basın-iş gündem - Basın
Transkript
basın-iş gündem - Basın
Basın-İş gündem Türkiye Basın, Yayın, Grafiker ve Ambalaj Sanayii İşçileri Sendikası Yayın Organı (kış - 2009- Sayı: 37) basın-iş gündem kış 2009 / sayı: 37 Yayınlayan: Türkiye Basın, Yayın, Grafiker ve Ambalaj Sanayii İşçileri Sendikası (Basın-İş) Genel Merkezi Basın-İş Merkez Yönetim Kurulu Genel Başkan : Yakup Akkaya Genel Sekreter : İ.Hakkı Kütükcü Genel Mali Sekreter : İlhami Çelik Genel Teşkilat Sekr. : Reyhan Mutlu Genel Eğitim Sekr. : Menderes Çadır Adres: Necatibey Cad. Hanımeli Sok. No: 26/7 06430-Sıhhıye / ANKARA Tel: (312) 230 29 08 / 229 96 15 Fax: (312) 229 43 15 E-mail: basinis@basin-is.org Internet: www.basin-is.org İmtiyaz Sahibi: Basın-İş Sendikası adına, Yakup Akkaya Genel Başkan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Fatih Aydemir Yazılar: Fatih Aydemir Yıldız Ekiz Grafik Tasarım: Fatih Aydemir Yıldız Ekiz Yerel Süreli Yayın Baskı Tarihi: Ocak 2009 İÇİNDEKİLER BAŞYAZI 2009 Mesajı.............................................................. 1 İSÇİNİN GÜNDEMİ - GSS Aman Dikkat Hasta Olmayın, GSS Yürürlükte ......... 2 Hastanelerin Özelleştirilmesi İçin Yeni Bir Adım ....... 6 SENDİKAMIZDAN E-Kart Grevimiz Devam Ediyor ................................ 7 Etapak İşyerimizde İSG Eğitimleri Yapıldı ................ 8 2009 Yönetici Temsilci Seminerimiz Düzce’de ........ 8 Toplu Sözleşmelerde Gelinen Nokta ........................ 9 EMEKÇİ KADIN Kadınlar Krizi Konuşuyor........................................ 10 Kadınlar Emperyalizme Karşı Sesini Yükseltiyor ... 10 Kadınlar ve Seçimler, Seçme Seçilme Hakkı ......... 10 Yeni Sosyal Güvenlikte Kadın Hakları .................... 11 Çalışma Hayatı 2009 Oran ve Tarifeleri ...... 12 DOSYA - Ekonomik Kriz ve Türkiye Giriş ........................................................................ 13 ABD Dünyaya Kriz İhraç Etti .................................. 14 Türkiye Krizden Derinden Etkilendi ........................ 15 İlk Darbeyi Hangi Sektörler Aldı.............................. 16 Tofaş’tan Kriz Nasıl Fırsata Çevrilir Dersi............... 17 Bu Kriz Bizim İçin Ne Anlama Geliyor? .................. 17 Aziz Konukman İle Kriz Üzerine Söyleşi ................ 18 HUKUK KÖŞESİ Krizde Yasal Haklarımız ......................................... 21 GREV, EYLEM, DİRENİŞ Emekçiler: Krizin Faturasını Ödemeyeceğiz .......... 22 Grev, Eylem, Direniş Kısa Kısa .............................. 23 ÖZELLEŞTİRMELERE VE İŞYERİ KAPANMALARINA KARŞI, T.C. ZİRAAT BANKASI MATBAA İŞÇİLERİNDEN ANLAMLI CEVAP:”İŞÇİNİN ÖZYÖNETİM MODELİ” -GURUP MATBAACILIK- Türkiye’den Kısa Kısa ....................................... 26 SENDİKALARDAN Sendikalarda Gündem Genel Kurullar.................... 28 Konfederasyonlardan Krize Karşı Güçbirliği........... 28 TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu Toplandı ........... 29 İletişim Basın-İş Gündem, sendikalı işçiler tarafından Gurup Matbaacılık’ta basılmaktadır. Adres: İstanbul yolu Trafo Karşısı 06070 Tel: (312) 384 73 44-45 Varlık / ANKARA www.gurupmatbaacilik.com.tr gurupmatbaa@mynet.com DÜNYADAN Dünyadan Kısa Kısa............................................... 30 Filistin Halkı Katlediliyor ......................................... 32 ÜYE İŞYERLERİMİZDEN ............................ 33 basın-iş başyazı Bakanlığı yatırım bütçesinden 248.2 milyon YTL, Ulaştırma Bakanlığı DLH Genel Müdürlüğü’nden 138 milyon,Adalet Bakanlığı’ndan 41.8 milyon YTL kesinti yapıldı. Bakan Şimşek, bunun 705.3 milyon YTL’yle denk geldiğini belirterek, yatırım harcamalarında yapılan kesintinin ise yaklaşık 1.8 milyar YTL olduğunu açıkladı. Yoğun bir yılı geride bıraktık. Bu bir yıl, ne ülkemizde ne de dünyada emekçiler açısından pek de olumlu geçmedi 2008’in yılının ortalarında ABD’de başlayan kriz kısa süre içinde bütün dünyayı sarmıştır. Bütün dünya ülkeleri, kendi ülkelerinde bu krizi az hasarla aşmak için vakit geçirmeden çeşitli tedbirler almaya çalışmalarına karşın; ülkemizde Hükümet 2009 Mart ayında yapılacak yerel seçimleri de bir kazaya uğratmamak adına, somut tedbirler almayı bir yana bırakın krizin ülkemizi etkilemeyeceğini çeşitli defalar kamuoyu ile paylaşmıştır. Ancak gerçeğin öyle olmadığını gene kamu kuruluşları söylemektedir. Türkiye İstatistik Kurumu son açıkladığı verilerde işsizliğin yüzde 11’lere yaklaştığını; genç nüfusta işsizlerin yüzde 20’yi aştığını, tarımda işsizlerin yüzde 13’lerin üzerinde olduğunu söylemektedir. Merkez Bankası, 2009 yılında krizin boyutlarının artarak sürebileceğini ifade etmektedir. Sağduyulu her kesim ve herkes tarafından kabul görülen düşünce de krizden ancak üreterek çıkılabileceği yönündedir; ancak fırsatçı işverenlerin kriz bahanesiyle tedbir adı altında ilk yaptıkları işçi çıkartmaktır. Bu süreçte, sendikasızlaştırma da dayatılmakta, pek çok işyerinde örgütlenen işçiler ekonomik kriz gerekçe gösterilerek işten atılmaktadır. Kriz döneminde Hükümet’in yeni kamu yatırımları yaparak, istihdam sağlaması ve üretimi artırması gerekirken, açıklanan 2009 yılı bütçesi, Hükümet’in tavrının bunun tam tersi yönde olduğunu gösterdi. Krize yönelik önlemler yalnızca işverenlere daha fazla fırsat yaratıp, işçi haklarını daha da geriye götürmek yönünde olurken; IMF talimatıyla hazırlanan bütçede de, Karayollarından 484.5 milyon YTL, DSİ’den 761.7 milyon YTL, Milli Eğitim Hükümet’in kimin tarafında saf tuttuğunu, krizin etkilerinden hangi kesimleri korumaya çalıştığını yalnızca bu rakamlar bile gösterirken; yüzbinlerce kişinin işini kaybettiği son aylarda, yapılan açıklamalar da ‘krizin psikolojik olduğu’ yönünde oldu. İşveren konfederasyonları (TİSK) de, yine kriz koşullarından yararlanıp, çalışma yaşamında esnek çalışmayı dayatmakta; zaten çoğu maddesi işçilerin aleyhine olan 4857 sayılı İş Kanunu’nun sağladığı çözüm yollarının ‘son derece az ve sınırlı’ olduğunu söylemektedir. Bazı sözüm ona işçi konfederasyonları ise (Hak-İş), kıdem tazminatı fonunun acilen başlatılmasını talep etmektedir. Sanayi odaları, örneğin İSO ise sanayinin içinde bulunduğu durumu tümüyle küresel krize bağlamanın doğru olmadığını ifade ederken, diğer yandan gözünü işsizlik sigortası fonuna dikmiştir. İşverenler ile birlikte yandaş konfederasyonlar bunları sürekli olarak her platformda dile getirirken, Konfederasyonumuz Türkİş, enerjisini içi meselelerle tüketir hale gelmiştir. 85 yıllık Cumhuriyet tarihimizin en büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya olduğumuz bugünlerde, Türk-İş, çalışma hayatının aktörlerini bir araya getirerek, projeler ve programlarla krizde çalışanlar lehine kamuoyu yaratacak çözüm önerileri sunmak ve önderlik yapma konusunda yetkin olmadığını ortaya koymuştur. Ancak vakit geç değildir. İçimizde eğer sorunlar varsa, bunlar buzdolabına konmalı ve Türk-İş acilen Emek Platformu’nu bir araya getirerek çözüm yollarını içeren planlamanın önderliğini yapmalıdır. Bunun ilk adımı olarak da 15 Şubat Pazar günü yapılacak protesto mitingi geniş kesimleri içine alacak biçimde organize edilmelidir. Yaşanan zulümlere, işsizliğe, krize karşı 2009’un hepimize güvenli bir gelecek, barış, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum. Yakup Akkaya Genel Başkan ocak 2009 (1) basın-iş işçinin gündemi AMAN DİKKAT, HASTA OLMAYIN! Sosyal Güvensizlik Yasası Yürürlükte... Sosyal Güvenlik ve Sağlık Sigortası Yasası, 1 Ekim 2008 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi. Hükümet, emek örgütlerinin ve toplumun geniş kesimlerinin muhalefetini hiçe sayarak, sağlık hakkımızı elimizden alan, sosyal güvenlik sistemini yıkıma götüren yasayı yürürlüğe soktu. Sağlık Sigortası kapsamında değerlendiriliyor. Sosyal Güvenlik Kurumlarına bağlı olanlar zaten kapsamda. 18 yaşına kadar çocuklar anne veya babalarının sağlık sigortası kartıyla sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek. Eğitime devam eden çocuklarda yaş sınırı 25 olarak belirlenmiş. Bu yaştan sonra çocuklar da (ailenin aylık gelir durumuna göre) hangi gruba giriyor ise o gruptaki şartlara göre, ya yeşil kart almak ya da prim ödemek koşuluyla sağlık sisteminin kapsamı içinde yer alabilecek. Sosyal güvenlik ve sağlık sisteminde yaşanan yıkımın temelleri, 1980 yılındaki 24 Ocak kararlarına kadar dayanıyor. Süleyman Demirel Hükümeti tarafından alınan kararlarla, ülkemizde, IMF’nin istekleri doğrultusunda ekonomik bir yapısal dönüşüm gerçekleştirildiği hatırlanacaktır. 24 Ocak kararları ve bu dönüşüm sonrasında iktidara gelenler, adım adım sosyal güvenlik sisteminde de tahribat yaratmıştır. 1999’da büyük eylemlerin ardından, depremden yararlanılarak çıkartılan ‘Mezarda Emeklilik Yasası’ bu dönüşümün önemli ayaklarından birini oluşturmuştu. Sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesinin en önemli adımı ise, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası ve bu yasada değişiklik yapan 5754 sayılı yasa ile AKP Hükümeti tarafından atıldı. Yasanın özüne bakıldığında, sosyal güvenliğin bir hak olmaktan çıkıp, sosyal korumaya dönüşmesi; bir yandan halkın müşteri olarak görülmesi söz konusu iken, diğer yandan yoksul kesimlere asgari düzeyde bir yardım yapılmasının hedeflendiği görülmektedir. Oysa, sosyal güvenlik ve sağlık en temel insani haklarımızdandır. ‘Yardım’ veya sadaka değildir. Sağlık sisteminde ülkemizde yaşanan sürecin benzeri, Avrupa’da bazı ülkelerde yaşananla büyük paralellik göstermektedir. 7,5 milyonluk Bulgaristan’da, 2,5 milyon kişi sağlık sigortasından ve temel teminat paketinden bile yoksun hale gelmiştir. Ülkemizin geleceği nokta da farklı olmayacaktır. GSS NEDİR, KİMLER KAPSAMDA? 1 Ekim’den itibaren herkes Genel Sağlık Sigortası kapsamında mı? Genel Sağlık Sigortası’ndan kurtulabilen yok mu? Hepimiz sağlık hizmetlerinden para karşılığı mı yararlanacağız? Artık ülkede iki kesim hariç herkes GSS’li olacak. Bunlardan birincisi milletvekilleri, ikincisi de ülkemizde 1 yıldan daha az kalan turistlerdir. Milletvekilleri kendilerini bu yıkımın dışında tuttular! Kimler Genel Sağlık Sigortası’nın kapsamına dahil? Milletvekilleri ve turistler hariç herkes Genel Kimlerin sağlık hakkı elinden alındı? Aslında yasanın özüne bakıldığında, devletin, parasız kaliteli sağlık hizmeti sağlama zorunluluğunun bu yasa ile ortadan kaldırıldığını hepimiz görüyoruz. Hepimizin ücretsiz sağlık hakkı elinden alındı. Üç sosyal güvenlik kurumu üzerinden genel sağlık sigortası kapsamı içinde bulunanların dahi, alabilecekleri sağlık hizmetinin kalitesi düştü ve paralı hale geldi. Önümüzdeki dönemlerde gün geçtikçe daha da fazla, ‘paran kadar sağlık’ anlayışını yerleştirmek hedefleniyor. Bunun dışında özel olarak, aylık katkı payını bir ay ödemeyen, ertesi aydan itibaren sağlık hizmetlerinden yararlanamayacak. Kimler Genel Sağlık Sigortası primini cebinden ödeyecek? İşsizler, köylüler, 18 yaşından büyük çocuklarımız (eğitim görüyorsa 25 yaşın üzerindekiler), ayda 30 günden az SSK’lı (4/A’lı) gösterilen işçiler ve isteğe bağlı sigortalılar her ay bankalara gidip GSS primi ödemek zorundalar. Kanun gereğince hiç kimse ama hiç kimse ayda 30 günden az GSS primi ödeyemez, GSS primi mutlaka ayda 30 gün olmalıdır. Kız çocukları sağlık yardımını yaştan bağımsız olarak alamıyorlar mıydı? Doğru, eski düzenlemede, kız çocukları, evli olmaması, çalışmaması ve emekli olmaması şartıyla yaşları kaç olursa olsun ana-babaları üzerinden sağlık yardımı alabilmekteydi. Artık bu hak ortadan kalktı. Sosyal Güvenlik Kurumları kapsamında olmayanlar, sağlıktan yararlanmak için ne yapacak? İlk olarak evlerinin bulunduğu ilçenin kaymakamlığına bir dilekçe vererek ‘ailelerinin gelir durumunun’ tespitini isteyecekler. Kaymakamlık önce ailenin toplam aylık gelirinin ne olduğunu sorup soruşturarak belirleyecek. Sonra ailenin toplam aylık geliri, aile fertlerinin sayısına bölünecek. Eğer kişi başına düşen aylık gelir rakamı 212.90 YTL’nin altında ise kaymakamlık her bir aile ferdi için “yeşil kart” verecek. “Yeşil kart” alanlar sadece devlet hastanelerinden, her türlü sağlık hizmetini alabilecek. Yeşil kart alanlar, üniversite hastaneleri ile özel hastanelere gidemeyecek. ocak 2009 (2) basın-iş Yeşil kartlılar sağlık hizmetlerinden yararlanırken para ödeyecek mi? Başlangıçta ödemeyecekleri açıklanmıştı. Ancak Aralık ayında getirilen düzenleme ile yeşil kartlılar da her muayenede 3 YTL tutarında katkı payı ödemek zorunda. Maliye Bakanlığı isterse bu tutarı, birinci basamak sağlık kuruluşlarında (sağlık ocağı) yapılan muayenelerde almamaya veya daha düşük tutarlarda belirlemeye ya da yarısına kadar indirmeye veya 5 katına kadar artırmaya yetkili kılındı. Yeşil kartlılar ayrıca, 2009’da ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçlerinin bedelleri üzerinden yüzde 10-20 arasında katılım payı ödemek zorunda. Ancak bu katılım payı, asgari ücretin yüzde 75’ini geçemeyecek. Yeşil kart sahipleri talep ederse katılım paylarını geri alabilecek. Yeşil kartlılar ayrıca tüp bebek tedavisinde, ilk denemede yüzde 30, ikinci denemede yüzde 25 katılım payı ödeyecek. Kişi başına gelir 212,90 YTL’nin üzerindeyse genel sağlık sigortası kapsamına girmek için ek para mı ödemem gerekiyor? EVET. Genel sağlık sigortası kapsamına girmek isteyen her kişi için; Asgari ücretin üçte birinden asgari ücrete kadar olduğu tespit edilenler, 5510 sayılı Kanunun 82’nci maddesine göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarının üçte biri, (212,90 YTL) Asgari ücretten asgari ücretin iki katına kadar olduğu tespit edilenler, 5510 sayılı Kanun’un 82’nci maddesine göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarı, (638,70 YTL) Asgari ücretin iki katından fazla olduğu tespit edilenler, 5510 sayılı Kanunun 82’nci maddesine göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarının iki katı, (1277,40 YTL) prime esas kazanç tutarı olarak esas alınıp bu rakamlar üzerinden yüzde 12 GSS primi alınacaktır. Hastaneye gittiğinizde 1 YTL bile borcunuz varsa, kös kös evinize dönüyorsunuz! Kaymakamlıktan gelir tespiti yaptırmak yerine, Sosyal Güvenlik Kurumu’na doğrudan başvurursam ne olur? Doğrudan Sosyal Güvenlik Kurumu’na başvuranlar, en yüksek aylık katkı payı olan aylık 154 YTL grubundan işlem görecekler. Ayda 10 gün çalışıyorum, yine de ödeyecek miyim? Evet, aksi takdirde artık hastane kapısından dönüyorsunuz. 5510 sayılı Kanunun “Primlerin ödenmesi” başlıklı 88’inci maddesine göre, “...genel sağlık sigortalısı sayılanlar için, her ay otuz tam gün genel sağlık sigortası primi ödenmesi zorunludur...” Mesela, ayda 10 gün çalışan birisinin 10 günlük GSS primi işvereni tarafından ödenirken, kalan 20 günü de kendisi gidip her ay bankaya ödemek zorundadır. Aynı kişi prim ödemelerini 30 güne tamamlamak için isteğe bağlı sigortalı olmuşsa bu durumda her ay 20 günlük emeklilik ve 20 günlük GSS primini her ay bankaya gidip ödeyecektir. İŞSİZ KALDIM, NE OLACAK? İşimden istifa ettim, genel sağlık sigortam ne olacak? İstifa ederseniz işsizlik ödeneğinden yararlanamayacağınız için aile içindeki kişi başına aylık işçinin gündemi geliriniz asgari ücretin üçte birinden fazla ise 3 ay 10 gün içinde bildirimde bulunup GSS primini kendiniz ödemeye başlamak zorundasınız. İşveren işten çıkarttı, genel sağlık sigortam etkilenir mi? İşvereniniz kusurunuz dışında sizi işten atarsa bu defa işsizlik ödeneği aldığınız süre zarfında prim ödemeden GSS’li sayılacaksınız. İşsizlik ödeneği sona erdiğinde ise bu sefer vakit yitirmeden kendiniz prim ödeyerek GSS’li olmak durumunda kalacaksınız. İşsizlik ödeneğinden yararlanmayanların Genel Sağlık Sigortalısı olarak durumları ne olacak? İşsiz kaldığı halde işsizlik ödeneğine hak kazanamayan kişilerden eski adıyla SSK’lı yeni adıyla 4/A sigortalısı olanların işten ayrıldıktan sonra 10 gün daha herhangi bir prim ödemeden GSS’den yararlanmak hakları vardır. Ancak, bu işsizlerin işten ayrılma tarihinden geriye doğru bir takvim yılı için 90 günlük çalışmaları varsa bu kere 10 gün değil 90 gün daha prim ödemeden GSS’den yararlanma hakları vardır. Daha sonra her ay kendileri gidip gelir durumlarına göre GSS primi ödemek zorundadırlar. Yani bu 10 veya 90 gün sonra ise her ay GSS primi ödemeden ne kendileri ne de bakmakla yükümlü olduğu kişilere sağlık yardımı SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) tarafından verilmeyecektir. Peki prim ödemek ve Genel Sağlık Sigortası kapsamında kalmak için ne yapmam gerekiyor? Nereye, ne kadar prim ödeyeceğim? İşsiz kalan kişilerden mesela 90 günü olmayanlar, işsiz kaldıktan sonra 10 gün daha bedava GSS’den yararlanacaklardır. Bu süre işsizin SGK’ya gidip gelirini tesbit ettireceği süredir. İşsiz, GSS primi ödemeye başlamadan önce ikamet ettiği yerdeki SGK’ya gidecek ve gelirinin tesbitini isteyecektir. SGK, kişinin harcamalarını da dikkate alarak aylık kişi başına düşen gelirini tespit edecek ve bu tespite göre kişi başına ödenecek GSS primi belli edilecektir. ‘Harcamalarını’ derken kastedilen nedir? Gelirime göre prim hesaplanmayacak mı? HAYIR. Burada önemli bir hak kaybı daha gündeme gelmektedir. Mesela aylık 800 YTL kirası olan bir evde ikamet eden işsizin (herhangi bir geliri olmasa bile) en başta bu kiraya ödeyeceği aylık 800 YTL geliri olduğu ve ailedeki kişi sayısına göre de yedikleri-içtiklerine ocak 2009 (3) işçinin gündemi göre de mesela 500 YTL daha geliri varmış gibi değerlendirme yapılabilecektir. Genel Sağlık Sigortası’na başvurulara dair: Doğrudan GSS’li olmalarını gerektirecek sigortalı çalışmaları veya almakta oldukları bir aylık olmayan, isteğe bağlı sigortalılığa da başlamamış kişiler bu durumlarının başladığı andan itibaren GSS’li sayılıyorlar. Bu durumdaki kişilerin de bir ay içinde genel sağlık sigortası giriş bildirgesi ile bildirimde bulunmaları gerekiyor. 4/a sigortalılığı, 4/b sigortalılığı ve GSS’ye katıldıktan sonraki 4/c sigortalılarının bu çalışmaları sona erer ermez 10 gün içinde bu kapsamda GSS’li olmaları gerekiyor. Yani son bir yılda 90 günlük veya daha fazla sigortalı olmaları GSS’den 90 gün daha yararlanmalarını sağlasa da 3 ay 10 günden sonra yalnızca GSS primi ödeyenler kapsamında yahut isteğe bağlı sigortalı olarak GSS primi ödemeye devam etmeleri gerekiyor. Yahut isteğe bağlı sigortalı olarak GSS sağlamaları mümkün olabilecek. Genel Sağlık Sigortası giriş bildirgesini süresinde vermezsek ne olur? Genel sağlık sigortası giriş bildirgesini süresi içinde vermeyenler bir aylık asgari ücret tutarında idarî para cezası ödemek zorunda kalacaklar. HASTANELERDE BAŞIMIZA NE GELECEK, HANGİ AŞAMALARDA ÖDEME YAPMAM GEREKİYOR? Sağlık hizmetlerinden yararlanmak için kaç günlük prim ödemiş olmak gerekiyor? Önceki düzenlemede, SSK’lılar kendileri için 90, eş ve çocukları için 120 günleri yoksa sağlık yardımı alamıyorlardı. BağKur’lular ise 240 günü tamamlamadan sağlık yardımı alamıyorlardı. Şimdi ise 01.10.2008 gününden itibaren GSS uygulaması gereğince bu sürelerin hepsi 30 güne düştü, yani 30 gün GSS primi olanın hem kendisi hem de bakmakla yükümlü olduğu eş-çocukları sağlık yardımları alabiliyorlar. Ayrıca, bakmakla yükümlü iken işe giren eşler, çocuklar için 30 güne bile gerek olmadığı gibi SSK’lı iken Bağ-Kur’lu veya Bağ-Kur’lu iken SSK’lı olanlar için de ayrıca 30 güne gerek yoktur. Hastaneye gidiyoruz 6 ay sonraya gün veriliyor, yok mu başka yolu? Diyoruz ya, her şey paran kadar. Paranız varsa elbette çeşitli yolları var. Hastanelerde genellikle birkaç ay sonraya gün veriliyor ve oradaki görevli laf arasına, eğer bazı hocaları seçerseniz önümüzdeki haftaya gün verilebileceğini sıkıştırıveriyor zaten. Yasaya göre, hastanede farklı bir hizmet istiyorlar ise örneğin, hastanenin hizmet veren doktorundan bir başkasını bir doçenti veya profesörü istiyorlar ise normal ücretin 3 katı ödeme yapacaklar. basın-iş Yatarak tedavilerde ek ödeme mi yapmam gerekiyor? Evet, eski kanunda yatarak tedavilerde bir fark ödenmesi gerekmezken, yeni düzenleme ile; hastalar, normal hastane yatağına 25 YTL ödeyecek iken özel yatak isterler ise 75 YTL, donanımlı özel oda isterler ise 120 YTL ek ödeme yapacaklar. Hangi durumlarda katılım payı ödeyeceğiz? Hekim ve diş hekimi muayenelerinde, Protez, ortez ve tıbbi malzeme kullanımlarında, Yardımcı üreme yöntemi tedavilerinde, yani sağlığınızla ilgili her şeyde… Katılım payları ne kadar oldu? Yeni çıkartılan Tedavi Katılım Payının Uygulanması Hakkında Tebliğ ile katılım payları artırıldı: İkinci basamak resmi sağlık kurumlarında: 3 YTL, Eğitim ve araştırma hastanelerinde: 4 YTL, Üniversite hastanelerinde: 6 YTL, Özel sağlık kurum ve kuruluşlarında: 10 YTL, olarak uygulanıyor. Birinci basamak resmi sağlık kuruluşlarında yapılan muayene ile aile hekimliği uygulamasına geçilen illerde aile hekimi muayenelerinden katılım payı alınmaz. Katılım payının tahsili: Sigortalılar için: Kurumları tarafından çalışanların aylık ve ücretlerinden kesilmek suretiyle tahsil edilir. Yeşil kartlılar için: Yeşil kart verilerek tedavisi sağlanan kişilerin muayene katılım payı, reçete ile eczaneye müracaat esnasında kurumla anlaşması olan eczane tarafından hak sahibinden tahsil edilir. Yeşil kart verilen kişilerden eczane tarafından katılım payı olarak tahsil edilen tutar, kurum tarafından eczanenin alacağından mahsup edilir. Katılım payı, bu Tebliğin yürürlük tarihinden itibaren sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılan muayene ve tedavileri sonucunda düzenlenen reçeteler esas alınarak tahsil edilecektir. Hak sahipleri katılım payı olarak eczaneye ödedikleri tutar karşılığında, eczaneden fiş veya fatura talep etmeyeceklerdir. Her yerde ayrı ayrı katılım payı ödenecek mi? Evet. Katılım payı, hasta adına düzenlenen tedavi faturasında yer alan her bir poliklinik muayene ücreti için ayrı ayrı hesaplanacaktır. Acil poliklinik muayene ücretinden katılım payı alınmaz. Poliklinik muayene ücretinin yer almadığı sadece tanıya dayalı işlem fiyatının yer aldığı faturalardan bir tane katılım payı alınacaktır. Tıbbi malzemelere de para ödüyor muyuz? Herşeye olduğu gibi elbette ödüyoruz. Protez, ortez ve tıbbi malzemeler için; kapsam maddesinin sigortalılardan %20 oranında, yeşil kartlılardan %10 oranında katılım payı alınacaktır. Tıbbi malzeme için alınacak katılım payının tutarı tıbbi malzemenin alındığı tarihteki brüt asgari ücretin yüzde yetmişbeşini geçemez (16 yaşından büyük işçiler için brüt asgari ücret 01.01–30.06.2009 tarihleri arasında 666 TL, 01.07– 31.12.2009 tarihleri arasında 693 TL olarak belirlenmiştir). Yüzde yetmişbeşlik üst sınırın hesaplanmasında her bir protez, ortez veya tıbbi malzeme bağımsız olarak değerlendirilecektir. Katılım payı alınacak tıbbi malzemeler ayrıca listelenmiştir. ocak 2009 (4) basın-iş işçinin gündemi Yardımcı üreme yöntemi tedavilerinde katılım payı ne kadar? Birinci denemede %30, İkinci denemede % 25, oranında katılım payı alınacaktır. Kaç günlük prim yattığına bakılmaksızın sağlık hizmeti alabileceğim durumlar veya primine bakılmadan sağlık hizmeti alabilecek kesimler var mı? 18 yaşını doldurmamış olan kişiler, Tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, Acil haller, İş kazası ile meslek hastalığı halleri, Bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, Kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile insan sağlığına zararlı madde bağımlılığını önlemeye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri, Hamilelik ve analık halleri, Afet ve savaş ile grev ve lokavt hallerinde, 30 günlük GSS primi olup olmadığına bakılmaksızın herkese, her hastane sağlık yardımı vermek zorundadır. Kurumla sözleşmesi olan özel hastanelerin ve vakıf üniversitelerinin fark isteyemeyeceği durumlar nelerdir? Acil servislerde sunulan sağlık hizmetleri ile acil haller nedeniyle sunulan sağlık hizmetleri, Yoğun bakım hizmetleri, Yanık tedavisi hizmetleri, Kanser tedavisi (radyoterapi, kemoterapi, radyo izotop tedavileri), Yenidoğana verilen sağlık hizmetleri, Organ, doku ve hücre nakilleri, Doğumsal anomaliler için yapılan cerrahi işlemlere yönelik sağlık hizmetleri, Diyaliz tedavileri, Kardiyovasküler cerrahi işlemleridir. Bu iş ve işlemlerden ilave ücret alınamaz. Kurumla sözleşmesi olmayan özel hastanelerin fark isteyemeyeceği durumlar var mıdır? SGK ile sözleşme imzalamamış olan özel hastaneler, acil hallerde sizlerden tek kuruş fark isteyemezler. Kanun’un 73’üncü maddesine göre; “...acil haller dışında sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından kişilerce satın alınan sağlık hizmeti bedelleri Kurumca ödenmez. Sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından acil hallerde alınan sağlık hizmeti bedeli, 72’nci madde gereği sözleşmeli sağlık hizmeti sunucuları için belirlenen bedeller esas alınarak genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilere fatura karşılığı ödenir. Sözleşmeli ve sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucuları, acil hallerde, sözleşmeli sağlık hizmetleri sunucuları ise Kurumun belirlediği sağlık hizmetleri için genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerden veya Kurumdan herhangi bir ilave ücret talep edemez...” Mesela, SGK ile sözleşmesi olmayan bir hastanenin önünde trafik kazası geçirdiniz ve sizi yaralı halde apar topar buraya götürdüklerinde bu hastanede tedavi olduktan sonra GSS’li olduğunuzu (ki herkes GSS’lidir) beyan ettiğinizde hastane kendi fiyatlarını değil SGK’nın fiyatlarını dikkate alarak size fatura kesmek zorundadır. Bu fatura bedelini de gidip SGK’den aynen tahsil edebilirsiniz. SONUÇ YERİNE… Yukarıda dört sayfa boyunca soru-cevap formatında yazdığımız her şeyin özeti aslında bir cümle belki de. Artık ülkemizde hayatta kalabilmek, en temel haklardan birinden ‘sağlık hakkı’ndan yararlanmak için yaşadığımız sürece GSS primi ödememiz, üstüne üstlük hastanelere gittiğimizde de ek olarak ödeme yapmamız gerekiyor. Eğitimin ve sağlığın da adım adım paralı hale geldiği ülkemizde, üstelik işsizlik rakamları katlanarak artarken, bizlere söylediklerinin özeti ise ‘Paran Kadar Yaşa!’. Acaba ‘keşke’ mi demek gerekiyor? Keşke onca kişi, bu yasanın çıkış döneminde çocuğunu sigortalatmak yerine (ki hükmü kalmadı); alanlarda, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, emekten yana tüm güçlerin yanında yer almış olsaydı. O zaman ulaşır mıydı sesimiz acaba, yani hep birlikte olduğumuz zaman? Kendilerini Genel Sağlık Sigortası kapsamı dışında tutan; işçisi, işsizi, 6 aylık bebeği, yeşil kartlısı, yani hepimiz muayene parası, fark ücreti, katkı parası öderken, kendileri ve yakınları ödemeyecek olan milletvekilleri duyar mıydı sesimizi o zaman? Yine de ‘keşke’ dememek lazım. Ama ders çıkarmak lazım. Yaşamımıza ve geleceğimize sahip çıkmak için… ocak 2009 (5) basın-iş HASTANELERİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ İÇİN YENİ BİR ADIM AKP’den sağlığı piyasalaştırma yönünde yeni bir adım daha. Devlet Hastaneleri işletme oluyor. AKP’nin sağlığı piyasalaştırma yönünde attığı önemli adımlardan biri olan Kamu Hastaneleri P i l o t Uygulaması, devlet hastanelerine ‘işletme’ statüsü kazandırılması yönünde önemli bir dönemeç. Daha önce, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Kanun Tasarısı eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmiş, Sağlık Kanunu Tasarısı ile gerçekleştirilmesi planlanan hastanelerin “özelleştirilmesi” de kanunlaşamamıştı. Yasa tasarısı, hastanelerin önce özerk veya sağlık işletmesi sıfatına kavuşturulmasını ve içinde doktorlardan çok iktisatçıların, maliyecilerin ve Sanayi ve Ticaret Odası temsilcilerinin bulunduğu, ancak sağlık örgütlerinin temsil edilmediği ‘hastane birlikleri’ tarafından yönetilmesini öngörüyor. Tasarıda öne çıkan önemli bir başlık da, kamu hastanelerinden devlet desteğinin çekilmesi! Buna ilişkin yer alan hükme göre, devlet, gerektiğinde hastanelere mali yardım yapacak, ancak bunun dışında hastaneler kendi kendini finanse edecek. Bu hüküm, hastanenin kendi kendini finanse edebilmesi için hastalardan daha fazla ücret alması anlamına geliyor. Aynı zamanda ‘kar’ etmesi, ya da kendi kendine ayakta kalması gerekeceği için, sağlık hizmetlerinin kalitesizleşmesi, sağlık personelinin çalışma koşullarının kötüleşmesi de yine beklenen sonuçlar arasında. Tasarının 3’üncü ve 6’ncı maddeleri ise, özelleştirmeye olanak tanıyor. 3’üncü maddede, Yönetim Kurulu’na “birliğin her türlü araç, gereç, malzeme, taşınırları ile tapuda birlik adına kayıtlı taşınmazları üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte satmak, kiralamak, kiraya vermek, devir ve takas işlemlerini yürütmek; Hazineye ait ve birliğe tahsisli taşınmazları üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte tahsis amacı doğrultusunda kiraya vermek, işletmek, işlettirmek” yetkisi tanınacak. Diğer bir madde ise yönetim kurullarına “ihtiyaç duyulması halinde tıbbi uzmanlık hizmeti satın alınmasına karar vermek” yetkisi tanınmakta. Tasarı, AKP iktidarının sağlığı piyasalaştırma yönünde attığı üç büyük adımdan biri olarak tanımlanıyor. Hatırlanacağı üzere, bunlardan birincisi Genel Sağlık Sigortası sistemine geçiş olmuş ve sağlık hizmetleri paralı hale getirilmişti. İkinci adım ise, aile hekimliği sistemi ile atılırken, birincil sağlık hizmetleri ortadan kaldırılıp, devlete ait sağlık ocaklarının yerini özel hekim muayenehanelerinin alması planlanmıştı. Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışılan üçüncü adım ise, ikincil ve üçüncül sağlık hizmetlerinde yaşanacak yıkımı kapsıyor. Tasarının Plan ve Bütçe Alt Komisyonu’na gelmesi üzerine, sağlık örgütleri basın açıklamaları düzenlediler. Sağlık Emekçileri (SES) adına yapılan açıklamada “‘Tıpkı SSGSS yasasında olduğu gibi, halka yalan söylemeye, takkiye yapmaya devam ediyorlar. Bu yasa, kamu hastanelerinin özelleştirilmesi, özelleştirilen hastanelerin KİT’lerde olduğu gibi, birçoğunun zarar ettiği gerekçesiyle kapatılması ve arazi fiyatlarına satılarak peşkeş çekilmesi yasasıdır’” ifadesine yer verildi. Sağlık örgütleri “hamdolsun kriz bizi teğet geçecek” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Dünya Bankası ve IMF’nin direktifleriyle, krize çözüm için parayı devlet hastanelerini satışa çıkartarak bulmayı hedeflediğini ifade ediyorlar. DOKTOR SAYISINDA AVRUPA’DA SONLARDAYIZ Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı ‘’Türkiye Sağlıkta Dönüşüm Programı İlerleme Raporu’’na göre Türkiye, hekim başına düşen nüfus açısından Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa bölgesinde yer alan 53 ülke içerisinde 52. sırada. Rapora göre Türkiye’de her bin kişiye ortalama 1.4 hekim, 1.3 hemşire düşüyor. Türkiye’deki mezun sayısının Avrupa ortalamasının 3’te 1’i kadar olduğu kaydedilen raporda, DSÖ ortalamaları baz alındığında, Türkiye’nin nüfusuna göre her yıl tıp fakültelerinden mezun sayısının 4 bin 500’den 14 bine çıkarılması gerektiği belirtildi. ocak 2009 (6) basın-iş sendikamızdan E-Kart’ta Sendikal Mücadelemiz ve Grevimiz Devam Ediyor Sendikamızın Eczacıbaşı Grubu ve Alman çokuluslu şirketi Giesecke&Devrient ortaklığında Gebze Organize Sanayi Bölgesinde kurulu E-Kart Elektronik Kart Sistemleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.’de örgütlenmesinin ve 17 Ağustos 2006 tarihinde Bakanlığa yetki için başvurmasının üzerinden 2,5 yılı aşkın bir süre geçti. Yasal ve hukuki tüm engellerin aşılmasına rağmen işverenin toplu sözleşme massasına oturmaya yanaşmaması üzerine, yasal grev sürecinin bitmesinden hemen önce 16 Haziran’da başlattığımız grev 7 ayı aşkın bir süredir devam ediyor. Grevde geride bıraktığımız süreçte, bir yandan kamuoyunun dikkatinin greve çekilmesi, ulusal ve uluslararası baskının artırılması, destek ve dayanışmanın güçlendirilmesi çalışmalarının yanısıra içeride de yeni üye kaydı çalışmaları devam etti. Grev sonrasında yaşanan yeni üyelikler grevcilere büyük moral katkı sağladı. Yaptığımız toplantılarla grevdeki ve içerdeki üyelerimiz arasında dayanışmayı, birlik ve beraberliği canlı tutmaya çalıştık. Bu süreçte, işverenin grevin durdurulması talebiyle Kocaeli 1. İş Mahkemesi nezdinde açtığı dava da sendika lehine sonuçlandı. İşverenin Yargıtay nezdinde itiraz etmesine karşın, Basın-İş’in üyesi olduğu küresel sendika UNI ve Giesecke&Devrient’te örgütlü Alman ver.di sendikasının girişimleri sonucunda, Giesecke&Devrient’ten davayı temyiz etmemesi yönünde E-Kart yönetimine gelen yazı üzerine dava geri çekildi. Grevin üretim üzerindeki negatif etkisini azaltmak için, işlerini yurtdışına transfer etme ve yeni işçi alımı gibi bir dizi grev kırıcı önleme başvurdu. Bununla ilgili uluslararası düzeyde yapılan girişimler sonuç verdi ve işlerin Almanya ve Slovakya’ya transfer edilmesinin önüne geçildi. Türkiye temsilcilikleri harekete geçirildi, İLO ve BM’e konuyla ilgili olarak hazırlanan raporlar sunuldu. E-Kart grevimiz haklılığı hukuki olarak ispatlanmış bir grev olması ve özü itibariyle sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkı için çıkılan bir grev olması nedeniyle ulusal ve uluslararası dayanışma ile devam ediyor. Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu, DİSK, Küresel Sendika UNI, Alman ver.di sendikası, Herkese Sağlık Ve Güvenli Gelecek Platformu, Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş, Yol-İş, Haber-İş, Tez Koop-İş, Petrol-İş, Hava-İş, Deri-İş, Tümtis, Ağaç-İş dahil pek çok sendika ve üye işçiler, DİSK’e bağlı sendikalar ve üye işçiler, KESK’e bağlı sendikalar ve işçiler, siyasi partiler, kitle örgütleri, meslek örgütleri, dergi çevreleri bugüne kadar destek ve dayanışmasını bizlerden eksik etmedi. Rotopak’ta çalışan üyelerimiz başta olmak üzere üyelerimiz grevci işçileri yalnız bırakmadı. ocak 2009 (7) sendikamızdan basın-iş Etapak İşyerimizde İşçi Sağlığı İş Güvenliği Eğitimleri Yapıldı İşkolumuzda faaliyet gösteren işyerlerinde kullanılanılan ağır kimyasallar, gürültü ve fiziksel etmenler nedeniyle üyelerimizin karşı karşıya kaldığı sağlık ve kaza riskleri nedeniyle uzun zamadır planladığımız işçi sağlığı iş güvenliği eğitimlerimize başladık. Bu kapsamda, uzun yıllar Çalışma Bakanlığında ve Karayolları Genel Müdürlüğünde İşçi Sağlığı ve Güvenliği müfettişi olarak görev yapan ve Yapı-Yol Sen eski Genel Başkanı Bedri Tekin Hocamızın katkı verdiği ilk pilot eğitim Etapak İzmir işyerinde 11 ve 18 Ocak tarihlerinde yapıldı. Sendikamızda yeni göreve başlayan Sibel Çelik arkadaşımızın açılışını yaptığı ve 3 ayrı grupta toplamda 100 kadar üyemizin katıldığı eğitimlerde, mevzuat, işçi-işveren yükümlülükleri, yasal haklarımız, alınacak önlemler, işyerlerinde işçi sağlığı iş güvenliği organizasyonu, kullanılan kimyasallar ve gürültünün yarattığı etkiler konu edildi. Kurul çalışmaları üzerinde duruldu. İşyerindeki acil çözüm bekleyen sorunlar tespit edildi.Eğitimde ayrıca, itibari hizmet hakkımızla ilgili olarak, uygulama ve hukuki süreçle ilgili sendikamız uzmanı Fatih Aydemir ve Avukatı mız Göktan Koçyıldırım bilgi verdi. YÖNETİCİ TEMSİLCİ EĞİTİM SEMİNERİMİZ İLE PROJE DEĞERLENDİRME TOPLANTIMIZ DÜZCE’DE GERÇEKLEŞTİRİLECEK 2009 yılı Yönetici ve Temsilci Eğitim Seminerimiz, Genel Merkez ve Şube Yöneticilerimiz ile temsilcilerimizin katılımıyla 1-2 Şubat tarihlerinde Düzce’de gerçekleştirilmesine karar verildi. Eğitimlerimizi, güncel sorunlar ve sendikal hareketin durumu üzerine Yıldırım Koç, yeni Sosyal Güvenlik Sistemi ile ilgili ilgili olarak Celal Tozan, ekonomik kriz ve emekçilerle ilgili Aziz Konukman, hukuki sorunlarla ilgili Göktan Koçyıldırım’ın vermesi planlanmaktadır. Ayrıca, Örgütlenme Projemizin yıllık değerlendirme toplantısının da 3 Şubat’ta aynı yerde yapılmasına karar verildi. İZMİR/ETAPAK KADIN TOPLANTISI 17 Ocak günü İzmir/Etapak işyerindeki kadın arkadaşlarımızla işyeri sorunları ve ekonomik kriz üzerine bir toplantı gerçekleştirdik. Sendikamız uzmanlarından Yıldız Ekiz’in de katıldığı toplantıda, ekonomik kriz üzerine kısa bir sunum yapıldıktan sonra, krizin hayatımıza yansımaları ve hep birlikte neler yapabileceğimiz üzerine tartışıldı. Fabrikada yaşanan kimi sorunların da ele alındığı toplantıda, fabrikadaki kadın temsilcimiz Meral Özdemir’in işten ayrılması nedeniyle yeniden temsilci seçimi yapıldı ve Ayten Gazi ve Nazan Şimşek arkadaşlarımız temsilci oldular. ocak 2009 (8) basın-iş sendikamızdan Propak Ambalaj’da İkinci Dönem Toplu Sözleşme Süreci Başladı 2 yıl önce Anadolu Ecopack’ın, Propak Ambalaj Üretim ve Pazarlama Ltd. Şirketine devredilmesi ile burada çalışan üyelerimiz ve işyeri için yeni bir dönem başlamış, ilk toplu sözleşmemiz imzalanmıştı. 1.1.2009 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girecek olan ikinci dönem işyeri toplu iş sözleşmesi için yürütülecek toplu pazarlık süreci, 26 Kasım’da gelen yetkimiz ile başladı ve görüşmelerde bugüne kadar iki oturum yapıldı. 3. oturumun 3 Şubat tarihinde yapılması kararlaştırılan görüşmelerde bugüne kadar 8 idari madde üzerinde anlaşma sağlandı. toplu sözleşme Rotopak’ta 2. Dönem Toplu Sözleşme İmzalandı Rotopak Matbaacılık Ambalaj Sanayii ve Ticaret A.Ş. işyerinde Haziran ayından beri süren ve son dönemi küresel kriz baskısı altında geçen toplu sözleşme görüşmelerimizde 29 Kasım tarihinde İstanbul Şubemizde yapılan toplantıda nihayet anlaşma sağlandı. Alınan grev ve lokavt kararları karşılıklı olarak kaldırıldı. İstanbul Şubemizin, tüm üyelerimizin, temsilcilerimizin ve Rotopak yöneticilerimizin sağduyulu ile yaklaşımı sonucu, yaşanan kriz ortamında kazanılmış haklarımız korunarak ve ücret ve sosyal haklarda üyelerimiz için herhangi bir kayba yol açmadan, yeni dönem toplu sözleşmemizi varılan bu anlaşma neticesinde, 23.12.2008 tarihinde imzalandı. 2. Dönem TIS’in tüm üyelerimize, işyerimize ve sendikamıza hayırlı olmasını diliyoruz. 2009-2010 Kamu Kesimi Toplu Sözleşme Süreci Başladı TÜRK-İŞ bünyesinde oluşturulan ve Tarım-İş, Genel Maden-İş, Petrol-İş, Şekerİş, Tek Gıda-İş, Türk Metal, Yol-İş, Tes-İş, Demiryol-İş, T. Haber-İş, T. Harb-İş, Belediye-İş sendikalarının Genel Başkanlarından oluşan Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu, 20 Ocak 2009 tarihinde Genel Başkan Mustafa Kumlu’nun başkanlığında TÜRK-İŞ Genel Merkezi’nde toplandı. Geçtiğimiz dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de birlikte ve kazanılmış haklardan ödün vermeden görüşmelerin sürdürülmesi, bu çerçevede Koordinasyon Kurulu ile Hükümet arasındaki görüşmelerinin başlatılması kararı alındı. 2009 yılında yenilenecek toplu iş sözleşmeleri, yürürlük tarihi ağırlıklı olarak Ocak-Mart olan ve yerel yönetimler hariç Konfederasyona bağlı 27 sendikanın örgütlü olduğu 125 işletme-işyeri düzeyinde toplam 315 bin işçiyi kapsıyor. Toplantıda ayrıca, toplu sözleşme görüşmelerinde esas alınacak ortak ilkeler belirlendi ve sendikalara iletildi. Sendikamıza Bağlı Kamu İşyerleri İçin Toplu Pazarlık Süreci Başladı Kamuya bağlı işyerlerimizde uygulanan toplu iş sözleşmelerinin yürürlük sürelerinde sona yaklaşılması ile birlikte 1 Ocak ve 1 Şubat’tan geçerli olacak yeni dönem toplu iş sözleşmelerimiz için Kasım ayında çalışmalar başlatıldı. Bu işyerlerimizden, T.C. Başbakanlık Basımevi, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, Çocuk Esirgeme Kurumu 50. Yıl DÖSE Matbaası işyerlerimizle ilgili yetkimizin 30 Aralık’ta kesinleşmesinin ardından toplu sözleşme teklifleri hazırlanarak Kamu-İş ve TUHIS’e verildi. Bu işyerlerimiz için toplu görüşmeler 4 Şubat’ta yapılacak ilk oturumlarla başlamış olacak. Diğer taraftan 1 Ocak yürürlüklü bir diğer işyerimiz olan Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’nde toplu sözleşme yürütme yetkimiz kesinleşti ve 19 Ocak’ta sendikamıza tebliğ edildi. Bu işyerimizle ilgili teklif çalışmalarımız dergimiz yayına hazırlanırken son aşamasına gelmişti. 1 Şubat yürürlüklü Sağlık Bakanlığı AÇSAP Matbaası ile ilgili olarak da çoğunluk tespitinin yapılmasına paralel yasal sürenin geçmesinin ardından itiraz soruldu. Kısa zamanda bu işyerimizle ilgili kesinleşmiş yetkimizin de gelmesi bekleniyor. ocak 2009 (9) basın-iş emekçi kadın “Kadınlar Krizi Konuşuyor” Emek örgütlerinin ortak çağrısıyla düzenlenen “Kadınlar Krizi Konuşuyor” sempozyumunun sonuç bildirgesi, 20 Ocak Salı günü Havaİş Genel Merkezi’nde yapılan basın açıklaması ile kamuoyuna duyuruldu. Sendikamızın da imzacısı olduğu sonuç bildirgesinde, işten çıkarılmada ilk tercih olma, eve verilen işlerde durgunluk, evde sorunların ağırlaşması gibi nedenlerle krizin kadınları daha ağır vurmasına rağmen, kadınların hiçbir çözüm paketinde kendilerine yer bulamaması eleştirildi. Sonuç metnine sendikamızın yanı sıra, Birleşik Metal-İş, Deri-İş, Dev Sağlık-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tekgıda-İş, Tez Koop-İş ve TAREM imza atarken metni Hava-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Eylem Ateş okudu. Sonuç metninde sendika, emek örgütleri ve meslek kuruluşlarının krizin faturasını emekçilerin ödemeyeceğini deklare ettiğini, ancak krizden en çok etkilenen kadınların sorunlarının ve taleplerinin hemen hemen hiçbir programda kendine yer bulamadığı vurgulandı. Yeni Sosyal Güvenlik Kanunu’nda kadınlar aleyhine yapılan düzenlemelere kriz bahanesi de eklenince sağlık ve sosyal güvenlikte yaşanması muhtemel hak kayıpları ile ev kadınlarının bakım yükünün iyice artacağı belirtildi. Metinde krizle birlikte ortaya çıkacak olası sonuçlara da değinildi. Bu sonuçlar, krizle birlikte proleterleşmenin artarak beyaz yakalı kadınları mavi yakalı işçi kadınlara yaklaştıracağı, ev eksenli üretimin artacağı, kadınlara işsizlik, kıdem tazminatının, fazla mesai ücretlerinin ve ikramiyelerin ödenmemesi süreçleriyle çalışma koşullarının zorlaşması ve taşeronlaşmayla karşı karşıya bırakılması, kayıt dışı çalışmanın artması ve aile içi şiddet, cinsel taciz ve saldırıların artması olarak belirtildi. Sonuç metninin okunmasının ardından, DESA direnişinin simgesi haline gelen Emine Aslan, Sinter Metal’de sendikalı oldukları için işten atılan ve yaklaşık bir aydır fabrika önünde direnişlerini sürdüren Birleşik Metal-İş üyesi işçilerden Necla Öztürk ve Yeliz Can ve Çapa’daki Kızılay Kan Merkezi’nde sendikalı oldukları için işten atılan ve dava süreçleri devam eden Dev Sağlık-İş’li hemşirelerden Funda Keleş de direniş süreçlerini anlattı. Basın toplantısında, krize karşı kadın dayanışma ağının örgütlenebilmesi için bir internet sitesinin de kurulduğu duyuruldu. http: //krizdekadindayanismasi.org adresinden yayın yapacak olan sitenin, sendikalar tarafından düzenli olarak verilerle beslenmesi ve krizden etkilenen, işten çıkartılan kadınların da başvurabileceği bir adres olması hedefleniyor. Kadınlar, Antiemperyalist Mücadele İçin Sesini Yükseltiyor Dünyanın pek çok ülkesinden emekçi kadın örgütlerinin katılımı ile Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu (WIDF), son yürütme toplantısını Kasım ayında Yunanistan’da gerçekleştirdi. WIDF, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ‘Bir Daha Asla!’ şiarıyla kurulduğundan bu güne, barış ve antiemperyalizm mücadelesini, emekçi kadınların bu mücadeledeki önemini vurgulayarak sürdürüyor. WIDF’nin son yürütme kurulu toplantısına 17 ülkeden 35 temsilci katılırken, toplantıda pek çok uluslararası dayanışma gündemi ele alındı. En çok vurgu yapılan ise, Filistin’in İsrail tarafından işgali oldu. Kadınlar ve Seçimler ‘Seçme ve Seçilme Hakkı’na Dair... Yerel seçimler yaklaştı. Adaylar yavaş yavaş açıklanmaya başlandı. Üstelik 5 Aralık da, kadınların seçme ve seçilme hakkını elde ettikleri günün yıldönümüydü. Ülkemizde, kadınlar 74 yıldır seçme ve seçilme hakkına sahip. Kabul edildiği dönem için oldukça ileri bir adım olan bu hak; bugün gelinen noktada aynı niteliği elbette taşımıyor. Tüm bu 74 yıllık süreçte son derece az kadınınseçilebilmiş olmasının yanısıra bugün geldiğimiz noktada, Meclis’e girebilen kadınların da profili elbette büyük önem taşıyor. Meclis’te yer alan kadın milletvekillerinin pek çoğu, partiler tarafından vitrin süsü olarak görülürken; seçilen kadınların çoğunun sadece kadın sorunları ile ilgilenmesi öngörülüyor. Bu ülkede yaşanan sıkıntılar, ekonomik kriz, ücretli hale getirilen sağlık sistemi, sosyal güvenlik sistemindeki değişiklikler, yoksulluk ve zamlar, emekçi kadınları daha da fazla etkisi altına alırken; krizde ilk işten çıkartılan, pazarda en ucuz meyveyi, sebzeyi bulmaya çalışan, çocuğun eskiyen okul önlüğüne bir çözüm yaratmayı deneyen yine emekçi kadınlar İlk milletvekilerimizden Hatı Çırpan, Kazan Köyü oluyor. Evet, bizim seçme ve seçilme hakkımız var. Dedik ya, 74 yıl öncesinde dünyanın en Muhtarı iken milletvekili seçildi (1935) ileri düzeydeki haklarındandı. Bugün geldiğimiz noktada ise, evleneceği erkeği bile seçme hakkı olmayan kadınlarımızın seçme ve seçilme hakkı da, ülkedeki pek çok hak gibi kağıt üzerinde kalıyor. Eşitlik için, özgürlük için, çocuklarımızın yaşanılası bir ülkede güvenle yaşaması için sesimizi yükseltmezsek; 74 yıl öncenin ileri haklarının çok gerisine düşme tehlikesi bekliyor bizleri... ocak 2009 (10) basın-iş emekçi kadın YENI SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNDE KADIN HAKLARI (1) Doğumdan Sonraki Süre Borçlanılabiliyor mu? 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası Mecliste tartışıldığı dönemlerde, AKP milletvekilleri, bu yasa ile kadınlara doğum borçlanması hakkı verildiğini ve bu borçlanmanın tıpkı erkek işçilerin askerlik borçlanması gibi yapılacağını söyleyip, yeni yasanın hepimize ne büyük yararları olacağını(!) anlatıyorlardı. Sağlık paralı olmuş, sosyal güvenlik hakkımız elimizden alınmış, emeklilik ancak mezarda mümkün hale gelmiş, “ama bakın doğum sürenizi borçlanabilirsiniz” diyorlardı. Bu bile olmadı! Ve yasada verilen bu hak, sonra çıkartılan tebliğ ile geri alındı. 5510 sayılı Yasa’nın 41. maddesi sigortalıların borçlanabilecekleri süreleri düzenliyor. Buna göre; “Bu Kanuna göre sigortalı sayılanların; “a) Kanunları gereği verilen ücretsiz doğum ya da analık izni süreleri, … “kendilerinin veya hak sahiplerinin yazılı talepte bulunmaları ve talep tarihinde 82 nci maddeye göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt ve üst sınırları arasında olmak üzere, kendilerince belirlenecek günlük kazancın % 32’si üzerinden hesaplanacak primlerini borcun tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde ödemeleri şartı ile borçlandırılarak, borçlandırılan süreleri sigortalılıklarına sayılır.” Bu maddeden hareketle yapılan ilk yorum, SSGSS ve Toplumsal Cinsiyet 1 Ekim günü, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası yürürlüğe girdi ve pek çok hakkımız yasayla birlikte elimizden alındı... 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın 1 Ekim 2008’de yürürlüğe girişi ile birlikte, sosyal güvenlik ve sağlık alanında ciddi hak kayıpları yaşanırken; kadınların kayıpları daha büyük oldu. Kısaca, yasanın kadın işçilere neler kaybettirdiğine ve bakış açısını ele alalım: Kadınlar için 58, erkekler için 60 olan emeklilik yaşı, kademeli olarak 65’e çıkartılmıştır. Ev hizmetlerinde, hizmet akdi ile sürekli çalışıp, aylık prime esas kazancın altında gelir elde eden kadınlar, sigortalı olma ve sigorta yardımlarından yararlanamayacaktır. Yetim kız çocuklarına ödenmekte olan aylık ile gelirlerinin 24 aylığı tutarındaki evlenme yardımı, 12 aylık tutara indirilmiştir. askerlik borçlanması gibi, sigortalılık tarihi öncesinde yapılan doğumlar için de borçlanma yapılabileceği şeklinde olmuştu. Ancak ardından çıkartılan Hizmet Borçlanma İşlemlerinin Usul Ve Esasları Hakkında Tebliğ’de yer alan; “Hizmet borçlanmaları; a) Ücretsiz doğum izni ya da analık izni süreleri ile 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalı kadının doğum tarihinden sonraki iki yıllık süresi tabi olduğu işyerince,” hükmü ile, kadın sigortalının doğumu sigortalı olduktan sonra yapmış olması gerekliliği gündeme geldi. Şu anda mevcut uygulamaya göre doğum nedeniyle borçlanmadan yararlanabilmek için; - Doğumun sigortalı olduktan sonra yapılması - İşten ayrılma tarihinden en fazla 300 gün sonra doğum yapılması, - Doğan çocuğun yaşaması gerekiyor. Bu koşullar sağlandıktan sonra, kadın işçi, doğum tarihi sonrasındaki 2 seneyi çalışmadan ve adına prim yatırılmadan geçirmişse, borçlanma hakkına sahip oluyor. Eğer kadın işçi, çalışmadığı bu dönem içinde ikinci bir çocuk daha doğurmuşsa, bunu da borçlanması mümkün. Ancak eğer kadın işçi ilk çocuk sonrası çalışmaya ara vermiş ve bu 2 yıldan fazla sürmüşse; ikinci çocuğun doğum tarihi bu iki yıllık süreden sonraya denk geliyorsa, kadın işçinin bu süreyi borçlanması mümkün olmayacaktır. Ölen sigortalının dul eşine ödenen ölüm aylığı oranı yüzde 75’ten, yüzde 50’ye indirilmiştir. İşveren primini yatırmadığı için kayıt dışı çalışan milyonlarca işçi genel sağlık sigortası kapsamı dışında kalmaktadır. Kayıt dışı çalışma kadınlarda daha yaygındır. Mevcut sistemde, emeklilik için gerekli süreyi tamamlamış eşin ölmesi halinde, askerliğini borçlanmak suretiyle, geride kalanlara aylık bağlanabiliyordu. Yeni yasa ile, 1 Ekim’den itibaren ölen eşin askerliğini borçlanarak süreyi tamamlayıp aylık bağlanması engellendi. Çocuklar, 18 yaşını (okuyorlarsa 25 yaşını) tamamladıkları tarihten itibaren, ana-babaları üzerinden sağlık yardımı alamayacaklar. Sağlık hakkından yararlanabilmek için ailenin gelir durumuna göre değişen tutarda genel sağlık sigortası primi ödemeleri gerekecek ve ödenmiyorsa sağlık hakkından yararlanamayacaklar. ocak 2009 (11) basın-iş çalışma hayatı 2009 YILINDA UYGULANACAK SAKATLIK İNDİRİM TUTARLARI KIDEM TAZMİNATI / AİLE VE ÇOCUK ZAMMI (TL) Yıllık Kıdem Tazminatı Tavan Tutarları 2,260.05 01.01.2009-30.06.2009 Çocuk Zammı (1 çocuk için aylık) Tutarı 13.38 01.01.2009-30.06.2009 Aile Yardımı (aylık) Tutarı 80.26 01.01.2009-30.06.2009 NOTLAR 1) Aile ve çocuk yardımı , Bakanlar Kurulu’nun 5 Ocak 2007 tarihli Resmi Gazete’de yer alan 2008/13055 sayılı kararı ile belirlenen katsayılar üzerinden, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 202. Madde hükümleri çerçevesinde hesaplanmıştır. 2) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre azami 2 çocuğa kadar uygulanmakta olan çocuk yardımı ödeneği 15.1.2005 tarihinden itibaren 0-6 yaş (72 nci ay dahil) grubunda yer alan çocuklar için bir kat artırımlı uygulanmaktadır. Dolayısıyla 0-6 yaş grubundaki her bir çocuk için tablodaki çocuk yardımı, ilk altı ay 26,76 TL olarak uygulanacaktır. AÇLIK VE YOKSULLUK SINIRI Aralık 2007 Açlık Sınırı Kasım 2008 688.05 Aralık 2008 738.07 739.67 Yoksulluk Sınırı 2,241.22 2,404.14 2,409.35 Kaynak : Türk-İş Araştırma Bürosu (Açlık Sınırı:4 kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için gereken asgari aylık mutfak harcamasıdır. Yoksulluk sınırı ise, 4 kişilik bir ailenin asgari konut, sağlık, eğitim, ulaşım, giyim, mutfak harcamalarının toplamını ifade eder. ASGARİ ÜCRET TUTARLARI (TL) 2009 YILI GELİR VERGİSİ TARİFESİ 8.700 TL ‘ye kadar olan gelir için 22.000 TL’ye kadar olan gelirin 8.700 YTL’si için 1.305 TL, fazlası için 50.000 TL ‘ye kadar olan gelirin 22.000 TL’si için 3.965 TL, fazlası için 50.000 YTL ‘den fazla olan gelirin 50.000 TL’si için 11.525 TL, fazlası için Yüzde 15 Brüt Asg. Ücr. Yüzde 20 Yüzde 27 Yüzde 35 Gelir Vegisi Kanunu’nun 31. Maddesine göre: Çalışma gücünün asgarî % 80’ini kaybetmiş bulunan hizmet erbabı birinci derece sakat, asgarî % 60’ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabı ikinci derece sakat, asgarî % 40’ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabı ise üçüncü derece sakat sayılır ve aşağıda sakatlık dereceleri itibariyle belirlenen aylık tutarlar, hizmet erbabının ücretinden indirilir. Sakatlık indirimi; - Birinci derece sakatlar için 670 TL, - İkinci derece sakatlar için 330 TL, - Üçüncü derece sakatlar için 160 TL. 16 yaş üzeri 16 yaş altı Net Asg. Ücr. 666.00 693.00 567.00 589.50 Yürürlük 477.19 496.53 406.26 422.38 2009 Yılı Aylık Asgari Geçim İndirimi (AGİ) Tutarları Eşi çalışmayan ve dört çocuğu bulunan (%50+%10+%7,5+%7,5+%5+%5) 01.01.2009-30.06.2009 01.07.2009-31.12.2009 01.01.2009-30.06.2009 01.07.2009-31.12.2009 A.G.İ Oranı Aylık A.G.İ. Tutarı (TL)* 85% 84.92 Eşi çalışmayan ve üç çocuğu bulunan (%50+%10+%7,5+%7,5+%5) 80% 79.92 Eşi çalışmayan ve iki çocuğu bulunan (%50+%10+%7,5+%7,5) 75% 74.93 Bekar olan veya eşi çalışan ve çocuğu olmayan (%50) 50% 49.95 *Aylık A.G.İ. (Asgari Geçim İndirimi) Tutarı:Bu tutar işçinin aylık gelir vergisi tutarından mahsup edilip kendisine ödenecektir. NOT: Çocukların 18 yaş altında olması veya öğrenim görüyorsa 25 yaş altı olması gerekir. SSK Aylık Kazanç Sınırları SSK Günlük Kazanç Sınırları Yürürlük Tarihi Üst Sınır (TL/ay) Alt Sınır (TL/ay) Üst Sınır (TL/gün) Alt Sınır (TL/gün) 4,329.00 666.00 144.3 22.20 01.01.2009-30.06.2009 4,504.50 693.00 150.15 23.10 01.07.2009-31.12.2009 ASKERLİK BORÇLANMASI ÖDEME TUTARI (en geç 1 ay içinde yapılmak zorunda) Askerlik Borçlanması = (SSK primine esas kazancın günlük alt sınırı) X %32 X borçlanılacak gün sayısı 01.01.2009-30.06.2009 Borçlanma tutarı (18 ay): 22,20 X %32 X 540 gün 3,836.16 TL 01.07.2009-31.12.2009 Borçlanma tutarı(18 ay): 23,10 X %32 X 540 gün 3,991.68 TL Not: Diğer borçlanmalarda da (grev, doğum, doktora vb) aynı yöntem uygulanmaktadır. ocak 2009 (12) DOSYA: EKONOMİK KRİZ DÜNYAYI SARSARKEN “HAMDOLSUN TÜRKİYE’Yİ TEĞET GEÇİYOR”!? Bir yıldan uzun süredir, kapıya dayanan bir ekonomik krizden söz ediliyor. ABD’de başlayan ekonomik kriz, dünyayı sarsmaya başladığında, “Hamdolsun Türkiye ekonomisi sağlam, kriz korkumuz yok. Kriz Türkiye’yi teğet geçecektir” dediler. Sadece iki aylık süre zarfında, yüzbinlerce işçi kardeşimiz işsiz kaldı, çok daha fazlası ücretsiz izne çıkartıldı. Krizin Türkiye’ye etkilerinin henüz tam yansımadığı bir dönemde olduğumuz ekonomistler tarafından söyleniyor. Krizden bahsedip önlem alınmasını isteyenler ise, ‘amaçları farklı’ olmakla suçlandı. Evet, haklılar. Amacımız farklı. Krizi kendileri için bir ‘fırsat’a çevirmeye çalışanlarla mücadele ediyoruz. Evet, haklılar. Amacımız farklı. Bizler, krizden yararlanıp, işçilerin, emekçilerin pek çok hakkını elinden almaya çalışanlara karşı, emekçilerin sendikalı, örgütlü gücünü savunuyoruz. Bu sayıda, dosya konumuzu, krizin faturasını bizlere ödetmeye çalışanlara, krizi bizlerden aldıklarıyla aşmaya çalışanlara karşı; krizi anlatmaya ayırdık. ‘Hamdolsun, kriz bizi teğet geçiyor’ diyenlere cevabımız, ‘Hamdolsun, isyandayız’ Dosya Başlıklarımız: Ekonomik kriz, kimin krizidir? Bedelini bizlere ödetmeye çalıştıkları bu kriz, nasıl ortaya çıktı? Amerika’da emlak krizi olarak başlayan bunalım, nasıl oldu da Türkiye’yi ve tüm dünyayı sarsan ve 1929’dan beri yaşanan en büyük krize dönüştü? Sektörlerden haberler... Kriz hangi sektörleri nasıl etkiledi? İşten çıkarmaların yoğun olduğu sektörlerde durum ne, önümüzdeki döneme ilişkin öngörüler ne? ‘Take or Pay’ diye birşey duydunuz mu? Ciddi zarar mı ediyorlar, yoksa krizden bile kar sağlamaya mı çalışıyorlar? TOFAŞ’ın zarar etmesini engelleyecek anlaşmayı çok önceden yaptığını ama buna rağmen işçi çıkardığını biliyor muydunuz? Bu Kriz Biz Emekçiler İçin Ne Anlama Geliyor? Prof.Dr. Aziz Konukman İle Bir Değerlendirme: Kriz gerçekten ülkemizi teğet mi geçecek, yoksa yaşamımızın orta yerine bomba gibi düşecek mi? Sermaye ve Hükümet denize düştü, sermaye yol verdi, hükümet kurtuluşu IMF’ye sarılmakta buldu? Peki IMF ile kurtuluş mümkün mü? Başka yol yok mu? Krizde yasal haklarımız... Bizler sendikalı, örgütlü olarak çalışıyoruz. Fakat bu kriz tüm kesimleri büyük bir hızla etkisi altına alıyor. Pek çoğumuzun eşi, dostu, akrabası krizden etkileniyor. İşten çıkarılma, ücretsiz izne gönderilme türü uygulamalarda yasal haklarımızın neler olduğunu bilmek, bu dönemde her zamankinden fazla önem taşıyor. basın-iş dosya ABD DÜNYAYA, KRİZ İHRAÇ ETTİ, Kapitalizm sarsılıyor. ABD’den başlayan, en güvenilir denilen finans kuruluşlarından, en geleneksel sektörlere dalga dalga yayılan ve bağımlı tüm ekonomileri hızla etkisi altına alan krizin nereye varacağını kimse kestiremiyor. 20.yüzyılın en derin krizi olarak bilinen 1929 büyük buhranından sonra 2008 yılında kapitalizm bir kez daha sarsılıyor. En gü1933 Aş Kuyruğu venilir finans kuruluşlarından asırlık geleneksel sektörlere geniş bir alana yayılan krizin sonuçlarını kimse kestiremiyor. 2007 yılında sinyallerini veren, içinden geçtiğimiz günlerde çığ gibi büyüyen bu kriz sermayeye, kitlesel bir ahmaklığın, aşırı finansal büyümenin acı sonuçlarını yaşatıyor. Kendini dünyanın efendisi, coğrafyanın jandarması, özgürlük taşıyıcısı olarak kabul eden ABD, 11 Eylül’ün ardından tanrının kendisine verdiği görevle demokrasi seferine koyuluyor. Demokrasi seferi Afganistan ile başlıyor, Irak’la devam ediyor. ABD yönetimi savaşın maliyetini karşılamak için ek kaynaklar, sermayenin karlı çıkması için ek olanaklar yaratmak istiyor. “Yaratıcı” finansal enstrümanlar devreye sokuluyor, çılgın bir mali büyüme dönemi açılıyor. ABD finans şirketleri bu dönem tefecilikte sınır tanımıyor. Son olarak ABD’li yoksullara, düşük gelirlilere ev kredileri vermeye başlanıyor. İlk iki yıl sabit faizli, sonrasında ayarlanmak üzere verilen kredilerin ödenemeyen taksitleri ana paraya ekleniyor. Böylece kredi içinde kredi açılıyor. Riski büyük, ancak sonuçta teminatı olduğu düşünülüyor: Kocaman ev! Bu iş öyle büyüyor, bir çılgınlık halini alıyor ki kimsenin aklına ya bu evlerin fiyatları düşüverirse diye gelmiyor. Tıpkı dar gelirlilere verilen kredilerde olduğu gibi teminat diye düşünülen varlıkların fiyatlarında yaşanan ani düşüşler milyarlarca dolar krediyi birdenbire değersiz hale getiriveriyor. Öyle ki örneğin kredi kullanılarak alınan evin değeri, kullanılan kredinin onlarca kat altında kalıveriyor. Hızla tüm finansal kuruluşların varlıkları erimeye başlıyor, paçavra haline geliyor. ABD hükümeti, eriyen finansal varlıkların karşılığında devlet tahvili veriyor. Bu uygulama diğer birçok ülkede de gerçekleşiyor. Devletler bankalara el koymak yerine çürüyen varlıkları satın alıp, önceki değerleri kadar sermaye koyuyor. Bu işlem krizin çıkışından buyana ABD’de 3 trilyon dolara ulaşmış durumda. Finans kuruluşlarınında yaşanan bu gelişmeler vakit kaybetmeden reel sektöre yansıyor. Çökmez denilen otomotiv tekelleri başta olmak üzere neredeyse tüm sektörlerde birçok şirket iflas noktasına geliyor. Sıkışan bankalar kredileri küçültüyor. Dolayısıyla krediler pahallanıyor. Yani para pahalılanıyor. Ve bu durum elbette Türkiye gibi ekonomisi ve sanayisi dışa bağımlı bir ülkeyi de kaçınılmaz olarak etkiliyor. Döviz kredileriyle, ithal girdi ve teknoloji ile üretim yapan Türkiye imalat sektörü, bunun yanında 140 milyar dolara varan özel sektör dış borcu ile bu bağımlılığın sonuçlarını yaşıyor. Krizde ‘zarar etmeyenler’ de var! korurken, Akbank 1500’den fazla işçinin işine son verdi. Kâr açıklayan şirketlerden bazıları şunlar: Alarko Gayrimenkul (yüzde 209), Anadolu Sigorta (yüzde 144), Aviva Sigorta (yüzde 88), Bagfaş (yüzde 307), Bossa (yüzde 94), Componento Dökümcülük (yüzde 229), Çelik Halat (yüzde 463), Demisaş Döküm (yüzde 159), Ege Gübre (yüzde 95), Ereğli Demir Çelik (yüzde 155), FM İzmit Piston (yüzde 487), Fon Finansal Kiralama (yüzde 109), Gersan Elektrik (yüzde 231), Güneş Sigorta (yüzde 190), İntema (yüzde 84), İş Finansal Kiralama (yüzde 86), Otokar (yüzde 177), Plastikkart (yüzde 226), Şeker Finansal Kiralama (yüzde 117), Türk Hava Yolları (yüzde 243), Türk Prysmian Kablo (yüzde 396), Yapı Kredi Sigorta (yüzde 120). Pek çok şirkette işçiler ekonomik kriz gerekçesiyle işten çıkartılırken, bu şirketlerin bir bölümü yüksek kar oranları ile dikkat çekiyor. Yılın ilk dokuz aylık kar bilançosu açıklandığında, pek çok şirketin karlılığını koruduğu dikkat çekti. Açıklanan verilere göre; bilanço açıklayan 231 şirketin ortalama zararı sadece yüzde 1,34 dolayında kalırken, 12 şirket zarardan kara geçti. 70 şirket karını artırdı. Kârını artıran şirketlerin de işçi çıkartma yoluna gittiği görülürken, şirket yöneticileri ‘yangın bize de geliyor’ türü ifadelerle durumu işçilerin gözünde de meşru hale getirmeye çalışıyor. Örneğin, bankalar kârlılığını ocak 2009 (14) basın-iş dosya TÜRKİYE DERİNDEN ETKİLENDİ.. ABD’de başladı, kısa bir sürede, fabrikalarımıza, atölyelerimize, evlerimize kadar yansıdı. Bugün çoğumuz öyle ya da böyle bu krizin ‘faturasını ödüyoruz’ Krizin ilk dört beş aylık dönemde Türkiye’ye bilançosu yüzbinlerce yeni işsiz!! Dünya çapında bu kadar büyük etki yaratan krizden ülkemiz ne kadar etkilendi? Kriz ilk olarak ABD’de bir emlak krizi şeklinde ortaya çıktığında, ülkemizde hemen açıklamalar yapıldı: “Türkiye’de tutsat piyasası henüz gelişmedi, yaşanan krizden gayrimenkul sektörümüz bile etkilenmez” diye…Fakat kısa süre sonra gayrimenkul sektörünün krizden çok ciddi boyutta etkilendiği ortaya çıktı. Bu sefer de açıklamalar hazırdı: “Zarar bu noktada kalır, diğer sektörlere yansımaz.” Elbette böyle de olmadı. Başbakan Tayyip Erdoğan ‘Hamdolsun, kriz Türkiye’yi teğet geçecektir’ derken; işçiler ‘Hamdolsun, işsiz kaldık’ demeye başladı. Başta otomotiv sektörü olmak üzere pek çok sektörde hızla işten çıkartmalar ve ücretsiz izinler gündeme gelmeye başladı. Ancak dünya çapındaki işsizlik verileri medyada yer bulurken, ülkemizde kapanan fabrikalar, işsiz kalan işçiler medyaya aynı oranda yansımadı. AKP iktidarında gözlenen büyüme, dünyadaki likidite bolluğu sonucunda dış kaynak bulma kolaylığı ile yakından ilişkiliydi. Bu süreçte, kamu kaynaklarını yağmalamak için ülkeye çağırılan yabancı sermaye, ucuz dövizle patlatılan ithalat ve yatırımların dış borçla finansmanına dayanan bu sistemin; dünyayı sarsan bir ekonomik kriz döneminden etkilenmeden çıkması mümkün değildir. Kredi ve talep daralması sonucunda reel sektörü durgunluğa sürükleyen finansal kriz, çok kısa sürede birkaç yüz bin kişinin işine son verilmesinin gerekçesi olurken; yıl sonunda işsizlik rakamlarının benzersiz boyutlara ulaşacağı da iktisatçılar tarafından öngörülüyor. T Ü İ K ’ i n e k s i k l i ğ i herkesçe bilinen verilerine göre bile; Ekim ayında işsizlik oranı yüzde 10,9’a çıkarken işsiz sayısı da 2,7 milyona yaklaştı. Elbette TÜİK’in eksik olmasının yanısıra, 3 ay gecikmeyle yayınlanan istatistikleri, özellikle ekonomik kriz gibi hergün toplu işten çıkarmaların yaşandığı dönemlerde, işlevsel olma niteliğini daha da yitiriyor. Burada ele alınabilecek bir başka veri de, şirket kapanmaları. Ekim ayında kapanan şirket sayısı, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 64,4 artarken; on aylık dönemde ise, bir önce yılın aynı dönemine göre yüzde 72,3 artmış. Krizler sistemi olan kapitalizmin, bundan sonrasında da yeni krizler yaratacağı çok açık. Bu krizlerden ülkemizin etkilenmesini engellemenin yolu, ‘Hamdolsun’lu açıklamalar yapmak değil; IMF’siz, serbest kur rejimsiz, yabancı sermayesiz, özelleştirmesiz, planlı bir kalkınma programının hayata geçirilmesidir. Kısa vadede ise, yaşanan saldırıya karşı çıkarken, öncelikli talebin, işten çıkartmaların ve atılan işçilerin geri alınması olacağı çok açık. Sendikaların pek çoğu da, bu yönde seslerini yükseltiyorlar. Ancak önemli olan, bunun, en geniş kesimlerin katılımı ile, sesimizi herkese duyuracak güçte ifade edilebilmesi. İŞTEN ÇIKARTILAN İŞÇİ SAYISI İKİ AYDA YÜZBİNLERİ BULDU PEKİ ŞİRKETLERİN KAR ORANLARI????? Tüm piyasa panikte. Herkes ‘yangından mal kaçırma’ derdinde. Borsada işlem gören şirketlerin kar oranları açıklandı. Aşağıdaki liste daha da uzatılabilir. İşte işçi çıkartma ve benzeri uygulamalara giden bazı şirketlerin kar oranları... İRKET 2008’in ilk 9 ayındaki net karı İten çıkartma ve ücretsiz izin uygulamaları TOFA 137,2 milyon dolar Eylül ayından bu yana 1000 işçi çıkarttı; işçi çıkışı ve yarı ücretli izin uygulaması devam ediyor. AKBANK 1,18 milyar dolar Ekim ve Kasım aylarında 2000’e yakın bankacıyı işten attı. VESTEL 37,3 milyon dolar Kasım ayında çoğu beyaz yakalı 1000’e yakın işçi atıldı. FEDERAL MOGUL 10,3 milyon dolar. Bir önceki yıla göre 90 işçi işten atıldı, 6 Aralık-6 Ocak tarihleri arasında tüm net kar artışı %544. işçiler izne gönderildi. FORD OTOSAN 316,5 milyon dolar. 23 Aralık-12 Ocak arası beşinci kez izin uygulanacak. Ağustos ayından bu yana çıkışlar sürüyor. 1500 işçi işten atıldı. ocak 2009 (15) dosya İLK DARBEYİ HANGİ SEKTÖRLER ALDI? OTOMOTİV KRİZDE DE ‘LİDER’ Otomotiv sektöründeki daralma Ekim ayı ile birlikte büyük boyutlara ulaştı. Otomobil üretimi Ekim ayında 45 bin 57 adetle bir önceki yılın Ekim ayına göre %24,2 geriledi. Ford Otosan, Oyak Renault ve Tofaş gibi devlerin sık sık üretime ara verdiği Ocak ayının ilk yarısında otomotiv ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 69,3 oranında geriledi. 2008 yılı sonu itibariyle sektör yüzde 17 daraldı. Ford Otosan 13-24 kasım tarihleri arasında üretime ara verdi. Ağustos ayından bu yana yaklaşık 2000 işçi işten çıkartıldı. Tofaş’da bu sayı 1000’i aşmış durumda. Hyundai üretime ara verdi, çıkışlar sürüyor. Yan sanayide ise durum daha trajik. Otomotiv yan sanayisinin merkezi olarak bilinen Bursa’da Eylül ve Ekim aylarında işten atılan işçilerin sayısının 10 bine ulaştığı, Kasım ayında ise bu sayının ikiye katlandığı belirtiliyor. METALDE GENEL SIKINTI Henüz otomotivdeki kadar yoğun bir biçimde etkisini göstermemiş olsa da başta beyaz eşya olmak üzere metal sektörlerinin tamamında üretim durdurma ve işten çıkartmalar yaşanıyor. Son süreçte, Vestel’in Manisa’daki fabrikasında çok sayıda işçi işten çıkartıldı. Philips’in Gebze’deki armatür fabrikası üretime son verme kararı aldı. Ayrıca çok sayıda işyerinde ücretsiz izin uygulamaları gündemde. TEKSTİLDE ESNEKLEŞTİRME Tekstil sektöründe, çok sayıda şirket oluşu, kayıtdışı çalışmanın yoğunluğu ve geniş çaplı örgütsüzlük sağlam verilere ulaşılmasının önünde çok büyük engel. Pek çok şirkette haftanın belirli günleri çalışma ve yalnızca çalışılan günler basın-iş için ücret ödenmesi rutin hale gelmiş durumda. Sektörde işten çıkartmaların en çok gündeme geldiği şirket ise, 800 işçiyi çıkartan Sifaş İplik ve Nergis Tekstil. Ayrıca üretimin tamamen durduğu Tümteks Fabrikası’ndan 141 işçi çıkartılırken, iflas eden Sönmez Filament’ten de 205 işçi çıkartıldı. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı, sektörde 2004 yılından bu yana 10 bine yakın firmanın kapandığını ve yaklaşık 500 bin insanın da işini kaybettiğini belirterek acilen önlem alınmadığı takdirde istihdam kaybının 1 milyonu bulabileceğine söyledi. Önlem altında önerdikleri ise daha fazla teşvik ile doğrudan patronlara gelir transferi, bölgesel asgari ücret uygulaması, işsizlik fonunun yağması ve işten çıkarılanlara kıdem tazminatının yarısının işsizlik fonundan yarısının ise patronlar tarafından 2 ile 5 yıl arasında ödenmesi. İNŞAAT KÜÇÜLÜYOR İnşaat sektöründe 2007 yılından itibaren büyüme yavaşladı ve 2008 yılının ikinci çeyreğinde büyüme yüzde 0,9 oranında kaldı. Önümüzdeki dönemde de sektörün küçülmesi bekleniyor. Örgütsüzlük ve kayıtdışı çalışma yine sağlam verilere ulaşmanın önündeki en büyük engel. Öte yandan, gemi inşaatında çalışan işçiler açısından da ciddi bir sıkıntı söz konusu. İşçi ölümleri ile gündeme gelen sektörde, 1200’den fazla işçi şimdiden işten çıkartıldı. Bu rakamın kısa sürede 10 bini aşacağı belirtilirken; ilk işten çıkartılanların iş güvenliğinde çalışan işçiler oluşu, önümüzdeki dönem iş cinayetlerinin artacağının da göstergesi. Tersanelerde işten çıkartılan pek çok işçi kıdem tazminatını alamazken, işverenler tazminatlar için 4-5 ay sonrasına gün veriyor. FİNANS SIKIŞMA YAŞIYOR Krizin Türkiye’ye yansımaları ilk ortaya çıktığı dönemde, finans sektörünün sağlam olduğu ve reel kesimin bu krizden daha fazla etkileneceği söylenmişti. Ancak süreç içinde bunun da doğru olmadığı ortaya çıktı. Daha Ağustos ayında 2008 yılının ilk yarısı için 1 milyar 215 milyon YTL kar açıklayan Akbank’tan, Kasım ayında yaklaşık 1500 işçi çıkartıldı. Önümüzdeki dönemde finans sektöründe çok daha büyük ölçüde işten çıkartmaların yaşanması bekleniyor. ocak 2009 (16) basın-iş dosya TOFAŞ’tan, ‘Kriz Nasıl Fırsata Çevrilir’ Dersi Yaptığı take or pay anlaşmaları ile, üretim yapmasa dahi kaybı olmayan TOFAŞ, kriz nedeniyle işçi çıkartıyor... 1000’i aşkın işçiye kapının gösterildiği TOFAŞ’ta, üretim sıfırlansa dahi kârlılığın devam etmesini sağlayacak anlaşma yapıldığı ortaya çıktı. İtalyan ortağı Fiat’tan gelen tüyolarla Avrupa pazarındaki çakılmayı erken gören ve Ekim ayında 380 işçiyi işten çıkartan TOFAŞ, kalan işçileri de ücretsiz izne gönderdi. Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne yapılan bildirime göre 700 işçi daha işten çıkartılacak. TOFAŞ’ın 40. yılını kutladığı 27 Ekim gününe bir rekor damgasını vurdu. Fabrika tarihinin en yüksek üretimini gerçekleştirip ciro ve kâr rekoru kırmıştı. 2008’in ilk 9 ayında 233 bin adet üretimle, 2007 yılının Tofaş web sitesinden bir alıntı. İşten çıkarılan işçileri tamamı geride bırakılmış, ciro önceki yılın aynı dönemine göre yüzde düşündüğümüzde insanın Tofaş’ın kendi işçilerini 60 artarak 3,9 milyar YTL’ye, kâr da yüzde 102’lik artışla 366 milyon insan olarak görüp görmediğini sorası geliyor. YTL’ye çıkmıştı. Bunların yanısıra, TOFAŞ, yaptığı anlaşmalarla kendini garantiye almış durumda. TOFAŞ yöneticilerinin geçtiğimiz ay düzenledikleri yatırımcı toplantısında analistlere söyledikleri kadarıyla yıl sonuna kadar hiç üretim yapmasalar bile herhangi bir kayıpları olmuyor. Fiat ve PSA Peugeot ile yapılan anlaşmalar, sipariş iptali durumunda sabit giderler, amortisman ve kârın ödenmesini zorunlu kılıyor. TOFAŞ’ın dururken bile kâr yazmasını sağlayan anlaşmalar “take or pay” yani “al ya da öde” anlaşmaları. Bazı modellerde 10 yıllık anlaşmalar olduğundan TOFAŞ’ın kimi sunumlarında söz ediliyor. Yatırımcı toplantısında şirketinin geleceğinden endişe etmemeleri için verilen bilgi İş Yatırım, HSBC, Finans Yatırım tarafından hazırlanan ve müşterilerine gönderilen TOFAŞ raporlarında yer alıyor. Krizi fırsata çevirmek dedikleri bu olsa gerek!! BU KRİZ BİZİM İÇİN NE ANLAMA GELİYOR? Bir ‘krizler sistemi’ olan kapitalist sistemin bu krizini; serbest piyasa, yoğun tekelleşme, sermaye dolaşımı önündeki tüm engellerin kaldırılması, neredeyse tüm kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin damga durduğu dönemin ürünü olarak tanımlamak yanlış olmaz. Yani bir aşırılıklar döneminin... Dünyayı sarsan ekonomik krizin ABD’de emlak sektöründen başlayıp, kısa sürede evlerimizin içine girdiği bu dönemde, işçiler olarak nasıl bir tutum takınacağımız büyük önem taşıyor. Krizin ilk dönemlerinden itibaren Hükümet cephesinden durumu en iyi tabirle hafife alan açıklamalar yapılırken; işini kaybeden yüzbinlerce işçi ve aileleri krizi pek de hafife alacak durumda değil elbette. Nitekim, son günlerde, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin de bir açıklama yaparak, Hükümet’in ‘halka moral vermek’ amacıyla, krizi hafife alan açıklamalar yaptığını, bunun ‘halkın iyiliği için’ olduğunu söyledi. Örneğin sadece Trakya bölgesinde yüzbine dayanan rakamlarda işçi çıkartılmışken, Bursa’da, Gebze’de benzer rakamlar söz konusuyken; bazı şirketlerde işçiler işsizlik tehdidi ile daha düşük ücretle çalışmaya zorlanırken; bu uygulamalara maruz kalan işçilerin ‘işimiz yok, evimize ekmek götüremiyoruz ama hamdolsun moralimiz yüksek’ demesini sanıyoruz ki Hükümet yetkilileri de beklememiştir. Umdukları en fazla, henüz işi olan, düşük de olsa bir ücret alan işçilerin ‘buna da şükür’ demesini ve krizin kendilerini teğet geçeceğini düşünmelerini sağlamak olabilir. Krizin ilk günlerinden itibaren, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, hükümet tarafından yapılan “teğet geçecek, bize dokunmayacak” minvalindeki açıklamaların “halka moral vermek” için yapıldığını ve gerçeği yansıtmadığını kabul eden Şahin, “Bir doktor hastasını muayene ettiğinde, gerçekten birtakım olumsuz bulgulara rastlamışsa, hastasına ‘Kardeşim, eyvah, neredeydin sen bu zamana kadar, senin durumun iyi değil, yolcusun’ demez. ‘Çok iyisin kardeşim, biraz daha sabret, şu ilaçları kullan, mutlaka iyileşeceksin’ der” dedi. Bırakalım kapitalizmin bir krizler sistemi olduğunu, bırakalım bu krizi hergün daha fazla kazanmak için paralanan kapitalistlerin çıkartmış olduğunu; sadece bu açıklama üzerinden devam edelim. Hastalığı artık öğrendiğimize, ‘iyi’ olmadığımızı bildiğimize göre; iyileşmek için çaba göstermek gerekiyor. Hastalık bu sistemin kendisiyse, krizler yaratan bu sisteme karşı mücadele etmek; işyerimizde ‘kriz var’ deyip bizi işten atmak isteyenlere karşı mücadele etmek, sıranın bize gelmesini beklemeden mücadelenin bir kenarından tutmak gerekiyor. Hatta, atölyesinde ‘ee, patron haklı, iş yok ki, tüm gün boş oturuyoruz’ diyen, kafasında krizin etkilerini meşrulaştıran işçi arkadaşımıza anlatmamız gerekiyor. ‘Karlarını hergün artırırlarken, seninle paylaşıyorlar mıydı, senin hiçbir sorumluluğun olmayan bu krizde neden aynı gemiye bindiniz bir anda?’ diye sormamız gerekiyor. İşyerleri kapatılan Philips işçileri gibi, bizim de sormamız gerekiyor “bugüne kadar kazandırdığımız paralar nerede?” diye...Krizi bizlerden fedakarlık isteyerek aşmaya çalışanlardan, evimize götürdüğümüz bir somun ekmeğe, çocuğumuzun okul harçlığına, sağlığımıza göz dikenlerden; yıllardır bizlerin üzerinden kazandıklarını açıklamalarını, krizin faturasının bizden değil, bizim alınterimizden kazandıklarından ödenmesini talep etmeliyiz. Sendikalı, örgütlü bir işçi olmanın bilinciyle... ocak 2009 (17) basın-iş dosya SONUÇ YERİNE BİR SÖYLEŞİ: AZİZ KONUKMAN İLE KRİZ, HÜKÜMET POLİTİKALARI VE KAPIMIZDAKİ IMF ÜZERİNE... Türk-İş’te yıllarca Araştırma Müdürü olarak emek veren ve şu an Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Görevlisi olan Sayın Hocamız Aziz Konukman ile yaşanan kriz, hükümet politikaları, IMF Anlaşması ve krizin emekçilere yansımaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. SORU: Küresel kriz tüm dünyayı kasıp kavururken, Başbakan’ın dediği gibi gerçekten Türkiye’yi teğet geçecek mi veya kimleri teğet geçecek, emekçilere etkisi ne olacak? Bakmayın siz Başbakan’ın ‘kriz bize teğet geçecek’ laflarına kriz ülkeyi, özellikle de emekçileri çoktan vurdu ve vurmaya da devam ediyor. Başbakan bir ölçüde de haklı olabilir. Kriz gerçekten de Başbakan ve çevresine teğet geçiyor. Başta tekstil ve otomotiv olmak üzere birçok sektörde emekçiler ya işten çıkarılıyor veya ücretsiz izne ayrılmaya zorlanıyor ya da işsizlik tehdidiyle düşük ücretle çalışmaya razı ediliyor. Söz konusu sektörlerde krize karşı alınabilecek çok sayıda önlem olmasına rağmen, nedense akla ilk gelen önlemler bunlar oluyor. Bu yollara başvurularak, adeta ‘kriz fırsatçılığı’ yapılmaya çalışılıyor. Aynı çevreler, bu önlemler yetmiyormuş gibi bir de kıdem tazminatı yükümlülüklerinden kurtulmak için işsizlik sigortası fonuna (İSF) göz dikmiş bulunuyor. Anlaşılan, yasal zemine kavuşturulmuş istihdam paketiyle elde ettikleri olanakları daha da genişletmek istiyorlar. Bilindiği üzere, bu paketle İSF’nin amaç dışında kullanımının yolu açılmış ve sermayenin kullanımına yönelik yeni olanaklar sağlanmıştı. Ayrıca, aynı çevrelerce kıdem tazminatlarının bir fon oluşturularak bu fona devredilmesi öneriliyor. Gerçi öneri yeni değil, ama kriz bahane edilerek pazarlanmaya çalışılıyor. Bunun emekçiler tarafından kabul edilebileceğini düşünmek safdillik olur; çünkü Tasarruf Teşvik Fonu, KEY gibi uygulamalarla emekçilerin alınteri olan paralarının nasıl çarçur edildiği henüz hafızalardan silinmiş değil. Aslında ‘kriz fırsatçılığı’ çabaları bilinmedik şeyler değil. Hafızalarımızı bir yoklamak yeterli. Nisan 1994, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde bu tür ve benzeri önlemlerle krizin faturası emekçilere ödettirilmiştir. Bu sadece bize özgü bir durum değil. Benzeri uygulamalar kriz yaşayan diğer ülkelerde de uygulanmış ve uygulanmaya devam ediyor. Nitekim son krizde ABD’de başlayan ve manşetlere taşınan Wall Street-Main Street tartışmasının (New York Borsası’nın bulunduğu caddedeki şişman büyük şirket yöneticileriyle sokaktaki adamın-emekçinin kavgası) devlet tarafından açılan yardım paketleriyle ilki büyük sermaye çevreleri lehine sonuçlanması ve krizin faturasının ikinciye çıkarılması bu açıdan tesadüf olmasa gerek. İşte, tüm bunları sergileyebilmek, krizin ülke çalışma hayatı ile emekçileri üzerindeki olası etkilerini, gelişmelerini daha ayrıntılı izleyebilmek ve değerlendirebilmek için acilen bir kriz masası oluşturmak gerekiyor. Doğaldır ki, sadece izlemek ve değerlendirmek yeterli değildir. Ayrıca emek inisiyatifinde oluşturulmuş bir ‘kriz programı’ da hazırlamak durumundadır. Gerçi emek cephesinde hiç de bir şey yapılmıyor değil; geç ve yavaş da olsa bir hareketlenme başlamış durumda. Bu açıdan, gerek DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Çiftçi-Sen’in ortaklaşa çabalarını ve Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun girişimlerini, gerekse sevgili dostum Atilla Özsever’in Cumhuriyet’teki son yazısında bizi bilgilendirdiği Topkapı Yerel Platformu’nun (tekstil ve cam işçilerinin başını çektiği bu platform, işyeri temsilcileri tarafından oluşturulmuş. Bu platform bölgedeki tüm emek örgütlerini, muhtarları, esnafları ve örgütsüz işçileri de içine katmayı amaçlıyor) katkılarını önemsiyoruz. Umarız, geçmişte olduğu gibi Emek Platformu’nun hazırladığı ‘Alternatif Program’ türü bir program emekten yana bilim insanlarının da katkısıyla en kısa sürede hazırlanır ve kamuoyunun bilgisine sunulur. Aksi durumda, ne yazık ki geçmişte olduğu gibi yine IMF programıyla yola devam etmek zorunda kalacağız. SORU: Dünya genelinde ülkeler 2009 yılını krize karşı alıncak önlemler üzerinden planlarken, hükümetin 2009 Programında neler var? Bizleri neler bekliyor? 2009 Yılı Programı “krize rağmen yola devam” anlayışıyla hazırlanmış. Krizin olası risklerinin farkında olunmasına rağmen, bir önceki programın aynen korunması ve somut bir önlem alınmaması düşündürücüdür. 2009 Yılı Programı’nın önemli bulduğum temel makroekonomik hedefleri şöyledir: Büyüme oranı yüzde 4, enflasyon yıl sonu TÜFE yüzde 7,5, fert başına milli gelir 10.913 dolar, işsizlik oranı yüzde 10,4, ihracat ve ithalat artışı sırasıyla yüzde 8,4 ve 6,7, cari işlemler açığı 50,4 milyar dolar, ortalama dolar kuru 1,40 TL. Değerlendirmeye, bu tahminlerden başlayalım. Orta Vadeli Program’da (OVP) büyüme yüzde 5 olarak öngörülmüştü. 2009 Programında da kriz gerekçe gösterilerek 1 puan indirilmiş. Hemen belirtelim, bu revizyon gerçekçi değil. Büyüme yüzde 4 olarak revize edilirken, IMF ve Morgan Stanley’in Türkiye büyüme tahminleri son olarak yüzde 2,3 ve 1,9 olarak revize edilmiştir. Merkez Bankası’nın açıkladığı tahmin ise yüzde 2,7’dir. Bu durumda programın öngörüsünün bir hayli iyimser kaldığı çok açık bir şekilde görülüyor. ocak 2009 (18) basın-iş Büyüme öngörüsü iyimser olunca, büyümeyle bağlantılı diğer makro ekonomik göstergeler de kaçınılmaz olarak gerçeği yansıtmaktan uzak kalmaktadır. Örneğin işsizlik oranının öngörülen yüzde 10,4 gibi bir düzeyde kalması mümkün gözükmüyor. 2001 krizi öncesinde işsizlik oranı yüzde 3,5 düzeyinde idi. Bugün bu oran yüzde 10 civarında. Kriz sonrası 2002’den başlayarak 2007’ye kadar (2007 ve 2008’de büyüme düşme eğilimine girmiştir) göreli olarak yüksek bir büyüme temposu sürdürülmesine rağmen, işsizliğin ikiye katlanması düşündürücüdür. Yüksek büyüme hızlarına rağmen, çözülemeyen işsizlik sorununun büyümenin düşme eğilimine girdiği bir süreçte daha da katmerleşeceği açıktır. Benzer şekilde, ihracat artışı öngörüsü de gerçekçi değil. En büyük dış ticaret ortağımız olan Avro bölgesinde gelir ve ithalat hacmi artışının sırasıyla yüzde 0,2 ve 0,5 olarak öngörülmesi, bu bölgeye dönük ihracat gelirlerini olumsuz etkileyecektir. Kaldı ki, aynı durum Avro bölgesi dışındaki yerlere yapılacak ihracat için de geçerli. Çünkü kriz nedeniyle bu bölgelerin de gelirleri ve ithalat hacimleri daralacak. İhracatın gerilemesi durumunda, bunun döviz kurlarında bir baskı oluşturacağı açıktır. Dolayısıyla, böyle bir durumda öngörülen 1,40 YTL’lik ortalama dolar kurunun bu düzeyinin tutturulabilmesi çok zor gözüküyor. Kur öngörüsü tutmadığında, başta dolar cinsinden fert başına milli gelir ve enflasyon (kur artışının ithal ara girdi fiyatlarını artıracağı ve dolayısıyla enflasyonu tetikleyeceği yüksek bir olasılıktır) olmak üzere diğer göstergelerin sil baştan değişeceği çok açıktır. Bu gelişmeler olduğunda, Türkiye’nin önümüzdeki yılda cari fazlaya geçmesi bile mümkün. Ancak, işsizliğin artacağı, üretimin gerileyeceği, sermaye birikiminin erozyona uğrayacağı ve tüketimin daralacağı bir ortamda, doğaldır ki, cari işlemler fazla verecektir. Aslında program, bu gelişmelerin ve risklerin farkında. Nitekim programın 13’üncü sayfasında bu açık bir şekilde ifade ediliyor. Ancak, bu tespitlere rağmen, dünya krizinin Türkiye ekonomisini etkilemeyeceği varsayımı yapılarak gerçekçi olmayan makroekonomik öngörülerin yapılması düşündürücüdür. Programın en çarpıcı özelliği, yerel yönetim yatırımlarında merkezi yönetim bütçesindekine göre daha yüksek bir artışın öngörülmüş olmasıdır. Merkezi yönetim bütçesi yatırımlarında yüzde 4 artış öngörülüyorken bu oran yerel yönetimlerde 11’e yükseltiliyor. Rakam adeta üçe katlanıyor. Yani yatırımlar, yerel yönetim seçimlerine endekslenmiş durumda. Özetle, 2009 Yılı Programı, 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi gibi krizle yerel yönetim seçimleri arasında sıkışmış bir görüntü veriyor. Soru: Yeni IMF Anlaşması ile ilgili basına yansıyan bilgiler dikkate alındığında, emekçisinden, sendikasına, adli kurumlara kadar herkese kafa tutan ve bildiğini okuyan hükümet IMF karşısında da bu kadar “yürekli” davrandı diyebilir miyiz? IMF gerçekten karşı konulamaz bir güç mü yoksa işin içinde başka bir iş mi var? Yeni IMF anlaşması ile ilgili olarak Birgün Gazetesi dosya güzel bir manşet attı: Parayı Veren Ümüğü Sıkar”. Gerçekten de önlemler incelendiğinde, bu yorumun ne kadar doğru bir değerlendirme olduğu çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. Gerçi IMF’in resmi muhattabı olan Hazine yetkilileri “IMF ile resmi program imzalanmadan yazılıp çizilenlere inanmayın” diyor ama bu açıklama pek inandırıcı değil. IMF, her hastaya aynı reçeteyi yazan bir doktor gibi (kaldı ki, bu tıpta bile istisnai bir durumdur) masaya oturduğu her ülkeye standart bir reçete öneriyor; “öneriyor” sözcüğü hafif kalır adeta dayatıyor. Dolayısıyla, Hazine yetkilileri ne derse desin yeni anlaşma “ümük sıkıcı” önlemleri mutlaka içerecektir; ama az ama çok . Pazarlık olacaksa bunun miktarı ve niteliği üzerinde olacaktır. Sermaye çevreleri, ısrarla “Türkiye’yi krizden kurtaracak tek aktörün IMF olduğunu” ileri sürüyor. Sermaye çevrelerinin ve hükümetin IMF ile yapılacak yeni bir stand-by anlaşmasından beklentileri ise şöyle sıralanabilir: •Anlaşma, uluslararası finans piyasalarında yeşil ışık olarak algılanacak ve kriz nedeniyle kesintiye uğrayan yüksek reel faiz-düşük kurdan nemalanan sıcak para akışı yeniden sağlanmış olacak. •Anlaşma sonrası sağlanacak kredi, özel sektörün fonlanma olanaklarını iyileştirme amacıyla kullanılacak. Bu beklentilerin gerçekleşmesi halinde kurda geçici bir düşüş sağlanacağı ve dış borç batağındaki (bilindiği üzere özel sektörün dış bor tutarı yaklaşık 200 milyar dolar civarındadır) özel sektörün bu düşüş sayesinde geçici de olsa rahatlayacağı ve soluklanacağı açıktır. Tüm çaba bunu sağlamaya yöneliktir. Çalışanların gelirlerinin düşecek olması ve önemli bir kısmının işsizliğe mahkum olacak olması, onları hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Yeter ki güzide özel sektörümüz bir soluklanıversin. Gerisi laf-ı güzaf… Ancak hemen belirtelim, bu beklentilerden ilki hiç de gerçekçi değil. Sıcak para girişinin yeniden başlayıp hızlanabilmesi için, IMF programı uygulayan ülkenin anlaşma sonrasında kemer sıkma politikaları (çalışanların satın alma gücünün düşürülmesi ve kamu harcamalarının daraltılması yolu ile iç talebin geriletilmesine yönelik politikalar) ile içeride yarattığı fazlayı ihraç ederek döviz üretebilir bir konuma gelmesi gerekir. 2001 krizi sonrasında var olan bu olanak ne yazık ki bugün mevcut değil. Çünkü ne dışarıda canlı bir talep var ne de Türkiye’ye gelmeye hazır istekli bir sıcak para (merkez ülkelerdeki finansal sermaye kendi can derdine düşmüş ve dolayısı ile ne Türkiye’ye ne de bir başka gelişmekte olan ülkeye gidecek durumda). Bu durumda olası bir IMF anlaşmasının sermaye çevrelerine akıtılacak sınırlı bir IMF kaynağı dışında ne sermaye çevrelerine ne de emekçilere hayırlı sonuçlar getirmeyeceği ve krizin çözülmek bir yana daha da derinleşeceği çok açıktır. Zaten Türkiye ekonomisini kırılganlaştırarak bu günkü konuma getiren bir IMF programının allanıp pullanmayla yeni bir programa dönüştürülerek çözüm üretebilmesi ve krizin üstesinden gelebilmesi mümkün de değildir. ocak 2009 (19) SORU: Ekonomik sıkıntılarımızı dikkate aldığımızda Türkiye IMF’ye gerçekten mecbur mu yoksa başka çareler üretilebilir mi? Kısacası IMF Ezberinin Bozulma Şansı var mı? Hazine Bakanı Mehmet Şimşek stand-by anlaşmasıyla ilgili olarak kendisiyle yapılan bir röportajda “Ezber bozan bir anlaşma olacak” demiş. Üzülerek görüyoruz ki, emek cephesinin tüm muhalefetine rağmen IMF anlaşması kaçınılmaz olacak. Bu durumda bize önemli bir görev düşüyor: Hükümete Latin Amerika’da yaşanmış bir ezber bozma örneğini hatırlatmak. Hükümetin önünde yeni stand-by’a giderken iki seçenek bulunuyor; faiz dışı fazlayı (FDF) aşağıya çekebilmek için IMF ile sıkı bir pazarlığa girişmek, bu olmuyorsa mutlaka kendisine dayatılan FDF hedefine ulaşmanın mevcuttan farklı bir yöntemini bulmak. İlki için hem iktidarın ilk günlerinde hem de ilerleyen günlerinde böyle bir çaba sarfedildi ve her seferinde bu yöndeki talepler IMF tarafından reddedildi. FDF hedefine ulaşmanın mevcuttan farklı iki tür yöntemi olabilir. Bunlardan ilki, IMF ile müzakereyi gerektirirken diğerinin böyle bir zorunluluğu bulunmamaktadır. İlki, Brezilya Başkanı Lula ile Arjantin Başkanı Kirchner’in ortak çabalarıyla geliştirilmiş ve 2004 Mart’ında “Copacabana Deklarasyonu” ya da “Copacabana Anlaşması” (Copacabana Act) diye anılan bir belgeyle hayata geçirilmiştir. Bu belgeyle iki ülkenin “FDF kısıtı altında sosyal politikalardan vazgeçmeyeceği” ilan edilmiştir. Yani, bunda böyle bu iki ülkede FDF hedeflerinin, ulusal ekonomilerinin büyüme ve yatırım potansiyellerini engellemeyecek biçimde bağımsız olarak tespit edileceği duyurulmuştur. Bu kararın ilk adımı olarak Arjantin kamu kesimi FDF hedefini 2004 için yüzde 3’e çektiğini açıklamış ve söz konusu hedefin 2005 başında ekonominin koşullarına göre yeniden revize edeceğini ilan etmiştir. Bu arada her iki ülke de, FDF tanımlarını daraltarak sosyal altyapı harcamalarını bu tanıma dahil etmeyeceklerini açıklamışlardır. Gerekçe olarak sosyal altyapı harcamalarındaki kesintiler devam ettirildiğinde halkın zaten sarsılmış olan ekonomik ve sosyal dengelerinin daha da bozulacağını işaret etmişlerdir. Açıktır ki, bu harcamalardan giderek yoksun bırakılmış bir ekonominin sürdürülebilir bir büyüme sürecine girebilmesi de mümkün değildir. Görülüyor ki, her iki ülke de, IMF’ye karşı yüksek borçlu ülke olmalarından kaynaklanan dezavantajlı konumlarını sözünü ettiğimiz deklarasyonla avantajlı bir duruma getirmişler ve başarılı bir programın ardından IMF ile yollarını ayırmışlardır. Sanırız AKP hükümetinin bundan çıkaracağı çok olumlu dersler vardır. FDF’nin aşağı çekilmesinde bu iki ülkeye gösterilen müsamaha, anlaşılan AKP hükümetinden esirgenmektedir. Ya da belki de bu iki ülkenin gösterdiği siyasi direniş ve kararlılık Türkiye’den daha güçlü olduğu için sonuçlar böyle olmuştur. Buna rağmen yine de bu iki ülkenin başlattığı mücadele, AKP için yol gösterici olabilir. FDF aşağı çekilemeyecektir; ama FDF’nin tanımının iki ülkede olduğu gibi sosyal altyapı harcamalarının hesap dışında tutularak daraltılması mümkün olabilecektir. IMF ile sıkı bir müzakere yapıldığında, bu seçeneğin gerçekleşebilmesi, dünya krizinin olduğu bugünkü ortamda yüksek bir olasılık olarak gözüküyor. Dolayısıyla mevcut IMF tanımlı FDF, sosyal altyapı harcamaları dışarıda bırakılarak mutlaka revize edilmelidir. Bu fırsat henüz kaçırılmış değildir. IMF’nin ikna edil- mesi halinde, bu seçenek çok rahatlıkla sözünü ettiğimiz iki öncü ülke örneğinde olduğu gibi hayata geçirilebilir. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Şimdi, Faiz Dışı Fazla (FDF) hedefine ulaşmanın mevcuttan farklı olan ikinci tür yöntemini tartışmaya geçebiliriz. İkinci yöntem, FDF hedefinin mevcut yöntemin dokunmadığı bazı gelir kalemlerinde ayarlama yapılarak ulaşıldığı bir yöntemdir. Yani, FDF hedefine faiz dışı harcamalar kısılmadan bir tür vergi reformu yapılarak ulaşılabilmektedir. Hatta kaynağının vergilerle karşılanması konusunda toplumsal bir uzlaşma sağlanabiliyorsa, faiz dışı harcamaların bu yöntemde artırılabilmesi de imkân dahilindedir. Bu yöntemde esas olan mevcuttaki gibi, hedeflenen FDF’nin sağlanıyor olmasıdır. Bunun nasıl sağlanacağı o toplumun, o ülkenin kendi sorunudur. Bu seçeneğin mevcuttan farkı, mali uyumun yükünü faiz dışı giderler yerine bazı vergi kalemlerine yüklemesidir. Örneğin, bu durumda yapılacak bir vergi reformunun ana unsurları şunlar olabilir: • Bir defalık servet vergisi getirilmesi, • Devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) faiz gelirlerinin vergilendirilmesi, • Sıcak paranın bir işlem vergisine (Tobin vergisi gibi) tabi tutulması. Açıktır ki, bu seçenekte adil olmayan dolaylı vergilerin göreli önemi azalmakta ve faiz dışı konsolide kamu sektörü harcamalarında kısıntıya gidilmesi uygulamasına son verilmektedir. Kaldı ki, vergi arttırılmasına yönelik bu öneriler de yabancı olduğumuz öneriler değil. Hatırlanacaktır, 1994 krizinin aşılmasında getirilen Net Aktif Vergisi bir tür servet vergisiydi. Keza benzer şekilde, IMF programı sürerken 2000 yılında geçmişe dönük olarak DİBS’ lerden elde edilen faizlere düşük oranlı bir vergi getirilmişti.Ancak kuramsal olarak mümkün olan bu seçeneğin IMF programı çerçevesinde faiz dışı harcamalara kısıntı getirilmeden uygulanması mümkün gözükmüyor. Çünkü kemer sıkma politikaları IMF programının vazgeçilmez bir koşuludur. Bu durumda bu seçeneğin uygulamaya konulabilmesi ancak faiz dışı harcamaların kısıtlanması ile mümkün olabilecektir. Bunun klasik IMF programından farkı, kamu harcamalarını daraltıcı politikanın vergi reformu ile birlikte devreye sokulacak olması nedeniyle kemerlerin göreli olarak daha az sıkılacak olmasıdır. Uzun dönemde, bu seçenekle birlikte devreye sokulabilecek bir başka seçenek kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasıdır. Ancak bunun için ciddi bir siyasi irade gerekir. Ne yazık ki, AKP Hükümeti böyle bir iradeden yoksun gözüküyor (gerçi istihdam paketiyle işverene getirilen 5 puanlık SSK prim indirimi bu yönde atılmış önemli bir adımdır ancak yeterli değildir). Tartıştığımız bu iki seçeneğin ve bunlarla birlikte uzun dönemde devreye sokulabilecek üçüncü seçeneğin varlığı gösteriyor ki, IMF-DB programı yürütülürken bile seçeneksiz değiliz. Varın gerisini siz düşününüz; “IMF-DB patentli programa bir kez hayır” denildiğinde, ülke menfaatlerine uygun ne tür zengin seçeneklerle karşı karşıya kalabileceğimizi. Ezber bozacak bu seçeneklerin hayata geçirilebilmesi için IMF-DB patentli programların mağdur ettiği toplumsal kesimlerin örgütlü temsilcileri (sendikalar başta olmak üzere demokratik kitle ve meslek örgütleri ve emekten yana siyasi partiler), bu seçenekleri seslendirebilmeli ve hükümeti bu yönde zorlamalıdır. Bu mücadele verilmediği takdirde, hükümetin bu seçenekleri gündeme getirmesi pek olası gözükmüyor. Davet bizden, icabet söz konusu örgütlerden… basın-iş KRİZDE YASAL HAKLARIMIZ... dosya hukuk Hergün farklı sektörlerdeki pek çok işyerinden işten çıkartma ve izin uygulamalarına ilişkin haberler geliyor. Bu süreçte, kendimiz olmasak bile, mutlaka ailemizden, çevremizden birileri, işini kaybediyor ya da farklı uygulamalarla karşı karşıya kalıyor. Bazı durumlarda, imzaladığımız bir kağıt bile hayatımızı mahvetmeye yetiyor ya da en ufak bir bilgi eksikliği pek çok hakkımızı alamamamıza neden oluyor. Yaşadığımız süreçte, işverenler ekonomik krizin tüm yükünü işçilere yüklemek için bazen işten çıkartma, bazen ücretleri düşürme, bazense ücretsiz izine gönderme yoluna başvuruyor. Ekonomik durum gerek gösterilerek işten çıkartma yasal mı: Ekonomik nedenlerle işten çıkartma, AKP döneminde çıkartılan 4857 sayılı İş Kanunu’na göre yasal. Ekonomik kriz dönemlerinde açılan işe iade davaları da bu nedenle çok gerçekçi değildir. Zira, ekonomik durum gerekçe gösterilmişse, işçinin ekonomik kriz gerekçesinin gerçeğe dayanmadığını ispatlaması kriz dönemlerinde neredeyse imkansızdır. Ekonomik durum gerekçe gösterilerek işten çıkartılan işçinin hakları nelerdir? İşveren, ekonomik durumu gerekçe göstererek işçiyi işten çıkartacaksa, öncelikle işçiye bu durumu yasada belirtilen süreler içerisinde (işi altı aydan az süren işçi için iki hafta, altı ay bir buçuk yıl arası için dört hafta, bir buçuk yıl üç yıl arası için altı hafta ve üç yıldan fazla süredir çalışan için sekiz hafta) haber vermek durumdadır. İşveren, bu sürelere uymazsa, bu sürelerin karşılığı kadar tazminat ödemekle yükümlüdür. Buna ek olarak, hepimiz için hayati önemde olan kıdem tazminatının eksiksiz ödenmesi gerekmektedir. Kıdem tazminatı, brüt giydirilmiş ücret üzerinden hesaplanıp ödenir. Ayrıca ihbar ve kıdem tazminatı dışında işçinin tüm alacaklarının işten çıkarma anında ödenmesi gerekir. Performans düşüklüğü gerekçe gösterilerek işten çıkartılınca ne yapılabilir? İşten çıkartma böyle bir nedene dayandığında, işçinin yazılı savunması alınmalıdır. Yazılı savunma alınmadığı takdirde, fesih geçersizdir ve dava açması halinde işçi feshin geçersizliğini ispatlayabilir. Verimsiz çalışma durumunda, dava açıldığında ispat yükü işverendedir. Toplu işten çıkarmalar: Bu düzenlemeye göre, işveren, 20 ila 100 işçinin olduğu yerlerde en az 10 işçiyi; 101 ila 300 işçinin bulunduğu yerlerde en az yüzde 10 oranında işçiyi ve 301 ve daha fazla işçinin olduğu yerlerde de en az 30 işçiyi ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu işten çıkartabilir. Ancak bu durumu en az 30 gün önceden sendika temsilcilerine, bölge çalışma müdürlüklerine ve Türkiye İş Kurumu’na bildirmesi gerekmektedir. Bu durumda da, işçinin normal işten çıkarılmadaki hakları devam eder, işçinin işe iade davası açma hakkı saklıdır. Ücretsiz izin uygulaması yasal mıdır? Ücretsiz izin uygulamasının yasal olabilmesi için, ücretsiz izne çıkartılacağının mutlaka işçiye yazılı olarak bildirilmesi ve işçinin 6 gün içinde bunu kabul etmesi gerekir. Yazılı bildirim yapılmadığı veya işçinin bu durumu kabul etmediği durumda ücretsiz izin uygulaması yapılamaz. Yapıldığı durumda işçinin iş akdini haklı nedenle fesih hakkı doğar. İşveren, ücretsiz izni yasal hale getirmek için işçiden yazılı belgeyi almak için uğraşacaktır. Uygulamayı kabul etmek istemeyen işçinin, kesinlikle bu belgeye imza atmaması gerekmektedir. İşveren zorlarsa, noterden çekeceği bir ihtarname ile yapılanın hukuka aykırı olduğunu, iş akdinin feshedilmiş sayılacağını belirterek yasal tazminatlarını istemelidir. İşçinin ücreti düşürülebilir mi? Anlaşılan ücret, işveren tarafından tek taraflı olarak düşürülemez. Bunun için, işçinin yazılı onayı gerekir. Servis, yemek vs türü haklar kaldırılabilir mi? Bu tip haklar istikrarlı bir biçimde uygulanarak işyeri uygulamasına dönüşmüşse, bu hakların geri alınması için işverenin işçilere yazılı olarak bildirmesi ve işçi tarafından da 6 işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmesi gereklidir. Kısa çalışma nedir? Kriz veya zorlayıcı sebeplerle işyerindeki çalışma sürelerini geçici olarak önemli ölçüde azaltan veya işyerinde faaliyeti tamamen veya kısmen geçici olarak durduran işveren; durumu gerekçeleri ile birlikte Türkiye İş Kurumu’na ve varsa yetkili sendikaya yazı ile bildirir. İşyerinde geçici olarak, yani en az dört hafta işin durması veya kısa çalışma hallerinde işçilere çalışmadıkları süre için işsizlik sigortası fonundan kısa çalışma ödeneği ödenir. Kısa çalışma süresi zorlayıcı sebebin ortadan kalması ile veya hangi koşulda olursa olsun üç ayı aşmadan sona ermek durumundadır. İşçilerin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmeleri için, işsizlik sigortası fonundan işsizlik ödeneği alabilmek için gerekli şartlara haiz olmaları gerekmektedir. Kısa çalışma ödeneği aldığı süre için, işçinin hastalı ve analık sigortasına ait primler İşsizlik Sigortası Fonu tarafından 2/3 oranında sosyal güvenlik kurumuna aktarılır. Ücretin geç ödenmesi veya ödenmemesi durumunda ne yapılabilir? 4857 sayılı İş Kanunu’na göre, işveren, ödeme gününden itibaren 20 gün içinde mücbir bir neden (işverenin ücret ödemesi yapmasını engelleyici sebep, örneğin işverenin kalp krizi geçirmesi, yangın vs gibi bir olay nedeniyle işyerinin önemli ölçüde zarar görmesi...) olmaksızın işçilerin ücretlerini tamamen veya kısmen ödemezse, ücretini almayan işçinin çalışmama hakkı vardır. İşçinin iş akdi bu nedenle feshedilemeyeceği gibi, yerine yeni işçi de alınamaz. Gününde ödenmeyen ücretler için, mevduata uygulanan en yüksek orannda faiz uygulanır. Ücretin hiç ödenmemesi durumuda ise, işçiler haklı nedenle iş akidini feshedebilir. ocak 2009 (21) grev, eylem, direniş basın-iş SLOGANLAR İŞÇİ HAVZASI GEBZE’DEN VE ANKARA’DAN YÜKSELDİ: “KRİZİN FATURASINI ÖDEMEYECEĞİZ” Gündüz nüfusu gece nüfusunun 4 katı olan, üretimin başkentlerinden Gebze’de yapılan mitinge, işçilerin kararlılığı damga vurdu. Gebze Sendikalar Birliği tarafından 30 Kasım’da kriz nedeniyle işten çıkartmaların ve ücretsiz izinlerin yoğun olarak uygulandığı Gebze’de düzenlenen mitingde, Yaklaşık 5000 emekçi krizin faturasının emekçilere ödetilmeye çalışılmasını protesto etti. Mitinge, sendikamız İstanbul Şube Yönetimi ve Rotopak’tan üyelerimiz de etkin bir biçimde katılım sağladı. Trafo Meydanı’nda toplanan kitle, Hükümet politikalarını eleştiren sloganlar atarak, Şehit Numan Dede ve Kızılay caddeleri üzerinden Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü. İzleyenlerin de alkışlarla destek verdiği yürüyüş sonrasında Cumhuriyet Meydanı’nda bir konuşma yapan Gebze Sendikalar Birliği sözcüsü ve Çelik-İş Gebze Şube Başkanı Şerafettin Koç, kriz ticareti yapıldığını ifade ederek, şöyle konuştu: “Dün devletin ekonomik alandan çekilmesini isteyenler bugün devletin müdahalesini istiyorlar. Bugüne kadar kriz dönemlerinde fatura işçi, memur, emekli, çiftçi kısaca dar gelirli vatandaşlar tarafından ödenmiştir. Şimdi de krizi bahane ederek işçinin parasına göz dikenler, krizin faturasını işçiye ödetmeye çalışanlar var. Bunlar önce katlarından, yatlarından, alıştıkları beş yıldızlı lüksten vazgeçmeye başlamalıdır.” AKP hükümetinin bu dönemde takındığı ekonomi politikasını da eleştiren Koç, “Hükümetin ülkeyi yönetmekten anladığı, işine geldiği gibi zam yapmaktır. Doğalgaza bugüne kadar yapılan zam vergiler dahil yüzde 80’i geçerken elektriğe yapılan zam oranı da yüzde 60 olmuştur. Sayın başbakan ‘hamdolsun iyiyiz’ diyor ama milyonlarca emekçi ve giderek yoksullaşan halk için bunu söylemek çok zor” dedi. Kriz döneminde istihdamın korunması gerektiğini vurgulayan Koç, kriz gerekçesiyle işçilerin işten çıkarılmalarının önlenmesi şarttır dedi. Gebze Sendikalar Birliği’ni oluşturan sendikaların yönetici ve üyelerinin yanı sıra, çeşitli sendikaların, siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin yönetici ve üyeleri ile çeşitli derneklerin destek verdiği miting basın açıklamasının ardından sona erdi. “İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi” ile yüzbine yakın emekçi ‘krizin faturasını ödemeyeceğiz” dedi. DİSK ve KESK tarafından 29 Kasım’da Ankara’da düzenlenen “İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”ne Türkiye’nin dört bir yanından işçiler, öğrenciler ve aydınlar katıldı. En önde DİSK ve KESK imzalı “İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı, Emek, Barış ve Demokrasi için birleştik” yazılı bir pankart açan emekçiler Ankara Garı’ndan Sıhhiye Meydanı’na yürüdü. Ankara Şubeler Platformu’na bağlı sendikaların, TMMOB’a bağlı meslek odalarının, demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin de destek verdiği mitinge, Sendikamız Ankara Şube üyeleri de katıldı. Taşınan pankartlarda ve atılan sloganlarda şu talepler göze çarpıyordu: IMF ile yapılan anlaşmalar iptal edilsin, zamlar geri alınsın, işten çıkarmalar yasaklansın, işsizlik fonu amacı dışında kullanılmasın, iç ve dış borçlar ödenmesin, kamusal hizmetler ücretsiz olsun, şiddet ve savaş politikalarına son verilsin, her türden ayrımcılık ortadan kaldırılsın. Sıhhiye Meydanı’nda bir konuşma yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, krize karşı emek cephesinin sesini yükseltme çağrısı yaparak illerde ‘krize karşı mücadele kürsüleri’ oluşturma önerisini dile getirdi ve “işten atılmalara, işyeri kapanmalarına karşı işyerlerini terk etmeyelim; yasal, anayasal haklarımıza sahip çıkalım” dedi. “Emek cephesi” oluşturarak ortak karşı duruş göstermenin önemine vurgu yapan Çelebi örgütsel kıskançlıkların yerine paylaşmayı ve dayanışmayı örgütlemenin gerekliliğine dikkat çekti. Çelebi’nin ardından kürsüye çıkan KESK Başkanı Sami Evren de krize karşı mücadele çağrısında bulunarak AKP Hükümeti’nin krize karşı biran önce emek ve demokrasi programını hayata geçirmesini talebini dile getirdi. Evren, ‘yoksulluktan sabrı taşanların, pahalılıktan tadı kaçanların, yolsuzluklardan siniri bozulanların, ayrımcılıktan tepesi atanların’ bu mitinde biraraya geldiklerini söyledi. Mitinge destek veren örgütler adına TTB Başkanı Gencay Gürsoy ile TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı da birer selamlama konuşması yaptı. ocak 2009 (22) basın-iş ANKARA’DA EMEK ÖRGÜTLERİNDEN BİRLEŞİK MÜCADELE ÇAĞRISI Ankara’da, ekonomik krize karşı çok sayıda emek ve meslek örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu Emek ve Meslek Örgütleri Platformu ilk etkinliğini 17 Ocak Cumartesi günü Sincan’da gerçekleştirdi. TÜRK-İŞ Ankara Şubeler Platformu, KESK Ankara Şubeler Platformu, DİSK Ankara Bölge Temsilciliği, Ankara Tabip Odası, TMMOB Ankara il Koordinasyon Kurulu, ASMMMO, Ankara Barosu, Ankara Diş Hekimleri Odası ve Ankara Bölgesi Veteriner Hekimleri Odası’ndan oluşan platformun, krize dair düzenlediği ‘İşçiler Tartışıyor’ etkinliğinin açılış konuşmasını Petrolİş Ankara Şubesi Başkanı Mustafa Özgen yaptı. Kriz karşısında işçilerin örgütsüzlüğüne değinen Özgen, bu eksikliğin giderilmesi için böyle bir platformun oluşmasının önemine dikkat çekti. Mustafa Özgen’in ardından, platform dönem sözcüsü Ankara Elektrik Odası Başkanı Ramazan Pektaş, Ankara Tabib Odası hekimlerinden Egemen Aktaş, Birleşik Metal-İş Anadolu Şube Başkanı Seyfettin Gülengül’ün de birer konuşma yaptığı etkinlik, dinleyici olarak katılan işçilerin söz almasıyla devam etti. Krizin faturasının emekçilere ödettirilmesinin önüne geçilmesi gerektiğine, sendikalara olan güvenin yeniden kazanılması ve bu güvenin kişilere değil kurumlara olması gerektiğinin önemine değinilirken; grevdeki TEGA işçileri ve Ankara Üniversitesi’ndeki TADAL işçileri de direnişlerde kazandıkları deneyimleri paylaştılar. Bu süreçte, örgütlülüğün ve ortak hareket etme bilincinin eskiye nazaran çok daha kritik önemde olduğunun vurgulandığı etkinliği sembolize eden sözler ise, bir işçinin Kızılderililerin atasözü olan “ormanlar atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık” sözünü “Biz sendikal mücadeleyi miras almadık, çocuklarımızdan ödünç aldık” şeklinde uyarlaması oldu. Çiğli’de ‘İşten Çıkartmalar Yasaklansın’ Eylemi İzmir / Çiğli Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde çalışan farklı işkollarından 5 bin işçi ekonomik kriz gerekçe gösterilerek yapılan işçi çıkartmalara karşı eylem yaptı. Çiğli Belediyesi önünde gerçekleştirilen protesto gösterisinde işten çıkarmaların yasaklanmasını isteyen işçiler, “iş ekmek yoksa barış da yok” “ Esnek üretime hayır” yazılı pankartlar taşıdılar. İşçiler “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” sloganları attılar. Eylemde işçiler adına konuşan Koray Yetiş “krizin faturasını biz işçilere kesiyorlar. Patronlar için ‘can . . . a s ı ıK sa, K grev, eylem, direniş suyu’ kredileri açan hükümet biz işçilere gelince neden aynı iyi niyeti göstermiyor?’ sorusunu yöneltti. Eylemde bir konuşma yapan Türk-İş Ege Bölgesi Başkan Yardımcısı Tuncay Kireçkaya da, Aralık ayı hariç bölgede 19 bine yakın işçinin işsiz kaldığını hatırlattı. Kireçkaya artan yoksulluk, mutsuzluğu, umutsuzluğu, hırsızlığı, sefaleti beraberinde getirecektir. Bu gidişe bir an evvel son vermek gerekiyor” dedi. Açıklama sonrasında Çiğli Postanesi’ne giden işçiler, “işten atılmaların durdurulması” talebiyle başlattıkları imza kampanyasından topladıkları imzaları TBMM’ye gönderdiler. IBM İşçileri: Mücadeleyi Büyüteceğiz Sendikalı oldukları için işten atılan IBM işçileri, her hafta Çarşamba günü Yapı Kredi Plaza önünde sendika ve kitle örgütlerinden parti çevrelerinden gelen destekle eylem yapıyor. IBM Türk’te işten atılan Tez Koop-İş üyesi 3 emekçinin işe geri alınması talebiyle yapılan eylemler ikinci ayına girdi. Yapı Kredi Plaza önünde toplanan IBM işçileri, mücadelelerini büyüterek direnmeye devam edeceklerini belirttiler. Sendikadan yapılan açıklamada, “Haftalardır inatla ve kararlılıkla, emeğimize ve geleceğimize sahip çıkmak için güvenli bir gelecek için, güvenceli iş istiyoruz talebiyle IBM önündeyiz” denildi. Patronların ekonomik krizi bahane ederek işçi kıyımı yaptığı belirten işçiler de, bir yandan da sendikal hakları saldırıldığını ifade ettiler. Plaza önünü bilişim emekçilerinin sesi haline getirdiklerini vurguladılar. Torgem’de Direniş Kazandı TORGEM Tersanesi işçilerinin direnişi 10. gününde kazanımla sonuçlandı. Kemal Torlak’a ait TORGEM Tersanesi’nde montaj ve taşlamada çalışan işçiler, sekiz kişinin kriz bahanesiyle işten çıkarılması ve alacaklarının ödenmemesi üzerine 8 Ocak’ta günü tersane kapısı önünde direniş başlatmışlardı. 10 gün boyunca Tuzla’da, Taksim’de ve TBMM önünde çeşitli eylemler yapan direnişçi işçilerin ücret alacakları 10.günün sonunda tersane yönetimi tarafından ödendi. Konuya ilişkin olarak Tersane İşçileri Birliği Derneği’nden (TİBDER) yapılan açıklamada, bu kazanımın yalnız TORGEM işçisinin değil, tüm tersane işçilerinin ve tüm işçi sınıfının kazanımı olduğu ve bu kazanımın patronların kuralsızlığına vurulan bir darbe olduğu ifade edildi. ocak 2009 (23) basın-iş grev, eylem, direniş Sinter’de Direniş Sürüyor Ekonomik kriz, işten atılmalar, ücretsiz izinler özellikle işçi yoğunluğunun fazla olduğu İstanbul, Bursa, Kocaeli gibi illerde her evin gündemindeyken; krizin faturasının işçilere kesilmesine tepkiler de büyüyor. Fabrika işgalleri ve direnişler büyük kentlerde yayılırken; krizi bahane ederek, sendikal örgütlülüğün bastırılmasına yönelik en tipik örneklerden biri de, halen direnişin sürdüğü İstanbul, Ümraniye’deki Sinter Fabrikası’nda yaşanıyor. 19 Aralık günü Sinter işçilerinin Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye olmasıyla bildik hikaye başladı. Üyeliklerin hemen ertesinde 38 işçi tazminatsız olarak işten çıkartıldı. Ancak bu işten çıkartmalar, işçilerin tepkisini ve örgütlülüğünü engellemedi ve fabrikada çalışan 450 işçinin yüzde yüze yakını sendika üyesi oldu. Ve ilginç bir süreç başladı. Büyük çoğunluğun sendika üyesi olduğunu duyan işveren, iki vardiyayı birden sabah işbaşı yapmak üzere fabrikaya çağırdı. Ancak işçiler sabah geldiklerinde fabrikanın giriş kapısının zincirlerle bağlanmış olduğunu gördüler. Kapıda beklemeye başladılar. Ve çok geçmeden organize sanayi bölgesinin trafik aracı kapıda durdu, personelden bir kişi inerek, elinde megafonla 350 isim saydı. ‘Ekonomik kriz’ gerekçesiyle işten çıkartılan işçilerin isimleri... 350 kişi, bir megafondan isminin okunması ile, ‘evine ekmek götürme hakkının’ elinden alındığını öğrendi bir anda. Ve fabrikaya girerek, iki gün işgal ettiler. Sonrasında fabrika önünde, mesaiye gelir gibi, sabah 8, akşam 18 beklemeye başladılar. Halen bekliyorlar, direnişlerine yoğun bir destekle. Evet, bildik hikaye. Örgütlenme ve ardından farklı bahanelerle işten çıkartılma süreci. Bildik bir hikaye, ekonomik krizin bahane edilmesi ve faturanın işçiye kesilmesi hikayesi. Hikayeyi ‘bildik’ olmaktan çıkaran ise, son iki aylık süreçte, işçilerin karşı ortaya koyduğu tepkiler. Hikayeyi bilinmedik, umutlu bir yerlere götüren, işte o direnişler, tekrar hakkını aramayı hatırlayan işçi kitleleri. Brisa İşçileri Fabrikayı İşgal Etti Kocaeli’nde kurulu Bridgestone Sabancı Lastik Sanayi AŞ. işyerinde 17 aralık 2008 tarihinde 30 işçinin vardiya girişinde işbaşı yaptırılmaması ve ardından bu sayının 68 işçiye çıkması sonucu, fabrikada çalışan işçiler işyerini terk etmeme eylemi başlattı. İşveren, işçileri çıkardıktan hemen sonra IMKB’ye yaptığı açıklamada ekonomik krizi gerekçe göstererek çıkışları duyurdu. Her üç vardiyanın da işyerine gelmesi ile birlikte yaklaşık 1500 işçinin tamamı bu çıkışlara tepkilerini işyerini terk etmeyerek gösterdiler. Eylem sırasında fabrikada üretim tamamen durdu. K , a s Kı Çevre fabrikalarda çalışan işçilerin de dayanışma gösterdiği eylemde işten atılan işçiler, Brisa patronunun krizi bahane ettiğini söylerken, “21 yılın sonunda bize layık görülen bu. İçerdeki işçinin çıkarken kartı basmadı. Dolabımızı dahi boşaltamadık” dedi. Sektördeki ücretlerin yüksekliğinden her dönem rahatsızlıklarını ifade eden işverenler, ücretlerin düşürülmesi için kriz koşullarından yararlanmaya çalışıyor. “Philips’i Keşfedin” Başlıktaki ifade şirketin temel reklam sloganı! Televizyondan, CD/DVD oynatıcıya, elektrikli mutfak eşyalarından, aydınlatma araçlarına kadar neredeyse her eve girmiş bir uluslararası tekelin bu sloganı, şu günlerde Kocaeli Gebze’de aydınlatma armatürleri üretimi yapan fabrikasındaki işçilerin gündeminde. Philips merkezinin, Türkiye’deki bu fabrikasını kapatma kararını açıkladığı Ekim ayından itibaren işçiler, “Philips’i Keşfedin” diyerek yoğun bir eylemlilik süreci geçirdi. Merkezi Hollanda’da bulunan Philips, 60 ülkede yaklaşık 120 bin işçi ile üretim yapıyor. Gebze’deki fabrikasında ise 150 işçi, 31 Aralık tarihinde fabrikanın kapanacağı açıklamasının ardından eylemlere başladı. Bayram dönüşü işbaşı yaptırılmayan işçiler, bu uygulamanın üzerine de tepkilerini yoğunlaştırdılar. İşçiler, organize sanayi içinde yapılan yürüyüşler, Hollanda Konsolosluğu’nun önünde yapılan eylemlerin ardından, 22 Aralık tarihinden itibaren fabrika önünde direnişe başladı. Philips, Türkiye’de daha önce de bir fabrikasını kapatmış, kapalı kaldığı süre boyunca ampül ve armatür üretimini taşeron şirketlere yaptırmış ve daha sonra tekrar kendi ismiyle üretime başlamıştı. 2007 cirosu 27 milyon avro olarak açıklanan Philips Türk’te yaşananlar krizin faturasının işçilere nasıl kesildiğinin de örneğini oluşturuyor. ATV ve Sabah’ta Grev Kararı Türkiye Gazeteciler Sendikası, ATV ve Sabah işyerlerinde grev kararı astı. TGS’den yapılan açıklamada, ATV ve Sabah’ın içinde bulunduğu Turkuvaz işyerlerinde 26 Haziran 2008 tarihinde başlayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin, 60 günlük yasal süre içinde anlaşma sağlanamaması nedeniyle uyuşmazlıkla sonuçlandığı belirtildi. 2007 yılında ATV ve Sabah’a TMSF tarafından el konulması sonrasında örgütlenmenin başladığı işyerlerinde, örgütlenme sürecinde işten çıkartmalar da yaşanmıştı. Toplu sözleşme görüşmelerinde, ücrete dair maddelerde anlaşma sağlanamaması sonucunda, arabulucu sürecinde de bir gelişme sağlanmaması nedeniyle, TGS, Ankara, İstanbul, Adana, Antalya ve İzmir’de grev kararı astı. ocak 2009 (24) basın-iş . . . a Kıs Deri-İş ve DESA İşçisi Direnişine Devam Ediyor Deri-İş’in Desa Deri’nin Düzce ve Sefaköy fabrikalarında 2008 Şubat ayından itibaren başlattığı örgütlenme sonucunda işten atmalarla başlayan onurlu direnişi devam ediyor. Bu süreçte üye olan işçilerin bir kısmı sorgu odalarında baskı altına alınmış, tehdit ve şantajlara maruz kalan, sendikadan istifaya zorlanan işçilerden istifayı kabul etmeyenlerin bir kısmı işten atılmıştı. 29 Nisan 2008 - 5 Mayıs 2008 tarihleri arasında Düzce’de 41 ve 3 Temmuz 2008’de Sefaköy’de ise bir işçi(Emine Arslan) işten atılmıştı. Bunun üzerine hem hukuk mücadelesi başlatılmış hem de işçiler yaşadıkları haksızlığa karşı direnişe geçmişlerdi. Aralık ayında sonuçlanan davalarda, işten atmalarda sendikal neden olduğu tespit edildi ve DESA işçisi önemli bir engeli geride bıraktı. Sefaköy’de Emine Arslan’ın, Düzce’de ise Mustafa Soğan, Hakan Evlioğlu, Meltem Sine ve Levent Akdoğan’ın işe geri iadesine karar verilmiştir. İşveren baskılar sonucunda yapılan iki görüşmede, sendikaya karşı olmadığını yinelese de Aralık ayı sonunda Düzce’de 5 sendikalı işçiyi daha işten attı. Deri-İş ve direnişteki işçiler ITGLWF (Uluslararası Tekstil, Hazır Giyim ve Deri İşçileri Federasyonu) ve CCC(Clean Clothes Campaing) nezdinde ve ülke çapında sendika, kitle örgütü ve partilerle mücadelesini uluslararası ve ulusal destek kampanyası eşliğinde devam ettiriyor. Biz de onurlu direnişlerinde DESA işçilerinin ve Deri-İş’in yanındayız. Ünsa Ambalaj’da İşgal Jandarma Müdahalesiyle Bitti Ünsa Ambalaj’a bağlı Doğa Tekstil taşeron firmasının kriz bahane edilerek kapatılması sonrasında, işsiz kalan 85 işçi, tazminatları ve mesailerinin ödenmemesi nedeniyle fabrika önünde direnişe başlamıştı. 31 Aralık günü, işçiler fabrikayı işgal ederek, tazminatlarının ve mesailerinin ödenmesini istediler. Ancak, elinde savcılık talimatı olduğunu söyleyen jandarma, saat 18.00 sularında işçilere ve destek olmak için fabrika önüne gelen sendikacılara müdahale etti. Jandarma baskınında gözaltına alınan işçi- grev, eylem, direniş ler ve sendikacılar yapılan sağlık kontrollerinin ardından akşam saatlerinde serbest bırakıldı. İşverenle bir görüşme yapan DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, işverenin işçilerin kıdem ve ihbar tazminatlarının bir kısmını 5 Ocak günü ödeyeceği sözünü verdiğini söyledi. Kriz nedeniyle Ünsa’dan 300 işçi çıkartıldığı ve pek çoğuna tazminatların ödeneceği söylenerek kağıt imzalatıldığı ifade ediliyor. Mersin Limanı’nda Direniş Kararlılığı Mersin Limanı’nda AKAN-SEL Nakliyat isimli taşeron firmada TÜMTİS üyesi işçilerin başlattıkları direniş devam ediyor. Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası’nda (TÜMTİS) örgütlenme faaliyeti yürüten işçiler, 30 Aralık 2008 günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurarak yeterli çoğunluğu elde ettiler. Bunun ardından patron, sendika düşmanlığında sınır tanımayarak 6 Ocak 2009 günü 60 işçinin iş akitlerini feshetti. Yine sendikalaşma sürecinde AKAN-SEL işçileri patronun adamları tarafından fiziksel saldırılarla yıldırılmaya çalışıldı. Ancak AKANSEL işçileri sendikalarıyla beraber iç örgütlülüklerine sahip çıktılar. Şimdi ise direniş gerek işten atılan gerekse halen içeride çalışan işçilerin ortak mücadelesiyle sürüyor. Direnişin 16. gününde işçiler kazanana kadar direneceklerini ve destek istedikleri belirttiler. Toprak Holding’de oturma eylemi Bilecik / Bozüyük’te kurulu Toprak Holding şirketlerinden Demir Döküm Sanayi AŞ’de çalışan işçiler ücretlerini alamamaları nedeniyle oturma eylemi başlattı. Türk Metal Sendikası Eskişehir Şube Başkanı Mevlüt Gümüşay, fabrikada eylem yapan işçiler adına yaptığı açıklamada, yaklaşık 2,5 yıldır Toprak Holding şirketlerinde çalışan işçilerin sıkıntı yaşadığını, son 3 aydır maaş ödemelerinin tamamen kesildiğini söyledi. Gümüşay, kriz bahane edilerek 200 kadrolu işçi sayısının 155’e düşürüldüğünü ve onların da ücretlerinin ödenmediğini ifade etti. İşyeri sendika temsilcisi Zahir Çalışkan da piyasaya tırlarla mal çıkışı yapmalarına rağmen maaşlarının ödenmediğini anlattı. ocak 2009 (25) basın-iş türkiye’den , a s ı K ZAMLAR DEVAM EDECEK KRİZ ‘SAĞLIĞA ZARARLI’ Artık ısınma ve aydınlamanın lüks haline geldiği ülkemizde, yılın başından bu yana elektriğe yüzde 64, doğalgaza yüzde 86 oranında zam yapıldı. Aynı dönemde asgari ücretli bir çalışanın cebine giren paranın ise 22 YTL arttı. 1 Temmuz’dan itibaren geçerli olan otomatik fiyatlandırma mekanizmasıyla, elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki artışın üç ayda bir yeniden düzenlenmesi yürürlükte. Buna göre, maliyetlerden bağımsız olarak enerji fiyatlarının artması söz konusu. Özellikle petrol fiyatlarındaki artışı gerekçe gösteren AKP hükümeti, kriz ortamında dalgalanan dolar kurunu da ileri sürerek, doğalgaz fiyatına yüzde 22,50 oranında zam yapıldığını açıklamıştı. Enerji fiyatlarındaki artış, üretimdeki temel girdi maliyetleri başta olmak üzere, tüm alanlara yansıyor. Son yapılan zamların etkilerinin Aralık sonu ve 2009 başı itibariyle daha çok hissedilmesi, enflasyonda artışın gerçekleşmesi bekleniyor. AKP hükümetinin kriz koşullarında enerji fiyatlarını bir gelir kaynağı olarak da kullandığı da görülüyor. Öte yandan, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana doğalgaza yüzde 243 oranında zam yapıldığı düşünüldüğünde, ‘iyiye giden ekonomi’ masallarının, artık işçileri geceleri uyutmaya yetmediği açıktır. Türk Sağlık-Sen’in hazırladığı rapora göre, ekonomik kriz ve yapılan zamlar sonucunda insanlar yeme, içme ve ısınma gibi temel ihtiyaçlarında kısıtlamaya gidiyor. Kısıtlamalar hastalıklara yol açarken, hastalananların ise hastane ve ilaç ücretleri nedeniyle hastaneye gidemediği belirtiliyor. Kriz nedeniyle işten çıkarmalar ise cinnet ve intiharlara neden oluyor. Raporda “Ekonomik krizin yansımaları vatandaşın içtiği suya kadar görülmektedir. Sağlıklı olması için evlerde kullanılan damacana suların yerini şebeke suları almaya başlamaktadır” denildi. Bir yılda doğalgaza da yüzde 80’in üzerinde zam yapılması nedeniyle insanların ısınmak için gazı daha az kullandıklarına bazılarının ise doğalgazı tamamen kapatıp kışı farklı yöntemlerle atlatmayı düşündüğü belirtildi. Raporda ayrıca şu ifadeler yer aldı: “İnsanların temel ihtiyaçlarda kısıtlamaya gitmesi birçok bulaşıcı hastalığın ortaya çıkmasına ve kış hastalıklarının yoğun biçimde görülmesine neden olacaktır. Sağlıkta uygulama tebliği ile birlikte devlet hastanelerinde 3 YTL, Araştırma Hastanelerinde 4 YTL, Üniversite Hastanelerinde 6 YTL ve özel hastanelerde 10 YTL Muayene ücreti alınmaktadır. Hastanede aynı gün farklı branşlarda yapılan her muayene başına ayrı katılım parası tahsil edilmektedir. Ayrıca GSS ile teşhis için kullanılan ilaçlardan çalışanlardan yüzde 20, emekliden yüzde 10 katılım payı kesilmesi, yaşanan ekonomik krizin etkisiyle vatandaşları hastanelerden uzak tutmaktadır. Ekonomik krizin iyice belirginleştiği son bir ayda hastanelere müracaatlarda azalma olmuştur. Vatandaş artık hastaneye gitmek ve eczaneden ilaç almak yerine özellikle grip gibi hastalıklardan evlerinde kurtulmaya çalışmaktadır.” TÜRKİYE ‘İYİYE’ GİDİYORMUŞ!!! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 10 Kasım nedeniyle Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu`nun düzenlediği törende bir konuşma yaptı. Atatürk anmasından ziyade “ulusa sesleniş” niteliğinde geçen konuşmada, Erdoğan, Türkiye`nin gidişatının iyi olduğu mesajları verdi. Türkiye`nin ekonomisinin dünya çapında 17’nci sırada yer aldığını, 2023 yılında 10’uncu sırada olmayı hedeflediklerini söyleyen Erdoğan, ülke ekonomisinin durumunu sermaye birikimi üzerinden yansıtarak oldukça olumlu bir tablo çizerken, gün geçtikçe daha kötüye gidildiği gerçeğini gözlerden gizlemeye çalıştı. Oysa;2007 verilerine göre, Türkiye eğitim alanında dünyanın en geri ülkelerinden biri. Çağdaş bir eğitimden söz edilebilmesi için, 150 bin öğretmene ve 160 bin dersliğe ihtiyaç var.Ülkenin gelişkinliğinin en önemli ölçütlerinden çocuk ölümleri konusunda da sınıfta kalıyoruz. Son dört ay içinde hastanelerde görülen bebek ölümleri 50`yi aşarken, konuya ilişkin ciddi heyet raporlarına rağmen, Sağlık Bakanlığı, durumu mazur gösterici açıklamalar dışında bir şey yapmıyor.Gelişmişliğin bir başka göstergesi olan kişi başına gelir, 9 bin 030 dolar olarak hesaplanıyor. Hükümetin iyimser tahminlerine göre bu rakamın bu yıl sonunda 11 bin dolara ulaşması bekleniyor ki, Türkiye bu durumda bile, gelişmiş ülke standartlarının altında kalıyor. MEB GERİ ADIM ATMAK ZORUNDA KALDI Milli Eğitim Bakanlığı “2007-2008 dönemi elektrik ve doğalgaz borçlarının okul aile birlikleri tarafından ödenmesi” kararından geri adım attı. Kasım ayında duyuru yapan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü İlköğretim Genel Müdürlüğü’nün bütçe ayırdığını duyurdu. Bakanlık ilkokulların 5 milyar YTL olan doğalgaz borcunun 2,5 milyar YTL’lik kısmını öderken toplam 8,7 milyar YTL olan elektrik borcu için 9,5 milyar YTL kaynak ayırdı. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü Eylül 2008 ayı sonu itibarıyla yayınladığı duyuruyla ilköğretim kurumlarının doğal gaz ve elektrik faturalarının okul aile birlikleri tarafından “acilen” ödenmesini istemişti. Veliler tarafından tepkiyle karşılanan karar, emekten yana çeşitli örgütlerin de protestolarıyla karşılanmıştı. Bunların üzerine, ödeme talimatından günler sonra Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik paraları velilere ödetmeyeceklerini ve gerekli fonu ayıracaklarını açıkladı. ocak 2009 (26) . . . a Kıs basın-iş KREDİ KARTLARI İŞÇİYİ BATAĞA SÜRÜKLÜYOR Türkiye toplumu AKP iktidarı döneminde daha önce hiç olmadığı boyutta borçlu hale geldi. Öyle ki, çoğumuzun 1 aylık çalışma karşılığında aldığı ücret, cebimize girmeden borç ödemeye gider oldu. Bu süreçte, kredi kartı almak, kredi çekmek çok kolaylaştı. Mağazalara girip, para ödemeden ‘bir kart karşılığında’ alışveriş yapar olduk. Krediler için, telefonlarımıza mesajlar yağdı, ‘kefilsiz, teminatsız anında kredi!’. O günü kurtardık, peki sonrası? Kredi kartı limitlerimiz, bizlere sorulmaya bile gerek görülmeden, hızla yükseltilir; biz yükselen limitlerimizle alışverişlerimizi yaparken; gün geldi borçlarımız aylık ücretimizi aşar oldu. Çaresiz, intihara sürükledi bazı arkadaşlarımızı. 2003-2006 yılları arasında 41 kişi kredi kartı borçları nedeniyle intihar ederek veya cinayet sonucu yaşamını yitirdi. Merkez Bankası verilerine göre; 2007 yılı sonunda yaklaşık 233 bin kişi tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarını ödeyemezken; bu sayı 2008’in ilk yedi ayında 450 bini geçmiş durumda. 2003 yılında ise bu rakam sadece 30 bindi. Kredi kartı borcumuz, ücretimizi aştığında, hemen başka bir banka yeni bir kartla çıkageliyor, oraya borçlanıp, diğerini ödüyoruz. Verilere göre, ülkemizde 9 milyon kredi kartı kullanıcısı varken; 38 milyondan fazla kredi kartı bulunuyor. Zaman geçtikçe kartlarımız durumu toparlamaya yetmiyor. Üzülmeyin, kapitalizmde çare tükenmez. Tüketici kredileri ne güne duruyor? 2005 yılında toplam 35 milyar dolar olan tüketici kredisi kullanımı, 2008 yılında bu değerin üç katını geçerek, 110 milyar doları aştı. Ülkemizde toplam kredi kartı borcu 32 milyar doları aşmış durumda. 2007 yılında sadece faize 15,6 milyar YTL ödendi. Borçlarımız, hayatımızı yönetiyor. Borçlarımız sayesinde bizi her geçen gün daha bağımlı hale getiriyor, ‘köle’leştiriyorlar. Alınterimizi faiz soyguncularına yedirmemenin yegane yolu, bu yağma sistemine örgütlü mücadelemizle dur demektir. GELİR BEYANLARINA GÖRE, YİNE EN ZENGİNLER BİZLERİZ!! Gelir İdaresi Başkanlığı verilerinden derlenen bilgilere göre; 2008 yılı Mart ayında işadamları, serbest meslek erbabı ve rant geliri elde edenlerden oluşan 1 milyon 278 bin 253 beyannameli gelir vergisi mükellefi, 2007 yılı için 17 milyar 644 milyon 469 bin 430 TL kazanç bildiriminde bulundu. 354 bin 627 mükellef de, önceki yılı zararla kapattığını beyan etti. İşte vergi yüzsüzlüğü örnekleri: - Bir kürkün 2 bin ile 25 bin TL arasında satıldığı ülkemizde, kürkçülerin aylık ortalama geliri 448 TL! türkiye’den - Bizler kuyumcuların vitrinlerine bile bakmadan geçerken, meğer onların aylık kazancı 829 TL’ymiş! - Fabrikatörlerin ve sanayicilerin de durumu parlak değilmiş. Un fabrikatörlerinin aylık ortalama geliri 537 TL iken, örneğin deterjan sanayicileri ayda yalnızca 335 TL gelir elde edebiliyormuş! - Firmalar bazında bakıldığında da durum farklı değil. Büyümenin lokomotif sektörlerinden inşaat ve bayındırlık alanında faaliyet gösteren ve devletten milyar dolarlık ihaleler alan firmaların ortalama aylık kazancı 7 bin 591 TL! Verilere göre; kuyumcular, ayakkabı imalatçıları, bakkal ve süpermarketler, oteller, deterjan sanayicileri, deri imalatçıları vb’nin ortalama geliri Türkiye ortalamasının altında kalıyor. ÇALIŞMA KOŞULLARI AKLA ZARAR! Türk-İş tarafından yapılan araştırma, kötü çalışma koşullarının akıl sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etkileri ortaya koydu. Araştırmanın bulguları şöyle: - OECD üyesi ülkelerde hastalık izinlerine ve maluliyete neden olan ve kamunun sağlık yükünü artıran ana hastalıklardan birini akıl sağlığı problemleri oluşturmaktadır, - Meslek hastalıkları sıralamasında kas ve iskelet rahatsızlıklarını akıl sağlığı problemleri izliyor, - Çalışan nüfustaki demografik değişimler, sosyal güvenceden yoksunluk ve düşük ücretli işler gibi yapısal değişiklikler işle ilgili stresi daha da artırıyor, - Türkiye’de akıl sağlığı problemleri ve iş yerinde stres gibi konulara yeterince önem verilmiyor, - Çalışanların büyük bölümü, iş yerinden kaynaklanan stres ve akıl sağlığı problemlerini istenmeyen sonuçlarla karşılaşmamak için gizliyor, - Kimi ulusal ve uluslararası örgütlerin Türkiye’ye sundukları, kıdem tazminatını kaldırma, esnek çalışma, işten çıkarmayı kolaylaştırma, bölgesel asgari ücret gibi reçetelerin, yol açacağı sonuçlar düşünüldüğünde akıllara zarar olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İŞKUR’A REKOR BAŞVURU! Türkiye İş Kurumu (İşkur) Genel Müdürü Namık Ata, Ocak ayının ilk 12 gününde işini kaybettiği gerekçesi ile 30 bin kişinin İşkur’a başvurduğunu açıkladı. Namık Ata, Aralık ayında 59 bin kişinin, Kasım ayında da 49 bin kişinin kuruma başvurduğunu ifade etti. Öte yandan, verilere göre İşsizlik Sigortası Fonu’nda 36 milyar 711 milyon TL birikmiş durumda ve işsizliğin bu denli yüksek boyutta olduğu ülkemizde, fondan yararlanma koşullarının ağırlığı nedeniyle bizim ödediğimiz primlerle oluşan bu fondan yararlanabilen işçi arkadaşlarımızın sayısı halen son derece sınırlı. Bir diğer açıklamaya göre ise Kurumun yurtdışına gönderdiği işçi sayısının, 2008 yılında yüzde 23,4 oranında azaldığı açıklandı. ocak 2009 (27) sendikalardan basın-iş SENDİKALARDA GÜNDEM GENEL KURULLAR KONFEDERASYONLARDAN KRİZE KARŞI GÜÇBİRLİĞİ; 15 ŞUBAT’TA ALANLARDAYIZ YOL-İŞ Türkiye Yol-İş Sendikası, 6-7 Eylül 2008 tarihlerinde Olağanüstü Genel Kurul toplamıştır. Sendika Denetleme Kurulu’nun 17 Temmuz ve 1 Eylül tarihli kapsamlı raporlarının ayrıntılı olarak değerlendirildiği Genel Kurul’da yapılan seçimler sonucunda, Genel Merkez Yönetim Kurulu aşağıdaki şekilde belirlenmiştir. Genel Başkan – Ramazan Ağar Genel Başkan Yardımcısı – Hüseyin Balaban Genel Başkan Yardımcısı – İsmet Tan Genel Sekreter – Tevfik Özçelik Genel Mali Sekreter – Şinasi Tüysüz Genel Teşkilatlandırma Sekreteri – Fahri Yıldırım Genel Eğitim Sekreteri – Aslan Görgöz Genel Mevzuat Sekreteri – Bekir Avcı TÜRK-İŞ yönetiminin “krizin bedelinin çalışanlara ödetilmemesi” için 15 Şubat’ta İstanbul’da düzenleyeceği miting ile DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TÜRMOB, TÜDEF ve Çiftçi Sen’in 22 Şubat tarihinde İstanbul’da düzenleyeceği “İşsizliğe ve Yoksulluğa Hayır; Emek ve Demokrasi Mitingi” “birleştirildi”. Geçtiğimiz birkaç aylık dönemde, Türk-İş’e bağlı pek çok sendikanın Olağanüstü Genel Kurulları yapıldı ve yeni yönetimler belirlendi. Seçilen tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyor, içinden geçtiğimiz kriz döneminde sendikal hareketi güçlendirici hamleleri hep birlikte hayata geçirebilmeyi umuyoruz. TÜRKİYE MADEN-İŞ Türkiye Maden İşçileri Sendikası 8-9 Kasım 2008 tarihlerinde Olağanüstü Genel Kurul toplamıştır. Ankara’da yapılan Genel Kurul’da, Genel Merkez Yönetim Kurulu şu şekilde oluşmuştur: Genel Başkan: Ekrem Fedai Genel Başkan Yardımcısı: Murat Bekem Genel Sekreter: Vedat Ünal Genel Mali Sekreter: İsmail Aslan Genel Teşkilatlandırma Sekreteri: Nurettin Akçul Gn.Toplu Sözleşme ve Mevzuat Sekr.: Durmuş Düzgün Gn. Eğitim ve Araştırma Sekreteri: Ahmet Levent Eşiyok GENEL MADEN-İŞ Genel Maden-İş Sendikası, 29 Kasım’da 5. Olağanüstü Genel Kurulu’nu toplamış ve yapılan seçimler sonucunda, Yönetim Kurulu aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: Genel Başkan – Ramis Muslu Genel Başkan Yardımcısı – İsmet Demirhan Genel Başkan Yardımcısı – Dursun Oğuz Genel Sekreter – Taci Aklaya Genel Mali Sekreter – Muharrem Sarıçam Genel Teşkilatlandırma Sekreteri – Osman Tutkun Genel Eğitim Sekreteri – Eyüp Alabaş TES-İŞ Tes-İş Sendikası’nın 27-28 Aralık 2008 tarihlerinde yaptığı Olağanüstü Genel Kurul sonucunda Yönetim Kurulu şu şekilde oluştu: Genel Başkan: Mustafa Kumlu Genel Başkan Yardımcısı: Feridun Yükselir Genel Sekreter: Mustafa Şahin Genel Mali Sekreter: Hasan Tahsin Zengin Genel Araştırma ve Mevzuat Sekreteri: İsmail Bingöl Genel Teşkilatlandırma Sekreteri: Esat Durmuş Genel Eğitim Sekreteri: Bayram Eren TEZ KOOP-İŞ Tez Koop-İş Sendikası’nın 10-11 Ocak 2008 tarhlerinde yaptığı Olağanüstü Genel Kurul sonucunda Yönetim Kurulu şu şekilde oluştu: Genel Başkan - Gürsel Doğru Genel Sekreter - Hakan Bozkurt Genel Mali Sekreter - Ayhan K. Demirer Genel Örgütlenme Sekreteri - Fikret Omak Genel Eğitim Sekreteri - Haydar Özdemiroğlu Genel Yönetim Krl.Üyesi - Adem Can Genel Yönetim Krl.Üyesi - Levent Koç 20 Ocak’ta, Türk-İş’in çağrısıyla Ankara’da TÜRK-İŞ Genel Merkezi’nde bir araya gelen TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK Genel Başkanları, toplantının ardından şu açıklamayı yaptılar: “TÜRK-İŞ’in işten çıkarmalar başta olmak üzere küresel krizin bedelinin çalışanlara ödetilmesi yaklaşımını protesto etmek amacı ile 15 Şubat 2009 tarihinde İstanbul’da yapma kararı aldığı miting ile DİSK, KESK, TMMOB, TTB ile diğer emek ve meslek örgütlerinin aynı amaçla 22 Şubat’ta İstanbul’da yapmayı kararlaştırdığı miting birleştirilmiştir. “ETUC üyesi TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK öncülüğünde yapılacak olan ve tüm emek ve meslek örgütlerinin davetli olduğu miting, 15 Şubat’ta İstanbul’da gerçekleştirilecektir. “Miting organizasyonu ile ilgili teknik komite hemen çalışmalarına başlayacak olup, mitingin detayları ile ilgili ayrıntılı bilgi TÜRKİŞ, DİSK ve KESK Genel Başkanları olarak bizlerin daha sonra düzenleyeceği ortak basın toplantısı ile kamuoyuna duyurulacaktır.” ocak 2009 (28) basın-iş TÜRK-İŞ BAŞKANLAR KURULU OLAĞANÜSTÜ GÜNDEMLE TOPLANDI TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, küresel kriz, İstanbul’da yapılması planlanan ortak miting ve Ergenekon soruşturması kapsamında Türk Metal Sendikası’nın basılması ve yöneticilerin tutuklanması ile ilgili olarak 26 Ocak 2009 tarihinde olağanüstü gündemle toplandı. Başkanlar Kurulu, aldığı kararları bir açıklama ile deklare etti: “TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, Türkiye’nin gerçek gündeminin küresel kriz ile birlikte daha da vahim hale gelen işsizlik ve yoksulluk olduğuna inanmakta, gerek siyasi gündemdeki gerginlikler, gerekse Ergenekon adı verilen süreç nedeniyle bu gündemin gölgelenmesinden rahatsızlık duymaktadır. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, yargının siyasallaştırıldığı iddialarının ve buna yol açan uygulamaların Türk Hukuk sistemine ve demokrasisine büyük zarar verdiğini düşünmektedir. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, ilgili davanın, fikir ve ifade özgürlüğü, toplumsal muhalefet ve nihayet demokrasinin vaz geçilmez kurumlarından olan sendikalar üzerinde bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanılma girişimlerini demokrasimizin geleceği açısından endişe ile karşılamaktadır. Yargının bağımsızlığı korunmalı ve kararlarına saygı gösterilmelidir. Ancak bu yapılırken “masumiyet karinesinin” korunmasına özen gösterilmelidir. Kişi hak ve özgürlüklerinin yok edilmesine yol açan yargısız infazların önüne geçilebilmesi için “soruşturmanın gizliliği” ilkesine bizzat soruşturmayı yürüten güvenlik güçleri ve yargı temsilcilerinin yanı sıra Hükümet edenlerce de uyulmasına dikkat edilmelidir. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, kimi yayın organlarındaki yargısız infaz yaklaşımını son derece sakıncalı bulmakta, gözaltına alınacak olan kişilerin günlerce önceden gazetelerde suçlu gösterilerek teşhir edilmesini objektif yayıncılık ilkeleri ile bağdaştıramamaktadır. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, aynı çerçevede operasyonlarda izlenen yöntem nedeniyle toplumun en sade bireylerinin bile korku hissine kapıldıkları gerçeğinden hareketle, ‘korkan ve susan toplum’ yaratmak istemenin demokrasi açısından sakıncalarına dikkat çekmektedir. Sorunların demokrasi içinde çözüleceğine inanan TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, demokratik rejimi yok etmeye yönelik her türlü demokrasi dışı örgütlenme ve çeteleşme girişiminin karşısındadır. TÜRK-İŞ’e bağlı tüm sendikalar kuruldukları günden bu yana demokratik laik Türkiye Cumhuriyeti’nin savunucusu olmuş, işçi hak ve özgürlükleri için her türlü mücadelede en ön safta yer almıştır. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, TÜRK-İŞ’e bağlı hiç bir sendikamızın Ergenekon adı verilen süreç ile ilişkilendirilmesini doğru ve haklı bulmamaktadır. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, Türkiye’nin konuyla ilgili olarak bugünkü ihtiyacının Ergenekon adı altındaki hukuk sürecinin kaos oluşturan tüm yaklaşımlardan ayrıştırılarak berrak ve şeffaf hale getirilmesi, her türlü şaibeden arındırılması, bu süreç ile ilgili atılan her adımda yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün hakim kılındığına ilişkin toplumsal güvenin sağlanması olduğunu düşünmektedir. Başkanlar Kurulu, bu güvenin sağlanmasını öncelikle AK Parti Hükümetinin görevi olarak görmektedir. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, TÜRK Metal Sendikası’nın bir suç ve suçlu barındıran örgüt karargahıymış gibi basılmasını ve aranmasını kınamakta, bu muameleyi sendikal hak ve özgürlüklere yapılan bir saldırı olarak görmektedir. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, Ergenekon adı verilen operasyon çerçevesinde evi adresi belli insanların şafakta evlerine baskın yapılmasını, kendilerinin ve ailelerinin manevi şahsiyetlerinin mağdur edilmesini kınamaktadır. Bu çerçevede sendikacılara yönelik şafak baskınlarını da kınayan TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, TÜRK-İŞ’in bir yöneticisinin söz konusu dava ile ilişkilendirilmeye çalışılmasını Konfederasyon açısından kabul edilmez bulmaktadır. Mustafa Özbek işçi hareketinde büyük emeği olan bir işçi lideridir. Hukukun üstünlüğüne inanan TÜRK-İŞ, bağımsız yargının, toplum vicdanını tatmin edecek adil kararını bir an önce vermesini beklemekte, bu karar çıkıncaya kadar Sayın Özbek’in serbest bırakılarak tutuksuz yargılanmasını istemektedir. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, küresel krizin bedelinin çalışanlara ödetilmesi yaklaşımını ve hak ve özgürlük ihlallerini protesto için 15 Şubat’ta İstanbul’da DİSK ve KESK ile birlikte yapılacak olan “İŞSİZLİĞE VE YOKSULLUĞA HAYIR! EMEK VE DEMOKRASİ MİTİNGİ” nin başta AK Parti Hükümeti ve işverenler olmak üzere ilgili her kesime bir uyarı niteliği taşıdığının altını çizerek, ilgili tüm kesimlerin bu mitinge kulak vermesini istemektedir.” ocak 2009 (29) basın-iş dünyadan A S I K . . . A KIS 35 Bin İspanyol İşçi Krize Karşı Eylemde İspanya’nın Zaragoza kentinde 35 bin İspanyol işçi, ekonomik kriz gerekçesiyle yoğun olarak yaşanan işten çıkartmaları protesto etmek için yürüyüş yaptı. İspanya’nın büyük sendikalarından UGT ve CCOO tarafından düzenlenen “Krize Karşı: İş ve Sosyal Güvence” eyleminde, işçiler krizin faturasının işçilere kesilmesinin devamı halinde greve gitme tehdidinde bulundu. ABD’de Kriz Ayini: Sınıf ‘sınıflığını’ unutunca, Ford sunak oldu ABD otomotiv sektörünün üretim merkezi olan Detroit şehrinde bulunan Grater Grace Kilisesi’nde yapılan pazar ayininde, ABD Kongresi’nin otomotiv sektörüne yönelik bir kurtarma planı onaylaması için dua edildi. Ayinde sunak olarak bir Ford, bir General Motors, bir de Chrysler marka jip kullanıldı. Ayin, otomotiv işçisi ve işçi emeklilerinin sunak olarak kullanılan jiplerin önünde sıraya girip kutsanmasının ardından son buldu. İşçi sınıfı, kendi gücünü ve sınıf olduğunu unutunca; böyle trajikomik durumlar yaşanıyor. Kolombiya’da Parayla İnsan Avı Latin Amerika’da ABD’nin baş müttefiki olan Kolombiya, aynı zamanda ülkedeki gerillalara, solculara ve sendikacılara karşı yürütülen kirli savaşla da tanınıyor. Çok sayıda sendikacının öldürüldüğü Kolombiya’da, Ekim ayında, Kolombiya ordusunun ve paramiliter güçlerin gerillalarla mücadelelerinin performansa dayalı ücretlendirildiği ortaya çıktı. “Fiyat listesi”ne göre, hükümet bir “çete lideri” için 1,7 milyon avro, “sıradan bir gerilla” içinse 1.300 avro ödüyor. Şimdiye kadar bu şekilde 2.100 civarında sivilin öldürüldüğü hesaplanıyor. Ele geçirilen belgelerde, ilginç bir ayrıntı olarak, “Bu yönetmeliğin 3 ve 4 numaralı maddelerinde öngörülen tazminatların ödemeleri Savunma Bakanlığı tarafından önceden belirlenecek ve Ulus’un kaynakları ve diğer ulusal ve uluslararası ekonomik işbirliği kaynaklarından finanse edilecektir” deniliyor. Böylece bu insan avı için ödenen paraların, diğer devletlerce de karşılandığı ortaya çıktı. Nobel Barış Ödülünün ‘Silah Şirketi’ Sponsoru Var!!!!! Ödüle layık görülen kişilerle ve sponsorlarıyla sıkça gündeme gelen Nobel ödüllerinde skandal niteliğinde bir gelişme daha ortaya çıktı. Nobel barış ödülü de aralarında olmak üzere kimi ödüllere bir ABD silah firmasının sponsorluk yaptığı anlaşıldı. Nükleer silahlarda içinde olmak üzere çeşitli silahlar üreten Honeywell firmasının edebiyat, tıp, fizik, kimya, ekono- mi ve barış alanında verilen Nobel ödüllerine sponsor olduğu ifade edildi. Nobel ödüllerinin yaratıcısı Alfred Nobel’in de, dinamiti bulan kişi olduğu düşünüldüğünde; böyle bir sponsorluk da çok tuhaf kaçmıyor aslında! Köleliğe Geri Dönüş!! Aralık ayında, köleliğin kaldırılmasının 200. yılı vesilesiyle açıklama yapan BM Genel Sekreteri Ban KiMoon, dünya üzerinde 27 milyon kölenin olduğundan bahsetti. Günümüzde, en iyimser tahminler baz alındığında dahi köle sayısı insanlık tarihinin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. 1700’lü yıllardan farklı olarak, günümüzde köleliğin pek çok çeşidi var. Örneğin, aile bireylerinden sadece birine ücret ödenerek, diğer çalışan aile üyelerinin köle durumuna sokulduğu “bağlı emek”. BM’nin tahminlerine göre bu tür kölelerin sayısı 20 milyon civarında. En bilinen ve medya gündemine de gelen kölelik tipi ise, insan kaçakçılığı. Bu durumda yaşayan insan sayısının 700 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Zor şartlar altında çalıştırılan ve çoğu zaman fuhuş sektörünün kurbanı olan çocuk kölelerin sayısı ise 80 milyon olarak tahmin ediliyor. Çocuk köleliğinin en yaygın olduğu tahmin edilen Uzak Doğu ülkelerinde de, çocuklar, “Batılı turistlere” satılıyor. Birleşmiş Milletler’e göre, “zorla çalıştırılan” insan sayısı da 12 milyon civarında. Bunların dışında, küçük yaşlarda kendi rızası dışında evlendirilen kız çocuklarının ev işleri, tarım, hayvancılıkta çalışmış olmaları da Birleşmiş Milletler tarafından kölelik olarak tanımlandı. Ancak bu sayının tahmini elbette çok güç. Dünyadaki kölelerin yüzde 80’inin, yetişkin erkeklere göre daha savunmasız olan çocuk ve kadınlardan oluştuğu tahmin ediliyor. BM, köle sayısındaki korkunç artışı, fakirliğin yayılması ve insan onuruna değer vermeme gibi sebeplere bağlıyor. Batı Afrika, Uzak Doğu ülkeleri, Endonezya, Mali, Hindistan ve eski ‘Doğu Bloku’ ülkeleri, köleliğin tırmandığı yerler. AB ve ABD’de çoğu zaman örtbas edildiği için köleliğin boyutları tam olarak kestirilemiyor. Ancak özellikle eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen insanların çok düşük ücretlere fabrikalara kiralanması, bu ülkelerde kanıksanmış bir durum. Nijerya’da Çatışmalarda 400 Kişi Öldü Nijerya’da, yerel seçimlerin ardından Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında çıkan çatışmalarda yaklaşık 400 kişi hayatını yitirdi. Evlerin, kiliselerin ve camilerin ateşe verildiği, 7 bin civarında kişinin evini terkettiği çatışmalar nedeniyle 24 saat sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Nijerya’da, 2001 ve 2004 yıllarında da, Hristiyan-Müslüman çatışmalarında yüzlerce kişi yaşamını yitirmişti. Çatışmaları, yerel seçimler tetiklemiş olsa da, asıl tartışmanın bölgedeki yeraltı kaynaklarını kontrol etme çabası olduğu iddia ediliyor. ocak 2009 (30) basın-iş YUNANİSTAN AYAKLANDI Aralık ayında 15 yaşında bir genç, polis tarafından göğsünden vurularak öldürüldü, komşu ülke Yunanistan’da. Adı Aleksandros Grigoropulos. Ve bir öfke dalgası, tüm sokaklarını kapladı Yunanistan’ın. Ülke çapında okullarda ve üniversitelerde ders yapılmadı. Üniversitelerde günlerdir süren eylemlerden dolayı zaten fiilen ders yapılmazken, Atina Üniversitesi Rektörü Hristos Kittas, hükümetin gereken adımları atmadığını ve bu durumda yaşanabileceklerden sorumlu tutulmak istemediğini bildirerek istifasını verdi. 1973 yılında gerçekleşen Politeknik işgallerinden sonra en büyük öfke seli taştı sokaklara. Bu öfke, Yunanistan’ın gençlerinin, işçilerinin, emekçilerinin öfkesiydi. Atina ve Selanik başta olmak üzere, ülkenin bütününe protesto eylemleri yayıldı. Bu öfke, kısa sürede Aleksis’i de aşan bir yerlerle evrilmeye başladı. Alanlara çıkan yüzbinler, 15 yaşında bir genci şehir merkezinde sorgusuz sualsiz katletme hakkını kendinde bulan polisin hizmet ettiği sistemi sorgulamaya başladı. Kendilerini yoksulluğa, işsizliğe, ölümlere mahkum eden sistemi sorgulamaya. Ve 10 Aralık günü geldi. “Genel Grev” günü. Grev sendikalar tarafından, özellikle krizle birlikte derinleşen yoksulluğa, işsizliğe karşı düzenlenmişti. Aleksis’in ölümü ise, tüm bunların bir parçasıydı, aynı sistemin parçası. 10 Aralık günü, genciyle yaşlısıyla Yunanistan’ın halkı, emekçileri sokakları doldurdu. Ve o gün sokakları dolduranlardan bir bölümü, Cumhurbaşkanı’na bir mektup yazdılar. Aleksis’in arkadaşları olan gençler şunları söylüyordu: “Yaşanabilir bir dünya istiyoruz. Bizler ne teröristiz, ne “maskeliler”… “Bizler sizin çocuklarınız. “Hayaller kuruyoruz – hayallerimizi yok etmeyin. “İçimizde bir öfke bir hınç büyütüyoruz – engellemeyin “…Hatırlayın. Bir zamanlar sizler de gençtiniz “Şimdi paranın peşinde, “vitrinden vitrine” koşuyor, şişmanlıyor, ürküyor, unutuyorsunuz. “…Yalan hayatlar yaşıyorsunuz, boyun eğmiş, her şeyden umudunuzu kesmiş bir gün ölmeyi bekliyorsunuz. Hayal etmiyor, âşık olmuyor, üretmiyor, yaratmıyorsunuz. Sadece satıp alıyorsunuz… Her yerde mal! Sevgi yok – gerçek yok…” Bu dizeler, çürüyen, çürütülmek istenen gençliğin isyanıydı. Bu düzene, paranın hakimiyetine karşı, insanlığa özlemdi. Gençliğin insanca yaşanacak bir dünya için umut dolu isyanı… dünyadan Obama, ‘Siyah Bush’ Mu? Ocak ayında fiilen ABD Başkanı olacak olan Barack Obama, adaylığı duyulduğu günden itibaren tüm dünya gündemini oldukça uzun süre meşgul etti. Bush’a göre daha ‘demokratik’ açılımlar getireceği konusunda pek çok kesimin umutlu olduğu Obama’dan farklı politikalar beklemekse en iyimser ifadeyle hayalcilik gibi görünüyor. Kasım ayı sonunda, ekonomiyi kimlere teslim edeceğini açıklayan Obama, yeni dönemde Hazine Bakanı görevini şu anda FED’in New York bölümünün başkanlığını yapmakta olan Timothy F. Geithner; Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanlığı’nı ise Clinton döneminde Hazine Bakanlığı yapmış olan Lawrence Summers’ın yürüteceğini ifade etti. Bakanlıklara seçilenler, ekonomik anlamda ABD politikalarında bir değişiklik olmayacağını gösteriyor. Ekonomik kriz konusunda halen görevde olan Bush kabinesinin Hazine Bakanı Paulson ile hayli benzer görüşlere sahip olan Geithner, Hazine Bakanlığı’na daha geniş yetkiler verilmesi gerektiğini savunuyor. Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanlığı’na getirilen Lawrence Summers ise eski bir Hazine Bakanı. Summers gerek akademik, gerekse uluslararası çevrelerde serbest ticaretin en şiddetli savunucuları arasında yer alıyor. Aynı zamanda skandallar adamı olarak tanınan Summers’ın Harvard skandalları arasında; bir akademik çalışmasında kadınların yüksek yetenek gerektiren işlere erkeklerden daha az yatkın olduklarını iddia etmek de var. Dünya Bankası Başkanı olduğu dönemde yardımcılarından biri tarafından yazılan ve Summers tarafından paraflanan bir andıçta yer alan cümle ise onun nasıl bir insan olduğunu ve gelecekte nasıl politikalar izleyeceğini göstermesi açısından önemli: “Kirli endüstriler: Aramızda kalsın ama Dünya Bankası çevreyi kirleten endüstrilerin azgelişmiş ülkelere aktarılmasını desteklemeli. “Sağlık sorunları yaratan çevre kirliliğinin maliyeti, bu sağlık sorunları nedeniyle yaşanan ölüm ve hastalıklardan dolayı ortaya çıkan gelir kaybı ile ölçülür. Dolayısıyla, sağlık sorunları yaratan çevre kirliliğinin en düşük maliyetle sonuçlanması için ücretlerin en düşük olduğu ülkelerde yaratılması gerekir. “Kanımca, toksik atıkların ücretlerin en düşük olduğu ülkelere atılmasının ardındaki kusursuz bir ekonomik mantık vardır ve bunu hepimizin kabul etmesi gerekir.” Acaba Obama’dan demokratik açılımlar beklemek mi, yoksa onun ‘siyah Bush’ olduğuna inanmak mı daha gerçekçi!! Ya da soruyu biraz geliştirerek daha da gerçek hale getirelim: ABD’nin emperyalist politikaları, siyasi liderlerin tercihlerinden mi kaynaklanıyor sadece; yani Obama’nın Siyah Bush olmaktan başka şansı var mı? ocak 2009 (31) dünyadan basın-iş ‘İntifada‛nın 21. Yılında, İsrail‛in Yeni Katliamlarına Dünya Sessiz Kaldı Dünyanın en asimetrik savaşlarından biri, İsrail’in yılbaşından birkaç gün önce başlayan saldırıları ile, ciddi bir katliama dönüşmüş durumda. ‘İntifada’ 21. yılını doldurdu, İsrail yine katliam yaratıyor Filistin halkının İsrail işgaline karşı direnişi 21. yılını doldurdu. Dünyanın bu en eşitsiz savaşlarından biri, 21 yıl boyunca küçük kesintilerle devam etti. İsrail’in Aralık ayının son günlerinde başlayan ve dergi yayına hazırlanırken devam etmekte olan saldırılarında ise, 1000’e yakın Filistinli hayatını kaybetti. Gazze’ye yönelik başlayan hava saldırıları ve ardından kara harekatı sonrasında Hamas lideri Halid Meşal, halka üçüncü intifada çağrısı yaptı. Gazze’de okullar ve çocuk oyun alanları bile bombalanır, yüzlerce çocuk katledilirken, dünya kamuoyu suskun kaldı. Saldırıların 13. gününde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, tarafları acilen ateşkese çağıran 1860 sayılı kararı kabul etti. Ancak, BM kararının üç saat sonrasında İsrail yeni bir katliam gerçekleştirerek, karara ilişkin ‘açıklamasını’ da yapmış oldu. İsrail’in daha önce de uygulamadığı ve karşısında hiçbir yaptırım görmediği onlarca Birleşmiş Milletler kararı olduğu biliniyor. İsrail’in bombalarına karşı, Filistin halkının direnişi... Filistin halkının 21 yıllık direnişteki temel talebi, 1967 yılından beri işgal altında olan Filistin topraklarının geri verilmesi, bu savaşta ve sonraki dönemde ülkeden kaçmak zorunda kalan Filistinlilerin ülkeye dönmesi, İsrail’in işgal topraklarında açtığı yerleşimlerin kapatılması, Doğu Kudüs başkent olmak üzere bağımsız bir Filistin Devleti kurulmasıydı. 1967 yılından beri, İsrail’in Filistin topraklarındaki fiili işgali sürüyordu. Ancak, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’dan çekilmesiyle birlikte Filistin direnişi de destek yitirmiş oldu. 1986 yılında İsrail genel bir saldırı dalgası başlattı. 1987 yılında ise, saldırılar daha da kapsamlı hale geldi ve bir İsrail kamyonu, Cebeliye mülteci kampında yaşayan Filistinli işçileri taşıyan kamyona çarparak 6 Filistinli işçiyi öldürdü. İşçilerin kasten mi yoksa kazayla mı öldürüldüğü konusunda İsrail ve Filistin farklı açıklamalar yaptılar. Ancak, Filistin yas tutarken, İsrail askerleri kampa saldırarak cesetleri zorla ailelerinden aldı ve cenaze törenlerinin bir gösteriye dönüşmesini engellemeye çalıştı. Bunun üzerine Gazze İslam Üniversitesi öğrencileri, cenazelerin bulunduğu hastanenin kapısında bir gösteri düzenleyerek, tüm Filistinlileri cenazelerine sahip çıkmaya çağırdılar. Gösteri hızla yayıldı ve İsrail askerleri büyüyen kalabalığa ateş açarak çok sayıda insanı katletti. Filistinliler ise askerlere taşla karşılık verdi ve 8 Aralık olayları ile 1992 yılına kadar sürecek olan ve İsrail ordusunun tanklarına ve silahlı askerlerine karşı, Filistin halkının taşlarla direndiği Birinci İntifada başlamış oldu. Birinci İntifada süresince 241’i çocuk, 1162 Filistinli hayatını kaybetti. 1993’te yapılan görüşmeler, bağımsız bir devlet sağlamaktan çok uzak kaldı. 2000 yılında, ABD’nin yeni Ortadoğu hamlesi öncesinde, İsrail yeni bir saldırı dalgası başlattı. İkinci İntifada ve sonrasında da İsrail saldırganlığı tırmanışa geçti. Çok ciddi baskılara, ülke içi gerginliklere ve İsrail’in insanlık dışı uygulamalarına rağmen Filistin halkı mücadeleyi sürdürdü. Emperyalist ülkeler İsrail’i destekliyor Ve Aralık ayının sonunda başlayan son katliamda da, Filistin yine direnişi sürdürüyor. Öte yandan, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı dünyayı da ikiye böldü. Batılı kapitalist ülkelerin çoğunluğu İsrail’i öyle ya da böyle destekleyen açıklamalar yaparken, Küba, Venezüella, Bolivya, Vietnam, İran, Hindistan ve Çin, İsrail’in karşısında saf tuttular. Bu konuda en radikal tepki Venezüella’dan geldi ve Chavez, ‘masumları ancak korkakların bombalayacağını’ belirterek, İsrail Büyükelçisi’ni Venezüella’dan kovdu ve ülkesinin katliam karşısındaki tepkisini somutlaştırdı. Türkiye’de ise Hükümet, bir yandan İsrail’e yönelik sert bir tavır alma gösterisi içindeyken; diğer yandan, her yıl yaklaşık 400 milyon dolarlık silah alarak İsrail silah sektörünün gelişmesine katkıda bulunuluyor. İsrail ile yapılan ikili anlaşmaların iptali gündeme gelmiyor. Konya’da İsrailli pilotlar eğitilirken, bir yandan İsrail’e yönelik ‘sert’ açıklamalar yapılması da elbette gerçekçi görünmüyor. Bu süreçten ve İsrail’in insanlık dışı saldırılarından en çok çocuklar etkilendi, çocuklar zarar gördü elbette. İlk intifada başladığında doğan, saldırılar karşısında hayatta kalabilen çocuklar, şimdi 21 yaşında, savaşı bir hayat biçimi olarak gören insanlar oldular. Savaş hayatlarının doğal bir parçası. Doğumlarından bu yana, bombaların, katliamların, ölümlerin ortasında yaşıyorlar. Direnişin 21. yılında ise, İsrail gün geçtikçe daha da gayri meşru hale gelirken, tarihin bu en eşitsiz savaşından gözümüzün önüne gelen ilk kare tanklara karşı taşla ülkesini savunmaya çalışan Filistinli çocuklar olarak kaldı. ocak 2009 (32) emekli Ankara: Başbakanlık Basımevi’nden, Ahmet Tahir Oğultay, Seydi Dayan, Dursun Ülger, İbrahim Türker, Sevim Türkay, Adnan Yalçın emekli olmuştur. METEKSAN Matbaası’ndan, Sabire Şeker, Cevriye Durmaz, Selmiye Ateş, Yasemin Doğan, Çağlar Alkaya ve Hasan Taylan işyerinden ayrılmıştır. TÜİK Basımevi’nden, Ali Ören ve Sadriye Türkel emekli olmuştur. Milli Eğitim Basımevi’nden, Gürsel Çolak, İrfan Saatçi, Cindi Yılmaz, Tacettin Sakarya, Sedat İlhan, Yaşar Akgöz emekli olmuştur. Karayolları Matbaası’ndan, S.Ali Arzuman ve A.İhsan İncesu emekli olmuştur. İstanbul: Rotopak Ambalaj’dan, Ali Mutlu, İsmail Özçelik, Vehbi Cembekli, Hüsnü Çalışkan, Arif Sülük, Münür Günaydın, İsmet Yiğit, Bahtiyar Şen, Ruşen Değirmenci, Yaşar Keskin, Saim Yıldırım, Bülent Yörüker, Selahattin Dağlı, Şevket Özdemir, Mehmet Çavuş, Emin Hasanoğlu, Arif Özer, Süleyman Demirağ, Süleyman Tonkuş, Bülent Harman, Coşkun Kandemir, Mehmet Somsa, Cemal Yaman, Mürsel Erbay, Hüseyin Aydın emekli olmuştur. Darphane Genel Müdürlüğü’nden, Kadir Yıldız, Bahattin Bozkurt, Zafer Asan, Baki Yıldız emekli olmuştur. Damga Matbaası’ndan Ahmet Murat Pekel emekli olmuştur. DMO Basımevi’nden, Bülent Diken ve Keremhan Çelik emekli olmuş, Erdal Çakır İzmir, Ramazan Çalışkan Eskişehir Bölge Müdürlüklerine tayin olmuştur. İzmir: Etapak Ambalaj’dan, Şemayil Keskin, Aydın Gazi, Cüneyt Karaman, Meral Özdemir işyerinden ayrılmıştır. Üyelerimize, bundan sonraki yaşamlarında da, sağlık, mutluluk ve başarı diliyoruz. vefat Ankara: Başbakanlık Basımevi’nden, üyemiz Fevzi Eker, Mustafa Gürleyik’in babası, TÜİK Basımevi’nden, Mehmet Kambur’un babası, İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden, emekli üyemiz İsmet Şişli, Yavuz Kara’nın kayınvalidesi, Mehmet Ataköşker’in kayınvalidesi, DMO Basımevi’nden, İzzettin Germeç’in babası, Damga Matbaası’ndan, Mehmet Ali Mamak’ın annesi, İzmir: Etapak Ambalaj’dan, Süleyman Güven’in annesi, Sinan Altay’ın Kayınpederi vefat etmiştir. Vefat edenlere Allah’tan rahmet, üyelerimize, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. Ankara Şube Eski Başkanımız Ahmet Şimşek’i Son Yolculuğuna Uğurladık Başbakanlık Basımevi’nde çalışırken üyelikten temsilciliğe ve yöneticiliğe çeşitli kademelerde yıllarca sendikamıza emek veren sevgili dostumuz, arkadaşımız Ahmet Şimşek, geçtiğimiz dönemde Şube Başkanlığı görevinden de ayrılmasına neden olan rahatsızlığa yıllarca direndikten sonra, 21 Ocak’ı 22 Ocak’a bağlayan gece hayata gözlerini kapadı. Cenazesi, Sendikamızdan, üye işyerlerinden ve Başbakanlık Basımevi’nden arkadaşlarının, akrabalarının ve dostlarının katıldığı geniş bir kitle tarafından toprağa verileceği Tokat’a uğurlandı. Arkadaşımıza Allah’tan rahmet, tüm sevenlerine, ailesine, dost ve akrabalarına, üyelerimize, sendikamız camiasına baş sağlığı dileriz. Bülent Diken Ahmet Şimşek Yıllarca değişik kademelerde sendikamıza emek verdikten sonra 2007 Genel Kurulumuza kadar iki dönem de Genel Eğitim Sekreterliği görevini yürüten Bülent Diken arkadaşımız işyerinden emekli oldu. Arkadaşımıza bundan sonraki yaşamında sağlık mutluluk ve başarı diliyoruz. doğum Ankara: Başbakanlık Basımevi’nden, Ramazan Er, M.Sabri Topaktaş, Yetkin Hacısalihoğlu; METEKSAN Matbaası’ndan, Hüseyin Yılmaz, Fatih Alptekin, Aytekin Morova, Çağlar Alkaya; TÜİK Basımevi’nden, Ali Taşdelen, Mesut Alparslan, İstanbul: Darphane Gn. Müdürlüğü’nden, Mustafa Türk, İsmet Canlı, Yusuf Boz, Zafer Turgut, İbrahim Demir, Ahmet Bayraktar, Ahmet Büyür, Fatih Yönter, Erkan Avşar, Murat Sayan, Mehmet Uca DMO Basımevi’nden,Ali Kapucuoğlu, İzmir: Etapak Ambalaj’dan Oğuz Sargın, Metin Özcan ve Erol Mercan, Düzce: Propak Ambalaj’dan Yusuf Okutan ve Erdinç Abaylı arkadaşlarımızın bebekleri olmuştur. Üyelerimizi kutlar, ailelerine ve bebeklerine sağlıklı ve mutlu bir gelecek dileriz. düğün Ankara: METEKSAN Matbaası’ndan, Erhan Hamalosmanoğlu&Tuçe Tiryaki, İsmail Karabiber İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’ nden, Vedat Tomak, İzmir:EtapakAmbalaj’dan,Yasin Göndeç, Düzce: Propak Ambalaj’dan, Serdar Selen arkadaşlarımız evlenmiştir. Üyelerimizi kutlar, ömür boyu mutluluklar dileriz. İstanbul Şube Başkan Yardımcımız İbrahim Kılıç arkadaşımız’ın babası vefat etmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet, arkadaşımıza, ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileriz. işkazası/hastalık Ankara: TÜİK Basımevi’nden, Fatih Mehmet Yılmazer’in babası, Hasan Hantaş’ın annesi, Özcan Karanfil’in eşi ameliyat olmuştur. İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’nden, Ahmet Özay, Erkan Avşar, Bilal Yağmur, Yılmaz Öztürk, İbrahin Kılıç, Ömer Yalvaç, Yüksel Çalık, Ahmet Alıcı, Hamdi Yıldız, Serhat Küçük iş kazası geçirmiştir. Aynı işyerimizden, Cemal Tutumlu, Kemalettin Kayalı, Ahmet Kayalı, Hüseyin Demirel, Hasan Atasoy ise rahatsızlanmış/ameliyat olmuştur. DMO Basımevi’nden, Cemil Bayramoğlu iş kazası geçirmiştir. İzmir: Etapak Ambalaj’dan, Memiş Sert anjiyo olmuştur. Düzce: Propak Ambalaj’dan Fatih Esen, İslam Ercan, Ahmet Uçar ve Erkan Danışan İş Kazası geçirmiştir. Üyelerimize geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyoruz. temsilci ataması İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü: İstifa ve emeklilik nedeniyle boşalan temsilcilikler için yapılan seçimler sonucunda Baştemsilciliğe Hüseyin İpek, Temsilciliklere Naim Demir ve İhsan Acar Ankara: Milli Eğitim Basımevi: İstifa nedeniyle boşalan temsilcilik kadrosuna Kemal Karakuş, arkadaşımız atanmıştır. Arkadaşlarımıza bundan sonraki çalışmalarında da başarılar diliyoruz. İşçiler, Bozulan Ekonomi Çarkının İlk Fısattta Sökülüp Atılabilen Dişlileri Olamaz!