Field Anesthesia in Horses - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Transkript
Field Anesthesia in Horses - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi XIII. ULUSAL VETERİNER CERRAHİ KONGRESİ (ULUSLARARASI KATILIMLI) 3 2 K K BİLDİRİ KİTAPÇIĞI KAFKAS KAFKAS MEDİKAL MEDİKAL 27 Haziran - 01 Temmuz 2012 (27 June - 01 July 2012) CE-MAR SARIKAMIŞ TOPRAK HOTEL Sarıkamış - KARS, TÜRKİYE www.13vetkong.org 5 KONGRE ONURSAL BAŞKANLARI Prof.Dr. Sami ÖZCAN Kafkas Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Hidayet Metin ERDOĞAN Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı KONGRE DÜZENLEME KURULU BAŞKANI Prof.Dr. İsa ÖZAYDIN KONGRE GENEL SEKRETERİ Doç.Dr. Özgür AKSOY DÜZENLEME KURULU ÜYELERİ Doç.Dr. Vedat BARAN Yrd.Doç.Dr. Sadık YAYLA Arş.Gör. C. Şahin ERMUTLU Doç.Dr. Etibar MEMMEDOV Arş.Gör.Dr. Başak KURT Dok. Öğr. Orhan Y. GÜNERHAN KONGRE BİLİM KURULU BAŞKANI Prof.Dr. Engin KILIÇ KONGRE BİLİM KURULU Prof.Dr. Fahrettin ALKAN Prof.Dr. Mustafa ARICAN Prof.Dr. Sırrı AVKİ Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ Prof.Dr. Mete CİHAN Prof.Dr. Ali Said DURMUŞ Prof.Dr. Deniz Seyrek İNTAŞ Prof.Dr. Alkan KAMİLOĞLU Prof.Dr. Zafer OKUMUŞ Prof.Dr. Kürşat ÖZER Prof.Dr.Savaş ÖZTÜRK Prof.Dr. Murat SARIERLER Prof.Dr. Nuri YAVRU Prof.Dr. Kemal ALTUNATMAZ Prof.Dr. Gültekin ATALAN Prof.Dr. Bahtiyar BAKIR Prof.Dr. Halil Selçuk BİRİCİK Prof.Dr. İbrahim DEMİRKAN Prof.Dr. Ertuğrul ELMA Prof.Dr. Celal İZCİ Prof.Dr. Servet KILIÇ Prof.Dr. Burhan ÖZBA Prof.Dr. Serhat ÖZSOY Prof.Dr. Emine ÜNSALDI Prof.Dr. Nihat ŞINDAK PANORAMA TURİZM Dünya Sağlık Sokak Opera İş Merkezi No: 41-43 D:36 Taksim / İstanbul Tel : +90 212 293 31 51 Faks : +90 212 293 31 40 info@13vetkong.org ÖNSÖZ Değerli Katılımcılar, Veteriner Cerrahi ailesinin en büyük mesleki ve bilimsel platformu olan ve 1986 yılından bu yana periyodik olarak düzenlenen Ulusal Veteriner Cerrahi Kongreleri’nin bir yenisinde sizleri ağırlamanın mutluluğu ve onuru içerisindeyiz. Şimdiye kadar düzenlenen tüm kongrelerimizi büyük bir başarıyla gerçekleştiren ve bizlere ilham kaynağı olan hocalarımıza şükranlarımızı sunuyoruz. Yaşadığımız gurur ve sevincin yanı sıra, yakın zamanda aramızdan ayrılan çok değerli merhum hocalarımız Prof. Dr. Nail KÜÇÜKER, Prof. Dr. Doğan ASLANBEY ve Prof. Dr. Mehmet GÜRKAN’ı saygı ve şükranla ile anıyoruz. Bu yıl geleneksel olarak verilen Veteriner Cerrahi Derneği Bilim Ödülleri’ne ek olarak kongremize canı gönülden destek veren ve bu desteğini İsmail AYMTEMİZ ÖZEL BİLİM ÖDÜLLERİ ile taçlandırarak genç bilim insanlarını teşvik eden Karslı İşadamı Sayın İsmail AYTEMİZ’e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu yılki buluşmamızın, bilimsel program ve aktivitelerin yanı sıra sosyal etkinlikleri ile de tüm meslektaşlarımız için heyecan verici, motivasyon sağlayıcı bir platform olduğunu düşünmekteyiz. Ulusal düzeyde katılımla birlikte, yurt dışından gelen çok değerli konuşmacılarımızla da kongremizi zenginleştirerek yeni bir bakış açısı kazandırdığımızı düşünüyoruz. Bu toplantı çerçevesinde, Veteriner Cerrahi alanındaki son teknolojik gelişmeler, ufkumuzu genişletecek yeni, farklı düşünce ve yaklaşımlar ele alınmıştır. Aynı zamanda, Veteriner Hekimlik eğitimlerine devam eden ve yüksek oranda katılım sağlayan öğrencilerimiz de birçok akademisyeni izleme imkânı bularak kongremizden faydalandıklarına inanıyoruz. Yoğun bilimsel program dışında kalan zamanlarda, meslektaşlarımızın kaynaştığı ve yeni dostlukların kurulduğu bir ortamda, sayısız tarihi zenginliklere sahip Kars ve yöresi ile yakın coğrafyamızdaki ülkelerden Gürcistan, Azerbaycan ve Nahçivan Özerk Cumhuriyeti gezilerinin yoğun tempolu, yıpratıcı meslek yaşantımız içinde kısa bir mola ve keyif verici bir atmosfer sağladığını umuyoruz. Kongremize destek ve katkıları için tüm katılımcılarımıza, bu zorlu süreçte karşılaştığımız sorunların ve engellerin aşılmasında büyük desteklerini gördüğümüz ve bize ekstra motivasyon sağlayarak çalışma azmimizi arttıran Üniversitemiz Rektörlüğü, Veteriner Fakültesi Dekanlığı ve Sağlık, Kültür, Spor Daire Başkanlığı ile tüm birimlerimize ve emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunar, esenlikler dileriz. Kongre Düzenleme Kurulu I WORKSHOP PROGRAMI Dr. Klaus ZAHN Tierklinik Ismaning Oskar-Messter-Straße 6 85737 München, GERMANY Workshop Konusu The New TightRope CCL for Repair of Cranial Cruciate Ligament Rupture in Dogs Dr. Paulo STEAGALL, Veterinarian Anesthesiologist Ontario Veterinary College University of Guelph Ontario, CANADA Workshop Konusu Field Anesthesia in Horses Field Anesthesia in Cattle Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Dışkapı - ANKARA Workshop Konusu Veteriner Ortopedide Sirküler Eksternal Fiksatörün Kullanımı Prof.Dr. Deniz SEYREK İNTAŞ Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Görükle Kampüsü - BURSA Doç.Dr. Nureddin ÇELİMLİ Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Görükle Kampüsü - BURSA Workshop Konusu Workshop Konusu Digital RadyolojiDigital Radyoloji II İÇİNDEKİLER ÇAĞRILI BİLDİRİLER Abomasal Displacement in Cattle ................................................................................................ 3 Beslenmenin İmmun Sisteme Etkisi ve At Sağlığında Kullanılan İmmun Modulatörler ....................................................................................................................................... 18 Field Anesthesia in Cattle ............................................................................................................... 29 Field Anesthesia in Horses ............................................................................................................. 36 Complicated Shaft Fractures in Dogs and Cats ....................................................................... 43 SÖZLÜ BİLDİRİLER Tek Aşamalı Laparoskopik Abomasopeksi İle Tedavi Edilen Sola Abomasum Deplasmanı Olgularında Preoperatif Muayene Verilerinden Desüflatif Replasman Süresini Tahmin Etmek Olası mıdır? ............................................................................................ 47 İki Köpekte Gözlenen Patent Ductus Arteriosus (PDA) ve Şirurjikal Sağaltımı ............. 49 Altı Günlük Bir Buzağıda Ectopia Cordis Cervicalis Olgusu ve Operatif Sağaltımı ...... 51 Neonatal Buzağılarda Omfalitis: Yaygınlığı ve Bazı Risk Faktörleri ................................... 53 Kedi ve Köpeklerde Perfore Karın Duvarı Yaraları: Tanı ve Sağaltım ................................ 55 Köpeklerde Aurikular Hematomun Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım ..................................... 57 Koyun ve Keçilerde Gözyaşı ve Göz İçi Basınç Üzerine Yaş ve Atropinin Etkileri .......... 59 Farelerde Deneysel Kuru Göz Modeli Üzerine Farklı Terapötik Ajanların Etkilerinin Karşılaştırılması .................................................................................................................................. 61 Şanlıurfa Yöresinde Sığır Oküler ve Perioküler Tümörlerinin Klinik ve Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi: 15 Olgu .............................................................................................. 63 İki Kedi ve Bir Köpekte Dış Akustik Kanal Atrezyası (DAKA) ................................................ 65 Fizik Tedavinin Önemi ve Hasta Refahına Katkıları ................................................................ 67 Kemik Ksenogrefti Olarak Kullanılan Mürekkep Balığı Kemiğinin Kemik İyileşmesi Üzerine Etkileri ................................................................................................................................... 69 Kırıklarda Osteosentez Materyali Olarak Kilitli Plak Uygulaması ....................................... 71 Seksenbeş Köpekte Dirsek Displazisinin Uluslar Arası Dirsek Çalışma Grubu (Iewg) Skorlama Sistemi İle Değerlendirilmesi ..................................................................................... 73 Altmışbeş Köpekte Ön ve Arka Ekstremite Topallıklarının Force Plate Kinetik Yürüme Analizi İle Değerlendirilmesi ......................................................................................... 75 Böbrek Nakli Adayı Bir Kedide Sürekli Ayakta Periton Diyaliz Uygulaması .................... 77 III Köpeklerde Vazektominin Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi .................... 79 İdrar Kesesi Rupturlarının Tanısında Fluorescein Bir Belirteç Olarak Kullanılabilir mi? (Deneysel Tavşan Modeli) ............................................................................................................... 81 İneklerde Modifiye Pouret Yöntemiyle Pneumovaginanın Operatif Sağaltımı: Klinik, Mikrobiyolojik Ve Sitolojik Bulgular ............................................................................... 83 Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hatay Sahilinde Kafa Travmalı İki Caretta Caretta Deniz Kaplumbağasında Özefagial Olta İğnesinin Çıkarılması ...................................................... 85 Diabetik ve Nondiabetik Fare Modellerinde Doku Kayıplı Açık Yara Sağaltımında Lokal İnsülin Kullanımının Myofibroblast Aktivitesi Üzerine Etkisi .................................. 87 Peritoneal Adezyonların Önlenmesinde Dimetil Sülfoksit (DMSO) ve Synovial Sıvı Etkinliğinin Karşılaştırılması (Deneysel Tavşan Modeli) ....................................................... 89 Tavşanlarda İntestinal Doku İyileşmesi Ve Postoperatif İntraabdominal Adezyonlar Üzerine Levamizol ve Siklosporin’in Etkilerinin Karşılaştırılmalı Olarak Araştırılması .......................................................................................................................... 91 Tavşanlarda Deneysel Intraabdominal Cerrahide, Bitkisel Kökenli Kanama Durdurucunun (Ankaferd Blood Stopper) Etkisinin Araştırılması .................................... 93 Köpeklerde Gutta Perka ve Termafilin Endodontik Tedavideki Etkinliğinin Karşılaştırılması .................................................................................................................................. 95 Deneysel Peri ve Epinöral Nörorafi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve Silikon Tüp + Hyaluronik Asit Uygulamasının Adezyon Formasyonuna Etkisi ........... 97 Siyatik Sinir Nörorafisi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve Hyaluronik Asitin Sinir Rejenerasyonu Üzerine Etkilerinin Elektrofizyolojik Yöntemlerle Değerlendirilmesi ............................................................................................................................. 99 Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması ...101 Ankara Keçilerinde Spontan Ventilasyon Esnasında Sevofluran İle İzofluranın Kardiyovasküler ve Kardiyopulmoner Sistem Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması ..... 103 Köpeklerde Genel Anestezi Sürecinde Spontan Solunum Ve Mekanik Ventilasyonun Kan Gazları Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması ................................................................... 105 Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması ... 107 Köpek Yavrularında Kalça Displazisinde Tanı Yöntemlerinin Karşılaştırılması ............ 109 Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Kopuklarının Tibial Plato Düzeltme Osteotomisi-TPDO İle Sağaltımı, Sonuçlarının Klinik ve Radyografik Olarak Değerlendirilmesi ............... 111 Kedilerin Apendiküler Kemik Kırıklarının Tedavisinde UNILOCK® Sistemin Kullanımı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi ........................................................................................... 113 IV Kedilerde Suprakondüler ve Diyafizer Femur Kırıklarının Çift Yönlü İntramedullar Kırschner Tel Uygulama İle Sağaltımı ....................................................................................... 115 XV. Yüzyılda Yazılmış Bir Baytarnamede At Hekimliğinde Veteriner Cerrahi Uygulamaları .................................................................................................................................... 117 Kedide Bağırsak Çeperinde Görülen Değişikliklerin Ultrasonografik Tanısı ............... 119 Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi .... 121 Sağlıklı ve Laminitisli Sığırlarda Radyolojik Bulguların Değerlendirilmesi .................. 123 Ultrasonografinin Aksillar Bölgedeki Yumuşak Doku Kitlelerin Tanısındaki Değeri .... 125 Ultrasonografi Rehberliğinde Perkutan Paramedian Abomasopeksi: Sola Abomasum Deplasmanlarının Tedavisi için Saha Şartlarına Uygun ve Güvenli Bir Teknik ............................................................................................................................................ 127 Köpek ve Kedilerde Non-Kardiyak Toraks Ultrasonografisi .............................................. 129 POSTER BİLDİRİLER İkiyüzdokuz Yaban Kuşunda Cerrahi Lezyonlar: Retrospektif Çalışma (2006-2012) .... 133 Altı Aylık Bir Buzağıda Kesici Yabancı Cisim Yaralanmasına Bağlı Musculus Fleksor Digitorum Superficialis ve Profundus Tendolarının Tam Rupturu ve Operatif Sağaltımı ............................................................................................................................................ 135 Anglo-Arap Irkı Bir Atta Salya Taşı Olgusu .............................................................................. 137 Ankara İli Beypazarı ve Güdül Yöresinde Süt Sığırı İşletmelerinde Karşılaşılan Ayak Hastalıklarının İnsidansı Üzerine Çalışmalar .......................................................................... 139 Bir Atta Ateşli Silah Yaralanması ve Sağaltımı ........................................................................ 141 Bir Atta Ateşli Silah Yaralanmasına Bağlı II. Falanks Kırığının Tanı ve Sağaltımı .......... 143 Bir Atta Özefagus Divertikulumu: Vaka Raporu .................................................................... 145 Bir Buzağıda Açık Enfekte Metatarsus Kırığının İlizarov Eksternal Fikzatörü İle Sağaltımı ............................................................................................................................................ 147 Bir Buzağıda Dermatosparaxis Olgusu .................................................................................... 149 Bir Buzağıda Ektopik Akciğer Olgusu ....................................................................................... 151 Bir Buzağıda Komplike Taban Ülseri Olgusu ve Sağaltımı ................................................. 153 Bir Buzağıda Proksimal Tibia Kırığının Linear Eksternal Fikzatör İle Sağaltımı ........... 155 Bir Buzağıda Servikal Bölgede Rastlanan Heteretopik Akciğer Olgusu ....................... 157 Bir Cocker Spanial Irkı Köpekde Ekstrahepatik Tekli Portosistemik Şant Olgusu ...... 159 Bir İnekte Retikulumun Sağa Deplasmanı: Vaka Raporu ................................................... 161 V Bir İnekte Servikal Bölgede Karşılaşılan Lipom Olgusu ...................................................... 163 Bir Kara Kaplumbağası’nda Görülen Travmatik Artritis Olgusunun Dimetil Sülfoksit (DMSO) İle Sağaltımı ...................................................................................................................... 165 Bir Kedi ve Bir Köpek Yavrusunda Rektal Prolapsus İle İleossekokolik İnvaginasyon Olgusu ................................................................................................................................................ 167 Bir Kedide Bilateral Konjenital Fleksural-Torsional Arka Ekstremite Deformitesinin Mini-Vetfix Eksternal Fiksasyon Sistemi İle Düzeltilmesi ................................................... 169 Bir Kedide Nefrolithiasis ve Sağaltımı ...................................................................................... 171 Bir Kedide Oral İnvaziv Yassı Hücreli Karsinom ..................................................................... 173 Bir Kedide Primer Akciğer Tümörüne Bağlı Nörolojik Paraneoplastik Sendrom Olgusu ................................................................................................................................................ 175 Bir Kedide Vestibüler Nöyritis Olgusu ...................................................................................... 177 Bir Kısrakta Tekrarlayan Sistitis ................................................................................................... 179 Bir Köpekte Diş İmplantı Kullanılarak Diş Kökü Oluşturulması ve Kron Üst Yapı Restorasyonu ................................................................................................................................... 181 Bir Köpekte Fibrosarkom .............................................................................................................. 183 Bir Köpekte İdrar Kesesi Taşı: Olgu Sunumu ........................................................................... 185 Bir Köpekte Konjenital Fimozis Olgusu ve Cerrahi Tedavisi .............................................. 187 Bir Köpekte Tibial Kaynamama’nın Ulnar Otogref İle Tedavisi ......................................... 189 Farklı Hayvan Türlerinden Elde Edilen Mezenkimal Kök Hücrelerin (Mkh) İzolasyonu ve Farklılaşması ve Özel Oluşturulmuş Doku İskelesinde Mezenkimal Kök Hücrelerin Değerlendirilmesi: Ön Çalışma .................................................................................................. 191 Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Karpal Palmar Ganglion Kisti ..................................... 193 Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Midede Yabancı Cisim Olgusu: Vaka Sunumu ..... 195 Holstein Irkı Bir İnekte Karşılaşılan Erken Dönem Fötal Maserasyon Olgusu ............. 197 Holştein Irkı Üç İnekte Sekum Dilatasyonu, Dislokasyonu ve Torsiyonu Olgusu ...... 199 İki Buzağıda Abomazo-Umbilikal Fistül .................................................................................. 201 İki Buzağıda Karşılaşılan Ektopik Böbrek Olgusu ................................................................. 203 İki Köpekte Karşılaşılan Bilateral Malign Seminom Olgusu .............................................. 205 İneklerde Abomasum Deplasmanı Operasyonlarında Ksilazin-Lidokain veya Deksmedetomidin-Lidokain Karışımları İle Gerçekleştirilen Epidural Anestezinin Klinik Etkinliklerinin Karşılaştırılması ....................................................................................... 207 Kangal Irkı Bir Köpekte Nekrotik Dil Yarası ve Glossopleji: Vaka Sunumu .................... 209 VI Kangal Melezi Bir Köpekte Transmissible Venereal Tümör ve İmmunohistokimyasal Olarak İncelenmesi Olgusu ......................................................................................................... 211 Kars Yöresinde Sığır Oküler - Perioküler Tümör ve Benzeri Oluşumların Klinik ve Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi ................................................................................ 213 Kataraktlı Köpeklerde Fakoemülsifikasyon ve Ekstrakapsüler Katarakt Ekstraksiyon Yöntemlerinin İntraoküler Basınça Etkilerinin Karşılaştırılması ...................................... 215 Kedi ve Köpeklerde 2010-2011 Yıllarındaki Ekstremite Lezyonlarının Radyolojik Değerlendirilmesi Retrospektif Çalışma ................................................................................. 217 Kedi ve Köpeklerde Kırık Sağaltımında İmplant Yetmezliği: 52 Olguda Klinik Çalışma ............................................................................................................................................... 219 Köpek Femur Kırıklarının Unilateral Semisirküler Eksternal Fiksasyon Sistemiİntramedüller Pin (Tie-In) Konfigürasyonu İle Sağaltımı ................................................... 221 Köpeklerde Femur’da Trochanter Major’un Proksimalindeki Anatomik Farklılıklara Göre Doğru Ve Güvenli Anterograd İntramedullar Pin Uygulamalarının Belirlenmesi: Anatomik Çalışma .......................................................................................................................... 223 Köpeklerde Hepatobiliyer Hastalıkların Ultrasonografik Değerlendirilmesi ............. 225 Köpeklerde Propofol ve Thiopental’in Göziçi Basıncı Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması ............................................................................................................................... 227 Köpeklerde Prostat Hastalıklarının Doppler Ultrasonografik Değerlendirilmesi ..... 229 Köpeklerin Arka Ekstremite Operasyonlarında Bupivakain-Morfin Kombinasyonuyla Tek Segment Kombine Spinal-Epidural Anestezinin Kullanılabilirliğinin Araştırılması: Ön Çalışma Sonuçları .................................................................................................................... 231 Köpeklerin Ekleme Yakın Uzun Kemik Kırıklarının Sirküler-Semisirküler Eksternal Fiksasyon Sistemi İle Sağaltımı ................................................................................................... 233 Macar Pointer Irkı Bir Köpekte Ligamentum Cruciata Anterior Rupturu Olgusu ...... 235 Maddi Kayıplı Tendo Rupturlarının Otogreft ile Onarılmasında Farklı Dikiş Yöntemlerinin Klinik ve Biyomekanik Olarak Karşılaştırılması: Ön Çalışma ................ 237 Melez Bir Kedide Böbreğin de Fıtıklaştığı Diyafram Fıtığı Olgusu .................................. 239 Melez Bir Köpek Yavrusunda Ektrodaktili Olgusu ................................................................ 241 Melez Bir Köpekte Bilateral Lens Lukzasyonu ....................................................................... 243 Mitral Kapakçık Yetmezliği Olan Köpeklerde Vhs Değerlendirilmesi ............................ 245 Montofon Irkı Bir Buzağıda Atipik Vulva Atrezisi Olgusu ................................................... 247 Normal ve Laminitis’li Sığır Tırnaklarında Capsula Ve Corium Ungulae’nin Morfolojik Özelliklerinin Radyolojik, Ultrasonografik ve Postmortem Olarak Değerlendirilmesi ........................................................................................................................... 249 VII Paraplejili Bir Köpekte Spinal Kord Lezyonunun Belirlenmesinde Klinik, Radyolojik (X-Ray, MR), Nekropsi ve Histopatolojik Bulguların Birlikte Değerlendirilmesi ......... 251 Performans Düşüklüğü Bulunan Spor Atlarında Gastrik Ülser Sendromunun Gastroskopik Değerlendirilmesi ................................................................................................ 253 Piyeten mi, Ayak Apsesi mi? ........................................................................................................ 255 Servikal Bölgenin Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları: 17 Köpek - 4 Kedi ...... 257 Sığırlardaki Laminitis Olgularında Magnetik Rezonans ve Tomografi Uygulama Sonuçları ............................................................................................................................................ 259 Tarantula cubensis Ekstraktının (Theranekron®) Yara Üzerine Lokal Etkisinin Araştırılması: Deneysel Bir Çalışma ........................................................................................... 261 Tavşanlarda Açık Yaralarda Momordica charantia L. Ekstratı ve Centella asiatica L. Ekstraktının Etkilerinin Karşılaştırılması .................................................................................. 263 Taylarda Umblikal Herniorafi İçin Saha Şartlarında Dissosiyatif Anestezi ................... 265 Travmalı Köpek ve Buzağılarda Serum Biyokimyasal Profil ve Oksidatif Stresin Değerlendirilmesi ........................................................................................................................... 267 Van İli Gevaş Yöresinde Sokak Köpeği Saldırısına Uğrayan Kuzularda Oluşan Isırık Yaralarının Sağaltımı ...................................................................................................................... 269 Yedi Kedide Görülen Osteokondrodisplazi Olgusu ............................................................. 271 Yeni Doğan Buzağıların Radius-Ulna Kırıklarının Sağaltımında İnsana Özgü Şekilli Plak Uygulaması ve Klinik Sonuçları ......................................................................................... 273 VIII KONGRE PROGRAM 27 HAZİRAN 2012 14.00- Otele Giriş ve Kayıt 18.00-19.00 Açılış Kokteyli 28 HAZİRAN 2012 08.00-08.50 Açılış ve Protokol Konuşmaları (Slayt Gösterimi ve Plaket Takdimi) ÇAĞRILI BİLDİRİ Oturum Başkanları: Prof.Dr. M. Ali Öztürk TEKELİ - Prof.Dr. Engin KILIÇ 09.00-09.30 Sığırlarda Abomasum Deplasmanları Prof.Dr. Henry STAMPFLI ÇAĞRILI BİLDİRİ Oturum Başkanları: Prof.Dr. Rauf YÜCEL - Prof.Dr. Zafer OKUMUŞ 09.40-10.10 Beslenmenin İmmun Sisteme Etkisi ve At Sağlığında Kullanılan İmmun Modulatörler Prof.Dr. Haydar ÖZPINAR 10.20-10.30 ÇAY - KAHVE ARASI I. OTURUM - GENEL CERRAHİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. O. Sacit GÖRGÜL - Prof.Dr. Deniz SEYREK İNTAŞ 10.40-10.50 Tek Aşamalı Laparoskopik Abomasopeksi ile Tedavi Edilen Sola Abomasum Deplasmanı Olgularında Preoperatif Muayene Verilerinden Desüflatif Replasman Süresini Tahmin Etmek Olası mıdır? Sırrı AVKİ, Kürşâd YİĞİTARSLAN, Asude Gizem ÖZSOY 10.50-11.00 İki Köpekte Gözlenen Patent Ductus Arteriosus (PDA) ve Şirurjikal Sağaltımı Kürşat ÖZER, Esma YILDAR, Banu DOKUZEYLÜL, Remzi GÖNÜL 11.00-11.10 Altı Günlük Bir Buzağıda Ectopia Cordis Cervicalis Olgusu ve Operatif Sağaltımı Kürşat ÖZER, Didar AYDIN, Özlem GÜZEL, Dilek OLĞUN ERDİKMEN, Ebru ERAVCI, Ümit UĞURLU, Lora KOENHEMSİ, Tamer DODURKA, Kıvılcım SÖNMEZ, Aydın GÜREL 11.10-11.20 Neonatal Buzağılarda Omfalitis; Yaygınlığı ve Bazı Risk Faktörleri Erhan GÖKÇE, Onur ATAKİŞİ, Hidayet Metin ERDOĞAN, Emine ATAKİŞİ IX 11.20-11.30 Kedi ve Köpeklerde Perfore Karın Duvarı Yaraları: Tanı ve Sağaltım Deniz SEYREK-İNTAŞ, Kornelia HÜBLER, Cetina THİEL, Christine PEPPLER, Martin KRAMER 11.30-11.40 SORU ve KATKILAR 12.00-13.00 ÖĞLE ARASI II. OTURUM - GÖZ - KULAK HASTALIKLARI SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. Nuri YAVRU - Prof.Dr. Gültekin ATALAN 13.00-13.10 Köpeklerde Aurikular Hematomun Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım Alper DEMİRUTKU, Kürşat ÖZER, Yalçın DEVECİOĞLU, Zihni MUTLU, Ebru ERAVCI, Alper ÇETİNKAYA 13.10-13.20 Koyun ve Keçilerde Gözyaşı ve Göz İçi Basınç Üzerine Yaş ve Atropinin Etkileri Cafer Tayer İŞLER, Muhammed Enes ALTUĞ, Servet KILIÇ 13.20-13.30 Farelerde Deneysel Kuru Göz Modeli Üzerine Farklı Terapötik Ajanların Etkilerinin Karşılaştırılması Kadri KULUALP, Servet KILIÇ 13.30-13.40 Şanlıurfa Yöresinde Sığır Oküler ve Perioküler Tümörlerinin Klinik ve Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi: 15 Olgu Cengiz CEYLAN, Zafer ÖZYILDIZ, Rahşan YILMAZ, Halil Selçuk BİRİCİK 13.40-13.50 İki Kedi ve Bir Köpekte Dış Akustik Kanal Atrezyası (DAKA) Alper DEMİRUTKU, Kürşat ÖZER, Ebru ERAVCI, Aslı EKİCİ, Oktay DÜZGÜN, Yalçın DEVECİOĞLU, Zihni MUTLU 13.50-14.00 SORU ve KATKILAR III. OTURUM - ORTOPEDİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. Burhanettin OLCAY - Prof.Dr. Sırrı AVKİ 14.00-14.10 Fizik Tedavinin Önemi ve Hasta Refahına Katkıları Gamze KARABAĞLI 14.10-14.20 Kemik Ksenogrefti Olarak Kullanılan Mürekkep Balığı Kemiğinin Kemik İyileşmesi Üzerine Etkileri Elif DOĞAN, Zafer OKUMUŞ X 14.20-14.30 Kırıklarda Osteosentez Materyali Olarak Kilitli Plak Uygulaması Kürşat ÖZER, Zihni MUTLU, Yalçın DEVECİOĞLU, Ebru ERAVCI 14.30-14.40 85 Köpekte Dirsek Displazisinin Uluslararası Dirsek Çalışma Grubu (Iewg) Skorlama Sistemi ile Değerlendirilmesi Sinan ULUSAN, Özge ÖZDEMİR, Hasan BİLGİLİ 14.40-14.50 65 Köpekte Ön ve Arka Ekstremite Topallıklarının Force Plate Kinetik Yürüme Analizi İle Değerlendirilmesi Özge ÖZDEMIR, Sinan ULUSAN, Hasan BİLGİLİ 14.50-15.00 SORU ve KATKILAR 15.00-15.10 ÇAY - KAHVE ARASI IV. OTURUM - ÜROGENİTAL SİSTEM HASTALIKLARI / EGZOTİK HAYVAN HASTALIKLARI SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. Bahattin KOÇ - Prof.Dr. Kemal ALTUNATMAZ 15.10-15.20 Böbrek Nakli Adayı Bir Kedide Sürekli Ayakta Periton Diyaliz Uygulaması Murat KARABAĞLI, Gamze KARABAĞLI, Kürşat ÖZER, Yeşim TOLA, Orhan ZİYLAN 15.20-15.30 Köpeklerde Vazektominin Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi Mahir KAYA, Elif DOĞAN, Zafer OKUMUŞ 15.30-15.40 İdrar Kesesi Rupturlarının Tanısında Fluorescein Bir Belirteç Olarak Kullanılabilir mi? (Deneysel Tavşan Modeli) Özgür AKSOY, Başak KURT, Kürşat ÇEÇEN, Sadık YAYLA, Metin EKİNCİ, İsa ÖZAYDIN, Süleyman Erdinç ÜNLÜER 15.40-15.50 İneklerde Modifiye Pouret Yöntemiyle Pneumovaginanın Operatif Sağaltımı: Klinik, Mikrobiyolojik ve Sitolojik Bulgular Kamil Seyrek İNTAŞ, Gülşen GONCAGUL, İsmail Hakkı KUMRU, Deniz SEYREK İNTAŞ 15.50-16.00 Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hatay Sahilinde Kafa Travmalı İki Caretta Caretta Deniz Kaplumbağasında Özefagal Olta İğnesinin Çıkarılması Muhammed Enes ALTUĞ, Cafer Tayer İŞLER, Ziya YURTAL 16.00-16.10 SORU ve KATKILAR XI WORKSHOP PROGRAMI 16.10-17.10 Veteriner Ortopedide Sirküler Eksternal Fiksatörün Kullanımı Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ Dijital Radyoloji Prof.Dr. Deniz SEYREK-İNTAŞ Doç.Dr. Nureddin ÇELİMLİ 29 HAZİRAN 2012 ÇAĞRILI BİLDİRİ Oturum Başkanları: Prof.Dr. Suphi Erdem ACAR - Prof.Dr. Ali BUMİN 08.30-09.00 Atlarda - Sığırlarda Saha Anestezisi Dr. Paulo STEAGAL ÇAĞRILI BİLDİRİ Oturum Başkanları: Prof.Dr. Metin KAYA - Prof.Dr. Hasan BİLGİLİ 09.10-09.40 Kedi ve Köpeklerde Parçalı Diyafizer Kırıklar Dr. Klaus ZAHN 09.40-09.50 ÇAY - KAHVE ARASI V. OTURUM: GENEL CERRAHİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. Ertuğrul ELMA - Prof.Dr. Halil Selçuk BİRİCİK 09.50-10.00 Diabetik ve Nondiabetik Fare Modellerinde Doku Kayıplı Açık Yara Sağaltımında Lokal İnsülin Kullanımının Myofibroblast Aktivitesi Üzerine Etkisi İsa ÖZAYDIN, Özgür AKSOY, Sadık YAYLA, Engin KILIÇ, Barlas SÜLÜ, Başak KURT, Seyit Ali BİNGÖL, Turgay DEPREM 10.00-10.10 Peritoneal Adezyonların Önlenmesinde Dimetil Sülfoksit (DMSO) Ve Synovial Sıvı Etkinliğinin Karşılaştırılması (Deneysel Tavşan Modeli) Kemal KILIÇ, Nergiz KILIÇ, Engin KILIÇ, Sadık YAYLA, Celal Şahin ERMUTLU, İsa ÖZAYDIN, Serpil DAĞ 10.10-10.20 Tavşanlarda İntestinal Doku İyileşmesi ve Postoperatif İntraabdominal Adezyonlar Üzerine Levamizol ve Siklosporin’in Etkilerinin Karşılaştırılmalı Olarak Araştırılması Evren ESİN, Fahrettin ALKAN XII 10.20-10.30 Tavşanlarda Deneysel İntraabdominal Cerrahide, Bitkisel Kökenli Kanama Durdurucunun (Ankaferd Blood Stopper) Etkisinin Araştırılması Erkan DÜZ, İsmail ALKAN, Loğman ASLAN, İrfan BAYRAM, Abdullah KAYA, Harun AYHAN, Eda YAVUZ 10.30-10.40 Köpeklerde Gutta Perka ve Termafilin Endodontik Tedavideki Etkinliğinin Karşılaştırılması Zeynep PEKCAN, Mehmet GÜRKAN, Barış KÜRÜM, Ali KUMANDAŞ, Birkan KARSLI 10.40-10.50 SORU ve KATKILAR VI. OTURUM: ANESTEZİYOLOJİ ve REANİMASYON / SİNİR SİSTEMİ HASTALIKLARI SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. Bahtiyar BAKIR - Prof.Dr. Murat SARIERLER 10.50-11.00 Deneysel Peri ve Epinöral Nörorafi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve Silikon Tüp + Hyaluronik Asit Uygulamasının Adezyon Formasyonuna Etkisi İsa ÖZAYDIN, Emine ÜNSALDI, Özgür AKSOY, Sadık YAYLA, Miktat KAYA, Muzaffer Başak ULKAY TUNALI, Abit AKTAŞ, Erol TAŞDEMİROĞLU, Mete CİHAN, Başak KURT, Hakan Can YILDIRIM, Ahmet ŞENGÖZ, Hakan ERDOĞAN 11.00-11.10 Siyatik Sinir Nörorafisi Uygulanmış Ratlarda Silikon Tüp ve Hyaluronic Asidin Sinir Rejenerasyonu Üzerine Etkilerinin Elektrofizyolojik Değerlendirilmesi Nergiz HÜSEYİNOĞLU, İsa ÖZAYDIN, Sadık YAYLA, Can Hakan YILDIRIM, Özgür AKSOY, Ahmet ŞENGÖZ, Erol TAŞDEMİROĞLU 11.10-11.20 Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması Sadık YAYLA, Engin KILIÇ, Özgür AKSOY, İsa ÖZAYDIN, Metin ÖĞÜN 11.20-11.30 Ankara Keçilerinde Spontan Ventilasyon Esnasında Sevofluran ile İzofluranın Kardiyovasküler ve Kardiyopulmoner Sistem Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması Ali KUMANDAŞ, Ertuğrul ELMA 11.30-11.40 Köpeklerde Genel Anestezi Sürecinde Spontan Solunum ve Mekanik Ventilasyonun Kan Gazları Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması Özlem GÜZEL, Esma YILDAR, Gamze KARABAĞLI, Dilek OLGUN ERDİKMEN, Aslı EKİCİ 11.40-11.50 Buzağılarda İntratekal Ketamin HCl’ün Klinik, Hemodinamik ve Biyokimyasal Etkilerinin XIII Araştırılması Engin KILIÇ, Sadık YAYLA, Alkan KAMİLOĞLU, Vedat BARAN, Metin ÖĞÜN 11.50-12.00 SORU ve KATKILAR 12.00-13.00 ÖĞLE ARASI VII. OTURUM: ORTOPEDİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. Emine ÜNSALDI - Prof.Dr. Abuzer TAŞ 13.00-13.10 Köpek Yavrularında Kalça Displazisinde Tanı Yöntemlerinin Karşılaştırılması Alper BAŞA, Nuri YAVRU 13.10-13.20 Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Kopuklarının Tibial Plato Düzeltme Osteotomisi-TPDO ile Sağaltımı, Sonuçlarının Klinik ve Radyografik Olarak Değerlendirilmesi Didar AYDIN, Kemal ALTUNATMAZ 13.20-13.30 Kedilerin Apendiküler Kemik Kırıklarının Tedavisinde UNILOCK® Sistemin Kullanımı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN, Kürşad YİĞİTARSLAN, Yusuf Sinan ŞİRİN, M. Doğa TEMİZSOYLU, Sırrı AVKİ 13.30-13.40 Kedilerde Suprakondüler ve Diyafizer Femur Kırıklarının Çift Yönlü İntramedullar Kırschner Tel Uygulama İle Sağaltımı Kemal ALTUNATMAZ, Murat KARABAĞLI, Didar AYDIN, Özlem GÜZEL, Ebru ERAVCI, Himmet EKİCİ 13.40-13.50 XV. yy’da Yazılmış Bir Baytarnamede At Hekimliğinde Veteriner Cerrahi Uygulamaları Ali YİĞİT, Aşkın YAŞAR 13.50-14.00 SORU ve KATKILAR 14.00-14.10 ÇAY - KAHVE ARASI VIII. OTURUM: GÖRÜNTÜLEME TEKNİKLERİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Prof.Dr. Kürşat ÖZER - Prof.Dr. Mustafa Doğa TEMİZSOYLU 14.10-14.20 Kedide Bağırsak Çeperinde Görülen Değişikliklerin Ultrasonografik Tanısı Deniz SEYREK-İNTAŞ, Christine PEPPLER, Nadine MAREK, Martin GERWİNG, Martin KRAMER 14.20-14.30 Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi XIV Latif Emrah YANMAZ, Zafer OKUMUŞ 14.30-14.40 Sağlıklı ve Laminitisli Sığırlarda Radyolojik Bulguların Değerlendirilmesi Nureddin ÇELİMLİ, Göksen ÇEÇEN, Deniz SEYREK-İNTAŞ, Hakan SALCI, Aylin ALASONYALILAR DEMİRER, H. Özlem NİSBET, Gülsüm Ülke ÇALIŞKAN, Deniz MISIRLIOĞLU, Osman Sacit GÖRGÜL 14.40-14.50 Ultrasonografinin Aksillar Bölgedeki Yumuşak Doku Kitlelerinin Tanısındaki Değeri D. SEYREK-İNTAŞ, Friederike RAU, Ursula MICHELE, Martin GERWING, Martin KRAMER 14.50-15.00 Ultrasonografi Rehberliğinde Perkutan Paramedian Abomasopeksi: Sola Abomasum Deplasmanlarının Tedavisi için Saha Şartlarına Uygun ve Güvenli Bir Teknik Kürşad YİĞİTARSLAN, Aydın ÖZMEN, Sırrı AVKİ 15.00-15.10 Köpek ve Kedilerde Non-Kardiyak Toraks Ultrasonografisi Nureddin ÇELİMLİ, Hakan SALCI, Melike AKBALA, Deniz SEYREK-İNTAŞ 15.10-15.20 SORU ve KATKILAR 15-20-16.00 POSTER TURU WORKSHOP PROGRAMI 16.00-17.00 Atlarda - Sığırlarda Saha Anestezisi Dr. Paulo STEAGAL Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Rupturlarının Onarımında Yeni Bir Teknik: TightRope CCL Dr. Klaus ZAHN PANEL 17.00-18.00 Kongre Değerlendirme Paneli ve Kapanış 30 HAZİRAN - 02 TEMMUZ 2012 SOSYAL PROGRAM -Kars Şehir Gezisi -Ani Antik Kenti ve Çıldır Gölü Gezisi -Ardahan, Şavşat, Karagöl Gezisi -Iğdır, Nahçıvan Gezisi -Tiflis, Bakü Gezisi XV 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS ÇAĞRILI BİLDİRİLER -1- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS -2- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Abomasal Displacement in the Dairy Cow Prof.Dr. Henry STAMPFLI DVM, Med. Vet. Dr., DIP Large Animal Medicine, Clinical Studies Ontario Veterinary College, University of Guelph Ontario, CANADA Adapted from Lectures Notes by Dr Judith König (© Judith König) INTRODUCTION First reports of abomasal displacement (AD) were published in the 1950’s and since then occurrence of AD has increased as have the publications on this topic. Lactation incident of AD (North America) has recently been estimated between 3-5% with individual herds having incidents rate of up to 20% reported. Economic losses to this condition include decreased milk production (average of 700 kg/lactation compared to healthy animals) and cost incurred by treatment and to have to replace culled animals. Risk factors for AD: A variety has been identified but a primary cause has not been established. Impaired motility of the abomasum seems to be important allowing fermentation gases from forestomachs to accumulate in the abomasum causing distention and in the case of a left sided displacement (LDA) will slide leftwards beneath ruminal atrium and ventral ruminal sack ultimately rising between rumen and abdominal wall on left side. GI left side normal (©Université de Montréal) GI left right normal (©Université de Montréal) Right sided displacements (RDA) are less common and accumulation of fluid and gas leads to caudo dorsal dilatation; twists may occur on the lesser omentum sometimes resulting in a volvulus. LDAs occur primarily within the first 4 weeks post partum whereas only 50-70% of RDA happen in this period and the rest is independent from stage of gestation or lactation. Risk factors: Breed, age and milk yield for AD. Predominantly in classical milk breeds like Holstein-Friesian; Simmental-Red-Holstein; Brown-Swiss and Channel breeds. AD is very -3- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS GI LDA (©Université de Montréal) GI RDA (©Université de Montréal) GI LDA (©Université de Montréal) rare in other breeds. Selection for a tall stature and deep body depth in breeding herds may explain this observed breed predisposition. There is an increase in vertical distance between abomasum and descending duodenum, impairing abomasal emptying. AD increases with age beyond third lactation and up, however ,this is debated. AD and high milk yield is controversial. Genetics: is an important risk factor for both left and right AD with reported heritability from 0.11-0.41. Nutrition: LDA in 4 first weeks after calving is striking and is especially correlated with high concentrate and low fiber diets. Increase of fraction of concentrate will decrease dramatically abomasal motility (high concentration of short chained fatty acids SCFA and increase in methane and endotoxin may also play an important role). Periparturient diseases and stress: Stress has been proven to increase AD. It is statistically proven in cases of multiple pregnancies, dystocia, retention of the fetal membranes or metritis. Low blood calcium causes decreased abomasal motility. Negative energy balance for LDA and ketosis for AD. Cows entering lactation with high body scores are predisposed to AD. Diseases causing decreased feed intake are also associated with increased AD as a full rumen is protective for LDA (forma natural barrier). -4- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Neuronal factors: at present unclear on how important they are there is research ongoing on this aspect. Anatomy of the Bovine Intestinal Tract The understanding and three-dimensional arrangement of intestinal anatomy is one of the most important factors in determining success of surgeries of intestinal disorders in ruminants. Surgical manipulation and exteriorization of many areas of bovine intestines are challenging especially with the patient standing. Often there is abundant mesenteric fat present and especially the mesentery is short. The best approach to exploratory surgery depends on clinical findings but best overview is achieved by a right flank approach. I. OMENTUM (Greater & Lesser) Embryonic development of the stomach Primordium of ruminant stomach (“simple stomach”) is attached to roof of abdomen by the dorsal mesogastrium, attaching on the greater curvature (develops postnatally into greater omentum); ventral mesogastrium attaches the lesser curvature to the floor of the abdomen (develops postnatally into lesser omentum); development into definite stomachs changes mesogastrium and area of greater curvature develops into rumen, reticulum & most of abomasum, whereas the area of lesser curvature develops into omasum & small portion of abomasum Greater omentum Is composed of 2 layers (superficial & deep) which form the “omental sling” Omental bursa- cavity between the superficial & deep wall Superficial wall a. In the left abdomen, attaches along the left longitudinal groove of the rumen b. Extends ventrally & to the right, encircling the intestines c. In the right abdomen, attaches to the greater curvature of the abomasum, the caudal surface of the cranial duodenum, & the ventral surface of the descending duodenum 4. Deep wall a. Attaches to the right longitudinal groove of the rumen b. Also extends ventrally & to the right, beneath the intestines c. In the right abdomen, joins the superficial wall in its attachment to the duodenum. d. Cranially, forms transverse sheet that attaches to pancreas, liver & sigmoid loop of duodenum 5. At their caudal borders, the superficial & deep walls are fused to form the caudal fold of the omental sling (from the caudal flexure of the duodenum to the caudal groove of the rumen on the left) 1. 2. 3. Lesser omentum Extends from the esophagus & the visceral surface of the liver along the reticular -5- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS GI greater omentum left side (©Université de Montréal) groove & base of the omasum → attaches to the lesser curvature of the abomasum & cranial duodenum Covers most of the right surface of the omasum Epiploic foramen → opening into the omental bursa (dorsal vena cava & ventral portal vein) II. FORESTOMACHS & ESPECIALLY ABOMASUM A. Relation forestomach & abomasum Occupies ¾ of the abdomen in adults Relative size changes with age (plant food triggers development). In newborn, the abomasum twice as big as rumen At 8 weeks the rumen & abomasum are roughly the same size At 12 weeks the rumen is three times larger than the abomasum At one year of age the rumen is 9 times larger than the abomasum Adult: rumen is 10 times larger than the abomasum A: Forestomach 1. Rumen Occupies most of the left side of the abdomen Extends from the 7th-8th ribs to the pelvis Dorsal & ventral sac separated by longitudinal groove Dorsal & ventral coronary grooves separate caudodorsal & caudoventral blind sacs from dorsal & ventral sac Cranial sac communicates via rumino-reticular opening with reticulum Esophagus enters at ruminoreticular junction 2. Reticulum Lies against the diaphragm at the 6th to 8th ribs level Located on the left side of midline Communicates via reticulo-omasal opening with omasum -6- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS 3. Omasum Lies to the right of the midline at the ventral aspect of the 7th to 11th ribs Communicates via omaso-abomasal opening with abomasum 4. Abomasum Lies on the abdominal floor on the right side of midline Position is altered by pregnancy Extends from the xyphoid to the 9th or 10th intercostal space Pylorus: Usually lies at the level of the costochondral junctions of ribs 9-10 Topographic anatomy of the Gastro Intestinal tract right side with emphasis on abomasum (A). (© Université de Montréal) 1: normal III. MESENTERY A. Bovine mesentery is relatively short, making exteriorization of some bowel segments difficult 1. B. Therefore, need specific landmarks, as described above, for orientation Mesentery is thick & opaque due to fat deposits 1. 2. Except in young calves or in very thin adults Makes identification of vessels & lymph nodes difficult C. Segments of bowel lying on the left side of the mesentery, such as the spiral colon, may be obscured from view by the mesentery during surgical exploration from the right side of the abdomen. However, they can be exteriorized. D. The more dorsal segments of the intestines are tightly apposed because their -7- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS mesenteries are essentially fused near the mesenteric root (ascending duodenum, proximal & distal loops of ascending colon, transverse colon, & cranial part of descending colon) IV. TECHNIQUE FOR SURGICAL EXPLORATION General comments There is no single correct method to surgically explore the abdominal cavity in ruminants. Systematic approach is crucial. Standard surgical approach for general exploration is through the right paralumbar fossa and is usually easier with the patient standing. Distension of intestines can complicate exploration. Detailed Technique Upon entering the peritoneal cavity, it is important to identify obvious abnormalities such as abnormal peritoneal fluid; grossly distended or discolored viscera. Identification of the viscera In the cranial abdomen and outside the omental sling you will have the cranial and descending duodenum; the abomasum and pylorus. To retract pylorus toward incision follow greater omentum cranioventrally. A landmark in the greater omentum is a small thumb sized tag usually 5-15 cm caudally to pylorus (“sow’s ear”). The structure of the pylorus is slightly thickened and localized via palpatory finding within cranial greater omentum and then it is usually easy to identify it. Pylorus can be often but not always exteriorized to the incision. Fundus and body of abomasum contain ingesta and have a soft or fluidy consistency. Liver & gall bladder Gall bladder about the size of your fist Liver should have smooth surface, right side of liver edges more rounded then left Palpate the adjacent body wall & diaphragm for presence of adhesions Omasum Should be filled with very firm (indentible) contents and often there is a tendency to falsely diagnose “omasal impaction”. Reticulum Palpate for “honeycomb” texture on left cranioventral aspect of rumen and requires in a good sized Holstein cow a very long arm. Reticulum might have a magnet and or foreign bodies. Again check for adhesions. Kidneys Right kidney: Lies dorsal to the cranial portion of the descending duodenum, to the right of the mesoduodenum Left kidney Lies on the left side of the greater omentum -8- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Move your hand inside the caudal fold of the omental sling & advance cranially to the level of the middle portion of the descending duodenum Cecum & ascending colon Reflect the caudal fold of the omental sling cranially Identify & exteriorize the cecum & 1st segment of the proximal loop of the ascending colon Sometimes need to follow small intestine to locate cecum Rotate the exteriorized cecum cranially to expose the spiral colon, which is usually initially hidden Palpate cranial segments of the spiral colon, which cannot be exteriorized & distal loop of ascending colon Small intestine Follow the ileum proximally from the cecum Exteriorize the flange of the distal jejunum & proximal ileum Replace the flange With your hand on the left side of the mesentery, palpate the small intestine up to the duodenojejunal junction. Usually, the proximal or middle segments of the jejunum are not exteriorized unless a lesion is suspected. Check for presence of distended small bowel or twisted discolored mesentery. In general the small intestine is relatively easy to exteriorize through a right flank incision, but it can be extremely difficult to properly replace it into the abdomen. Once the small intestine is exteriorized, cow may show signs of pain due to stretch created by the tension on the mesentery Viscera in the dorsal & caudal abdomen Palpate the descending colon & rectum Uterus & ovaries Evaluate reproductive status. Advanced pregnancy may hinder the surgeon’s ability to palpate intestinal viscera. The uterus lies within the omental sling, pushing intestines cranially & making their exteriorization more difficult. The uterus may lie on the greater omentum, making cranial retraction of the omentum difficult. Urinary bladder: Many cows urinate during palpation Viscera in the left abdomen as explored from the right side. Move your hand around the caudal border of the mesenteric root to the caudodorsal portion of the rumen Palpate the left side of the rumen Feel for left displacement of the abomasum (usually gas‑filled viscus) Move your hand cranially to feel the spleen (if you can reach!) -9- 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS EVALUATION OF THE BOVINE GASTROINTESTINAL TRACT GOOD DETAILED HISTORY is very important Unfortunately, however, the history is often only available in dairy cows. General Inspection and observation: Inappetance/Anorexia/Body Condition Score Check for signs of discomfort and abdominal pain (colic). Mild colic → uneasy, stretching, leaning on objects; Moderate colic → frequent kicking at abdomen, up & down, lying in lateral; Severe colic (rare) → collapsing, violently kicking. Mentation: e.g. Depression Abdominal distention View from behind to evaluate shape of abdomen View from the side to evaluate distension of paralumbar fossae PHYSICAL EXAMINATION TPR, mucous membranes, hydration status Gastrointestinal sounds: Auscultation; Percussion; Succussion; Ballottement Presence/ Absence of peristalsis: Rumen contractions 3 cycles of rumen & reticulum per two minutes. Presence and localization.of tympany (“ping”) Drum‑like resonance during simultaneous auscultation & percussion superficial to a gas‑filled structure with fluid present in ventral aspect of the distended viscus. Ping pitch or quality “Ping” (high pitch): High gas pressure, & organ located adjacent to thin body wall (paralumbar fossa or the caudal rib area) “Pong” (low pitch): Lower gas pressure, OR organ located deep to thicker or less tense body wall “Plunk” (marginal ping): Minimal gas pressure, OR organ displaced from the abdominal wall Ping location & size Left sided pings: LDA, Ruminal tympany, Pneumoperitoneum; pneumorectum Right sided pings: RDA, RTA, Cecal dilatation/Volvulus, intussusception, pneumoperitoneum, pneumorectum Organs commonly involved Rumen Abomasum (LDA vs. RDA vs. RTA) Small intestine Cecum - 10 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Pneumoperitoneum Rectum Per-rectum examination (always last) Alteration in nature & quantity of feces (consistency, colour, odor) Absence of feces or scant pasty feces → total obstruction Reduced amount, glistening, greasy feces → partial obstruction Alternating diarrhea & dry feces → partial obstruction “Red” blood → cecal or colonic volvulus “Dark-red”, sticky feces or mucus → small intestinal intussusception Detection of gas-filled viscera (abomasum, cecum, small intestine, proximal colon, spiral colon) Evaluation of the rumen Condition of the uterus COMPLEMENTARY TESTS Blood work Abdominocentesis Rumen analysis Radiographs? Ultrasound EVALUATION OF THE BOVINE GASTROINTESTINAL TRACT I. LEFT ABOMASAL DISPLACEMENT (LDA) 1. Clinical signs 1. Most common: 85% of all abomasal displacements 2. LDA usually does not cause complete gastrointestinal obstruction, only slows passage of ingesta from rumen to duodenum 3. Usually 1-6 wk postpartum (most occur 1-4 weeks pp) 4. Decreased milk production 5. Decreased appetite & prefers roughage over concentrate 6. Decreased fecal output, with mild diarrhea 7. TPR usually normal 8. Decreased rumen contractions 9. Auscultation & percussion a. Ping in craniodorsal left flank (9th to 13th rib) b.Decreased rumen motility 10. Palpation per rectum: Rarely possible and if present it is gas-distended viscus to left of rumen 11. Concurrent disease or recent stress (65-75% of cases) 12. Herds with a relative high incidence of LDAs: characterized by higher - 11 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS production, large number of cows, more concentrates fed/cow, less dry roughage fed/cow, & lower crude fiber in ration 13. Laboratory data 14. Usually normal, unless prolonged ® hypochloremia, hypokalemia, metabolic alkalosis ® in the field often only rough estimate ® a. 5% dehydrated ® mild metabolic hypochloremic alkalosis (severity of alkalosis depends on duration of displacement) b.10% dehydrated ® usually metabolic hypochloremic, hypokalemic, hyponatremic alkalosis & often hypocalcemia (slow pupillary light reflex, muscle fasciculations) c. Urine might be paradoxically acidic in cows with longstanding LDA 15. Ketonuria 16. Liptak test a. Through abdominal wall (area over ping), needle aspirate of fluid b.If pH < 3, abomasum II. RIGHT ABOMASAL DISPLACEMENT/DILATION (RDA) OR VOLVULUS (RVA) 1. RVA-Volvulus 1. 2. Usually a sequela to right‑sided dilation Torsion a. Twist on the abomasum's long axis b.Usually dorsally or counterclockwise, viewed from behind cow 3. Volvulus a. Twist through the abomasum's mesenteric attachment b.Usually cranially or counterclockwise, viewed from right side of cow 4. Is it a torsion or a volvulus? traditionally displacements that result in vascular compromise or luminal outflow obstruction have been referred to as torsions BUT the omental attachments prevent true torsion around the long axis: ROTATION actually occurs around an axis through the supporting lesser omentum THEREFORE the correct term is abomasal volvulus 2. Clinical signs 1. 2. RDA a. Often similar to LDA, except b.Large ping in cranial right flank (from 10th to 13th) Volvulus: Additional & more severe signs a. Acute anorexia b.Depressed c. Milk production drops dramatically d.No fecal output e. Abdominal pain f. Elevated heart & respiratory rates (if heart rate > 100 /min, poor prognosis for survival) g.Dehydration & shock - 12 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS h.Auscultation & percussion: Ping often larger than RDA & extends further caudall i. Succussion: Fluid sometimes detected in region of ping j. Palpation per rectum: Gas‑distended viscus in right abdomen k. May occur in both directions, counterclockwise more common (from the back) 3. Laboratory data 1. RDA: Can be similar to LDA 2. Hemoconcentration 3. Sequestration of abomasal secretions rich in HCl ® hypochloremia, hypokalemia, metabolic alkalosis a. More severe with volvulus b.If presurgical serum chloride < 80 mEq/L, HR>100 poor prognosis for survival 4. With severe abomasal volvulus, eventually get overriding metabolic acidosis from dehydration, shock, & accumulation of lactic acid III. NONSURGICAL TREATMENT 1.Spontaneous correction (e.g., trailer ride to your clinic), BUT most recur 2.Rolling 1. Indications: Usually for LDA only 2. Technique a. "Cast" cow in right‑lateral recumbency b.Rolled into dorsal recumbency ® rocked slightly to each side for about 3 min. c. Rolled into left‑lateral recumbency ® sternal recumbency ® standing 3. Disadvantages: Recurrence rate up to 70% Dirksen et al. Internal Medicine and Surgery of the Bovine 2005 3.Medical treatment 1. To promote smooth muscle contraction ® increased gastrointestinal motility a. Correction of ketosis & electrolyte disturbances (e.g., milk fever) - 13 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS 2. b.Parasympathomimetics ??: If used, usually for LDA only Supportive intravenous fluid therapy (RDA & RTA) IV. SURGICAL TREATMENT: "PEXY" METHODS OVERVIEW 1. Objectives 1. Replace the abomasum to its normal position 2. Stabilize the abomasum in this normal position to prevent repeat displacement (i.e., create a desirable permanent adhesion) 3. Treat any coexisting disease 2. Abomasopexy 1. 2. 3. 4. Abomasum directly fixed in normal position Greater curvature of abomasums is "sutured" to the body wall Surgical approaches: a. Left flank celiotomy b.Right paramedian celiotomy c. Right paramedian percutaneous technique (Togel method) Advantages/disadvantages a. Abomasum in most normal position b.Most secure method ® less recurrence 3. Omentopexy 1. 2. 3. 4. Abomasum indirectly pulled into normal position Greater omentum, near the pylorus, is sutured to the body wall Surgical approach: Right flank celiotomy Advantages/disadvantages a. Recurrence due to omental stretching or tearing b.Recurrence due to displacement/volvulus of abomasum cranial to pexy site 4. Pyloropexy (not recommended) 1. 2. 3. 4. Abomasum directly pulled into normal position Pylorus is sutured to the body wall Surgical approaches: Right flank Advantages/disadvantages a. Pyloric obstruction b.Recurrence due to displacement/volvulus of abomasum cranial to pexy site V. SURGICAL APPROACHES 1. LEFT FLANK CELIOTOMY 1. Advantages/disadvantages a. May be performed on standing animal b.For LDA only c. Poor access for exploration of the remainder of the GI tract and abdominal cavity - 14 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS d.Full rumen may hinder abomasal repositioning & pexy e. Often difficult for shorter surgeons f. Development of a long-term abomasopexy depends on adhesion formation ® adhesions not always as strong as obtained via right paramedian celiotomy 2. Technique: LDA a. Routine left‑flank celiotomy approach b.The gas‑filled abomasum is decompressed with large gauge needle attached to tubing (prevents contamination of peritoneal cavity) c. Abomasopexy (1) Heavy nonabsorbable suture material placed into abomasum (a) Simple continuous pattern & leaving free ends of the suture ³ 0.5 m long (b) Avoid penetrating the abomasal mucosa (2) After attaching the cranial free end of the suture to a straight needle, it is passed beneath the rumen to exit through the abdominal wall just caudal to the xiphoid & to the right of midline (3) The caudal free end is passed in a similar manner, exiting 8‑10 cm caudal to the 1st (4) An assistant grasps each free end exiting the right ventral body wall (5) The abomasum is returned to normal position by internal manipulation (“sweeping” ventrally) by the surgeon & external traction on the suture by the assistant (6) The assistant ties the 2 free ends of suture together & removes excess (7) The ventral abdominal sutures are subsequently cut off at skin level after sufficient time has passed for adhesions to form (³ 2 wk) (8) Avoid the milk vein d.Routine closure of the left‑flank incision 2. RIGHT FLANK CELIOTOMY 1. 2. Advantages/disadvantages a. May be performed on standing animal b.For LDA, RDA or RTA c. Best access for exploration of the remainder of the GI tract d.Usually not difficult for shorter surgeons e. Desirable omentopexy adhesions probably not as strong as abomasopexy adhesions ® pyloropexy not recommended Technique a. Routine right‑flank celiotomy approach b.LDA (1) The gas‑filled abomasum (on left side of rumen) is decompressed - 15 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS with large gauge needle attached to tubing (2) The abomasum is returned to normal position by manipulation (sweeping beneath the rumen) & by gentle traction on the greater omentum c. RDA & RTA (1) The gas‑ & fluid‑filled abomasum (external to omental sling) is decompressed (a) Large gauge needle attached to tubing (b) Stomach tube via small incision & purse‑string suture (2) The abomasum is returned to normal position by sweeping usually caudally & ventrally (3) Any displacement requiring manipulation of free pylorus or duodenum is considered a volvulus d.Omentopexy: A portion of the greater omentum, just caudal to the pylorus, is incorporated into closure of the muscle layers of the right‑flank incision 3. RIGHT PARAMEDIAN CELIOTOMY 1. 2. Advantages/disadvantages a. Best direct access to cranial abdomen & abomasum for LDA correction b.Desirable abomasopexy adhesions probably stronger than via left flank celiotomy c. Requires dorsal recumbency d.Although possible approach, not recommended for RDA & RTA correction ® (1) More difficult due to distorted visceral relationships (compared to standing) (2) Patient usually more systemically ill e. Relatively poor access for exploration of the remainder of the GI tract f. “Best” abomasopexy Technique a. Routine right‑paramedian celiotomy approach b.When rolled into dorsal recumbency, the gas‑filled abomasum often returns to its normal position. If still on the left side of rumen, the abomasum is decompressed with large gauge needle attached to tubing & subsequently swept into proper position c. Abomasopexy (1) The abomasum is incorporated into closure of the internal sheath of the right‑paramedian incision (2) Greater curvature of abomasal fundus, beginning 10‑15 cm caudal to reticuloabomasal ligament (3) Do not penetrate the abomasal mucosa d.Routine closure of the remainder of the right‑paramedian incision - 16 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS 4.RIGHT PARAMEDIAN PERCUTANEOUS ABOMASOPEXY 1. Advantages/disadvantages a. Simplest & least expensive method b.Relatively high success rate (up to 90%) c. For LDA only d.Cannot explore abdomen e. May incorrectly “pexy” rumen or pylorus (potential pyloric obstruction) 2. Technique a. Cast cow in dorsal recumbency b.Prep skin & infiltrate local anesthetic on right side of midline, just caudal to xiphoid c. Using auscultation/percussion, rock cow until abomasum moves beneath this position d.Percutaneous “blind” abomasopexy performed with: (1) Toggle‑pin apparatus, OR (2) A very large curved needle (upholstery needle) & nonabsorbable suture material e. Rolled into left‑lateral recumbency ® sternal recumbency ® standing 3. Laparoscopic technique: The procedure can be summarised as a 2-step method of which the first step consists of laparoscopic guided puncture of the abomasum to enable deflation and the placement of a toggle pin in the greater curvature of the abomasum. The abomasum is subsequently fixed to the ventral abdominal wall guided by a second laparoscopy, with the animal in dorsal recumbency or standing. - 17 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Beslenmenin İmmun Sisteme Etkisi ve At Sağlığında Kullanılan İmmun Modülatörler Haydar ÖZPINAR Gıda Mühendisliği Bölümü, İstanbul Aydın Üniversitesi, 34295 İstanbul, TÜRKIYE e-Posta: haydarozpinar@aydin.edu.tr Canlıyı hastalıklara karşı koruyan, hastalık etkenlerini tanıyıp yok eden organ, doku ve hücrelere immun sistemi denir. Hücrelerin yeniden yapılanmasını ve onarımını sağlayan besin öğelerinin immun modülatör etkileri bulunmaktadır. Başlıca immun modülatör öğeler arasında lif, omega-3, omega-6, fenolik bileşikler, ginseng, probiyotikler ve prebiyotikler gelmektedir. Gastrointestinal traktüs florası stabil bir ekosistem olmasına rağmen çeşitli faktörler ve koşullar altında denge değişebilir. Muhtemel en önemli etken ise antibiyotik kullanımıdır. Son yıllarda antibiyotik kullanımının olumsuz etkilerinin önüne geçmek ve immun sistemi güçlendirmek için probiyotikler ve prebiyotikler antibiyotiklere alternatif olmaya başlamıştır. Probiyotikler, bağırsaklardaki mikrobiyal dengeyi düzenleyen canlı mikroorganizmalardır. Prebiyotikler ise kolon bakterilerinin sayı ve aktiviteleri ile probiyotiklerin etkisini artıran, sindirilmeyen karbonhidratlardır. Mannanoligosakkarid (MOS), Saccharomyces cerevisiae mayası hücre duvarında elde edilen kompleks bir karbonhidrat olup; prebiyotik amaçlı olarak kümes ve besi hayvanları ile balıklarda verimlilik artışı ve sağlığın korunması amacıyla kullanılmaktadır. MOS’un immun sistemiyle olan etkileşimi ve mekanizması henüz tam olarak anlaşılmamıştır. Besin öğelerinin immun modülatör etkilerini ve etki mekanizmalarını anlamaya dönük ileri araştırmalara yoğun şekilde devam edilmesi gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Beslenme, Besin ögeleri, Probiyotik, Prebiyotik, Enflamasyon, İmmun Sistem, İmmunmodulatör Effect of Nutrition on Immune System and Immune Modulators Used for Horse Health Immune system is a network of organs, tissues and cells that protects an organism against any disease and causative agent of an infection. The nutrients serving as building materials and repairing body parts and protecting the cells have significantly immune modulating properties. The major immune modulators are known as fiber, omega-3, omega-6, phenolic compounds, ginseng, probiotics and prebiotics. Despite the gastrointestinal tract flora is actually a stable eco-system it can also be negatively affected by various factors and conditions. The possible reason is the use of antibiotics as unnatural medication. In the recent years probiotics and prebiotics have significantly been alternative to prevent the undesirable side-effects of using antibiotics by impacting the immune system. Probiotics as beneficial bacteria can up-regulate the microflora in the gut whereas prebiotics as undigestable complex carbonhydrates may positively impact the quantity and activity of the beneficial bacteria living in the gut by collaborating with probiotics. - 18 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Mannan oligosaccharide (MOS) is a complex carbohydrate product that is derived from the cell wall of the yeast Saccharomyces cerevisiae. This complex carbohydrate product has been utilized around the world to improve the productivity and wellbeing of poultry, fish and livestock. Questions related to the specific interaction between MOS and the immune cells still remain unclear. In conclusion, further studies for understanding the mechanisms of immune-modulating effects of nutrients are extremely needed. Keywords: Nutrition, Nutrients, Probiotics, Prebiotics, Inflammation, Immune System, Immune modulator GİRİŞ Enfeksiyon hastalıklar insanlar ve hayvanlarda sağlığı ve verimi olumsuz yönde etkilemektedir. Dengeli beslenme ve amaca uygun diyet immun sistemini hastalıklara karşı güçlendirmektedir (1). Besin ögelerinin gastrointestinal sistem üzerinde düzenleyici etkileri olduğu immun sistemi mikrobiyal patojenlere karşı olumlu anlamda güçlendirdiği bilinmektedir (2-4). Besin ögeleri enflamatuar süreçlerde hücrelerin yenilenmesi ve onarımı için gereken maddelerdir. Enerji malnütrisyon ve protein yetersizliği durumlarında immun yanıt zayıfladığı, kilo kaybı görüldüğü sonuç olarak komplikasyonlara zemin hazırlandığı bilinmektedir (5). Besin öğelerinin insan ve hayvan sağlığı üzerine olan immun modülatör etkileri artan şekilde araştırılmaya başlamıştır (6). Etki mekanizmaları henüz tam olarak anlaşılamayan immun modülatörler tıbbi amaca dönük olarak kullanılmaktadır (7). İmmun modülatör besin öğeleri arasında lif, omega-3, omega-6, fenolik bileşikler, ginseng, probiyotikler ve prebiyotikler bulunmaktadır. Lif gastrointestinal sistemde sindirilemeyen lignin ve bitki bitkilerde hücre duvarı yapısında bulunan polisakkariddir. Omega-3 yağ asitleri balıklarda, soya, keten tohumu, kanola yağı ve yeşil bitkilerde bulunmaktadır. Omega-6 yağ asitleri mısır, ayçiçek, soya, pamuk yağında mevcuttur. Fenolik bileşikler meyve ve sebzelerin tat ve rengini veren; antimikrobiyal ve antioksidatif etki gösteren, antienflamatuvar, ve antirombotik etkiye sahip olduğu yapılan araştırmalar ile tespit edilen bitki kimyasallarıdır. Ginseng hücrelerde serbest radikal üretimini teşvik eden hidrojen peroksitleri azaltarak antioksidan özellik göstermekte ve içeriğindeki aktif maddelerden poliasetilenler sitotoksik ve antienflamatuar özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Son yıllarda geniş şekilde araştırılan Probiyotikler ve Prebiyotikler insan ve hayvan sağlığına olumlu etkileri ve etki mekanizmaları araştırılan immun modülatörler olarak kabul görmektedir. Probiyotikler konakçının sağlığına yarar sağlayan canlı mikroorganizmalardır. Çeşitli amaçlar için klinik çalışmalarda en çok kullanılan organizmalar, Lactobacillus ve Bifidobacterium türleri ile patojen olmayan bir maya olan Saccharomyces boulardii’’dir (8). Laktik asit bakterilerinin immun sistemi düzenleyici etkileri dikkat çekmektedir. Probiyotikler bazı mekanizmalar yoluyla intestinal mukoza üzerine yararlı etkilere sahiptir. Bu olumlu etkiler arasında patojen bakterilerin çoğalmasını inhibe etmesi, epitel doku fonksiyonlarını iyileştirmesi ve immun sistemi desteklemek bulunmaktadır. Probiyotikler salgıladıkları kısa zincirli yağ asitleri sayesinde lümen pH’ını düşürmekte, epitel hücre apoptozunu önlemekte ve kolon hareketinin düzelmesine olanak sağlamaktadır (9-12). Prebiyotikler kolon bakterilerinin sayı ve aktiviteleri artıran sindirilmeyen karbonhidratlardır. Son yıllarda, maya hücre duvarı polisakkaritlerinin bileşenlerine olan ilgi ve prebiyotik amaçlı kullanımı artmaktadır (13-15). - 19 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kimyasal bileşimi bilinen maya hücre duvarının makofajlarla etkileşimi ve etki mekanizması henüz anlaşılamamıştır (16). Mannanoligosakkarid (MOS) ve β-Glukan Saccharomyces cerevisiae hücre duvarından elde edilen ve prebiyotik amaçlı kullanılan karbonhidratlardır (17-19) . Bu Prebiyotikler Dünyada kümes ve besi hayvanları ile balıklarda verimlilik artışı ve sağlığın korunması amacıyla kullanılmakta ve memelilerde fungal patojenlere karşı konağın immun sistemini antienflamatuvar etkileyen özellikleri olduğu araştırılmaktadır (20,21). Fruktooligosakkaritler (FOS), soğan, enginar, sarımsak, hindiba, şeker pancarı, pirinç, arpa, pırasa gibi yem ve gıda katkısı olarak kullanılan bitkilerde bulunmaktadır ve kısa zincirli früktoz moleküllerinin B-(2-1) glikozidik bağlarla birleşmesinden oluşmuştur. Kısa zincirli fruktooligosakkaridler (sc-FOS) bifidojenik etkileri sayesinde bağırsak enfeksiyonlarını önleyici rol oynamakta ve immunregulatör olarak görev yapmaktadır (22-25). İMMUN SİSTEM Çok hücreli canlıların tümü çevrelerindeki binlerce mikroorganizma ile birlikte yaşar ve aynı çevrede yaşama savaşını verirler. Çevresindeki birçok mikroorganizma ve parazit için bir yerleşme ve gıda kaynağından başka bir şey olmayan canlı yapı kendisine zarar verecek mikroorganizma ve maddelere karşı koruyucu sistemler geliştirmiştir. Bir canlı, yapısına yabancı olan maddeleri (antijen) tanıyabilme ve mücadele etme özelliklerine sahiptir. Antijen adı verilen yabancı maddelerin organizmaya girmesi ile başlayan ve birbiri ile ilişkili birçok biyolojik reaksiyonun meydana geldiği immun yanıt olayında bir çok sistem, organ ve hücre görev alır. Bir canlıda hastalıklara karşı koruma yapan, hastalık etkenleri ve tümör hücrelerini tanıyıp onları yok eden işleyişlerin toplamına immun sistem denmektedir. İmmun sistem, öncelikle hastalık etkenlerinin vücuda girmesini engellemeye çalışır. Bu başarılamazsa etkeni ortadan kaldıracak işlevler çalışmaya başlar. 1. İMMUN SİSTEM ORGANLARI İmmun yanıtta rol alan lenfoid organlar santral ve periferik olarak ikiye ayrılmaktadır. Santral lenfoid organlar Kemik iliği (Kİ), Timus ve Fabricius kesesi veya eşdeğeri organlardır. Santral organlar başta lenfosit olmak üzere immun yanıtta rol alan hücrelerin yapım ve farklılaşma yeridir. Periferik lenfoid organlar lenf düğümü, dalak, mukozalarla ilgili lenfoid dokudan oluşmakta olup; immun yanıtta rol alan hücreleri bulunduran, antijenle ilk karşılaşan ve immun yanıtın oluştuğu yerlerdir. Kİ immun sistemi hücrelerinin kaynağı olup; yassı, yuvarlak ve uzun kemiklerin uç kısımlarındaki süngerimsi yapıda bulunur. Kemik iliğinde oluşan immun sistemi hücreleri kan dolaşımı sayesinde görev yapacakları doku ve organlara giderler. Kemik iliği kök hücrelerinin immunolojik olarak etkin hücre haline gelebilmesi için önce santral lenfoid organlarda olgunlaşması gerekir. Gelişimi tamamlanan, olgun T ve B lenfositler daha sonra periferik lenfoid organlara gidip yerleşerek antijenle karşılaşmayı bekler ve gerektiği zaman immun yanıt oluştururlar. Timus, Kİ’nde kök hücreden farklılaşan lenfosit öncü hücrelerinin olgunlaşarak, olgun T-lenfosit haline geldiği organdır. Hücresel tip immun yanıt oluşmasında önemli bir organdır. Yavru deney hayvanlarında timus çıkartıldığında T-lenfosit işlevi bozulmaktadır. Fabricius kesesi (= Bursa of Fabricius) kuşlarda kalın bağırsak son kısmında bulunan bir organdır. Bu kesecik Kİ’ nden göç eden lenfosit öncü hücrelerinin olgunlaştığı ve olgun B-lenfosit haline geldiği yerdir. - 20 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Memelilerde böyle bir kese yoktur. Memelilerde bu görevi kemik iliği yapmaktadır. Mukoza ile ilgili lenfoid dokular, yabancı antijen veya mikroorganizmaların en sık giriş yolları olan sindirim, solunum ve genitoüriner sistem mukozalarının altında, kapsülsüz durumda yaygın lenfoid dokulardır. Bu bölgelerdeki lenfoid hücreler, yayılmış halde olabileceği gibi, lenf düğümüne benzer şekilde foliküller şeklinde de bulunabilirler. Mukoza altı lenfoid dokular İmmünglobulin-A (IgA) yapımından sorumludur ve enfeksiyonlara karşı korunmada önemi oldukça fazladır. 2. İMMUN YANITTA ROL ALAN HÜCRELER İmmünolojik olaylar daha çok hücre düzeyinde olup; temel olarak bu görev B ve T-lenfosit denilen iki çeşit lenfosit hücreye aittir. B - lenfositler antijene karşı özgül antikor sentezi ile sonuçlanan hümoral immun yanıttan sorumludur. B lenfositler sentezledikleri immunglobulin moleküllerini hücre yüzeylerinde zarda taşırlar ve bu molekül antijene karşı özgül reseptördür. Bu yüzey immunglobulinler IgM ve IgD sınıfı yapı gösterirler. Bir B lenfosit sadece tek bir çeşit antijene bağlanabilen yüzey immunglobulin reseptör taşır. Bu nedenle immun sistemde, zaman içinde karşılaşma ihtimali olan on binlerce çeşit antijene karşı özgül reseptör taşıyan on binlerce B-lenfosit çeşidi hazır durumda bulunmaktadır. Organizmaya antijen girdiğinde, yüzeyinde bu antijene özgül reseptör taşıyan B-lenfositleri bulur ve uyarır. Uyarılan B-lenfositler başkalaşıma uğrar ve plazma hücresine dönüşürler. Plazma hücresi de uyaran antijene özgül olan çok miktarda antikor (immunglobulin) sentezler. Uyarılan B-lenfositlerinden bir kısmı ise bellek hücre haline gelir. T lenfositler immun sistemin en önemli hücreleridir. Doğrudan antikora bağımlı olmayan ve hücrelerin yönettiği hücresel tipte immun yanıttan sorumludur. Kemik iliğinde yapılan T öncü hücreler timusta olgun T lenfosit haline gelirler. Bu olgunlaşma sırasında T lenfosit yüzeyinde pek çok reseptör yerleşir. T-hücre yüzeyinde yüzey immunglobulin bulunmaz. Bunun yerine antijenleri özgül olarak tanıyan “T hücre reseptörü (TCR)” bulunur. T lenfosit sadece tek bir çeşit antijen için TCR taşır. B lenfositlerde olduğu gibi immun sistemde zaman içinde karşılaşma ihtimali olan on binlerce çeşit antijene yanıt verebilecek on binlerce çeşit T lenfosit bulunur. T-lenfositler başlıca iki gruba ayrılırlar: (1) T yardımcı Lenfosit: Yardımcı ve uyarıcı rolü olan lenfositlerdir. Çeşitli sitokinler salgılayarak T hücresi, monosit - makrofaj ve diğer bazı hücrelerin sayıca ve aktivite olarak güçlenmelerini Sağlarlar; (2) T sitotoksik Lenfosit: öldürücü ve baskılayıcı rolü olan lenfositlerdir. T sitotoksik olanlar virus, bakteri ve parazit ile enfekte hücreler, tümör hücreleri, transplante doku ve organ hücreleri gibi organizmaya zararlı veya yabancı hücrelere saldırarak yok ederler. Makrofajlar, lenfositler, Doğal öldürücü (NK) hücreler ve diğer bazı hücreler immun yanıtta rol oynamaktadır. Vücudumuzda doku ve organlarda yaygın olarak bulunurlar. Makrofajlar organizmaya giren yabancı maddeyi ilk yakalayan hücreler olup; yabancı maddeyi fagositoz etki ile yok eden ya da özel bir hazırlıktan sonra antijeni lenfositlere sunarak immun yanıtı başlatan hücrelerdir. Doğal Öldürücü (NK = Natural Killer) Hücreler, Lenfoid hücreler arasında, enfekte veya yabancı hücreleri öldüren, T ve B lenfositlerden farklı yapıda “büyük granüllü lenfosit” de denen hücrelerdir. NK hücreleri, önceden tanıyıp, duyarlı hale gelmeden hedeflediği hücreleri doğrudan tahrip edebilme yeteneğindedirler. Hedef hücreleri mantar, parazit, bakteri, virüslerle enfekte olmuş hücreler ve tümör hücreleridir. - 21 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS 3. AKUT FAZ YANITI Hücrelerin tahribi, yangı ve enfeksiyon gibi uyarıcılar sonucu vücutta bazı proteinlerin üretiminde artış meydana gelir. Böyle durumlarda plazmada konsantrasyonu %25’ten fazla artan ve çoğu karaciğer orjinli olan proteinlere akut faz proteinleri adı verilir. Akut Faz Yanıtı, stres ya da travmanın olumsuz etkilerine karşı organizmayı hazırlıklı hale getirmek amacıyla oluşan bir dizi reaksiyondur. Birkaç akut faz proteinin plazma konsantrasyonunda değişiklik, akut faz yanıtı boyunca meydana gelen karmaşık fizyolojik reaksiyonların sadece bir kısmıdır. Sitokinler, bu akut faz proteinlerinin sentez ve düzenlenmesinde rol alan uyarıcı faktörlerdir. Hücrelerdeki reseptörlere bağlanarak hücre proliferasyonunu stimüle ederler. Ortaya çıkan immun yanıt; sitokin mRNA, sitokin üretimi ya da sitokin reseptör üretimi ile belirlenir. Sitokin mRNA ya da sitokin reseptör üretiminde ve ekspresyonunda artma ve/veya azalma immun yanıtın bir göstergesidir. IL-1, IL-6 ve TNF-α, proenflamatuvar sitokinlerdir ve çoğu akut faz proteinin sentezini artırabilir ve enflamatuvar değişikliklerin oluşmasında, patojenin eliminasyonunu sağlayan hızlı immun yanıtının ortaya cıkmasında rol alırlar. IL-6 daha çok hepatik akut faz cevabında etkili olurken; IL-1 ve TNF ekstrahepatik bulgularda daha etkindir. Tümör nekroz faktörü (TNF) birçok hücre tipi tarafından salgılanan ve kanserli hücrelerin yıkımını sağlayan bir sitokindir. Protein mekanizması üzerine etkilidir. Akut faz reaksiyonu sinyallerinin iletilmesini düzenler ve TNF-α ile TNF-β olmak üzere iki şekilde bulunur. TNFα, makrofajlar ve bazı diğer hücreler tarafından üretilirler ve kaşeksi ve neoplastik doku yıkımı da dahil olmak üzere, tümöre bağlı lokal ve sistemik etkilerden sorumludur. TNF’nin lokal olarak konsantrasyonunun artması, bakteriyel enfeksiyonlarla ilişkili olan belirtilere neden olur (septik şok, ateş, kas ağrısı, uyuşukluk, baş ağrısı, mide bulantısı ve enflamasyona). ELİZA Yöntemi ile tespit edilebilen α-1 Asit Glikoprotein Plazma Konsantrasyonu, Karaciğer Metallothionein Protein Düzeyi, Dalaktan Makrofaj Alımı ve NO tayini de immun yanıt değişkenlerinden kabul edebileceğimiz parametrelerdir. BESLENME ve İMMUN SİSTEM Dengeli beslenme ve amaca uygun diyet immun sistemi hastalıklara karşı güçlendirmektedir (1). İnsan ve hayvan sağlığında besin ögelerinin gastrointestinal ve immun sistem üzerinde düzenleyici etkileri olduğu bilinmektedir (2,3). Diyette immun sistem için önemli rolü olan mineral ve vitamin eksikliği anti-bakteriyel aktiviteyi arttırmakta, solunum yolu enfeksiyonlarında artışa ve organların hayati işlevselliklerini etkileyecek derecede yıkıma yol açabilmektedir. Lenf kanserine bağlı immun sistem yetersizliği ve immunglobulin eksikliği görülen atlar için enteral beslenmenin durumunda düzeltici bir etkisi olup olmadığı; Ulusal Araştırma Konseyi (NRC)’nin atlar için belirlediği 80 IU/kg E Vitamini alım miktarının immuniteye etkisi bakımından doğrulanması gibi çalışmalar yapılmıştır (26,27) . Benzer şekilde atların diyetlerinde ve besin ögelerinde yapılacak değişikliklerin kolit gibi bazı rahatsızlıkların iyileştirilmesinde olumlu etkisi olduğu görülmüştür (28). Çinko, selenyum, A, C ve E vitaminlerinin zayıflayan sindirim işlevselliğinin iyileştirilmesinde fazla alınması gerekmektedir. Diyet sayesinde diş sağlığı, kilo kaybının engellenmesi, hepatik ve böbrek yetmezliği gibi bazı metabolik hastalıkların önlenmesi mümkün olabilmektedir (29). A vitamini eksiliği interlökin ve antikor yanıtını azaltmakta; NK-hücre aktivitesi ile makrofaj sitotoksik kapasitesinde yükselişe sebep olmaktadır. Benzer şekilde C vitamini eksikliğinde - 22 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS immun sistemi baskılayan histaminin etkisizleştirilmesi engellenmektedir. Güçlü bir antioksidan olan ve hücre zarı dayanıklılığını artıran E vitamininin atlar için performansı artırdığı ve doğal yoldan alınan E vitaminin kan serumunda immunglobulinlerin uzun süre kalışına ortam sağladığı raporlanmıştır (30). PROBİYOTİKLER, PREBİYOTİKLER ve İMMUN SİSTEM İntestinal lümende yaşayan bakteri topluluğu konakçı homeostazı ile yakından ilişkilidir ve aralarında simbiyotik bir ilişki vardır. Bu bakteriler epitel hücreleri için gerekli esansiyel besinleri sağlarken, aynı zamanda bağırsakta sağlıklı bir immun yanıtın oluşmasına da katkıda bulunurlar. Ancak çeşitli virülans faktörlerini kodlayarak genetik materyali kazandıklarında patojenlere dönüşüp enfeksiyon ve sepsis kaynağı olabilirler. İntestinal floradaki mikroorganizma çeşitliliği ve sayısı iç ve dış faktörlere bağlıdır. Beslenme ve doğru seçilmiş bir diyetin vücudun mikrobiyal patojenlere karşı direncini artırma konusunda olumlu etkilediği ve tıbbi amaçla kullanımının yaygınlaştığı bilinmektedir (3,31). Sindirim sistemi ya da gastrointestinal traktüs (GIT) daha fazla lenfosit ve plazma hücresi içermesi sebebiyle vücutta en büyük immunolojik yapı olmaktadır (32). GIT’ te bulunan karmaşık mikroorganizma ekolojisi immun sistemin besin ögeleri ile etkileşimini ve immun yanıtı da karmaşık yapabilmektedir (33,34). Diyetteki bileşenlerin fiziksel ve kimyasal durumuyla GIT’ te bulunan mikroorganizmaların popülasyonu etkilenebilir, patojenler bağırsak epiteline tutunabilir (35). Benzer şekilde mukozal tabakaların hastalığın anlaşılmasından önemli bir gösterge olduğunu bildirilmiştir (36). Probiyotikler, bağırsaklardaki mikrobiyal dengeyi düzenleyen canlı mikroorganizmalardır. Probiyotik mikroorganizmalar ürettikleri maddeler yardımıyla gıdaların sindirimine, vitamin üretimine ve zararlı mikroorganizmaların neden olduğu hastalıkların önlenmesine yardımcı olarak doğal floranın dengesini korumaktadır. Prebiyotikler, probiyotiklerin etkisini artıran sindirilemeyen karbonhidratlardır. Bağırsak florası stabil bir ekosistem olmasına rağmen, bu sistem çeşitli faktörler ve koşullar altında değişebilir. Muhtemel en önemli etken ise antibiyotik uygulanmasıdır. Son yıllarda antibiyotik kullanımı hayvancılıkta yasaklanmıştır. Probiyotikler, Prebiyotikler ve mikro besin ögeleri antibiyotik kullanımının insan ve hayvan sağlığı üzerine olumsuz etkilerinin önüne geçmek için ve immun sistemi güçlendirmek amacıyla antibiyotiklere alternatif olarak kullanılmaya başlamıştır (6). Antibiyotik kullanımı yerine doğru beslenme yardımıyla akut enflamatuvar yanıtlar arasındaki ilişkileri anlamak için probiyotikler, prebiyotikler, bazı mineral ve vitaminlerin immun modülatör etkilerini ve etki mekanizmalarını anlamaya dönük ileri araştırmalara artan şekilde devam edilmektedir (37). Son yıllarda araştırmalar immun modülatör amaçlı kullanılan prebiyotiklerin kaynağı olan Saccharomyces cerevisiase adlı maya üzerinde yoğunlaşmakta ve immun sistemi etkileyen özellikleri araştırılmaktadır (38,39) . Mayaların immun sistemi güçlendirici etkileri olduğu bildirilmektedir (14,15). Maya hücre duvarını oluşturan üç öğe glukan, mannan ve kitin polisakkarit olup; prebiyotik amaçlı kullanımı artmaktadır (13). Yüksek lif ve nişasta içerikli diyetlerine Saccharomyces cerevisiae ilave edilen atlarda sindirim işlevselliğinin diğerlerine göre daha iyi geliştiği gözlenmiştir (40,41) . Saccharomyces cerevisiase’nın atlarda bağırsak florası ekosistemini koruyarak olumlu etkisi olduğu ve burada mikroorganizmalar tarafından üretilen istenmeyen gelişmeleri engellediği bildirilmiştir (42). - 23 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS - MANNANOLİGOSAKKARİD (MOS) Mannanoligosakkarid (MOS), Saccharomyces cerevisiae mayası hücre duvarında elde edilen kompleks bir karbonhidrat olup; Dünyada kümes ve besi hayvanları ile balıklarda verimlilik artışı ve sağlığın korunması amacıyla kullanılmaktadır. MOS’ un immun sistemiyle olan etkileşimi ve mekanizması henüz tam olarak anlaşılmamıştır. Şekil 1. Maya Hücresi Ürünleri Şekil 2. Maya Hücresi Duvarının Yapısı Birçok tür üzerine yapılan deneyler, MOS’un sağlık üzerinde pozitif performansı bazı yetilerine bağlanmaktadır. Bu aktivitenin bir kısmı, MOS’un bakteriyi Tip 1 fimbriyanın instestinal villuslara bağlanmasını engelleme yetisidir. Buna ek olarak, MOS bağırsaklar içindeki immunokompetansın birçok parametresini optimize etmektedir. Bu parametrelere örnek olarak sekretuar IgA salınımı ve antijene özgü ve doğal antikorların artması gösterilebilir. Bu gözlemler, MOS’un intestinal epitele girerek bağırsakla bağlantılı lenfoid dokunun (GALT) regülatör ve/veya efektör hücrelerini uyardığını göstermektedir. MATERYAL ve METOT Bu araştırmamızda MOS’un intestinal epitelyumdan geçip geçmediği ve ince bağırsakta lamina propria’ya girip girmediğini incelemek amaçlanmıştır. MOS’ un gastrointestinal Şekil 3. MOS’ İnce Bağrsakta Davranş 4. MOS’ un Ekstraksiyonu Şekil 3. MOS’ unakibetini İnceunBağrsakta Davranş Şekil Şekil 4. MOS’ Ekstraksiyonu traktüste araştırmak ve immun sistemi hücreleriyle olanunetkileşimini anlayabilmek için albumin, dekstran ve MOS kullanılmıştır. Şekil 3.İnce MOS’ un Bağrsakta İnce Bağırsakta Davranışı Şekil 3.Şekil MOS’ Bağrsakta Davranş 3. un MOS’ un İnce Davranş Şekil4.4. MOS’ un Ekstraksiyonu Şekil MOS’ Ekstraksiyonu Şekil 4.unMOS’ un Ekstraksiyonu - 24 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS MOS’un gastrointestinal yoldaki akıbetinin anlamak için floresan etiketli MOS tavuklara yedirilmiş, epitelde yerini bulmak için bağırsakların uygun bölümleri incelenmiştir. Albumin negative kontrol grubu olup, kolayca sindirilmemekte ve lamina propriaya nakledilmemektedir. Dekstran pozitif kontrol grubudur. Dentrik hücreler tarafından fagozitoza uğramaktadır. MOS ise deneysel grup olarak kullanılmıştır. Saf mannanca zengin bir çözeltiden 7-methoxycoumarin-3-isocyanate in dimethylsulphoxide ile reaksiyona girerek ve etanol çözeltisi ile çöktürülerek elde edilmiştir. Elde edilen MOS çözeltisi floresans ile işaretlenmiştir. FITC Dekstran (FD 70S) ve oval albumin Sigma Firmasından tedarik edilmiştir. Çalışmada 16 adet 1 gün yaşında piliçler kullanılmıştır. Her kafeste 4 piliç olmak üzere toplam 4 grup oluşturulmuştur. Her grup farklı diyetler beslenmiştir. Kontrol grubuna floresans işaretleme olmayan bazal diyet verilmiştir. Floresans işaretli MOS, albumin ve dekstranın bazal diyete gore rasyonu 20 mg/kg’dır. Araştırma üç hafta sürmüştür. Üçüncü haftanın sonunda piliçler karbondioksit ile termine edilmiş; çıkarılan intestinal doku örnekleri %10’luk formalin çözeltisinde korunmuştur. Örneklerden paraffin metotuyla fikse edilmiştir. Tablo 1. Bazal Diyet Kompozisyonu (%0, KM) Kompozisyon (g/kg) İçerik Miktar Mısır 577.79 Soya Küspesi 323.82 Bitkisel yağ 50.67 Kalsiyum Fosfat 17.97 Öğütülmüş kireç 13.27 Tuz 4.51 DL-Methionin 99% 3.49 Mineral Premiks – NRC 2.50 Vitamin premiks – NRC 2.50 L-Lizin 95% 1.16 Threonine 1.07 Kolin Klorür 0.75 Demir Sülfat 0.50 Toplam 1.000.00 BULGULAR Her örnekten 72 adet kesit hazırlanmıştır. MOS2un lamina propriaya geçişini tespit edebilmek amacıyla floresans mikroskopisi kullanılmıştır. Elde edilen veriler NOVA ile analiz edilmiştir. P<0.05 değeri anlamlı kabul edilmiştir. Negatif kontrol grubu olarak albumin lamina propriada tespit edilmemiştir. Albuminin lamina propria girişinden önce degrade - 25 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle istatistiksel hesaplamaya dahil edilmemiştir. Pozitif kontrol grubu olan dekstranın lamina propriaya özellikle ileuma geçiş yaptığı görülmüştür. Deney grubu olan MOS’a lamina propriyada rastlanmıştır. Duodenum ve jujenumda dekstran ile karşılaştırıldığında MOS’un daha fazla miktarda nakledildiği bulunmuştur. Tablo 2. Dekstran, MOS ve Kontrol Grubu Lumen, epitelyum ve lamina propria floresans ışıma değerleri İşlem Lümen Epitelyum Lamina Propria n mean (±)SD n mean (±)SD n mean (±)SD Dextran (Duodenum) 5 -3.75 11.25 5 1.400 7.285 5 137 b 10.05 Dextran (Distal. Ileum) 5 -6.39 34.56 5 0.579 6.706 5 213c 17.68 Dextran (Jejunum) 5 2.27 12.38 5 -1.149 3.867 5 132 b 13.45 MOS (Duodenum) 5 -10.1 10.54 5 -2.915 7.483 5 338d 89.32 MOS ( Distal Ileum) 5 0.06 37.08 5 2.936 12.815 5 223 13.99 MOS ( Jejunum) 5 -9.51 24.83 5 -0.196 5.769 5 213 17.78 Kontrol 5 -9.22 10.29 5 -0.158 6.456 5 5a 10.73 P değeri Şekil 5. Lamina propriada dekstran 0.953 0.970 Şekil 6. Lamina propriada MOS c c < 0.0001 Şekil 7. Lumende albümin SONUÇ İmmünolojik salgı hücrelerinin %80’i ve mukozal kitlenin %25’ini barındıran bağırsak vücuttaki en büyük immun organdır. Bağırsak immunliği açısından Bağırsakla Bağlantılı Lenfoid Doku (GALT) Payer Eklentileri sayesinde M-hücreleri ve antijen örneklemesini gerçekleştirir. Lokal immun yanıtın başlangıç ve proliferasyonu için başlıca alan olup, IgA gibi intestinal mukoza tarafından üretilen başlıca Ig sekretasyonunu sağlar. Bu salgı mikroplarla sindirilmemiş proteinleri birbirine bağlar; birikimi, mukozal yüzeye doğru olan hareketi geciktirir ve konak hücreye bağlanmayı ve istilayı azaltır. Ayrıca, mukus salgısını artırarak enflamatuvar tepkinin başlamasını önler. MOS epitel hücreleriyle bir şekilde etkileşime girmemektedir. Ancak, lamina proprianın GALT’ına (gut associated lymphoid tissue) henüz anlaşılmayan bir mekanizmayla geçiş yaptığı görülmüştür. MOS, immun sistemi tarafından patojen olarak algılanmamıştır. Bu sonuçtan hareketle immun sistemine - 26 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS olumlu yönde etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, çalışmalar daha ileri götürülerek M-hücreleri ile etkileşimi araştırılmalıdır. Sonuç olarak, antibiyotik kullanımı yerine doğru beslenme yardımıyla akut enflamatuar yanıtları arasındaki ilişkileri anlamak için probiyotikler, prebiyotikler, bazı mineral ve vitaminlerin immun modülatör etkilerini ve etki mekanizmalarını anlamaya dönük ileri araştırmalara yoğun şekilde devam edilmesi gerekmektedir. REFERANSLAR 1. Krenitsky J (2001). Nutrition and the immune system. British Poultry Science. 48 (3): 525-37. 2. Cunningham-Rundles S, Lin DH (1998). Nutrition and the immune system of the gut. Nutrition. 14(7-8):573-9. 3. Daniel L Chan, Lisa M Freeman (2006). Nutrition in critical illness. The Veterinary clinics of North America Small animal practice. 36 (6): 1225-1241, v-vi. 4. Langkamp-Henken B, Glezer JA, Kudsk KA (1992). Immunologic structure and function of the gastrointestinal tract. Nutr Clin Pract. 7(3):100-8. 5. Magdesian KG. (2003). Nutrition for critical gastrointestinal illness: feeding horses with diarrhea or colic. Vet Clin North Am: Equine Pract. 19(3):617-44. 6. Özpınar H, Klasing KC, Tekiner İH (2012). Interaction of mannan oligosaccharide with immune system “Transport of MOS in to the Lamina Propria”. Kafkas Univ Vet Fak Derg. 18 (1): 121-8. 7. Horohov DW, Breathnach CC, Sturgill TL, Rashid C, Stiltner JL, Strong D, Nieman N, Holland RE. (2008). In vitro and in vivo modulation of the equine immune response by parapoxvirus ovis. Equine Vet J. 40(5):468-72. 8. Kligger B, Cohrssen A (2008). Probiotics. Am Fam Physician. 78(9): 1073-78. 9. Ohland CL, Macnaughton WK (2010). Probiotic bacteria and intestinal epithelial barrier function. Am J Physiol Gastrointest Liver Physiol. 298(6):G807-19. 10. Whorwell PJ (2009). Do probiotics improve symptoms in patients with irritable bowel syndrome? Therap Adv Gastroenterol. 2(4):37-44. 11. Lye HS, Kuan CY, Ewe JA, Fung WY, Liong MT (2009). The improvement of hypertension by probiotics: effects on cholesterol, diabetes, renin, and phytoestrogens. Int J Mol Sci. 10 (9): 3755-75. 12. Verna EC, Lucak S (2010). Use of probiotics in gastrointestinal disorders: what to recommend? Therap Adv Gastroenterol. 3 (5): 307-19. 13. Moran CA (2004). Functional components of the cell wall of Sacchoaromyces cerevisiae: Application for yeast glucan and mannan. Nutritional biotechnology in the feed and food industries. Proceedings of AlTech’s 20th Annual Symposium, May 24-26. 14. Badia R, Zanello G, Chevaleyre C, Lizardo R, Meurens F, Martinez P, Brufau J, Salmon H (2012). Effect of Saccharomyces cerevisiae var. Boulardii and beta-galactomannan oligosaccharide on porcine intestinal epithelial and dendritic cells challenged in vitro with Escherichia coli F4 (K88). Vet Res. 43(1):4. 15. Eggleston G, Cote GL (2003). Oligosaccharides in Food and Agriculture. ACS Symposium Series, American Chemical Society. 16. Lipke PN ve Ovalle R. (1998). Cell wall architecture in yeast: New structure and new challenges. J Bacteriol. 180(15): 3735-40. 17. Tsoni SV, Brown GD. (2008). Beta-Glucans and dectin-1. Ann N Y Acad Sci 1143, 45-60. 18. Chen J, Seviour R (2007). Medicinal importance of fungal beta-(1 ! 3), (1 ! 6)-glucans. Mycol Res 111, 635-52. 19. Tanaka KI, Tanaka Y, Suzuki T, Mizushima T (2011). Protective effect of b-(1,3 ! 1,6)-D-glucan against irritant-induced gastric lesions. British Journal of Nutrition. 106,475-85. 20. Goodridge HS, Wolf AJ, Underhill DM (2009). b-glucan recognition by the innate immune - 27 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS system. Immunological Reviews, Vol. 230: 38-50. 21. Brown GD, Gordon S. (2005). Immune recognition of fungal β-glucans. Cellular Microbiology, 7 (4): 471-79. 22. Swanson KS, Christine MG, Elizabeth AF, Laura LB, Healy HP, Dawson KA, Merchen NR, Fahey CG. (2002). Supplemental Fructo-oligosaccharides and Mannan-oligosaccharides influence immune function, ileal and total tract nutrient digestibilities, microbial populations and concentrations of protein catabolites in the large bowel of dogs. American Society Nutr Sci. 132, 980-9. 23. Buddington RK, Williams CH, Chen SC, Witherly SA (1996). Dietary supplement of neosugar alters the fecal flora and decreases activities of some reductive enzymes in human subjects. Am J Clin Nutr. 63:709-16. 24. Bouhnik Y, Flourie B, Riottot M, Bisetti N, Gailing MF, Guibert A, Bornet F, Rambaud JC (1996). Effects of fructo-oligosaccharides ingestion on fecal bifidobacteria and selected metabolic indexes of colon carcinogenesis in healthy humans. Nutr Cancer. 26:21-9. 25. Benjamin JL Hedin CR, Koutsoumpas A, Ng SC (2011). Randomised, double-blind, placebocontrolled trial of fructo-oligosaccharides in active Crohn’s disease. Gut. 60 (7): 923-9. 26. Furr MO, Crisman MV, Robertson J, Barta O, Swecker WS (1992). Immunodeficiency associated with lymphosarcoma in a horse. Journal of the American Veterinary Medical Association. 201 (2): 307-9. 27. Hintz HF (1994). Nutrition and equine performance. J Nutrition. 124 (12 Suppl): 2723S-2729S. 28. Hudson JM, Cohen ND, Gibbs PG, Thompson JA (2001). Feeding practices associated with colic in horses. Journal of the American Veterinary Medical Association. Vol: 219, Issue: 10, Pages: 1419-1425. 29. Ingrid V, Manfred C (2004). Nutritional management in horses : Selected aspects to gastrointestinal disturbances and geriatric horses. Proceedings of the 2nd European Equine Nutrition & Health Congress, Mar. 19-20, Lelystad, The Netherlands. 30. David K (2005). Advances in Equine Nutrition. J Equine Vet Sci. 25 (10): 442-443. 31. Lunn JJ, Murray MJ (1998). Nutritional support in critical illness. Yale J Biol Med. 71 (6): 449-56. 32. Stokes CR, Bailey M, Klasing KC (2000). The porcine gastrointestinal lamina propria: An appropriate target for mucosal immunisation? J Biotechnol. 83 (1-2): 51-5. 33. Yaqoob P, Calder PC (2003). Nutrition and immune function. Vet Clin North Am: Small Anim Pract. 5 (6): 189-95. 34. Saker KE (2006). Nutrition and immune function. Vet Clin Small Anim. 36, 1199-1224. 35. Klasing KC (1998). Nutritional modulation of resistance to infectious diseases. Poult Sci 77, 1119-25. 36. Ihler CF, Venger JL, Skjerve E (2004). Evaluation of clinical and laboratory variables as prognostic indicators in hospitalised gastrointestinal colic horses. Acta Veterinaria Scandinavica. 45 (2): 109-18. 37. Suzie F, Mark D (2011). Lactobacillus GG as treatment for diarrhea during enteral feeding in critical illness: Randomized controlled trial. JPEN. 35 (1): 43-9. 38. Kwiatkowski S , Thielen U, Glenney P, Moran C (2009). A Study of Saccharomyces cerevisiae Cell Wall Glucans. J Inst Brew. 115 (2): 151-8. 39. Nguyen TH, Fleet GH, Rogers PL (1998). Composition of the cell walls of several yeast species. Appl Microbiol Biotechnol. 50 (2): 206-12. 40. Jouany JP, Gobert J, Medina B, Bertin G, Julliand V (2008). Effect of live yeast culture supplementation on apparent digestibility and rate of passage in horses fed a high-fiber or high-starch diet. J Anim Sci . 86 (2): 134-45. 41. Jouany JP, Medina B, Bertin G, Julliand V (2009). Effect of live yeast culture supplementation on hindgut microbial communities and their polysaccharidase and glycoside hydrolase activities in horses fed a high-fiber or high-starch diet. J Anim Sci. 87 (9): 2844-52. 42. Medina B, Girard I D, Jacotot E, Julliand V (2002). Effect of a preparation of Saccharomyces cerevisiae on microbial profiles and fermentation patterns in the large intestine of horses fed a high fiber or a high starch diet. Journal of Animal Science. Vol: 80, Issue: 10, Pages: 2600-2609. - 28 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Field Anesthesia in Cattle Paulo STEAGALL MV, Ms, PhD Board Certified Veterinary Specialist American College of Veterinary Anesthesiology (ACVA) e-mail: psteagall@gmail.com Goals ▪ Rationale of field anesthesia in cattle ▪ Perianesthetic considerations ▪ Clinical pharmacology - Analgesia ▪ Protocols for field anesthesia in cattle Total intravenous anesthesia (TIVA) ▪ Less cardiovascular depression ▪ Hazards: less exposure to inhalant anesthetics ▪ Cheaper - cost of equipment/facilities Inhalant anesthetic devices are cumbersome and expensive ▪ Fewer metabolic and hormonal changes ▪ Respiratory depression is a concern Hypoxemia □ Oxygen supplementation ▪ Cumulative effects □ Recovery from anesthesia General considerations ▪ Local anesthetics ▪ Sedative-tranquilizers + analgesic combinations versus General anesthetic techniques Behavior and procedure Anatomical and physiological characteristics Perianesthetic considerations ▪ Physical examination ▪ Site selection ▪ Venous Access ▪ Proper padding/Eye protection ▪ Fluid administration/Blood results Perianesthetic considerations ▪ Check list… □ IV catheters - 29 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS □ Scrubbing material and IV fluids and sets □ Induction □ Drugs, Endotracheal tubes/Mouth gag and Syringe to inflate cuff □ Maintenance □ Ropes and hobbles, E-cylinder oxygen, Drugs and Pulse oximeter ▪ Age: newborn calf or breeding bull ▪ Body weight and temperament ▪ Restraint and handling facilities Interference with ventilation ▪ Rumen Regurgitation and aspiration Bloat Under general anesthesia Recumbency: decreased FRC ▪ Hypoventilation Potential for hypoxia, atelectasis and inhibition of pulmonary gas exchange Hypercapnia and respiratory acidosis ▪ Regurgitation □ Aspiration pneumonia Adult: solid material causing airway obstruction □ Tracheal intubation is recommended □ Bloat (Tympany) Loss of eructation during general anesthesia Fasting: 18-24h (feed)/12-18h (water) ↓Ruminal distension and regurgitation and ↓Fermentable ingesta Treatment Large-bore stomach tube Trocar placement Sternal position ▪ Salivation Head position Towel under the neck The use of anticholinergics in cattle - Atropine (does not consistently decrease salivation and make secretions more viscous) ▪ Body condition Lack of a functional rumen Calves (< 2 months) Immature liver and kidney function High body surface area-to-weight ratio: rapid heat loss Do not fast - 30 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Alpha-2 adrenergic agonists (Campbell et al. 1979) ▪ CNS and cardiorespiratory effects ▪ GI effects ▪ Withdrawal times ▪ Doses (1/10 of the equine dose) ▪ Hyperglycemia and hypoinsulinemia (Symonds et al 1976, 1978) ▪ Uterine blood flow and oxygen delivery - Increased motility and risk of spontaneous abortion (LeBlanc et al. 1984) ▪ Sedation, Analgesia and muscle relaxation 0.01-0.025 mg/kg –IV,IM –sedation ▪ Doses for xylazine 0.1-0.2 mg/kg –IM –recumbency IV X IM X SC Yohimbine –0.2 mg/kg ▪ Antagonists (IM preferentially) Tolazoline –0.5-2 mg/kg (Lewis et al. 1999) Atipamezole –0.02-0.06 mg/kg Species sensitivity Goats Brahmans Cattle Hereford Holstein Sheep Camelids Llamas Alpacas Horses Swine Acepromazine ▪ Mechanism of action ▪ Lower doses are required in cattle ▪ ↑risk of regurgitation under general anesthesia ▪ Coccygeal vein –risk of inadvertent intra-arterial injection –loss of the tail ▪ Contraindicated in debilitated and hypovolemic patients Opioids - Analgesia ▪ Analgesic responses after opioid administration ▪ Excitatory behavior ▪ Drugs o Butorphanol - 31 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS o Morphine □ Epidural Local anesthetic drugs - Analgesia ▪ Mechanism of action ▪ Blocking conduction ▪ Toxicity ▪ Drugs ▪ Techniques o Epidural o Dehorning/Head blocks o Intravenous regional anesthesia o Paravertebral blocks Intravenous use of lidocaine ▪ Adjuvant to inhalant anesthesia in several species ▪ Anesthetic-Sparing effect? NSAIDs - Analgesia ▪ Acetylsalicilic acid (50mg/kg) ▪ Dipyrone (25 mg/kg) ▪ Flunixin (1-2 mg/kg, IV) ▪ Carprofen (0.7 mg/kg, IV) ▪ Phenylbutazone (2 mg/kg PO every 48h) o 35-h elimination half life in beef steers o 53-h in calves o 30-82-h adult cattle range ▪ Ketoprofen (3 mg/kg, IV) Centrally acting muscle relaxants ▪ Diazepam/Midazolam o General considerations: benzodiazepines ▪ Calves (0.25 mg/kg) o Sedation and respiratory depression o Elimination half-life: not reported in cattle ▪ Practical use - Combination with ketamine for induction of anesthesia Ketamine ▪ Functional and electrophysiological dissociative effects - Never used alone ▪ Salivation - 32 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS ▪ Airway protection ▪ Cardiorespiratory effects ▪ Metabolism and excretion ▪ Monitoring of ketamine anesthesia ▪ Elimination half-life: 1h in calves Field Anesthesia ▪ Ketamine (2.5 mg/kg) + Diazepam (0.12 mg/kg) o Benefits o Compromised patients ▪ +/- Butorphanol (0.025-0.05 mg/kg) ▪ Butorphanol (0.0375 mg/kg IV) (“BKX”) o 100 mg of XYL(0.0375 mg/kg) + 10 mg BUT into 1000 mg of KET (3.75 mg/kg) □ 1 mL/20kg IM (Johnson, CSU) o Recumbency: 3-5 min o Surgical plane of anesthesia - 20-30 min o Longer duration of action when compared to ketamine stun technique Ketamine stun ▪ “Adding a small dose of ketamine to more traditional chemical restraint combinations greatly enhances the level of patient cooperation”(Abrahamsen et al. 2008) ▪ Xylazine + Butorphanol + Ketamine IV, IM, SC (Balanced anesthesia) o Standing (Large ruminants) o Recumbent (Small ruminants) 1) IV recumbent (15 min) o Xylazine (0.025 mg/kg) o Butorphanol (0.05 mg/kg) o Ketamine (0.3-0.5 mg/kg) o Onset: 1min o Additional ½ dose may be needed ▪ Always combine local blocks 2) IM or SC recumbent (30-45 min) o Xylazine (0.05 mg/kg) o Butorphanol (0.05 mg/kg) o Ketamine (0.2 mg/kg) o Onset: 3-10 min ▪ Always combine local blocks - 33 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS ▪ Umbilical hernia repairs 3) IV standing (15 min) o Improves patient cooperation/examination o Xylazine (0.02 mg/kg) o +/-Butorphanol (0.02 mg/kg) if analgesia o Ketamine (0.05 mg/kg) o Ketamine stun 4) IM, SC standing (60 min) o Most popular technique (“5-10-20”in a 500 kg cow) o Butorphanol (0.1 mg/kg) –5mg o Xylazine (0.02 mg/kg) –10 mg o Ketamine (0.04 mg/kg) –20 mg o Doses may need to be adjusted (25% of initial dose) o “10-20-40”in adult bulls ▪ Always combine local blocks ▪ Standing laparotomy Anesthetic Monitoring ▪ CNS - Eye position and reflexes o Ventral rotation is indicative of surgical depth ▪ “Hands-on”, Pulse and Respiratory rate, Mucous membranes, Padding/Positioning, Movement, ▪ More complex monitoring devices, Position, Emergence delirium Extubation ▪ Sedation? o Inhalant anesthesia o Adult unruly bulls o Likelihood of regurgitation Field anesthesia in bovine practice ▪ Bovine practitioners (“entry-level”) o Epidural anesthesia o Dehorning o Castration o Sedation skills ▪ Techniques o Facilities to restraint o Potential for meat/milk in human food chain - 34 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS SUGGESTED READINGS Abrahamsen EJ. Chemical Restraint in Ruminants. Vet Clin Food Anim 24 (2008) 227-243 Abrahamsen EJ. Ruminant Field Anesthesia. Vet Clin Food Anim 24 (2008) 429-441 Campbell KB, Klavano PA, Richardson P, Alexander JE. Hemodynamic effects of xylazine in the calf. Am J Vet Res 1979;40:1777-80. Carroll GL, Hartsfield SM. General anesthetic techniques in ruminants. Vet Clin N Am Food Anim Prac 1996;12:627-61. Earley B, Crowe MA. Effects of ketoprofen alone or in combination with local anesthesia during the castration of bull calves on plasma cortisol, immunological, and inflammatory responses. J Anim Sci, 2002;80:1044-52. Greene SA. Protocols for anesthesia of cattle.Vet Clin Food Anim 19 (2003) 679-693 LeBlanc MM, Hubbell JAE, Smith HC. The effects of xylazine hydrochloride on intrauterine pressure in the cow and the mare. Theriogenology 1984;21(5): 681-90. Lewis CA, Constable PD, Huhn JC, Morin DE. Sedation with xylazine and lumbosacral epidural administration of lidocaine and xylazine for umbilical surgery in calves. J Am Vet Med Assoc 1999;214:89-95 Hodgson DS, Dunlop CI, Chapman PL, Smith JA. Cardiopulmonary effects of xylazine and acepromazine in pregnant cows in late gestation. Am J Vet Res 2002;63:1695-9 Riebold T. Ruminants. In: Thurmon JC, Tranquilli WJ, Benson GJ, editors. Lumb and Jones’veterinary anesthesia, 3rd edition. Baltimore: Williams & Wilkins; 1996. p. 610-26. St Jean G, Skarda RT, Muir WW, Hoffsis GF. Caudal epidural analgesia induced by xylazine administration in cows. Am J Vet Res 1990;51:1232-6. Sylvester SP, Stafford KJ, Mellor DJ et al. Behavioural responses of calves to amputation dehorning with and without local anaesthesia. AustrVet J 2004; 82: 697-700. Thurmon JC, Benson GJ, Tranquilli WJ, et al. Cardiovascular effects of intravenous infusion of guaifenesin, ketamine, and xylazine in Holstein calves. Vet Surg 1986; 15:463. - 35 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Field Anesthesia in Horses Paulo STEAGALL MV, Ms, PhD Board Certified Veterinary Specialist American College of Veterinary Anesthesiology (ACVA) e-mail: psteagall@gmail.com Goals □ Rationale of field anesthesia in horses □ Perianesthetic considerations □ Clinical pharmacology in the horse - Analgesia □ Protocols for field anesthesia in horses Total intravenous anesthesia (TIVA) □ Pharmacokinetic profile o Short-acting o Metabolism to non-active and non-toxic metabolites o Minimal cardiopulmonary depression o Analgesia, muscle relaxation and unconsciousness o Stable in solution and nonirritant o Allow good and gradual recovery □ Less cardiovascular depression □ Hazards: less exposure to inhalant anesthetics □ Cheaper - cost of equipment/facilities o Inhalant anesthetic devices are cumbersome and expensive □ Fewer metabolic and hormonal changes □ Respiratory depression is a concern o Hypoxemia □ oxygen supplementation □ Cumulative effects □ recovery from anesthesia Pharmacokinetics □ Plasma concentration versus time □ “Therapeutic window” o After single injection, repeated injection and CRI □ Individual requirements Perianesthetic considerations - Planning and preparation □ Physical examination - 36 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS □ Site selection □ Venous Access □ Proper padding/Eye protection □ Potential complications Perianesthetic considerations - Body weight □ Formula for estimating body weight in horses □ BW (kg)= Heart girth (cm)2 X length (cm) 8717 Perianesthetic considerations □ Check list… o IV catheters □ Scrubbing material and IV fluids and sets o Induction □ Drugs, Endotracheal tubes/Mouth gag and Syringe to inflate cuff o Maintenance □ Ropes and hubbles, E-cylinder oxygen, Drugs and Pulse oximeter □ Age: newborn foal or stallion □ Body weight and temperament □ Restraint and handling facilities □ Elective versus emergency Sedatives - Tranquilizers □ Alpha-2 adrenergic agonists o CNS o Cardiopulmonary effects o GI effects o Muscle relaxation, analgesia, marked sedation o Hyperglycemia and hypoinsulinemia Alpha-2 adrenergic agonists □ Xylazine X Detomidine X Romifidine □ Selectivity ratio (a-2/a-1 ratio) o Xylazine: 160:1 o Detomidine: 240:1 o Romifine: 360:1 o Medetomidine: 1600:1 o Clinical differences (Kerr et al. 1996) □ Species sensitivity - 37 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS o Goats Brahmans o Cattle Hereford Holstein o Sheep o Camelids Llamas Alpacas o Horses o Swine Acepromazine □ Mechanism of action □ Contraindicated in debilitated and hypovolemic patients □ Clinical use □ Penile prolapse (Driessen et al 2011) o <1 in 10,000 cases Opioids - Analgesia □ Analgesic responses after opioid administration □ Excitatory behavior □ Drugs o Butorphanol (0.02-0.04 mg/kg IV) o Morphine □ Epidural Local anesthetic drugs - Analgesia □ Mechanism of action □ Blocking conduction □ Toxicity □ Drugs □ Techniques o Epidural o Paravertebral blocks o Limbs o Head blocks □ Dentistry o Intratesticular (Poitier et al. 2009) Intravenous use of Lidocaine □ Adjuvant to inhalant anesthesia - 38 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS □ MAC reduction –50 µg/kg/min □ GI and prevention of post-operative ileus □ TIVA - Castration (Sinclair & Valverde 2009) □ Clinical use NSAIDs - Analgesia □ Flunixin (0.2-1 mg/kg, IV) □ Carprofen (0.5-1 mg/kg, IV) □ Phenylbutazone (5-20 mg/kg IV) □ Ketoprofen (1.1-2.2 mg/kg, IV) Centrally acting muscle relaxants □ Diazepam/Midazolam o General considerations: benzodiazepines □ Ataxia and excitement in horses o Foals (0.25 mg/kg) - Sedation and respiratory depression o Practical use - Combination with ketamine for induction of anesthesia Ketamine □ Functional and electrophysiological dissociative effects - Never used alone □ Cardiorespiratory effects □ Metabolism and excretion □ Monitoring of ketamine anesthesia Thiopental □ CNS depression - Never used alone □ Cardiorespiratory effects □ Metabolism and excretion □ Quality of induction and recovery □ Highly irritant solution Anesthetic Induction □ Never “give to effect” □ Procedures: o Minor -short-term anesthesia (20-30min) o Major -“triple drip”(up to 1h) □ Sedation is the key for a successful induction □ Barbiturates X Ketamine induction □ +/- Butorphanol (0.025-0.05 mg/kg) if analgesia is required □ Consider local anesthetic techniques - 39 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Field Anesthesia Protocols 1) Alpha-2 agonist and Ketamine o 15-25 min □ Xylazine (1 mg/kg IV) or Detomidine (0.01-0.2 mg/kg IV) □ WAIT UNTIL SEDATION □ Ketamine (2 mg/kg IV) □ Physical restraint (quiet and firm) –45-75 sec □ Additional bolus may be needed (1/2 or 1/3 initial dose) □ Minor procedures □ Smooth recovery –30 min o Xylazine + Ketamine (Mc Carty et al. 1990) □ Time to first supplemental bolus: 13-14 min □ Time in between 1 St and 2nd supplemental bolus: 12 min □ Recovery: up to 50 min after two or three supplemental bolus o Detomidine + Ketamine - Supplemental bolus with ketamine (1 mg/kg) only 2) Sedation: Alpha-2 agonist □ Induction (15-20 min) o Ketamine (2 mg/kg, IV) o Diazepam (0.025-0.05 mg/kg, IV) o Applications o Recovery notes -mild ataxia? 3) Sedation □ Xylazine (1 mg/kg IV) □ +/- Acepromazine (0.03 mg/kg, IV) Induction □ Ketamine (2 mg/kg IV) +/- Diazepam (0.025 mg/kg IV) Maintenance (up to 1h) □ Xylazine (70 µg/kg/min) □ Ketamine (150 µg/kg/min) □ Oxygen supplementation is mandatory □ Recovery: 45-90 min 4) Sedation : Alpha-2 agonist □ Xylazine (1 mg/kg IV) □ Induction (10-15 min) □ Thiopental (5-6 mg/kg IV) –1-2min onset - 40 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Field anesthesia - Foals □ Physiological considerations □ Drug sensitivity and PK □ Temperament and health status □ Sedation : Alpha-2 agonist (>2-3 weeks of age) □ Xylazine (0.5 mg/kg IV) □ Diazepam (0.05 mg/kg) + Butorphanol (0.05 mg/kg) □ Recumbency (<1 week of age) □ Great cardiopulmonary stability □ Induction - Ketamine (2-4 mg/kg, IV) Anesthetic Monitoring □ CNS - Eye position and reflexes □ Different than inhalant anesthesia □ Reflexes are present □ Swallowing is not uncommon □ Tear formation □ Nystagmus □ Ketamine 100 mg IV □ Movement □ Ketamine 200 mg IV □ “Hands-on”, Pulse and Respiratory rate, Mucous membranes □ Increases in blood glucose (alpha-2) □ Marked urination □ More complex monitoring devices □ Recovery □ Position □ Complications □ Sedation □ Generally uneventful Potential Complications □ Facial and radial paralysis, Airway obstruction, Apnea, Corneal ulcer, Hypoxemia □ Anesthesia “fail” □ No venous access Castration □ Subcutaneous injection of lidocaine at the site of the scrotal skin incision and blockade of nerves in the spermatic cord (5-10 mL) □ Intratesticular injection (5-25 mL of lidocaine) (Haga et al. 2006) - 41 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS SUGGESTED READINGS Green SA, Thurmon JC, Tranquilli WJ, et al. Cardiopulmonary effects of continuous intravenous infusion of guaifenesin, ketamine, and xylazine in horses. Am J Vet Res 47, 2364-2367, 1986 Haga HA, Lykkjen S, Revold T, et al. Effect of intratesticular injection of lidocaine on cardiovascular responses to castration in isoflurane-anesthetized stallions. Am J Vet Res 67,403-408, 2006 Hubbell JAE. Anesthesia and immobilization of specific species: Horses, in Thurmon JC,Tranquilli WJ, Benson GJ (eds): Lumb and Jones’Veterinary Anesthesia (ed 4). Iowa, Blackwell Publishing, pp 717-729, 2007 Kerr CL, McDonell WN, Young S. A comparison of romifidine and xylazine when used with diazepam/ketamine for short duration anesthesia in the horse. Can Vet J 37,601-609, 1996 McCarty JE, Trim CM, Ferguson D. Prolongation of anesthesia with Xylazine, ketamine and guaifenesin in horses: 64 cases (1986-1989). J Am Vet Med Assoc 197,1646-1650, 1990 Muir WW. Intravenous anesthetics and anesthetic techniques in horses, in Muir WW, Hubbell JA (eds): Equine Anesthesia: Monitoring and Emergency Therapy (ed 2). St. Louis, MO, Saunders Elsevier, pp 260-276 2009. Muir WW, Skarda RT, Sheehan W. Evaluation of xylazine, guaifenesin, and Ketamine hydrochloride for restraint in horses. Am J Vet Res 39, 1274-1278, 1978 Muir WW, Skarda RT, Wilme DW. Evaluation of xylazine and Ketamine hydrochloride for anesthesia in horses. Am Vet Res 38,195-201, 1977 Portier KG, Jaillardon L, Leece EA, et al. Castration of horses under total intravenous anaesthesia: Analgesic effects of lidocaine. Vet Anaesth Analg 36,173-9, 2009 Sanz MG, Sellon DC, Cary JA, et al. Analgesic effects of butorphanol tartrate and phenylbutazone administered alone and in combination in young horses undergoing routine castration. J Am Vet Med Assoc 15,1194-203, 2009 Sinclair M, Valverde A. Short-term anaesthesia with xylazine, diazepam/Ketamine for castration in horses under field conditions: use of intravenous lidocaine. Equine Vet J 41,149-52, 2009 Taylor P (ed). Handbook of Equine Anesthesia (ed 2). Philadelphia, PA, Saunders Elsevier, 2007 Young LE, Bartram DH, Diamond MJ, et al. Clinical evaluation of an infusion of xylazine, guaifenesin and ketamine for maintenance of anaesthesia in horses. Vet Rec 132,572-575, 1993 - 42 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Complicated Shaft Fractures in Dogs and Cats Dr. Klaus ZAHN Tierklinik Ismaning, Oskar-Messter-Straße 6 85737 München, GERMANY Perfect anatomical reconstruction and stable fixation is of major concern in joint fractures. During the 70th and 80th of the 20th century a perfect anatomical alignment was recommended for diaphyseal fractures as well, regardless the fact of severely disturbed blood supply caused by a surgeons attempt of perfect bone reconstruction. However, in diaphyseal fractures an anatomical reconstruction is less important. Modern concepts of diaphyseal fracture fixation are called “biological osteosynthesis”. The primary goal is a correct axial alignment without further disruption of the periostal blood supply. During surgery the fractured bone is exposed as minimal as necessary to evaluate the rotational axes and to fix the implant to the main fragments. Large butterfly fragments are reduced and fixed to the main fragments only when manipulation does not lead to further disruption of the blood supply to the bone. Encircling wires are avoided since they do not increase the stability of the osteosynthesis and may cause bone resorption and delayed bone healing. Without any attempt to axial or interfragmentary compression the main fragments are fixed in a functional sufficient length with a buttress plate, an intramedullary locking nail or an external percutaneous fixator. Secondary bone healing is the intention of biological osteosynthesis. Due to preservation of blood supply to the fragments a stable bridging callus is formed within a short time. The main reason for a minimal invasive ‘biological’ fixation was the observation that perfect anatomical reduction and fixation of fractures was often concomitant with prolonged bone healing compared to a fast callus formation with biological fixation. While axial alignment is of major concern for functional fixation, differences in bone length can be compensated up to 30% off the original length. Plate Osteosynthesis: Major problems in plate osteosynthesis are rotational complications during fixation. A long plate is fixed to the bone from metaphysis to metaphysis with minimal two or better three screws per main fragment. Screws close to the fracture ends are avoided. Screw holes in the middle of the plate are not necessarily filled with screws. However, the plate must have a sufficient failure load until callus formation is strong enough to provide functional stability. In fractures of the femur and tibia of cats and small dogs a plate size of 2.7mm is recommended. Plates with 3.5mm are used in dogs of middle size and plates using 4.5mm screws are used in large breeds. In very heavy dogs and giant breeds lengthening plates are recommended. In addition, an intramedullary nail can be combined to increase the stability of the plate osteosynthesis, known as the plate-rod technique. To avoid further damage to the periosteal blood supply special plates with limited contact to the bone surface where developed. Examples are the PC-Fix, the FixIn, the LC-DCP (Limited Contact Dynamic Compression Plate), the NCP (No-Contact Plate), the LCP (Locking Compression - 43 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Plate) or the recently developed CRIF-system (Clamp Rod Internal Fixation System). Interlocking Nails: As an alternative to plate osteosynthesis an interlocking nail can be used. Rotational alignment and axial stability is achieved by locking screws. The proximal and distal fragments must be long enough to provide secure stability of at least two screws per fragment. Percutaneaus External Fixateur: Comminuted shaft fractures of the radius and tibia can be managed with an external fixator. The procedure is simple, fast and cheap. The disadvantage of this methode is pin tract infection and soft tissue irritation, especially muscle irritation. - 44 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS SÖZLÜ BİLDİRİLER - 45 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS - 46 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Tek Aşamalı Laparoskopik Abomasopeksi İle Tedavi Edilen Sola Abomasum Deplasmanı Olgularında Preoperatif Muayene Verilerinden Desüflatif Replasman Süresini Tahmin Etmek Olası mıdır? Sırrı AVKİ 1, Kürşâd YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1 1 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Sığırlarda abomasumun sola deplasmanı vakalarının cerrahi tedavisinde laparoskopik esaslı tekniklere başvurulması, belirgin üstünlükleri nedeniyle giderek yaygınlaşmaktadır. Gerek iki gerekse tek aşamalı laparoskopik abomasopeksi uygulayabilmenin ön koşulu, desüfle edilen abomasumun kendiliğinden replase olmasıdır. Desüfle edilen abomasumun replase olup olmayacağının ya da ne kadar sürede replase olacağının önceden bilinmesi, sola deplasmanlı bir sığırın cerrahi tedavisi planlanırken, laparoskopik veya laparotomik tekniklerden hangisinin tercih edileceği yönünden önemli bir bilgi olabilir. Bu araştırmada; laparoskopik abomasopeksi işlemi sırasında kayıt edilen desüflatif replasman süresi ile preoperatif dönemde toplanan klinik ve biyokimyasal bulgular arasında, replasman süresini önceden tahmin etmeye yardımcı olabilecek korelasyonların bulunup bulunmadığı araştırıldı. Sola abomasum deplasmanı bulunan 20 Holstein ineğe tek aşamalı laparoskopik abomasopeksi uygulandı. İşlem öncesinde klinik ve biyokimyasal veriler ile işlem sırasında kaydedilen desüflatif replasman süresi arasında korelasyon analizi yapıldı. İneklerin tümünde deplase durumdaki abomasumun, laparoskopik desüflasyonu takiben, süresi değişkenlik gösterse de (ortalama 113±49.9 sn’de) replase olduğu izlendi. Replasman süresi ile vücut kondisyon skoru (r = -0.465) ve su tüketimi (r = -0.466) verileri arasında negatif bir korelasyon bulunduğu saptandı (P<0.05). Vücut ısısı, rasyonda silaj varlığı, dışkılama varlığı, dışkı kıvamı ve ping sesinin yeri ile replasman süresi arasında ise zayıf ve istatistiksel yönden anlamlı olmayan (P>0.05) bir korelasyon belirlendi. Serum kalsiyum, potasyum, klor, sodyum ve glikoz seviyeleri ile abomasal replasman süresi arasında bir ilişki bulunmadı. İneklerde su tüketimi arttıkça replasman süresinin azalması yönündeki ilişkinin, çok su tüketen ineklerde abomasumun daha ağır olmasından ve dolayısıyla yer çekimi etkisine daha kolay maruz kalmasından kaynaklanabileceği düşünüldü. Vücut kondisyon skoru yükseldikçe desüflatif replasman süresinin azalması şeklindeki diğer korelasyonun ise; depo yağ miktarı yüksek ineklerde, abomasumun daha fazla dilate olmasına ve dolayısıyla replasman süresinin uzamasına yol açacak intraabdominal boşluk hacminin daha az olmasından kaynaklanabileceği varsayıldı. Anahtar sözcükler: Sığır, Abomasumun sola deplasmanı, Tek aşamalı laparoskopik abomasopeksi, Replasman süresi, Preoperatif bulgular - 47 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Is It Possible to Estimate Deflative Replacement Time From Preoperative Examination Data in Left-Sided Abomasal Displacement Cases Treated with OneStep Laparoscopic Abomasopexy? Sırrı AVKİ 1, Kürşâd YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1 1 Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR Laparoscopic techniques in surgical treatment of abomasal displacement in cattle are common nowadays due to their certain advantages. Self replacement of abomasum following laparoscopic deflation is a precondition for both one- and two-step laparoscopic abomasopexy. To know whether abomasum will replace or how long the replacement will continue can probably be critical knowledge for the selection of laparoscopic or laparotomic techniques during planning the surgical therapy of a cow with left-sided abomasal displacement. In this study, the presence of parameters which can help to estimate the replacement time beforehand were investigated by analyzing possible correlation between laparoscopically recorded replacement time and clinic-biochemical parameters collected during preoperative examination period. Twenty Holstein cows with left-sided abomasal displacement were treated with onestep laparoscopic abomasopexy. Correlation analyze was performed between the data of deflative replacement time recorded during this procedure and clinic-biochemical parameters collected during preoperative examination period. It was revealed that the displaced abomasums of all cows were replaced after laparoscopic deflation though the replacement time varies (mean 113±49.9 sec). The recorded replacement times were found statistically (P<0.05) correlated with both body condition score (r = -0.465) and water intake (r = -0.466). A weak correlation was found for body temperature, silage presence in diet, feces production, feces consistence and localization of pings, but they were all not significant (P>0.05). Serum levels of calcium, potassium, chlor, sodium and glucose were not found correlated with abomasal replacement time. One of the resulting relationships that indicates increase in water consumption decreases the replacement time is thought to be due to the weight of abomasum of cows which consume too much water is much heavier and exposure to more easily the effect of gravity. The other correlation that as the high body condition score increases deflative time decreases; may lead to, in cows with high amounts of stored fat, more dilated abomasum and hence this may stem from fewer volume of intraabolominal space that may cause more prolonged replacement duration. Keywords: Cattle, Left-sided abomasal displacement, One-step laparoscopical abomasopexy, Replacement time, Preoperative signs - 48 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İki Köpekte Gözlenen Patent Ductus Arteriosus (PDA) ve Şirurjikal Sağaltımı Kürşat ÖZER 1, Esma YILDAR 1, Banu DOKUZEYLÜL 2 , Remzi GÖNÜL 2 1 2 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL Patent ductus arteriosus (PDA) yavru köpeklerde daha sık, kedilerde ise nadiren şekillenen ve erken teşhis edilemediğinde ölümle sonuçlanan doğmasal bir kardiyovasküler bozukluktur. Literatürde görülen vakaların büyük çoğunluğunu büyük ırk köpekler oluşturmaktadır. Bu çalışmada değişik tür ve ırkta rastlanan PDA teşhis edilen hastaların klinik muayeneleri, radyografik görüntüleri, laboratuar analiz sonuçları, operasyon metodu ve post-operatif bakım ve durumları değerlendirilerek hastalar hakkında bilgi verilecektir. Olgu materyallerini 2010-2012 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniği’ne inspirasyonda güçlük, letarji, kilo kaybı ve beslenmeyi takiben gıdaların sindirilmeden kusma şikayetleri ile getirilen ve tipik PDA semptomları gösteren 3 aylık İtalyan Tazısı, 45 günlük melez ırklı köpek yavruları oluşturmuştur. Kontrastlı radyografide torasik özefagusta genişleme ve kalbin ön kısmında kontrast madde birikimi gözlenmiştir. Elektrokardiyografi (EKG) de ise sinüs taşikardisi ile miyorkardial hipoksi ve sağ ventriküler dilatasyon saptanmıştır. Hastaların tedavisi şirurjikal olarak gerçekleştirilmiş olup, ligamentum arteriousum proksimal ve distalden ligatüre edilerek, düğümlere bir cm’ lik uzaklıktaki orta hattan kesilmiştir. Post-operatif olarak kontrastlı radyografileri alınmıştır. Vakalarımızdan birinde operasyon hemen sonra ölüm şekillenmiştir. Diğer vakamızın genel durumu iyi olup toraks radyografi bulguları da olumludur. Anahtar sözcükler: PDA, Kedi, Köpek, Ligamentum arteriosum - 49 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Patent Ductus Arteriosus (PDA) in Two Dogs and Surgical Treatment Kürşat ÖZER 1, Esma YILDAR 1, Banu DOKUZEYLÜL 2 , Remzi GÖNÜL 2 2 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department Avcılar, İSTANBUL Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Department, Avcılar, İSTANBUL Patent ductus arterious(PDA) is a congenital cardiovascular disorder frequently seen in dogs and rarely in cats, that leads death if not treated in early stage . It is usually seen in large breed dogs. In this study, informations will be given about physical examination, laboratory results and radiographical appearance, operation methods and post- operative follow-up of animals which are diagnosed as a PDA on different type genre and breeds, The cases were 3 months old Italian Greyhound race dog and 45 days old hybrid race dog shown specific PDA symptoms which are referred to Surgery Department Policlinics between 2010-2012 years with the complaints including dyspnea, lethargy, weight loss, removal of undigested food with vomiting as soon as after eating. Accumulation of conrast material in front of the heart and expansion of the thorasic oesophagus were observed in patients. By the way, myocardial hypoxia with sinus tachycardia and right ventricular dilatations were detected in electrocardiography (ECG). Treatments of cases had been realized by chirurgical process. Ligamentum arteriosum had been cut between midline of nodes which put on proximal and distal side of ligamentum arteriosum and post-operative X-rays were taken. A Death has become at one of cases after operation. Taken X-ray from other case was positive also general condition was fine. Keywords: PDA, Cat, Dog, Ligamentum arteriosum - 50 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Altı Günlük Bir Buzağıda Ectopia Cordis Cervicalis Olgusu ve Operatif Sağaltımı Kürşat ÖZER 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Ebru ERAVCI 1, Ümit UĞURLU 1, Lora KOENHEMSİ 2 ,Tamer DODURKA 2 , Kıvılcım SÖNMEZ 3, Aydın GÜREL 3 Istanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL Istanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL 3 Istanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL 1 2 Ectopia Cordis, kalbin göğüs kafesi dışında, parsiyal ya da tam olarak anormal yerleşimiyle karakterize olan, seyrek rastlanan konjenital bir anomalidir. Ectopia cordis, ventral karın duvarının gelişimindeki problemlere bağlı olarak genellikle intrakardiyak defektlerle ya da diğer çoklu anomalilerle ilişkili olabilir. Bu çalışmada, 6 günlük, 55 kg ağırlığında, erkek, Holstein bir buzağıda görülen ectopia cordis cervicalis olgusu ve operatif sağaltımı sunulmaktadır. Yapılan muayeneler (klinik, hematolojik, EKG, radyografik, ultrasonografik, BT) sonucunda hastaya, kalbin göğüs kafesi içine alınmasına yönelik olarak tek seansta, cerrahi sağaltımda bulunuldu. Hastanın, 10 gün süreyle postoperatif takibi yapıldı fakat buzağı 10. günün sonunda septik şok nedeniyle öldü. Anahtar sözcükler: Buzağı, Ectopia cordis cervicalis, Konjenital - 51 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ectopia Cordis Cervicalis and Surgical Treatment in A 6 Day-Old Calf: A Case Report Kürşat ÖZER 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Ebru ERAVCI 1, Ümit UĞURLU 1, Lora KOENHEMSİ 2 ,Tamer DODURKA 2 , Kıvılcım SÖNMEZ 3, Aydın GÜREL 3 1 Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcılar, İSTANBUL 2 Istanbul University, Veterinary Faculty, Internal Medicine Department, Avcılar, İSTANBUL 3 Istanbul University, Veterinary Faculty, Pathology Department, Avcılar, İSTANBUL Ectopia Cordis is a rare congenital anomaly characterized by partial or complete displacement of the heart, outside the thoracic cavity. Usually ectopia cordis is associated with other multiple anomalies and intra cardiac defects, due to ventral body wall developmental defects. In this study, 6 day-old, 55 kg, a male Holstein Calf with a case of an ectopia cordis cervicalis and its surgical treatment is presented. After the examinations (clinical, heamatological, ECG, x-ray, USG, CT) a single staged surgery was performed to correct the localization of the heart in the thoracic cavity. Calf was followed up 10 days postoperatively, although the calf died at the end of the 10 th day. Keywords: Calf, Ectopia cordis cervicalis, Congenital - 52 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Neonatal Buzağılarda Omfalitis; Yaygınlığı ve Bazı Risk Faktörleri Erhan GÖKÇE 1, Onur ATAKİŞİ 2, Hidayet Metin ERDOĞAN 1, Emine ATAKİŞİ 3 1 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, KARS 2 Kafkas Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, KARS 3 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, KARS Neonatal dönemde görülen omfalitis yaygınlığı, tedavi masrafları ve komplikasyonları ile günümüzde hala önemli bir problem olarak görülmektedir. Neonatal hastalıkların gelişmesinde pasif immunitenin etkili bir faktör olduğu belirtilmekle birlikte omfalitisle arasındaki ilişki yeterince bilinmemektedir. Bu çalışma neonatal buzağılarda omfalitisin insidensi, ırk, cinsiyet ve pasif immuniteyle arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. Buzağıların klinik muayeneleri neonatal dönemde günlük yapılan ziyaretlerle belirlendi. Buzağılardan alınan kan örneklerinden pasif immun durum direkt IgG ve indirekt olarak total protein konsantrasyonları ölçülerek saptandı İncelenen buzağılarda omfalitisin insidensi %18 olarak belirlendi. Sağlıklı ve omfalitis belirlenen buzağıların IgG konsantrasyonları arasında önemli bir fark olmadığı tespit edildi (P>0.05). Omfalitis belirlenen 48 olgunun 19’unda yalnız omfalitis belirlenirken diğer olgularda omfalitisle birlikte artritis, ishal ve pnömoninin birlikte enfeksiyon oluşturduğu görüldü. Bu 48 olguya göre omfalitis erkek buzağılarda ve kültür ırklarında daha yaygın olarak geliştiği tespit edildi. Omfalitisin genellikle yaşamın ilk haftasında (22/48) etkili olduğu belirlendi. Değişik işletmelerde omfalitisin görülme oranları arasında önemli farklılıkların (%0-%26,5) olduğu saptandı. Sonuç olarak omfalitisin özellikle erkek ve kültür ırkı buzağılarda daha yaygın olduğu, pasif immuniteyle arasında herhangi bir ilişki olmadığı ve çiftlik sevk-idare uygulamalarının (doğum hijyeni, göbek kordonu dezenfeksiyonu v.b.) omfalitis gelişmesinde daha etkili bir faktör olabileceği sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Pasif immünite, Omfalitis, Buzağı - 53 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Omphalitis in Neonatal Calves: Frequency and some Associated Risk Factors Erhan GÖKÇE 1, Onur ATAKİŞİ 2, Hidayet Metin ERDOĞAN 1, Emine ATAKİŞİ 2 Departments of Internal Medicine, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS Departments of Bichemistry, Faculty of Science, University of Kafkas, KARS 3 Departments of Bichemistry, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS 1 2 Omphalitis is of important health problem of neonatal period due to its high frequency, treatment cost and complications. Passive immunity is well defined factor associated with neonatal health but its effect on omphalitis is not fully determined. This study was designed to determine the incidence of omphalitis and the its relationship with breed, gender and passive immunity. Passive immune status was determined directly by measuring serum IgG concentrations and indirectly by measuring total protein level in calves. The incidence of omphalitis was 18% of examined calves. Serum IgG concentration did not differ between the calves with omphalitis and health ones (P>0.05). Of the 48 cases, only 19 cases had omphalitis the remaining also had arthritis, enteritis and pneumonia complications. Evaluation of these 48 cases revealed that omphalitis was more frequent in male and non-indigenous breed calves. Omphalitis was widely diagnosed in the first week of life (22/48). There was a statistically significant difference in distribution of cases according to farms studied. In conclusion, omphalitis was more prevalent in male and non-indigenous breed and had no relation with passive immunity but farm management practices (hygiene, navel disinfection etc.) might have association with the disease. Keywords; Passive immunity, Omphalitis, Calf - 54 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kedi ve Köpeklerde Perfore Karın Duvarı Yaraları: Tanı ve Sağaltım Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Kornelia HÜBLER 2, Cetina THIEL 2, Christine PEPPLER 2, Martin KRAMER 2 1 2 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig Universität, Giessen, ALMANYA Perfore karın duvarı yaraları ısırık yaraları, ateşli silah yaraları, batıcı/kesici cisimlerle oluşan sivri cisim/kesik yaraları, yaban hayvanlarının oluşturduğu yırtık yaraları, kazık batma yaraları, operasyon yaralarında dikişlerin açılması ve bazen de trafik kazaları gibi küt travmalarla şekillenir. Burada karın duvarının bütünlüğünün bozulması yanı sıra bir organ/organ sistemi de yaralanabilir. Tanı, klinik muayene, görüntülü tanı, peritoneal lavaj ve laboratuar parametreleri yardımıyla konur. Bu çalışmanın amacı, perfore karın duvarı yarası bulunan hayvanlarda hasta profilini, yaralanma sebebini, klinik bulguları, tanısını, sağaltımı ve bunun sonuçlarını analiz etmektir. Giessen Justus-Liebig Üniversitesi Küçük Hayvan Kliniğine 2000-2006 yılları arasında abdominal travma şikâyetiyle takdim edilen hastalardan 11 köpekte ve 6 kedide karın duvarında perforasyon vardı. Hastaların 11’i erkek, 6’sı dişi idi. Hastaların ortalama yaşı 3,3 yıl iken 17 hastanın 10’u 2 yaştan daha genç idi. Karın perforasyonunun nedeni 11 olguda ısırık yarası, 2 olguda laparotomi yarasının açılması ve birer kez de başlangıçta perforasyon yapmayan trafik kazası, yüksekten düşme, yabancı cisim ve yaban domuzu yaralaması ile oluşan abdominal travma sonucu karın duvarı nekrozudur. Ondört hayvanda karın perforasyonu klinik olarak ve 3 tanesinde laparotomi esnasında tespit edildi. Yedi olguda sadece karın duvarı yaralanmıştı, 10 olguda ise değişik organlar, örneğin mide (1), bağırsak (4 perfore, 2 sadece yaralı) karaciğer (1), dalak (2) ve omentum (2) zarar görmüştü. Dokuz hasta komplikasyonsuz olarak iyileşti, 8 olguda ise irinli peritonitis (3), dikişlerin tamamen açılması (1), hepatopati (1), hematuri (1), subkutan apseleşme (1), adezyonlar (1), diyafram rupturu (1) ve ureter hematomu (1) gibi bazı komplikasyonlar şekillendi ve birer hasta da öldü ya da uyutulmak zorunda kalındı. Sonuç olarak, kedi ve köpeklerde perfore karın duvarı yaraları genelde nadir görülür ama hayatı tehdit eden sonuçları olabilir. En sık karşılaşılan neden ısırma yaraları olup ve burada genç, küçük ırk köpekler ile kediler daha çok etkilenmiştir. Sağaltımın başarısı büyük oranda yaralanmanın boyutu ve zamanında yapılan doğru sağaltım ile ilişkilidir. Anahtar sözcükler: Perforasyon, Abdominal yara, Tanı, Sağaltım, Kedi, Köpek - 55 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Penetrating Abdominal Injuries in Dogs and Cats: Diagnosıs and Treatment Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Kornelia HÜBLER 2, Cetina THIEL 2, Christine PEPPLER 2, Martin KRAMER 2 1 Uludağ University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, Bursa, TÜRKİYE 2 Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig University Giessen, GERMANY Penetrating abdominal injuries occur due to bite wounds, gunshot wounds, wounds caused by sharp/cutting objects, lacerations caused by wild animals, piling wounds, dehiscent surgical wounds, and sometimes due to blunt trauma such as car accidents. As a consequence of these kind of trauma the abdominal wall, and an additional organ/ organ systems may be injured. Diagnosis is based on clinical examination, diagnostic imaging if necessary contrast imaging, peritoneal lavage and laboratory parameters. The aim of this study was to determine the patient profile with penetrating abdominal wounds and to analyse the cause for injury, clinical findings, diagnosis, treatment and outcome. Eleven dogs and 6 cats were presented to the Small Animal Clinic of Justus-Liebig University Giessen between 2000-2006 with a perforation of the abdomen. Eleven patients were male and 6 were female. Mean age was 3.3 years. Ten out of 17 patients were younger than 2 years. The cause of abdominal perforation was in 11 cases a bite injury, in 2 cases dehiscence of a surgical wound and one case each happened due to a car accident, high-rise syndrome, abdominal wall necrosis due to wild boar trauma and a foreign body. In 14 animals abdominal penetration was diagnosed during clinical examination and 3 during laparotomy. In 7 cases only the abdominal wall was injured, in 10 cases additionally other organs such as stomach (1), intestines, liver (1), spleen (2) and omentum (2) were affected. Nine cases recovered uneventfully, in 8 cases several complications such as purulent peritonitis (3), complete dehiscence of the sutures (1), hepatopathy (1), haematuria (1), subcutaneous abscedation (1), adhesions (1), rupture of the diaphragm (1) and hematoma of the ureter occurred. One case died and one had to be euthanized. In conclusion, penetrating abdominal injuries occur seldom but may have lifethreatening complications. Most encountered reasons are bite wounds where young, small breed dogs and cats are mostly affected. The outcome mainly depends on the extent of trauma and on correct treatment procedures applied on time. Keywords: Penetrating, Abdominal wound, Diagnosis, Treatment, Dog, Cat - 56 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Aurikular Hematomun Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1, Ebru ERAVCI 1, Alper ÇETİNKAYA 2 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL 2 Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Cerrahi Araştırma Laboratuvarı, Sıhhiye, ANKARA Aurikula, başın iki yanında bulunan yaprak şeklindeki bir organdır. Şeklinin dik ya da sarkık oluşu ırka göre değişiklik göstermektedir. Yapısını kartilago aurikularis oluşturur. Aurikular hematom (AH); küçük hayvan pratiğinde yoğun olarak karşılaşılan bir hastalıktır. Aurikulanın konkav yüzünde, deri ile kıkırdak arasında (supparakondral) ya da kıkırdağın içinde (intrakondral) oluşmaktadır. Aurikulanın tamamında ya da bir kısmında oluşabilir. Sarkık kulaklı olanlar başta olmak üzere tüm köpeklerde görülebilir. Nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, yabancı cisimler, alerji, enfestasyon, otitis eksterna, otoimmun bozukluklar ve travmaya bağlı olarak hayvanların kulaklarını kaşıması ve başını sallaması sonucu oluşabileceği düşünülmektedir. AH’nin tanısı fiziksel muayene ile konulabilir. Tedavi seçenekleri arasında; iğne ile aspirasyon, drenaj yöntemleri, operatif yöntemler, ilaçla tedavi yöntemleri kullanılabileceği gibi drenaj teknikleri ile birlikte medikal tedavi de uygulanabilmektedir. Bu çalışmanın materyalini 30 adet farklı ırk, yaş ve cinsiyette köpek oluşturdu. Aurikular hematom tanısı konulan bu 30 köpeğe metilprednizolon asetat ilk defa farklı bir doz ve süre ile uygulandı. Tedavi süresince belirli aralıklarla kan alınarak hastaların genel durumu takip edildi. Aurikular hematomun tedavisine yeni bir yaklaşım olduğunu düşündüğümüz bu tedavi sonucunda 30 hastanın tamamında başarılı sonuç elde ettiğimizden dolayı, bu tedavi şeklinin veteriner klinik pratiğine katkı sağlayacağı düşüncesindeyiz. Anahtar sözcükler: Aurikular hematom, Othematom, Metilprednizolon asetat, Köpek - 57 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Treatment of Auricular Haematoma in Dogs with A New Approach Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1, Ebru ERAVCI 1, Alper ÇETİNKAYA 2 1 Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcilar, ISTANBUL 2 Hacettepe University, Faculty of Medicine, Medical and Surgical Research Laboratory, Sihhiye, ANKARA Auricula is a leaf shaped organ which is located bilaterally on the head. The erectile or pendulous shape of the auricula is characteristic of the breed. The structure of the auricula is constituted by cartilago auricularis. Auricular haematoma (AH); is a common disease in small animal practice. It can be seen on the concave surface of the auricula, between the skin and auricular cartilage (supparacondral) or inside the layers of the cartilage (intracondral). It can be located on the different portions or the entire surface of the auricula. AH is mostly common in dogs with pendulous ears; however it can be seen in dogs with erect ears. Although its reason is unknown it can be caused by foreign bodies, allergy, infestation, otitis externa, autoimmune disorders or trauma. AH can be diagnosed with physical examination. The treatment procedures include aspiration of the haemorrhage, drainage techniques, operative methods, medical treatment and combination of medical treatment with drainage techniques. The material of this study constitutes 30 dogs from different sex, age and breed. Methylprednisolon acetate was applied with a different dose and period to the patients for the first time. During the period of the treatment total blood count analysis were done intermittently and the patients were observed. Since we achieved successful results in all of the 30 dogs with a new approach to the auricular haematoma, we think that this type of treatment will provide contribution to veterinary clinical practice. Keywords: Auricular haematoma, Othaematoma, Methylprednisolon acetate, Dog - 58 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Koyun ve Keçilerde Gözyaşı ve Göz İçi Basınç Üzerine Yaş ve Atropinin Etkileri Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Servet KILIÇ 2 1 2 Mustafa Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, HATAY Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ Çalışma koyun ve keçilerde gözyaşı ve göz içi basınç değerleri üzerine tür, cinsiyet ve yaşın etkisi ile gözyaşı miktarı üzerine atropinin etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı. Çalışmada sağlıklı 1-2.5 yaşlı 20 merinos koyun ve 20 adet sanen keçi ile 15-20 günlük 10 dişi, 10 erkek toplam 20’er adet kuzu ve oğlak kullanıldı. Gözyaşı miktarları Schmier Tear Test (STT) ile göz içi basınç (GİB) değerleri ise Schiotz Tonometre (ST) ile ölçüldü. STT ve GİB ölçümleri sabah saat 6 ile 10 arasında gerçekleştirildi. Gözyaşı miktarlarını ölçmek için atropin uygulaması öncesi ve göze atropin sülfat damlatıldıktan beş dakika sonra Schmier Tear Test (STT) stripleri her iki göze yerleştirildi ve bir dakika sonra STT değeri okundu. İstatistiki karşılaştırmalar Independent Samples T-Test veya One-way ANOVA Post-hoc Tukey test ile değerlendirildi ve sonuçlar ortalama±standart sapma (Ort±Sd) olarak verildi. STT ve GİB ortalama değerleri 1-1.5 yaşlı koyunlarda GİB:19.86±2.36 mm/hg, STT: 18.5±1.9 mm ve atropinli-STT (STTa): 11.5±3.8 mm, 2-2.5 yaşlı koyunlarda GİB: 20.40±3.53 mm/Hg, STT: 18.2±1.8 mm ve atropinli-STT (STTa): 11.2±1.7 mm, dişi kuzularda GİB: 18.5±3.7 mm/Hg, STT: 16.0±1.5 mm ve STTa: 9.1±1.1, erkek kuzularda; GİB: 16.4±4.2 mm/Hg, STT: 15.5±1.6 mm ve STTa: 8.8±0.9 mm, 1-1.5 yaşlı keçilerde STT: 17.8±1.9 mm, GİB: 19.79±3.90 mm/Hg, STTa: 12.0±1.5 mm, 2-2.5 yaşlı keçilerde STT: 18.9±1.6 mm, GİB: 19.89±4.35, mm/Hg, STTa: 12.1±1.9 mm, dişi oğlaklarda; GİB: 16.5±4.3 mm/Hg, STT: 14.2±1.7 mm ve STTa: 8.8±1.6 mm, erkek oğlaklarda: GİB: 16.4±4.3 mm/Hg, STT: 14.4±1.4 mm ve STTa: 9.2±1.5 mm olarak bulundu. Sonuç olarak; koyun ve keçiler arasındaki GİB ve STT değerlerinde önemli bir fark olmadığı halde (p>0.05), koyun ve kuzular ile keçi ve oğlaklar arasındaki fark önemli bulundu (p<0.001). Diğer taraftan kuzu ve oğlaklardaki STT ve GİB değerlerinin koyun ve keçilerden önemli oranda düşük olduğu (p<0.001), cinsiyetin GİB ve STT değerlerini etkilemediği (p>0.05), atropinin ise hayvanların tamamında gözyaşı miktarını önemli derecede azalttığı belirlendi (p<0.001). Anahtar sözcükler: Schmier Tear Test (STT), Göz içi basınç (GİB), Atropin, Koyun, Keçi - 59 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Effects of Ageand Atropine on Tear Andıntraocular Pressure in the Sheep and Goats Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Servet KILIÇ 2 1 2 Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, HATAY Fırat University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, ELAZIĞ The study was performed toinvestigate the effects ofatropineon the amount oftears and With the effect of breed, sex andage on thetearand intraocularpressure levels in the sheep and goats. In the study was used healthy 20merinosheeps and 20sanen goatswith 1-2,5 years old, and also twenty merino lambs and twenty sanen goats of both sexes (equal sex) age between 15-20 day in each group. The levels of tear and intraocular pressure (IOP) were measured using Schmier TearTest(STT) and SchiotzTonometry, respectively. IOPmeasurementswere made between6 and 10:00 o’clock in the morning. To measurethe amount oftears, STT strips were placedto both eyes prior to application ofatropine and five minutes after theinstillationof atropine sulfate. The value ofSTT was read aftera minute. Statistical analyses were made using One-way ANOVA and Tukeypost-hoctests and Independent Samples T-Test. The results were given as mean ±standard deviation (mean±SD). In the 1-1.5 year old sheeps; IOP: 19.86±2.36 mmHg, STT: 18.5±1.9 mm and atropinSTT (STTa): 11.5±3.8 mm, in the 2-2.5 year old sheeps; IOP: 20.40±3.53 mmHg, STT: 18.2±1.8 mm and atropin-STT (STTa): 11.2±1.7mm, in the female lambs; IOP: 18.5±3.7 mmHg, STT: 16.0±1.5 mm and STTa: 9.1±1.1, in the male lambs; IOP: 16.4±4.2 mmHg, STT: 15.5±1.6 mm and STTa: 8.8±0.9 mm, in the 1-1.5 year old goats; STT: 17.8±1.9 mm, IOP: 19.79±3.90 mmHg, STTa: 12.0±1.5 mm, in the 2-2.5 year old goats; STT: 18.9±1.6 mm, IOP: 19.89±4.35, mmHg, STTa: 12.1±1.9 mm, in thefemale goatkids; IOP: 16.5±4.3 mmHg, STT: 14.2±1.7 mm and STTa: 8.8±1.6 mm, in themale goat kids; IOP: 16.4±4.3mmHg, STT: 14.4±1.4 mm and STTa: 9.2±1.5 mm were found. As a result, the differences betweensheep andlambs,and also the differences between adult goatsand baby goats were found statisticallysignificant (p<0.001), althoughthere was nota significant differencebetween theIOPand STTvalues(p> 0.05) in the sheep and goats. The values of STTand IOP in the lambs and baby goats were significantlylower than adult sheep and goats(p<0.001), and also gender non-significantly affected the IOPand STTvalues(p> 0.05), atropinesignificantly reducedtheamount oftears(p<0.001). Keywords: Schmier Tear Test (STT), Intraocular pressure (IOP), Atropine, Sheep, Goat - 60 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Farelerde Deneysel Kuru Göz Modeli Üzerine Farklı Terapötik Ajanların Etkilerinin Karşılaştırılması Kadri KULUALP 1, Servet KILIÇ 2 1 2 Fırat Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO, ELAZIĞ Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ Kuru göz sendromu (KGS); oküler yüzeye hasar verme potansiyeline sahip olan yangı, gözyaşı film osmolaritesinin artışı, instabilitesi ve görme bozukluğu ile karakterize multifaktöriyel bir hastalıktır. Mevcut çalışmada, hastalığın tedavisinde sıkça kullanılan bazı ajanların terapötik etkileri karşılaştırılarak en etkili olanının belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada 112 adet BALB-C ırkı dişi fare rastgele ve eşit olarak kontrol (kafeslere yerleştirildi) ve deney (kuru göz kabinine yerleştirildi) olmak üzere iki gruba; her grup da kendi içinde 7’şer hayvanlık 8 alt gruba ayrıldı. Alt gruplar uygulandıkları ajana göre SF (Serum fizyolojik), SH (Sodyum hyaluronat), DİK (Diklofenak sodyum), PAT (Olopatadine), RET (Retinoik asit), FML (Fluorometanol), CsA (Siklosporin-A) ve DOK (Doksisiklin) olarak isimlendirildi. Çalışmanın 0-2. haftaları arasında her iki grup deneklere herhangi bir ajan uygulaması yapılmazken; 2-6. haftalar arasında tümünün sağ gözlerine günde 2’şer kez ve her defasında 5µl olmak üzere yukarıda belirtilen ajanlar lokal olarak uygulanmıştır. Tüm denekler; çalışmanın 0, 2, 4 ve 6. haftalarında göz kırpma sayısı, gözyaşı üretim miktarı, korneal fluorescein boyanma, gözyaşı kırılma zamanı (BUT), gözyaşı fluorescein temizlenme, impresyon sitolojisi ve korneal fluorescein permabilite testi gibi parametreler yönünden değerlendirilmiştir. Çalışmanın 0. haftası ile karşılaştırıldığında 2. haftada tüm deney alt gruplarının; göz kırpma sayıları ve korneal boyanma skorlarının arttığı; gözyaşı üretim miktarları, goblet hücre sayıları, gözyaşı fluorescein temizlenmesi ve BUT’un azaldığı kaydedilmiştir. Terapötik ajanların etkileri 2 ve 6. haftalar arasında ve alt grup gibi değişkenler yönünden değerlendirildiğinde göz kırpma sayısına göre FML, gözyaşı üretim miktarına göre PAT, korneal fluorescein boyanma, gözyaşı kırılma zamanı ve korneal fluorescein permabilite testlerine göre CsA, gözyaşı fluorescein temizlenme ve impresyon sitolojisine göre ise DİK’in en etkili ajan olduğu belirlenmiştir. Bu parametrelerin sonuçları birlikte değerlendirildiğinde ajanların 4 haftalık terapötik etkileri en iyiden en düşüğe doğru CsA, DİK, FML, PAT, RET, SH, DOK, SF şeklinde sıralanmaktadır. Bu ajanlardan ilk 3’ünün ortak ve yaygın etkilerinden hareketle yangının, hastalığın patogenezisinde önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır. Buradan, KGS’nin tedavi sürecinde antiinflamatuar ajanların daima göz önünde bulundurulması gerektiği kanısına varılmıştır. Anahtar sözcükler: KGS, Fare, Evaporatif stres Faktörleri, Tedavi, Ajan - 61 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Comparison of the Effects of Different Therapeutic Agents on An EXPERimental Dry Eye Model in Mice Kadri KULUALP 1, Servet KILIÇ 2 1 2 Fırat University, Health Vocational School, ELAZIĞ Fırat University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ELAZIĞ Dry eye syndrome (DES) is a disease characterized with inflammation, tear film hyperosmolarity and instability, visual impairment, having the potential to damage ocular surface. This study purposed to be identified the most effective one comparing the therapeutic effects of some drugs commonly used for the treatment of this disorder. In the study, 112 BALB-C breed female mice were allocated equally and at random to two groups, control (placed in cages) and experimental (placed in a dry eye cabinet), which were divided in itself into 8 subgroups of 7 animal each. These subgroups were called as SF (Saline), SH (Sodium hyaluronate), DIK (Diclofenac sodium), PAT (Olopatadine), RET (Retinoic acid), FML (Fluoromethanole), CsA (Cyclosporine-A), DOK (Doxycycline), and according to the agents administered. While the animals of both groups received no agents between 0-2 weeks, it has been administrated to their right eyes the agents mentioned above twice a day and 5 µl each time between 2-6 weeks. All experimental animals were evaluated considering the tests, blink rate, corneal fluorescein staining, break-up time (BUT), tear fluorescein clearance, impression cytology and corneal fluorescein permeability on the 0th, 2nd, 4th and 6th weeks of the study. It was detected that in all experiment subgroup animals, blink rate and corneal staining scores were increased, but tear production and goblet cell counts, tear fluorescein clearance and BUT were decreased at the 2nd week as compared with the 0th week of the study. When the therapeutic actions of the agents were evaluated between the 2nd and 6th weeks or considering the subgroups variables, FML with regard to blink rate, PAT regarding to tear production rate, CsA according to corneal fluorescein staining, BUT and corneal fluorescein permeability tests and DIK in term of tear fluorescein clearance and impression cytology were determined as the most effective agents. When the result of all these parameters were assessed all together, the four week therapeutic actions of the agents from maximum to minimum could be arranged as CsA, DIK, FML, PAT, RET, SH, DOK and SF. The common and broad therapeutic actions of the first three agents indicate that the inflammation may play an important role on the pathogenesis of the disease. Thus, it suggests that anti-inflammatory drugs should always be taken into account during the treatment course of the DES. Keywords: DES, Mouse, Evaporative stress factors, Treatment, Agent - 62 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Şanlıurfa Yöresinde Sığır Oküler ve Perioküler Tümörlerinin Klinik ve Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi: 15 Olgu Cengiz CEYLAN 1, Zafer ÖZYLDIZ 2, Rahşan YILMAZ 2, Halil Selçuk BİRİCİK 1 1 2 Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ŞANLIURFA Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, ŞANLIURFA Veteriner hekimlikte, büyük ekonomik kayıplara neden olan, oküler ve perioküler dokularda oluşan tümörlerle sıklıkla karşılaşılır. Sunulan çalışmada; sığırlarda tespit edilen göz tümörlerinin klinik ve histopatolojik karakterleri ile uygulanan sağaltım sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışmanın materyalini cerrahi kliniğine 2008-2011 yılları arasında getirilen veya mahallinde müdahalesi yapılan, modern çiftlik ya da ev ahırlarında barındırılan oküler-perioküler tümörlü 15 sığır oluşturdu. Tedavi amacıyla, 5 vakada lokal tümör ekstirpasyonu, 10 vakada göz ekstirpasyonu uygulandı. Post operatif dönemde tüm vakaların, bir ay süreyle haftalık kontrolleri ve yara bakımları yapıldı. Post operatif, ortalama 6. aya kadar telefonla hasta sahibinden bilgi alınmaya çalışıldı. Hastaların ırk dağılım oranı, Holstein 10 (%67), Simental 3 (%20) ve Simental melezi 2 (%13); cinsiyet dağılım oranı, dişi 13 (%87), erkek 2 (%13); yaş dağılımı ise 3 (%20) 4 yaşlı, 6 (%40) 5 yaşlı, 3 (%20) 6 yaşlı, 2 (%13) 7 yaşlı ve 1 (%7) 8 yaşlı; etkilenen göz yönünden dağılım oranı ise 10 (%67) sağ göz, 5 (%33) sol göz olarak belirlendi. Uzaklaştırılan 15 tümöral kitlenin histopatolojik muayeneleri sonucunda; 11 (%73)’inin yassı hücreli göz kanseri, 1 (%7)’inin trikoepitelyom, 1 (%7)’inin solid tip apokrin duktal karsinom, 1 (%7)’inin apokrin karsinom ve 1 (%7)’inin de fibrosarkom olduğu tespit edildi. Post operatif 6. aya kadar tümörlerin nüks etmesi veya muhtemel bir metastaz ile ilgili net bir bulguya rastlanılamadı. Bir vakada bir ay süren parotit lenf bezi şişkinliği ve 1 vakada tedaviye cevap veren orbital enfeksiyon gözlendi. Sunulan çalışmada 15 vakanın 11 (%73)’inde yassı hücreli göz kanseri benzer çalışmaların raporlarına paralel olarak yüksek bir oranda bulundu. Sunulan çalışmada tespit edilen oküler ve perioküler tümörlerin; ırk, cinsiyet, yaş, etkilenen göz ve tümörlerin lokasyon dağılımı açısından literatür veri sınırları içinde olduğu söylenebilir. Belirtilen takip süresi içerisinde, uygulanan tedavilerin 15 vakada başarılı olduğu, önceden belirtilen süt ve kilo kaybının da büyük oranda düzeldiği gözlendi. Sonuç olarak; sığırların oküler-perioküler dokularında oluşan değişik karakterdeki tümörlerinde uygulanan lokal tümör rezeksiyonu veya total göz ekstirpasyonu gibi tedavilerin, kolay uygulanabilir, az komplikasyon riskli ve düşük maliyetli olduğu söylenebilir. Aynı zamanda, kronik ağrıyı ortadan kaldırması sonucu, hayvanların ekonomik ömrünün uzaması ve dolayısıyla ekonomik kayıpların minimize edilmesi nedeniyle uygun bir yöntem olabileceği düşüncesine varıldı. Anahtar sözcükler: Sığır, Göz tümörü - 63 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Clinical and Histopathological Evaluation of Bovine Ocular and Periocular Neoplasms in 15 Cases in Sanliurfa Region Cengiz CEYLAN 1, Zafer ÖZYLDIZ 2, Rahşan YILMAZ 2, Halil Selçuk BİRİCİK 1 1 2 Harran University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, SANLIURFA Harran University, Veterinary Faculty, Department of Pathology, SANLIURFA Ocular and periocular neoplasms, which cause major economic losses, are frequently encountered in the Veterinary profession. The present study was conducted to evaluate the clinical and histopathological characteristics of bovine ocular and periocular neoplasms and the results of the therapeutic procedures. The study materials were 15 cattle with ocular-periocular neoplasms, which were housed at modern farm premises or family holdings and either referred to the surgery clinic or treated on-site, between 2008-2011. Treatment was performed by local tumour extirpation in 5 cases and ocular extirpation in 10 cases. In the post operative period, routine controls and wound care were performed on a weekly basis for a one month period in all of the cases. Furthermore, efforts were made to obtain information from the animal owner up to the 6th month post-operation. Of the bovine diagnosed with ocular and periocular neoplasms, 10 (67%) were of the Holstein breed, 3 (20%) Simmentals and 2 (13%) Simmental crosses; whilst 13 (87%) female and 2 (13%) male. The ages of the animals were determined as 4 years in 3 (20%), 5 years in 6 (40%), 6 years in 3 (20%), 7 years in 2 (13%) and 8 years in 1 (7%) of the cases. It was ascertained that the affected eyes were the right eye in 10 (67%) of the animals and the left eye in 5 (33%) of the animals. Based on the histopathological examination of the extirpated neoplastic tissues, 11 of the cases (73%) were diagnosed with ocular squamous cell carcinoma, whilst 1 case (7%) each was diagnosed with trichoepithelioma, solid apocrine ductal carcinoma, apocrine carcinoma, and fibrosarcoma. Until the 6th month post-operation no finding that would suggest the recurrence or possible metastasis of the neoplasms has been observed. In one of the cases, swelling of the parotid lymph node, which lasted for one month, was encountered, whilst another case presented with orbital infection that responded to treatment. The diagnosis of ocular squamous cell carcinoma in 11 out of 15 cases (73%) in the present study was in agreement with the high rates reported in previous studies. The ocular and periocular neoplasms detected in the present study display a distributional pattern similar to that reported in previous literature in terms of breed, sex, age, affected eye, and location of the tumour. During the follow-up period, it was observed that, the therapeutic procedures succeeded in all 15 cases, and decreased milk yields and weight loss improved to a large extent. In conclusion, local tumour extirpation and total extirpation of the eye performed for the treatment of various neoplasms that occur in ocular and periocular tissues are readily applicable and inexpensive methods with low complication risk. Furthermore, these methods are considered feasible as they maintain the economic life of animals and minimize economic losses through the relief of chronic pain. Keywords: Bovine, Ocular neoplasm - 64 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İki Kedi ve Bir Köpekte Dış Akustik Kanal AtrezyasI (DAKA) Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Ebru ERAVCI 1, Aslı EKİCİ 1, Oktay DÜZGÜN 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL Dış akustik kanal (DAK); konha aurikula’dan membrana timpani’ye kadar olan huni şeklindeki oluşumdur, vertikal ve horizontal olmak üzere iki kısımdan meydana gelir. Dış akustik kanal atrezyası (DAKA); nadiren görülen bir bozukluktur. Atrezya, DAK’ın farklı bölümlerinde görülebilir. Bu bozukluk çoğunlukla unilateral olarak şekillenmektedir. Klinik bulgular; ağrı, başı sallama ve başı hasta tarafa doğru eğmedir. Bazen bu bozukluk ile birlikte sekunder olarak gelişen orta kulak hastalığı da görülebilmektedir. Lezyonun lokalizasyonuna göre; lateral kulak duvarı rezeksiyonu, vertikal dış akustik kanalın ablasyonu ile birlikte ya da tek başına horizontal dış akustik kanalı dışarı çekme, total dış akustik kanal ablasyonu, lateral bulla osteotomisi ve akustik kanal anastomozu teknikleri bu bozukluğun sağaltımında kullanılabilen operatif yöntemleridir. Bu sunumun amacı; kedi ve köpeklerde nadir gözlenen bir bozukluk olan DAKA’nın farklı görüntüleme teknikleri ile tanısının konulduğu 3 olgu hakkında bilgi vermektir. Olgularımızı İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniği’ne getirilen 2 kedi ve 1 köpek oluşturdu. Olgular kliniğimize genel olarak baş eğikliği, kulağında ağrı ve işitme kaybı şikayetiyle getirildiler. Yapılan klinik muayene ve direkt otoskopiyi takiben, video otoskopi, pozitif kanalografi ve bilgisayarlı tomografi ile görüntüleme tekniklerinden de yararlanılarak hastalara DAKA tanısı konuldu. Olguların tamamında bozukluk unilateral olarak görüldü. Kedi olgularından birinde horizontal dış akustik kanal atrezyası (HDAKA), diğerinde total dış akustik kanal atrezyası (TDAKA) görüldü. Köpek olgusunda ise HDAKA ile birlikte otitis media da izlendi. Uygun operatif yöntemlerle müdahale edilmesi gerektiği konusunda bilgilendirilmelerine karşın hasta sahipleri operasyonu kabul etmedikleri için hastalara herhangi bir operatif müdahale yapılamadı. Anahtar sözcükler: Dış akustik kanal, Atrezya, Kulak, Kedi, Köpek - 65 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS External Acoustic Canal Atresia (EACA) in Two Cats and One Dog Alper DEMİRUTKU 1, Kürşat ÖZER 1, Ebru ERAVCI 1, Aslı EKİCİ 1, Oktay DÜZGÜN 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1 1 Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcilar, ISTANBUL The external acoustic canal (EAC); is a funnel-shaped tube from concha auriculae to the membrana tympani and it has two parts as vertical and horizontal. External acoustic canal atresia (EACA) is a rare disorder. Atresia can be seen on different portions of EAC. This disorder is usually seen unilaterally. Clinical signs include otalgia, head shaking and head tilt to the affected side. Sometimes it is complicated by secondary involvement of the middle ear disease. Due to the localisation of the lesion; lateral ear wall resection, horizontal pull-through with or without vertical external acoustic canal ablation, total external acoustic canal ablation, lateral bulla osteotomy and acoustic canal anastomosis techniques can be used for the surgical treatment of this disorder. The aim of this presentation is to give an information about a very rare disorder in cats and dogs called EACA in 3 cases which was diagnosed with the help of different imaging techniques. The cases were 2 cats and 1 dog which was brought to Istanbul University Veterinary Faculty Research and Practice Hospital Surgery Clinic. The main complaints of the patient owners was head tilt, pain on the affected side and hearing loss. Subsequent to the clinical and direct otoscopic examination, video otoscopy and positive canalography performed to the patients and with the help of the computed tomography it was diagnosed as EACA. In all of the 3 cases the disorder was unilateral. It was seen horizontal external acoustic canal atresia (HEACA) in one cat and total external acoustic canal atresia (TEACA) in the other. In the dog, otitis media was also seen secundary to HEACA. Altough the patient owners was informed about the appropriate surgical techniques, since the owners did not allow the operation the patients was taken with an untreated condition. Keywords: External acoustic Canal, Atresia, Ear, Cat, Dog - 66 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Fizik Tedavinin Önemi ve Hasta Refahına Katkıları Gamze KARABAĞLI 1 1 İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Lokomotor sistem hastalıkları içersinde eklem hastalıkları, kemik hastalıkları, tendo ve kas hastalıkları, merkezi sinir sistemi hastalıkları, periferal sinir sistemi hastalıkları yer almaktadır. Bu sistemlere ait lezyonların tedavisinde erken ve doğru teşhisin önemi büyüktür. Hareket sistemini etkileyen bütün lezyonlarda en önemli ortak özellik ister konservatif tedavi uygulansın isterse de operatif tedavi uygulansın mutlaka fizik tedavi ile birlikte çalışılması gerektiğidir. Fizik tedavi hareket sistemindeki hastalıklarda, diğer yöntemlerle bir araya geldiğinde iyileşme süresini kısaltmakta ve hastanın konforunu arttırmaktadır. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarına çoğunlukla ortopedik ve nörolojik hastaların desteklenmesi için son yıllarda sıklıkla başvurulduğu görülmektedir. Konservatif tedaviye ya da operasyona ek olarak çeşitli yöntemler ayrı ya da bir arada uygulanmaktadır. Son on yılda beşeri fizik tedavi uygulamalarının küçük hayvan pratiğine aktarılmakta olduğu görülmektedir. Beşeri tıpta 1970’lerden buyana fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları dünya çapında yaygınlaşmıştır. Veteriner tıpta ise bu girişimler 1990’larla başlamıştır. Bu sunumda fizik tedavi hakkında merak edilenlere ışık tutmak ve tedavi edilen olguların paylaşımı hedeflenmektedir. Anahtar sözcükler: Fizik tedavi, Nöroloji, Ortopedi, Kedi, Köpek - 67 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Impotance of Physiotherapy and Contributions to the Patient Welfare Gamze Gamze KARABAĞLI 1 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, ISTANBUL Physiotherapy is a complementary field of science performing special treatment approaches to improve the functional situation to the highest possible level and to maintain this situation following injuries, diseases or painful conditions that cause different degrees of immobility. With a short academic history in Turkey, physiotherapy has been brought in University of İstanbul, Veterinary Faculty Surgery Department, to the practice of small animals in 2009. This presentation included 40 dogs and 9 cats, a total of 49 cases who were taken to our clinics with neurological and orthopedical disorders and were directed to physiotherapy after precise diagnosis. Forty two of the patients had central or peripheral nervous system disorders, whereas seven had musculoskeletal system disorders. Phase of the diseases, clinical situations of the patients and other examinations were evaluated, and treatment protocols of certain intervals were planned according to these evaluations. The protocols included ultrasonic therapy, phonophoresis, electrical stimulation, passive and active exercises, assisted active exercises, swimming, under-water walking band applications and hot&cold applications. Positive results were obtained in 30 of the cases, while no result was taken in 10 of the cases. The treatment of the resting 9 cases were interrupted because of different reasons. Accurate diagnosis and beginning the treatment on proper time, as well as owner attention has an important role in the success of the therapies. Keywords: Physical therapy, Neurology, Orthopedia, Cat, Dog - 68 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kemik Ksenogrefti Olarak Kullanılan Mürekkep Balığı Kemiğinin Kemik İyileşmesi Üzerine Etkileri Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1 1 Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM Çalışmamızın amacı mürekkep balığı kemiği (MBK)’nin, radyolojik ve ışık mikroskopik bulgular eşliğinde, kemik ksenogrefti olarak kullanım değerini saptamaktır. Çalışmanın materyalini 1 yaşlı, 105 adet, erkek Yeni Zelanda tavşanı oluşturdu. Toplam 105 tavşan, her grupta 21 denek olmak üzere önce 5 ana gruba, 1. 2. 3. 4. 6. 12. ve 24. haftalık alt gruplara ayrıldı. Deneklerin her iki radius proksimal metafiz bölümü operatif olarak açığa çıkarıldı ve frez ile 5 mm çapında, unikortikal ortalama 3 mm derinliğinde defekt oluşturuldu. Oluşturulan defektler, mürekkep balığı kemiği (MBK), demineralize kemik matriksi (DKM), trikalsiyum fosfat (TKF) ve sığır kansellöz greft (SKG) ile dolduruldu. Son gruptaki tavşanlarda greft uygulaması yapılmadı ve kontrol grubu olarak değerlendirildi. Postoperatif 1. 2. 3. 4. 6. 12. ve 24. haftalarda denekler sakrifiye edildi. A/P ve M/L pozisyonlarında radyografileri alındı ve kemik örnekleri alınarak ışık mikroskobunda incelendi. Radyografik ve histolojik veriler skorlanarak Kruskall-Walis testi ile analiz edildi ve skorlar arasındaki korelasyon Pearson testi ile belirlendi. Alınan radyografik sonuçlara göre; ilk iki sırayı DKM ve TKF gruplarının oluşturduğu, üçüncü ve dördüncü sırada SKG ve MBK gruplarının olduğu görüldü. En son sırada Kontrol grubu yer aldı. Histolojik analiz sonuçlarına göre; ilk sırayı TKF grubunun oluşturduğu ve daha sonraki sıralamanın MBK, SKG, DKM ve Kontrol grubu şeklinde olduğu belirlendi. Tüm gruplardan elde edilen radyografik ve histolojik skorlar arasında yapılan Pearson korelasyon testi sonuçlarına göre; ilk sırada MBK yer alırken, TKF ve kontrol grubu birlikte ikinci sırayı aldı, sonraki sıralamanın SKG ve DKM grupları şeklinde olduğu görüldü. Sonuç olarak; MBK’nin diğer kemik ksenogreftleriyle başarıyla rekabet edecek kadar osteogenezisi uyardığı, osteoindüktif ve osteointegrasyon özelliklerinin yüksek olduğu, çok ucuza elde edilebilmesi, etilen oksitle sterilizasyonunun yapılabilmesi ve kolaylıkla şekil verilebilmesi nedenleriyle diğer ksenogreftlere karşı avantajlı olduğu kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Mürekkep balığı kemiği, Kemik ksenogrefti, Kemik iyileşmesi, Radius, Tavşan - 69 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Investigation of Utilization of Cuttlefish Bone Using as Bone Xenograft on Bone Healing Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1 1 Atatürk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ERZURUM This study aimed to examine effects of CB as xenograft on bone healing with radiographic and light microscopic results. The experiment conducted on 105 one-year old male New Zealand rabbits. The rabbits divided into 5 groups. 5 groups divided into 1. 2. 3. 4. 6. 12. and 24 weeks subgroup. 5 mm diameter, unicortical 3 mm in depth defect in the metaphyseal region of the left and right radius. The group V wasn’t treated and serve as a negative control. The groups II, III, and IV treated by demineralized bone matrix (DBM), bovine cancellous graft (BSG), and tricalcium phosphate (TCP), respectively. At weeks 1, 2, 3, 4, 6, 12 and 24 post-operation, animals sacrificed and bones harvested for radiological, histological (light microscopy) evaluations. Data analyzed by Kruskall-Walis and Pearson’s correlation. According to the results received radiographic; DBM and the TCP groups consisted of the first two places, third and fourth groups were BSG and CB. The control group took part in last place. Histological results revealedfirst group was TCP. Cuttlefish bone graft, BSG, DBM and control groups took place, respectively. According to the results received Pearson’s correlation; first group was CB, control and TCP groups consisted of the second two places. BSG and DBM groups took place, respectively. As a result, CB stimulates osteogenesis successfully compete in other bone xenografts, has high osteointegration and osteoinductive properties. Furthermore, CB can be obtained very cheaply, can be made with ethylene oxide sterilization and can be shaped easily. Keywords: Cuttlefish bone, Bone xenograft, Bone healing, Radius, Rabbit - 70 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kırıklarda Osteosentez Materyali Olarak Kilitli Plak Uygulaması Kürşat ÖZER 1, Zihni MUTLU 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Ebru ERAVCI 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Osteosentez materyalleri, kırıkların operatif tedavisi, anatomik rekonstruksiyonu ve kayıp fonksiyonların yerine getirilmesi için tasarlanmıştır. Son yıllarda, kırık iyileşmesini hızlandırmak amacıyla standart Dinamik Kompresyon Plaklarının (DCP) yerine kilitli plaklar kullanılmaya başlanmıştır. Bu osteosentez materyallerinin özelliği; kilitli vida başı ve yivli plaka deliklerinden oluşması, klasik kortikal vidaların kullanılmasına ve manyetik rezonans görüntülerinin (MRG) alınabilmesine imkan sağlamasıdır. Kemiğe sınırlı temas etmesi ve periost damarları üzerindeki basıncın az olmasından dolayı, plaka/kemik yüzeyi arasında “kompartman sendromu” oluşması önlenmiş olur ve böylece kan dolaşımının korunmasıyla kırık iyileşmesi hızlanır. Çalışmamızın materyalini değişik ırk, yaş ve cinsiyette 15 adet köpek oluşturdu. Bu köpeklerin 8’ inde femur, 4’ ünde antebrahium, 3’ ünde ise tibia kırığı mevcuttu. Uygulanan kilitli plaklar 45 ile 60 günler arasında çıkartıldı. Plakaların çıkartılması esnasında hiç bir şekilde materyalin fibröz dokusu ile örtülmediği ve vidaların gevşemediği görüldü. Radyografik görüntülerde de kırığın primer iyileştiği izlendi. Anahtar sözcükler: Kilitli plak, Kırık, Köpek - 71 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Aplication of Locking Plates as An Osteosynthesis Material on Fractures Kürşat ÖZER 1, Zihni MUTLU 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Ebru ERAVCI 1 1 İstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL Osteosynthesis materials were designed for operative treatments of fractures, anatomic reconstruction and the fulfillment of loss of functions. In recent years, to accelerate fracture healing, locked plates have replaced the standard Dynamic Compression Plates (DCP). Osteosynthesis materials are formed of locked screw heads and threaded plate holes, which enables the use of conventional cortical screws and taking magnetic resonance images (MRI). Due to its limited contact with the bone and the low pressure on the periosteal vessels, the “compartment syndrome” between the plate / bone surface can be prevented thus protecting the healty blood circulation which accelerates the fracture healing. Our stupy sample was composed of 15 dogs of different breed, age and sex. 8 of the cases had femur fractures, 4 of them had antebrahium fractures and 3 of them had a fracture of the tibia. The applied locked plates were removed between days 45 and 60. During removal of the plates it was observed that the material was not coverd with fibrous tissue and there was no loosening in the screws. Through radiographic images it was also observed that the fracture heald without callus ( primary bone healing). Keywords: Locking plate, Fracture, Dog - 72 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS 85 Köpekte Dirsek Displazisinin Uluslararası Dirsek Çalışma Grubu (IEWG) Skorlama Sistemi İle Değerlendirilmesi Sinan ULUSAN, ¹, Özge ÖZDEMİR 2, Hasan BİLGİLİ 1 ¹ Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA 2 Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS Bu çalışma Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği’ne ön ekstremite topallık şikayeti ile getirilen 85 değişik ırk, yaş ve cinsiyetteki köpek üzerinde gerçekleştirildi. Getirilen köpeklerin klinik ve radyolojik muayeneleri yapıldı. Bu değerlendirme sonrasında dirsek ekleminden kaynaklanan rahatsızlığı olan köpekler çalışmaya dahil edildi. Bu çalışmadaki 85 adet köpeğin %65’ini Alman Çoban, %19’unu Rottweiller, %11’ini Kangal ve %5’ini ise Golden Retriever ırkı köpekler oluşturdu. Olguların topallık değerlendirmeleri Bilgili-Ulusan Topallık Değerlendirme Skalası’na göre yapıldı. Olguların radyografileri 4 ayrı pozisyonda çekildi. Bu pozisyonlar Medio-Lateral (M/L) 45 derece fleksiyonda ve M/L 120 derece fleksiyonda, Anterio-Posterior (A/P) ve Anterio-Posterior MedialOblik (A/P-M/O) şeklinde oldu. Alınan tüm radyografiler, International Elbow Working Group (IEWG) Dirsek Displazisi Değerlendirme Skalası kullanılarak, iki ayrı veteriner hekim tarafından skorlanarak değerlendirildi. Sonuç olarak; çalışmaya dahil edilen 85 olgunun %79’unda dirsek displazisi saptandı. IEWG skorlama sistemi kullanılarak yapılan bu olguların skorlamasında %21 “0 Derece” sağlıklı dirsek eklemi, %7 “1. Derece” dirsek displazisi, %8 “2. Derece” dirsek displazisi ve geri kalan %65 de ise “3. Derece” dirsek displazisi tespit edildi. Dirsek displazili 85 olgu da primer lezyon olarak “%55’inde FCP, %18’inde UAP, %5’inde OCD ve %7’sinde EI belirlendi. Sonuç olarak; Türkiye’de köpeklerde dirsek displazisinin bir sorun olarak arttığı ve daha geniş olgu sayılı taramaların yapılmasının uygun olacağı kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Dirsek displazisi, Dirsek eklemi, IEWG skorlama sistemi, Köpek, Ön ekstremite topallığı - 73 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Evaluation of Elbow Dysplasia by International Elbow Working Group (IEWG) Scoring System in 85 Dogs Sinan ULUSAN ¹, Özge ÖZDEMİR 2, Hasan BİLGİLİ ¹ ¹ Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA 2 Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS The aim of this study was to determine the reason ratio of forelimb lameness caused by Canine Elbow Dysplasia (ED) and to score ED by using International Elbow Working Group (IEWG) scoring system. This study was carried out on 85 dogs (65% German Sheperd, 19% Rottweilers, 11% Turkish Kangal and 5% Golden Retrievers) with forelimb lameness caused by elbow joint problems. Bilgili-Ulusan Lameness Evaluation Scale is used to evaluate the lameness. The radiographs of elbow joints of cases were taken in four special positions which are necessary for IEWG scoring system. The positions necessary for IEWG scoring system are Medio-Lateral (M/L) 45 degree in flexion, M/L 120 degree in flexion, Anterio-Posterior (A/P) and Anterio-Posterior Medial-Oblique (A/P-M/O). All the radiographs were evaluated by two veterinarians. IEWG scoring system was used to evaluate ED. In conclusion we determined 79% of all cases reason of lameness is ED. And 21% of all cases are “0 degree”, 7% is “1st degree”, 8% is “2nd degree” and 65% is “3rd degree” dysplasia according to IEWG scoring system. We observed 18% Ununited Anconeal Process (UAP), 7% Elbow Incoungrity (EI), 55% Fracture of Medial Coronoid Process (FCMP) and 5% Osteochondrosis (OC-OCD) of all cases. In conclusion that elbow dysplasia problem in dogs increased in Turkey. It is seen that elbow dysplasia scanning, must be done in more cases. Keywords: Canine, Elbow dysplasia, Elbow joint, Forelimb lameness, IEWG scoring system - 74 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS 65 Köpekte Ön ve Arka Ekstremite Topalliklarinin Force Plate Kinetik Yürüme Analizi Ile Değerlendirilmesi Özge ÖZDEMİR 1, Sinan ULUSAN 2, Hasan BİLGİLI 2 1 2 Cumhuriyet Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA Topallık, ekstremitelerde fonksiyon bozukluğu olarak tanımlanan bir semptomdur. Topallıkların belirlenmesinde ve nicel ölçümlerinin yapılmasında ise kinetik yürüme analizinden yararlanılır. Yürüme analizi; yürümenin sayısal olarak değerlendirilmesi, tanımlanması ve yorumlanmasıdır. Kinetik yürüme analizi ise; hareketi yaratan kuvvetler, basınç, moment gibi eklem hareketlerine neden olan etkilerin bilgisayar ortamında değerlendirilmesidir. Bu çalışmanın materyalini 65 adet (30 adet ön ekstremite, 35 adet arka ekstremite) topallığı bulunan, 65 adet sağlıklı; 130 adet büyük ırk köpek oluşturmuştur. Topallık gösteren olgular ile sağlıklı köpeklere ait yürüme analizi verilerinin karşılaştırılması ve sonuçların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada 130 adet büyük ırk köpeğin kinetik yürüme analizi AMTI OR-7MA model biyomekanik kuvvet patformu kullanılarak, özel bilgisayar programı (Acquire version 7.33, Sharon Software 2007) ile sayısal verilere dönüştürülerek ölçüldü. Her bir olgu için 3 adet yer tepkime kuvveti (mediolateral, craniocaudal ve vertikal kuvvetler) 5’er kez ölçüldü. Değerlendirme yapılırken her bir kuvvet için bu 5 ayrı ölçümün aritmetik ortalaması olan tek bir değerden faydalanıldı. Topallığın kinetik yürüme analizi ile değerlendirilmesinde en önemli kuvvetler, craniocaudal ve vertikal kuvvetler olarak tespit edildi. Craniocaudal kuvvetlerin tüm topallık bulunan olguların %90’nında sağlıklı olguların kuvvet değerlerine göre yüksek olduğu belirlendi. Ancak craniocaudal kuvvetler topallığın değerlendirilmesinde vertikal kuvvetlerle birlikte sağlıklı sonuçlara ulaştırdı. Vertikal kuvvetlerin ise topallık bulunan olgularımızın %95’inde sağlıklı olgulara göre düşük ve ön ekstremite topallığı bulanan olgularda 80 N*100/body wt değerinin altında, arka ekstremite topallığı bulunan olgularda ise 85 N*100/body wt değerinin altında olduğu belirlendi. Mediolateral kuvvetler sağlıklı olguların çoğunda 8 N*100/body wt değerinin altında ölçüldü. Ön ekstremitede topallık bulunan olguların %85’inde, arka ekstremitede topallık bulunan olguların ise %90’nında bu değerin üzerinde belirlendi ancak mediolateral kuvvetler topallığın değerlendirilmesinde anlamlı bulunmadı. Sonuç olarak; Türkiye’de veteriner ortopedi ve travmatoloji rutinine girmeye başlayan kinetik yürüme analizi ile ön ve arka ekstremite topallıkları objektif-nicel olarak değerlendirildi. Büyük ırk köpeklerin ön ve arka ekstremite topallıklarında kinetik yürüme analizleri için standart değerler elde edildi. Anahtar sözcükler: Yürüme analizi, Ön ekstremite, Arka ekstremite, Topallık, Köpek - 75 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Evaluation of Forelimb and Hindlimb Lameness in 65 dogs Using by Kinetic Force Plate Gait Analysis Özge ÖZDEMİR 1, Sinan ULUSAN 2, Hasan BİLGİLI 2 1 2 Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA Lameness is a symptom, is defined functional failure of the extremity. Force plate gait analysis is used for determination of the lameness and its quantitative measurements. Gait analysis is a numerical evaluation, definition and interpretation of walking. Kinetic force plate gait analysis is an evaluation of the effects, caused on the joint movement as forces of motion, pressure, moments, etc., via computer. The material of this study is 65 cases with lameness (30 cases in forelimb lameness and 35 cases in hindlimb lameness), 65 healthy cases; and then 130 cases within large breed dog. The aim of this study is to compare with outcomes of the force plate gait analysis in these two groups and evaluate of all outcomes. In this study kinetic gait analysis numerical data were taken with a biomechanical force plate (AMTI OR6 -7MA) and a special computer program (Acquire version 7.33 Sharon Software 2007) for 130 large breed dogs. 3 ground reaction forces (mediolateral, craniocaudal and vertical forces) were measured by 5 times for each other. For evaluating of these forces, arithmetical average values of five results were used. The craniocaudal and vertical forces were found the most important forces for kinetic gait analysis assessment of lameness. 90% of all cases’ craniocaudal forces were higher than healthy dog’s force values. The proper outcome is obtained for evaluation of the lameness by utilizing both craniocaudal and vertical forces together. 95% of the lameness patients’ vertical forces were found lower than the healthy cases’ vertical forces and the vertical force values on dogs with forelimb lameness were found lower than 80 N*100/body wt; however, the vertical force values on dogs with hindlimb lameness were found lower than 85 N*100/body wt. The mediolateral forces of majority of healthy dogs were measured lower than 8 N*100/body wt. This value is found higher in 85% of dogs with forelimb lameness and 90% of dogs with hindlimb lameness but the mediolateral forces are not found significant results. As a result; kinetic gait analysis, being a routine procedure in the veterinary orthopaedics and traumatology in Turkey, is evaluated on forelimb and hindlimb lameness objectively and quantitatively. The standard value for evaluation of forelimb and hindlimb lameness in large breed dogs is obtained. Keywords: Gait analysis, Forelimb, Hindlimb, Lameness, Dog - 76 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Böbrek Nakli Adayı Bir Kedide Sürekli Ayakta Periton Diyaliz Uygulaması Murat KARABAĞLI 1, Gamze KARABAĞLI 1, Kürşat ÖZER 1, Yeşim TOLA 2, Orhan ZİYLAN 3 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Evde Bakım, İSTANBUL 3 İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji, İSTANBUL 1 2 Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı ‘na böbrek nakli için yönlendirilmiş 10 yaşında kastre edilmiş, erkek, melez ırk bir kedi oluşturdu. İndirek immun floresan antikor tekniğiyle serum toksoplazma testi sonucu IgG ve IgM pozitif çıktığı için önce toksoplazma ‘nın geriletilmesine ve akabinde nakil prosedürünün başlatılmasına karar verildi. Bu maksatla medikal tedavi başlatıldı ancak 1 haftalık süre sonunda hastanın genel durumundaki ve azotemisindeki kötüleşmeden ötürü renal replasman tedavisi yapılması gerekliliği ortaya çıktı. Hastaya iki kaflı pediatrik eğri boyunlu ve kıvrımlı tenckhoff periton diyaliz kateteri yerleştirildi ve 20 gün boyunca sürekli ayakta periton diyaliz uygulaması yapıldı. Bu süre zarfında toksoplazmanın geriletilmesi için her gün günde 2 kez 12.5 mg/kg dozda klindamisin fosfat kas içi yolla uygulandı. Anoreksi, laterji, çevreye ilgisizlik gibi diyalize başlamadan önce var olan klinik belirti ve bulgular 20. günün sonunda ortadan kalktı. Hastanın tedavi öncesi üre, kreatinin ve GFR değeri sırasıyla 295 mg/dl, 13.5 mg/dl, < %5 ;tedavi sonundaki, üre, kreatinin ve GFR değeri 118.1 mg/dL, 6.8 mg/dL, > %10 olarak ölçüldü. Periton diyaliz tedavisi boyunca hastada peritonit ve kateter çıkış yeri sızıntısına rastlanılmadı. Hastanın üre azalma oranı (URR) % 59.9 olarak hesaplandı. Ülkemiz için böbrek nakli adayı kedilerde periton diyalizinin, hastanın operasyon öncesi klinik durumunun ve laboratuvar bulgularının iyileştirilmesi için kullanılabilecek etkin bir yöntem olduğu görüldü. Anahtar sözcükler: Kedi, Periton diyalizi, Toksoplazma, Böbrek nakli - 77 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Continuous Ambulatory Peritoneal Dialysis in A Feline Renal Transplantation Candidate Murat KARABAĞLI 1, Gamze KARABAĞLI 1, Kürşat ÖZER 1, Yeşim TOLA 2, Orhan ZİYLAN 3 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL Istanbul University, Faculty of Medical Home Care, ISTANBUL 3 Istanbul University, Faculty of Medical, Urology Department, ISTANBUL 1 2 Our case was consisted of 10 years old castrated male, mix breed cat which was referred to Istanbul University Veterinary Faculty Surgery Department for renal transplantation. Cause of serum indirect immunofluorescence antibody test results was positive for toxoplasma IgG and IgM, renal transplantation was postponed and in first stage ameliorate the toxoplasma and than starting to renal transplantation procedure was decided. For this purposes medical treatment was applied for a 1 week period but deterioration of the animals physical condition and azotemia were seen and renal replacement therapy requirement was appeared. A pediatric bent neck and coiled tenckhoff peritoneal dialysis catheter with two cuffs was placed and continuous ambulatory peritoneal dialysis was carried out for 20 days. In order to ameliorate toxoplasma infection, klindamisin phosphate (12.5 mg/kg bid IM) was administered. Anorexia, lethargy, indifference to environment like clinical symptoms and findings which existed before dialysis was completely disappeared at the end of the treatment. Pre-treatment urea, creatinine and GFR of the patient were 295 mg/dl, 13.5 mg/dl and < 5% and post-treatment urea, creatinine and GFR were 118.1 mg/dl, 6.8 mg/dl, > 10% respectively. Peritonitis and catheter exit side leakage complications were not observed during the peritoneal dialysis treatment. Urea reduction rate was 59.9 %. In conclusion peritoneal dialysis can be used as an efficient method for improve the clinical condition and laboratory findings of the feline renal transplantation recipient candidates in preopeative period for our country. Keywords: Feline, Peritoneal dialysis, Toxoplasma, Renal transplantation - 78 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Vazektominin Uzun Dönem Sonuçlarının Değerlendirilmesi Mahir KAYA 1, Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1 1 Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM Bu çalışmada köpeklerde vazektominin uzun dönemdeki klinik, ultrasonografik ve makroskopik bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışmada kullanılan 17 melez köpeğin (1-3 yaş) plazma testesteron konsantrasyonunu belirlemek için, vazektomi öncesinde kan örnekleri alındı. Bu dönemde ultrasonografi ile testisler, epididimis, funikulus spermatikus ile prostat kalitatif ve kantitatif olarak değerlendirildi. Vazektomi sonrasındaki erken (10-21. günler; n=17) ve uzun dönemde (14-17. aylarda; n=11) de aynı değerlendirmeler yapıldı. Ayrıca uzun dönemde 11 köpekten 4’ünde orşiektomi yapılarak, testiküler üniteler makroskopik olarak değerlendirildi. Erken dönemde enfeksiyon, hematom, skrotal ağrı bulgularına rastlanılmadı. Uzun dönemde testis ve prostatın ultrasonografik olarak kalitatif ve kantitatif değerlendirilmesinde değişim izlenmez iken, epididimis ve funikulus spermatikusun testiküler kısmının boyutlarında artış ve konjesyon belirlendi. Preoperatif değerlerle karşılaştırıldığında uzun dönemde plazma testesteron konsantrasyonunun arttığı görüldü. Testislerin makroskopik incelemelerinde ductus deferensin testiküler kısmı kıvrımlı ve genişlemiş şekilde izlenmesinin dışında herhangi bir patolojiye rastlanılmadı. Sonuç olarak; yapılan çalışma süresince vazektominin testis ve prostat patolojilerine neden olmadığı görüldü. Ancak yüksek plazma testosteron seviyesi, bu çalışma süresinin dışındaki ilerleyen dönemlerde patolojilere neden olabilme ihtimalini de barındırmaktadır. Anahtar sözcükler: Vasektomi, Ultrasonografi, Testis, Prostat, Köpek - 79 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Long-Term Evaluation of Vasectomy in Dogs Mahir KAYA 1, Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1 1 Ataturk University, Faculy of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM In this study, vasectomy intervention results were evaluated clinic, ultrasonographic, and macroscopic for long term. Prior to vasectomy, blood samples were collected to measure testosterone concentration in 17 mongrel dogs. Testes, epididymis, funiculus spermaticus, and prostate were also examined qualitatively and quantitatively with ultrasonography prior to surgery. Evaluations were made at early (day 10-21 postsurgery, n = 17) and late (month 14-17 post-surgery, n = 11) stages. Additionally, testicular units were evaluated macroscopically in 4 of 11 dogs undergone orchiectomy. No infection, hematoma, and scrotal pain were noted in the early stage examination. Although no qualitative and quantitative changes in testis and prostate were determined using ultrasonography in the later stage examination, dimension of epididymis and testicular part of the spermatic cord increased and congestion was notable. As compared with pre-operative levels, plasma testosterone level increased in the later stage. Except for curling and dilatation in the testicular part of ductus deferens upon macroscopical evaluation of testis, there was no lesion. In summary, vasectomy does not cause testis and prostate pathologies. However, elevated plasma testosterone level may lead to other pathologies in further stages. Keywords: Vasectomy, Ultrasonography, Testis, Prostate, Dog - 80 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İdrar Kesesi Rupturlarının Tanısında Fluorescein Bir Belirteç Olarak Kullanılabilir mi? - Tavşan Modellerinde Deneysel Çalışma Özgür AKSOY 1, Başak KURT 1, Kürşat ÇEÇEN 2, Sadık YAYLA 1, Metin EKİNCİ 3, İsa ÖZAYDIN 1, Süleyman Erdinç ÜNLÜER 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, KARS 3 Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Oftalmoloji Anabilim Dalı, KARS 1 2 Bu çalışmada hayvanlarda idrar kesesi rupturlarınıntanısında kolaylıkla uygulanabilen ve hastada herhangi bir komplikasyona neden olmayan Fluorescein’in saha şartlarında bir belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağının araştırılması amaçlandı. Deneysel olarak planlanan modelleri 8’erli 2 grup olmak üzere 16 adet tavşan oluşturdu. Dissosiyatif anesteziye alınan hayvanların birinci grubuna uretralsistoskop aracılığı ile10 ml. %10’luk Fluorescein boya (Fluorescein®, Fluka) uygulanırken, ikinci grubuna İV yolla 0.5 ml %10’lukSodyum Fluorescein (Fluorescite®, AlconPharmaceuticals Ltd.) verilerek uretral sistoskopi aracılığıyla idrar kesesi görüntülendi. Her iki grupta da boya maddesi ile dolmuş olan idrar kesesi uretral sistoskopi aracılığı ile perfore edilerek Fluorescein’in keseden abdominal kaviteye yaptığı sızıntı sistoskopik olarak doğrulandı. Bu işlemlerin ardından parasentez yolluyla abdominalkaviteden alınan sıvı örneklerinde Fluorescein sarımtırak-yeşil renkte görüntülendi ve ruptur onaylandı. Bu işlemin ardından tavşanlara laparotomi yapılarak karın boşluğu ve karın içi organlar görüntülendi. Grup 1’de idrar kesesi Fluorescein ile direkt olarak doldurulduğunda göz, konjunktiva ve mukozalarda renk değişikliğine rastlanmadı. Grup 2’de Fluorescein’in 10 saniyede keseye ulaştığı ve 4 dakika içerisinde göz ve konjunktivalarla birlikte deri altında fosforlu sarı renk değişimleri meydana geldiği gözlendi. Her iki grupta da tavşanların laparotomi sonrası yapılan muayenesinde karın içi organların yeşilin farklı tonlarında olduğu gözlemlendi. Sonuç olarak, idrar kesesi rupturlarının tanısında Fluorescein’in bir belirteç olarak kullanılabileceği, ancak iç organlarda kanamayla seyreden durumlarda sarı/yeşil dumanlı bir görüntü arz etmesine karşın, şüpheli kabul edilebileceği ve hayvan türüne göre Fluorescein’in İV dozunun, ileride yapılacak çalışmalarla belirlenebileceği görüşüne varıldı. Anahtar sözcükler: Fluorescein, İdrar kesesi rupturu, Sistoskopi, Kateterizasyon - 81 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Fluoresceine as A Marker in the Diagnosis of Bladder Buptures: An Experimental Study in A Rabbit Model Özgür AKSOY 1, Başak KURT 1, Kürşat ÇEÇEN 2, Sadık YAYLA 1, Metin EKİNCİ 3, İsa ÖZAYDIN 1, Süleyman Erdinç ÜNLÜER 4 Kafkas Universiy, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KARS Kafkas Üniversitesi, Faculty of Medicine, Urology Department, KARS 3 Kafkas Üniversitesi, Faculty of Medicine, Ophtalmology Department, KARS 1 2 This study aimed to investigate Fluorescein that can be easily applied in the diagnosis of bladder ruptures in animals and does not cause any complications in patients, could be used or not as a marker in field conditions. This experimental model included 2 groups of 16 rabbits and there was 8 rabbit in each group. Animals were anaesthetized with dissociative agents. In first group, 10ml. of 10% Fluorescein dye administrated via urethral cystoscope to bladder directly and 0.5ml. of 10% concentration IV Fluorescein administrated via intravenous catheter in second group. Then, bladder was viewed through the cystoscope. The bladder that is filled with dye was perforated with cystoscope in both groups and was confirmed to transition flourescein from the bladder to abdominal cavity. Some fluid sample was removed by paracentesis from abdominal cavity and has seen that samples were yellow-green colour. So that rupture was confirmed. Laparotomy was performed and abdominal cavity and organs were examined. As a result, we can use Fluorescein as a marker in diagnosis of bladder ruptures but, if there is any bleeding in internal organs, although a smoky yellow-green image, it can be considered suspicious. And concluded that according to animal species Fluorescein IV dose can be determined by future studies. Keywords: Fluorescein, Bladder rupture, Cystoscopy, Catheterization - 82 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İneklerde Modifiye Pouret Yöntemiyle Pneumovaginanın Operatif Sağaltımı: Klinik, Mikrobiyolojik ve Sitolojik Bulgular * Kamil SEYREK İNTAŞ 1, Gülşen GONCAGÜL 2, İsmail Hakkı KUMRU 3, Deniz SEYREK İNTAŞ 4 * Bu çalışma Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Merkezi tarafından desteklenmiştir (YİOMYO 2008/59) Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı Görükle Kampüsü, BURSA Uludağ Üniversitesi, Mennan Pasinli Meslek Yüksekokulu, Görükle Kampüsü, BURSA 3 Tarım Bakanlığı, Gümrük Müdürlüğü Kapıkule, EDİRNE 4 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Görükle Kampüsü, BURSA 1 2 Perineal yapısal bozukluklar ve pneumovagina, atlarda perineal bölgede uygulanan farklı plastik operasyon teknikleriyle sağaltılabilmektedir. Pouret tarafından atlarda tarif edilen operasyon tekniğiyle doğum kanalında daralma oluşturmadan, vagina ve vulva kaudal yönde kaydırılmakta, perineum uzatılabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, modifiye Pouret yöntemiyle pneumovagina sağaltımının ineklerde uygulanabilirliği ve başarısının klinik, mikrobiyolojik ve sitolojik bulgular yardımıyla belirlenmesidir. Modifiye Pouret tekniğiyle 36 pneumovaginalı ineğe operasyon uygulandı. Operasyon sonrasında tüm hayvanlara 5 gün Ceftiofur ve tek doz Carprofen verildi. İneklerden sadece ikisinde yara iyileşme bozukluğu ve buna bağlı sekonder iyileşme şekillendi. Post operatif iyileşmeyi takiben yapılan kontrollerde, operasyon sonucunda 35 hayvanda pneumovaginanın ortadan kalktığı görüldü. Ürovagina ile komplike bir olguda ürovagina semptomlarının devam etmesi nedeniyle hymenal serkilaj yöntemiyle ilave bir müdahaleye gerek duyuldu. Operasyon öncesi hiçbiri tekrarlayan tohumlanmalarına karşın uzun süre gebe kalamayan repeat breeder ineklerin post operatif tohumlamalar sonrası operasyon yapılan ineklerin 24 adedi (%66.7) gebe kalmıştır. İneklerin 21’i normal doğum, 3 inek ise güç doğum yapmıştır. İneklerin 9’u farklı nedenler dolayısıyla kesime sevk edilmiştir. Geri kalan 3 inek ise operasyon sonrası takip edilen 6 aylık dönemde gebe kalmamıştır. Operasyon öncesi alınan endometrial svaplardan %38 Escherichia coli, %15.5 Streptococcusbovis II grup D, %12.7 Streptococcusbovis IgrupD, %7 Streptococcus equinus izole edilirken, operasyon öncesi olarak alınan endometrial svaplardan %28,9 Escherichia coli, %8.9 Streptococcusbovis II grup D, %11.1 Streptococcusbovis I grup D, %13.3 Streptococcus equinus üretilmiştir. Preoperatif numunelerin sitolojisinde %7.2 nötrofil bulunurken, operasyon sonrasında bu oran % 2.1’e düşmüştür. Sonuç olarak, Pouret yöntemi ile ineklerde klinik olarak vaginaya hava emmenin önüne geçilebilmektedir. Mikrobiyolojik ve sitolojik bulgular endometriumda operasyona bağlı bir iyileşmenin olduğuna işaret etmektedir. İneklerde Pouret tekniği, önemli komplikasyonlara yol açmadan pneumovagina sağaltımında başarılı olarak uygulanabilmektedir. Anahtar sözcükler: Pneumovagina, Modifiye Pouret Yöntemi, İnek - 83 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Operative Treatment of Pneumovagina in Cows by A Modified Pouret Technique: Clinical, Microbiological and Cytological Findings 1 Kamil SEYREK İNTAŞ 1, Gülşen GONCAGÜL 2, İsmail Hakkı KUMRU 3, Deniz SEYREK İNTAŞ 4 * This study was supported by the Scientific Research Project Centre of Uludağ University (YIOMYO 2008/59) 1 Department of Obstetrics and Gynaecology, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, Gorukle Campus, BURSA 2 Mennan Pasinli Vocational High School, Uludag University, Gorukle Campus, BURSA 3 Customsoffices of Ministry of Agriculture, Kapikule-Edirne-TURKEY 4 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, Gorukle Campus, BURSA Poor perineal conformation and pneumovagina can be treated by different operative techniques of the perineal region. According to the technique described by Pouret for mares the vagina and vulva can be relocated caudally and the perineum elongated without subsequent stenosis of the birth canal. The aim of this study was to evaluate the success of the modified Pouret technique in cows by clinical, microbiological and cytological findings. Modified Pouret technique was applied to 36 cows. All animals received Ceftiofur (5 days) and a single dose Carprofen post operatively. Two cows had mild wound healing disturbances.Post operatively, pneumovagina was healed clinically in 35 cows. Post operative controls revealed that in 35 cows pneumovagina was not evident anymore. In one case with urovagina signs of urine accumulation maintained so that another procedure (hymenal cerclage) was necessary. Twenty four (66.7%) of the repeat breeder cows which did not get pregnant despite repeated inseminations for a long time during the pre operative period became pregnant post operatively. 21 cows had a normal birth while 3 cows had a complicated birth. 9 cows went to slaughter due to other reasons. The remaining 3 cows did not get pregnant during the 6 month post operative follow up. Preoperative endometrial samples revealed 38% Escherichia coli, 15.5% Streptococcusbovis II, 12.7% Streptococcusbovis I and 7% Streptococcus equinus. However, in post operative samples 28.9% Escherichia coli, 8.9% Streptococcusbovis II, 11.1% Streptococcusbovis I and 13.3% Streptococcus equinus could be isolated. Cytological examination showed 7.2% neutrophiles pre operatively, whereas this rate decreased to 2.1% post operatively. As a result, air suction into the vagina can be prevented by the modified Pouret technique. Microbiological and cytological findings indicate an improvement due to the operation. Modified Pouret technique can be successfully applied in cows with pneumovagina with minimal complications. Keywords: Pneumovagina, Modified Pouret Technique, Cow - 84 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hatay Sahilinde Kafa Travmalı İki Caretta Caretta Deniz Kaplumbağasında Özefagial Olta İğnesinin Çıkarılması Muhammed Enes ALTUĞ 1*, Cafer Tayer İŞLER 1*, Ziya YURTAL 1* Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, HATAY * Mustafa Kemal Üniversitesi Deniz Kaplumbağaları İlk Yardım, Tedavi ve Kurtarma Uygulama ve Araştırma Merkezi, (DEKİYM), HATAY 1 Caretta caretta türü deniz kaplumbağaları Dünya KorumaBirliği (IUCN) tarafından nesli tehlike altında olan türler arasında bildirilmiştir. Olta yaralanmalarıdünya çapındadeniz kaplumbağaları içinbüyük bir tehditolarak kabul edilir. Bu çalışmanın materyalini kafa travmalı ve olta hasarlı bir erkek (I.olgu:29.5 kg) ve bir dişi (II.Olgu:50 kg) iki erişkin caretta caretta türü deniz kaplumbağası oluşturdu. Kaplumbağalar Doğu Akdeniz Hatay sahillerinden getirildi. Klinik muayenede; olgularda çok parçalı kafatası ve orbita kırıkları, karapaks ve plastronda barnacle invazyonu ve dehidrasyon belirlendi. Olguların kalp ve solunum fonksiyonları, noninvaziv kan basıncı, klokal ısısı ve hemoglobin düzeyleri operasyon öncesi, sırası ve sonrasında kaydedildi. Radyolojik bulgular: X-ray ve BT’de kafatası ve orbita kırığı bulgularına ilave olarak, olgu I’de ağız ve barsakta bir adet, özefagusta ise iki adet olta belirlendi. Olgu II de ise özefagusta iki adet olta belirlendi. Beyin travması ve enfeksiyon tedavisi için her iki olguya da dexametazone, sefazol ve İV sıvı desteği verildi. Cerrahi müdahaleler İV diazem (1-2 mg/kg) ve propofol (4-5 mg/kg) anestezi indüksiyonunu takiben ve % 2-5 sevoflurane anestezisi ile gerçekleştirildi. Önce kranioplasti, iki gün sonra ise özefagotomi uygulandı. Kranioplasti poly-methyl methacrylate ile özefagotomi ise ventro-dorsal yatış pozisyonunda endoskop yardımıyla gerçekleştirildi ve özefagustaki oltalar çıkarıldı. Post-operatif havuzda ve denizde fizik tedavi ve yüzme egzersizleri uygulandı. Olgu I’in kontrol (K) ve post-operatif (PO) kalp atımı (K:32-46;PO:31-34), non-invaziv kan basıncı sistolik/diastolik/mean-(NİBP) (K:109/88/99; PO:90/69/73) solunum sayısı (K:18-28; PO:23-27), vücut ısısı (K:29.3; PO:28.5) ve hemoglobin g/dL düzeyleri (K:5.45.8;PO:5.8-6.9) arasında değişti. Olgu II’nin kontrol (K) ve post-operatif (PO) kalp atımı (K: 19-24;PO: 26-27), non-invaziv kan basıncı sistolik/diastolik/mean-(NİBP) (K:136/118/121); PO: 85/63/67) solunum sayısı (K:26-32; PO:13-27), kloakal ısısı (K:28.7;PO:28.4) ve hemoglobin g/dL düzeyleri (K:10.3-11,7; PO:8.6-11.3) arasında değişti. Olgu I iki hafta sonra öldü. Olgu II ise 25 gün sonra denize gönderildi ve özgürlüğüne kavuştu. Anahtar sözcükler: Caretta caretta, Kafatası ve orbita kırığı, Özefagus, Olta iğnesi - 85 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Surgical Removal of Esophagial Fish Hooks in Two Loggerhead Seaturtles Withthe Head Injury in the Turkey’s Eastern Mediterranean Hatay Coast Muhammed Enes ALTUĞ 1*, Cafer Tayer İŞLER 1*, Ziya YURTAL 1* Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, HATAY * Mustafa Kemal University, Sea Turtle First Aid, Treatment and Resque Application and Research Center (DEKIYM), HATAY 1 The loggerhead-caretta caretta sea turtles have been reported as the endangered species by the World Conservation Union (IUCN). Fishing hooks are considered a major threat to endangered sea turtle populations worldwide. The material of this study have created two caretta caretta sea turtles, which were a male (first case:29.5 kg) and a female (second case:50 kg) with head injury and damaged fishing. The cases were brought from the Eastern Mediterranean coast of Hatay. In the clinical examination; multi-piece skull and orbital fractures, barnacleinvasions in carapaceandplastron,anddehydrationwere determined in both cases. The cardiac and respiratory functions of the sea turtles, non-invasive blood pressures, cloacal temperatures (0C), and hemoglobin-(Hb) levels were recorded before, during and after surgery. Radiographic findings: In addition to X-ray and CTfindings ofskull andorbital fracture, in the first case, there were two fishooks in the esophagus and also one in the mouth and intestine. The second case only had two fishooks in theesophagus.In both cases,for the treatment ofbrain traumaand infectiondexametazone, cefazolinand IVfluidsupport was given. Surgical interventions were performed with 2-5% of sevoflurane after intravenous diazepam (1-2 mg.kg-1) and propofol (4-5 mg.kg-1) anaesthesia. As the first, cranioplasty was achieved, and two days later were also oesophagetomy. Cranioplasty was done with poly-methyl methacrylate. Oesophagetomy was performed in the ventrodorsal recumbent position with the help of the endoscope and the fishing hooks were removed from the esophagus. Post-operatively, physical therapy and swimming exercises were performedin the pool and sea. Case I, control (C) and post-operative (PO), heart rates (C :32-46, PO:31-34), sistolic/ diastolic/mean-non-invasive blood pressures (NIBP) (C:109/88/99;PO:90/69/73), respiratory rates (C:18-28, PO:23-27), cloacal temperatures (C:29.3; PO:28.5) and Hb g/ dl levels (K: 5.4-5.8; PO :5.8-6 .9) changed between. CaseII,control (C) and post-operative (PO), heart rates(C:19-24; PO: 26-27), sistolic/ diastolic/mean-non-invasiveblood pressures(NIBP) (C: 136/118/121), PO: 85/63/67), respiratory rates (C :26-32, PO:13-27), cloacal temperatures(K: 28.7; PO:28.4)and hemoglobing/dllevels (K: 10.3-11.7; PO:8.6-11 .3)have changed between. The first sea turtle dead two weeks later, the second case also wassentto sea after25daysandliberated. Keywords: Caretta caretta, Skull and Orbital fractures, Esophagus - 86 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Diabetik ve Nondiabetik Fare Modellerinde Doku Kayıplı Açık Yara Sağaltımında Lokal İnsülin Kullanımının Myofibroblast Aktivitesi Üzerine Etkisi İsa ÖZAYDIN 1, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Barlas SÜLÜ 2, Başak YAKIN 1, Seyit Ali BİNGÖL 3, Turgay DEPREM 4 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, KARS 3 Kafkas Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, KARS 4 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, KARS 1 2 Sunulan çalışmada, diabetik ve nondiabetik farelerde oluşturulan doku kayıplı yaraların sağaltımı amacıyla topikal %10’luk NPH insülin kullanımının myofibroblast aktivitesi veyara iyileşmesi üzerine etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, nondiabetik (Grup-1) (n=16) ve streptozotosin ile indüklenen diabetik (Grup-2)(n=16) olmak üzere 32 erişkin yeni nesil Swiss Albino fare kullanıldı. Tüm farelerde,genel anestezisi eşliğinde sırt bölgesinde 1 cm çapında deri eksizyonu ve sıcak su teması ile doku kayıplı-gangrenli açık yara oluşturuldu. Grup 1 ve Grup 2’deki hayvanlar ikişer alt gruba ayrılarak (n=8) her bir gruptaki alt gruplardan birine günde 1 kez %10’luk İnsülin pomat, diğer alt gruba ise eşit oranda vazelin + İzotonik NaCl karışımı topikal olarak uygulandı. Yaraların boyutlarında şekillenen değişiklikler ve klinik tablo günlük olarak değerlendirildi. Üç, 7 ve 14. Günlerde anestezi altında yaralardan punch biyopsi yöntyemiyle doku örnekleri alınarak histolojik ve immunohistokimyasal incelemeler yapıldı. Elde edilen verilerin Minitab-16 paket programı kullanılarak istatistiksel değerlendirilmeleri yapıldı. Her iki grupta da insülin uygulanan altgruplarda yara iyileşmesinin daha hızlı olduğu, non-diabetik insülin altgrubundaki yaralarda iyileşmenin diğerlerine göre daha hızlı olduğu gözlenirken diabetik kontrol grubunda çok az bir iyileşme tablosuyla karşılaşıldı. Histolojik ve immunohistokimyasal bulgular da bu tabloyu yansıtır nitelikteydi. Sunulan çalışma ile diabetik ve nondiabetik yara sağaltımında topikal insülin uygulamasının iyileşmeyi belirgin şekilde hızlandırdığı ortaya konulmuştur. Anahtar sözcükler: Yara iyileşmesi, İnsülin, Diabet, Fare - 87 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Effect of Local Insulin Use on Myofibroblast Activity in the Treatment of Open Wounds with Tissue Loss in Diabetic and Non-Diabetic Rat Models İsa ÖZAYDIN 1, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Barlas SÜLÜ 2, Başak YAKIN 1, Seyit Ali BİNGÖL 3, Turgay DEPREM 4 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Medicine, Department of General Surgery, KARS 3 Kafkas University, School of Health Sciences, KARS 4 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology, KARS 1 2 The aim of the study is to present the effect of topical 10% NPH insulin use on myofibroblast activity and wound healing in the treatment of injuries with tissue loss in diabetic and –non-diabetic rat models. Thirty-two adult new-generation Swiss Albino rats in total were divided into two groups in the study: Non-diabetic (Group-1) (n=16), and streptozotocin-induced diabetic (Group-2)(n=16). Under general anesthesia, open wound with tissue loss-gangrene formation was obtained with 1 cm skin incision and hot water contact at the dorsal region in all rats. Two subgroups were formed in Group 1 (n=8) and Group 2 (n=8): Each of the subgroups in the groups were treated topically with 10% insulin ointment daily, and the other subgroups were treated with topical vaselin+isotonic NaCl mixture in equal quantities. The changes in the diameter of the wounds and the clinical course were evaluated daily. Tissue samples were taken by punch biopsy under anesthesia at the 3rd, 7th, and 14th days, and histological and immunohistochemical evaluations were obtained. Statistical analysis were performed using Minitab-16 software. The subgroups that were treated with insulin in both groups revealed faster wound healing. The insulin-treated subgroup in the non-diabetic group showed faster wound healing than other subgroups. The control subgroup in the diabetic group showed minimum healing. The histological and immunohistochemical evaluations were consistent with these findings. This study showed that the topically applied insulin improves the wound healing in diabetic and non-diabetic models significantly. Keywords: Wound healing, Insulin, Diabetes, Mice - 88 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Peritoneal Adezyonların Önlenmesinde Dimetil Sülfoksit (DMSO) ve Synovial Sıvı Etkinliğinin Karşılaştırılması: Deneysel Tavşan Modeli Kemal KILIÇ 1, Nergiz KILIÇ 2, Engin KILIÇ 3, Sadık YAYLA 3, Celal Şahin ERMUTLU 3, İsa ÖZAYDIN 3, Serpil DAĞ 4 Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, KARS 3 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS 4 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KARS 1 2 Bu çalışmada, tavşanlarda deneysel olarak oluşturulan ventral herni modelinde prolen mesh kullanımına bağlı gelişebilecek peritoneal adezyonların önlenmesinde dimetil sülfoksit ve sinovial sıvı etkinliğinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmada kullanılan 40 adet tavşan 10’arlı 4 gruba ayrıldı. Operasyon xylazin HCI sedasyonunu izleyerek ketamin HCI ile elde edilen intratekal anestezi altında gerçekleştirildi. Operasyon masasına sırtüstü pozisyonda yatırılan tavşanlara median deri ensizyonu yapıldıktan sonra linea alba düzeyinde 2 cm çaplı daire şeklinde bir defekt oluşturuldu. Defekt önceden disk şeklinde hazırlanan prolen mesh ile onarıldı. Postoperatif 5. güne kadar; I. gruba 10 ml serum fizyolojik (SF) ve 1,5 gr/kg DMSO, II. gruba 7 ml SF, 3 ml synovial sıvı (SS) ve 1,5 gr/kg DMSO, III. gruba 7 ml SF ve 3 ml SS, IV. gruba (kontrol:K) ise yalnızca 10 ml SF intraperitoneal olarak uygulandı. Tavşanlara 10. günün sonunda relaparotomi uygulanarak peritoneal adezyon varlığı ve derecesi Jenkins (1983)’in görsel yapışıklık skalasına göre değerlendirildi. Çalışmadan elde edilen tüm veriler Minitab-16 paket programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi. Greft uygulanan bölgeye ait doku örnekleri Hematoksilen-Eozin (HE) ve Crossman’ın üçlü boyama yöntemi ile boyanarak ışık mikroskobunda değerlendirildi. Sonuçta gerek relaparotomik makroskobik bulgular gerekse histopatolojik bulgular dikkate alındığında synovial sıvının tavşanlarda postoperatif peritoneal adezyonların önlenmesinde etkili olduğu kanısına varılmıştır. Anahtar sözcükler: Tavşan, İntraabdominal adezyon, Dimetilsülfoksit, Sinovyal sıvı - 89 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Comparison of the efficacy of Dimethyl Sulfoxide (DMSO) and synovial fluid in the Prevention of Peritoneal Adhesions: Experimental Rabbit Model Kemal KILIÇ 1, Nergiz KILIÇ 2, Engin KILIÇ 3, Sadık YAYLA 3, Celal Şahin ERMUTLU 3, İsa ÖZAYDIN 3, Serpil DAĞ 4 Kafkas University, Faculty of Medicine, Department of General Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology, KARS 3 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS 4 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS 1 2 The purpose of this study was to compare the efficacy of dimethyl sulfoxide and synovial fluid in the prevention of peritoneal adhesions that might develop in connection with the use of prolene mesh in a ventral hernia model created experimentally in rabbits. The forty rabbits used in the study were divided into four groups of ten. The operation was conducted under intrathecal anesthesia induced with ketamine HCl following xylazin HCl sedation. A median skin incision was made in rabbits placed on the operating table in the supine position. Then, a defect 2 cm in diameter was created on the linea alba. The defect was repaired with prolene mesh which had been previously prepared in the shape of a disk. Until the 5th day after the operation, group I was given 10 ml saline (S) and 1.5 gr/kg DMSO, group II was given 7 ml saline, 3 ml synovial fluid (SF) and 1.5 gr/kg DMSO, group III was given 7 ml saline and 3 ml SF while group IV (control : C) was given only 10 ml saline. All of these were administered intraperitoneally. At the end of the 10th day, the presence and extent of peritoneal adhesion was checked using Jenkins’ (1983) visual adhesion scale by performing a relaparotomy. All of the data obtained from the study was analyzed statistically using the Minitab-16 package program. Tissue samples from the region where the graft was performed were evaluated under a light microscope by staining them with the Hematoxilen-Eosin (HE) and Crossman triple stain method. In the end, it was concluded that synovial fluid is effective in preventing postoperative peritoneal adhesions in rabbits in light of both relaparotomic, macroscopic findings and histopathological findings. Key words: Rabbit, Intraabdominal adhesion, Dimethylsulfoxide, Synovial fluid - 90 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Tavşanlarda İntestinal Doku İyileşmesi ve Postoperatif İntraabdominal Adezyonlar Üzerine Levamizol ve Siklosporin’in Etkilerinin Karşılaştırılmalı Olarak Araştırılması * Evren ESİN 1 Fahrettin ALKAN 2 * Selçuk Üniversitesi BAP tarafından desteklenen 07102002 nolu doktora tezinin bir bölümüdür 1 2 Lara Antalya Hayvan Hastanesi, Lara, ANTALYA Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Çalışmada Levamizol ve Siklosporin A’nın düşük ve yüksek dozlarda kullanılmasının intraabdominal adezyon gelişimi ve intestinal doku iyileşmesi üzerine etkilerinin klinik, relaparotomik, histopatolojik ve biyomekanik olarak belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada 75 adet dişi, Yeni Zelanda Ada Tavşanı kullanıldı. Tavşanlarda, proksimal kolonun orta 1/3’lük kısmının antimezenterik yüzünde yapılan enteretomi ve laparatomi hattının solunda peritona ensizyon yapılması suretiyle operasyon gerçekleştirildi. Kontrol grubuna hiç bir ilaç uygulanmazken, Levamizol HCl gruplarına intramuskuler yolla 2 mg/kg ve 5 mg/kg, siklosporin gruplarına subkutan yolla 5 mg/kg ve 20 mg/ kg dozunda ilaç uygulamaları yapıldı. Relaparatomik değerlendirme ve adezyon skorlaması postoperatif 16. günde yapıldı. İntestinal iyileşmenin değerlendirilmesi biomekanik ve histopatolojik yöntemlerle gerçekleştirildi. Adezyon değerlendirilmesinde tavşanların 9 tanesinde intraabdominal adezyon görülmezken 66 tavşanda değişik derecelerde intraabdominal adezyona rastlandı. Adezyon oluşumu açısından gruplar arası farklılığın istatistiksel olarak önemli olmadığı ancak levamizol 2 mg/kg grubunda görülen adezyonların diğer gruplardaki adezyon derecelerine oranla daha az olduğu belirlendi. İntestinal doku iyileşmesinin histopatolojik değerlendirilmesinde gruplar arasında farklılığa rastlanmadı. Çekmekoparma kuvvetinin levamizol uygulanan gruplarda kontrol grubuna oranla istatistiksel açıdan önemli (P<0.05) olduğu belirlendi. Şişirme-patlatma deneyi sonuçlarının istatistiksel açıdan önemli farklılık göstermediği ancak levamizol 2 mg/kg dozunda ilaç uygulanan grubun şişirme-patlama basıncı değerlerinin en düşük olduğu belirlendi.. Düşük dozda (2 mg/kg) Levamizol uygulamasının intraabdominal adezyon oluşumunu azalttığı, intestinal doku iyileşmesi üzerine ise belirgin bir olumsuz etkisinin olmadığı görüldü. Siklosporin A’nın ise adezyon oluşumunu önleme üzerinde olumlu bir etkisinin olmadığı gibi oluşturduğu immunosupresyon ile intraabdominal enfeksiyon riskini arttırdığı belirlenmiştir. Anahtar sözcükler: İntraabdominal adezyon, Levamizol, Siklosporin A, Enteretomi - 91 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Effects of Levamisole and Cyclosporine on Intestinal Tissue Healing and Postoperative Intraabdominal Adhesions in Rabbit * Evren ESİN 1 Fahrettin ALKAN 2 * This study was summarized from PhD Thesis of first author and funded by Selçuk University (Project No: 07102002) 1 2 Lara Antalya Animal Hospital, Lara, ANTALYA Selcuk University, Faculty of Veterinary Faculty, Surgery Department, KONYA In this study, effects of low and high doses of Levamisole and Cyclosporine A, on adhesion formation and intestinal healing was evaluated with clinical ,relaparatomic, histopathologic and biomechanical findings. Seventy five New Zealand rabbits were used. An enteretomy was performed on antimesenteric side of colon proximalis and incisions to periton were made on left side of laparotomy line. No drugs were used in control group. Intramuscular Levamisole injections applied in 2 mg/kg and 5 mg/kg doses; subcutaneous Cyclosporine A injections applied in 5 mg/kg and 20 mg/kg doses to study groups. Evaluation and scoring of adhesions were performed by relaparatomy operation in 16th day of operation. Evaluation of intestinal healing were done with histopathological and biomechanical methods. Intraabdominal adhesions were seen in 66 rabbits and in 9 rabbits there were no intraabdominal adhesions. The differences between groups were not statistically important. But adhesions seen in levamisole 2 mg/kg dose group were in lower grades. In histopathological evaluation there was no significant difference. Tensile strength in both lower and higher dose levamisole groups showed statistically significant difference compared to control group. Tensile strength is the lowest in lower dose levamisole group. Differences in bursting pressure values are not statistically different. But in lower dose levamisole group the bursting pressure is also the lowest. In conclusion levamisole used in lower doses (2 mg/kg) reduces adhesion formation and no negative effect on intestinal healing. Cyclosporine A has no reducing effect on adhesion formation but has an increasing effect for intraabdominal infection risk with its immunosuppressive effect Keywords: Intraabdominal adhesions, Levamisole, Cyclosporine A, Enteretomy - 92 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Tavşanlarda Deneysel Intraabdominal Cerrahide Bitkisel Kökenli Kanama Durdurucunun (Ankaferd Blood Stopper) Etkisinin Araştirilmasi Erkan DÜZ 1, İsmail ALKAN 2, Loğman ASLAN 2, İrfan BAYRAM 3, Abdullah KAYA 4, Harun AYHAN 5, Eda YAVUZ 2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Gevaş Mesl1ek Yüksekokulu, Gevaş, VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilimdalı, VAN 3 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilimdalı, VAN 4 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilimdalı, VAN 5 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilimdalı, VAN 1 2 Kanama, cerrahi girişimlerde en çok zaman, uğraşı ve ilaç kullanımı gerektiren, bazen de hastanın hayatının kaybolmasına yol açan önemli komplikasyonlardan biridir. Bu sebeple hızlı ve etkin hemostaz sağlayıcı yeni ilaçların keşfedilmesi araştırıcıların ilgisini çekmiştir Bu çalışmada materyali 10’u erkek, 10’u dişi olan 20 adet sağlıklı ergin Yeni Zelanda tavşanı oluşturdu. Tavşanlar çalışma ve kontrol grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Olguların sol abdominal bölgelerine 5 cm uzunluğunda ensizyon yapıldı, sırasıyla deri, derialtı bağdokusu ve kaslar ensize edildi. 10 olgunun tamamında 2 ml Ankaferd Blood Stopper emdirilmiş gazlı bez tamponlar kullanıldı. Kanama odağı üzerine orta basınçla bastırılan tamponlar aralıklarla kaldırılarak hemostaz kontrol edildi. Kanın durma süresi digital kronometre ile saniye ve dakika olarak belirlendi. Deri ensizyonunda Ankaferd Blood Stopper (ABS) ‚nin hemostatik etkileri:. ABS uygulanan olgularda hemostaz ortalama 9 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 240 saniyede elde edildi Derialtı dokusunun ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan olgularda hemostaz ortalama 19 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 256 saniyede elde edildi. Kas ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan olgularda hemostaz ortalama 42 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 238 saniyede elde edildi. Dalak ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan olgularda hemostaz ortalama 164 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 458 saniyede elde edildi. Karaciğer ensizyonunda (ABS) ‚nin hemostatik etkileri: ABS uygulanan olgularda hemostaz ortalama 162 saniyede, kontrol gurubunda ise ortalama 400 saniyede elde edildi. Günümüzde kanamaların kontrolünde kullanılan çeşitli maddeler bulunmaktadır. Bunlardan kimi sistemik uygulanılabilmekte ancak lokal olarak kullanılmamaktadır. Diğer taraftan fibrin doku yapıştırıcıları, kollagen, thrombin ve prothrombin gibi lokal hemostatik maddeler vardır ancak bunların kimileri sınırlı düzeyde etkili olurken kimilerinin üretiminde insan kanı kullanılması dezavantaj oluşturmaktadır. Bu sebeple yeni ve etkili topikal hemostatik ilaçlara her zaman ihtiyaç vardır. Anahtar sözcükler: Tavşan, İntraabdominal cerrahi, Hemostaz, Ankaferd Blood Stoper - 93 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Investigation on the Effect of the Vegetal Origin Ankaferd Blood Stopper in Experimental İntra- Abdominal Surgery Over Rabbits Erkan DÜZ 1, İsmail ALKAN 2, Loğman ASLAN 2, İrfan BAYRAM 3, Abdullah KAYA 4, Harun AYHAN 5, Eda YAVUZ 2 Gevaş Vocational School, University of Yuzuncu Yil, VAN Department of Surgery, Faculty of Veterinary Science, University of Yuzuncu Yil, VAN 3 Department of Pathology, Faculty of Medicine, University of Yuzuncu Yil, VAN 4 Department of Internal Medicine, Faculty of Veterinary Science, University of Yuzuncu Yil, VAN 5 Department of Haematology, Faculty of Medicine, University of Yuzuncu Yil, VAN 1 2 In surgical proceduresthe hemorrhage, is one of the most important complications which requires the most time, effort and medicine use and sometimes causes the patient’s life to be lost. Therefore detection of rapid and effective new local haemostatic agent always interested the researchers. 20 healthy adult rabbits are separated into two groups as a study group and a control group. An incision of 5 cm long was made left abdominal regions and the subcutan connective tissues and the muscles were incised respectively.Tampons saturated in 2 ml of Ankaferd Blood Stopper were used. The haemostatic effects of Ankaferd Blood Stopper (ABS) in skin incision: Haemostasis was achieved in 9 seconds average with the facts on which we applied ABS, and in 240 seconds with the control group. In Subcutaneous tissue incision: Haemostasis was achieved in 19 seconds average with the facts on which we applied ABS, and in 256 seconds with the control group. In muscle incision: the haemostasis was achieved in 42 seconds average, and in 238 seconds average with the control group. In spleen incision: the hemostasis was achieved in 162 seconds average and in 458 seconds average with the control group. In liver incision: haemostasis was achieved in 162 seconds average and in 400 seconds average with the control group. There are various substances used in the hemorrhage control. A lot of substances can be used systemically but cannot be used locally. On the other hand, there are fibrin tissue adhesives, local hemostatic substances like collagen, thrombin and prothrombin but the use of human blood in the production of some of those presents a disadvantage while the effectiveness of others are limited. Because of that there is always a need for new and effective topical haemostatic medicines. Keywords: Rabbit, Intra-abdominal surgery, Hemostasis, Ankaferd Blood Stopper - 94 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Gutta Perka ve Termafilin Endodontik Tedavideki Etkinliğinin Karşılaştırılması Zeynep PEKCAN 1, Mehmet GÜRKAN 1, Barış KÜRÜM 1, Ali KUMANDAŞ 1, Birkan KARSLI 1 1 Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KIRIKKALE Bu çalışmada köpeklerde konlu gutta perca ve termafil sistemi uygulamasının karşılaştırmalı olarak incelenmesi amaçlanmıştır.Bu amaçla klinik ve radyolojik muayeneleri yapılan 11 köpeğin, toplam 19 dişi çalışmaya dahil edilmistir. Endodontik tedavisi yapılan dişlerin dağılımları şu şekilde idi: altı birinci insisiv, beş ikinci insisiv, üç üçüncü insisiv ve beş kanin diş. Klinik muayenede pulpanın açık olup olmadığına, gingival cep derinliğine, dental mobiliteye, problamadan sonraki kanamaya ve dişteki renk değişimlerine, radyolojik muayenede ise periapikal lezyona ve kök rezorbsiyonuna bakılmıştır. Klinik muayene sonucunda 14 dişte pulpanın açık olduğu, 3 dişte mobilite, 6 dişte renk değişimi ve 4 dişte kırık; radyolojik muayene sonucunda 4 dişte periapikal lezyon ve 2 dişte kök rezorbsiyonu tespit edilmiştir. 12 dişe kanalı kapatmak için lateral kondenzasyon tekniği ile gutta perka ve 7 dişe termafil uygulandıktan sonra dolgu materyali olarak ışınlı kompozit kullanılmıştır. On iki dişin dördü 55 mm uzunluğunda karnivorlar için özel üretilmiş gutta perka, diğerleri ise standart 25 mm uzunluktaki gutta perka ile kapatılmıştır.Klinik uygulamada her iki tekniğin de kolaylıkla uygulanabildiği, ancak uygulama süreleri göz önüne alındığında termafilin daha kısa sürede uygulanmasi ile avantaj sağladığı belirlenmiştir.Ayrıca uygulanacak termafilin boyutları seçilirken, kanal eğesinden bir numara ince termafil konunun seçilmesi ile tüm kanalın daha iyi kapatıldığı belirlenmiştir. Anahtar sözcükler: Endodonti, Guttaperka, Termofil, Diş, Köpek - 95 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Comparison of the Efficancy of Termafil and Gutta Perca in Endodontic Treatment in Dogs Zeynep PEKCAN 1, Mehmet GÜRKAN 1, Barış KÜRÜM 1, Ali KUMANDAŞ 1, Birkan KARSLI 1 1 Kirikkale University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KIRIKKALE The aim of this study was to evaluate the clinical application of two different root canal treatments, such as termafil and gutta perca, in dogs. 18 tooth roots in 10 dogs were treated. The included teeth were six first incisors, five second incisors, three third incisors and four canine teeth. The root canal treatment was decided after clinical and radiological examination. The depth of gingival sulcus, dental mobility, hemorrage after probing and change of tooth color were evaluated, and periapical lesion and root resorbtion was evaluated after dental radiographic examination. As a result of clinical examination, open pulpa was recorded in 14 teeth, mobility was recorded in three teeth, discoloration was recorded in five teeth, and fracture was recorded in 4 teeth. Periapical lesion was recorded in four teeth and root resorbtion was recorded in 2 teeth during dental radiological examination. The obturation was achieved with gutta perca in 12 tooth root and termafil in 6 tooth root, afterwards access openings were closed with a composite resin. In 12 tooth root obturated with gutta perca, 3 of them were obturated with a 55 mm long-gutta perca especially manufactured for carnivores, the others were obturated with commercially available 25 mm-long gutta. Both techniques were applicable; however, obturation with termafil is much easier. As far as time needed for application, termafil can be applied in shorter periods than gutta perca, however instead of the same gutta perca and file size, it would be better to prefer the smaller size termafil cone to obturate the full length of the rooth canal. Keywords: Endodontic, Guttapercha, Thermofil, Tooth, Dog - 96 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Deneysel Peri ve Epinöral Nörorafi Uygulanmış Rat Modellerinde Silikon Tüp ve Silikon Tüp + Hyaluronik Asit Uygulamasının Adezyon Formasyonuna Etkisi İsa ÖZAYDIN 1, Emine ÜNSALDI 2, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Miktat KAYA 3, Muzaffer Başak ULKAY TUNALI 4, ABİT AKTAŞ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3, Mete CİHAN 1, Başak KURT 1, Hakan Can YILDIRIM 3, Ahmet ŞENGÖZ 5, Hakan ERDOĞAN 3 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ 3 Kafkas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilim Dalı, KARS 4 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, İSTANBUL 5 Özel Yeni Bosna Safa Hastanesi, Beyin Cerrahi Bölümü, İSTANBUL 1 2 Bu çalışmada deneysel siyatik sinir kesisi oluşturulan Wistar albino ratlarda nörorafiyi izleyerek, ilgili alana sadece silikon tüp (ST) ve ST ile birlikte hyaluronik asit (HA) uygulamasının fibrozisi engellemedeki etkinliği klinik ve histopatolojik olarak incelendi. Her bir grupta 16 rat olacak şekilde üç grup oluşturuldu. Siyatik sinir ekspoze edilip total kesi oluşturulduktan sonra 10/0 polygylcolic acid ile interfasiküler ve epinöral anastomoz uygulandı. Birinci grupta (Kontrol Grubu) anostomoz sonrası ek bir uygulama yapılmadı. İkinci gruba (ST Grubu) anastomoz hattını kuşatacak şekilde silikon ST üçüncü gruba ise (ST + HA Grubu) anastomoz hattına silikon tüp geçirilerek tüpün içerisi HA ile dolduruldu. Her bir gruptaki hayvanlar rasgele 2 alt gruba (n=8) ayrılarak operasyon sonrası 30 ve 60. günlerde dekapite edilip makroskopik ve histopatolojik incelemeler yapıldı. Çalışmanın 30. gününde Kontrol, ST ve ST + HA grubundaki hayvanların yürüyüşleri benzer oranlarda problemli iken 60. günde ST ve ST + HA grubundaki hayvanlarda yürüyüş problemi ile karşılaşılmazken kontrol grubunda problemin devam ettiği gözlendi. Prostmortem makroskopik bakıda 30 ve 60. günlerde kontrol grubunda sinir dokuda düzensiz bir morfoloji ve çevreye yapışıklık ile karşılaşıldı. ST Grubunda 60. Günde daha belirgin olmak üzere tüp içerisinde anastomoz hattında fibröz kitle benzeri doku üremeleri ile karşılaşılırken ST + HA Grubunda 30. Günde tüp içerisindeki HA’in saydam yapısını koruduğu ve 60. Günde hala var olduğu gözlendi. Bu grupta 30 ve 60. Günlerde sinir anastomoz hattının pürüzsüz ve parlak bir görünümde olduğu saptandı. Sonuç olarak, 30 günlük hayvanların ST ve ST + HA gruplarında miyelin kalınlığının azalması ve miyelin dejenerasyonun artması HA’in kısa dönemde akson rejenerasyonu için pozitif bir etki oluşturmadığını, 60 günlük hayvanların ST ve ST + HA grupları 30 günlüklerle karşılaştırıldığında, aksonların miyelin kalınlığı ve akson alanlarını arttırmasıyla birlikte miyelin dejenerasyonun azalması silikon tüp ve HA’in uzun dönemde miyelinizasyon üzerinde pozitif bir etki oluşturduğu söylenebilir. Anahtar sözcükler: Siyatik sinir, Nörorafi, Hyaluronik asit, Rat - 97 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Effect of Silicone Tube and Silicone Tube + Hyaluronic Acid Application on Adhesion Formation in Experimental Perineurorrhaphy and Epi-Neurorrhaphy with Rat Models İsa ÖZAYDIN 1, Emine ÜNSALDI 2, Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Miktat KAYA 3, Muzaffer Başak ULKAY TUNALI 4, ABİT AKTAŞ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3, Mete CİHAN 1, Başak KURT 1, Hakan Can YILDIRIM 3, Ahmet ŞENGÖZ 5, Hakan ERDOĞAN 3 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Fırat University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ELAZIĞ 3 Kafkas University, Medical Faculty, Department of Neurosurgery, KARS 4 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology, ISTANBUL 5 Private Yeni Bosna Safa Hospital, Neurosurgical Department, İSTANBUL 1 2 In this study, prevention of fibrosis by silicone tube application alone, and silicone tube with hyaluronic acid application following neurorrhaphy in Wistar albino rats after experimental sciatic nerve cut were evaluated clinically and histopathologically. Three groups were formed, with 16 rats in each group. After the sciatic nerve was exposed and total excision was performed, interfascicular and epineural anastomosis were performed with 10/0 polygylcolic acid. In the first group (Control Group) no additional application was performed after the anastomosis. Silicone tube (ST) was applied with the tube covering the anastomosis line in the second group (ST Group), and silicone tube and hyaluronic acid (HA) were applied as the silicone tube was passed from the anastomosis line, filled with HA in the third group (ST + HA Group). The animals in all groups were divided into 2 subgroups randomly (n=8), decapitated at the 30th and 60th days postoperatively and were evaluated macroscopically and histopathologically. At the 30th day, the walking of the animals in the Control Group, ST Group and ST + HA Group were similarly corrupted; at the 60th day, the animals in the ST and ST + HA Groupshad no problem with their walking, while in the Control Group the problem persisted. Post-mortem macroscopical examination revealed irregular morphology and cohesion with the surrounding tissues in the Control Group at 30th and 60th days. In the ST Group, fibrotic mass-like tissue reproduction in the tube at the anastomosis line was observed, more apparently at 60th day. In the ST + HA Group, HA saved its transparent structure at the 30th day and the transparency was still observed at the 60th day. The anastomosis line was observed as smooth and shiny in this group at the 30th and 60th days. As a result, it may be assumed that at the 30th day, the decrease in the thickness of the myelin and the increase in the degeneration of myelin in the animals in the ST and ST+ HA Groups does not create a positive effect of HA for axonal regeneration in the short period, and the comparison of the 30th day and 60th day animals in the ST and ST + HA groups shows that the effect of silicone tube and HA to increase the myelin thickness of the axons and the axonal areas create a positive effect on long-term myelinization with a decrease in myelin degeneration. Keywords: Sciatic nerve, Neurorrhaphy, Hyaluronic acid, Rat - 98 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Siyatik Sinir Nörorafisi Uygulanmış Ratlarda Silikon Tüp ve Hyaluronic Asidin Sinir Rejenerasyonu Üzerine Etkilerinin Elektrofizyolojik Değerlendirilmesi Nergiz HÜSEYİNOĞLU 1, İsa ÖZAYDIN 2, Sadık YAYLA 2, Can Hakan YILDIRIM 3, Özgür AKSOY 2, Ahmet ŞENGÖZ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3 Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KARS 3 Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilim Dalı, KARS 4 Özel Yeni Bosna Safa Hastanesi Beyin Cerrahi Bölümü, İSTANBUL 1 2 Bu çalışmada ratlarda siyatik sinir kesisi ve uç uça onarımında silikon tüp ve silikon tüp + hyaluronik asit (HA) uygulamasının sinir rejenerasyonu üzerine etkilerinin elektrofizyolojik araştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmada 42 adet Wistar Albino cinsi erkek rat kullanılmıştır. 36 rat rastgele 3 eşit gruba bölündü ve 6 adet rat kontrol olarak ayrıldı. Grup I (n=12) -sadece siyatik sinir kesisi ve onarımı yapıldı. Grup II (N=12)- sinir kesisi, onarımı ve silikon tüp uygulandı. Grup III (n=12)- sinir kesisi, onarımı ve silikon tüp + HA uygulandı. Kontrol grupta (6) herhangi bir operasyon uygulanmadı. Her üç grup operasyon sonrası 30. ve 60. günlerde elektrofizyolojik değerlendirme yapılmak üzere altışar rat içeren gruplara bölündü. Ek olarak, elektrofizyolojik değerlendirme operasyon uygulanmamış 6 adet kontrol rata da uygulandı. Her rat için bileşik kas aksiyon potansiyeli (BKAP), latans ve siyatik sinir iletim hızları ölçüldü. Elde edilen veriler Minitab-16 paket programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi. Tüm gruplarda siyatik sinir iletim hızlarının 30. ve 60. günlerde normal değerlere ulaşamamasına rağmen, 60. günde grup II ve III’ de BKAP amplitüdleri ve latanslar istatiksel olarak kontrol değerlere ulaşmıştır. Periferik sinir yaralanmalarından sonra önemli problemlerden biri de skar oluşmasıdır. Aksonların devamlılığı sağlansa bile, skar dokusunun oluşumu sinirin fonksiyonel açıdan yenilenmesini engellemektedir. Scar oluşumunu önlemek için yaygın olarak silikon tüpler kullanılmaktadır. Ayrıca, bu çalışmada adezyonları önlemek için HA kullanılmıştır. Sonuç olarak, silikon tüp ve HA uygulamasının akson rejenerasyonu açısından iyi sonuçlar verebileceğinin düşüncesindeyiz. Anahtar sözcükler: Silikon tüp, Hyaluronik asit, Siyatik sinir, Rejenerasyon, Rat - 99 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Study of the Clinical, Hemodynamic and Biochemical Effects of Intrathecal Ketamine HCl in Calves Nergiz HÜSEYİNOĞLU 1, İsa ÖZAYDIN 2, Sadık YAYLA 2, Can Hakan YILDIRIM 3, Özgür AKSOY 2, Ahmet ŞENGÖZ 4, Erol TAŞDEMİROĞLU 3 1 Kafkas University, Medical Faculty, Department of Neurology, KARS 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS 3 Kafkas University, Medical Faculty, Department of Neurosurgery, KARS 4 Private Yeni Bosna Safa Hospital, Neurosurgical Department, İSTANBUL The aim of the present study is to evaluate electrophysiological results on nerve regeneration obtained after incision and reconstruction of rat sciatic nerve using only silicone tubes and silicone tubes filled with hyaluronic acid (HA). 42 male Wistar Albino rats were used in the study. 36 rats were randomly divided into equal 3 groups and six rats were allocated as controls. Group I (n=12)- sciatic nerve transection and repairing were applied. Group II (n=12)- nerve transection , repairing and silicon tube were applied. Group III (n=12)- nerve transection, repairing and silicon tube filled HA were applied. Control group (n=6) no operation was carried out. Rats in all three groups were randomly divided into equal groups of six rats in each. Electrophysiological measurements were performed at 30 and 60 days after surgery to groups of six rats. In addition, electrophysiological evaluation was used in six rats of the control group. The amplitude of the compound muscle action potentials (CMAP), CMAP latency and nerve conduction velocities (NCV) were calculated for each rat. All obtained data were evaluated statistically using Minitab-16 software package. Although sciatic NCV in all three groups not reach control values on days 30 and 60, CMAP and latency values in group II and group III statistically achieved control values on day 60. One of problem after periferal nerve injury is scar formation. Although the continuity of axons is restored, often the axonal viability and recovery is blocked by scarring. For preventing from scar formation silicone tubes are widely used. In addition, we used HA which prevents adhesion. In conclusion, the use of silicone tubes and HA in the reconstruction of nerve injuries seems to give good results on axonal regeneration. Keywords: Silicone tubes, Hyaluronic acid, Sciatic nerve, Regeneration, Rat - 100 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Buzağılarda İntratekal Olarak Kullanılan Hiperbarik Bupivacaine ve Hiperbarik Ropivacainin Klinik, Biyokimyasal ve Bazı Hemodinamik Etkilerinin Araştırılması Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Özgür AKSOY 1, İsa ÖZAYDIN 1, Metin ÖĞÜN 2 1 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Biochemistry, KARS Bu çalışmada bupivacaine ile ropivacaine’nin hiperbarik konsantrasyonlarının buzağılarda intratekal (IT) olarak kullanımının klinik, bazı hemodinamik ve biyokimyasal etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. IT anestezinin endike olduğu toplam 20 buzağıda iki grup oluşturularak, birinci guruba (n=10) hiperbarik özellikteki bupivacaine içeren Marcaine® Spinal Heavy %0.5 (AstraZenaca) ikinci gruba (n=10) ise % 20 dekstroz eklenerek hiperbarik özellik kazandırılan ropivacaine hidroklorid [Naropin® 7,5mg/ml (Astra Zenaca)] kullanıldı. IT enjeksiyonlar lumbo-sakral aralıktan gerçekleştirildi. Tüm hayvanlar monitörize edilerek nabız,arteriyal kan basıncı, EKG ile solunum değerleri ve vücut ısısı ölçüldü. Ayrıca kan gazları, oksijen-hemoglobin ve elektrolit değerleri ile biyokimyasal olarak serum glukoz, AST, ALT, BUN, kreatinin değerlerine bakıldı. Elde edilen tüm veriler Minitab-16 paket programı kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi. Birinci grupta 5, II. grupta 7 dk içerisinde anestezi şekillendi ve I. grupta 152, II. grupta ise 86 dk sürdü. Bakılan tüm değerler bakımından gruplar arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05).Her iki gruptaki hayvanlarda operasyon için yeterli bir anestezi sağlanırken klinik anlamda herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Sonuç olarak hiperbarik bupivacaine ve hiperbarik ropivacainin buzağılardaki IT kullanımında gerek klinik olarak anestezi süresi, derinliği ve kalitesi yönünden gerekse hemodinamik ve biyokimyasal değerler yönünden her iki anestezik ajanında güvenli bir şekilde kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar sözcükler: İntratekal anestezi, Bupivacaine, Ropivacaine, Barisite, Buzağı - 101 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Investigation of Clinical, Biochemical and some Hemodynamical Effects of Intrathecal Hyperbaric Bupivacaine and Hyperbaric Ropivacaine in Calves Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Özgür AKSOY 1, İsa ÖZAYDIN 1, Metin ÖĞÜN 2 1 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Biochemistry, KARS This study aimed to compare the clinical, some hemodynamical and biochemical effects of the bupivacaine and ropivacaine in a hyperbaric concentrations used intrathecal in calves. Total 20 calves, with indication of IT anesthesia, were divided into two groups. In first group (n=10) the 5% Marcaine® Spinal Heavy %0.5 (Astra Zeneca) consist hyperbaric bupivacaine was used and in second group (n=10) ropivacaine hidrochlorid [Naropin® 7,5mg/ml (Astra Zenaca)] with the addition of 20% dextose for the formation of the hyperbaric properties was used. IT injections were performed in the lumbosacral range. All animal were monitored with measurements of pulse, arterial blood pressure, ECG, respiratory values and body temperature. In addition, bloodgases,oxygenhemoglobin, electrolyte values and biochemical serum glucose, AST, ALT, BUN andcreatininelevels were measured. All obtained data were evaluated statistically using Minitab-16 software package. In first group anesthesia was formed in 5 minutes, in second group was formed in 7 minutes and in group I anesthesia lasted 152 and in group II lasted 86 minutes. No statistically significantdifferences were foundbetween the groups in all viewed values(p>0.05).In both groups adequateanesthesiawas achieved and no foundclinical complication. In conclusion, both hyperbaric bupivacaine and hyperbaric ropivacaine can be safely used intrathecal in calves from the perspective of clinic and duration, depth and quality of anesthesia, hemodynamical and biochemical properties. Keywords: Intrathecal anesthesia, Bupivacaine, Ropivacaine, Baricite, Calf - 102 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ankara Keçilerinde Spontan Ventilasyon Esnasında Sevofluran İle İzofluranın Kardiyovasküler Ve Kardiyopulmoner Sistem Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması Ali KUMANDAŞ 1, Ertuğrul ELMA 1 1 Kırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KIRIKKALE Bu çalışmada, Ankara keçilerinde propofol ile anestezi indüksiyonundan sonra uygulanan sevofluran ve izofluranın anestezik, kardiyovasküler ve kardiyopulmoner etkileri karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışma materyalini oluşturan 7 adet Ankara keçisi 15 gün arayla her iki çalışma grubunda da kullanıldı. İki grupta da anestezi indüksiyonu propofol ile sağlandıktan sonra, anestezi ilk grupta izofluran, diğer grupta sevofluranla sürdürüldü. Arteria auricularis medianus, sistolik, diastolik ve ortalama tansiyon ölçümleri için kateterize edildi. Hayvanlarda anestezi indüksiyonu için 4 mg/kg dozda propofol intravenöz olarak uygulandı. Yeterli derinlikte anestezi sağlandıktan sonra oro-trakeal entübasyon yapılarak hayvanlara spontan ventilasyon ile çalışma grubuna göre ve anestezik madde olarak, ilk gruba izofluran (% 1-3), 2. gruba da sevofluran (% 2-4), 3 lt/ dk olacak şekilde % 100 oksijen anestezik karışımı verildi. Anestezi derinliği interdigital aralığın ve kuyruk ucunun Kocher forsepsi ile sıkıştırılmasıyla belirlendi. Anestezi sırasında invaziv tansiyon, periferik kan oksijen saturasyonu, beden ısısı, inspirasyon ve ekspirasyon sırasındaki oksijen ve karbondioksit basınçlarına bakıldı. İnhalasyon anestezisine son verilerek hayvanların uyanma zamanı, yutkunma refleksinin gelme süresi, kafayı kaldırma süresi, sternum pozisyonu alma zamanı ve ayağa kalkma zamanı kaydedildi. Çalışmada arteriyel kan gazı değerleri açısından her iki anestezi grubu arasında önemli bir fark tespit edilmemiştir. Sevofluran grubunda kalp atım sayısının izofluran grubuna göre daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Sevofluranın izoflurana göre kan basıncı değerlerini daha az etkilediği sonucuna varılmıştır. Sevofluran anestezisinden uyanmanın, izofluran anestezisine göre daha kısa sürede olduğu görülmüştür. Ayağa kalkma zamanı ise sevofluran grubunda izofluran grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir biçimde daha hızlı olmuştur. Sonuç olarak, bu çalışma ile Ankara keçilerinde propofol-sevofluran anestezisinin propofol-izofluran anestezisine göre kardiyovasküler sistemi daha az baskıladığı, aynı zamanda propofol-sevofluran anestezisinden uyanma ve ayağa kalkma süresinin daha kısa olduğu ortaya konularak rutin anestezi uygulamalarında uygulanabileceği ortaya konulmuştur. Anahtar sözcükler: Ankara keçisi, Sevofluran, Izofluran, Kardiopulmoner, Kardiovaskuler - 103 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Comparison of the Cardiopulmonary and Cardiovasculary Effects of Sevoflurane and Isoflurane in Spontaneously Ventilating Angora Goats Ali KUMANDAŞ 1, Ertuğrul ELMA 1 1 Kirikkale University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KIRIKKALE In this study, we aimed to compare cardiovascular, cardiopulmonary and anesthetic effects of anesthetics, sevoflurane and isoflurane, administered after induction of general anesthesia with propofol in Angora goats. Seven healty Angora goats were also used both in the study group. In both groups only after induction of anesthesia with propofol, isoflurane anesthesia in the first group, the other group was maintained with sevoflurane. After obtaining adequate depth of anesthesia, the goats were oro-tracheal intubated, and according to the study group of animals with spontaneous ventilation and anesthetic substance, the first group isoflurane (1-3%), second in the sevoflurane group (2-4%), 3l / min to be a mixture of anesthetic and 100% oxygen was given. Meanwhile, the levels of arterial blood gases, peripheral blood oxygen saturation, body temperature, oxygen and carbon dioxide pressures were measured during anesthesia. After withdrawal of the inhalation anesthetics, isoflurane or sevoflurane, goats were evaluated for recovery time, time to swallowing reflex, time to head lift, time to sternal position, and time to stand up. However, the heart rate in sevoflurane group was higher compared to that of the isoflurane group. Blood pressure values in the sevoflurane group were less affected compared to those of the isoflurane group. The recovery time in sevoflurane anesthesia was shorter than that of isoflurane anesthesia. Likewise, the stand up time in sevoflurane anesthesia was significantly shorter compared to that of isoflurane anesthesia. In conclusion, propofol-sevoflurane anesthesia to pressurize the cardiovascular system less than propofol-isoflurane anesthesia in Angora goats. Additionally, the wake up and stand up time in propofol-sevoflurane anesthesia were shorter. Thus, the propofol-sevoflurane anesthesia can be applied routinely in Angora goats. Keywords: Angora goat, sevoflurane, isoflurane, cardiopulmonary, cardiovasculary - 104 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Genel Anestezi Sürecinde Spontan Solunum ve Mekanik Ventilasyonun Kan Gazları Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması Özlem GÜZEL 1, Esma YILDAR 1, Gamze KARABAĞLI 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Aslı EKİCİ 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Genel anestezi fonksiyonel rezidüel kapasitede azalmaya yol açar. Bu düşüş anestezi indüksiyonu ile başlar. Genel anestezi sırasında da atelektazi şekillenir. Atelektaziye bağlı olarak, solunum yolları sekresyonlarının temizlenmesi güçleşir. Bu durum postoperatif hipoksi gelişimi ile pnömoni gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Hekimliğimizde, hastaların genel anestezi süresince spontan solunum yapmaları sağlanır. Oysa spontan solunum, hipoventilasyon şekillenmesine yol açar. Mekanik ventilasyon ise hipoventilasyonu giderilmesinde etkili bir yöntemdir. Çalışma materyalini, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Polikliniği’ne getirilen ve değişik nedenlerle ameliyat edilmesi gereken farklı ırk, yaş ve cinsiyetteki toplam 20 köpek oluşturdu. Olgular, her grupta 10 köpek olacak şekilde 2 gruba ayrıldı. İlk grup spontan ventilasyon (SV) grubu, ikinci grup mekanik ventilasyon (MV) grubu olarak belirlendi. Anestezi indüksiyonunda her iki gruba, propofol 6 mg/kg’dan yavaş intravenöz (İV) enjeksiyon ile verildi. Her iki grupta yer alan tüm olgulardan, propofol enjeksiyonunu takip eden 5. dakikada kan örnekleri alındı. Bu süre 0. dakika (T0) olarak değerlendirildi. Tüm olguların genel anestezisi %100 O2 ile birlikte izofloranın başlangıçta %4 5, devamında %2-3 konsantrasyonda verilmesiyle sürdürüldü. SV grubundaki olgular genel anestezi süresince spontan solunum yaparken, MV grubundaki olgular, propofol indüksiyonunun ardından mekanik ventilatöre bağlandı ve genel anestezi süresince kontrollü ventilasyon ile solunumlarını sürdürdüler. İzofloran anestezisi sıranda gerek SV gerekse MV grubundaki tüm olgulardan 15. dakika (T15), 30. dakika (T30) ve 60. dakika (T60)’larda venöz kan örnekleri alındı. Ölçüm yapılan tüm zamanlarda, her iki gruptaki bütün olgular solunum sayısı (RR), SpO2 , kalp atım sayısı , vücut ısısı ve kan gazları (pH, pCO2, pO2 , HCO3) yönünden değerlendirildi. Çalışmanın istatistiki değerlendirmesi Tekrarlı Ölçüm Varyans Analizi metodu ile yapıldı. İki grup arasında oksijen saturasyonu ve pO2 değerlerinde artış görülürken, diğer parametrelerde belirgin bir değişiklik saptanmamıştır. Sonuç olarak, genel anestezi sürecinde mekanik ventilatör kullanımının daha güvenilir olduğu kanısına varılmıştır. Anahtar sözcükler: Spontan solunum, Mekanik ventilasyon, Kan gazları, Köpek - 105 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Comparing Effects of Spontaneus Ventilation and Mechanical Ventilation in Blood Gases During General Anesthesia in Dogs Özlem GÜZEL 1, Esma YILDAR 1, Gamze KARABAĞLI 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Aslı EKİCİ 1 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL General anasthesia leads to reduction of functional residual capacity. This reduction starts with anestesia induction. Atelactasis is become during general anesthesia. A cleaning of breathing way secretion is become difficult up to atelactasis. This situation causes problems like post-operative hypoxia and pneumonia. In veterinary practice, a spontaneus ventilation (SV) is provide during a general anesthesia. Whereas spontaneus breating causes hypoventilation. Mechanical ventilation (MV) is an effective method to eliminate the hypoventilation. Study materials were created by a diffrent breed , age and gender totaly 20 dogs which are brought to Istanbul Univercity Veterinary Faculty Department of Surgery and all of them were needed to cure with a surgical application. The patients were divided into 2 groups and and each group was composited of 10 dogs. Former group was determine as a spontaneus ventilation. The later group was determined as a mechanical ventilation group. For anesthesia induction; propofol injections were given to both of groups intravenously in dose of 6mg/kg. After five minutes propofol enjection blood samples were collected all of groups and this time was evaluated as a 0. minute (T0). General anesthesia was maintained 100 O2% and begining concentration of isoflouran were 4-5%, maintained 2-3%. Cases in MV group were connected to mechanical ventilator after propofol induction, while dogs in SV group were breating spountaneusly after propofol induction. Venous blood samples were collected from all dogs in the 15th min (T15) of ısofloaran, 30th min (T30) and 60th min (T60). A respiratıory rates (RR), Oxygen saturation, heart rate, body temperature and a blood gases (pH, pCO2 , pO2, HCO3 ) were evaluated in all measured time. A statistical evaluations of this clinical study was done by method of analysis of variance. There were no significant changes on other parameters while diffrencies were seen in two group on SPO2 and pO2 . As a conclusions using mechanical ventilator during general anesthesia is more safe. Keywords: Spontaneus breathing, Mechanical ventilation, Blood gases, Dog - 106 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Buzağılarda İntratekal Ketamin HCl’ün Klinik, Hemodinamik ve Biyokimyasal Etkilerinin Araştırılması Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Vedat BARAN 1, Metin ÖĞÜN 2 1 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, KARS Bu çalışmada intratekal (IT) ketamin HCl’ün buzağılardaki klinik ve bazı hemodinamik etkilerinin araştırılması amaçlandı. Sunulan çalışma perineal, pelvik ve arka eksremitelerdeki girişimleri kapsayan 10 adet buzağı üzerinde yürütüldü. Tüm buzağılarda ketamin HCl 3mg/kg dozunda IT uygulandıktan sonra anestezi düzeyi ve anestezi derinliği pin-prick testi ile kontrol edildi. Çalışmada kullanılan her bir hayvan monitörize edilerek nabız, sistolik ve diastolik basınç, EKG, solunum ve vücut ısıları ölçülerek kayıt altına alındı. Ayrıca biyokimyasal bazı parametreler ve kan gazları, oksijen-hemoglobin ve bazı elektrolit değerleri belirlendi. Buzağıların tamamında ortalama 5.00±1.41 (3-7) dakika içinde anestezi oluştu ve ortalama 61.4±40 dakika (55-70) boyunca devam etti. Hayvanların tamamında öngörülen operasyonlar için yeterli bir anestezi sağlandı ve klinik ve hemedinamik değerler bakımından bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Bu çalışma ile bazı yan etkilerinden dolayı lokal anesteziklerin uygulanamayacağı vakalarda ketaminin IT yolla verildiğinde perineal bölge ve arka ekstremitelerde operasyon için yeterli bir anestezi oluşturduğu ve bir alternatif olabileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar sözcükler: Intratekal, Ketamine, Buzağı - 107 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Study of the Clinical, Hemodynamic and Biochemical Effects of Intrathecal Ketamine HCl in Calves Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Vedat BARAN 1, Metin ÖĞÜN 2 1 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Biochemistry, KARS The purpose of this study was to research the clinical, hemodynamic and biochemical effects of intrathecal (IT) ketamine HCl in calves. The study was conducted on 10 calves and included perineal and pelvic procedures as well as those on rear extremities. After administering ketamine HCl (3 mg/kg) intrathecally to all of the calves, the level of anesthesia was checked with the pin-prick test. Each of the animals used in the study was monitored. Pulse, systolic and diastolic pressure, EKG, respiration and body temperatures were measured and recorded. Certain biochemical parameters and blood gases, oxygen-hemoglobin and some electrolyte levels were also determined. Anesthesia was achieved in all of the calves within an average of 5.00±1.41 (3-7) minutes and continued for an average of 61.4±40 (55-70) minutes. There were no findings that indicated complications resulting from clinical and hemodynamical. Adequateanesthesiawas achieved for estimated surgery. This study concluded that when given intrathecally ketamine provides sufficient anesthesia for surgery in the perineal region and rear extremities and can be an alternative in cases where local anesthesia cannot be administered due to certain adverse effects. Keywords: Intrathecal, Ketamine, Calf - 108 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpek Yavrularında Kalça Displazisinde Tanı Yöntemlerinin Karşılaştırılması Alper BAŞA 1, Nuri YAVRU 1 1 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Bu çalışma köpeklerdeki kalça displazisinin erken yaşta tespit edilmesi amacıyla yapıldı. Çalışmada 7 adet kurt köpeği ve 3 adet kangal köpeği kullanıldı. Anamnezleri alınan köpekler önce fiziki olarak ayakta muayene edildikten sonra anestezi altındaki muayene geçildi. Preanestezik olarak Medetomidin hidroklorür 0.10 ml/kg intramuskuler olarak uyguladıktan 20 dk sonra Propofol 0.2 ml/kg intravenöz olarak uygulandı. Anestezi altında yapılan muayenede ise eklem laksisitesini fiziksel olarak belirlemeye yönelik Ortolani, barlow ve barden testleri sırasıyla uygulandı. Daha sonra radyografik muayeneye geçildi. Radyografik muayenede ise önce ventro-dorsal radyografide Norberg açısı ölçüldü daha sonra ise Penn-Hip radyografisi ile eklemdeki gevşeklik ölçüldü. Anesteziye alınan köpeklere işlemler bittikten sonra Atipamezole hidroklorür 0.04 ml/ kg intramuskuler olarak uygulanarak köpekler uyandırıldı. Bu işlemler köpekler 3, 8 ve 12 aylık iken uygulandı. Yapılan tüm muayene sonuçları test kağıdına not edildi. Karşılaştırmalı değerlendirmede 7 adet kurt köpeğinde kalça displazisi gözlenmezken, 3 adet kangal köpeğinde kalça displazisi gözlendi. Sonuç olarak kalça displazisinin erken teşhisinde muayene yöntemleri karşılaştırıldığında en iyi yöntemin Penn-Hip metodu olduğu sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Kalça displazisi, Penn-Hip, Köpek - 109 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Comparison of Diagnose Methods in Hip Dysplasia in Puppy Alper BAŞA 1, Nuri YAVRU 1 1 Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KONYA The aim of this study was to identify at hip dysplasia in dogs early age. 7 wolfdog and 3 kangal dog was used in this study. After the physical examination included history from the dogs before the examination under anesthesia was started. Pre anesthetic Medetomidin hydrochloride 0.10 ml/kg of Propofol 20 min after intramuscular was performed of 0.2 ml/kg intravenously. The examination under anesthesia to determine the joint laxity ortholani ,barlow and barden tests were performed. It was passed after the radiographic examination. Radiographic examination ventrodorsal radiograph of the Norberg angle was measured before and then the Penn Hip joint laxity was measured by radiography. After all Atipamezole hydrochloride dogs 0.04 ml/kg intramuscular was awakened applied. This procedures were performed while the dogs are 3, 8 and 12 months. All test results were noted in the test paper. Comparative evaluation of hip dysplasia in 7 wolfdogs were not observed but 3 kangal dogs hip dysplasia was observed. As a result compared examination methods for early diagnosis of hip dysplasia, Penn Hip methods was concluded that the best method. Keywords: Hip dysplasia, Penn Hip, Dog - 110 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Ön Çapraz Bağ Kopuklarının Tibial Plato Düzeltme OsteotomisiTPDO İle Sağaltımı, Sonuçlarının Klinik ve Radyografik Olarak Değerlendirilmesi Didar AYDIN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Ön çapraz bağ kopukları köpeklerde arka ekstremitede görülen topallıkların en sık rastlanılan nedenlerindendir. Sağaltım altına alınmayan olgularda bir kaç hafta içinde eklemde dejeneratif değişiklikler meydana gelirken, birkaç ay içinde fibrozis, menisküs hasarları, periartiküler osteofitik üremeler ve artiküler erozyonlar gibi ciddi değişiklikler görülebilir. Köpeklerin ön çapraz bağ kopuklarının operatif sağaltımı çok çeşitli yöntemlerle yapılabilmektedir. TPDO de, ön çapraz bağ kopuklarının sağaltımında kullanılan tibial ostetomi tekniklerinden biridir. Bu çalışmanın materyalini; arka ekstremitesinde topallık şikayeti ile kliniğe getirilen 18 köpeğe ait 20 adet ekstremite oluşturdu. Olguların preoperatif dönemde klinik ve radyolojik muayeneleri sonucunda ön çapraz bağ kopuğu tanısı konuldu, ameliyat tekniğinin gerektirdiği ölçümler yapıldı ve ameliyata hazır hale getirildi. Operasyonlarını takiben postoperatif 10., 30., 60., 90., ve 120., günlerde olguların klinik ve radyolojik değerlendirmeleri yapıldı. Çalışmanın sonucunda diz ekleminin normal hareket yeteneğinin korunduğu, osteotomi hattının postoperatif erken dönemde kaynadığı, ekstremite fonksiyonlarını bir süre sonra tamamen kazandığı gözlemlendi ve özellikle iri ırk köpeklerde diz ekleminin stabilizasyonu açısından bu tekniğin güvenli bir şekilde uygulanabileceği sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Köpek, Ön çapraz bağ, Ligament, TPDO - 111 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Clinical and Radiological Evaluation of Canine Cranial Cruciate Ligament Rupture Treatment with Tibial Plateau Leveling Ostetomy Didar AYDIN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL The Canine Cranial Cruciate Ligament Rupture is one of the most common cause of lameness in hindlimbs. In untreated cases, degeneration of stifle joints would start in a few weeks which may turn into serious degeneration cases like fibrosis, meniscal lesions, periarticular osteophytosis and articular lesions in a few months. There are various surgical approaches for treatment of cranial cruciate ligament ruptures in dogs. Tibial Plato Leveling Osteotomy (TPLO) is one of the tibial ostetomy techniques for cranial cruciate ligament rupture. The materials of this clinical study were constituted of 18 dogs with a total of 20 stifles for hindlimb lameness. Cases were diagnosed with cranial cruciate ligament rupture by clinically and radiologically, technical measurements for the operations are performed and the cases were prepared for the operation. Postoperative clinical and radiological evaluations were performed on 10th, 30th, 60th, 90th., and the 120th days. At the end of the study, it was observed that the dogs retained stifle joint motion ability, early healing of osteotomy side in postoperative period, all stifle joint functions were retained after a period. It was determined that this method of operation can securely (in regards to joint stabilization) be performed on especially in large breed dogs. Keywords: Canine, Cranial cruciate ligament, TPLO - 112 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kedilerin Apendiküler Kemik Kırıklarının Tedavisinde Unılock® Sistemin Kullanımı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi * Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 1, Sırrı AVKİ 1 * 0097-NAP-10 nolu projenin ön bulguları 1 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Bu çalışmada, insan maksillofasiyal cerrahisi için geliştirilmiş olan UNILOCK implant sisteminin, kedi apendiküler kemik kırıklarının tedavisinde kullanılarak klinik ve radyolojik değerlendirmelerinin klinik pratiğine aktarılması amaçlanmıştır. Çalışmayı Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine getirilen 5 adet kedi oluşturdu. Hastaların klinik ve radyolojik muayeneleri sonrasında operasyonları Unilock implantları kullanılarak yapıldı. Hemen postoperatif ve 10, 30, 60, 90. günlerde kontrol radyografileri alındı. Her olguda kullanılan implantın plakvida dansite oranları kaydedildi. Hastaların belirtilen kontrol günlerinde topallık ve ağrı skorları ile opere edilen kemiğin alt ve üstündeki eklemlerinin ROM (Range of Motion) değerleri kaydedildi. Üç suprakondüler femur, 1 diyafizer parçalı femur, 1 distal diyafizer parçalı tibia, 1 proksimal diyafizer radius-ulna kırığı tedavi edildi. Hastalarda kullanılan implantların plak-vida dansite oranları 0,66-0,85 (ortalama 0,78) olarak belirlendi. Diafizer parçalı femur kırığı hariç; diğer tüm olgularda komplikasyonsuz iyileşme görüldü. Diyafizer parçalı femur kırığında gelişen komplikasyonun, postoperatif dönemde aldığı travma sonucu şekillendiği düşünüldü. Unilock sistemin kedilerin apendiküler kemik kırıklarının stabilizasyonu amacıyla kullanımının uygun olduğu, ancak daha kesin sonuçlara projenin tamamlanmasıyla ulaşılabileceği düşünüldü. Anahtar sözcükler: Kedi, Apendiküler kemik, Kırık, Unilock plak, Kırık iyileşmesi - 113 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Unilock® System in the Treatment of Appendicular Bone Fractures in Cats and Evaluating the Results * Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 1, Sırrı AVKİ 1 * Preliminary results of the project number 0097-NAP-10 1 Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, BURDUR In this study, Unilock implant system developed for human maxillofacial surgery, used for appendicular bone fractures in cats, aimed to present the clinical and radiographic evaluation results to clinical practice. The study consisted of 5 cats brought to the Mehmet Akif Ersoy University Veterinary Faculty Surgery Clinics. After the clinical and radiologicalexaminations ofpatientsoperationswere carried out usingUnilockimplants. Immediately after the operation, 10th, 30th, 60th, 90th days postoperatively control radiographs were taken. In each case plate-screw density recorded for used implants. Lameness and pain scores and ROM (Range of Motion) values of the operated bones proximal and distal joints were recorded by the specified days. Three supracondyler femur, 1 diaphyseal fragmented femur, 1 distal diaphyseal fragmented tibia, 1 proximal diaphyseal radius-ulna fracture was treated. Implants used in patients, plate-screw density ratios were determined as 0,66-0,85 (mean 0,78). Except of fragmented diaphyseal fracture; healing was uneventful in all cases. The complication developed in diaphyseal fragmented femoral fracture was considered as a result of trauma in postoperative period. Unilock system was considered to be suitable for the stabilization of appendicular bone fractures in cats, but moredefinite conclusionscan be reached withthe completion ofthe projectwas considered. Keywords: Cat, Appendicular bone, Fracture, Unilock plate, Fracture healing - 114 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kedilerde Suprakondüler ve Diyafizer Femur Kırıklarının Çift Yönlü İntramedullar Kırschner Tel Uygulama İle Sağaltımı Kemal ALTUNATMAZ 1, Murat KARABAĞLI 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1, Ebru ERAVCI 1, Himmet EKİCİ 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Kedilerde distal femur kırıkları; çapraz pinler, Rush pinler, intramedullar yivli pinler, interlocking pinler ve plakalar kullanılarak sağaltılmaktadır. Bu çalışmada, Ocak 2010 - Mart 2012 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalına trafik kazası ya da yüksekten düşme şikayeti ile getirilen on üç kedi değerlendirildi. Olguların yapılan klinik ve radyolojik muayeneleri sonucunda; kırık tipi ve lokalizasyonu, uygulanan fiksasyon yönteminin ayrıntıları, postoperatif klinik ve radyolojik sonuçları ele alındı. Kedilerin ağırlığı 1.5-6 kg arasında ve yaşları 5 ay ile 2 yaş arasında değişmekteydi. Olguların 10’u erkek ve 3’ü dişi cinsiyette, 11’i melez ve 2’si siyam ırkı idi. Kırıkların 5’i yüksekten düşme ve 8’i trafik kazası sonucunda meydana gelmişti. Femur kırıklarının 4’ü Diafizer çok parçalı, 6’sı distal çok parçalı ve 3’ü distal tranversal basit kırık şeklindeydi. Kırık bölgesine femurun lateralden yaklaşımı ile ulaşıldı. Fiksasyon amacıyla önce distalden femur kondilisunun lateral ve medialinden 4 olguya 1,2 mm’lik, 9 olguya 1,5mm’lik 2’şer adet Kirschner pin medulla içerisinden çıkacak şekilde yerleştirildi. Daha sonra proksimal fragmente 4 olguya 1.5 mm’lik, 9 olguya 2 mm’lik 2’şer adet Kirschner pin medulla içerisinde fossa intertrochanterica’dan çıkacak şekilde retrograt olarak yerleştirildi ve femur proksimal diyafizine kadar geri çekildi. Fiksasyon işlemi için önce distalden uygulanan pinler proksimal diyafize doğru ilerletildi. Daha sonra proksimalde bulunan pinler subkondral kısma kadar ilerletilerek stabilizasyon sağlandı. Diyafizer çok parçalı kırık bulunan 4 olguya serklaj telleri uygulandı. Proksimal ve distalden uygulanan pin uçları, dokularda hasar oluşturmaması için büküldü. Olguların tamamında kırıklar sorunsuz bir şekilde iyileşti. Bir olguda pinlerin tamamı, 4 olguda sadece proksimalden uygulanan pinler çıkartılırken, 8 olguda pinler çıkartılmadı. Bu çalışmayla, çift yönlü intramedullar pin uygulanarak kedilerde suprakondilar ve/ veya diyafizer femur kırıklarının sağaltımında hem ekonomik hem de pratik olan bu yöntemle rotasyonel stabilite ve rijit bir fiksayon sağlanabileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar sözcükler: Kedi, Femoral kırık, Kirschner teli, Fikzasyon - 115 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Treatment of Supracondylar and Diaphyseal Femoral Fractures of CAts Using Two Side Intramedullary Kirschner Wire Kemal ALTUNATMAZ 1, Murat KARABAĞLI 1, Didar AYDIN 1, Özlem GÜZEL 1, Ebru ERAVCI 1, Himmet EKİCİ 1 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL Distal femoral fractures in cats are repaired by using cross Kirschner wire,Rush pins, full threaded intramedullary pins, interlocking pins and plates. This study is about thirteen cats which were brought toIstanbul University Veterinary Faculty, Surgery Department between January 2010 and March 2010 with the complaint of traffic accident and falling from high. After the clinical and radiological examination, fracture type and localization, the details of fixation method applied, postoperative clinical and radiological examination results were evaluated. The ages of catsvaried between 5 months and 2 year old and the weight between 1,5-6kg. Of the cats, 10 of them were males, 3 were females and 2 were Siamese and 11 were of mix-breeds. Fractures occurred 8 of them following traffic accident and 5 of them high-rise syndrome. Fractures of the femur, 4 of them werecomminuted diaphyseal, 6 of them were comminuted distal and 3 of them were distal simple transversal. The lateral approach to the femur was preferred. A pair of Kirschner wire is first inserted through medially and laterally from the condyle to medullary canal in 1,2 mm diameter for 4 cases and 1,5 mm diameter for 9 cases to achieve stabilization. Fixation accomplished by the use of two Kirschner wire into the medullary canal through fossa intertrochanterica to the proximal fragment retrograde and retrieved to femoral diaphysis. To achieve stabilization, first, applied pins in distal portion forwarded to proximal diapysis and then pins in proximal region forwarded to subchondral region. Cerclage wires were used for diaphyseal comminuted fractures in 4 cases. The tips of the pins applied from proximal and distal region were bended over to avoid soft tissue damage. In all of the cases, fractures were healed without a complication. Only in 1 case all of the pins were removed, in 4 cases applied pins from proximal portion were removed and in rest of the 8 cases pins were not removed. In this study, it was concluded that rotational stability and rigid fixation might be gained on the treatment of supracondylar and/or diaphyseal femoral fractures in cats through this both economical and practicable method of bilateral intramedullar pin application. Keywords: Cat, Femoral fracture, Kirschner wire, Fixation - 116 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS XV. YY’da Yazılmış Bir Baytarnamede At Hekimliğinde Veteriner Cerrahi Uygulamaları * Ali YİĞİT 1, Aşkın YAŞAR 2 * Bu çalışma, Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından 09102039 proje numarası ile desteklenen “İlm-i Fürusiyet İsimli Baytarnamenin Veteriner Hekimliği Tarihi, At Yetiştiriciliği Ve Hastalıkları Açısından İncelenmesi” başlıklı Doktora Tezi’nden alıntılandı 1 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı, KARS Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı, KONYA Bu çalışma, Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından 09102039 proje numarası ile desteklenen “İlm-i Fürusiyet İsimli Baytarnamenin Veteriner Hekimliği Tarihi, At Yetiştiriciliği Ve Hastalıkları Açısından İncelenmesi” başlıklı Doktora Tezi’nden alıntılandı. Veteriner hekimliği tarihinin önemli yazılı kaynakları arasında yer alan baytarnameler, veteriner hekimliği ve genelde at yetiştiriciliği, hastalıkları ve bunların tedavileri konularını içermektedir. İlk örneklerine 9. yy’da rastlanan Arapça baytarnameler, 14.yy’dan itibaren Osmanlıca’ya tercüme edilmeye başlanmıştır. Ancak bu tercüme işlemi bir çeviri işleminin ötesinde dönemin veteriner hekimliği uygulamalarını da içermesi açısından ayrıcalıklar içermektedir. Bu uygulamaların önemli bir bölümü veteriner cerrahi ile ilgilidir. Çalışmada, 1479’da yazıldığı bilinen at ile ilgili bir baytarname (Tercüme-i Baytarname) ve bu baytarnamenin 1802’de yazılan bir kopyası incelendi. Günümüz Türkçe’sine tercüme edilen on bölümlük eserde hastalıkların belirtileri (8. Bölüm) ile bunların tedavileri (9 - 10. Bölüm), baytarname konusunda daha önce yapılmış çalışmalar ve günümüz bilgileri ile tartışılarak bilim ve veteriner hekimliği tarihine katkı sağlanması amaçlandı. İncelenen baytarnamede 9. yy ve sonrasında yazıldığı bilinen bazı baytarnamelerde yer aldığı gibi atın baş, boyun, gövde ve ayak hastalıklarının (yaralanmalar, yanık, akrep ve yılan sokması) belirtileri ile bunların tedavilerinin yer aldığı belirlendi. Tedavi yöntemleri arasında, halen günümüz folklorik uygulamalarında geçerliliğini koruyan lapa, tütsü, kan alma ve dağlama gibi uygulamaların yer aldığı; dağlama yönteminin genelde sinir ve kas hastalıklarında uygulanan bir tedavi şekli olduğu ve dağlayıcı materyalin farklı şekil (dört köşeli ve desenli) ve yapıda (demir ve bakır) olduğu belirlendi. Bu çalışmada incelenen eserin 15. yy’da veteriner cerrahinin durumu konusunda tarih kaynağı olma öneminin yanı sıra günümüz alternatif hekimliğinde önem taşıyan alternatif tedavi yönünden de dikkate alınması gereken kaynak niteliği taşıdığı söylenebilir. Anahtar sözcükler: At, Baytarname, Veteriner cerrahi, Veteriner hekimliği - 117 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Veterinary Surgery Applications at Horse Medicine in A Baitarname which was Written in the 15th Century Ali YİĞİT 1, Aşkın YAŞAR 2 * This study summarized from PhD thesis and Funded by Selçuk University Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, History of Veterinary Medicine and Deontology, KARS 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, History of Veterinary Medicine and Deontology, KONYA 1 Baitarnames which constitute an important resource of veterinary medicine history among manuscripts often include such subjects as horse breeding, horse diseases and remedies for them. Arabic baitarnames which were founded the earliest examples in the 9th century were began to be translated to Ottoman language as of 14th century. However this translation process consists of privileges in terms of its including veterinary applications of the era beyond a translation term. A significant part of this application relates to veterinary surgery. In the study, it has been examined a baitarname related with horse that was known to have been written in 1479 and its written copy in 1802. The ten chapters work which was translated to today’s Turkish was aimed to contribute to the history of science and veterinary medicine by discussing symptoms of diseases (chapter 8) and remedies of these diseases (chapter 9-10) with the earlier studies about on baitarnames and present information. In the examined baitarname, as well as being in some baitarnames which were known to have been written at 9th century and after, was determined to be the symptoms of horse’ head, neck, trunk and foot diseases (injuries, burns, scorpion and snake bites) and their treatments. Among methods of treatment, it was determined to include applications, such as, gruel, incense, blood collection and cauterization still remaining valid in today’s folkloric veterinary medicine applications and it was also understood that cauterization method is a method of treatment usually applied to the nerve and muscle diseases and material of cauterization has different form (four corners and patterned) and structure (iron and copper). In this study, it can be said that the examined work has an importance in today’s alternative medicine and should be taken into account regarding alternative therapy history and it has also source quality as well as being importance of history source about veterinary surgery’s situation in the fifteenth century. Keywords: Horse, Baitarname, Veterinary surgery, Veterinary medicine - 118 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kedide Bağırsak Çeperinde Görülen Değişikliklerin Ultrasonografik Tanısı Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Christine PEPPLER 2, Nadine MAREK 2, Martin GERWİNG 2, Martin KRAMER 2 1 2 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa, TÜRKİYE Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig Universität Giessen, ALMANYA Bu çalışmanın amacı kedilerde ince bağırsak patolojilerinde ultrasonografik olarak tespit edilebilen değişiklikleri tanımlamak ve buların diagnostik değerini belirlemektir. 2002-2005 yılları arasında non-spesifik gastro-intestinal semptomlar gösteren 30 kedide ultrasonografik muayene yapılmıştır. Bağırsak çeperinin kalınlığında, tabakalaşmada ve ekojenitede görülen değişiklikler, bir lezyon varlığında simetri ve boyutları ile abdominal lenf düğümlerinin etkilenişi değerlendirildi. Histopatolojik muayene için ultrason eşliğinde 18 gauge tru-cut biyopsi iğnesi veya laparotomi ile alınan tam katman biyopsisi ile doku örnekleri alındı. Otuz kedinin ultrasonografik muayenesinde sadece muscularis katmanında kalınlık artışı (14) ile tüm çeper kalınlığında simetrik (10) veya asimetrik (6) kalınlaşma belirlendi. Abdomendeki diğer ultrasonografik bulgular lenf düğümlerinde büyüme, serbest sıvı, mezenteryumda ödem veya diğer organlarda ilave lezyon şeklinde idi. Histopatolojik olarak 12 kedide benign yangısal hastalıklar, 13 kedide alimenter lenfoma, 4 kedide adenokarsinoma belirlendi ve bir olguda intestinal dokular histolojik olarak normal idi. Normal mural tabakalaşmayı koruyan ve yalnız muscularis propria tabakasının kalınlığında artış gösteren olgulara daha sık olarak intestinal yangılarda (12 olgunun 10’u) rastlanırken neoplastik değişikliklerde daha sık olarak bağırsağın simetrik veya asimetrik tam katman kalınlaşması görülmektedir. Sonuç olarak, ultrasonografi kedilerin intestinal sistemindeki mural değişikliklerin tanısı için çok önemli bir araçtır. Ancak kesin tanı histopatolojik olarak konulmalıdır. Anahtar sözcükler: İntestinal sistem, Ultrasonografi, Kedi, Tümör-yangı, Histopatoloji - 119 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ultrasonographical Diagnosıs of Mural Changes of the Intestines in the Cat Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Christine PEPPLER 2, Nadine MAREK 2, Martin GERWİNG 2, Martin KRAMER 2 1 2 Uludağ University, Veterinary Faculty Surgery Department, Bursa, TÜRKİYE Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig University Giessen, GERMANY The aim of this study was to characterize ultrasonographically detectable mural changes in cats with intestinal disorders and to determine their diagnostic relevance. Ultrasonographical examination was performed in 30 cats between 2002-2005 with non-specific gastro-intestinal symptoms. Alterations of the thickness, layering and echogenicity of the intestinal wall, symmetry and dimensions of the lesion if present, and involvement of abdominal lymph nodes were evaluated. Tissue specimens were collected for histopathologic examination by ultrasound-guided 18 gauge tru-cut biopsy or full-thickness biopsy via laparotomy. Sonographic evaluation of 30 cats revealed a separate thickening of the muscular layer (14) and a symmetric (10) or asymmetric (6) thickening of the entire intestinal wall. Further sonographical findings of the abdomen were enlarged lymph nodes, free fluid and oedema of the mesentery, or additional lesions in other organs. Histopathologically, 12 cats had benign inflammatory disorders, 13 cats had alimentary lymphoma, 4 cats had adenocarcinoma, and in one case the intestinal tract was histologically normal. Increased thickness of the muscularis propria maintaining normal mural layering occurs more frequently during intestinal inflammation (10 from 12), while neoplastic alterations show more often a symmetric or asymmetric thickening of the entire bowel wall. Diagnostic ultrasonography is an important tool for the detection of mural alterations of the intestinal tract in the cat. The definite diagnosis must be made histopathologically. Keywords: Intestinal tract, Cat, Ultrasonography, Tumor-inflammation, Histopathology - 120 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi Latif Emrah YANMAZ 1, Zafer OKUMUŞ 1 1 Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM Bu çalışma ekzostoz tanısı konulan spor atlarında farklı ekstremite bölgelerinden alınan sıcaklık farklılıklarını belirlemeyi amaçlamıştır. Çalışmanın gerecini farklı ırk (35 Arap, 9 İngiliz), cinsiyet (33 erkek, 11 dişi) ve yaştaki (ort. 3.6) toplam 44 spor atı oluşturdu. Termografik ve klinik muayene sonucunda herhangi bir ortopedik bozukluğun bulunmadığı atlar kontrol grubu (n=19) olarak değerlendirildi. Şüpheli bulunan 25 olguda ise radyografik muayeneye başvuruldu. Termografik muayeneler güneş ışığı almayan ve sıcaklığın 22-23°C olduğu bir odada gerçekleştirildi. Atlar 15 dakika bu odada dinlendirildikten sonra, simetrik ekstremite bölgelerinin termografik görüntüleri 1 metre uzaklıktan elde edildi. Atların termografik, klinik ve radyografik muayenesi sonucunda; 8 olguda sol metacarpal süro, 5 olguda sağ metacarpal süro, 1 olguda bilateral süro, 5 olguda sağ carpal ekzostoz, 1 olguda kronik sol sorşin, 1 olguda I. derece sol sorşin, 1 olguda bilateral III. derece sorşin, 1 olguda III. derece sağ sorşin, 1 olguda ise sol proksimal falanksta form oldugu belirlendi. Süro tanısı konulan atların metacarpus bölge sıcaklıkları, kontrol grubundaki atların metacarpus bölge sıcaklıklarından yüksek olmasına rağmen, iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık belirlenmedi. Sağ carpal ekzostoz tanısı konulan atların, sağ carpal bölge sıcaklığı ortalaması 27.07°C iken, kontrol grubundaki atların sağ carpal bolge sıcaklığı ortalaması 26.79°C olarak ölçüldü (p<0.05). I. ve III. derece sol sorşin tanısı konulan olgularda lezyonlu bölgede sıcak noktalar gözlendi. Proksimal falanksta yukarı form saptanan olguda topuk ekleminde sıcaklık artışı gözlendi (2˚C). Sonuç olarak; ekstremite bölge sıcaklıkları ortopedik problemin lokalize oldugu alanda belirgin bir şekilde artmaktadir. İnfrared termografi yangının lokalizasyonunu gösterdiğinden, spor atlarında yangıyla seyreden ekzostoz olgularının tanısında termografinin yardımcı bir tanı yöntemi olarak kullanılabileceği kanısına varılmıştır. Anahtar sözcükler: Termografi, Topallık, At, Ekzostoz - 121 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Spor Atlarında Karşılaşılan Ekzostoz Olgularının Termografik Değerlendirilmesi Latif Emrah YANMAZ 1, Zafer OKUMUŞ 1 1 Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM This study was aimed to determine temperature differences in various extremity regions of sport horses with exostosis. Material of this study was composed of totally 44 horses with different breed (35 Arabian, 9 English), sex (33 male, 11 female) and age (avg. 3.6). Horses which had no clinical and thermographic evidence of orthopedic problem (n=19) were evaluated as a control group. As a result of clinical and thermographic examinations, suspected cases (n=25) subjected to radiographic examination. Thermographic examination were carried a room not receiving sunshine with a temperature 22-23°C. After allowing horses to rest for 15 min in this room, symmetric extremity regions were taken from a distance of 1 m. Suspicion temperature differences of symmetrical regions were examined with clinically and radiographically. As the result of thermographic, clinical and radiographic examinations, different orthopedic problems were diagnosed; left forelimb splint (n=8), right forelimb splint (n=5), bilaterally splint in forelimbs (n=1), right carpal exostosis (n=5), chronic left sore shine (n=1), first degree left sore shine (n=1), bilaterally third degree sore shine (n=1), third degree right sore shine (n=1), left high ringbone (n=1). Although metacarpal temperatures of horses with splint had a higher temperature values than control group, there was no statistically differences between these groups. The right carpal region temperatures in healthy horses and horses with right carpal exostosis were 26.79 and 27.07°C, respectively (p<0.05). Hot spots were seen in first and third degree of left sore shines. Injured fetlock joint with high ringbone case had a higher temperature values (2˚C). In conclusion; Because infrared thermography shows the localization of the inflammation, thermography could be used as a contributive diagnostic method in exostosis cases of race horses which come out with inflammation. Keywords: Thermography, Lameness, Horse, Exostosis - 122 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Sağlıklı ve Laminitisli Sığırlarda Radyolojik Bulguların Değerlendirilmesi Nureddin ÇELİMLİ 1, Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Hakan SALCI 1, Aylin ALASONYALILAR DEMİRER 2, H. Özlem NİSBET 3, Gülsüm Ülke ÇALIŞKAN 1, Deniz MISIRLIOĞLU 2, Osman Sacit GÖRGÜL 1 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, BURSA 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA 1 2 Sığırlarda topallığa neden olan ayak hastalıklarının çoğunun laminitis ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Ayak ve tırnak yapısında bazı değişiklikler şekillendiği halde klinik belirti göstermeyen subklinik laminitis olgularının tanısının zorluğu dikkate alınırsa, laminitisin gerçek prevalansının belirlenmesinin oldukça güç olduğu anlaşılmaktadır. Tanıyı doğrulamak ve prognozu belirlemek açısından faydalı bir yöntem olan radyografi, laminitis’in dinamik sürecinde değerli bilgiler sağlamaktadır. Çalışmanın amacı sağlıklı ve laminitisli sığırlardaki radyografik bulguları değerlendirmek ve herhangi bir anlamlı farklılığın olup olmadığını ortaya çıkarmaktır. Deneysel kısımda mezbahadan temin edilen 60 hayvanın tırnakları (n=480 tırnak), saha çalışmasında laminitis şüphesi bulunan 20 canlı hayvanın tırnakları (n=160 tırnak) çalışmaya alındı. Tırnaklar klinik, radyografik (tüm gruplar) ve histopatolojik (Grup 1 3) olarak incelendi. Histopatolojik tanıya göre tırnaklar “laminitisten etkilenmiş” (Grup 1), laminitisli hayvanlara ait “laminitisten etkilenmemiş” tırnaklar (Grup 2) ve “sağlıklı” (Grup 3) olarak gruplandırıldı. Çalışmanın saha materyalinde, subklinik laminitis bulgusu olan hayvanlardan bir grup (Grup 4) oluşturuldu. Sağlıklı ve laminitisli tırnaklardaki radyolojik bulguların dağılımı değerlendirildi ve radyografik muayenenin laminitisin tanısındaki doğruluğu araştırıldı. Bulgular “laminitisle ilişkili” ve “laminitisle ilişkisi olmayan” bulgular olarak değerlendirildi. Genel olarak radyografik değişiklikler en çok sağlıklı hayvanlarda (Grup 3) görüldü. Üçüncü falanksın (P3) aksiyal yüzündeki osteofitik üremeler, radyolojik olarak laminitisle ilişkili olamayan bulgular arasında grup 1, 2, ve 3’te (sırasıyla n=39, n=79, n=115) en çok karşılaşılan bulgu oldu. P3’te solar osteitis, radyolojik olarak laminitisle ilişkili olan bulgular arasında grup 1, 2, ve 3’te (sırasıyla n=22, n=56, n=71) en sık gözlendi. Grup 4’te en çok gözlenen bulgular ise inaktif solar osteitis (n=51) ve kayak ucu görünümüdür (n=14). Kayak ucu görünümü radyolojik bulgusu diğer gruplarda görülmedi. Sonuç olarak, laminitis ile ilişkili radyolojik bulgular her zaman histopatolojik tanı ile uyumlu değildir. Sağlıklı olarak görünen inekler, daha önceden laminitis geçirmiş ve iyileşmiş olabilir veya kaynaklarda bildirilen histopatolojik kriterler, sığırlarda laminitis tanısı için yetersiz olabilir. Anahtar sözcükler: Sığır, Radyografi, Laminitis, Histopatoloji - 123 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Evaluation of Radiographic Findings in Normal Cows and Cows with Laminitis Nureddin ÇELİMLİ 1, Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Hakan SALCI 1, Aylin ALASONYALILAR DEMİRER 2, H. Özlem NİSBET 3, Gülsüm Ülke ÇALIŞKAN 1, Deniz MISIRLIOĞLU 2, Osman Sacit GÖRGÜL 1 Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURSA Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, BURSA 3 Ondokuz Mayıs University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURSA 1 2 It is suggested that the majority of claw diseases causing lameness in cows are related to laminitis. Although there are some visible changes in claws with subclinical or clinic laminitis, diagnosis and determination of the real prevalence of laminitis is difficult. Radiography provides valuable information confirming diagnosis, determining prognosis and to follow up dynamic changes of laminitis.The aim of this study was to evaluate radiological findings in normal and laminitic bovine claws and to find out whether any differences are significant. For the experimental part claws of 60 animals (n=480) provided from the slaughterhouse and for the field study claws of 20 dairy cows suspicious of laminitis (n=160 claws) were enrolled for the study. Claws were examined clinically, radiographically (all groups) and histopathologically (Groups 1-3). According to histopathological diagnosis claws were classified with respect to laminitis as “affected claws” – group 1”, “unaffected claws” of cows with laminitis – group 2” and “completely sound” – group 3. Animals in the field study with visible signs of subclinical laminitis comprised group 4. The distribution of radiographic findings in healthy and laminitic claws was evaluated and the accuracy of radiographic examination in diagnosing laminitis was determined. Findings were evaluated as “related to laminitis” and “not related to laminitis”. Generally most radiographic alterations occurred in group 3 with sound cows. Most encountered radiographic findings known as not related to laminitis in group 1, 2 and 3 (n=39, n=79, n=115, respectively) were osteophytes on the axial site of the pedal bone (P3). The most encountered radiographic finding related to laminitis in group 1, 2 and 3 (n=22, n=56, n=71, respectively) was inactive solar osteitis of P3. Inactive solar osteitis (n=51) and “ski jump” sign (n=14) were the most common findings in group 4. “Ski jump” did not occur in any other group. In conclusion, radiographic findings related to laminitis are not always compatible with histopathologic diagnosis. Sound cows might have suffered laminitis before and recovered afterwards or histopathological criteria mentioned in the literature maybe inaccurate to diagnose laminitis in cows. Keywords: Cattle, Radiography, Laminitis, Histopathology - 124 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ultrasonografinin Aksillar Bölgedeki Yumuşak Doku Kitlelerin Tanisindaki Değeri Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Friederike RAU 2, Ursula MICHELE 2, Martin GERWING 2, Martin KRAMER 2 1 2 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi ABD, Bursa, TÜRKİYE Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig Üniversitesi Giessen, ALMANYA Aksillar bölgedeki lezyonlar köpeklerde topallık yapan, bilinen nedenlerdendir. Klinik muayene sırasında sıklıkla palpasyonda ağrı gözlenebilse de, bir kitle ancak ileri olgularda ele gelir. Manyetik rezonans (MR) görüntüleme tanı için en uygun metottur, ancak sınırlı erişilebilirliği, yüksek masrafı ve genel anestezi zorunluluğu nedeniyle daha ender uygulanabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, aksillar bölgedeki yumuşak doku kitlelerinin ultrasonografik görünümlerinin tanımlanması ve ultrasonografinin (US) brachial plexus tümörlerinin tanısındaki değerinin belirlenmesidir. Justus-Liebig Üniversitesi Küçük Hayvan Cerrahi Kliniğine 1989-2009 arasında 20 yıllık bir periyotta brachial plexus bölgesinde yumuşak doku kitlesi şikayetiyle getirilen köpeklerde retrospektif bir analiz yapıldı. Progresif ön bacak topallığı, nörolojik kayıplar, kas atrofisi, ağrı veya bunları bir kombinasyonu gözlenen köpeklerde klinik, nörolojik ve ultrasonografik muayeneler yapıldı. Uyanık veya sedasyonlu köpeklerin ultrasonografik muayenesinde 7,5–15 MHz’lik lineer ve konveks problar kullanıldı. Tanı, ince iğne aspirasyonu, biyopsi, nekropsi veya MR görüntüleme ile doğrulandı. 286 hastada aksillar bölge (31’i bilateral) incelendi ve bunların 199’u ultrasonografik olarak normal bulundu. Köpeklerin 118’inde (%40) bir kitle tanımlandı ve bunların 26’sı ultrasonografik olarak tipik lipom görünümündeydi. Sitoloji/histopatoloji örnekleri ultrason eşliğinde alındı ve bunlarda fibrosarkom (11), meme bezi karsinomu metastazı (8), indifferensiye sarkom (8), histiyositik sarkom (4), sinir kılıfı tümörü (3), karsinom (3), lenfosarkom (2), melanom, hemangiosarkom ve mastositom (her biri 1) tanısı kondu. Diğer tanılar yangısal lenfadenopati (11), hematom (6), apse ve travmatik brachial plexus avulziyonu (her biri 2) idi. 29 olguda histopatolojik inceleme yapılamadı. Bir periferal sinir kılıfı tümörü tanısı MR görüntüleme ile doğrulandı. Bu çalışmanın limitleri içerisinde ve yapılabilen histopatolojik incelemelere göre ultrasonografik görünüm ile histolojik değerlendirme arasında faydalı bir ilişki belirlenememiştir. Özetle, ultrasonografi sayesinde muayene edilen ve brachial plexus bölgesinde bir değişiklikten şüphe edilen hayvanların ~%40’ında bir lezyon belirlenmiştir. Bu çalışmada en sık karşılaşılan yumuşak doku kitleleri lipom, fibrosarkom ve yangısal lenfadenopatilerdir. Böylece, ultrasonografinin aksillar bölgedeki yumuşak doku kitlelerinin muayenesinde etkili ve pratik bir metot olduğu sonucuna varılmıştır. Anahtar sözcükler: Ultrasonografi, Aksilar bölge, Brachial plexus, Tümör, Köpek - 125 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Value of Ultrasonography in Detecting Soft Tissue Masses in the Axillary Region in Dogs Deniz SEYREK-İNTAŞ 1, Friederike RAU 2, Ursula MICHELE 2, Martin GERWING 2, Martin KRAMER 2 1 2 Uludağ University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, Bursa, TÜRKİYE Klinik für Kleintiere (Chirurgie), Justus-Liebig University Giessen, GERMANY Lesions of the axillary region are known causes of forelimb lameness in dogs. Pain can often be elicited during physical examination, however, a mass is only palpable in advanced cases. Magnetic resonance imaging (MRI) is the best imaging moda¬lity for diagnosis, but due to limited availability, high costs and necessity for anesthesia less applicable. The aim of the study was to characterize the ultrasonographic appearance of soft tissue masses in the axillary region and to determine the value of ultrasonography (US) in diagnosing tumors of the brachial plexus. A retrospective analysis of soft tissue masses in the brachial plexus region in dogs referred to the Small Animal Clinic – Surgery at the Justus-Liebig University over a 20year period between 1989-2009 was conducted. Dogs with progressive thoracic limb lameness, neurologic deficits, muscle atrophy, pain, or a combination of these signs, were examined clinically, neurologically and ultrasonographically. Linear and convex 7.5-15 MHz transducers were used in conscious and sedated dogs. Diagnoses were confirmed by FNA, biopsy, necropsy or MRI. In 286 patients the axillary region was examined (31 bilaterally) of which 199 appeared normal on ultrasound. In 118 (40%) of dogs a mass was identified of which 26 showed typical ultrasonographic appearance of lipomas. Samples for cytology/ histo¬pathology were taken under ultrasound guidance and revealed fibrosarcoma (11), metastases of mammary gland carcinoma (8), undifferentiated sarcoma (8), histiocytic sarcoma (4), nerve sheath tumor (3), carcinoma (3), lymphosarcoma (2), melanoma, hemangiosarcoma, and mastocytoma (each 1). Other diagnoses were inflammatory lymphadenopathy (11), hematoma (6), abscess and traumatic avulsion of the brachial plexus (each 2). Twenty nine cases were not available for histopathol¬ogy. In one case the diagnosis of a peripheral nerve sheath tumor was verified by MRI. Within the limits of this study, and the available histopathology, there appeared to be no clinically utilizable relationship between the ultrasonographic appearance and the histological interpretation. In summary, US detected a lesion in ~ 40% of the examined ani¬mals with clinically suspected alterations in the region of the brachial plexus. In this study lipoma and fibrosarcoma and inflammatory lymphadenopathy were the most frequent causes of soft tissue masses. Thus, we conclude that US is an effective and practica¬ble method to examine the axillary region for soft tissue masses. Keywords: Ultrasonography, Axillary region, Brachial plexus, Tumor, Dog - 126 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ultrasonografi Rehberliğinde Perkutan Paramedian Abomasopeksi: Sola Abomasum Deplasmanlarının Tedavisi İçin Saha Şartlarına Uygun ve Güvenli Bir Teknik Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Aydın ÖZMEN 1, Sırrı AVKİ 1 1 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Perkutan paramedian abomasopeksi işlemi, sola abomasum deplasmanı vakalarının saha şartlarında tedavisinde sık başvurulan bir tekniktir. Kör dalış şeklinde gerçekleştirilen bu tekniğin en korkulan komplikasyonu, abomasopeksi işlemi sırasında bir bağırsak veya omentum segmentinin karın duvarı ile abomasum arasına sıkıştırılması ya da perfore edilmesidir. Sunulan araştırmada; perkutan paramedian abomasopeksi işleminde, bu komplikasyonları gidermeye yönelik modifikasyonlar kurgulandı ve bunların ne derece etkili olduğu araştırıldı. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğinde “abomasumun sola deplasmanı” tanısı konulan 15 Holstein ırkı inek kullanıldı. Olguların cerrahi tedavisinde Grymer ve Sterner tarafından tanımlanan perkutan paramedian abomasopeksi yöntemi modifiye edilerek kullanıldı. Abomasopeksi işleminin ultrasonografik görüntüleme rehberliğinde gerçekleştirilmesi, Grymer ve Sterner’in kullandıkları trokar yerine daha ince çaptaki bir deflasyon kanülünün tercih edilmesi ve abomasopeksinin tek toggle pin ile sağlanması söz konusu modifikasyonları oluşturdu. Vakaların tamamında postoperatif 13. günde abomasopeksi dikişi uzaklaştırıldı. Tüm vakalarda yuvarlama işlemini takiben abomasumun anatomik konumuna indiği hem oskülo-perküsyon muayenesi hem de ultrasonografik görüntüleme aracılığıyla belirlendi. İki olguda yuvarlama sonrasında abomasum ile karın duvarı arasında omentumun bulunduğu ultrasonografik olarak gözlendi. Bu olgularda yuvarlama işlemi tekrar edilerek ve bölgeye dışarıdan masaj uygulayarak omentumun uzaklaşması sağlandı. Tüm olguların abomasumuna ultrasonografik görüntü rehberliğinde deflasyon kanülü ile girilerek bir adet toggle pini yerleştirildi. Postoperatif 45 günlük izleme süresinde herhangi bir komplikasyon veya nüks ile karşılaşılmadı. Perkutan paramedian abomasopeksi yönteminde karşılaşılan en yaygın komplikasyon, toggle-pin fikzasyonu sırasında abomasum ile karın duvarı arasına omentum veya bağırsağın girmesidir. Yapılan çalışmada, ultrasonografik görüntüler rehber alındığı için bu tür bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Sonuç olarak; perkutan paramedian abomasopeksi yönteminin, ultrasonografik görüntüleme eşliğinde uygulanması durumunda saha şartlarında daha güvenle kullanılabileceği kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: İnek, Sola abomasum deplasmanı, Perkutan paramedian abomasopeksi, Ultrasonografi - 127 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ultrasonography Guided Percutaneus Paramedian Abomasopexy: A Reliable and Suitable Tecnique for Treatment of Left Abomasal Displacement in Field Conditions Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Aydın ÖZMEN 1, Sırrı AVKİ 1 1 Mehmet Akif Ersoy University, Veterinary Faculty, Surgery Department, BURDUR Percutaneousparamedianabomasopexy process is a common technique for treatment of left abomasal displacementunder field conditions. The mostfearedcomplication ofthis blind technique is grasping an intestine or omental segment between the abdominal wall and abomasum or perforating them during abomasopexy. In this study, some modificationswereconstructedin percutaneous paramedianabomasopexy to eliminatethese complicationsand their effectiveness were investigated. Fifteen Holstein dairy cows diagnosed with left-sided abomasal displacement in Surgery Clinics of Veterinary Faculty of Mehmet Akif Ersoy University were used. Some modifications were conducted in the technique of Grymer and Sterner and this modified technique was used in the surgical treatment. The mentioned modifications were: (a) usage of ultrasonographic guidance during abomasopexy, (b) usage of a deflation cannula which has a smaller diameter than Grymer & Sterner’s trocar, and (c) providing abomasopexy by single toggle pin. In all cases, abomasopexy suture was removed in postoperative 13th day. Following the rolling procedure abomasums of all cases were identified to descent their anatomical location by both osculo-percussion examination and ultrasonographical imaging. In two cases after rolling, omentum was ultrasonographically observed between abomasum and abdominal wall. The rolling procedure was repeated with some regional massage in these cases to remove the omentum. Deflation cannula was inserted into the abomasum of all cases by ultrasonographic guidance and one toggle-pin was settled. There wereno complicationsorrecurrence in postoperative 45 day. The most common complication of percutaneous paramedian abomasopexy method is grasping omentum or intestine between abdominal wall and abomasum during toggle-pin fixation. In this study, such complications were not encountered due to ultrasonographical guidance. In conclusion, it was thought that percutaneous paramedian abomasopexy method, if accompanying with ultrasonographical guidance may be used safely in field conditions. Keywords: Cow, Left abomasal displacement, Percutaneus paramedian abomasopexy, Ultrasonography - 128 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpek ve Kedilerde Non-Kardiyak Toraks Ultrasonografisi Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1 , Melike AKBALA 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1 1 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA Çalışmada, non-kardiyak toraks hastalığı olan köpek ve kedilerde ultrasonografik bulguların tanı yönünden değerlendirilmesi ve klinik bulgularla ilişkilendirilmesi amaçlandı. Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Küçük Hayvan Kliniğine toraks patolojisi belirtileri gösteren değişik ırk, yaş ve cinsiyette köpek ve kediler çalışmaya alındı. Klinik ve radyografik muayeneyi takiben toraksın ultrasonografik muayenesi gerçekleştirildi. Ultrasonografik tanı uygun olgularda ince iğne aspirasyonu ve/veya operasyon/ nekropsi bulguları ile doğrulandı. Toplam olarak toraks hastalığı gösteren 46 hasta (25 köpek – 21 kedi) çalışmaya alındı. Radyografik ve ultrasonografik tanı ve bulgular karşılaştırıldı. Ultrasonografik tanılar diyafram rupturu (n=16), plöral efüzyon (n=19) (bunlardan n=5 hematoraks, n=4 piyotoraks), akciğer tümörü (n=3) ve akciğer konsolidasyonu (n=1) ve lenfadenopati, toraks duvarında tümör, hematom ve ödem gibi diğer lezyonlardan (n=7) oluşmaktadır. Olgulardan 4’ünde ultrasonografik olarak görülebilir bir bulgu tespit edilemedi. Ultrasonografik muayene toraks duvarı, plöral boşluk, mediastinum, akciğerler ve diyafram hastalıklarının görüntülenmesinde çok değerli bir tanı yöntemidir. Ultrasonografi rehberliğinde yapılan aspirasyon ve biyopsi uygulamaları, sıvı ya da fokal lezyonlardan kesin tanı için örnek almada minimum derecede zarar vermektedir. Plöral efüzyonlar radyografik muayenede detayların gizlenmesine neden olurken, ultrasonografik muayenede torakal yapıların ve patolojilerin görüntülenmesinde mükemmel bir akustik pencere oluşturmaktadır. Anahtar sözcükler: Toraks, Ultrasonografi, Köpek, Kedi - 129 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Non-Cardiac Thoracic Ultrasonography in Dogs and Cats Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1 , Melike AKBALA 1, Deniz SEYREK-İNTAŞ 1 1 Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, BURSA The aim of this study was to investigate the diagnostic value of ultrasonographical findings in dogs and cats with non-cardiac thoracic diseases and to relate them to clinical findings. Dogs and cats of different breed, age and gender presented to the Surgery Department of the Small Animal Clinic of Uludag University exhibiting signs of thoracic diseases were included in the study. After clinical and radiographical examination, ultrasonographical examination of the thorax was performed. Ultrasonographical diagnosis was confirmed with fine needle aspirations in appropriate cases and/or surgery/necropsy. A total of 46 patients (25 dogs and 21 cats) with thoracic disease were included in the study. Radiographical and ultrasonographical diagnoses and findings were compared. Ultrasonographical diagnoses included diaphragmatic rupture (n=16), pleural effusion (n=19), (out of these n=5 haemothorax, n=4 pyothorax), lung tumour (n=3), lung consolidation (n=1), and others lesions such as lymphadenopathy, masses, hematoma and oedema on the thoracic wall (n=7). In four cases there were no ultrasonographically detectable findings. Ultrasonographical examination of the thorax is a valuable imaging modality for diseases of the thoracic wall, pleural space, mediastinum, lungs, and diaphragm. Ultrasound-guided aspiration/biopsy allows minimally invasive collection of samples of fluids or focal lesions for diagnosis. Pleural effusion, often a detriment for radiographic evaluation of thoracic structures, provides an excellent window for ultrasonographical visualization of thoracic structures and pathology. Keywords: Thorax, Ultrasonography, Dog, Cat - 130 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS POSTER BİLDİRİLER - 131 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS - 132 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS 209 Yaban Kuşunda Cerrahi Lezyonlar: Retrospektif Çalışma (2006-2012) H. Özlem NİSBET 1, Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN Kızılırmak deltası, doğal özellikleri büyük ölçüde korunabilmiş, ülkemizin Karadeniz kıyısındaki en büyük ve tek sulak alanıdır. Deltada 330’dan fazla kuş türü bulunur. Bu çalışmada 2006-2012 yılları arasında OMÜ Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen 27 değişik türdeki 209 kanatlı şirurjikal lezyonlar ve türleri yönünden değerlendirildi. Bu olguların türlere göre dağılımı; 75 şahin, 25 güvercin, 17 baykuş, 14 leylek, 12 kuğu, 11 atmaca, 11 martı, 6 karga, 5 puhu, 5 balıkçıl, 4 kumru, 2 yaban kazı, 2 yaban ördeği, 2 bıldırcın, 2 balaban, 2 pelikan, 2 serçe, 3 yalı çapkını, 1 kırlangıç, 1 kerkenez, 1 saka, 1 sığırcık, 1 sülün, 1 doğan, 1 flamingo, 1 çaylak, 1 çulluk. Olgularda %30 antebrahium kırığı, %18 humerus kırığı, %12 tibia kırığı, %8 metakarpus kırığı, %6 femur kırığı, %8 değişik yerlerde açık yara, %3 metatarsal kırık, %3 ayak nekrozu, %2.5 kafa travması, %2.5 elektrik çarpması, %2 paraliz, %1.5 tortikollis, %1.5 değişik yerlerde apse, %0.9 artritis, %0.9 iris prolapsusu, %0.5 kursak yırtığı, %0.5 tümöral üreme, %0.5 gaga kırığı, %0.5 tarsal lukzasyon, %0.5 deri altı amfizem saptandı. Getirilen hastaların yaklaşık %80’inin ateşli silahla vurulmuş olduğu belirlendi. Hastaların çoğunun genel durumunun kötü olması veya açık enfekte kırıklar sebebiyle ancak yaklaşık %23 kadarı iyileştirilip yeniden doğaya salınabildi. Yapılan çalışma sonucunda yaban kuşlarının yaralanmalarındaki en büyük etkenin insan faktörü olduğu ortaya çıktı. Doğal hayatın korunabilmesi için özellikle avcıların ve köylülerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiği sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Yaban kuşları, Cerrahi lezyon, Retrospektif çalışma - 133 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Surgical Lesions on the 209 Wild Birds: A Retrospective Study (Between 2006-2012) H. Özlem NİSBET 1, Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1 1 Ondokuz Mayıs University Faculty of Veterinary Medicine Surgery Department, SAMSUN Kızılırmak Deltası is the biggest and best preserved wetland on the Turkish Black Sea coast. More than 330 bird species have been recorded in the delta. In this study the records of 209 wild birds (27 different types); 75 hawks, 25 pigeons, 17 owls, 14 stork, 12 swans, 11 sparrow hawks, 11 seagulls, 6 crows, 5 eagle owls, 5 herons, 4 doves, 2 wild geese, 2 wild ducks, 2 quail, 2 bittern, 2 pelicans, 2 sparrows, 3 kingfishers, a swallow, a kestrel, a finch, a starling, a pheasant, a falcon, a flamingo, a kite, a woodcock admitted to the Surgery Clinics of the Ondokuz Mayis University Veterinary Surgery Department between 2006-2012 were evaluated regarding surgical lesions and types. The results showed that 30% fractures of antebrachium, 18% humerus, 12 tibia%, 8% metacarpus, 6% femur, 8% open wounds in multiple locations, 3% fractures of metatarsus, 3% necrosis of the foot, 2.5% head trauma, 2.5% shock due to electricity, 2% leg paralysis, 1.5% torticollis, 1.5% abscess in multiple locations, 0.9% arthritis, 0.9% iris prolapses, 0.5% ruptured crow, 0.5% tumor, 0.5% beak fracture, 0.5% tarsal luxation, 0.5% subcutaneous emphysema. Approximately 80% of the wild birds had been shot with firearms. Only about 23% of patients recovered due to poor general condition, or open infected fractures and again left to nature. As a result of this study, the most important factor in wild bird injuries was found to be of human. Consequently, the hunters and the farmers should be educated on this issue in order to protect the natural life. Keywords: Wild birds, Surgical lesion, Retrospective study - 134 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Altı Aylık Bir Buzağıda Kesici Yabancı Cisim Yaralanmasına Bağlı Musculus Fleksor Digitorum Superficialis ve Profundus Tendolarının Tam Rupturu ve Operatif Sağaltımı Hanifi EROL1, Semih ALTAN 2, Muharrem EROL 2, Yılmaz KOÇ 2 1 2 Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Bu olgu sunumunda, 6 aylık erkek bir buzağıda kesici yabancı cisim yaralanmasına bağlı olarak şekillenen M.flek.dig.superficialis ve M.flek.dig.profundus tendolarında meydana gelen tam ruptur ve operatif sağaltımı değerlendirildi. Olguyu Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniğine getirilen 6 aylık montofon melezi erkek bir buzağı oluşturdu. Alınan anamnez bilgide, hayvan bakıcısının temizlik esnasında yanlışlıkla hayvana kürekle vurduğu ve küreğin metal ucunun bölgeyi kestiği öğrenildi. Yapılan fiziksel muayenede hayvanın sol arka bacağında açık yara olduğu ve M. flex. dig. superficialis ve M. flex. dig. profundus tendolarında tam ruptur şekillendiği tespit edildi. Bölge uygun antiseptikli solüsyonla yıkanarak temizlendi ve tenografiye karar verildi. Tendoda oluşan kesik yarasının derin ve oblik tarzda olduğu görüldü. Deri ve deri altı dokularda nekrozlu ve ezik kısımlar tesbit edilerek, sağlam dokulardan debridementi yapıldı. Operatif hazırlıklar yapıldıktan sonra hayvan ksilazin (Rompun/Bayer %2, 0,02 mg/ kg im) ve ketamin hidroklorür (Ketalar %10/İnterhas, 2 mg/kg iv) ile genel anesteziye alındı. Tendolar 2 numara monofilament sentetik emilemeyen dikiş ipliği (propilen) ile tendo dikiş tekniği uygulanarak dikildi. Operasyondan sonra bacak alçılı bandaja alındı ve bir hafta süreyle antibiyotik tedavisi uygulandı. Hayvan postoperatif olarak 3 ay takip edildi ve herhangi bir komplikasyon gelişmediği öğrenildi. Travmaya bağlı olarak oluşan tendo rupturlarında erken müdahalenin başarı şansını artırdığı, tendo iyileşmelerinde hareketsizliğin önemli olduğu bir kez daha görüldü. Anahtar sözcükler: Buzağı, M. flex. dig. superficialis, M. flex. dig. profundus, Tendo rupturu - 135 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Total Ruptures on tendons of Musculus Flexor Digitorum Superficialis et Profundus due to Cutting Foreign Body Wound and Related Surgical Therapies Hanifi EROL 1, Semih ALTAN 2, Muharrem EROL 2, Yılmaz KOÇ 2 1 2 Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SIVAS Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA In this case report, the total ruptures on tendons of m. flex. dig. superficialis et profundus due to cutting foreign body wounds and their related surgical therapies in a male, six months of age calf were evaluated. Material of this case report was a male hybrid, six months of age Simmenthal calf, which has delivered to Selcuk University Faculty of Veterinary Medicine clinics of Department of Surgery. After fulfilling anamnesis it was learnt that a husbandman was hit the patient with a shovel during cleansing and a cut was occurred in the impact region due to the metal tip of the shovel. During the physical examination, it has been observed that an open wound was occurred on left hind leg and total ruptures on tendons of m.flex.dig.superficialis et profundus were present. Region was irrigated with appropriate antiseptic solutions, and tenography was concluded. It has observed that the ruptures on tendons were both profund and oblique. It has also observed that there were necrosis and contusions in cutis and subcutis and therefore, debridemention of these was carried out from normal tissues. After common surgical preparations were fulfilled, the patient was taken into general anesthesia using xylasine (Rompun/Bayer %2, 0,02 mg/kg im) and Ketamine Hydrochlorure (Ketasol %10/İnterhas, 2 mg/kg iv). Tendons were sutured by the method of tendon suturation using the number of 2 monofilament, synthetic nonabsorbable sutures (Propilen). After the operation, respective extremity was bandaged in fortified bandage and antibiotic therapy was applied for a week. The patient was observed postoperatively for 3 months, and no complications were recorded. Once again, it was seen that the urgent therapies on tendon ruptures due to traumas greatly increase the success rates and was seen that the immobility is crucial for tendon reparations. Keywords: Calf, M. flex. dig. superficialis, M. flex. dig. profundus, Tendon rupture - 136 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Anglo-Arap Irkı Bir Atta Salya Taşı Olgusu Kadircan ÖZKAN 1, Muharrem EROL 1 1 Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Anglo-Arap ırkı bir atta, ductus parotidicus’ta oluşan salya taşının klinik ve operatif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Olguyu SÜ Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı kliniğine getirilen Anglo-Arap ırkı, 3 yaşında, erkek bir at oluşturdu. Anamnez bilgide atın sağ yanak bölgesinde uzun süredir devam eden sert bir şişkinliğin bulunduğu ve bunun çok yavaş bir şekilde büyüdüğü öğrenildi. Yapılan klinik muayenede bölgede herhangi bir yangı semptomu gözlenmedi. Sağ yanakta incisura vasorum bölgesinde mekik tarzında bir sertlik palpe edildi. Şişliğin serbest olduğu fakat kanal içinde hareketinin sınırlı olduğu belirlendi. Belirlenen şişliğin salya taşı olduğuna ve operasyon ile alınmasına karar verildi. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra at sol tarafına yatırıldı ve şişkinliğin üzerinden deri ensizyonu yapıldı. Deri altı bağ dokular ayırt edildikten sonra parotis bezini akıtıcı kanalına ulaşıldı. Yanak üzerinde yapılan ensizyon ile taşa ulaşıldı. Yaklaşık 2.5 cm uzunluğunda ve 0.5 cm eninde bir salya taşı çıkarıldı. Kanal sürekli dikişle, deri altı ve deride rutin olarak kapatıldı. Postoperatif olarak antibiyotik ve lokal pansuman uygulandı. Atın daha sonraki kontrollerinde herhangi bir komplikasyona rastlanılmadı. Genç atlarda oldukça ender gözlenen salya taşlarının klinik muayene ile kolayca tanısının konulabileceği ve basit bir operasyon ile tedavisinin yapılabileceği kanısına varılmıştır. Anahtar sözcükler: Anglo-Arap, Salya taşı, Parotis kanalı - 137 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Sialolithiasis in An Anglo-Arabian Breeding Horse Kadircan ÖZKAN 1, Muharrem EROL 1 1 Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA To evaluate sialolithiasis formed in the ductus parotideus, in an Anglo-Arabian horse, both clinical and operative approaches. In this case was a male, three-year-old, Anglo-Arabian horse, admitted to the University of Selcuk, Faculty of Veterinary Science, Department of Surgery. Anamnesis was that the horse had been having a swelling on the right cheek which was getting grown slowly. Any inflammation symptoms couldn’t be found in the clinical examination. Shuttle-style stiffness was found in the incisura vasorum area of the right cheek. It was determined that swelling had been loose but able a restricted movement in the duct. A decision was made that the swelling had been a sialolithiasis, and that needed to be removed with operation. The horse was laid to the left-side down, and an incision was made on the swollen skin after routine operation preparations. It was reached to the ductus parotideus after removing the subcutaneous connective tissue. Then it was reached to the sialolith after the incision made to the cheek. The sialolith which has about 2.5 cm length and 0,5 cm width was removed. The duct was closed as continuous suture and subcutaneous tissue and the skin were closed routinely. Antibiotics and local dressing were applicated as post-operative. Any complications were not encountered in the next inspections. It was arrived at a conviction that sialolithiasis can occur rarely in young horses, and it can be diagnosed easily with clinical duct examinations. Its treatment is easy with surgical methods. Keywords: Anglo-Arabian, Sialolith, Ductus parotideus - 138 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ankara İli Beypazarı ve Güdül Yöresinde Süt Sığırı İşletmelerinde Karşılaşılan Ayak Hastalıklarının İnsidansı Üzerine Çalışmalar * Bahtiyar BAKIR 1, Yakup ÖMEROĞLU 1, Hüseyin DEMİRTOLA 1, Cengiz GÜLSAYIN 1, Meltem UZUNHİSARCIKLI 1 * Bu çalışma Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir 1 Gazi Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, ANKARA Bu çalışma ile Ankara ili Beypazarı ve Güdül yöresindeki süt sığırı işletmelerinde bulunan hayvanların topallık durumları ve ayak lezyonları değerlendirildi. Ayak hastalıklarının insidansı ortaya konuldu ve işletme sahiplerine ayak hastalıklarından korunma yöntemleri, tırnak bakımı ve ayak sağlığı konusunda bilgiler aktarıldı. Çalışmanın materyalini Ankara ili Beypazarı ve Güdül ilçelerinde süt amaçlı yetiştirme yapılan işletmelerde ayak hastalıkları yönünden taranan yaşları 2-14 yıl arasında değişen 3072 Holstayn süt sığırı oluşturmuştur. Topallık semptomu gösteren hayvanlar travaya alınarak yada uygun yöntemlerle yatırılarak ayak ile ilgili detaylı muayeneler gerçeklestirilmiştir. Muayeneye başlamadan önce tırnaklar su ve uygun bir antiseptik ve fırça ile iyice temizlenmiş, tırnaktaki uygun olmayan durumlar ve tırnak deformasyonları tekniğine uygun şekilde düzeltilmiş ve lezyonlar açığa çıkartılıp fotoğrafları çekilmiştir. Bu çalışmada, değerlendirmeye alınan 3072 adet holştayn süt sığırında karşılaşılan ayak hastalıklarının insidansı; Digital ve interdigital dermatitis %29.07, Yumuşak ökçe lezyonu %22.80, Taban ulkusu %8.57, Rusterholz ulkusu %3.55, Koroner flegmon %12.34, İnterdigital hiperplazi %4.60, Beyaz çizgi ayrılması %4.81, Pododermatitis %5.85, İnterdigital flegmon %3.97, Komplike ayak lezyonu %3.34, Tırnak çatlağı %1.04 oranında saptanmıştır. 3072 holştayn süt sığırı içerisinde 478 adet ayak hastalığı ile karşılaşılmıştır. Ayak hastalıklarının Holştayn süt sığırları içerisindeki genel insidansı %15.55 olarak saptanmıştır. Ayak hastalıklarının görülme oranı sığırın ırkı, yetiştirme şekli, iklim ve coğrafi bölgelere göre farklılık göstermektedir. Bu hastalıklar süt sığırlarında önemli ekonomik kayıplara neden olmakta ve bu kayıpların tahmin edilenden çok daha yüksek boyutlarda olduğu belirtilmektedir. Kimi araştırıcılar ayak hastalıklarının oluşturduğu ekonomik kayıpların diğer hastalıklar içerisinde üçüncü sırayı aldığını belirtirken, diğer kimi araştırıcılar ise sığırcılık işletmelerinin en öncelikli sorununun ayak hastalıkları olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan bu çalışmada, gerek küçük işletmelerde gerekse büyük işletmelerde birinci sırada ekonomik kayıplara neden olan hastalıkların ayak lezyonları olduğu görülmüştür. Özellikle yörede sekiz işletmede karşılaşılan digital ve interdigital dermatitis olguları baz alındığında ekonomik kayıplar açısından ayak hastalıklarının önemi daha da artmaktadır. Anahtar sözcükler: Sığır, Ayak hastalıkları, İnsidans - 139 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Studies on the Feet Disease Insidances in the Dairy Cattle Establishments of Beypazari And Güdül Region of Ankara City * Bahtiyar BAKIR 1, Yakup ÖMEROĞLU 1, Hüseyin DEMİRTOLA 1, Cengiz GÜLSAYIN 1, Meltem UZUNHİSARCIKLI 1 * This study is supported by the Gazi University Scientific Researces Unit 1 The Higher Vocational School of Health Services, Gazi University, ANKARA In this study the lameness status and feet lesions of the animals in dairy cattle establishments in Güdül and beypazar region of Ankara city were evaluated. The incidance of the feet lesions were determinated and some information was transferred to the owner of the establishments about methods to prevent feet diseases, nail care and foot health issues. The material of the study is 3072 Holstein aged 2-14 years old with lameness symptom in the dairy cattle establishments in Güdül and Beypazar region of Ankara city. Animals with lameness symptoms were taken to hamper or lied down with appropriate methods and feet were examinated in detail. The feet and the claws were washed and cleaned with an antiseptic using a brush. The uncomfortable situations and nail deformations were corrected and then the lesions were made visible and photographed. In this study the incidance of the feet lesions among the 3072 Holstayns examined are; Digital and interdigital dermatitis 29.07%, brusied solea lesion 22.80%, solear ulcers 8.57%, rusterholz ulcer 3.55%, coroner flegmon 12.34%, interdigital hyperplasia 4.60%, white line disease 4.81%, pododermatitis 5.85%, interdigital flegmon 3.97%, complicated food lesion 3.34%, fissure unglae1.04%. We came up with 478 foot disease. The general incidence of the feet diseases among the Holstayn dairy cattles were determined as 15.55%. The incidence of foot diseases varies with the race, breeding method and climatic and geographical regions. These diseases cause serious economic losses in dairy cattle, and were stated that this size is much higher than the expected losses. While some researchers indicated that the economic losses caused by the foot formed diseases had received the third place among the other diseases, some others indicate that feet diseases has the highest priority to express the problem of cattle enterprises. In this study, this priority is supported. Just considering the digital and interdigital dermatitis cases we came across at the six establishments in the region, the study proves the importance of feet diseases in the aspect of economical losses. Keywords: Cattle, Feet diseases, Incidance - 140 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Atta Ateşli Silah Yaralanması ve Sağaltımı Sema ÇAKIR 1, İbrahim CANPOLAT 1 1 Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ELAZIĞ Beş yaşında melez, bir aygır ateşli silah yaralanması şikayetiyle kliniğimize sunulmuştur. Alınan anamnezde vakanın bir gün önce ateşli bir silah ile yaralandığı anlaşıldı. Yara bölgesinde kanamanın durduğu ve bölgenin kurumuş kanla kaplı olduğu görüldü. Yapılan direk (inspeksiyon, palpasyon) ve indirek (radyografik) muayeneler sonucu kurşunun sağ gluteal bölgeden vücuda girip sol gluteal bölgeye ulaştığı tespit edildi. At disosyatif genel anesteziye alınarak Berlin Yöntemi ile yatırıldı. Bölgenin traş ve dezenfeksiyonundan sonra serviyetlerle kaplanıp operasyona hazır hale getirildi. Yara bölgesi operasyonla genişletildi, kurşun ve plastik fişek parçası çıkarıldı. Ensizyon hattı 3 numara ipekle basit ayrı dikişlerle kapatılıp lokal Penicillin-G uygulandı. Parenteral antibiyotik uygulamasına başlandı ve bir hafta süre ile antibiyotik kullanımı tavsiye edildi. Anahtar sözcükler: At, Kurşun - 141 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Treatment of a Gunshot Wound in A Horse Sema ÇAKIR 1, İbrahim CANPOLAT 1 1 Fırat University, Faculy of Veterinary Medicine, Surgery Department, ELAZIĞ A half-breed stallion of a 5 year old was presented to our hospital with a complaint of a gunshot wound. From anamnesis, the case was understood to have been wounded one day before presentation. It was found that bleeding from the wound region ceased and the site was covered with dried blood. Form direct (inspection, palpation) and indirect (radiography) examinations, the bullet was determined to have entered to the body from the right gluteal region and passed to the counterpart gluteal region. After dissociative anesthesia and restraining the case with Berlin method, the wound region was shaved, disinfected and wrapped for aseptic surgery. The wound site was expanded surgically, the bullet and its plastic case were removed. The incision line was closed with simple interrupted surgical suture pattern using sterile 3 no silk and Penicillin G was locally administered. Also parenteral antibiotic was prescribed postoperatively for one week. Prepared for surgery this region contain blood smear direct (inspection and palpation) and indirect examination (radiography) was done. In the radigraphic images, there were parts of the lead in the left side of the hip. The region was opened by surgery and the lead and plastic material were removed from left side of the hip. Keywords: Horse, Gunshot - 142 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Atta Ateşli Silah Yaralanmasına Bağlı II. Falanks Kırığının Tanı ve Sağaltımı Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 1 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Bu tebliğde bir atta ateşli silah yaralanması sonucu II. falanksta meydana gelen parçalı kırık olgusunun tanı ve sağaltım sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır. Şiddetli topallık şikayetiyle kliniğimize getirilen 6 yaşlı ata dair anamnez bilgilerinden atın üç gün önce mera dönüşü topallayarak eve geldiği ve nedene yönelik hasta sahibinin herhangi bir bilgisinin olmadığı öğrenildi. Klinik muayenede atın sol ayağını fleksiyon pozisyonunda tutarak sümbük ucuyla yere bastığı, yürürken ise şiddetli topalladığı saptandı. İnspeksiyonda ilgili ekstremiteye ait kapsula ungula ve deri düzeyinde herhangi bir lezyon saptanamadı. Tırnak muayene pensiyle yapılan palpasyonda kapsula ungulada duyarlı alan saptanamadı. Elle yapılan palpasyonda falanks düzeyinde aşırı duyarlılık saptanırken, II. falanksın arka yüzünde deri düzeyinde 0,3-0,5 cm çapında kanamasız bir defekt tespit edildi. Ayağın L/L ve A/P pozisyonlarda alınan grafilerinde II. phalanksta parçalı kırık saptandı. Art. interphalengea distalis düzeyinde radyoopasite veren bir adet yabancı cisim belirlenirken, phalanks sekondanın arka yüzünde de yer yer kontrast veren alanlar tespit edilmesi üzerine operasyonla bölge açığa çıkarıldı ve radyografide yeri belirlenen yabancı cismin kurşun olduğu anlaşıldı. Kurşun parçaları tamamen temizlenerek bölge serum fizyolojikle yıkandıktan sonra deri rutin yöntemle kapatıldı. Bölge steril pansumanla kapatılarak kapsula ungulayı da içine alacak şekilde topuk bölgesi sentetik alçıyla sarılarak korundu. Postoperatif 3. aydan itibaren topallık şikayetinin tamamen ortadan kalktığı ve 8. aydan itibaren de atın iş gücünden faydalanıldığı öğrenildi. Sonuç olarak, tanı ve sağaltım yaklaşımı yönünden klinik pratikte yol gösterici nitelikte değerlendirildiğinden söz konusu olgunun sunulmasının sahada çalışan meslektaşlarımıza faydalı olabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar sözcükler: Ateşli silah yaralanması, II. falanks kırığı, Topallık, At - 143 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Diagnosis and Treatment of Fractured 2nd Phalanx in A Horse Caused by A Gunshot Wound Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 1 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS The purpose of this paper is to present the results of diagnosis and treatment in a case of segmental fracture resulting from a gunshot wound to a horse. It was ascertained from the anamnesis of a six-year-old horse brought to our clinic for severe lameness that the horse had returned from the pasture three days previously limping. During the clinical examination, it was determined that the horse held his left foot in the flexion position, and walked on the toe with a severe limp. An inspection revealed no lesion on the skin or capsula ungulae. Palpation conducted with hoof inspection tongs found no sensitive area in the capsula ungulae. When extreme sensitivity was identified in the phalanx during hand palpation, a bloodless defect 0.3-0.5 cm in diameter was found in the skin on the back of the 2nd phalanx. A segmental fracture was found in the 2nd phalanx with x-rays of the foot in the L/L and A/P positions. A single foreign object was identified in the Art. interphalengea distalis. When areas showing contrast in different places were found on the back of the 2nd phalanx, the area was surgically opened. The foreign object located in the radiography was a bullet. The pieces of the bullet were completely removed, and the incision was routinely closed. The wound was covered with a sterile dressing and the ankle region was protected by placing it in a synthetic cast. Three months after the operation, the lameness had completely disappeared and the horse was able to work starting in the eighth month. In conclusion, we believe that presentation of this case could help our colleagues working in the field as it is a guide to clinical practice regarding diagnosis and treatment. Keywords: Gunshot wound, Fractured 2nd phalanx, Lameness, Horse - 144 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Atta Özefagus Divertikulumu: Vaka Raporu Kadircan ÖZKAN 1, Muharrem EROL 1, Fahrettin ALKAN 1 1 Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Bu vaka raporunda, 10 yaşlı bir atta karşılaşılan özefagus divertikulumu olgusunun klinik ve postmortem bulgularının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Vakayı SÜ Veteriner Fakültesi Kliniklerine getirilen rahvan, melez, 10 yaşlı, dişi bir at oluşturdu. Alınan anamnezde atın uzun süredir iştahının düzensiz olduğu, son üç gündür ise bu durumun iyice kötüleştiği, atın daha çok su içtiği öğrenildi. İç hastalıkları kliniğinde yapılan sondalamada, sondanın mide seviyesine kadar gittiği, fakat daha fazla ilerletilemediği belirtildi. İç hastalıkları kliniğinden experimental laparotomi isteği ile at cerrahi kliniğine gönderildi. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra experimental laparotomi yapıldı. Karın boşluğunda herhangi bir anormallik ile karşılaşılmadı ve hayvan sahibinin isteği doğrultusunda hayvan ötenazi edildi. Postmortem olarak diyaframanın hemen ön kısmında karın boşluğuna girmeden özefagusta ventrale doğru gelişim göstermiş divertikulum görüldü. Divertikulum açıldığında içinde fitobezoar olduğu tespit edildi. Atlarda ender olarak gözlenen, teşhis ve tedavisi için ciddi ekipman ihtiyacı bulunan özefagus divertikulumu vakalarının tanısında, rutin klinik muayenelerin yanında radyolojik ve endoskopik muayenelerinde mutlaka yapılması gerektiği sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: At, Özefagus, Divertikulum, Fitobezoar - 145 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS An Esophagus Diverticulum in A Horse: Case Presentation Kadircan ÖZKAN1, Muharrem EROL 1, Fahrettin ALKAN 1 1 University of Selcuk, Faculty of Veterinary Science, Department of Surgery, KONYA In this poster presentation, we aimed to describe clinical and post mortal findings of a ten-years-old horse with an esophagus diverticulum. Material of this report consisted of a female, ten-year-old, hybrid, Rahvan horse brought to the clinics of the Selcuk University. It was learnt in the history that the horse had been having an irregular appetite for a longtime, and the situation had got worse in last three days, and also she had been drinking water rather than having bait. It was determined in the probe of internal medicine clinics that catheter had been able to reach stomach but no further. The horse was dispatched for experimental laparotomy from internal medicine clinics to the surgery department. The experimental laparotomy was performed after routine operation preparations. Any abnormalities were not encountered in the abdominal cavity, but the horse was euthanized due to request of patient-owner. As post mortal, a diverticulum development was seen to wards the ventral esophagus just before reaching the abdominal cavity infront of the diaphragm. When the diverticulum was incised, it was determined that there was a phytobezoar in it. It was reached a conclusion that it is necessary to perform radiological and endoscopic examinations besides the routine clinical examinations in order to diagnose the cases of horses’ rarely seen esophagus diverticulum requiring serious diagnosis equipment. Keywords: Horse, Esophagus, Diverticulum, Phytobezoar - 146 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Buzağıda Açık Enfekte Metatarsus Kırığının İlizarov Eksternal Fikzatörü İle Sağaltımı Murat SARIERLER 1, Ali GÜLAYDIN 1 1 Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN Bu gözlemde 4.5 aylık, 60 kg ağırlığında bir buzağıda karşılaşılan 15 günlük açık, enfekte ve maddi kayıplı metatarsus kırığının İlizarov eksternal fiksatör sistemi ile sağaltımı ele alındı. Klinik muayenede sağ metatarsus bölgesinin ortasında lateral, anterior ve medialini de kapsayan, yaklaşık 3×7 cm boyutlarında, doku kayıplı, açık enfekte yara tespit edildi. Yara dudakları arasından görülebilen kırık uçlarının kirli sarı renkte olduğu dikkat çekti. Klinik ve radyolojik bulgular ışığında buzağıya sağ metatarsusda proksimal diafizier açık enfekte transversal kırık tanısı konuldu. Tedavi amacı ile Ilizarov eksternal fiksatörü uygulamasına karar verildi. Bu amaçla pre operatif dönemde 100 mm çaplı 3 halkalı, 4 rodlu Ilizarov eksternal fiksatörü (frame) hazırlandı. Bölgenin asepsi ve antisepsisinden sonra operasyona kadar, 6 saat de bir ılık serum izotonik ve antibiyotik ile bölgenin lavajı gerçekleştirildi. Genel anestezi altında kırık hattına mevcut yara aracılığı ile ulaşıldı. Nekroze kırık fragment uçları elektrikli kemik testeresiyle kesilerek uzaklaştırıldı. Frame ekstremiteye yerleştirilerek Kirschner telleri aracılığı ile tesbit edildi. Yaklaşık 4 ay süren post operatif süreçte, hastanın Ilizarov eksternal fiksatör sistemini çok iyi tolere ettiği gözlendi. Post operatif 53. günde yara tamamen kapanırken, kırık hattında konsolidasyon 90. günde gözlendi ve 110. günde fiksatör çıkartıldı. Hasta sahibi ile yapılan telefon görüşmeleri aracılığı ile buzağının teslim edildikten 2 hafta sonra hiç topallamadığı, 1 yıl sonra 250 kg ağırlığa ulaştığı öğrenildi. Sonuç olarak buzağılarda açık, enfekte ve nekroze metatarsus kırıklarının Ilizarov eksternal fiksatörü ve uygun post operatif bakım ile tedavi edilebileceği kanısına varılarak paylaşılması uygun görüldü. Anahtar sözcükler: Buzağı, Açık enfekte kırık, TEDAVİ, İLİZAROV Eksternal Fikzatörü - 147 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Treatment of Open Infected Metatarsal Fracture in a Calf with the Ilizarov External Fixator Murat SARIERLER, Ali GÜLAYDIN 1 1 Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, AYDIN In this report, the treatment of a 15-days open infected metatarsal fracture encountered in a 4.5-month calf weighing 60 kg with the Ilizarov external fixation system was discussed. The clinical examination revealed an open infected wound which was approximately 3×7 cm in size and also including lateral, anterior and medial regions of the right metatarsus with tissue loss in the middle of the right metatarsus. It was noted that edges of the fracture that could be seen through wound margins were in dirty yellow color. According to clinical and radiological findings, open infected transversal proximal diaphysier fracture of right metatarsus was diagnosed. Treatment by using the Ilizarov external fixator was decided. For this purpose, the Ilizarov external fixator’s frame with 3 rings and 4 rods, which is 100 mm in diameter, was prepared pre-operatively. After cleaning of wound on the fracture line, irrigation was performed with warm isotonic serum and antibiotics in every 6 hours. Under general anesthesia, fracture line was reached through the existing wound. The tips of the necrotizing fracture fragments were removed by cutting with the electrical bone saw. The frame was placed on the extremity and fixed with Kirschner wires. It was not possible to closed wound by suturing. Open wound treatment was carried out until the wound completely closed on post-operative 53rd day. The calf was very well tolerated the Ilizarov external fixation system and no reaction occurred in the post-operative period which lasted approximately 4 months. Consolidation of the fracture line was observed on the postoperatively 90th day, and the fixator was removed on post-operative 110th day. Via the telephone interviews with the owner of the patient, it was learned that the calf could able to walk without lameness 2 weeks after the discharge and reached 250 kg in weight after 1 year. As a result, it was concluded and approved to share that open, infected and necrotic metatarsal fractures in the calves can be treated by using Ilizarov external fixator and proper post-operative care. Keywords: Calves, Open infected fracture, Treatment, Ilizarov Eksternal Fixator - 148 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Buzağıda Dermatosparaxis Olgusu Celal Şahin ERMUTLU 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2 1 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KARS Bu sunumda bir buzağıda karşılaşılan dermatosparaxis olgusunun klinik ve histopatolojik olarak tanımlanması ve operatif sağaltım sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır. Olgumuzu boyunun sağ orta hattında, hentbol topu büyüklüğünde bir şişkinlik varlığı ile getirilen simental ırkı, 20 günlük dişi bir buzağı oluşturdu. Anamnez bilgilerinden kitlenin doğumu izleyen birinci haftanın sonunda fark edildiği ve giderek büyüdüğü anlaşıldı. Aynı zamanda buzağının deri yüzeyinin irinle kaplı olarak dünyaya geldiği bilgisine ulaşıldı. Kitle total olarak ekstirpe edildikten sonra histopatalojik olarak değerlendirildi ve dermatosparaxis olarak belirlendi. Operasyondan 1 ay sonra boynun sol tarafında aynı büyüklükte ve sağ regio mandibulanın arka tarafında nispeten daha küçük bir kitlenin geliştiği tespit edildi. Bu kitlelerde operasyonla uzaklaştırıldı. Bu iki kitlenin de histopatalojik değerlendirilmesinde de aynı sonuca varıldı. Sonuç olarak ender olarak görülen dermatosparaxis olgusunun takdimi ile klinik pratiğe olduğu kadar literatüre de katkı sağlanacağı söylenebilir. Anahtar sözcükler: Dermatosparaxis, Buzağı - 149 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Dermatosparaxis in A Calf Celal Şahin ERMUTLU 1, Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS 1 2 The purpose of this presentation is to present the results of clinical and histopathological diagnosis and surgical treatment in a case of dermatosparaxis encountered in a calf. Our case consisted of a 20-day-old female Simmental calf brought in due to a swelling the size of a handball on the right medial line of the neck. It was ascertained form anamnesis information that the mass was noticed at the end of the first week after birth and grew continually. We also learned that the calf had been born with purulence covering the surface of the calf’s skin. After the mass was completely extirpated, it was evaluated histopathologically and determined to be dermatosparaxis. One month after the operation, it was determined that one the same size had developed on the left side of the neck and a relatively smaller mass behind the right mandibular region. These masses were surgically removed. Reached the same conclusion in the histopathologically evaluation of these two masses. In conclusion, the presentation of a rare case of dermatosparaxis could be a contribution to the literature and to clinical practice. Keywords: Dermatosparaxis, Calf - 150 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Buzağıda Ektopik Akciğer Olgusu Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Özlem ÖZMEN 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Sırrı AVKİ 1 1 2 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, BURDUR Bu çalışmada, bir buzağıda teşhis edilen ektopik akciğer olgusunun klinik, patolojik ve operatif bulgularının tanımlanması amaçlandı. Çalışmanın materyalini; Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Kliniğine, boyunda bir kitle şikâyeti ile getirilen 4 aylık, Holstein ırkı, dişi bir buzağı oluşturdu. Buzağının fiziksel muayenesinde, boyun bölgesinde genellikle sert, bazı alanlarda yumuşak kıvamlı bir kitle tespit edildi. Boyun bölgesinin latero-lateral radyografisi alındı. Kitle cerrahi olarak ekstirpe edildi ve histopatolojik muayeneye gönderildi. Radyolojik inceleme neticesinde kitlenin yumuşak doku orijinli olduğu ve göğüs boşluğu ile ilişkisinin olmadığı gözlendi. Kitle 24x17x11 cm boyutlarında, 3.5 kg ağırlığında ve deri ile kaplı idi. Makroskopik olarak, kitlenin kesit yüzünde interlobuler septumlar ile ayrılmış akciğer alanları ve nekrotik bölgeler görüldü. Histopatolojik incelemede; bronşioler yapılar, atelektazik alanlar ve interlobuler septumlar görüldü. Ayrıca; alveollerin tip II epitel hücreleri ile döşeli olduğu saptandı. Kitlenin cerrahi olarak ekstirpe edilmesinden sonra, postoperatif komplikasyonlar ile karşılaşılmadı. Ektopik akciğer, buzağılarda nadir görülen bir anomali olmasına rağmen, buzağılarda boyun bölgesinde bir kitle tespit edildiğinde göz ardı edilmemelidir. Anahtar sözcükler: Anomali, Buzağı, Ektopik akciğer, Şirurjikal sağaltım, Patoloji - 151 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Ectopic Lung in A Calf Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Özlem ÖZMEN 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 1,Sırrı AVKİ 1 1 2 University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Surgery, BURDUR University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Pathology, BURDUR This study was aimed to describe the clinical, pathological and operative findings of ectopic lungs diagnosed in a calf. The material of this study was consisted of four months old, Holstein, female calf that brought to the Department of Surgery (University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine) with complaint a mass in the neck. On the physical examination of calf was observed generally a solid mass and soft in some areas in the neck region. After latero-lateral radyograph of the neck, the mass was extirpated and sent to histopathological examination. In radiographical examinations, it was observed that the mass was originated from soft tissue and was not present in the chest cavity. A mass with 24x17x11 cm sizes and 3.5 kg weigth was covered with skin. Macroscopically, the lung areas separated by interlobular septa and necrotic foci were observed in cut surface of mass. In histopathological examination; bronchiolar structures, atelectatic areas and interlobular septa were seen. In addition; the alveoli were surrounded by the type II epithelial cells. Postoperative complications were not encountered after surgical extirpation of the mass. Although the ectopic lungs is an anomaly that was seen rarely in calves, it should not be ignored when a mass detected on the neck region of the calves. Keywords: Anomaly, Calf, Ectopik lungs, Pathology, Surgical treatment - 152 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Buzağıda Komplike Taban Ülseri Olgusu ve Sağaltımı İbrahim AKIN 1, Zeynep Bilgen ŞEN 1, Osman BULUT 1, Ali BELGE 1 1 Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN Bu sunumda, 1.5 aylık, Holstein ırkı, erkek bir buzağıda rastlanan komplike taban ülseri olgusu ve sağaltımı konu edildi. Klinik muayenede, sol ön bacakta orta-şiddetli basış topallığı belirlendi. Ayağın ve tırnağın temizliği sırasında medial tırnağın taban ökçe geçişinde yaklaşık 5 mm çaplı lezyon tespit edildi. Lezyonlu tırnağın direk ve indirek palpasyon muayenesinde şiddetli ağrı, lezyon etrafında purulent akıntı belirlendi. Lezyonlu bölgeden içeriye sokulan pensin yaklaşık 3 - 4 cm ilerlediği belirlendi. M. flexor digitalis profundus ve m. flexor digitalis superficialis tendoların distalden proksimale doğru gerçekleştirilen palpasyon muayenelerinde ise metacarpus distaline ulaşan ağrı bulgusu tespit edildi. Radyografide antero-posterior grafide articulatio interphalangea distalis’de artritis ile 1. ve 2. phalanx eklem yüzlerinde osteoliz gelişimi tespit edildi. 1, 2 ve 3. phalanx’da osteofitik üremeler saptandı. Klinik ve radyolojik bulgular doğrultusunda olguya, komplike olmuş taban ülseri tanısı konuldu. Tedavi amacı ile lezyonun bulunduğu bölgenin etrafı temizlendi. Buzağıya sedasyon amacı ile 0.1mg/kg dozda im xylasine HCl uygulandı. Lezyonun irrigasyonu yapıildi, daha sonra küretajı gerçekleştirildi ve tekrarr irrigasyon uygulandı. Lezyon içerisine kristal penisilin uygulandı. Ayak %0,1’lik ethacridine lactate solüsyonu ile antiseptik yaş pansumana alındı. Ayağın her gün 3 kez ıslatılması konusunda hayvan sahibi bilgilendirildi. Üç hafta boyunca, haftada bir kez irrigasyon tarafımızca tekrarlanarak antiseptik yaş pansuman değiştirildi. Dördüncü haftada lezyon üzerine amoksisilin-klavulonik asit uygulandı; takiben ilgili ayak kuru pansumana alındı. Buna ek olarak amoksisilin-klavulonik asit parenteral olarak önerildi. Altıncı hafta sonunda yapılan muayene şişliğin çok azaldığı, topallığın bulunmadığı, indirek palpasyonda tabanda hafif bir duyarlılık olduğu saptandı. Tedavi başlangıcından 2 ay sonra tamamen iyileştiği öğrenildi. Sonuç olarak, komplike taban ülserlerinin yüksek süt verimli yetişkin süt sığırlarında sık karşılaşıldığı bildirilirken buzağıda rastlanması ilginç bulunmuştur. Bu sunumda olgunun tedavisi literatür ve klasik kitaplarda yer alan yetişkin sığırlarda bildirildiği şekli ile gerçekleştirilmiştir. Olgunun paylaşılması, komplike taban ülseri hastalığının buzağılarda da görülebileceğini bildirmesi açısından uygun görülmüştür. Anahtar sözcükler: Buzağı, Taban ülseri, Tedavi - 153 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Complicated Sole Ulcer and Treatment in A Calf İbrahim AKIN 1, Zeynep Bilgen ŞEN 1, Osman BULUT 1, Ali BELGE 1 1 Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, AYDIN In this presentation, a male 1.5 months, Holstein calf, was come up as complicated sole ulcer and treatment. During clinical examination, the calf’s left front legs were moderate to severe lame. After cleaning of the foot a lesion approximately 5 mm in diameter was seen on the sole - heel junction of the medial hoof. There were severe pain and purulent discharge around the lesion, in direct and indirect palpation of the hoof. Forceps, inserted in lesion, was head towards approximately 3 - 4 cm to articulatio interphalangea distalis (coffin joint), the cavity occured in the region and forceps touched to the bone tissue. Pain was found in palpation of m. flexor digitalis profundus and m. flexor digitalis superficialis at level of distal metacarpus. In radiograpy, arthritis in coffin joint and articular surface of first and second phalanx identified osteolysis. Significant osteophyte formations was seen on 1, 2 and on the third of phalanx. According to radiologic and clinical findings, this case was evaluated as complicated sole ulcer. At the beginning of the treatment foot was cleaned. Calf was sedated with 0.1mg/kg im xylasine HCl. Lesion was irrigated, then curetted and reirrigated. Crystal penicilline was injected in the cavity. Foot dressed antiseptic wet compress with %0.1 ethacridine lactate solution. It was advised to owner that, to wet the compress with antiseptic solution for three times a day. Once a week for three weeks, antiseptic wet dressings changed and irrigation applied by us. Amoxicillin - clavulanic acid was applied on the lesion at the fourth week of the treatment, and recommended as parenterally. At the end of the sixth week, there was slightly pain on lesion and no lameness, also swelling decreased. After two months of the beginning of the treatment, calf could use its leg without any lameness and there was no pain on the lesion area. As a result, however complicated sole ulcers was reported commonly encountered in highly yield dairy cows, this case was evaluated as interesting for encountering in calf. In this report, treatment of the calf performed as in dairy cows, which take part in classical books and literature. Sharing this case is deemed as useful for complicated sole ulcer can also be seen in calves. Keywords: Calf, Sole ulcer, Treatment - 154 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Buzağıda Proksimal Tibia Kırığının Linear Eksternal Fikzator İle Sağaltımı Murat SARIERLER 1, Onur Ö. DERİNCEGÖZ 1, Ali GÜLAYDIN 1, Ali KARAHALLI 1 1 Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN Bu gözlemde, 3 günlük 35 kg ağırlığında bir Holstein buzağıda karşılaşılan proksimal tibia kırığının linear eksternal fikzatör (orthofix) sistemi ile sağaltımı ele alındı. Klinik muayenede buzağının sağ arka ekstremitesinde şiddetli topallık ve sağ tibia proksimalinde krepitasyon tesbit edildi. Klinik ve radyolojik bulgular ışığında sağ tibia proksimalinde oblik kırık tanısı konuldu. Tedavi amacı ile Orthofix eksternal fiksatör uygulanmasına karar verildi. Operasyona rutin hazırlık aşamalarını ve anesteziyi takiben tibianın medialinden yapılan ensizyonla kırık hattına ulaşıldı. Kırık fragmentlerinin redüksiyonunu takiben ekstremite askıya alınarak tibia lateralinden Schanz pinleri aracılığı ile eksternal fikzatör ekstremiteye tesbit edildi. Post operatif ilk günden itibaren buzağının ilgili ekstremitesini hafif bir topallık ile birlikte fonksiyonel olarak kullanabildiği gözlendi. Kırık hattında konsolidasyon 51. günde gözlendi ve 57. günde fiksatör çıkartıldı. Tedavi süresince buzağının, Orthofix eksternal fikzatör sistemini çok iyi tolere ettiği gözlenirken herhangi bir komplikasyona da rastlanmadı. Sonuç olarak buzağılarda proksimal tibia kırıklarının linear eksternal fikzatör ve uygun post operatif bakım ile başarılı bir şekilde tedavi edilebileceği kanısına varılarak paylaşılması uygun görüldü. Anahtar sözcükler: Buzağı, Kırık, Tedavi, Linear eksternal fikzatör - 155 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Treatment of Proximal Tibial Fracture of A Calf by Using Linear External Fixator Murat SARIERLER 1, Onur Ö. DERİNCEGÖZ 1, Ali GÜLAYDIN 1, Ali KARAHALLI 1 1 Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, AYDIN In this case report, the treatment of a proximal tibial fracture encountered in a 3-days old Holstein calf, weighing 35 kg by using the Orthofix linear external fixator was presented. Clinical examination revealed severe lameness in the right hind limb and crepitation in the right proximal tibia. According to clinical and radiological findings, oblique fracture of the right proximal tibia was diagnosed. Therefore, the treatment with the Orthofix external fixator application was decided. Following the routine surgical preparation and anaesthesia, the fracture line was reached through the medial incision under general anesthesia. Following reduction of the fragments, the external fixator was fixed on the limb with Schanz pins through the lateral side of the tibia. At the post-operatively 1st day, the calf could able to use relavant extremity functionally with slight lameness. Consolidation of the fracture line was observed on post-operatively 51st day, and the fixator was removed on post-operatively 57th day. There were no complications during the treatment period. Finally, it was observed that the patient was very well tolerated the Orthofix external fixator and no reaction occurred in the post-operative period which lasted approximately 2 months. As a result, it was concluded and approved to share that proximal tibial fractures in the calves could be treated with the linear external fixator and proper post-operative care. Keywords: Calves, Fracture, Treatment, Linear eksternal fixator - 156 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Buzağıda Servikal Bölgede Rastlanan Heteretopik Akciğer Olgusu Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Enver BEYTUT 2, Vedat BARAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 1 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anabilim Dalı, KARS Bu makalede bir buzağıda rastlanan heteretopik akciğer olgusunun klinik, radyolojik ve histopatolojik olarak tanımlanması ve cerrahi müdahaleyle sağaltımı sunulmuştur. Olgumuzu Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı kliniklerine doğduğu günden beri boyun bölgesinde hentbol topu büyüklüğünde bir kitlenin varlığı şikayetiyle getirilen simmental ırkı, 45 günlük dişi bir buzağı oluşturdu. İnspeksiyonda buzağının kondüsyonunun oldukça iyi olduğu ve söz konusu kitlenin servikal bölgede lokalize saplı tümör görüntüsünde olduğu görüldü. Palpasyonda kitlenin normal vücut ısısında, yarı katı-esnek kıvamda ve beklenenden daha hafif yapıda olduğu anlaşıldı. Ayrıca venografi yapılarak bölgenin damarlaşması hakkında bilgi edinildi. Bölgenin hazırlıkları tamamlandı ve inhalasyon anestezisi altında kitle total olarak ekstirpe edildi. Postoperatif 3 gün boyunca analjezik ve antibiyotik uygulandı. Operasyonla uzaklaştırılan kitlenin makroskobik ve histopatojik incelenmesinde heteretopik akciğer olduğu tespit edildi. Buzağı postoperatif 1 ay süresince takip edildi ve herhangi bir anormal durumla karşılaşılmadığı anlaşıldı. Sonuç olarak ender görülen böyle bir vakanın sunulmasıyla literatüre katkı sağlanabileceği düşünülmüştür. Anahtar sözcükler: Heteretopik akciğer, Buzağı - 157 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Heterotopic Pulmonar Anomaly in the Cervical Region of A Calf Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Enver BEYTUT 2, Vedat BARAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS 1 2 This article presents the clinical, radiological and histopathological description of a case of heterotopic pulmonar anomaly in a calf and the ensuing surgical intervention. Our case was a 45-day-old female Simmental calf brought to the Kafkas University School of Veterinary Medicine Surgery Department clinic due to a mass the size of a handball in the neck region present from birth. Upon inspection, it was determined that the calf was in excellent condition and the mass appeared to be a pedunculated tumor in the neck region. Palpation revealed that the mass had normal body temperature, was semi hard-flexible and lighter than expected. A venography was performed to ascertain veining in the region. The region was prepared and the mass was completely extirpated under inhalation anesthesia. Analgesia and antibiotics were administered for three days following surgery. A macroscopic and histopathological examination of the mass which had been surgically removed determined that it was heterotopic pulmonar anomaly. The calf was followed for one month after the operation and there were no abnormalities. In conclusion, we believed that such a rare case should be presented as a contribution to the literature. Keywords: Heterotopic pulmonar anomaly, Calf - 158 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Cocker Spanial Irkı Köpekte Ekstrahepatik Tekli Portosistemik Şant Olgusu Kürşat ÖZER ¹, Zihni MUTLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Alper DEMİRUTKU ¹ ¹ İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL Portosistemik şantlar; portal kanın, karaciğere uğramadan direkt olarak sistemik dolaşıma aktarılmasına neden olan damarsal anomalilerdir. Bu direkt bağlantılar nedeni ile mide, bağırsak, pankreas ve dalaktan gelen portal venöz kandaki toksinler, karaciğerde etkisiz hale getirilemeden sistemik dolaşıma katılırlar ve metabolik bozukluklara yol açarlar. Ayrıca pankreas ve bağırsaklardan gelen hepatotrofik maddelerin karaciğere ulaşmasını da engelleyerek karaciğer atrofisine neden olurlar. Portosistemik şantlar, kongenital ya da edinsel şantlar, intrahepatik ya da ekstrahepatik şantlar, tekli ya da çoklu şantlar olarak sınıflandırılırlar. Ekstrahepatik şantlar, daha çok bir yaş altındaki küçük ırk köpeklerde, konjenital olarak ortaya çıkan tekli damarlardır. Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine iştahsızlık ve epileptik nöbet şikayeti ile getirilen dokuz aylık, erkek, Spanial Cocker ırkı köpek oluşturdu. Hastanın laboratuvar bulgularının bir portosistemik şant varlığını kuvvetlendirmesi nedeniyle hastaya transrektal sintigrafi uygulandı. Vena porta ile vena kava kaudalis arasında, ekstrahepatik yerleşimi olan bir şant tespit edilerek laparotomi uygulandı ve damarın, amereoid sıkıştırıcı yerleştirilip kademeli ligasyonu sağlandı. Bu çalışmada, bir Cocker Spanial ırkı köpekde saptanan tekli ekstrahepatik portosistemik şant olgusunun ve sağaltım seçeneklerine ilişkin bulgularımızın meslektaşlarımızla paylaşılması amaçlandı. Anahtar sözcükler: Damarsal anomaliler, Ekstrahepatik portosistemik şant, Köpek - 159 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Extrahepatic Single Portosystemic Shunt in a Cocker Spanial Dog Kürşat ÖZER ¹, Zihni MUTLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Alper DEMİRUTKU ¹ ¹ Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, ISTANBUL Portosystemic shunts are vascular anomalies that carry the portal blood into systemic circulation bypassing the liver. Toxins are in the portal blood, draining from the stomach, intestines, pancreas and spleen, enter the systemic circulation without deactivated in the liver and they induce a variety of metabolic abnormalities. Also, important hepatotrophic substances from the pancreas and intestines do not reach the liver, resulting in hepatic atrophy. Portosystemic shunts are categorized as congenital or acquired, intrahepatic or extrahepatic, single or multiple shunts. Extrahepatic shunts, usually are congenital and singular shunts, most commonly diagnosed in small breed dogs under one year of age. A nine months old, male, Cocker Spanial dog admitted to the Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University with a complaint of intermittent anorexia and epileptic seizure. After laboratory findings supported the presence of a portosystemic shunt, transrectal scintigraphy has been performed. Single portosystemic shunt is located between the portal vein and caudal vena cava found in exploration and this vessel was isolated and placed an ameroid constrictor for gradual occlusion. The aim of this study is to share the case of extrahepatic single portosystemic shunt in a Cocker Spanial Dog and its treatment options with our colleageues. Keywords: Vascular anomalies, Extrahepatic portosystemic shunt, Dog - 160 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir İnekte Retikulumun Sağa Deplasmanı: Vaka Raporu Semih ALTAN 1, Yılmaz KOÇ 1, Fahrettin ALKAN 1, Muharrem EROL 1, Ramazan YILDIZ 1 1 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Bu sunumun amacı 2 yaşlı Holstein ırkı bir inekte karşılaşılan retikulumun sağa deplasmanı olgusunu tanımlamaktır. Sunulan vakada, 2 yaşlı Holstein ırkı inek dâhiliye kliniğinden abomazumun sağa deplasmanı tanısıyla cerrahi kliniğine getirildi. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra sağ fossa paralumbal bölgeden karın boşluğuna ulaşıldı. Karın boşluğunda şişkin bir yapının varlığı dikkati çekti. Bu yapının palpasyonunda üst tarafı gazla dolu olduğu için yumuşak kıvamdaydı. Alt tarafların ise sert katı kıvamda olduğu hissedildi. Şişkinliğin gazı alındıktan sonra yaklaşık 4 cm’lik bir ensizyonla açıldı. İçerisinden Rumen’dekine benzer bir içerik çıkarılan dokunun petek yapısındaki mukozalarının görülmesiyle retikulum olduğu saptandı. İçeriği boşaltılan retikuluma 1 L parafin likit konulduktan sonra rutin olarak kapatıldı. Karın boşluğu kapatıldıktan sonra hayvan hospitalize edildi. 3 gün boyunca hospitalize edilen inek düşkünleştiği ve genel durumu bozulduğu için kesime sevk edildi. Sığırlarda mide kompartmanlarının en küçüğü olan retikulum rumenin genişleyen bir parçasını andırır. Karnın ventralinde prosesus xiphoidea’nın hemen üzerinde bulunan retikulumun yapılan literatür taramalarında normal yerinden deplase olduğunu gösteren hiç bir veriye rastlanılmamıştır. Sonuç olarak retikulumun sağa deplase olduğu ilk rapor olması sebebiyle bu vakanın sunulmasının önemli olacağı kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: İnek, Retikulum, Deplasman - 161 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Right Displacement Of Reticulum in A Cow: Case Report Semih ALTAN 1, Yılmaz KOÇ 1, Fahrettin ALKAN 1, Muharrem EROL 1, Ramazan YILDIZ 1 1 Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Depatment, KONYA The purpose of this report is to describe right displacement of reticulum encountered in a two years old Holstein cow. In the presented case, two years-old Holstein cow were brought to the surgery department from the internal medicine one, with the diagnosis of right displacement of reticulum. Abdominal cavity was reached from the right fossa paralumbar area after the routine operation preparations. Existence of as wollen structure attracted attention in the abdominal cavity. During palpation, the up side of this structure was in a soft condition due to being full of air. It was felt that the down side was firm. The tissue was opened with an about 4-cmincision after emptying the air of the swelling. Determining that it was the reticulum, after seeing content-looking like rumen content extracted from a tissue having a honey combmucosal structure. The emptied reticulum was closed as routine after placing 1L paraffin liquid. The animal was hospitalized up on the closing the abdominal cavity. Thethree-day-long hospitalized cow was dispatched to slaughter due to poverty and corruption of general condition. Reticulum of the cow, the smallest compartment of the stomach, lookslike an expanding part of the rumen, located around the ventral abdomen on xyphoid process. In the research of literatüre performed, it was not found any data showing the displacement of reticulum from the normal location. Consequently, it was opinion that the presentation of this case might be important due to be ing the first study of the displacement of reticulum. Key words: Cow, Reticulum, Displacement - 162 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir İnekte Servikal Bölgede Karşılaşılan Lipom Olgusu Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1 1 Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM Bu çalışmada, bir ineğin sol servikal bölgesinde yer alan bir lipom olgusunun klinik, termografik ve ultrasonografik bulguları ve sağaltımının sunulması amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi ABD Kliniğine getirilen 8 yaşlı, esmer inek oluşturdu. Olgunun, klinik, termografik ve ultrasonografik muayeneleri yapıldı, sol servikal bölgede tümör tanısı konulan kitle, total olarak ekstirpe edildi ve kitleden histopatolojik inceleme için örnek alındı. Bulgular: Anamnezde, sol servikal bölgede yerleşim gösteren tümörün 4 yıl önce oluşmaya başladığı bu süre içinde veteriner hekime götürülmediği, yapılan çeşitli ampirik müdahalelere rağmen giderek büyüdüğü, son dönemlerde iştahsızlık ile birlikte verim kaybının şekillendiği bilgisi alındı. Hastanın inspeksiyonunda, polimyelie olgusunu andıran bir kitle varlığı gözlendi, kitlenin palpasyonunda hamur kıvamında şişkinlik ve ağrı bulguları ve oluşumun distalinde keratinizasyon saptandı. Termografik olarak kitlenin boyun kısmında cranial yüzde ve tüm kitle boyunca caudal yüzde sıcaklık artışı, kitlenin distalinde soğuk alanlar, ultrasonografik olarak; tüm kitle boyunca düzenli dağılım gösteren hiperekojenik alanlar belirlendi. Kaudalinde yoğun vaskülarizasyon gösteren ve kas doku ile bağlantısı bulunan kitle, total olarak uzaklaştırıldı. Yapılan makroskopik muayenede; kitle uzunluğu 38.7 cm, genişliği 14 cm, çevre uzunluğu 41 cm ve kitle ağırlığı 2.7 kg olarak belirlendi. Elde edilen örneğin histopatolojik incelemesiyle kitlenin lipom olduğu belirlendi. Lipomlar, çevre dokulardan açık bir şekilde ayırt edilebilen ve genellikle deri altı dokuda soliter bir kitle olarak bulunan, iyi diferensiye olmuş liposit ve lipoblastların tümörü olarak adlandırılan neoplastik oluşumlardır. Bölgesel deformasyon dışında klinik semptom göstermediği için hasta sahiplerince önemsenmeyen ya da ampirik yöntemlerle sağaltılmaya çalışılan bu tür olgularda, giderek artan kitlesel büyüklüğe bağlı olarak şekillenen komplikasyonların önüne geçilmesi için, yetiştiricilerin bu gibi olgularda zaman geçirmeden veteriner hekime başvurması konusunda öncelikle bilinçlendirilmesi gerektiği kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Lipom, inek, termografi, ultrasonografi - 163 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Lipoma in Servıcal Region of Cattle Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1 1 Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM This study is intended to present clinical, thermographic and ultrasonographic results and treatment administered in a case of lipoma on servical region. The study material was a 8-year-old Brown swiss cattle brought to the Atatürk University Veterinary Faculty. It was diagnosed tumour in clinical, thermographic and ultrasonographic examination and was totally extirpated. Specimen were taken for histopathological investigation. Anamnesis revealed that tumour occurred 4 years ago, veterinarians did not examine, intervention was empirically, anorexia and to lose weight. Clinical examination revealed severe a similar mass to polimyelie, swelling of the consistency of the dough, pain and keratinization of distal swellness. As a result of thermographic examination, it was seen that increasing temperature on cranial of neck mass and decreasing temperature distal of mass. Ultrasonographic results revealed regular hyperechogenic area throughout the entire mass. Massshowing intense vascularization on caudal and connection with the muscle tissuewas totally extirpated.Macroscopic examination revealed 38.7 cm in length, 14 cm in width, 41 cm in perimeter and 2.7 kg in weight. It was identified that tumoural mass was lipoma which performed histopathological examination. Lipomas are clearly distinguishable from the surrounding tissues, is found a solitary mass in the subcutaneous tissue usually, was well differentiated and tumor of liposit and lipoblasts. Due to ıt not show clinical signs except for regional deformation, owners underestimate or the attempt to treat the empirical methods. In order to avoid complications, live stock ranger must be conscious. Keywords: Lipoma, Cattle, Thermography, Ultrasonography - 164 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kara Kaplumbağası’nda Görülen Travmatik Artritis Olgusunun Dimetil Sülfoksit (Dmso) İle Sağaltımı Nezihe GÖKHAN 1 1 Gümüşhane Üniversitesi, Tıbbi Hizmetler ve Teknikler MYO, GÜMÜŞHANE Bu sunumda, bir kara kaplumbağasında karşılaşılan travmatik artritis olgusunun Dimetil sülfoksit (DMSO) ile sağaltım sonuçlarının aktarılması amaçlanmıştır. Olgu materyalini, Gümüşhane Sağlık Meslek Lisesi’nin maskotu olan, topallık şikayetiyle getirilen kara kaplumbağası oluşturdu. Anamnez ve klinik muayene sonucu travmatik artritis tanısı konulan olguya DMSO ile sağaltım uygulandı. Klinik muayenede, şiddetli topallık ile sağ 3. tırnağının kırık olduğu ve eklem bölgesinin yangılandığı saptandı. Artrit sağaltımı uygulanmayan olgularda kısa süre içerisinde kronik seyir gelişir ve bunun sonucunda da yapılacak olan sağaltım güçleşir. Sağaltımda DMSO tercih edilmesinin nedeni DMSO’nun antienflamatuar, analjezik ve doku geçirgenliğini arttırıcı etkilerinin olmasıdır. Sonuç olarak, tüm hayvanlarda sıklıkla ortaya çıkan artritise kaplumbağalarda da karşılaşılabileceği, klinik muayene ile tanısının kolaylıkla konulabileceği ve DMSO ile sağaltımının başarılı bir şekilde yapılabileceği saptanmıştır. Anahtar sözcükler: Kara kaplumbağası, Topallık, Artritis, Dimethylsulfoxide, DMSO - 165 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Treatment of A Turtle (Testudo Graeca İbera) which has Traumatic Arthritis Case by Using the Dimethylsulfoxide (DMSO) Nezihe GÖKHAN 1 1 Gumushane University, Medical Services and Techniques VHS, GÜMÜŞHANE In this presentation, we encountered a turtle case of traumatic arthritis Dimethylsulfoxide (DMSO) and treatment outcomes, is presented. The materials, Gümüşhane Health Vocational High School mascot, created a land tortoise brought a complaint of lameness. Anamnesis and clinical examination, patients diagnosed with traumatic arthritis as a result of DMSO treated using. Clinical examination, severe lameness in the right 3rd of the nail is broken and the joint was inflammation. Arthritis is not applied to the treatment of patients develop chronic course and as a result within a short period of time which will be difficult to cure. Treatmet DMSO are preferred because DMSO-inflammatory, analgesic and tissue is that the permeabilityenhancing effects. As a result, all the animals that often be encountered in the arthritis turtles, diagnosed easily by clinical examination and DMSO was made a successful therapy. Keywords: Turtle, Lameness, Arthritis, Dimethylsulfoxide, DMSO - 166 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kedi ve Bir Köpek Yavrusunda Rektal Prolapsus ile İleossekokolik İnvaginasyon Olgusu H. Özlem NİSBET 1, Ahmet ÖZAK 1, Cenk YARDIMCI 1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN İnvaginasyonlar özellikle 1 yaşından küçük olan kedi ve köpek yavrularında oluşur ve genellikle ileosekokolik bağlantıda şekillenir. Rektal prolapsus ile kolonik invaginasyonların birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Bu çalışmanın amacı 2 aylık dişi bir kedi yavrusu ile 4 aylık bir köpek yavrusunda karşılaşılan iki farklı rektal prolapsus ve ileosekokolik invaginasyon olgusunun klinik ve operatif sonuçlarını bildirmektir. Her iki olguda yapılan klinik muayene sonucu kolonik invaginasyon olduğu tespit edildi. Medikal tedaviyi takiben olgulara genel anestezi altında laparatomi yapıldı. Operasyon sırasında her iki olguda da ileum ve sekumun kolon içerisine invagine olduğu görüldü. Kedinin invagine olan barsak bölgelerinin canlılığını koruduğu belirlendi. Köpekte ise sekumun da içinde bulunduğu yaklaşık 25cm barsak halkasının canlılığını yitirmiş olduğu saptanarak rezeke edildi. Nipple valve yöntemi kullanılarak ileum ve kolon arasında uc uca anastomoz uygulandı. Post-operatif 24. saatte oral sıvı ve 48. saatte gıda verildi. Her iki hasta da postoperatif komplikasyon olmadı ve nüks görülmedi. Sonuç olarak rektal prolapsus ve ileosekokolik invaginasyonu olan kedi ve köpek yavrularında, genel durumları stabil olduğu takdirde operatif girişimin tercih edilmesinin etkili bir yöntem olduğu kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: İleosekokolik invaginasyon, Barsak, Rektal prolapsus, Kedi, Köpek - 167 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Rectal Prolapse and Ileosecocolic Intestinal Intussusception in A Kitten and A Puppy H. Özlem NİSBET 1, Ahmet ÖZAK 1, Cenk YARDIMCI 1 1 Ondouz Mayıs University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SAMSUN Intussusceptions occur primarily in dogs and cats younger than 1 year of age and are most commonly found at the ileocecocolic junction. Rectal prolapse must be differentiated from colonic intussusception. The aim of this study was to present clinical and surgical outcomes of two different rectal prolapse and ileosecocolic intestinal intussusception cases in a 2-month-old, female kitten and in a 4-mounthold, male puppy. Colonic invagination was detected on physical examination in both cases. A laparotomy was performed under general anesthesia after a few hours medical treatment. The ileosecocolic intestinal intussusception cases were observed after laparatomy. The invaginated bowel section viability was maintained in the kitten. But the non-viable intestinal segment approximately 25cm was resected in the puppy and an end-to-end anastomosis of the viable segments between the ileus and colon was performed with the nipple valve method. Oral fluids were offered 24 h postoperatively and feeding commenced 48 h postoperatively. The cat and the puppy undergoing corrective surgery for an intussusception in this set of cases survived without any recurrence or postoperative complications. As a conclusion, surgical treatment was emphasized as an effective method for treatment of rectal prolapse and ileosecocolic intestinal intussusception in kitten and puppy if their general condition is stable. Keywords: Ileosecocolic intussusception, Intestine, Rectal prolapse, Kitten, Puppy - 168 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kedide Bilateral Konjenital Fleksural-Torsional Arka Ekstremite Deformitesinin Mini-Vetfix Eksternal Fiksasyon Sistemi İle Düzeltilmesi Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesii Veteriner Fakültesii Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN Bu çalışmada bilateral konjenital fleksural-torsional arka ekstremite deformitesinin mini-vetfix eksternal fiksasyon sistemi ile düzeltilmesi amaçlandı. Tarsal eklemin distalinde bilateral konjenital fleksural-torsional deformiteye bağlı olarak fonksiyonel yürüme bozukluğu olan 7 aylık, 2,5 kg ağırlığında dişi bir kedi çalışma materyalini oluşturdu. Olgunun; eşgali, deformite tanımı, fiksatör konfigürasyonu, postoperatif komplikasyonlar, ilgili ekstremitenin ilk kullanım zamanı, fiksatör çıkarılma zamanı ve fonksiyonel sonuç bulguları kaydedildi. Çerçeve konfigürasyonu transartiküler olarak iki adet açılı rod ile birbirine bağlanmış 2 adet tam, 2 adet yarım halkadan (40 mm iç çaplı) oluşmaktaydı. Korrektif cerrahi prosedür iki ayrı operasyonda gerçekleştirildi (önce sağ). İlk olarak tarsal eklem seviyesinde fleksor tendo transeksiyonları ve daha sonra talus ve tarsal kemiklerin ostektomisi gerçekleştirildi. Takiben tibianın distal ve metatarsusların proksimal epifizeal eklem kıkırdakları uzaklaştırıldı ve tarsal eklem mini-vetfix eksternal fiksasyon sistemi ile fizyolojik açısında sabitlendi. Fiksatör postoperatif 32. günde uzaklaştırıldı. Aynı işlem sol arka ekstremitede de gerçekleştirildi ve postoperatif 27. günde fiksatör uzaklaştırıldı. İkinci operasyondan iki ay sonra yapılan kontrolde hastanın her iki ekstremitesini de fonksiyonel olarak kullandığı gözlendi. Yapılan kapsamlı literatür taramasına göre, bildirilmiş olan olgu gerek tanımlanması gerekse de sağaltımı bakımından veteriner ortopedi ve travmatoloji alanında bir ilktir. Diğer konvansiyonel ortopedik yöntemlerle düzeltilmesi zor olan ileri dereceli konjenital fleksural-torsional arka ekstremite deformitelerinin düzeltilmesinde transartiküler eksteral fiksasyon ile yapılan artrodez başarılı olmuştur. Anahtar sözcükler: Kedi, Eksternal fiksasyon, Konjenital, Ekstremite deformitesi - 169 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Correction of Bilateral Congenital Flexural and Torsional Hind Limb Deformity with Mini-Vetfix External Skeletal Fixation System in A Cat Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1 1 Ondokuz Mayıs University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SAMSUN The objective of present study is to report our experience with use of mini-vetfix external skeletal fixation system for surgical correction of bilateral congenital flexural and torsional hind limb deformity in a cat. A 7-month-old, female, 2.5 kg, domestic short hair cat with bilateral congenital flexural and torsional hind limb deformity below the hock joint was enrolled in present study. Data recorded was signalment, deformity description, fixator configuration, postoperative complications, time to first use of limb after the operation, time of fixator removal, and outcome. Frame configuration was formed of two full rings and two half rings (40 mm internal diameter) connected with two buckled rods in transarticular fashion. Corrective operations of the hindlimbs were performed in different two sections (first right hindlimb). In the surgical correction procedure firstly flexor tendon transections at the level of the tarsal joint was performed. Following transections, talus and tarsal bones’ ostectomies were done. Then articular cartilages of the distal epipyhses of the tibia and proximal epiphyses’ of the metatarsal bones were removed. After that procedure the hock joint was fixed with mini-vetfix external skeletal fixator in its physiologic angle to perform tarsal artrodesis. Weekly clinical and radiological recheck examinations were performed. Fixator in the right hind limb was removed on postoperative 32th day. The same procedure was performed for the left hind limb and removed on postoperative 27th day. Two months after the fixator removal the cat was fully weight bearing to both hind limbs. To the present authors’ knowledge, this is the first report of treatment of bilateral congenital flexural and torsional hind limb deformity in cats by using external skeletal fixation. Arthrodesis by transarticular external skeletal fixation may be useful for the treatment of severe congenital limb deformities which are diffucult to treat by conventional techniques. Keywords: Cat, External fixation, Congenital, Limb deformity - 170 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kedide Nefrolithiasis ve Sağaltımı Barış KÜRÜM 1, Birkan KARSLI 1 1 Kırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KIRIKKALE Kedi ve köpeklerde urolitlere en sık olarak idrar kesesinde rastlanır, nefrolitler ve ureteral kalkuluslar ise 1980’lerden sonra daha sık olarak görülmeye başlamışlardır ki bunun nedeninin hayvanların diyetlerindeki değişim (hazır mamaların kullanımının yaygınlaşması) olarak düşünülmektedir. Özellikle kedilerde struvit oluşumundan kaçınmak için idrarı asitleştiren, magnezyum seviyesi sınırlandırılmış diyetlerin kullanılmaya başlanması ile oksalat taşlarının insidensi yükselmiştir. Kalsium oksalat yapılı taşlar medikal sağaltıma yanıt vermediklerinden sorun oluşturduklarında operatif olarak alınmaları gerekmektedir. Hematuri bulgusu ile bir özel kliniğe getilen melez, üç yaşlı, kastre edilmiş kedinin yapılan radyolojik ve ultrasonografik kontrollerinde sol böbreğinde 3 adet radyoopak nefrolit varlığı saptanmıştır. Kan analizlerinde hemogram değerlerinin normal sınırlarda olduğu ancak BUN ve kreatinin değerlerinin sırası ile 48 mg/dL ve 4.2 mg/ dL olarak normal sınırların üstünde bulunduğu saptanmıştır. Bu aşamadan sonra hasta opere edilmesi amacıyla Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı’na sevk edilmiştir. Olgunun anestezisi propofol ile indüklenmiş ve operasyon süresince izofloran ile devam edilmiştir. Standart median laparotomi ile karın boşluğu açılarak sol böbreğe ulaşılmış, böbreğe ait retroperitoneal yağ dokusu diseke edilerek organ serbestleştirilmiştir. İntersegmental nefrotomi yapılarak parankim küt diseksiyon ile geçilerek pelvis renalis’e ulaşılmıştır. Pelvis renalis’e ulaştıktan sonra nefrolitler alınmış, pelvis renalis steril FTS ile yıkanarak kan ve doku artıkları ile urolitlerin olası kalıntıları organın içinden uzaklaştırılmıştır. Böbreğin kapsülü 3-0 sentetik, emilebilir iplik ile dikilmiş; laparotomi ensizyonu ise standart şekilde kapatılmıştır. Postoperatif ikinci günden itibaren hematuri kesilmiş, hastanın BUN ve kreatinin değerleri düşmeye başlamıştır. Hasta uygun diyet önerilerek taburcu edilmiştir. Anahtar sözcükler: Nefrolit, Böbrek taşı, Nefrotomi, Kedi - 171 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Nephrolithiasis and Treatment in A Cat Barış KÜRÜM 1, Birkan KARSLI 1 1 Kırıkkale University Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KIRIKKALE Uroliths are most frequently occur in bladder in dogs and cats. After mid 1980s, a large increase in number of ureteral and renal calculus have been observed, attributed to the changes in the animal’s diet (widespread use of commertial formulas). The incidence of the oxalate calculi has been increased in cats, because of the use of urine-acidifying magnesium-restricted diets to avoid the formation of struvite calculus in cats. Calcium oxalate calculus should be removed surgically as they were not resolved medically. Three radioopaque renal calculus was recorded in the left kidney in a mixed breed, 3 years old, castrated cat in radiological and ultrasonographical examination. CBC values were in the reference limit however BUN and creatinine were recorded higher than the reference limits as 48 mg/dL ve 4.2 mg/dL, respectively. The cat was referred to Kirikkale University Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery. The anesthesia was premedicated with propofol and induced with isoflorane during surgery. After a standard ventral midline abdominal incision, retroperitoneal fat was dissected to provide the access to the left kidney. After intersegmental nephrotomy, blunt dissection was performed to expose renal pelvis. After renal calculus were removed, mineral aggregates and blood and tissue residues were flushed with saline. The capsule was apposed with 3-0 syntetic absorbabl suture material and abdominal incision was closed in a routine manner. Hematuria was resolved and the patient’s BUN and creatinin values had began to decline after the postoperative second day. A suitable diet was recommended and the patient was discharged from the hospital. Keywords: Nephrolith, Renal calculus, Nephrotomy, Cat - 172 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kedide Oral İnvaziv Yassı Hücreli Karsinom Ayhan ATASEVER 1, Gültekin ATALAN 2, Duygu YAMAN 1, Hüseyin ERMİN 2 1 2 Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KAYSERİ Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KAYSERİ Yassı hücreli karsinom epidermal keratinositlerden gelişen, hücrelerin değişik derecede squamöz diferensiyasyon gösterdiği malign bir neoplazidir. Bu olgular, kedilerde en sık rastlanılan oral ve deri tümorlerinin başında gelmektedir. Onyedi yaşlı, 2.800 gr ağırlığında dişi bir kedi yutkunma, solunum güçlüğü ve kilo kaybı şikâyetleri ile Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine sevk edildi. Fiziki muayenede, hastanın zayıfladığı ve aşırı dehidre olduğu görüldü. Kanin, insisiv ve molar dişlerde dökülme, üst damak mukozasında granülamatöz, maddi kayıplı, kanamalı ve nekroze doku üremeleri bulunan alanlar gözlendi. Ağız içinde damak bölgesinde kemik doku destrüksiyonu ve üst çenede maksillar bölgede dışa doğru bombeleşen deformatif alan tespit edildi. Alınan biyopsi örneğinden hazırlanan doku kesitlerinin histopatolojisinde bol eozinofilik sitoplazmalı pleomorfik epitelyum hücrelerinden oluşan düzensiz epitelyum adacıklarının dermise dağıldığı dikkati çekti. Olgun keratinositlerin oluşturduğu, konsantrik hücre üremeleri ve merkezde keratinizasyon ile karakterize az sayıda glob korn oluşumları ile çok sayıda parakeratotik glob korn bulunan alanların varlığı görüldü. Radyografik bulgularda, sert damağın sol yarımını etkileyen radyolusent görüntü vardı. Kanin premolar ve molar dişlerin oluşan tahribata bağlı olarak düştükleri tespit edildi. Sol üst maksillar kemik çatının dışa doğru bombeleştiği ve üst damak turbilant dokunun kaybolduğu not edildi. Lateral abdominal ve toraks radyograflerinde, akciğer ve karın organlarında tümörün metastaz yapmadığı belirlendi. Anamnez, klinik ve radyografik bulgular ile Histopatolojik muayene sonucunda olguya oral invaziv yassı hücreli karsinom tanısı konuldu. Sonuçta, sunulan çalışmanın klinisyenlere yönelik olarak ağız bölgesi hastalıklarına yaklaşımda malignant bir tümörün nasıl gizlendiğine örnek oluşturması açısından faydalı olabileceği kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: İnvazyon, Kedi, Oral mukoza, Tümör - 173 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Oral Invasive Squamous Cell Carcinoma in A Cat Ayhan ATASEVER 1, Gültekin ATALAN 2, Duygu YAMAN 1, Hüseyin ERMİN 2 1 Erciyes University, Faculty of Veterinary Medicine, Pathology Department, KAYSERİ 2 Erciyes University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, KAYSERİ Squamous cell carcinoma, developing as an epidermal keratinocytes and indicating various degree of squamous differentiation is a malignant neoplasm. This tumor is one of the most common oral and skin tumors in cats. In the present study, a seventeen years old female, 2800 gr of weight cat referring to Erciyes University, Surgery Clinic of Veterinary Medicine. The cat was suffering from dysphagia, dyspnea and emaciation. In the physical examination, the cat was extremely dehydrated. There were shedding for canine, incisive and molar teeth and granulomatous, hemorrhagic and necrotic tissue proliferation in the mucosa of the upper palate. Destruction of bone tissue in the palate and maxillar deformation zone protruding outward was determined. In the histopathological examinations of the biopsy material, there were pleomorphic epithelial cells with excessive eosinophilic cytoplasm containing irregular epithelial islets which spread into dermis. Concentric cell reproduction and central keratinization area composed of mature keratinocytes were determined. Small number of keratotic glob corne and large number of parakeratotic glob corne were noticed. On the radiographic findings there was a radiolucent area affecting the left side of the hard palate. Canine, premolar and molar teeth shedding were determined due to surrounding tissue destruction. It was noticed that left upper maxillary bone was bulging outward and turbinate pattern of hard palate was destructed. On the lateral abdominal and thoracic radiographs, there were no tumor metastases in the lungs and abdominal organs. History, clinical and radiographic findings and histopathological investigations revealed that the characteristic of mass was oral invasive squamous cell carcinoma. In conclusion, this report indicates that malignant tumor effecting the mouth region concealed and this could be useful for clinicians in the evaluating of such cases. Keywords: İnvasion, Cat, Oral mucosa, Tumor - 174 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kedide Primer Akciğer Tümörüne Bağlı Nörolojik Paraneoplastik Sendrom Olgusu Didar AYDIN 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1 1 İstanbul Üniversitesi\ Veteriner Fakültesi\ Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Paraneoplastik sendromlar (PNS), vücutta tümörden uzakta, neoplazinin dolaylı etkileri sonucu ortaya çıkan bir grup sendromdur. Organizmanın birçok sistemini etkileyen bu sendromlar nöromuskuler kavşak, beyin ve periferal sinirlerin etkilenmesiyle ortaya çıkan paraneoplastik nörolojik sendromları da içerir. Bu paraneoplastik nörolojik sendromlar, klinik ve subklinik olarak özellikle yaşlı kedi ve köpeklerde gizli birçok malignitenin tanısında büyük önem taşır. Bu çalışmada, bir kedide primer akciğer tümörüne bağlı paraneoplastik nörolojik sendrom olgusu ele alındı. Olgumuzu, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniği’ ne sol arka bacağında topallık şikayeti ile getirilen, 13 yaşında, erkek, Amerikan kısa tüylü ırkı bir kedi oluşturdu. Hastanın fiziksel muayenesinde plantigrad basış ve alt motor nöron fonksiyon bozukluğu ile ilişkili tibial paraliz tespit edildi. Hastanın hematolojik muayenesinde ve tüm vertebralara yönelik manyetik rezonans görüntüleme incelemesinde anormal bir bulguya rastlanmadı. Bununla birlikte, göğüs bölgesinin, radyolojik olarak değerlendirilmesinin ardından, spiral bilgisayarlı tomografi incelemesinde, sağ akciğer kaudal lob düzeyinde, en geniş yerinde 3x2.8 cm boyutlarına ulaşan kitle lezyonu izlendi. Hastada primer akciğer tümörüne bağlı paraneoplastik periferal nöropatinin var olduğu düşünüldü. Tanın konulduktan yedi gün sonra hasta solunum yetmezliği bağlı olarak öldü. Anahtar sözcükler: Paraneoplastik, Kedi, Nörolojik, Akciğer, Tümör - 175 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Paraneoplastıc Syndrome in A Cat Due to Primary Lung Tumor Didar AYDIN 1, Dilek OLGUN ERDİKMEN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL One group of syndromes that occur in the body due to the indirect effects of neoplasia distant to the tumor are described as paraneoplastic syndromes (PNS). These syndromes which effects most of the organ systems, inherit even paraneoplastic neurological syndromes which arises from the affected neuromuscular junction, brain and peripheral nerves. The importance of these clinical and subclinical neurological paraneoplastic syndromes is to diagnose lots of subtle malignities especially in older cats and dogs. In the current study, a case of a paraneoplastic neurological syndrome due to primary lung tumor is described. A 13-year-old, male, American short hair cat for lameness on left hind limb was brought to Istanbul University, Veterinary Faculty, Small Animal Surgery Department. Plantigrad gate and tibial paralysis associated lower motor neuron dysfunction were noted in physical examination. No any abnormalities in heamotological examination although MRI findings for all vertebral region were detected. However, the radiological examination of the thoracic cavity and the spiral CT findings confirmed the diagnosis of a mass lesion in size 3x2.8 cm within the right caudal lung lobe level. Paraneoplastic peripheral neuropathy due to primary lung tomor were suggested in this patient. The cat died of respiratory failure seven days after the diagnosis. Keywords: Paraneoplastic, Cat, Neurological, Lung, Tumor - 176 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kedide Vestibüler Nöyritis Olgusu Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL Vestibüler hastalık (VH), denge kaybı, ataksi, baş eğikliği, kendi etrafında dönme, nistagmus ve strabismus ile kendini gösterebilen, vestibüler sistemdeki bir bozukluktan kaynaklanan bir hastalıktır. VH, lokalizasyonuna göre periferal vestibüler hastalık (PVH) ve sentral vestibüler hastalık (SVH) olmak üzere iki grupta incelenir. PVH, iç kulak ya da vestibüler sinirin etkilendiği ve horizontal ya da rotatorik nistagmusun baş pozisyonuna göre yönünün değişmediği bir hastalıktır. Kedilerde PVH’nin en sık görülen nedenleri arasında bulunan idiyopatik vestibüler hastalık insanlarda görülen vestibüler nöyritis ile analoji göstermektedir. İnsan hekimliğinde; vestibüler nöyritis genellikle kısa zaman öncesinde enfeksiyon geçirmiş hastalarda akut olarak şekillenen, 8. kraniyal sinirin yangısı olarak tanımlanmaktadır. Bu yangı, bazı hastalarda MRG tekniği ile vestibüler sinirde kontrast tutulumu ile kendini göstermektedir. Olgumuzu, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniği’ne baş eğikliği, kendi etrafında dönme ve sallantılı yürüyüş şikayetiyle getirilen 7 aylık, dişi, melez bir kedi oluşturdu. Alınan anamnezde 10 gün önce hastaya ovariyohisterektomi yapıldığı ve bir süre operasyon bölgesinden akıntı geldiği öğrenildi. Yapılan klinik muayenede vestibüler ataksi, baş pozisyonuna göre yönü değişmeyen horizontal nistagmus gözlendi. Hastada hipertermi ve yapılan hemogram sonucunda lökositoz gözlenerek enfeksiyonun varlığı tespit edildi. Hastanın kraniyal bölgesinin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile incelenmesi sonucunda, vestibüler sinirde görülen kontrast madde tutulumu ile hastaya vestibüler nöyritis tanısı konuldu. Yapılan medikal tedavi sonrasında hastanın klinik bulgularında düzelme görüldü. Kontrol amacıyla tekrarlanan MRG’de daha önce kontrast tutulumu olan bölgenin tamamen normale döndüğü izlendi. Kedilerde görülen idiyopatik vestibüler hastalığın etiyolojisinin belli olmadığı bildirilmesine karşın veteriner pratikte ilk defa vestibüler nöyritis’in tanısının konulmasının bundan sonraki çalışmalara ışık tutacağı düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Vestibüler hastalık, Vestibüler nöyritis, Kedi - 177 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Vestibular Neuritis in A Cat Alper DEMİRUTKU 1, Ebru ERAVCI 1, Yalçın DEVECİOĞLU 1, Zihni MUTLU 1 1 Istanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcılar, ISTANBUL Vestibular disease (VD) is a disorder that occurs due to a disorder within the vestibular system, characterized by the ataxia, loss of balance, head tilt, circling, nystagmus and strabismus. VD is categorized as central (CVD) and peripheral (PVD). PVD occurs a condition that inner ear or vestibular nerve is affected, results in horizontal or rotatory nystagmus. Idiopathic peripheral vestibular syndrome is considered one of the most frequent etiologies for cats with PVD and it is analogous to vestibular neuritis in humans. Vestibular neuritis is described an acute inflammation of the eighth cranial nerve in humans often have a recent history of an infection. In some patients, this inflammation of the nerve can be cause a contrast enhancement on MRI. The case was 7 months old, mix breed female cat which was brought to the clinic with a complaint of head tilt, circling and loss of balance. The previous history of the case included an ovariohisterectomy and a discharge from the operation site for a few days. Clinical examination findings were vestibular ataxia and horizontal nistagmus. There was no directional change of nistagmus due to the position of the head. Because of the hyperthermia and leucocytosis on the blood analysis, an infection was determined. With the help of magnetic resonance imaging (MRI), a contrast material penetration on the vestibular nerve has seen and vestibular neuritis was diagnosed. After the treatment, the abnormal clinical findings disappeared. Repeated MRI findings showed that there was no abnormality and no contrast material penetration on the vestibular nerve and the inflammated site was normal. There is no reported etiology of the idiopathic vestibular disease of the cat. As the first case which was diagnosed as vestibular neuritis, we think this report will guide the other researches about vestibular disease of the cat. Keywords: Vestibular disease, Vestibular Neuritis, Cat - 178 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Kısrakta Tekrarlayan Sistitis Ali C. ONMAZ 1, Gültekin ATALAN 2, Alexandra N. PAVALOIU 3, Vehbi GÜNEŞ 1, Rene van den HOVEN 4 Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri, TÜRKİYE Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri, TÜRKİYE 3 Ziraai ve Veteriner Hekimlik Bilimleri, Cluj Napaca Veteriner Fakültesi, 400372 Cluj-Napoca, ROMANYA 4 Küçük Hayvan ve At Bölümü, 1210 Viyana - AVUSTURYA 1 2 Geçmişinde tekrarlayan sistitis tedavisi gördüğü bildirilen, 20 yaşlı Avusturya kısrağı polidipsi, polüri ve idrar tutamama şikayeti ile Viyana Üniversitesi Veteriner Üniversitesine sevk edildi. İdrar örneği açık sarı, bulanık, özgül ağırlığı 1.016 ve pH’sı ise 9 olarak tespit edildi. İdrar analizinde yüksek konsantrasyonda hemoglobin varlığı ölçüldü. İdrar kalsiyum içeriği orta derecede olup, sedimentte yuvarlak epitel hücresi belirlendi ve düşük sayıda lökosit hücresi sayıldı. Ayrıca sediment analizinde belirgin derecede kalsiyum karbonat kristalleri mevcuttu. Kan üre, kalsiyum ve sodyum seviyelerindeki artış ile GGT/Kreatinin oranı kronik böbrek yetmezliği ve tekrarlayan sistitis ile uyumluydu. Böbreklerin transabdominal ultrasonografisi yapıldı. Sol böbrek normal büyüklükte olup medulla, korteks ve renal pelvisler de normal görünümdeydiler. Sağ böbrekte ise kortex ve medulla sınırı açıkça belirgin değildi. Kısrağın sistoskopik incelemesi yapıldı. Fazla miktarda sediment oluşumundan dolayı kese alt duvarı görülemedi ve sistik kalkül oluşumuna rastlanmadı. Kesenin apeksi oldukça yangılı olup burada tortu ve fibrin ile kaplı değişimler gözlendi. Her iki ureter genişlemişti (bir parmağın eninden daha fazla). Bulgulara dayanarak bu vakaya ulseratif sistitis teşhisi koyuldu. Prognozun iyi olmamasından ötürü hasta sahibinin onayı ile ötenazi kararı alındı ve kısrak ötenazi edildi. Makroskopik muayenede, her iki böbreğin renal pelvisinde genişleme olup içinde idrar tortusu mevcuttu. Kese duvarı kalınlaşmış ve ön tarafında 7x5x0.5 cm ebadında yumuşak kum kitlesi tespit edildi. Urethra dolgundu fakat tıkanıklık mevcut değildi. Böbrek histopatolojisinde, kronik interstitiyel nefrit, glomerolonefritis ve piyelit belirlendi. Kese duvarında kronik yangı mevcuttu. Teşhis kronik ureter yangısı ile birlikte seyreden kumlu sistitis ve kronik interstisyel nefritis olarak koyuldu. Anahtar sözcükler: Kısrak, Kronik Sistitis, Sistoskopi - 179 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case Report: Recurrent Cystitis in A Mare Ali C. ONMAZ 1, Gültekin ATALAN 2, Alexandra N. PAVALOIU 3, Vehbi GÜNEŞ 1, Rene van den HOVEN 4 Department of Internal Medicine, Faculty of Veterinary Medicine, University of Erciyes, Kayseri, TURKEY 2 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, University of Erciyes Kayseri, TURKEY 3 University of Agricultural Sciences and Veterinary Medicine Cluj Napoca Faculty of Veterinary Medicine, 400372 Cluj-Napoca, ROMANIA 4 Department of Small animals and Horses, c, 1210 Vienna - AUSTRIA 1 A 20 year old Austrian Warmblood mare was presented at the clinic of Vienna Veterinary University for symptoms of polydipsia, polyuria and urinary incontinence and a repeated history of bladder infection. The sampled urine was light yellow, very cloudy, had a low specific weight (1016) and a pH of 9. The dip stick suggested a very high content of hemoglobin. The urinary calcium content was medium. The sediment showed medium numbers of round epithelial cells, low numbers of leukocytes. Furthermore, a remarkable quantity of calcium carbonate crystals was present. Urine and plasma chemistry and fractional clearance revealed the following: The high values for blood urea, blood Ca, FE of Na and GGT/Creatinine ratio was compatible with chronic renal insufficiency and recurrent cystitis. Trans-abdominal ultrasound of the kidneys was performed. The left kidney was normal both in size and appearance of medulla, cortex and size of its renal pelvi (pyelum) s The right kidney appeared morphologically modified such that the border between cortex and medulla could not be identified clearly. The next step was cystoscopy, whereby the the floor of urinary bladder could not be seen, due to large quantities of sludge and grainy urinary gravel deposited on it, However, there were no cystic calculi- and the endoscope could pushed right through. The apex vesicae was highly inflamed, with necrotic alterations that were coated with gravel and fibrin. Both urethers were highly dilated (thicker than a finger). This fluid contained gravel particles too. The diagnosis was advanced ulcerative cystitis, with high gravel content and dilated urethers. Because of the poor prognosis of the case the owner decided to have the mare be euthanized. The gross pathology showed dilated pyelum in both kidneys. The pyelum was filled with gravel. Both ureters were dilated and filled with gravel too. The bladder wall was thickened and directly in front of its opening, a soft conglomerate of gravel (7x5x0.5cm) was present. The urethra was also filled but not blocked with this gravel. Histopathology showed chronic interstitial nephritis, glomerulonephritis and pyelitis. The muscularis of the bladder was chronically inflammated, The final main diagnosis was chronic sabalous cystitis with subsequent chronic inflammation of the ureters and chronic interstitial nephritis. Keywords: Mare, Chronic cystitis, Endoskopi - 180 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Köpekte Diş İmplantı Kullanılarak Diş Kökü Oluşturulması ve Kron Üst Yapı Restorasyonu Murat SARIERLER 1, Çağlar YENER 1 1 Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN Bu çalışmada; kliniğimize getirilen, 1 yaşlı melez erkek köpekte, travma sebebiyle büyük bölümünü kaybettiği maxillar 2. ve mandibular 3. premolar diş köklerinin alınarak, bu bölgeye diş implantı yerleştirilmesi ve kron restorasyonu ile oluşturulan dişler ile çiğneme etkinliğinin arttırılması, yeterli beslenmenin sağlanması yanında tutma, parçalama, savunma gibi içgüdüsel davranışların devamının sağlanması amaçlanmıştır. Rutin klinik muayeneden sonra, köpekte, kırılan dişlerin diş kökü kalıntıları, genel anestezi altında alınmıştır. Doku iyileşmesi sağlandıktan sonra, genel hastalıklar yönünden muayene edilmiş, sistemik bir hastalığı bulunmadığına karar verilmiştir. Operasyon genel anestezi altında gerçekleştirilmiştir. Operasyona, iki komşu diş arası H şeklinde ensizyon ile başlanmış, yumuşak doku periodontal elavatörle kaldırılarak maxillar ve mandibular kemik dokusuna ulaşılmıştır. Keskin driller ile kaviteler hazırlanmıştır. Periapikal radyografi ile ölçülen çene kemiği kalınlığına uygun olan, 8 mm boyunda 3.8 mm genişliğinde diş implantları (nucleOSS T3, Şanlılar Medikal-İzmir), maxillar 2. premolar bölgesine bir adet, mandibular 3. premolar bölgesine iki adet yanal diziliş şeklinde, kemik içerisine yerleştirilerek, iyileşme başlıkları monte edilmiş ve kesilen yumuşak doku, 3-0 ipek iplik ile kapatılmıştır. Doku bütünlüğünün sağlandığı 9. gün dikişler alınmıştır. Postoperatif dönemde sistemik antibiyotik kullanılmış ve ağız hijyenine önem verilmiştir. Erken dönemde implant üzeri yük oluşturulmasından kaçınılmıştır. Kemik implant osteointegrasyonu sonrası, bölgeden ölçü alınarak, diş laboratuarında (Rasyo Diş Labaratuar – İzmir) kron üst yapısı hazırlanmış ve cam ionomer siman ile implanta yapışması sağlanmıştır. Her bir premolar diş için kemik doku içerisine yerleştirilen implantların, tek ya da çift olması, dayanıklılığı etkilememiş ancak tek implant uygulaması, restorasyon işleminde kolaylık sağlamıştır. Bu çalışmada köpekte implant uygulaması, implantın kemik doku içerisindeki hareketsizliği, bölgede enfeksiyon, ağrı, kanama, ödem olmaması, çiğneme fonksiyonlarının düzgün oluşu ve kron-implant bütünlüğünün uzun dönemde sağlamlığı göz önünde bulundurularak başarılı olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, köpeklerde diş implantlarının başarı ile kullanılabileceği kanısına varılmıştır. Anahtar sözcükler: Diş implantı, Kron restorasyon, Köpek - 181 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Creation of Tooth Root By Using Dental Implant and Cron Upper Structure Restoration in A Dog Murat SARIERLER 1, Çağlar YENER 1 1 Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary, Department of Surgery, AYDIN The aim of this study to provide increasing chewing efficiency of teeth and adequate nutrition of dog and also continuation instinctive behaviors such as shredding, defence by using dental implants and cron restoration, in a one years old mix-breed male dog which brougth to our clinic by pulling out tooth roots that it lost because of a trauma. After routine clinical examination, teeth roots remains of broken teeth pulled out under general anaesthesia. After providing tissue recovery, operation was carried under general anaestesia. The operation was started with H shaped incision between two adjacent teeth, and soft tissue removed by using periodontal elevator, and reached maxillar and mandibular bone tissues. Cavities were prepared by using sharp drills. Dental implants which matched to maxillar thickness measured from the periapical x-rays, 8 mm length and 3.8 mm wide (nucleOSS T3 Şanlılar Medical İzmir) were used. For this purpose, one implant to 2th maxillar premolar area, and two implant 3th mandibular premolar area were placed in to the bone, and the soft tissue was closed with 3-0 silk suture material. In the ninth day which was provided tissue integrity sutures removed. Systemic antibiotic was used in postoperative period, and gave importance to oral hygiene. It was avoided to create loading on implant in early stage. After bone implant osteointegration, cron upper structure was prepared in a dental laboratory (Rasyo Dental Laboratory – İzmir), according to measurements taken from the related areas, and stick on the implants by using glass ionomer cement. No differences were observed in the strength of the implants according to using single or double implants, however single implant application provided ease in the process of restoration. In this study, according to evaluation of different criteries such as implant stability in bone tissue, absence of bleeding, oedema and pain, proper chewing functions and good long-term cron-implant integrity, dental implants replacement in this dog was considered as succesful. As a result, it was concluded that, dental implants in dogs could be used succesfully. Keywords: Dental implant, Cron Restoration, Dog - 182 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Köpekte Fibrosarkom Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Ahmet AYDOĞAN 2, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1 1 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR 2 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, BURDUR Bu çalışmada, bir köpekte teşhis edilen fibrosarkom olgusunun klinik ve patolojik bulguları ile cerrahi tedavi sonuçlarının tanımlanması amaçlandı. Çalışmanın materyalini, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Kliniğine getirilen 1 yaşlı, Pointer ırkı, erkek bir köpek oluşturdu. Fiziksel muayenede, sol 12 ve 13. kosta kaidesinde oval nitelikli, katı esnek kıvamlı ve 12.5x5.5x2 cm boyutlarında bir kitle olduğu gözlendi. Göğüs bölgesinin ventro-dorsal ve laterolateral radyografileri alındı. Tam kan sayımı ve serum biyokimyasal analizleri yapıldı. Kitleden alınan biyopsi örnekleri histopatolojik muayeneye gönderildi. Radyolojik inceleme neticesinde kitlenin yumuşak doku orjinli olduğu ve akciğere metastazın olmadığı görüldü. Kan analizinde alkalen fosfataz, kalsiyum, lenfosit ve monosit seviyelerinin yüksek olduğu belirlendi. Biyopsi örneklerinin histopatolojik incelemesinde mekik şekilli, anaplastik hücrelere, immunohistokimyasal incelemelerde ise yoğun vimentin ve Ki67 boyanmalarına rastlandı ve söz konusu kitlenin fibrosarkom olduğu saptandı. Cerrahi girişim ile kitle total olarak uzaklaştırıldı. Herhangi bir kemoterapi uygulanmamasına karşın cerrahi rezeksiyonu takip eden 8 aylık sürede nüks şekillenmedi. Fibrosarkom olgularında beklenen en ciddi komplikasyon akciğer metastazıdır. Bu olguda metastaz şekillenmemiş olması, kemoterapi uygulanmamasına rağmen cerrahi tedavinin başarısını yükselten bir faktör olarak değerlendirildi. Anahtar sözcükler: Fibrosarkom, Köpek, Tümör - 183 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Fibrosarcoma in A Dog Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Mehmet HALIGÜR 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Ahmet AYDOĞAN 2, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1 1 2 University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Surgery, BURDUR University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Departments of Surgery, BURDUR This study was aimed to describe the clinical and pathological findings of fibrosarcoma diagnosed in a dog, and its surgical outcome. The material of this study was a 1 year old, Pointer, male dog brought to the Department of Surgery (University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine). In physical examination, a mass with ovoid shape, rigid flexible and 12,5x5,5x2cm sizes was observed at the left side on bases of 12 and 13th ribs. Ventro-dorsal and laterolateral radiographs of the chest were taken. Blood cell count and serum biochemical analysis were made. Biopsy samples was obtained and sent for histopathological examination. In radiographical examinations it was observed that the mass was originated from soft tissue and was not metastasized to lungs. Levels of alkaline phosphatase, calcium, lymphocytes and monocytes were find fairly high. At histopathological examination, spindle shape and anaplastic cells was observed. As severe immunoreactions of vimentin and Ki67 were detected in immunohistochemical examination, the mass was diagnosed as fibrosarcoma. The mass was removed totally by surgical interference. Although no chemotherapy was utilized after surgical resection, no recurrence was observed over 8 months. The most serious complication of fibrosarcoma is metastasis to lungs. In this case, the success of surgical treatment though chemotherapy was not applied thought to be due to the absence of metastasis. Keywords: Dog, Fibrosarcoma, Tumor - 184 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Köpekte İdrar Kesesi Taşı: Olgu Sunumu Semih ALTAN 1, Cenk ER 2, Kurtuluş PARLAK 1, Mehmet MADEN 2, Mustafa ARICAN 1 1 2 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, KONYA Bu olgu sunumunun amacı, bir köpekte gözlenen 3,5x4,4 cm boyutunda ve yaklaşık 24 g ağırlığında bir idrar taşının klinik, radyolojik, ultrasonografik ve laboratuvar bulgular ile teşhisi ve tedavisini rapor etmektir. Çalışma materyalini Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Kliniklerine 4 aydan beri kanlı idrar şikâyeti bulunan, melez, 18 aylık erkek bir köpek oluşturdu. Anamnezde köpeğin 1 yaşına kadar ticari yavru köpek maması, son 6 aydan bu yana yetişkin ticari köpek maması ile beslendiği bildirildi. Köpeğin klinik, laboratuvar (hematoloji, serum biyokimyası, idrar analizi), mikrobiyolojik, ultrasonografik ve radyolojik muayeneleri yapıldı. Köpeğin fiziksel muayenesinde, kaudal karın boşluğunda sert bir kitle palpe edildi. Direkt ve endirekt (pneumosistografi) radyografik muayenelerde, idrar kesesi içerisinde radyo-opak serbest bir yapı gözlenirken, ultrasonografik muayenede idrar kesesi içerisinde hiperekojen görünümde olan kitlenin, akustik gölge verdiği tespit edildi. Hematoloji ve serum biyokimyası bulguları normal olan köpeğin idrar analizinde, çok sayıda eritrosit gözlendi. İdrarın mikrobiyolojik analizinde E.coli izole ve identifiye edildi, antibiyogramda, enrofloksasin ve seftriaksona duyarlı olduğu saptandı. Klinik, ultrasonografik ve radyolojik bulgular ışığında olgu, idrar taşı ve alt üriner sistem enfeksiyonu olarak değerlendirildi. Genel anesteziye alınan köpeğin, median laparotomi ile karın boşluğuna ulaşıldıktan sonra, idrar kesesini tamamen kapladığı gözlenen 3,5x4,4 cm, 24 g taş sistotomi ile uzaklaştırıldı. Taşın mikrobiyolojik analizinde bakteriyel üreme gözlenmedi. Postoperatif dönemde köpeğe 14 gün süreyle antibiyotik ve idrar yolu antiseptiği (Enrofloksasin 5 mg/kg, günde 2 kez, IM; Methenamine 250 mg, helmitol 615 mg günde 1 ölçek oral) verildi. Tedavi sonunda, 2 ay sonra yapılan kontrolde, tamamen iyileştiği gözlenen köpeğe diyet önerildi ve düzenli klinik kontroller tavsiye edildi. Büyük çaplı idrar taşı olgularında, birlikte yapılan medikal ve operatif tedavi uygulamalarının başarılı olduğu, nüks olaylarının önlenmesi için köpeklerde idrar taşı oluşumunda, üriner sistem enfeksiyonları, alkali idrar, diyet ve genetik predispozisyon dikkate alınarak, uygun diyet kullanımı ve düzenli klinik kontrollerin yapılması gerektiği kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: İdrar taşı, Köpek, İdrar kesesi, Ultrasonografi, Radyografi - 185 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Dog with Urine Stone: Case Report Semih ALTAN 1, Cenk ER 2, Kurtuluş PARLAK 1, Mehmet MADEN 2, Mustafa ARICAN 1 1 2 University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine, KONYA Aim of this case report that a dog with 3,5x4,4 cm diameter and 24 g weight a urine stone which is diagnosed by clinical, radiological, ultrasonography, and laboratory results and treatment were reported. An 18-month age, male, cross-breed dog with complaining bloody urine for four months, which was obtained in the Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine Clinics, was used as a material. It has been learned by anamnesis that the dog has been feed by commercial junior baby food for age of one year. And, it was supplied market food since the last six months. Clinical, laboratory (hematology, sera biochemistry, urine analysis) microbiology, ultrasonography and radiological examination were done in the dog. A mass was observed caudal abdomen by clinical examination. Direct and indirect (pneumocystography) radiological exam in the urinary bladder was observed radioopaque free a structure. Hyperechogenic structure was given acoustic shadow detected by ultrasonography. Despite, hematology and sera biochemistry was seen normal, but several erytrosit were observed in urine analysis. Microbiological analysis of urine, E.coli isolated and identified. Antibiogram show that enrofloxacin, ceftriaxonesensitive. Clinical, ultrasonographic and radiological data was been considered urine stone and distal urine system infection. After the general anesthesia, abdomen was open by median laparotomy; Stone size and weight 3,5x4,4 cm; 24 g respectively which was completely covered in the bladder was seen and removed by cystotomy. There was not bacterial invasion of the stone by microbiological analysis. During the post-operative period (Enrofloxacin 5 mg/ kg 2 times a day IM; Methenamine 250 mg, Helmitol 615 mg, 1 scale daily) was given for 14 days. At the end of treatment, two months later, fully recovered, and regular clinical controls and diet suggested. Urinary stones in patients with the large diameter, in conjunction with the medical and operative treatment applications were successful. The prevention of recurrent events for urinary stone formation in dogs, Urinary tract infections, alkaline urine diet and genetic predisposition, taking into account the use of proper diet and regular checks should be performed as clinically. Keywords: Urine stone, Dog, Bladder, Ultrasonography, Radiology - 186 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Köpekte Konjenital Fimozis Olgusu ve Cerrahi Tedavisi Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1, Özlem Şengöz ŞİRİN 1 Yusuf Sinan ŞİRİN 1 1 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Konjenital fimozis, yalancı ve gerçek fimozis olarak 2 farklı şekilde görülebilir. Yalancı fimozis, doğum sonrasında penis ile viseral yaprak arasındaki bağlantının çözülmemesi neticesinde şekillenir. Gerçek fimozis ise; ostium preputiale’nin doğuştan küçük olmasıdır. Gerçek fimozis olgusunda idrarın preputiumda birikmesine bağlı olarak balanopostitis şekillenebilir. Bu olgu sunumunda; konjenital olarak nadir gözlenen gerçek fimozis olgusu ve sağaltım sonuçlarının paylaşılması amaçlandı. Olguyu, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine getirilen ve gerçek fimozis tanısı koyulan 3 aylık erkek bir köpek oluşturdu. Mevcut ostium preputiale’nin yaklaşık olarak toplu iğne başı büyüklüğünde olduğu, preputium’da ceviz büyüklüğünde bir şişlik bulunduğu, ürinasyonun basınçlı bir fışkırma tarzında yapılabildiği; ancak dinlenme anında idrarın sürekli damla damla dışarı drene olduğu izlendi. Preputium ucunda morfolojik bakımdan ostium preputiale’ye eş değer yapay bir açıklık oluşturulması düşünüldü. Bu amaçla preputium ucunda dairesel bir ensizyon yapılarak, preputial deri ve mukoza uzaklaştırıldı. Ensizyon hattında preputial deri ve mukoza 3/0 propilen ile dikilerek yapay bir ostium preputiale oluşturuldu. Postoperatif 5 gün süreyle parenteral ve lokal antibiotik uygulaması yapıldı. Postoperatif 10. günde dikişler uzaklaştırıldı. Operatif müdahale ile dairesel parçanın uzaklaştırılması neticesinde, penis ucu ve preputium’da yangı bulguları gözlenmedi. Postoperatif 10. ve 60. günlerde yapılan muayenelerde; hayvanın idrarını rahat yapabildiği, penisin preputium’dan rahat çıkarılabildiği ve yapay açıklığın küçülmeden kaldığı gözlendi. Konjenital fimozis olgularında, idrarın preputium içinde birikmesine bağlı penis ve preputiumda yangı şekillenebilmektedir. Operasyon esnasında böyle bir durumla karşılaşılmadı. Bu durum, preputium içindeki idrarın kendiliğinden damla damla boşalmasına bağlandı. Ayrıca; postoperatif dönemde oluşturulan açıklık küçük kalabilmekte veya ileri dönemlerde yeniden daralma olabilmektedir. Yapılan kontrollerde bahsedilen komplikasyonlarla karşılaşılmadı. Bu durum, yeterli preputial açıklığın oluşturulmasına bağlandı. Anahtar sözcükler: Konjenital Fimozis, Köpek, Sağaltım - 187 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Congenital Phimosis in A Dog and its Surgical Treatment Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Asude Gizem ÖZSOY 1, Özlem Şengöz ŞİRİN 1 Yusuf Sinan ŞİRİN 1 1 Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR Congenital phimosis cases can be seen in two ways as physiologic phimosis and pseudo phimosis. Pseudo phimosis cases are seen as the result of not separated adhesions between penis and visceral leaf. But physiologic phimosis is the congenital narrowing of the preputial orifice. In physiologic phimosis since the leakage of the urine in the prepuce, balanoposthitis can occur. The aim of this report was to share the rarely seen physiologic phimosis case and results of the treatment. The report consisted of a 3 month old male dog whit physiologic phimosis diagnosis which brought to Mehmet Akif Ersoy University Veterinary Faculty Surgery Clinics. Approximately a pinhead sized current ostium preputiale, a nut sized swelling of the prepuce, urination in the style of a pressurized flush but constant drip of urine draining out during rest was found. As a surgical treatment, it was thought to create an opening in the tip of the preputium morphologically similar to ostium preputiale. For this purpose, preputial skin and mucosa removed with a circular incision at prepuce. An artificial preputial orificium was created suturing the skin and mucosa over the incision line with 3/0 propylene. Parenteral and local antibiotic application was made for a period of 5 days postoperatively. Sutures were removed at 10th day postoperatively. As the result of operative removal of the circular part of the penis tip and preputium, signs of inflammation were not observed. Postoperative 10th and 60th day examinations revealed that animal could urinate comfortably, penis could be taken out of the preputium easily, and the size of artificial opening was still wide. Patients with congenital phimosis, due to accumulation of urine in prepuce inflammation may occur of the penis and prepuce. During the operation such a situation was not encountered. This is connected to the spontaneously dropwise discharge of urine in the prepuce. Furthermore; the created opening may be insufficient in the postoperative period or re-narrowing can occur in later periods. Mentioned complications were not encountered during examinations. This is connected to the creation of sufficient preputial opening. Keywords: Congenital Phimosis, Dog, Treatment - 188 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bir Köpekte Tibial Kaynamama’ nın Ulnar Otogreft ile Tedavisi Zihni MUTLU 1, Svetoslav HRISTOV 2, Alper DEMİRUTKU 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul, TÜRKİYE 2 Obedinena Veterinarna Klinika, Varna, BULGARİSTAN Bu çalışmayı sağ tibiyasında 40 mm’ lik kısalık olan 6 yaşında erkek melez bir köpek oluşturdu. Bu köpekte, daha önce intramedüler pin uygulaması ile başarı elde edilemeyen, spiral orta diafiz kırığı mevcuttu. Kırık daha sonra, modifiye hibrid fixator kullanarak tibial kemik transportu ve spongioz kemik grefti ile onarıldı. Sonunda kemik iyileşmesi sağlanamadı. Ayağın kurtarılması için son çare olarak ulnadan kortikal segmental otogreft kullanılması düşünüldü. Üç halka ve üç rod’ tan dizayn edilen İlizarov aparatı proksimal ve distal fragmentlere tutturuldu. Ulnadan rezeke edilen parça fragmentler arasına yerleştirildi ve K-telleri ile medial halkaya stabilizasyonu yapıldı. Sağ humerusun proksimal bölümünden elde edilen spongioz kemik grefti nakledilen ulnar segmentin proksimal ve distal uçlarına uygulandı. Operasyon sırasında fibula kırığı iyileşmiş olduğundan, greft olarak kullanılan ulna üzerine kompresyon uygulanamadı. Radyografiler operasyondan hemen sonra ve her 3 hafta’ da bir alındı. Operasyondan birkaç gün sonra köpek ayağını kullanmaya başladı. Kırık iyileşmesinde geçikme olduğu için 3 ay sonra spongioz kemik greftleme işlemi tekrarlandı. Greft materyali (ulna) ile kalan kemik (tibia) arasında kemiğin kaynaması 7 ay içerisinde tamamlandı. Anahtar sözcükler: Nonunion, Tibia, Otogreft, Köpek - 189 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Treatment of A Tibial Nonunion with Ulnar Autograft in A dog Zihni MUTLU 1, Svetoslav HRISTOV 2, Alper DEMİRUTKU 1 1 2 Istanbul University Veterinary Faculty Surgery Department, Istanbul, TURKEY OBK Small Animal Privet Clinic, Varna, BULGARİA A six years old male crossbreed dog was presented to us with 40 mm length deficit of his right tibia. The dog had a spiral mid-diaphyseal tibial fracture, unsuccessfully primary treated by single intramedullary pin. The fracture has been repaired further by external skeletal fixation and cancellous bone grafts, and tibial bone transport using modified hybrid frame. Bone healing was not achieved in the end. Cortical segmental autograft from the ulna was considered as a last option to safe the leg. Assembled Ilizarov apparatus consisting of three carbon fiber rings and three rods was further attached to the proximal and distal fragments. Resected part of the ulna was then inserted between the fragments and stabilized by two k-wires to the medium ring. Cancellous bone graft obtained from the proximal part of the right humerus was then packed on the proximal and distal part of the ulnar segment. As the fibula was healed during this surgery, compression over the ulnar graft was not applied. Radiographs were taken immediately after the surgery and every three weeks after that. The dog was using the leg a few days after the surgery. Delayed cancellous bone grafting procedure was done three months later. Bone union between the graft and the rest of the bone was achieved in seven months. Keywords: Nonunion, Tibia, Autofgaft, Dog - 190 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Farklı Hayvan Türlerinden Elde Edilen Mezenkimal Kök Hücrelerin (Mkh) İzolasyonu ve Farklılaşması ve Özel Oluşturulmuş Doku İskelesinde Mezenkimal Kök Hücrelerin Değerlendirilmesi: Ön Çalışma Raporu İrem Gül SANCAK 1, Nora HILD 2, Sabine KOCH 3, Jan KUEMMERLE 3, Ladina ETTINGER 3, Matteo L. ABACHERLI 2, Wendelin J.STARK 2, Brigitte VON RECHENBERG 3 Ankara Universitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Ankara, TURKİYE ETH Institute for Chemical and Bioengineering Department of Chemistry and Applied Biosciences, Zurich- SWITZERLAND 3 Equine Hospital, Vetsuisse Faculty Competence Center for Applied Biotechnology and Molecular Medicine (CABMM), Zurich, SWITZERLAND 1 2 Bu çalışmanın amacı farklı hayvan türlerinden elde edilen kemik iliği kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin (MKH) izolasyonu ve farklılaşmasının gösterilmesi ile bu hücrelerin özel olarak hazırlanan doku iskelesine uyumunun ortaya konulmasıdır. Koyunlara ait MKH erkek koyunun kemik iliğinden ata ait MKH ise erkek atın kaburgasından elde edilmiş ve fötal sığır serumu ve antibiyotikler eklenerek zenginleştirilmiş “Dulbeko modifiye eagle medium” (DMEM) içine konulmuştur. Hücre yüzey antijenleri “flow cytometry” kullanılarak belirlenmiştir. Pasaj-3 at ve koyun MKH kültürleri hücrenin osteojenik, kondrojenik ve adipojenik farklılaşma potansiyelini incelemek için uygun eklentiler kullanılarak muamele edilmiştir. Osteojenik ve adipojenik farklılaşma uygun bir besi yerinde, 12 hazneli kültür plakası içinde, kondrojenik farklılaştırma ise “mikro mass” kültür ortamında gerçekleştirilmiştir. Koyun ve ata ait işaretlenmiş 3. pasaj MSCs hücreleri invitro ortamda üç boyutlu elektro-eğirme yöntemi ile elde edilen gözenekli doku iskelesi (poli-laktik-co-glikolik asit) üzerinde kültürü yapılmışır. Saflaştırılan ve kültürü yapılan MKH‘ler PKH 26 ya da PKH 67 floresan boyaları kullanılarak işaretlenmiştir. PKH 26 ile işaretlenmiş MKH’ler silindirik doku iskelesinin bir tarafına PKH 67 ile işaretlenmiş MKH’ler ise diğer tarafına ekilmiştir. MKH’lerin doku iskelesine ekimini takip eden dört haftanın sonunda histokimyasal analizleri gerçekleştirmek için doku iskelesi alınmıştır. Koyunlardan elde edilen MKH‘ler atlardan elde edilen MKH’ler ile karşılaştırılmasında atlardan elde edilen MKH’lerin daha dayanıklı oldukları, ortamda oluşan CO2 ve ısı değişimlerine karşı da daha kararlı bir yapı gösterdikleri belirlenmiştir. Hem koyun hem de atlardan elde edilen MKH’lerin 3-boyutlu doku iskelesine başarılı bir şekilde uyum sağladığı gözlemlenmiştir. Üç-boyutlu doku iskelesinde bulunan MKH’lerin PKH 26 ve PKH 67 ile işaretlenmesinin hücrelerin canlılığını etkilemeden kullanılabilecek ve hücrelerin takibini sağlayabilecek faydalı bir boyama yöntemi olduğu belirlenmiştir. Mevcut çalışma da, kemik iliği kaynaklı at ve koyun MKH’lerinin tripotent farklılaşma kapasitesi gösterdikleri, uygun kültür ortamında hızlı büyüme eğiliminde oldukları ve 3-boyutlu doku iskelesine uyum gösterme kapasitelerinin bulunduğu belirlenmiştir. Anahtar sözcükler: Mezenkimal kök hücre, Kondrogenez, Doku mühendisliği, Koyun, At - 191 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Isolation and Differentiation of Mesenchymal Stem Cells (Mscs) in Different Species and Evaluation of the Mesenchymal Stem Cells in a Custom Made Scaffold Model: Preliminary Report İrem Gül SANCAK 1, Nora HILD 2, Sabine KOCH 3, Jan KUEMMERLE 3, Ladina ETTINGER 3, Matteo L. ABACHERLI 2, Wendelin J.STARK 2, Brigitte VON RECHENBERG 3 Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, Ankara, TURKIYE ETH Institute for Chemical and Bioengineering Department of Chemistry and Applied Biosciences, Zurich, SWITZERLAND 3 Equine Hospital, Vetsuisse Faculty Competence Center for Applied Biotechnology and Molecular Medicine (CABMM), Zurich, SWITZERLAND 1 2 The purpose of this study has been to determine the isolation and differentiation of bone-marrow derived mesenchymal stem cells (MSCs) from animal species and also demonstrating the integration of cells in a custom made scaffold model. Sheep MSCs and equine MSCs were isolated from the bone marrow and sternal marrow, respectively. Isolated MSCs were expanded in Dulbecco modified eagle medium (DMEM) enriched with foetal bovine serum and antimicrobials. Expression of cell surface antigens was investigated by using a flow cytometry. Passage-3 equine and sheep MSC cultures were treated with supplements in order to examine the cell‘s osteogenic, chondrogenic and adipogenic differentiation potential. Adipogenic and osteogenic differentiation was carried out in 12 well plates with an appropriate media while chondrogenic differentiation was approved with the use of micro mass culture. Third passage of both sheep and horse labelled MSCs were then grown on a three dimensional electrospun, porous scaffold of poly (lactic-co-glycolic acid) in vitro. MSCs that were purified and expanded were labelled with a fluorescent dye either PKH26 or PKH67. While, PKH26 labelled MSCs were seeded on one side of the cylindrical scaffold, PKH67 labelled MSCs were seeded on the other side of the scaffold. The scaffolds were removed for histochemical analysis, after following the period of four weeks of seeding the MSCs into the scaffolds. Comparing the MSCs obtained from horse were found more durable and display more stable conduct under various changes in the CO2 and temperature than sheep origin MSCs. Integration of both the sheep and horse MSCs into the 3-D scaffold was considered successful. Use of a PKH26 and PKH67 labelling of MSCs in a 3-D scaffold was found to be a useful tool for following the cells without affecting their viability. Present study determines that marrow derived equine and sheep MSCs are capable of possessing the tripotent differentiation capacity with a rapid growth rate in appropriate culture conditions and having the capacity to integrate into the 3-D scaffold. Keywords: Mesenchymal stem cell, Chondrogenesis, Tissue engineering, Sheep, Horse - 192 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Karpal Palmar Ganglion Kisti Mustafa AKTAŞ 1, Ebru ERAVCI 1, Alper DEMİRUTKU 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Ganglion kistleri daha çok eklem ve tendo kılıflarına yakın bölgelerde şekillenen içi müsinöz sıvı ile dolu şişkinliklerdir. İnsanlar ile karşılaştırıldığında hayvanlarda oldukça nadir gözlenmektedir. Ganglion kistlerinin oluşum nedeni henüz belirsiz olmasına rağmen, travma neden olabilecek unsurlar arasında gösterilmektedir. Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Eğitim ve Uygulama Hastanesi Cerrahi Kliniği’ne sol ön bacakta topallama şikayeti ile getirilen 2 yaşlı, erkek, Golden Retiever ırkı bir köpek oluşturdu. Yapılan klinik muayenede karpal bölgenin pasif hareketlerinde ağrı tespit edildi ve eklem hareketliliğinin normal olduğu saptandı. Hastanın sol karpal bölge, aksiyal ve koronal planda, Fat-sat T2, T1, SE T1 ağırlıklı kesitlerde alınan manyetik rezonans görüntülerinde, radyokarpal eklem düzeyinde, palmar yüzde, yaklaşık 13×8 mm boyutunda ganglion kisti izlendi. Nonsteroid antiinflamatuvar uygulaması ile birlikte 3 hafta cebireli bandaj, karpal eklemin hareketsizliğini sağlamak amaçlı uygulandı. 2 aylık takip sonrası köpekte ağrının kaybolduğu ve ganglion kistinin bu konservatif tedavi ile gerilediği izlendi. Bu çalışmada hayvanlarda nadir gözlendiği bildirilen, Golden Retriever ırkı bir köpekte rastladığımız karpal ganglion kisti olgusunu meslek pratiğine aktarmayı amaçladık. Anahtar sözcükler: Ganglion kisti, Köpek, Manyetik rezonans görüntüleme - 193 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of the Carpal Ganglion Cyst in A Golden Retriever Breed Dog Mustafa AKTAŞ 1, Ebru ERAVCI 1, Alper DEMİRUTKU 1 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ISTANBUL Ganglion cysts containing mucinous fluid arise from various sites but usually are in close proximity to joints and tendon sheaths. These lesions are extremely rare in animals in comparison to their occurrence in human beings. Although the etiology of ganglion cyst is still obscure, trauma has been suggested as one of the inciting factors. In this case report, a two years old of Golden Retriever, male dog which has been brought to Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine Istanbul University with left forelimb lameness has been presented. Clinical examination revealed that mild pain through extreme ranges of motion of the carpal region with normal motion of the joint. On magnetic resonance images that were obtained as Fat-Sat, T2 ,T1, SE T1 weighted in axial, coronal sections, a ganglion cyst in size 13×8 mm was found in carpal palmar region. A splint was applied for 3 weeks for carpal immobilization with nonsterodial antiinflammatory drug. At 2 months follow-up, pain had disappeared and the cyst reduced in size spontaneously by conservative treatment. In this study, a carpal ganglion cyst which is rare in animals, in a Golden Retriever breed dog, aimd to give information about case to veterinary practise. Keywords: Ganglion cyst, Dog, Magnetic resonance imaging - 194 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Golden Retriever Irkı Bir Köpekte Midede Yabancı Cisim Olgusu: Vaka Sunumu Muharrem EROL 1, Ebru GÖKŞAHİN 1, Yağmur GÜLDEN 1, Hüseyin ERDEM ¹, Hanifi EROL 2 1 2 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS Bu olgu sunumunda Golden Retriever ırkı bir köpekte karşılaşılan midede yabancı cisim olgusunun klinik, radyolojik ve operatif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Olgu sunumunun materyalini S.Ü. Veteriner Fakültesi kliniklerine getirilen,Golden Retriever ırkı, 3 yaşında,erkek bir köpek oluşturdu. Kusma şikâyeti ile Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalına getirilen köpeğin alınan anemnez bilgilerinde hastanın bir gün önce dolaşmak için dışarı çıkarıldığında içerisinde cam kırıklarının bulunduğu gıdayı tükettiği öğrenilmiştir. Gıda alımından sonra köpekte birkaç defa kusma gözlenmiş ve içerikte küçük cam kırıkları görülmüştür. Midede yabancı cisim şüphesi ile Cerrahi Kliniğine sevk edilmiştir. Radyolojik muayenesi yapılan köpekte midede radyoopak yabancı cisim görülmüş ve operasyona karar verilmiştir. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra köpekpropofolindüksiyonu(5 mg/ kg IV, FreseniusKabi%1) ile anesteziye alındı ve anestezi %2’likIsofluran ile idame ettirildi. Laparotomi ve gastrotomi yapılan köpeğin midesinden yaklaşık 8 cm büyüklüğünde cam parçası çıkartılmıştır. Midede başka yabancı cisime rastlanılmamış ve operasyon rutin olarak sonlandırılmıştır. Postoperatif sıvı ve antibiyotik tedavisi uygulandı. Köpeklerde midede yabancı cisimlere sıklıkla rastlanılmaktadır. Ancak daha çok sindirilmemiş gıda ve lastik top benzeri yabancı cisimlerle karşılaşılmaktadır. Kliniklerimizde ilk defa karşılaştığımız midede cam olgusunun değerlendirilmesinin klinik pratiğe katkısı olacağı kanaatindeyiz. Anahtar sözcükler: Köpek, Cam, Yabancı cisim - 195 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Foreign Body Case in the Ventriculus of A Golden Retriever Dog: Case Report Muharrem EROL 1, Ebru GÖKŞAHİN 1, Yağmur GÜLDEN 1, Hüseyin ERDEM ¹, Hanifi EROL 2 1 2 Selçuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SIVAS The aim of this case report is clinical, radiological and operational evaluations of the foreign body case in the ventriculus of a Golden Retriever dog. Material of the case report was a male, 3 years old Golden Retriever dog, which has delivered to clinics of S.U. Faculty of Veterinary Medicine after fulfilling anamnesis of the dog which has delivered to S.U. Faculty of Veterinary Medicine clinic of the Department of Internal Medicine with complaints of vomiting, it was then understood that the patient has gone to wander a day ago and supposedly eaten a food which contains shards of glass. After the consumption of supposed food, vomiting was observed several times and small shards of glass were spotted in vomit. Therefore, the patient was transferred to the clinic of Department of Surgery with the complaint of a foreign body case in the ventriculus. Radio-opaque bodies were spotted in the ventriculus of the patient after the radiological diagnosis and concluded on the necessity of operation. After fulfilling the common surgical preparations the patient was anesthetized using propofol induction (5 mg/kg IV, Fresenius Kabi 1%) and anesthesia maintained using isoflurane 2%. A shard of glass in size of approximately 8 cm was removed from the ventriculus of the patient after laparotomy and gastrostomy. No other foreign bodies were spotted, and the operation was finished as normal. Postoperative liquid and antibiotic therapies were applied. It is frequent to observe foreign bodies among dogs. However, in these cases mostly indigested food and rubber ball like foreign bodies are happened to be found. It is our conclusion that the evaluations of shards of glass in the ventriculus which was the first case in our clinics would be beneficial to clinical expertise. Keywords: Dog, Glass, Foreign body - 196 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Holstein Irkı Bir İnekte Karşılaşılan Erken Dönem Fötal Maserasyon Olgusu Hasan ORAL 1 Mushap KURU 1 Semra KAYA 1 1 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, KARS Yavrunun maserasyonu bütün çiftlik hayvanlarında görülse de ineklerde görülme sıklığı daha fazladır ve gebeliğin hemen hemen her döneminde görülür. Gebeliğin üçüncü ayından itibaren şekillenen fötal maserasyon olgularında çoğunlukla yavru bakteriyel yıkımlanmaya uğrar ve serviks bir miktar açık konumdadır. Çoğu maseratio feti olgusunda vaginadan mukopurulent bir akıntı gelir, ayrıca operasyon sırasında uterustan yavruya ait kemik parçaları çıkarılabilmektedir. Bu tür olgularda, başarılı bir sağaltım şekli olmamakla birlikte, prostaglandinler ve östrojen uygulamaları denenebilir. Bunun yanında cerrahi müdahale ile kemiklerin uterustan temizleme girişiminde de bulunulabilir. Prognoz iyi olmamakla birlikte gebe kalma oranı da düşüktür. Bu olgu sunumunda, bir inekte şekillenen erken dönem maseratio feti olgusu ve operatif sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır. Olguyu, doğum zamanının yaklaşması nedeniyle Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Jinekoloji Kliniğine getirilen torsiyo uterili 5 yaşlı Holstein ırkı bir inek oluşturmuştur. Yapılan rektal muayenede yavruya ait canlılık belirtileri saptanamamış, uterusta krepitasyon ile beraber uterus duvarında kalınlaşma ve vaginal muayenede ise serviksin kapalı olduğu belirlenmiştir. Sonrasında sezaryen operasyonuna karar verilmiştir. Uterus açıldığında yavruya ait çoğu yumuşak dokuların neredeyse tamamen eridiği ve yapışkan bir hal aldığı gözlenmiştir. Yavruya ait kemikler, tırnaklar ile bazı yumuşak doku ve organlar (kısmi olarak yüz kasları, akciğer ve böbrekler) operasyon sırasında gözlenmiş ve uterustan çıkarılmıştır. Sonuç olarak olgu, rapor edilen literatürlerin aksine sürecini tamamlamamış olup, erken dönem maseratio feti olarak tanımlanmıştır. Anahtar sözcükler: Fötüs maserasyonu, Holstein, İnek - 197 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Early Fetal Maceration Encountered in A Holstein Cow Hasan ORAL 1 Mushap KURU 1 Semra KAYA 1 1 Obstetrics and Gynaecology Department, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS Maceration of the fetus is more than all the farm animals and, although the incidence of pregnancy in cows is seen in almost every period. Three mounth of pregnancy mostly in cases of fetal maceration onwards shaped a little baby and the cervix undergoes bacterial termination open position. Comes in a discharge from the vagina in cases mukopurulent most maseratio feti, also belonging to offspring during the operation, the uterus can be removed bone fragments. In such cases, although not a successful form of treatment, prostaglandins, and estrogen application may be tried. In addition, there is an attempt to clean the uterus surgically removed bones. The prognosis is not good and the conception rate is low. This case report describes a case of a cow shaped fetal maseration and operative results are presented in the early period. A five-year-old Holstein cow that due to the approach of time to be born was referred to the Clinic of Obstetrics and Gynaecology Department, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas.Undetected signs of vitality of the offspring and uterine tortion by rectal examination, the uterus and vaginal examination, crepitus in the cervix with the uterus wall thickening were closed. After the cesarean operation was decided. Most of the soft tissues of the uterus is opened puppies become almost completely melted and sticky all the categories. Offspring of the bones, nails and some soft tissue and organs (as a partial facial muscles, lungs and kidneys), and the uterus was observed during the operation. As a result, cases are reported in the literature have not completed the process of contrast, defined as early maseratio feti. Keywords: Fetal maceration, Holstein, Cow - 198 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Holştein Irkı Üç İnekte Sekum Dilatasyonu, Dislokasyonu ve Torsiyonu Olgusu Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Nuri ALTUĞ 2 1 2 Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, HATAY Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, HATAY Bu çalışmanın materyalini doğumdan sonraki ilk ayda ani iştahsızlık, huzursuzluk, süt veriminde düşme ve zayıflama şikâyeti ile fakülte kliniğine getirilen 5 (I.olgu), 7 (II. olgu) ve 8 (III. Olgu) yaşlı üç holstein inek oluşturdu. Hayvanlara serbest veteriner hekimlerce daha önce medikal tedavi uygulandığı ancak herhangi bir düzelme olmadığı bildirildi. Klinik muayenede sağ açlık çukurluğunda II ve III nolu olgularda şişkinlik olduğu halde, I nolu olguda şişkinliğe rastlanmadı. Üç olguda da ruminasyon ve dışkılama yoktu, fakat I nolu olguda katran görünümlü yapışkan bir akıntı gözlendi. Olgu I ve III’de sancı semptomları gözlendi. Tüm olgularda dehidrasyon gözlendi ve oskultoperküsyonda ping sesi alındı. Tüm olgularda operasyon öncesi serum Na, K, Cl, Ca ve P düzeylerinde azalma, kreatinin düzeylerinde ise artış saptandı. Serum Fe düzeylerinin ise özellikle olgu I’de diğer olgulara ve referans değerlere göre düşük olduğu saptandı. Olgulara kesin tanı ve tedavi amacıyla sağ fossa paralumbalisten deneysel laparatomi yapıldı. Laparatomi ile sekum dilatasyonu, dislokasyonu ve torsiyonu tanısı konuldu. Laparatomilerde; birinci olguda; periton açıldığında üzeri mezenteriumla kaplı, gaz ve içerik ile şişkin sekum apexinin pelvis boşluğunun kranio-dorsaline yönelmesi ile karakterize sekum dilatasyonu, dislokasyonu ve 180 derece sağa torsiyon (III.Tip) görüldü. İkinci olguda sekumun gaz ile şişkin ve üzerinde mezenteriumun olmadığı sekum dilatasyonu, dislokasyonu (I. Tip) ve sol tarafa torsiyon saptandı. Üçüncü olguda (Tip I) mezenteriumla örtülü sekumun bol içerikli dilatasyonu ile birlikte sol tarafa torsiyonu, sekum apeksinin kraniale, konveksitesinin ise ventrale doğru yöneldiği görüldü. Üç olguda da ileo-seko-kolik torsiyon bölgesinde mezenteriumların nekroze olduğu, fakat sadece I. ve II. olguda nekrotik bölgede perforasyon görüldü. Sekum içeriği boşaltıldı, torsiyonlar düzeltildi ve perfore nekrotik bölgeler rezeke edilerek dikildi. İki ve üç nolu olgular iyileşti, bir nolu olgu ise postoperatif kesime gönderildi. Sonuç olarak; sekum dilatasyonu, dislokasyonu ve torsiyonu olgularında klinik ve laboratuar bulguları göz önünde bulundurularak medikal veya cerrahi tedavi önceliğinin iyi belirlenmesi gerektiği, dehidrasyon, gastrointestinal kanama ve anemi bulguları gözlenen olgularda azalan demir düzeylerinin prognostik bir gösterge olabileceği kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Sekum, Dilatasyon, Dislokasyon, Torsiyon, İnek - 199 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Cases of Cecal Dilatation-Dislocation and Torsion in Three Holstein Cows Cafer Tayer İŞLER 1, Muhammed Enes ALTUĞ 1, Nuri ALTUĞ 2 1 2 Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, HATAY Mustafa Kemal University, Veterinary Faculty, Department of Internal Medicine, HATAY The material of the present study were consist of three holstein cows brought to faculty clinics with complaint of anorexia, restlessness, weight loss and decreased milk production. All cows became ill in the first month after birth, and 5 (first case), 7 (second case) and 8 (third case) years of age, respectively. It was reported that the medical treatments of animals were made earlier by local veterinarians, but they were no improvement. Clinical examination in cases II and III revealed a swelling of right flank, but it was not seen in the first case. There was no rumination and defecation in all cases. However, a stickytar-looking discharge was observed in the first case. Colic symptoms were observed in cases I and III. Dehydration was observed in all cases. Simultaneous auscultation and percussion examinations revealed ping sounds in right abdomen in all cases. Preoperative serum Na, K, Cl, Ca and P levels decreased in all cases, while creatinine levels increased. In the first case, serum levels of Fe was significantly lower than the reference values and other cases. For definitive diagnosis and treatment was applied to experimental laporatomy of the right paralumbar fossa in all cases. Cecal dilatation-dislocation and torsion was diagnosed by laparotomy. Laparotomies; the first case; with the opening of peritoneum was seen cecal dilatation-dislocation with characterized by turn to cranio-dorsal of pelvic cavity of cecum apex (swollen with gas and content) covered with mesenterium and 180 degrees to the right torsion (type III). In the second case, the left side torsion of cecum and cecal dilatation-dislocation (type I) with characterized by gas-inflated and uncoated with mesenterium of cecum was detected. The third case (type I), torsion on the left side of cecum by covered mesenterium together with the dilatation with abundant content, headed to ventral of convexity and cranial of cecum apex were seen. In three cases were also found necrosis of mesenterium in the region of ileo-seco-colic torsion. However, perforation of the necrotic area was seen in only the first and second cases. Cecal contents have been emptied, the torsions were corrected, and the perforated necrotic areas were resected and sutured. Second and third cases recovered. But, first case was sent to slaughter after post-operative period. As a result, taken into consideration the clinical and laboratory findings in cases with cecal dilatation, dislocation and torsion, the priority of the best medical or surgical treatment should be determined according to these findings. In addition, it is concluded that reduced iron levels may be a prognostic indicator observed in cases with dehydration, gastrointestinal bleeding and anemia symptoms. Keywords: Cecal, Dilatation, Dislocation, Torsion, Cow - 200 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İki Buzağıda Abomazo-Umbilikal Fistül Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1, Göksen ÇEÇEN 1, M. Barış AKGÜL 1, O. Sacit GÖRGÜL 1 1 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA Abomazum fistülü tanısı konulan iki olguyu incelemek, klinik, ultrasonografik ve operatif bulgular açısından değerlendirmek ve ultrasonografik muayenenin tanıya katkısını incelemek çalışmanın amacını oluşturdu. Göbek bölgesinde şişkinlik ve yara şikâyeti ile bir Holstein ırkı, 3 aylık, erkek ve bir de Simental ırkı, 2.5 aylık, erkek iki adet buzağı Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniğine getirildi. Hastalardan birinde göbek bölgesinde yara diğerinde ise üzerinde yara bulunan bir şişkinlik olduğu saptandı ve alınan anamnezde almış oldukları gıdaların buralardan dışarıya aktığı bildirildi. Yapılan ultrasonografik muayene ile her iki olguda lezyonun abomazum ile ilişkili olduğu tespit edildi. Dışarı açılan kısımdan abomazuma kadar ultrasonografik olarak fistül kanalı takip edildi. Her iki hastada da abomazum ile göbek bölgesindeki geçiş doğrulandı ve operatif olarak abomazum ile deri arasındaki fistül kanalı uzaklaştırıldı. Abomazum lümenli organ dikişleri ve abdomen katmanları usulüne uygun olarak kapatıldı. Postoperatif olarak her hangi bir komplikasyon ile karşılaşılmadı ve her iki olgunun da tamamen iyileştiği gözlendi. Her iki olguda abomazum fistülü ile ilişkili ve bölgedeki yumuşak doku detaylarının değerlendirilmesi açısından ultrasonografik muayenenin tanıya yardımcı olduğu saptandı. Anahtar sözcükler: Buzağı, Abomazo-umbilikal fistül, Ultrasonografi - 201 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Abomaso-Umbilical Fistula in Two Calves Nureddin ÇELİMLİ 1, Hakan SALCI 1, Göksen ÇEÇEN 1, M. Barış AKGÜL 1, O. Sacit GÖRGÜL 1 1 Uludag University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURSA To investigate two calves with abomasal fistula, to evaluate of clinic, ultrasonographic and operative findings and to investigate the diagnostic yield of the ultrasonographic examination were aimed. Three-month-old, male, Holstein Frisian and 2.5-month-old, male, Simmental calves were presented with wound and mass with wound on the umbilical region. The milk or food given to the calf had oozed from the wound. The fistula canal which was going to abomasum was determined by ultrasonographic examination. Fistula canal could be easily followed by ultrasound. Abomasum was followed ultrasonographically until to the mass and the connection between abomasum and the mass was confirmed. A fibrotic fistulous tract connecting the abomasal lumen was identified. Patients were operated. Abomasum borders were dissected from the periton and abdominal wall. The degenerative tissues of the abomasum were removed; abomasum and abdomen were closed routinely. There were no complications and problems related to abomasal fistula operations in control examinations. Both of the patients completely recovered and returned to healthy condition. Via ultrasonography, fistula tract and related organ that abomasum was detected in these cases. Ultrasonography is a useful tool for the diagnosis of the fistula tract and detection of related organs. Keywords: Claf, Abomaso-umbilical fistula, Ultrasonography - 202 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İki Buzağıda Karşılaşılan Ektopik Böbrek Olgusu Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2, Mete CİHAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 1 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Pataloji Anabilim Dalı, KARS Bu bildiride iki buzağıda karşılaşılan ektopik böbrek olgusunun klinik, radyolojik ve histopatolojik olarak tanısı ve operatif sağaltım sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır. Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine getirilen buzağılardan ilkini kuyruk yokluğu ve arcus ischiadicus düzeyinde bir kitle nedeniyle getirilen montofon ırkı, 1 günlük dişi bir buzağı oluşturdu. Diğer olguyu ise simental ırkı, dişi 1 aylık bir buzağı oluşturdu. Klinik muayenede ilkinde olduğu gibi perineal bölgede bir şişkinlik şikayeti vardı. Her iki olguda da kitleler total olarak ekstirpe edildikten sonra histopatalojik olarak değerlendirildi ve ektopik böbrek olarak belirlendi. İlk olgu bir hafta sonunda öldü ve yapılan otopsisinde kolon agenezisi saptandı. Diğer olgunun ise postoperatif 6. ayında sorunsuz bir şekilde yaşamına devam ettiği tespit edildi. Sonuç olarak yapılan literatür taramalarında ektopik böbrek olgularının perineal bölgede lokalize olduğuna dair kayıt bulunmamıştır. Bu yönüyle bakıldığında orijinal olarak görülen olguların literatüre katkı sağlayacağı söylenebilir. Anahtar sözcükler: Ektopik böbrek, Buzağı - 203 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Case of Ectopic Kidney in Two Calves Sadık YAYLA 1, Engin KILIÇ 1, Enver BEYTUT 2, Mete CİHAN 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 1 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS The purpose of this paper is to present the results of clinical, radiological and histopathological diagnosis and surgical treatment of ectopic kidney encountered in two calves. The first was a one-day-old female Montafon calf brought to the Kafkas University School of Veterinary Medicine Surgical Clinic because of a mass at the arcus ischiadicus and the fact that its tail was malformed. The other case was a one-month-old female Simmental calf. It had swelling in the same area. After the masses were completely extirpated in both cases, they were evaluated histopathologically and ectopic kidney was identified. The first calf died one week later and colon agenesis was identified in the autopsy. The other calf was determined to be alive and well six months after the surgery. In conclusion, no record was found of ectopic kidney cases in the perineal region during the literature review. When viewed in this light, these original cases could be seen as a contribution to the literature. Keywords: Ectopic kidney, Calf - 204 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İki Köpekte Karşılaşılan Bilateral Malign Seminom Olgusu İbrahim AKIN 1, Hamdi AVCI, Ali GÜLAYDIN 1, Ali BELGE 1, Rahime YAYINGÜL 1 1 Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, AYDIN Bu çalışmada iki köpekte karşılaşılan bilateral malign diffuz seminoma olgularının klinik ve patolojik bulguları değerlendirildi. Birinci olguyu 12 yaşlı, erkek, 26 kg ağırlığında melez köpek oluşturdu. Klinik muayenede arka bacaklarının üzerinde zor durduğu, yürümek istemediği gözlendi. Skrotum oldukça hacimli, yumuşak kıvamlı idi, funiculus spermaticuslar ve testisler palpe edilebiliyordu, ağrı yoktu. Skrotumun üzerinde yer yer küçük ülseratif alanlar saptandı. Lenf yumruları normal büyüklükte idi. Kan muayenesinde hafif şiddette bir anemiye eşlik eden monositoz olduğu saptandı. İkinci olguyu 14 yaşlı, erkek, 24 kg ağırlığında melez köpek oluşturdu. Yapılan klinik muayenede skrotumun sağ yarımında sol ile karşılaştırıldığında belirgin olarak hacim artışı gözlendi. Palpasyonda hacimli, katı - sert kıvamlı testisler ile funiculus spermaticuslar palpe edilebiliyordu, ağrı yoktu. Köpek normal yürüyebiliyordu. Skrotumun üzerinde herhangi bir lezyon saptanmadı. Lenf yumruları normal büyüklükte idi. Kan muayenesinde tüm parametreler normal sınırlar içerisinde idi. Her iki olgunun lam aglütinasyon testinde brusella negatif olarak belirlendi. Ultrasonografik ve radyolojik kontrollerde hayvanların abdomen ve toraks bölgesinde herhangi bir patolojik bulguya rastlanmadı. Yapılan klinik, radyolojik ve laboratuvar muayeneleri sonucu birinci olguda testislerle birlikte skrotal kitlenin, ikinci olguda testislerin uzaklaştırılmasına karar verildi. Sonuç olarak, uzun bir gelişim sürecine karşın metastaz yapmayan bilateral malign seminom olgularının klinik ve histopatolojik bulgularının yanı sıra sorunsuz postoperatif iyileşme, ilginç bulunarak paylaşılması uygun görüldü. Anahtar sözcükler: Köpek, Bilateral malign seminoma - 205 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Cases of Bilateral Malignant Diffuse Seminoma in Two Dogs İbrahim AKIN 1, Hamdi AVCI, Ali GÜLAYDIN 1, Ali BELGE 1, Rahime YAYINGÜL 1 1 Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, AYDIN The aim of this report was to describe clinical course and histopathological evaluation results in bilateral malignant diffuse seminoma cases in two dogs and which was associated with scrotum oedema in one. First case was a cross-breed male dog at the age of 12, weighing 26 kg. In clinical examination, dog was unable to step on hind legs and did not want to walk. Scrotum was quite large (Figure 1A) and had a soft consistency, funicular spermaticus and testis could be palpated without pain. Scattered ulcerative areas on scrotum were inspected. Lymph nodes were at normal size. According to the blood examination, monocytosis accompanying a mild anemia was detected in the dog. Second case was a 14 year old croos-breed dog, weighing 24 kg. In clinical examination, marked increase of volume was observed in the right half of scrotum. Testis with large volume and at hard consistency and funiculus spermaticus were palpated with no pain. Dog was able to walk normally. There was no lesion on scrotum. Lymph nodes were at normal size. In the examination of blood, all parameters were within the normal range. Brucella was found to be negative in the agglutination tests of both cases. In ultrasonographic and radiological controls, no pathological finding was observed in the abdomen and thorax regions. In view of clinical, radiological and laboratory examinations, in the first case, it was decided to remove scrotal tissue together with testis, and in the second case testis. In conclusion, bilateral seminoma cases that do not metastasize in spite of long development process, were found worthy of being reported and their clinical and histopathological findings were evaluated and uncomplicated postoperative healing stressed. Keywords: Dog, Bilateral malignant seminoma - 206 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS İneklerde Abomasum Deplasmanı Operasyonlarında Ksilazin-lidokain veya Deksmedetomidin-lidokain Karışımları ile Gerçekleştirilen Epidural Anestezinin Klinik Etkinliklerinin Karşılaştırılması * Y. Sinan ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 1 Sırrı AVKİ 1 * 0105-NAP-10 no’lu projenin ön çalışma sonuçları 1 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Çalışmada, ayakta abomasum deplasmanı operasyonu uygulanan ineklerde, modifiye dorsolumbar epidural anestezi ile her ikisi de α2-agonisti olan ksilazin ve deksmedetomidin’in etkinliklerinin karşılaştırılması amaçlandı. Diğer lokal anestezi yöntemlerine göre daha az ilaç sarfiyatı, daha etkili preemptif analjezi ile uzun süreli ve yeterli analjezinin sağlanabileceği düşünüldü. Çalışmada iki grup oluşturuldu (n=8). Birinci gruptaki ineklerin epidural anestezisi xylazin-lidokain hidroklorid kombinasyonu, ikinci gruptakilerin ise deksmedetomidinlidokain hidroklorid kombinasyonu ile gerçekleştirildi. Abomasum deplasmanı operasyonuna alınan ineklerin preoperatif rektal ısı, nabız, solunum sayısı, ruminasyon sayısı kaydedildi. İlk interlumbar aralıktan, 18 G Touhy iğnesi ile orta hattan negatif basınç yöntemiyle epidural boşluğa girildi. Daha sonra epidural yağ dokusunun geçilebilmesi için iğne 7-10 mm daha ilerletilerek, epidural kateter yerleştirildi. Gruplara uygulanan xylazin (0.025mg/kg)-lidokain hidroklorid (0.1mg/kg) ve deksmedetomidin (0.001mg/kg)-lidokain hidroklorid (0.1mg/kg) karışımları %0.9’ luk serum fizyolojik ile 6 ml’ye tamamlanarak 1 dakika (dk) sürede uygulandı. Sağa abomasum deplasmanı olguları sağ paralumbar abomasopeksi, sola abomasum deplasmanı olguları ise sol paralumbar abomasopeksi tekniği ile tedavi edildi. Ensizyona tepki ile cerrahi uygulama sırasında sedasyon, ataksi ve huzursuzluk skorları 10 dk aralıklarla kaydedildi. Postoperatif 3 saat’lik zaman diliminde, 30 dk aralıklarla takibe devam edilerek veriler kaydedildi. İki olgu da tekniğin uygulanamaması, 1 olgu da ise hayvanın yatması nedeniyle toplam 3 olgu çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya dâhil edilen bütün olgularda, teknik kolaylıkla uygulanabildi. Uygulanan tekniğin operasyon için yeterli düzey ve sürede, analjezi ve sedasyon sağladığı gözlendi. Hastanın ağrı hissinin en aza indirgenmesi, postoperatif dönemdeki olası verim kayıplarının önüne geçilmesi ve hayvan refahının korunması açısından, yeterli süre ve etkinlikte analjezi oldukça önemlidir. Kolay uygulanabilen bu teknik ile az miktarda ilaç ve doz sarfıyla preemptif analjezi sağlandı. Sonuç olarak; ineklerin abomasum deplasmanı olgularında uygulanan modifiye dorsolumbar epidural anestezi tekniğinin, her iki etken madde için de klinik pratikte uygulanabilir olduğu kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Deksmedetomidin, Epidural, İnek, Ksilazin - 207 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Comparison of the Clinical Efficacy of Epidural Anesthesia Achieved with Xylazine-Lidocaine or Dexmedetomidine-Lidocaine Mixture in Cows with Displaced Abomasum Surgery * Y. Sinan ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 1 Sırrı AVKİ 1 * Preliminary results of the project number 0105-NAP-10 1 University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR In the study, in standing cows who underwent abomasal displacement surgery, with the modified dorsolumbar epidural anesthesia, it was aimed to compare the clinical efficacy of both α2-agonists xylazine and dexmedetomidine. Local anesthetic drug consumption was less than other methods, more effective long-term and adequate analgesia with preemptive analgesia was thought to be achieved. In the study two groups were created (n=8). The epidural anesthesia of cows at first group was performed with combination of xylaxzine-lidocain hydrocloride while the latter was performed with dexmedetomidine-lidocain hydrocloride. Preoperative rectal temperature, pulse, respiratory rate, number of rumination were recorded in the cows operated for abomasal displacement. 18 G Touhy needle was introduced to the epidural space at first interlumbar interval in the midline with negative pressure technique. To pass through the epidural fat tissue, the needle was advanced 7-10 mm more and the epidural catheter was placed. Xylazine (0.025mg/kg)-lidocaine hydrochloride (0.1mg/kg) and DEX (0.001mg/kg)-lidocaine hydrochloride (0.1mg/ kg) mix was administered to groups by completing in 6 ml of 0.9% saline and were infused in minute (min). Right abomasal displacement cases were treated with right paralumbar abomasopexy, left abomasal displacement cases were treated with left paralumbar abomasopexy technique. In addition to response to incision, sedation, ataxia, and irritability scores were recorded during the surgical procedure for 10 min intervals. For postoperative 3-hour time period, follow up continued 30 min intervals and data were recorded. Three cases were excluded from the study because the techniques could not be performed in two cases and the animal lay down in one case. In all cases in the study, the technique was performed easily. It was observed that the technique provided adequate level of analgesia and sedation for the operation. To decrease the pain to the lowest level, to prevent the possible production loses at postoperative period and to protect the animal welfare, effective analgesia for adequate time period is important. By this technique, which was easy to perform, preemptif analgesia was obtained with a little amount and dose expense of the drug. In conclusion, it is stated that modified dorsolumbar epidural anesthesia performed in abomasal displacement cases in cows can be used in clinical practice for both substances. Keywords: Dexmedetomidine, Epidural, Cow, Xylazine - 208 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kangal Irkı Bir Köpekte Nekrotik Dil Yarası ve Glossopleji: Vaka Sunumu Fahrettin ALKAN 1, Semih ALTAN 1, Hüseyin ERDEM 1 1 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Dil yaralarına veya felcine bütün evcil hayvanlarda rastlanabilir. Ancak köpeklerde nekrotik dil yarası ile birlikte seyreden dil felcine (glossopleji) oldukça seyrek rastlanır. Bu olgu sunumunda 4 yaşlı erkek kangal çoban köpeğinde koyun trakeasının dilin kök kısmına yerleşerek dili boğması sonucu gelişen nekrotik dil yarası ile birlikte seyreden dil felci değerlendirildi. Çalışma materyalini, 3 gün önce koyun eti yedirildikten sonra diline kemik battığı, dilin ağızdan dışarı sarktığı ve dolayısıyla da beslenemediği anamneziyle S.Ü. Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen 4 yaşında Kangal ırkı erkek bir köpek oluşturdu. Köpek klinik, hematolojik ve biyokimyasal parametreler yönünden değerlendirildi Klinik olarak inspeksiyonda dilin ağızdan dışarı doğru sarktığı ve sarkık kısmın siyanotik olduğu dikkat çekti. Sedasyon sonrası ağzın muayenesinde orofarenks bölgesinde, dilin radix kısmında dili çepeçevre saran yabancı bir cisim gözlendi. Bir makas yardımıyla uzaklaştırılan bu oluşumun trakea olduğu belirlendi. Yabancı cismin halka tarzında dile geçtiği ve frenulum linguanın parçalandığı gözlendi. Köpeğin dilini hareket ettiremediği, belirgin bir duyu kaybı ve dolayısıyla paraliz tablosunun geliştiği gözlendi. Klinik bulgular ve laboratuvar sonuçlarına göre hasta sahibine dilin nekrotik kısımlarının uzaklaştırılması ve köpeğin pharyngostomy veya gastrostomy tüp uygulaması ile beslenmesi önerildi. Bu uygulamaların yapılmazsa köpeğin yaşamını idame ettiremeyeceği nedeniyle hasta sahibinin de onayıyla köpeğin uyutulmasına karar verildi. Evcil hayvanlarda yabancı cisimlere bağlı olarak dilde akut yaralanma ve felçler gözlenebilmektedir. Bu durumlarda zaman kaybetmeden nedenin uzaklaştırılarak sağaltıma başlanılması çok önemlidir. Özellikle kırsal kesimlerde çoban köpeği olarak kullanılan Kangal köpeklerinin gelişi güzel beslenmelerine bağlı olarak nadirde olsa sunulan vakadaki gibi sağaltımı mümkün olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalınabileceği dikkate alınmalıdır. Anahtar sözcükler: Dil, Nekroz, Dil felci, Köpek, Yabancı cisim - 209 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Necrotic Tongue Wound and Glossoplegia in A Turkish Shepherd (Kangal) Dog: Case Report Fahrettin ALKAN 1, Semih ALTAN 1, Hüseyin ERDEM 1 1 University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA Wound and paralysis of the tongue can be encountered in each kind of domestic animals. However, tongue paralysis (glossoplegia) characterized with necrotic tongue wound can be encountered in the dog randomly. In this presentation, it was evaluated that a four-year-old male kangal dog with a tongue paralysis characterized with necrotic tongue wound resulted from the settling and suffocating of a sheep trachea to the root of the tongue. Study was performed with a four-year-old male Turkish Shepherd dog, which was brought to the Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, three days after due to dipping of a bone to the tongue upon feeding by a lamb meat. The dog was evaluated in the terms of parameters of clinics, hematologic and serum biochemistry. In the clinical inspection, it was observed that the tongue was overhanging from the mouth, and the overhanging part was cyanotic. A foreign body located in the oropharynx area of the radix part and surrounding whole the tongue was observed during the examination of the mouth after sedation. It was determined that the thing removed via scissors was a trachea. It was determined that the foreign body was stuck into the tongue like a ring and frenulum lingua was broken into pieces. It was also determined view of paralysis upon evident loss of sense, disability of moving the tongue of the dog. According to the clinical findings and laboratory results, it was suggested to the patient-owner to remove the necrotic area of the tongue and to feed the dog via use of a tube of pharyngostomy and gastrostomy. It was decided that it was euthanized the dog with the patient-owner together due to the dog were not able to maintain its normal vital functions unless performing all these applications. Acute injury and paralysis of the tongue may be observed in the domestic animals. In these cases, it is quite important removing the agent and beginning the treatment as soon as possible. Especially in the country area, it always should be keeping in mind that the results impossible to treat like presented in this presentation might be encountered due to randomly feeding the kangal dog used sheepdog. Keywords: Tongue, Necrosis, Glossoplegia, Dog, Foreign body - 210 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kangal Melezi Bir Köpekte Transmissible Venereal Tümör ve İmmunohistokimyasal Olarak İncelenmesi Olgusu Özgür KANAT 1, Muharrem EROL 2, M. Kemal ÇİFTÇİ 1, Hanifi EROL 3, Fatih HATİPOĞLU 1, Mustafa ARICAN 2 1 2 3 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KONYA Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS Anamnezinde penis çevresinde bir şişkinlik, prepusyumda kanama ve bu şişliğe bağlı olarak hayvanın ürinasyonda zorlandığı bildirildi. 5 yaşlı, Kangal melezi, erkek bir köpeğin klinik muayenesinde prepusyum içinde ve penisin sağ tarafında çocuk başı büyüklüğünde ve oldukça sert bir kitlenin olduğu tespit edildi. Köpeğin radyoğrafik muayenesinde dalak ve akciğerde de kitleler gözlendi. Daha sonra prepusyum içindeki kitlenin operatif olarak sağaltılmasına karar verildi. Rutin operasyon hazırlıklarından sonra hayvan inhalasyon anestezi altında ventro-dorsal pozisyonda yatırılarak, penisin sağ tarafından yaklaşık olarak 10 cm uzunluğunda deri ensizyonu yapıldı. Deri altı bağ dokusu dikkatli bir şekilde diseke edildi. Daha sonra 23x13 cm çapında ve 1,5 kg ağırlığında oldukça sert yapıda ve penisten bağımsız olan tümöral kitle uzaklaştırıldı. Çıkarılan tümöral oluşum %10’luk formaldehit solüsyonu içerisinde histopatolojik inceleme için Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalına gönderildi. Ayrıca penis üzerinde çapları 1-3 cm arasında değişen çok sayıda taşkın kitleler dikkati çekti. Operasyondan sonra şoka giren köpek 1 gün sonra öldü ve nekropsisi yapıldı. Peniste klinik olarak gözlenen tümöral kitleye ilaveten nekropside, dalakta 3 cm ve akciğerde 2 cm çapında hafif yumuşak kıvamlı, kesit yüzleri beyazımsı renkte ve yer yer kanamalı nodüller belirlendi. Prepusyumdan alınan 23x13 cm boyutundaki yer yer hafif yumuşak kıvamlı ve sert olan kitlenin de kesit yüzünün beyazımsı renkte, yer yer kanamalı ve kistik erime alanları şeklinde olduğu gözlendi. Tümöral kitlelerin mikroskobik muayenesinde, ince fibröz stroma ile birbirinden ayrılan solid kordonlar halinde, veziküler çekirdeği ve santral yerleşimli belirgin çekirdekçiği olan uniform, yuvarlak, polihedral ya da ovoid şekilli, eozinofilik, orta derecede sitoplazması olan Transmissible Venereal Tümörü (TVT) ile ilgili neoplastik hücreler görüldü. Bu alanlarda yaygın mitotik figürler ile yer yer perivasküler yerleşimli mononükleer hücre infiltrasyonlarına rastlandı. Sitolojik preparatların Giemsa boyamalarında ise, tümör hücrelerinin sitoplazmalarının çok sayıda belirgin mikrovakuol içerdiği dikkati çekti. Ayrıca, immunohistokimyasal boyanmalarda pozitif TVT hücreleri görüldü. Anahtar sözcükler: Transmissible venereal tümör, Metastaz, Sitoloji, İmmunohistokimya - 211 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Transmissible Venereal Tumor in a Mixed Kangal Shepherd Dog and Immunohistochemical Examination: Case Report Özgür KANAT 1, Muharrem EROL 2, M. Kemal ÇİFTÇİ 1, Hanifi EROL 3, Fatih HATİPOĞLU 1, Mustafa ARICAN 2 Univercity of Selcuk, Faculty of Veterinar Medicine, Department of Pathology, KONYA Univercity of Selcuk, Faculty of Veterinar Medicine, Department of Surgery, KONYA 3 Univercity of Cumhuriyet, Faculty of Veterinar Medicine, Department of Surgery, SİVAS 1 2 In history, it was reported that a swelling around the penis, bleeding at intervals in the prepitium and depending on the urination of dog can not easily. In clinical examination of a mixed Kangal shepherd dog, five years elderly was determined a mass about head of childsized and very hard in prepitium and on the right side penis. Masses were observed at radiographic examination of the abdominal cavity of dog, lung and spleen, too. Then, operation of mass that found in prepitium was decided. After routin operation preparations, ventro dorsal position under inhalation anesthesia, 10 cm long skin incision was made from right side of penis. Subcutaneous connective tissue was carefully dissected. Then, Tumoral mass in 23x13 cm diameters and 1,5 kg weight which independent of penis was removed. The removed mass was sent to Selcuk University, department of Pathology for histopathologic examination in %10 formaldeit solution. Also, large number tumoral masses, which were overflowing, in varying sizes between 1 to 3 cm diameters, were seen on penis of a dog. After the operation, the dog into a state of shock died after a day and was necropsied. In necropsy, in addition to tumoral masses observed clinically in the penis, with slightly soft consistency and 3 cm and 2 cm sized masses, which were whitish colour of their cut surfaces with some haemorrhagic patches, were seen in the spleen and lung. Whitish colour, partly haemorrhagic and cystic melting areas were observed in cut surface of mass which was hard and partly with slightly soft consistency sized 23x13 cm taken from prepitium. In microscopical examination of tumoral masses, polihedral or ovoid-shaped to round, uniform neoplastic cells about Transmissible Venereal Tumor (TVT) having moderate eosinophilic cytoplasm, vesicular nucleus and centrally located prominent nucleolus were seen. The cells created solid cords separated by thin fibrous stroma. Mitotic figures were common in this area and there were perivascular mononuclear cells infiltration. In Giemsa staining of cytological preparations, numerous clear cytoplasmic mikrovacuoles were noticed in tumor cells. Also, positive TVT cells were seen in immunohistochemical stainings. Keywords: Transmissible venereal tumor, Metastasis, Cytology, Immunohistochemistry - 212 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kars Yöresinde Sığır Oküler - Perioküler Tümör ve Benzeri Oluşumların Klinik ve Histopatolojik Olarak Değerlendirilmesi Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Musa KARAMAN 2, Başak KURT 1, Emine ÇATALKAYA 3, Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1, Hasan ÖZEN 2 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KARS 3 Türkiye Jokey Kulübü- Elazığ Hipodrumu Müdürlüğü, ELAZIĞ 1 2 Bu çalışmada sığırlarda oküler-perieoküler tümör ve benzeri oluşumların klinik ve histopatolojik karakterleri ile uygulanan sağaltım sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini cerrahi kliniğine 2009-2012 yılları arasında getirilen okülerperioküler tümör şüpheli 15 adet sığır oluşturdu. Tedavi amacıyla tamamında total göz ekstirpasyonu uygulandı. Tüm vakaların post operatif dönemde kontrolleri ve yara bakımları yapıldı. Ekstirpe edilen kitlelerin histopatolojik muayeneleri sonucunda; 14 adet yassı hücreli karsinom ve birinde kistik epidermal hiperplazi tespit edildi. Post operatif 6. aya kadar tümörlerin nüks etmesi veya muhtemel bir metastaz ile ilgili net bir bulguya rastlanılamadı. Sonuç olarak; sığırların oküler-perioküler dokularında oluşan değişik karakterdeki tümörlerinde uygulanan total göz ekstirpasyonunun kolay uygulanabilir, az komplikasyon riskli ve düşük maliyetli olduğu söylenebilir. Aynı zamanda, kronik ağrıyı ortadan kaldırması sonucu, hayvanların ekonomik ömrünün uzaması ve dolayısıyla ekonomik kayıpların minimize edilmesi nedeniyle uygun bir yöntem olabileceği düşüncesine varıldı. Anahtar sözcükler: Sığır, Göz tümörü - 213 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Clinical and Histopathological Evaluation of Cattle Ocular and Periocular Tumors and Tumor-Like Masses in Kars Province Özgür AKSOY 1, Sadık YAYLA 1, Musa KARAMAN 2, Başak KURT 1, Emine ÇATALKAYA 3, Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1, Hasan ÖZEN 2 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KARS 3 Jockey Club of Turkey, Elazığ Hippodrome, ELAZIĞ 1 2 In this study, clinical and histopathological characteristics and the treatment results of cattle ocular and periocular tumors and tumor-like masses was aimed to be evaluated. Study material was 15 ocular-periocular suspected tumors in cattle that were brought to the Department of Surgery between 2009 and 2012. Total eye extirpation was performed for treatment purposes. Post-operative controls and wound treatments were done in all of the cases. Histopathological evaluation of the tumor masses revealed squamous cell carcinoma in 14 animals and cystic epidermal hyperplasia in 1 case. No tumor reoccurrence or possible metastasis for 6-month follow-up period was recorded. In conclusion, total eye extirpation could be regarded as an easy with little complication risk and low-cost procedure in cattle ocular-periocular tumors. In addition, total eye extirpation could also be thought as the suitable procedure for its ability to ease the chronic pain, to improve the economic life-span of animal as well as to minimize economic losses. Keywords: Cattle, Eye tumor - 214 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kataraktlı Köpeklerde Fakoemülsifikasyon ve Ekstrakapsüler Katarakt Ekstraksiyon Yöntemlerinin İntraoküler Basınça Etkilerinin Karşılaştırılması Mustafa ARICAN 1, Hanifi EROL 2, Kurtuluş PARLAK 1, Ümit KAMIŞ 3, Nuri YAVRU 1 Selçuk Ünversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS 3 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, KONYA 1 2 Köpeklerde sık görülen görme problemlerinden olan kataraktın sağaltımında ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyon (EKKE) ve fakoemülsifikasyon operasyonlarında intra oküler lens kullanmadan ve intraoküler lens kullanarak, bir aylık periyotta göziçi basıncına olan etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Çalışma S.Ü. Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim dalında gerçekleştirildi. Çalışma materyalini 20 adet katarakt teşhisi konulan değişik ırk, yaş ve cinsiyette köpek oluşturdu. Klinik ve ultasonografik muayeneleri yapılan hayvanlarda katarakt immatür (9), matür (5) ve hipermatür (6) katarakt şeklinde sınıflandırıldı. On adet köpekte EKKE işlemi ve ikinci grupdaki 10 adet köpeğe fakoemülsifikasyon operasyonu yapıldı. Her iki gruptaki 10 adet hayvanın gözlerine 42 dioptrilik tek parçalı akrilik intraoküler lens yerleştirildi. Kataraktlı bütün köpeklerde tek göz opere edilirken, çalışma süresince sol gözlerin operayonu tercih edildi. Mature ve hipermatur kataraktlı köpeklerde EKKE yöntemi tercih edilirken, immature kataraktlı olgularda fakoemülsifikasyon gerçekleştirildi. Hayvanların göziçi basınçları pre-operatif ve post-operatif dönem 7.,14., 21., 28. günlerde dijital tonometri ile ölçüldü. Göz içi basıncın EKKE, İ.O.L kullanılmayan grupta 14. gün en düşük düzeye düştüğü belirlenirken, EKKE, İ.O.L kullanılan, grupta düzensiz dalgalanmalar belirlendi. Fakoemülsifikasyon ve İ.O.L uygulanmayan grupta en düşük göz içi basınç düzeyi 21. gün belirlenirken, İ.O.L uygulanan grupta ise 7 ve 14. günler belirlendi. Fakat, bütün değerler, 28 günlük periyot sonunda referans değerlerinde seyretmiştir. Operasyon sırasında görülen en önemli komplikasyon posterior kapsülün rupturu idi. Olguların bir aylık periyottaki muayenelerinde özellikle EKKE grubuna ayrılan köpeklerde, üveit, iris prolapsusu, keratit, korneal ödem gibi komplikasyonlar gözlendi. Fakoemülsifikasyon yönteminin kataraktın sağaltımında daha yaygın kullanılması gereği klasik operasyon yöntemlerinde oluşabilecek komplikasyonları en aza indireceği, bu konuda çalışan araştırıcılarla aynı görüşleri desteklemiştir. Göziçi basınçlarına etki açısından her iki yöntemin bir aylık periyotta birbirinden farklı olmadığı gözlenmekle birlikte, uzun periyotta etkinliği bilinmemektedir. Komplikasyonların ez aza indirilmesi, post-operatif prognoz ve operasyon süresinin kısalığı açısından fakoemülsifikasyonun tercih edilmesi kanaatindeyiz. Anahtar sözcükler: Katarakt, Ekstrakapsüler ekstraksiyon, Fakoemülsifikasyon, Göziçi basıncı - 215 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Comparison of the Effects of Intraoculer Pressure by Phacoemulsification and Extracapsular Cataract Extraction Methods Dogs with Cataract Mustafa ARICAN 1, Hanifi EROL 2, Kurtuluş PARLAK 1, Ümit KAMIŞ 3, Nuri YAVRU 1 University of Selcuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA University of Cumhuriyet, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SİVAS 3 University of Necmettin Erbakan, Meram Medical Faculty, Department of Ophtamology, KONYA 1 2 Cataract is a very common vision problems in dogs. To compare the effects of intraocular pressure, in the treatment procedures for extracapsular cataract extraction and phacoemulsification methods with and without intraoculer lenses for the onemonth period. The study was held in the department of surgery, faculty of Veterinary Medicine. 20 dogs with cataract different breeds, age and sex were used as a materials. Immature (9), mature (5) and hypermature cataracts (6) were classified by clinical and ultrasonographic examination. Extracapsuler extraction was performed for 10 dogs with mature and hipermature cataracts. Phacoemülsification operation were performed for dogs with immature cataracts. 42 dioptrics single-piece acrylic intraocular lens was placed in 10 dogs. One eye (left eye) of the dogs were operated for all of the dogs with cataract. Intraocular pressure of the animals pre and postoperative period of operation was measured 7th, 14th, 21st and 28th days with digital tonometry. Intraocular pressure, in the ECCE İ.O.L not implanted group fell to its lowest level in determining day 14th, in the ECCE, İ.O.L implanted, the group identified the irregular fluctuations. Intraocular pressure level of the lowest group 21st in phacoemulsification group used İ.O.L in determining days, were 7th and 14th. However, all values were remained for reference values at the end of a 28-day period. The most important complications were posterior capsule rupture uveitis, iris prolapse, keratitis, corneal edema. Phacoemulsification method more commonly used in cataract treatment compare to the classical methods for minimize complications, working on this issue supported the same views by the researchers. Intraocular pressures of the two methods in terms of effect is not different from each other, were observed over a period of one month, the effectiveness of the long period is unknown. Minimize the complications associated phacoemulsification in terms of post-operative prognosis and shorter duration of operation are proposed to be preferred. Keywords: Cataract, Extracapsular extraction, Phaco emulsification, Intraocular pressure - 216 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kedi ve Köpeklerde 2010-2011 Yıllarındaki Ekstremite Lezyonlarının Radyolojik Değerlendirilmesi: Retrospektif Çalışma Muharrem EROL 1, Semih ALTAN 1, Kurtuluş PARLAK 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1, Mustafa ARICAN 1 1 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Bu çalışmada S.Ü. Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen kedi ve köpeklerin radyolojik muayene sonucu ekstremitelerinde görülen lezyonların retrospektif olarak değerlendirilmesi ve sonuçlarının paylaşılması amaçlandı. Bu retrospektif çalışmada 2010-2011 yıllarında Cerrahi kliniğine getirilen ve radyolojik olarak muayenesi yapılan 691 köpek ve 175 kediden ekstremite lezyonu görülen 400 köpek ile 80 kedi değerlendirildi. Kliniğe getirilen toplam 1387 köpeğin 691’ine (%50) 528 kedinin 175’ine (%33) radyolojik muayene yapılmıştır. Köpeklerin 400’ünde kedilerin ise 80’inde ekstremite lezyonu görülürken bunların radyografi çekilenlere oranı köpeklerde %57.3, kedilerde ise %46 olarak görüldü. Köpeklerde ekstremite lezyonlarının %72.5’ini kırıklar, %7’sini displaziler (dirsek ve kalça), %6.75’ini çıkıklar, %4.75’ini metabolik kemik hastalıkları, %3’ünü ligamentum cruciate anterior (LCA) kopukları, %2.5’ini osteoartritler, %2.5’ini ateşli silah yaralanmaları ve % 1’ini ise osteosarkomlar oluşturdu. Kedilerde ise %90’ını kırıklar, %7.5’ini çıkıklar, %2.5’ini ise LCA kopuğu ve fissur oluşturdu. Elde edilen sonuçlara göre hem köpeklerde hem de kedilerde en fazla karşılaşılan ekstremite lezyonlarının kırıklar olduğu gözlenmiştir. Bunun yanında köpeklerde metabolik ve kalıtımsal ekstremite problemlerine kedilere kıyasla daha fazla rastlanılmıştır. Sonuç olarak, kedi ve köpeklerin ekstremite lezyonlarında travmatik olayların önemli bir yer tutmasıyla beraber köpeklerde metabolik ve kalıtımsal ekstremite lezyonlarının da klinik olarak önemli olduğu kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Köpek, Kedi, Ekstremite lezyonları, Radyoloji, Retrospektif değerlendirme - 217 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Radiological Evaluation of the Extremity Lesions in the Dog and Cat in the Years of 2010-2011: Retrospective Study Muharrem EROL 1, Semih ALTAN 1, Kurtuluş PARLAK 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1, Mustafa ARICAN 1 1 University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA In this study, it was aimed to evaluate the extremity lesions seen upon radiological examination in dogs and cats, brought to the Surgery Clinics of the Veterinary Faculty of the University of Selçuk, and to share whose results. In this retrospective study, extremity lesions seen the 400 dogs and the 80 cats out of the 691 dogs and out of the 175 cats, which examined radiologically and brought to the Surgery Clinics between 2010 and 2011 were evaluated. Radiological examination was performed on the 691 dogs (50%) and 175 cats (33%) out of the 1387 dogs and 528 cats. In the radiological examination, extremity lesions were seen in 400 dogs and 80 cats, with the rates of 57.3% and of 46%, respectively. Extremity lesions were formed in the dogs by, fractures, hip and elbow dysplasias, luxations, metabolic bone diseases, rupture of anterior cruciate ligament (LCA), osteoarthritis, firearm injuries and osteosarcomas, with rates of %72.5, 7%, 6.75%, 4.75%, 3%, 2.5%, 2.5%, 1%, respectively. They were formed also in the cats by, fractures, luxations, LCA and fissures, with the rates of, 90%, 7.5%, 2.5% respectively. According to the provided results, it was determined that the most encountered extremity lesions had been fractures in both dogs and cats. In addition, metabolic and inheritable extremity cases were encountered in dogs more than cats. Eventually, it was attained that traumatic cases taken part in extremity lesions of the dogs and cats, and that metabolic and inheritable also extremity lesions in the dogs were important as clinical. Keywords: Dog, Cat, Extremity lesions, Radiology, Retrospective evaluation - 218 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Kedi ve Köpeklerde Kırık Sağaltımında İmplant Yetmezliği: 52 Olguda Klinik Çalışma Sinan ULUSAN 1, Özge ÖZDEMİR 2, İrem GÜL SANCAK 1, Hasan SARI 3, Hasan BİLGİLİ 1 Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS 3 Ege Pet Park Veteriner Kliniği, İZMİR 1 2 Bu çalışmanın amacı Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı’nda kırık sağaltımı uygulanan değişik ırk, yaş ve cinsiyetteki 43 köpek ve 9 kedide (toplam 52 olgu) implant yetmezliği komplikasyonlarının değerlendirilmesidir. İmplant yetmezliği olan köpek olgularında kırık dağılımı: 19 femur, 15 tibia, 5 radiusulna ve 4 humerus iken, kedilerde ise, 4 femur, 3 tibia, 1 radius-ulna ve 1 humerus kırığı olarak belirlendi. 43 adet köpek olgularının kırık sağaltımı için 28 olguda plak ve vida uygulaması, 15 olguda intramedüller pin ve serklaj uygulaması ile sağaltım yapıldı. 9 adet kedi olgularında ise, 3 olguda plak ve vida uygulaması ve 6 olguda ise intramedüller pin ve serklaj uygulamasına başvuruldu. Komplikasyon olarak, köpeklerde 8 olguda plak ve vida uygulamasında vida gevşemesi ve fiksasyon bozulması, 9 olguda plak kırılması, 15 olguda intramedüller pinde kırılma, 19 olguda intramedüller pin de hareket etme (migrasyon). Kedilerde ise; 6 olguda pin migrasyonu, 3 olguda vida gevşemesi. Sonuç olarak; uzun kemik kırıklarının sağaltımında olgunun preoperatif radyografileri, operasyon ekibi tarafından detaylıca değerlendirilerek, iyi bir preoperatif planlama yapıldıktan sonra, rijid fiksasyon kurallarına uyularak kırığa en uygun fiksasyon metodu seçilmesi gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Kırık, Komplikasyon, Kedi, Köpek - 219 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Implant Failure of Fracture Treatment in Dogs and Cats: Clinical Study in 52 Cases Sinan ULUSAN 1, Özge ÖZDEMİR 2, İrem GÜL SANCAK 1, Hasan SARI 3, Hasan BİLGİLİ 1 1 2 3 Ankara University, Faculty of Veterinary, Surgery Department, ANKARA Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary, Surgery Department, SİVAS Ege Pet Park Veterinary Clinic, İZMİR This study was performed on 43 dogs and 9 cats (totally 52 cases) within different age, breed and sex, were taken to Ankara University, Faculty of Veterinary, Department of Surgery, with the complaint of different long bone fractures. Classification of fractures: 19 femur, 15 tibia, 4 humerus and 5 radius-ulna in dogs, whereas 4 femur, 3 tibia, 1 humerus and 1 radius-ulna in cats. For fracture treatment in dogs, treatment long bone with plate and screws of 28 cases, intramedullary pinning and using cerclages of 15 cases were applied, however, in 9 cases of cats; treatment with bone plate and screws of 3 cases, intramedullary pinning and using cerclages of 6 cases were applied. As complications, in dogs: screw loosening and fixation failure in 8 cases, broken bone plate in 9 cases, broken intramedullary pins in 15 cases, pin migration in 19 cases. In cats: pin migration in 6 cases, screw loosening in 3 cases. In conclusion; the most appropriate fixation methods for treatment of the long bone fractures should be chosen as soon as rigid fixation rules obey, after the suitable preoperative planning is done with detailed evaluation of operation team on preoperative radiographies of cases. Keywords: Fracture, Complication, Dog, Cat - 220 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpek Femur Kırıklarının Unilateral Semisirküler Eksternal Fiksasyon Sistemiİntramedüller Pin (Tie-in) Konfigürasyonu ile Sağaltımı Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Kurupelit, SAMSUN Bu çalışmada 20 orta/büyük ırk köpeğe ait 21 femur kırığında uygulanan unilateral semisirküler eksternal fiksasyon sistemi-IM pin (tie-in) konfigürasyonu ile ilgili sağaltım sonuçları aktarıldı. Çalışma materyalini Ocak 2009-Mart 2010 tarihleri arasında metafizer ya da diafizer femur kırığı (n=21) şikayeti ile kliniğe getirilen 20 adet köpek (>10kg) oluşturdu Olguların; eşgal, anamnez, kırık tipi ve lokalizasyonu, fiksatör konfigürasyonu, postoperatif komplikasyonlar, eşlik eden lezyonlar, ilgili ekstremitenin ilk kullanım zamanı (tasma ile gezerken bacağa yüklenme), fiksatör çıkarılma zamanı ve fonksiyonel sonuç bulguları kaydedildi. Çalışmada 6 delikli 45° (180 mm iç çaplı, 1/8 halka yayı, 7x18x85 mm)’lik semisirküler karbon fiber arklar kullanıldı. Kırık iyileşmesi sağlanana kadar haftalık klinik ve radyolojik kontroller yapıldı ve iyileşme sağlandığında fiksatör çıkarıldı. Olguların tümünde IM pin postoperative 21.günde derin sedasyon altında uzaklaştırıldı. Olgular modifiye McCartney ve Fox’un değerlendirme skalasına göre skorlandı. Sonuçlar; çok iyi (topallık yok, klinik olarak normal), iyi (yoğun egzersizden sonra hafif topallık), orta (hafif-orta şiddette topallık ancak ilgili ekstremiteye tam yüklenme), zayıf (ilgili ekstremiteye yüklenmeme) olarak derecelendirildi. Etiyolojik olarak kırılar 15 olguda trafik kazası, 3 olguda yüksekten düşme, 1 olguda ateşli silah yaralanması ve 1 olguda da yaban domuzu saldırısı sonrası gerçekleşti. En fazla gözlenilen komplikasyon pin yollarının serö-müköz/purulent drenajıydı ki, pin-deri temas yüzeylerinin düzenli temizliği ve mikrobiyel kültür sonuçlarına göre kullanılan oral antibiyotikler ile iyileşme sağlandı. Yeterli süre takip edildikten sonra tüm kırıklar iyileşti. Olguların 8’i ilgili ekstremitesini operasyondan hemen sonra kullanmaya başladı. Fonksiyonel sonuç 16 olguda çok iyi, 3 olguda iyi ve 2 olguda orta olarak belirlendi. En son klinik ve radyolojik değerlendirmeler fiksatör uzaklaştırılmasından 4-6 ay sonra gerçekleştirildi. Bu bulgular ışığında, orta ve büyük ırk köpeklerin femur kırıklarının sağaltımında kullanılan semisirküler eksternal fiksasyon sistemi-intramedüller pin kombinasyonu ile kısa sürede fonksiyonel sonuçlar elde edilebilmektedir. Anahtar sözcükler: Köpek, Femur, Eksternal fiksasyon, İntramedullar pin, Tie-in - 221 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Management of Femoral Fractures in Dogs with Unilateral Semicircular External Skeletal Fixator-Intramedullary Pin Tie-in Configurations Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Özlem NİSBET 1 1 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Ondokuz Mayis University, Kurupelit, SAMSUN The objective of present study is to report our experience with use of a semicircular ESF-IM tie-in configuration for repair of 21 femoral fractures in 20 medium or large breed dogs. Between January 2009 and March 2010, dogs (> 10 kg, n =20) with femoral metaphyseal or diaphyseal fractures (n = 21) were enrolled in this study. Data recorded was signalment and history, fracture description, fixator configuration, postoperative complications, concomitant injuries, time to first use of limb after the operation (bearing weight when walking on leash), time of fixator removal, and outcome. The principal connecting elements of semicircular ESF used were 6 hole 45° (180 mm inside diameter, 1/8 ring arch, 7x18x85 mm) carbon-fiber arches. Weekly recheck examinations and radiographic assessments were performed until fracture healing was complete and the fixator was removed. In all cases IM pin was removed on postoperative 21th day under deep sedation. The outcome evaluation scale was modified from a combination of the McCartney and Fox evaluation scales. Final assessments were graded as: excellent (no lameness, clinically normal), good (slight lameness after extensive exercise), fair (slight to moderate intermittent lameness but consistent weight-bearing) and poor (non-weight-bearing lameness). Fractures were caused by vehicular trauma (n=15), high rise (n=3), gun shot injury (n=1), and wild boar attack (n=1). Minor pin tract discharge during convalescence was the most common complication (n=6) and this typically responded to improved cleaning of pin-skin interfaces and administration of oral antibiotics based on microbial culture and susceptibility testing. All of the fractures with sufficient follow-up healed. Eight dogs started to use the limb immediately after waking up from anesthesia. Functional outcome was excellent in 16 femurs, good in 3, and fair in 2. Final clinical and radiographic evaluation was performed 4 - 6 months after fixator removal. Our results validate the efficacy of unilateral semicircular ESF-IM pin tie-in configurations for stabilization of femoral fractures in medium or large breed dogs. Keywords: Dog, Femur, External fixation, Intramedullary pin, Tie-in - 222 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Femurda Trochanter Major’un Proksimalindeki Anatomik Farklılıklara Göre Doğru ve Güvenli Anterograd İntramedullar Pin Uygulamalarının Belirlenmesi: Anatomik Çalışma Özge ÖZDEMİR 1, İrem GÜL SANCAK 2, Sinan ULUSAN 2, Elif BAYDAR 2, İ. Önder ORHAN 3, Hasan BİLGİLİ 2 Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA 3 Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, ANKARA 1 2 Anterograd intramedullar pin uygulamalarında intramedullar kanala girişin doğru yapılması ve intramedullar pinin kemik korteksinin longitudinal eksenine paralel bir şekilde ilerletilmesi önem taşımaktadır. Anterograd pin uygulamasında femur’da fossa trochanterica’nın dorsal’inin en doğru yaklaşım noktası olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, bölgenin anatomisi ve kendi içindeki varyasyonları detaylı bir şekilde ortaya konulup, aynı zamanda trochanter major’un duruş pozisyonuna bağlı olarak şekillenen açılanmaların ölçülerek sınıflandırılması amaçlandı. Caput ossis femoris ile femur’un longitudinal ekseni arasında bir açı şekillenir. Bu açı, köpeklerde farklılık gösterir. İntramedullar pin uygulamalarında, pinin kemik korteksinin ve medullar kanalın dışına çıkmaması için bu açı göz önünde bulundurulmalıdır. Çalışma materyalini 2-2.5 yaşlı köpeklere (>30 kg, büyük ırk köpek) ait kadavralardan alınan 20 adet farklı femur oluşturdu. Çalışmada; fossa trochanterica içerisinde yer alan fossa piriformis’in, anterograd intramedullar pin uygulamasının yapıldığı en uygun yer olduğu, ancak hayvan türüne bağlı olarak bu bölgede anatomik farklılıkların olduğu gözlendi. Trochanter major’un serbest olan dorsal’indeki çıkıntının lateral ya da medial’de yer almasına bağlı olarak fossa piriformis’in üstünü örttüğü ve trochanter’in serbest ucunun medial’e doğru yönelmesiyle operasyon için kullanılan fossa piriformis’in üstünün kapandığı belirlendi. İntramedullar pinin medullar kanalda düz olarak ilerlemesi gerekirken femur’un giriş noktası fossa piriformis’den medial’e doğru yani caput ossis femoris’e doğru kaydığı izlendi. Trochanter major’da oluşan anatomik varyasyonlardan dolayı anterograd intramedullar pin uygulamalarında komplikasyonlar ile karşılaşılmaktadır. Bu çalışma ile bölgedeki anatomik farklılıkların (fossa trochanterica ve fossa piriformis’e ait ölçümler) derecelendirilmesi ve bu sistemine göre değerlendirilen hastaların fossa piriformisin trochanter tarafından kısmi olarak ya da tamamen örtüldüğü grup hastalarda bu anatomik yapıdan dolayı bölgenin drill kullanılarak yeniden düzenlenmesinin gerekli olduğu ve bu sayede femur’da anterograd intrameduller pin uygulamasında komplikasyonların önüne geçilebileceği belirlendi. Anahtar sözcükler: Köpek, Femur, Anterograd, Trochanter major, Pin - 223 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Determination of Reliable and Proper Anterograd Intramedullar Pinning as to the Anatomical Variations on Proximal Region of Trochanter Major in Dog Femur: An Anatomical Study Özge ÖZDEMİR 1, İrem GÜL SANCAK 2, Sinan ULUSAN 2, Elif BAYDAR 2, İ. Önder ORHAN 3, Hasan BİLGİLİ 2 Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA 3 Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Anatomy Department, ANKARA 1 2 Using the reliable entry into the intramedullar cavity and promoting of intramedullary nailing straightly has a great importance in the intramedullary antegrade fixation. Dorsal aspect of the trochanteric fossa is known to be the most correct entry site in anterograde nailing for femur. The aim of this study the anatomy of the region and its variations being introduced in detail and at the same time measurement and the classification of the angulation occured in the trochanter major due to the posture changes are exhibited. The angle which is formed between caput ossis femoris and the body of the femur is known to be different among different species. During the pin application, this angle must be taken into account to avoid the pin’s directing outside the medullar cavity and bone cortex. The material of this study are 20 cadaveric dog’s femurs, ages ranging between 2-2.5 year-old (>30 kg) are included. This study show that, fossa piriformis, taking part in fossa trochanterica, is the most convenient area for anterograde intramedullar pinning, however there are lots of anatomical variation due to the cases’ species. Fossa piriformis is eclipsed by trochanter major due to the separated part of dorsal region of trochanter major is placing on medial or lateral and fossa piriformis, used for operation entry region is covered due to the separated part of trochanter major inclined towards to medial. This study show that the entry region of femur is moved from fossa piriformis to the medial, caput ossis femoris, while the intramedullar pin should pass straightly into the medullar cavity. Anterograd intramedullary nailing has some complications due to the anatomical variations in the trochanter major. In this study, by evaluating this region, grading of the variations (measurements of fossa trochanterica and fossa piriformis) achieved and after this grading system, the operation region should be reorganize by drilling the region due to this anatomical variations in a group that fossa piriformis is covered partially or entirely by torchanter major and then preventing of complications in the anterograde intramedullar pinning in femur is determined. Keywords: Dog, Femur, Anterograd, Trochanter major, Pin - 224 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Hepatobiliyer Hastalıkların Ultrasonografik Değerlendirilmesi Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2 1 2 Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA Bu retrospektif çalışmada, faklı ırk ve yaştaki köpeklerde karaciğer, safra kesesi ve biliyer sistem ultrasonografiyle değerlendirildi. Hepatobiliyer hastalık şüphesi olan veya olmayan köpeklerde (n=56) yapılan abdominal ultrasonografide 39 olguda biliyer sistem lezyonuna, 17 olguda ise değişik görünümdeki karaciğer lezyonlarına rastlandı. Safra çamuru (n=16), kronik kolesistitis (n=9), akut kolesistitis (n=5), safra kesesinde kitle (n=3), mukosel (n=2), biliyer bölge obstrüksiyonu (n=2), ve safra kesesinde taş (n=2) biliyer sistem lezyonlarını oluşturdu. Karaciğer lezyonlarının 12’sinde karaciğer parankiminde fokal lezyon, 5’inde ise diffüz parankimal düzensizlik belirlendi. Bu olguların 8’inde de peritoneal effüzyon izlendi. Sonuç olarak, klinik bulguların yetersiz olduğu hepatobiliyer lezyonlardan şüphe edilen olgularda ultrasonografi, bu hastalıkların tanısında etkin bir şekilde kullanılabilir. Anahtar sözcükler: Hepatobiliary diseases, Ultrasonography, Dog - 225 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Ultrasonographic Evaluation of Hepatobiliary Diseases in Dogs Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2 1 2 Atatürk University Faculty of Veterinary Medicine Surgery Department, ERZURUM Ankara University Faculty of Veterinary Medicine Surgery Department, ANKARA Liver, gallbladder, and biliary system were evaluated retrospectively using ultrasonography in dogs that were at different ages and breeds. Dogs with suspected with and without hepatobiliary diseases (n=56) were used. Ultrasonography revealed biliar system lesions in 39 dogs, such as gallbladder sludge (n=16), chronic cholecystitis (n=9), acute cholecystitis (n=5), mass in gallbladder (n=3), mucocele (n=2), obstruction in biliary-tract (n=2), and cholelithiasis (n=2). Other 17 dogs had various hepatic lesions, such as focal lesions in paranchymal tissue (n=12) and diffuse paranchymal irregularity (n=6). In 8 dogs with hepatic lesions also had peritoneal effusion. In summary, cases with suspected with hepatobiliar system lesions when clinical signs are not sufficient, ultrasonography has merit in certain diagnosis. Keywords: Hepatobiliary diseases, Ultrasonography, Dog - 226 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Propofol ve Thiopental’in Göziçi Basıncı Üzerine Etkilerinin Karşılaştırılması Halil Selçuk BİRİCİK 1, Nihat ŞINDAK 2, Cengiz CEYLAN 2, Ali HAYAT 2 1 2 Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ŞANLIURFA Bu çalışma, köpeklerde propofol ve thiopental’in göziçi basıncı üzerine etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı. Çalışmada materyal olarak 20 adet köpek kullanıldı. Premedikasyon yapılmayan olgular, her grupta 10’ar adet olmak üzere iki gruba ayrıldı. Birinci gruptaki köpeklere 7 mg/kg dozunda propofol, 2. gruptaki köpeklere 20 mg/kg dozunda thiopental damariçi uygulandı. Göziçi basıncı anestezi indüksiyonu öncesi ve 5 dakika sonra ölçüldü. Her iki anestezik göziçi basıncını belirgin derecede (p<0.001) ve benzer oranlarda düşürdü. Kalp ve solunum oranı, rektal ısı, anestezi indüksiyonu öncesi ve 10 dakika sonrasında kaydedildi. İkinci gruptaki köpeklerde anestezi süresince kalp atım sayısı artarken, her iki grupta ölçülen diğer klinik parametreler açısından belirgin farklılıklar gözlenmedi. Grup 1’de anesteziden uyanma sakin bir şekilde gerçekleşirken, grup 2’de 5 köpekte uyanma sıkıntılıydı. Sonuç olarak, her iki anestezik göziçi basıncını benzer oranlarda düşürdü. Bununla birlikte; yan etkilerinin azlığı göz önüne alındığında, göz operasyonlarında propofol kullanılmasının daha uygun olacağı kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Köpek, Göziçi basıncı, Propofol, Thiopental - 227 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Comparison of the Effects of Propofol and Thiopental on Intraocular Pressure in Dogs Halil Selçuk BİRİCİK 1, Nihat ŞINDAK 2, Cengiz CEYLAN 2, Ali HAYAT 2 1 2 Cumhuriyet University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, SİVAS Harran University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ŞANLIURFA This study was designed to compare the effects of propofol and thiopental on Intraocular pressure (IOP) in dogs. In the study, twenty healthy dogs were used as material. Nonpremedicated cases were divided into two groups of 10 dogs each. Group I dogs were induced with 7 mg kg-1 of propofol, group II dogs induced with 20 mg kg-1 of thiopental prepared as 2.5% solution. IOP was measured before and 5 min after induction of anesthesia. Both anesthetics decreased IOP significantly (p<0.001) and falling ratios were similar between the two groups. Heart and respiratory rate, rectal temperature were recorded before and 10 min after induction of anesthesia. While the heart rate increased during anesthesia in group II dogs, there were no significant differences at other measured clinical parameters in both groups. In group I, recovery vas comfortable. However, recovery was violent and noisy in 5 dogs of group II. As a result, both drugs decreased IOP at similar ratios. However; with regard to few side effects, it was concluded that the use of propofol might be more suitable in ophtalmic operations. Keywords: Dog, Introcular pressure, Propofol, Thiopental - 228 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerde Prostat Hastalıklarının Doppler Ultrasonografik Değerlendirilmesi Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2 1 2 Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ANKARA Bu çalışma, faklı prostat hastalıklarına sahip köpeklerde [n = 42, yaş ortalaması 8.88 ± 1.77 (aritmetik ortalama ± standart sapma) (5-12 yaş aralığı)] Doppler ultrasonografi (US) ile kapsular arterden elde edilen rezistif indeksi (RI) değerlendirmek için yürütüldü. Bu hastalıkların tanısında ultrasonografi (paraprostatik kist, n = 3; intraprostatik (retensiyon) kist, n = 9; Prostat apsesi n = 6), prostatik masajla elde edilen eksudatif materyalin analizi (prostatitis, n = 13) ve iğne core biyopsi (benign prostatik hipertrofi, n = 8 ve prostat neoplazisi, n = 3) kullanıldı. Veriler, tek-yönlü ANOVA ile analiz edildi. Gruplar arasındaki fark, LSD opsiyonu ile oluşturuldu. Gruplar arasında yaşa yönelik farklılık belirlenemedi. Rezistif indeks, bütün olgularda 0,46 ile 0,89 arasında dağılım gösterdi. En yüksekten en düşüğe RI değerleri, prostat neoplazisinde (0.787±0.03), prostat apsesinde (0,768 ± 0,03), benign prostatik hipertrofisinde (0.761±0.02), paraprostatik kistte (0.716±0.07), intraprostatik kistte (0.684±0.03) ve prostatitiste (0.661±0.03) (en küçük kareler ortalaması ± standart hata, grup etkisi, P<0.02) oluştu. Bu çalışma, grup farklılıklarının birbiri üzerine örtüşmesinden dolayı, DU ile kapsular arterden elde edilen RI değerinin köpeklerde prostat hastalıklarının ayırıcı tanısında kullanılamayacağını göstermektedir. Anahtar sözcükler Prostat hastalığı, Doppler ultrasonografi, Kapsüler arter, Resistiv indeks, Köpek - 229 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Doppler Ultrasonographic Evaluation of Prostate Pathologies in Dogs Mahir KAYA 1, Yusuf ŞEN 2, Ali BUMİN 2 1 2 Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ANKARA This study was conducted to evaluate resistive index (RI) from the capsular artery using Doppler Ultrasonography (DU) in dogs with various prostatic diseases [n = 42, mean age of 8.88±1.77 years (mean ± SD) (5-12 years)]. Diagnosis of this diseases was made by ultrasonography (paraprostatic cyst, n = 3; intraprostatic (retention) cyst, n = 9; and prostatic abscess, n = 6), analyzing exudative materials obtained by prostatic massage (prostatitis, n = 13), and needle core biopsy (benign prostatic hypertrophy, n = 8 and prostatic neoplasia, n = 3). Data were analyzed using one-way ANOVA. Group differences were attained by the LSD option. There was no age difference among groups. The RI values ranged from 0.46 to 0.89 in all cases. The RI values, from the highest to lowest, were measured in dogs with prostatic neoplasia (0.787±0.03), prostatic abscess (0.768±0.03), benign prostatic hypertrophy (0.761±0.02), paraprostatic cyst (0.716±0.07), intraprostatic cyst (0.684±0.03), and prostatitis (0.661±0.03) (LS Means ± SE, group effect, P<0.02). This study demonstrated that due to overlapping group differences, RI values from the capsular artery obtained by DU cannot be used in differential diagnosis of prostatic diseases in dogs. Keywords: Prostatic disease, Doppler ultrasonography, Capsular artery, Resistive index, Dog - 230 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerin Arka Ekstremite Operasyonlarında Bupivakain-Morfin Kombinasyonuyla Tek Segment Kombine Spinal-Epidural Anestezinin Kullanılabilirliğinin Araştırılması: Ön Çalışma Sonuçları M. Timuçin ÇELİK 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 3 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR 3 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR 1 2 Köpeklerin arka ekstremite operasyonlarında bupivakain-morfin kombinasyonuyla tek segment kombine spinal-epidural anestezinin (KSEA) kullanılabilirliğini araştırmak. Bu çalışmada hayvan materyali olarak Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen ve çeşitli nedenlerle arka ekstremite operasyonu geçiren 3 köpek kullanıldı. Köpeklerde L5-L6 intervertebral aralıktan özel çift delikli tuhi iğnesi ile tek giriş yapılarak subaraknoid boşluğa 0.3 mg/kg bupivakain hidroklorür ve 0.03 mg/kg morfin hidroklorür kombinasyonu verildi. Spinal iğne çıkarıldıktan sonra, epidural kateter tuhi iğnesi içerisinden epidural boşluğa yerleştirilerek bupivakain hidroklorür ve morfin hidroklorür kombinasyonu epidural boşluğa verildi. Köpeklerde KSEA’nın uygulanabilirliği ile postoperatif ağrı ve motor fonksiyonlar, sırasıyla Zhang ve ark., Melbourne Üniversitesi ağrı skalası ve Abelson ve ark.’ nın tanımladığı numerik derecelendirmeye göre skorlanarak değerlendirildi. Ayrıca KSAE sonrasında postoperatif etkilenen alanlar dermatom haritasına göre pinprick testi ile belirlenerek kaydedildi. Pre-operatif, intra-operatif ve post-operatif 24 saatlik süreçte kalp frekansı, solunum sayısı, noninvaziv kan basınç ölçümleri ile serum kortizol ve glikoz değerleri kaydedildi. Köpeklerin KSEA’ sında tuhi iğnesi, deri ve altındaki dokulardan kolayca geçti ve uygulama sırasında kanamaya rastlanılmadı. İğnenin spinal boşluğa girişinde ve epidural kateterizasyonda hiç bir zorluk yaşanmadı. KSEA sonrası 24 saatlik süreçte olgunun kalp frekansı, solunum sayısı, noninvaziv kan basıncı değerleri normal sınırlar içerisindeydi. Serum kortizol seviyesi pre-opretatif ortalama 4.50 µg/dl iken intra ve post-operatif 24 saatlik süreçte ortalama 2.0 µg/dl seyrettiği belirlendi. Dermatom haritasına göre post-operatif 6-8. saatlerden itibaren L1 dermatomundan S2 dermatomuna kadar pinprick testine pozitif yanıt alındı. Bunun yanında arka ayakların motor fonksiyonunun yaklaşık 6. saatte normale döndüğü belirlendi. Tek segment KSEA’ nin, köpeklerin arka ekstremite operasyonlarında uygulanması kolay ve etkili peri-operatif analjezi sağlayan bir yöntem olduğu söylenebilir. Anahtar sözcükler: Bupivakain-morfin, Kombine spinal-epidural anestezi, Köpek - 231 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Investigation of the Feasibility of The Single Interspace Combined SpinalEpidural Anaesthesia (Csea) Technique with Bupivacaine-Morphine Combination in Dogs Undergoing Hindlimb Surgery: Preliminary Study Results M. Timuçin ÇELİK 1, M. Doğa TEMİZSOYLU 2, Yusuf Sinan ŞİRİN 3 Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR 3 Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR 1 2 To investigate the feasibility of the single interspace combined spinal-epidural anaesthesia (CSEA) technique with the bupivacaine-morphine combination in dogs undergoing hindlimb surgery. Three dogs, which were referred to the Surgery Clinics of Mehmet Akif Ersoy University Faculty of Veterinary Medicine and underwent hindlimb surgery due to various reasons, constituted the material of the study. The single-interspace technique was employed by inserting a special double-holed 18-gauge Tuohy needle at the level of the L5-L6 intervertebral space and by administering a combination of 0.3 mg/kg bupivacaine hydrochloride and 0.03 mg/kg morphine hydrochloride into the subarachnoid space. After the spinal needle was removed, an epidural catheter was placed into the epidural space by passing it through the Tuohy needle and the bupivacaine hydrochloride and morphine hydrochloride combination was administered into the epidural space. In the 3 dogs, the feasibility of CSEA, postoperative pain and motor functions were assessed based on the method described by Zhang et al., the pain scale of Melbourne University and the numeric grading system described by Abelson et al., respectively. Furthermore, the postoperatively affected areas following CSEA were evaluated by the pinprick test according to the dermatome map. Parameters, including the heart rate, respiratory rate and non-invasive blood pressure, as well as serum cortisol and glucose concentrations were recorded during the pre-operative, intra-operative, and 24-hour post-operative periods. During the CSEA of the dogs, the Tuohy needle easily penetrated the skin and underlying tissues, and haemorrhage did not occur. No difficulty was encountered either in the penetration of the needle into the spinal space or in epidural catheterization. During the 24-hour period following CSEA, the heart rate, respiratory rate and non-invasive blood pressureof the case were within normal limits. The mean serum cortisol level was determined as 4.50 µg/dl in the pre-operative period and 2.0 µg/dl in the intraand post-operative periods. According to the dermatome map, the pinprick test produced positive responses as from the 6th-8th hours post-operation, starting from the L1 dermatome and extending to the S2 dermatome. Furthermore, it was observed that, the motor function of the hindlimbs was recovered within approximately 6 h. It is suggested that, single interspace CSEA is an easily applicable and effective method resulting in perioperative analgesia in dogs undergoing hindlimb surgery. Keywords: Bupivacaine-morphine, Combined spinal-epidural anaesthesia, Dog - 232 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Köpeklerin Ekleme Yakın Uzun Kemik Kırıklarının Sirküler-Semisirküler Eksternal Fiksasyon Sistemi İle Sağaltımı Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Ozlem NİSBET 1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Kurupelit, SAMSUN Bu çalışmada 14 büyük ırk köpeğe ait 15 ekleme yakın kırığın sirküler-semisirküler hibrid eksternal fiksasyon sistemi ile sağaltım sonuçları aktarıldı. Temmuz 2009 ve ekim 2010 tarihleri arasında ekleme yakın uzun kemik kırığı şikayeti ile kliniğe gelen 14 köpek (>18 kg) çalışma materyalini oluşturdu. oluşturdu Olguların; eşgal, anamnez, kırık tipi ve lokalizasyonu, fiksatör konfigürasyonu, postoperatif komplikasyonlar, eşlik eden lezyonlar, ilgili ekstremitenin ilk kullanım zamanı (tasma ile gezerken bacağa yüklenme), fiksatör çıkarılma zamanı ve fonksiyonel sonuç bulguları kaydedildi. Çalışmada 6 delikli 45° (180 mm iç çaplı, 1/8 halka yayı, 7x18x85 mm)’lik semisirküler karbon fiber arklar kullanıldı. Kırık iyileşmesi sağlanana kadar haftalık klinik ve radyolojik kontroller yapıldı ve iyileşme sağlandığında fiksatör çıkarıldı. Olgular modifiye McCartney ve Fox’un değerlendirme skalasına göre skorlandı. Sonuçlar; çok iyi (topallık yok, klinik olarak normal), iyi (yoğun egzersizden sonra hafif topallık), orta (hafif-orta şiddette topallık ancak ilgili ekstremiteye tam yüklenme), zayıf (ilgili ekstremiteye yüklenmeme) olarak derecelendirildi. Kırıkların kemiklere göre dağılımı yapıldığında; 2 humerus, 5 radius-ulna, 2 femur, 5 tibia ve 1 tibio-talar kırık belirlendi. Kırıkların 5’i açık, 10’u kapalıydı ve etiyolojik olarak 10’unun trafik kazası 4’ünün ise yüksekten düşmeye bağlı olarak şekillendiği belirlendi. 2 olguda belirlenen osteomyelitis duyarlı antibiyotiğin yoğun olarak kullanılmasını takiben iyileşti. Yeterli süre takip edildikten sonra tüm kırıklar iyileşti. Olguların 5’i ilgili ekstremitesini operasyondan hemen sonra kullanmaya başladı. Fiksatörler 2753 gün (ortalama 36.4 gün) içinde uzaklaştırıldı. Fonksiyonel iyileşme 11 olguda çok iyi, 4 olguda ise iyi olarak belirlendi. Son klinik ve radyolojik muayeneler fiksatörlerin uzaklaştırılmasından 3-5 ay sonra gerçekleştirildi. Bu sonuçlar ışığında sirküler-semisirküler hibrid eksternal fiksasyon sisteminin büyük ırk köpeklerin ekleme yakın kırıklarının stabilizasyonunda ve sağaltımında etkin olduğu kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Köpek, Uzun kemik, Ekleme yakın kırık, Hibrid eksternal fiksasyon - 233 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Management of Juxta-Articular Long Bone Fractures in Dogs with Circular Semicircular Hybrid External Skeletal Fixators Cenk YARDIMCI 1, Ahmet ÖZAK 1, H.Ozlem NİSBET 1 1 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Ondokuz Mayis University, Kurupelit, SAMSUN The objective of present study is to report our experience with use of a circular semicircular hybrid ESF for repair of 15 juxta-articular long bone fractures in 14 large breed dogs. Between July 2009 and October 2010, dogs (> 18 kg, n =14) with juxta-articular long bone fractures were enrolled in this study. Data recorded was signalment and history, fracture description, fixator configuration, postoperative complications, concomitant injuries, time to first use of limb after the operation (bearing weight when walking on leash), time of fixator removal, and outcome. The principal connecting elements of semicircular ESF used were 6 hole 45° (180 mm inside diameter, 1/8 ring arch, 7x18x85 mm) carbon-fiber arches. Weekly recheck examinations and radiographic assessments were performed until fracture healing was complete and the fixator was removed. The outcome evaluation scale was modified from a combination of the McCartney and Fox evaluation scales. Final assessments were graded as: excellent (no lameness, clinically normal), good (slight lameness after extensive exercise), fair (slight to moderate intermittent lameness but consistent weight-bearing) and poor (non-weight-bearing lameness). Clinical and radiographic evaluations were individually made by all authors and mean scores calculated. Distribution of the fractures according to bones were 2 humerus, 5 radius-ulna, 2 femur, 5 tibia, and 1 tibio-talar. Fractures were open in 5 dogs and closed in 10 and caused by vehicular trauma (n=10), or high rise (n=4). Osteomyelitis was experienced in 2 dogs and treated by intensive use of parenteral antibiotics. All of the fractures with sufficient follow-up healed. Five dogs started to use the limb immediately after waking up from anesthesia. Time to fixator removal ranged from 27 - 53 days (mean, 36.4 days). Functional outcome was excellent in 11 fractures, good in 4. Final clinical and radiographic evaluation was performed 3 - 5 months after fixator removal. Our results validate the efficacy of circular - semicircular hybrid external skeletal fixators for stabilization of juxta-articular long bone fractures in large breed dogs. Keywords: Dog, Long bone, Juxta-articular fracture, Hybrid external fixation - 234 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Macar Pointer Irkı Bir Köpekte Ligamentum Cruciata Anterior Rupturu Olgusu Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1 1 Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM Bu çalışmada, Macar pointer ırkı bir köpekte şekillenen sağ bacak lig. cruciata anterior rupturunun klinik ve radyografik bulgularıyla birlikte sağaltımının sunulması amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi ABD Kliniğine getirilen 6 yaşlı, Macar ırkı, erkek köpek oluşturdu. Klinik ve radyografik muayenede sağ bacak lig. cruciata anterior rupturu tanısı konulan olguda fascia lata transpozisyonu yapıldı. Postoperatif dönem 2 hafta boyunca ekstremite Ehmer askılı bandaja alınarak korundu. Anamnezde, arka sağ bacakta şekillenen topallığın 3 ay önce oluştuğu ve giderek arttığı, iştahsızlık ve bununla beraber zayıflama olduğu bilgisi alındı. Hastanın klinik muayene bulgularında; arka sağ ekstremitede şiddetli topallık ve palpasyonda genu ekleminde çekmece gözü hareketi pozitif olarak saptandı. Radyografik bulgularında; tibianın normale göre daha anteriorda yer aldığı, femur kondiluslarının ise daha posteriorda yer aldığı belirlendi. Yapılan operatif sağaltımda kopan lig. cruciata anterior’un yerine Paatsama yöntemi ile 1.2 cm eninde, 16 cm uzunluğunda fascia lata şeridi transpoze edildi. Postoperatif dönemde ekstremite 2 hafta boyunca Ehmer bandaja alındı. Postoperatif dönem 2. haftada yapılan kontrollerde, lokal ağrı semptomu göstermeyen hastanın, hiçbir topallık bulgusu görülmeksizin yürüdüğü saptandı. Özellikle ergin yaştaki köpeklerin arka bacaklarında görülen topallıkların başlıca nedenlerinden biri lig. cruciata anterior’un rupturudur. Paatsama yöntemi uygulanarak ve postoperatif dönemde koruyucu amaçlı yapılan Ehmer bandajın, postoperatif 2. haftada iyileşmeye büyük oranda katkı sağladığı kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Lig. cruciata anterior rupturu, Paatsama yöntemi, Köpek, Fascia lata transpozisyonu - 235 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Ligamentum Cruciata Anterior Rupture in Vizsla Dog Elif DOĞAN 1, Zafer OKUMUŞ 1, Mahir KAYA 1 1 Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM This study is intended to present clinical, radiographic results and treatment administered in a case of lig. cruciata anterior rupture of right leg in a vizsla dog. The study material was a 6-year-old male Vizsla breed dog brought to the Atatürk University Veterinary Faculty. It was diagnosed lig. cruciata anterior rupture of right leg in clinical and radiographic examination and were performed fascia lata transposition. The leg was Ehmer bandaged during postoperative 2 weeks. Anamnesis revealed that lameness occurred three months ago, increasing lameness, anorexia and to lose weight. Clinical examination revealed severe lameness of right leg and cranial drawer sign of was positive on palpitation As a result of radiological examination it was seen that tibia had displaced to cranial and condylus of femur had displaced to caudal. Operation technique was Paatsama method. The technique was used including 1.2 cm wide and 16 cm in length fascia lata band was transposed. After the surgical process, Ehmer bandage was applied for 2 weeks. At 2 weeks invited the surgery clinic, by the cilinical and radiographic examinations it wasn’t observed lameness and pain. Especially, lig. cruciata anterior rupture one of the major causes of lameness in the hind legs in aged adult dogs. Paatsama method and Ehmer bandage are greatly contributes to healing. Keywords: Lig. cruciata anterior rupture, Paatsama method, Dog, Fascia lata transposition - 236 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Maddi Kayıplı Tendo Rupturlarının Otogreft İle Onarılmasında Farklı Dikiş Yöntemlerinin Klinik ve Biyomekanik Olarak Karşılaştırılması: Ön Çalışma Celal Şahin ERMUTLU 1, Vedat BARAN 1 1 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Tavşanlarda maddi kayıplı tendo rupturlarının otogreft ile onarımında tercih edilen tendo dikişlerinin (Yatay U, Locking-Loop, Bunnel Mayer ve Basit Ayrı) etkinliklerinin klinik ve biyomekanik olarak karşılaştırılması amaçlanmıştır. Sunulan çalışma her birinde 5 denek olan 4 grupta, toplam 20 adet 2 yaşlı, erkek, Yeni Zellanda ırkı tavşan üzerinde yürütüldü. Tüm gruplarda rutin hazırlıklar yapılarak 5 mg/kg xylazin HCl (Rompun %2- Bayer) - 25 mg/kg ketamin HCl (Ketasol %10Richterfarma) kombinasyonu ile anestezi sağlandıktan sonra cerrahi prosedürle tavşanların her iki m. tibialis cranialis tendosundan 1 cm uzunluğunda 1’er adet otogreft alındı. Sağ tendodan alınan greft sola, sol tendodan alınan ise sağa gelecek şekilde transplantasyon gerçekleştirildi. Transplantasyon için I. grupta Locking-Loop, II. grupta yatay U, III. grupta Bunnel Mayer IV. grupta ise basit ayrı dikiş teknikleri tercih edildi. Operasyon bölgesi rutin olarak kapatıldı ve her iki ekstremite operasyondan sonra 21 gün süre ile destekli bandajla korundu. Altıncı haftanın sonunda tavşanlar sakrifiye edildi ve ilgili tendolar alınarak Shimadzu AG-IS vidalı mekanik çekme makinasında 100 newton load cell kapasitede gerilim testine tabi tutuldu. Klinik değerlendirmede 1. günden itibaren tüm tavşanların normal basış pozisyonunda yürüyebildikleri görüldü. Nekropside greft uygulanan tendo ile çevre dokular arasında gelişen adezyon varlığı dikkate alındığında adezyonun en az ya da hiç gelişmediği olguların IV. gruba ait olduğu görüldü. Gerilim testi sonuçlarına göre ise Bunnel Mayer dikiş grubunun diğer gruplara göre daha üstün olduğu anlaşıldı. Bu çalışmadan elde edilen bulgulara dayanarak maddi kayıplı tendo rupturlarının onarımında otogreft uygulamasının bilinen yöntemlere bir alternatif olabileceği ve en başarılı sonuçlara Bunnel Mayer dikiş tekniği ile ulaşılabildiği kanısına varılmıştır. Anahtar sözcükler: Tendo rupturu, Tavşan, Otogreft, Yatay U, Bunnel Mayer, Locking-Loop, Basit ayrı dikiş - 237 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Clinical and Biomechanical Comparison of Different Seam Techniques at the Fixing of Tendon Ruptures with Tissue Lost by Using Autograft: Preliminary Study Celal Şahin ERMUTLU 1, Vedat BARAN 1 1 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS It is aimed to compared of clinical and biomechanical effects of tendon seams (horizontal U, Locking-Loop, Bunnel Mayer and Interrupted Suture) which is preferred at the fixing with help of autograft of ruptures which have tissue lost at rabbits. Presented study was implemented on the 5 group, each has five reagent, total 20, 2 old male, New Zealand race rabbits. At the all of groups the routine preparations was carried out and the anesthesia was performed bu using 5 mg/kg xylazin HCl (Rompun %2- Bayer) - 25 mg/kg ketamine HCl (Ketasol %10- Richterfarma) combination, then, it was receipted autografts with 1 cm length by help of surgical procedure from either m. tibialis cranialis tendons of rabbits. The graft receipted from right tendon was transplanted to the left and the graft receipted from left tendon was transplanted to the right. For transplantation, Locking-Loop, Horizontal U, Bunnel Mayer and Interrupted suture techniques were preferred at the I., II., III. and IV. groups, respectively. Operation area was closed routinely and after from both of extremity operations, it was protected with supported bandages for 21 days. At the end of sixth week the rabbits were sacrificed and the related tendons were received, then, it was exposed to the stress test by using screwed mechanical draw machine (Shimadzu AG-IS) with 100 Newton load cell capacity. At the clinical assessment, it was seen that the rabbits can be walk at normal position as from 1. day. When the graft applied tendon at necroscopy and the developing adhesion between the environment webbing are considered, it was seen that adhesion is never developed at the IV. phenomenon. According to the results of stress test Bunnel Mayer seam group is superior than the other groups. With regard to the findings obtained from this study autograft operation can be alternative to the known methods which are used at fixing of financial loss tendon ruptures and the best successful results can be obtained from Bunnel Mayer seam technique. Keywords: Tendon ruptures, Rabbit, Autograft, Horizontal U, Bunnel Mayer, Locking-Loop, Interrupted suture - 238 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Melez Bir Kedide Böbreğin de Fıtıklaştığı Diyafram Fıtığı Olgusu Gamze KARABAĞLI 1, Oktay DÜZGÜN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Himmet EKİCİ 1 1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Diyafram fıtığı genellikle travma sonrasında gelişen ağır solunum güçlüğü ile karakterize bir durumdur. Travmatik olaylarda diyafram fıtığının yanı sıra kemik kırıklarına da rastlanılmaktadır. Olgumuzu İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Cerrahi Anabilim Dalı’na (2012000303 protokol numaralı) solunum güçlüğü ve arka sol bacakta topallık şikayeti ile getirilen 2 yaşında, melez, erkek bir kedi oluşturdu. Direkt radyografide diyafram fıtığı teşhis edildi. Ayrıca sol femurda orta diyafizer parçalı kırık tespit edildi. Hasta kan bulguları ve genel durumu değerlendirilerek operasyona alındı. Median laparatomide sağ lateral diyafram duvarında yırtık tespit edildi. Karaciğer, ince bağırsaklarla birlikte sağ böbreğin fıtıklaştığı görüldü. Damar ve üreter bağlantısı normal görülen böbrek sağ karın duvarına tespit edildi. Ameliyattan 1 ay sonra böbreğin fonksiyonu ile ilgili İVP (intravenöz piyelografi) yapıldı. BUN ve Kreatinin değerleri yeniden incelendi. Yapılan incelemeler sonucunda fıtıklaşan böbreğin fonksiyonel olduğu tespit edilirken, operasyon sonrası diyafram bütünlüğünün kontrolü peritonografi ile belgelendi. Olgu sunumumuzda hiçbir literatürde rastlanılmamış diyafram fıtığında fıtıklaşan böbreğe yaklaşım ve kontrol incelemeleri aktarılmak istenmiştir. Anahtar sözcükler: Diyafram fıtığı, Böbrek, Kedi - 239 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Diaphragmatic Hernia Concomitant with Kidney Hernia in A Cross Breed Cat Gamze KARABAĞLI 1, Oktay DÜZGÜN 1, Alper DEMİRUTKU 1, Himmet EKİCİ 1 1 Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, İSTANBUL Diaphragmatic hernia is a situation characterized by severe respiratory distress generally following a trauma. Bone fractures may concur in traumatic situations accompanied by diaphragmatical hernia. Our case was a 2-year-old, cross breed male cat with respiratory distress and lameness in back left extremity and he was taken to İstanbul University, Veterinary Faculty Reserach Hospital, Surgery Department (with a protocol number of 2012000303). Diaphragmatic hernia was diagnosed in direct radyographical screening. Besides, a fracture with medial diaphyseal segmental fracture in left femur was detected. The case was undertaken surgery following the evaluation of blood data and general situation. A rupture was detected on the right lateral diaphragma wall in median laparotomy. A hernia was present in kidney together with the liver and small intestine. The kidney with a normal vascular and ureteral connection was fixed onto the right abdominal wall. Intravenous pyelography (IVP) was performed concerning the kidney function 1 month later than the surgery. BUN and creatinine levels were re-evaluated. It was determined that the kidney hernia was functional and the post-operational integrity of the diaphragma was confirmed with peritonography. In our case report, we aimed to report the approach to the hernial kidney in a diaphragmatic hernia case and the post-operational follow-up investigations. Keywords: Diaphragmatical hernia, Kidney, Cat - 240 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Melez Bir Köpek Yavrusunda Ektrodaktili Olgusu Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1 1 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Bu bildiride bir köpek yavrusunda karşılaşılan ektrodaktili olgusunun bildirilmesi amaçlanmıştır. Olgumuzu Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine estetik kusur ve yürüme zorluğu şikayeti ile getirilen, melez, 2 aylık, erkek bir yavru köpek oluşturdu. Gerekli klinik ve radyolojik muayenelerden sonra ön sağ ekstremitede ektrodaktili tespit edildi. Operatif tedaviye karar verildi ve hospitalize edildi ancak, bu süreçte parvaviral enteritis gelişti ve 2 gün sonra hayvan boksunda ölü bulundu. Sonuç olarak operatif müdahale ile düzeltilerek sağlığına kavuşturulmak istense de operatif tedavi mümkün olmamıştır. Buna rağmen ender görülen böyle bir vakanın literatüre katkı amacıyla takdimi düşünülmüştür. Anahtar sözcükler: Ektrodaktili, Köpek - 241 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Ectrodactyly in Mixed Breed A Puppy Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1, Engin KILIÇ 1 1 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS The purpose of this paper is to report a case of congenital ectrodactyly encountered in a puppy. Our case study was a 2-month-old, mixed breed, male puppy brought to the Kafkas University School of Veterinary Medicine’s Surgical Clinic due to an aesthetic defect and difficulty walking. Following the necessary clinical and radiological examinations, a congenital ectrodactyly was identified in the left front limb. A decision was made to operate and the animal was hospitalized. However, in the process, the puppy developed parvaviral enteritis, and it was found dead two days later in its box. In conclusion, surgical treatment was not possible even though the desire was to restore the animal to health with surgical intervention. However, we believed that such a rare case should be presented as a contribution to the literature. Keywords: Ectrodactyly, Dog - 242 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Melez Bir Köpekte Bilateral Lens Lukzasyonu Kadircan ÖZKAN 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1, Tuba ÖZGE YAŞAR 1 1 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Bu olgu sunumunda melez bir köpekte karşılaşılan bilateral lens lukzasyonu olgusu değerlendirilmektedir. Olgu sunumunun materyalini S.Ü. Veteriner Fakültesi Cerrahi kliniğine getirilen, melez ırklı, 3 yaşında, erkek bir köpek oluşturdu. Trafik kazası sonucunda kliniğimize getirilen hastada temel travma protokolü ardından hayvan sahibinin sikayeti üzerine yapılan göz muayenesinde bilateral lens lukzasyonu tespit edilmiştir. Yapılan göz muayenesinde, sağ gözde anterior lens lukzasyonu, lenste bulanıklaşma yok, sol gözde anterior lens lukzasyonu ve lenste bulanıklaşma olduğu tespit edilmiştir. Yapılan cerrahi girişim sonucu; hastanın anterior lens lukzasyonu şekillenen sol gözünde lens normal anatomik yerine yerleştirilmeye çalışılmış ancak zonular fibrillerde totale yakın parsiyal kopma olduğu için başarılı olunamamıştır. Köpeklerde daha sık olarak unilateral görülen lens lukzasyonlarının bu vakada bilateral şekillenmesi ve lensin bulanıklık durumunun birbirinden farklı olması tarafımızdan ilginç olarak değerlendirilmiş ve sunulmuştur. Anahtar sözcükler: Köpek, Bilateral, Anterior lens lukzasyonu - 243 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Bilateral Lens Luxation in A Mix Dog Kadircan ÖZKAN 1, Ahmet Gürhan AYDINOĞLU 1, Tuba ÖZGE YAŞAR 1 1 Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA In this case report bilateral lens luxation in a mix dog is evaluated. The material of this case is three year old, mix, male dog which was brought to Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery. The patient was brought to the clinic after a traffic accident. After routine trauma examination protocols bilateral anterior lens luxation was seen. It is seen that anterior lens luxation in the right eye without blurry, and in the left eye it is seen anterior lens luxation with blurry. After operation process in the left eye the dislocated lens has been tried to replace to the normal anatomic position, but it could not achieve because of almost total partial rupture of the zonullar fibers. Although it is seen more often unilateral lens luxation in dogs, in this case bilateral anterior lens luxation, and in the right eye with blur lens, in the left eye without blur lens have been seen, and have been evaluated an interesting case. Keywords: Dog, Bilateral, Anterior lens luxation - 244 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Mitral Kapakçık Yetmezliği Olan Köpeklerde Vhs Değerlendirilmesi Ayjamal RADGOHAR 1 1 Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, ANKARA Mitral kapakçık yetmezliği olan hastalarda radyografik muayenede, genellikle değişen derecelerde sol taraflı kardiyomegali görülmektedir. Sol kalp yetmezliğinin mevcudiyetinde pulmoner venöz konjesyon ve pulmoner ödem görülebilmektedir. Vertebral kalp skalası (VHS), toraks grafilerinde kalp silüetinin boyutunun objektif olarak değerlendirilmesidir. Bu yöntem, köpeklerde ilk kez Buchanan ve Bücheler tarafından uygulanmıştır. Bu yöntemde kalbin uzun ve kısa ekseni lateral toraks grafisinde ölçülür daha sonra torasik vertebra ile karşılaştırılır. Bu çalışmada, kalp hastalıklarının radyografik muayenesinde kullanılan VHS ölçme yönteminin mitral kapakçık yetmezliği olan köpeklerde, hastalık tanısında sınırları ve avantajlari aydınlatılarak sonuçlarının pratik uygulamaya aktarılması amaçlanmıştır. Çalışma materyalini; Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi klinik bilimleri’ ne kuru öksürük, patolojik uyku hali, çabuk yorulma, depresyon şikayeti ve olası kalp hastalığı şüphesiyle getirilmiş ve ekokardiyografik muyene sonucunda mitral kapakçık yetmezlik hastalığı tespit edilmiş değişik yaş, ırk, cinsiyette 25 köpek oluşturdu, 6 olguda şiddetli derecede, 2 olguda orta derecede, 17 olguda ise hafif derecede mitral kapakçik yetmezliği saptandı. Ekokardiyografi muyane ile köpeklerinin mitral kapakçık yetmezlik hastalığıının teşhisi yapıldı. Radyografik muayenede, tüm hastaların çift yönlü olmak üzere toraksın direkt grafileri alındı ve değerlendirildi. VHS yöntemi ile kalbin boyutu ölçüldü. Çalışma materyalini oluşturan 25 köpeğin Vertebral Kalp Skalasının hesaplanması sonucunda 18 olguda VHS değerinin, normal VHS değerinin üstünde olduğu saptandı ve 1 olguda ise VHS değerinin üst sınırda olduğu görüldü. Şiddetli derecede mitral kapakçık yetmezliği olan 6 köpeğin 4′ inde, orta derecede mitral kapakçık yetmezliği olan 2 köpeğin 2′ sinde, hafif derecede mitral kapakçık yetmezliği olan 17 köpeğin 12′ inde VHS değeri, normal VHS değerinin üstünde olduğu görüldü. Mitral kapakçık yetmezliği tanısında radyografi bize gerekli olan ön bilgiyi sağlamak için yardımcı olur. Yaşlı köpeklerde kuru öksürük, patolojik uyku hali, çabuk yorulma ve depresyon gibi semptomlar kalp hastalıkları için belirleyici bulgular olduğu; bu şikayetleri bulunan hastaların mutlaka kardiovasküler yönden değerlendirilmesi gerektiği saptanmıştır. Anahtar sözcükler: Ekokardiyografi, Köpek, Mitral kapakçık yetmezliği, Radyografi - 245 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Evaluate of the Vertebral Heart Score in Dogs with Mitral Valve Insufficiency Ayjamal RADGOHAR 1 1 Ankara Universiy, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Department, ANKARA In dogs with mitral valve insufficiency, varying degrees of left-sided cardiomegaly usually is seen in radiographic examination. in the presence of Left heart failure, pulmonary venous congestion and pulmonary edema can be seen. Vertebral heart scale (VHS), is technique to evaluate objectively the size of cardiac silhouette. This method is carried out by Buchler Buchanan for the first time in dogs. In this method, in the lateral chest radiograph the long and short axis of the heart is measured, then compared with the thoracic vertebrae. In this study, in dogs with mitral valve insufficiency, VHS measurement method used. The aim of this study was to assess the practicality radiography (x-ray) in documenting the disorders of canine patients presented with the mitral valve insufficiency. In order to describe our researches, we studied 25 dogs with diffrent age, sex and breed with cough, reluctance to exercise, fatigue and depression leading to the assumption of possible heart failure. Mitral valve insufficiency disease has been detected with echocardiography (Echo) in the Department of Veterinary Medicine Clinical Sciences of Ankara University. in 6 cases Severe, in 2 cases moderate and in 17 cases mild mitral valve insufficiency was determinded. For radiographic examination thoracic radiographs were taken in right or left lateral and ventrodorsal or dorsalventeral positions in accordance with the technique. The dogs with mitral valve insufficiency was diagnosed with echocardiography examination. Then thoracic radiographs was evaluated and heart size was measured by the VHS method. Of these 25 dogs, 18 dogs had a higher vertebral heart score (VHS) and 1 dog had the maximum vertebral heart score (VHS) compared with normal value. In 6 dogs that had sever mitral valve insufficiency, 4 of them, . in 2 dogs that had moderate mitral valve insufficiency, all of them and in 17 dogs that had mild mitral valve insufficiency, 12 of them had a higher vertebral heart score compared with normal value. The results of this study indicate that the radiologic examination might be a good method to establish the presence of cardiac abnormalities in the first step. However, as it can have limited capability to show a good sensitivity in some cases and lack of satisfying specificity. cough, reluctance to exercise, fatigue and depression is semptoms that leading to the assumption of possible heart failure in Geriatric dogs; if these semptoms are present should be get control for cardiovascular disease. Keywords: Dog, Echocardiography, Mitral valve insufficiency, Radiography - 246 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Montofon Irkı Bir Buzağıda Atipik Vulva Atrezisi Olgusu Hasan ORAL 1 İsa ÖZAYDIN 2 Semra KAYA 1 Mushap KURU 1 1 2 Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Doğmasal anomalilerin patogenezi tam olarak bilinmemekle birlikte, bu anomalilerin genetik veya genetik olmayan faktörlerden (çevresel faktörler) kaynaklandığı bildirilmektedir. Anomalilerin tek bir organı veya vücudun bir kısmını etkileyebildiği, buzağılarda ise sıklıkla atresia ani, atresia recti, rektovaginal fistül, hidrosefalus ve göz kapağı anomalilerine rastlandığı belirtilmektedir. Buzağılarda, vulva atrezisinin de eşlik ettiği multiple kongenital anomalileri konu alan yayınlar olmakla birlikte vulva atrezisine dair ayrıntılı bilgiler içeren çok fazla olgu kaydı yoktur. Bu sunumda, Montofon ırkı bir buzağıda atipik bir form gösteren vulvar atrezi olgusunun sunulması amaçlanmıştır. Olgunun yapılan muayenesinde vulvanın şekillenmiş olduğu ancak vulva dudaklarının tamamına yakını kapalı olduğu ve anüse yakın bölgede yaklaşık olarak 0.5 cm genişlikte açıklık bulunduğu, hayvanın bu açıklıktan idrarını yapabildiği gözlenmiştir. Sonrasında operasyona karar verilmiş ve kapalı olan vulva dudakları açılmıştır. Operasyon bitiminde yapılan spekulum muayenesi sonrasında buzağının genital organlarında (vagina, vestibulum vagina ve servikste) her herhangi bir anormal durum saptanmamıştır. Postoperatif muayeneler sonrasında ise hayvanda herhangi bir probleme rastlanmamış ve ayrıca iyileşmenin de komplikasyonsuz olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak, literatürlerde çok az rastlanan bu olgunun rapor edilmesinin uygun olacağına karar verilmiştir. Anahtar sözcükler: Vulva atrezisi, Doğmasal anomaliler, Buzağı - 247 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS A Case of Vulvar Atresia in A Brown Swiss Calf Hasan ORAL 1 İsa ÖZAYDIN 2 Semra KAYA 1 Mushap KURU 1 1 2 Department of Obstetrics and Gynaecology, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS The exact pathogenesis of congenital anomalies is not known, these anomalies, genetic or nongenetic factors (environmental factors) have been reported due. Anomalies may affect a single organ or a part of the body, calves are often atresia ani, atresia recti, rektovaginal fistula, hydrocephalus and eyelid defects encountered indicated. Calves, accompanied by multiple congenital anomalies of the vulva area subject to publications with detailed information, but too many cases of vulvar atresia, there is no record. In this presentation, shows a form of atypical Brown Swiss a calf race is to present a case of vulvar atresia. Cases where examination of the vulvashaped lips, but almost all of the vulva and the anus is closed approximately 0.5 cm wide aperture is located close to the region, can make the urine of animals has been observed that opening. The vulva lips opened and closed after the operation was decided. The speculum examination at the end of the operation after the calf’s genital organs (vagina, vestibulum vagina and cervix) for each detected any abnormal situation. Postoperative examination of the animals after the recovery of any problems encountered, and also observed that uncomplicated. As a result, the reporting of this phenomenon rarely seen in the literature is thought to be appropriate. Anahtar sözcükler: Vulvar atresia, Congenital anomalies, Calf - 248 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Normal ve Laminitis’li Sığır Tırnaklarında Capsula ve Corium Ungulae’nin Morfolojik Özelliklerinin Radyolojik, Ultrasonografik ve Postmortem Olarak Değerlendirilmesi * Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK İNTAŞ 1, Nureddin ÇELİMLİ 1, Deniz MISIRLIOĞLU 2 , Hatice Özlem NİSBET 3, Hakan SALCI 1, Kıvanç İNAN 1, E. Pınar TÖRE 1, Aylin ALASONYALILAR DEMİRER 2, G. Ülke ÇALIŞKAN-KABAKAYA 1, O. Sacit GÖRGÜL 1 * Bu çalışma TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje No: 107O817) 1 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Görükle Kampüsü, BURSA 2 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Görükle Kampüsü, BURSA 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SAMSUN Çalışmada, normal sığır tırnaklarında capsula ve corium ungulae kalınlıklarının radyografik, ultrasonografik ve makroskopik olarak soleada ve paries ungulae’de seçilen bölgelerde ölçülerek referans değerlerinin belirlenmesi, yaşın, canlı ağırlığın, tırnağın lokalizasyonunun bu ölçüler üzerine etkisinin belirlenmesi, bu ölçülerin laminitisli tırnaklarla karşılaştırılması ve ölçüm bölgelerinden alınan doku örneklerinin histopatolojik değerlendirilmesi amaçlandı. Bununla, subklinik laminitisin sürü bazında tanısında radyografi ve ultrasonografinin katkısının irdelenmesi hedeflendi. Deneysel kısımda mezbahadan temin edilen klinik yönden sağlıklı 60 hayvanın tırnakları (n=480), saha çalışmasında ise subklinik laminitis şüphesi bulunan 20 canlı hayvanın tırnakları (n=160) değerlendirildi. Tırnaklar klinik - morfometrik, ultrasonografik, radyografik (tüm gruplar) ve histopatolojik (Grup 1-3) olarak incelendi. Histopatolojik tanıya göre tırnaklar ‘laminitisten etkilenmiş’, ‘laminitisten etkilenmemiş’ ve ‘sağlıklı’ olarak gruplandırıldı. Laminitisin tanısında radyografik ve ultrasonografik muayenelerin etkinliği, kapsula ile corium ve yumuşak doku kalınlıklarının yaş, canlı ağırlık, tırnağın lokalizasyonu ve hasta ya da sağlıklı oluşlarına göre fark olup olmadığına bakıldı. Ayrıca sağlıklı ve laminitisli tırnaklarda morfolojik şekil ve ölçüler ile radyografik bulguların dağılımı değerlendirildi. Bulgulara göre ultrasonografik ölçümlerin, radyografik ölçümlerle karşılaştırıldığında makroskopik ölçümlere daha yakın olduğu, kapsula ile corium ve yumuşak doku kalınlıklarının yaşa göre farklılık gösterdiği, ölçümler üzerine canlı ağırlığın, tırnakların lokalizasyonunun ve subklinik laminitisin varlığının etkili olmadığı görüldü. Sağlıklı sığırlarda makroskopik ölçümlere dayanan capsula kalınlıklarının referans değerleri dorsal duvarda 6.2±0.1 mm, solea’da 9.5±0.4 mm, corium kalınlıkları ise dorsal duvarda 4.5±0.1 mm, solea’da 5.3±0.1 mm olarak belirlendi. Histopatolojik değerlendirmede ise, klinik olarak sağlıklı olduğu düşünülen 60 olgunun 37’sinde (n=106) değişik derecelerde laminitis bulgularına rastlandı. Laminitis belirlenen tırnaklarda dermal ve epidermal dokularda dejenerasyonlar gözlendi. Sonuçta, kapsula ile corium ve yumuşak doku ölçümlerinin elde edilmesinde ultrasonografik muayenenin radyografik muayeneye göre daha güvenilir ve doğru olduğu, ancak bu ölçümlerin subklinik laminitisin tanısı açısından önemli sayılabilecek bir parametre olmadığı belirlendi. İleri çalışmalarda daha yüksek çözünürlüklü ultrasonografi cihazlarıyla laminitisli tırnakların incelenmesi ve bazı yazılımlar yardımıyla corium ve yumuşak dokuda objektif kalitatif değerlendirmelerin yapılması önerilmektedir. Anahtar sözcükler: Laminitis, Radyoloji, Ultrasonografi, Sığır - 249 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Radiographic, Ultrasonographic and Post Mortem Evaluation of the Morphological Characteristics of the Claw Horn and Corium in Normal and Laminitic Bovine Claws * Göksen ÇEÇEN 1, Deniz SEYREK İNTAŞ 1, Nureddin ÇELİMLİ 1, Deniz MISIRLIOĞLU 2 , Hatice Özlem NİSBET 3, Hakan SALCI 1, Kıvanç İNAN 1, E. Pınar TÖRE 1, Aylin ALASONYALILAR DEMİRER 2, G. Ülke ÇALIŞKAN-KABAKAYA 1, O. Sacit GÖRGÜL 1 * This study was supported by TÜBİTAK 1 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, BURSA 2 Department of Pathology, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, BURSA 3 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Ondokuz Mayıs University, SAMSUN The purpose of this study was to determine capsule and corium thicknesses in normal bovine claws radiographically, ultrasonographically and macroscopically in order to establish reference values, to evaluate the effect of age, body weight, position of the claw and presence of laminitis on these values and to verify the diagnoses by histopathological investigations. At the same time it was aimed to find out the contribution of radiography and ultrasonography in the diagnosis of subclinical laminitis in dairy cow herds. For the experimental part of the study claws of sixty animals (n=480) provided from the slaughterhouse and for the field study claws of twenty live animals suspicious of laminitis (n=160) were enrolled for the study. The claws were examined clinical - morphometrically, ultrasonographically, radiographically (all groups) and histopathologically (Groups 1-3). According to the histopathological diagnosis the claws were classified as ‘affected from laminitis’, ‘unaffected from laminitis’ and ‘sound’. The accuracy of radiographic and ultrasonographic examinations in diagnosing laminitis were evaluated by thickness measurements of the capsule and underlying soft tissues using macroscopic measurements as golden standard; the effect of age, body weight, location of the claw and presence of subclinical laminitis on the measurements were investigated. In addition, the distribution of radiographic findings and relation of shape and morphometric measurements on healthy and laminitic claws were evaluated. According to the findings, ultrasonographic measurements are closer to macroscopic measurements in contrast to radiographic measurements. Capsule and soft tissue thicknesses differ significantly by age but not by body weight, position of the claw or by the presence of subclinical laminitis. Reference values for sound capsule horn dorsally are 6,2±0,1mm, at the sole 9,5±0,4mm, and corium thicknesses are dorsally 4,1±0,1 mm and at the sole 5,3±0,1mm. Histopathological examination revealed that 37 out of 60 cows (n=106) were affected by laminitis despite clinically unsuspicious. In cases with laminitis degenerations of dermal and epidermal tissues were observed. As a result, ultrasonography is more reliable and accurate as opposed to radiography in thickness measurements of the capsule and soft tissues of the bovine claw, however, such measurements cannot be considered as an important parameter for the diagnosis of subclinical laminitis. Further investigations should be performed by the aid of ultrasound machines with higher resolution and special software programs in order to make objective qualitative evaluations of corium and soft tissues in laminitic claws. Keywords: Laminitis, Radyology, Ultrasonography, Cattle - 250 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Paraplejili Bir Köpekte Spinal Kord Lezyonunun Belirlenmesinde Klinik, Radyolojik (X-Ray, MR), Nekropsi ve Histopatolojik Bulguların Birlikte Değerlendirilmesi Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 1 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Bu tebliğde bir köpekte ateşli silah yaralanmasına bağlı gelişen ve klinik olarak parapleji tespit edilmesine rağmen, direkt ve kontrast radyografi (myelografi) ile belirlenemeyen ancak, MR ile yeri tespit edilebilen, nekroskobik ve histopatolojik bulgulara dayanılarak adlandırılan ilginç bir spinal kord lezyonu tanımlanma öyküsü konu edinmiştir. Olgumuzu 2 yaşlı, melez bir köpek oluşturdu. Anamnez bilgilerinden nedene yönelik herhangi bir bilgiye ulaşılamadı. İnspeksiyonda paraplejik görüntü ile birlikte üriner inkontinans şekillendiği görüldü. Klinik muayeneyle parapleji belirlendi. V/D ve L/L pozisyonlarda alınan direkt radyografide herhangi bir anormal bulgu saptanamazken 9-10. interkostal aralıkta ve korpus vertabralara 2-3 cm uzaklıkta bir adet kurşun saptandı. Myelografide kontrast maddenin spinal kord boyunca kranio-kaudal yönde ilerlediği görüldü. MR’de spinal kordda T9-T10 düzeyinde lezyonlu bir alan saptandı. Tanı ve/veya sağaltım amacıyla gün verilmesine rağmen kulübesinde ölü bulunan köpeğin otopsisi yapıldı. Şüpheli alandan alınan doku örnekleri histopatolojik olarak değerlendirildi. Olguya ait tüm bulgular birlikte değerlendirildiğinde, olaya neden olan bir adet kurşunun intervertebral aralıktan kavum medullarise girerek korddaki zarsel yapıyı esnetip teğet geçmiş, ancak kordun bütünlüğünü tamamen bozarak karşı intervertebral aralıktan çıkmış olabileceği yorumuna ulaşıldı. Sonuçta kurşunun dışarı çıkması durumunda asıl oluşturucunun ne olduğu anlaşılamayacağından belki de vakayı değerlendiren ekibin kesin tanıya ulaşması da zorlaşabilecekti. Klinik tecrübe açısından ilginç olarak değerlendirilerek meslektaşlarımızın karşılaşabilecekleri benzer olgularda gerek tanının konmasında gerekse hasta hakkında son kararın belirlenmesinde faydalı olabileceği inancı ile bu vaka sunulmuştur. Anahtar sözcükler: Köpek, Ateşli silah yaralanması, Parapleji - 251 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Combined Evaluation of Clinical, Radiological (X-Ray and MR), Necroscopic and Histopathological Findings in the Identification of A Spinal Cord Lesion in A Paraplegic Dog Engin KILIÇ 1, Sadık YAYLA 1, Celal Şahin ERMUTLU 1 1 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS This report describes the identification of a spinal cord lesion developing in a dog due to a wound from a firearm, where the lesion was identified based on necroscopic and histopathological findings and the lesion’s location was determined with MR. However, the lesion itself could not be identified with direct and contrast radiography (myelography), although clinical paraplegia was identified. Our subject was a two-year-old dog. Paraplegia was identified in a clinical examination. No abnormal findings were identified from direct radiography taken in the V/D and L/L positions, but one bullet was identified in the 9th-10th intercostal space at a distance of 2-3 cm away from the corpus vertebrae. A myelogram showed contrast material advancing in the craniocaudal direction along the spinal cord. In MR, an area with a lesion was identified on the spinal cord at the T9-T10 level. The dog died before the date set for diagnosis and/or treatment. After an autopsy of the dog was carried out, a histopathological evaluation was carried out on tissue samples taken from the suspicious area. When all the findings for the subject were evaluated together, the conclusion was made that the bullet which caused the incident may have entered the cavum medullaris through the intervertebral space, lightly touching and stretching the membranous structure on the cord, but completely destroying the integrity of the cord, and may have exited through the opposite intervertebral space. If the bullet had exited the body, it would not have been possible to determine the actual cause, which could have made it more difficult for the team evaluating this case to make a definite diagnosis. This case report has been presented in the belief that this case may be helpful to our colleagues, whether they are diagnosing similar cases or making a final decision about a patient. Keywords: Dog, Gunshot wound, Paraplegia - 252 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Performans Düşüklüğü Bulunan Spor Atlarında Gastrik Ülser Sendromunun Gastroskopik Değerlendirilmesi M. Alper ÇETİNKAYA 1, Alper DEMİRUTKU 2, Dr. Mahir KAYA 3 Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Cerrahi Araştırma Laboratuarı, ANKARA İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL 3 Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ERZURUM 1 2 Gastrik ülserasyon performans atlarında oldukça yaygındır. Antrenman dönemindeki safkan atların %90’ından fazlası ve diğer disiplinlerde yarışan ve çalışan atların yaklaşık %60’ı gastrik ülsere sahiptir. Mide asidinin aşırı salınımı, mide mukozası kan akımının bozulması, prostaglandin (PG) E ya da mide mukus/bikarbonat tabakasının oluşumunun zayıflaması ve mide boşalım bozuklukları mide ülserinin başlamasında önemli unsurları oluşturmaktadır. Bu çalışmada, performans düşüklüğü belirlenen 12 at klinik muayenler sonrasında gastroskopik olarak incelendi. Bunun sonucunda, 5 atta midede hiçbir ülseretif lezyona (0 derece) rastlanmazken, 7 atta birinci derecede lezyona rastlandı. Lezyon bulunsun ya da bulunmasın klinik olarak gastritis şüphesi olan tüm atlara 4mg/kg dozunda omeprazol (E-gastro®, BAVET) 4 hafta boyunca günde bir kez uygulandı. Bu sürenin sonunda, 2 hafta boyunca koruyucu doz olarak 2 mg/kg omeprazol uygulanmaya devam edildi. Medikal sağaltım süresince atlara herhangi bir istirahat uygulanmadı. Biniciler ve antrenörlerinden alınan anamnez sonrasında, tüm atların uygulanan sağaltım sırasında ikinci haftada performanslarının düzeldiği öğrenildi. Midede ülseratif lezyon belirlenen atların medikal sağaltım sonrası yapılan endoskopik muayenelerinde ise herhangi bir lezyon görünümüne rastlanmadı. Sonuç olarak, gastrik ülser sendromu spor atlarında midede belirgin bir ülseratif lezyona neden olsun ya da olmasın, performans düşüklüğüne neden olan önemli bir problemdir. Uygulanan medikal sağaltım sonucunda performans artışı görülmesi de bunu desteklemektedir. Anahtar sözcükler: At, Gastrik ülser, Gastroskopi, Performans düşüklüğü - 253 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Gastroscopic Evaluation of Gastric Ulser Syndrome in Sport Horses with Poor Performance M. Alper ÇETİNKAYA 1, Alper DEMİRUTKU 2, Mahir KAYA 3 Hacettepe University, Faculty of Medicine, Surgery Research Laboratory, ANKARA Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, İSTANBUL 3 Ataturk University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ERZURUM 1 2 Gastric ulceration is common in performance horses. More than 90 per cent of thoroughbred horses in training season and approximately 60 per cent of racing horses from other diciplines have gastric ulcers. Excessive secretion of gastric acid, impairment of gastric mucsal blod flow, weakening of prostaglandin (PG) E or gastric mucus/bicarbonate layer, and gastric emptying disorders are important factors of initiation of ulceration. In this study, 12 horses with poor performance were evaluated by gastroscopy following clinical examinations. Gastroscopy revealed that no ulceration (grade 0) in 5 horses and grade 1 lesions in 7 horses. Daily 4mg/kg omeprazole (E-gastro®, BAVET) was administered in oral way for 4 weeks in all horses with clinically suspected gastritis with or without gastric lesions. At the end of this time, a protective dose of 2mg/kg/day of omeprazole was used for additional 2 weeks. During the medical treatment period no resting was preferred for horses. According to the histories obtained from riders and trainers, all of the horses showed inproved performance during the second week of treatment. No gastric lesions were detected by endoscopic examination following medical treatment of horses with gastric ulcerative lesions. In conclusion, gastric ulcer syndrome with or without gastric lesions in sport horses is a significant problem causes poor performance. That is supported by improved performances following medical treatment. Keywords: Horse, Gastric ulcer, Gastroscopy, Poor performance - 254 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Piyeten mi, Ayak Apsesi mi? Vedat BARAN 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Mete CİHAN 1, Sadık YAYLA 1, C. Şahin ERMUTLU 1 1 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Koyun yetiştiriciliğinde ekonomik kayıplara yol açan piyeten ve ayak apsesi genelde veteriner hekimlerimiz tarafından karıştırılır.Bu çalışmada iki hastalık hakkında spesifik ayırıcı tanı üzerinde araştırma amaçlanmıştır. Kars ve çevresinde bulunan farklı sürülerden klinik olarak seçilen piyetenli ve ayak apseli hasta koyunlar çalışmanın materyalini oluşturdu. Çalışmada, yetiştiricilerin hayvanları ıslak ve nemli zeminlerde barındırdığını, gerekli tırnak bakımının yapılmadığı belirlenmiştir. Hastalardan piyeten tanısı konan hayvanların hemen hemen tüm ayaklarında tırnak arasındaki deri, corium ungulea ve diğer dokularında yangı ve nekroz belirlenirken, ayak apseli hayvanların genellikle tek ayağında şişkinlik, hafif kokulu, irinli bir akıntı görülmüştür. Piyetende şiddetli topallık görülürken ayak apsesinde akut ağrılı bir topallık görülür. Ayak apsesinde bölgede sıcaklık görülmezken piyetende ayak bölgesinde tanıda sıcaklık belirgindir. Veteriner hekimin ayak apsesi mi piyeten mi diye tereddüt ettiği aşamada çalışmada verdiğimiz bulguları iyi değerlendirerek ayırıcı tanıya çok rahat olarak ulaşabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar sözcükler: Koyun, Piyeten, Ayak apsesi - 255 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Foot Rot or Foot Abscess? Vedat BARAN 1, Alkan KAMİLOĞLU 1, Mete CİHAN 1, Sadık YAYLA 1, C. Şahin ERMUTLU 1 1 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, University of Kafkas, KARS Foot rot and foot abscess result in economic losses in sheep husbandry and are generally confused by our veterinarians. The aim in this study was to conduct research on a specific differential diagnosis of the two diseases. The material for the study consisted of sheep with foot rot and foot abscess selected clinically from different herds in Kars and the surrounding area. The study determined that breeders kept the animals in places where the ground was wet or moist and did not provide the necessary hoof care. Almost all of the animals diagnosed with foot rot had fever and necrosis in the skin between their hooves, corium ungulae and other tissues while animals with foot abscess generally had swelling, slight odor and a purulent discharge in one foot. With foot rot there is generally severe lameness while there is acute painful lameness with foot abscess. Fever is conspicuous in the foot with foot rot while there is no fever in the region with foot abscess. We believe that veterinarians can easily make a differential diagnosis by properly utilizing the findings we have provided in this study when they are undecided as to whether it is a case of foot rot or foot abscess. Keywords: Sheep, Foot Rot, Foot abscess - 256 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Servikal Bölgenin Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları: 17 Köpek, 4 Kedi Yalçın DEVECİOĞLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Mustafa AKTAŞ ¹, Alper DEMİRUTKU ¹, Zihni MUTLU ¹ ¹ İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İSTANBUL Boyun ağrısı, bacak güçsüzlüğü, kısmi ya da tam felç gibi bulgular ile İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Kliniğimize getirilen onyedi köpek ve dört kedinin servikal omurgasına yönelik manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulguları değerlendirildi. Bu görüntülerde disk fıtığı (n=8), syringomiyeli (n=3), intradural ekstramedullar yerleşimli kitle lezyonu (n=3), intramedullar yerleşimli kitle lezyonu (n=4), ekstradural yerleşimli kitle lezyonu (n=1), atlantoaksiyal eklem düzeyinde sıvı artışı (n=1), transvers miyelit (n=1) saptandı. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulguları ile operasyonu gerçekleştirilen olguların cerrahi ve histopatolojik bulguları karşılaştırıldı. Bu çalışmada manyetik rezonans görüntülemenin (MRG), servikal omurgada rastlanan çeşitli lezyonlar için tanısal yeri değerlendirilmiştir. Anahtar sözcükler: Manyetik rezonans görüntüleme, MRG servikal omurga, Köpek, Kedi - 257 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Magnetic Resonance Imaging Findings of the Cervical Spine: 17 Dogs, 4 Cats Yalçın DEVECİOĞLU ¹, Ebru ERAVCI ¹, Mustafa AKTAŞ ¹, Alper DEMİRUTKU ¹, Zihni MUTLU 1 ¹ İstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Deparment of Surgery, ISTANBUL The cervical spine of seventeen dogs and four cats, admitted to the Department of the Surgery, Faculty of the Veterinary Medicine with cervical pain, limb weakness and parasis or paralysis, was evaluated with magnetic resonance imaging (MRI). Disorders noted included intervertebral disc herniation (n=8), syringomyelia (n=3), intradural extramedullary mass lesion (n=3), intramedullary mass lesion (n=4), extradural compressive lesion (n=1), fluid increasing in the atlantoaxial joint space (n=1), transverse myelitis (n=1). Magnetic resonance imaging (MRI) findings were compared with surgical and histopathological findings in cases that underwent surgery. In this report, the diagnostic role of magnetic resonance imaging (MRI) for various lesions found in the cervical spine was evaluated. Keywords: Magnetic resonance imaging, MRI, Cervical spine, Dog, Cat - 258 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Sığırlardaki Laminitis Olgularında Magnetik Rezonans ve Tomografi Uygulama Sonuçları Mustafa ARICAN 1, Fatih HATİPOĞLU 2, Hanifi EROL 3, Özgür KANAT 2, Orhan YAVUZ 2, Kurtuluş PARLAK 1, Osman KOÇ 4 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, KONYA 3 Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, SİVAS 4 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, KONYA 1 2 Çalışmada, sığırlarda laminitisin, teşhisinde termografik, magnetik rezonans, tomografi görüntüleme yönteminin tanı güvenilirliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Araştırma materyalini Konet-Konya mezbahasına kesim için getirilen 20 adet HolsteinFresian ırkı sığır ön ekstremite tırnağı (40 adet) oluşturdu. Klinik olarak yapılan rutin muayene yöntemleri sonunda laminitis olabileceği düşünülen hayvanlarda, termografik muayeneler yapılarak belirlenen, 15 sığırdan 30 adet tırnak, laminitis grubu ve ısı değişimi göstermeyen 5 adet sığırdan 10 adet tırnak ise kontrol grubununu oluşturdu. İşaretlenen tırnaklar, kesim sonrası radyolojik, magnetik rezonans (MR) ve tomografi ile dorsoplantar, sagital ve transversal görüntüleri alındı. Klinik verilerin ve görüntülemelerin doğrulukları histopatolojik incelemeler desteklendi. Klinik olarak, laminitisden şüphelenilen hayvanlarda taban genişlemesi ile beraber kalitesiz boynuz tırnak üretimi görülmüştür. Radyolojik olarakta, 3. Phalanx’ın processus extensorius’unda osteofitik üremeler görülmüştür. MR ve tomografi görüntülemelerinde anatomik yapılar net ortaya çıktığı belirlendi. MR görüntülenmesinde falanks korteksi, yağ, deri ve tırnak tabanı gri renkte görüntü verirken, tendo, kan damarları, eklem boşlukları ve paries ve solea ungulae siyah renkte görülmüştür. Falanks medullası beyaz, phalanx proksimalis, phalanx distalis, proksimal ve distal susam kemikleri, M. fleksor digitalis süperficialis, M.fleksor digitalis profundus, M. interosseus, bursa navicularis ve dorsal digital arter MR ile ayırt edilmiştir. Laminitisli grupta transversal kesitlerde paries ungulae’nin corium’unda ayrılmasına bağlı ödem renk değişimi görüntülenmiştir. Tomografi bulguları ise kronik laminitis olgularında değişimleri ortaya koyacağı düşünülmüştür. Histopatolojik incelemelerde dermal lamellar bölgede damarlarda hiperemi ve hafif ödem dikkati çekti. Bu alanlarda mononükleer hücre infiltrasyonlarıyla birlikte tek tük nötrofil granülositlere de rastlandı. Termografik tanı yöntemlerinin, laminitisin tanısında %60 oranında kullanılabileceği düşünülmüştür. Çalışma ortamının termografik muayeneler için yeterli hale getirilmesi ve tırnak temizliğinin sağlanması ile bu oranın artacağı belirlenmiştir. Magnetik rezonans uygulamalarının laminitisin etiyopatolojisinde ortaya koyacağı değişimleri göstermek için uygulamaların deneysel laminitis oluşturulan gruplarla daha sık aralıklarla takip edilmesi gerektiği düşünülmüştür. Tomografik muayenelerin ise kronik laminitis olgularında kemiklerde oluşacak değişimleri teşhis edilebileceği düşünülmüştür. Anahtar sözcükler; Sığır, Laminitis, Termografi, Radyografi, Magnetic rezonans, Tomografi - 259 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Results of Magnetic Resonance and Tomography Applications for Cows with Laminitis Mustafa ARICAN 1, Fatih HATİPOĞLU 2, Hanifi EROL 3, Özgür KANAT 2, Orhan YAVUZ 2, Kurtuluş PARLAK 1, Osman KOÇ 4 University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, KONYA 3 University of Cumhuriyet, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, SİVAS 4 Necmettin Erbakan Üniversity. Faculty of Medicine, Department of Radiology, KONYA 1 2 In this study, thermographic, magnetic resonans, tomographic imaging reliability of the diagnosis in cows with laminitis was to evaluated. 20 frontleg (40 claws) feet from Holstein-Fresian which were obtained to slaughterhouse were used as materials. Thermographic examinations were performed the animals after the routine clinical examination methods that could be laminitis. After thermographic examination, have been marked changes in temperature claws on the dorsal side (15 feet laminitis group) and five of them has not been shown in temperature changes as a control groups. The marked claws were obtained for radiographic, magnetic resonans (MR) computer tomography (CT) imaging (dorsoplantar,sagital and transversal), and laminar tissues histopathologic analysis. Clinically, animals suspected of laminitis were seen diffuculty during walking. Osteophitic formation was seen on extensorious processes of phalanx III. MR and tomography images provide excellent anatomic depiction of the bovine digit. In MR images cortex of phalanx, fat skin and hoof were observed and had intermediate signal intensity and appeared grey. Tendons, blood vessels, synovial cavity and corium of hoof had ahyperintense signal and appeared black. Medulla of phalanx had a low signal intensity and appeared white. Proximal and distal sesamoid bones, hoof, superficial digital flexor tendon, deep digital flexor tendon, extensor branch of interosseous tendon, dew claws, navicular bursa and common dorsal digital artery were clearly identify in MR images. Transverse images show colour changes for detached of corium. Tomography was only considered for chronic laminitis cases. In histological examination mild hyperemia and edema in the dermal vessels in the lamellar region was remarkable. Thermographic diagnostic methods, could be used in diagnosis of laminitis for 60 %. If the claws and working environment clean-up enough the rate of thermographic examination will increased. Magnetic resonance imaging will put forward etiopathology of laminitis should be followed experimenttaly created group considered at more frequent intervals. Tomographic examinations in patients with chronic laminitis is though to identify the changes will ocur in the bones. Keywords: Cattle, Laminitis, Thermography, Radiography, Magnetic resonance imaging, Computed tomography, Bovine, Digit - 260 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Tarantula cubensis Ekstraktının (Theranekron®) Yara Üzerine Lokal Etkisinin Araştırılması: Deneysel Bir Çalışma Savaş ÖZTÜRK 1, Sadık YAYLA 1, İsa ÖZAYDIN 1, Başak KURT 1, Seyitali BİNGÖL 2, Turgay DEPREM 3 1 2 3 Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KARS Kafkas Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, KARS Kafkas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, KARS Sunulan çalışma ile Tarantula Cubensis ekstraktının (Theranekron® 50 ml, Richterpharma, Austria) subcutan ve değişik konsantrasyonlardaki pomat formlarının fare modelinde yara iyileşmesi üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışma her bir grupta 8 fare olacak şekilde dört gruptan oluşmaktadır. Tüm farelerde genel anestezi altında sırtlarında 1 cm çapında eksizyon yaparak yara oluşturuldu ve 24 saat süre ile bu yaralar açık bırakıldı. Birinci gruba Tarantula Cubensis ekstraktı 0,01 ml subcutan olarak, ikinci gruba %10’luk pomat, üçüncü gruba %20’lik pomat ve kontrol grubu olan son gruba sadece vazelin uygulaması yapıldı. Subcutan enjeksiyonlar dört gün ara ile tekrarlandı. Pomat uygulamaları ise günde bir kez yapıldı. Yara iyileşmesinin kontrolü hem klinik olarak değerlendirildi hem de 72 ve 168. saatlerde alınan biopsi örneklerinden histopatolojik ve immunohistokimyasal olarak yapıldı. Elde edilen verilerin istatistiki değerlendirilmesi Minitab-16 paket programı kullanılarak yapıldı. Hem klinik hem de histopatalojik ve immunohistokimyasal olarak Tarantula Cubensis ekstraktının yara iyileşmesini hızlandırdığı özellikle %20’lik pomat uygulaması ile diğerlerine göre daha hızlı olduğu gözlemlendi. Sunulan çalışma yara sağaltımında Tarantula Cubensis ekstraktının topikal olarak uygulamasının da iyileşme üzerine olumlu etkilerinin olduğu belirlenmiştir. Anahtar sözcükler: Tarantula cubensis, Yara iyileşmesi, Lokal uygulama, Fare - 261 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Investigation of Local Effect on the Wound of Tarantula Cubensis Extract (Theranekron®): Empirical study Savaş ÖZTÜRK 1, Sadık YAYLA 1, İsa ÖZAYDIN 1, Başak KURT 1, Seyitali BİNGÖL 2, Turgay DEPREM 3 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KARS Kafkas University, School of Health Sciences, KARS 3 Kafkas University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Histology and Embryology, KARS 1 2 With the presented study, it was aimed to compare the effects of Tarantula Cubensis extracts (Theranekron® 50 ml, Richterpharma, Austria) subcutan and of pomade forms with different concentrations, upon wound healing at the mouse model. The study is consisted of four mouse group and every group is including 8 mice. It was carried out wounds with 1 cm diameter at the ridges of all mice by making incision under the general anesthesia and the wounds were leaved open for 24 hours. As subcutan 0.01 ml Tarantula Cubensis extract, 10 at% pomade, 20 at% pomade and only vaseline was applied to the first, second, third and final group which is control group, respectively. Subcutan injections were repeated every fourth days. The pomade applications were applied every day for once. The control of wound healing was evaluated both as clinical and with obtained samples by biopsy at 72th and at 168th h by performing immunohistochemically and histopathologically. The statistical evaluation of the obtained values was carried out by using Minitab-16 packet program. Both the clinical and histopathologically and immunohistochemically treatments were showed that the Tarantula Cubensis extract is accelerated the wound healing, especially 20 at% pomade application accelerated more than others. At the presented study, it was determined that the topical application of Tarantula Cubensis extract was also constituted positive effect on the wound healing. Keywords: Tarantula cubensis, Wound healing, Local application, Mice - 262 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Tavşanlarda Açık Yaralarda Momordica charantia L. Ekstratı ve Centella asiatica L. Ekstratının Etkilerinin Karşılaştırılması Nihal YAŞAR GÜL 1, Ayşe TOPAL 1, Kemal YANIK 1, Ayberk M. OKTAY 1, Elçin ÖZOCAK BATMAZ 1, Kıvanç İNAN 1 1 Uludağ Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURSA Bu çalışmanın amacı; tavşanlarda açık yara iyileşmesi üzerinde topical Momordica charantia’nın yağlı ekstratı ve toz formları ile Centella asiatica ekstratının merhem formunun etkilerini araştırmak ve sağaltım uygulanmayan kontrol yaraları ile karşılaştırmaktı. Bu çalışmada yirmi dört adet Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Her bir tavşanda dorsal orta hattın her iki tarafında tam kalınlıkta deriyi kapsayan birer yara (5x5 cm.) oluşturuldu. Uygulanan tedaviye göre tavşanlar 4 gruba ayrıldı: Momordica charantia’nın (MC) yağlı ekstratı, Momordica charantia’nın toz formu, Centella asiatica (CA) titre edilmiş ekstratının merhem formu (Madécassol® merhem) ve kontrol. Yara kenarları günlük olarak izlendi, 0.,7.,14. ve 21. ve 28. günlerde iyileşmemiş yara alanı ve total yara iyileşmesi yüzdesini ölçmek için planimetri uygulandı. İlk gözlenebilir granulasyon dokusu için ortalama zaman; MC yağlı ekstratı, MC toz formu ve CA titre edilmiş ekstratının merhem formu uygulanan gruplarda (2, 2, 2 ve 3.5 gün), kontrol grubundan daha kısa idi (P < 0.05). Yara yatağının granulasyon dokusu ile deri düzeyine kadar dolması; MC yağlı ekstratı ve CA titre edilmiş ekstratının merhem formu uygulanan gruplarda (14 ve 16 gün), MC toz formu ve kontrol gruplarından (23 ve 25 gün) daha hızlı idi (P < 0.05). Ortalama iyileşme zamanı, MC yağlı ekstratı ve CA titre edilmiş ekstratının merhem formu uygulanan gruplarda (27.42 ve 27.66 gün), MC toz formu ve kontrol gruplarından (30.66, ve 32.66 gün) daha kısa idi (P < 0.05). Bu çalışmada elde edilen sonuçlar; MC yağlı ekstratı ve CA ekstratının merhem formunun topikal uygulamasının, tavşanlarda açık yaraların iyileşme prosesinde önemli gelişmelere yol açtığını göstermiştir. Anahtar sözcükler: Açık yara, Momordica charantia L. ekstraktı, Centella asiatica L. ekstratı, Tavşan - 263 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Comparison of the Effects of Momordica charantıa L. Extract and Centella asiatica L. Extract on Wound Healing in Rabbits Nihal YAŞAR GÜL 1, Ayşe TOPAL 1, Kemal YANIK 1, Ayberk M. OKTAY 1, Elçin ÖZOCAK BATMAZ 1, Kıvanç İNAN 1 1 Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, Uludag University, BURSA The aim of this study was to study the effects of topical oily extract and powder forms of Momordica charantia and ointment formulation of Centella asiatica extract on wound healing in rabbits and to compare the results with untreated control wounds. A total of 24 New Zealand white rabbits were used in the study. Identical full-thickness skin wounds (5 × 5 cm) were created bilaterally on the mid-dorsum area of each rabbit. Rabbits were divided into four groups according to the treatment: oily extract form of M. charantia (MC), powder form of MC, ointment of titrated extract of C. asiatica (CA) (Madécassol® ointment) and control. The wounds were observed daily and planimetry was performed on days 0, 7, 14, 21 and 28 to measure the unhealed wound area and percentage of total wound healing. Median time for the first observable granulation tissue was shorter (P < 0.05) in the oily extract form of MC, powder form of MC and ointment of titrated extract of CA groups than in the control group (2, 2, 2 vs. 3.5 days, respectively). Filling of the open wound to skin level with granulation tissue was faster (P < 0.05) in the oily extract form of MC and ointment of titrated extract of CA groups than in the powder form of MC and control groups (14, 16 vs. 23, 25 days, respectively), The average time for healing was shorter (P < 0.05) in the oily extract form of MC and ointment of titrated extract of CA groups than in the powder form of MC and control groups (27.42, 27.66 vs. 30.66, 32.66 days, respectively). The results obtained in the present study demonstrate that topical application of the oily extract of MC and ointment form of CA results in significant improvements on the healing process of open wounds in rabbits. Keywords: Open wound, Momordica charantia L. extract, Centella asiatica L. extract, Rabbit - 264 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Taylarda Umblikal Herniorafi İçin Saha Şartlarında Dissosiyatif Anestezi Cengiz CEYLAN 1 1 Harran Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, ŞANLIURFA Taylarda saha şartlarında genel anestezi eşliğinde tedavi edilmesi gereken birkaç durumdan bir tanesi de umblikal fıtıktır. Birçok araştırmacı tiletamin-zolazepam kombinasyonunu atlarda ve taylarda değişik sedatif, trankilizan ve analjeziklerle kombinasyon şeklinde kullanmıştır. Bunun yanında belirtilen çalışmaların birçoğu klinik ortamda gerçekleştirilmiş, at ve taylarda herhangi bir şirurjikal işlem uygulanmamış, yani ilaçların sağlıklı at ve taylardaki kardiyopulmoner etkileri belirlenmiştir. Sunulan bu çalışmanın amacı, saha şartlarında taylarda umblikal herniorafi operasyonu için uygulanan ksilazin-tiletaminzolazepam dissosiyatif anestezik kombinasyonunun bazı kardiyopulmoner ve klinik anestezi parametreleri üzerine olan etkilerini araştırmaktı. Çalışmada, yaşları 4-7 ay arasında değişen (ortalama 5.73±0,91); canlı ağırlıkları 130-175 kg (ortalama 152.55±14.35); 7’si dişi, 4’ü erkek; 8’i Arap, 3’ü İngiliz ırkı olan, toplam 11 adet göbek fıtığı tanısı konulan tay kullanıldı. Taylarda anestezi protokolü olarak; ksilazin (1.1 mg/kg iv), tiletamin-zolazepam (1.65 mg/kg iv) ve belirtilen dozların yarısı ilk uyanma belirtisinden sonra ortalama 8-10 dakikada bir 3 kez idame olarak ve lokal anestezik olarak fıtık kesesi etrafına sirküler tarzda deri altı yolla (%2 lidokain, 12 ml) uygulandı. Araştırmada, taylara uygulanan son ilaç enjeksiyonundan sonra, anestezi indüksiyonu, operasyon ve anestezi süresi ile ayağa kalkma zamanı; anestezi indüksiyonu, anestezi/analjezi ve uyanma kaliteleri belirlendi. Kalp atım ve solunum sayısı, vücut ısısı, arteriyel oksijen satürasyonu, ortalama arteriyel kan basıncı, anesteziden önce ve anestezi süresince 15., 30., 45., 60. ve 90. dakikalarda ölçüldü. Saha şartlarında, umblikal herniorafi için taylarda uygulanan anestezi protokolü her hangi bir mortaliteye neden olmamıştır. Belirtilen anestezi protokolünün taylarda uygulanması ile klinik anestezi parametrelerine ilişkin uyanma dönemi hariç bir olumsuzluk gözlenmedi. Uyanma döneminde tayların ayağa kalkmak için birden çok atak yaptıkları belirlendi. Kardiyopulmoner parametrelerin anestezi indüksiyonundan sonraki ilk dönemde düştüğü, sonraki dönemlerde ise başlangıç değere ulaştığı gözlendi. Atlarda ve taylarda ksilazin-tiletamin-zolazepam anestezik kombinasyonu ile değişik dozlarda yapılan genel anestezi çalışmalarında; anestezi indüksiyon süresinin 34-75 saniye, anestezi süresinin 22.5-35.7 dk, ayağa kalkma zamanının 30-50 dk arasında değişim gösterdiği kaydedilmiştir. Bunun yanında anestezi süresinin uzatılmasının gerekli olduğu durumlarda, uygulanan anesteziklerin başlangıç dozlarının (ilk doz) 1/2 veya 1/3’ünün idame doz olarak uygulanabileceği; ancak bu durumda, kardiyo-vasküler/pulmoner depresyon sonucu tehlikeli hipoksemi, miyozitis ve uyanmanın uzaması gibi problemlerin oluşabileceği belirtilmiştir. Sunulan bu çalışmada tayların uygulanan anestezi protokolüne ilişkin klinik anestezi değerlendirme parametreleri, belirtilen çalışmalara paralel bulunmuştur. Bununla birlikte; taylarda saha şartlarında kullanılan ksilazin-tiletaminzolazepam kombinasyonunun lokal anestezi ile desteklenmesiyle, umblikal herniorafi için yeterli bir anestezi sağladığı, idame dozlarla anestezi süresi uzatılmasına rağmen, kardiyopulmoner yan etkilerinin de kabul edilebilir sınırlarda kaldığı gözlendi. Anahtar sözcükler: ksilazin, Tiletamin-Zolazepam, Dissosiyatif anestezi, Tay - 265 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Dissociative Anaesthesia in Foals for Umbilical Herniorrhaphy Under Field Conditions Cengiz CEYLAN 1 1 Harran University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, ŞANLIURFA In foals, one of the several cases that require treatment under general anaesthesia on the farm and in the field, is umbilical hernia. Many researchers have used the tiletaminezolazepam combination in horses and foals. Nonetheless, the majority of these studies has been conducted in a clinical environment with no surgical intervention performed in the animals. Thus, the cardiorespiratory effects of the preparations were determined in healthy horses and foals. The aim of the present study was to investigate the effects of a dissociative anaesthetic combination of xylazine-tiletamine-zolazepam, administered for the umbilical herniorrhapy of foals under field conditions, on certain cardiorespiratory and clinical anaesthesia parameters. Eleven foals diagnosed with umbilical hernia, of 4-7 months of age (mean age 5.73±0.91 months) and 130-175 kg body weight (mean body weight 152.55±14.35 kg), 7 of which were female and 4 were male, and 8 of which were Arabian horses and 3 were English horses, constituted the material of the study. The anaesthesia protocol was xylazine (1.1 mg/kg iv), tiletamine-zolazepam (1.65 mg/kg iv) and half of the indicated doses after observation of the first signs of recovery 3 times at 8-10 minute-intervals for sustainment, together with the subcutaneous injection of 12 ml of 2% lidocaine into the periphery of the hernial sac in a circular pattern for local anaesthesia. In all foals after last drug injection; anaesthesia induction time, operation time, anaesthesia time and standing time were recorded. Quality of induction, anaesthesia/analgesia and recovery were evaluated. Heart rate, respiratory rate, body temparature, arterial oxygen saturation values, mean arterial blood pressure were evaluated before anaesthesia (as a baseline) and after induction of anaesthesia at 15, 30, 45, 60 and 90 min. It was determined that, under field conditions, the anaesthesia protocol applied to the foals for umbilical herniorrhapy did not cause any mortality. Excluding recovery from anaesthesia, the anaesthesia protocol followed did not cause any adverse effect on the clinical anaesthesia parameters of the foals. During recovery from anaesthesia, it was observed that the foals made multiple attempts to regain standing position. After induction of anaesthesia cardiopulmonary parameters and body temparature were decreased below baseline values in first stage of anaesthesia and then they were reached to baseline values in late stage of anaesthesia. In previous studies carried out in horses and foals by administering different doses of the anaesthetic combination of xylazine-tiletamine-zolazepam for the induction of general anaesthesia; anaesthesia induction time was reported to range between 3475 sec, the duration of anaesthesia between 22.5-35.7 min, and the period of regaining standing position (standing time) between 30-50 min. Furthermore, it has been indicated that, if required, the duration of anaesthesia could be prolonged by administering half or one-third of the initial doses of the anaesthetics used for sustainment, yet, in such cases, complications such as serious hypoxaemia, myositis and delayed recovery from anaesthesia could be encountered as a result of cardiovascular/pulmonary depression. In the present study, the clinical anaesthesia parameters resulting from the anaesthesia protocol applied was found to be in compliance with the findings of the studies referred to above. It was ascertained in the present study that, the supplementation of the combined use of xylazine-tiletamine-zolazepam in foals under field conditions with local anaesthetics induces an anaesthesia of adequate depth for umbilical herniorrhaphy, and sustaining doses enable the prolongation of the anaesthesia period with cardiorespiratory adverse effects remaining within acceptable limits. Keywords: Xylazine, Tiletamine-Zolazepam, Dissosiyatif anesthesia, Foal - 266 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Travmalı Köpek ve Buzağılarda Serum Biyokimyasal Profil ve Oksidatif Stresin Değerlendirilmesi Semih ALTAN 1, Fahrettin ALKAN 1, Yılmaz KOÇ 1 1 Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, KONYA Bu çalışmanın amacı trafik kazasına bağlı travmaya uğramış köpek ve doğuma müdahale ile ilgili ekstremite kırıklı buzağılarda meydana gelen metabolik değişikliklerin kan serum biyokimyası ve oksidatif stres parametrelerine nasıl yansıdığını tespit etmektir. Araştırma 15’i travmalı, 8’i sağlıklı (kontrol) 23 adet köpek ile 15’i travmalı, 7’si sağlıklı (kontrol) 22 adet buzağı üzerinde gerçekleştirildi. Köpek ve buzağılardan alınan kan örneklerinden elde edilen serumlar; alkalen fosfataz (ALP), alanin aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST), kreatin kinaz (CK), kreatin kinaz-MB (CKMB), kalsiyum, fosfor kolesterol, kreatinin, gamma glutamil transferaz (GGT), laktat dehidrogenaz (LDH), total protein (TP), triglyserit, kan üre nitrojen (BUN) ve oksidatif stres parametrelerinden olan thiobarbutirik asit (TBARS) yönünden değerlendirildi. Travmalı köpeklerde ALP, AST, CK, fosfor ve TBARS seviyelerinde sağlıklı köpeklere kıyasla istatistiki olarak önemli artışlar (P˂0.05) gözlenirken, kreatinin seviyesinde ise istatistiki olarak önemli oranda azalış (P˂0.05) gözlendi. Travmalı buzağılarda AST, CK, CK-MB ve TBARS seviyelerinde ise sağlıklı buzağılara göre istatistik olarak önemli artışlar (P˂0,05) gözlenirken, serum kolesterol seviyesinde ise istatistiki olarak önemli (P˂0.05) azalış gözlendi. Köpeklerde serum biyokimyasal profile bakıldığında; ALP, AST, CK ve CK-MB’nin artışı kaslardaki hasarın ve ALP ile fosforun artışına karşın kalsiyumdaki istatistiki olarak önemli olmayan azalışın akut kemik hasarının göstergesi olabileceği düşünüldü. Serum TBARS seviyesinin yüksek olması ise travmaya bağlı oksidatif hasarın varlığına yorumlandı. Köpeklerin aksine buzağılardaki serum biyokimyasal profilde önemli değişikliklerin olmamasının nedeni ise travmaların buzağılarda lokal olmasından kaynaklanabileceği, TBARS seviyesinin köpeklerdeki gibi yüksek bulunmasının ise oksidatif hasarın buzağılarda da travma durumunda yükselebileceğini göstermektedir. Sonuç olarak travmalı köpeklerde biyokimyasal profil travmanın genişliğine bağlı olarak buzağılara oranla daha fazla değişiklik gösterirken, oksidatif stresin ise her iki hayvan türünde de yükselebileceği ve travma olgularında mutlaka dikkate alınması gereken bir durum olduğu kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Köpek, Buzağı, Serum biyokimyasal profil, Oksidatif stres - 267 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Evaluation of Serum Biochemical Profile and Oxidative Stress in Dogs and Calves with Trauma Semih ALTAN 1, Fahrettin ALKAN 1, Yılmaz KOÇ 1 1 University of Selçuk, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, KONYA The purpose of this study is to determine how the metabolically changes are reflected to blood serum biochemistry and to oxidative stress parameters in the traumatized dogs from traffic accidents and the calves with extremity fractures from wrong birth assistance. The research was performed in totally 23 dogs involving 15 traumatized and 8 healthy (control group) ones, and totally 22 calves involving 15 traumatized and 7 healthy (control group) ones. Serums acquired from the blood samples of the dogs, and the calves were evaluated in terms of alkaline phosphatase (ALP), alanine aminotransferase (ALT), aspartate aminotransferase (AST), creatine kinase (CK), creatine kinase-MB (CKMB), calcium, phosphorus, cholesterol, creatinine, gamma glutamyl transferase (GGT), lactate dehydrogenase (LDH), total protein (TP), triglyceride, blood urea nitrogen (BUN), and that oxidative stress parameters thiobarbituric acid (TBARS). While statistical significant increases were observed in levels of ALP, AST, CK, CK-MB, phosphorus and TBARS in the traumatized dogs comparing to healthy ones, statistical significant decreases were obtained in the creatinine level. While statistical significant increases were observed in levels of AST, CK, CK-MB and TBARS in the traumatized calves comparing to healthy ones, statistical significant decrease was obtained in the level of serum cholesterol. When the serum biochemical profile was examined in the dogs, it was thought that increases in the levels of ALP, AST, CK, CK-MB may be the indicator of muscle damage, increases in levels of ALP and phosphorus with the not important statistical decrease of calcium level may be the indicator of acute bone damage. Being high of TBARS level is commented on existence of the oxidative damage depending trauma. Unlike the dogs, cause of the lack of important changes of serum biochemical profile could originate from being local of the calves’ trauma. The reason of having the same TBARS levels with the dogs shows that oxidative damage can be also increased in the calves in a case of the accident. Eventually, while the biochemical profile reveals much more rate changes in the calves rather than the dogs, oxidative stress can increase in two kinds of animals both so it was decided it is such a case that absolutely should be paid attention on this parameter in cases of trauma. Keywords: Dog, Calf, Serum biochemical profile, Oxidative stress - 268 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Van İli Gevaş Yöresinde Sokak Köpeği Saldırısına Uğrayan Kuzularda Oluşan Isırık Yaralarının Sağaltımı Erkan DÜZ 1, Abdullah KARASU 2, Bahtiyar BAKIR 3, Abuzer TAŞ 2, Nazmi YÜKSEK 4 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Gevaş Meslek Yüksekokulu, Gevaş, VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, VAN 3 Gazi Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Gölbaşı, ANKARA 4 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilim Dalı, VAN 1 2 Evcil hayvanlarda ısırma yaraları çoğunlukla bireysel yaralamalar şeklinde olmakla beraber kimi zaman sürü problemi olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Özellikle çok sayıda hayvanın yaralandığı olgularda Veteriner Hekimin doğru, etkin ve hızlı yaklaşımlarla ekonomik kayıpları en aza indirgeyecek yöntemleri uygulaması faydalı olacaktır. Çalışmada Gevaş ilçesi civarındaki bir köyde, gece ağıldan uzaklaşarak kaybolan ve sabaha kadar bir gurup sokak köpeğinin saldırısına maruz kalarak yaralanan yaşları ortalama 8 aylık, 20 kuzu değerlendirildi. 14 kuzunun tümünde çene altı, farinks ve larinks bölgelerinde ısırma ve ezik yaraları mevcuttu. 6 olguda çene altının yanı sıra karın altı, pelvik bölge, kuyruk ve testisler üzerinde derin ısırma yaraları oluşmuştu, bu olguların 2’sinde karın altı, pelvis bölgesi, scrotum ve arka bacak medialindeki deri yırtılmış ve bölge açıkta kalmıştı. 1 olgu, pelvik bölge ve scrotum derisi koparılarak yendiğinden bölge kapatılamadı, olgu kesime sevk edildi. İkinci olguda da benzer şekilde skrotum derisi yenildiğinden kuzuya orşidektomi yapıldı ve bölge derisi kapatıldı. Kuyruk ucundan ısırılan 3 kuzuda kuyruğun yaklaşık % 10-30 kadarının koparıldığı görüldü, yara bölgesi antiseptiklerle temizlendikten sonra açık yara tedavisine alındı. 1 olguda parotis üzerinde derin ısırık yarası saptandı, yara temizlendikten sonra dikildi. Doku bütünlüğünün fazla bozulmadığı sıyırık, ezik ve diş yaralarında, olgulara açık yara tedavisi uygulandı. Yırtıcı hayvan saldırısı, Veteriner Hekimlik pratiğinde kimi zaman karşılaşılan bir durum olup, acil müdahale kapsamında ancak hızlı, doğru ve etkin adımların atılmasıyla olguların yaşamlarını kurtarmanın mümkün olabileceği açıktır. Anahtar sözcükler: Köpek saldırısı, Kuzu, Isırık yarası, Tedavi - 269 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS The Treatment of Wounds Caused by Stray Dogs Bites in Lambs Recruited From Gevaş And Its Envırons in Van Erkan DÜZ 1, Abdullah KARASU 2, Bahtiyar BAKIR 3, Abuzer TAŞ 2, Nazmi YÜKSEK 4 Yüzüncü Yıl University, Gevaş VHS, Gevaş, VAN Yüzüncü Yıl University, Faculty of Veterinary Medicine, Surgery Department, VAN 3 Gazi University, School of Health Services, Gölbaşı, ANKARA 4 Yüzüncü Yıl University, Faculty of Veterinary Medicine, Internal Medicine Department, VAN 1 2 Although bite wounds in domestic animals mostly occurs in the form of an individual injury, sometimes it becomes flock problem. Especially in cases, where large number of animals injured, the effective and rapid implementation approaches of the veterinarian will be useful to minimize economic losses. In this study, it was evaluated that an average of 8 months of age of 20 lambs which got lost moving away from the sheep pen and got wounded being exposed the attack of a group of stray dogs until morning. In all 14 lambs there were bite wounds and contusions under the chin and pharynx and larynx parts. In 6 cases deep bite wounds were formed under the abdomen, on the pelvic region, tail and testicles as well as under the chin; in 2 of these cases, the skin of abdominal, pelvic region, scrotum and hind leg was torn and the wound was open. In the first case, the wound couldn’t have been closed since the pelvic region and scrotum skin area were plucked and eaten and the case was sent to slaughter. In the second case, due to the scrotum skin was eaten in a similar way, orchiectomy was performed to the lamb and the skin of that part was closed. In the three lambs 10-30% of the tip of the tails were bitten and broken off and after cleaning the wound area with antiseptics open wounds were treated. In one case, a deep bite wound was found on parotis and the wound was sutured after cleaning. The patients whose tissue integrity was more intact with scrape, dents and dental wounds were treated with open wound treatment. The predatory animal attack is a situation sometimes encountered in the practice of Veterinary Medicine and it is apparent that it could be possible to save the lives of patients with only taking fast, accurate and efficient steps in the scope of the emergency action. Keywords: Dog attack, Lamb, Bite wounds, Treatment - 270 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Yedi Kedide Görülen Osteokondrodisplazi Olgusu Didar AYDIN 1, Dilek OLĞUN ERDİKMEN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1, Kürşat ÖZER1, Damla DURMUŞ 1, Kozet AVANOS 2, Aydın GÜREL 3 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Avcılar, 3 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Avcılar, İSTANBUL 1 2 Osteokondrodisplazi, Scottish Fold kedilerde, endokondral ossifikasyondaki bozukluk sonucu ortaya çıkan çeşitli iskelet ve sistemik tutulumlu bir grup anomalidir. Etkilenen kedilerde ilerleyici ve şiddetli arka bacak topallığı, zıplamada isteksizlik, tutuk ve gergin yürüyüş, distal ekstremitelerde deformiteler, kalın, kısa ve bükülemeyen bir kuyruğun varlığı görülür. Bu çalışmada 4 yaşın altındaki 7 Scottish Fold kedideki osteokondrodisplaziye bağlı bulgular ile konservatif ve operatif sağaltım yöntemleri sunulmuştur. İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı’na topallık şikayetiyle getirilen kedilerin, eşkal ve karakteristik bulgularıyla birlikte radyolojik incelemelerinden sonra ikisinin operatif yöntemle, diğer 5 kedinin ise konservatif olarak sağaltımlarına gidilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız, ülkemizde seyrek rastlanan bir kedi ırkı olan Scottish Fold kedilerinin osteokondrodisplaziye bağlı bulgularını paylaşmaktır. Anahtar sözcükler: Osteokondrodisplazi, Kedi - 271 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Scottish Fold Osteochondrodysplasia in Seven Cases Didar AYDIN 1, Dilek OLĞUN ERDİKMEN 1, Kemal ALTUNATMAZ 1, Kürşat ÖZER1, Damla DURMUŞ 1, Kozet AVANOS 2, Aydın GÜREL 3 İstanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department, Avcılar, İSTANBUL İstanbul University Veterinary Faculty, Animal Breeding Genetics Department, Avcılar, İSTANBUL 3 İstanbul University Veterinary Faculty, Pathology Department, Avcılar, İSTANBUL 1 2 Osteochondrodysplasia has been reported as an inherited disesase in the Scottish Fold cat which is a group of abnormality that result from defects in endochondral bone formation with a variable skeletal and systemic involvement. Affected Scottish Fold cats develop progressive severe hindlimb. Lameness, reluctance to jump, stiff and stilted gait, skeletal deformities at the distal extremities and short thick inflexible tail. In this study seven Scottish Fold cats under four year old with osteochondrodysplasia is presented. Cats suffering from lameness were referred to the İstanbul University, Veterinary Faculty, Surgery Department. Based on their characteristic appearances and their signalment, following radiological examination two of them were underwent a surgical treatment although five of them were managed in conservative therapy. The aim of our study is to share our findings in Scottish Fold Cats with osteochondrodysplasia which is a very purebred in Turkey. Keywords: Osteochondrodysplasia, Cat - 272 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Yeni Doğan Buzağıların Radius-Ulna Kırıklarının Sağaltımında İnsana Özgü Şekilli Plak Uygulaması ve Klinik Sonuçları * Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Sırrı AVKİ 1 * Ön çalışma sonuçları 1 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, BURDUR Bu çalışmada, yeni doğan buzağılardaki radius-ulna kırıklarına açık redüksiyonla insana özgü distal humeral plak uygulanması ve sonuçlarının klinik yönden değerlendirilmesi amaçlandı. Çalışma materyalini Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine getirilen 2 adet buzağı oluşturdu. Hastaların klinik ve radyolojik muayenelerinin ardından operasyona karar verildi. Hastaların rutin operasyon hazırlıklarından sonra açık redüksiyonla bölgeye ulaşılarak sadece kırık olan radiuslarının, uygun boyut ve şekli nedeniyle insana özgü şekilli distal humeral plaklarla stabilizasyonu gerçekleştirildi. Ulna kırıklarına müdahalede bulunulmadı. Hemen postoperatif radyografi alınarak redüksiyonun stabilizasyonu kontrol edildi. Postoperatif bandaj uygulamaksızın yara bölgesine pansuman uygulandı. Hastaların 10. gün kontrollerinde dikişleri uzaklaştırıldı ve radyografileri tekrarlandı. 60. gün kontrollerinde de klinik ve radyolojik muayeneleri tekrarlandı. Çalışmaya dâhil edilen her iki buzağıda da benzer şekilde, distal radius-ulna kırığı bulunmaktaydı. 10. gün radyolojik kontrollerinde kırık uçlarının keskinliğinin kaybolduğu saptandı. 60. gün kontrolünde ise kortikal devamlılığın sağlandığı, yeniden şekillenmenin başladığı tespit edildi. 60. gündeki klinik muayenede ise hastaların ilgili ekstremiteyi tam olarak kullandığı belirlendi. Hastaların hem 10. hem de 60. gün kontrollerinde, klinik ve radyolojik yönden herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Yeni doğan buzağılarda rastlanan kırıkların sağaltım yöntemleri arasında; alçılı veya PVC ile destekli bandaj, intramedüller çivileme, plak uygulamaları, eksternal fiksatörler sayılabilir. Çalışmada, insan distal humerusuna özgü olarak şekillendirilmiş olan plak, uygun boyutları ve özel şekli sayesinde buzağıların radiuslarına uygulandı. Sonuç olarak; insana özgü distal humeral plağın kolaylıkla uygulanabilir ve sonuçlarının ümit verici olduğu kanısına varıldı. Anahtar sözcükler: Yenidoğan buzağı, Distal humeral plak, Kırık, Radius-ulna, Radyografi - 273 - 13. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi, 27 Haziran - 01 Temmuz 2012, Sarıkamış - KARS Application of Human-Specific Shaped Plate in Neonatal Calves Radius-Ulna Fractures Treatment and Clinical Results * Özlem ŞENGÖZ ŞİRİN 1, Kürşad YİĞİTARSLAN 1, Yusuf Sinan ŞİRİN 1, Sırrı AVKİ 1 * Preliminary results 1 University of Mehmet Akif Ersoy, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, BURDUR In this study, human-specific distal humeral plate intended to be used with open reduction in neonatal calves with radius-ulna fractures and aimed to evaluate the results from the clinical aspect. The study consisted of 2 calves brought to the Mehmet Akif Ersoy University Veterinary Faculty Surgery Clinics. After clinical and radiological examinations of patients, decided for operation. After the preparation for the routine operation, reaching the region with open reduction, stabilization was performed with human-specific shaped distal humeral plates due to the suitable size and shape of the fractured radius. Ulnar fractures were not intervened. Stabilization of the reduction was controlled by immediate postoperative taken radiographs. Postoperatively dressing applied to the wound site without bandage. On the 10th day of the patients control, sutures were removed and radiographs were repeated. Clinical and radiological controls were repeated of the cases 60th days. Both calves included in the study had similar distal radius-ulna fractures. Loss of the fracture end sharpness detected on the tenth day radiological controls. On sixtieth day control, provided cortical continuity, and begining of the remodelling was determined. Clinical examination of the sixtieth day revealed complete use of the relevant extremity. No complications were encountered clinically or radiologically on both 10th and 60th days of patients control examinations. Treatment methods for the neonatal calves include; casting or PVC supported bandage, intramedullary nailing, plate applications, and external fixators. In the study, which is specifically formed as a human distal humeral plate, used on calves radius with its suitable dimensions and special shape. As a result, human-specific distal humeral plate found easily applicable and concluded that results are promising. Keywords: Neonatal calve, Distal humeral plate, Fracture, Radius-ulna, Radiography - 274 -