Çaylık Ağustos 2014
Transkript
Çaylık Ağustos 2014
ÇAYKUR’UN AYLIK YAYINIDIR. Ağustos 2014 • Sayı 15 ÇAYKUR EN MASUM TATLIYI MÜJDELEDI! ŞEKERDEN DAHA TATLI, KALORISI 0: STEVYA [sunuş] Değerli çalışma arkadaşlarım, Bilirsiniz, Doğu Karadeniz insanı olarak hepimiz zoru bilen, hatta zoru seven insanlarız. Bölgemizin koşulları adeta genlerimize işlemiştir. Bu sert coğrafyada kendi tarım alanımızı, ekinimizi kendimiz eker biçeriz. Teknoloji her ne kadar süratle gelişse de, zorlu coğrafyamız nedeniyle bize pek dost değildir, işimizi kolaylaştırmaz. Kendi işimizi kendimiz yaparız, seçeneklerimizi de kendimiz oluştururuz. Çok şanslıyız ki, Doğu Karadeniz’in toprağıyla, iklimiyle tamamen örtüşen, bir ürüne sahibiz. Doğu Karadeniz’le özdeşleşmiş bir bitki olan çayın bölgemize katma değeri çok yüksektir. Özetle, bizim için çayın alternatifi bir bitki olamayacağını söyleyebiliriz. Çay, bölgenin zenginliği, kültürü, hayat kaynağıdır. Ancak bu gerçek, çay tarımı sürerken ek bir katma değer oluşturamayacağımız anlamına gelmez. Nitekim Çaykur olarak biz de, hızla bölgemize katma değer oluşturmaya çabalıyoruz. Organik çay, yeşil çay, beyaz çaydan sonra, şimdi de dertlere deva bir ürün geliştirmek üzere kollarımızı sıvadık. “Stevia” adlı bitkiden sıfır kalorili şeker üretmek için çalışma başlattık. Stevia, Arjantin’deki çay bölgesinde yetişiyor. Benzer iklim şartlarında yetiştiği için bizim bölgemizde de üretebileceğimizi düşündük. Ürettik de… Çaykur Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü’ndeki denememiz çok başarılı bir sonuç verdi. Yaptığımız araştırmalara göre, bir dönüm stevia bahçesinden 700 ila 750 kg civarında ürün elde edilebiliyor. Stevia, çaya benzer bir bitki. Ayrıca 5 kg yaş yaprağından 1 kg şeker elde edebiliyorsunuz. Yaprak kurutulup, öğütülerek kullanıldığı gibi sıvı olarak da kullanılabiliyor. En önemli özelliği şeker pancarı ve şeker kamışı şekerlerinden çok daha tatlı olmasına rağmen sıfır kalorili olmasıdır. Bazı kişiler sakıncaları nedeniyle şeker tüketmiyor ya da tüketemiyor. Stevia ile ilgili ayrıntılı bilgileri ilerleyen sayfalarda okuyacaksınız. Bu, sektörde devrim oluşturabilecek çok önemli bir ürün. Doğu Karadeniz’e yararlarını değerlendireceğiz ve ardından bölgede yaygınlaştırmak için çalışma yürüteceğiz. Sizlere, “güzel haberler vererek yeniden buluşma” sözü vermiştik. Sözümüzü de tuttuk. Bölgemize katkı sağlamak hedefiyle attığımız adımlar devam edecek. Esenlikler dileriz, İmdat Sütlüoğlu Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü AĞUSTOS 2014 [3] 6 12 ÇAYKUR EN MASUM TATLIYI MÜJDELEDI! KAPAK KONUSU S. 6 S. 16 “HER PROBLEMIN BIR ÇÖZÜMÜ VARDIR” BÖLGELERİMİZ 20 S. 6 Güneysu Ulucami Çay Fabrikası Şevki Güner: “Her problemin bir çözümü vardır” EMEK VERENLER “Markamızla ve ailemizle gurur duyuyorum” 22 HOBİLERİMİZ VE BİZ Hüsamettin Kıranoğlu: Herşeyi başaran adam 24 ÇAYKURDAN HABERLER 26 BÜYÜTEÇ Doğu Karadeniz ve Güneydoğu turistin tercihi Muharrem Genç: “Hiçbir engel sizi durduramaz” 30 ÇAY DURAKLARI 32 GEZİ GÜNLÜĞÜ duyuyorum” Kargaşanın yanı başındaki cennet: Adalar [4] AĞUSTOS 2014 S. 6 Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Necla Yeşildağ (Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü) YAYIN KURULU Süleyman Pınarbaş, Yavuz Sütlüoğlu, Aycan Totkanlı, Necla Yeşildağ, Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu, Belgin Demirer, Mine Türkün, Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe YAYINLAYAN Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu (Yayın Danışmanları) LEZZET 36 SAĞLIK Ellerinize iyi bakın 38 KIŞISEL GELIŞIM 40 AİLE VE ÇOCUK Seyit Göktepe (Redaksiyon) 46 BİLİM TEKNOLOJİ Dilan Karadağ (Muhabir) 50 “Çay”lı tatlar Belgin Demirer (Editör) Doğa Özkan (Sanat Yönetmeni) İlk intibaya özen gösterin çünkü ikinci bir ilk intiba yoktur Çocuğum doğru gelişiyor mu Biyomimikriden bir adım daha... Minicik bir böcek susuzluğa çare olabilir mi? SERBEST KÜRSÜ S. EMEK VERENLER Yayın Yönetmeni Süleyman Pınarbaş (Genel Müdür Yardımcısı) Ziraat Çay Bahçesi KAPAK KONUSU “Markamızla ve ailemizle gurur Sahibi ÇAYKUR Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü adına İmdat Sütlüoğlu (Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür) 34 ÇAYIN KAYNAĞI İstanbul Üçüncü Bölge Bayii Birleşim Çay: “Bölgemizde Çaykur marka ve prestij demek” GÜÇ BIRLIĞINDEN DOĞAN DEV: Güneysu Ulucami Çay Fabrikası Rakamlarla Ulucami Çay Fabrikası… l 18 içindekiler ŞEVKI GÜNER: ÇAYIN KAYNAĞI l BAYİLERİMİZ POZİTİF Şekerden daha tatlı, kalorisi 0: Stevya 16 ŞEKERDEN DAHA TATLI, KALORISI 0: STEVYA KAPAK KONUSU 34 KARGAŞANIN YANI BAŞINDAKI CENNET: ADALAR Metin Özkan, Ahmet Akgül (Grafik Tasarım) Mehmet Erbaş (Fotoğraflar) Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx BASKI VE RENK AYRIM Elma Bilgisayar ve Basım 0 212 697 30 30 AĞUSTOS 2014 [5] [Kapakkonusu] ÇAYKUR EN MASUM TATLIYI MÜJDELEDI! ŞEKERDEN DAHA TATLI, KALORISI 0: STEVYA [6] AĞUSTOS 2014 Doğu Karadeniz, beyaz çayın hemen ardından stevia ile tanıştı. Geçen yıl Çaykur Araştırma Enstitüsü bahçelerinde deneme ekimi yapılan stevianın verimi, beklentileri aştı. Yaprak analizleri gösterdi ki, stevia artık Karadenizli olacak! ŞEKERIN tadından mahrum kalmadan, sebep olduğu onlarca hastalıktan uzak durmak, biz insanlar için bir hayaldi. Ama Çaykur’un peş peşe yaptığı atılımlarla, bu hayalin aslında yanı başımızda olduğunu öğrendik! Formül, stevia idi. Stevianın Doğu Karadeniz macerası geçen yıl başladı. Anavatanı olan Güney Amerika, ılıman bir iklime sahipti. Tıpkı Doğu Karadeniz gibi… Sorun yaşanmayacağı düşüncesiyle Rize’ye getirilen bitki geçen yıl Çaykur Araştırma Enstitüsü bahçelerine deneme amaçlı dikildi. Ama yine de akıllarda sorular vardı; bitkinin adaptasyon yeteneği var mıydı, nasıl büyüyecekti, verim alınabilecek miydi? En önemlisi, stevia acaba kışı geçirebilecek miydi? Stevia kışa hassas bir bitkiydi. 7 dereceye tahammül edebilmekteydi. Bununla birlikte, Doğu Karadeniz kışına karşı koyup koyamayacağını anlamak mümkün değildi. Çünkü kış aylarında toprak üstü aksamı ölüyor, bitkiden eser kalmıyordu. Nitekim Rize’de de bu yaşandı. Sonbaharda toprak yüzeyinden 8-10 cm’e kadar budanan bitki, kışa doğru tamamen yok oldu, hiçbir hayat belirtisi kalmadı! Bu önemli sorunun cevabını almak için ilkbaharı, havaların ısınmasını beklemek gerekiyordu. AĞUSTOS 2014 [7] [Kapakkonusu] BEREKETLİ KARADENİZ TOPRAKLARI YENİ BİR BİTKİYE DAHA HAYAT VERDİ Ve beklenen zaman geldi! Stevia, ilkbaharda yeniden toprak üstündeydi. Dikildiği o ilk andaki halinden daha güçlü bir görüntüye sahipti. Çünkü sadece tek bir gövde olarak değil, budandığı için ocağı daha da genişleyerek, daha gür çıkmıştı. Karadeniz iklimini seven bitkinin verimi, beklentileri aştı. Yaprak analizleri gösterdi ki, stevia artık Karadenizli olacak! Türkiye, Çaykur sayesinde, beyaz çayın hemen ardından stevia ile tanıştı. İlk stevia hasadını, bu önemli adımın mimarı, Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu yaptı. Dünya üzerinde üretimi çok kısıtlı olan bitkinin bölge için çok önemli bir gelir kaynağı oluştaracağını müjdeleyen Sütlüoğlu, stevia üretiminin öyküsünü özetledi: “DENEMEYI BÖLGE İNSANIMIZ İÇİN YAPTIK” “Deneme üretimi sonuçları sevindirici, umut verici… Bitkinin yaprak değerleri çok yüksek çıktı. Diğer bölgelere göre verim yüksek. Çünkü aşırı güneşten etkileniyor. Bizim bölgemizde hava çoğunlukla kapalıdır. İstediği bol su ise, çok yağış alan bir ilde bulunduğumuz için doğal olarak sağlanıyor. Bitki eksi 7 dereceye kadar yaşayabiliyor. Deneme üretiminde bir kışı geride bıraktık ve bitkinin zarar görmediğini tespit ettik. Bunlar, bölge insanı için yaptığımız denemelerdi. Bu konuda öncülük yapmak istiyoruz. Çalışmalarımıza devam edeceğiz. [8] AĞUSTOS 2014 DÜNYADA GENİŞ BİR PAZARA SAHİP Stevianın tatlandırıcı özelliği normal şekere göre 10 kat, sıvılaştırılmış şekere göre ise 10 kat daha fazla. Ama şekerin olumsuz özelliklerini taşımayan, şeker içermeyen, hiç kalori barındırmayan, çok sağlıklı bir tatlandırıcı. Sağlıklı olduğu için dünya piyasalarında aranan ve değeri yüksek bir ürün. Dolayısıyla geniş bir pazara sahipken üretiminin kısıtlı olması, bölgemiz için çok önemli bir gelir kaynağı oluşturacağı anlamına gelebilir. ÇAYLIKLAR YENİLENİRKEN… Çaylıklarımız 60-70 senelik. Verimli ömürlerini doldurdukları için yenilememiz gerekiyor. Çaylıklar dört-beş senede yenilendiği için, bu ara zamanda tarlalarımızı stevia ile değerlendirebiliriz. Vatandaşımız bu zamanda gelir kaybına uğramaz. Deneyerek düşüneceğiz. Çay denemeleri 30 sene sürdü. Steviada da aşama aşama gerekenleri gerçekleştireceğiz. Geçmişte çayda ve kivide yaptığımız gibi steviada da öncülük yapmak istiyoruz.” Çaykur, adı ve ruhu çayla anılan Doğu Karadeniz’i ek gelirle donatmaya devam ediyor. AĞUSTOS 2014 [9] [Kapakkonusu] YABAN OTUYLA ZORLU MÜCADELE… STEVIA NEDEN TATLI? Stevia tadını, yapraklarındaki doğal özlerden alıyor. “Reb A” (Rebaduosid A) denilen bu öz sayesinde stevianın yaprakları şekerden 10 kat daha tatlı. Reb A kalori içermediği için insan vücudu tarafından emilmiyor. Bu nedenle de besin değeri yok. NE ZAMANDAN BERI KULLANILIYOR? “REB A” NASIL EDILIYOR? Stevianın hasadı, yaprakların saptan sıyrılarak alınmasıyla yapılıyor. Sapıyla da kesebilir ve kestikten sonra yaprakları sıyırabilirsiniz. Sonraki aşama, yaprakların kurutulması... Bunun için doğal yolları kullanabilir veya kuruma sürecini sıcak hava kurutucularıyla hızlandırabilirsiniz. Her koşulda rutubeti yüzde 10’a kadar düşürmeniz gerekir. Daha sonra da sıra, yaprakların işletmelerde saflaştırılması işlemine geliyor. Yaprağın içinde değişik kimyasallar var. Saflaştırmayla birlikte istediğimiz madde olan “Reb A” ayrılıyor, kullanıma sunuluyor. Önce toz haline, sonra da sıvı ekstrat haline getiriliyor. Kullanım amacınıza göre her iki halde de kullanılabiliyor. Çay işleme teknolojisiyle stevianınki birbirinden çok farklı. Çayı doğrudan kullanıyorsunuz; steviayı ise saflaştırıp, istediğiniz maddeye dönüştürüyorsunuz. Yani laboratuvar işi yapıyorsunuz. NEREDE ÜRETILIYOR? Stevia Güney Amerika’ya özgü bir bitki. Anavatanı Brezilya, Arjantin ve Paraguay. Bitkinin yetişebilmesi için 500-1500 metre arası yükseklik, ortalama 25 derecelik sıcaklık gerekiyor. Ancak bu iklim şartlarını sağlayabilen Çin, Japonya, Güney Kore gibi birçok ülkede üretiliyor. [10] AĞUSTOS 2014 Stevia, son beş-altı yıldır gündeme geldi ama çok daha önceden de biliniyordu. Güney Amerika’nın yerli halkı, çok eski zamanlardan beri şeker ihtiyacını stevia ile karşılıyordu. Stevia Avrupa’da da kullanılıyordu ancak yasal kullanımı 2011 yılında kabul edildi. Avrupa’nın gıda konusundaki hassasiyeti, uzun yıllar süren bir araştırma sürecini gerektirdi. Uzak Doğu’da, mesela Japonya’da 1970’li yıllarda kullanılmaya başlandı. Çin’de ise daha eski… Hatta bu iki ülkede steviayla ilgili üretim yapan çok sayıda işletme mevcut. O işletmelerde yüzde 99, hatta yüzde 100’e yakın saflaştırma yöntemiyle “Revizoid A/ Reb A” elde ediliyor. NASIL YETIŞIYOR? Stevia bitkisinin ekimi ciddi bir el emeği ve özen gerektiriyor. Ayrıca bitkinin yetişebilmesi için güneş ve yağmur en önemli unsurlar. Yılda iki ya da üç kez hasat alınabiliyor. Hasat zamanı, tohumları gördüğünüz zaman başlıyor. Steviayı çiçeklenmeden hemen önce hasat etmeniz gerekiyor. Çünkü bu an, şekere etki eden maddenin en yüksek seviyeye ulaştığı an. O dönemde hasat ederseniz, en üst seviyede şeker oranını yakalarsınız. Doğu Karadeniz’de stevia üretimini bekleyen zorluk, bölgenin bitkisel zenginliğinden kaynaklanacak. Bölgede çok yoğun bir yabancı ot problemi var. Kışın toprak üstü aksamı tamamen ölen bitki ilkbaharda toprak üstünde filizlenirken, yabancı otlara karşı ciddi bir rekabet gerçekleştiriyor. Daha agresif olan yabancı otların rekabet güçleri çok yüksek. Dolayısıyla gerekli özen gösterilmezse, yabancı otlar steviayı tamamen sarabilir. Yabancı ot ayıklaması yoğun emek gerektiriyor. STEVIANIN FAYDALARI t Tüm içeceklerinizi ve pasta, kek gibi yiyeceklerinizi, sağlıklı bir şekilde tatlandırabilirsiniz. t Hiç kalori içermediğinden kilo kontrolü sağlar. t Kan şekerinizi artırmaz, aksine, kan şekeri seviyenizi düzenler. t Dişler üzerinde plak gelişimini durdurur. t Vitamin ve mineral almayı sağlar. t Vücudun daha fazla kalsiyum emmesini sağlar. t Hipertansiyonu önler. DIKTIĞIM YIL VERIM ALIR MIYIM? İklim şartları uygunsa, diktiğiniz yıl da verim alıyorsunuz. Ancak verdiği ürün miktarı her yıl aynı olmuyor. Mesela beşinci yıla gelirken verimi ve ürün kalitesi biraz düşüyor, şeker oranı azalıyor. Dolayısıyla beş yıl sonra toprağı tümüyle söküyor ve yeni fidanları dikiyorsunuz. Süreç böyle devam ediyor. Bu süreç üretici için zarar anlamına gelmiyor. Hem bahçe dinleniyor, hem bahçenin ıslahı gerçekleştirilmiş oluyor, hem de verim artışı sağlanıyor. Bu, çay üretiminde bulunmayan bir avantaj! Çayın ekonomik ömrü 75 yıl gibi bir süre olduğu ve bu sürede toprak boş kalmadığı için, toprağa gerekli ekinsel önlemleri uygulamak zorlaşıyor. Oysa toprağın iyi bir şekilde havalandırılması, gerekli olan bitki besin elementleri kayıtlarının tekrar toprağa uygulanması en ideal yöntem. Steviayla bu ideal yöntem uygulanabiliyor. Beş yılda bir toprak yorgunluğunu giderebiliyor, toprağı tekrar sürüyor ve kaybolan besin elementlerini yeniden toprağa kazandırıyorsunuz. Toprak da gençleşip bitkiyi besliyor. AĞUSTOS 2014 [11] [çayınkaynağı] GÜÇ BIRLIĞINDEN DOĞAN DEV: ÇAYKUR’UN en büyük fabrikalarından olan Güneysu Ulucami Çay Fabrikası, hem eski, hem de yeni bir fabrika! Daha önce bağımsız çalışan Güneysu ve Ulucami fabrikaları, 2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla birleştirildi. Daha önce 120 tonluk iki ayrı fabrika olan bölgede, toplam makine parkıyla 270-280 ton işleyebilecek yeni bir fabrikayı, Ulucami Çay Fabrikası’nın üzerine monte etme kararı alındı. Ocak 2012 tarihinde çalışmalara başlandı. Zor iklim koşullarında sarf edilen dört buçuk aylık yoğun bir çabanın sonunda, 2012 yılı yaş çay kampanyasında açılış yapıldı. Üretici için alım yeri sayısı, iki fabrikanın birleşmesiyle ikiye katlandı. Güneysu Ulucami, ilçenin tek fabrikası olarak, yedi farklı bölgede, 28 mahalle ve köye hizmet vermeye başladı. 2012 kampanyasının ardından, fabrikanın tam kapasitesine ulaşması hedefiyle çalışmalar yapıldı. Ve 2013 yılında tam kapasiteye yaklaşıldı. Ardından çevre düzenlemesi tamamlandı. Fabrika, çöp sahasından filtre sistemine kadar çok ciddi bir revizyondan geçti. Çevre dostu bir fabrika oluşturulması hedeflendi. Bütün bu çalışmalardaki destekleri için Çaykur Genel Müdürlüğü’ne ve emeği geçen herkese teşekkür eden Fabrika Müdürü Adem Uzun, iki fabrikanın birleşmesi aşamasında itirazlarını dile getiren bölge üreticilerinin artık durumdan hoşnut olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bölge kaynaşmasını sağlamak zorundaydık. Bu fabrikayı bütün Güneysu’nun ‘Benim fabrikam’ diyebileceği bir noktaya getirmeye çalıştık. Hedeflerimizi anlattık. Bölge insanına kendileri lehine yapılan bu değişikliği büyük ölçüde kabul ettirdik. Şimdi herkes ‘Benim fabrikam’ diyebiliyor”. Güneysu Ulucami Çay Fabrikası [12] Güneysu Ulucami Çay Fabrikası, Işıklı ve Ardeşen ile birlikte Çaykur’un en büyük üç fabrikasından biri… Yedi farklı bölgede 28 mahalleye ve köye hizmet veriyor, yaklaşık 300 ton çay alıyor AĞUSTOS 2014 AĞUSTOS 2014 [13] [çayınkaynağı] RAKAMLARLA ULUCAMI ÇAY FABRIKASI… 5 bin ton kuru çay üretiyor Yedi farklı bölgede, 28 mahalleye ve köye hizmet veriyor Bölgeye yaklaşık 70 milyon TL girdi sağlıyor [14] AĞUSTOS 2014 Bölgesinde üretilen 50 bin ton çayın 30-32 bin tonunu alıyor 97 alım yerine sahip AĞUSTOS 2014 [15] [bayilerimiz] İstanbul Üçüncü Bölge Bayii Birleşim Çay: “Bölgemizde Çaykur marka ve prestij demek” Çaykur’u temsil etmenin büyük bir ayrıcalık olduğunu belirten İstanbul bayilerimizden Birleşim Çay, “Türkiye’nin markası Çaykur’u temsil etmek bana mutluluk ve huzur veriyor. Çaykur’u çok daha ilerilere taşıyabilmek için çok çalışıyor ve hedeflerimizi sürekli yükseltiyoruz” diye konuştu. İSTANBUL Üçüncü Bölge bayimiz olarak ürünlerimizin pazarlama ve satışını gerçekleştiren Birleşim Gıda, üç ailenin kurduğu 30 yıllık bir firma. 32 kişilik bir ekiple hizmet veren Birleşim Gıda, İstanbul Avrupa yakasındaki geniş bir bölgede Çaykur ürünlerinin bulunurluğunu temin ediyor. Firmanın faaliyetlerini Genel Müdür Aydın Bahadır ile konuştuk. Sizi tanıyabilir miyiz? 1965 yılında Trabzon’un Akçaabat ilçesinde dünyaya geldim. Akçaabat Endüstri Meslek Lisesi’nden mezun olduktan sonra çalışma hayatına atıldım. Çaykur ailesine katılmamız, 1984 yılında İstanbul’un Fatih ilçesi Kocamustafapaşa semtinde küçük bir esnafken başladı. Çaykur ürünlerini alıp dükkânımızda satıyorduk. Çayın hem Trabzon’da hem de komşu ilimiz Rize’de yetiştirilmesinin yanı sıra yerli bir markayı temsil etmenin heyecanı da bizi teşvik etti. Nasip kısmet oldu da Çaykur ailesine katılarak İstanbul bayiliği aldık. Yaklaşık olarak 30 yıldır bu camia içinde görev yapıyoruz. Üçüncü Bölge bayi alanında olan müşterilerimize hizmet vermekten de mutluluk duyuyoruz. İnşallah bu önemli sorumluluğu uzun yıllar boyunca da sürdürürüz. Hizmette olduğunuz alan hakkında bilgi verir misiniz? İstanbul Üçüncü Bölge bayisi olarak Avrupa yakasında geniş bir hizmet alanımız var. Çaykur markası adına tüm çay ürünleri ve elbette “didi” soğuk çay dağıtım ve pazarlamasını pazarlamasını yapıyoruz. Çayın yanında olmazsa olmaz şeker ürünlerine yönelik bir bayiliğimiz de var. Bölgemizde hem sıcak hem de soğuk satış gerçekleştiriyoruz. Tarihi yarımada olarak adlandırılan Suriçi, yani Fatih bölgesinin yanı sıra sahil şeridi de bizim sorumluluğumuzda yer alıyor. Beşiktaş, Sarıyer, Be- [16] AĞUSTOS 2014 İSTANBUL ÜÇÜNCÜ BÖLGEDE EN ÇOK TERCIH EDILEN ÇAYKUR ÜRÜNLERI Rize Turist, Tiryaki, Filiz, Kamelya, Altınbaş yoğlu, Şişli ve Kâğıthane ilçelerine biz hizmet veriyoruz. Bölgenizde Çaykur nasıl bir konumda? Bölgemizde Çaykur marka ve prestij anlamında çok büyük bir paya sahip. Elbette bu marka gücünün ve Çaykur’un sahip olduğu prestijin bilinciyle hareket ediyor; bayi olarak elimizden gelen hizmetin en iyisini vermek için çalışıyoruz. Kendimizi geliştirerek daha çok müşteriye hizmet vermek temel amacımız. Hizmet kapasitemizi daha da büyütmek istiyoruz. Çaykur markasının daha ileri taşınması için üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye devam edeceğiz. Eksiklerimizi giderebilmek ve hizmet kalitemizi daha ileri noktalara taşıyabilmek için yenilikçi tarafımızı nasıl geliştirebileceğimiz üzerine sürekli kafa yoruyoruz. Çaykur’un kaliteli bir üretim yaptığını ve bizim de buna yaraşır bir hizmet sunmamızgerektiğini çok iyi biliyoruz. Bunun için de çok daha fazla yenilikçi adım atabilmeyi ve piyasa hâkimiyetimizi zirveye taşımayı hedefliyoruz. Reklam ve promosyon aktivitelerine en çok ihtiyaç duyulan, rekabetin yoğun olduğu bölgelerden birinde görev yapıyoruz. Ürünün raftan akışını hızlandırabilmek ve satışlarımızı artırabilmek için bu faaliyetleri devamlı şekilde gerçekleştirmemiz gerektiğini biliyoruz. 2014 hedefleri “2014 sonu itibarıyla 4 bin ton çay satışını hedefliyoruz. Bu hedeflere ulaşmak için bundan önceki yıllarda yoğun çaba harcadık. Önümüzdeki yıllarda bu oranı çok daha yukarılara taşıyacağımıza inanıyorum.” Aile fertleriyle çalışmanın getirdiği avantajlar nelerdir? Şirketimiz üç farklı ailenin ortaklığıyla kuruldu. Aile şirketi olmanın en büyük avantajı, ticaretin vazgeçilmez kuralı olan güven ve inanma duygusunun sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlıyor olmasıdır. Bu güven ve inanma duygusu, aynı zamanda kişinin işine karşı sorumluluklarını ve müşteri memnuniyeti için daha da fazla çaba sarf etme gereksinimini de ortaya koyuyor. Aile şirketi olmamızın getirdiği avantajlardan da yararlanıp Çaykur markasını bölgemizde en iyi şekilde temsil etmeye çalışıyoruz.. AĞUSTOS 2014 [17] [pozitif] Güzel çay demlemenin sırları nelerdir? Açıkçası ben ekstra bir özen göstermiyorum; işin formülünü yılların verdiği deneyim ve sevgi olarak özetleyebilirim. Hani “el ayarı” derler ya... Öyle bir şey benimkisi. Yemeği severek yaparsanız lezzetli olur. Çayı da aynı şekilde severek yapmak gerekir. Ölçü veya kullandığınız çay da çok önemlidir kuşkusuz. En iyi çay kullanılmalı ve su çok iyi kaynamalıdır. Demlendikten sonra da yarım saatten fazla durmaz. Çaykur’un en çok hangi ürününü tercih ediyorsunuz? Ürünlerimiz arasında benim tercihim Altınbaş’dır. Elbette seçim damak tadına da bağlı. Şeker çayın düşmanıdır. Çayın gerçek tadını ancak şekersiz içtiğinizde alırsınız. Çayı şekersiz içerseniz damak tadınız da gelişir. ŞEVKI GÜNER: “HER PROBLEMIN BIR ÇÖZÜMÜ VARDIR” Hayatını “öncesi ve sonrası” olarak iki bölüme ayıran Şevki Güner, kendisinden daha zor durumdaki hastaları gördükten sonra rahatsızlığını bir engel olarak görmekten vazgeçmiş. Hayata olumlu bakmaya başladığınızda eksi ve artılarıyla onun tüm yönlerini görebildiğinize dikkat çeken Güner, “Yaşadığım değişimden sonra hangi sıkıntı olursa olsun pozitif bir yol bulunabileceğine inanmaya başladım. Hangi zorlukla karşılaşırsanız karşılaşın mutlaka bir çözüm yolu bulabilirsiniz” diye konuştu. [18] AĞUSTOS 2014 Çaykur çalışanlarından Şevki Güner, hayatını çaydan kazanan binlerce insanımızdan biri. Çaykur’daki görevinin yanı sıra işlettiği ocaklarda da yine çay demleyerek hayatını kazanıyor. Kendisini sosyal yönü güçlü ve alçakgönüllü bir insan olarak tanımlayan Güner, çay demleme konusunda ise oldukça iddialı. Çay tutkunu Şevki Güner ile kendisinin Çaykur macerasını konuştuk. Sizi tanıyabilir miyiz? 1963 yılında Kalkandere’de dünyaya geldim. İlk ve ortaokulun ardından iş hayatına atılmam gerekti. Dönemin karışık toplumsal yaşamı nedeniyle eğitimime devam edemedim. 1997’nin sonlarında bu mesleğe başladım. Babamızla birlikte bir kahve işletiyorduk. Yani hazır bir mesleğimiz vardı. Farklı esnaflıklar da yürüttüm. 1992’de Çaykur’a katılıp kurumda farklı kademelerde çalıştım. Örneğin, Paketleme’de görev yaptım. İmalatın hemen hemen her noktasında bulunduğumu söyleyebilirim. Sonrasında sendika lokalini çalıştırdım. Hâlen fabrikamızdaki çay ocağını işletiyorum. İnsanlarla birlikte olmayı seviyorum. Konuşmaya ve sohbet etmeye bayılırım. Alçakgönüllü bir insanım. Yaptığım işin takdir edilmesi, demlediğim çayın sevilerek içilmesi beni mutlu eder. O konuda mütevazı olamayacağım açıkçası. Çünkü demlediğim çayı herkes çok beğenir. Mesleğiniz size neler katıyor? Bu meslek insanları daha yakından tanımamı sağladı. Dışarıda, kendi işimde çalıştığımda işin içine ekonomi de giriyor. Orada insanların karakterini anlayabiliyorsunuz. Bir çayın fiyatı düşük olabilir ama her zaman insanın karakterini ortaya koyar. İnsanlar gözünüzün içine bakarak size yalan söyleyemez, sizi kandıramaz. Konuşmakta olduğunuz insan sizden gözünü kaçırıyorsa orada mutlaka bir sıkıntı var demektir. Hayata pozitif bakmayı başardım. 1983 yılında öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırdığım bir hayatım var. Engelim omuriliğimle ilgili. 1983 öncesinde engelimi kendime dert ederdim, insanlardan kaçardım. Fiziksel olarak ve görüntüsü dolayısıyla sıkıntıya yol açtığı için kendime dert edinmiştim. Isparta’ya hastaneye gittim ameliyat olmak için. Başhekim baktı ve “Bir şeyin yok,” dedi. Oradaki hastaları gördükten sonra olumsuz ruh halini üzerimden attım. Halime şükrettim. O tarihlerde çok kitap okuyordum. Kendime güvenim de arttı, hayata bakışım değişti. Sonrasında neler değişti hayatınızda? Hayata olumlu bakmaya başladığınızda eksi ve artılarıyla onun tüm yönlerini görebiliyorsunuz. Artık hangi sıkıntı olursa olsun pozitif bir yol bulunabileceğine inanıyorum. Hayatta mutlaka olumlu bir bakış açısı geliştirebilirsiniz. Zorluk ne kadar büyük olursa olsun kendimizi güçlü tutmalıyız. Arkadaşlarla oyun oynadığımızda bile neşeli olduğum için yenilmezdim. Boşu boşuna hırs yapmıyor ve stresten uzak yaşıyorum. Stresten uzak durmayı nasıl başarıyorsunuz? Siyaseti ve futbolu takip etmiyorum! Ben buyum: Gülmeyi, sohbet etmeyi seviyorum. ÇAYKUR ILE ILGILI OLARAK NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? BÖLGEYE VE SIZLERE NELER KATTI? Çaykur hepimiz için geçim kaynağıdır. Çaydan sonra Çaykur ekmek kapımız oldu. Zamanında bizim insanımız tarlalarını söküp çaylığa dönüştürmüş. Dolayısıyla varları yokları çay olmuş. O nedenle hepimiz Çaykur’a gönülden sahip çıkmak zorundayız. Dünümüz, bugünümüz ve geleceğimiz kesinlikle Çaykur... MAYIS 2014 AĞUSTOS [19] [emekverenler] “Markamızla ve ailemizle gurur duyuyorum” Çaykur’un, çalışanları açısından bir okul gibi olduğunu söyleyen Mustafa Bilgin, “Emekli olduktan sonra bu okulun kıymetini çok daha iyi anladık” diye konuştu. Giderek daha çok sayıda insana hitap eden, bir dünya devi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir ailenin parçası olmaktan dolayı gurur duyduğunu vurgulayan Bilgin, “Yönetimimizin son yıllarda çok doğru hamleler yaptığına inanıyorum. Markamızın her anlamda güçlenmesi hepimiz için çok önemli. Çaykur markası ne kadar güçlenirse Karadeniz halkı da o kadar kalkınır,” dedi. Çekirdekten yetişme bir terzi olan Mustafa Bilgin, Çaykur’da uzun süre görev yaptıktan sonra 2012’de emekli oldu. O tarihten bu yana kendi dükkânında terziliğe devam eden Bilgin, aradan geçen zamana rağmen Çaykur ile bağını koruyabilmiş. Doğu Karadeniz halkının Çaykur’a gönülden bağlı olduğunu vurgulayan Bilgin, duygularını şu şekilde anlatıyor: “Kurumumuz sayesinde geçimimi sağladım, evime ekmek götürdüm. En güzel günlerimi 20 yılımı verdiğim Çaykur’da geçirdim. Çalışma arkadaşlarımız en yakın dostumuz oldu. Bu bağı hâlen devam ettirebildiğim için çok mutluyum.” Geçirdiği bir rahatsızlık neticesinde sol tarafına felç inen Mustafa Bilgin, yaşadığı zorluğa rağmen işinden veya sosyal hayatından asla taviz vermemiş. Engelli statüsünde girdiği Çaykur’da 20 yıl boyunca görev yapan Bilgin, genç yaşında emekli olup dükkânına geri dönmüş. Terzilik yaptığı küçük dükkanda ziyaret ettiğimiz Bilgin ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Sizi tanıyabilir miyiz? 1972 yılında, Kalkandere’de dünyaya geldim. İlkokulun ardından terziliğe adım attım. Yedi sene boyunca mesleğin tüm detaylarını usta-çırak ilişkisi içinde öğrendim. Özellikle mesleğe adım attığım ilk yıllarda terziliğin toplumda farklı bir ağırlığı vardı. Hazır giyim çok yaygın olmadığı için insanlar terzilerin diktiği kıyafetleri tercih ederdi. Dolayısıyla bugün algılandığı gibi, kıyafetlerle ilgili ufak tefek sıkıntıları düzeltmenin ötesinde bir hizmet bekleniyordu terzilerden. Yedi yıl boyunca terzilik yaptıktan sonra, 1992’de Çaykur’a katıldım. 20 sene boyunca bu kurum için ter döktüm. Ne mutlu ki emeklilik de nasip oldu. Fabrikadaki göreviniz neydi? İmalat bölümünde işçi statüsünde çalıştım. Terzihanede kuru çayların torbalandığı torbaları dikiyorduk. Yani, kendi mesleğimle ilgili bir iş yapıyordum. Ayrıca, soldurma bezlerinin tamirini de gerçekleştiriyordum. İmalatla ilgili birçok iş yaptım. Farklı sorumluluklarım oldu. [20] AĞUSTOS 2014 Çaykur sizin için ne anlama geliyor? Çaykur hayatımızı değiştirdi... Kardeşim benim görev yaptığım fabrikada çalışmaya devam ediyor. O nedenle ailece Çaykurlu olduğumuzu söyleyebilirim. Uzun yıllar bu kurumda çalışan herkes için Çaykur bir okul gibidir. Emekli olmama rağmen Çaykur’daki aile ve arkadaşlık ortamımızı özlememin nedeni de bu sanırım. Çalışma arkadaşlarımla ve yöneticilerimizle iletişimimi korumaya özen gösteriyorum. Yöremiz için Çaykur’un ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya bile gerek yok. Çaykur olmasa Doğu Karadeniz bugünkü gibi olamazdı. Kurumumuzun son zamanlardaki atılımları geleceğimiz için de umut veriyor. Farklı ve çok daha fazla sayıda insana hitap eden, bir dünya devi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir ailenin parçası olduğum için kendimle gurur duyuyorum. Terzilikle ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Eski günlerdeki işleri yapamasak da mesleğimizi seviyoruz. Geçmişte, özellikle bayram gibi özel günlerin arifesinde terziler hummalı bir çalışma içine girerlerdi. Günümüzde ise terzilikle ilgili beklenti, yeni alınan kıyafetlerin düzenlenmesi ve tamiriyle sınırlı kaldı. Terzilik, eskisi gibi ilgi görmüyor ama çekirdekten zanaatkâr olarak mesleğimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Kendi döneminizle yeni nesli karşılaştırdığınızda arada ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Çaykur’a aynı dönemde katıldığımız arkadaşlar bizim için candan birer dost oldular. Emeklilikten sonra da bağımızı koruyoruz. O tarihteki iş arkadaşlıklarıyla bugünküler arasında büyük farklılıklar var. Bence bunun temel nedeni yeni neslin çaya uzak olmasıdır. Mecbur kalınca çaylığa giriyorlar elbette. Öte yandan, bizim gibi gönülden bir bağ kuramıyorlar. Ne anlama geldiğini belki de anlayamıyorlar. Kurumumuzun son dönemde elde ettiği başarılar ve gerçekleşktirdiği atılımlar hakkında neler söylemek istersiniz? Yönetimimizin çok doğru hamleler yaptığına inanıyorum. Markamızın kuvvetlenmesi bizim için de çok önemli. Çaykur markası ne kadar güçlenirse Karadenizli üretici de o kadar kalkınır. Sadece satış ve pazarlama tarafında da değil... Üretici için geliştirilen sistemler de çok önemli. Vatandaşın randevulu sistem sayesinde ürününü rahatlıkla verebilir hale gelmesi memnuniyeti inanılmaz derecede artırdı. Pazara dair önemli bir planlama olduğunu bilmek hepimizin içini rahatlatıyor. Üretiyoruz, içimiz rahat; ne de olsa hepimiz Çaykur’a sonsuz bir güven duyuyoruz. Geçmiş zaman olur ki... “Terzilikte çıraklıktan yetişmeyim. Eskiden işimizin büyük bir bölümünü takım elbise ve pantolon dikmek oluştururdu. Gençlerin tercih ettiği pantolonları bile dikerdik. O nedenle talep oldukça fazlaydı. Bayramlarda bir haftada 40-50 takım diktiğimiz bile olurdu. 60 metrekarede 11 kişi çalıştığımızı bilirim. Zaman geçti, devir değişti... Bugün terzilik tamirlerle sınırlı kaldı.” AĞUSTOS 2014 [21] [hobilerimizvebiz] Necmi Metin Mutlu HOBILERLE HAYAT ÇOK DAHA ANLAMLI “İyi birer alışkanlık” olarak tanımladığı hobilerin insan hayatında çok önemli yeri bulunduğunu belirten Çaykur çalışanı Necmi Metin Mutlu, “Hobinizi tutkuya dönüştürdüğünüzde hayatınızın tamamı olumlu anlamda etkileniyor. Örneğin, sorunlarla çok daha rahat baş edebiliyorsunuz. Bu nedenle tüm Çaykur ailesine birer hobi edinmelerini tavsiye ediyorum” diye konuştu. 1968, Kalkandere doğumlu olan Necmi Metin Mutlu, Çaykur’a 1982 yılında katıldı. Personel biriminin ardından ilk yardım sorumlusu olarak görevine devam eden Mutlu, hali hazırda laboratuvarda çalışıyor. 2007’den bu yana laboratuvarda görev yapan Mutlu, birimin görevlerini şu şekilde anlatıyor: “Fırınlanan kuru çayların analizleri, çayların rutubet seviyelerinin kontrolü gibi sorumluluklar laboratuar tarafından yürütülüyor. Birimimizin yaptığı analizlerin sonuçlarına göre çayda herhangi bir sıkıntı bulunduğunda yöneticilerimize bildiriyoruz. Bu nedenle kalite standartlarımızın çok iyi takip edildiğini söyleyebilirim.” Sıradışı bir hobi Necmi Mutlu’nun sıradışı bir hobisi var: Makrome yapmak. Bir el sanatı olarak makrome ile tekstil dünyasından dekorasyona uzanan geniş yelpazede eserler üretmek mümkün. Makromenin özelliği, hiçbir alet kullanmadan, sadece iplerin birbirine geçirilmesiyle birbirinden güzel ürünler ortaya çıkartılabilmesi. Mutlu ile hobilerin hayata kattığı değerleri konuştuk. Makromeye nasıl başladınız? Kızkardeşim bir kursa gidiyordu. Diğer kardeşlerimle birilkte ona yardım ederken benim de kafama yattı. Bir yıl boyunca makrome yapmaya devam ettik. Kardeşlerimle birlikte yap- [22] AĞUSTOS 2014 tığımız için daha da keyif alıyorduk. Bir yandan el işiyle uğraşmak bir yandan da sohbet etmek sizi birbirinize daha da yakınlaştırıyor. Kendimizi o kadar çok kaptırdık ki, bir sene içinde evin her tarafı makrome doldu. Son zamanlarda biraz ara verdik. Bu aralar ufak ufak yeniden ilgilenmeye başladım. Yaptığımız makromelerin görsel güzelliği bir yana hediye ettiğimiz insanların verdiği güzel tepkiler, onların sevinci beni bu hobiye daha çok yakınlaştırdı. Başka hobileriniz var mı? Arıcılara malzeme yapmak da beni mutlu ediyor. Bu işte de kendimi ilerlettim, hatta arıcılara yönelik malzemelerin satıldığı bir dükkan da açtım. Arıcılığın yanı sıra tarihe de derin bir merakım var. Antika eserleri araştırırım, bulduğum tarihi yapıların geçmişini araştırırım. Özellikle yaşadığımız bölgedeki tarih benim çok ilgimi çekiyor. Size göre hobiler insanları nasıl etkiler? Hobiler iyi birer alışkanlıktır. Makrome yaparken o kadar çok kendimizi kaptırırdık ki akşam olsa da işin başına otursam diye sabırsızlanırdım. Hobi bir tutkuya dönüştüğünde psikolojinize çok olumlu yansıyor. Sorunlarla çok daha rahat baş edebiliyorsunuz. AĞUSTOS 2014 [23] [çaykur’danhaberler] DOĞU KARADENIZ YDOĞULU GÜNE TURISTIN TERCIHI Yapılan yeni yollarla ulaşım imkânlarının kolaylaşması ve güvenlik risklerinin asgariye inmesi Güneydoğulu turistlerin Rize’ye akın etmesini sağladı. Tabii en etkili neden de sıcaklığın daha düşük olması… TÜRKIYE Turizm Derneği Başkan Yardımcısı Kasim Ekşi, Güneydoğu Bölgesi’nden son iki yıldır özellikle İkizdere’ye gelen yerli turist sayısında patlama yaşandığını söyledi; turizm sezonunun da ekim ayı ortasına kadar uzadığını müjdeledi. Karadeniz ile Doğu’yu birbirine bağlayacak olan Ovit Tüneli projesi yapımının sürdüğünü hatırlatan Ekşi’nin verdiği bilgilere göre, yaklaşık 800 milyon TL’lik bu projenin başlaması bile Güneydoğu’dan birçok yerli turistin bölgeye akın etmesini sağladı. Diyarbakır’dan, Van’dan, Urfa’dan, Ağrı’dan gelen turistler katlanarak arttı. Bölgenin yeşiline hayran kalan turistler, dereleri, ırmakları ve şelaleleri çok beğendi. Rize’de yaz turizm sezonu daha önce Ağustos ayı sonunda biterken, son yıllarda uzamaya başladı. Halen Rize’de ve İkizdere de boş yatak bulmak çok güç. Yoğunluk Eylül ayında da devam ediyor. Yaz turizm sezonu Ekim ayı ortalarına kadar sarktı. Bu şekilde ilerleyen yıllarda Rize’de yaz ve kış turizm sezonlarının birleşerek Rize yılın [24] AĞUSTOS 2014 En iyisini üretmek yetmez! Dünyanın en sağlıklı çayını, aynı zamanda en iyi demlemek de gerekir. Rize Ticaret Borsası öncülüğü ve Rize Belediyesi ortaklığıyla düzenlenen ‘’Çay Demleme Ve Sunum Yarışması’’nın amacı da bu! Bu yıl üçüncüsü yapılan yarışma, Karadeniz çayının marka değerini artırmayı ve doğru yöntemlerle demlenip sunulabilmesini hedefliyor. Rize Belediyesi’nin organize ettiği 6. Çay ve Yaz Spor Şenlikleri kapsamında Rize Ticaret Borsası’yla ortaklaşa düzenlenen “Çay Demleme ve Sunum” yarışması yapıldı. Rize Sahil Parkı’nda düzenlenen yarışmanın ön elemesine, 11 ilçeden yaklaşık 120 kişi katıldı, dokuz kişi finale kaldı. 500’er gram çay ve su verilen yarışmacılar, kendi yöntemleriyle çaylarını hazırlayarak jüri üyelerine sundu. Çayın dem rengini, tadını, servis öncesi hazırlığını ve sunumunu değerlendiren jüri üyeleri, en iyi çay demleyen yarışmacıyı belirledi. Yarışmada Necmi Kavalcı birinciliği, Nureyla Gezmiş ikinciliği, Mustafa Furtuna ise üçüncülüğü elde etti. Birinci olan yarışmacıya Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap ödülü olan 300 kilogram kuru çay hediyesini temsili çek olarak kendisine takdim etti. İkinci olan yarışmacıya Rize Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Erdoğan 150 kilogram kuru çay hediyesini, üçüncü olan yarışmacıya ise ÇAYKUR Genel Müdür Yardımcısı Süleyman Pınarbaş ödülü olan 50 kilogram kuru çay çekini temsili olarak takdim etti. En hızlı kim içecek? 12 ayı turist çeken bir yer haline gelmesi bekleniyor. Bölge bu yıl en çok Güneydoğu’dan gelen turistleri ağırladı. Yabancı turist olarak ise yine Araplar ilk sırada… DOĞANIN İÇİNDE KAPLICA KEYFİ İkizdere’de doğanın içinde acık havada kaplıcaya girmenin keyfini çıkartan Güneydoğu Bölgesi’nden İkizdere’ye gelen turistler yaptıkları açıklamalarda, Rize’yi “saklı cennet ve cennetten bir parça” olarak nitelendirerek “Açık havada eşsiz doğanın içinde havuz keyfini yaşıyoruz. Bu su dünyanın en kaliteli 5 su kaynağından biriymiş. Hem dinlenip hem şifa buluyoruz” dediler. RIZE’DE bu yıl 5’incisi düzenlenen Uluslararası Tulum ve Müzik Festivali etkinliği kapsamında, Ardeşen ilçesinde, “En Hızlı Çay İçme Yarışması” yapıldı. Ardeşen Fatih İlköğretim Okulu bahçesinde düzenlenen etkinlik, Türkiye’nin yanı sıra Kuzey Osetya Cumhuriyeti, Gürcistan, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Çeçenistan, Bulgaristan ve Romanya’dan gelen halk dansları topluluklarının gösterileriyle başladı. Tulum, gayda ve keman eşliğindeki yöresel kıyafetli ekiplerin dans gösterileri büyük ilgi topladı, alkış aldı. BIRINCI, KUZEY OSETYA Festival kapsamında, En Hızlı Çay İçme Yarışması yapıldı. Üç dakikada en fazla çay içenin kazanacağı yarışmada adaylar ülkelerinin bayrakları önünde yarıştı. Start verilmesi ile önlerine konan beş bardak sıcak çayı içmeye başlayan bazı adayların ağzı yandı, bazıları da çaylarını değişik şekillerde soğutmaya çalıştı. üç dakikada iki buçuk bardak sıcak çay içen Kuzey Osetya Cumhuriyeti temsilcisi Kuytmaedel ile Türkiye temsilcisi Emre Çörük’ün bardakları yan yana konularak ölçüldü. Yapılan değerlendirme sonucunda Kuzey Osetya Cumhuriyeti temsilcisi Chermen Kuytmaedel birinciliği kazandı. Yarışmada birinci gelen ekibin temsilcisine kupa ve Çaykur çayı hediye edildi. AĞUSTOS 2014 [25] [çaykur’danhaberler] Üçüncü sürgünde de kaliteden ödün yok! Çaykur’un üçüncü sürgün çay alımları 11 Ağustos’ta başladı. Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, yaş çay kalitesinde bir iyileşme olduğunu fakat bunun yeterli olmadığını, alımlara kaliteden ödün vermeden devam edeceklerini belirtti. İmdat Sütlüoğlu üçüncü sürgün çay alımlarıyla ilgili yazılı açıklamasında şu bilgileri verdi:“İkinci sürgünde 228 bin ton çay aldık, birinci sürgünde de 210 bin ton çay almıştık. İkinci sürgünde birinci sürgünün biraz üzerindeyiz. Toplamda 439 bin 600 ton çay almış bulunuyoruz. Üçüncü sürgünün ilk gününde de bin 600 ton çay aldık. Oldukça hızlı bir başlangıç ve hızlı bir giriş oldu. Yaş çayın gelişmesi nedeniyle hızlı bir şekilde devam edeceğini gösteriyor. Hızlı alım sürecinde çayın kalitesinin devamı için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmekte. Çayın en iyisini üretmek için çabalamalıyız. Sağlıklı bir çayımız var, pestisit kullanmıyoruz, doğal üretimimiz var ama her şeyden evvel çayın kaliteli olması gerekiyor, bunu sağlamamız gerekiyor. Çayın kalitesinin artması toplumsal mutabakatla mümkün. Gelecek nesillerin Çaykur’dan, çaydan istifade etmesini istiyorsak mutlaka kaliteyi sağlamak gerekiyor. Üzerinde durduğumuz en önemli konu ham maddenin, yaş çayın kalitesidir. Yaş çay kalitesinde bir iyileşme var ama yeterli değil, üçüncü sürgünde de denetimler devam edecek. İyi takip edilirse mutlaka iyi sonuç alınacaktır. Üçüncü sürgünün huzurlu ve mutlu bir şekilde geçmesini temenni ediyorum. İnşallah kalite noktasında üçüncü sürgünde çok önemli gelişmeleri hep beraber yaşarız.” “DAHA ÇOK SPORCU YETIŞTIRECEĞIZ” ÇAYKUR Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, güreş, rafting, kano, judo ve amatör futbol dalında lisanslı sporcularıyla sohbetinde, spor çalışmalarında yeni bir yapılanmanın haberini verdi. Çaykur Spor Anatamir Sentetik futbol sahasında gerçekleşen bayramlaşma törenine, beş spor kategorisinde yüzlerce sporcu katıldı. Rize ve Çaykur adına yurt içi ve yurt dışında katıldıkları Uluslararası birçok müsabakada son yıllarda elde etmiş birincilik, ikincilik ve üçüncülük derecelerinden dolayı sporcuları tek tek tebrik eden İmdat Sütlüoğlu, başarılarının devamını diledi. Aynı zamanda Çaykur Spor Kulübü Başkanı olan Sütlüoğlu, “Güreş tesislerimiz, rafting ve kano tesislerimiz ve amatör futbol tesislerimizde 2000’li yıllardan bu yana Rize’miz adına yüzlerce profesyonel sporcumuzu yetiştirerek hem şehrimize, hem de ülke sporumuza kazandırmaya daha yoğun bir şekilde devam ediyoruz. Şehrimizin ve ülkemizin ismini uluslararası müsabakalarda duyuracak ve bayrağımızı göndere çekerek istiklal marşımızı söyletecek çok sayıda sporcu yetiştirmek için yeniden bir yapılanmaya gidiyoruz” dedi. [26] AĞUSTOS 2014 Otistik çocuklar artık daha mutlu Çaykur’un Sahil Parkı’nda bulunan çay satış reyonu, Rize Belediyesi girişimciliği, Çaykur Genel Müdürlüğü’nün izniyle Rize’de bulunan Otistik çocukların eğitimi için “Hobi Atölyesi” olarak yeniden tasarlandı. Rize Otizimle Mücadele ve Eğitim Derneği’nin bünyesinde Güneysu’da bulunan Özel Eğitim Okulunda Eğitim gören öğrencilerin el becerilerini geliştirmeyi hedefleyen Hobi Atölyesi’nde, hafta içi her gün eğlenceli dersler var. “ROMED” Hobi Atölyesi açılışına Rize Valisi Ersin Yazıcı, Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap, Rize İl Emniyet Müdürü Adem Çakıcı, Aile ve Sosyal Politikalar Rize İl Müdürü İdris Altuntaş, Rize İl Müftüsü Yusuf Doğan, Rize Otizmle Mücadele ve Eğitim Derneği Başkanı Resul Usta, Dernek yöneticileri, öğrenciler ve aileleri katıldı. Açılışın ardından atölyeyi gezen protokol ve beraberindekiler çocukların el emekleriyle hazırladığı ürünleri inceledi, otistik çocuklarla bir süre sohbet ettiler. Açılışta basın açıklaması yapan Otizmle Mücadele ve Eğitim Derneği Başkanı Resul Usta, “Bu alanı bize kazandıran Rize Belediye Başkanımız sayın Prof. Dr. Reşat Kasap ve Çaykur Genel Müdürümüz İmdat Sütlüoğlu’na desteklerinden ötürü teşekkür ediyorum” dedi. Çaykur Spor’un ‘altın’ ve ‘gümüşler’i Macaristan Güreş Federasyonu’nun, Dünya Grekoromen Kupası sahibi Davit Bedinadze adına Gürcistan’ın Batum şehrinde düzenlediği Grekoromen Güreş Yıldız ve Gençler Kategorisi Cumhuriyet Turnuvası’ndan madalyayla döndük. Turnuvaya beş ülkeden 250 güreşçi katıldı. Türkiye’yi ise Çaykur Spor’lu dört sporcu temsil etti. İki gün boyunca Gürcistan’ın Batum şehri Ostrovski Kapalı Güreş Salonu’nda gerçekleşen müsabakalara, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Türkiye’yi temsilen Çaykur Spor Güreş takımlarının çok sayıda yıldız ve genç güreşçileri katıldı. Yarışmalar sonucunda 63 kiloda, Çaykur Spor kulübünün güreşçisi Muhammed Mustafa Araboğlu, kilosunda altın madalya alarak turnuvanın şampiyonu oldu. Çaykur Spor’lu 58 kiloda Yavuz Albaş ve 85 kiloda Serkan Yanık da kilolarında en iyi dereceleri elde ederek gümüş madalya kazandı. Bir altın ve iki gümüş madalyayla Rize’ye dönen Çaykur Sporlu Yıldız güreşçilerin aileleri, yöneticileri, antrenörleri ve sporcuları telefonla arayarak tebrik ettiler ve başarılarının artarak devam etmesini dilediler. AĞUSTOS 2014 [27] [büyüteç] Ömrünün 50 yılını çaya adayan Adil Ataoğlu, “Çaykur dışında bir marka buraya giremez” dediği ocağında muhabbetle çay demlemeye devam ediyor. Trabzon’da yıllardır çaycılık yapan 77 yaşındaki Adil Ataoğlu’nun çalışma hayatı yönetmen Varol Uzlu kamerasından, Çaykur’un da desteğiyle beyaz perdeye taşınıyor. 50 yıl ÇAYA ADANAN [28] AĞUSTOS 2014 ELLI YILDIR aynı ocakta çayını demleyip, müşterilerine sunan Adil Ataoğlu, 77 yaşında olmasına rağmen işini bir gün bile bırakmamış. Herkesin “Adil Baba” diye seslendiği Ataoğlu, Ramazan ayı haricinde ocağını hiç kapatmıyor. Ocağında çaydan başka bir içecek satmayan ve yarım asırlık kazanı kullanmaya devam eden Adil Baba’nın ocağına Çaykur dışında hiçbir marka giremiyor. Eski gazeteci Varol Uzlu, aynı zamanda son yıllarda çektiği belgesellerle de adından söz ettiren bir yönetmen aynı zamanda. Ömrünü Karadeniz’e dair insan hikâyelerinin peşinde geçiren Uzlu, altı aylık ön hazırlığın ardından Adil Baba hakkındaki filminin çekimlerine başladı. Yönetmen Uzlu, çay ocağının müdavimlerinin “Yap bi’ çay Adil Baba” sözlerinden esinlenerek filme “Bir Demlikle 50 Yıl” adını vermiş. Çaykur’un desteklediği yönetmenle yarım asırlık bir çay üstadını konuştuk. Sizi tanıyabilir miyiz? İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gazetecilik eğitimi aldım. TRT’deki stajın ardından özel televizyon kanallarında çalışarak mesleğe adım attım. Televizyonların haber ekiplerinde farklı görevler üstlendim. Ardından, annemin rahatsızlığı nedeniyle Trabzon’a dönmeye karar verdim. Burada da mesleğime devam ettim. Ali Kırca’nın liderliğindeki ATV’nin haber bültenlerinde yayınlanmak üzere Karadeniz insanını anlatacağım hikâyeler derlemeye başladım. Trabzon’dan Artvin’e kadar bütün Karadeniz boyunca insana dair hikâyeler aktarıyorduk. Hayatımın odağında televizyonculuk yer alsa da fotoğrafçılıkla da uğraşıyordum. Karadeniz insanını doğayla, yaşamlarıyla ve kendi kültürleriyle fotoğraf aracılığıyla anlatmak beni her zaman mutlu etmiştir. Çektiğim insan fotoğraflarını zaman içinde Türkiye’nin dört bir yanında açtığım sergilerle paylaştım.Bu ay içinde Adana’da, ardından da İstanbul’da birer fotoğraf sergisi açacağım. AĞUSTOS 2014 [29] [büyüteç] Yönetmenlik nasıl başladı? Hayatın beni getirdiği noktada haberin ötesine geçmeye karar verdim. Zaman içinde derlediğim hikâyeleri birer filme dönüştürme fikri kendiliğinden ortaya çıktı. Karadeniz insanını iyi bilen bir gazeteci olarak belgesel filmler aracılığıyla onların hikâyelerini daha iyi anlatabilirdim. Karadeniz’e dışarıdan gelen fotoğrafçıların ve belgeselcilerin kafalarında belli veriler ve önkabuller oluyor. Dolayısıyla imza attıkları işler de bu önyargılar doğrultusunda şekilleniyor. Ben işleyeceğim konunun çok daha derinine inmek, insana dokunan işler ortaya koyabilmek istiyordum. VAROL UZLU KİMDİR? Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde tamamladı. Mezuniyetin ardından, özel televizyonların haber merkezlerinde çalışan Uzlu, askerlik sonrası dergi fotoğrafçılığı yapmaya başladı. 1999 yılında tekrar Trabzon’a dönerek çalışmalarına devam etti. Fotograf sanatına ağırlık verdiği bu yeni süreçte ATV Yurt Haberleri Doğu Karadeniz servisinde çalışmaya başladı. Aynı zamanda haber odağının arkasındaki Karadeniz insanının doğasını, kadınını, çocuğunu, yaşlısını fotoğrafladı. 2008 yılında “Mahalle Maçı”, 5’te Haftayım 10’da Biter adlı ilk belgesel filmini çekti. İlk filminizde futbolu işlemeye nasıl karar verdiniz? Karadeniz’de, özellikle Trabzon’da birçok gencin gerçekleştirdiği en önemli sosyal faaliyet futbol oynamaktır. Öyle ki, Karadeniz halkı için futbol bir spor dalının ötesinde anlam taşır. Trabzon’da birçok efsane futbolcunun, yetişmesine vesile olan mahalle maçları bizim için birer efsaneye dönüştü. “5’te Haftayım 10’da Biter” adlı belgesel işte böyle ortaya çıktı. Mahalle maçları döneminde, bütün imkânsızlıklara rağmen yıldız futbolcular yetişirdi. Ne yazık ki altyapılar artık futbolcu yetiştiremiyor. Demek ki olay tesisleşmede değil, o günlerin ruhunda gizliymiş. Bireysel yeteneklerin ön plana çıkarılacağı en iyi nokta kişinin serbest ve özgürce davranabildiği noktadır. Bu sokak aralarında, mahalle maçlarında yapılır. İlk filmim işte bu tezden yola çıkarak çekildi. Çektiğim ikinci film de futbolla ilgiliydi. Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi, Trabzon’da da gerçekleştirilen amatör futbol turnuvalarını işledim. Ardından bir anne ve kızlarının gözünden yayla göçlerini beyazperdeye taşıdım. Trabzonspor’un üst üste şampiyonluklar kazandığı ve “dördüncü büyük” unvanını kazandığı yıllarda takımda yer alan futbolcuların büyük bir bölümü filmde anlattığımız mahalle maçlarından çıkmıştır. Film aracılığıyla biraz da geçmişte kalan temizliği, saflığı aktarabilmeyi hedefledim. Bugünün çocukları, mahalle maçlarının yerini bir şey alamadığı için evlerine kapanıyor. [30] AĞUSTOS 2014 Adil Baba ile nasıl tanıştınız? Dostlarımdan biri tanıştırdı sanıyorum. Uzunsokak’ta 50 yıldır çaycılık yapan Adil Baba, 77 yaşında olmasına rağmen işini tutkuyla yapmaya devam ediyor. Onun tutkusundan, işine verdiği önemden ve çay içenlerle kurduğu muhabbetten etkilenmemek mümkün mü? Çay ocağını Ramazan ayları dışında hiç kapatmayan Adil Baba’nın hayatı da ocağı ve çay olmuş. Bütün bunların yanı sıra farklı bir kişiliği olması da beni etkiledi. İlginç kuralları var Adil Baba’nın ve bunları hiçbir zaman değiştirmiyor. Örneğin, çay ocağında çay haricinde hiçbir meşrubat satmıyor. Daimi müşterileri vardır, ocağa gelip “Yap bi’ çay Adil Baba” diye otururlar taburelere. Onların sözünden esinlenerek filmimize de “Bir Demlikle 50 Yıl” adını vermeyi uygun bulduk. Çaykur’un da desteğini almak çok güzel. Çay ocağı onun her şeyi. “Ben bu işi bırakırsam ölürüm, yaşayamam. Hayat ile bütün bağlarım kopar” diyecek kadar bağlı oraya. Hayatı boyunca içki ve sigara içmeyen, çocukluğundan beri namazını hiç aksatmayan Adil Baba’yı beş aydır sürekli gözlemliyorum. Bu arada filmi projelendirdim. Nasıl işleyeceğimize Adil Baba’nın hangi özelliklerini ele alacağımıza karar verdim. Film, Adil Baba’nın hangi özellikleriyle ilgili olacak? Filmde farklı bakış açıları da olacak. Örneğin, onun teyze oğlu ve çocukluk arkadaşı olan, Türk sinemasının ünlü karakter oyuncularından Hayati Hamzaoğlu, filmin bir bakış açısını yansıtacak. Küçük yaşında Trabzon’dan ayrılıp Yeşilçam’ın tozlu yollarında bir şekilde kendini gösteren ve 2000 yılında vefat eden Hamzaoğlu ile Adil Baba’nın iletişimi de filmde yer alacak. Adil Baba’nın Çaykur’a dair hisleri, düşünceleri nedir? Filmimizin odak noktalarından birini Çaykur ve Adil Baba arasındaki bağ oluşturacak. Çünkü Adil Baba çay ocağını açtığından beri Çaykur’dan başka çay kullanmamış. Bunu laf olsun diye söylemiyorum; “Çaykur dışında bir çay kullanmamak” onun için katı bir kuraldır. Adil Baba bir şeye inandığında onun peşini asla bırakmaz. Yarım asırdır onun için çay demek Çaykur demektir. Bu yüzden çay ocağına Çaykur’un dışında hiç- bir markayı sokmaz. Hangi ürünümüzü kullanıyor? Çaykur Altınbaş serisini tercih ediyor. Geleneksel usulle, yarım asırlık bir kazanda demliyor çayları. Eski bir radyosu var, ocağın içinde sesi sürekli yankılanır. 50 yıldır aynı şekilde her sabah dükkânını açıp çayını demleyerek müşterilerini bekliyor. Kimler gelir çay ocağına? Adil Baba’nın çayı, kendi çapında ün kazanmıştır. Her kesimden geleni olur. Çevre esnafın tamamı müdavimidir. Özetle, Adil Baba farklı biridir. “Farklı” derken neyi kastediyorsunuz? Büyük bir tutkuyla çalışır. İşini ve hayatının önemli bir parçası olan malzemelerini çok sever. Örneğin, bardaklarına iyi davranmıyorlar, kaybediyorlar diye esnafa çay vermediği bile olur. Ocağa gelenlerin kaç çay içtiğini asla saymaz. Müşterilerine çok güvenir. Zaten hiçbir zaman paranın peşinde olmamış. Gün ağarırken evinden yola çıkıp dükkânına gelir. Tam 50 yıldır... Temizliğini yapar, radyosunu açar ve çayını demler. Adil Baba’nın bir günü böyle geçer işte. Çayla ve sohbetle... Filmin nasıl bir yapısı olacak? Kurgu ve belgesel yöntemlerini iç içe kullanacağız. Filmimiz duygusal bir yaklaşımla ve esprilerle renklenecek. Oraya çay içmeye gelenlerin diyalogları, sohbeti ve elbette çay keyifli bir şekilde yer alacak filmimizde. İzleyenleri sıkmayacak bir film çekmek benim için çok önemli. Edebiyat ve müzik dünyasından siyaset çevrelerine... Adil Baba’nın geniş bir müdavim kitlesi var. Trabzon’a geldiklerinde mutlaka Adil Baba’nın yanına uğrarlar. Onlar da olacak filmimizde. Sizin çayla aranız nasıl? Çay içmeyi çok seviyorum. Özellikle Adil Baba’nın çayını çok seviyorum. Damak tadımız zaten Çaykur istiyor. Başka bir markanın çayını ben de içemiyorum. Öyle ki bilmediğim bir yerde önüme farklı bir markanın çayı konulduğunda kokusundan anlıyorum. AĞUSTOS 2014 [31] [gönülverenler] YEŞILIN BINBIR HALI Rize’yi tepeden seyrederek çayınızı yudumlayabileceğiniz bu bahçede çok sayıda ağaç ve çiçek bulunuyor. Bölgede yetişmeyen bitkilerin de bulunduğu bahçedeki hizmet kalitesi, Çaykur’un denetimi ve garantisi altında tutuluyor. ÇAYIN FARKLI LEZZETI Yıllardır Çaykur’un en önemli teşhir yeri olarak da gösterilen Ziraat Çay Bahçesi’ni ziyaret eden yerli veya yabancı tüm misafirler, burada içilen çayın farklı bir lezzeti olduğunu söylerler. Bu yüzden her ziyaretçi bahçedeki görevlilere bu çayı nereden bulabileceğini sorar. ÇAYIN KALITESI Doğal güzellikleriyle yabancı turistlerin de büyük ilgi gösterdiği Ziraat Çay Bahçesi’nde çayın kalitesi, Çaykur için çok önemli. Bu nedenle bahçede ikram edilen çayın demlenmesinde bütün detaylar Çaykur uzmanları tarafından takip ediliyor. Suyun seçiminden kullanılan ekipmanlara, çayın seçilmesinden ikramına varana dek bütün süreçler titizlikle belirleniyor. Örneğin, çayın demlenmesinde oksijeni bol bir su kullanılıyor. Çaykur personelinin hizmet verdiği Ziraat Çay Bahçesi, eşsiz manzarası ve yeşilin her tonuyla çayın tadını tam anlamıyla çıkarabileceğiniz bir yer. Rize’nin en gözde mekânlarından olan ve şehir merkezine sadece iki kilometre uzaklıktaki bu bahçeye giderek bir bardak çayla hayata keyifli bir mola verebilirsiniz. [32] AĞUSTOS 2014 HERKES yaz mevsiminin en sıcak günlerinin yaşandığı bu günlerde dinlenecek bir gölge, çayını yudumlayabileceği keyifli bir bahçe arıyor. Rize’nin gözde mekânı Ziraat Çay Bahçesi, tam da böyle bir mekân... Rize’yi tepeden görebileceğiniz çay bahçesine adım attığınızda yazın bunaltıcı sıcağından eser kalmadığını fark ediyorsunuz. Etrafınız yeşilin farklı tonları, tertemiz bir hava ve çok sayıda ağaçla çevreleniyor. Çaykur kalitesiyle ve titizlikle hazırlanan çayların ikram edildiği bu bahçe, bu özellikleriyle Karadeniz turlarının mutlaka görülmesi gereken noktalarından birine dönüşmüş durumda. ÇAYKUR AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLI Bahçeyi ziyaret eden misafirlerimizin memnun edilmesi ve daha iyi hizmet verilebilmesi için kurum olarak elimizden geleni yapıyoruz. Bu sayede uzun yıllardır her ziyaretçi çok memnun ayrılıyor bahçemizden. BU BAHÇEDE SADECE ÇAY VAR Ziraat Çay Bahçesi’nde elbette çaydan başka bir şey bulunmuyor. Yeşil ve siyah çayın demlendiği bahçede, önümüzdeki günlerde farklı çay lezzetleri de sunulmaya başlanacak. TURISTLERIN UĞRAK YERI Çayı ve manzarasıyla Ziraat Çay Bahçesi, Türkiye’nin farklı bölgelerinden ve yurtdışından Rize’yi ziyaret etmek için gelen tüm turistlerin uğrak yerlerinden biri haline geldi. Öyle ki, yaz aylarında bahçeyi ziyaret eden tur grupları yer bulmakta bile zorlanıyor. RIZE’NIN GÖZDESI Çayın tanıtımı amacıyla kurulan bu bahçe, Rize’de sohbet etmek isteyenlerin de bir numaralı tercihlerinden biri olmuş. Çayla renklenen sohbetlere ev sahipliği yapan çay bahçesi, turistlerin yanı sıra Rize halkı tarafından da büyük ilgi görüyor. AĞUSTOS 2014 [33] BURGAZADA [gezigünlüğü] HEYBELİADA KARGAŞANIN YANI BAŞINDAKI CENNET ADALAR İstanbul insanı yormak konusunda ne kadar kararlıysa, nefes aldırmakta da o kadar bonkördür. Hem İstanbul’un burnunun dibinde hem de bambaşka diyarlara gitmiş hissi yaşatan Prens Adaları, bir vapur biletine ayaklarınızın altında... İSTANBUL’UN keşmekeşinden ayrıldıktan bir saat sonra sıra sıra adalara ulaşır, bozulmamış mimarisiyle sokakları ve yemyeşil doğasında gezerken, at kişnemesinden başka taşıt gürültüsü işitmezsiniz. Bağıran kornalar yerlerini, nal tıkırtılarının tatlı ritmine bırakır. Zaman öyle ağır akar ki, günübirlik bir gezintiden, bir haftalık tatil zindeliğiyle dönersiniz. Büyükada, Heybeli, Kınalı, Burgaz… Tarih boyunca pek çok isimleri olmuş. Ama dünyada tanındığı adı, Prens Adaları. Bu ismi, Roma ve Bizans hâkimiyetindeyken asillerin bu adalara sürgün edilerek öldürülmeleri nedeniyle almış. Adaların en büyüğü, aynı zamanda Adalar ilçesinin merkezi, Büyükada. O da birçok Bizans imparator ve imparatoriçesinin sürgün yeri oluşuyla ünlü. Seyahatnameler ve tarihi olaylar Büyükada’nın, Bizans döneminde de, Osmanlı döneminde de yerleşim yeri olarak kullanıldığını gösteriyor. Yazları piknik sepetimizi alıp Büyükada’ya doğru yola çıkabiliriz. Büyükada’nın batısındaki Dil Burnu 500 metre uzunluğunda. Kuzeyinde Nizam (Değirmen) Koyu, güneyinde ise plaj ve tesislerin bulunduğu Yörük Ali Koyu var. Çam ağaçlarının altında piknik masaları sıralanıyor. Ama Büyükada’nın en sevilen eğlencelsi, fayton turu. Biri iskeleden başlayıp Ada’nın tüm çevresini dolaşan büyük tur, diğeri daha kısa mesafeli küçük turla birlikte süslü eşeklerle yapılan geziler için yaz aylarında bir hayli kuyruk beklemek gerekiyor. Tura katılın ve Büyükada’nın en yüksek tepesi olan Aya Yorgi’ye çıkmayı ihmal etmeyin. [34] AĞUSTOS 2014 İstanbul’un Büyükada’dan sonraki en büyük adası. İstanbul’un en gözde yazlık mekânlarından Heybeliada, doğası ve temiz havasının yanı sıra Bahriyesi, Sanatoryumu, Ruhban Okulu ile de ünlü. Güzelliğiyle şairlere ilham kaynağı olan doğal marina görünümündeki Çam Limanı, Heybeliada’nın en güzel piknik yerlerinden. Değirmenburnu, adanın en güzel koylarından biri olan plaj ve piknik yeri. 1981’de Değirmen Burnu Orman içi Mesire yeri, dinlenme yeri, piknik ihtiyacını karşılayan saha yapıldı. Burada danışma kulübeleri, kır gazinosu, büfe, su deposu, manzara seyir tesisleri, piknik üniteleri, kanepeler ve yağmur barınağı var. Adadaki, büyük ve küçük olmak üzere, iki tur yolunda, yaz mevsimlerinde eşek ve at arabalarıyla turlar yapılıyor. Küçük Tur’a, Aşıklar Tur’u da deniliyor. Ününü Türk hikâyeciliğinin büyük ismi Sait Faik Abasıyanık’a borçlu olan Burgazada, büyüklük olarak üçüncü sırada. Yuvarlak biçimli, eni boyu yaklaşık 2 kilometre olan Burgaz, iklimi, sahili, çamları, zarif köşkleriyle ünlü. Güzel ahşap köşkler sahilde Gezinti Caddesi’nde, Kaşıkadası ve Heybeliada’ya bakan tepenin eteklerindeki Gönüllü ve Mehtap sokaklarında karşımıza çıkar. Vapur iskelesinden doğuya doğru gidildiğinde adanın eski plajına ulaşılıyor. Buradan Heybeliada’ya doğru uzanan bir burun ve burnun ucunda bir fener var. Adanın tek tepesi olan Bayrak Tepesi’nin üzerinde Hristos Manastırı bulunuyor. Aynı yönde devam edilince Kalpazankaya’ya geliniyor. Kalpazankaya’nın hemen yanındaki küçük koy, Burgaz’ın gezinti yerlerinden. Kalpazankaya’nın güneyinde Marta Koyu, Kuzeybatısında Aya Yorgi Manastırı var. Türkiye’nin ilk sanatoryumlarından biri, 1928’de Burgazada’da kurulmuş. SEDEFADASI Adaların yerleşime açık olan en küçük adası. Üzerindeki bitki örtüsü uzaktan bakıldığında sedefe benzetildiği için Sedefadası adı verilmiş. Eskiden tavşanı bol olduğu için “Tavşanadası” adı da kullanılmış. Adada iki plaj var. Sedefadası da, diğer İstanbul adaları gibi Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmış. Ada, 1850’de Damad Ferit Paşa’nın mülkiyetine geçmiş. Paşa adaya zeytin ağaçları dikmiş ve sebze yeKınalıada da imparatorların, tiştirmiş. Ancak ölümü üzeriimparatoriçelerin sürgün yeriymiş. İsmini, üzeri ne ada bakımsız kalmış. Bimakilerle kaplı olduğu dönemlerde uzaktan kızıla rinci Dünya Savaşı sırasında çalan görünümden almış. Çınar Tepesi, Teşvikiye Tepesi da adanın tüm ağaçları keve Manastır Tepesi olmak üzere üç tepesi var. Bizans silmiş. İstanbul’un işgali sıdöneminde, surların yapımı için buradaki kayalıklardan rasında müttefiklerin eline taş getirildiği için arazisinin bozulduğu, bu nedenle ağaç geçen Yavuz Zırhlısı uzun bulunmadığı belirtiliyor. Ada, geçmişte suyu ve elektriği de olmadığı için diğer adalardan çok daha sakin. Elektrik süre buraya demirlenmiş. KINALIADA 1946, su 1981’de gelmiş. Nüfusu da uzun yıllar bir kaç yüzü geçmemiş. Yeni yerleşimlerle çoğalan nüfusu, yaz aylarında çok kalabalık. AĞUSTOS 2014 [35] [sağlık] TIRNAKLAR İÇİN PRATİK ÇÖZÜMLER... ELLERİNİZE İYİ BAKIN! • Tırnaklar özellikle yaz ayları boyunca kalınlaşır, şekil anlamında bozulur, kolayca kırılabilir veya dökülür. Bu esnada deri de değişir. Fakat tırnaklarınızın üzerine süreceğiniz lavanta yağı etkin bir koruma sağlayarak, bu olumsuzlukları yaşamanızı engeller. • Oje sürüyorsanız aseton kullandıktan sonra tırnaklarınızı mutlaka iyice yıkayın çünkü aseton tırnaklarda kalırsa zarar verir. • Günlük öğünlerde cilt ve tırnakları güçlendiren besinlere yer vermelisiniz. Yoğurt, tırnaklarınızın oluşumu için gerekli protein ihtiyacını karşılar. Çok sık kırılan tırnaklarınız varsa biotin içeren ceviz ve yer fıstığı da yiyebilirsiniz. • Gece yatmadan önce ellerinizi, yaklaşık 10 dakika kadar, bir kabın içine koyduğunuz zeytinyağında tutun. Daha sonra çıkarın, kurulayın ve pamuklu bir eldiven giyerek yatın. Zeytinyağı kuruluğu giderecektir, sabah uyandığınızda ellerinizin yumuşacık olduğunu göreceksiniz. • Ellerinizin sürekli yumuşak olmasını istiyorsanız, haftada bir-iki kez, 5-10 dakika boyunca, ılık süte batırın. Sütün içinde bulunan laktik asit cildinizi nemlendirir ve [36] AĞUSTOS 2014 ellerinize yumuşaklık verir. • Limon suyundaki C vitamini ellerdeki lekeler üzerinde etkilidir ve ölü hücreler konusunda peeling işlevi görür. Üç damla zeytinyağıyla bir limonun suyunu karıştırın. Bu karışımı hemen ellerinize sürün. Yarım saat bekledikten sonra bir parça pamukla ellerinizi silin, ardından da yıkayın. • Soğuk havalarda ve temizlik yaparken mutlaka eldiven giyin çünkü soğuk ya da deterjan gibi yabancı maddeler sonucu çatlayan ellerinizde egzama oluşabilir. • Bir kabın içine bir miktar susam yağı koyun ve bir limonun yarısının üzerine sıkın. İyice karıştırdıktan sonra tırnaklarınıza sürün, beslendiklerini, güçlendiklerini göreceksiniz. • Ellerinizin yaşlanmasını geciktirmek istiyorsanız, özellikle yaz aylarında mutlaka güneş kremiyle koruyun. Böylece ileriki yaşlarda oluşabilecek lekeleri azaltacak ve genç görünmenizi sağlayabileceksiniz. • Kalem, bıçak, örgü şişi gibi şeyleri çok kullanmaktan dolayı parmaklarda oluşan nasırları ponza taşı kullanarak yok edebilirsiniz. Ponza taşını çok az ıslatın ve nasırlı yerlere sürüp bir el kremiyle nemlendirin. Kişisel bakım uzmanları, evlerimizdeki malzemelerle doğal kremler hazırlayabileceğimizi söylüyor. İşte, yıpranmış ellere yumuşatıcı ve besleyici krem tarifleri... YULAF VE BALLI KREM SALATALIK KREMI Mevsimlerle birlikte değişen sıcaklık, çalışma koşullarımız, temizlik, ev işleri derken ellerimiz yıpranıyor, beslenemiyor. Her zaman göz önünde olan ellerinizin bakımı için evde yapabileceğiniz, pratik ve etkili önerileri sizler için araştırdık... PAMUK GİBİ ELLER İÇİN... EVDE HAZIRLAYABİLECEĞİNİZ BAKIM ÜRÜNLERİ HINT YAĞLI KREM İki yumurta sarısı, üç çorba kaşığı hint yağı, bir çorba kaşığı bal ve bir çorba kaşığı tuz karıştırıldıktan sonra tırnaklara oje gibi sürülerek 10 dakika bekletiliyor. Daha sonra eller ılık suyla yıkanıp, kurulanıyor. Beş çorba kaşığı salatalık suyu, üç çorba kaşığı tatlı badem yağı ve dört çorba kaşığı kakao yağını krem kıvamına gelinceye kadar karıştırın ve buzlukta 10 dakika bekletin. Buzluktan çıkarıldıktan sonra ellere sürülüp 5 dakika beklemeli. Son aşamada eller yıkanıp kurulanmalı. PATATESLI EL MASKESI Patates mükemmel bir yaşlanma karşıtı, beyazlatıcı ve sıkılaştırıcıdır. Patateslerinizi haşlayın ve ezin. Daha sonra sütü ekleyin ve sürülebilir kıvama getirin. Ilık karışımı ellerinize sürün ve soğuyana kadar bekletin. Daha sonra yıkayın ve sevdiğiniz bir el kreminizi sürün. Beş çorba kaşığı yulaf unu, bir yumurta sarısı ve iki çorba kaşığı balı krem kıvamına gelinceye kadar karıştırın. Sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa ellerinize uygulayın. BADEM YAĞI EL KREMI Badem yağı el ve tırnaklarınızın soğuktan etkilenmesini önler. Bir çay kaşığı yağı ellerinize ovuşturarak sürün. İki elinizi de küçük havlulara sarın ve beş dakika bekletin. Daha sonra elinizdeki fazla yağı silin ama durulamayın. Elinizde kalan fazla yağ bir-iki dakika içinde eliniz tarafından emilecektir. Daha sonra kuvvetli bir el kremi sürün. AĞUSTOS 2014 [37] [kişiselgelişim] NE YAPALIM NE YAPMAYALIM? İlk intibaya çok özen gösterin çünkü ikinci bir t 30-40 santimlik yakınlık, arkadaşlık yakınlığıdır. Dedikodu yaptığınız zaman, yakın ve öne eğik olursunuz. Uzak durduğunuzda, araya mesafe koyarsınız. Yöneticilerin oda ve masalarının bir nedeni de budur. t Bir toplantıda sunum yapacaksanız, sunum süresince katılımcılara hizmet sunulmasını engelleyin. Çünkü dikkat eşiği düşer. ilk intiba t Kürsüde sunum yapacaksanız, salonu da ışıklandırın. Böylece izleyiciyle göz teması kurabilir, söylediklerinizin etkisini ölçebilirsiniz. yoktur “Müşteriye uygun mesafede durmalısınız; 30-40 santim, arkadaş yakınlığıdır. Bir kısmına hanımefendi, beyefendi; bir kısmına dayı, amca diye seslenmek gerekiyor... Kim, neyi duymak istiyorsa… Kanıtlanan bir durum; güzel kokan, güzel ışıklı, temiz bir mağazada, karşımızda temiz bir insan varsa, daha çok şey aldığımızdır” [38] AĞUSTOS 2014 BILGI Üniversitesi Öğretim Üyesi Fatoş Karahan, “Beden dili her şeydir” diyor, “İletişimde kelimelerin etkisi yüzde 8-9’dur. Geri kalan her şey, ses tonu ve beden diliniz. İlk intiba çok önemlidir. Şöyle denilir, ilk intibaya çok özen gösterin, çünkü ikinci bir ilk intiba yoktur” Peki biz, beden dilini satış sürecimizde nasıl kullanabiliriz? Fatoş Karahasan ipuçlarını veriyor. İlk intibada karşımızdaki insanın öncelikle hangi özelliği dikkatimizi çekiyor? Muhtemelen neye dikkat ettiğinizin hiç farkında olmazsınız. İnsanın 100 bin yıllık genleri, anlayamadığımız, bilemediğimiz, henüz çözemediğimiz süreçler. Deneyim, yaşadıkça öğrendiklerimizden çıkardığımız sonuçlardır. Çoğu gerçekçi olmayabiliyor, hatta hatalı olabiliyor ama bir şeye karar verdikten sonra onu değiştirmeniz de çok zor. t Beden dilini iyi kullanabilmek için kendinizi rahat hissetmelisiniz. Mesela dar bir giysi, ayağınızı sıkan bir ayakkabıyla, “Bana uymadı” dediğiniz bir kıyafetle kendinizi kötü hissedersiniz. Güvensizlik dışarıya yansır. t Önemli bir sunum öncesi çok yemeyin, aç kalmayın, daha çok sesinizi açacak, rahatlatacak bitki çayı, su için. t Kolları kavuşturmak negatif bir pozisyondur. Kendinizi iletişime kapattığınızı gösterir. t Sırtınızı dönmeyin, çünkü göz göze iletişim kurmalısınız. Yani ilk algıyı değiştirme şansımız yok mu? Karşı taraf algıyı değiştirmek istiyorsa, değiştirebilir. ‘Ainesi iştir kişinin’. Yani tavrımızla değiştirebiliriz. Ama hafıza ilk algıyı unutmaz, benzeri bir hatada ‘Bu zaten böyleydi’ der. İş hayatında durum nasıldır? Mesela bir satışçı icin... Anahtar, müşteri ilişkisidir. Bir şirket için en önemli an, mağazadaki deneyim anıdır. İçeriye giren müşterinin, bir şey almadan dışarıya çıkmaması gerekir aslında. Çünkü içeriye giren müşteri, bir şirket için, en kıymetli varlıktır. Oraya kadar zahmet edip gelmiş. Hiçbir şey satmıyorsa bile, bir sonrakinde bir şey satacak kadar onu bilgilendirmeli veya bilgisini almalı, ‘Biz sizi arayalım’ demeli. Ya da öyle bir öneriyle gitmeli ki, o kişi, verilerini oraya bırakmalı. Mağazacılık iletişiminde en önemli şey, karşı tarafı çok iyi anlamak, çok iyi tanımaktır; müşteriye değer vermektir. İçeriye gelen kişi, oradaki elemanın maaşını ödeyen kişidir. Yani, bütün şirketin tek hedefi, tek patronu vardır, içe- riye giren müşteri. Çünkü, bir kişi memnun olmazsa, arkadaşlarına söylüyor; memnun olursa, yine arkadaşlarına söylüyor. Aldığı üründen memnun olursa, tekrar geliyor. Onun için beden dili denen şey, karşı taraftaki müşteriyi görmek, onu dinlemek, ona değer vermek ve de ‘bir kerelik’ diye bakmamak. İçeriye kadar gelmiş, belli ki bir şey alacak. fendi” dersiniz, ama sonuçta onunla beraber tabii ki amca, tabii ki dayı konuşmasına geçebileceğiniz bir an da olacaktır bir süre sonra. Özetlersek, vücut dili saygı duymak, değer vermektir. Karşı tarafı dinlemek, karşı tarafı anlamayı gerçekten istemek, soru sormak, sorulara anlamlı cevap vermek demek. Lüzumsuz baskı kurmamak ama ilgisiz de kalmamak demek. İnsanlarla nasıl konuşmak, onu nasıl dinlemek gerekir? Beden dilinin en önemli özelliklerinden biri de, gelen kişiye uygun mesafede durmak. Mesela bir kısmına hanımefendi, beyefendi, bir kısmına dayı, amca, emmi diye konuşmanız gerekiyor.. Kim, neyi duymak istiyorsa… İçeriye gelen kişi, “Kardaş bana şuradan şunu ver” diyorsa, “Buyrun beye- Bir mekanda bizi en çok ne etkiler? Koku, çok önemlidir. Bu, çok ağır bir parfüm de olabilir, içerideki yemek kokusu da, dişlerini fırçalamamış bir satıcının kokusu da, ter kokusu da olabilir. Güzel kokan, güzel ışıklı, temiz bir yerde, karşınızda temiz bir insan varsa, orada oturmayı, orada alışveriş yapmayı seversiniz. Bu ispatlanmış bir durumdur. t Bacak bacak üstüne attığınızda, bacağınız kime dönüyorsa, o insana yöneldiğiniz söylenir. t Konuşan insana doğru eğilmek, dikkatle dinlediğinizi gösterir. t Konuşurken gözlerinizi kaçırmanız çok önemli bir problemdir. t Ne parmak uçlarıyla tokalaşın ne de çok sıkı. t Ne yüksek sesle ne silik bir sesle konuşun. t İş hayatında çok renkli, dekolte giyinmeyin, uyumu bozmayın. t Herkesin günlük kıyafetle olduğu bir ortama takım elbiseyle gitmeyin, aksini de yapmayın. t Herkes çok günlük giyindiyse, siz de günlük giyinin ama biraz daha şık olun. t İş hayatında, uca gitmeden, her zaman size söylenenin bir üstünde bir şey yapın. AĞUSTOS 2014 [39] [aileveçocuk] ÇOCUĞUM DOĞRU GELİŞİYOR MU? Hayatımızın mucizesi çocuklarımızı yetiştirirken her şeyi yeniden ve onlarla birlikte öğreniyoruz. Her anne-baba mutlu bir çocuk yetiştirebilmek için çocuk gelişimiyle ilgili doğru bilgileri edinmelidir. Özellikle gelişimin temeli olan 0-7 yaş aralığında çocuğun doğru bir büyüme çizgisinde ilerlemesi sonraki yaşantısı için önem taşımaktadır. Peki, çocukların yaşlarına göre sahip olması gereken becerileri nelerdir? 0-1 YAŞ 2-3 YAŞ 3-4 YAŞ 0-1 Yaş Arası Çocuk Gelişimi 0-1 ay arasında • Yüzükoyun yatarken başını kontrol etmek ister. Dördüncü hafta başını kaldırabilir. Eli kapalıdır ama avucuna küçük bir nesne dokunursa sıkıca yakalar. • Yüksek sese tepki gösterir. • Gözü, yakın bir nesneye; parlak renklere ve şematik şekillere takılır. • Tatlıyı, tuzluyu, ekşiyi, acıyı ayırt edebilir. 1. ve 4. aylar arasında Omzunu ve başını kontrol etmeye başlar. Başını dik tutabilir. Kollarına dayanarak doğrulabilir. Görme ve işitme yeteneği içindedir. Sese doğru bakar. Çevreye ilgisi artar; ayak seslerine, beslenme, banyo gibi hazırlıklara tepki verir. 4-5 YAŞ 4. ve 10. aylar arasında • Göz ve el koordinasyonu başlar. • Sırtüstü yatarken yanına dönebilir. Beşinci aydan itibaren emekler. Yedinci ayda sürünme ve emekleme gelişir. Sekizinci ayda tam olarak dönebilmektedir. • Dördüncü ay sonu katı mama başlar. • Altıncı ay içinde tanıdık ve yabancı yüzleri ayırt etme başlar. • Destekle oturabilir. Omuz ve baş kontrolü gelişir. Yedinci ay desteksiz oturur. • Yardımla ayakta durabilir. Tutunarak durma 9. ve 10. ayda görülür. 10. ve 12. aylar arasında • Ayağa yardımsız kalkabilir. Tutunarak yürür. Ortalama yürüme zamanı 13-15 ay arasıdır. Erken yürüyen bebekler yürümeye başlayabilirler. • Yatarken, oturmaya geçebilir. Düşmeden, eğilebilir. • Davranışları taklit edebilir. Kahkahayla gülebilir. Sevgi gösterir. • Kendi kendine yemek ister. [40] AĞUSTOS 2014 2-3 Yaş Arası Çocuk Gelişimi 4 – 5 Yaş Arası Çocuk Gelişimi İki yaş çocuğu en iyi şekilde koklama, tatma, dokunma, duyma ve görme duyuları yoluyla öğrenebilir. Çok meraklıdır ve her şeyi araştırıp keşfetmek ister. Çok cesaretlidir; çocuğun bu denli araştırıcı bir doğaya sahip olması yetişkinleri korkutabilir. Çocuğun kısıtlanmadan denetlenmesi gerekebilir. Dikkat süresi iki-beş dakika gibi çok kısadır. Ancak kendisine çok ilginç gelen şeylere daha uzun bir süre dikkat gösterebilir. Bu dönemde çocuk sık sık “hayır” kelimesini kullanır. Hatta çok hoşlandığı bir şey teklif edildiğinde bile “hayır” diyebilir. Bu nedenle ona “Yemek yiyelim mi?” diye sormak yerine, “Öğle yemeği zamanı geldi” şeklinde mesajlar verilmelidir. İki yaşındaki çocuk ancak iki-üç kelimelik cümleler kurabilir. Merak duygusunun bir sonucu olarak, sık sık “ne, niçin, nerede…” gibi sorular sorar. Ancak çocuklar kullanabildikleri kelimelerden çok daha fazlasını anlayabilirler. El becerileri daha gelişmiştir. Daire ve kare şekillerini kopya edebilir. Vücudun baş bölümlerinin bulunduğu resimler çizer. Büyük parça “yap-boz”ları yerleştirir. Hikâyelere başlıklar uydurur ve konuları birbirine bağlar. Çok fazla konuşur! Boyu 5-6 cm, ağırlığı 1,5-2 kg artar. 5-6 YAŞ 5 – 6 Yaş Arası Çocuk Gelişimi Motor becerileri biraz daha gelişir ama harfleri ve sayıları ters yazabilir. Durmaksızın konuşur ve sorar. Saatin akrep ve yelkovanın hareketlerini; ilk, orta, son gibi pozisyon kavramlarını bilir. Adını yazabilir veya gördüğünde tanıyabilir. Dikkat süresi artsa da, yetişkinlere oranla hâlâ çok kısadır. Gerçekle hayali çok zor ayırt edebilir. 20’ye kadar ezbere sayabilir. Koşma, sekme ve atlama esnasında vücut hareketleri denge içindedir. Kalemi rahatlıkla kullanabilir. Karşılaştırmalar yapabilir. Kendini eleştirebilir. 6-7 YAŞ 6 – 7 Yaş Arası Çocuk Gelişimi 3-4 Yaş Arası Çocuk Gelişimi Yeteneklerini yeni şeylerle denemeye heveslidir. Okuma-yazma ve sayıları kullanma yeteneğinin ilk adımını atabilir. Fakat öğrendikleri hâlâ sadece gözleme dayalı olduğu için soyut düşünemez. Beş yaşa oranla daha güzel üçgen çizer, kareyi daha doğru kopya eder. Nesnelerdeki benzerlik ve farkları söyleyebilir. Ortalama 3 bin kelime haznesine sahiptir. Zamanı kavramaya başlar. Büyük ve küçük kas aktivitelerinde daha başarılıdır, kontrol gücü artmıştır. Daha istekli, ilgili, arkadaş canlısı ve daha bağımsızdır. Hikâye dinlemekten ve tekrarlamaktan hoşlanır. Dikkat süresi hâlâ çok kısadır. Üç ve daha fazla kelime içeren cümleler kurabilirler. Hatalı konuşmaya devam etmekle birlikte daha anlaşılır sözler söylemeye başlarlar. Kelime haznesi 1000 kelimeye ulaşmıştır. Arka arkaya, iki-üç isteği yerine getirebilir, suyla yapılan aktivitelerden hoşlanırlar. AĞUSTOS 2014 [41] [güncel] 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI HEPIMIZE KUTLU OLSUN Bundan tam 79 yıl önce, Atatürk’ün başkumandanlığında yürütülen meydan muharebesini kazanarak ülkemizi düşman işgalinden kurtardık. Binlerce Mehmetçiğimizin hayatları pahasına kazandıkları bu zaferi, 30 Ağustos’ta bir kez daha, coşkuyla kutlayacağız. [42] AĞUSTOS 2014 30 AĞUSTOS Zafer Bayramı, modern Türkiye’nin kurulmasına olanak veren Kurtuluş Savaşı’nda elde edilen büyük zaferin simgesidir. Topraklarımızın düşman işgalinden kurtulduğunun ilanı olarak da kabul edilen 30 Ağustos Zafer Bayramı, hepimize kutlu olsun. 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan direniş günleri, Amasya Genelgesi’nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas kongrelerinin yapılmasıyla devam etti. Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı düşüncesinden hareketle düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İnönü ve ardından gelen Sakarya Meydan muharebelerinde elde edilen başarılar, gelecek olan zaferin habercisiydi. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e “Gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verildi. Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı’ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı. Bir yılı aşkın süre boyunca inanılmaz bir çalışma yürütüldü. Zafere yürekten inanan Anadolu halkının büyük öz- verisiyle 1922 Ağustosu’na kadar hazırlıklar tamamlandı. Gazi Mustafa Kemal’in başkomutanlığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922’de düşmana saldırdı. Mevzileri ele geçiren ordularımız, 30 Ağustos’ta düşmanı çember içine aldı. Büyük zafer dört gün içinde elde edilmişti… Savaştan hemen sonra, Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, ordumuza şu ünlü emrini verdi: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” Bu emir doğrultusunda üç koldan İzmir’e ilerleyen ordu, 1 Eylül’de Uşak’ı, 2 Eylül’de Eskişehir’i, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de Manisa’yı geri aldı ve 9 Eylül’de İzmir’e girdi. İlk defa 30 Ağustos 1923’te Afyonkarahisar, Denizli, Maraş, Ankara ve İzmir’de kutlanan Zafer Bayramı’nın resmi olarak ilan edilmesi ise Mayıs 1935’te gerçekleşti. O günden bu yana halkımız bu büyük zaferi kutlamaya ve onu kazanmak için canlarını verenleri saygıyla anmaya devam ediyor. AĞUSTOS 2014 [43] [güncel] AKINTIYA KARŞI YÜZMEYIN Kıyılardaki boğulmaların önemli bir kısmına da bu akıntılar neden olur. Akıntıya kapılan insanlar, hızla denize doğru sürüklenmeye başladıklarından, bu anafordan kurtulmak için panik halinde karaya doğru yüzmeye çalışırlar. “Rip” akıntılarına karşı nasıl davranılması gerektiği bilinirse, boğulma olayları da azalır. ÇEKEN AKINTIYA ! T A K DIK Tatil sezonunun açılmasıyla birlikte binlerce insanın sahillerine akın ettiği Karadeniz’den boğulma haberleri de birbiri ardına gelmeye başladı. Halk arasında “kum kayması” veya “çeken akıntı” olarak da bilinen “rip” akıntılarının neden olduğu bu vakalarda her yıl 200’e yakın insanımız maalesef hayatını kaybediyor. Genel kanının aksine, basit bir doğa olayı olan “rip” akıntılarıyla başa çıkabilmek için neler yapılması gerektiğini hepimiz öğrenmeliyiz. [44] AĞUSTOS 2014 YAZ AYLARINDA Karadeniz Bölgesi’ndeki tatil beldelerinden boğulma vakaları duyurulmaya başlar. Boğulma vakalarının burada diğer bölgelerden çok daha fazla görülmesinin temel nedeni “rip” olarak adlandırılan çok güçlü bir akıntıdır. Kıyıdan denize doğru yönelen ve halk arasında “çeken akıntı” olarak da adlandırılan söz konusu su hareketleri, bu yaz da yüzlerce insanımızın boğulma tehlikesiyle burun buruna gelmesine neden oldu. Hırçınlığı ve büyüklüğüyle hepimizi etkileyen Karadeniz’e yeniden girmeden önce “çeken akıntı” hakkındaki gerçekleri öğrenmeli ve tedbirlerimizi almalıyız. KUM KAYMASI “Rip” akıntıları, halk arasında “kum göçmesi” veya “kum kayması” olarak da bilinir. Bu akıntıya yakalanan insanlar ayaklarının altındaki kumun birden kaybolduğunu düşünür ve kendilerini kıyıdan çok açıkta buluverirler. Dalgalar ve paniğin de etkisiyle yüzmek güçleşir. Saniyede 2 metreye ulaşan bir hızla ilerleyen rip akıntıları, 20-30 metre genişliğinde bir hat boyunca denize doğru hareket eder. Bu akıntıya kapılan insanlar, çok iyi yüzme bilseler bile boğulma riskiyle karşılaşabilirler. ÇEKEN AKINTI NASIL OLUŞUYOR? ÇEKEN AKINTININ BELİRTİLERİ Denizin belli bir bölgesinde su renginin farklı olması Bir kanal boyunca devam eden, birbirine karışmış ve düzensiz ilerleyen su görüntüsü Düzenli bir biçimde denize doğru ilerleyen köpükler Kıyıya doğru gelen dalgalarda bozulma ve düzensizlik Bu akıntılar, kıyıya sert bir biçimde çarpan suların aynı hızla denize dönmeleri sonucunda meydana gelir. Rüzgârlı, fırtınalı havalarda ve denizin dalgalı olduğu zamanlarda daha fazla görülen “rip” akıntılarının gücü, dalga yüksekliği arttıkça fazlalaşır. Halk arasındaki yaygın söylentilerin aksine, bu akıntılar insanları dibe doğru değil, açığa doğru çeker. Rüzgârlı havalarda kum tepelerinde kırılan dalgalar çukurluk bölgelerden geriye doğru döner ve kıyıdan denize doğru hareket etmeye başlar. Bu sayede oluşan “rip” akıntıları dünyanın birçok bölgesinde görülmektedir. AKINTIYA KAPILANLAR NE YAPMALI? Panik yapmayın ve sakin olun. Sahile doğru yüzmeye çalışmayın; akıntıyı geçemezsiniz. Enerjinizi boşa harcamayın ve sakince suyun üstünde kalmaya çalışın. Basit bir doğa olayı olan çeken akıntıların kısa süre içinde geçip gideceğini aklınızdan çıkarmayın. Sahile paralel yüzüp akıntıdan kurtulabilirsiniz. Sahile yüzemeyecek kadar yorgunsanız, su üstünde kalıp yardım isteyin. AĞUSTOS 2014 [45] [bilimteknoloji] Biyomimikriden bir adım daha… susuzluğa Minicik bir böcek, çare olabilir mi? ABD’DE YAŞAYAN TÜRK BİLİM ADAMI ŞEHMUS ÖZDEN, AFRİKA’DA NAMİB ÇÖLÜ’NDE YAŞAYAN STENOCARA TÜRÜ BÖCEĞİ TAKLİT EDEN BULUŞUYLA DÜNYANIN SUSUZLUK SORUNUNA ÇARE BULUNABİLECEĞİNİ AÇIKLADI [46] AĞUSTOS 2014 “Tüm canlılar için temel besin maddesi sudur. Canlılar yüzde 50-95 oranında sudan oluşmaktadırlar. İnsanın ilk hali olan ceninde su oranı yüzde 85 iken, yeni doğan bir bebekte bu oran yüzde 75 ve yetişkin bir insanda ise yüzde 60 olmaktadır. Besinlerin hücreye taşınması için su mükemmel bir ortamdır. Vücudumuzdaki suyun çıkarıldığını bir an düşünelim, mumyalanmış bir iskelete döneriz. Suyun olmaması durumunda karşılaşacağımız sorunları görmek için Güneş sisteminde dünya dışında herhangi bir gezegene bakmamız yeterlidir. Göreceğimiz, yokluktur. Türkiye’nin de bir gün susuz kalabileceğini hiç düşündük mü? Belki de içtiğimiz bu servetin farkında bile değiliz. Türkiye’nin çöle dönüşmesini engellemenin en önemli yolu, kaynaklarımıza sahip çıkmakla mümkündür. Daha önce de belirtildiği gibi 3 bin 334 bardak sudan sadece ‘bir’ bardak içiliyor. Bu miktardaki su oranını korumak için neler yapmalıyız? Hep birlikte bunu tartışalım.” Bu sorunumuza çare olabilmek için 1995 yılında kurulan Su Vakfı’nın resmi internet sitesinde sorduğu bu soruyu, aslında hepimizin sorması ve herkesin elindeki olanaklarla çözüme katkı sağlaması gerekiyor. Tıpkı Şeyhmus Özden gibi! Teknoloji Günlüğü sayfalarımızda yer verdiğimiz biyomikri alanında her yeni gün yeni bir gelişmeye sahne olabiliyor. Tam da bu yargımızı doğrular nitelikte yeni bir tasarım oluştu bu alanda. Haberimizin üzerinden henüz üç ay geçmeden, biyomimikri alanında bir tasarım daha yapıldı. Üstelik bu önemli adımda bir Türk bilim adamı olan Şeyhmus Özden’in imzası var. ABD’nin Texas eyaletindeki Rice Üniversitesi’nde Malzeme ve Nano Mühendisliği Bölümü’nde doktora yapan Şehmus Özden ve ekibi, su sorununun çözümü için nano teknolojiyi kullanarak önemli bir buluş gerçekleştirdi. Onun Afrika’daki Namib Çölü’nde yaşayan Stenocara adlı böceği örnek alarak geliştirdiği teknolojik buluş, çöllerde ve kurak alanlarda içme suyu sorununa potansiyel çözüm olarak görülüyor. “ÇÖL BÖCEĞİ HAVADAKİ NEMDEN SU TOPLUYOR” Günümüzde içme suyu üretimi için çeşitli teknolojilerin kullanıldığını ancak bunların da enerjiye gereksinim duyduğunu anlatan Özden, şu bilgileri verdi: “Doğayı incelediğimiz zaman içme suyu ihtiyacını hiçbir enerjiye ihtiyaç duymadan karşılayan varlıklarla karşılaşabiliyoruz. Örneğin Afrika’da Namib Çölü’nde yaşayan Stenocara isimli böcek, havadaki su taneciklerini sırt kısmındaki ve kanatlarındaki mükemmel dizayn sayesinde toplayarak su ihtiyacını karşılayabiliyor. Böceğin sırt ve kanat yüzeyleri, suyu seven (hydrofilik) mikro tepeciklerden oluşuyor. Bu, suyu seven mikro tepeciklerin etrafı ise suyu iten (hydrofobik) yapılardan oluşuyor. Böceğin başı aşağıya doğru, sırt ve kanat kısmı yukarıya gelecek bir şekilde 45 derecelik bir açıyla rüzgâra karşı duruyor. Havadaki nemde bulunan küçük su moleküllerini suyu seven tepeciklerde topluyor. Su damlası yeterli bir büyüklüğe ulaştığında, suyu seven tepeciklerden, suyu sevmeyen bölgeye ve buradan böceğin ağız kısmına yuvarlanıyor ve böylece böcek su ihtiyacını karşılamış oluyor. NANOTÜPLERLE DENEY Çalışmalarımızda bu böceği örnek aldık. Saç telinin milyonda biri küçüklüğündeki karbon nanotüp denilen yapıları kullanarak Stenocara böceğinin su toplama mekanizmasına benzer bir mekanizma geliştirdik. Binlerce nanotüpten oluşan nanotüp demetinin bir ucuna suyu seven madde (hydrofilik) diğer ucuna ise suyu iten (hydrofobik) madde bağladık. Nanotüp demetinin suyu seven kısmı üst, suyu sevmeyen kısmı alt tarafa gelecek şekilde dış ortama bıraktık ve toplanan su miktarını ölçtük. Maddenin en önemli özelliklerinden iki tanesi, dışarıdan herhangi bir enerjiye ihtiyaç duyulmaması ve toplanan suyu kendi içerisinde depolamasıdır. İhtiyaç duyulduğunda nanotüp demeti bir sünger gibi sıkılarak içindeki su kullanılabilir. Nanotüp demeti, içerisindeki su alındıktan sonra tekrar tekrar defalarca kullanılabilir. Bu buluş, şu an çöllerde ve kurak alanlarda içme suyu sorununa potansiyel çözüm olarak görülüyor.” AĞUSTOS 2014 [47] [bilimteknoloji] BIYOMIMIKRI; DOĞAYI TAKLIT… İnsanoğlu, kendi refahı için, sayıları her geçen gün artan yeni buluşlara imza atıyor. Tartışılmaz bir şekilde yeni buluşlar insanı, karada, denizde ve havada daha da etkin hale getiriyor. Gelin görün ki insanın etki alanının giderek genişlemesi öteki canlıların yaşam alanını da ister istemez daraltıyor, ekosistemi bozuyor ve doğanın hızla tahrip edilmesine neden oluyor. Dünyanın karbonoksijen dengesini ayarlayan ormanlar yok oluyor, akarsular ve denizler kirleniyor, buzullar eriyor, atmosfer deliniyor. İklim değişiyor, ısı yükseliyor, çöller büyüyor. Ne yazık ki, doğa artık kendisine yapılan tahribatı onaramıyor. Üretimi artırsın diye kullandığımız tarım ilaçları, kent ve sanayi atıkları temiz su kaynaklarımızı kirletiyor, öteki canlıları yok ediyor. Bugün bütün şirketler, sürdürülebilir, yeni ve asil teknolojiler peşinde. Doğaya zarar vermeyen ürünlerle toplum karşısına çıkmaya hazırlanıyorlar. Doğa şirketlere, asil, temiz ve yeni teknolojileri oluşturma fırsatı verecek kapasitede ve şirketler, doğadan esinlendikleri düşüncelerle muhteşem buluşlara imza atabiliyor. Biyomimikri (biyobenzetim ya da biyomimetik de deniliyor) doğadaki modelleri inceleyip, doğanın tasarımlarını taklit ederek problemlere çözüm getiren bilim dalı. Biyomimikri, bize başka şekilde elde edemeyeceğimiz fikirler ve araçlar sağlıyor ve sorunlara doğadan devşirdiği yöntemlerle çözüm yolları arıyor. Doğadan taklit edilerek esinlenen fikirlerle girişimciler, önemli yenilikleri hayata geçirebiliyor. [48] AĞUSTOS 2014 Sürdürülebilir bir teknoloji geliştiremeyen, dünyayı tükettiğini fark eden insanoğlu, nilüfer yapraklarından kir tutmayan boyalara, yalıçapkını kuşundan hızlı trene, karınca yuvalarından binaların havalandırma sistemlerine kadar pek çok unsurla doğayı taklit ediyor. İşte bu düşünceden hayata geçmiş çarpıcı örneklerden birkaçı... SPEEDO’DA KÖPEKBALIĞI TAKLİDİ Ünlü yüzücü Gary Hall, olimpiyatlarda 10 kez madalya kazanmış bir isim. Tabii ki, bu genç yaşta başarılı olmasını çok antrenman yapmaya borçlu. Ona başarıyı getiren faktörlerin arasında Speedo mayosu da var. Peki, speedo mayosunun sırrı ne? Köpekbalığı derisindeki dişçikler, ünlü mayo firması Speedo’nun sürtünmeyi azaltıp hızı artıran ‘fastskin/hızlı deri’ mayosunun esin kaynağı oldu. İşin sırrı, köpekbalığı derisindeki, dermal diççikler denilen diş benzeri pullarda. Su ‘mikro-oluklar arasından türbülans oluşturmadan’ geçerek sürtünmeyi azaltıyor. Bu arada, deri üzerindeki pullar yosunların yapışmasını engelliyor. EASTGATE, TERMİT YUVASI GİBİ HAVALANDIRILIYOR YALI ÇAPKINI GAGASI HIZLI TRENDE Japon JRWest, hızlı trenler üreten bir şirket. Hızlı trenlerin çalıştığı hat üzerinde birçok tünel bulunur. Hızlı trenler, hava basıncı nedeniyle, tünellerden çıkarken çok fazla gürültüye yol açar. Bu durum, mühendisler için çözülmesi gereken önemli bir problemdi. Shinkansen serisi trenleri tasarlayan Eiji Nakatsa, aynı zamanda bir kuş gözlemcisiydi. Bu sorun için kuşların nasıl bir çözüm ürettiğini inceledi ve yalıçapkını isimli küçük ama gayet hızlı ve etkili bir avcı olan kuş türünün suya girişte basınca gayet dayanıklı olduğunu, suya girerken hiç su sıçratmadığını fark etti. Yalıçapkını da suya dalarken, tıpkı trenin tünele girdiği zaman hava direnci nedeniyle ani değişiklikler yaşamasına benzer değişiklikler yaşıyordu. Çünkü yalıçapkını avlanmak için, direnci az olan havadan direnci çok olan suya dalıyordu. Trenin burnu, ön kısımdaki farlar da dâhil olmak üzere tıpatıp yalıçapkını kuşunun gagasını taklit edecek şekilde tasarlandıktan sonra tünellerden çıkarken neden olduğu ses patlamasının önüne geçilebildi. Yeni 500 serisi Shinkansen trenleri yüzde 10 daha hızlı gitmeye başladı. Hava basıncını yüzde 30 oranında indirmeyi ve elektrik kullanımını yüzde 15 azaltmayı da başardı. AYAĞIYLA SU İÇEN KERTENKELE İNCELEMEDE Bugün günlük hayatta kullandığımız birleştirme tekniklerinden biri olan ‘cırt’ teknolojisi de aslında doğadaki bir bitki tohumundan ilham alınarak ticari yaşama dâhil edildi. Biyobenzetimin belki de en iyi örneği ‘cırtbant’tır. İsviçreli bilim insanı George de Mestral 1948’de köpeğinin tüylerine yapışmış bir pıtrağı çıkarıp mikroskop altında inceledi. Bozulan bir fermuarın ona yaşattığı hayal kırıklığını anımsayarak, kanca ve delikler kullanarak yeni bir fermuar yapıp yapamayacağını merak etti. Pıtraktaki kancaların yapışkanlığından etkilenerek, bu tasarımdan hareketle iki parçalı bir kopça ortaya çıkardı. Parçalardan birinin dikenli tohum kılıfındakine benzer sert kancaları var; diğerinde bulunan yumuşak ilmekler kancaların tutunmasını sağlıyor. 1951’de fikirleri için patent başvurusunda bulundu ve buluşun adını Fransızca’da ‘kancalı kadife’ anlamına gelen ‘velours croché’ sözcüklerinden türetti. Avustralya’da yaşayan dikenli kertenkelenin başı, gövdesi, kuyruğu ve bacakları dikene benzeyen sivri uzantılarla kaplı. Bu haliyle düşmanlarına bir diken yığını gibi görünüyor. Peki konumuz açısından önemi nedir? Avustralya’nın kurak çöl ortamında yaşayan kertenkelenin çok ilginç bir özelliği var. Dikenli kertenkele, arka bacağını suyun içine batırıyor, beklemeye başlıyor. Kaptaki su yaklaşık 30 saniye sonra kertenkelelerin bacakları boyunca ilerliyor, sırtı su içinde kalıyor ve birkaç saniye sonrada su kertenkelenin ağzına ulaşıyor. Kertenkele ağzını şapırdatıyor. Bilim çevrelerinde, dikenli kertenkeleden esinlenilerek, insanlara çölde hayat kurtarıcı olan suyu sağlayacak bir cihaz yapılabileceği konuşuluyor. Dikenli kertenkelenin hem ayağıyla su içme yeteneği hem de soğuk çöl gecelerinde derisinde oluşan çiğ tanelerini toplayabilme özelliği, kuraklığa çare olabilir. AĞUSTOS 2014 [49] [serbestkürsü] Çalışmalarını bizimle paylaşmak isteyen arkadaşlarımız için iletişim adresimiz: n.yesildag@caykur.gov.tr GÜLMEK NEYIME? Acılar yoldaşım, dertler hazımdır! Neşeyi arayıp bulmak neyime? Ağıtlar sevgilim, dostum sazımdır! Ağlarken doğmuşum, gülmek neyime? Sıranı bekle der amca ve dayım, İkramın içinde yok imiş payım(!) Mirastan istedim, bitmemiş sayım, Vermeye gelmişim, almak neyime? Namus ne derseniz, sözüm bilirim, Tükenmez hazine özüm bilirim, Yaştan söz edince gözüm bilirim, Akmaya alışmış silmek neyime? SOLDAN SAĞA: 1) Asya Kıtasının en yüksek sıradağlarının adı 2) İyiden iyiye-Bir işaret sıfatı 3) Mitolojik bir çalgı-Kenevir 4) Uyarı-Din ile devlet işlerini birbirine karıştırmayan 5) Söz,laf-Tekil ikinci şahısAlüminyumun simgesi 6) Japonya’da bir şehir-Hz. Muhammed (s.a.v) inen ilk vahiy, oku 7) Uçan memeli bir hayvan 8) Mühendis cetveli-Hastaların yatırılarak sağaltıldıkları sağlık kurumu, sayrılarevi 9) Kütahya’nın bir ilçesi-Bir mikroskop camı 10) Kutsal Hint destanı YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1) Dik iniş ve çıkış yapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt 2) Piyasada etki yada tepkiBağırsaklar 3) Eskiden albaya verilen ad-İlaç,çare 4) BeyazAdıyaman’ın bir ilçesi 5) Denizcilikte farklı iki su düzeyinin birinden öbürüne aşırmak için yapılmış ara havuz -Bir sinir hastalığı 6) Gemilerde kullanılan bir çeşit demir halka-Katiyyen 7) Başkenti Atina olan Avrupa ülkesi 8) Bir geçmiş zaman eki-Afrika’ da yaşayan büyük bir antilop türü 9) Av-Bir soru sözü 10) Yabancı paraların ulusal para cinsinden değeri-İstanbul’da bir semt Hazırlayan: MİTHAT BAYRAKOĞLU - Veri Hazırlama Kontrol Memuru / Ardeşen Çay Fabrikası Etrafım geniştir, hepsi can cana, Hiç mahrum kalmadım akıldan yana, Çalışmak ibadet dediler bana, Felekten bir gece çalmak neyime? Silahın var ise adın mert olur(!) Adalet ararsan cevap sert olur, Ne düşün ne de sor, başa dert olur(!) Hikmeti var elbet, bilmek neyime? Peteğim olmadı, baldan anlamam, Nasihat boş ise durup dinlemem, İçimde bin sızı, nasıl inlemem? Sancılar bitmedi, ölmek neyime? Mustafa Hoşoğlu DEREPAZARI ÇAY FABRIKASI