11 - Dergi Bursa
Transkript
11 - Dergi Bursa
Ekim - Kasım 2012 Fiyat›: ¨ 10 11 www.dergibursa.com.tr K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ “Suya düşen Bursa izleri...” MANAVGAT - KİEV - SONBAHAR - SUDÜŞEN ŞELALESİ - BURSA HAMAMLARI - SU 1 arka plan Yıl: 2 Sayı: 11 / Ekim - Kasım 2012 ISSN: 2146 - 1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) www.dergibursa.com.tr İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Engin Çakır (Sorumlu) engincakir@photographica.com.tr Yazarlar Ayşegül Alkış, A.Kadir Kılınç, Emine Civanoğlu, Gökay Öngör, Nazan Aşkalli Özlem Şenkoyuncu, Özgür Akkaya Erdemol, Özgür Çakır, Özgür Taşkıran, Sezai Evans www.dergibursa.com.tr Yayıncı / Yapımcı / Yönetim Yayın ve Reklam Koordinatörü Emine Korku eminekorku@photographica.com.tr Grafik Tasarım Photo Graphica Creative grafik@dergibursa.com.tr Enise Güleryüz Çekirge Mah. Selvili Cad. No:12 Çelebi 2 Apt. D.1 Osmangazi / BURSA T. (0224) 233 87 11 www.photographica.com.tr info@photographica.com.tr Fotoğraf Demet Argun Güngör, Engin Çakır, Özgür Çakır Baskı Dağıtım www.furkanofset.com.tr www.seckurye.com.tr Dijital Yayıncılık Çorbada Tuzu Olanlar Mustafa Türe, Nusret Anbarcıoğlu, Saffet Yılmaz Reklam İletişim / Abonelik reklam@dergibursa.com.tr abone@dergibursa.com.tr T. (0224) 233 87 11 Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir. 2 3 editör notu Suuçtu Şelalesi, Bursa - 17.05.2009 “İçin”iz ferahlasın Her insan berrak bir su kadar tertemiz gelir yaşamın içerisine. Bir pınar kadar doğanın içindedir. Daha ilk nefeste yüreği kabarır, basar çığlığı haykırır yaşama sevincini. Sonra sonra kirlenir, nefsi körelir; yaşamı sonlana dek kirlenmeden yaşama gayretindedir, denize dökülen az biraz kirlenmiş bir akarsu gibi… Bir kaynak düşünün; isyanla gökyüzüne kavuşmaya çalışan. Damla damla büyür toprağın içerisinde ve adım adım yaşam dolar her bir zerresi. Yeryüzüne ulaşana dek vazgeçmez ve topraktan ayrıldığı ilk anda derin bir nefes alır. Teneffüs eder gökyüzünü alabildiğince. İnsan da bir kaynağa benzer bu yüzden… Tertemiz doğar, doğa kadar berrak ve doğa kadar yüce bir yaradılıştadır… Henüz büyüklerinden azar işitmemiştir, soykırım yapmamıştır, kopya çekmemiştir, yalan söylememiştir, kaybetmemiştir, ruhu kirlenmemiştir mesela… En az yeni filiz almış bir yaprak kadar tazedir, öğlen güneşi kadar sıcaktır içi… Dağlardan aşağı süzüldükçe, denize yaklaştıkça kirlenir kaynak. Bulanır, coşkusu azalır, yavaşlar… İnsan 4 da böyledir vakit geçtikçe kendisini çaresiz, öfkeli, bezgin, ihanet edilmiş, umutsuz ya da sıradan hissedebilir. Böyle hissettiğinde kirlenir. O muhteşem varlık tümüyle kaybolur ve içindeki yaşam gücü yitip gider. Ne doğa ne de onun yaşam gücüyle nefes alabilen insanoğlu böylesine bir sonu hak ediyor aslında… İnsanın dünyaya, doğaya ve kendisine olan sevgisizliğinin tarih boyunca görülen en yüksek noktaya ulaştığı bu çağda; çağdaş olmamayı tercih edebilirim... mağaralarda aradık suyu. “Türkiye için su ne demektir?” diye düşündük, Manavgat Şelalesi’ne düştü yolumuz. Su ile iç içe bir dünya kenti Kiev’e dek uzandık. Şehir mobilyaları arasında katılan Yüzen Taşlar’dan, Bursa ile özdeşleşmiş hamam kültürüne dek geniş yelpazede bir içerik hazırladık. Şehirdeki su yansımalarını sizin için tespit ettik. “Su” ile iç içe onlarca fotoğraf ve doküman hazırladık. Biz bolca su içtik, siz de için, içiniz ferahlasın. Aslında insan yaşamını “akarsuya” benzetmemin önemli bir sebebi var. Bu sayımızda kendimizi dert edindiğimiz konu “su” oldu. İnsana, yaşama ve şehrimize dair birkaç ayrıntı bulabiliriz ümidiyle zihnimizde hayli “su” kaynattık. Kaynağına dek inip Keyifli okumalar. https://twitter.com/#!/editornotu engincakir@photographica.com.tr akır Ç n i g n E 5 plan plan tek karede Bursa Suya düşen Bursa izleri 10 detaylı bakış Keşiş Dağı’ndan akan Bursa suyu 40 tema Sudan Sebep 48 manevi Su ol! 52 bursa dokusu Tasıyla tarağıyla “Hamam Sefası” 54 bursa dokusu Su sesinden müzik tınılarına - Saffet Yılmaz 58 detay Şehrin yeni silüetinde “su dolu” bir taş 64 odak noktası Yerin altından doğa manzaraları - Ayvaini Mağarası 66 yakın plan Suya batmış bir “saray” 70 yakın yerler Suya düşen gerçeküstü doğa - Sudüşen Şelalesi 72 gezi-yorum Antik Çağ’dan beri uyumayan Melas 74 uzaktaki yakın Modern zamanların masal diyarı / Kiev - Özgür Çakır 80 mevsim Vakti geldi artık - Sonbahar 98 evrensel sanat Suya düşen güneşten arda kalanlar 102 yerel sanat Işıl ışıl suyla kaplı bir “Atatürk” 104 kitabi Çocuklara büyük gelecek masallar - Emine Civanoğlu 106 semboller Ab-ı hayat - Abdulkadir Kılınç 108 havadan sudan Aşkın su hali - Nazan Aşkalli 110 eğitimin psikolojisi Çocuklar su sevgisi/korkusu... - Ayşegül Alkış 112 ruhun gıdası Yoga ve su - Özgür Akkaya Erdemol 114 serbest yazı Can suyu - Özlem Şenkoyuncu 116 çizgi üstü “Su gibilerdi” - Gökay Öngör 118 efsane kareler Madonna / James Dean 126 armoni Hiç bitmeyen müzikal şölen - Queen 130 hobi kulübü Su araçları modelciliği - Özgür Taşkıran 132 g.zaman kipinde 80’lerin “tanıdık” kahramanları 136 rehber bursa Bursa’nın yaşam rehberi 148 www.dergibursa.com.tr 6 7 8 9 tek karede bursa İznik Gölü, Bursa – 25.10.2006 Suda kendini gören şehir Bursalılar “suya” aşıktır. Dört bir yanı suyla kaplıdır da ondan. İznik’ten Uluabat’a, Gemlik’ten Uludağ’daki göllere, Nilüfer nehrinden Mudanya’ya kadar neresine baksanız “su” görürsünüz. Yeter ki ondan yansıyanları da hissedebilin... Bir şehrin suyla bağı ne denli güçlü ise insanları da bir o kadar suya benzer. Su bazen durgundur bazen hırçın. Gerektiğinde dalgalanmasını da bilir, durulmasını da. 10 11 tek karede bursa “Uçan” suyun ta kendisi Karadere üzerinde yer alan Suuçtu Şelalesi; bir fay hattının çökmesi ile oluşmuş. Coşkuyla çağlayan ırmak isminin hakkını veriyor. 38 metreden dökülen su gerçekten de uçuyor ve herkesi ıslatıyor. Suuçtu, doğayla suyun uyumunun en güzel örneklerinden bir tanesi... Suuçtu Şelalesi, Mustafa Kemal Paşa / Bursa 17.05.2009 12 13 tek karede bursa Ekmeğini sudan kazananlar Ulubat Gölü'nün ekolojik zenginliği içinde en önemli yeri kuşkusuz gölde yetişen tatlı su balıkları alır. Sazan, İsrail Sazanı ve Turna başta olmak üzere 10'u aşkın farklı türde balık avlanan gölde, 1980’li yılların sonuna kadar çıkarılan kerevit çok önemli bir gelir kaynağı iken, o yıllarda gölde türeyen bir mantar cinsi nedeniyle kerevit üremesi durmuş durumda. Gölyazı, Bursa – 09.08.2009 14 15 tek karede bursa Gölyazı, Bursa – 18.10.2009 Duvarda gizli göl manzarası Size dört dörtlük bir manzara gibi gelse de bu bir duvar tablosu... Gözleriniz sizi yanıltabilir fakat durum bu. Dikkat edildiğinde duvarın üzerine 4 parçada yapılmış duvar tablosu kolayca seçilebiliyor. 16 17 tek karede bursa Mudanya, Bursa – 31.01.2010 Şehirden kaçıp suya gelenler Kentin hengamesinden kaçıp deniz kıyısında balık tutan bu insanlar, yağmura rağmen hobilerinden vazgeçmiyorlar. 18 19 tek karede bursa İznik Gölü, Bursa – 02.04.2006 Suya düşen hasır izleri Su kıyılarında, bataklık yerlerde yetişen ince kamışlar (hasır otu, kiliz ya da kofa) sığ göllerde çok geniş alanları kaplarken, derin göllerde yalnızca kıyılarda gelişir. Deniz kıyılarındaki akarsu deltalarında yer alan lâgünlerde ve iç bölgelerimizdeki tuzlu ve sodalı göllerde sazlıklar ya azdır ya da hiç yoktur. Bunun nedeni; tuzluluğun, sazlıkların gelişmesinde kısıtlayıcı, yoğun olması durumunda da engelleyici bir etken olmasıdır. 20 21 tek karede bursa Karacabey Boğazı, Bursa – 22.06.2007 İki suyun arasında Kumulların dalga ve akıntılarla denize doğru çıkıntı yapmasıyla kıyı oku ya da kıyı kordonu adı verilen şekiller oluşur. Bu kimisi için sadece coğrafi bir şekildir. Kimisi için ise çok heyecanlı bir oyun alanı... 22 23 tek karede bursa Gölyazı, Bursa – 01.04.2003 Göçmen bir su müptelası Uluabat Gölü, biyolojik üretim yönünden bol gıdalı bir göl. Planktonlar ve dip canlıları bakımından zengin yapısı, değişik türden çok miktarda canlının üremesi ve beslenmesi için ideal bir ortam oluşturuyor. Balık çeşitliliği kalabalık kuş gruplarının beslenmesine ve üremesine de olanak sağlıyor. Göçmen bir kuş olan bu leylek de nasibini Uluabat’ta arayanlardan... 24 25 tek karede bursa Tirilye Limanı, Bursa – 11.08.2012 Denize yansıyan Tirilye Yansıma, ışık ışınlarının önlerine çıkan parlak yüzeylere çarparak geri dönmeleridir. Işık ışınları klasik fiziğe göre saydam ortam içinde doğru yol boyunca hareket ederler. Önlerine şeffaf olmayan bir cisim çıkınca ise yollarına devam edemeyip kısmen veya tamamen geri dönerler. Bu cisim ne kadar pürüzsüz ve parlaksa geri dönen ışınların nispeti o kadar yüksektir. 26 www.dergibursa.com.tr Neden reklam vermelisiniz? Çünkü bu yazıyı okudunuz. www.dergibursa.com.tr BU SAYFADA TANITIM YAPMAK İÇİN; (0224) 233 87 11 reklam@dergibursa.com.tr 27 tek karede bursa Sudaki yansımalar Kente bol bol oksijen sağlayan bir parktan bu fotoğraf. Ova ile şehri doğal yaşam kültürünün zengin örnekleri ile birleştiren Soğanlı Botanik Parkı, 400.000 m2’lik alanı ile verimli Bursa ovasının korunmasını sağlayacak sınırı oluşturmasının yanı sıra bitkisel araştırma ve bilimsel çalışmalara da açık bir park. Soğanlı Botanik Parkı, Bursa – 02.04.2006 28 29 tek karede bursa Mudanya Sahili, Bursa – 23.08.2009 Suya alışık bir yaşam Bursa insanı su ile barışık yaşar. İlk fırsatında suyun kenarında alır soluğu. En uğrak yeri ise elbette ki şehir merkezine en yakın deniz kıyısı olan Mudanya’dır. Orada nefes alırlar, orada rahat ederler. 30 31 tek karede bursa Suya yazılan aşk hikayesi * Leyla ve Kays (Mecnun'un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine aşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla'yı okuldan alır ve Kays'la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Mecnun diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun'a birçok kişi Leyla'yı unutmasını söyler; ancak onun için kainatı artık Leyla'dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta babası onu bu dertten kurtulmak üzere Allah'a yakarması için Kabe'ye götürür; ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla'nın hem Mecnun'un halleri gittikçe perişanlaşır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikaye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir tülü cefasıyla yoğrulmaktadır, bu sırada dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla'nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün Leyla çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve "Leyla benim içimdedir, sen kimsin?" der. Onun eriştiği mertebeyi anlayan Leyla gider ve bir süre sonra ölür. Onun ardından da Mecnun hayata veda eder, böylece ruhları hakiki kavuşmayı yaşar. * Leyla ile Mecnun Hikayesi’nden alıntıdır. Tirilye, Bursa – 25.10.2009 32 33 tek karede bursa Yolu “suya” düşenler Gökdere, şehrin kalbinde ve yüzyıllardır Setbaşı’nı süslemeye devam ediyor. Bir nefeste Bursa’yı içine çekmek isteyen herkes sabah sporunda Gökdere’de koşuyor. Su ile iç içe dakikalar geçiriyor. Islah projeleri ile her iki yakasına yeşil alanlar, yürüyüş yolları ve çocuk oyun grupları yapılan Gökdere’de spor aletleri de bulunuyor. Setbaşı Köprüsü, Bursa – 01.04.2006 34 35 tek karede bursa Su kenarında “fotoğrafın fotoğrafı” Temel fotoğrafçılıkta bilinmesi gereken en temel kavramlardan bir tanesi, pozlama süresi daha yaygın kullanımları ile enstantane veya çekim hızıdır. Pozlama süresi saniyenin fraksiyonları şeklinde ifade edilir. Örneğin 500 enstantane 1/500 sn. Yani saniyenin 500‘de biri sürede çekim yapılması demektir. Böylece hızlı hareket eden konular daha hızlı bir çekimle dondurulmuş hissi ile fotoğrafa yansır. Tirilye, Bursa – 25.10.2009 36 37 tek karede bursa Uzun ince bir su yolu UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alan Cumalıkızık’ın köy meydanından yukarılara doğru taşlı, dar sokaklar uzanıyor. Uludağ’ın yamaçlarından bu sokaklara akan soğuk sular, tam 700 senedir hiç durmuyor. Cumalıkızık, Bursa – 10.06.2008 38 39 detaylı bakış 40 Keşiş Dağı’ndan akan “Bursa suyu” * Demet Argun Güngör Nilüfer Baraj Gölü, Bursa – 03.04.2008 41 detaylı bakış * Engin Çakır / Doğancı Baraj Gölü, Bursa - 22.09.2012 “Bursa’da su çeşmeden içilir...” BUSKİ, Bursa’da suyun çeşmeden içilmesi gerektiğini bu sloganla vurguluyor. Peki ya nasıl oluyor da bu kadar kendilerinden eminler? 5 bin yıla yakın köklü tarihiyle pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan, su potansiyeli zengin bu şehir, “su şehri” olarak da anılıyor. 42 “Bursa ve Su” denince akla ilk “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” diyen Evliya Çelebi ve “Bursa'da eski bir cami avlusu/ Küçük şadırvanda şakırdayan su” mısralarıyla başlayan Bursa’da Zaman şiirinin usta şairi Ahmet Hamdi Tanpınar gelir. Akla gelen en yegane unsur ise Uludağ’dır. Tüm Türkiye’ye mal olmuş birçok su firmasını ve Bursa’nın şebeke suyunu sağlayan Uludağ, Bursa’da suyun ta kendisidir. Uludağ eteklerinden kaynağını alıp, yüzyıllarca ovaya hayat veren su günümüzde Doğancı Barajı, Nilüfer Barajı, kaynaklar ve yer altı sularından temin ediliyor. Çeşmeden akan su, şebekede ve arıtma tesisinde sürekli olarak denetim ve analizlere tabi tutuluyor. Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi’ne (BUSKİ) göre çeşme suyu; kalsiyum, magnezyum ve silisyum gibi mineraller bakımından damaca sulara göre daha zengin bir yapıya sahip. Bursa’da su çeşmeden içilir sloganıyla Uludağ'daki su kaynaklarının halkın kullanımı için olduğunun bilinmesi, koruma ve kollanması amaçlanıyor. Şebeke suyunun ekonomik ve sağlıklı olduğunu vurgulayan bu slogan Bursa Kimya Mühendisleri Odası tarafından da onaylanıyor. Oda Başkanı Ali Uluşahin, “Bursa’da şebeke suyunu gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz” diyor. Tadı ve içerdiği klor nedeniyle vatandaşın mesafeli durduğu şebeke suyunun daha güvenli, sağlıklı ve ekonomik * Engin Çakır Doğancı Baraj Gölü, Bursa - 22.09.2012 43 detaylı bakış olduğunu söylüyor. Uluşahin, klor nedeniyle şebeke suyundan uzak duran vatandaşlara, “klorunun varlığı değil, yokluğu sorun” hatırlatmasında bulunuyor. “Suyun içindeki kireç olarak isimlendirilen kalsiyum ve magnezyum iyonları özellikle kemik gelişimi açısından yararlıdır. Sudaki kirecin eklemlerde kireçlenmeye neden olduğu doğru değildir. Çeşme suyu sürekli akış halinde olduğu için içinde mikroorganizma üreme riski ambalajda bekleyen sulara oranla daha düşüktür.” diyor. * Engin Çakır Doğancı Baraj Gölü, Bursa - 22.09.2012 44 İçme suyu kaynakları anlamında günümüze ve geleceğe yanıt verebilecek potansiyele sahip bulunan Bursa’daki yıllık ortalama yağış 693 milimetre. Bursa yüzeyinin 20’de 1’i ise su ile kaplı. Türkiye ortalaması kişi başına düşen su miktarı yılda 1.600 metreküp iken Bursa’da kişi başına yılda 2.500 metreküp düşüyor. Marmara Bölgesi’nin en büyük gölü İznik ve doğal yaşam alanı olmasıyla dikkat çeken Uluabat Gölü Bursa’nın medarı iftiharları... Susurluk Çayı’nın bir kolu olan Nilüfer Çayı, Mustafakemalpaşa Çayı, Göksu Çayı, Kocadere, Karadere ve Aksu deresi ise Bursa’nın diğer su kaynakları... Cumalıkızık Köyü’nden yaklaşık 3 kilometre ileride yer alan Saitabat Şelalesi ve Mustafakemalpaşa ilçesinin sınırlarında yer alan Suuçtu Şelalesi de “su” denince akla ilk gelenlerden... * Demet Argun Güngör / Nilüfer Baraj Gölü, Bursa – 08.06.2011 45 reklam haber Bursa’ya “büyük bir havuz” İstanbul, Konya ve Bodrum şubeleri ile birlikte, 3 yıldır Korupark alışveriş merkezinin içerisinde sporseverlere hizmet veren Score Fitness & Spa, Bursa’daki 2. şubesini Sinpaş Bursa Modern içerisinde hayata geçirdi. Dev yüzme havuzunda spor keyfi sunan tesis rengarenk dekorasyonu ve ferah kullanım imkanları ile yeni üyelerini bekliyor. 46 Olimpik ölçülerden büyük, cam tavanlı yüzme havuzunda, yaz-kış yüzme keyfi sunan Score Fitness & Spa’nın dünya standartlarındaki havuzu; 31m uzunluğunda, 15m genişliğinde ve 120-180 cm derinliğinde. Havuzun içerisinde bir de çocuk havuzu bulunuyor. Rengarenk dekorasyonu ve ilgi çekici mimarisi ile hizmet veren yüzme havuzu tüm üyelerinin kullanımı için hazır. Ayrıca havuz içerisinde yetişkinlere yüzmeyi öğretmek ya da daha da geliştirmelerini sağlamak amacıyla özel dersler veriliyor. Score Fitness & Spa üyelerinin çocuklarını da unutmamış. Kulüp bünyesindeki Çocuk Yüzme Akademisi’nde, çocuklara özgü yüzme özel dersleri düzenleniyor. Bu dersler ve eğitimlerin tamamı konusunda uzman, eğitmenlik belgelerine sahip eğitmenlerle yürütülüyor. Score Fitness & Spa üyelerine fitness ve yüzmeyi bir arada sunarak sporu daha eğlenceli ve etkin bir şekilde yapmalarına olanak tanıyor. Score Fitness & Spa’nın Sinpaş Bursa Modern şubesi, 3 katlı ve 5000 m2 bir tesise sahip. LCD televizyonlu ve internet bağlantılı Teknogym ekipmanlarının bulunduğu jimnastik salonu, modern soyunma odaları, 2-6 yaş grubu için Kids Club, Türk Hamamı, Sauna ve birçok ödül sahibi Puri SPA, tesisin sunduğu diğer hizmetler arasında. Gym salonunda DJ eşliğinde yapılan Spinning, Yoga, Bosu ve Pilates gibi modern egzersizler de tesisin hizmet yelpazesinin içerisindeki seçenekler... 47 tema 48 “Sudan sebep” Sihirli bir değnek olsa ancak bu kadar etkileyebilirdi bizi. Sağlıklı ya da güzel olmak ile ilgili onlarca metinde, cildinizle ilgili neredeyse her detayda, psikolojide, sporda, doğada, mutfağımızda, hemen hemen her yerde ve en önemlisi “içimizde” söz sahibi bir etken var: su. Doğaya onun hakkında ne söylersek, o da bize onu veriyor. Hazırlayan: Engin Çakır Hazırlayan: Engin Çakır Suuçtu Şelalesi, Bursa – 17.05.2009 49 tema İnsan besin almadan haftalarca yaşayabilir fakat susuz ancak birkaç gün yaşayabilir. Canlılardaki hayat belirtileri hücreden başlayarak dokularda, organlarda, sistemlerde devam eder. Bütün bu olaylar sıvı ortamda oluşur ki bu sıvı ortamın aslı sudur. Su bizim her şeyimiz kadar düşüncelerimizi de oluşturur. Olumlu düşünmek üzerine onlarca yazı yazılmış olabilir. Düşünme biçimimizin farklılaşmasının evrene verdiğimiz iletileri de değiştireceğini ve bunun sonucunda bizim de etkileneceğimizi daha önce okumuş olabilirsiniz. Fakat olumlu düşünme ile birlikte suyun ve dolayısıyla bizlerin de değiştiği de bir diğer tartışma. En basit ifadesiyle su ve olumlu düşünce arasındaki bağ, bir anne ile karnındaki bebeği kadar doğrudan. Şimdi kısaca bir beyin fırtınası yapalım ve bugüne dek duyduğumuz birkaç sözü bir araya getirelim: “Üzerinde yaşadığımız dünyanın dörtte üçü sudan oluşuyor.” “Vücudumuzun büyük bir bölümü sudan ibaret.” Evliya Çelebi’nin de dediği gibi, yaşadığımız bu kent de zaten sudan ibaret… Buna göre suyu etkileyen her şeyin bizi de etkiliyor olması, mantıklı ve akılcı bir bakış açısıyla büyük bir olasılık taşıyor zaten. Geçmişte haberlerde izlediğimiz, belki okuduğumuz ya da ağzımız açık dinlediğimiz bir ismi hatırlatmak istiyorum: Dr. Masaru Emoto. Su kristalleri fotoğraflarını “Suyun Verdiği Mesajlar’’ isimli iki kitap ile yayınlamıştı. Bu kitaplar tüm dünyada 400 bin gibi bir satış rakamına ulaştı. Aslında bunda anlaşılmayacak bir yan da yok. Dr.Emoto’nun su araştırmasını bu kadar popüler kılan, düşünce ve duyguların fiziksel gerçekliği etkilemesiydi. Aynı yerden alınan su örneklerine yazılı ve sözlü kelimelerle veya müzikle değişik Dobruca, Bursa – 03.10.2010 50 niyetler, düşünceler yönlendirildiği ya da odaklanıldığı zaman “su” kendi ifadesini değiştiriyordu. Temel olarak Dr. Emoto, suyun “ifadelerini” yakalamayı başardı. Geliştirdiği teknikte çok soğuk bir odanın içinde son derece güçlü bir mikroskop yardımıyla çok yüksek hızlı bir fotoğraf çekimi gerçekleştirdi. Bu teknikle henüz oluşmuş donmuş su kristallerini fotoğrafladı. Ancak değişik bölgelerden alınmış su örneklerinin hepsi kristalize olamadı. Örneğin, çok kirli nehirlerden alınan su örnekleri sadece suyun içinde bulunduğu durumu gösterdi. Dr. Masaru Emoto donmuş suda oluşan kristallere belirli düşünceler yoğun olarak yönlendirildiğinde tepkimelerinin değişiklik gösterdiğini keşfetti. Daha açık bir ifade ile düşüncenin şekline göre su kristalleri değişiklik gösteriyordu. Yapılan deneyler Kaplıkaya Deresi, Bursa – 20.06.2007 Suuçtu Şelalesi, Bursa – 08.08.2010 sonucunda çok temiz kaynaklardan gelen su örneklerinin ve kendilerine sevgi dolu sözcükler söylenen su örneklerinin aynen kar tanelerinin modeline benzeyen çok parlak, yoğun motifli, simetrik ve çok renkli desenler oluşturdukları görüldü. Buna karşılık çevre kirliliğinin çok olduğu bölgelerden gelen su örnekleri veya olumsuz düşüncelere maruz bırakılan su örnekleri; koyu renkli, asimetrik ve tamamlanmamış motifler oluşturdu. Bu araştırmanın ve keşiflerin sonuçları, dünyayı ve kendi sağlığımızı nasıl olumlu etkileyebileceğimizi gösterdi. Devrim niteliğinde şuursal bir farkındalık yarattı. Dr. Emoto bize düşüncelerimizin, davranışlarımızın ve duygularımızın çevre üzerinde ne kadar derin etkileri olduğunu gösterdi. Doğanın bizi, bizim de doğayı etkilediğimizi kanıtladı. Amerikan Holistik Tıp Derneği Başkanı ve aralarında “Kutsal Şifacılık” isimli bir kitabı da olan 295 adet yayının sahibi Dr. Norman Shealy deneylerle ilgili şu yorumu yaptı: “Su, bizim içinde yaşadığımız dördüncü boyutla ruhumuzun beşinci boyutu arasındaki bağlantıyı temsil eder. Bundan evvel pek çok çalışma, şifacıların hidrojen birleştirmeleri veya suyun kızılötesi ışınları emmesi ile ilgili gözle görünmeyen etkilerini meydan çıkartmıştı. Ancak, bu çalışmaların hiçbirisi Dr. Emoto’nun zarif çalışması ile boy ölçüşemez. Düşünce ve güzelliğin etkisi bundan evvel bu kadar iyi bir şekilde hiç anlatılamamıştı.’’ Suyun kültürümüzdeki yerinden ve psikolojimize olan katkısından söz etmeden su ile aramızdaki bağı açıklamak elbette ki çok mümkün olmaz. Fakat bunu küçük bir beyin fırtınası ile yapmak oldukça kolay. Diyelim ki yaz geldi. “Deniz havası iyi geldi” deriz. Ya da dünyaca ünlü “Hamam” kültürümüz. Tüm dünyayı kendisine çeken plajlarımız. Tüm dünyaya sattığımız sularımız. Hepsi bir bütünün küçük parçaları aslında. Tatile koşarak gidiyoruz çünkü bizi kendine çeken bir deniz var. Kaplıca suları hem bedenimize hem de ruhumuza “iyi” geliyor. Su odaklı terapilerin ve tedavilerin sayısı da her geçen gün artıyor. Özellikle otistik çocuklara suyun olumlu katkılarda bulunduğu bilimsel olarak biliniyor ve bu konuda tedaviler her geçen gün artıyor. Suyun hayatımızdaki önemini açıklamanın belki de binlerce yolu bulunabilir. Ama esas konu sudan geldiğimiz ve suya döneceğimiz. Anne karnından çıkan bebeklerin %90’ı, çocukların %80’i, ortalama bir insanın ise %70’i sudan oluşuyor. Ve tüm sular okyanuslara ulaşmaya çalışır. İşte bu sebepten sudan etkileniriz ve suya yakın olmak isteriz. Suya ne ekersek, onu biçeriz. 51 manevi 52 Su ol! Şimdi sen “su” olduğunu düşün. Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok, tükenmez… İnanıyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın… Unutma; daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin… Gürültünün parçası olursun sadece! Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir. Çünkü; “su nasılsa burada, lüzum yok ki suyu kana kana içmeye” diye düşünürler… Aynen, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi! Ormandaki hiçbir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi, sabahın en sakin anını bekledi hep; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını giderdiler; onlar için en uygun olan, kendi istedikleri zamanda… Sen, hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez… Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol; Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil! Sen bir su ol… Ama rahmet ol; afet değil! Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme; sana “felaket” denmesin! Su isen bir bardağa sığabil ki; damarlara giresin! Su; yüce Mevla’nın insanlar için yarattığı en büyük nimetlerden biri… Unutma suya benzediğini. Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi faydalı, su gibi lüzumlu ve su gibi bitmez-tükenmez olduğunu da unutma. Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de “kıyametler” koparıcı olabileceğini unutma… Unutma; senin işin rahmet olmak, afet değil! Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayılabileceğin; küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene. Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan ve kaçılan olursun seller, afetler gibi. Tercih elindeydi hep ve hep de “senin” ellerinde olacak… Ya tutmayı öğreneceksin dilini; veya hiç durmadan konuştuğun için, sadece bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Ama yapman gereken şu değil mi; düşüneceksin ne zaman ne söyleyeceğini. Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp, anlamadığını. Düşüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini… Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin… Ve konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun kelimeleri seçmeye çalışacaksın… Ahmak olmayan yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, vakit yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bindireceğin kişinin “kıyıya yanaşmasını” bekleyeceksin! Demeyeceksin; “Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!” Demeyeceksin; “Ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!” Keşke öyle olsaydı. Keşke haklı olsaydın, ama maalesef değil… Ağzını açıp “Şelaleden dökülen suyu” içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç? Veya önüne çıkan ağaçları dahi sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; Beyni olan her yaratık gibi! Hadi… Sen şimdi “su olduğunu” düşün, ve kendini “su gibi” hisset… Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı… Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmeztükenmez olduğunu hatırla… Ama yine su gibi “bir küçük bardağın içine” sığdır ki kendini; girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Hayat ver… Vazgeçilmez ol!!.. Mevlana Celaleddin-i Rumi 53 bursa dokusu Tasıyla tarağıyla “hamam sefası” Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır Peştamallardan fildişi taraklara, aynalardan havlulara, bohçalardan takunyalara, peşkirlerden keselere kadar her şey aklımızda bir yerlerde geziniyor sanki. Bursa’da hamam sözü geçince herkesin “içi ısınıyor…” Bir tas soğuk su ile serinlemeyi hayal ediyoruz. Tüm dünyanın yakından ilgilendiği bir kültür hamam sefası… Bu özellikli ve “tertemiz kokan” kültür bugün neredeyse tüm turistik tesislerde kendisine yer buluyor. Bursa’da ise hamam kültürü hala en güzel örnekleri ile nefes alıyor. Fakat bu kültürün geçmişte kalmış birçok detayı da var. Hamamın en kısa tanımı şu; kendine has mimari formlarla, topluca yıkanma kültürü. Ama aslında beraber yaşamın getirdiği tüm sosyalliklerle birlikte bir yaşam şekli hamamlar… Hamam mimarisinin kökeni ise Roma İmparatorluğu’na dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu, Roma’dan 54 miras aldığı bu kültürü kendi yaşam tarzına ve geleneklerine göre yeniden yapılandırmış. Roma İmparatorluğunda durgun suyla yapılan temizlik, Osmanlı’da akan su ile yapılır hale gelmiş. Roma hamamındaki havuzların yerini ise, Osmanlı’da kurnalar almış… Osmanlı’da hamamlar üç başlık altında inceleniyormuş. Özel hamamlar saray ve konaklarda inşa edilmiş. Genel hamamlar ise halkın kullanımına açık çarşı hamamları olarak yerleşmiş. Doğal kaynak sularının, ılıcaların üzerine kurulan tesisler için kapalı ılıca anlamında, “kaplıca” terimi kullanılmış… Gelin, damat, lohusa (kırk), sünnet, adak hamamları, hamam kültürünün toplumsal hayatla bütünleşmesini sağlayan köklü geleneklerin isimleri. Osmanlı döneminde kadının tek sosyalleştiği mekân olarak da tanımlanabilir hamamlar. Çeşitli eğlencelerin kaynağı da denebilir elbette… Türk filmlerindeki hamam sahneleri bu duruma en güzel örnek... Aklınıza Adile Naşit’in başını çektiği kareler gelebilir mesela. Tosun Paşa filminin en renkli sahneleri “hamamda” geçer. Evlerinde hamamı olanlar dahi yıkanmak için halk hamamlarını tercih etmişler zamanında. Hamamda uyulması gereken edep ve adap ise, genel ahlak kurallarına uygunluk göstermiş. Hamamın temiz kalması, suyun israf edilmemesi, yıkanırken su sıçratmamak, hamam kalabalık olduğunda sıra gözetmek, yüksek sesle ve çok konuşmamak, adaba uymayanları uyarmak hamam kültürünün en temel özellikleri olmuş. Hemen hemen her evde hali hazırda hamam bohçaları varmış. Çeşit çeşit havlular, fildişi taraklar, işlemeli peştamallar, bohçada bulundurulan eşyalardanmış... Birçok ritüelin yaşandığı hamamlarda gelin hamamı ayrı bir ihtişama sahipmiş. Düğünden birkaç gün önce yapılan gelin hamamı, evlerine sabun gönderilerek davet edilen misafirlerle tam bir curcuna havasına dönermiş… Erkek tarafıyla davetli sayısı görüşülür ona göre davetli listesi oluşturulurmuş ve hamam ücreti erkek tarafından tahsis edilirmiş… Eğlence ile birlikte gelinin çeyiz sandığından; işlemeli peştamallar, hamam tasları, sedef ve fildişi taraflar, havlular soğukluk bölümünde misafirlere teşhir edilirmiş. Gelin, peştamalın üzerine futa ve omuzlarına keyfiye denilen ince püsküllü bir örtü bağlayarak diğer kızlardan ayrı görünüme sahip olurmuş. Soğukluk havuzu ve sıcaklıktaki göbek taşı etrafında üç kez dönülmesi adetten sayılırmış… Gelin misafirlerle sohbet eder, şarkılar söylenir, ikramlar yenilir içilirmiş. Gelin sıcaklıkta yıkandıktan sonra tören tamamlanırmış. Lohusa ya da kırk hamamında ise; bebek doğumunun 40. günü sonrasında yapılırmış. Başta ebe olmak üzere, akraba konu komşu davet edilir, anne ve bebeğin sağlık kontrolleri yapılır, çocuk sağlığı, bakımı konularında bilgi alışverişinde bulunulurmuş. Düğünü andıracak kadar gösterişli olan kırk hamamları yapılırmış. Lohusa, bir gelin gibi ipekli peştamalla kuşanır, sedef nalınlar giyermiş. Bebek şal ile kundaklanırmış. Hamamcıyla hamam ustası lohusanın kollarına girer, önde gümüş buhurdanlıklarda öd ağacı yakılarak şarkılar eşliğinde, camekândaki havuzun etrafı dolaşılırmış. Lohusa yıkanarak gusül abdestini alır, beline bir kuşak bağlanarak bir nevi sağlık kontrolünden geçirilirmiş. Çocuk ebenin kucağında, sıcaklıkta yıkanırmış. 55 bursa dokusu 56 Bir ördek yumurtası tasın içinde çalkalanır, yumuşak ve sabunlanmış tülbent ile silinen çocuğun vücuduna sürülürmüş. Ebe, bir altını kurna musluğundan akan suya çarpa çarpa üç İhlâs, bir Fatiha okuyarak kırklama suyunu kurnaya aktarırmış. Çocuk bu suyla yıkanır, sonrasında kundaklanırmış. Daha birçok sosyal olayın yansıması hamamlarda vücut bulup, gelenekselleşmiş… Bu yüzden hamam kültürü, önemini her daim yaşatmış ve yenilemiş. Bugün tüm bu kültürleri harfiyen uygulayan kalmasa da, sürdürme gayretinde olan insanlar hala var. Bu değerli kültürün geçmişine baktığımızda ise yine çok ilginç detaylar gizli olduğunu görüyoruz. Türkler yerleşim kurdukları bölgelerde, Roma ve Bizans’tan kalan hamam ve kaplıcaları yenilemişler ve bu yapıları kendi anlayışlarına uygun hale getirerek kullanmışlar. Bursa hamamları ise genel olarak, kuzey-güney doğrultusunda konumlandırılmış. Örtü sistemi olarak kubbe kullanılırken, daha küçük boyutlu yapılarda ahşap çatı tercih edilmiş. Örtü sisteminde Türk üçgeni süslemelerine sıkça rastlanıyor. Dış cephelerde dışarısıyla ilişkili tek mekân ise, soyunmalık bölümünün kapı ve pencereleri... Dış cephe mimarisi sade görünüme sahipken, iç bölümlerde süsleme daha yoğun kullanılmış… Erkek hamamlarının girişleri daha anıtsal, kadın hamamlarının girişleri ise daha mütevazı boyutlarda tutulmuş. Halk arasında yeraltı sıcak ve soğuk sularına, abızen, abızenne, abızen-i ilahi yani şifalı sular deniyormuş. Çeşitli hastalıklara şifa olan bu sulardan belirli aralıkları kapsayan kürler halinde faydalanılıyor. Yabancı Balneoloji (termal kaynaklardan terapi ile faydalanma bilimi) kitaplarına konu olan Bursa kaplıcaları; romatizma, çeşitli ağrılar, anemi, cilt hastalıkları, gastrointestinal sistem hastalıkları, idrar yolları rahatsızlıkları, kadın ve erkek rahatsızlıkları, şişmanlık ve daha pek çok hastalığa deva olarak biliniyor. Aslında deva olan sadece sular değilmiş bunca yıl. Yaşayan kültür halkın sosyalleşmesine, birçok konuya çözüm bulmasına vesile olmuş. Hamamlar yaşadıkça onunla birlikte hem mimari kültür hem de gelenekler korunmuş… Zamana direnen eski hamamlar bugün geçmişten bir parçayı da barındırıyor aslında. Kurnaların içerisine dolan sular şifa getirirken, hamamdan yükselen tüm sesler geçmişi anıyor hamamlarda… 57 bursa dokusu Su sesinden müzik tınılarına Bir zamanlar “sudan ibaret” olarak anılan Bursa’nın su kültürünün en somut ürünü olan hamamlar, günümüzde yeni işlevleriyle kentin sosyal yaşamına renk katıyor. Temizliğin ve saflığın sembolü iken, bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle harabe duruma düşen tarihi yapılar; müzik dinletilerinin, söyleşilerin, panellerin, defile organizasyonlarının, resim ve fotoğraf sergilerinin doldurduğu kültür merkezine dönüştürülerek insanların ruhlarını yıkıyor. Yazı: Saffet Yılmaz Fotoğraflar: Bursa Büyükşehir Belediyesi Arşivi 58 Bursa’da hamam kültürünün tarihi çok eskilere dayanıyor. Bugün hala o dönemin adıyla anılan Roma hamamları kuşkusuz bilinen en eskileri. Ancak, eski çağlarda bol ve sıcak olduğu için ilgi gören hamam ve kaplıcalar, daha sonra hem inanç sisteminin gereği olarak hem de ekonomik değer taşıdığı için yoğun ilgi görmüş, sayıları onlarla ifade edilir olmuştur. İlk Osmanlı hamamları, Orhan Bey ve kardeşi Alaaddin Bey’in Hisar içinde yaptırdıkları hamamlardır. Onları, yine Orhan Bey’in günümüzde Aynalı Çarşı olarak anılan hamamı, Murat Hüdavendigar’ın Nalıncılar Hamamı, Yıldırım Bayezid’in külliyesinin içinde yaptırdığı hamamlar, Sultan Çelebi Mehmet’in ve II. Murat’ın yaptırdığı hamamlar izler. Jüstinyen'in iki kubbeli hamamına, Murad Hüdavendigar'ın 1511'de iki kubbe daha ilave ettirmesi, Osmanlı’nın hamam kültürüne ve kendinden önceki kültürel birikime verdiği değerin açık bir göstergesidir. 1800’lü yıllarda Bursa’ya gelen yabancı seyyahlar, kent merkezindeki hamam/ kaplıca sayısını 27, köylerdeki hamam sayısını ise 100’ü aşkın olarak ifade ederler. Bursa’daki hamam sayısına ilişkin en çarpıcı veri, ünlü gezgin ve anlatı ustamız Evliya Çelebi’ye aittir. Evliya, Bursa’da 17. yüzyılda evlerdeki özel hamamlar da dâhil olmak üzere 3 bin kadar hamam olduğunu belirtir. Kuşkusuz bu abartılı bir rakam olarak gözükmektedir. Ancak, kent merkezlerindeki hamamlara ilave olarak 59 bursa dokusu 60 köylerde, mahallelerde ve hatta evlerde bir veya birkaç hamam bulunduğu da kaynaklarca doğrulanmaktadır. Hamamlara bu denli önem verilmesini, temizliğin imanla ilişkisiyle açıklamak mümkündür. Ancak onun kadar etkili bir başka etmen de, hamamların ekonomik değer olarak önemli bir unsur olmasıdır. Vakıf eseri olarak iyi gelir getirmesi ve külliyelere gelenlere hizmet vermesi nedeniyle hamamlar, yüzyıllar boyunca hem nitelik ve nicelik olarak artmış hem de iyi korunmuştur. Hamamlar sadece temizlik için yapılan veya gidilen yer değildir kuşkusuz. Dört yanı çevrilmiş işlemeli duvarları ve kubbesiyle bu yapılar, toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası; tellağı, natırı, külhanbeyi ile yaşayan ve kuşaklar boyu aktarılan bir kültürün simgesi olmuştur. Kırk hamamı, damat hamamı, nefse, gelin, güvey, adak ve sünnet hamamı gibi hamam çeşitlerinin yanı sıra, “hamamda kız beğenme”, “kadınlar hamamına çevirme”, “hamama giren terler”, “handa hamamda gözüm yok” gibi deyimler günlük yaşamda çokça yer edinmiştir. Orta Asya’dan Küçük Asya’ya kadarki göçlerinin her durağında temizlik kültürüne ilişkin değer ve yapıları yanlarında taşıyan ve Bursa’da inşa ettikleri birbirinden değerli hamam ve kaplıcalarla bu kültürü taçlandıran Türkler, bugün dünyada kabul gören “Türk Hamamı” markasını modern mekânlarda yaşatacaklar gibi görülüyor. Yüzyıllarca tarihe tanıklık etmiş olan bu yapılar yerlerini kültür merkezlerine bırakırken, dünyaca ünlü hamam kültürümüz, gerek hala ayakta olan ve işleyen tarihi hamamlarımızda ve gerekse çok yıldızlı otellerin modern hamamlarında yaşatılmaya devam ediyor. Geleneksel peştamalın yerini mayo ve bikini, nalın’ın yerini plastik terlik, ipek işlemeli bohçanın yerini spor çantanın aldığı günümüzde, mimarisiyle Türk-İslam şehirciliğinin önemli unsurlarından biri olan hamamlar da yerini kültür merkezlerine bırakmakta. Geçen 10 yıl, Bursa’da çok sayıda hamamın kültür merkezi olarak yaşama katılmasına tanık oldu. Yeni işlevini kısa sürede benimsediği gözlenen bu tarihi yapılar, “kurtuluş” için belediye ve diğer kurumların el uzatmasını bekliyor. Yüzyıllarca topluma hem temizlik hem de kültürel alışveriş mekânı hizmeti veren bu yapılar, başta deprem olmak üzere doğal etmenler nedeniyle zaman içinde kullanılamaz duruma geldi. Bir kısmı yıkılıp taşları başka yapılara malzeme oldu, şanslı olanları ise demirci, marangoz vb. mesleklerin icra edildiği mekânlar halini aldı. Elbette pek çoğunun mülkiyeti de el değiştirdi. Hamamların kültür merkezine dönüşmesinin tarihi, kentte son dönemde başlayan tarihi mirası ihya etme çabalarının ürünüdür ve Ördekli Hamamı ile başlar. Onlarca yıl her yerel yöneticinin ayağa kaldırmak için çaba harcadığı ancak kamulaştırma, röleve ve restorasyon projesi hazırlama, kurul onayı alma ve ihale edip restorasyonu gerçekleştirme aşamalarını bir türlü aşamadığı tarihi yapı, 2004 yılındaki kararlı çabaların sonucu 2008 yılında yeni kimliği ile Bursalıları karşıladı. Bursa’nın en büyük hamamlarından biri olan bu tarihi yapının ayağa kaldırılması, yerel yöneticilere hem bu tarz yapıların restorasyonu noktasında hem de kültür merkezi olarak işlevlendirilmesine cesaret verdi. Bu sayede Bursa eşsiz kültür merkezlerine kavuştu. Önümüzdeki yıllarda sayıları onlarla ifade edilen yeni kültür mekânları doğuyor. Diğer tarihi yapılar gibi hamamların restorasyonunda da çeşitli yöntemler kullanılıyor. Bir kısmı kamulaştırılarak restore edilirken, bir kısmı da mülk sahipleriyle işbirliği yapılarak ayağa kaldırılıyor. Vakıf eseri olan yapılar Vakıflar ile anlaşılarak, özel mülk olanlar ise belirli dönemler için belediyeye devri sağlanarak restore ediliyor. Ömrünün son 100 yılını virane bir şekilde geçirdiği için Bursalıların “Yıkık Hamam” olarak bildiği Ördekli 61 bursa dokusu Hamamı, Recep Altepe’nin Osmangazi Belediye Başkanlığı döneminde ayağa kaldırıldı. Yapımına Yıldırım Bayezid döneminde başlanan ve 30 yılda ancak tamamlanabilen tarihi yapı, planı itibarıyla diğer hamamlara benzemiyor. 1400 metrekare alan üzerine kurulu hamam, 600 yıllık ömrünün en keskin dönüşümünü Nisan 2008’de gerçekleştirdi. Yapı artık kültür merkezi… Ördekli Hamamı’nın kültür merkezi olarak başarısı, onu takip eden hamam restorasyonlarının da bir anlamda itici gücü oldu. Çünkü Ördekli Hamamı Kültür Merkezi’nde yılda ortalama 70 civarında sergi, 250’yi 62 aşkın toplantı - konferans - söyleşi, haftanın 5 günü geleneksel sanatlar alanlarında kurslar gerçekleştiriliyor. Tarihi mekânın yıllık ziyaretçi sayısı ise 100 binin üzerinde. Çifte hamam niteliğindeki ender yapılardan biri olan Mahkeme Hamamı da kültür merkezi olan hamamlar kervanına katıldı. Hamam kültürünün yaşatılması amacıyla tarihi yapının bir bölümü orijinal kimliği ile hizmet vermeye devam ederken, diğer kısmına bölgedeki eğitim kurumlarının yoğunluğu ve bu kurumların kullanabileceği sosyal-kültürel amaçlı salon bulunmadığı dikkate alınarak “sosyal ve kültürel” işlev verildi. Ördekli ve Mahkeme Hamamları gibi sosyal mekan işlevi ile yaşayan veya yaşaması amaçlanan daha birçok hamam var ve çalışmaları hızla devam ediyor. 2013 başında bunlardan birçoğu hayata geri kazandırılmış olacak. Kayıhan, İncirli, Muallimzade (Dökümhane), Nalıncılar, Reyhan Paşa, Davutpaşa, İbrahim Paşa, Yıldırım Beyazıd, Cık Cık (Gir-Çık), Emir Sultan, Ürünlü, Tahir Ağa, Hasan Paşa ve Balıkpazarı (Gemlik) hamamları bunların en öne çıkanları. 63 detay Şehrin yeni silüetinde “su dolu bir taş” Kent mimarisi ve mobilyaları o şehrin kimliğini oluştururken bir yandan da şehre yeni bir ruh kazandırır. Yeniden düzenlenen Altıparmak Meydanı da Bursa’nın silüetinde büyük önem kazanıyor. Yüzen taşlar heykeli yeni bir ruh arayan kent merkezine tıpkı nostaljik tramvay gibi bir katkıda bulunuyor. 64 “Altıparmak Meydanı’nda Taşlar Yerinden Oynuyor!” sloganıyla Bursalıların beğenisine sunulan Yüzen Taşlar Heykeli, aslında dünyada pek çok örneği bulunan bir yapıt. Türkiye’de ilk ve tek, dünyadaki örnekleri arasında ise en yükseği olan bu yapıt; tarih, sanat ve teknolojiyi bir araya getiriyor. Geleneksel Türk sanatlarından Bursa’ya özgü Karagöz-Hacivat ve Gölge Oyunları’nın anısına, dünyaca ünlü heykeltıraş Christian Tobin’in elinden çıkan “Yüzen Taşlar Heykeli”, sanat ve mühendisliği bir araya getiriyor. Tobin’in kendine has üslubu ve tekniği ile tarihi yorumladığı yapıt; Kültür AŞ. öncülüğünde, BTSO’nun katkılarıyla, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bir hizmeti. Kinetik heykeli bulan ve akımın öncüsü olan Alman heykeltıraş, 30 yıldır bu alanda çalışıyor. ABD, Almanya ve İspanya gibi daha birçok ülkede de kinetik heykelleri bulunan sanatçı, kariyerinin en yüksek eserini Bursa için icra etti. Gemlik’ten çıkarılan Diabas taşı üzerinde ve Ovaakça mevkiinde kurulan atölyede altı ay boyunca çalışma yapan ve bu sırada heykelin konumlandırıldığı Altıparmak semtinde yaşayan Alman heykeltıraş, kentin dokusuna dair izlenimlerini toplamda 45 ton ağırlığındaki iki heykelden oluşan eserine yansıttı. Sanatçı, kendisiyle özdeşleşen tekniğiyle suyun kinetik gücünü kullandı ve onlarca ton ağırlığındaki taşları hareket ettirebildi. 8 ve 7 tondan oluşan üst kısımları suyun gücüyle hareket eden taşlar, Karagöz ve Hacivat’ın diyaloğunu temsil ediyor. Özel bir aydınlatma sistemiyle ışıklandırılan “Yüzen Taşlar Heykeli’’nin arkasına düşen gölgesi Karagöz ile Hacivat’ın yüzyıllar süren gölge oyununu yeniden yaşatıyor. Karakterlerin gözlerini taşıyan üstteki taşların hareketleri ve suların hareket tarzı da yine kendilerini yansıtıyor. Karagöz’ün hareketli ve hırçın yapısını simgeleyen heykelinin tepesinden hızlıca fışkıran sular Hacivat’ın bilge ve muzip karakterine uygun olarak taşın yan kısımlarından dalgalı olarak hareket ediyor. Heykelin etrafını çevreleyen yazılarda Karagöz ve gölge oyunlarını anlatan bir de mani yer alıyor. Maninin hemen yanında ise kenar süslemesi şeklinde Selçuklu mimarisine ait motiflerden alınmış kesitlerle oluşturulan bir kripto bulunuyor. Şifreyi çözmek isteyenler için gerekli ipuçları da yine heykelde bulunuyor. 65 odak noktası Yerin altından doğa manzaraları Konumuz suyla iç içe bir yeraltı cenneti. Tamamının keşfi yakın zamanda yapılan Bursa Ayvaini Mağarası; Türkiye’nin 7., Güney Marmara Bölgesi’nin ise keşfi yapılan en uzun mağarası oldu... Hidrolojik açıdan etkin bir yapıya sahip olan bu mağara dört bir yanı doğal güzelliklerle bezeli Bursa’nın gizli kalmış hazinelerinden sadece bir tanesi... 66 Uluabat Gölü’nün güney bölümünde, Söğütalan Platosu’nun kuzey kenarında yer alan Ayvaini Mağarası’nın ilk girişi Nilüfer ilçesine bağlı Ayvaköy’de bulunuyor. Ayva Köyü Nilüfer’e bağlı 30 hanelik bir köy. Rakımı 135. Köyün bulunduğu yer çukurda kalıyor. Arazisi ise Uluabat Gölü manzaralı ve iyi bir piknik alanı. Eskiden batısında yer alan Mustafa Kemal Paşa İlçesi’ne bağlı olan köy, 1967 yılında merkeze bağlanmış. Diğer girişi ise Mustafakemalpaşa ilçesine bağlı Kazanpınar Köyü mevkiinde. İki girişi arasında 4 bin 8 yüz metre mesafe bulunuyor. Bursa’yı Mustafakemalpaşa’ya bağlayan 82 km’lik eski yol mağaranın yakınından geçiyor. Ayvaini’ne bu yoldan gidilebildiği gibi, gölün kuzeyinden geçen Bursa-Balıkesir-İzmir yolundan da gidilebiliyor. Eski adı Kirmasti olan mağaranın girişleri oldukça sarp bir parkurdan oluşuyor. Bu sebeple mağaraya ancak profesyonel dağcı ve mağaracılar girebiliyor. Henüz halkın ziyaretine açılmamış durumda. Giriş kısmı hariç yatay gelişen bir düzlemde olan mağara büyük bir kaya bloğunun özenle oyulduğu hissiyatını veriyor. Mağarada bulunan sarkıtlar ve dikitler ise hassas bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına görenleri büyülüyor. Mağara tavanlarından damlayan sulardan, kalsiyum karbonatın ayrışarak milyonlarca yılda oluşturduğu bu doğa harikaları, mağara aksı boyunca ziyaretçilerine eşlik ediyor. Damlataş havuzları, dikitler, duvar damlataşları, sarkıt ve irili ufaklı 60 civarında gölle kaplı olan Ayvaini Mağarası’nın neredeyse 2 bin 500 metresi sular altında ve ancak profesyoneller tarafından botlarla ulaşılabiliyor. Turizm potansiyeli 67 odak noktası 68 bakımından birçok mağara araştırmacısını kendine çeken bu saklı cennetin, çok yakında turizm için hazır hale getirilmesi amaçlanıyor. Ayrıca Nilüfer Belediyesi Ayvaini Mağarası’nın tanıtımı amacıyla çeşitli çalışmalar planlıyor. Aks boyunca hiçbir yerinden ışık sızmayan mağara, canlı türleri bakımından da son derece zengin. En çok yarasa kolonilerinin dikkat çektiği mağarada; suyılanı, çiyan, tatlı su yengeci ve kurbağa türleri bulunuyor. Mağara içinden akan ve Ayva Köyü çıkışında şelale şeklinde dışarı dökülen Karadonlu Deresi mağara içerisindeki büyüleyici atmosferin baş aktörüdür. Karadonlu Deresi’nde yaşayan ve varlığı çağlar öncesine dayanan tatlı su karidesinin Uluabat Gölü’nde bulunan kerevitin atası olduğuna ilişkin çalışmalar akademik çevrelerce yürütülüyor. 69 yakın plan Suya batmış bir “saray” Yerebatan Sarnıcı, İstanbul - 08.06.2006 Yerebatan Sarayı, İstanbul’un eşsiz tarihî yarımadasının tam ortasında yer alıyor. M.S 542 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük Saray'ın “su” ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılmış. Suyun içinden yükselen mermer sütunların arasındaki ihtişamından dolayı da halk tarafından Yerebatan “Sarayı” olarak anılıyor... İstanbul, tarihin bütün çağlarında güçlü devletlerce hep ele geçirilmek istendiği için Bizans imparatorları kentin birçok yerinde sarnıçlar yaptırarak kuşatma sırasında halkın su ihtiyacını karşılarlardı. Bu da şehrin altında devasa sarnıçların oluşmasını sağladı. Bugüne dek varlığını tüm ihtişamıyla koruyan Yerebatan ise bunların en göz kamaştıranı... Etkileyici atmosferiyle müze olmasının yanı sıra ulusal ve uluslararası birçok sanat etkinliğine ev sahipliği yapan sarnıçta, caz akşamlarından şiir gecelerine, modern dans gösterilerinden tiyatro oyunlarına kadar birçok organizasyon olabiliyor. İstanbul’daki en büyük (uzunluğu 140 m, genişliği 70 m, yüksekliği 8 m.) kapalı sarnıç olan Yerebatan Sarnıcı’na, Ayasofya’nın batısındaki küçük binadan giriliyor. Yaklaşık olarak 80,000 metreküp su tutan sarnıcın üstü kapalı olduğu için tavanı tutan 12 sıra halinde 4’er metre aralıkla dizilmiş 70 336 sütun bulunuyor. Sütunların boyu ise 8 metre... Sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrat Ormanı’ndan Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu. Su seviyesi mevsimlere göre değişirdi. Doğu duvarındaki değişik seviyelerdeki borular ile dışarıya su verilirdi. Yabancı kaynaklarda sarnıcın isminin yanında geçen Basilika(Basilica) ifadesi ise sarnıcın yakınında bulunan Ilius Basilikası’ndan geldiği rivayet ediliyor. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykeltıraşlık sanatının şaheser örneklerinden birisi. Medusa’yla ilgili mitolojiye dayandırılan birçok efsane bu sarnıcı daha da gizemli kılıyor. Bir söylenceye göre Medusa yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona’dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılanbaşlı Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. O dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu, Medusa’nın da bu düşünceyle buraya yerleştirildiği zannediliyor. Bir başka rivayete göre ise Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Uzun zamandan beri Zeus’un oğlu Perseus’u sevmekteydi. Bu arada Athene de Perseus’u seviyor ve Medusa’yı kıskanıyordu. Bunun için Athene, Medusa’nın saçlarını korkunç yılanlar biçimine soktu. Artık Medusa kime baksa, baktığı kimse taş kesiliyordu. Daha sonra onu bu biçimde gören Perseus heyecanla Medusa’nın büyülendiğini düşünerek başını kesti, başını eline alıp düşmanlarını taşa çevirerek birçok savaşlar kazandı. Medusa’nın eski Bizans’ta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlendiği söylenir. 71 yakın yerler 72 Suya düşen gerçeküstü doğa Sudüşen Şelalesi, Yalova – 07.09.2012 Bursa için “yakın yerler” başlığına en uygun rotalardan bir tanesi Sudüşen Şelalesi. Doğa ile baş başa vakit geçirmek isteyenler için birebir. Doğa harikası bu şelale size güzel bir günübirlik macera vaat ediyor. Şelaleye giden yol doğal bir yürüyüş parkuru. Yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerce yoğun olarak tercih ediliyor. Şelaleye giderken eşsiz bir baraj gölü, Marmara Denizi manzarası ve çok çeşitli orman faunası ile ilerlersiniz. Büyük bir karışık ormanın içerisinden seyahat ederken sık sık ara verip fotoğraf çekebilirsiniz. İyi bir doğa yürüyüşü parkuru ve dinlendirici bir piknik alanı olan Sudüşen Şelalesi çevresi, her mevsim yoğun bir bitki örtüsü ile kaplı. Marmara bölgesindeki “Karadeniz” diye tarif etmek çok da yanlış olmaz. Yalova-Termal arası yaklaşık 11 km, Termal’in hemen yukarısında yer alan Üvezpınar Köyü’nden dağlara doğru devam edilirse, 8 km sonra şelalenin bulunduğu yere ulaşılabiliyor. Ancak bu yol, oldukça virajlı ve zorlu bir dağ yolu. Araba ile gitmek kış aylarında zor olabilir. Köyden şelaleye yürümek yaklaşık iki saatinizi alabilir. Sudüşen Şelalesi Samanlı Dağları’nın uzantısında yer alıyor ve 10m yüksekliğinde. Yazın ferahlamak için mükemmel olsa da kışa hazırlandığımız şu günlerde gidiyorsanız, biraz kalın giyinmenizde fayda var. Suyun ve ağaçların serinliği sizi üşütebilir. Şelaleyi köylüler sahiplenmiş, girerken de küçük bir ücret alıyorlar. Yiyeceğinizi yanınızda getirmelisiniz ya da Üvezpınar Köyü’ndeki manzaralı yerlere kurulmuş birkaç küçük tesisi de tercih edebilirsiniz. Diğer bir seçenek ise Üvezpınar’a çok yakın olan Termal ilçesini tercih etmek. 73 gezi-yorum 74 Antik Çağ‘dan beri uyumayan Melas Türkiye’de “su” denince akla gelen ilk isimlerden bir tanesi Manavgat Şelalesi. Bunun sebebi ise Türkiye'nin en düzenli akan ırmağı üzerinde yer alması. Antik Çağ’dan beri hiç durmayan Manavgat; Antalya’da turkuvaz bir hikayenin en güçlü, en hareketli ve en içten kahramanı. Ona dur demek için hikayeyi baştan yazmak gerekiyor... 75 gezi-yorum “Gökyüzünün mavisiyle yarışan yeryüzü” Manavgat’ın sloganı. Turkuvaz bir tabloya benzeyen şelale ile iç içe geçmiş bu şehir için belki de daha iyi bir ifade olamazdı. Bağlı olduğu Manavgat ilçesine 3 km, Antalya’ya 72 km mesafede şelale. Ünü Türkiye’yi aşmış bu dev ırmak, sularının 3-4 m'lik bir falezden düşmesiyle meydana geliyor. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debiyle akıyor. Gürül gürül akışı görülmeye değer manzaraların da yaratıcısı... Dünyanın en uzun yeraltı akarsularından bir tanesi olan Manavgat Irmağı’nı besleyen kaynaklardan en büyüğü olan karstik Dumanlı Kaynağı, sol kıyıdaki dik bir kayanın yüzünde bulunan küçük mağaralardan fışkırarak çıkıyor. Duman ve köpük halinde 15 m kadar yükselip ırmağa karışıyor. Türkiye’de üzerinde taşımacılık yapılabilen ender akarsulardan birisi olan Manavgat, Antik Çağ’da Side antik kentinin su kaynağıydı. Bu nedenle bugünkü Sevinç Köyü'nden Side'ye kadar 30 km uzunluğunda bir su kemeri inşa edilmişti. Bu suyolu 25 m yüksekliğindeki kemerler üzerinden geçiyordu. Bugün bazı bölümleri ayakta olan kemerlerin bir bölümü kayalar üzerine oyularak yapılmıştı. Antik Çağ‘daki adı Melas olan Manavgat’ın dünyaca ünlü bu ırmağı, dar ve dik yamaçlı kanyonlar arasından geçerek oluştu. Üzerinde hidroelektrik santrali hizmeti veren Oymapınar ve Manavgat barajları bulunuyor. Irmak üzerinde ikisi yaya üçü de araç trafiğine açık 5 köprü var. Batı Toroslar’ın hemen güneyinde, Amanos Dağları’nın Akdeniz’e doğru olan uzantısında olan Manavgat ilçesine can veren bu ırmak, şehir gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak isteyenler için ideal bir adres. Kökleri ve dalları suya uzanan 76 77 gezi-yorum çınar ağaçlarının gölgesindeki mesire yerinde, piknik alanları, hediyelik eşya dükkanları, lokantalar, çay bahçeleri ve seyir balkonları bulunuyor. Irmak üzerinde gezi yapan onlarca tekne turu bulunuyor. Irmaktan denize açılan bu turlar ilginç bir deneyimi de beraberinde sunuyor. Irmaktan denize tekne ile açılmak kimi zaman biraz riskli de oluyor. Tekneler biriken kumullara saplanabiliyor. Tekne turları yaklaşık 3-4 saat sürüyor. Irmağın denize bağlandığı noktada mola veriliyor. Eğlencenin ise sınırı yok. Kimi zaman canlı müzik, kimi zaman 78 dansöz eğlenceye katılıyor. İsteyenler denize, isteyenler ırmağa girebiliyor. Irmağın suyu yazın en sıcak günlerinde bile 0 dereceye çok yakın seyrediyor. Serinlemek için ideal fakat denizden çıkmış birisi için şok geçirme riski de taşıyor. Bu sebeple suya bir anda atlamamak gerekiyor. Suları mineralleri bakımından zengin, temiz ve berrak bir ırmak Manavgat. Birçok balık ve kuş türüne de ev sahipliği yapıyor. Alabalık, sazan, kefal, levrek, karabalık gibi balıklarla; değişik türlerde balıkçıllar, sutavuğu, ördek, kaz, yalıçapkını ve martılar gibi kuşlar ırmak boyunca süren zengin bitki topluluğuna eşlik ediyorlar. Söğüt, çınar, kavak, dut ve karaağaç gibi ağaçlarla; böğürtlen, kuş üzümü, zakkum gibi küçük maki çalılıklar ve otsu bitkiler etrafınızı saran bitki topluluğunun bireyleri... Ayrıca tatlı su kaplumbağalarını kuru kütükler üzerinde güneşlenirken görebilirsiniz. Zengin ırmak yatağı boyunca verimli toprakları dolduran narenciye bahçeleri ve seralar da görülmeye değer Manavgat öğelerinden... 79 uzaktaki yakın KİEV Özgür Çakır 80 İçinden nehir geçen bütün kentler gibi alımlı ve mağrur. Saçının rengini, altın yaldızlı kubbeli manastırlarından; gözünün rengini, uçsuz bucaksız yeşilliklerinden; yanaklarının pembeliğini, su yerine içtiği votkadan; teninin rengini, kışın büründüğü beyaz kar örtüden alan, soyu da kendi de asil ama bir o kadar da pespaye ve sıcakkanlı, hayat dolu bir kadın bu şehir. Modern zamanların masal diyarı 81 uzaktaki yakın Dergi Bursa’nın “su” ana temalı bu sayısında rotamızı kuzeye, içinden nehir geçen bir kente, Kiev’e çeviriyoruz. Sınır komşumuz olmasa da Karadeniz’den dolayı kuzey komşumuz olan Ukrayna, Demir Perde döneminde fikren biraz uzağımıza düşmüşse de aslında akrabalık ilişkilerimizin bile olduğu yakın sayılabilecek mesafedeki bir komşumuz. Yaklaşık 600 bin km2 yüz ölçümü ve 46 milyon civarındaki nüfusuyla büyük bir ülke olan Ukrayna, Karadeniz’in kuzeyinde geniş bir sahil şeridinden Kırım Yarımadası’nı da içine alarak Doğu Avrupa içlerine doğru Dinyeper Nehri boyunca uzanıyor. Tam kuzeyimize düşen ve aynı saat diliminde yer aldığımız Ukrayna’nın iklimi ılıman bir kara iklimi ve tabi kuzeyde olması nedeniyle ortalama mevsim sıcaklıkları Türkiye’den biraz daha düşük. Bu “biraz daha”nın altını çizmek isterim 82 çünkü eğer seyahatinizi sonbahar ya da kış aylarında gerçekleştirecekseniz sıfırın altında derecelere göre hazırlık yapmanızda fayda var. Kiev Kynazlığı Rus siyasi tarihinin başlangıcı kabul ediliyor ve Kiev Rusların ilk idari birimlerini oluşturdukları şehir. Kimilerine göre ilk Rus başkenti. Efsaneye göre şehrin kurucuları; Kyi, Shchek, Khoryv isimli üç erkek kardeş ve kız kardeşleri Lybed. Ukraynacada Kyiv olan ismini ise büyük erkek kardeşten aldığına inanılıyor. Bazı kaynaklarda Hazarya Türkçesinde Kiev’in “nehir kıyısında kurulu ev” anlamına geldiği de söylenmekte. Kurulduktan sonraki tarihçesine detaylı girmek niyetinde değilim ama yüzyıllar boyunca verimli tarım arazileri, stratejik konumu ve saldırılara açık coğrafi özelliği nedeniyle birçok kez el değiştirmiş Kiev. 1920 Sovyet işgali 8 milyon Ukraynalının ölümü ile sonuçlanmış. Çok geçmeden II. Dünya Savaşı döneminde Alman ve Rus ordularının ardışık işgalleri sonucu da yine yaklaşık 7-8 milyon Ukraynalının ölümü ve Kiev şehrinin yerle bir olması… Kanlı işgaller ve büyük acılarla dolu Ukrayna ve Kiev şehri yakın tarihte de (1986) Çernobil felaketini yaşamış bir coğrafya. Tarihin tozlu ve radyasyonlu sayfalarına dalmışken Perestroyka sonrası 1991’de gelen bağımsızlık ve 2004 yılındaki başkanlık seçimi esnasında vuku bulan Victor Yushchenko’nun Turuncu Devrimi’ni de hatırlatalım. İlginç bir istatistik olarak ülkedeki kadın nüfusunun erkek nüfustan yaklaşık 4 milyon kişi daha fazla olduğunu belirtmeli. Kiev nüfusunun da %57’sini kadınlar oluşturuyor. Lviv gibi bazı kentlerde ise bu oran %80’lere kadar ulaşıyor. Bağrından Hürrem Sultan’ı da çıkarmış olan Ukrayna’da kadınların hem sosyal ve siyasi hayatta hem de ticarette etkin rol aldıklarını da söylemek yanlış olmaz. Çok sayıda yüksek ökçeli kadın polis memuru ya da örneğin taksi ve otobüslerin şoför koltuğuna geçmiş Nebahat Abla görürseniz şaşırmayın. Yani Ukraynalı kadınlar sadece güzel değil, aynı zamanda toplumda eşit, güç sahibi ve etkinler. Bunun en güzel kanıtı da Ukrayna’nın kadın başbakanı Yulia Tymoshenko. Uzun feribot yolculuğunu saymazsak Kiev’e ulaşmanın en pratik yolu elbette ki uçak yolculuğu. İstanbul’dan THY ya da Ukrayna hava yolu olan Aerosvit ile karşılıklı her gün çok sayıda tarifeli uçak seferi mevcut. Zaten bu iki ulusal hava yolu şirketi uçuşlarını da ortaklaşa gerçekleştirdiğinden tercihinizin hangisinden yana olacağının pek bir önemi yok. İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Kiev’e olan uçuş yaklaşık 1 saat 45 dakika sürmekte ve ineceğiniz havalimanı da Borispol. Yakın zamanda Euro 2012’ye ev sahipliği yapmış olan Kiev şehrinin havalimanına bu sebeple sağlam bir makyaj ve restorasyon yapılmış. Yakın zamanda hizmete açılacak olan yeni ve büyük bir terminalin inşası da tamamlanmak üzere. Borispol Kiev’den yaklaşık 40 dakikalık bir sürüş mesafesi uzaklıkta. Havaalanı çıkışında solda yer alan servis otobüslerini tercih edebileceğiniz gibi resmi ya da korsan taksilerle de uygun fiyatlarla şehre ulaşmanız mümkün. Bizdeki gibi taksimetre uygulaması olmadığı için Kiev’de taksiye binmeden önce sıkı bir pazarlık yapmanızı öneririm. Pazarlık 100 dolardan başlayacaktır ama siz siz olun Borispol’dan Kiev’e gitmek için 25 dolardan fazlasını vermeyin. Hazır konu açılmışken Ukrayna para birimi Gravni (UAH). Kaba bir hesapla yanında UAH bulunan fiyatları beşe bölerseniz TL karşılığını bulacaksınız. Otomatik makineler ve döviz bürolarında TL yerine dolar ya da avro bozdurmanın daha kolay olacağını hesaba katarsak yanınızda çok da abartmadan dolar ya da avro götürmenizde fayda var. Havalimanından kente olan yolculuğunuzda büyük ihtimalle taksi şoförünüzde fark edeceğiniz gibi Kiev’de İngilizce bilen kişi sayısı genç nesil de dahil olmak üzere çok fazla değil. Buna bir de Kiril alfabesinin getirdiği zorluk eklenince diyalogların bazen eğlenceli olmak üzere her türlü iletişim kazasına açık olduğunu bilmenizde fayda var. 83 uzaktaki yakın Özellikle pazarlık safhasında yazılı olarak anlaşmaya çalışmanızı öneririm. Sonra ‘forty’di, ‘fourteen’di uğraşırsınız. Avrupa Şampiyonası sonrası ana arterlerde yerleştirilenler dışında şehirde de İngilizce tabelaların azınlıkta kaldığını söylemek mümkün. Bu yüzden gitmeden enerjiniz ve vaktiniz varsa Kiril alfabesini gözden geçirmekte fayda var. Hiç bilmediğiniz bir dilde; örneğin Çin, Japon ya da Arap alfabeleri ile yazılmış bir tabelayı zaten okumaya kalkışmazsınız. Latin alfabesini andıran harfleri de çoğunlukta olan Kiril alfabesi ile yazılı tabelalar ister istemez sizde bir okuma refleksine yol açıyor ama sonuç çoğunlukla harfler benzer olsa da sesler farklı olduğundan kafa karışıklığından öteye gitmiyor. Ama tabii bunların gözünüzü korkutmasını istemem. Zaten gezmek keşfetmek 84 olduğuna göre ve gezip keşfedeceğiniz şehir de bu kadar yakın ve güzel ise her türlü eforu sarf etmeye değer. Ukrayna ve Kiev denilince aklınıza gelenler Abdi İpekçi Arena’yı sallayan Ruslana, Schevchenko, en favori deplasman takımı Dinamo Kiev ve dünyaya kapalı eski bir doğu bloğu ülkesinde yaşayan sarışın ve güzel bir ırktan ibaret ise; sizin için keşfedecek çok şey var. Tabi Ukraynalı kadınların ve genç kızların güzelliklerini inkar edecek değilim sevgili okur ama Kiev şehri bu klişeden kurtulmayı hak edecek kadar gelişmiş, görkemli tarihi binaları ve mimari dokusu ile modern yaşamı başarıyla harmanlamış, SSCB’nin dağılması sonrası 1991’den bu yana geçen yirmi yıllık sürede çağın gereklerine ayak uydurmuş ve dünyaya entegre olmuş modern bir metropol görünümünde. Avrupa Futbol Şampiyonası’na Polonya ile birlikte ev sahipliği yapan Ukrayna’nın başkenti Kiev yakın zamanda Roma, Barselona, Londra, Paris ve Prag ile birlikte Avrupa kıtasının önde gelen turizm noktalarından biri olmaya aday. Hazır Ağustos 2012’den itibaren Türk vatandaşlarına vizesiz geçiş imkanı da tanınmışken bu bol yaldızlı şehri keşfetmenin tam vaktidir. Gayrı resmi nüfusu 4 milyona ulaşan Avrupa’nın en büyük metropollerinden biri olan Kiev, Dnipro yani Dinyeper Nehri’nin iki yakası üzerinde kurulu bir şehir. Üzerindeki büyük köprüler ile Dinyeper’i boğaza benzettiğimizi varsayalım. İstanbul’un Avrupa yakası gibi tarihi yapılar ile ticari ve sosyal hayatın batı yakasında yoğunlaştığını, doğu yakasının da 85 uzaktaki yakın tıpkı Anadolu yakasında olduğu gibi daha çok mesken amaçlı kullanıldığını söylemek mümkün. Zaten neredeyse bütün konaklama alternatifleri de bu yüzden nehrin batı tarafında konumlanmış durumda. Başta metro olmak üzere ulaşım çok kolay olsa da ister kısa süreli bir ev kiralayın, ister hostel ya da beş yıldızlı otel olsun; önerim, şehrin merkezi sayılabilecek olan Khreschatyk Caddesi’ne yakın bir yeri tercih etmeniz. Konaklama fiyatları genelde oldukça makul, hatta çok abartmamak kaydıyla Kiev’de geçireceğiniz 4-5 günlük bir seyahatin toplamının kabaca uçak seyahatinize ödediğiniz miktarın üzerine çıkmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Sadece konaklama değil, yeme içme, 86 eğlence ve özellikle şehir içi ulaşım Türkiye’deki fiyatlarla kıyaslandığında oldukça ucuz. Khreschatyk Caddesi’ne yakın bir yerde konaklamanızı önerdim. Çünkü bu cadde gündüz ve gece neredeyse canlılığını hiç yitirmeyen, gezilip görülecek yerlerin çoğuna da yürüme mesafesinde yer alan konumuyla şehrin merkezi olarak adlandırılabilecek bir noktada, üç ana metro hattının aktarma noktalarının oluşturduğu üçgenin içinde yer alıyor. Fiziki yapısı pek benzemese de Barcelona’da Las Ramblas, İstanbul’da İstiklal Caddesi ne ise Khreschatyk de Kiev için o. Cuma ve cumartesi akşamları belediyenin hoparlörlerden müzik yayını yaptığı cadde cumartesi ve pazar gündüzleri de trafiğe kapatılıyor. Bessarabska Meydanı’ndan başlayan caddenin sonunda ise Ukraynaca da “meydan” denilen Maydan Nezalezhosti yer alıyor. Bağımsızlık Heykeli’nin de bulunduğu bu geniş meydan festivaller, bayram kutlamaları, sivil ve askeri törenler gerçekleştirmek üzere tasarlanmış ve civardaki çok sayıda kafe ve restoran ile de sosyal hayatın yoğunlaştığı noktalardan bir tanesi. Bazı devlet kuruluşları, bankalar, uluslararası zincirlere ait mağazalar ve çok sayıda kafe restorana ev sahipliği yapan, Alman ve Rus mimari örnekleri de barındıran tarihi binaların arz-ı endam ettiği cadde özellikle hafta sonları görülmeye değer. Çevredeki tarihi yapıları ziyaret ederken arada soluklanmak üzere Kreschatyk’e dönebilir ve kahvenizi yudumlarken sokağa kurulmuş olan profesyonel ses sistemleri ile konser veren sokak müzisyenlerinin mükemmele yakın performanslarına kulak kabartabilirsiniz. Kiev’den bahsederken “yeşil alan” diye bir tabir kullanmak haksızlık olur. Çünkü aslında şehir daha çok bir orman içerisinde binaların oluşturduğu gri alanlardan ibaret. Khreschatyk’teki sıralı kestane ağaçları gibi bütün cadde ve sokaklarda yer alan ağaçlar ve küçük parkları saymıyorum bile. Nehrin iki yanı zaten geniş parklarla imara kapalı görünümdeki Kiev’in şehir merkezinde de çok sayıda orman olarak nitelendirilebilecek büyüklükte en önemlisi Botanik Bahçesi olan geniş yeşil alanlar mevcut. İşte bu yemyeşil ve büyük bir parkı andıran şehirde serpiştirilmiş olan onlarca altın rengi yaldızla kaplı kubbeleri ile manastır, kilise ve şapeller hangi açıdan bakarsanız bakın, olağanüstü güzellikteki mimari yapılar ve masmavi gökyüzü ile birlikte kente sihirli ve masalsı bir hava katıyor. Bunlar içerisinde benim kişisel favorim Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin merkez katedrali olan Rus-Bizans stilindeki sarı-lacivert renklerle bezeli St.Volodimir Katedrali. Universytet metro durağı çıkışında yer alan ve XIX. yüzyılda inşa edilmiş olan bu katedral anladığım kadarıyla Kievliler için de popüler bir ibadet mekanı. Bir dipnot; kilise ve katedrallerin tamamına yakınında, kadınların genel kıyafet tarzları ne olursa olsun başlarını örtecek şekilde içeri girmeleri isteniyor. Bu nedenle kadın okurlarımızın Kiev ziyaretleri esnasında hazırlıklı olmalarında fayda var. Kiev aslında yürüyerek rahatlıkla gezilebilecek bir şehir olsa da diğer bütün Avrupa kentlerinde olduğu gibi son derece yaygın bir ağ ile şehrin tamamına yakınını içine alan bir metro ve raylı sisteme de sahip. Avrupa ve Türkiye’nin aksine ulaşım belki de en ucuz şey. Örnek vermek gerekirse bir metro jetonu 2 gravni ki bu yaklaşık 40 kuruş demek. Bu yüzden diğer gezi 87 uzaktaki yakın yazılarımdaki tavsiyenin aksine eğer bir ay gibi uzun bir süre kalmayacaksanız çoklu geçiş kartlarından edinmeniz de çok anlamlı değil. Şehrin kendisinden de eski gözüken metro duraklarına yöneldiğinizde şaşırmayın. Çok derinlere yaklaşık 100 metre civarında yer seviyesinden aşağı ineceksiniz. Aynı zamanda sığınak olarak da planlanmış olan ve her biri farklı mimari örnekler barındıran metro istasyonlarının bu denli derinde konumlandırılmasının bir sebebi de elbette ki kışın -20’lere, hatta -30’lara varan soğuk havalar olmalı. Ulaşması biraz vakit alsa ve biraz gürültülü de olsa metro, yürümek istemeyenler için alternatif olabilir. Bunun dışında yer üstünde de çok sayıda troleybüs, tramvay, minibüs ve 88 halk otobüsü de benzer fiyat politikaları ile hizmet vermekte. Ticari taksi bulmak çok kolay olmasa da yol kenarında taksi tutmak isteyen insan pozisyonu aldığınızda anında bir “korsan” taksinin duracağının garantisini de verebilirim. Elbette benim önerim her zamanki gibi yine tabanvay marifeti ile şehri keşfetmeniz olacak. Her ne kadar tabelalar ve bütün yönlendirme işaretleri Kiril alfabesinde olsa da şehrin son derece düzenli mimari yapısı ve birbirine büyük bulvarlarla bağlı meydanları bulmanın kolaylığı nedeniyle elinize turistler için hazırlanmış bir harita alırsanız kaybolmanız zor. Kaybolduğunuz anda da bildiğiniz herhangi bir metro istasyonuna geri dönecek şekilde rahatlıkla metroyu kullanmanız da mümkün. Bir şehrin aklına, kalbine, hafızasına giden yol, sokaklarından geçer. Bu yüzden ana cadde ve bulvarları geçip sokak aralarına dalın, hiç çekinmeyin. Gündelik koşuşturmalarıyla sokaklarda akan insan kalabalıklarını takip edin. Tuhaf bir şekilde büyük blokların arasında bir takım yaya geçitlerini fark edeceksiniz. Tıpkı Mardin’deki abbaralar gibi bu geçitler büyük bulvarların ve yerleşim alanlarının arasında küçük tüneller vazifesi görüyor. Çoğunlukla arka bahçeleri ve park yerlerini geçerken şehrin sakinleri hakkında fikir sahibi olmanız ve hayata karışmanız mümkün. Eskiyi ve yeniyi, zengini ve fakiri, düzeni ve kargaşayı, güzeli ve çirkini bir arada barındıran Kiev; bu haliyle tıpkı batı ve doğu arasında sıkışmış bir başka şehir olan İstanbul’u çağrıştırıyor. Bu şehirde iki tür duygu yaşıyor sanki; yoksulluğun korkunç hüznü ve kederiyle insanın içine içine işleyen donuk bakışlardaki karamsarlık ve cıvıl cıvıl bir neşenin kendine mesken tuttuğu gülen yüzlerdeki umut... Bu ikisi aslında şehrin gençleri ve yaşlıları arasında paylaşılmış gibi. Büyük parklarda bu keskin ayrımı görmek mümkün. Örneğin botanik parktaki büyük kafeteryada. Dünyanın diğer metropollerindeki yaşıtlarından farksız görünümdeki gençler neşe içinde içkilerini yudumlayıp sohbet ederlerken, tuğlalardan yapılmış setin diğer tarafında, neredeyse genç birinin girmesi yasakmış gibi görünen açık hava satranç parkındaki kalabalığın tamamının kır saçlı olduğunu fark edeceksiniz. Yoksullukları her hallerinden anlaşılan ve büyük ihtimalle çoğu da emekli olan yaşlı güruhu, onlarca masada belki biraz da eski komünist günlerin özlemiyle uzun satranç müsabakalarına girişmiş halde olacak. Çekişmeli olduğu oyunculardan ve seyircilerden rahatlıkla anlaşılabilen sıkı mücadeleler meraklıları için fazlasıyla cazip olabilir, fakat önce izleyici olarak kabul görmelisiniz. Diğer Doğu Bloğu ülkelerinde de gözlemleyebileceğiniz üzere Kiev’de fakirlik cahillikle ve kriminal hallerle paralel seyretmiyor. Çöp toplamakla meşgul bir evsizin cebinde, dinlenirken kaldığı yerden devam etmek üzere ayracını yerleştirdiği kitabını ya da kilise kapısında dilenen yaşlı kadınların tavırlarında ironinin taçlandığı zarafeti görmeniz mümkün. Bağımsızlık sonrası 2000’li yıllarda ekonomisi büyük ölçüde düzelme yoluna giren Ukrayna, küresel mali krizden derin etkilenen ülkelerden biri olmuş. Yoksulluk halen önemli bir problem. Buna karşılık özellikle Kiev benzeri büyük şehirlerde nüfusun belli bir kısmı önemli gelir artışları ile “yeni zenginler” olarak adlandırılan bir grubu oluşturmuş. Ama söylediğim gibi toplumun bu farklı kesimleri arasındaki gelir farkı diğer bazı ülkelerde olduğu kadar büyük sosyal sıkıntılara yol açmıyor. Yani bu eski komünist sistem üzerine yerleşen kapitalizmin sonuçları özel ilgi alanı iktisat ve sosyoloji olanlar için ilgi çekici olabilir. Şehrin en önemli turistik noktalarına gelirsek… İlki, ismini İstanbul’daki Ayasofya’dan alan ve tıpkı orjinali gibi günümüzde müze olarak hizmet veren St. Sophia Katedrali. Bağımsızlık Meydanı’ndan Sofiyivska Caddesi’ni takip ederek ulaşacağınız Sofiyivska Meydanı’nda yer alan katedral XI. yüzyılda yapılmış ve son restorasyonu da 1740 yılında tamamlanmış. Giriş ücretli, ancak özellikle ana giriş kapısının hemen sağındaki çan kulesine tırmanmak için kesinlikle değeceğini söyleyebilirim. Kare planlı kulenin çıkılabilen en üst katı yükseklik korkusunu yenebilenlere tüm cephelerinden olağanüstü panoramik Kiev manzaraları vaat ediyor. Kuleye çıktığınızda da fark edeceğiniz, hemen karşıdaki daha küçük ölçekli meydanda bulunan ve altın kubbesi ile dikkati çeken yapı ise Mykhaylivska Meydanı’ndaki St. Michel Manastırı; nam-ı diğer Altın Kubbeli Manastır. İç mimarisi Bizans stilinde olan bina Barok mimari özellikler taşıyor ve St. Sophia’da olduğu üzere ekstra bir ücret vererek burada da çan kulesine tırmanmak ve bir başka açıdan Kiev’i seyreylemek mümkün. Mykhaylivska Meydanı’nın biraz ilerisinde bulunan funiküler hattı ise sizi bir başka küçük ormanın içerisinden geçirecek ve nehir kıyısındaki Podil mevkiine ulaştıracak. Aşağıdaki durağın önündeki küçük meydanda ve nehir kıyısına doğru yol alırken etrafınıza üşüşen gençler Ukraynaca size bir şeyler anlatmaya çalışacak. Pazarlamaya çalıştıkları şey Dinipro tekne turları. Yaklaşık bir saat süren bu müzikli Dinyeper gezisi ve pazarlama stratejisi Eminönü ve Kadıköy’deki müzikli kısa boğaz turlarını çağrıştırıyor. Bu alımlı ve güzel kenti bir de nehir kıyısından seyretmek ve manzaranın tadını çıkarmak fena fikir değil. 89 uzaktaki yakın Dinyeper’de tekne turu yapmayan Kiev’i görmüş sayılmazmış benden söylemesi. Dinyeper’in bu kara şehrine bir deniz şehri havası verdiğini söylemek abartı sayılmamalı. Çok geniş bir havzada ağır ağır akan bu nehir de bazı kıyılarındaki kumsalları ile aslında bir deniz görünümünde. Zaten çıkan balıkların tatlı su balığı olması dışında şehirle ilişkisi de bir denizden farksız. Müzikli tekne turuna sıcak bakmayanlar için bu bölgede ve birkaç değişik noktada da teknede hizmet veren sabit restoranlar ve hatta işi daha ileriye götürüp otel olarak hizmet veren büyük tekneler de mevcut. Deniz gibi derken abartmış olduğumu düşünenlere bu nehrin ortasında kafeler, mangal yerleri, kendin pişir kendin ye konseptinde restoranlar, barlar, plajlar, onlarca plaj voleybolu 90 ve plaj futbolu sahası da olan plajlarla çevrili büyük bir ada olduğundan bahsedersem ikna olacaklardır. Kırmızı metro hattı üzerindeki Hidropark özellikle hafta sonları Kievlilerin buluşma noktası. Ziyaretiniz bir yaz günü olacak ise Hidropark’ta bir su tatili molası vermek mümkün. Tekne kiralayabilir, tenis ya da paintball maçı yapabilir, ağaçlar arasında kurulu demir halatlardan kayarak Tarzancılık oynayabilir ve her türlü su sporu imkanından faydalanabilirsiniz. Hidropark’taki en enteresan mekanlardan biri de eski Sovyet stilindeki açık hava spor salonu. Çok geniş bir alanda kum torbaları, mekik sehpaları, barfiks alanları, aklınıza gelebilecek her türlü, tamamı mekanik ve estetik bir kaygı güdülmeden demir atölyesinde imal edilmiş olduğu anlaşılan ağırlık kaldırma mantığı üzerine kurulu onlarca çeşit aletle bezeli; yediden yetmişe yüzlerce erkeğin ‘body building’ sporu ile meşgul olduğu bu alan dışardan biraz absürt bir görünüme yol açsa da anlaşılan o ki Kiev’de oldukça popüler. Burayı gördükten sonra şehir merkezinde hemen her yerde neden neredeyse sadece kadınları görebildiğimizi anlıyorsunuz. Yazının –itiraf edin- merakla beklenen gece hayatı kısmına geçebiliriz. Gece hayatının oldukça hızlı olduğu, eğlenmeyi çok iyi bilen bu şehirde gidilebilecek fazla sayıda alternatif mevcut. Kapıdaki “face control”ü geçenler için girişte dam kontrolü yok, tam tersi bir kavalye kontrolü var. Şehrin genelinde olduğu gibi başta gece kulüpleri olmak üzere mekanların tamamında içeride ezici bir kadın hakimiyeti söz konusu ve bu nedenle Kiev’de dünya tersine dönmüş diyebiliriz. Şöyle ki her an yanınıza dünya güzellik yarışmasından son turda elenmiş olabilecek olan üç dört tane kadın yaklaşıp içeri girebilmek için yardım talebinde bulunabilir, hazırlıklı olun. Tabi bu erkek okuyucularımız için geçerli bir önerme. Kadın okurlar içinse kolaylıklar diliyoruz. Bir barın kapısından kadın oldukları için geri çevrilmek ilginç bir deneyim olabilir. Eğer tavsiyeme uyarak Khreschatyk Caddesi civarında konumlandıysanız yapılacak en doğru hareket herhalde “Arena City” ziyareti. Türk çapkınların takıldığı şehir dışındaki mekanları, şehrin diğer bölgelerinde sokak aralarında dağılmış barları, gece kulüplerini ve “pub”ları saymazsanız –ki biraz zor görünüyor- hatırı sayılır mekanların tümü Arena City’de konumlanmış durumda. Mekan oldukça büyük. 2005’te açılmış bir kompleks olan Arena içinde striptiz kulüplerden normal barlara, kafelere, hatta nargile mekanlarına kadar değişik alternatifler mevcut. Genel eğlence tarzı ise bireysel eğlence yerine değişik animasyonlarla toplu halde eğlendirmeyi amaçlamakta. Bazı mekanlarda giriş ücretli olsa da içerideki fiyatlar şaşırtıcı derecede düşük. Neredeyse tüm alkollü içkileri market satış fiyatlarına yakın bir ücretlendirme politikası ile tadabilirsiniz. Arena City bana göre değil diyenler cadde ve sokak aralarındaki değişik konseptlerde eğlence alternatifleri sunan mekanları da deneyebilirler elbette. Kiev’deki neredeyse tüm barlar en az bir adet olmak üzere kendi birasını üretiyor ve gerçekten denemeye değer. Damak tadınıza uygun olanı bulana kadar da denemenizin bir mahsuru yok. Çünkü gerçekten de suya vereceğiniz paradan daha az ödeyeceksiniz. Burada özel bir öneri vermek gerekirse yine Khreschatyk’te bulunan Art Club 44’te konservatuar hocalarından rock, blues ve jazz ziyafeti çekebilirsiniz. Kiev aynı zamanda benim sayabildiğim dört beş ayrı opera binasına sahip bir şehir ve alternatif arayışında olanlar akşamlarını dünyanın en iyi bale gruplarının gösterilerine ya da klasik müzik konserlerine de ayırabilirler. Ertesi sabah büyük ihtimalle kahvaltıyı kaçırmış olacağınızı ön görerek hamur işlerini tatmak üzere bir fırın ya da pastaneye girmenizi önereceğim. Hiç olmadı marketlerde bulunan fırın bölümü de işinizi görebilir. Özellikle 91 uzaktaki yakın sabahları taze tüketebileceğiniz hamur işleri gerçekten eşsiz ve fiyatlar her zamanki gibi ucuz. Daha geç kalmış olanlar ise Ukrayna mutfağı ile tanışmak üzere bir yerel restoranın yolunu tutabilir. En iyi bilinenleri ülkemizde de oldukça popüler olan Kievski, yani parmak kalınlığında kesilmiş kaşarlar ya da tereyağı etrafına ezilerek inceltilmiş tavuğun sarılması ve galetaya bulanması ile yapılan bir çeşit tavuk kızartması. Geniş bir listeden sizin için seçtiğim lezzetler ise bir tür sebze çorbası olan Borsch 92 ve Batum’daki tembel işi iri mantıları andıran benzer bir mantı türü olan Varenky. Su yerine votka ya da bira tüketen ve çoktan içmeye başlamış olan Kievlilere promil düzeyinde eşlik etmek isteyenler, yemeğin yanında baldan üretilen orta sertlikteki bir alkollü içecek olan Medovukha sipariş edebilirler. Hazır yöresel lezzetlerden konuyu açmışken eş dost için yapılacak hediyelik eşya alışverişi mekan alternatiflerini de sıralayalım. Mesela klasik bir Doğu Slav kültürü sembolü olan Matruşkalar yani Matryoskas’lar. Klasik yerel giysi giyen kız motifi dışında örneğin Sovyet liderleri, masal karakterleri ya da pop starların resmedildiği değişik temalarda Matruşkalar bulmanız da mümkün. Bu çok klasik oldu diyenlere “Bulava"yı önerebilirim. Hiçbir şey çağrıştırmadığının farkındayım ama sanırım Ruslana’nın elindeki ahşap topuzdan bahsettiğimi söylersem neyi anlatmaya çalıştığımı anlayacaksınız. Ukrayna el sanatlarının 93 uzaktaki yakın klasiği olan yuvarlak ahşap boyama “Petrikivska”, geleneksel Ukrayna havlusu “Rushnik” ya da dekoratif paskalya yumurtaları olan “Pyonska”yı değişik seçenekler olarak sıralayabiliriz. Daha muzır bir hediye arayışında olanlar ise ballı ve kırmızı acı biberli Ukrayna votkası olan “Horilka” ile kurbanlarına sert içkinin ne demek olduğunu öğretebilirler. Bütün bu hediyelik ürünler ve elbette ki magnetleri en bol alternatifi ile bulabileceğiniz yer Andriyivskyi Yokuşu. Kiev’in en ünlü sokaklarından olan bu dik yokuşlu ve dolambaçlı sokak biraz kondisyon istese de sokak sanatçıları, ressamlar, hediyelik eşya satan mağazalar, kafe ve lokantalarla şehrin önemli turistik noktalarından biri. Hediyelik eşya alışverişi için bir başka alternatif şehrin biraz dışında yer alan Pirogovo Köyü’ndeki Kırsal Yaşam ve Halk Mimarisi Müzesi. 150 hektarlık bir alanda yayılmış olan bu açık hava müzesinde Ukrayna’nın tüm bölgelerinden toplanan halk mimarisi örnekleri sergileniyor. Eski günlük 94 yaşamı ve insanları gözleyebildiğiniz bu müzede evlerin tarihi yapısı korunmuş. Çalışanlar yöresel kıyafetler giyiyorlar. Lokanta ve kafe tarzı yerler de mevcut. Alkol satışı her yerde olduğu gibi burada da serbest. Özellikle daha önce bahsettiğim Ukrayna yerel yemeklerini tatmak ve küçük el sanatları dükkanlarını görmek için bile gidilebilir. Şehirde, özellikle Dinyeper kıyısında vakit geçirirken dikkatli olanlarınız güneydeki bir tepenin sırtında manastırların dışında silueti delen devasa bir heykel olduğunu fark edecekler. Uzaklardan göz kırpan bu çelik kadına doğru yol alarak ulaşacağınız mekan II. Dünya Savaşı Müzesi, nam-ı diğer Büyük Vatanseverlik Savaşı Müzesi. 1944 yılında Sovyet ordusunun şehre girmesiyle sonlanan ve dört yıla yakın süren, 7-8 milyon Ukraynalının ölümü ile sonlanan Alman işgali yıllarında kaybedilen askerler ve sivil halk anısına düzenlenmiş olan bu müze tek başına bile Kiev’e gitmek için yeter sebep. Bir elinde kılıç, diğerinde ise SSCB arması işli bir kalkan taşıyan, altındaki kaide işlevi gören müze ile birlikte 203 metre yüksekliğinde, 560 ton ağırlığındaki bu sert kadın Mother Of The Motherland Heykeli, yani Anayurdun Anası. Ahir ömrünüzde görüp görebileceğiniz en görkemli heykellerden biri olacağının garantisini verebilirim. Şanslı bir gününüzde herhangi bir bakım ya da arızaya denk gelmezseniz en üst kata, yani heykelin kafasının üstüne dek çıkıp Kiev’in en güzel manzarasının bulunduğu açıdan şehri bir ana şefkatiyle selamlayabilirsiniz. Girişteki üç katlı müze ise savaşın çirkin yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koyan, acının somutlaştığı türden bir mekan. Özellikle hayatını kaybeden askerlerin değişik büyüklükteki vesikalık fotoğraflarının bir arada sergilendiği salon çok ağır bir hüznü zerk ediyor ziyaretçisine. Müze bir tepelikte yer alıyor ve geniş park ve farklı içerikteki sergi alanlarıyla komşusu olan mağara ve yeraltı geçitleriyle ünlü dini merkez Kiev Perchersk Lavra’ya dek uzanıyor. Rus ordusunun II. Dünya Savaşı döneminde kullandığı, başta savaş uçakları ve tanklar olmak üzere ağır silahların sergilendiği bölüm dışında özellikle geçitlerin bulunduğu kesimde askerler ve sivil halkın direniş ve birlikteliğini resmeden duvar heykelleri de görülmeye değer. Demir Lady’nin karşısındaki alanda yer alan iki adet renkli çiçeklerle bezeli boyanmış olan tanklar ise müzenin ciddiyetini biraz yumuşatıyor ve üzerine çıkmış olan çocukların eğlenceli kahkahaları ile ağırlaşmış olan hava biraz olsun yumuşuyor. Umut yine kazanan oluyor. Yine lafı haddinden fazla uzattığımın farkındayım ama inanın bahsetmek istediğim ayrıntıların onlarcası eksik halde bitiriyorum yazıyı. Kiev kesinlikle gidilip görülesi, tekrar tekrar gidilesi, nefesi içlere çekilesi bir şehir. Yazın gidip döndüğünüzde kışını merak ettiren, kışın giderseniz “sen bir de yazımı görsen” diyen, her mevsim ayrı güzel bir masal diyarı. Sayfalarını çevirmeye başlamanın ve kendi Kiev masalınızı yazmanın tam mevsimi sonbahar. Ben sizi tutmayayım. 95 uzaktaki yakın Kiev’den instagram kareleri 96 97 mevsim 98 Vakti geldi artık Hüzün her yanı saracak bundan böyle. Ormanlar yaşlandı ve toprağa dönmek istiyor. Yalnız ve sessiz hissetmek isteyen herkes, sonbahara kendini bırakıp kaybolabilir yere düşen yapraklarla... Ormanlar sarıdan turuncuya, kahverengiden kızıla boyanırken, herkes doğaya bırakabilir tüm ruhunu... Uludağ, Bursa – 22.11.2009 99 mevsim Uludağ, Bursa – 29.11.2011 100 Kestel Şükraniye (Kazancı) Köyü, Bursa – 22.11.2009 Saitabat Köyü, Bursa – 07.10.2003 Ağaçlar, çayırlar, çimenler, patikalar, her yer yavaş yavaş önce kızıla sonra sarıya dönecek. Doğa, siyah beyaz günlere hazırlanacak ve çıplak bir kadın gibi kalacak. Makyajı silinmiş, saçları dağılmış ve yıpranmış, belki kolu kanadı kırılmış bir kadın… Gökyüzünün yakıcı sıcaklığı yerini yağmurlara bırakacak ve göz önünde sadece doğanın iskeleti kalacak. Bundan sonra her şey dünyanın iskeletine ve değişen yüzündeki hüzne kapılmakla devam edecek. Gündüzler artık daha kısa… Geceler daha uzun. Güneş her zamankinden erken batacak ve daha az ısı, ışık verecek. Serin, yağmurlu ve rüzgârlı günlerin sayısı her geçen gün artacak. Ağaçların yaprakları sararmaya ve dökülmeye başlayacak. Çiçeklerin sayısı azalacak, etraftaki otlar ve çimenler neredeyse kuruyacak. Göçmen kuşlar güneye, yazlık elbiselerse dolaplara gidecek… Hepimizin bir parçası “sonbahar” olacak. Doburca, Bursa – 03.10.2010 Sonbahar denince ne gelir ki insanın aklına? Yağmur belki. Sarı zamanlar yaşadığımız. Yaşamın doğadan uzak durduğu günler. Yalnız kalan doğanın direnç zamanı. İnsanların derinlere dalıp, usul usul yürüdüğü vakitler. Bundan ötesi kışı beklemek artık. Üşüdüğümüzü hissetmek güzel yeniden... 101 evrensel sanat Impression: Sun Rise (1873) / 48 cm x 63 cm / Musee Marmottan, Paris Suya düşen güneşten arda kalanlar Fransız ressam Monet “izlenimcilik” terimini dünyaya kazandıran isim oldu. “İzlenim: Gün Doğumu” isimli bu resim, çağdaş resim sanatındaki ilk büyük devrimci hareketti. Resimlerindeki fırça darbeleriyle oluşturduğu, değişik tonlardaki renklerde noktalarla istediği izlenimi uyandıran renk ve ışık etkisini yaratmayı başarmıştı. Monet’in resim sanatına kazandırdığı aslında duyguydu... Claude Oscar Monet (1840-1926)’in selfportresi (1917) 102 103 yerel sanat Işıl ışıl, suyla kaplı bir Atatürk... 104 Nusret Anbarcıoğlu “suyu” sanatına “mozaik” ile yansıtan bir sanatçı. Portfolyosundan sizin için seçtiğimiz çalışması ise ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ile üç yanı sularla kaplı Türkiye’yi özdeştiren bu “ışıklı” mozaik... “Çevremde gördüğüm Atatürk büstü, Atatürk duvarı ve diğer uygulamaların dayanıksızlığı, zamana karşı koyamamaları, solgun ve bulunduğu mekana yakışmaz durumu bu konudaki uygulamaların eksikliğini hissetmeme neden oldu. Solmayacak, parlaklığını kaybetmeyecek, ışığını yitirmeyecek, yerinden sökülemeyecek duygular için bu niteliklere sahip bir çalışmanın ancak mozaik ile başarılabileceğini düşündüm. Işıklı cam mozaikten hazırladığım Atatürk projemi başarıyla sonlandırdığımda fark ettik ki, milli değerlere verilen önemin en güzel göstergeleri, aynı duygularla ve bilinçli yaklaşımlarla yapılmış sanat eserleri oluyor.” diyor Nusret Anbarcıoğlu... Suyun mozaik sanatı ile bağlarını ise şöyle anlatıyor: “İnsana özgü hiçbir şey sudan ayrı düşünülemez. Medeniyetler hep su kenarlarında şekillenmiştir. Bu anlamda sanatın ve sanata dair her şeyinden, suda hayat bulduğu söylenebilir. İnsanoğlu tarihi boyunca suyu kutsal saymıştır. Bu inanç derin estetik duyguların ortaya çıkmasına neden olmuş ve su için sanat eserleri şekil bulmuştur. İnsanoğlu su ve suyun hallerine mecazi anlamlar yükleyerek duygularını ifade etmiştir. Sanatta güzellik, iyilik ve aşk gibi birçok kavrama Fuzuli’nin bu dizesinde olduğu gibi ad olmuştur su: “Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlara su, kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su” Suya ad olan tanrılar ve tanrıçalar mitolojik sanatın günümüze uzantıları olan mozaik eserlerde boy gösterirler. Geçmişin gizemini açarlar, ruhumuzu okşayarak hayranlığımızı alırlar. Poseidon ve okyanus, bilinen mitolojik eserler içerisinde mozaikleri yapılmış deniz tanrılarıdır. Bilinen ilk mozaikler, Sümerlerin yağmur suyunu biriktirmek için kullandıkları su havuzlarının dibindedir. Havuzdaki mozaik, suyun sızmasına engel olan teknik donanımdır. Renk renk taşlarla şekillendirilmiş süsleme, bize suya şükran duygusuna da hizmet ettiğini düşündürebilir. Günümüzde hayal gücümüze ilham kaynağı olan bu eserler Gaziantep Müzesi’nde etkivizyon sistemiyle, kendi zamanındaki kullanımına benzer şekilde sunulabilmektedir. Mozaikler, ziyaretçiler içeri girdiğinde dalgalanan bir su efektiyle etkileşimli olarak müze tabanında, su hissini güçlendirecek; balıklar, dökülmüş yapraklar, suda yüzen kandillerle, gerçek su etkisi yaratacak ışık oyunlarıyla desteklenmiştir. Böylece su ve mozaikler sanal ortamda buluşmuştur. Her sanat gibi mozaik de imkan, malzeme ve düşünce gelişimi ile zamanda modernize olmuş özgün uygulamalarla genişlemiştir. Malzeme olarak cam kullanmanın, suyla kavramsal olarak bağı olduğunu düşünüyorum. Şeffaflığı, pürüzsüzlüğü ve ışığa verdiği tepki izleyicilerde benzer etkileşim ve duygular yaratma potansiyeline sahiptir. Suyun yaşama, mozaik sanatının insanların ruhlarına güzellik katması dileğiyle…” 105 kitabi Çocuklara büyük gelecek masallar Emine Civanoğlu Uyumsuz Defne Kaman’ın maceraları - Su / Buket Uzuner Roman / 344 sayfa “Yaz, sevmeyenler için her yıl geçmesi beklenen bir hastalık gibidir. İstanbul, bu temmuz şehre edepsizce zulmeden azgın bir yaza tamamen teslim olmuştu. Şiddetli nem, şehri dev bir akvaryuma, İstanbulluları da bezginlikten kendi sivri dişlerinin gücünü unutan devasa bir lüfere dönüştürmüştü. Sıcak, o kadar şeytanca azapkârdı ki, şehri binlerce yıldır hiç terk etmeyen melekler, periler, azizler, yatırlar, evliyalar, hayaletler, gulyabaniler, öcüler, cinler, Pagan tanrıçalar ve tanrılar, göze görünmez bütün ilahi ve şerli varlıklar, aksakallı dedeler, şifacı analar ortalıktan çekilmiş; masallara, efsane, menkıbe, destan, ninni, dua, sema, ilahi, nefes, deyiş ve mânilere saklanmışlardı. Sıcağın etkisiyle bütün duyguların kıvamı bozulmuş, sünmüş, uzamış, kimsenin herhangi bir konuda başkasına sataşmaya hiç mecali kalmamış; küstah, fanatik, kuralcı ve kavgacılar bile handiyse saygılı, edepli ve selim fanilere dönüşmeye başlamışlardı. Sıcak, bütün diktatörlerden daha zalimdir.” 106 Bazılarımız şanslıydılar. Kitap sayfalarına sığdırılmış ve bütün dünyanın çocuklarına aynı anlatılmış masallarla değil; yazılı olmayan, ikinci kez aynısı anlatılamayan, evlerin odalarına ve yataklara ve çarşafların altına ve damlara ve kapı önlerine sığmayan masallarla büyüdüler onlar. Büyük büyükanneleri, aksakallı dedeleri onlara içinde gerçek dışı evrenler, hiçbir gözün göremeyeceği sihirler, geceleri uyanan dev kuşlar, kazanında türlü deva kaynatan iyi kalpli cadılar olan masallar anlattı. O masallarda yüzünde bin bir ömür taşıyan insanlar vardı. O masallarda suyun, toprağın, ateşin ve havanın sırları saklıydı. Buket Uzuner; Anadolu’da yeşeren, yaşayan, büyüyen bütün kültürleri ruhlarına işleyecek biçimde etkilemiş kadim Kamanlık geleneğinin temel unsurları olan su, toprak, hava ve ateşten ilham alarak yazdı yeni romanı ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları’ dörtlemesinin ilk kitabı Su’yu. Yusuf Has Hacib’in “Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.” Sözüyle başlayan Su’yu, Kutadgu Bilig’in şifresi olarak görenler de var. Buket Uzuner, Su’da bütün canlıların eşit değerde olduğu anlayışıyla doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık'a bir kapı aralarken, bizi hem eko-feminist bir okumaya ve bin yıl önce yazılmış olan Kutadgu Bilig’in kilitlerini heyecanla açacak anahtarları bulmaya çağırıyor. Romanın başkişisi Defne Kaman, o büyülü masallarla büyüyenlerin kendilerin çok şey bulacakları, bazen o olacakları, bazen kendilerine dair soruların yanıtını ondan umacakları bir gazeteci. Ailesinin bir kısmına göre uyumsuz, kimilerine göreyse kutlu Defne. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Dedem Korkut ile Ninem Umay beşiğimi tıngır mıngır sallar iken’ diye başlayan eski Türk masallarında, uzak çok uzak diyarlarda, ailesini soğuktan korumak için ağaç kesmek zorunda kalan eski Türk, önce, o ağaçtan özür dilermiş. Ağaca, ihtiyacından fazlasını kesmeyeceğine, bundan böyle yediği her yemişin çekirdeğini, tohumunu aynı yerlerde toprağa gömeceğine söz vererek, ağacın canına ve onu yaratan güçlere dua edermiş.” Defne’nin altıncı hissi çok kuvvetli. Türlü melekeleri, çeşit çeşit marifetleri olan bir kadın Defne. Dilinin kemiği yoktu. İnandıklarının uğruna değme kahramanlardan daha cesurca koşar, inanmadıkları için kılını kıpırdatmazdı. İnanmadığı hiçbir şeyi kes kafasını savunmazdı. Kadınlara karşı işlenen suçların peşinden giderken aklı daha da keskinleşir, gözleri var olmayanı bile görür, kalbi en geniş ovadan bile daha büyük açılırdı. Bir gün ardında iz bırakmadan ortadan kayboldu Defne. Her zaman riskli, tehlikeli konularda araştırma yapan, birilerinin kuyusuna çomak sokmak icap ediyorsa o çomağı var gücüyle en derinlere iten Defne’nin, zaman zaman ortadan kaybolduğu olurdu. Yine kayboldu. Önce kimse önemsemedi. Her zamanki kayboluşlarından biri zannettiler. Oysa bu defa Defne kendiliğinden ortaya çıkamayacak bir nedenle kaybolmuştu. Zaman geçtikçe herkes endişelenmeye başladı ve sonunda kayıp ihbarı yaptılar. Gittikleri karakolda Defne’nin durumu ile ilgilenmek görevi komiser Ümit Kaman’a rast geldi. Rastlantı mıdır yoksa denildiği gibi hayatta hiçbir şey tesadüf değil midir bilinmez, muhakkak vardır bunun da bir sebebi. Yoksa neden başkası değil de Ümit Kaman? Defne Kaman’ı aramak Ümit Kaman’a kaldı. Daha önce adını duymadığı bu kadınla aynı soyadı taşımanın komiser Kaman’ın hayatında nelere neden olacağını o sıra kim nereden bilebilirdi. Defne Kaman’ı araştırdıkça, onu tanıdıkça kafası daha da karıştı komiserin ve olayları anlamaz oldu. Karakolda çıkan akraba söylentileri, nine Umay Bayülgen’in karakol ziyaretleri de eklenince bulmacalarla ve heyecanlarla dolu bir dram içinden adeta bir durum komedisi çıktı. Hepsine inandılar ve mantıklı buldular da ne bir yunusun bir insanı koruyacağına, ne de bir insanın ölümden kurtulmak için yunusa dönüşebileceğine inandılar. Kendilerinden boşanmak isteyen karılarını günde beşer beşer bıçaklayıp doğrayan kocalarla, ölmemek için devlete yalvardığı halde korunmayan, göz göre göre ölen kadınların olabilirliğine inandılar. Erkeklere, kendilerini dünyanın hakimi zannetmelerine yol açan resmi eğitime ve kültüre, onların işsiz ve yoksul kalınca kendilerini iktidarsız hissederek, biraz da mecburen karı ve kızlarına işkence ettiklerine, daha ilginci, bunun tabiat kanunu olduğuna bile ikna oldular ama bir yunusun iyilik yapacağına hayatta inanmadılar. Gazeteci Defne Kaman’ın, ninesi Umay Bayülgen’in, komiser Ümit Kaman’ın ve sahaf Semahat'in hikayesi Su. Komiser Ümit, sevdiğine kavuşmaya çalışan, geleneklerin arasına sıkışmış genç bir erkek. Semahat, kendini sahaf dükkânına ve kedilerine adamış genç bir kadın. Umay Nine, Kaman geleneklerini yaşayan ve yaşatan bir otacı. Defneyi, Umay Nine’yi, Ümit’i, Semahat’i tanımak, kendine gidilecek yeni yollar, dünyayı ve doğayı sevmek ve anlamak ve her şeyle barışmak için yeni nedenler arayan herkese iyi gelecek. Onların iyilik, hak, dürüstlük hakkında söyledikleri, herkese yaşamlarının bundan sonrası için ilham verecek. Tükettiğimiz, eksilttiğimiz, kirlettiğimiz, dönüştürdüğümüz doğayı şimdiye dek olmadığı kadar sevecek ve kendinizle en karanlık yerinizde yüzleşeceksiniz. Doğayı tükettikçe kendimizi tükettiğimizi, onu yiyip bitirdikçe kendimizi bitirdiğimizi anlayacaksınız. “Rüyanı suya anlat” diyen büyükannelerin bilgeliğini, kucaklayışını, sonsuz anlayışını serin bir su gibi içeceksiniz bu kitapla. Su bittikten sonra da günlerinizi serinin Çorum'da geçecek ikinci kitabı Toprak'ı beklemekle geçireceksiniz. 107 semboller Ab-ı hayat 108 Sudüşen Şelalesi, Yalova – 07.09.2012 2 hidrojen 1 oksijen atomu. Bu kadar basit. Ama bir o kadar önemli. Klasik formül burada da işliyor. Sadeliğin mükemmelliği formülü. Bunu pek çok alanda hissetmişsinizdir. Mesela çok iyi bir müzik bestesinin ne kadar sade hatta basit melodilerle yazıldığını, çok iyi bir filmin yalnızca temel ögelerle kurulduğunu, bizi derinden etkileyen şiirlerin sadece birkaç kelimeyle yazıldığını fark edince şaşırmışsınızdır. Sebebi işte bu. Sadeliğe ulaşabilmiş mükemmellik. Suyun formülü basit olduğu kadar paradoksal. Biri yakıcı diğeri yanıcı olan iki element, birleşince mucizevi bir şekilde yanmak yerine söndürücü oluyor. Mucizevi çünkü fizik kanunlarından farklı davranıyor. Fizik kanunlarına göre tüm ısınan maddeler genişler, yoğunluğu azalır, soğuyan maddeler ise yoğunlaşır ve ağırlaşır. Donan suyun kütlesinin sudan ağır olması gerekirken buz sudan hafiftir. Bu sebeple çok büyük ve çok ağır olan buz dağları suyun üzerinde batmadan yüzerler. Eğer buzdağları suyun dibine batsaydı dünyadaki göllerin denizlerin ve okyanusların çok büyük bir bölümü dev bir buz kütlesi olacak denizlerde ve sularda hiçbir canlı yaşayamayacak dünyada yaşam mümkün olmayacaktı. Su hayatın kaynağı olduğu kadar uygarlıkların da beşiğidir. Topraklarımızdaki en eski medeniyetler iki suyun arasında Mezopotamya’da doğmuş. Eski Mısır uygarlığı Nil havzasında gelişmiş. Tarihteki bazı savaşların sebebi de su. Fütüristler gelecekte de en büyük savaşların su için yapılacağını düşünüyor. Dört temel unsurdan biri olan su, çok sayıda gelenekte yeri olan bir semboldür ve genellikle arındırma, yeniden doğum, dönüşüm, bilgi, yenilenme, yaşam, doğurganlık, dişil prensip, iyileşme, şifa, tesir (etki), ilk madde, nefsaniyeti yenmek, dünyanın oluşumu ve şuurlanma (aydınlanma) kavramları ile bağlantılı olduğu görülür. Su, potansiyel ve üretken güçleri temsil eden, yaratılışın kaynağı, “bütün tohumları içinde barındıran rahim” olarak kabul edilir. Kozmik döngünün başlangıcında ve sonunda su vardır. Su her zaman kendi içinde tüm biçimleri potansiyel olarak barından bir hayat kaynağıdır. Kozmogonide, mitlerde, ritüellerde, ikonografide fonksiyonu her zaman aynıdır, her figürün öncüsü, her yaratma eyleminin destekleyicisidir. Ay ile özdeşleştirilen suyun ve ayın ritimleri evrene döngüsellik kazandırır. Tarih öncesinden beri su, ay ve kadın sembolleri, evrenin ve insan üretkenliğinin ilerlediği yönü belirler. Anne imajının suya atfedilmesi sembole, anneye ait gizemli birtakım özellikler kazandırır. Suyun görevi her şeyden önce kirleri temizlemektir. Çünkü su arıdır ve arındırır. Suyun hayat verme niteliği, hayat suyu ya da “ab-ı hayat” (içen kişiye ölümsüzlük kazandırdığına inanılan efsanevî su) kavramına yol açmıştır. Ab-ı hayat, Anne Marie Schimmel’e göre iki denizin birleştiği yere yakındır ve toprağın en derin dehlizlerinde bulunmaktadır. Ama İskender gibi büyük kahramanlar bile bu suyu bulamamıştır. Kaynakça · ELIADE, Mircea; Dinler Tarihine Giriş; Kabalcı Yayınları; İstanbul 2003 · SALT, Alparslan; Semboller; RM Yayınları; İstanbul 2006. Abdulkadir Kılınç 109 havadan sudan Mudanya açıkları, Bursa – 07.06.2012 110 Aşkın “su” hali Ne başı belli ne sonu, zamansız seninle serüvenim. Balıkçıların efsaneleri mi, yaşlı deniz fenerinin hikayeleri mi? Yoksa genzimi yakan yosun kokusu mu bağladı sana beni? Nazan Aşkalli Ne zaman yelkenimi açsam sana doğru, doldurdun rüzgarınla. Özgürlüğünle tanıştırdın. Dans ederken dalgalarınla ufuk çizgindeki renklere büründü dünyam. Hani hayallerim vardı yıldızlardan bile çok. Sen o hayallerime ulaşacak yolu gösterdin. Cesaretim oldun. Biz direnmeyi, zamana karşı yarışmayı severiz, o yüzden yenik düştük çoğu zaman. Sen gibi olmayı, “su” gibi akmayı bilemeyiz fazla. Oysa ne güzeldir senin kendi yolunu buluşun. Keşifler yaşandı kıyılarında ve keşfedilen topraklar uğruna savaşlar. Anlam veremedin üzerine bulanan kana, ama biz savaşı da severiz gördüğün gibi. Durgun sularındaki huzurun gibi barışı da öğreneceğiz bir gün. Bazen ay ışığı ile yıkanacağız gecelerinde, bazen en şiddetli fırtınalarına şahit olacağız. Önceleri korktum senden tıpkı aşık olmaktan korktuğum gibi. Bebek halimle senin kucağına bırakıldığım an çırpındıkça sarmaladın kollarında. Bak kızım; deniz dediler. martılar vardı hatırladığım.. Gemilerin çığlık çığlığa çalan düdüklerine eşlik ediyorlardı, üzerinde süzülen sadık martıların. Gördüğüm en güzel, en büyülü renk senin mavindi. Hala gülümsetiyor ve umut veriyor bana. Asıl serüvenim senin içinde gizliymiş oysa. Yıllar sonra anladım. Derinlerine daldığımda buyur ettin beni mercanlarına giyinmiş amforalarına, büyülü dünyana. Kayalarından örülmüş yuvalara saklamış korumuşsun en değerli hazinelerini. Süzüldüm içine, tek duyduğum kendi nefesim, gördüğüm ise senin cennetindi. Kırmızı küçük bir balık korktu önce benden, sonra saklandığı kayanın ardından usulca çıktı, baktı. Zamanla daha da yakınlaştı, eşlik etti bir süre, sonra kayboldu. Gizemli batıkların her biri yuva olmuş, yosunlarla süslenmiş bekliyordu hikayelerini anlatmak için. Bir hiç olduğumu anladım derinlerinde. Egolarımdan arınmayı, dengeyi öğrendim. Huzuru buldum yeniden kollarında. O kayıp balığa aslında nasıl canavar olduğumuzu, dünyasını zehirleyerek yavaş yavaş yok ettiğimizi anlatamadım. Affet diyemedim. Limanlarında en tutkulu aşk öykülerini dinledim. Deniz sevdalısı gemiciler ve onlara sevdalı kadınları. Deniz almadan vermez derler. Sahi öyle mi? Pencerenin arkasında mevsimlerce erkeğini bekleyen o kadın gibi kıskanır mısın? Ama hiçbir aşk seninkine benzemez. Tuzuna bulanan, rüzgarına yüzünü değdiren kimse iflah olmaz bir daha. Dalga seslerinin vurduğu kıyıların, sessizce seni dinleyenlerle, teknede bir beşik gibi sallanıp hayallere dalanlarla dolu. Efsanelerini yeniden yazar mıyız birlikte? Şarkıların, şiirlerin baş aktörü, keşiflerin, bilinmezlerin kaynağısın. Özgürlüğüm, cesaretim, tutkum, aşkımın “su” halisin. 111 eğitimin psikolojisi 112 Psk. Ayşegül Alkış Çocukların su sevgisi / korkusu Bebeklerde ve çocuklarda dönem dönem su ile oynama isteğinde artma ve zaman zaman sudan korkma gibi davranışlar görülür. Özellikle erken bebeklik döneminde banyo-suyla oynama bebekler için çok rahatlatıcıdır. Daha çok anne karnını hatırlattığı için sık sık yıkanması, suyla oynaması önerilir. İlerleyen dönemlerde, özellikle 18 ay döneminde, su korkusunun başladığı ve arttığı görülür. Çocukların bu dönemki korkusu tamamen gerçekçi bir korkudur ve ciddiye alınmalıdır. Her ne kadar banyoda vücudunun yıkanmasından hoşlansa da özellikle baş ve yüz bölgesinde, suyla temasta sıkıntı görülür. Çocuktaki boğulma korkusu gibi yaşanan bu korku sebebiyle yoğun ağlama, banyodan çıkma isteği, el ve bacak hareketlerinin arttığı gözlenir. Korku sebebiyle keyifli geçmesi beklenen banyo zamanı anne babalar için ürkütücü olabilir. Peki neler yapılabilir? • Kısa bir süre için (3-4 hafta) birkaç yıkamada bir çocuğun kafası yıkanmayabilir, sadece boyundan aşağısı yıkanır. • Çocuğun kafası yıkanacakken yüzüne, gözüne su gelmemesine dikkat edilir, mümkünse yüzü yıkanmaz, sadece silinir. • Gece yatmadan önce yıkanması yatağa geçişte uygun olacaktır, sakinleşebileceği bir alan olur. Bir yere gitmeden, gün içinde yıkamalarda çocuk daha hırçın olabilir. • Yıkama öncesinde rahatlatıcı oyunlar, hareketler denenebilir (temel jimnastik hareketleri gibi) • Boş küvetten korkuyorsa küvetin içi oyuncakla doldurulur, duştan korkuyorsa kovadan alınacak su ile yıkanabilir. • Çocuğun, bebeğin küvette kaymaması, kendisini güvende hissetmesi için küvetin içine kaymaz zemin aparatı-kilimi yerleştirilebilir. • Banyodaki fayanslar için hazırlanan ve sonrasında kolayca silinen banyo kalemlerinden alınabilir, bunlarla çocuk etrafını çizebilir. • Zaman zaman küvete sadece oyun oynamak için girebilir ve yaz günlerinde bu şekilde kullanılabilir. • Kız çocuklarında daha çok işe yarayan metot ise oyuncak bebeklerini yıkamalarını istemektir. Erkek çocuklarında yıkanabilen hayvanlar, arabalar da iyi olacaktır. • Dikkat dağıtıcı bir ses de çocuk şarkıları çalmaktır. Banyonuza koyacağınız bir teyp ile daha neşeli bir şekilde banyo yaptırabilirsiniz. • Göz yakmayan şampuan da çocuklar için en gerekli banyo nesnelerinden biridir. • Çocuklar bir arada daha çok eğlenmektedir. Bebek ya da çocukların birbirine eşlik edebileceği banyo ortamları oluşturabilir, bazen banyoyu oyun alanına çevirebilirsiniz. • Bu dönemde bebek-çocuklar sizin kaygınızı da hissederler, sinirlenmeniz, bağırmanız, sert hareketlerde bulunmanız onun kaygı-korkusunu azalmak yerine arttıracaktır. Güven verici konuşmak, sakin ve sessiz kalmak sizin için de en iyisidir. Sonuç olarak bu dönemde gözlenen su-banyo korkusu geçici bir dönem korkusudur. İlerleyen dönemde de devam ederse ya da artarsa bir uzmandan destek almak gerekebilir. 113 ruhun gıdası Yoga ve su Su; kadim öğretilerde kutsal olarak bakılan, çeşitli ritüellere konu olan sihirli bir içecek. Etrafında sayısız mitin dolaştığı, şifa veren, besleyen, dönüştüren, saydam ve ışıl ışıl... Sağlıkla ilgili makalelerde sürekli adı geçen, hemen hemen her türlü hastalıkta doktorların içmemizi tavsiye ettiği büyülü iksir. Yaşam kaynağımız olan suyun Yoga ile de güçlü bağları var. Özgür Akkaya Erdemol Yoga Eğitmeni 114 Su yogada özellikle bedenin temizliğinde çok büyük rol oynar. Belirli miktarda hafif tuzlu suyun içilmesiyle farklı yoga hareketleri birleştirilir. Ortaya çıkan; bağırsak temizliğinden, mide temizliğine kadar geniş bir yelpazede binlerce yıldır uygulanan ve sonuçları modern tıbbın bulgularıyla örtüşen çeşitli yogik temizlik teknikleridir. Bu konu oldukça derin bir konu olduğundan bunu başka yazıya bırakalım ve yoga derslerinde su içilmesinin önemine odaklanalım. Her türlü sporda vücudun susuz kalmaması için sporculara sık sık su tüketmeleri tavsiye edilir. İzlediğimiz müsabakaların molalarında sporcular midelerini çok doldurmayacak şekilde su içerler. Yoga dersleri esnasında da öğrenciler şişelerine saldırıp hemen birkaç yudum su içerler. Oysa yoga bir spor değil. Bu nedenle suyla ilişkisi de biraz farklı. Yoga sadece kas ve iskelet sistemi başta olmak üzere fiziksel bedenimizdeki sistemlerle çalışmıyor, aynı zamanda pranik bedenle de çalışıyor. Doğu öğretilerinin binlerce yıldır savunduğu ve artık kuantum fiziğinin de desteklediği üzere evrende her şey enerjiden oluşuyor. Buna bedenlerimiz de dahil. Bu enerjiler farklı frekanslarda titreştikleri için farklı fiziksel şekillerde tezahür ediyorlar. Bu öğretiye göre görünen fiziksel bedenimizi çevreleyen bir de enerji bedenimiz yani pranik bedenimiz var ve bu iki beden birbirleriyle sıkı bir ilişki içerisinde. Birinin sağlığı diğerinin sağlığını da etkiliyor. Fiziksel bedenimizde damarlar olduğu gibi enerji bedenimizde de enerjinin dolaştığı kanallar var. Bu kanallarda prana yani yaşam enerjisi dolaşıyor. Yoga da içerdiği hareketlerle bu prana dolaşımını düzenliyor ve pranik bedenin enerjisini ve doğal olarak fiziksel bedenimizi etkiliyor. Asana dediğimiz yoga duruşları pranik bedende ısıyı yükselterek pranayı yükseltiyor. Yükselen ısı aynı zamanda bedende detoks etkisi yaratarak toksinlerin ve serbest radikallerin bedenden atılmasını sağlıyor. Prana akışı bedenin alt noktasından başlayarak yukarı doğru hareket ediyor ki bu aynı zamanda aydınlanmayı sağlayan kundalini enerjisini de yükseltiyor. Apana ise aşağı doğru akan bir enerjidir ve bedenin artık ihtiyaç duymadığı atıkları bedenden uzaklaştırma işlevi görür. Sindirim ve boşaltım sistemi, kadınlarda menstürasyon hep apana akışıyla düzenlenir. Hareketler esnasında içilen su hareketlerin yükselttiği ısıyı düşürerek apana enerjisini besleyerek prana seviyesini aşağı çeker ve bu iki akış arasındaki dengeyi bozabilir. Yani yaptığımız hareketlerin etkisini azaltır. Tabi ki bu söylediklerimiz Avrupa ve Amerika’daki sağlık kuruluşları tarafından ölçülebilen, ispatlanabilen şeyler değil. Swamilerin, guruların binlerce yıllık gözlemine dayalı olarak yoga öğretisine gönül vermiş uygulayıcılara yapılan bir tavsiye. Aynı zamanda bazı yoga duruşlarını ister yiyecek ister suyla olsun dolu mideyle yapmak çok rahatsız eder. Her hareketin o ders içinde bir yeri vardır. Hareketler birbirlerini tamamlarlar. Uygulandıkları sıra ve süreler bile bütün ders içinde önceden planlanır ve arzulanan sonucu etkilerler. Ders esnasında kaçırılan bir hareket dersin tamamlayıcı, bütünleyici dengesini bozar. Öte yandan dehidrasyon da sağlık için risk oluşturacak ciddi bir durum. Su bedeni besliyor, nefes alıp verme kalitesini artırıyor, eklem ve kemik sağlığını destekliyor, eklem ve organların maruz kaldığı şoku emiyor, beden ısısını dengeliyor, toksinleri atıyor ve bedenin iyileşmesine yardım ediyor. Yoga derslerinde, özellikle ashtanga ya da bikram yoga gibi pratiklerde beden çok daha fazla ter atıyor ve susuz kalabiliyor. Bu nedenle yoga derslerine gelmeden ya da kendi pratiğimizi yapmadan önce ve sonrasında bol bol su içmek çok önemli. Ders öncesinde içilen su bedenin arınmasını da kolaylaştırıcı bir etki yaratıyor. Böylece beden susuz kalmıyor. Ayrıca ders esnasında su molası verilmemiş oluyor ve öğrencilerin odağı tamamen yaptıkları hareketlerde kalıyor, konsantrasyonları bozulmamış oluyor ve yoganın duygusal, zihinsel seviyedeki etkisini artırıyor. Bedenin su seviyesini ölçmek için kullandığı mükemmel bir mekanizması var; susuzluk. Bedende dehidrasyon başladığında susuzluk hissi devreye girerek su içilmesini sağlıyor. Yaşlandıkça ya da başka sebeplerle bu mekanizma bozulabiliyor ama sağlıklı işlediğini varsaydığımızda da bu sinyale kulak vermek lazım. Bir yoga dersi esnasında susarsanız yapılacak en mantıklı şey az miktarda su içmek olacaktır. Hiç kimse bedeninizin ihtiyacını, o an bedeniniz için en doğru şeyi sizden daha iyi bilemez. Siz derse gelmeden önce ve ders sonrası bolca su içtiğinizden emin olun ve ders esnasında su içmemeye özen gösterin ama ders esnasında bastırılamaz bir susuzluk ortaya çıkarsa bedeninizi dinleyin ve biraz su için. 115 serbest yazı Özlem Şenkoyuncu Can suyu Hayatta bazı şeylerden vazgeçemeyiz. Onlar bizim hayatta olmamızın, yaşamımızın temel kaynağıdır. Yani bizim için su gibidir, vazgeçilemez yeri başkasıyla değiştirilemez. Hayatımızın “su gibi vazgeçilmezler listesi”nin en başında büyük bir çoğunluk için aile yer alır. Peki ya sonra? Hiç ailemizden sonra vazgeçemeyeceğiniz dostlarınızın listesini yaptınız mı? Sizin için su kadar değerli dostlarınız kimler? Listeyi yaptınız; peki bu su kaynağınızı kirletmemek, kurutmamak için neler yapıyorsunuz? Bazen hayat telaşından ve karmaşasından ihmal ederiz su kaynaklarımızı. Stres bizi yavaş yavaş kurutup insanlığımızdan uzaklaştırırken bize can verecek, enerjimizi yenileyecek su kaynaklarımıza başvurmayı unutuveririz. Oysa bizi olduğumuz gibi seven ailemizle, dostlarımızla şöyle kana kana bir 116 sohbetin, yudum yudum dertleşmenin yerini hiçbir şey tutmaz. Sevgi dolu bir kucak ve neşe dolu bir dost sesi bizi dertlerimizden tasamızdan arındıracak, su gibi bizi canlandıracak en değerli hediyedir bizim için. Bazen bir dost eli su gibi arındırır, temizler bizi... Düşüncelerimizden kirlenmiş iç dünyamızı kötü ve gereksizlerden arındırmak, iyi ve doğru olanları seçmek ve parlatmak için güvenilir bir dost en iyi çaredir. Su gibi temizleyecek, parlatacaktır bizi dost sözleri... Hayatımız su gibi değerli insanlarla dolu. Ama malesef insanoğlu nasıl dünyadaki suları kirletip kendi hayat kaynağını yok ediyorsa, ruhunun su kaynağı dostlarını da ihmalsizlikle yok edebiliyor. Dostlarımıza onların bizim için ne kadar değerli olduklarını sık sık hatırlatmayı unutmayalım. Terden sırılsıklam olmuş vücudumuz için, dilimiz bir karış dışarıda su ararken, içtiğimiz suyun kıymetini nasıl biliyorsak; gerçek dostlarımızın da aynı hassasiyette kıymetini bilelim. Su gibi şeffaf, katkı maddesiz, temiz ve sonsuza akan gerçek dostlarınızın hep yanınızda olmasını ve ölene kadar size can suyu olmaya devam etmesini dilerim. * Lütfen bu yazıyı okuduktan sonra “can suyunuz” birkaç dostunuzu arayıp “kana kana” sohbet eder misiniz? 117 çizgi üstü “Su gibilerdi” Genç adam, İç Koza Han’da bir yandan çay içiyor diğer yandan da fıskiyeli havuzun etrafında toplanmış, suyla oynayan çocukları seyrediyordu. Hepsi ne kadar güzeldiler... Suyla olan görünmez ilişkimizi düşündü birden. Yazı ve Çizimler: Gökay Öngör 118 Su ile bağımız ne kadar değişkendi; durumdan duruma, yaştan yaşa değişiyordu. Örneğin hiçbir yetişkin, şu havuzun “pis suyuna” elini daldırmazdı. Fakat çocuklar! Onlar, durmaksızın fışkıran, sonra köpük halinde dağılıp havuza düşen sudan heyecana kapılıyorlardı. Kesintisiz bir döngüydü bu! Ellerini suya değdirmekten, kendilerini ve yanlarındakini ıslatmaktan keyif alıyorlardı. Çocuklar da başka bir şeyden habersizdiler. Bir gün büyüyecekler ve yetişkin olmanın tabiatı, onları suyla oynamaktan alıkoyacaktı. Onlar da su gibi, girdikleri bu yeni kabın şeklini alacaklardı. Suyla oynayıp ıslanmak bir yana yağmurda ıslanmaktan bile ölesiye korkacaklardı. Aslında yalnız onlar değil, burada oturan herkes, şu anda bu fıskiyeden çıkan suyla bir ilişki içindeydi. Onun rahatlatıcı, ferahlatıcı etkisi altındaydılar. Yalnızca bunun farkında değildiler. Suyun başını tutma çabasındaki yetişkinlerin dünyasına girecekler ve artık onlar gibi ciddi işlerle (!) uğraşıyor olacaklardı. Bugünü yaşamadan, hep gelecekteki bir mutluluğun hayaliyle oyalanacaklardı. Genç adam, böyle kötümser düşüncelere kapıldığı için kendine kızdı bir an. Bu kadar da abartmamalıydı belki. Onların arasından da gücünü, potansiyelini güzellik ve sevgi üretme yönünde kullanabilen yetişkinler çıkabilirdi. Düşünmeye ara verdi ve çocukları, o küçük elleri, küçük gövdeleri, küçük kolları, tertemiz saçları seyretmeye başladı. Bilim insanları haksız değillerdi; bir yerde su varsa hayat da var demekti! Peki ya suyun bol olduğu, fakat çocukların olmadığı bir yer olsaydı… Orada hayattan söz edilebilir miydi? Çocuklar yeryüzünde yaşam ümidini ayakta tutan canlılardı. Belki su gibi, belki ondan da çok… 119 film şeridi Avrupa turuna Roma’da devam Woody Allen’in “Vicky Cristina Barcelona” ve “Midnight in Paris” filmlerinden sonraki Avrupa turu, “To Rome with love” (Roma’ya Sevgilerle) ile devam ediyor. Film dikkat çekici kadrosu ile de göz kamaştırıyor. “To Rome With Love” filminin merkezinde Amerikalı ve İtalyan karakterler var. Onların kaderleri, klasik bir Woody Allen filminde olduğu gibi bir yerlerde birleşiyor. Filmi “hayatlarını sonsuza dek değiştirecek maceralar yaşayan insanlar hakkında romantik ve eğlenceli bir film” olarak özetlemek mümkün. Woody Allen bir yandan yönetmen koltuğunda otururken diğer yandan oyunculuğunu da esirgemiyor. Ölümsüz bir şehir olan Roma'da birbirinden farklı karakterlerin birbirinden farklı hikayelerinin içine sokarak, bazen şehrin herhangi bir sakini bazen de yazın gelen herhangi bir turistin hayatına girerek romantik ve macera dolu bir geziye çıkarıyor. Film aşk ve seks arayışını farklı şekillerde anlatıyor. Bu romantik ilişkiler için set olarak bu enerjik ve tarihi şehrin sayısız köşesini seçen yönetmen Woody Allen, filmin her ayrıntısı gibi filmin tüm şarkılarını da kendisi seçerek hem geçmişi hem günümüzü yansıtıyor. Puccini, Verdi, Leoncavallo gibi ölümsüz isimlerden unutulmaz İtalyan aryaları ve bir İtalyan klasiği olan “Volare” eşliğindeki filmin karakterleri, Roma sokaklarında aşkı bulan sayısız insandan sadece birkaçı... Zengin ve yıldızlarla dolu oyuncu 120 kadrosunda Woody Allen dışında Penelope Cruz, Alec Baldwin, Ellen Page, Alisson Pill, Ornella Muti, Jesse Eisenberg ve Roberto Benigni gibi isimler parlıyor. Senaryosunu 1997 yılında Vincenzo Cerami ile yazıp yönettiği ve İkinci Dünya Savaşı’nda oğluna savaş ve toplama kampı psikolojini yaşatmamak adına bir Yahudi babanın gösterdiği çabaları canlandırdığı “La vita e bella” (Hayat güzeldir) filmiyle Akademi ödülünün sahibi olan Roberto Benigni’yi yere göğe sığdıramayan Allen, İtalya’ya hayranlığını da vurgularken şunları söylüyor: "Benigni, tüm Amerika’da bir fenomen. Onunla çalışmak benim için bir hayaldi. Gerçekleştirmiş olmaktan mutluyum. Bu film Roma’ya karşı kişisel ilgimi gösteriyor. Tüm Woody Allen Rol: Jerry Penélope Cruz Rol: Anna Amerikalılar İtalya’ya aşık. Sımsıcak bir ülke. Hayatını eğlenceli geçirebileceğin ve her şeyin olumlu olduğu bir yer. Burada yaşamak ve çalışma imkanına hayır diyemezdim..." Roma’nın her köşesinin film setine dönüştüğü bu film, ülkemizde “28 Eylül Cuma” günü vizyona girecek. Karakterler ve filmin konusu Filmin karakterleri arasında; gençlik yıllarının özlemini duyan ünlü bir Amerikalı mimar, bir anda kendisini Roma’nın en ünlü insanı olarak bulan orta sınıftan sıradan bir Romalı, başkalarıyla romantik ilişkilere giren taşralı genç bir çift ve bir cenaze levazımatçısını opera söyletmek üzere sahneye çıkarmaya çabalayan Amerikalı bir opera direktörü bulunuyor. Alec Baldwin Rol: John Roberto Benigni Rol: Leopoldo Ünlü mimar John (Alec Baldwin) gençken yaşamış olduğu şehir olan Roma’da tatildedir. Daha önce yaşadığı sokakta dolaşırken kendi gençliğini anımsatan bir genç adam, Jack (Jesse Eisenberg) ile karşılaşır. Bu sırada Jack’in sevgilisi Sally’nin (Greta Gerwig) oldukça etkileyici olan çapkın yakın arkadaşı Monica (Ellen Page) onların yanında yaşamaya başlar. Jack’in Monica’ya aşık olmasına tanık olan John, kendisinin geçmişte yaşadığı en acı verici aşk hikayesini tekrar yaşamaya başlar. Bu sırada, emekli opera direktörü olan Jerry (Woody Allen) ve eşi Phyllis (Judy Davis), kızları Hayley (Alison Pill) ve onun Italyan nişanlısı, Michelangelo’yu (Flavio Parenti) görmek için Roma’ya uçar. Jerry, Michelangelo’nun cenaze levazımatçısı babası Giancarlo’nun (Fabio Armiliato) banyoda çok güzel arya söylediğini fark eder. Böyle bir yeteneğin gizli kalamayacağını düşünen Jerry bu fırsatı kaçırmak istemez ve Giancarlo’nun tanınmasını sağlayarak kendi kariyerini yeniden canlandırmak ister. Diğer yandan sıradan biri olan Leopoldo Pisanello (Roberto Benigni) bir sabah uyanıp kendini şaşkınlık içinde İtalya’nın en ünlü insanlarından biri olarak bulur. Kısa zamanda paparazziler onun her hareketini takip edip haber yaparlar. Leopoldo bu olağanüstü ilgiye alışmaya başlarken sonunda ünlü olmanın getirdiği bedelin farkına varır. Tüm bunlar yaşanırken, Roma’nın uzak bölgelerinden birinde yaşayan Antonio (Alessandro Tiberi) tutucu akrabalarını içinde yeni evlendiği eşi Milly (Alessandra Mastronardi) ile etkilemek ve bu sayede büyük şehirde havalı iş sahibi olma peşindedir. Komik tesadüfler sonucu Antonio ve Milly akrabalarla buluşma günü birbirinden ayrı kalır. Antonio yeni eşi olarak Anna’yı (Penelope Cruz) tanıtırken, Milly de efsanevi film yıldızı Luca Salta’nın (Antonio Albanese) romantik ilgisine maruz kalır. Bir klasik “Woody Allen” 1935 New York doğumlu Woody Allen için “on parmağında on marifet” tanımı kolayca yapılabilir. İsmi birden fazla anlama geliyor; film yönetmeni, aktör, müzisyen, senaryo ve oyun yazarı… Kendi yazdığı film senaryolarını yönetip, aynı zamanda bu filmlerde oynamasıyla tanınıyor. O aynı zamanda iyi bir komedyen ve öykücü. Gerçek adı Allen Stewart Konigsberg olan Woody Allen’ın sinema ile tanışması, henüz 3 yaşındayken, annesinin kendisini "Pamuk Prenses"i izlemeye götürmesiyle oldu. Bu andan itibaren sinema onun her şeyi oldu. 1952 baharında Allan S. Konigsberg ismini Woody Allen olarak değiştirdi. Henüz 16 yaşındayken bir çok yerel gazeteye espriler yazmaya başladı. Utangaç biri olduğundan, arkadaşlarının gazetelerde ismini görmesini istemedi. 1961 ve 1964 yılları arasında stand-up gösteriler yaptı. Bu gösteriler dikkat çekmeyi başarınca, bir sinema filmi için senaryo yazma teklifi aldı. 1965'te ilk film senaryosunu yazdı ve “What's New Pussycat?” adlı bu filmde oynadı. Senaryonun yapımcıların elinde değişime uğramasından hoşnut kalmayınca, kendi yönetmeyecekse filmlere senaryo yazmama kararı aldı. "Casino Royale" adlı filmde oyuncu olarak bulunduktan sonra eleştirmenlerce beğenilen ilk filmi, “What’s Up Tiger Lily” yi çekti (1966). Sonrasında kariyerinde dönüm noktası olan “Take the Money and Run”ı çekti(1969). Bu filmin ardından, United Artists firması kendisiyle anlaşma yaptı. Felsefe öğrencisi Harlene Rosen ile 1954te başlayan ilk evliliği, 1962’de sona erdi. Ardından “Bananas” (1971) 121 film şeridi filminin yıldızlarından Louise Lasser ile 1966 yılında dünya evine girdi ancak bu evlilik pek uzun sürmedi ve çift 1969’da boşandı. 1970’li yıllarda yazdığı “Play It Again, Sam” adlı Broadway oyununda oynattığı Diane Keating ile bir süre beraber oldu ve birlikte “Annie Hall” gibi kariyerindeki en önemli filmlerden birinde ve bir çok projede yer aldılar. 1980’li yılların başında 12 yıl sürecek olan birlikteliğine Mia Farrow ile başlayan yönetmen, bu süre içinde 2 çocuk evlat edindi. Sonrasında bunların dışındaki üvey çocuklarından biriyle, Soon-Yi Previn ile olan birlikteliği olay yarattı. Asla baba-kız ilişkisine sahip olmadıklarını iddia eden çift 1997 yılında evlendi ve 2 çocuk evlat edindiler. Çok erken yaşlarda film çekmeye merak salan Allen, okulu hiç sevmedi ve üniversite eğitimini tamamlamadı. Hicivden yoksun öğretmenleri onun komik yanıtlarına not vermediler ve sonuçta New York Üniversitesi’nden atıldı. Allen, hayatının 30 yılını psiko-analize harcadı. Bu seanslar bazen haftada 3 güne kadar çıktı. Bu deneyimini filmlerinde kullandı ve zaman zaman espri konusu yaptı. 15 yaşlarındayken her gün klarnet çalmaya başlayan ünlü yönetmen, bugün halen bu alışkanlığını sürdürüyor. Kariyerine birçok ödül sığdırmakla birlikte Akademi ve Altın Küre ödülleri dikkat çekiciydi. Son olarak 2012’de Midnight in Paris ile “En iyi” ve “En özgün” senaryo dallarında bu iki ödülü 122 kazandı. Akademi Ödülü’nü daha önce “Annie Hall” (1978 – En Özgün Senaryo-En İyi Yönetmen) ve “Hannah and Her Sisters” filmleri ile de kazanmıştı. Altın Küre getiren diğer bir film ise 1986 yapımı “The Purple Rose of Cairo” (En İyi Senaryo) olmuştu. olabilecek en iyi deneyimdir.” “Hayat bir toplama kampı gibidir. Ölmeden terk edemezsiniz.” Woody Allen’dan “inciler” “Hayatımız, onu nasıl bozmayı seçtiğimizden ibarettir.” “Hayatta sevdiğim her şey ya ahlak dışı ya yasadışı ya da şişmanlatıyor.” “Aşk cevaptır, ama siz cevabı beklerken, seks birkaç güzel ve ilginç soruya yol açar.” “Bu dünyada iki tip insan vardır: İyi ve kötü. İyiler daha rahat uyur ama kötüler uyanma vaktinden çok daha fazla keyif alır.” “Bütün cevaplarınıza karşı sorularım var.” “Daha geçen hafta dilimi elektrikli daktilonun merdanesine kaptırmışken Tanrı'ya nasıl inanayım.” “Hayatta duyulabilecek en güzel cümle ‘seni seviyorum’ değil, ‘kistiniz iyi huylu çıktı’dır.” “Hayattaki tek pişmanlığım, başka biri olamamam.” “Kimileri bilgi nehrinden kana kana içer, kimileri ise yalnızca ağızını çalkalar.” Ölümden sonra yaşam varsa ve hepimiz aynı yerde buluşacaksak, beni aramayın, ben sizi ararım. Ölümden korktuğumdan falan değil, sadece geldiğinde orda olmak istemiyorum. “Tanrıyı bulmak kolaydır. Bu birkaç hayalle hallolabilir. Sıkıyorsa siz pazar günü açık bir muslukçu bulun.” “Eğer Tanrı varsa, umarım iyi bir mazereti vardır.” “Unutulmaması gereken, hayatın her evresinin kendine özgü güzellikleri olduğudur, oysa öldüğünüz zaman elektrik düğmesini bulmak zordur.” “Erkekle kadın arasındaki seks çok hoş bir şey olabilir. Tabii eğer doğru erkekle doğru kadının arasındaysanız.” “Yukarıda bizi izleyen bir şey olduğunu düşünüyorum, maalesef onun adı hükümet.” “Aşk olmadan seks boş bir deneyimdir ama boş deneyimler arasında “Zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış iyilik değil de nedir?” 123 güncel kitap Yunus Emre’den Bir Yazı; Biliyorum, “Biz bu ilden gider olduk, kalanlara selam olsun,” demişti… Yine biliyorum, “Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun.” demişti… Ve Sevgili’ye gittiği o geceden sonra adının dilden dile, Aşkının gönülden gönüle dolaştığını da biliyorum… Şimdilerde ona kimisi Âşık Yunus, Miskin Yunus… Derviş Yunus… Varsın onu da desinler. Ve Türk yurtlarında, onu en çok “Bizim Yunus” diye çağırırlar. Biliyorum… Ten fânidir, can ölmez Çün, gitti geri gelmez Ölür ise ten ölür Canlar ölesi değil “Aşk” var Od, bir “aşk” kitabı. Fakat aşkı kendine has bir şekilde konu ediyor. Yunus Emre’yi anlatıyor. Gerçek aşkı tarif eden Yunus’un, yanıp tutuşan bir ozanın, hikayesini aktarıyor. Yalınlığı ile etkileyici anlatımıyla sürükleyici bir roman Od. Gök kubbemizin her zaman parlayan ve hep çok sevilen, şiirleri gönülden gönüle dolup dilden dile dolaşan Yunus Emre, OD’un ana kahramanı. İskender Palanın ilim ve kültür adamı olmasının yanında, yazar kişiliğinin imbiğinden geçirilerek aşkın tahtına bir kez daha oturtuluyor. 13. yüzyılın her bakımdan kavruk ve yanıp yıkılan ortamına Yunus Emre’nin gelişi tarihi atmosfer içerisinde hakiki anlamına kavuşturuluyor. Yıkıntılar ve yangınlar içinden bir gönül ve bir insanlık anıtının inşa edilişi cümle cümle anlatıyor ve elbette kalbe dokuna dokuna yol alıyor. Romanın her sayfasında Yunusun hamlıktan saflığa geçişi okunuyor. Roman, Molla Kasım ile başlıyor. Yunus Emre’nin şiirlerinde karşılaştığımız Molla Kasım, Yunus’la birlikte kendisini de zamanın terazisinde tartıyor. “OD”, 13. yüzyılın karmaşasında Anadolu’yu sabır, aşk ve inanç mayasıyla kuranların da hikâyesi bir bakıma. Gönül erleri, aşkla yoğrulurken Anadolu’yu da yoğuruyorlar. Hacı Bektaş Veli, Mevlânâ, Yunus Emre, Barak Baba, Temür Alp Ata, Satı Nine, Tapduk Emre… Dahası, Hasan Sabbah’ın adamları, Moğollar, Haçlılar, Dervişler, Abdallar… İnsan insana, zaman zamana, ses sese, aşk aşka, kılıç kılıca karşı. Bazen ayrı, bazen bir. Anadolu varlığı elmas bir mücevher haline gelinceye değin süren çalkantı, döne dolana Yunus’u var ediyor. 124 Romanda Yunus Emre’nin Yunus Emre olmasında Hacı Bektaş ve Mevlânâ’nın yankılarını da buluyoruz. Yunus Emre’nin Sitare, diğer ismiyle Elif’e duyduğu aşk da önemli bir yer tutuyor romanda. Yunus, Sitare’sini erken yaşta yitirir. Ebedi aşk, ilahi aşkın eşiği Sitare’nin gözleri, elleri ve sesindedir. Oradan şiire gidecektir Yunus Emre. Dağlar ile taşlar ile çağırmanın sırrına erecektir. Yunus, romanda çok sevdiği oğlunu da kaybeder. Yazar, Yunus’un acısıyla zamanın ve coğrafyanın acısını birleştiriyor “OD”da. Haçlı istilacıları, Moğol askerleri, hırsızlar, uğursuzlar, Alamut fedaileri Anadolu’yu bir mezar soyguncusu gibi deşer dururken, alttan alta gönlün ve aşkın saati büyük insanlık düşüncesine doğru çalışmakta, zemberekler gerilmekte, güneş büyük doğuşuna hazırlanmaktadır. Anadolu bozkırlaşırken mana erlerinin sayısı artmaktadır. Zulüm ve acı kol gezerken aşk ve şiir yeşermektedir. İskender Pala, Yunus adında garip bir kişinin hikâyesini anlatırken, o garip, yalın ve sıradan hikâyenin, geleceğin kuruluşunda oynadığı kritik rolü de işaretlemiş oluyor. Yunus ile birlikte sadece bir büyük şiir gelmez, büyük bir insanlık fikri de gelir. “Ben gelmedim kavga için…” diyen şair, sadece kendi gönlünü kurmaz, gelecekteki insanlığın da gönlünü kurabilecek şiirler yazar. 125 efsane kareler Efsane kraliçe Madonna Louise Ciccone Birçok fotoğrafını gördük, görüyoruz, göreceğiz. Şarkıcı, müzisyen, dansçı, aktris, film yapımcısı, yazar ve kelimenin her anlamıyla bir “moda ikonu…” En bilinen ifadesiyle “Pop Müziğin Kraliçesi…” Yaşı ilerlese de yüksek tempolu sahne performansları ile ünlü olan Madonna, bazen erotik, bazen politik, bazen de dini temalar ile karşımızda. Onun şansı yaşarken efsane olmuş olması. 126 127 efsane kareler “Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun!” James Dean James Dean, (1931-1955) kısa yaşamına rağmen “Asi Gençlik” ve “Cennetin Doğuşu” gibi sinema klasikleri ile efsaneler arasına çoktan girmişti. Henüz 24 yaşındayken gelen ölümü hafızalardaki izini daha da derinleştirdi. Efsane olmasında çekici bakışları da büyük pay sahibiydi! 128 129 armoni Hiç bitmeyen müzikal şölen Queen Hazırlayan: Sezai Evans İsmi kadar soylu, müziği kadar ihtişamlı, yansıttıkları enerji kadar devinim dolu bir ekip... Rock dünyası, müziğin gösterişini ve yarattığı görkemi onlarla tanıdı. Neredeyse yaptıkları tüm konserler unutulmazdı. Binlerce insan dünya üzerinde onları takip etti. Queen, Rock müziğin “erkeksi ama en süslü” kraliçesiydi… Davulda Roger Taylor, gitarda Brian May, bas gitarda John Deacon ve vokalde dünyanın en güçlü ve en etkili seslerinden Freddie Mercury... Böylesine baskın müzisyenlerden oluşan bir grubun efsane olmasına da şaşırmamak gerekir zaten. Bu her biri kendi alanında efsane olan müzisyenlerin Rock müzik için yaptıkları tüm yenilikler uzun seneler boyunca tartışıldı ve üzerinde çalışıldı. Müzikal yetenekleri öylesine yüksek noktalara ulaşmıştı ki, “Bohemian Rhapsody” gibi Opera ile Rock müziğin harmanından oluşan bir şarkı bile tüm müzik dinleyicileri için dinlemeye doyulamaz bir kült haline gelmişti… Yetmedi tüm zamanların en iyi şarkısı seçildi. Her şarkısı ayrı bir etki yaratıyordu ama bazı şarkılar daha derin izler taşıyordu. “We Will Rock You” dünyanın en bilinenleri arasına çoktan girmişti. “We Are The Champions” gibi ölümsüz bir şarkı yine onların dilinden sesleniyordu atmosfere… Queen’in en başlıca özelliği müziği çok iyi bilmelerinden ileri geliyordu. “Innuendo” gibi imalı ve birçok farklı parçanın homojen bütününden 130 oluşan bir şarkı bile öylesine güzel dengeleniyordu ki hayran olmamak elde değildi. Tüm dünya Queen’in yaptıklarını izliyordu adeta. Hayatın içinden bir gruptular. Her an için bir beste yapıyorlardı; “The Show Must Go On" ile yaşam felsefelerinin en dramatik eserlerinden bir tanesine imza attılar. Attıkları her adım bu şarkıdaki gibi her daim ve devam eden büyülü bir dünya gibiydi… Onlar sayesinde insanlar yüz binler halinde tek bir sesi çıkartabiliyorlardı… 1970 yılında Smile grubunun dağılma sürecine girmesi sonrasında Brian May, Roger Taylor ve Freddie Mercury tarafından temelleri atılan Queen’in hikâyesi Londra’da başlamıştı. Tam bir yıl sonra John Deacon’un da katılımıyla grup tamamlanmıştı. Amaçları The Who, Led Zeppelin ve Jimi Hendrix karışımı bir müzik ortaya çıkarmaktı. Sahne şovları onlar için çok önemliydi. Nitekim Queen zamanının en iyi sahne performansını veren gruplarından bir tanesiydi. Bir tek Amerikalı eleştirmenlere kendilerini beğendiremediler. Anlamsız bir şekilde Amerikalı eleştirmenler tarafından önemsenmediler. Ama o dönemde Amerika’da en çok satılan albümler de yine Queen’e aitti. Dünya çapında 300 milyon adet sattıkları albümlerinin 35.5 milyonu ABD'de satılmıştı… Arena Rock, Glam Rock, Hard Rock, Heavy Metal, Pop Rock ve daha nice müzik türlerine çok büyük katkılarda bulundular. Queen ve dünya müziği için en dramatik olaylardan bir tanesi ise Freddy Mercury’nin ölümü ile oldu. Mercury; 1991 yılında, yakalandığı AIDS hastalığını basına ve halka açıklamasından 2 gün sonra 24 Kasım günü 45 yaşında hayata veda etti. Şöhretlerinin en zirvesindeyken, solistleri Freddie Mercury’nin ölümü ile grup dağıldı. Ama milyonları aşan albüm satışları ve hayran kitlesi olan gruptan geriye 15 Albüm ve yüzlerce harika şaheser kaldı. Grup John Deacon’un (basçı) da ayrılması ile tamamen sona ermiş gibi görünse de, 2005’ten bu yana Baterist Roger Taylor ve Elektrocu Brian May ile Freddie Mercury’nin de sevdiği bir sanatçı olan Paul Rodgers ile yoluna devam ediyor. Queen + Pr Organizasyonu ismiyle devam eden grubun Freddy Mercury ile kaydettiği son albüm ise Innuendo oldu. Gruba Queen ismi Freddie Mercury tarafından verilmişti. Zaten o isim bulma konusunda oldukça tecrübeliydi. Gerçek ismi Farookh Bulsara’ydı. Farookh Bulsara, grup yavaş yavaş yerine oturmaya başladıkça kendi üzerinde de değişiklikler yapmaya karar verdi. Dolayısıyla taşıdığı Asya kökenli ismin de kökten değişikliğe uğraması gerekiyordu. Yeni isim arayışlarına giren Farookh, ismini zaten arkadaşlarının kendisine çocukluğundan beri hitap ettikleri şekilde Freddie olarak; soyadını da Roma mitolojisinden etkilenerek Mercury şeklinde değiştirdi. 1970 yılının Temmuz ayından itibaren Queen solistinin adı artık Freddie Mercury olmuştu. Ağustos 1970’te Queen ismiyle ilk konserlerini verdiler. Freddie daha sonra Queen ismini neden tercih ettiklerinin açıklamasını yaparken şu açıklamayı yapacaktı: “Görkemliydi, bizim sahnedeki görsel şölenimize yakışıyordu. Aynı zamanda bu ismin homoseksüel bir çağrışım yaratan çift anlamlı bir etkiye sahip olduğunu da biliyorduk. Her şeye rağmen bu isim tam bize göreydi.” Queen için sahne şovu her şeyden önemliydi. Dar kıyafetler, topuklu ayakkabılar, aşırı makyaj, Queen’in sahnedeki performansını görsellikle de destekliyordu. Sahne üzerinde giyim olarak görselliğe önem vermeyen grupların aksine Queen, bu alanda bir yenilik ve farklılık yaratma uğraşındaydı. 1970’te Imperial Kolej’de verilen konserde özel olarak tasarladığı elbiseyi giyen Freddie Mercury büyük ilgi gördü. Tek parça olarak tasarlanmış bu siyah kostüm tenine yapışacak türden dardı ve vücudun göğüs kısmını olduğu gibi açıkta bırakıyordu. Queen her şeyiyle görsellik demekti. Logoları bile grafik tasarım diplomalı Freddie Mercury tarafından ilk albüm piyasaya sürülmeden önce yaratılmıştı. Tüm üyelerin zodyak simgeleri olan logoda; Deacon ve Taylor'u temsilen iki aslan, May'i temsilen bir yengeç ve Mercury'nin başak burcundan olması nedeniyle 2 adet peri bulunuyordu. İki aslan tarafından kucaklanmış olan "Q" harfinin ortasında bir taç ve tüm bunların üzerinde büyük bir anka kuşu… Queen attığı her adımı hesap ederek ilerliyordu. Zaten neredeyse yaptıkları tüm albümler çok büyük başarılar yakaladı. Birçoğu film müziği yapıldı. Müzikallerde kullanıldı. Tabir yerindeyse tüm dünyada isimleri yürüdü… Rock müziği bambaşka bir boyuta taşımaya kendilerini adadılar ve başardılar. Tamamen evrensel ve dünyada popüler sayılabilecek her tür müziği teker teker kendi yorumlarıyla tekrar hayata geçirdiler, yaratıcılıklarıyla tüm dünyayı hipnotize edip kendilerine hayran bıraktılar. DİSKOGRAFİ Queen (1973) Queen 2 (1974) Sheer Heart Attack (1974) A Night at the Opera (1975) A Day at the Races (1976) News of the Worl (1977) Jazz (1978) Live Killers (Konser albümü-1979) The Game (1980) Flash Gordon (Sountrack-1980) Greatest Hits (1981) Hot Space (1982) The Works (1984) A Kind of Magic (1986) Live Magic (Konser albümü-1986) The Miracle (1989) İnnuendo (1991) Greatest Hits 2 (1991) 131 hobi kulübü Özgür Taşkıran “Su” araçları modelciliği Ülkemizin 3 tarafı denizlerle çevrili. Hal böyle olunca akla; denizle iç içe bir yaşam, üst düzeyde deniz tutkusu, gelişmiş deniz taşımacılığı, yoğun miktarda deniz ürünleri üretimi ve tüketimi vb. gelebilir. Ama deniz tutkusu ülkemizde çok küçük bir kitlenin ilgi alanında. İnsanlar iç içe oldukları araçları modellemeye yatkındır. Denizden ve deniz araçlarından uzak bir toplum olunca modelcilikte de konunun uzağındayız. Umarım bu yazı konuya ilginin bir nebze de olsa artmasını sağlar. 132 Her modelcilik dalında olduğu gibi bu modelcilik türünün de iki ana dalı var. Statik ve dinamik deniz araçları modelciliği. Statik deniz araçları modelciliği adından da anlaşılacağı üzere hareket kabiliyetine sahip olmayan, belirli bir ölçek baz alınarak boyut ve detaylandırılmış modelcilik dalıdır. Kendi içerisinde 2 farklı dala ayrılır. Bunlardan birincisi gerçeği gibi ahşap kullanılarak yapılmış deniz araçlarıdır. Tarihsel olarak bakıldığında kalyonlar ve savaş gemileri, günümüz araçlarına baktığımızda ise balıkçı tekneleri ve sandallar gibi deniz araçları modellenir. Modelleme tekniği olarak da iki farklı sınıfta incelenebilir. Bunlardan ilki ve bence en zoru modellenecek aracın planını elde edip bu plan dahilinde gemiyi gerçekte olduğu gibi inşa etmektir. Bu tip bir üretim doğal olarak gerekli bütün parçaların elde olması ve referans alınan plana uygun olarak üretilmesi ile gerçekleşir. Çok fazla el becerisi, malzeme bilgisi ve sabır gerektiren bir modelcilik türüdür. Usta ellerden çıkmış bir modeli izlemek inanılmaz keyiflidir. Üzerindeki detay kalitesi, hassas ve zarif işçilik kendisine hayran bıraktırır. Yapım süreci gerekli parçaların elde üretilmesinden dolayı uzun sürebilir. Bu tip bir model görmek isterseniz İstanbul Beşiktaş’ta bulunan Denizcilik Müzesi’ni ziyaret etmenizi öneririm. Büyük boyutlarda ve işçilik kalitesi olarak bir insan nasıl bunu yapabilir dedirtecek kalitede modeller, bu müzede ziyaret edilmeyi bekliyorlar. hazır olması sebebi ile kolay bir yapım süreci vadettiği düşünülmemelidir. Modelciyi sadece bu parçaların elde yapılma işleminden kurtarması ve yapım sürecini kısaltması dolayısı ile avantajlıdır. Titiz bir çalışma ile çok güzel ve kaliteli modeller ortaya çıkartabilirsiniz. İkinci modelcilik dalı ise plastik enjeksiyon yöntemi ile kalıplanmış kitleri satın alıp içerisinden çıkan parçaları size sunulan plan dahilinde birleştirip boyayarak ortaya çıkarttığınız modellerdir. Avantajı montajının ahşap işçiliğine göre daha kolay olması ile günümüz savaş ve cruise gemilerinden denizaltılara, yatlardan torpido botlara, 1600’lü yıllara ait kalyonlara kadar model çeşitliliğinin oldukça yoğun olmasıdır. Fakat montaj aşaması ahşap modellere nazaran kolay olsa da boyama aşaması en can alıcı noktasıdır. Çünkü bu aşamada eğer gemi ahşap bir gemi ise boyama aşaması bittikten sonra geminin hakikaten ahşap, eğer gemi metal bir gemi ise yine boyama aşaması bittikten sonra geminin hakikaten bu malzemeden yapılmışçasına bir görüntüye sahip olması beklenir. Kısacası modeliniz oyuncak gibi değil olabildiğince gerçekçi görünmelidir. Mesela metal konstrüksiyon bir gemide olabilecek paslanmalar model üzerinde de gösterilmelidir. Eğer bir savaş gemisi ise topların namlu uçlarındaki barut isi, metal aşınmaları, yağ ve kir izleri gibi birçok detay model üzerinde çalışılmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için mümkünse modellenen araca ait referans fotoğraflar elde edilmeli ve bu fotoğraflar baz alınarak çalışma yürütülmelidir. İlk yaptığınız modellerde tabi ki istediğiniz gerçekçilik düzeyine ulaşmak kolay olmayacaktır. Fakat zamanla bilgi ve beceri olarak geliştikçe, kullandığınız malzemelere hakimiyetiniz arttıkça gerçekçilik seviyesi yüksek, modelinize bakan gözlere sanki gerçeğini bilimkurgu filmlerindeki gibi bir küçültme makinesinde küçültülmüşçesine gerçekçi modeller ortaya koyabilmeniz içten değildir. Dinamik gemi modelleri ise radyo kontrolü ile kumanda edilebilen, pil, buharlı makine ya da yakıtlı motorlar ile çalışan modellerdir. Bilgi ve beceriniz ile kendi yaptığınız bir modeli radyo kontrollü bir modele İkinci olarak yine ahşap kullanılan fakat kullandığınız bütün ahşap parçaların lazer kesimle önceden kesilerek modelciye hazır olarak sunulduğu kitlerdir. Parçaların 133 hobi kulübü çevirebileceğiniz gibi fabrikasyon olarak kullanıma hazır montajlanmış bir kiti de satın alıp hayallerinizi yüzdürebilirsiniz. Kullanımı en kolay olanlar pil ile çalışan modellerdir. Yapmanız gereken pillerini şarj edip modelin içine yerleştirdikten sonra tekne içerisine su sızmaması için gerekli önlemleri almak ve teknenizin keyfini çıkartmaktır. Tekne içerisine su sızmaması oldukça önemlidir. Çünkü tekne içerisindeki elektronik ekipman (ESC: Electronic Speed Control – Elektronik Hız Kontrol Ünitesi) yüksek teknoloji içeren pahalı bir ekipmandır. Hasar görmesi halinde yapısı dolayısı ile tamiri neredeyse mümkün değildir. Yenisi ile değiştirmek gerekir. Bazı teknelerde ESC üniteleri su geçirmez bir biçimde üretilmiş olsalar bile su sızdırmazlık için önlem almak gerekir. Çünkü bu sefer tekne içerisine dolabilecek su sebebi ile tekneniz batma ya da dengesinin bozulması tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Yakıtlı modeller de kendi aralarında ikiye ayrılır. Nitro yakıtlılar ve 95 oktan benzin ile çalışanlar. Bu tip tekneler içerdikleri motorlar itibarı ile daha üst seviye modelcilere hitap ederler. İçerisinde taşıdığı motorun işletilmesi ve bakımlarının yapılabilmesi için tecrübe şarttır. Seyir halinde ve kıyıdan uzakta stop etmeleri halinde bir deniz aracı ile almanız gerekeceği için motorlarının hava ve yakıt karışım 134 ayarlarının iyi yapılmış olması gerekir. Bu arada pil ile de çalışsa, yakıtlı bir motora da sahip olsa 60-100 km. sürat yapabildikleri için oynadığınız alan insanların yüzüp yüzmediğine dikkat etmek olabilecek kazaların önüne geçecektir. Buharlı tekneler ise içerisinde bulunan minyatür bir buhar makinesi ile çalışırlar. Hızları düşük ama çok eğlencelidirler. Üst seviye modelcilik isteyen bir daldır. Öncelikle motorun sahip olduğu buhar kazanının altındaki hazneye özel olarak satılan küçük ağaç parçaları doldurularak yakılır. Kazan, altında yanan ateşin etkisi ile kısa sürede ısınacak ve içerisindeki su kaynayarak buhar üretir hale gelecektir. Üretilen buhar ile motor hareket kazanacak, böylece tekneniz kullanıma hazır hale gelecek ve bacasından dumanlar tüterek suyun üzerinde ilerleyecektir. Yelkenli tekneler ise üst seviye modelcilik istemezler. Çünkü üzerlerinde motor bulunmaz. Sadece üzerinde bulunan servolar ile yelkenlerin pozisyonları ayarlanarak kullanılabilirler. Her ne kadar üst seviye modelcilik istemeseler de üst seviye yelken bilgisi gerektirirler. Rüzgarı nasıl kullanacağınızı bilmezseniz tekneyi kullanmak mümkün olmayacaktır. Bu sebeple sadece denizcilikle ilgisi bulunan ve yelken kullanımını bilen bir kitleye hitap ederler. Eğer bu bilgilere sahipseniz oldukça eğlenceli bir modelcilik türüdür. Modelciliğin hangi türünü yaparsanız yapın şunu unutmayın. Model oyuncak olarak nitelenemez. Statik olanları bilgi, beceri, zaman, sabır ve yetenek; dinamik olanları buna ek olarak ciddi bir disiplin ister. Bir sonraki sayıda tekrar bir arada olmak dileğiyle. 135 geçmiş zaman kipinde 80’lerin “tanıdık” kahramanları Kara kutu atariler, Amiga’lar, Commoder 64’ler ve onların kahramanları. Birçoğumuzun geçmişine iz bırakmış oyunlar şimdilerde sadece birer anı… Teknolojinin başımızı döndürdüğü şu günlerde eski video oyunlarını hatırlayarak küçük bir nostalji turu yapalım istedik. İlk olarak 80’li yıllarda popüler olmuş olan video oyunları, size de bir yerlerden “tanıdık” gelecek. Hazırlayan: Sezai Evans Yüksek performanslı oyun konsolları, 3D teknolojisi, simülasyonlar, gerçeğe ramak kalmış görüntüler ve dur durak bilmeyen oyun teknolojileri… Son günlerin sohbet konuları artık tüm bunlar. Bizim konumuz ise; tozlu raflardan, bulanık zihinlerden arta kalan, özlem duyduğumuz, vakti zamanında saatlerimizi harcadığımız oyunlar… Kollarını iki yana açıp Haggar’ın pervane hareketini yapan çocuk yok artık ya da “aduuuukeeet” diye büyü gönderen… Kimse rengârenk hayaletlerin düşmanı, meyve dostu, dobişkoyu (esas ismiyle PacMan’i) hatırlamıyor. Super Mario ile maceradan maceraya koşmuyor… 80’li yıllarda hayatımızda izler bırakan efsane oyunlar 8 ya da 16 bit grafiklerle bize eğlenceyi sunarken, oyun konsollarına kadar 136 uzanan süreçte sanallığın her tadını yaşar olduk. Dahası online oyunlarla interaktif eğlencenin tadına bakar olduk. PlayStation 3 oyunları, Wii gibi konsollar bugünlerde revaçta olsa da, geçmişin popüler oyunlarını bugün dahi internette bulup bilgisayarınıza indirip, bir dönüştürücü yardımıyla oynamak mümkün… Biraz hafıza tazelemek gerekirse, “River Raid” 82 yılında piyasa sürülen ilk ilerlemeli oyunlardan biriydi. Bir nehir üzerinde gitmekte olan bir uçağı kontrol ettiğiniz oyunda düşman helikopterlerini, gemilerini, uçaklarını, köprülerini yok ediyordunuz. Zamanın en başarılı oyunlarından olan River Raid, özellikle C64 kullanıcılarını televizyon bağımlısı yapmıştı. Birçok joystick River Raid yüzünden kullanılmaz hale gelmişti. 87 yılında piyasaya sürülen Guild Of Thieves döneminde pek çok farklı bilgisayar için sürümleri üretilmiş, oyunun en başarılı sürümü ise Amiga için geliştirilmiş olanıydı. Hayal bir ülkede geçen “Kerovnia” adlı oyunda “Hırsızlar Loncası”na katılabilmek için çok geniş bir alanda araştırma yapmak, çeşitli objeleri çalmak ve bulmacaları çözmek gerekiyordu. Amiga’nın oyunlarından en önemlisi elbette ki “Shadow of the Beast”ti. Shadow of the Beast, 89 yılında piyasaya sürüldüğünde oyun dünyasında büyük ses getirmişti. Diğerlerinden üstün grafiklere sahip olan oyunda ilk defa yüksek renk kullanılıyordu. 87 yılına gelindiğinde Leisure Suit Larry serisinin ilk oyunu başarılıydı. Çünkü kahraman Larry Laffer, 40 yaşında bakir bir karakterdi. Günah dolu şehir “Lost Wages”a gitme kararı alan Larry, rüyalarının kadınını ve hiç tadamadığı tecrübeleri yaşamaya çalışırken, bizler de heyecanına ortak oluyorduk. İlk strateji oyunlarından olan Defender of the Crown, basit bir harita üzerinde oynansa da oyun severleri çoktan ekranın başına bağlamıştı. Ordu hazırlıkları, vergi gelirleri, savaşlar, kuşatmalar, turnuvalar gibi pek çok öğeyi içinde barındıran oyun yakın geçmişteki “Mediaval Total War”, “Age of Empires” gibi oyunların atasıydı. Robin Hood’un desteğiyle fetihler daha da kolay oluyordu. Ayrıca Robin Hood bazı oyunlarda şifre olarak kullanılıp haksız kazanca yarıyordu. C64 için üretilen tüm zamanların en başarılı oyunu ise The Last Ninja olmuştu. Dövüşürken bir yandan araştırma yapıp çeşitli bulmacaları çözdüğünüz oyun, ilk defa denendiğini söyleyebilecek izometrik bir görüş açısı sunuyordu. Başyapıtlardan birisi olan Pirates 1987 yılında piyasa sürüldüğünde tüm oyun dünyası ayağa kalkmıştı. Karayipler’de 16. ve 17. yüzyıllarda bir korsanı canlandırdığımız oyun, çağı için devrim niteliğindeydi. O yıllarda ekran başındaki oyunlarla birlikte şimdiki internet kafelerin yerini tutan atari salonlarında da farklı gelişmeler de söz konusuydu. Street Fighter, Final Fighter (meşhur Haggar), Tek Ken ya da salonlarda epeyce ünlenen Cadillac & Dinosaurs (bilinen ismiyle Mustapha) oyunu… O dönemlerde atari salonlarını ziyaret edip de bu oyunları oynamayan yoktur herhalde. Şimdilerde konuşulan ise Playstation oyun turnuvaları… Yaş farkı olmaksızın birçok kişinin bir ev ya da internet kafede toplanıp PS partileri düzenlediği aşikâr… Büyük küçük herkes çocukluğunun tadına varıyor PS ile… FRP türü oyunlar sebebiyle ruhsal tedaviler gören, geç saatlere hatta sabahlara kadar süren oyun maceraları sebebiyle gözleri şiş, uykusuz, asabi insanlar olduk. Baktığımız tarlalara “food” alanları, denizlere yeni fetih alanları, havadan geçen her uçağa saldırı araçları olarak algılamaya başladık! Bir gün kalktığımızda Red Alert canavarlarından bir tanesi olarak uyanacağız diye korkar olduk. Oyunların başındayken kimi zaman futbol menajeriydik, kimi zaman F1 pilotu, Amerikan askeri, terörist, bazen de bir kral ya da bir yaratık… Her gün daha da ilerleyen oyun sektöründeki gelişmeleri takip edebilmek için bilgisayarlarını modifiye eden ve yeni oyunlar çıkar çıkmaz bilgisayarcılara koşanlar hemen hemen her yerde… “Diablo” efsanesi bu konuya en güzel örnek olabilir. İlk sürümü 1996’nın Ekim ayında çıkan ve kısa sürede efsaneleşip yıllarca adından bahsettiren oyun geçtiğimiz aylarda tam 16 sene sonra yeni sürümünü çıkarttı ve hayranlarına teknoloji marketlerin önünde uzun kuyruklar oluşturttu. İnternetin her geçen gün hayatımızdaki yerini sağlamlaştırdığı şu günlerde, zaten her birimiz sanal karakterler halini almaya başladık. Hatta kitaplardan takip edilen 137 kitap önerileri 138 Deniz Katedrali Ildefonso Falcones Amat İhsan Oktay Anar Anadolu’nun Sesi Halikarnas Balıkçısı Denizde Günah Klaus Hympendahl Ustam Rüzgar Richard Bode Mavi Sürgün Halikarnas Balıkçısı Deniz Kurdu Jack London Gölün Kıyısında Mary Lawson Yağmur Ormanları Lucy Beckett-Bowman Şelale Altında Durmak Ahmet Çağan Kırmızı Deniz Şenol Karadeniz albüm önerileri Şevval Sam II Tek Nil Karaibrahimgil Ben buraya çıplak geldim Göksel Bende bi’aşk var Özge Fışkın Bir avuç fotoğraf Fettah Can Aklımda kalanlar Kenan Doğulu Aşka türlü şeyler Billy Idol The very best of Idol John Denver Golden eagle Dev & Enrique Iglesias Naked Volkan Konak Lifor Led Zeppelin Mothership 139 film önerileri 140 Yeni Hayat Robert Zemeckis 2001 / 2sa 23dk / ABD Macera Bir Avuç Deniz Leyla Yılmaz 2011 / 1 sa 57dk / Türkiye Dram - Romantik Back to the Sea Thom Lu 2012 / 1sa 30dk / İngiltere Çizgi film, Animasyon, Aile Buz Devri 4: Kıtalar Ayrılıyor Steve Martino, Mike Thurmeier 2012 / 1sa 34dk / ABD Animasyon, Macera, Komedi Sudaki Kız M. Night Shyamalan 2006 / 1sa 50dk / ABD Fantastik, Dram, Gerilim Karanlık Su Walter Salles 2005 / 1sa 45dk / ABD Fantastik, Gerilim Su Dünyası Kevin Reynolds 1995 / 2sa 16dk / ABD Aksiyon, Macera, Bilimkurgu Göl Evi Alejandro Agresti 2006 / 1sa 45dk / ABD Dram, Romantik Titanik James Cameron 1997 / 3sa 30dk / ABD Dram, Romantik Aquamarine Elizabeth Allen 2005 / 1sa 49dk / ABD Komedi Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde Rob Marshall 2011 / 2sa 21dk / ABD Macera, Komedi, Fantastik blog önerileri kadın blogları www.darkchocolatebrown.blogspot.com www.alisverisdanismani.blogspot.com www.kadinsanat.net www.teknolojikanne.com www.pemberuj.net www.hersheyler.com www.prensinibulanprensess.blogspot.com 141 dil bilgisi Türkçe sözlüğü Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere. 142 görevli, aracı Fr. agent ajan bilirkişi Fr. expert eksper süzgeç Fr. filter filtre güvence Fr. garantie garanti küresel Fr. globale global dil bilgisi Fr. grammar gramer yanılsama Fr. illusion illüzyon öznel Fr. subjectif subjektif yönetmen Fr. régisseur rejisör olağan Fr. normale normal yöntem Fr. méthode metot indirme İng. download download gümrüksüz mağaza İng. free-shop free-shop otoyol Alm. autobahn otoban 143 dil bilgisi Atasözlüğü Günden güne kaybolan atasözlerimizi gündemde tutalım istiyoruz. Bizden gelen, bize ait her şeye, hep birlikte sahip çıkalım. Hatırlayalım, hatırlatalım ve unutmayalım diye sizin için 10 tane atasözü seçtik. Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas Sabretmesini bilen kişi olmayacak gibi görünen işlerde bile başarı kazanır. Akıllı köprü arayıncaya dek deli suyu geçer Atak kişi tehlikeyi göze alarak işe girişir ve çabuk sonuç alır. Dibi görünmeyen sudan geçme Bir işe girişirken her yönünü iyice araştır. Eşeği düğüne çağırmışlar, “ya su lazımdır ya odun” demiş Bir işi yapmamak için bahane bulmayı anlatan bir söz. Suyun sessizinden, insanın sözsüzünden korkmalı Duygu ve düşüncelerini açığa vurmayan sessiz insan yavaş akan derin su gibi tehlikelidir. Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer Kişiye ömrü boyunca ancak bir kez çok önemli bir iş yapma fırsatı geçer, bu fırsatı kaçırmamalıdır. İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir Karşılık beklemeden iyilik yap. Göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar Yapılması geciken iyilikler, bekleyenleri sıkıntı içinde bırakır. Alçak yerde tepecik kendisini dağ sanır Bilgili kimselerin bulunmadığı yerde cahil kişi bilgiçlik taslar. Dağ başına harman yapma, savurursun yel için; sel önüne değirmen yapma, öğütürsün sel için Yapacağın iyi bir işi, sonunu hesaplamadan yapma. Pek yaş olma, sıkılırsın; pek de kuru olma, kırılırsın Hüner gerektiğinde uysal, gerektiğinde sert olmayı bilmektir. Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz Bir başa bir göz ne kadar gerekli ise bir anneye bir kız da o denli gereklidir. Saç sefadan, tırnak cefadan uzar İnsan keyifli olursa saçı, dertli olursa tırnağı uzar. 144 145 dil bilgisi Sözdeyimi Deyim yerindeyse, deyimlerimiz “kan kaybediyor”. Her geçen gün azalan kelime hazinemiz güç kaybettikçe güzel Türkçemiz de can cekişiyor. Sözünüze renk katmanız için en ahenkli deyimleri derledik. Sessizliğe gömülmek Sessiz duruma gelmek: “Karanlık içinden bir süre fısıltılar geldi, sonra her şey derin bir sessizliğe gömüldü.” Ak sakaldan yok sakala gelmek Çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek. Kendi köşesinde yaşamak Yalnız başına yaşamak: “Bu şiirlerin okuyucuya tanıttığı kişi, kitapları, üç beş sevdiği dostu ile kendi köşesinde yaşamayı seven bir kimse olarak görünür.” -N. Cumalı. Ayranım budur, yarısı sudur Bir iş yarım yamalak yapıldığında özür dilemek için söylenen bir söz. Bıçak suyu kesiyor “Çok körleşmiş” anlamında kullanılan bir söz. Kendi gölgesinden korkmak Çok korkak olmak, bir sakınca söz konusu olmayan işlere girişmekten bile korkmak. Elden ağza yaşamak Günlük kazancı ancak gereksinimlerini karşılayacak kadar olmak. Deniz bindirmek Denizde birden fırtına çıkmak. Yandı gülüm keten helva “Kaçırılmış bir fırsat” anlamında kullanılan bir söz. Dağdan gelip bağdakini kovmak Sonradan geldiği bir yerde, kendinden önce gelen kişinin yerini almaya çalışmak. Yüreğini dağlamak Acıyla ve özlemle içi yanmak, acıyla kıvranmak. Kafası yerine gelmek Kendini toparlamak, kendine gelmek. Aklına sığdırmak Bir şeyin olabileceğine inanmak, aklı almak. Kaynak: Türk Dil Kurumu 146 147 guidebursa RESTORAN / RESTAURANT IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS Al-Sahara Cha Cha Restoran Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Anadolu Lezzet Dünyası E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03 Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60 Bademli Et Mangal Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60 CP Steak House Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Dababa Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00 Gurme / Bademiçi Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09 İona Cafe Restoran FSM Bulvarı No.48 T.249 90 02 Kadife A la Carte Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20 Kahve Beyaz Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47 Kaju Eat & Drink FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09 Kapı Restoran Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu No.23 T. 452 20 07 Kaşıkara Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66 Kavis Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00 Keyf-i Ala Restoran FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02 Placia Restaurant Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40 Olimpik Konak Restaurant Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40 Otantik Gemi Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00 Panaroma Çelik Palas Hotel T. 233 38 00 Sishet Restaurant Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86 T. 452 52 62 Sunset The Roof Restaurant & Bar Crowne Plaza T. 800 0 800 Yazı E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28 148 “Life guide of Bursa” Çağrışan Et Mangal Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00 Çiçek Izgara Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26 Korupark AVM T. 241 29 88 İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00 Hayat Lokantası Merinos Parkı T. 272 27 77 Marrakech Ocakbaşı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53 T. 452 97 07 Park Izgara Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01 DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR Arap Şükrü Çetin Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53 Cafeman Balıkçısı Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14 Deniz Tabağı Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19 Saki Rum Meyhanesi E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89 Uludağ Kebapçısı Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51 Kent Meydanı AVM T. 255 55 56 Zeugma Restoran Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27 HAZIR YEMEK / FAST FOOD Big Mammas FSM Bulvarı T. 247 44 55 Kükürtlü T. 236 89 91 Ertuğrulkent T. 413 38 93 Burger King T. 444 54 64 Dominos Pizza Altıparmak T. 222 90 40 Bademli T. 241 58 00 Beşevler T. 453 46 04 FSM Bulvarı T. 453 00 76 Özlüce T. 413 15 00 Çekirge T. 234 99 22 Yıldırım T. 362 60 60 Hobi Paket Büfe Altıparmak T. 221 11 63 Beşevler T. 451 11 00 İhsaniye T. 246 00 55 Özlüce T. 413 73 13 Kentucky Fried Chicken 444 35 55 La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA T. 444 21 58 Mariza Altıparmak T. 225 12 25 FSM Bulvarı T. 451 44 44 Mc Donald’s T. 444 62 62 KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA Dürümcü Bekir Usta Setbaşı T. 220 11 01 Çekirge T. 233 88 18 FSM Bulvarı T. 243 75 75 Bademli T. 549 28 28 İskender Kebap Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76 Carrefour AVM T. 452 10 62 Korupark AVM T. 241 21 10 Kebapçı Yavuz İskender Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20 As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30 Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01 İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90 Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15 Zafer Plaza AVM T. 221 15 33 Tavacı Recep Usta Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1 T.452 40 04 Rosso Bianco Pizza & Steakhouse Korupark AVM T. 241 27 50 PASTANE / PATISSERIE Aslı Börek Carrefour T. 452 66 86 Kent Meydanı AVM T. 251 40 02 Metro Market T. 441 37 20 Geçit Evke Plaza T. 241 80 88 Osmangazi Metro T. 272 03 03 Zafer Plaza T. 223 79 79 Uludağ Ünv.T. 442 88 26 Bread House Anatolium AVM T. 261 30 27 Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07 FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27 Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05 Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87 Waffle Evi Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90 “Bursa’nın yaşam rehberi” Çınar Pastanesi Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49 FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98 Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76 Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22 Kafkas Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99 Carrefour AVM T. 452 49 99 Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10 FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00 İzmir Yolu T. 413 22 20 Kent Meydanı AVM T. 255 67 00 Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51 As Merkez Karşısı T. 261 52 61 Davutdede- Conk Sok. Yıldırım T. 360 03 30 Korupark AVM T. 241 49 29 Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25 Terminal T. 261 58 02 Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70 Kafe Pi Bursa Angels Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00 Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30 Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04 Durak Muhallebicisi Çekirge Meydanı T. 235 08 08 İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09 Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19 Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80 rehberbursa Saklıbahçe 1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59 Kat 3 Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Kent Meydanı AVM T. 255 55 22 Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86 Siesta Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05 Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01 Kırmızı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53 T. 452 97 07 Starbucks Carrefour AVM T. 453 20 76 Kent Meydanı T. 255 37 39 Korupark AVM T. 241 27 60 Kükürtlü T. 233 39 55 Zafer Plaza AVM T. 220 00 46 Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40 Klan Bademli T. 548 00 48 Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07 Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27 Kulüp Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78 Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58 La Luz Korupark AVM T. 243 93 98 Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40 Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00 Rıhtım FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77 Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77 Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28 Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00 Çekirge Meydanı T. 236 83 58 BAR – BİSTRO / BAR BISTRO Mirano Korupark AVM T.24313 80 Un-Pa Çekirge Meydanı T. 236 73 65 Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72 Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17 Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04 Uzay Pastanesi Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55 Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04 Saygınkent AVM T. 413 43 06 FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44 Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97 KAFETERYA / CAFE Cafe Crown Carrefour AVM T. 451 21 45 Kent Meydanı T. 255 30 00 Korupark AVM T. 242 06 24 Address Nilpark AVM T. 247 01 50 Angaje Lounge & Brasserie Nilpark AVM T. 246 77 44 Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78 Bongo Bar Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34 Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34 Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43 Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74 Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77 Cha Cha Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Caka Teras Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09 Coffe and Beyond FSM Bulvarı T. 247 22 37 Demo FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96 Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99 Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Gönül Kahvesi Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16 FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06 Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70 Gren Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64 Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90 Kahve Dünyası Anatolium AVM T. 261 14 50 Korupark AVM T. 241 23 45 Zafer Plaza AVM T. 225 29 29 Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42 Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60 Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54 Pronto Sport Cafe & Bistro Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80 Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15 Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25 Shakespeare Bistro Korupark AVM T. 241 29 59 Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01 Veni Vidi Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99 Wamtes Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22 The Winston Brasserie Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48 K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22 149 guidebursa OTEL / HOTEL Adapalas *** 1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90 Artıç *** Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05 Almira ***** Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20 “Life guide of Bursa” Otantik Club (Butik) Botanik Parkı T. 211 32 80 Otantik Gemi (Butik) Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34 Tiara Termal Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5 T.444 28 05 ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER Anatolia **** Çekirge Meydanı T. 233 94 00 Baia **** Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı T. 275 45 00 Beceren (Butik) Botanik Parkı T. 211 52 60 Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22 As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51 Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00 Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63 Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35 Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00 Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00 SAĞLIK / HEALTH Boyugüzel (Butik) Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99 Büyükyıldız **** Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90 Acıbadem FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44 Rentıp Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye T. 249 77 00 Retina Göz Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01 Rommer FTR Dal Merkezi Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26 Turkuaz Diş Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22 SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS Asya Spor Merkezi İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 T.249 64 55 Beyge Club Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4 Nilüfer T.453 55 00 B-Fit Spor Kulübü Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer T.244 64 68 Hat Cad. No.10 Osmangazi T.235 35 15 Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer T.452 60 52 Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım T.369 08 31 Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00 Biyofiz Tıp Merkezi Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10 Nilüfer T.246 66 66 Çelik Palas ***** Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Bursa Anadolu İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09 Crown Plaza ***** Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16 Bursa Göz Merkezi Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69 Divan **** Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07 Bursa Vatan Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40 Gönlüferah **** 1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10 Çekirge Kalp ve Aritmi Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00 Hilton ***** Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05 Dentatürk Diş FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00 Maya Spor Salonu Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza No.12 Nilüfer T.453 02 50 Holiday Inn **** Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40 Doruk Özel Bursa Hastanesi Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge T. 444 04 53 Score Fitness Spa Korupark AVM İçi T.242 68 00 Simpaş Bursa Modern T.277 00 66 Doruk Yıldırım Hastanesi Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55 Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi Konak Mah.Yaz Sok. T.451 44 15 Esentepe Tıp Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46 KUAFÖR / COIFFEUR Çok Yaşa Clup Nilpark 5.Kat T.245 68 00 İbis Hotel *** Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00 Kervansaray *** Fomara Meydanı T. 220 00 00 Kervansaray Termal ***** Çekirge Meydanı T. 233 93 00 Jimer Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67 Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00 Kitapevi (Butik) Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60 150 Konur Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40 Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20 Medical Park Bursa Fomara Meydanı T. 444 44 84 Marigold ***** 1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00 Medicabil Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12 Montania **** İstasyon Cad. Mudanya T. 544 60 00 Osmangazi Tıp Merkezi Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05 Fit In Time Esentepe Mah. İvazpaşa Sok. Esenkent Sit. No: B2/3 Nilüfer T.247 09 96 Gym Sport Agora İş Merk. Bademli T.549 25 00 Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12 Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80 Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50 Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51 Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90 Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60 Sacha Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79 Kent Meydanı AVM T. 255 63 64 FSM Bulvarı T. 453 38 55 Bademli T.549 11 42 - 43 Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98 “Bursa’nın yaşam rehberi” ÇİÇEKÇİ / FLORIST Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00 Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32 Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96 Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74 Pelit Çiçekçilik & Peyzaj Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62 MÜZE / MUSEUM Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün mesai saatleri arasında hizmet veriyor. Arkeoloji Müzesi Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18 Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor. Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı sergide. Atatürk Evi Müzesi Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16 19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk, Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29 Ekim 1973’te, müzeye dönüştürülerek ziyarete açıldı. Bursa Kent Müzesi Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26 Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı padişahının balmumu heykelleri, geleneksel ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin topografik maketi gibi objelerle bilgiler sunuluyor. Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi Umurbey / Gemlik T. 525 00 98 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar, madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor. Hünkâr Köşkü Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90 Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz, Sultan 5. Mehmet Reşad ve Atatürk tarafından da kullanılmış. Hüsnü Züber Evi Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42 1836 yılında devlet misafirhanesi olarak yapılmış, sonra Rus konsolosluğu olarak kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi. Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı Çekirge Cad. T. 232 25 90 Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu hakkında bilinen tüm kültürel motifleri barındıran müzede Ramazan aylarında günümüz hayalileri tarafından Karagöz gösterimleri yapılıyor. rehberbursa Ormancılık Müzesi Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18 Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir. Bursa’da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır. Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83 Türk İslam Eserleri Müzesi Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79 Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414 – 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz Paşa’ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri arasındadır. “Sultaniye Medresesi” adıyla da bilinir. Konak Kültür Merkezi Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00 Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41 Tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001 seri nolu araçlarını izlemek de mümkün. Uğur Mumcu Kültür Merkezi Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42 Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye T. 222 75 75 Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor. Nazım Hikmet Kültür Evi 100. Yıl Mah. Uğur Mumcu Bulvarı no:7/A T. 413 27 37 Mudanya Mütareke Evi Müzesi Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68 Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi evdir. Mütareke eşyalarının korunduğu evde, fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor. Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi Atatürk Kongre Kültür Merkezi T. 272 16 00 Cumhuriyet döneminin ilk sanayi yapılarından Merinos Fabrikası’nın tarihinin gelecek nesillere aktarılması amacıyla kurulan Türkiye’nin ilk tekstil sanayi müzesi. KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER Açık Hava Tiyatrosu Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12 Adile Naşit Kültür Merkezi Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20 Akpınar Kültür Merkezi Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk. T. 243 73 43 Atatürk Kongre Kültür Merkezi Merinos Parkı T. 272 16 00 A.V.P.Devlet Tiyatrosu Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10 Barış Manço Kültür Merkezi Mimar Sinan Cad. No.79 T. 366 02 02 Bursa Senfoni Orkestrası A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70 Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı / Osmangazi T. 225 51 50 Fethiye Kültür Merkezi Huzur Cad. Fileci Sok. Fethiye T. 243 36 63 Şehir Kütüphanesi Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49 Tayyare Kültür Merkezi Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48 Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon Görükle Kampüsü T. 294 00 00 16 mm Sinema Atölyesi F. Çakmak Katlı Otoparkı T. 222 11 12 TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION Kamil Koç T. 444 05 62 Nilüfer Turizm T. 444 00 99 U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00 Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00 Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58 Şentürkler Turizm Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66 İDO Bursa Satış Noktaları Kent Meydanı AVM T. 255 44 60 Korupark AVM T. 242 19 49 Mamis Restaurant T. 211 23 81 Park Plaza T. 244 94 01 Plaza Tur T. 234 58 58 Görükle Kampüsü T. 442 91 25 Zafer Plaza AVM T. 225 39 08 SİNEMA / CINEMA Korupark Cinetech T. 242 93 83 Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88 Setbaşı Prestige T. 221 48 06 Kent Meydanı T. 255 30 84 As Merkez Avşar T. 261 57 67 Akpınar K. M. T. 243 73 43 Altıparmak Burç T. 221 23 50 AFM Carrefour T. 452 83 00 B. Manço K.M. T. 366 08 36 TAKSİ / TAXI Altıparmak T. 222 16 44 Ataevler T. 441 88 00 Bademli T. 549 24 90 Beşevler T. 451 28 28 Çekirge T. 236 71 04 Çelik Palas T. 233 27 79 Dallas T. 233 81 22 Doğumevi T. 236 67 06 İhsaniye T. 247 47 33 Kükürtlü T. 235 12 96 Nilüfer T. 245 05 98 Uludağ T. 222 35 14 151 reklam haber 152