everybody’s mind – everyone who remembers those days. Berkofskys had rented a flat in Izmir. When they moved to Turkey they had brought along two grand pianos. They were such a hardworking couple that they continued to work at home after the school hours. Despite all sound isolation precautions they took their neighbors were not happy – one Sunday afternoon in their absence, their downstairs neighbor broke their door down without any warning, entered their home and ripped apart almost every item in the flat. Next morning around 7:30am, Martin and Anna came and told to me everything. Martin was very frightened and Anna was in tears. We placated them with great difficulty. They would not be able to work and live in this flat anymore. They had even spread out their blanket and quilts beneath their piano to improve sound isolation, but this was all in vain. Even this precaution itself caused a strange hearsay at the conservatory. Rumour had it that according to a conservatory student visiting Anna for an accompaniment arrangement “Martin and Anna are so in love with piano that each had spread out their blankets and quilts beneath their piano and they sleep underneath their pianos. They are not a normal couple, they sleep separately (!).” So, we started to look for a detached house for our valuable friends at once. But whatever we could find was either too expensive or not suitable to live and study or was too far away from the city. We had notified almost every real estate agency in town. At last a house was found in “Narlıdere Seaside Houses” in the fields, through an acquaintance, which did not look awfully safe. Just beside of this house there was a semi-finished house in rough construction phase, belonging to an expatriate worker in Germany. Despite concerns about security, they decided to move into this house just to be able to work. This relocation heavily burdened them financially as they were already almost broke under the expense of moving to Turkey. This new house was made a liveable place. Martins spent whole their money in relocation and for renovation of the house. They were happy though, for they could now work. After getting away from worries, Martin Berkofsky had a surge of energy and gave series of recitals. He took part in concerts abroad as well. But somehow this active state of affairs was disfavoured and taken ARALIK 2015 | AKOB 31 gerekmekteydi. Martinler tüm birikimlerini taşınma ve evin asgari şekilde düzenlenmesine harcadılar. Yine de mutluydular, çünkü artık çalışabiliyorlardı. Bu rahatlamanın sonucunda Martin Berkofsky adeta bir dinleti patlaması yarattı, arka arkaya resitaller vermeye başladı. Elbette yurt dışı davetlere de katılıyordu. Nedense bu aktif durum Konservatuvar bünyesinde hoş karşılanmıyordu. Diğer öğretmenler ile öğrenciler Martin Berkofsky’nin kendisine has olan kişiliği, davranış karakteristiği ve mimikleriyle ilgili şakalar yapmaya, alaycı davranmaya ve kendisine karşı tutum almaya başladılar. Giderek şakalar ve alaycı davranışlar Martin ve eşine de hissettirilmeye başlandı. Bu tutumun gerçek nedenini kavrayamayan Martin aktivitelerine devam ettikçe rahatsız olmaya ve bu rahatsızlığını benimle de paylaşmaya başladı. Berkofsky bu etkinliklerden bir kuruş almıyor, dinleti gelirini düzenleyen kuruluşa aktarıyordu. Örneğin “Radyo Amatörleri Derneği” için verdiği dinleti neticesinde bu dernek üyeleri çok yüksek kalite bir vericiye kavuştular. Martin çeşitli hayır kurumları için dinleti verdikçe dışarıdaki dostları çok artıyordu, bu dostluk halkasının zinciri gün geçtikçe gelişiyor ve kuvvetleniyor; fakat konservatuvardaki ilişkileri zayıflıyordu. Konservatuvardaki arkadaşlarının tutumlarına bir anlam veremeyen Martin ve Anna ikilisi durumdan çok etkileniyorlar, üzüntüyle giderek evlerine daha çok kapanıyorlardı. Bu arada, yakınlarındaki tamamlanmamış eve bir anda Güneydoğu’dan göç etmiş, on çocuklu bir aile yerleşiverdi. Hızlı bir gece yarısı operasyonu ile bu eve yerleşen Güneydoğulu aile tuvalet gereksinimlerini ağaçların dibinde gideriyorlardı. Anna ertesi sabah evlerinin pancurunu açtığında tam karşılarındaki boş arazide bulunan ağacın dibinde ailenin “reis”ini ihtiyacını görürken buldu ve dehşetli bir çığlık attı. Artık Martin ve Anna’nın huzurlu çalışma dönemi sona ermişti. Yeni yerleşen ailenin fakirliğini gören Anna bu aileye birkaç defa özenerek pişirdiği yemekleri verdi. Bu, durumun daha da kötüleşmesine yol açtı. Artık ailenin çocukları sürekli yemek istiyor, kapıyı çalıyor, avuçlarını açıyorlardı! Martin Berkofsky bu aileye ait iki adet ineğin istedikleri yerde ihtiyaçlarını giderdiklerini henüz bilmiyordu. Bir gece, verdiği bir resitalden sonra dinleti kıyafetiyle evine döndüğünde arabasının kapısını açıp adımını attığı anda rugan ayakkabılarının taze bırakılmış gübreye battığını hissettiği gecenin sabahında, yine 07.30 sularında ağlayarak evime geldi. Durumu kısaca anlattıktan sonra o bölgeden sorumlu olan Narlıdere Belediyesi’ne gittik ve belediyenin hiçbir önlem almayacağını anladık. Yalnızca çevreyi ilaçlamak için bir ekip gönderdiler. 32 AKOB | ARALIK 2015 against him in the conservatory. Teachers and students started making fun of his ever kind personality, characteristic manners and facial expressions, and started teasing him from time to time. This atmosphere was felt by Martin and by his wife. Martin was not able to work out the real reasons behind these machinations. As he carried on with his schedule, he started getting upset and shared his feelings with me. Martin was performing for free, never expecting nor accepting a single penny for his work. All net revenues were left to the organizers. For instance, Radio Amateurs Society acquired a very high quality transmitter as a result of one of his recitals. As he continued his concerts for various charitable institutions, guilds and NGOs, his fame started spreading and he made friends everywhere, while acquiring new fans. While this chain of amity was getting stronger outside, his relations with his colleagues at the conservatory were getting worse by the day. Deeply affected by the incomprehensible stance of their friends at the conservatory, Martin and Anna were gradually distancing themselves from them, taking refuge in their home. But then, out of nowhere, an immigrant family from a southeastern city with ten children nestled into the nearby semi-finished house with a speedy midnight operation. As they didn’t have toilet facilities, family members were relieving themselves in the open fields. Early next day, when Anna opened the blinds she saw the family patriarch paying a call under a tree opposite their home. She screamed her brains out! This was the end of their peaceful work period. Seeing poverty of the newcomers Anna shared her elaborately prepared meals with them several times. This made the situation even worse. The children started asking food all the time, ringing the door and opening their hands in a begging gesture. Martin Berkofsky didn’t know yet that naturally, two cows belonging to this family were also defecating all around the place. One night, returning from a recital in his full concert attire and his patent leather shoes on, he opened his car door and stamped on a bunch of wet cow dung! He came to my home next morning at 7:30am, explaining what had happened. He was sobbing. We went to Narlıdere Municipality and were told that nothing could be done! They did send a disinfection spray team though... BILKENT YEARS IN ANKARA Martin and his wife were strained to the limit due to difficulties they encountered at school and their problematic experiences in ANKARA, BİLKENT YILLARI Bir yandan okulda karşılaştığı durumlar, bir yandan da yaşadıkları Martin ve eşini oldukça germişti. Bilkent Üniversitesi’nden aldıkları teklifi değerlendirip İzmir’den Ankara’ya yerleştiler. Burada okul tarafından kendilerine verilen bir lojmanda kalıyor, kendilerine tahsis edilen stüdyolarda çalışıyor ve ders yapıyorlardı. Ancak, sorunlu ülkemin her yerinde zorluklarla karşılaşmak bu çiftin kaderlerinde olsa gerek, burada da yeni sorunlar baş gösterdi. Sınavlarda karşılaştıkları bir not verme/ değerlendirme gerginliği sonucu olduğunu duyduğum bir gelişme sözleşmelerinin feshine kadar gitti. AİLE PARÇALANIYOR. EVLİ EVİNE KÖYLÜ KÖYÜNE Bu denli değerli sanatçı-eğitimci çift Türkiye’de işsiz kalmıştı. Martin Amerika’ya dönmeyi düşünüyordu. Ancak Anna çok ani olarak kendi ülkesi İzlanda’ya dönmeye karar verdi. Türkiye’de yaşadıkları Anna’nın sinir sistemini tahrip etmişti. Böylece evlilikle de taçlanmış olan sanatsal beraberlik parçalandı. TÜRKİYE BAĞI KONSERLERLE SÜRÜYOR Ayrılıktan sonra Sayın Anna Malfridur Sigurdardottir ile bağlantım kalmadıysa da Martin Berkofsky ile beraberliğimiz sürdü. Bu arada ben, kızımın eğitimi nedeniyle Adana’ya yerleşmiş ve Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nın üyesi olmuştum. Bu kurumda “keşke yapmasaydım” dediğim bir yıllık müdürlük döneminde, Martin’i bahsi geçen orkestraya davet ettim. Martin yine, her zaman olduğu gibi, mükemmel bir seslendirme gerçekleştirdi. Dinletinin olduğu hafta Martin’den Mersin’de de bir de resital istemiştik. Elbette, genel tutumunun dışına çıkmadan bu resitali de gerçekleştirdi. Bizler Martin’e yapışmıştık bir kez; ayrıca Çukurova Üniversitesi Adana Devlet Konservatuvarı’nda bir ustalık kursu vermesini rica ettik. Bu okulda Martin’in Bilkent’ten öğrencisi olan Can Çoker piyano öğretmenliği yapıyordu. Martin their neighborhood. Considering a job offer from Bilkent University and accepting it, they moved from Izmir to Ankara. There they were lodged in a flat on the university campus. They were teaching and studying in the studios assigned to them. However, they must have been destined to come across difficulties in every part of my troubled country; sure enough; new problems started again. As I heard it, a misunderstanding on an appraisal for an exam brought about the cancellation of his contract! FAMILY BREAKS APART. GOING BACK HOME At this point such a valuable artist-pedagogue couple were out work in Turkey. Martin was thinking to return to the USA. But all of a sudden Anna decided to go back to her native land, Iceland. Her experience in Turkey had made Anna very depressed. Eventually, this artistic partnership which was crowned with marriage came to a sad end. TURKEY CONNECTION CONTINUES WITH CONCERTS Although I lost contact with Anna Malfridur Sigurdardottir, I kept in touch with Martin Berkofsky. In the meantime, for my daughter’s education, I had moved to Adana and became a member of the Çukurova State Symphony Orchestra. While I was the manager for a year in this orchestra (I regretted this later), I invited Martin for a concert. He accepted this and performed profoundly as expected. In the same week following the concert, we requested him to perform in Mersin too. As gracious as ever, he fulfilled our ARALIK 2015 | AKOB 33 request and gave a recital in Mersin. As long as we were together with Martin; we asked him to give a master class at Adana State Conservatory where Can Coker, a former student of Martin at Bilkent University was now teaching. Martin gave the masterclass without any fee. We took him for dinner a few times. hiç para almadan bu kursu da verdi, kurs sürecinde yalnızca seyrek olarak yemeğe çıkarabilmiştik. Martin Berkofsky Adana’ya birkaç kez daha geldi, tüm dinletileri “Çukurova Müzik Dostları Derneği” yararına verdi. Bu dinletilerin gelirleri derneğin borçlarını kapatmakta ve yeni dinletiler için kaynak sağlanmakta kullanıldı. Her gelişinde Mersin’de de bir resital ayarlandı ve orada da hiç ücret almadan İhsan Toksöz’ün organizasyonuyla “Soroptimist Kulübü” yararına gerçekleştirdi performanslarını. Virginia’da yaşamakta olan Martin, bu ülkede de tüm gücünü insanlar ve dünyamız için kullanmaya devam ediyordu. Örneğin “evi olmayanlar” yararına verdiği bir dinletide bulunmuştum. Martin ülkemizde yaşarken karşısına çıkan onlarca soruna rağmen hala iyilik yapmaya devam ediyordu. Yaşadığı bölge olan “Casanova District”te gönüllülerin katkılarıyla gerçekleştirmekte olduğu yaz kurslarının ikincisine Adana’dan (yönetmen yardımcısı olarak) beni ve iki öğrenciyi (Atakan Sarı ve Tomris Hüseyinova) davet etti. Bu üç kişinin kalacak yerleri, yemekleri, ulaşımları ve uçak biletleri ayarlanmıştı. Tamı tamına bir ay süren bu kursta çok şeyler öğrendik ve gözlemledik. Ben bu kurs boyunca Martin’in evinde kaldım ve Martin’in nasıl çalıştığını bizzat gözlemledim. İlk hafta hemen hemen uyumadan küğsel yazılar yazdı, ikinci hafta bir dinletisi olduğu için sabahlara kadar piyano çalıştı. Bu arada kursu hiç aksatmadı, her öğrenciyle tek tek ilgilendi, her sabah erkenden sporunu ve koşusunu yaptı. Bu kursun sonunda Atakan Sarı, kaldığı evin sahibinin sponsor olmasıyla “Massachusetts Üniversitesi”nde okudu ve büyük başarı ile bitirdi. Hatta sonraları Martin kendisini Ermenistan, Erivan’da vereceği bir konsere de götürdü. Berkofsky, aynı zamanda dostum İhsan Toksöz’ün piyanist kızı Işıl Toksöz’e de dersler vermiş ve ustalık kurslarında çalışmışlardır. İhsan Toksöz’ün de Martin ile yakın dostluğu vardı. Martin Mersin’e geldiğinde daima kendisini misafir 34 AKOB | ARALIK 2015 Martin Berkofsky visited Adana several times from then on. All his performances were free of charge to support the “Çukurova Music Lovers Society”. Whatever the proceeds were, they were used for the society’s liabilities and for new concert activities. He invariably gave a recital in Mersin too for charity on behalf of the “Mersin Soroptimist Club,” made possible by the efforts of Ihsan Toksöz. Back in the USA, Martin moved to State of Virginia’s Casanova District and committed all his efforts to our world and humankind as before. For instance, I once attended one of his concerts dedicated to homeless people. Despite the immense difficulties he encountered during his stay in our country, he kept on helping people later in his life. He invited me and two students (Atakan Sarı and Tomris Hüseyinova) from Adana for a Summer Piano Masterclass (second in series) sponsored by Casanova District volunteers. All food and accommodation and travel expenses for three of us were born by the local sponsor families. For a full month we studied and observed a lot. Throughout the course, I stayed with Martin at his house and observed how hard he worked. During the first week, he hardly slept and wrote musical scripts; in the second week he practised till dawn for a performance. In the meantime, he never ignored the course, attending to each and every student, at the same time never failing to go jogging and do exercises every morning. At the end of this course Atakan Sarı was admitted to Massachusetts University by the sponsorship of his host family and graduated with great success. Later, Martin took him to Yerevan, Armenia for a joint concert. Berkofsky gave lessons and worked in his master classes with Işıl Toksöz, my close friend Ihsan Toksöz’s pianist daughter. As a lover of music, Ihsan Toksöz was also close to Martin and always hosted him during his stay in Mersin, organizing this virtuoso pianist’s recitals. He always lent his assistance to him. At Berkofsky’s last Adana performance, myself and Can & Çağla Çoker asked him to teach at Çukurova University Adana State Conservatory. After pondering over this for quite some time he accepted our proposal. We opened up the subject to Ahmet Hilmi Yücel, then the head of the conservatory. One of the most exquisite and refined persons I have ever seen in my life, Mr. Yücel took up the matter very seriously, prepared all necessary documents and completing all bureaucratic formalities step by step, and he managed to get the required approval from YÖK (Higher Education Council of Turkey). etmekte ve bu değerli ve alçakgönüllü sanatçının resitallerini düzenlemekteydi. Kendisine her zaman yardımcı olmuştur. Berkofsky’nin son Adana dinletisinde kendisine Can-Çağla Çoker ve Tuğrul Göğüş olarak “Çukurova Üniversitesi Adana Devlet Konservatuvarı”nda öğretmenlik yapmasını önerdik. Martin hayli uzun bir düşünme süresinden sonra teklifimizi kabul etti ve Çokerler ile bokulun o zamanki müdürü Sayın Ahmet Hilmi Yücel’e konuyu açtık. Yaşamım süresince gördüğüm en değerli ve zarif insanlardan birisi olan Bay Yücel hemen konuyu omuzlayarak gereken resmi evrakları hazırladı, bürokratik aşamaları tek tek tamamladı ve YÖK’ten oluru aldı. Tek eksik Martin’in bu evraklara atacağı ıslak imza idi. Bu nedenle Martin’i Adana’ya getirtmemiz gerekiyordu. Uçak biletinin temin edilmesi resmi düzeyde olanaksızdı. Davet ettiğimiz kişiye de “sen gel, imzanı at, evine dön, biz seni tekrar çağırırız” demek mümkün olamayacağına göre uçak bileti temin etmemiz şarttı. İşte bu noktada İhsan Toksöz’ü aradık iki gün sonra uçak biletlerini temin etti (5). Biletleri Martin’e ulaştırdık ve Martin ile hava alanında yine buluştuk. Martin bizlerle ve Türk çocukları ile yine buluşacağı için son derece mutluydu. Adana’da o dönemin üniversite rektörü ile buluşmak için rektörlük makamına davet edildi. Ne olduysa - ki ne olduğunu, ne konuşulduğunu halen bilmiyorum- Martin çok düşünceli ve üzgün bir şekilde yanımıza geldi. Hiçbir şey söylemedi ve kendisini ülkesine uğurladık. Okulumuza büyük bir piyanist, öğretmen olarak gelecek diye sevinçliydik. Ancak Martin bir hafta kadar sonra Türkiye’ye gelmekten vaz geçtiğini bildirdi. Hayallerimiz suya düşmüştü. Berkofsky ilerleyen yıllarda ne yazık ki kanser illetinin pençesine düştü. Kendi iradesi ve doktorların katkısıyla bu hastalığı yenmeye muvaffak oldu. Artık tüm gücünü ve birikimini Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kanser hastaneleri ve kanserle savaş dernekleri yararına kullanmaya başlamıştı. Ülkenin dört bir yanındaki kanser kurumları için dinletiler veriyor ve elde edilen bilet gelirini tümü ile bu kurumlara bağışlıyordu. Ama maalesef bu korkunç hastalık Martin Berkofsky’yi bir kez daha eline geçirdi, bu kez büyük piyanist ve örnek insan kurtarılamadı. O’nun aziz anısı önünde büyük bir saygı ile eğiliyorum. Mesleği ile ilgili her konuda bizlere bu denli yardımcı olmuş böyle harika bir adamı nasıl oldu da Türkiye’den kaçırmayı başardık? Bu soruyu yalnız Martin Berkofsky ve Anna Malfridur Sigurdardottir için sormuyoruz. Andrea Shestakova, Luciano Pavarotti, karı-koca ‘Vodka’lar ve daha nice hemen akla geliverecek birçok diğer sanatçılar… Bu listenin sadece yabancı isimlerden oluşmadığını da söyleyebiliriz. Çok sayıda Türk sanatçı bu olumsuz ortamdan kaçarak kendilerini güvenli sığınaklara bırakmışlardır. Now, only Martin’s acceptance signature was missing for the final bureaucratic steps. For this, Martin’s presence in Adana was required. An official flight arrangement was impossible to make and it was also inappropriate to say to our guest, “come around, sign the documents, fly back home, we’ll let you know what happens”. So we were obliged to provide his ticket. At that very moment we called up Ihsan Toksöz and within two days tickets were ready. (2) We sent the tickets to Martin and met him at airport again on his arrival. He was very happy to be with us and excited that he would be together with Turkish students once again. He was invited to the University Rector’s Office in Adana. To our surprise, he came back out looking very much concerned and sad, but told nothing to us. To this day, I have no idea what had happened. We sent him off to his country. We were very happy indeed that a distinguished pianist and teacher was to come to our school; but after a week Martin informed us that he had decided not to come to Turkey. We were deeply disappointed. In later years Berkofsky unfortunately got seriously ill with cancer. With his iron will and medical help he managed to keep this illness under control. Then he started to use his artistic skills and energy for US Ontology Hospitals and Foundations. He was giving charity concerts all around the country to support Cancer Fighting Societies and Foundations. All proceeds as usual were left to these organizations. But unfortunately this disastrous illness seized him once again, and this time this distinguished pianist and exemplary person could not be saved. I respectfully bow before his cherished memory. How on earth did we manage to let off such an outstanding man from Turkey who helped us in every respect related to his profession? This question is not only for Martin Berkofsky and Anna Malfridur Sigurdardottir but also for Andrea Shestakova, Luciano Pavarotti, the “Vodka’ couple and many other artists whose names instantly come to mind. We can safely say this list does not consist of foreign artists only. Many Turkish artists too walked away due to the presence of unfavored conditions and took shelter elsewhere. THE MORAL If we are to learn from our mistakes, it would seem most desirable that we welcome skilled artists so that our country can progress and a new creative generation can flourish. After the collapse of USSR, many artists came here due to the uncertain situation in their native land. Some of them were really perfect artists in every way, but after a while a significant part left Turkey for better career opportunities elsewhere. The ones who stayed in our country are the ones who could adapt to the conditions here. ARALIK 2015 | AKOB 35 KISSADAN HİSSE Ders çıkarmamız gerekirse, ülkemize gelecek iyi olan sanatçılara kucağımızı açmalıyız ki ülkemiz gelişebilsin, sanat alanında yeni ve yaratıcı bir kuşak ortaya çıkabilsin. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ülkelerindeki olumsuz koşullardan ötürü eski Sovyet cumhuriyetlerinden ülkemize sanatçılar geldiler. Aralarında çok iyiler vardı ama onlar da bir süre sonra daha iyi çalışma şartları arayışı ile Türkiye’yi terk ettiler. Burada kalanlar buradaki sisteme uyum göstererek yaşamlarını Türkiye’de sürdürebilenler. Ve tabii buna ilişkin olarak, ülkemiz gelecek sanatçıları için daha iyi eğitim ve çalışma şartları hazırlayarak onların ülkede kalmalarını ve uluslar rası standartları yakalayarak artistik yetenekleri ile Türkiye’yi temsil etmelerini de sağlamamız gerekiyor. Gerçek bir Türk dostu olan Martin Berkosky’yi hiçbir zaman unutmayacağız. Toprağı bol olsun. Sanırım gittiği sonsuz ülkede piyano çalmaya ve dersler vermeye devam ediyordur. It should be noted that it is our duty to create better education and working conditions for the future artists so that they would not seek to go abroad. We must give them the opportunity to be educated with international standards here in Turkey so that they can represent us abroad with their artistry. We will never forget Martin Berkofsky, a real Turcophile. May he rest in peace. I believe he is busy playing the piano and teaching new pupils in the eternal land where he has retired to. * Tuğrul Göğüş Keman sanatçısı ve eğitmeni. Halen emekliliğinden sonra gittiği Hollanda’da yaşamaktadır. Violinist (Rtd.), currently living in Holland. Adana - 12.05.2015, Salı Ertik: Meslek, sanat - Ertiksel: Mesleki, sanatsal Elçin: Demet, tutam - burada; piyanonun elçini: piyanonun tuşları Küğ: Müzik - Küğcü: Müzisyen Editörün notu: Martin ertesi gün Mersin’e geldiğinde benim misafirim oldu. Çok hastaydı, doktora gittik, kendisine iğne yapıldı. Sabah kalktığında pek değişiklik yoktu. Tüm gün hiçbir şey yemedi, yiyemedi. Akşam konserden önce yine iğne vuruldu ve sahneye öyle çıktı. İşte o gece sevgili dost Tuğrul Göğüş ve Çoker ailesinin yaşadığı mucizeyi Mersin’de bizler de yaşadık. Konser sonrasında da sadece bir çorba içirebildik kendisine. Sabah saat 04.30’da uçağa gitmek üzere kalktığında bitkindi. Kalmasını istedim, dinlemedi. Hasta haliyle kendisini Adana’ya götürüp uçağa bindirdim. Sonraları amansız hastalık kansere yakalandı. Demek ki o zamandan bağışıklık sistemi iflas etmişti (İT). Editörün notu: Martin’e uçak biletini temin eden başta Ayla Atat ve Josef Atat olmak üzere sanatın hamisi Atako A.Ş. ailesine teşekkürü burada bir borç bilirim. Ne yazık ki bilemediğimiz nedenlerden ötürü güzel dost, iyi piyanist, harika eğitmen Martin Berkofsky Türkiye’ye gelemedi ve ben bunu kendilerine açıklama şansını bulamadım. Bu yazı bir özür yerine geçer sanırım (İT). 36 AKOB | ARALIK 2015 Note from editor: The last time he came to Mersin as my guest, he was so sick that we saw the doctor, and he was given and injection. In the morning he was not any better. All day long he didn’t or couldn’t eat anything. In the evening before concerts he was given another injection and stepped on the stage in this state. At that very night we experienced same miracle in Mersin as my dear friends Tuğrul Göğüş and Çoker Family had observed before. After the concert we could only have him have a bowl of soup. In the morning at 04:30am when he woke up for his flight back, he was still exhausted. I wanted him stay a while longer, but he wouldn’t listen. I drove him to Adana, and he boarded the plane unwell. Later on we learned about the cruel disease he had. That means that at that time in Mersin his immune system had already started failing. Note from editor: I would like to express my gratitude to Ayla Atat and Josef Atat who underwrote Martin’s flight tickets and also to the music sponsor Atako A.Ş. family for their support. Sadly, for some reason we never found out, this special friend, prominent pianist and excellent pedagogue Martin Berkofsky could not come to Turkey. I have not had the chance to explain to these benefactors before why this did not happen. Now I think I can safely point to the events in this article as my excuse. Verdi Romantizmden Gerçekçiliğe Prof. Dr. Arzu Etensel İldem Verdi, du romantisme au réalisme Verdi’nin birçok operasının librettosu edebi yapıtlardan esinlenerek yazılmıştır. Schiller, Shakespeare, Hugo ve Oğul Dumas, Verdi’nin librettolarına ilham veren yazarlardan bazılarıdır. Verdi’nin librettoları temel aldıkları eserlerin özelliklerini opera sahnesine yansıtmıştır. Victor Hugo’nun le Roi s’amuse / Kral Eğleniyor oyunundan esinlenen Rigoletto operası romantik tiyatronun özelliklerini taşımaktadır. Oğul Alexandre Dumas’nın La Dame aux camélias adlı romanından ve oyunundan esinlenen La Traviata gerçekçi tiyatroyu temsil etmektedir. Söz konusu piyesleri temel alan librettolar sayesinde Verdi günümüzde en çok sahneye konulan operalardan ikisini bestelemiştir. Le Roi s’amuse/Kral Eğleniyor ve Rigoletto Victor Hugo 19. Yüzyıl Fransız edebiyatının en ünlü yazarlarından ve romantik akımın öncülerinden biridir. Romantik 38 AKOB | ARALIK 2015 La plupart des libretti de Verdi ont été inspirés par des œuvres littéraires. Schiller, Shakespeare, Hugo et Dumas fils sont parmi les écrivains qui ont influencé Verdi. Les libretti de Verdi reflètent les particularités des œuvres littéraires qui leur ont servi de modèle. Rigoletto qui s’est inspiré de la pièce de Victor Hugo intitulé Le Roi s’amuse porte les caractéristiques du théâtre romantique. La Traviata qui a puisé son inspiration de l’œuvre célèbre d’Alexandre Dumas fils la Dame aux camélias représente le théâtre réaliste. Grâce aux libretti qui sont basés sur les œuvres de ces deux dramaturges, Verdi a créé deux opéras qui sont parmi les plus représentés au monde. Le Roi s’amuse et Rigoletto Victor Hugo qui est l’un des écrivains les plus célèbres de la littérature française est également l’un des précurseurs du courant romantique. Il est le créateur du drame romantique. Dans la préface de Cromwell qu’il a écrite en 1827, il a jeté les fondements tiyatronun yaratıcısıdır. 1827 yılında yazdığı Cromwell adlı oyunun önsözünde romantik tiyatro kuramını kaleme almıştır. 1830 yılında sahneye konulan Hernani oyununun ilk temsili (Verdi’nin Hernani adlı operası bu oyundan alınmadır) klasiklerle romantikler arasında yapılan bir savaşa dönüşmüş ve romantik tiyatronun zaferiyle sonuçlanmıştır. Le Roi s’amuse / Kral Eğleniyor Victor Hugo’nun Hernani’den sonra yazdığı ikinci oyundur. Oyun Fransa kralı 1. François zamanında, 16. yüzyılda, kralın sarayında geçmektedir. Kralın soytarısı Triboulet tüm saraylı soyluların düşmanlığını kazanmıştır. Kral çok çapkındır, kızını baştan çıkardığı yaşlı soylu Saint-Vallier, kralı ve kendisiyle alay eden Triboulet’yi lanetler. Triboulet herkesten özenle sakladığı kızının namusu için endişe etmektedir. Ve bir gün korktuğu başına gelir; saraylı soylular Triboulet’den öç almak için kızını kaçırıp krala teslim ederler. Triboulet kralı öldürmeye karar verir ancak kiralık katil Saltabadil kralı değil, son dakikada onun yerini alan Triboulet’nin kızı Blanche’ı öldürür. Lanet yerini bulmuş, soytarı kendi kızının ölümüne neden olmuştur. Beş sahneden oluşan romantik dram le Roi s’amuse / Kral Eğleniyor 22 Kasım 1832 tarihinde sahneye konulmuş ancak iki gün sonra yasaklanmıştır. Comédie-Française tiyatrosunun müdürü Hugo’ya bir not göndermiştir: “Saat 6.30’da Kral Eğleniyor’un temsillerini durdurma emrini aldım. Bakanın emrini bana Bay Taylor iletti.” Durdurulan oyun daha sonra yasaklanmıştır. 1830 Temmuz devriminden sonra böylesi bir sansürle karşılaşmak Victor Hugo’yu çok şaşırtmıştır; ona göre oyundaki 1. François’yla zamanın “liberal” geçinen kralı LouisPhilippe arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Ancak oyunu izleyen romantik tayfa temsil sırasında krallığa karşı sloganlar atmış ve devrim şarkıları söylemiştir. Triboulet’nin soylulara yönelttiği : “Anneleriniz uşaklarla düşüp kalktı!” sözlerini alkışlamışlardır. O sıralar Louis-Philippe’in annesi Orléans düşesinin seyislerinden biriyle ilişki yaşadığı dedikodusu ortalarda dolaşmaktadır. Victor Hugo kendisiyle yapılan kontratı bozmak zorunda kalan Comédie-Française tiyatrosuna dava açmış fakat bir sonuç alamamıştır. Oyun ancak 50 yıl sonra, 22 Kasım 1882 tarihinde tekrar sahneye konmuştur. Victor Hugo bu tarihi temsile, metresi ve sadık hayat arkadaşı Juliette Drouet’yle birlikte gitmiştir. “Çok hasta görünen Juliette aynı zamanda çok mutludur.” Bu Juliette’in son sokağa çıkışı olmuş, birkaç ay sonra vefat etmiştir. Kral Eğleniyor oyunu kralcı çevreleri rahatsız etmiştir ancak tarafsız eleştirmenler tarafından da yerilmiştir: başkişi soytarı Triboulet fazlasıyla itici bulunmuştur. France nouvelle gazetesi söz konusu dramı “Şekilsiz, inanılması zor bir grotesk ve dehşet karışımı, bir uyumsuzluk ve saçmalık yumağı, çekiciliği, karakteri ve erdemi olmayan bir oyun” olarak nitelemiştir. Constitutionnel gazetesi Kral Eğleniyor’un “ucube bir oyun” olduğunu yazmıştır, “bu oyunda dehşet, iğrençlik ve ahlâksızlık du drame romantique. La première représentation de sa pièce intitulée Hernani (l’opéra éponyme de Verdi s’inspire de cette pièce) s’est transformée en une véritable bataille littéraire et s’est conclue par la victoire du théâtre romantique. Le Roi s’amuse et la deuxième pièce écrite par Victor Hugo après Hernani. Les événements de la pièce se déroulent au 16ème siècle dans la cour du roi François 1er. Le bouffon du roi, Triboulet, est haï par tous les courtisans. François 1er qui est un véritable Casanova a séduit la fille du vieux seigneur Saint-Villier. Le vénérable vieillard maudit le roi et également Triboulet qui se moque de lui. Triboulet a des craintes à propos de la sécurité de sa fille qu’il cache à tout le monde. Et un jour ses peurs se réalisent : pour se venger de Triboulet les nobles enlèvent sa fille et l’offrent au roi. Triboulet décide de faire assassiner le roi mais le tueur à gages Saltabadil tue, non pas le roi mais Blanche, la fille de Triboulet, qui prend sa place au dernier moment. La malédiction s’est réalisée : le bouffon a causé la mort de sa propre fille. Le Roi s’amuse, pièce en cinq actes a été mise en scène le 22 novembre 1832 mais sa représentation a été arrêtée deux jours après. Victor Hugo a reçu une note du directeur de la ComédieFrançaise : « Il est six heures et demie, et je reçois à l’instant l’ordre de suspendre les représentations du Roi s’amuse. C’est M. Taylor qui me communique cet ordre de la part du ministre. » Les représentations qui ont été suspendues sont interdites quelques jours après. Rencontrer une telle censure après la Révolution de Juillet (1830) surprend beaucoup Victor Hugo. Selon le dramaturge il n’y a aucune ressemblance possible entre François 1er et le roi de l’époque, Louis-Philippe qui se dit « libéral ». Cependant les admirateurs de Victor Hugo ont chanté des chansons révolutionnaires pendant la représentation et ont protesté contre le régime. Ils ont applaudi les paroles que Triboulet adresse aux nobles : « Vos mères aux laquais se sont prostituées ! » A l’époque courait le bruit que la duchesse d’Orléans, la mère de Louis-Philippe avait « eu des faiblesses pour l’un de ses valets d’écurie ». Victor Hugo intente sans succès un procès contre la Comédie-Française qui a mis fin au contrat qu’elle a signé avec l’auteur. La pièce n’a pu être représentée de nouveau que 50 ans après, le 22 novembre 1882. Hugo assiste à la reprise de sa pièce en compagnie de Juliette Drouet, sa maîtresse et compagne fidèle. « Juliette va très mal mais elle est très heureuse ». Ce sera sa dernière apparition publique, elle mourra quelques mois après. Le Roi s’amuse dérangea les milieux royalistes mais la pièce a aussi été critiquée par les critiques indépendants qui ont trouvé le héros Triboulet tout à fait indigne. Le journal France nouvelle qualifie le drame de « informe, incroyable mélange de grotesque et d’horrible, d’inconvenances et d’absurdités, un drame sans intérêt, ni caractère, ni mœurs ». Le Conditionnel traite le Roi s’amuse « de pièce monstrueuse où se mêlent dans un chaos l’horrible, l’ignoble et l’immoral. » Ce qu’on récuse ici c’est la conception artistique hugolienne. Les royalistes et les ultras se sont révoltés ARALIK 2015 | AKOB 39 bir kaos halinde birbirine girmiştir.” Burada yadsınan Hugo’nun sanat anlayışıdır. Sağcı ve kral taraftarları “ultralar” oyuna herkesten daha fazla tepki göstermişlerdir; onlara göre Kral 1. François çapkın bir erkek olabilir ancak bir tecavüzcü değildir. “Bu oyunda sarhoş bir kral, bir hafifmeşrep kadının kollarında, uygunsuz bir mekânda uykuya dalmıştır. Tiyatroda gelişme böyle mi olmalıdır?” Sonuç olarak groteski uç noktasına taşıyan kambur ve çirkin, başkalarının eşlerinin ve kızlarının baştan çıkarılmasına önayak olan erdemsiz bir soytarının, bir kahraman olması ve babalık gibi yüce bir duyguyu dile getirmesi seyircileri ve eleştirmenleri rahatsız etmiştir. Victor Hugo’nun çirkini ve güzeli, groteski ve yüceyi, trajiği ve gülüncü birleştiren romantik estetiği kabul görmemiştir. Bir bakıma oyunun yasaklanması Victor Hugo’nun lehine olmuştur çünkü oyun 50 yıl sonra tekrar sahneye konulduğunda da eleştirilere maruz kalmış, soytarı Triboulet, bir babanın kızına duyduğu sevgiyi temsil etmeye layik bulunmamıştır, ama yine de sansüre uğramamıştır. “ Victor Hugo’nun Kral Eğleniyor oyununda yarattığı grotesk 1912 yılında bile seyircilerin hiddetlenmesine yol açıyordu.” Verdi’nin aynı konulu operası ilginç bir biçimde daha ilk sahneye konulduğunda büyük bir beğeni toplamıştır. Verdi 1850 yılında Victor Hugo’nun oyununu okumuş ve yakın dostu olan libretto yazarı Francesco Maria Piave’den oyunu operaya uyarlamasını istemiştir. Verdi ve Piave, Hugo’nun sansürle yaşadığı sorunları bilmektedir. Operanın oynanacağı La Fenice tiyatrosu Venedik’te bulunmaktadır ve Venedik, tüm Italya’nın Kuzeyi gibi o dönem Avusturya İmparatorluğu’nun egemenliği altındadır. Piave, Fransa kralı 1. François’yı, artık hayatta olmayan Gonzaga ailesine mensup bir Mantova dukasına dönüştürür. Duka’nın soytarısı Rigoletto da konuşmalarında soyluları daha az eleştirmekte, daha çok Duka’nın çapkınlıklarıyla ilgilenmektedir. Opera Fransa’da değil, 16. yüzyılda Mantova’da geçmektedir; olaylar Victor Hugo’nun oyunundaki gibi gelişir ve operanın sonunda Rigoletto Duka’dan öç aldığını düşünürken üstüne titrediği sevgili kızının ölümüne neden olur. Operanın ismi çeşitli tereddütlerden sonra Rigoletto olarak kararlaştırılır. İlk temsilden aşağı yukarı bir ay önce operanın bestesi bitmiş, sanatçılar provalara başlamıştır. Verdi Rigoletto’nun konusundan çok hoşnuttur: “Dramatik etki bakımından bestelediğim en iyi operalardan biri. Güçlü sahneleri, çeşitliliği, heyecanı ve tutkusu var: tüm sorunlar ve beklenmedik olaylar Duka’nın sorumsuz ve çapkın kişiliğinden kaynaklanıyor.” Verdi Duka’nın hovarda kişiliğinin altını çizerek seyircinin dikkatini Rigoletto’nun yaşadığı kişisel dram üzerinde yoğunlaşmasına bir ölçüde engel olmak istemiştir. Besteci operanın en ünlü parçası olan “La donna è mobile” aryasını son haftaya kadar saklamış, duyulmamasına özen göstermiştir. Hugo’nun oyununda kral 1. François, Çingene kızı Maguelonne’la buluştuğunda bu şarkıyı söyler: 40 AKOB | ARALIK 2015 plus que tout le monde : selon eux François 1er pouvait être galant mais il n’était pas violeur : « Dans cette pièce la royauté ivre vient dormir dans un mauvais lieu, entre les bras d’une fille publique. Voilà ce qu’on nomme progrès. » Finalement, qu’un bouffon immoral, bossu et laid, qui encourage la séduction des filles et des femmes des autres et qui apporte le grotesque à son extrême devienne un héros et représente un sentiment noble comme l’amour paternel a déconcerté les spectateurs et les critiques. L’esthétique romantique de Victor Hugo qui mêle le beau et le laid, le grotesque et le sublime, le tragique et le comique a été rejetée. L’interdiction de la pièce a été, d’une certaine façon à l’avantage de Victor Hugo, si on considère que même pendant la reprise de la pièce 50 ans après, elle a été l’objet de critiques. Le public n’a toujours pas jugé Triboulet digne de représenter l’amour d’un père. Cependant la pièce n’a pas été censurée. « Le grotesque hugolien du Roi s’amuse faisait encore frémir de fureur en 1912. » L’opéra de Verdi dont le sujet est le même que la pièce de Hugo a été acclamé du public dès sa première représentation. Verdi a lu cette pièce en 1850 et a demandé à son ami et librettiste de longue date Francesco Maria Piave de l’adapter à l’opéra. Verdi et Piave étaient au courant des problèmes qu’avait eus la pièce avec la censure. Le théâtre La Fenice où l’opéra sera mis en scène se trouve à Venise qui est, comme d’ailleurs la grande partie de l’Italie du nord sous la domination de l’Empire autrichien. Piave transforme François 1er en un duc de Mantoue qui appartient à la famille Gonzaga dont aucun membre n’est en vie. Rigoletto qui est le bouffon du duc s’en prend moins aux nobles dans ses répliques et il s’intéresse plus aux aventures amoureuses de son maître. Les événements se déroulent non pas en France mais dans le duché de Mantoue au 16ème siècle. Tout se passe comme dans la pièce et à la fin de l’opéra, pensant se venger du duc, Rigoletto cause la mort de sa fille bien-aimée. Après quelques hésitations Verdi et Piave décident de nommer l’opéra Rigoletto. Plus ou moins un mois avant la représentation, la composition de l’opéra était achevée et les artistes avaient commencé à répéter. Verdi était très satisfait du sujet de Rigoletto : « C’est le meilleur sujet que j’aie composé quant à l’effet théâtral. Il contient des situations dramatiques, de la variété, de l’exaltation et du pathos : toutes les vicissitudes proviennent de la personnalité frivole et séductrice du duc. » En insistant sur le caractère séducteur du duc, Verdi a voulu en quelque sorte éloigner l’attention du public du drame personnel de Rigoletto. Le compositeur a tenu secret jusqu’à la dernière minute l’aria la plus célèbre de l’opéra : « la donna è mobile », il a veillé à de ce que cet air de musique ne se propage pas. Dans la pièce de Victor Hugo le roi François 1er chante la chanson suivante quand il a rendez-vous avec la bohémienne Maguelonne, sœur de Saltabadil : Le roi: Souvent femme varie, Bien fol qui s’y fie. Une femme souvent, N’est qu’une plume au vent. Kral: Kadın sık sık değişir, Ona güvenen delidir. Genellikle bir kadın, Rüzgârda uçan kuş tüyü gibidir. Le roi: Souvent femme varie, Bien fol qui s’y fie. Une femme souvent N’est qu’une plume au vent ! Verdi ölümsüz aryasını bu şarkının sözlerinden esinlenerek bestelemiştir. Bu arya Duka’nın Maddalena’yla buluştuğu 3. perdenin 2. sahnesinin başında yer alır: Verdi s’est inspiré des paroles de cette chanson pour composer sa célèbre aria. C’est le duc qui la chante au moment de son rendez-vous avec Maddalena, la sœur de Sparafucile au début de l’acte trois, scène deux : Il duca: La dona è mobile Qual piuma al vento, Muta d’accento-e di pensiero. Sempre un amabile, Leggiadro viso, In pianto o in riso,-è menzognero. Le duc: La donna è mobile Qual piuma al vento, Muta d’accento-e di pensiero. Sempre un amabile, Leggiadro viso, In piante o in riso,-è mensongnero. Duka: Kadın hareketlidir Rüzgarda kuş tüyü gibi, Değişir her an sesi ve fikri. Her zaman tatlı, Sevimli yüzü, Ağlarken ve gülerken-yalancıdır. La femme est volage Comme une plume au vent, Elle change d’accent-et de pensée. Son beau visage, Toujours aimable, Dans les pleurs et les rires-est mensonger. Opera 11 Mart 1851 tarihinde La Fenice tiyatrosunda sahneye konmuş ve daha ilk geceden çok beğenilmiştir. Ertesi gün “La donna è mobile” aryası tüm Venedik’in dilindedir. Victor Hugo konunun kendi oyunundan alındığını tespit ederek Piave’ye dava açmış ancak bir sonuç alamamıştır. Rigoletto 1857 yılında İtalyanca olarak, 1863 yılında da Fransızca olarak Paris’te sahneye konulmuş ve Victor Hugo’nun oyununun tersine çok olumlu eleştiriler almıştır.“La donna è mobile” Rigoletto operasının en tanınan aryasıdır ancak operanın ruhuyla hiç örtüşmemektedir. Operadaki kadın kahraman, Rigoletto’nun kızı Gilda asla uçarı değildir: kendisini baştan çıkartan ve acımasız bir biçimde aldatan aşığı uğruna canını verir. Gilda ölürken Duka uzakta, ünlü aryasını söylemektedir. Çelişkiler üzerine kurulmuş olan romantik estetik burada da kendini göstermektedir; saf ve masum Gilda kalbinin sesini dinleyip sevdiği adam için hayatını feda ederken, ahlâksız ve acımasız Duka başka bir kadının peşine düşmüştür. L’opéra a été mis en scène le 11 mars 1851 au théâtre La Fenice et a eu un grand succès dès sa première représentation. Le lendemain tout Venise chantait « la donna è mobile ». Victor Hugo qui a remarqué que l’opéra de Verdi était tiré de sa pièce, a intenté en vain un procès à Piave. En 1857 Rigoletto a été présenté à Paris en italien et en 1863 en français, et contrairement à la pièce de Victor Hugo, il a toujours reçu de très bonnes critiques. « La donna è mobile » est l’aria la plus célèbre de l’opéra mais elle ne correspond absolument pas à l’esprit de l’œuvre. L’héroïne de l’opéra Gilda, la fille de Rigoletto, n’est pas du tout volage : elle donne sa vie pour son amant qui l’a séduite et trompée sans pitié. Quand Gilda est en train d’agoniser, le duc chante au loin son air célèbre. L’esthétique romantique qui est basée sur les contradictions apparait également dans cette scène : Gilda qui est pure et innocente perd la vie pour l’homme qu’elle aime tandis que le duc impitoyable et immoral, court déjà derrière une autre femme. ARALIK 2015 | AKOB 41 La Dame aux camélias / Kamelyalı Kadın ve La Traviata 1851-1853 yılları Verdi için çok verimli bir dönemdir: 1851 yılında Rigoletto’yu bestelemiş, 1853 yılının Ocak ayında Roma’da, Apollo tiyatrosunda Il Trovatore’nin , Mart ayında da Venedik’te, La Fenice tiyatrosunda La Traviata’nın ilk temsilleri gerçekleşmiştir. Verdi 1852 yılında Paris’te Oğul Alexandre Dumas’nın Kamelyalı Kadın oyununu görmüş ve aynı konuda bir opera bestelemeye karar vermiştir. Üç Silahşörler, Monte-Cristo Kontu gibi romanların yazarı, aynı zamanda romantik tiyatro alanında da yapıtlar vermiş olan ünlü yazar Alexandre Dumas, Victor Hugo’yla birlikte romantik tiyatro için savaşım vermiş önemli isimlerden biridir. Alexandre Dumas günümüzde, tiyatrosundan çok ( Henri III et sa cour / 3. Henri ve Sarayı tanınmış oyunlarından biridi) tarihsel romanlarıyla tanınmaktadır. Oğlu Alexandre Dumas da babası gibi edebiyatla ilgilenmiş, onun kadar ünlü olmasa bile 1874 yılında Fransız Akademisi’ne girmeyi başarmış ve çağına damgasını vuran bir roman yazmıştır: La Dame aux camélias / Kamelyalı Kadın. 19. Yüzyılın ikinci yarısına doğru romantik akım yerini gerçekçi akıma bırakmış, edebiyatta ve tiyatroda toplumsal konular ağırlık kazanmaya başlamıştır. 19. Yüzyıl Fransız toplumunda büyük bir eşitsizlik bulunmaktadır. Ülkenin merkezi ve en büyük kenti olan Paris’te bu durum daha da çok göze çarpmaktadır. Özellikle yoksul kadınlar zor şartlarda yaşamakta, başka çıkış yolu olmadığı için de “kötü yola” düşmektedirler. 19. Yüzyılın ortalarında Paris’te yaklaşık 200.000 hayat kadını olduğu söylenir. Baba Alexandre Dumas bu konuda 1843 yılında Filles, lorettes et courtisanes / Sokak Kızları, Kolay Kızlar ve Sosyetik Hayat Kadınları başlıklı kitabı kaleme almış, söz konusu kadınların durumu hakkında bilgi vermiş ancak herhangi bir yorum yapmamıştır. Birkaç yıl sonra Oğul Alexandre Dumas 1848 yılında yazdığı Kamelyalı Kadın romanında kibar bir hayat kadınının uğradığı haksızlığı ve acıları dile getirmiştir. Romanın kahramanı Marguerite Gautier tüm Paris sosyetesinin tanıdığı ve çok beğendiği kibar hayat kadınlarından biridir. Oğul Alexandre Dumas’nın birkaç yıl önce aşık olduğu ve bir ilişki yaşadığı Marie Duplessis (asıl adı Alphonsine Rose Plessis’dir) Marguerite Gautier’ye model olmuştur. 1844-1845 yılları arasında Alexandre Dumas Fils’in metresi olan Marie Duplessis 1847 yılında, 23 yaşında veremden ölmüştür. Mezarı Paris’te Montmartre mezarlığında bulunmaktadır. Oğul Dumas da Marie Duplessis’e yakın bir mezara gömülmüştür. Kamelyalı Kadın romanı talihsiz bir aşkın öyküsüdür. Genç bir burjuva olan Armand Duval (adının baş harfleri Alexandre Dumas ile aynıdır) Marguerite Gautier’ye aşık olur. Gerçek aşkı Armand’da bulduğunu düşünen Marguerite yaşadığı lüks 42 AKOB | ARALIK 2015 La Dame aux camélias et La Traviata Les années 1851-1853 sont très fécondes pour Verdi : en 1951 il a composé Rigoletto, en janvier1853 il a donné Il Trovatore au théâtre Apollo à Rome, et la même année au mois de mars au théâtre La Fenice de Venise, il a présenté La Traviata. C’est à Paris que Verdi a vu en 1852 la pièce La Dame aux camélias d’Alexandre Dumas fils et il a décidé de s’en inspirer pour un opéra. Alexandre Dumas qui est l’auteur de romans célèbres tels que les Trois mousquetaires et le Comte de Monte-Cristo est également un dramaturge qui a lutté avec Victor Hugo pour le théâtre romantique. Cependant Alexandre Dumas est plus connu de nos jours par ses romans historiques que par ses pièces de théâtre (Henri III et sa cour). Son fils Alexandre Dumas s’est également intéressé à la littérature comme son père et bien qu’il ne fût pas aussi célèbre que lui, il fut admis à l’Académie française en 1874 et il a écrit un roman, la Dame aux camélias, qui a marqué son temps. Vers le milieu du 19ème siècle le courant romantique a laissé sa place au courant réaliste et les problèmes sociaux ont commencé à jouer un rôle important dans la littérature et le théâtre. Au 19ème siècle il existe beaucoup d’inégalités dans la société française. Ces inégalités sont encore plus visibles à Paris qui est la capitale et la plus grande ville de France. Les femmes en particulier vivent dans des conditions difficiles et souvent elles ne peuvent pas éviter « le déshonneur ». On dit qu’au milieu du 19ème siècle il y avait environ 200.000 prostituées à Paris. Alexandre Dumas père a rédigé à ce sujet un livre intitulé Filles, lorettes et courtisanes en 1843 où il donne des informations sur ces femmes sans commenter leur situation déplorable. Quelques années plus tard en 1848, Alexandre Dumas fils, dans son roman intitulé la Dame aux camélias exprime l’injustice que subit une courtisane et ses souffrances. L’héroïne du roman Marguerite Gautier est une courtisane connue et admirée de tout Paris. Marie Duplessis (dont le nom véritable était Alphonsine Rose Plessis) qui a été la maitresse d’Alexandre Dumas fils a servi de modèle pour ce personnage. Alexandre Dumas fils est tombé amoureux de Marie Duplessis et a eu une relation avec elle entre 1844 et 1845. Marie est morte de tuberculose en 1847 à l’âge de 23 ans. Sa tombe se trouve au cimetière de Montmartre à Paris près de celle d’Alexandre Dumas fils. La Dame aux camélias est l’histoire d’un amour malheureux. Armand Duval (A.D. comme Alexandre Dumas), un jeune bourgeois, tombe amoureux de Marguerite Gautier. Marguerite qui pense avoir trouvé l’amour véritable en Armand renonce à sa vie de luxe et de divertissements et se retire à la campagne en compagnie de son amant : elle est devenue une femme honnête. Mais les règles de la société ne permettent pas cette transformation : le père d’Armand, prétextant le futur mariage ve eğlence dolu hayata veda ederek Armand’la bir kır evinde yaşamaya başlar - artık namuslu bir kadın olmaya karar vermiştir. Ancak toplum yasaları buna izin vermez; Armand’ın babası, kızının evliliğini bahane ederek sevgililerin ayrılmasına neden olur. Marguerite herhangi bir neden göstermeden Armand’ı bırakır. Oysa bunu delikanlının babasına verdiği sözü tutmak için yapmaktadır. Roman, Marguerite’in tek başına ölmesiyle son bulur. Armand gerçeği genç kadının ölümünden sonra öğrenecektir. Gerçi baba Duval burjuva ahlâkını korumuş, oğlunun Marguerite’le yaşamasını önlemiştir ama roman yine de çok eleştirilmiştir. Bir hayat kadınının kadın kahraman olması kabul edilmemiştir. Bağımsız, kötü bir biçimde bile olsa para kazanan, kendi ayakları üstünde duran, genç, güzel ve kendisini iyi yetiştirmiş çekici bir kadın olan Marguerite’in burjuva kadınlara iyi örnek olmadığı düşünülür. “Parasal olarak özgür bir kadın burjuva aile sistemine uymamaktadır” Ayrıca baba Duval acımazlığıyla, Armand Duval ise budalalığıyla burjuva sınıfını kötü temsil etmişlerdir. Marguerite onlara göre her bakımdan çok üstündür. Oğul Dumas 1852 yılında Kamelyalı Kadın adlı romanı tiyatroya taşımış ve gerçekçi tiyatronun ilk örneklerinden birini vermiştir. Romana yapılan eleştirileri göz önünde bulunduran Oğul Dumas oyunda burjuva sınıfını daha sevimli gösterir. Ama oyun yine de üç yıla yakın bir süre sansüre takılmıştır. Oyunda baba Duval sevgilileri ayırmış ancak müdahalesini oğluna itiraf ederek Armand’ın ölmeden önce Marguerite’i görmesini sağlamıştır. Ayrıca oyuna yeni eklenmiş kişilerden biri olan Marguerite’in arkadaşı Nichette namuslu kalarak oyunun sonunda sevgilisiyle evlenmiş ve bu şekilde Marguerite’in oyundaki etkisini azaltmıştır. Sonunda 2 Şubat 1852 yılında Paris’te Théâtre de Vaudeville’de sahneye konulan oyun uzun süre kapalı gişe oynamıştır. Verdi Kamelyalı Kadın oyununu Paris’te gördükten hemen sonra libretto yazarı Piave’yle birlikte oyunu bir operaya uyarlamaya başlamıştır. Ancak Paris’te sansüre takılan oyun La Fenice yöneticileri tarafından da iyi karşılanmamış, yöneticiler olayların 18. yüzyıla çekilmesini istemişlerdir. Verdi sanatçıların peruk takmaması şartıyla bu durumu kabul etmiş ve ilk temsiller 18. yüzyıl giysileriyle oynanmıştır. Opera ancak 1880’li yıllardan itibaren 19. yüzyıl Paris’ine geri dönebilmiştir. La Traviata (düşmüş, yanıp kül olmuş kadın) 6 Mayıs 1853 yılında Venedik’te La Fenice tiyatrosunda ilk defa temsil edilmiş ve tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. La Fenice tiyatrosunun sanatçılarını pek de beğenmeyen Verdi (örneğin Violetta rolündeki soprano Fanny Salvini-Donatelli 38 yaşındadır ve oldukça kiloludur), operayı bir yıl sonra, 6 Mayıs 1854 tarihinde yine Venedik’te San Benedetto tiyatrosunda tekrar sahneye koydurmuştur ve bu kez La Traviata büyük bir başarı de sa fille provoque la séparation du couple. Marguerite quitte Armand sans lui donner d’explications. Elle agit de la sorte pour accomplir la promesse qu’elle a faite au père du jeune homme. Le roman se termine avec la mort solitaire de Marguerite. Armand ne va apprendre la vérité qu’après la mort de la jeune femme. Bien que le père Duval ait protégé la morale bourgeoise et ait empêché son fils de vivre avec une courtisane, le roman a reçu beaucoup de critiques. Le fait qu’une courtisane soit l’héroïne et la figure positive du roman n’a pas été accepté. On a pensé que Marguerite qui gagne sa vie (bien que de façon malhonnête), qui est indépendante, belle, jeune, élégante et distinguée était un mauvais exemple pour les jeunes bourgeoises. « La femme financièrement indépendante ne cadre pas avec le système de la famille bourgeoise. » D’autre part on a pensé que le père Duval avec son attitude impitoyable et Armand Duval avec son caractère stupide et naïf, représentaient mal la classe bourgeoise. Marguerite leur était supérieure à tout point de vue. Alexandre Dumas fils a transposé son roman au théâtre et, de ce fait, il a donné l’un des premiers exemples du théâtre réaliste. L’écrivain qui a pris en considération les critiques formulées à l’égard de son roman, a soigné l’image de la classe bourgeoise dans sa pièce. Même ainsi la pièce n’est pas arrivée à franchir la censure pendant presque trois ans. Dans la pièce, le père Duval cause la séparation des amants mais avoue son intervention à son fils et permet par là, la réunion in extremis de Marguerite et d’Armand. D’autre part l’amie de Marguerite, Nichette, qui est l’un des personnages ajoutés à la pièce, reste honnête et épouse à la fin de la pièce son amant ; sa présence diminue en quelque sorte l’importance du rôle de Marguerite. La pièce qui finalement a été mise en scène pour la première fois en 1852 à Paris, au théâtre de Vaudeville, a obtenu un vif succès pendant de longues semaines. Verdi qui a vu La Dame aux camélias à Paris, s’est mis aussitôt au travail avec Piave pour transformer la pièce en opéra. Mais la direction du théâtre La Fenice a accueilli l’œuvre avec réticence et a exigé que les événements aient lieu au 18ème siècle. Verdi a accepté cette exigence à condition que ses personnages ne portent pas de perruques et les premières représentations de La Traviata se sont faites avec des costumes du 18ème siècle. L’opéra n’a pu retourner au Paris du 19ème siècle qu’après les années 1880. La Traviata (la femme déchue, complètement brûlée) a été représentée pour la première fois le 6 mai 1853 à Venise au théâtre La Fenice et a été un fiasco total ! Verdi qui n’appréciait pas beaucoup les artistes du théâtre La Fenice, la soprano qui par exemple jouait Violetta, Fanny Salvini-Donatelli, avait 38 ans et un notable embonpoint, a remis l’opéra en scène toujours à Venise mais au théâtre Benedetto et cette fois la Traviata a été accueillie par le public avec un grand succès. Selon le musicologue Budden : « Le roman d’Alexandre Dumas fils est plus réussi que la pièce du même nom car il se base sur une histoire d’amour authentique, ARALIK 2015 | AKOB 43 Oğul Alexandra Dumas Victor Hugo Marie Duplessis kazanmıştır. Julian Budden’e göre: “Oğul Dumas’nın romanı, oyununa kıyasla daha başarılıdır çünkü yazarın kendi yaşadığı kişisel ve özgün bir öyküye dayanmaktadır. Oysa Verdi’nin operası Oğul Dumas’nın her iki yapıtından da daha başarılıdır.” “ La Traviata ölümsüz bir başyapıttır.” La Traviata operasında Oğul Dumas’nın oyununa göre çok daha az kişi vardır. İsimler değişmiş, Marguerite - Violetta, Armand - Alfredo, baba Duval - Germont olmuştur. Babanın rolü oyuna göre operada daha fazladır. Oğul Dumas’nın yapıtında baba yalnızca bir kez Marguerite’le konuşur ve genç kadını oğlunu terk etmesi için ikna eder. Oysa Piave ve Verdi Germont rolüne daha fazla önem vermişlerdir. “Rolün geliştirilmesi gerekliydi çünkü operadaki üçüncü kişi yarıya gelindiğinde ortadan kaybolamazdı.” Operanın en ünlü aryalarından biri, birinci perdedeki “Libiam” parçasıdır. Bu şarkı Oğul Dumas’nın oyununda da bulunmaktadır ve Armand’ın arkadaşı Gaston tarafından söylenmektedir: Gaston: Dieu fit l’amour et le vin bons Car il aimait la terre. On dit parfois que nous vivons D’une façon légère. On dit ce qu’on veut, On fait ce qu’on peut, Fi du censeur sévère Pour qui tout serait Charmant, s’il voyait A travers notre verre! Tanrı aşkı ve şarabı güzel yarattı Çünkü dünyayı seviyordu. Bazen uçarı bir biçimde Yaşadığımız söylenir. İstediğimizi söyler, 44 AKOB | ARALIK 2015 vécue par Dumas fils lui-même. Mais l’opéra de Verdi est bien meilleur par rapport à ces deux œuvres. » « La Traviata est un chef-d’œuvre immortel. » Dans La Traviata, il y a moins de personnages par rapport à la pièce de Dumas fils. Les noms ont changé : Marguerite est devenue Violetta, Armand, Alfredo et le père Duval, Germont. Le rôle du père est plus important dans l’opéra. Dans la pièce de Dumas fils, le père Duval parle une seule fois avec Marguerite et la convainc de quitter son fils. Tandis que Verdi et Piave lui ont donné un rôle plus important : « L’amplification du rôle était nécessaire car le troisième personnage principal ne pouvait pas disparaître au milieu de l’opéra. » L’une des plus célèbres arias de l’opéra est « libiam » au premier acte. Cette chanson se trouve également dans la pièce de Dumas fils et elle est chantée par Gaston l’ami d’Armand : Gaston: (…)Dieu fit l’amour et le vin bons Car il aimait la terre. On dit parfois que nous vivons D’une façon légère. On dit ce qu’on veut, On fait ce qu’on peut, Fi du censeur sévère Pour qui tout serait Charmant, s’il voyait A travers notre verre ! Cette chanson s’est transformée dans l’opéra de Verdi en l’une des arias les plus célèbres du monde : Alfredo : Libiam ne’lieti calici Che la belleza infiora, E la fuggevol ora Elimizden geleni yaparız, Katı yargıcı boş ver Her şey gözüne hoş gelirdi Eğer görseydi Kadehimizden dünyayı! Bu şarkı Verdi’nin operasında dünyanın en ünlü aryalarından birine dönüşmüştür: Alfredo: Libiam ne’lieti calici Che la belleza infiora, E la fuggevol ora S’inebri a voluttà. Libiam ne’ dolci fremiti Che suscita l’amore, Poiché quell’occhio al core (indicando Violetta) Ompipotente va. Libiam, amor fra i calici Puì caldi baci avrà. Tutti: Libiamo, amor fra i calici Puì caldi baci avrà. Şerefe içelim neşeyle, Kadehlerimizde güzellik Ve gelip geçen zamanın Başı dönsün arzuyla! Şerefe içelim, ürperelim Aşktan tatlı tatlı, Çünkü o bakışlar kalbime (Violetta’yı işaret eder) Saplanır ok gibi. Şerefe içelim kadehlerde aşkı Gelsin ateşli öpücükler. Hepsi: Şerefe içelim kadehlerde aşkı Gelsin ateşli öpücükler. Bu aryanın yarattığı coşku operanın ilk perdesine tümüyle hakim olur. Ancak bu coşku uzun sürmeyecektir. İkinci perdede baba Germont’un gelişiyle neşe ve mutluluk uçup gidecektir. Daha sonra Flora’nın evindeki davete bir tehdit havası egemen olmuştur. Babanın uğursuz müdahalesi operada çok açık bir biçimde kendisini göstermektedir. Ancak burjuvaların imajı S’inebri a voluttà. Libiam ne’ dolci fremiti Che suscita l’amore, Poichè quell’occhio al core (indicando Violetta) Ompipotente va. Libiamo, amor fra i calici Puì caldi baci avrà. Tutti: Libiamo, amor fra i calici Puì caldi baci avrà. Buvons le vin joyeux, Dans nos coupes, la beauté Et l’heure fugitive S’enivrent à volonté. Buvons les doux frissons De l’amour, Puisque ce regard va (Il indique Violetta) Droit à mon cœur. Buvons l’amour dans nos coupes, Et viendront d’ardents baisers. Tous : Buvons l’amour dans nos coupes, Et viendront d’ardents baisers. L’enthousiasme joyeux que provoque cette aria domine la presque totalité du premier acte. Cependant cette atmosphère de bonheur ne dure pas longtemps. Dans le deuxième acte avec l’intervention de Germont, la joie et l’optimisme s’envolent. Plus tard, au troisième acte une impression de menace domine le bal donné par Flora. L’intervention infortunée du père a changé ostensiblement le déroulement des événements. Cependant, pour sauver l’image des bourgeois Germont condamne l’attitude brutale de son fils qui jette de l’argent à la figure de Marguerite et en embrassant la jeune femme avant sa mort comme si elle était sa propre fille, il montre qu’il regrette son action passée. De cette façon la morale bourgeoise est sauve et les bourgeois ont le beau rôle : c’est la maladie qui est responsable de la mort de Violetta. En 1856 La Traviata a été mise en scène à Paris en italien, et en 1864 en français avec le titre Violetta. En conclusion tant Rigoletto que La Traviata se terminent d’une façon tragique comme tous les opéras qui ne sont pas « bouffa ». ARALIK 2015 | AKOB 45 zedelenmesin diye baba üçüncü perdenin devamında oğlunu Violetta’nın suratına para fırlattığı için eleştirir ve son perdede Violetta’yı gerçek kızıymış gibi bağrına basarak oynadığı kötü rolden dolayı pişmanlık duyduğunu ifade eder. Bu biçimde hem burjuva ahlâkı korunmuş hem de burjuvalar kötü duruma düşmemiştir; Violetta ise hastalığına yenik düşmüştür. La Traviata 1856 yılında Paris’te önce İtalyanca olarak sahneye konulmuş, daha sonra 1864 yılında Violetta adı altında Fransızca olarak sahnelenmiştir. Sonuç olarak Rigoletto da, La Traviata da trajik bir biçimde son bulur, “opera buffa” (komik opera) olmayan tüm operalar gibi. Rigoletto kızının iffetini ve hayatını koruyamamıştır ama Germont oğlunun şöhretini ve kendi kızının müstakbel evliliğini, dolayısıyla mutluluğunu korumuş, babalık görevini sonuna kadar yerine getirmiştir. Operanın ilk sahnelerinde son derece itici bir kahraman olarak karşımıza çıkan Rigoletto’yu, duyduğu acı yüceltmiştir. Oysa nedeni ne olursa olsun Germont bir baba olarak oğlunu mutsuzluğa itmiş ve operanın sonunda yüceltilen kişi, burjuvaların değer yargılarına göre ahlâksız olan Violetta olmuştur. Verdi, Fransız edebiyatından esinlenerek yarattığı bu iki operayla ölümsüzlüğü yakalamıştır. Le Roi s’amuse oyununun romantik aşırılıklarını ustaca kullanmış, La Dame aux camélias’daki toplum eleştirisi ve aşk hikâyesine olağanüstü bir kadın portresi ekleyerek hayat kadınlarının uğradıkları haksızlığı daha görünür kılmıştır. Operabase sitesinin verdiği bilgilere göre La Traviata dünyada en çok sahneye konulan operadır, Rigoletto ise dokuzuncu sırada bulunmaktadır. Verdi’ye bestelediği operalar arasında en iyisi hangisi diye sorulduğunda şöyle dediği söylenir: “Bir profesyonel olarak yanıt vermem gerekirse en iyi operam Rigoletto’dur, bir amatör olarak yanıt verirsem La Traviata’dır.” Rigoletto a pu sauver ni l’honneur, ni la vie de sa fille mais Germont a pu protéger la réputation de son fils et le futur mariage de sa fille. Il a veillé au bonheur de ses enfants et a accompli ses obligations paternelles. Rigoletto qui est apparu comme un personnage repoussant au début de l’œuvre est sublimé par sa douleur. Tandis que Germont , en pensant bien faire, a causé le malheur de son fils et à la fin de l’opéra c’est la femme déchue qui est sublimée. En s’inspirant de la littérature française Verdi a créé deux chefs-d’œuvre immortels. Dans Rigoletto il a profité avec habilité des exagérations romantiques et dans La Traviata il a ajouté à la critique sociale et à l’histoire d’amour, le portrait d’une femme extraordinaire qui met en évidence l’injustice faite aux courtisanes. Selon les informations données par le site Operabase, parmi les opéras les plus représentés au monde La Traviata est au premier rang et Rigoletto au neuvième. Quand on a demandé à Verdi quel était son meilleur opéra voici ce qu’il aurait dit : « Si je dois répondre d’un point de vue professionnel mon meilleur opéra est Rigoletto ; toutefois, si je dois répondre en tant qu’amateur, alors c’est La Traviata. » Kaynakça Bibliographie Besson, André, Victor Hugo, vie d’un géant 1802-1885, Paris, France-Empire, 2001 Budden, Julian, The Operas of Verdi I & II, Clarendon PressOxford, 1992 The Cambridge Companion to Verdi, edited by Scott L. Balthazar, Cambridge University Press, 2004 Dumas, Alexandre, Filles, lorettes et courtisanes, Paris, Flammarion, 2000 1 Bkz Ünal Öziş, “Guiseppe Verdi ve Friedrich von Schiller”, AKOB, no.22, Aralık 2013, sayfa 30-35 2 Victor Hugo, Théâtre complet, Paris, la Pléiade, 1963, s. 1323 3 André Besson, Victor Hugo, vie d’un géant, Paris, France-Empire, 2001, s. 236 4 A.g.y., s. 492 5 Anne Ubersfeld, Le Roi et le bouffon, Etudes sur le théâtre de Hugo, Paris, Corti, 2001, s. 153 6 A.g.y. , aynı sayfa 7 A.g.y., s. 154 8 A.g.y. s. 185 9 Julian Budden, The Operas of Verdi I, Clarendon Press-Oxford, 1992, s. 483 10 Bkz Alexandre Dumas, Filles, lorettes et courtisanes, Paris, Flammarion, 2000 11 Alexandre Dumas Fils, La Dame aux Camélias, roman,théâtre et livret, Paris, Flammarion, 1981, s. 29 12 Julian Budden, The Operas of Verdi II, Clarendon PressOxford, 1992, s. 119 13 A.g.y., s 121 14 Fabrizio Della Seta, “New currents in the libretto” in The Cambridge Companion to Verdi, edited by Scott Balthazar, Cambridge University Press, 2004, s. 77 15 Bkz. Operabase.com 16 Julian Budden, a.g.y., s. 131 1 Cf. Ünal Öziş, “Guiseppe Verdi & Friedrich von Schiller, AKOB, no.22, décembre 2013, p 30-35 2 Victor Hugo, Théâtre complet, Paris, La Pléiade, 1963, p. 1323 3 André Besson, Victor Hugo, vie d’un géant, Paris, France-Empire, 2001, p. 236 4 İbid. , p. 492 5 Anne Ubersfeld, Le Roi et le bouffon, études sur le théâtre de Hugo, Paris, Corti, 2001, p. 153 6 Ibid., même page 7 Ibid., p. 154 8 Ibid., p. 185 9 Julian Budden, The Operas of Verdi I, Clarendon Press-Oxford, 1992, p. 483 10 Cf. Alexandre Dumas, Filles, lorettes et courtisanes, Paris, Flammarion, 2000 11 Alexandre Dumas fils, la Dame aux camélias, roman, théâtre et livret, Paris, Flammarion, 1981, p. 28 12 Julian Budden, The Operas of Verdi II, Clarendon Press-Oxford, 1992, p. 119 13 Ibid., p.121 14 Fabrizio Della Seta “New currents in the libretto” in Cambridge Companion to Verdi, edited by Scott Balthazar, Cambridge University Press, 2004, p. 77 15 Operabase.com 16 Julian Budden, opus cité, p. 131 46 AKOB | ARALIK 2015 Dumas fils, Alexandre, La Dame aux camélias, roman, théâtre, livret, Paris, Flammarion, 1981 Hugo, Victor, Théâtre complet, Paris, Pléiade, 1963 Operabase.com Öziş, Ünal, « Guiseppe Verdi & Friedrich von Schiller », AKOB, no. 22, pp. 30-35 Ubersfeld, Anne, Le Roi et le bouffon, études sur le théâtre de Hugo, Paris, José Corti, 2001 Van Tieghem, Philippe, Dictionnaire Victor Hugo, Paris, Larousse, 1970