direnen filistin
Transkript
direnen filistin
Filistinli gençlerin eylem çağrısında Gazze ve Batı Şeria yönetimlerinden talepleri 15 Mart’ta Filistin’in birçok şehrinde yapılan birlik mitinglerine gençler yoğun bir şekilde katıldılar ve aşağıdaki talepleri dile getirdiler. Birlik eylemleri ile ilgili haber analiz yazısını ikinci sayfada bulabilirsiniz. • Batı Şeria ve Gazze hapishanelerindeki bütün siyasi tutukluların serbest bırakılması • Hamas ve el Fetih’in birbirlerine karşı medya kampanyalarının sona erdirilmesi • Bütün Filistinli grupların ortaklaştığı yeni ulusal bir hü- kümet kurulması • Filistin Kurtuluş Örgütü’nün bütün Filistinli grupları içerecek ve Filistin’in özgürlüğü amacına odaklanmış bir programda yeniden yapılandırılması, • Tüm Filistinli grupların anlaştığı bir siyasi program oluşana kadar barış görüşmelerin dondurulması • İsrail ile bütün güvenlik işbirliklerinin sona erdirilmesi • Bütün grupların anlaştığı bir zamanda başkanlık ve milletvekilliği seçimlerine gidilmesi İsrail’i kınıyoruz direnen filistin Barış Derneği’nin Filistin’le dayanışma bültenidir. FHKC ve TKP’den ortak Libya açıklaması: Barbarlığa ve ikiyüzlülüğe karşı çık! Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Türkiye Komünist Partisi Libya’ya düzenlenen operasyonla ilgili olarak ortak bir açıklama yaptı. Açıklamanın tam metni şöyle: Emperyalizmin, onun kanlı örgütü NATO’nun Libya’ya karşı alçakça saldırısını lanetliyoruz. Emperyalist barbarlığın propaganda makinesi tarafından “insani amaçlarla” ve “uluslararası hukuk”a uygun olarak gerçekleştirildiği iddia edilen bu müdahalenin tek bir gerçek amacı vardır: Libya’nın ekonomik zenginliklerinin ve jeopolitik konumunun denetim altına alınması, yani emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmesi... Libya halkının üzerine NATO bombaları yağdırılmasına apar topar dayanak sağlayan “uluslararası hukuk” ve kurumlar, Filistin halkının on yıllardır katledilmesi karşısında neden bunca yıldır “çözüm” üretememektedir? Bu sorunun yanıtını, bölgemizde yaşayan yoksul halklar çok iyi bilmektedir: Çünkü o hukuk ve kurumlar, yalnızca emperyalizmin çıkarları söz konusu olduğunda hızla çalışmakta ve yalnızca emperyalizm için “çözüm” üretmektedir. Libya halkına yönelik bu saldırı kabul edilemez. Libya halkının üzerine yağan bombalarla Filistin’e atılanlar aynı kaynaktan gelmektedir. Bu saldırıya karşı tepki gösterilmemesiyle, Filistin’de yaşananlara tepki gösterilmemesi arasında fark yoktur. İsrail’in Filistin’de işlediği cinayetlere karşı “one minute” diyerek sözde “sert çıkış yapan” Türkiye Başbakanını Libya’ya karşı emperyalist saldırıya tepki göstermeye, ayrıca Meclis’ten çıkarılan Libya tezkeresinin derhal iptal edilmesini sağlayarak savaş gemilerini geri çekmeye çağırıyoruz. Aksi takdirde, AKP hükümetinin açık bir çifte standartla hareket ettiği teyit edilmiş olacak ve bu tutum halklarımız tarafından asla kabul edilemeyecektir. Libya’ya yapılan müdahale ile eş zamanlı olarak, İsrail’in Filistin halkına karşı saldırılarını yoğunlaştırması tesadüf değildir. Daha önce Irak ABD ordusu tarafından işgal edilirken gördüğümüz de budur. Şimdi bir kez daha, bir başka bölge ülkesi emperyalizmin orduları tarafından yerle bir edilirken, Siyonist İsrail devleti de Filistinlilerin üzerine bombalarını yağdırmaktadır. Libya’ya yapılan emperyalist müdahaleye doğrudan ya da dolaylı destek veren bütün hükümetleri protesto ediyor, bu hükümetleri emperyalizmin haksız müdahalesine destek olmaktan derhal vazgeçmeye çağırıyoruz. Libya halkının değişim ve demokratik ortamın gerçekleştirilmesi yönündeki meşru taleplerini destekliyoruz. Ancak değişim emperyalistlerin ve işbirlikçilerin müdahalelerinin değil, bu ülkenin emekçilerinin ürünü olacaktır. Bu kez, Libya’da ölüm kusan emperyalizmi ve onun kanlı örgütü NATO’yu lanetliyoruz! Halklarımızı bu barbarlığa ve ikiyüzlülüğe karşı çıkmaya çağırıyoruz. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Türkiye Komünist Partisi Mart 2011 Bu sayıda... Yaklaşık iki aydan beri Arap ülkelerini saran ayaklanma dalgasına karşı emperyalist ülkelerin başlangıçtaki tereddütlerini aşıp inisiyatifi ele geçirmiş oldukları, Libya’ya yönelik müdahale ile ortaya çıktı. Libya’yı “Libya halkını ve muhalifleri desteklemek” iddiasıyla bombalayan Batılı güçler, Yemen ve Bahreyn’de ise iktidarların arkasında duruyorlar. Suriye’de hükümetin istifasıyla sonuçlanan ayaklanmalar, Yemen ve Bahreyn’de ise henüz durulmuş değil. Mart ayı, ayaklanmaların Filistin halkında da etkilerinin hissedildiği bir ay oldu. Filistin’de Hamas ve El Fetih yönetimleri üzerinden 2007’den beri devam eden Gazze ve Batı Şeria temelli bölünmeye karşı halk, sol örgütlerin ve gençlerin inisiyatifi ile harekete geçti ve 15 Mart’ta Filistin’de bölünmeye son vermeyi talep eden büyük eylemler gerçekleştirdi. İsrail’in de yoğun endişeleriyle karşılanan birlik eylemleri, Filistin’deki siyasi dengeleri değiştirerek siyasi özneleri tavır almaya zorladı. Bu sayıda Filistin’deki eylem sürecinin gelişimini ve bu sürecin Filistin ve İsrail’deki etkilerini ele aldık. Ortadoğu’daki halk ayaklanmaları İsrail tarafından da dikkatle izleniyor. Filistin’le yapılan “barış” görüşmelerini de etkileyecek olan bu süreç, iddia edilenin aksine İsrail’in Ortadoğu’da yalnızlaşmasına doğru ilerlemiyor. Ayaklanmaların İsrail açısından anlamı bu sayının bir başka yazısında etraflıca irdeleniyor. Ortadoğu’daki siyasi dönüşümler ve emperyalistlerin bu süreçte etkisini arttırması, özellikle Mısır’daki iktidar değişimi ile birlikte bu bölgede neredeyse bütün ülkelerde örgütlü olan Müslüman Kardeşlerin siyasi geleceğini de belirlemeye başladı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Hamas ve diğer İslamcıların yeni dönemdeki rolleri “Direnen Filistin”in yeni sayısının bir diğer konusu. Dünya’daki sol örgütler Kıbrıs’ta “Filistin Sorunu ve Filistin Halkının Mücadelesiyle Solun Dayanışması” başlığı üzerinden ve Ortadoğu’daki ayaklanmaları da değerlendirdikleri bir toplantı düzenlediler. Dünyanın dört bir yanından gelen kırk bir parti ve örgütün katılımıyla düzenlenen bu toplantı da bu sayıda ele alınıyor. ABD’nin BM’deki İsrail yerleşimlerine ilişkin vetosu, İsrail’in Filistin’deki yeni yerleşim yerleri inşaatları, Kudüs’te patlayan bomba, İsrail’in el koyduğu Mersin’den yola çıkan gemi ve 30. İstanbul Film Festivalindeki Filistin filmleriyle ilgili kısa haberleri de yeni sayımızda bulabilirsiniz. Dostlukla, Barış Derneği direnen filistin Filistin halkı birlik için harekete geçti Filistin halkı, 15 Mart’ta Filistin’de birliği sağlamak için meydanlardaydı. Yüz binlerin katıldığı birlik mitinglerinde gençlerin katılımı dikkat çekiciydi. İsrail’in yoğun endişeleriyle, ABD ve AB’nin ilgisizliğiyle karşılanan mitingler, Hamas ve El Fetih’i birlik için harekete geçmeye zorluyor. Ocak ayının sonlarında El Cezire tarafından açıklanan ve Filistin Özerk Yönetimi’nin işbirlikçiliğini açığa çıkaran Filistin Belgeleri, Filistin’deki direnişin önderliğine ve örgütüne dair tartışmaları da yeniden alevlendirdi. Bu tartışmalar, Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının itkisiyle Filistinli gençlerin önderlik ettiği Filistin’de bölünmeye son verip, birliği sağlamaya dönük bir kampanyaya dönüştü. 15 Mart’ta yüz binlerin katıldığı birlik mitingleri ile devam eden bölünmeye son kampanyası, Filistin siyasetindeki dengeleri sarsarken, İsrail yönetiminde de ciddi endişelere yol açtı. Filistin Belgeleri’nin açıklanmasının ardından, Mısır’daki halk hareketinin başladığı Şubat ayının başında Filistin Özerk Yönetimi, Eylül’den önce seçimlere gidileceğini ilan etti. Akabinde, 2007 yılında Mahmut Abbas’ın atadığı Selam Fayad’ın başbakanlığındaki Filistin kabinesi de istifasını sundu. Mahmut Abbas, Fayad’ı daha geniş tabanlı bir hükümet kurması için yeniden görevlendirdi. Ortadoğu’daki isyan havasından ve açığa çıkan İsrail ile görüşmelerin negatif etkisinden kurtulmak amacıyla atılan bu adımlar Filistin halkından fazla destek bulamadı. Sorunun seçim ile çözülemeyeceği, öncelikle Oslo anlaşmalarıyla başlayan barış görüşmeleri sürecinin ve El Fetih’in yönetiminde bulunduğu Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) yapılanması ve siyasi programının yeniden ele alınması ge- rektiği, Filistin’deki sol örgütler başta olmak üzere, diğer örgütler ve halk tarafından da paylaşılmakta. Dolayısıyla, Filistin Özerk Yönetimi kabine oluşturmak konusunda fazla bir yol alamazken, seçimlerin meşruiyeti de sorgulanır hale geldi. Şubat ayında bölünmeye karşı görüşmeler ve eylemler de başladı. 18 Şubat’ta ve 25 Şubat’ta Ramallah’da binlerce kişi eylemlere katılırken, ABD’nin Birleşmiş Milletler’de (BM) İsrail’in yerleşim yerleri inşaatlarını kınayan tasarıyı veto etmesine karşı Nablus’da 5 bin kişinin katıldığı bir eylem gerçekleşti. 28 Şubat’ta Gazze’de yapılan eyleme Hamas’ın güvenlik görevlileri müdahale etti ve 4 kişi gözaltına alındı. Aynı gün Batı Şeria’da yapılması düşünülen eylem, El-Fetih idaresinin eylem organizatörlerini toplaması nedeniyle gerçekleştirilemedi. Yine 7 Mart’ta Gazze’de yapılan eyleme de müdahale oldu. 21 Şubat’ta 81 sivil toplum örgütü anlaşmazlıkların çözümlenmesi için rakip Filistinli örgütleri pratik adımlar atmaya çağırdı. Bunun için, karşılıklı medya kışkırtmalarının son bulması, ifade özgürlüğüne saygı gösterilmesi, vatandaşlık haklarının korunması ve FKÖ’nün bütün ulusal hareketleri kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılması gerektiği açıklandı. Şubat ayının sonlarında bağımsız milletvekilleri, siyasi bölünmeyi sona erdirecek seçenekleri konuşmak için bütün örgütlere bir toplantı çağrısı yaptı, 2 ancak Hamas ve El-Fetih bu çağrıya bir yanıt vermediler. Ortadoğu’daki kaynama durumu ve Filistin’deki siyasi hareketlenme özellikle Filistinli gençler üzerinde etkili oldu. Filistinli sol örgütlerin de içerisinde bulunduğu gençlik hareketleri, 15 Mart tarihinde “Halk bölünmeyi sona erdirmek istiyor” başlığıyla, temel bazı talepler üzerinden Filistin’deki birçok şehirde düzenlenecek miting çağrıları yaptılar. Özellikle, Hamas ve El Fetih’in birliğe dönük hareketlenmeleri birbirlerine karşı kullanma ve yönlendirme eğilimleri ya da gövde gösterisine dönüştürme ihtimalleri, mitinglerde siyasi aidiyetlerin öne çıkarılmaması ve sadece Filistin bayrağı taşınması gibi kuralları ortaya çıkardı. 14 Mart’ta El Fetih Gençlik Kolları, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Filistin Halk Partisi (FHP), Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDKC), Feda Partisi ve Filistin Kurtuluş Partisi Ulusal Girişimi bir bildiri yayınlayarak Filistin halkına eylem çağrılarını tekrarladılar. Mitingler yaklaştıkça, birlik kampanyasının halkta yarattığı heyecanın da etkisiyle Hamas ve El Fetih gösterilere dönük tavırlarını değiştirerek eylemleri destekler bir pozisyon almaya başladılar. 15 Mart yaklaştıkça, Hamas ve İslami Cihat’ın birlik kampanyasını kendi bünyelerinde, El-Fetih karşıtı bir kampanyaya yönlendirme çabaları da yoğunlaştı. 11 Mart’ta Gazze’de düzenledikleri birlik mi- direnen filistin tingine sol örgütler katılmadı. Hamas’ın 15 Mart eyleminin düzenleyicileri ile çekişmesi eylem gününe kadar devam etti, hatta eylem sırasında Hamas yandaşlarının yeşil bayraklarla eyleme katılması nedeniyle, eylemcilerin önemli bir kısmı eylem meydanını değiştirdiler. Hamas’ın birlik eylemlerini destekler söylemlerine rağmen, eylemlere dönük tacizleri ve eylemci gençlere müdahaleleri devam etti. Sancılı bir hazırlık sürecinin sonunda 3000 kadar genç Filistinli, Hamas’ın meydanı ablukaya almasına karşı bir önlem olarak, 14 Mart günü Gazze Meçhul Asker Meydanı’nda toplandı ve oturma eylemiyle bölünmeye son mitingini başlatmış oldu. Bunun üzerine Hamas’ın sözcüsü Sami Abuzahri, meydanda bir basın açıklaması yaparak, bölünmeye son verilmesini ve Filistin halkının taleplerini dile getiren mitingi desteklediklerini açıklamak zorunda kaldı. 15 Mart’da yüzbinler meydanlarda 15 Mart günü, yüz binlerce Filistinli ellerinde Filistin bayraklarıyla, Gazze, Ramallah, Beytüllahim, Cenin ve El-Halil kentlerinde bölünmeye karşı toplandılar. Eylemler, özellikle gençlerin yoğun katılımına sahne oldu. Hamas yandaşlarının bayraklarıyla eyleme katılarak, Gazze’deki eylemi yönlendirme girişimi tepkilere neden olurken, sorunun çözülememesi nedeniyle, eylemciler meydan değiştirerek, yürüyüşle El-Ketibe meydanına geçtiler. Hamas yönetimi Filistinlilere “eylemi 17.00’ye kadar bitirme” çağrısı yaptı. Filistinlilerin çadırlar kurarak, oturma eylemi yapması üzerine Hamas’ın güvenlik görevlileri eylemcilere saldırarak meydanı boşalttılar. Batı Şeria Ramalah’ta ise birkaç küçük taciz olayının dışında, El-Fetih yönetiminin daha önceki günlerin aksine eylemlere müdahale etmediği gözlendi. Ramallah Al-Manar meydanında bir grup eylemci, birlik sağlanana kadar açlık grevine başladıklarını duyurdular. Birlik için yüz binlerin meydanlara çıktığı 15 Mart eylemleri, Fetih ve Hamas’ı birlik için açıklama yapma, en azından harekete geçtiğini gösterme zorunluluğunda bıraktı. Gazze’deki Hamas hükümetinin başbakanı İsmail Haniye, birlik için Mahmut Abbas’a Gazze’de ya da tercih ettiği başka bir yerde, hemen kapsamlı ulusal görüşmelere başlama çağrısında bulundu, Abbas da birlik için Gazze’ye gitmeye hazır olduğunu belirtti. Aynı zamanda Batı Şeria’nın Nablus kentinde El Fetih, Hamas ve diğer Filistinli örgütlerin temsilcileri bir araya geldiler. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ise birlik eylemleri ve sonrasında ortaya çıkan birlik ihtimalinden rahatsız oldu. El Fetih yönetiminin “hem İsrail ile hem de İsrail’in yıkımını isteyen Hamas’la nasıl barış içinde olacağını” anlamadığını söyleyen Netanyahu, son dönemde Avrupalı devletlerin ardı ardına Filistin yönetiminin diplomatik statüsünü yükseltmesi ve toplumda Filistin davasına yönelik duyarlılığın artmasını “radikal İslam ile aşırı solun garip kaynaşımı” olarak niteleyerek, Avrupa’da yeni bir anisemitizm dalgasının güçlendiğini öne sürdü. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak ise Netanyahu’nun politikalarını İsrail’in uluslararası düzlemde yalnızlaşmasının sorumlusu olarak eleştirdi. Filistin’de yüz binlerin katıldığı birlik eylemlerinin batı basınında ise diğer Ortadoğu ülkelerindeki hareketlenmeler kadar ilgi çekmedi. El Cezire kısa bir haberle Filistin’deki 15 Mart mitinglerini on binlerin katıldığı bir eylem olarak verdi. Filistin’de birlik eylemleri devam ediyor. Bu süreçte, El-Fetih yönetimi ve Mahmut Abbas, El Fetih’in öncülüğünde ortak bir hükümet kurulup seçime gidilmesini sağlamaya ve kendini aklamaya çalışırken, Hamas da El-Fetih’i birlik önündeki engel olarak göstererek sürecin önderliğini ele geçirmeye çalışıyor. Gençlerin ve büyük kitlelerin katılımıyla birlik için hareketlenen Filistin sokakları, hem Fetih hem de Hamas’ı eleştiren, barış sürecini ve direnişin örgütünü sorgulayan bir siyasi atmosferde, Filistinli sol örgütlere ağırlıklarını arttıracakları bir dönemin işaretini veriyor. n İsrail Filistin’in birliğini engellemeye çalışıyor intifada döneminde artan bu tarz saldırılar, son yıllarda büyük oranda azalmış ve son üç yıldır da hiç yaşanmamıştı. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu saldırılardan Filistinli direniş örgütlerini sorumlu tutarken, en kısa zamanda yanıt vereceklerini söyledi. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak ve ana muhalefet partisi Kadima’nın Başkanı Tzipi Livni de “teröristlere karşı güç kullanma” çağrısında bulundu. Filistinli direniş örgütlerinden hiçbiri Kudüs’teki saldırıyı üstlenmedi. Gazze Şeridi’nden İsrail’e yönelik füze saldırılarının sorumluluğunu üstlenen İslami Cihad, Kudüs’teki patlamayla bir ilgisinin olmadığını açıkladı. Hamas da, son günlerde İsrail’le yaşanan çatışmaları sona erdirmeye çalıştıklarını ve Kudüs’teki saldırıyla bir ilgisi olmadığını bildirdi. Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ise saldırıyı kınadı. İsrail ordusu saldırıdan bir gün sonra Gazze Şeridi’ne üç hava saldırısı düzenledi. Hava saldırılarının ardından Filistinli gruplar da İsrail tarafına havan ve roketle karşılık verdiler. ABD Başkanı Barack Obama yaptığı açıklamada Kudüs saldırısını kınarken, İsrail’in hava operasyonlarında ölen Filistinliler için de başsağlığı diledi. “Terör için asla bir gerekçe sunulamaz” diyen Obama, “ABD, sorumlu olan grupların bu saldırılara son vermesini belirtirken, her ülke gibi İsrail’in meşru müdafaa hakkı olduğunun altını çizmektedir” dedi. Türkiye’de Kudüs’teki saldırıyı kınarken, tarafları sükûnetin yeniden sağlanması için gayret etmeye çağırdı. Yeni Mısır yönetimi ilk kez İsrail’in Filistinlilere dönük saldırılarını kınadı. Filistin’deki birlik eylemlerine karşı İsrail Başbakanı Netanyahu’nun rahatsızlıklarını dile getirmesinin ardından İsrail, Filistinli militanlarca atıldığı iddia edilen füzeleri bahane ederek dört gün süreyle Gazze’yi uçak ve havan toplarıyla bombaladı. Bu saldırılarda beş kişi öldü ve 27 kişi yaralandı. Gazze Şeridi sınırında karşılıklı roket saldırıları bir kaç gün devam etti. 23 Mart’ta Kudüs’ün bir Yahudi mahallesinde kongre binasının önündeki otobüs duraklarına bırakılan çanta içindeki bombanın patlaması sonucu bir kişi öldü ve 30’dan fazla kişi yaralandı. İsrail’e dönük 2000’deki ikinci 3 direnen filistin Ortadoğu’daki gelişmeler İsrail için ne anlam taşıyor? Ortadoğu’da sokağa çıkan milyonların ülkelerindeki ABD yanlılığını ve isyan ettikleri diktatörlerin İsrail’le ilişkilerini sorun etmemiş olmaları dikkat çekici bir gelişme. İsrail’i yeni yönetimlerin olası politikaları açısından endişelendiren isyanlar, bu yönüyle oldukça rahatlatıyor. Ortadoğu’daki isyan dalgasını ve ortaya çıkan yeni gelişmeleri dikkatle takip eden bölge ülkelerinin başında İsrail geliyor. İsrail cephesinde sürmekte olan tartışmalar, Ortadoğu’nun siyasi denklemlerinde meydana gelen bu hızlı değişimin, İsrail’e ve İsrail-Filistin görüşmelerine nasıl yansıyacağına ilişkin net analizler yapılamadığını gösteriyor. İsrail’de şu anda endişeler ve beklentilerin birbirine karıştığı, daha çok “bekleyiş” olarak özetlenebilecek bir tablo hakim. İsrail’de politikacıların ve siyasi gözlemcilerin Ortadoğu’daki gelişmelerin İsrail’e nasıl yansıyacağına ilişkin kararsızlıklarının kaynağında, ABD yönetiminin bu sürecin ardından bölgede nasıl bir politika izleyeceğine dair kafalarda oluşan belirsizlik var. Barack Obama yönetiminin İsrail politikasına uzun süredir duyulan güvensizlik, bugünlerde ABD’nin Ortadoğu politikasının değişmekte olduğuna ilişkin kaygılarla harmanlanmış durumda. ABD her ne kadar Mısır’da ve Tunus’ta devrilen diktatörlerin dostu olmuş olsa da, değişim bir kez kaçınılmaz hale geldiğinde onu “ABD düşmanı olmayan” güçlerin eline teslim etmeyi başardığı görülüyor. Ancak bu güçler, ABD düşmanı olmasalar da, İsrail’e karşı tutumlarının ne olacağı İsrail tarafında henüz bir muamma. Bu noktada İsrail yönetimi açısından iyimser ve kötümser yorumların iç içe girdiği görülüyor. İslamcı hareketler yükseliyor mu? Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek, İsrail’in bölgedeki en büyük dostlarından biriydi. Bu dostu kaybetmek İsrail için ürkütücü oldu. Ancak öte yandan Suudi Arabistan gibi eylemlerin rahatlıkla bastırıldığı bir ülkede gerici monarşinin gücünü koruması ve hatta Bahreyn’de Şii halkın başlattığı ayaklanmaya askeri müdahalede bulunabilmesi, İsrail’i en azından işlerin tamamen kontrolden çık- Jerusalem Post yazarı Fabio R. Fiallo: “Arap isyanında İsrail karşıtı sloganlar neredeyse hiç yoktu ve protestolar boyunca bir tek İsrail bayrağı bile yakılmadı.” madığı konusunda rahatlattı. Öte yandan Hüsnü Mübarek’in yerine ilk seçimlerde Müslüman Kardeşlerin geçeceği yönündeki öngörüler, ABD’yi çok fazla rahatsız etmese de İsrail’i ürkütüyor. Bilindiği gibi Müslüman Kardeşler, Mısır’da başlayan isyanın başından itibaren Batı karşıtı, radikal mesajlar vermemeye özen göstermişti. Şimdilerde partileşmekte olan Müslüman Kardeşler, ılımlı ve sistem içi bir alternatif olma yolunda adımlar atmaya devam ediyor. Yine de İsrail karşısında nasıl bir tavır takınacakları konusunda İsrail yönetiminin duyduğu endişe sürüyor. Mısır’ın İsrail-Filistin arasındaki arabuluculuğu ve özellikle Gazze sınırını kontrol etmesi dolayısıyla Hamas yönetimi üzerindeki etkisi, bu ülkeyi İsrail için her daim önemli kılmıştı. Şu anda Müslüman Kardeşler-Hamas ilişkisinin nasıl seyredeceği konusundaki belirsizlik bile İsrail yönetimini rahatsız etmeye yetiyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi durumunda, İsrail Gazze’de Hamas ve Lübnan’da ise Hizbullah’la karşı karşıya gelecek. Bu üç İslamcı örgütün, ABD ve İsrail politikaları birebir aynı olmasa da, ortaya çıkacak tablo İsrail’de şimdiden tartışma yaratmış durumda. İran faktörü Mısır’daki değişim özellikle Filistin sorununa etkisi bakımından endişe yaratıyor olsa da, İsrail’in tek kaygısı bu başlıkla sınırlı değil. İsrail yönetimi en az Filistin meselesi kadar, İran’ın bölgesel ağırlığındaki değişimle de yakından ilgileniyor. Lübnan’da Hizbullah’ın iktidarı ele geçirmesi İsrail’i yeterince üzmüşken, Ortadoğu’da İran’ın artan rolü bu üzüntüyü derinleştirebilirdi. Ancak İsrail şu anda iki nedenle bu cephede rahat görünüyor. 4 Bunlardan birincisi, İran’ın kendi iç sorunlarının, Ortadoğu’daki ayaklanmalarla birlikte yeniden patlak verecek kadar hassas hale gelmesi. İran muhalefetinin ayaklanmalardan esinlenme ihtimali, henüz zayıf sonuçlar doğursa da, İran’daki molla iktidarını diken üstünde oturtmaya yetiyor. İkincisi ise, Bahreyn’e yapılan askeri müdahale. Bahreyn’de Şii halkın, Sünni iktidara karşı isyan etmesi İsrail’i en fazla endişelendiren gelişmelerin başında geliyordu. Bahreyn’de Şiilerden yana bir iktidar değişimi, bölgede Şii İran’ın etkisinin tırmanması anlamına gelecekti. Ancak İsrail’in imdadına Suudi gericiliği yetişti. Suudi Arabistan askerlerinin Bahreyn’e girerek isyanları kontrol etmeye çalışması ve giriştiği katliamlar, İsrail’i İran’ın etkisinin sınırlanması açısından en azından şimdilik rahatlatmış gibi görünüyor. ‘İsrail bayrakları yakılmadı’ Ortadoğu’daki gelişmeleri İsrail’in çıkarları açısından iyimser gözlerle analiz edenlerden Jerusalem Post yazarı Fabio R. Fiallo’un eylemler hakkında şu söyledikleri dikkat çekici: “Her şeyden öte, her sorundan İsrail’i sorumlu görme alışkanlığı ‘Arap sokaklarında’ çekiciliğini yitirmiş görünüyor. Arap isyanında İsrail karşıtı sloganlar neredeyse hiç yoktu ve protestolar boyunca bir tek İsrail bayrağı bile yakılmadı.” Gerçekten de sokağa çıkan milyonların ülkelerindeki ABD yanlılığını sorun etmemesi gibi, isyan ettikleri diktatörlerin İsrail’le ilişkilerini de sorun etmemiş olmaları dikkat çekici bir gelişmeydi. İsrail’i yeni yönetimlerin olası politikaları açısından endişelendiren isyanların, bu yönden oldukça rahatlattığını söylemek mümkün. En azından halkın şu ana kadar yeni yönetimler üzerinde “İsrail karşıtı politikalar izlenmesi” yönünde bir baskı yapmaması, İsrail’le ilişkilerin eskiden direnen filistin olduğu gibi sürdürülmesi konusunda yeni iktidarları cesaretlendirecektir. Filistin yönetimi ve barış görüşmeleri Bütün bu gelişmelerin Filistin yönetimini ve İsrail ile Filistin arasındaki “barış görüşmelerini” nasıl etkileyeceği konusundaki belirsizlik, diğer başlıklardaki belirsizliklerden çok daha güçlü. Bu konuya gelindiğinde, bilinmeyen parametrelerin sayısı hızla yükseliyor. Her şeyden önce, yeni iktidarlarla ilişkilerini rayına oturtmaya çalışan bir ABD’nin İsrail-Filistin sorununa nasıl yaklaşacağı tam olarak bilinmiyor. ABD’nin sorunun bir an önce kendi istediği şekilde çözülmesi ve bir Filistin devleti kurulması yönünde politika geliştirmesi durumunda, İsrail’in bugüne kadar sürdürdüğü “bildiğini okuma politikası” kısmen bozulabilir. Ancak bu başlıkta daha önemli olan, İsrail’in tam olarak nasıl bir Filistin yönetimi ile muhatap olacağını şu anda bilemiyor oluşu. Filistin’de sonbaharda yapılacağı ilan edilen seçimlerin Mahmud Abbas yönetiminin yüzünü güldürmesi biraz zor görünüyor. Abbas yönetimi özellikle El Cezire’nin ele geçirdiği “Filistin belgelerini’ yayınlamasından sonra zor durumda kaldı. El Fetih’in yalanladığı belgelerde Fetih’in Hamas’a karşı İsrail yönetimi ile işbirliği içerisinde olduğu, Doğu Kudüs topraklarını neredeyse tamamen İsrail’e bırakmayı kabul ettiği gibi çok önemli ve Filistinliler açısından gerçekten sarsıcı bilgiler yer alıyordu. Bu durum Filistin yönetiminin zaten azalmış olan desteğini daha da fazla sarstı. Öte yandan, Filistin halkının “Filistin’de birlik” talebiyle başlattığı eylemler ve Hamas ile El Fetih yönetimlerine bu yöndeki halk baskısı, El Fetih’i olduğu kadar Hamas’ı da zor durumda bırakmışa benziyor. Nitekim Hamas, Gazze’de seçim yapılmasına hala direniyor. Geçtiğimiz hafta yapılan ve Ortadoğu’daki eylemlerden esinlenen birlik eylemlerine Hamas’ın sert bir şekilde müdahale etmesi de bu gündemin Hamas’ın canını fazlasıyla sıktığını göstermişti. Tüm bu tabloya bakan İsrail yönetimi, “barış görüşmeleri” tekrar başlayacak olsa bile, Filistin tarafındaki muhatabının kim olacağı ve ne kadar güçlü olacağı konusunda kafa karışıklığı yaşıyor. Şu anki genel durumdan anlaşılan, Netanyahu yönetiminin Eylül ayına kadar durumu idare edecek bir politika yürüteceği. Bu arada bölgede yaşanan gelişmeleri, kendi açısından değerlendirecek olan İsrail, Filistin yönetiminin durumunu da daha netleşmiş bir biçimde görmeyi umuyor. Kesin olan bir başka nokta ise, Netanyahu yönetiminin “barış görüşmelerini” çıkmaza sokan yerleşim politikasından geri basacağına ilişkin herhangi bir ipucu vermediği. İsrail işgalini genişletmekten geri durmaya yanaşmıyor. Eylül ayı, hem Batı Şeria’daki seçimler açısından kritik bir tarih; hem de ABD, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Rusya’dan oluşan “Uluslararası Dörtlü” tarafından barış görüşmeleri açısından son mühlet olarak tanımlanmış olması dolayısıyla önem taşıyor. n Müslüman Kardeşlerden Hamas’a… İslamcılar yeni döneme hazırlanıyor Son günlerde tüm gözler emperyalist saldırganlığın açık hedefi olan Libya’ya çevrilse de, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da son aylara damga vuran siyasi dönüşümler dikkat çekici seyrine devam ediyor. Özellikle Mısır’daki iktidar değişimi süreciyle Müslüman Kardeşler, HAMAS ve diğer İslami hareketlerin geleceği, ABD dış politikasında İslamcılara nasıl yaklaşılacağı, İsrail’in buna tepkisi gibi tartışmalar gündemdeki yerini ve önemini koruyor. HAMAS “dışişlerine” açılıyor Geçtiğimiz haftalarda HAMAS kabinesi, Gazze’de yönetimi ele geçirdiği 2007 yılından bu yana ilk kez bir dışişleri bakanı görevlendirdi. Aynı zamanda planlama bakanı da olan Muhammed Avad’ın bu göreve getirilmesi, Ortadoğu’daki son gelişmelerle yakından ilgili. Şeriata dayalı resmi söyleminde sınırları vs. ne olursa olsun hiçbir İsrail devletini tanımayan ve dolayısıyla onu tanıyan hiçbir rejimle ilişki kuramayacağı için de bir dışişleri bakanına “ihtiyacı olmayan” HAMAS, yeni dönemde yeni ihtiyaçlar tespit etmiş görünüyor. Yeni dönemde ABD’nin Ortadoğu politikasında İslamcı hareketlerle işbirliğine daha fazla alan açılacağına dönük sinyaller, HAMAS’ı da harekete geçirdi. İsrail’in, bir yandan bölgede İran’a karşı Sünni bir odağın öne çıkarılmasına destek olurken, diğer yandan İslamcı hareketlerin etkisinin artması konusundaki çekinceleri de bununla ilgili. Fakat bu süreç sadece İsrail iç politikasında değil, Filistin iç politikasında da 5 gerilimlerle ilerliyor. HAMAS bir taraftan İsrail’in elini güçlendiren Filistin içi ayrışmaları (Gazze-Batı Şeria ikiliği) aşmanın ve ABD’nin politik yönelimini fırsata çevirmenin peşinde. Filistin’de birlik hükümeti kurulması gündeminin bir nedeni de bu. Fakat öte yandan bu hükümet pazarlıklarında “masada kaybetmemenin”, mevcut gücünü daha da pekiştirmenin peşinde. Ve birlik hükümetinin kurulamamasının bir nedeni de bu! Fetih-HAMAS pazarlığı daha çok su kaldırır. Fakat her halükarda HAMAS’ın kabine açılımı, ABD -ve dolayısıyla İsrail- ile ilişkilerde daha “girişimci” bir dönemin; “dış işlerini” Fetih’e terk etmeme, muhataplardan biri olma ve bölgede İslamcı hareketlere açılacak alanı değerlendirme niyetinin bir işareti. Müslüman Kardeşler meselenin özünü kaptı! Direnen Filistin’in daha önceki sayılarında ve bu sayıdaki kimi yazılarda değindik. Ortadoğu’da İslamcı hareketlerin iktidara ortak edilerek, ABD ve hatta İsrail’in içine girdiği açmazları çözme arayışında önemli perdelerden biri Mısır’da oynanıyor. Siyasi varlığı ve tarihsel kökleri itibariyle pek çok ülkeye yayılan, Mısır gibi bölgenin en önemli ülkelerinden birinde siyasi etkisini giderek artıran Müslüman Kardeşlerin üstleneceği rol, tüm bu süreçte özellikle önem arz ediyor. Mısır’daki iktidar değişimine karşı İsrail’den yükselen eleştiriler arasında, Müslüman Kardeşlerin HAMAS’a destek olduğu iddiası sıkça dile getiriliyordu. İki örgüt direnen filistin arasında bir ilişki olduğu malum; fakat bu ilişkide Müslüman Kardeşlerin “ağabeylik” rollerinden biri de, genel olarak Ortadoğu politikasında İslamcı örgütleri sahneye dâhil etmek için, HAMAS’ın İsrail’i tanımama gibi “radikal” politikalarını törpülemek ve Filistin sorununda emperyalistler için daha uyumlu bir muhatap haline getirmekti. Nitekim geçen sene bu aylarda Müslüman Kardeşlerin resmi sitesinde yayınlanan bir makalede, HAMAS’ın teröre karşı mücadelede önemli bir müttefik olabileceğine dair tespitler yer alıyordu. HAMAS üzerindeki baskının ve Gazze’ye dönük ambargonun örgütü sert çizgisini korumak zorunda bıraktığı söylenirken, HAMAS’ın daha esnek ve pragmatik bir siyaset izlemesinin mümkün olduğu vurgulanıyordu. Ayrıca genel olarak bölgede İslamcı hareketlere daha fazla alan açılmasının Batı’nın Arap halkları nezdindeki imajını düzelteceği söyleniyordu. HAMAS ile diyalogun Batılı hükümetlerin diğer İslami gruplar üzerindeki etkisini de artıracağı, böylece İsrail’in güvenliğini, Irak’ın istikrarını ve terörle mücadeleyi kolaylaştıracağı gibi “fırsatlara” da yer veriliyordu. Müslüman Kardeşlerin emperyalistlere gönderdiği “siz İslami hareketlere alan açın, biz de size meşruiyet servisi sunalım” mesajları, Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki son gelişmelerin ardından daha geniş bir uygulama sahası bulacak. Bu esnada bir yandan “Batı”ya Sünni ve ılımlı İslami hareketlerin yükselişinin İran ve “radikal İslam” karşısında emperyalistlerin elini güçlendireceği ve İsrail’in de işine yarayacağı mesajı verirken, diğer yandan da “ümmetin” gözünde prestijini korumak için temkinli bir çizgi izleyecek. Bu bağlamda, son olarak, Müslüman Kardeşlerin Libya konusundaki sessizliğine dikkat çekelim. BM Genel Sekreteri, protestoya uğradığı Mısır ziyaretinde Müslüman Kardeşlerle de görüştü. Örgütün internet sayfasında konu bir haberle geçiştirilirken, protesto olaylarına hiç değinilmemesi de dikkatten kaçmadı. Öte yandan, Müslüman Kardeşlerle örgütsel bir bağı olmamakla birlikte, birkaç kez örgütte görev üstlenmesi için teklif götürüldüğü bilinen, İngiltere ile yakın ilişkileri olan İslamcı “entelektüel” Yusuf el-Karadavi’den “fetvalar” geldi. Mübarek’in görevden ayrılması üzerine, Mısır’a dönen Karadavi, Libya’ya dönük saldırının –İran’ın açıklamasının aksine- bir “haçlı seferi” olmadığını açıkladı. Emperyalistlerin sıkça dillendirdiği Kaddafi’nin halkını katlettiği için bu saldırıya maruz kaldığı yalanını tekrarladı. Karadavi, ayrıca Bahreyn’de de Sünnilerin ayaklanan Şii halkına destek olmaması gerektiğini açıklamıştı. Mısır bölgede Sünni İslamcılığın üssü olmaya oynarken, Müslüman Kardeşlerin temkinli çıkışlarına “bağımsız İslamcıların” cüretkâr fetvaları eşlik edecekmiş gibi görünüyor. n Sol örgütler Filistin halkı için bir araya geldi Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) tarafından 25-26 Şubat günleri Lefkoşa’da “Filistin Sorunu ve Filistin Halkının Mücadelesiyle Solun Dayanışması” başlıklı, Küba Komünist Partisi’nden, Dünya Barış Konseyi’ne, Filistin Kurtuluş Örgütü’nden (FKÖ) Fransız Komünist Partisi’ne dünyanın dört bir yanından gelen kırk bir parti ve örgütün katılımıyla uluslararası bir toplantı düzenlendi. Toplantıda yaşanan krizlerin çıkmazında, artan yabancı müdahaleler ile emperyalist saldırganlığa, saldırıların İsrail’in kanlı politikalarının devamını sağlamaya yarayacağına, sol güçlerin siyasi çıkmaz içindeki Ortadoğu’yu hedef alan emperyalist saldırılar karşısında pasif kalamayacağına tam tersine bölge halklarının özgürlük ve adalet mücadelesiyle dayanışma içinde olması gerektiğine vurgu yapıldı. Filistinli delegeler, sundukları tebliğlerde, İsrail işgalini bitirmek, Batı Şeria ve Doğu Kudüs sömürüsünü durdurup Filistin’in bağımsız bir devlet olarak tanınması için İsrail üzerinde baskı oluşturabilecek uluslararası girişimler düzenlemek başta olmak üzere, barışın sağlanmasına yönelik temel prensipler üzerinde durdular. Filistin Halk Partisi, İsrail hükümeti ile müzakerelere oturmadan önce yeni yerleşim inşaatlarının durması, 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde yer alacak bağımsız bir Filistin devletinin tanınması, mülteci sorununun Birleşmiş Milletler’in (BM) 194 numaralı kararına göre çözümlenmesi gibi ilkelerin çözüme ilişkin genel çerçeveyi oluşturması gerektiğini söyledi. FKÖ, İsrail’in Rabin suikastı dâhil 1993 Oslo görüşmelerinden bu yana her türlü barış sürecini engelleyerek Filistin halkı üzerine saldırmaya devam ettiğini belirtti. FKÖ İsrail’in yapılan anlaşmalar sonrası yükümlülüklerini yerine getirmediğini söyleyerek Güney Kıbrıs başta olmak üzere 9 Latin Amerika ülkesinin Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanımasının önemine işaret etti. FKÖ’nün sunduğu ilkeler ve referans kaynakları arasında Filistin sorununa ilişkin alınan 242 ve 338 numaralı BM Güvenlik Konseyi kararları, mülteci sorununa ilişkin de BM Genel Kurul’unda alınan 194 numaralı karar yer aldı. Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDKP), ABD’nin tam desteğini arkasına alan İsrail’in yasal dayanaklarını elinden almak için halk direnişinin diplomatik baskılarla desteklenmesini istedi. İsrail’in devam ettirdiği savaş suçlarından dolayı cezalandırılması ve kınanması gerektiğini söyleyen FDKP, utanç duvarı ve yerleşim yerlerinin inşası, Filistin halkı üzerine gerçekleştirilen günlük saldırılar, Gazze ablukası, Filistinlilerin evlerinin yıkılması ile altyapının tahrip 6 edilmesi ve sivillerin gittikçe artan sayılarda hapsedilmesi gibi örneklerle İsrail’de Filistin nefretinin her gün yeniden üretildiğini ve bunun en büyük destekçisinin en son BM Güvenlik Konseyi’nde yeni yerleşim inşaatlarını durdurma kararını veto eden ABD olduğunu söyledi. Dünya Barış Konseyi (DBK) sekreteri Iraklis Tsavdaridis, Filistin halkının İsrail saldırılarının yanında emperyalist güçler ve diğer Arap devletlerinin soruna sırtlarını çevirmelerinin kurbanı olduklarını belirtti. İsrail’in her geçen gün hem kendi yasalarını hem de uluslararası hukuku çiğnemesi ve AB, NATO ve ABD’nin bunu görmezden gelmesiyle uluslararası hukukun emperyalist ülkeler ve çok uluslu şirketlerin çıkarlarına göre manipüle edildiğini hatırlattı. Toplantıya katılan Yunanistan Komünist Partisi merkez komite üyesi Yiannis Gkiokas, Filistin sorununun, emperyalist çekişme ve tekelci çıkar mücadelesine sahne olan Ortadoğu’yu doğrudan etkileyen uluslararası boyutlara sahip bir mesele olduğunu söyledi. Bölgenin ABD ve AB gibi emperyalist merkezler arasındaki rekabeti derinleştirdiğini söyleyen Gkiokas, Rusya, Çin, İran, Türkiye ve benzeri ülkelerin bölgede daha etkin bir egemenlik alanına sahip olma arayışı içinde olduğunu, “one minute” çıkışı ile Mavi Marmara’nın Filistin halkına barış ve adalet getirmediğini, İsrail ile Türkiye’nin karşı karşıya gelmesinin Türk burjuvazisinin bölgedeki rolünü genişlettiğini belirtti. İsrail’in saldırılarını BM gözetiminde gerçekleştiğini söyleyen Gkiokas, önerilerinde Filistin halkıyla dayanışma etkinliklerinin artması, askeri ve siyasi anlaşmaların dondurulması için devletler üzerinde baskı uygulanması ve Filistin Halkıyla Dayanışma Günü’nün her yerde kutlanması gibi girişimler üzerinde durdu. Türkiye’den Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) katıldığı toplantıda merkez komite üyesi Aydemir Güler, Filistin sorununun önemli bir süreçten geçtiğini ve çözümün bir pazarlık değil emperyalizm ve siyonizme direniş meselesi olduğunu belirterek, halkın yanında olmanın, halkla her türlü bilgi ve planı paylaşarak kitleleri örgütlemenin barışın en meşru yöntemi olduğunu söyledi. Güler, Davos ve Gazze yardımı olaylarının, Türkiye’nin anti-emperyalist, anti-siyonist ve anti-amerikan bir güç olarak algılanmasına yol açtığını, ancak Türkiye’nin emperyalizme olan bağlılığının unutulduğunu söyledi. ABD’nin bölgede kitleler tarafından nefret edilen ikinci bir İsrail istemediğini, saygı gören bir İslam ülkesinin bölgedeki ülkeler üzerinde Amerikan senaryolarını gerçekleştirmede daha etkin olacağını belirtti. n direnen filistin Geçen aydan kısa haberler... Obama Yönetimi, BM’deki ilk vetosunu İsrail için kullandı Obama hükümeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde oylanan İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yeni yerleşim yerleri inşaatlarını kınayan tasarıyı 18 Şubat tarihinde veto etti. 15 üyeli konseyde ABD haricindeki diğer üyeler evet oyu kullandılar. Tasarıda Yahudi yerleşimlerinin yasadışı olduğu ve Ortadoğu’da adil, kalıcı ve kapsamlı bir barış önünde büyük engel oluşturduğu belirtilirken, Filistin topraklarını işgal ettiği kaydedilen İsrail’in derhal ve tamamen tüm Yahudi yerleşimlerini durdurması talebinde de bulunuluyordu. ABD vetosuyla reddedilen tasarıyı BM’de 100’den fazla ülke destekliyordu. Oylamayla ilgili bir basın toplantısı düzenleyen ABD’nin BM Temsilcisi Büyükelçi Susan Rice, “ABD olarak İsrail’in bölgedeki yerleşim faaliyetlerinin meşruiyetini reddettiklerini ama bu tasarının İsrail-Filistin barışına katkı sağlamayacağını” söyledi. Rice, “Bizim yargımız, bu tasarının tarafları müzakere ve anlaşmaya yakınlaştırma amacına hizmet etmeyeceği, tam tersine iki tarafın da pozisyonunu zorlaştıracağı yönünde olmuştur” diye konuştu. İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu Obama’nın veto kararını takdir ederken, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın sözcüsü Nebil Ebu Rudeyda, “ABD vetosunun Ortadoğu’da durumu daha karmaşık hale getireceğini” söyledi. ABD’nin vetosu, Filistin’de binlerce kişinin katıldığı gösterilerle protesto edildi. Lieberman’a tutuklama girişimi İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman İsrail-AB Ortaklık Konseyi’nin ardından ortak basın toplantısına katılmak üzere salona girdiğinde İrlandalı gazeteci David Cronin, kürsünün önüne gelerek “Bu bir vatandaş tutuklamasıdır” diye bağırdı. AB dönem başkanı Macaristan’ın Dışişleri Bakanı Janos Martny’nin şaşkın bakışları altında korumalar tarafından salondan çıkarılan Cronin, “İsrail’in ırkçı bir rejim olduğunu” belirtti ve “Filistin’e özgürlük” diye bağırdı. Yeni Mısır Dışişleri Bakanı: Gazze kuşatması hukuka aykırı Mübarek iktidarının devrilmesinden sonra kurulan geçici yönetimin atadığı Mısır Dışişleri Bakanı Nebil El-Arabî Eş-Şuruk gazetesinde yayınlanan makalesinde Gazze’ye uygulanan kuşatmanın uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyledi ve Gazze’ye uygulanan ambargonun yeniden gözden geçirilmesini istedi. Eski bir diplomat olan El-Arabî, 1978 yılında Mısır Dışişleri Bakanlığında hukuk komisyonunun başkanı olarak Mısır’ın İsrail Devleti’ni tanıdığı Camp David görüşmelerine katılmıştı. Yerleşim Yerleri 12 Mart gecesi İsrail’in Batı Şeria’daki Itamar yerleşiminde yaşayan beş kişilik bir yahudi aile öldürüldü. Anne ve babanın yanı sıra ailenin 11 ve 3 yaşındaki çocukları ile bir kız bebeğin cesetlerini gençlik kampından dönen ailenin 12 yaşındaki oğulları buldu. İsrail ordusu cinayetleri yerleşimlere Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas saldırıyı “ahlaksızca düzenlenmiş, aşağılık ve insanlık dışı” olarak nitelendirdi. Abbas, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile saldırının ortaklaşa soruşturulması konusunda görüş birliğine vardıklarını da belirtti. Abbas, bundan sonra terör saldırılarının devam edeceğini beklemediğini ve buna izin vermeyeceklerini dile getirdi. Hamas ve İslami Cihat dahil hiçbir Filistinli örgüt cinayetleri üstlenmedi. 1967 yılında İsrail’in Batı Şeria’yı işgal etmesinden itibaren devam eden İsrail’in yeni yerleşim inşaatları, BM’de alınan birçok kınama kararına rağmen devam ediyor. Şubat ayında Kudüs Belediyesi, Doğu Kudüs’te 124 konutluk inşaat projelerine ve 14 apartmanın inşa edilmesine onay verdi. Ayrıca, Mart ayı içerisinde İsrail mahkemesinin yerleşimlerle ilgili aldığı yeni bir karar da, İsrail’in yerleşim yerleri politikasını göstermesi açısından ibretlik. Mahkeme, Doğu Kudüs’de yahudi yerleşimlerinin giderek çoğaldığı bir mahallede yaşayan Filistinlileri evlerini aşırı sağcı Yahudilerle paylaşmaya mahkum etti. Yaklaşık 60 yıldır bu evde yaşayan Hamdallah ailesi, yerleşimcilerin hileyle kendilerini evden atmaya çalıştığını belirtti. İsrail Mersin’den kalkan gemiye el koydu sızan Filistinli teröristlerin gerçekleştirdiğini söyledi. Saldırıdan sonra İsrail ordusu kapsamlı bir insan avı başlattı. Şehrin çeşitli yerlerinde kontrol noktaları oluşturan ordu, yerleşimlere yakın köylerde tek tek ev aramaları yaparken birçok kişiyi de gözaltına aldı. Bir kaç ay önce, Itamar çevresinde öldürülen iki Filistinlinin akrabalarının evleri basıldı ve bu kişiler gözaltına alındı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, saldırıdan sonra, atılacak adımları görüşmek üzere bir komite topladı ve Filistin Yönetiminden yardım istedi. Netanyahu, “saldırının İsrail’i Batı Şeria’da Yahudiler için yeni yerleşim birimleri inşa etmekten alıkoyamayacağını” söyledi. Netanyahu “toplantıda bakanlarının Maale Adumim, Ariel, Kiryat Sefer ve Etzion yerleşim bloğunda yeni evlerin inşası için yetki verdiklerini” söyledi. Haaaretz gazetesi ilk etapta 500 yeni evin inşasının planlandığını bildirdi. Öldürülen aile üyelerinin cenaze törenlerinden sonra birçok şehirde protesto eylemleri gerçekleştirildi. Nablus’ta Filistinlilere ait beş araç yakılırken, Ramalah’da Filistinlilere ait tarım arazileri ateşe verildi. 7 Mersin limanından kalkan ve İsrail sahillerinin 200 mil açıklarında yol alan Liberya Bandıralı bir gemiye İsrail Ordusu operasyon düzenleyerek el koydu. İsrail ordusu, geminin Gazze’ye silah taşıdığını iddia etti. Gemideki bazı konteynerlerde, füze ve ha- van mermilerinin de dahil olduğu 50 ton silah ele geçirildiği açıklandı. Türkiye’nin olayla bir bağlantısının olmadığı belirtilirken geminin iki gün önce Mersin limanından hareket ettiği söylendi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise yaptığı açıklamada gemide ele geçirilen silahların “İran kaynaklı” olduğunu ileri sürdü. Netanyahu, “Kesin olan bir şey var, silahlar Suriye’deki bir aktarma istasyonu aracılığıyla İran’dan” dedi. Gemiye el konulması için kendisinin talimat verdiğini söyleyen direnen filistin Geçen aydan kısa haberler... Netanyahu, silah kaçakçılığını önlemenin hem hakları hem de görevleri olduğunu, gemiyle ilgili ülkeleri de durumdan haberdar ettiklerinin altını çizdi. Türkiye’den konu hakkında bir açıklama yapılmadı. İsrail üçüncü intifadaya karşı Facebook’a başvurdu İsrail Diplomasi ve Diaspora Bakanı Yuli Edelstein sosyal paylaşım sitesi Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg’e bir mektup göndererek “üçüncü intifada” çağrısı yapan Filistinli bir grubun sayfasını kaldırmasını istedi. Anadolu Ajansı’nın Ynet sitesine dayandırdığı haberine göre Edelstein, Zuckerberg’e mektubu resmi sıfatıyla değil, “ifade özgürlüğü değerlerini paylaşan biri” olarak gönderdiğini ve “ifade özgürlüğü ile tahrik hürriyeti arasında belirgin bir fark olması gerektiğine inandığı”nı belirtti. Filistinlileri İsrail’e karşı 15 Mayıs’ta “üçüncü intifada” başlatılmasına çağıran ve 350 bin üyeye ulaşan sayfa, bu başvuru üzerine Facebook tarafından kaldırıldı. Söz konusu tarih, İsrail’in kuruluşunu “felaket” olarak tanımlayan Filistinlilerin “Nakba Günü”nün yıldönümüne denk geliyor. Firma sözcüsü, sayfada sürekli olarak şiddet içeren çağrılar yapıldığı için bu kararın alındığını açıkladı. Sayfanın kapatılmasından sonra Filistin davasıyla ilgili diğer Facebook gruplarında, sosyal paylaşım ağını boykot çağrıları yapılmaya başlandı. du. 1600 kişi üzerinden gerçekleştirilen ankete katılanların 400’ü Arap kökenli İsrailli olmasına rağmen ankete katılanların % 45’i Arap kökenli İsraillilerin mecliste temsil edilmesine karşı olduklarını söylediler. İstanbul Film Festivalinde Filistin filmleri 2-17 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan 30. İstanbul Film Festivali’nde, İsrail ve Filistinli yönetmenlerin ortak yapımı “Kahve-Gerçekle Hayal Arasında” adlı film ile Birleşmiş Milletler’deki gösterimi tartışmalara neden olan “Miral” gösterilecek. “Kahve-Gerçekle Hayal Arasında” İsrailli yönetmen Yael Perlov’un onbir İsrailli ve Filistinli yönetmeni kahve kavramından esinlenen sekiz kurmaca ya da belgesel film için bir araya getirdiği bir proje. Filmlerin yapımı sırasında öğrenci yönetmenler çeşitli toplantılarda bir araya gelip İsrail ve Filistinlilerden oluşan karma ekiplerle çalışmış. “Miral” Amerikalı Yahudi oyuncu ve yönetmen Julian Schnabel’in “Kelebek ve Dalgıç”’tan sonra çektiği ikinci uzun metrajlı film. Filistinli gazeteci Rula Jebrael’in kendi romanından hareketle senaryosunu yazdığı ve gerçek olaylardan esinlenen bu filmin ilk gösterimi BM Genel Kurulu’nda yapıldı. Sean Penn, Robert De Niro, Josh Brolin ve Steve Buscemi’nin de Julian Schnabel’e destek için katıldığı gösterim, İsrail’in BM’deki Daimi Temsilci Yardımcısı Haim Waxman tarafından siyasi bir filmin BM’de gösterilmesi nedeniyle yoğun itirazlarla karşılandı. Filmde İsrail’de yetimhanede büyüyen bir Filistinli kızın yaşamı üzerinden İsrail Filistin çatışması anlatılıyor. Film, Amerikan Yahudi Komitesince “İsrail aleyhtarlığıyla” suçlanıyor. Filmin yönetmeni Schnabel ise filminin sevip inandığı İsrail’e zarar vermeyi değil korumayı amaçladığını, eğer diğer tarafı dinlemezlerse asla barışa sahip olamayacaklarını söylüyor. “Miral” de, yetimhanede büyüyen Filistinli kızı “Slumdog Millionaire”’in başrol oyuncusu Hintli Freida Pinto canlandırıyor. Filmde ünlü Filistinli aktris Hiam Abbas’da rol alıyor. İsrail gençleri çözümsüzlükten yana İsrail’den Makroekonomik Politik Merkez ile Alman Friedrich Ebert Vakfı’nın İsrailli gençlere dönük yaptığı bir ankette, gençlerin % 75’i Filistinliler ile yapılan barış görüşmelerinin sonuç vermeyeceğini, Filistinliler ile yaşanan halihazırdaki çözümsüzlük durumunun devamından yana olduklarını ifade ettiler. Ankete katılan 21 ile 24 yaş arasındaki gençlerin %70’i güvenlik ihtiyaçları ile demokratik isteklerin arasında çelişki olduğu durumlarda, güvenlik ihtiyaçlarının demokratik taleplerden daha önemli olduğunu ve demokrasinin kısıtlanması gerektiğini savun- İstiklal Cad. Gazeteci Erol Dernek Sok. Hanif Han. No:11 Kat:4 Da:5 Beyoğlu - İSTANBUL (İstanbul Yeni Melek Gösteri Merkezi Yanı) Tel: +90 (212) 252 13 76 www.barisdernegi.org baris@barisdernegi.org 8