01.06.2015
Transkript
01.06.2015
1 Hasan Şerif SÖYLEŞİ Peşmerge bir ses Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:56 01 - 07 Haziran 2015 basnews.com S16 Üç parçadan Barzani’ye: Bağımsızlık konusunda arkandayız S04 - 05 Nazlı Ilıcak: Bağımsızlık olgunlaşmışsa önü kesilemez S10 ‘PKK ve PDK-İ çatışması İran’a yaradı’ S08 - 09 HAK-PAR Başkanı Demir: Kürd yurtseverleri bizi desteklemeli S11 Sığınmacılar için nefret çanları S14 Kanada Kürdleri Dünyanın kıyısındaki Kürd S15 toplumu Halep’te kuşatma Girêspî’de ilerleme S07 Bambaşka bir Türkiye seçimi! Türkiye siyaseti en gergin ve en kasvetli seçimlerden birini yaşıyor. Hafta sonunda yapılacak genel seçimlerin önceki benzerlerinden farklı anlamlar taşıdığı konusunda herkes hemfikir. Politik ve toplumsal alanlarda birçok şeyin eskisi gibi olmayacağı 7 Haziran’da sadece parti programlarının değil bambaşka bir Türkiye’nin de oylaması yapılacak. Kürdistan’ın hastalığı: Brakujî BİLAL SAMBUR s05 Seçim öncesi atmosfere göre 8 Haziran sabahı Türkiye uzun bir aradan sonra yeniden bir koalisyon dönemine de uyanabilir. Kasvet, gerginlik ve karmaşanın hakim olduğu seçimde çıkacak tablodan ilk etkilenecek olanların Kürdler, Çözüm Süreci ile Cumhurbaşkanı Erdoğan olacağı da herkesin üzerinde uzlaştığı bir konu. S02 - 03 8 Haziran MESUT YEĞEN Piyasanın payandası kimlik s07 FERHAT KENTEL s12 Türkiye’nin mahpus çocukları Tellere takılan hayatlar Adalet Bakanlığı’ının açıkladığı verilere göre Türkiye genelinde 510 çocuk anneleriyle birlikte cezaevinde kalıyor. Çocuk cezaevlerinin kapatılmasına yönelik sürdürülen çalışmalar devam ederken anneleriyle birlikte cezaevinde olan çocuklar, sağlıklı gelişim, eğitim, oyun ve sağlıklı beslenme haklarından da yoksun kalıyor. Karıştıkları suçlardan dolayı cezaevine kapatılan ya da annelerinin ‘suçlarına’ ortak edilen çocuklar için mücadele ederken hepsinin ortak sorusu; “Bu çocukların orada ne işi var?” S12 - 13 02 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Haziran 22015 MANŞET 7 Haziran aslında neyin seçimi? Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu güne tam 23 kez genel seçimler için halk sandık başına gitti. 7 Haziran 2015’te yapılacak 24. genel seçimler için tüm partiler hazırlıklarının son safhasına gelirken, son seçimlerin önceki 23 seçimden bariz fark ve anlamlar taşıdığı konusunda herkes hemfikir. Türkiye’de bu güne kadar yapılmış tüm seçimlerden farklı olarak toplum en gergin ve en kasvetli seçim dönemini yaşıyor. Kimilerine göre 7 Haziran sonrasında politik ve toplumsal alanlarda artık birçok şeyin eskisi gibi olmayacağı son seçimler, sadece parti programlarının değil bambaşka bir Türkiye’nin de oylaması yapılacak. Bazı partilerin ‘diktatörlük mü, demokrasi mi?’ ayrışmasının son durağı olarak da tanımladığı 7 Haziran seçimlerinde liderler ve partiler adeta savaşırcasına meydanlardan vatandaşı ikna etmeye çalışırken, yapılan anketlere göre ise vatandaşın gündeminde seçim tartışmalarının yoğunluğu ilk kez bu kadar düşük geçiyor. AKP’nin ‘yeni Türkiye ve başkanlık sistemi’ vurgularıyla götürdüğü kampanyaya CHP uzun yıllardan sonra ekonomi ağırlıklı bir kampanyayla karşılık veriyor. MHP’nin geçmişteki 10 yılı ‘ihanet yılları’ olarak tanımladığı kampanyasıyla çıktığı meydanlarda hem seçmenin hem de diğer partilerin ve medyanın ilgisini çeken bir diğer parti ise HDP. Kürdlerin sorunlarının çözümü, başkanlık, bölgesel siyaset ve dünya ile ilişkiler, işsizlik, ekonomik büyüme, bölgedeki iç savaşlar, yolsuzluk, muhafazakarlaşma, kadrolaşma, hukuk alanındaki budamalar ve basın özgürlüğü gibi tartışmaların son birkaç yılın gündemini oluşturduğu Türkiye’de sandık başı öncesinde bir kamplaşma ve cepheleşme yaşanıyor. Ortaya çıkacak tabloyu kimsenin kestiremediği, farklı anket sonuçlarının uçuştuğu ancak özellikle HDP’nin parti olarak seçimlere girme kararı ve oluşturduğu rüzgarın etkisiyle alevlenen bu vuruşmanın 8 Haziran itibariyle ortaya çıkaracağı tablo ise ülkedeki siyasi odakları ve partileri düşündüren bir etkiye sahip. Analizlere göre HDP’nin barajı geçmesi halinde AKP’nin 12 yıllık iktidarının sonunun başlangıcı olacak. AKP’nin hem başkanlık hem de Çözüm Süreci konusunda anayasal değişikliği yapabilecek sayıya ulaşmayı hayati derecede gördüğü 7 Haziran’da nasıl bir tablo ortaya çıkarsa çıksın, hiçbir partinin tam anlamıyla memnuniyet olasılığı olmadığı anlaşılıyor. İktidar partisinin Başkanlık sistemine geçişte referandumu olarak gördüğü seçimlere diğer tüm partiler de siyaset sahnesinde varlık sürdürüp sürdüremeyeceklerinin testi olarak yaklaşıyor. Seçim öncesi atmosfere göre 8 Haziran sabahı Türkiye uzun bir aradan sonra yeniden bir koalisyon dönemine de uyanabilir. Kasvet, gerginlik ve karmaşanın hakim olduğu seçimde nasıl bir tablo çıkarsa çıksın bundan ilk etkilenecek olanın Kürdler ve Çözüm Süreci ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olacağı da herkesin üzerinde uzlaştığı bir konu. Koalisyon olasılığı durumunda AKP’nin en yakın partnerinin MHP olacağı olasılığı ise Çözüm Süreci’nin nasıl bir noktaya evirileceği konusunda iyiden iyiye zihinleri karıştırıyor. AKP’nin tek başına iktidar olmayı başarıp başarmayacağı şimdiden kestirilemezse de ortaya çıkacak tablonun Türkiye için yeni ve zorlu bir aşama olacağı açık. AKP ve HDP’nin seçimlerde alacağı sonucun Türkiye’nin en uzun ve en ağır sorununu nasıl etkileyeceğini akademisyen, siyasetçi ve analistlere sorduk. Uzmanların bir kısmı önümüzdeki yılları ‘tehlike’ olarak tanımlarken, kimisi de belirsizliğin süreceği görüşünde. Beşikçi: MHP ile koalisyon olumsuzluk doğurur Mevcut durumda Türkiye’nin zaten fiilen yarı başkanlık gibi bir sistemle yönetildiğini ifade eden Sosyolog ve Araştırmacı İsmail Beşikçi seçim sonuçlarında HDP ve Kandilin rolünün zayıflama ihtimalinin olumsuz bir süreç başlatacağını düşünenlerden. Beşikçi, MHP’nin HDP rolünün sıfırlanması halinde koalisyona katılabileceğini ifade ederek, “AKP, hükümeti kuracak kadar milletvekili çıkaramazsa, HDP barajı aşarsa, AKP, MHP ile koalisyon yaparak hükümeti kurar. Bu, çözüm açısından olumsuz bir durumdur. Çözüm Süreci zaten hükümetin inisiyatifinde yürütülüyordu. Hükümetin rolü daha da artar. Kandil’in rolü, HDP’nin rolü çok daha zayıflar. Bu da devlet-hükümet için bir çözüm olur, Kürdler için değil. MHP rolünü artırır. MHP, “Kandil’in rolü, HDP’nin rolü sıfırlanırsa koalisyona varım” diyebilir. HDP barajı aşamazsa, hükümetin rolü doğal olarak artar. Kandil’in, HDP’nin süreçteki rolü zayıflar. AKP’nin 367’ye ulaşacağını düşünmüyorum. 330’u da bulamayabilir. Ama hükümeti tek başına kuracak kadar milletvekili çıkaracağı kanısındayım. Türk usulü başkanlık zaten uygulanıyor. Yargı denetiminin, siyasal, toplumsal hiçbir denetimin söz konusu olmadığı bir başkanlık. Bu fiili olarak zaten yürürlükte. Böyle bir başkanlık için MHP ile anlaşarak 367’ye ulaşmak da aranabilir” şeklinde yorumluyor. Abdulselamoğlu: MHP-AKP koalisyonu 90’lı yıllar demek HDP’nin barajı aşamaması halinde Türkiye’yi kolay günlerin beklemeyeceğini ifade eden Sosyolog - Kürdolog-Yaşar Abdulselamoğlu ise olası bir MHP-AKP koalisyonunun Türkiye’yi 90’lı yılların karanlığına sürükleyeceğini düşünenlerden. HDP’nin baraj altında kalması halinde Türkiye siyasetinin meşruiyet krizine gireceğini ve bir çılgınlaşma döneminin başlayacağını savunan Abdulselamoğlu, “AKP-MHP koalisyonu Türkiye’yi 90’lı yıllara götürür. Sorun bölgedeki diğer “çözüm” şekillerine doğru evrilir. Dört partili bir mecliste koalisyon ve hükümet oluşturma kombinasyonları daha fazladır. AK Parti MHP ile değil, CHP ile de kolalisyon kurabilir. Ayrı partilerden bazı milletvekilleri kişisel destek verebilir. “Transfer” olabilirler. Ancak, HDP merkez sol bir parti kimliğini geliştirmek isterse, koalisyon içinde yer almayabilir. Ana muhalifi oynayarak CHP’yi iktidar olmaya zorlayabilir. Bu durumda, yükseliş trendini arkasına almak ister. “Çözüm” sermayesini salt AKP’ye bırakmak istemez. HDP barajı aşamazsa, Erdoğan niyetlerini gerçekleştirir, sonradan Türkiye erken seçime gitmek zorunda kalır. Çünkü, Çözüm Süreci’ne nostaljiyi yaratacak gelişmeler olur. Örneğin %9.9 ile barajın altında kalmak Türkiye siyasetini meşruiyet krizine sokar. Türkiye siyasetinde, zaten bitmeyen çılgınlaşma yeni bir hız alır. HDP barajı aşsın, aşmasın, Kürd siyasetlerinin önünde temel sosyolojik bir ihtiyaç var, Kürdlerin modern bir bilinç ve kültürle kendilerini tanıma, tanımlama ve tanınma ihtiyaçlarına cevap verme. AKP de, seçimlerde istediği sonuca ulaşsın; başkanlık sistemine geçsin geçmesin karşısında Çözüm Süreci’ni etik bir diyalog düzeyine taşıma vazifesi var. Bu yapılmazsa, Türkiye’yi iyi günler beklemez. AK Parti Çözüm Süreci’ni kurtarmak isterse, normalde ittifakı HDP ile yapar diye düşünebiliriz. Ama HDP Erdoğan’ın “tek adam” rolünden çekindi, ayriyeten siyaseten tek adam figürüne karşı tavır almasının getirilerini farketti. Bu nedenle, Erdoğan ile uzlaşmamak HDP için ilerisi açısından karlı. Erdoğan’ın kişisel figürünün yarattığı bu özel durum olmazsa, HDP AK Parti ile tarihi bir işbirliği içine girerek, çok uzun süre devam edebilecek bir ortaklığa evet diyebilirdi. Davutoğlu, Türkiye’nin en büyük kazanımı ve sermayesinin “Çözüm Süreci” olduğunu söylemişti. Herhal bu inanılarak söylenmiş bir söz, bundan ne kastetmişti? Herkes, Kürdlerin Ortadoğu ve dünyada artan önemlerini görüyor. Güney’de Kürdler devlet ilan etmekle karşı karşıyalar. Bir yıl içinde büyük ihtimalle bu gerçekleşecektir. Irak bölünmüş durumda, Suriye bölünmüş durumda, İran’ı hiç iyi günler beklemiyor. Bölge’de etnik ve dini kimlikler tarihin en hızlı inşa süreçlerini yaşıyorlar. Bütün bunlar Kürdler için son derece önemli sosyolojik dönüşümler. HDP’yi %10’luk barajı aşma aşamasına getiren süreçler; Bölge’deki bu kimlik inşa süreçlerinden ayrı değildir. Güney’de ve Rojava’da da Kürd kimliği çekim merkezi durumuna gelmiştir. Türkiye siyasetindeki Kürd kimlik söylemlerinden; tahrip, inşa ve şeytanize etme ya da “ulussuzlaştırma” süreçlerinden farklı olarak toplumun bir muhayilliyesi vardır. Bu siyaset ya da ideolojiden daha kalıcı olan bir sosyolojik olgudur. Barajı aştıracak olan herşeye rağmen Kürdlerin toplumsal ulus muhayilliyesidir. Aslında, bugün Güney’de de Kürdleri tek başına düşünmemek lazım. Orada da Kürd kimliği bütün diğer azınlık ve kimlikleri etrafında toplamıştır” şeklinde okuduğunu belirtiyor. Sever: Baraj aşılmazsa HDP’de kırılma yaşanabilir HDP’nin ve Kürd kesiminin ihtiyaç duyduğu gücün hükümet olduğunu ifade eden Eski Milletvekili M. Emin Sever ise barajın aşılmaması durumunda HDP’ye bir fatura kesilebileceğini ve bunun bir kırılmaya neden olacağını dile getiriyor. Sever şöyle devam etti: “Hem barış sürecini devam ettirecekleri, hem de ilerde bir koalisyon ihtimali olursa, bunu yapacakları güç hükümettir. HDP’yi destekleyen bazı kesimler var; Kemalistler, Doğan Grubu ve parelelciler. Bizim çevremizde de HDP’ye oy vereceğini söyleyen Kürd olmayanlar var. Ne kadar samimi olduklarını bilemesem de, dış kesimlerden HDP’ye kendi menfaatleri için ya da AK Parti’nin tek başına iktidar olmaması veya başkanlık sistemine engel olmak için öncelik veriyorlar, kanallarında yer veriyorlar. Bu yanıltıcı bir durum. Ben devlet ile İmralı arasında neler konuşulduğunu bizlere intikal edenler dışında bilmiyorum. Kürdler, bu sorunu çözmek istiyorlarsa bunun yolu iktidarla uzlaşmaktır. Muhalefet değil, o da ancak iktidarı biraz daha yola getirerek, söylemlerine dikkat ettirerek. Örneğin; ‘Kürd yoktur, Kürd sorunu yoktur. Tek devlet, tek millet’ yerine biraz daha Kürd sorununu çözmeye evirilecek veya zıtlaşmaları engelleyecek şekilde işlenirse daha sağlıklı olur kanaatindeyim. Sonuçta mevcut cenah ve ‘altıgen’ MANŞET BasHaber 01 - 07 Haziran 2015 3 SÖYLEŞİ kesimlerle HDP’nin bu sorunu çözebileceğini sanmıyorum. Varsa, yoksa yine AK Parti ile olur çünkü Çözüm Süreci’ni biz götüreceğiz diyen kesim onlar. Diğer kesimde böyle bir söylem yok. Türkiyelileşmek ise, Türkiye’de yaşıyoruz. Ancak böylesine bir gaye, bunca mücadele ve ölüm, 30-40 yıllık süreçte 30-40 bin ölüm sonucunda Türkiyelileşmek hedefi değildir. Kürdler kendi coğrafyalarında bir takım devlet benzeri yapılar, otonom birlikler gibi Osmanlı içerisinde yaşamışlarken ‘Türkiyelileşmek’ gibi bir hedefi olmamalıdır. Kürdlerin bir statüye sahip olması gerekiyor ya federasyon ya özerklik ya da çok genişletilmiş yerel yönetim imkanı şeklinde. Egemenliklerini kendi yerel yönetimleriyle, dilleriyle, kültürleriyle, varlıkları ve her şeyleriyle kurmalılar. Hedef bu olmalı. Türkiyelileşmek için bu kadar mücadele verilmez. Türk Solu ve Alevi tabanı koalisyondan yana olmayabilir ama sonuçta hükümetin bir parçası olmak Kürd sorunun çözümü anlamın da bir takım imkanları beraberin de getirebilir. Bu imkanları insanlar isteyebilir. Bir kaç tane bakanlık diyelim. Kürd sorunun çözmek anlamın da bir takım sözler ile dışarıdan destek. Veyahut hükümet içerisinde yer almak. Batılıların, Türk Solu’nun ve Alevi tabanının AKP ile ortaklık yapılmasına hoş bakmayacağı düşünülebilir ve engel de olmak isteyebilirler ama hükümet olmanın avantajı Kürd sorununun çözümü ile ilgili bir takım anlaşmalar söz konusu olursa ortaklık gerçekleşebilir. Bu nedenle bir takım kırılmalar olabilir. Kürdler içerisinde DBP ve HDP’nin duruşundan rahatsız olan kesimler zaten var. HDP barajı geçemez ise bu kırılma derinleşebilir, süreç bize gösterecek. Baraj aşılamazda bu kırılma yaşanırsa bunun faturası birilerine kesilebilir. Bu fatura Kandil, İmralı ve HDP içerisinden muhtemelen de HDP’ye kesilir. Bu kırılmanın ardından Güney Kürdistan-KDP çizgisinde bir eğilim oluşabilir. Kısa sürede mümkün görünmese de süreç içerisinde gerçekleşebilir, çünkü Kürdlerin büyük bir kesimi bu taraftadır. Bu elbette uluslararası konjonktür ve Güney’in Türkiye ile olan ilişkilerine de bağlı. Güney’de Türkiye’nin iç politikalarına katılmayı uygun görmüyor. Bu yüzden süreç kimsenin tekelinde değil. Eğer halklar aynı haklarla yaşayacaksa bu olabilir.HDP’li olmayan Kürdler de HDP’nin barajı geçmesini isteyebilir ancak projeye karşı çıkmaya devam etmeleri de söz konusu. Türkiyelileşme hedefi bunca kıyım ve köy yakmanın yanında azdır. Türkiyelileşme, Kürd ulusunun hedefi değildir. “Türkiyelileşme” ancak tüm statülerin değişmesiyle olabilir. Kürdler, diğer azınlıklar durumunda değildir. Kürdler kendi topraklarında yaşayan bir halk. Yüzyıllarca inkar edilmiş hakları var. Birçok ülkenin boyunduruğun da yaşamış 45 milyon insanın hakları var, artık özgür yaşamaları gerekiyor. Statünün ne olacağını bilmiyorum; federasyon, özerklik, bağımsızlık olabilir ama kendi topraklarında kendi egemenliklerinin olması şart. Bucak: Türkiyelileşme masaya yatırılabilir HDP barajı geçerse, önce HDP projesi üzerinde durulacağını, Türkiyelileşme projesinin ilk gündem olacağını ancak geçememesi durumunda bu projenin ciddi ciddi masaya yatırılacağını ifade eden PDK Başkanı Sertaç da, “DBP şimdiki gibi kalacak ve HDP Türkiyelileşme projesinin devamını getirmeye çalışacaktır. Ancak PKK içerisindeki güçler dengesi veya Öcalan faktörü ne olacak. Ben eğer HDP barajı aşarsa başkanlık sistemine yani Tayyip Erdoğan’a destek vereceğini düşünüyorum. Barajı geçerse HDP’nin kendisi sorun yaşayacaktır çünkü HDP bileşeni olan bazı kesimler başkanlık sistemine sıcak bakmıyor. HDP barajı geçerse de başkanlık sistemini destekleyecek, geçmese de destekleyecek. Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” söyleminin sahipleri gerçekten siyasi insanlarsa HDP ile yollarını ayırmaları gerekir, o yüzden bir kırılma yaratır. Kuzey Kürdistan’da HDP’ye zımnen de olsa, namus belasına da olsa oy verenlerin, bir daha HDP’yi destekleyeceğini düşünmüyorum. Hatta kendi içerisinde ciddi sorunlar yaşanacaktır. Kürdler bu işin hamalı konumunda ve bu insanlar yıllardır bedeller ödedi, acılar çekti, hala da durum öyle. Bu durum da Kürdler neden Türkiyelileşme diye ısrar etsin. Kürdlerin köyleri, evleri yakılmış bu dava uğruna evlatları dağlara çıkmış can vermiş, şimdi bu insanlar sormaz mı bunca acı bunca mücadele Türkiyelileşmek için miydi diye? Bakın ben illa da Türkiye bölünsün falan demiyorum. Bu olmadan da siz Türkiye’de Kürd sorununun çözülmesini isteyebilirsiniz ama bu sorunun çözülmesi Türkiyelileşme siyaseti ile değildir. Kürd olarak kendinizi muhafaza edebilir ve bu sorunun 03 yasal çözümünü ve kendi kendinizi yönetmeyi isteyebilirsiniz. Zaten HDP’nin arkasındaki güç, bu söylemler ile bu kadar büyüdü ve bu halkın teveccühünü kazandı. Eğer şimdi bunu yapmazsa bundan vazgeçerse, bu halk da kör değildir diye düşünüyorum. Halk bazı şeyleri görecektir. Seçimlerden sonra şu veya bu şekilde kırılma yaşanacaktır. Kırılmanın dozajı farklı olabilir tabi. HDP seçimden sonra barajı geçemezse bazı şeylerin yeniden tartışmaya açılacağını ve itirazların dile getirileceğini düşünüyorum” dedi. mümkün değil. Ben bunun gerçekleşeceğine imkan vermiyorum zaten. Çünkü diğer partilerin tümü hatta AKP’nin içindeki gelenek unsurlar bile başkanlığa karşı. Daha bugün izledik Bülent Arınç’ın açıklamalarını, kendisi ve çevresi bile karşı böyle bir olaya. Yani bu Türkiye’nin önceliği de olamaz. Cumhurbaşkanı olarak ‘’Hangi yetkisi eksik de başkanlık sistemini istiyor’’ diye AKP içinden tepkiler var diğer partiler zaten tepkide onun için ben bunun gerçekleşeceğine ihtimal vermiyorum” yorumunda bulundu. Bayrak: Koalisyon olumsuzluk getirir Türkiye’de ki baraj dünyanın hiç bir yerinde örneği olmayan anti demokratik bir uygulama olduğunu ve seçimlerin ilginç sonuçlara gebe olduğunu ifade eden Araştırmacı Mehmet Bayrak da, “Bu başlı başına demokrasi önünde bir engel. Ben HDP ‘nin barajı aşacağına inanıyorum. Daha önce AKP’ye yönelen dindar Kürd kesimi HDP ‘ye yönelmiş durumda. HDP’nin meclise girmeye yakın sıralara Alevi adayları yerleştirmiş olması da başlı başına bir olay. Bundan dolayı önceden CHP’ye veren Alevi kesim artık AKP’ye oy vermiş dindar kesim ve bundan önce hiç birine oy vermeyen solcu kesimde HDP’ye yönelmiş durumda. Yapılan tespitlerde HDP’e barajı geçmesi durumunda 60’a yakın milletvekili sahibi olacak barajı geçmemesi durumunda AKP’ye kayacak küçük bir bölümü de CHP’ye kayacak. Bizim umudumuz Türkiye demokrasi açısından Kürd sorununun demokratik çözümü aşamasında HDP’nin barajı geçmesidir. Bu olmazsa eğer AKP-MHP ile koalisyona girerse bu mutlaka belli ölçüde olumsuz etkileyecektir. Zaten MHP Türk milliyetçiliğine oynuyor. Bu nedenle o kesimi kaybetmemek için bunu dizginlemeye çalışacaktır. AKP’de kararlı bir duruş sergilemiyor. Toplumsal genleşme yasaları her zaman mevcut yasaların üzerindedir. Bu nedenle de Kürdler parlamento dışında da olsa mücadeleyi sürdürecektir. Belki vadesi uzayacak ama artık Kürd meselesi yoluna girmiş ilerlemeye devam edecektir. Toplumsal gelişme yasaları tüm yasaların üstündedir. Biz yaklaşık 40-50 yıl Türkiye tarihinin hem tanıkları hem sanıklarıyız . Gerek Kürd meselesi, gerek demokrasi sorunlarında hangi noktadan hangi noktaya geldiğimizi yaşayarak gördük. Bu noktadan sonra artık dünya kamuoyuna bu ölçüde mal olmuş ayrıca Türk kamuoyunun desteğini sağlamış bir olgunun oluşumun Türkiye’nin demokrasi sorunları Kürd sorunları için söylüyorum bunun düzgün durması mümkün değil ancak bu sivil yaşamda HDP mücadelesini diğer bileşenlerle birlikte sürdürürken bunun önüne çıkacak engeller toplumda çatışmalara kırgınlıklara yol açabilir. Kaçınılmaz olan Kürd sorunun çözümü devam edilecektir. Başkanlık oluşumu tamamen akıl dışı, toplumsal gelişmişliğimize gerçekliğimize aykırı makam olarak görüyorum. Cumhurbaşkanlığının hangi yetkisi eksik de başkanlık sistemiyle Tayyip Erdoğan devleti yönetmeye kalkışırsa daha başarılı olacak, yani önümüzdeki engel ne? Parlamento çoğunluğu kendisinde. Cumhurbaşkanı olarak dokunulmazlığı var, hem de imza yetkisi var. Şimdi bu mevcut cumhurbaşkanlığıyla tam genleşmeyi sağlayamayan şahsiyetin başkanlıktan sonra bir şey göstereceğine inanmak mümkün değil zaten Türkiye’nin gerçekleşeceğine de Vahap Coşkun: Koalisyon ihtimali görmüyorum HDP barajı aşsa da aşmasa da ufukta bir koalisyon durumu görmediğini ve ancak 7 Haziran seçimlerinin öneminin tartışmasız olduğunu dile getiren Akademisyen Vahap Coşkun ise HDP’nin barajı aşası halinde Çözüm Süreci konusunda bir rahatlama yaşanacağı kanısında. Coşkun şöyle devam ediyor: Ufukta koalisyon ihtimali düşünmüyorum. HDP barajı aşarsa da yine tek başına iktidar olacaktır. Çoğunluğunun derecesini belirler. Hem çözüm sürecinde rahatlama meydana gelir aştığında. İslamcılardan sonra Kürdler de kendi parti ve kimlikleri ile meclise girmiş olur çözüm sürecinde güçlü bir aktör haline gelirler. Eğer barajı aşmazlarsa hükümetin nasıl bir taraf olacağına bağlı aşmasa da yine de bu süreci HDP ile devam ettirebilir. HDP ile olmazsa da kandille doğrudan da görüşebilir. Ya da bir komisyon kurulabilir. Yanlış bir tartışmada başkanlık sistemi insanlık nasıl bir başkanlık sistemi hangi parametrelere dayandığı nasıl yerel yönetimler olacağını görüşlerini belirtmiyorlar. Başkanlığına karşıyım sadece bunları konuşuyorlar. Eğer bir başkanlık sistemiademi merkeziyetçi bir yapıya dayanıyorsa Kürd sorunun çözümünde sorun çıkarmaz ama tüm yetkileri bir araya toplayan bir sistem olursa hem demokrasi için hem Kürd sorunu için sorunlar olabilir. O nedenle önemli olan nasıl bir başkanlık sisteminin olacağıdır. Bayramoğlu: Koalisyon değil erken seçim gündeme gelir HDP’nin barajı aşıp aşmamasının doğrudan Çözüm Süreci’ne etki edeceğini ancak HDP’nin barajı aşması durumunda bir koalisyon zorunluluğunun gündeme gelebileceğini dile getiren Gazeteci Ali Bayramğlu, ancak bunun da erken seçimi tetikleyecek bir unsur olacağı kanısında. Bayramoğlu, “HDP barajı aşarsa AKP tek başına hükümet kuramaz. Koalisyon dönemine girmeyiz yeni seçim dönemine gider. Erken seçim olur meclis fesholur. Koalisyon ihtimali çok düşüktür ama öyle bir şey olursa çözüm süreci biter ama ben böyle bir ihtimali düşünmüyorum. Barajı aşmadığı takdirde HDP’nin mecliste olmazsa çözüm sürecinde önemli eğer anayasa olacaksa çözüm süreci için HDP’nin mecliste olması lazım. Kürt hareketi çözüm sürecini seçim sonuçlarından daha fazla önemsiyor. Süreci olumsuz etkiler Kürd hareketinin İmralı ile Kandil ile HDP ile sivil toplum örgütleriyle yani tüm bileşenlerin bu bağı koparacaklarını zannetmiyorum. Başkanlık sistemlerinde bu koşullarda mümkün gözükmüyor tek Kürd sorunuyla ilgili ciddi bir çözüm önerisiyle ciddi bir anayasayla ancak olabilir. Ama şimdiden bunu kestirmek mümkün değil“ dedi. 04 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Haziran 42015 HABER HABER BasHaber 01 - 07 Haziran 2015 5 SÖYLEŞİ Bağımsızlık konusunda arkandayız Barzani’ye üç parçadan destek: biraz Kürdlerin geleceği ve ortak ittifakı gerçekleşmeden bir çağrı ile bağımsız Kürdistan’ın gerekleşmesi gerçekçi görünmüyor. Bundan önce Sayın Barzani’nin de bütün Kürd örgütlerinin de bunun için emek ve çaba sarf etmesi gerekiyor. Kürdlerin ortak kaderini belirleyecek olan stratejik bir hedefin belirlenmesi adına bunların mutlaka ortaklaştırılması ve bu yönüyle değerlendirme yapılması gerektiğini düşünüyorum. almıştı. Diyarbakır’da Özcan Şahin gençlik örgütlerinin başlattığı çalışmaların Kürdistan Bölge Yöyanı sıra, çok sayıda netimi Başkanı Mesud imza kampanyası da hala Barzani, ABD ziyareti devam ediyor. Güney dönüşünde bağımsızlık Kürdistan’dan bağımsızlık konusunda Kürdlerden arkasında dururlarsa ba- konusunda verilen desteğımsızlık ilan edileceğini ğe, diğer parçaların nasıl katkı sunacağı ya da nasıl açıklamıştı. Obama ile yaptığı görüşmede bağım- bir tartışma yürüttüğü ise sızlıktan geri adım atma- merak konusuydu. Doğu, Batı ve Kuzey yacakları konusundaki Kürdistan’dan çok sayıda kararlarını ileten Barzasiyasi parti temsilcisi, ni, Kürd siyasetinden de akademisyen ve kanaarkasında durmalarını at önderi BasHaber’e, istemiş ve tüm siyasi çevrelerden destek içeren Barzani’nin çağrısı konusunda düşündüklerini ve mesajlar gelmişti. nasıl katkılar sunacakBarzani’nin açıklaması larını ifade etti. Farklı ardından dünyanın her parçalardan Kürd siyasi köşesinde yaşayan Kürdtemsilcileri büyük oranda ler bağımsızlık heyecanı Barzani’ye, ‘arkandayız’ yaşamaya başlarken çok sayıda kampanya da start mesajı verdi. Fehmi Demir HAKPAR Genel Başkanı Irak’ta, Kürdlerin tercihinin de ötesinde artık Şii, Şünni ve Kürdlerin bir arada yaşama şansı yok gibi görünüyor. Kürdistan Başkanı Mesud Barzani de bunu görüyor ve buna göre tedbirler alıyor. Bence de artık Irak’ta bu üç grubun bir arada yaşama şansı yok. Irak’ın bir bütük olarak kalma şansı bulunmuyor. Bu nedenle de artık bu dönem Kürd halkı için yollarını ayırma vaktidir. Biz de Kürd halkının vereceği her kararın arkasında dururuz. Mustafa Özçelik PAK Genel Başkanı Biz Barzani’nin bu girişimini destekliyoruz. Güney’de Bağdat yönetimi her geçen gün Kürdlerle birlikte yaşamak istemediğini daha çok gösteriyor. Bu anlamda bağımsızlık dışında bir çözüm bırakmıyorlar Kürdlerin önün- de. Elbette ki Kuzey Kürdistan’da da bu gibi çabaları desteklemek önemlidir ama bizce en önemli destek Kuzey Kürdistan’da da Kürdlerin devletleşme kendi kaderlerini tayin hakkı ve özgürlük mücadelesinin geliştirilip daha geniş kitlelere ulaşmasıdır. Sertaç Bucak PDK Genel Başakanı Güney Kürdistan’daki çağrının Kuzey’de pek duyulmaması belki seçimlerle alakalıdır ama Kuzey’de bizim konuştuğumuz insanların büyük kesimi sayın Barzani’nin açıklaması karşısında heyecanlandıklarını söyledi. Bağımsızlık bütün Kürdlerin yüzyıllardan beri var olan hayali ve rüyasıdır. Bu yüzden bunun gerçekleşmesinden bütün Kürdler memnuniyet duyacaktır. Şêx Misbah Yaruk Kanaat önderi Azad Mistefî KDP-İ Yöneticisi Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlığa doğru adımlar atmak isterse Doğu Kürdistanlı partilerinin tutumları da pozitif bir şekilde açığa çıkacaktır. Ayrıca yakın tarihte de Doğu Kürdistanlı gruplar Güney Kürdistan’ın kazanımlarını savunacaklarını etkin bir şekilde ispat ettiler. Şüphesiz Kürdistan’ın bağımsızlık talebi için pratikte de hareket edeceğiz ve bu tarihî karara her şekilde desteğimizi sunacağız. Mustafa Barzani’nin kafasındaki şaşıkın altında bir proje vardı. O proje şu anda Mesut Barzani’nin kafasındadır. Bu proje Kürdistan’ın bağımsızlığıdır. Bunun gerçekleşmesi çok yakındır. Sadece IŞİD’in Kürdistan’da bitmesi ve uluslararası güçlerin desteğini bekler durumdayız. Şu anda Barzani çok başarılı adımlar atıyor. Bu yüzden halkının yüzde doksanı da arkasındadır. En fazla bir yıl sonra bu davanın biteceğini ve Kürdistan devletinin kurulacağını düşünüyorum. Eğer orada bir Kürdistan devleti kurulursa bu dört parça Kürdistan’ı aydınlatacak bir ışık olur. Şimdiden hepimizin gözü aydın demek istiyorum. Adem Özcaner Azadî Genel Sekreteri ve HDP Van Milletvekili Adayı Mesele eğer Kürd siyasetinin, Kuzey Kürdistan’da, Güney Kürdistan’ın devlet olma hakkını desteklemesi ise bunun tartışılması bile abesle iştigaldir. Güney Kürdistan halkının kendi kaderini belirlemesi, evrensel, insani, İslami hukuk açısından son derece meşru bir haktır. Doğal olarak, Kuzey Kürdistan’ın siyaseti ve siyasal güçleri bunun karşısında ebetteki kürd halkını farklı bir yönlendirmesi doğru olmaz. Kuzey Kürdistan’daki siyaset biliyorsunuz bir mücadele sürdürmektedir ve bunu henüz elde etmediği için resmi bir statüye de sahip değil. Bunun için burada belirleyici bir pozisyon alması mümkün değildir. Mevcut dört parçalı yapı ve her parçanın farklı devletlerle mecburen geliştirdiği ikili ilişkiler diğer parçalara olumlu yaklaşımlar sergilemesinin önünde engel teşkil etmektedir. Bu her parçada var olan bir realitedir bunu herkesin görmesi lazım. Fakat bir bütün olarak dünya kamuoyu ve Ortadoğu’daki dinamik- ler ve kürd halkının tamamı. Güney Kürdistan’da bir devletleşme sürecinin bir referandumla nihayet bulması ve bunun da Kürd halkının iradesine uygun bir biçimde bağımsız bir devletle neticelenmesi herkesin anlayışla karşılayacağı ve destekleyeceği bir tercih olacaktır. Soran Palanî - Kürdistan Emekçiler Topluluğu Dış İlişkiler Sorumlusu Bu devletin korunmasına hizmet etmek için önceden de hazırdık, şimdi de hazırız. Devlet talebi, tüm Kürdlerin talebidir. Tüm Kürdlerin bu konuya güçlü bir destek vermesi gerekmektedir çünkü devlet talebi egemenlik talebidir ve tüm tarafların bu konu üzerinde durması gerekmektedir. Biz yeni oluşacak olan bu devlete sadece destek olmakla kalmayıp aynı zamanda aktif destek sunmak için de hazırlanıyoruz. Kemal Aktaş HDP Van Milletvekili Bu tür meseleler bir kişinin çağrısıyla öyle hemen gerçekleşebilecek bir durum değildir. Dolayıyla bunların gerçekleşmesinden önce Kürdler arası ulusal bir ittifak ve birliğin sağlanması gerekiyor. Bu anlamda öncesinde ulusal kongrenin gerçekleşmesi de gerekebilir. Sayın Barzani’ninin de yıllardan beri gündeme getirdiği Kürdler arası ittifak bir araya gelip tartışılmadan, Hisên Naso Rojavalı Siyasetçi ve Hukukçu Sayın Mesud Barzani birçok kez bir Kürd devletinden söz etmiş ve bunun Kürd halkının hakkı olarak nitelendirmiştir ve son dönemlerde, bağımsızlık dosyası Amerikan başkanının masasına konulmuştur. Kürd devleti talebine yönelik çabalarında büyük adımlar atmıştır. Sayın Barzani belki de bağımsızlık ilanı için uygun durum ve zamanı beklemektedir. Özellikle, Irak’taki bileşenlerin ortak yaşaması mümkün değil çünkü birbirlerinin kanlarını dökmüşler. Irak daha düne kadar federalizmi reddeden Sünni bileşenler, federalizmi şu anda Irak’taki tüm bileşenlerden daha fazla istemekteler. Yani Irak’taki genel görüş artık değişiyor. Daha önceleri bu reva görülmüyordu. Rojava Kürdistan’ından bir hukukçu olarak bir Kürd devletini bir hak olarak görüyorum. İlahî ve yazılı tüm yasalarda göre, belge ve uluslararası anlaşmalara göre. Ahlaki ve ulusal sorumluluğumuzdan kaynaklı, her parçadan Kürdleri aynı şemsiyenin altında toplayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin çabalarına desteğimizi iletmemiz lazım. Ahmad Qasım Suriye İlerici Demokrat Kürdleri Başkanı Bağımsız bir devlet tüm dünya Kürdlerinin rüyasıdır. Acaba içinde yaşadığımız zaman, bağımsız Kürdistan’ın ilanına el veriyor mu? Bu Sayın Barzani’ye bağlı. Eğer zaman ona yardım ederse bir Kürd’ün buna karşı çıkacağına inanmıyorum, niye böyle yapıyorsun diyeceğini sanmıyorum. O Kürdlerin rüyalarını gerçekleştiriyor. Eğer bağımsızlıkla ilgili bir adım atılırsa, zamanlama uygunsa ve uluslararası toplum buna destek verirse her Kürdün, evinde mutlu olacağını ve destek vereceğine inanıyorum. Sadece bir parti değil, tüm halk destek verecektir. Eğer Irak Kürdistan’ı devletleşirse ve dünya devletleri buna destek verirse buna tüm Kürdler sevinir. Kimsenin bağımsızlık ilanının önüne geçmesi mümkün değil, ama durum uygun mu değil mi, bunu Sayın Barzani bilir, halk bunu bilemez. Ayrıca Rojava partileri onun kadar anlamıyor, çünkü onun devletlerarası arenada ilişkileri var, dostları var. Bağımsızlık ilanının zamanlamasını o bilir. Ayrıca Amerika destek veriyor mu, uluslararası toplum destek verecek mi, esas mesele bu. Rojava partileri ellerinden ne gelirse, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanını destekleyecektir. 05 Kürdistan’ın ölümcül hastalığı: Brakujî BİLAL SAMBUR DAİŞ çeteleri, Irak’ta ve Suriye’de ilerlemeye devam ediyorlar. Irak’ta Enbar eyaletinin başkenti olan Ramadi’nin ve Suriye’de antik kent Palmira’nın DAİŞ çetelerinin eline düşmesi, Ortadoğu’da yeni büyük tehlikenin DAİŞ olduğu gerçeğine dünyanın dikkatlerinin çekilmesine neden oldu. Ancak bütün yaşananlara rağmen, dünyanın DAİŞ tehlikesini anladığından emin değilim. Dünya, DAİŞ tehlikesini anlamaktan çok, Palmira gibi insanlık mirasının bir parçası olan antik kentin bu çetenin eline düşmesinden kaygılanmış gözüküyor. Dünya, sorunun kaynağını anlamak yerine, sorunun neden olduğu felaketler arasında seçici davranarak kaygılanma yolunu seçiyor. DAİŞ, Kobani’de büyük bir mağlubiyet yaşadı. Ancak Kobani zaferi, DAİŞ’in Rojava için tehlike olmaktan çıktığı anlamına gelmemektedir. DAİŞ çeteleri, Kobani başta olmak üzere Rojava’nın bütün yerleşim yerlerine saldırmaya devam etmektedirler. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı Peşmerge güçleri, birçok cephede DAİŞ’le mücadele halindedirler. DAİŞ, Rojava’da ve Kürdistan Bölgesi’nde başat tehdit olmaya devam etmektedir. DAİŞ var olduğu sürece, Rojava ve Kürdistan’da Kürdler güvende olmayacakları gibi, özgürde olamayacaklardır. DAİŞ’in Kürdistan’ın varlığını tehdit ettiği bir ortamda Doğu Kürdistan-Güney Kürdistan sınırında bulunan Kelaşin bölgesinde iki Kürd grubu arasında çatışma çıktığına dair haberler gelmeye başladı. Yaşanan çatışma sonucunda bir peşmerge hayatını kaybetti. Gerilim ve çatışma sonrası taraflar, birbirlerini suçlayıcı ifadelerde bulundular. Kelaşin gerilimi, Kürdler arasında kadim zamanlardan beri var olan kardeş kavgası ve kardeş kanı dökme hastalığını gündeme getirdi. Kürdler, kardeşin kardeşi öldürdüğü kavgaya Bırakuji demektedirler. Kürdler arasında kardeş kavgası ve iç çatışma, Kürdistan’ın en kadim hastalığı, korkusu, zaafı ve sorunudur. Kelaşin gerilimi, Kürdler arasında iç savaş endişesinin derinliğini ve kapsamını ortaya çıkaran önemli bir gelişme olmuştur. Kürdistan coğrafyasında şimdiye kadar Kürd kabileler, partiler ve gruplar arasında sayısız iç çatışma çıkmış ve bu çatışmalar sonucunda kardeş kardeşi öldürmüştür. İç çatışmaların hiçbirinde bir tarafın haklı, diğer tarafın haksız olduğunu söylemek mümkün değildir. Bütün kabile içi, parti içi, örgütler arası veya bölgesel düzeyde gerçekleşen iç çatışmaların temel nedeni, iktidar olma ve hakimiyet olma saplantısından kaynaklanmaktadır.Kendisini Kürdistan’ın ve Kürdlerin hakimi olarak gören yapılar, Bırakujiye neden oldular ve herkesin büyük acılar ve kayıplar yaşamasına neden oldular. Kardeş kavgası, hiç kimseyi iktidar yapmadığı gibi hakim durumada getirmemektedir. Kardeş kavgası sonucunda taraflar, ellerindeki güçlerini de yitirmekte ve zayıflamaktadırlar. Kürd yapıların, kendi aralarında iktidar ve hakimiyet için kardeş kanı dökmemeyi öğrenmeleri gerekmektedir Kürdlerin kendi aralarında çatışmaya olan eğilimleri ve hazır bulunuşlukları, bölge devletleri tarafından kolaylıkla kullanılmaktadır. İran gibi devletler, son olayda olduğu gibi, Kürd gruplar arasında çatışmanın olmasını istemektedir.Kürdlerin kendi aralarında çatışması İran gibi devletlere Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde büyük bir iktidar ve nüfuz alanının oluşmasına neden olmaktadır. Her toplum gibi Kürdlerin değişik kesimleri arasında da farklı düşüncelerin, çıkarların ve politikaların olması doğaldır. Ancak doğal olmayan şey, Kürdler arasında sorunları kardeş kavgasıyla yani Bırakujiyle çözmenin içselleştirilmiş olmasıdır. Kürdler, Bırakuji olarak nitelendirilen ölümcül hastalıklarıyla yüzleşmeli ve şu yalın gerçekliğin farkına varmalıdırlar: Bırakuji, çözüm değil sorundur. Kürdler, sorunlarını kardeşin kardeşi yok etmesiyle çözemeyeceklerdir. Kürdler, kendi aralarında ve içlerinde bulunan Bırakuji hastalığını tasfiye ederlerse normalleşeceklerdir, gelişeceklerdir, demokratikleşeceklerdir, olgunlaşacaklardır ve özgürleşeceklerdir. Kürdistan ve Kürdler için tek çıkış yolu, Bırakujinin tasfiyesidir. 06 HABER BasHaber 01 - 07 Haziran 2015 Dünya bağımsız Kürdistan’a hazır G üney Kürdistan’da gündemi meşgul eden önemli konulardan biri PKK ile PDK-İ arasındaki çatışma ve ardından gelişen diyalog kurma çalışmaları iken, Barzani’nin ABD ve ve Avrupa seyahati ve Rus devlet yetkililerinin Erbil ziyaretleri ile birlikte bağımsızlık ve referandum için destek çalışmalarının yankıları da devam ediyor. Öte yandan Kerkük’te başlanan referandum çalışmaları da dikkat çekiyor. Batı medyası ise artık bir çok ülkenin Kürdistan’ı bağımsız bir devlet olarak gördüğü yününde analizlerle bu konuda Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasının fiilen imkansızlaştığının teyidi gibi. Bu yeni durumun IŞİD’in Irak’a girip önce Musul ardından Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı Ramadi, Ambar, Tikrit ve diğer yerleşim yerlerini ele geçirmesiyle başladığını ve Kürdlerin bağımsızlık talebinin Ortadoğu’nun yeniden dizaynıyla örtüştüğü yönündeki değerlendirmeler yapılıyor. Bağımsızlık için şartlar daha uygun Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani’nin ABD ve Avrupa temasları ardından dile getirdiği ‘Artık bir çok ülke Kürdistan’ın bağımsızlığını destekliyor’ sözünden yola çıkarak bir analiz haber yapan Alman Deutsche Welle haber ajansı, mevcut şartların Kürdlerin bağımsızlık ilanına uygun bir ortam sağladığını ve bu konuda Kürdlerin kuşkulu olduğu Türkiye’nin de bu isteme sıcak bakabileceği yönünde işaretler verdiğini vurguladı. Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda söylediği ‘Irak’ın iç meselesidir. Türkiye ile bir ilişkisi yoktur’ demecine vurgu yaptığı haber analizinde, bunun Kürdlerin bağımsızlık isteminin önündeki en büyük engelin kalktığı şeklinde yorumlanmış. Hamburg Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Yaşar Aydın’ın, ”Kürd devleti artık Türkiye’yi endişelendirmiyor” sözlerinin de alıntılandığı haberde Prof. Aydın’ın ‘Türkiye’nin güneyinde kurulacak bağımsız bir Kürd devletinin Türkiye’deki Kürd sorununun çözümüne de katkı sağlar’ değerlendirmesi dikkat çekti. Haber analizde, Barzani’nin ABD’li yetkililerle gerçekleştirdiği görüşmede sergilediği tutumun Kürdlerin bağımsızlık konusundaki kararlılığını gösterdiği vurgulandı. Öte yandan, Kürd kamuoyunda ise Barzani’nin ABD, Avrupa ve diğer yurtdışı temasları ardından geldiği Erbil’de, “Arkamda durursanız bağımsızlığı ilan ederim.” çağrısının Kürdleri bir bütün olarak bağımsızlığa hazırlama ve Kürdler arası çıkabilecek aykırılıkları gidermek amacıyla yapıldığı ve bu açıklamanın aynı zamanda Batı’nın Kürdistan’ın bağımsızlığına, Irak’taki IŞİD’ hamlesinden dolayı daha olumlu yaklaştığının teyidi olarak değerlendirilmekte. Bu değerlendirmelerde Arap ülkelerinin ve şimdi de Türkiye’nin tavrının olumlu olduğu ama İran’ın bu isteme sıcak bakmadığı dile getiriliyor. Türkmenler yeni anayasadan eşit yararlanacaklar Fiilen Kürdistan Bölgesi’ne bağlı olan ama merkezi yönetim açısından hala sorunlu bölge kategorisindeki Kerkük’ün Kent Meclisi Türkmen Temsilcileri Kürdistan Parlamentosu Başkanı Yusuf Muhammed ile görüşmelerinde, Kürd ve Türkmenlerin Kerkük’ün iki kadim halkı olduğunu ve iki halkın dostluğunu pekiştiren bir çok ortak değer olduğunu söylediler. Görüşmede Güney Kürdistan’da yazımı devam eden yeni anayasada Kürdistan’da yaşayan tüm etnik ve dini kesimlerin haklarının güvence altına alınacağını söyleyen Parlamento Başkanı Muhammed ise devamla, Irak’taki tartışmalı bölgelerdeki halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip olacağını ve hiçbir yerin zorla istemedikleri bir yönetim altına sokulamayacağını söyledi. Muhammed, Kürdistan’a Bölgesi’ne bağlanacak tartışmalı yerlerdeki hakların bütün haklarının Kürdistan Bölgesinin yeni anayasasında güvence altına alınacağını belirtti. Kürdistan Bölgesi Parlamento Başkanı Yusuf Muhammed’ten sonra Kerkük Kent Temsilcilerini kabul eden Başbakan Neçirvan Barzani ise Türkmenlerin Kerkük’ün asli unsurlarından biri olduğunu ve hiçbir unsurun Kerkük’e tek başına hükmedemeyeceğini söyledi. Kürdistan Bölge Hükümeti’nin resmi internet sitesinde yayınlanan açıklamaya göre, Kerkük Kent Meclisi’ni kabul eden Barzani’nin, “Türkmen meselesi, bizim için yalnızca Kerkük’te oturan Türkmen nüfusuyla sınırlı değildir. Türkmenler, Kürdistan Bölgesi’nin ve Kerkük’ün asli unsurudur” şeklinde konuştu. Kürdistan Bölge Hükümeti’nin resmi sitesinde yayımlanan açıklamaya göre, Kerkük İl Meclisi temsilcileri ve Kürdistan Bölge Yönetimi milletvekillerinden oluşan Türkmen heyeti kabul eden Barzani, “Türkmen meselesi, bizim için yalnızca Kerkük’te oturan Türkmen nüfusuyla sınırlı değildir. Türkmenler, Kürdistan Bölgesi’nin ve Kerkük’ün asli unsurudur” diye konuştu. Kerkük’te IŞİD’e operasyon Savaşın seyrinin Sünni yoğunluklu kentlere yöneldiği Irak’ta, Peşmerge’nin savunma çemberlerine yanaşamayan IŞİD mensupları sivil kıyafetlerle girdikleri Kerkük kent merkezinde de, yapılan istihbarat faaliyetleriyle yakalanmaktan kurtulamıyorlar. Kerkük ve çevre yerleşim yerlerinde gerçekleştirilen operasyonlarla bombalı saldırılar gerçekleştirmek için faaliyetler yürüten 5 IŞİD mensubunun yakalandığı bildirildi. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Kerkük Polis Müdürü Serhad Kadir, yürüttükleri istihbarat faaliyetleri neticesinde bombalı saldırı hazırlığındaki 5 IŞİD mensubunun polis güçleri tarafından yakalandığını söyledi. Kadir yakalandıktan sonra sorguya alınan IŞİD mensuplarının Kerkük’te Peşmerge güçleriyle defalarca çatışmaya girdiklerini itiraf ettiklerini belirtti. Kürdistan’daki savaş cephelerine saldırı gerçekleştiremeyen IŞİD’e bir darbe da Ninova, Selahaddin ve Ambar’dan vuruldu. Bu bölgelerde Irak ordu birlikleri ile Koalisyon Güçlerinin hava saldırıları neticesinde çok sayıda IŞİD mensubunun öldürüldüğü bildirildi. Irak Savunma Bakanlığı’nın bu bölgelerdeki ortak operasyonlarla ilgili yaptığı açıklamada hava desteğiyle gerçekleştirilen operasyonlarda IŞİD’in bu bölgelerdeki karargahlarının ve mühimmat depolarını vurulduğu ve 103 IŞİD mensubunun öldürüldüğü ve çok sayıda mühimmat deposunun da havaya uçurulduğu bildirildi. Savunma Bakanlığı açıklamasında Selahaddin’in Elayin bölgesinde 23 Bağdat’ın El Kerme kazasında 45 olmak üzere bu bölgelerde 68 IŞİD mensubunun öldürüldüğü bildirildi. BasHaber HABER 01 - 07 Haziran 2015 Halep’te kuşatma Girêspî’de ilerleme S Çimen Gümüş uriye’de başlayan iç savaşın ardından kendi bölgelerinde özerklik ilan eden ve ardından El Nusra ve IŞİD saldırılarına maruz kalan Kürd güçleri, Rojava’yı adım adım IŞİD’den temizlemeye devam ediyor. IŞİD’in Kobanê’ye saldırısının ardından Peşmerge güçlerinin de desteğiyle kenti kurtaran Kürd güçleri sürekli olarak hem IŞİD’in yeniden saldırılarına maruz kalıyor hem de Hasekê, Cezîre, Serêkaniyê ve viraneye dönen Kobanê’de mücadeleye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Hasekê’nin stratejik bölgelerinden olan Abdulaziz Dağı IŞİD’in elinden kurtarılarak Kürd güçlerinin eline geçmişti. Stratejik önemi büyük olan bu dağın ele geçirilmesinin ardından Hasekê’de askeri dengeler değişmiş, IŞİD’in büyük kayıp vermişti. Hasekê’de IŞİD işgali altındaki birçok Asuri köyü kurtarılırken, Serêkaniyê’de ve Cezîre’de ise IŞİD’e karşı başlatılan operasyonlar yeni köyler ve bölgelerin kurtarılmasıyla devam ediyor. Son olarak Cezîre ve Kobanê bölgeleri arasında bulunan ve Arapların yerleşik olduğu IŞİD’in kontrolündeki Kürd kenti Girêspî’ye yönelik büyük bir kurtarma operasyonunun başladığı bilgileri geliyor. Stratejik olarak büyük bir öneme sahip olan Girêspî’nin kurtarılması ile Cezîre ve Kobanê arasında bir koridorun açılması planlanıyor. “Kobanê’nin doğu, batı ve güney tarafları IŞİD tarafından kuşatılmış durumda. Kentte mazot başta olmak üzere, çok fazla eksik var. Biz mazotun litresini Kobanê’de Suriye parasıyla 500 liraya alıyoruz ama Cezîre’de 30 liraya satılıyor. Çok büyük bir fark var. Neredeyse bütün ihtiyaçlarımızı mazot üzerinden karşılıyoruz. Savaştan yeni çıktık ve sadece yardım alarak yaşayabiliyoruz. Bu koridorun açılaması bizim açımızdan çok faydalı olacak” dedi. Sebze, meyve ve diğer ihtiyaçların da Türkiye üzerinden karşılanmaya çalışıldığını aktaran Kurdo, Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın ticarete kapalı olduğunu ve sadece sivillerini dönüşüne açık olduğunu belirterek, “Sadece Kobanê’ye dönenler yanlarında eşya getirebiliyorlar” dedi. Girêspî’nin kurtarılmasının Kobanê ile Cezîre’nin birleşmesi anlamına geldiğini ifade eden Kurdo, “Böylece Kobanê rahat bir nefes alabilecek. Başta mazot olmak üzere tüm ihtiyaçları Cezîre’den karşılanacak. Yine coğrafi ve askeri olarak da bizim için çok önemli yararlar sağlayacak” diye konuştu. Kobanê’nin köylerinde ilerleme devam ediyor Üç ay önce IŞİD’den kurtarılarak kenti boşaltan sivillerin geri dönmeye başladığı Kobanê’de yeniden kuruluş çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Oluşturulan meclisler projeler üzerinde yoğun bir şekilde çalışırken, dışarıdan Girêspî’ye sadece Suluk 5 sivil toplum örgütünün kasabası kaldı de kente gelerek çalışmaYPG güçleri, ÖSO ve Burkan ya başladığı belirtiliyor. El-Fırat grubunun ortak olarak Kobanê’nin doğusunda başlattığı Girêspî operasyove güneyinde de Kürd Rojava’da son iki hafta içinde Abdulaziz Dağı’na nu Kobanê’nin doğusu ve ulaşarak bölgeyi IŞİD’ten temizleyen Kürd güçleri ar- güçleri ve IŞİD arasındaki Serêkaniyê’nin batısından dından Kobanê ile Cezire arasında bulunan Girêspî’nin çatışmalar devam ediyor. başladı. Stratejik öneme sahip kurtarılması için geniş kapsamlı bir operasyon başlattı. Kobanê Savunma Bakanı Girêspî’nin alınması durumunBölgenin alınmasıyla iki büyük Kürd bölgesinin birleş- Yardımcısı Öcalan İso, da Kobanê’nin hayati ihtiyaçtirilmesi için koridor oluşturulması hedefleniyor. Ope- bu çatışmaların YPG’nin larının Cezîre bölgesinden rasyonda çok sayıda IŞİD’li etkisizleştirilirken, onlarca başlattığı operasyonlar sıkarşılanması hedefleniyor. rasında meydana geldiğini köyde kontrol sağlandı. Bir süre önce YPG ile diğer Urfa’nın Akçakale İlçesi’nin gruplar arasında Halep’te başlayan gerginlik yeniden ve büyük oranda başarı karşı yakasında bulunan ve tırmanmaya başladı. 12 örgüt YPG’ye karşı birleşirken, sağladıklarını söyledi. IŞİD tarafından birçok noktaya Halep’teki Kürd mahallerinin kuşatıldığı bildiriliyor. Kobanê’de IŞİD’in kentten destek ve sevkiyatın yapıldığı çıkarılmasının ardından da stratejik bölge Girêspî’nin savaşın bitmediğini sadece sınırındaki Makruba kasabasının ardından kent merkezi şiddetinin azaldığını aktaran Kobanê YPG Sözcüsü Şoreş ile ortak güçler arasında sadece Suluk kasabasının olduğu Hesen de, IŞİD’in hala kurtarılan bölgeleri geri almak için bildiriliyor. Serêkaniyê’den ilerleyen ortak güçler Girêspî’ye çabaladığını kaydetti. Son günlerde Kobanê’nin doğusunda 20 km, Kobanê tarafında ilerleyen YPG’nin ise 45 km uzakve batısında birçok köyün YPG tarafından kurtarıldığını dile ta olduğunu bildirdi. Kente yaklaşan ortak güçlerin IŞİD’de getiren Hesen, “Bazı yerlerde de çatışmalar yaşanmadan panik yarattığı kaydedilirken, IŞİD’in kentin çevresine ilerleme sağlanıyor” dedi. hendekler kazdığı, bomba ve mayınlar yerleştirdiği belirtiliyor. Girêspî için başlatılan operasyona ABD öncülüğündeki Halep’te muhalifler Kürdlere saldırdı koalisyon uçakları da destek veriyor. Öte yandan Halep’teki Kürd mahallelerine yönelik Suriyeli muhaliflerin baskısı devam ediyor. Uzun zamandır “Girêspî’nin kurtarılması dengeleri değiştirir“ ittifak yaparak Kürdleri tehdit eden muhalifler, geçtiğimiz Girêspî’nin kurtarılması bölgede politik dengelerin dehaftalarda Kürd mahallesi Şexmaqsut’ta muhalif bir kadının ğişeceği anlamına geliyor. Rojava’da biribirinden kopmuş göz altında işkenceye maruz kaldığı iddiaları ile YPG’ye karbölgelerin bağlantılarının bulunmamasından dolayı ciddi şı, aralarından El Nusra’nın da bulunduğu çok sayıda grup ambargo yaşanoyor. Bu bölgelerde yaşayan halkın günlük ittifak gerçekleştirmişti. Kadının ve ailesinin aksi beyanlaihtiyaçlarını karşılayamadığı ve ekonomik olarak ciddi rının ardından bir mutabakat sağlansa da geçtiğimiz gün sıkıntılar yaşandığı biliniyor. Girêspî’nin kurtarılması ile bu gruplar YPG’ye savaş ilan ederek, saldırılara başlamıştı. birlikte Cezîre ve Kobanê arasında bir koridor açacaklarını Saldırıların ardından yaşanan çatışmalarda çok sayıda El belirten Kobanê Kantonu Dışilişkiler Sorumlusu İbrahim Nusra üyesinin öldürüldüğü veya da yaralandığı bildirildi. Kurdo, bu bölgenin kurtarılmasının Cezîre ve Kobanê araBir YPG’linini yaşamını yitirdiği çatışmalar yer yer devam sındaki engeli kaldırmak için önemli olduğunu belirterek, ediyor. 07 8 Haziran MESUT YEĞEN Her seçim arifesinde olduğu gibi şimdi senaryo konuşma zamanı. 7 Haziran seçimleri hangi siyasi rotalara kapı aralayabilir? Soru her seçim öncesinde olduğu gibi basit, lakin cevap her zamankinden zor. Zorluğun nedeni de malum: Haziran seçimlerinde tek bir değişken, HDP’nin seçim barajını aşıp aşamayacağı en az üç büyük soruya birden yanıt verecek siyasi zemini oluşturacak. Başkanlık sisteminin ihdas edilip edilmeyeceği, çözüm sürecinin akıbetinin nasıl şekilleneceği ve Ak Parti’nin hükümet kurup kuramayacağı... Bütün bu soruların cevabını HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı şekillendirecek. Seçimlere sadece bir hafta kalmış olmasına rağmen HDP’nin barajı aşıp aşamayacağının netleşmemiş oluşu seçim sonrası muhtemel senaryoları biraz kestirilemez, epey de çeşitli kılıyor. Seçimlerden çıkması en az muhtemel sonuç HDP’nin baraj altında kalıp Ak Parti’nin 330’un üzerinde milletvekilliği kazanması olacak görünüyor. En az muhtemel bu sonuç alındığı takdirde oluşacak senaryo aşağı yukarı belli. Kuvvetli bir Ak Parti hükümeti Erdoğan’ı başkan yapacak bir anayasa yapmanın peşine düşer ve çözüm sürecinde seçimlerden öncekinden bile daha az hevesli olur. Bu durumda Ak Parti başkanlık sistemini zorlar ve çözüm işinde hep konuşulan PKK-HDP harici Kürt aktörlerin desteğini alarak çözüm işlerini sürdürülmeyi dener. Bu senaryoya imkan verecek bir tablo oluşacak görünmüyor ama oluşsa dahi mezkur senaryo büyük ihtimalle akim kalır çünkü baraj altında kalmış olarak Türkiyelileşme siyasetinde aradığını bulamayan Kürt hareketinin devreye alacağı kuvvetli sokak siyaseti masif şiddete başvurulmadan durdurulamaz. Hükümet Kürt hareketinin sokak siyasetini masif bir şiddetle izale etmeye kalkarsa çözüm işi hepten yatar ve silahlı faaliyet yeniden ve bu kez Suriye ve Irak’taki Kürt dinamiklerini de içine çekerek Kürt meselesinin merkezine yerleşir. Muhtemel sonuçlardan ikincisi, HDP’nin barajı aşamayıp, Ak Parti’nin hükümeti kuracak ancak anayasayı değiştiremeyecek sayıda milletvekili elde etmesi olur. Bu durumda, ilk etapta başkanlık tartışmasının sona erdiği, çözüm sürecininse ilkindekine benzer biçimde seyrettiği bir senaryo işleyebilir görünüyor. Ancak, HDP barajı geçsin ya da geçmesin, 330 milletvekilinin altında kalması muhtemelen Ak Parti’de Erdoğan parti ilişkisine dair büyük bir tartışmayı başlatır. Bu durumda çözüm sürecinin akıbeti bu tartışmanın akıbetince şekillenir. Ak Parti ve Erdoğan arasındaki kader birliği devam ederse çözüm süreci ilk senaryondakine benzer bir biçimde, devam etmezse farklı bir biçimde seyreder. HDP’nin barajı aşıp, Ak Parti’nin hükümet kuracak bir çoğunluk elde etmesi ise üçüncü ve en fazla olabilir ihtimallerden ilki görünüyor. Bu durumda, Ak Parti içerisinde yukarıda sözü edilen tartışma yine yaşanır ve çözüm sürecinin ve yeni anayasanın akıbeti hem Ak Parti içerisindeki bu tartışmanın nasıl seyrettiğince hem de Ak Parti ve CHP ya da Ak Parti, CHP ve HDP arasındaki müzakerelerle belirlenir. Bu da şu demek: HDP’nin barajı aşması siyasi tabloyu çok kökten bir biçimde belirleyecek olmakla beraber, HDP seçim sonrası senaryolarının şekillenmesinin en kilit aktörü olmayabilir. Barajın geçilmesi durumunda yeni anayasa ve çözüm süreci işlerinin akıbeti HDP’yle beraber CHP ve Ak Parti içerisindeki muhtemel tartışma tarafından şekillenir. Bu durumda çözüm süreci büyük ihtimalle seçim öncesinde oturduğu zeminde devam eder, ancak yeni anayasa meselesinde CHP kilit bir aktör durumuna yerleşeceğinden çözüm sürecinin seyrini de şekillendirmeye çalışır. Bu tabloda Ak Parti HDP ortaklaşmasına dayalı ‘al başkanlığı ver çözümü’ senaryosunun çalışması HDP’nin müstakbel vekil kompozisyonu göz önünde bulundurulduğunda imkansız görünüyor. Ki, 330’un altında kalmış bir Ak Parti’de başkanlık dayatmasında bulunabileceklerin enerjisi de epey azalmış olacaktır. Dördüncü bir ihtimalse HDP’nin barajı aşıp Ak Parti’nin hükümet kurabilecek bir çoğunluk elde edememesi olur. Bu durumda HDP ve CHP seçim öncesinde fazlasıyla konsolide bir tutum almış olduklarından Ak Parti MHP koalisyonu en çok işleyebilecek senaryo olabilir. Yeni anayasa ve çözüm süreci mevzularını tümden gündemden çıkarabilecek bu senaryo ilk bakışta epey muhtemel görünse de, yukarıda sözünü ettiğim türden bir tartışmanın içine çekilmiş bir Ak Parti açısından kolaylıkla hazmedilebilir bir senaryo olmayabilir. Dördüncü ihtimalin gerçekleştiği ancak Ak Parti MHP koalisyonu senaryosunun işlemediği durumda beşinci bir senaryo olarak erken seçim senaryosu gündeme gelir. Bu durumda barajı kaldırmak ya da düşürmek türünden bir feraset gösterilmezse büyük ihtimalle 7 Nisan’a yeniden dönülür. 08 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Haziran 82015 SÖYLEŞİ SÖYLEŞİ BasHaber 01 - 07 Haziran 2015 9 SÖYLEŞİ PKK ve PDK-İ çatışması İran’a yaradı Ankara Strateji Enstitüsü Uzmanı Ebru Aydın Ortadoğu’da belirgin bir aktör haline dönüşen Kürdlerin 4 parçada yürüttükleri mücadele, çoğu yerde birbirini besleyip tetiklerken zaman zaman da biribiri ile çelişen, engelleyen bir seyir izliyor. Rojava, Başur ve Bakur’daki gelişmelerin ardından Rojhilat’ta yaşanan Mahabat olayı ve PKK - PDK-İ çatışmaları, İran’da da Kürdlerin hak mücadelesinin yeniden ivme kazanacağına işaret ediyor. İran yönetimi komşusu olan devletlerde yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından, Yeter Polat İran’ı Kürdlerle ilişkileri bağlamında konuşarak başlayabilir miyiz? Dışarıdan bakıldığında İran’ın nasıl bir Kürd siyaseti var? İran’ın nüfusu Türkiye’nin nüfusu ile aşağı yukarı aynı, 2013 CIA verilerinden bunu görüyoruz. 79 milyona yakın bir nüfusunun olduğu ve 80 milyona ulaştığı söyleniyor. Bunun %10’unu Kürdler %16’sını da ikinci büyük azınlık olan Azeriler oluşturuyor. Yaklaşık 8 milyona denk gelen bir Kürd grubundan bahsediyoruz. Bazı kesimler 5 milyon olduğunu söylüyor ama 8 milyon olma ihtimali daha yüksek. İran’daki Kürdlerin %30’u Şii, %70’i Sunni. Mezhepsel ayrılıkları Kürdlerin rejimle ilişkisini değiştiriyor mu? İran Kürdlerini farklı kılan durum; Şii kesim devlete daha fazla entegre olmasına karşın Sunni kesimde böyle bir durum söz konusu değil. İran’da Sünni ve Şii olarak ayrılan Kürdleri, komşu ülkelerdeki mevcut Kürdlerden ayıran en önemli fark Fars kimli- Kürdlerin hak taleplerinin önüne geçmek için bir dizi, ‘yeni açılım’larda bulundu. İran’da Kürdlerin yeni bir ayaklanmasını engellemek için reformlara ihtiyaç duyulduğu, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Kürdlerin sisteme entegre edilmesi ve bazı kentlere Kürd valilerin atanmasının planlandığı bildiriliyor. İran rejiminin içinde bulunduğu durumu, PKK - PDK-İ çatşımasını ve Tahran’ın Kürd siyasetini Ankara Strateji Enstitüsü Uzmanı Ebru Aydın ile konuştuk. ğinin bir üst kimlik olarak kullanılmasıdır. Şii Kürdler İran’daki sisteme entegre olmalarına karşılık aynı durum birçok Sünni Kürd için geçerli değildir. Bunun nedeni Sünni Kürdlerin kendilerini sisteme tam olarak adapte edememesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de Kürd milliyetçiliği Şii Kürdlerden ziyade daha çok Sünni Kürdler tarafından benimsenmiştir. İran Kürd Bölgesi, son yıllarda İran’ın en yoğun nüfus alan bölgelerinden biri haline gelmiştir. Bunun nedeni yıllarca Türkiye’de ve Irak’ta çatışmaların yaşandığı yerlerden kaçan Kürdlerin, bu bölgeye yerleşmeleridir. Bu durum, hem bölgedeki Kürdlerin nüfusunun çoğalmasını, hem de bölgedeki Kürdlerin İran dışındaki Kürdlerle kaynaşmalarını sağlamıştır. Sünniler neden entegre olmadı? Şii Kürdlerin daha fazla entegre olmasının nedeni aynı değerlere sahip olmalarıdır. Mezhepsel yakınlıktan dolayı İran Devleti’ne bağlılıkları var. Sünnilerde bu bağlılık yok, bu nedenle PJAK ve PDK-İ gibi örgütlenmeler var. Bu durum Sunni tarafta daha etkin. Suriye’deki Kürdler sırf Kürd oldukları için sorunlu ve vatandaşlık dahi verilmemişti. İran’da böyle bir durum söz konusu değil. İran’da Kürdler siyasete dahil olduktan ya da kendi haklarını istemeye başladıktan sonra daha çok sorun olmaya başlıyorlar. Otoriter bir devletten söz ediyoruz. Her türlü güvenlik güçlerini Kürdlere ve diğer azınlıklara karşı kullanıyor. Ortadoğu devletleri için ‚paranoyak‘ tabirini kullanıyorum. Bölünme korkusu içindeler. Demokrasi ya da insan haklarıyla ilgili bir durum olduğunda ‚toprak bütünlüğüme aykırı hareket ediliyor‘ düşüncesiyle kullanılıyor güvenlik güçleri. Ruhani’nin lider olduğu 2013 tarihinde İran’dan Washington’a 68. BM Güvenlik Konseyi’ne biri gönderiliyor. Bu durum İran için çok büyük bir durum. O dönemde Ruhani kurmaylarını toplayarak Kürdler hakkında reformların yapılmasını öngördü. Bu reformlar yerel seviyede Kürdlerin daha aktif olabilecekleri, demokrasi haklarının verilmesi, kendi dillerinde bir şeylerin yapılmasına izin verilmesi gibi konulardı. İran Anayasası’nın 15. maddesinde yerli dillerinin kullanımı yasak değil ama pratikte uygulanamıyor. Bu durum Kürdler için de Azeri’ler için de geçerli. Ama bunu daha da esneteceklerine dair bir durum vardı ortada. İran, Kürdistan’ı coğrafi bir terim olarak kabul ederken Türkiye böylesi bir coğrafi tanımlamaya yanaşmıyor. Bu noktadan bakıldığında bu İran’ın mı çelişkisi oluyor Türkiye’nin mi? İleri bir adım gibi görülse bile pratiğe bakılınca bunu göremiyoruz. Kağıt üzerinde kalması bu durumu dezavantajlı konuma düşüyor. İran, ‚Kürdistan‘ tabirini kullanıyor, buna karşın Kürdlere idam cezası uyguluyor. Ruhani seçim zamanı Kürd bölgelerine giderek oy istiyor. Kürdlerin %75’lik bir kesimi Ruhani’ye oy veriyor. Kürdlerin Ruhani’ye oy verme sebebi daha rahat bir şekilde yaşama ve demokratikleşme düşüncesidir. Ne yazık ki seçimlerden 6 gün sonra 40 kişi idam ediliyor ve idam edilenlerin 14’ü Kürd’tür. PDK-İ’nin yayınladığı güncel verilere göre 2014 Mart’ı ile 2015 Mart’ı arasında 956 Kürd tutuklanmış. Bunların 206’sı ya öldürülüyor ya da sakat bırakılıyor. İran, İran bu ayaklanmalardan dolayı bazı insanları idam ederse Kürdler, bir dönem daha sessiz kalıp sonra tekrar ayaklanacaktır. Çünkü İran Arap Baharı gibi bir ayaklanmaya kendi sınırlarında izin vermeyecektir. Bunun için her türlü yolu dener. Örneğin Pastaranı kurdu ve Doğu Kürdistan’a yığdı. Yani Kürdler tekrar ayaklanmasın diye. İran Kürdleri bastırmak için her şeyi yapar. Bir de Kürdlerin son ayaklanması, tam da Kürd gruplarının Irak’ta ve Suriye’de en güçlü olduğu zamana denk geldi. Bu yüzden İran Kürdler’i susturmak için daha fazla baskı kurdu. İran’ın genel anlam da Kürd siyasetine bakışı nedir? Öncelikle kendi bütünlüğüne zarar verecek bir işe girişmez. Zaten Türkiye ile yakınlaştığı konulardan biri de budur. Kürdlerin bölgede güçlenmesini kendi bütünlüğü açısından bir tehdit olarak görüyor ama kayıtsız da kalmıyor. Örneğin Taraf gazetesinde ‚Ruhani’nin Kürd açılımı‘ diye bir haber yayımlandı. Rojava’da bir temsilcilik açılabileceğini belirtiyordu. Diyelim ki Suriye’de veya Irak’ta bağımsız bir Kürd devleti kuruldu, böyle bir durumda kendisine düşman istemez her devlet gibi. Her aktörle temas halinde olan bir devlettir İran. Kürdleri kontrol altında tutabilmek için şöyle bir şey kullanıyor; kaçakçılık çok yaygın, devrim muhafızları kaçakçılığa izin veriyor. İki şey var. Irak’tan sürekli para geliyor, İran yaptırım altında. İran’ın sıcak paraya ihtiyacı var, Irak’tan gelecek sıcak paraya ihtiyacı var. Siyasete dahil olanları yani aktivistleri kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle hapse atıyor. Benzer ihlaller geçmişte Türkiye’de de olmadı mı? Türkiye’deki Kürdlerin durumu tartışılır, tartışmaya değerdir ama en azından İran’daki gibi de değildir. Kaçakçılık suçu ile mi Kürdler İdam ediliyor? Evet, kaçakçılık İran yasalarında yasak. Ama askerlerin keyfi müdahalesi söz konusu. Kaçakçılık yapmayan siyasi talepleri olan aktivistleri, kaçakçılık yaptıkları iddiasıyla idam ediyor. En son 14 Kürd kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle idam edildi. Bütün idamların gerekçesi kaçakçılık değil. Bir kişi de ‚Batı ajanlığı yaptığı‘ gerekçesiyle idam edilmişti. Ruhani’nin ‘küçük kültürler, küçük etnik yapılar’ söyleminden sonra zamanla böyle bir motivasyonun olmadığı fark edildi ve bu söylemler Kürdleri rahatsız etti. Çocuklarına Kürdçe isim veren ailelere kimlik verilmiyor. Kermanşa’daki Şii din alimleri Farsça ve Arapça isimleri yayınlayıp bu isimlerin verilmesini istiyor, Kürdçe iş yeri isimleri bile kaldırıldı. Yasal olarak olmasa da uygulama da yasaktır. İran içeride nasıl bir siyaset yürütüyor? Bastırmaya yönelik bir siyaset yürütüyor. Tehdit olarak algıladığı farklı hiçbir şeyi kabul etmiyor ve bunu istikrarlı bir şekilde bastırmaya yönelik uygulamalara gidiyor. 2013 yılında devrim muhafızlarından bir komutan, ‘biz Doğu Kürdistan Pastaran’ını kuracağız’ dedi. Tamamen sindirmeye yönelik bir girişimdir. İran, Kürdlere yönelik baskıyı bu biçimde yürütüyor. Ruhani ve güvenlik güçlerinin Kürdlere yönelik duruşu böyle Diğer azınlıklar da aynı durumda mı? Azerileri yakından biliyorum, onlar içinde aşağı yukarı durum böyledir. Azerilerin siyasi talepleri var mı? Azeriler de diğer azınlıklar gibi yönetimde yer almak istiyor. İran hem Azerilere hem Kürdlere yönetimde yer veriyor, mesela 20 tane Kürd milletvekili var. Bu vekiller yönetime yakın insanlardan seçiliyor. Tabi bir değişim söz konusu, yani İran Batı’ya yaklaştıkça demokrasi algısını gelişecektir. Elbette bu uzun vadeli bir durum. Hem demokrasinin gelişmesi hem bu ayaklanmalar uzun vadeli işler. Kürdler İran’da patlamaya hazır bir durumdalar ama etkili olamıyorlar. Mahabad ayaklanmasından önce 2 büyük ayaklanma daha olmuştu yakın geçmişte. Birincisinde Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte Urmiye de bir ayaklanma yaşanmıştı. İkinci büyük ayaklanma Temmuz 2005’de Şiwan Kadiri isminde bir gencin polis tarafından öldürülmesi sonucu yaşandı, ikinci ayaklanmada Londra merkezli basın, polislerin halka helikopterden ateş ederek 39 kişiyi öldürdüğünü açıkladı. Üçüncü ayaklanma ise Mahabad ayaklanmasıdır. Bu ayaklanmayı Tunus ‘da ki Arap Baharı’na benzettiler ama İran gibi güçlü ve otoriter bir ülkede böyle ayaklanmalar uzun sürmüyor. Neden? İran bölgede ve dünyada ‘düşman’ olarak gösterilen bir devlet, son dönemlerde bu görünümde değişiklikler mi yaşandı? Nükleer görüşmelerinden sonra biraz yumuşadı diyebiliriz. Obama yönetimi de ‚İran’ı dünyaya entegre edelim‘ diyor zaten. Bunun önündeki en büyük engel nükleer santraller idi, o da bir anlamda artık sorun olmaktan çıktı. ABD de bölgede, özellikle IŞİD’den sonra istikrar arıyor, bu yüzden İran’la anlaşma yapması lazımdı. Tabi bu anlaşma Yemen için geçerli olmadı. Yemen’de ABD, Suudi yönetimini, İran ise Husiler’ i destekledi. Mahabad ayaklanmasından sonra PDK-İ’nin hareketlenmesi nasıl değerlendirilebilir? Mahabad ayaklanmasından sonra PDK-İ farklı bir motivasyon ile harekete geçti. Genel Sekreter Mustafa Hicri bir açıklama yaptı; ‘biz o tarafa geçelim, bu insanlar için bir şeyler yapalım’ diye. Malum Hicri Erbil’de yaşıyor. Arkadaşları ile Kelaşin Bölgesi’ne geçtiler ama orada PKK ile karşılaştılar, PKK onlara izin vermedi. Bu olay Kürdler tarafından çok üzüntüyle karşılandı. Kürdlerin birbirine verdiği zararı başka devletler vermiyor. Siz bir savaşın içerisindesiniz, bir yandan bağımsızlıktan bahsediyorsunuz daha güzel bir yaşamdan bahsediyorsunuz ama öte yandan kendi insanınızı bile öldürmekten çekinmiyorsunuz. PKK ile PDK-İ arasında yaşanan çatışmayı nasıl değerlendirmek gerek? Bu olay elbette doğrudan İran’ın işine geldi ama ben bunun Barzani’ye bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Barzani son dönemde nerdeyse tüm dünyayı gezip bağımsız Kürdistan için destek aradı ve birçok ülke destek verdi. PKK’de bu durumdan rahatsız oldu ve Barzani’ye yakın olan PDK-İ üzerinden bir mesaj vermek istedi. PKK ve İran’ın ilişkisi burada önemlidir ancak PKK ve PDK-İ arasındaki çatışma en çok İran’ın işine yaramıştır. 09 Badem içi kutusuna sığan SENNUR BAYBUĞA Geçen hafta, bir küçük ilçede duruşmam vardı ve bir arkadaşımın ricası ile ilçe cezaevinde yatan birini görmeye gittim. Yurdundan uzak cezaevlerinde yatan birinin yattığı hücreden yarım saat de olsa çıkıp bir ziyaretçi ile yüz yüze konuşmasının ne demek olduğunu biliyorum. Yeni açıldığını öğrendiğim yüksek güvenlikli bir cezaevi, genç infaz koruma memurları, henüz ustalaşmamışlar, güler yüzlü tümü. İstanbul’dan avukat gelmiş, ilgililer ve tacizkar bir tutumları yok. Yarım saat kadar, görüş kabininin kapısı açık halde, neden yattığı konusunda tahmin yürütmeye çalıştığım bir Kürdü bekliyorum. Tutuklu olduğunu düşünüyorum, yargılaması devam ediyor diye düşünüyorum. Aynı soyadı taşıyan avukat tanıdıklarım var, kardeşidir herhalde deyip az çok tipini tahmin etmeye çalışıyorum falan. Geldi, uzunca boylu, ütülü gömlekli tertemiz traşlı sakallı, belki benden birkaç yaş bir genç adam. Beni görünce şaşırdı mı bilemem, beklenmedik bir konuğum onun için. Sürem 25 dakika, bu ziyaretlerde süreyi en verimli şekilde kullanmayı tecrübe etmiş biriyim, önce sen söyleyeceklerini unutmadan söylersin, sonra dinlersin, sonra da serbest sohbet edersin zamanın azdır ama söyleyecek söz aslında hem bitmez hem de tutulur kalırsın. 19 yıldır yatıyorum dedi, TCK 125 hükümlüsü yani müebbet, yakalandığında muhtemel ki reşit bile değil ve önünde uzunca bir zaman var yatacağı, dağıldım. Elbette belli etmiyorum. Okuyan, yazan hayatı takip eden birisi, sorular soruyor ben de soruyorum. Ondan daha uzun zamandır içerde yatan müvekkilim Serhat Tugan’ı konuştuk, tanımadığı bir başka gencin davasının seyrini sordu, o’nun adına biraz sevinmek istedi, anlatmaya çalıştım. Tv’lerde açık oturumlarda endam eden yüzlerce insandan daha çok hakim ülkenin durumuna biliyorum, bir tevekkül içinde, seçimleri konuşuyoruz..19 yıldır ve daha çok çok yıllardır içerde yatan orada devletin büyüttüğü yüzlerce genç var. Devlet okul açmıyor, yurt açmıyor, cezaevleri ile terbiye ediyor çocukları gençleri, ben suçluyum, bu ülkede hiçbir şeyi değiştiremediğim ve tümü çocuğum olan bu gençlerin haline seyirci gibi baktığım için suçluyum, böyle hissediyorum. Elinde, gelirken görüş odasına, bir küçük kutu badem içi ve bisküvi getirdi. Açtı ve yedik bademden. Kantine uğramış, misafiri var diye ikram için alışveriş yapmış. Yıllarca cezaevlerine gittim, Bayrampaşa’da yakın arkadaşlarım da yattı, her hafta o zamanın koşullarında tutuklular yemek yapıp çıkarırdı avukat görüşlerine neredeyse ama yirmi yılı geçen meslek hayatımda böyle bir olayla hiç karşılaşmadım, ince tasarlanmış, nezaketle örülmüş ve uzun zaman sonra tekrar benim suratıma çarparak aslında nerede ve nasıl olduğumu hatırlatan. Yemediklerimizi hücresine götüremez, orada kalacaklar, ya da ben alıp yanımda çıkaracağım. Tuhaf bir tanışıklık içinde konuşuyoruz, sınırlı zamanımız var ve dağarcığımızdaki tüm kelimelerin sese dönüşmekten başka anlamları da var biliyorum. Bu tür yerlerde konuşulmayan susulan şeyler de değerlidir, herkes tuhaf şekilde birbirini anlıyor gibidir, şımarıklık da yapabilirsin, yanlış anlaşılma olmaz diye bir eminlik duygun vardır, içerdeki insana söyleyeceğin her şey ilginç gelir, düzene itirazının insanda vücut bulmuş hali gibi olursun, bunu görev edinirsin bazen. Süremiz bitti, duruşmaya yetişmem lazım ve oradaki ‘an’ı ortadan ikiye yararak çıktım dışarıya. Bademi aldım, saatler sonra otobüste yemeye başladım tekrar, ağlayarak. Devletin adaletsizce cezaevlerinde büyüttüğü bu genç arkadaş, ziyarete çıkarken o daracık zamanında kantine gidip gardiyanı eşliğinde bir kutu badem ve bisküvi getirdi bana ev sahipliği yapmak için. O badem kutusunu saklıyorum, atmaya kıyamadım. Belki o cezaevine bir daha hiç gidemem ama buradan ona, çıktığı güne kadar o paketi saklayacağımı söylemek istiyorum. Bana paylaşmayı hiç unutturmasın diye, bir de nerede olduğumu.Bir hafta sonra seçimler var, o oy kullanamaz ama neye ihtiyacı olduğunu ben biliyorum. Herkes kendi vicdanının toz alıcısıdır. 10 HABER BasHaber 01 - 07 Haziran 2015 Gazeteci Nazlı Ilıcak: Bağımsız Kürdistan olgunlaşmışsa önü kesilemez K ürdlerin Ortadoğu’da artık dünya tarafından kabul edilen önemli aktörlerden biri haline geldiğini ve oluşan yeni tabloda karar vericilerin değiştiğini söyleyen Gazeteci Nazlı Ilıcak, Kürdistan’ın bağımsızlığına Kürdlerin karar vereceklerini, bu kararın verilmesi halinde kimsenin bağımsızlığın önünü alamayacağını belirterek, “eğer bir şey olgunlaşmış ve sonuca doğru bir yol alıyorsa o akışın önü kesilmez” dedi. Türkiye’de içinden geçtiğimiz seçim süreci ve Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının tartışıldığı bu günlerde gündeme ilişkin BasHaber’e konuşan Gazeteci Nazlı Ilıcak, seçimleri de değerlendirerek HDP’ye oy vereceğini söyledi. Ilıcak, AKP’nin Kürd algısını, HDP’nin seçim kampanyasını, barajı geçip, geçememesi durumunda oluşacak siyasi tabloyu ve Çözüm Sürecine dair birçok konuyu değerlendirdi. Özellikle Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının Türkiye’yi bölecek bir unsur olarak görülmemesi gerektiğini dile getiren Ilıcak, Ortadoğu’da bağımsız bir Kürdistan’ın Türkiye’nin birliğini bozucu ve aleyhte olacağını düşünmediğini kaydederek, “Türkiye’nin yapması gereken çok önemli şeyler var. İşte bu yüzden HDP’nin barajı aşması ve Türkiyelileşmesi çok önemlidir. Kürdlere haklarının verilmesi çok önemlidir. Bireysel özgürlükler söz konusudur. Anadilde eğitim de bunlardan biridir” dedi. ‘Bağımsız Kürdistan’a karşı çıkmamalıyız’ “IŞİD’in bölgeye saldırmasının ardından bölgede oluşan politik dengeler Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunu da gündeme getirdi“ diyen Ilıcak, Ortadoğu’da oluşacak bir bağımsız Kürdistan’ın, Türkiye’deki Kürdlere haklarının verilmemesinden kaynaklı cazibe merkezi haline geleceğini söyledi. Ilıcak, “Türkiye’de, kendi kimliği ile yaşayan bir Kürd oraya gitmek istemez. Tabi ki Ege’ye de, Akdeniz’e de, İstanbul’a da sahip olmak ister. İş ki bu ülke onlar için de güzel olsun” dedi. Türkiye’nin Kürdlerin hakları konusunda hızlıca yapması gerekenlerin olduğunu ifade eden Ilıcak, “Bağımsız Kürdistan’a karşı çıkmamalıyız. ‚Ben seni ve bağımsız şaması için veriyoruz. Ben HDP’yi deneyelim derim.” Siyasi konjonktüre göre oy verdiğini aktaran Ilıcak, “Bugüne kadar hep merkez sağdaydım. İlk defa solcu ve üstelik Kürd kimliği ön planda olan bir partiye oy veriyorum. Bu benim için çok radikal bir değişim. İlk defa bir sol partinin iktidara gelmesini arzuluyorum. Türkiye’de çok büyük adaletsizlikler haksızlıklar birikti. Bunlara çözüm olabilir düşüncesiyle sol ağırlıklı bir iktidarı arzu ederim” diye konuştu. Kürdistan’ı tanımıyorum‘ denirse, bu olmaz” dedi. Bağımsızlığın beklenen bir durum olduğuna işaret eden Ilıcak, “Ülkeler mi yoksa insanlar mı daha önemli diye düşünürsek, ben artık insanları daha fazla ön plana koyuyorum. Kendilerini özgür hissetsinler ve mutlu olsunlar. Bir konsensüs ile birlikte yaşanabilir. Ama devlet ebed-müddet insanların üzerinde tepinsin değil. Böyle zorla birlikte yaşanmaz” dedi. Türkiye’de Kürdler ve Türklerin gönüllü bir beraberlik kurduklarını ve Türkiye’de çoğulcu bir düzenin kurulabilmesi ile birlikte Kürd devletinin bölen bir unsur olmayacağını kaydeden Ilıcak, “Sorumluluğu kendimizde aramalıyız. Kendi halkına doğru muamele edersen o da senle yaşar” diye konuştu. ‘Kürdistan’ın önü kesilemez’ Türkiye’de Kürdlerin haklarının en kısa zamanda sağlanması gerektiğini yineleyen Ilıcak, ‚Ortadoğu’da Kürdler için bir devleti destekler misiniz‘ sorusuna “Irak’takine karışmaya hakkım yok. Bu oradaki Kürdlerin kararı. Ben bir oluşuma karşı çıkmam. Ama eğer bir şey olgunlaşmış ve bir sonuca doğru yol alıyorsa o akışın, selin önü kesilmez. Ben böyle görüyorum” yanıtını verdi. Irak bütünlüğü içinde demokratikleşmenin sağlanabilmesiyle daha mutlu olma ihtimali de olduğunu belirten Ilıcak, “Ama Irak bunu başaramadı. Herkes bir arada eşit vatandaşlar gibi muamele görmedi. Çok büyük travmalardan geçip bu noktalara geldiler. Büyük husumetler doğdu aralarında. Yani o travmalar üzerine bir birliktelik kurulamadı” dedi. Merkez sağdan Kürd ağırlıklı siyasete Politik yaşamına DYP ile başlayan ve AKP ile devam eden ancak gelinen aşamada merkez sağdan sola kayan ve bu seçimlerde HDP’ye oy vereceğini açıklayan Ilıcak’a kişisel plandaki bu değişimin nedenine dair soruya verdiği yanıtta, AKP’nin yenilikçi bir parti olma iddiasıyla yola çıktığını ancak gelinen aşamada böyle olmadığını anlaşıldığını belirtti. HDP’ye oy vermesini ise “barış imkanı görüyorum” şeklinde ifade eden Ilıcak şöyle dedi: “İki şeyden dolayı HDP’ye oy veriyorum. Birincisi HDP’nin hiçbir zaman AKP ile işbirliği yapacağını düşünmüyorum. AKP ile mücadele edebilir. Çünkü arkasında bedel ödenilerek kazanılmış bir tarih var. İkincisi HDP’nin barajı aşarak parlamentoya girmesini barışın önünün açılması olarak görüyorum. Bir Türkiye partisi haline gelecek. Bu oyları barış ve herkesin kendi kimlikleriyle özgür bir şekilde bir arada ya- ‘Çözüm Süreci’nde CHP de devreye girebilir’ Seçim çalışmalarının başladığı günden bu yana çeşitli provokasyonlar ile HDP’ye karşı saldırıları ve Yalçın Akdoğan’ın seçim meydanlarında “HDP barajı aşarsa Çözüm Süreci biter” şeklindeki ifadelerini değerlendiren Ilıcak, “Ben AKP’yi gayri ciddi ve gayri samimi buluyorum. Çözüme doğru bu süreç böyle işletilemez. Seçim öncesi milliyetçi oyları alayım diye masaya oturmayı seçmenden saklıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Zaten seçim öncesi niyetinizi belli edecek ve ona göre oy alacaksınız. Bu ‚takiye yapayım, seçimden sonra gerçek yüzümü göstereyim’dir. Bu gayri samimi ve anti-demokratiktir. Artık HDP’nin barış sürecini AKP ile yürütmesini zor görüyorum” dedi. HDP’ye yönelik saldırıların ise en büyük rakip olduğu için yapıldığını belirten Ilıcak, AKP’nin Kürd sorunu ile ilgili değişen söylemlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zihniyetiyle alakalı olduğunu söyleyerek, ‚Çözüm Süreci bitti‘ şeklindeki tartışmalarla ilgili de şöyle dedi: “Bitmez, herkes barışın tadını aldı. Kimse silahların tekrar konuşmasını istemiyor. Kürdler de istemiyor. Çünkü bu işler kolay değil. 40 yıllık bir silahlı mücadele var. Öldürülme riski kadar öldürmek de zor, insanı insan olmaktan çıkaran bir acı ve vahşet. Bu bakımdan bittiğini sanmıyorum. Bir şekilde mutlaka başlayacaktır. Başka partilerle başlayabilir veya AKP ile devam edebilir. CHP de devreye girebilir ama kısmi bir çatışma ortamı da olabilir. Hak arayışı gibi şehirlerde Kobanê olayları şeklinde şehir gösterileri ortaya çıkabilir. Ama muhtemelen seçimden sonra yeni bir bağlantı kurulacaktır.” HDP’nin barajı aşması müzakereleri parlamentoya taşıyacak HDP’nin barajı geçmemesi durumunda Türkiye’yi “korkunç” bir ortamın beklediğini idiaa eden Ilıcak, HDP’nin barajı aşmaması durumunda Türkiye’nin mutlaka bir erken seçime gideceğini vurguladı. Ilıcak şöyle dedi: “HDP’nin parlamento dışı kalması barışı olumsuz etkiler. Çünkü HDP parlamentoya girse hem devlet yardımı alacak hem de barış müzakereleri parlamentoya taşınacak. Bunun daha şeffaf bir şekilde parlamento çatısı altında olması hem çok güzel hem de çok önemlidir. İzleme Komitesi de orada kurulacak. Hakikatleri Araştırma Komitesi de parlamento çatısı altında kurulabilir. Bütün partilerin katkısı olunca ve şeffaf yürüyünce bu iş daha kolay sonuçlanabilir.” BasHaber HABER 01 - 07 Haziran 2015 11 HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi Demir: Kürd yurtseverleri bizi desteklemeli T Bese Çelik ürkiye’nin yetmiş yedi vilayetinde seçim kampanyası yürüten Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR), Kürdistan’ın tüm illerinde ve Batı’da seçimlere giriyor. Kendini ‚Kürdistanlı bir parti‘ olarak tanımlayan HAK-PAR, Kürdçe’nin de Türkçe gibi resmi dil olmasını, Kürd halkının kendi kendini yönetmesini, anadilinde eğitimin, anaokulundan verilmeye başlanmasını, üniversite bitimine kadar Kürdçe’nin hayatın her alanında kullanılabilmesini savunuyor. Kurulacak sistemde Kürd halkıyla Türk halkının eşit olmasını talep eden HAKPAR, bunun sağlanamaması durumunda ne Kürd meselesinin ne de Türkiye’nin diğer sorunlarının çözüme kavuşamayacağını iddia ediyor. “Türkiye nasıl demokratik bir ülke olamadıysa, seçimlerde aynı şekilde demokratik, eşit, adil bir seçim atmosferinde yapılamıyor“ diyen HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi Demir, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinin birçok boyutuyla demokratik bir seçim olmadığını ileri sürüyor. Demir; “Bugün parlamentoda grubu olan partiler hazineden yüz milyonlarca lira yardım alıyor. Bizim gibi partilerde ancak eş, dost ve üyelerinin dayanışmalarıyla, yardımlarıyla yürütüyor seçim kampanyalarını. Arada çok büyük bir kaynak uçurumu var. Biz yüz bin liralık bir bütçeyle seçime giriyoruz, AK Parti, CHP, MHP gibi partiler 200 milyonluk bütçelerle giriyor seçim yarışına. Bu adil ve demokratik değil. Adil olabilmesi için seçime katılan bütün partilere yardım edilmeli. Bir diğer boyut, Türkiye’de basın özgür değil. Basın özgür olmadığı için, tercihlerini özgürce; halkı haberdar etmenin, halkı bilgilendirmenin, halkı yönlendirmenin, halkı yönetmenin bir aracı olarak düşünülüyor. O nedenle bize göre basın, iktidara ve muhalefete göre kutuplaşmış durumda. Türkiye’de merkez basın HDP ve CHP’yi destekler halde, geri kalanlarda iktidar partisini destekliyor. O nedenle bizim basında yaptığımız işlerin yer bulması ya da basındaki, kamuoyundaki tartışmalarda yer almamız ne yazık ki mümkün olmuyor. Hatta öyle basın organları var ki biz bütün partilere yer veriyoruz, bütün partileri davet ediyoruz diyorlar ama bunu bize gelince” yapmadıklarını söylüyor. “Basın çıkar gruplarına hizmet ediyor“ Basının kendisini halkın haber alma özgürlüğünü sağlayan araç olarak görmediğini söyleyen Demir, “Basın kendisini bir çıkar grubunun taraftarı olarak görüyor ve ona göre de parti destekliyor. Çıkar grubunun taraftarı olduğunuz zaman özgür basın olamazsınız. Türkiye’de dün de, bugün de ne yazık ki basın özgür olamadı ve halk doğru biçimde bilgilenemedi. Bizim gibi partiler de bu olanaklardan yararlanamayınca, düşünce ve görüşlerini halka yeteri kadar ulaştırma konusunda zorluklar yaşıyoruz. Bizde kendi olanaklarımızla, partililerimizin olanaklarıyla halka ulaşmaya” çalışıyoruz diyor. “Halkımıza ulaşmak için kapı kapı dolaşıyoruz“ Kampanyalar başladığından beri kiraladıkları araçlarla, sesli propaganda yaparak halka ulaşmaya çalıştıklarını söyleyen Demir, “Hazırlanan seçim bildirgemizi tek tek dolaşarak vatandaşa ve esnafa ulaştırıyoruz. Hazırladığımız parti bayraklarını, parti örgütlerimizin olduğu yerlere asarak halka göstermeye çalışıyoruz. Bildirilerimizle, afişlerimizle halka ulaşmaya çalışıyoruz. Bunları yaparken de öyle kolay olmuyor” diyerek, çok sıkıntılar yaşadıklarını söylüyor. Kısıtlı imkanlarla yürüttükleri seçim çalışmalarını anlatan Demir bu imkansızlıklarla birlikte farklı zorluklarla da karşılaştıklarını dile getiriyor: “Öyle rahat rahat da yapamıyoruz çalışmalarımızı. Hem diğer siyasal grupların tepkileriyle karşılaşıyoruz, hem de polislerle mücadele ediyoruz. Daha dün Konya’da aracımızın lastikleri kesildi. Aracın dış kısmı tamamen çizildi. İzmir’de astığımız parti afişleri birileri tarafından indirildi. Mersin’de arkadaşlarımız afiş ve bayrak asarken polis tarafından engellendi. Arkadaşlarımız gözaltına alındı. Diyarbakır’da afiş asan arkadaşlarımıza bir grup saldırdı. Bu tür şeylerle karşılaşıyoruz ama bugüne kadar yine de bir çalışma içinde olduk, halkımıza kendimizi anlatmaya çalıştık. Bu işin kolay olmadığının bilincindeyiz. Doğru siyaset ve bütün mevcut sisteme aykırı bir siyaset yapmanın kolay olmadığının bilincindeyiz. Buna rağmen doğrularımızı halka ulaştırmanın peşindeyiz. Önemli olan ulaştırabilmek ve ulaştırabildiğimizi düşünüyorum. Halkımızın da bunu değerlendireceğine inanıyorum.” “Kürdler çoğulcu bir toplumdur“ Kürd toplumunun çoğulcu bir toplum olduğunu ifade eden Demir, farklı partilerin, farklı politikaların, farklı politikaları savunmalarının doğal olduğunu belirtiyor. Türkiye kamuoyunda ‘Kürdler adına seçime giren iki parti’olduğu görüşünü değerlendiren Demir, “Bana göre iki parti yok. Çünkü HDP kendini öyle tanımlamıyor, HDP’nin öyle bir iddiası yok ama birileri o misyonu yüklüyor. HAK-PAR kendisini Kürdistanlı bir parti olarak tanımlıyor. Çözüm önerileri de bu çerçevede, Kürd sorunu çerçevesinde. Tabi ki Türkiye’deki bütün sorunlarla ilgiliyiz. Türk egemenlerinin bize dayattığı statü ile Türkiye deki sorunlarla ilgili olmamak mümkün değil. Milyonlarca Kürd Batı’ya göç etmişken ilgilenmemek mümkün değil. Bir de Kürdistan ve Türkiye birbirine sınırlarla ayrılmış değil. Yasalar Türkiye’de de Kürdistan’da da uygulanıyor. Tabi ki bütün sorunlarla ilgiliyiz, kadın sorunlarıyla, diğer sorunlarla ilgiliyiz ama Kürd sorunu konusunda şu anda bize göre farklı düşünen mevcut parlamentodaki ya da parlamento dışındaki partiler için tek farklı düşünen HAK-PAR” olduğunu sözlerine ekliyor. “Federasyon talebimiz bizi farklı kılıyor“ Türkiye’nin çok milletli, çok dilli, çok kültürlü bir devlet olduğunu söyleyen Demir sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu çeşitlilik sorunlara yol açmaktadır. Federal bir sistemle çözümün mümkün olduğunu düşünüyoruz. Kürd ve Türk halkının eşitliğine dayalı federal bir sistemle olmalı. Biz açık bir şekilde şöyle ifade ediyoruz. Kürdçe’de Türkçe gibi resmi dil olmalı. Kürd halkı kendi kendini yönetmeli. Anadilde eğitim anaokulundan başlamalı, üniversite bitimine kadar Kürdçe de Türkçe gibi hayatın her alanında kullanılabilmeli. Öyle bir sistem kurmalı ki Kürd halkıyla Türk halkı eşit olmalı. Bu sağlanamadan ne bu sorunu çözebilirsiniz ne de diğer sorunların çözümünün önünü açabilirsiniz. Türkiye’nin 95 yıllık tarihide bunu gösteriyor. Yani bu sorunları çözmedikleri için, Türkiye sürekli krizlerle, darbelerle karşılaşan bir ülke. Çözemezlerse daha büyük krizler kapıda. Bize göre Kürd halkı ve Türk halkının birlikle yaşama formulü federasyondur. Bu bizim icat ettiğimiz, yarattığımız bir sistem değil. Dünyadaki demokratik ülkelerde uygulanan bir sistemdir bu. Yapmayanların sonu da Saddam gibi oluyor, Esad gibi oluyor. Eğer Türkiye’de o sona doğru gitmek istemiyorsa, ilerde daha büyük krizler yaşamak istemiyorsa şimdiden önlemini almak lazım. Şimdiden çözüm üretmek lazım diyoruz. Bu konuda hiç bir partinin bizim gibi düşündüğü kanaatinde değilim. Hiç bir partinin Kürd sorununa ilişkin somut bir çözüm önerisi olduğu kanaatinde değilim.” “Kürd yurtseverleri bizi desteklemeli“ Kürdistan’da seçime girmeyen PAK, KDP-T, KDP Bakur ve KADEP ile bir dizi görüşmenin yapıldığını belirten Demir, “Biz PAK, KDP-T, KDP-Bakur ve KADEP’le görüştük. Bu seçimde beraber hareket etmek istedik. Ama onlar bu seçime hazır olmadıklarını bu seçime girmeyeceklerini belirttiler bizde teşekkür ettik. Sonra PAK’ın bir açıklaması oldu HDP’yi desteklemeyeceklerini, yurtseverleri destekleyeceklerini” açıkladıklarını, bunu da kendilerine destek olarak algıladıklarını belirtiyor. Türkiye’de temel sorunun Kürd sorunu olduğunu söyleyen Demir, bu büyük sorunu çözmeden, demokratikleşme sağlanmadan, demokratik şeffaf bir toplum yaratılamayacağına dikkat çekiyor. “Barzani’nin bağımsızlık talebini destekliyoruz“ Kürdistan’ın her parçasının koşullarının farklı olduğunu her parçasının kendi koşullarına göre özgün örgütlenme ve çözüm üretmesi gerektiğini ileri süren Demir, “Çözüm önerilerimiz Kuzey Kürdistan’ı kapsar. Kürdistan’ın diğer parçalarına bakış açımız şu; onların işine karışmamak koşuluyla destek olmak. Bu çerçevede Kürdistan’ın özgürleşmesinde oradaki gelişmeler doğrultusunda sayın Mesud Barzani’ye destek olduk . Bize göre artık Irak’ta eskisi gibi yaşamak mümkün değil. Özellikle IŞİD’in Musul’u işgalinden sonra, öyle görünüyor ki Kürdlerle, Şiilerle, Sünnilerin beraber yaşama şansı yok. Sayın Barzani de bunu gördü ve dünyada bunu kararı destekliyor. Diğer parçadaki Kürdler’de siyaseten destek vermeli. Bu doğrultuda biz yaptığımız açıklamalarda da Güney’de ki özgür Kürdistan’ı destekliyoruz, oradaki halkın arkasındayız. Atılacak adımları destekliyoruz 12 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Haziran12 2015 DOSYA Türkiye’nin mahpus çocukları Tellere takılan hayatlar Piyasanın payandası kimlik FERHAT KENTEL Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Keynesyen politikalarla şekillenen ve bir bakıma 80’lere kadar mükemmel şekilde işleyen, dünyanın tüm toplumları için referans olan ideal modern toplum artık işlemiyor. “İdeal” modern toplum, birbirlerini bütünleyen her parçasıyla (işçi sınıfını içeren endüstriyel ilişkileri, modern aile kurumu, demokratik siyasal temsil, sağlık, işsizlik sigortaları, ulus-devlet, ulusal eğitim, sekülerleşme vb.) adeta bütüncül bir makina gibi çalışırken, yüzyılın sonuna doğru ayrışmaya başlıyor. Bu ayrışmanın en önemli nedenlerinden biri şu: tüm toplumların gözünde ideal ve umut veren bir “safha” olan modernlik aslında dünyaya hiç eşit yayılmıyor; tersine inanılmaz bir eşitsizlik yaratıyor. Sağa sola atom bombası atıp, kamplarda soykırım yapan bir modernlik imajına, küçük bir zümrenin refahını her gün gören dünya çapında bir yoksulluk ve eşitsizlik ekleniyor. İşte modernlik karşında bariz bir güvensizliğin yanısıra, modernliğin getirdiği adaletsizlikten kurtulmak için, gene onu taklit eden, etiğin çöpe atıldığı, altta kalmak yerine, ne yapıp edip kazanmanın “modernlik” olduğu bir dünya şekilleniyor. Altta kalmanın ölüm olduğu, altta kalmamak için öldürmenin mubah olduğu, gücü meşrulaştıran, gücün dilini kullanan ve belki de artık “modern” demenin pek mümkün olmadığı bir “modernlikler” dünyasına giriyoruz. Kuşkusuz bir mesele daha var. Ulus-devletin tornasının çok acı verdiği ama hiçbir zaman tam olarak “halledemediği” etnik, dinsel, toplumsal cinsiyet boyutlu aidiyetler varoluş mücadelesi vererek, küresel düzeyde yeni bir dönemi, kültürel kimlikler dönemini başlatıyorlar. İşte Fransız sosyolog Alain Touraine’in modern toplumların krizini anlatırken formüle ettiği kavramsal modele göre, modernliğin bütünlüklü paketi artık “piyasa” ve “cemaat” (ya da “getto”) olarak ikiye ayrışıyor. Bir yanda neredeyse kendi kendine yürüyen bir liberal ekonomik sistem, öbür yanda varoluş mücadelesi verirken, gettosuna kapanan kimlikler... Başka bir deyişle bazılarımız anadilimiz, başörtümüz vb. konularda hayat-memat gerilimi içindeyken; sistem içinde sınıfsal olarak örgütlenmiş başkaları ortadaki pastayı mideye, kârları cebe indirmekle iştigal ediyorlar. Ancak Touraine bu ayrışma modelini 90’larda kaleme almıştı ve o zamandan bu yana yeni eğilimler ortaya çıktı. Bugün en azından Türkiye’de ortaya çıkan AKP tablosu tam da bu birbirinden ayrışan dünyaların tekrar birleşme dinamiklerine sahne oluyor. Bir tarafta zenginliğin, öbür tarafta yoksulluğun hüküm sürdüğü ve umudun yıkıldığı bir dünyada, bir piyasa olan sistemin içine giren, ancak kendine yabancılaşan ve sisteme benzeyen bir kimlik hareketine tanık oluyoruz. AKP’nin, devletin her türlü müdahalesi kapasite ve yeteneğini devreye sokarak uyguladığı neo-liberal kapitalist ekonomi politikaları -“cemaat”in verdiği güçlü kimliği sistemden içeri alabildiği için- güçlü bir şekilde yürütülüyor. Cumhuriyet rejimine karşı bir çok bileşeniyle ayrı bir alanda kendini korumayı becermiş İslami hareket, “cemaat” halinden, koruduğu ilkelerden çıkıyor, sistemin içine giriyor, “devlet tarafından istihdam ediliyor” ve kendini sadece piyasanın bütün vahşiliğiyle meşrulaştırılmasını sağlayan bir işleve hapsedip tükeniyor. Aslına bakılırsa, bugün bir takım Ortodoks-Kemalist-ulusalcı solcular bir türlü görmek istemese de, Müslümanların, çok mağduriyet gördükleri otoriter laik rejim karşısında verdikleri varoluş mücadelesi ve yarattıkları asabiye, içeriği boşalmış bir biçimde, otoriter liberal ekonomi politikalarının kimlik ihtiyacını karşıladı. Bugün muhafazakar-dindar kesimler gerçekten sivil bir hayatın kurulması için oynayacakları öncü rolü, AKP’nin devlet destekli liberal piyasa ekonomisine teslim edip ellerinden kaçırırken, toplumun kendini yenileme dinamikleri, eşitlik ve özgürlük mücadelesi Kürtlere geçiyor. DOSYA BasHaber 01 - 07 Haziran 2015 13 SÖYLEŞİ T Rabia Çetin ürkiye’de çocuk hakları konusunda ihlaller devam ederken, en fazla mağdur olanların başında cezaevindeki mahpus çocuklar geliyor. Karıştıkları suçlardan dolayı cezaevleri ve islahevlerine kapatılan çocukların yaşadıkları sorunlar artık rutin haberler kategorisinde yer alıyor. Mahpus çocuklar dışında cezaevinde olan annelerinin ‘suçuna’ ortak edilen cezaevi çocukları başka bir dram. Geçtiğimiz hafta Adalet Bakanlığı’ının açıkladığı verilere göre Türkiye genelinde 510 çocuk anneleriyle birlikte cezaevinde kalıyor. Çocuk cezaevlerinin kapatılmasına yönelik sürdürülen çalışmalar devam ederken anneleriyle birlikte cezaevinde olan çocuklar, sağlıklı gelişim, eğitim, oyun ve sağlıklı beslenme haklarından da yoksun kalıyor. İnsan Hakları Derneği, Sivil Toplum Örgütleri, Türk Tabipler Birliği ve çocuklara ilişkin çalışma yürüten vakıflar hem karıştıkları suçlardan dolayı cezaevine kapatılan hem de annelerinin ‘suçlarına’ ortak edilen çocuklar için mücadele ederken hepsinin ortak sorusu ise; “Bu çocukların orada ne işi var?” Kürdistan’da ve Türkiye’nin birçok kentinde binlerce çocuk cezaevinde. Ancak son dönemlerde Pozantı, Şakran, Maltepe, Sincan, Kürkçüler cezaevinde kalan çocukların maruz kaldığı hak ihlaleri ortaya çıkmıştı. Buna göre özellikle son dönemlerde Şakran Cezaevi’nde 18 yaşın altında iki kız çocuğunun hamile olduğu halde tutulmaya devam edilmesi, hastaneye götürülmemesi, hücre cezalarına çarptırılması ve şiddete maruz kalması 80’lerin Diyarbakır Cezaevi sistemin halen yaşatıldığının kanıtı olarak gösteriliyor. Türkiye’de birçok sivil toplum örgütünün bir araya gelerek oluşturduğun Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi, çocuk cezalarında değişime gidilmesi ve çocukların cezaevlerine kapatılmasını isterken bir yandan da anneleriyle birlikte cezaevlerine kapatılan çocuklar için mücadele ediyor. Sayılarla cezaevindeki çocuklar İki binin üzerinde çocuğun cezaevinde bulunduğu ülke genelinde 164 bin 564 tutuklu-hükümlü var. Bu tutuklu ve hükümlülerden 5 bin 871’ini kadınlar oluştururken anneleriyle birlikte kalan çocukların sayısı ise 510. Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi Türkiye’de çocuklara yönelik ceza sistemin değiş- bir türlü düşmeyen Şakran Cezaevi’nde de yaşları 18’den küçük olan iki kız çocuğu hamile oldukları halde cezaevinde tutulmaya devam ediyor. İHD ve Özgür Hukukçular Derneği, çocuklarla yaptıkları görüşmede kızların hastaneye götürülmedikleri, sağlıklı beslenmedikleri ve sık sık hücre cezası aldıkları ortaya çıkmıştı. Kamuoyunda büyük yankı uyandıran bu durum üzerine sivil toplum örgütlerinin mücadelesi devam ederken Adalet Bakanlığı’ndan konuya dair herhangi bir açıklama ise halen gelmedi. tirilmesi için mücadele ederken bir de anneleriyle birlikte kalan çocuklar var. Sivil toplum örgütlerinin 0-6 ay, 0-3 yaş ve 0-6 yaş olarak gruplandırdığı çocukların ve hamile oldukları halde tutuklanan kadınların cezalarının en azından çocuğun anneye muhtaç olmayacağı zaman dilimine kadar ertelenme taraftarı. Cezaevindeki çocuklardan mektup var! Bir yandan annesiyle cezaevinde kalan çocuklar diğer yandan suça karıştıkları için cezaevlerine kapatılan çocuklarla dolu olan Türkiye’de çocukların görüşler sırasında belirttikleri cezaevinde ne tür uygulamalara maruz kaldıklarını gösteriyor. Çocukların avukatları yoluyla açıkladıkları cezaevi şartları tüyler ürperten durumu gözler önüne seriyor. İşte o raporda yer alan cezaevi koşulları; “Şakran Cezaevi dışardan görünüşü itibarıyla 5 yıldızlı otel gibi. İçeride her yerde kameralar var ama kameranın görmediği noktalarda her şey yapılıyor. Arkadaşlarımız başka bir koğuşta tecavüz olduğunu söyledi. Onların koğuşunda birkaç çocuğa yapmışlar. Cezaevi müdürü bizi “sizi cinsel koğuşa göndereceğim” diyerek tehdit ediyordu. Şakran Cezaevi’nde özellikle Mersinli çocuklara (çoğu Pozantı Cezaevi kapatıldıktan sonra gönderilmiş) yönelik işkence ve kötü muamele var. Özellikle cezaevi müdürü… Çocukların kaldığı toplam 36 koğuş var. Bunlardan birisi cinsel suçlardan hüküm giyen çocukların kaldığı koğuş… Mersinli çocuklar sık sık buraya atılmakla tehdit ediliyor. Burada kalan çocuklar ise elleriyle yuvarlak işareti yaparak “siz teröristsiniz, biz sizi ne yapacağımızı iyi biliyoruz” diyorlar. Çocuklara 60 güne varan hücre cezaları veriliyor. Çocuğa hücre cezası verilebilir mi?” Arkadaşımız cezaevi müdürünün önünde jandarmalarca dövüldü. Yediği dayak sonucu kollarında şişlikler oluştu. Kendi ihtiyaçlarını göremez hale geldiği için diğer çocuklar ona yardımcı oluyordu. Kolunun kırık olduğunu ve doktora gitmesi gerektiğini bildirdiğimizde gardiyanlar tarafından dikkate alınmadık. Birkaç gün sonra kapıya çok sert biçimde vuran … koğuştan alınarak hücreye konuldu. Tedavi görmeden 50 gün hücrede tutuldu. ..’ın ruh sağlığı iyi değil. Jandarma ..’ı döverken kafası kanadı. yüzüne postalla bastılar.” İçerde bir akrabasının şah damarını kestiği için bulunan 9 yaşında bir çocuk vardı. Dayak yiyorduk. İşte soyunmadığımız için. Baştan sona kadar soyuyorlar ya. Soyunmadığımız için dayak yiyorduk” Çocukların kaderi de seçime bağlı Cezaevlerine anneleriyle birlikte kapatılan çocuk sayısı her geçen gün artarken bu konuda çalışma yürüten sivil toplum örgütleri raporlarını her seferinde Adalet Bakanlığı’na sunuyor. Ancak yıllardır devam eden bu uygulamalar için çalışma yürütüklerini belirten Adalet Bakanlığı, annelerinin cezalarını dışarda çekebilecekleri bir düzenleme üzerinde çalıştıklarını ancak bu çalışmanın da 2015 Genel Seçim sonrasında sonuçlanacağını ifade ediyor. Bu çocuklar ne yiyecek? 2013 yılında 400 olan bu çocukların sayıları azalmak yerine gün geçtikçe büyüyor. 510’a ulaşan çocuklar için geçtiğimiz yıla kadar bebek ve çocuk menüsü cezaevlerinde bulunmuyordu. Çocuklar annelerinin istikakından paylarına düşeni almak zorunda bırakılırken bu çocukların sağlıklı gelişimlerine engel oluyor. Ayrıca çocuklar için de ayrı yatak kontenjanı yemek menüsü gibi geçtiğimiz yıl kabul edildi. Ancak Türkiye’nin her yerinde tam olarak uygulamaya geçilmiş değil. Poyraz Ali, Özgür, Lorin, Zeynep… Özgür ve Lorin geçtiğimiz yıl doğan ikiz bebekler. Anneleri bir davadan 25 ay hapis cezası aldığı için Özgür ve Lorin de anneleriyle cezaevine girecek. Başlatılan kampanya ile Özgür ve Lorin’in anneleri Mülkiye Demir Kılınç’ın cezası ikizler 6 aylık olana kadar ertelendi. Ancak çocuklarını cezaevinde büyütmek istemeyen Demir Kılınç’ın cezası tam olarak ertelenmediği için ikizlerin de cezaevine girme riski devam ediyor. Aynı şekilde Zeynep Oral’ın annesi Arzu Ceylan Oral da bebeğiyle cezaevine girecek kadınlardan. Anayasa Mahkemesi’ne yeniden yargılama için başvuran Ceylan Oral, kızını cezaevinde büyütmemek için ev hapsi, elektronik kelepçe gibi yaptırımın uygulanmasını istiyor. Poyraz Ali ise annesiyle cezaevinde bulunan çocuklardan biri. 3 yaşında olan Poyraz Ali’yi diğer çocuklardan ayıran durum ise Down Sendromlu olması. Annesiyle birlikte Bakırköy Cezaevi’nde bulunan Poyraz Ali için sivil toplum örgütleri harekete geçti. Ancak Poyraz Ali’nin şartları iyileştirilse de Down Sendromlu olduğu için dört duvar arasında tutulması Poyraz Ali’nin gelişimini ve durumunu oldukça olumsuz etkiliyor. Şakran’da hamile iki kız çocuğu Yaşanan skandallarla gündemden “Umutları ertelenen çocuklar” Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği Yönetim Kurulu Başkanı (CİSST) Zafer Kıraç bu çocukları “Masum mahpuslar” ve “Umutları ertelenen çocuklar” olarak isimlendiriyor. Zafer Kıraç, Avrupa’da bir çok ülkede bebeği olan kadınların ev hapsinde ya da sosyal hizmet kurumlarında kaldığını hatırlatarak çocuklarıyla cezaevinde olan Türkiye’deki kadınlar için de böyle bir uygulamanın getirilmesi gerektiğini söylüyor. “Türkiye adalet sisteminde yüksek yargı ilkesine uymuyor” diyen Kıraç, “Hapishanedeki anne ve bebekleri için şartların insani hale getirilmesi gerekiyor. Özellikle çocuklar belli bir yaşa kadar anneye muhtaç olduğu için çocuklarından ayrılamıyorlar. Ayrıca bakacak kimsesi olmadığı için de kadınlar çocuklarını da yanına almak zorunda kalıyor. Ancak durum böyle diye çocukların cezaevlerinde büyümesine göz yumulamaz. Çocuklarıyla kalan kadınlar için ceza sisteminde değişiklik yapılması şart” diyor. “Oyuncaklara güvenlik engeli” Kreşleri olmadığı gibi anneleriyle kalan çocuklar istediği gibi oyuncağı da alamıyor. Bazı yayınların cezaevine gönderilmesi yasakları çocukların oyuncaklarına da sirayet etmiş durumda. Oyun arkadaşları anneleri ya da gardiyanlar olan bu çocukların özellikle plastik ya da metal içeren oyuncaklarına cezaevi yönetimlerinin güvenlik dolayısıyla izin vermediğini söylüyor. Çocukların dışarıdaki kreşe gitme hakları olduğunu ifade eden Kıraç, “Ancak her cezaevi bu uygulamaya geçmiyor. Adana’daki bir cezaevinde annesiyle kalan tek çocuk olduğundan cezaevi tek çocuk için araç kiralayamacağını söyleyerek çocuğun kreşe gitme hakkını elinden alıyor. Bu da çocuğun sağlıklı gelişimine, sosyaal çevre edinmesi- 13 Seçim sonrası kriz olasılığı ne zarar veriyor” diye konuştu. Sivil Toplum Örgütlerinin de cezaevlerine girerek bu çocuklara ilişkin araştırma yapmalarına izin verilmediğini söyleyen Kıraç, bu sebeple çocuk ihtiyaçları ve psikoloji hakkında da tam bilgiye sahip olamadıklarını ifade ediyor. Cezaevinde hamile kadınların ve cezaevinde doğan bebeklerin de bulunduğunu vurgulayan Kıraç, “Avrupa’daki ceza sistemi uygulanabilir. Çocukları anneleriyle dört duvar arasına kapatıp orada doğmalarına göz yummak hak ihlalidir” diyor. “Çocuklar annenin ‘suçuna’ ortak edilemez” İnsan Hakları Savunucusu Eren Keskin ise yıllardır çocuklarıyla kalan kadınlar için mücadele eden avukatlardan. Yıllar önce 2.5 yaşındaki oğlu Azad ile gözaltına alınan ve işkence gören Fatma Tokmak vakasını örnek veren Eren, Azad Tokmak’ın anneye işkence olsun diye Çocuk Esirgeme Kurumu’na verildiğini ve çocuğu almak için uzun bir süre hukuki mücadele sürdürdüğünü söyledi. Yıllardır Türkiye’de bu tür uygulamaların devam ettiğini ifade eden Eren, “Çocuk anneye muhtaç durumda ya da bakacak kimsesi olmadığı için annesiyle gitmek zorunda kalıyor. Ama bu çocukların annesinin suçuna ortak edilmesini meşrulaştıramaz. Anneleriyle kalan bu çocuklar için ceza erteleme sisteminin 6 aydan daha fazla olması gerekiyor. Aynı şekilde ev hapsi, elektronik kelepçe ya da denetimli serbestlikten yararalanabilmeli kadınlar. Bunlar yapılmıyorsa bile çocuklar için kreş uygulaması olmalı, çocukların anneleriyle rahat zaman geçirebilecekleri ortamlar oluşturulmalıdır” dedi. Kısıtlı ortamda eğitim Öte yandan Çocuklarıyla birlikte cezaevinde kalan kadınlara yönelik çocuk gelişimi üzerine eğitimler veren Tuvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı (TOİÇEV) ise çocukların kısıtlı ortamlarda yapabileceklerini arttırmak ve cezaevlerinin şartlarını unutturmak için çalışıyor. Cezaevinde yaptıkları çalışmalar konusunda bilgi veren Aybike Yurtsever Guşa, özellikle annelere çocuklarıyla cezaevinde nasıl oynamaları gerektiği konusunda atölye çalışmaları yaptııklarını söylüyor. Çalışmaların bir kısmını da anne ve çocukla birlikte yaptıklarını belirten Yurtsever Guşa, anneleriyle kalan çocuklar için bu çalışmayı her ay bir cezaevinde yapmaya devam edeceklerini söyledi. HAKAN TAHMAZ 7 Haziran seçimlerinin son virajındayız. Bu seçimler ortaya çıkacak sonuçları itibaren son yılların en karambol seçimi olacak gibi gözüküyor. Erken seçimi gerekli kılacağına ilişkin yaygın bir kanaat var. AK Parti, tek başına iktidar olsa da olamasa da; HDP barajı geçse de geçemese de erken seçim güçlü olasılılık. 8 Haziran sonrasına ilişkin senaryolar tartışılmaya başlandı. Bu ölçüde yaygın tartışılıyor olması 7 Haziran seçimlerinin belirleyici özelliğinden kaynaklanıyor. Bu, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmasıyla anayasa, yasa, gelenek, teamül tanımayan tutum ve davranışıyla toplumda yarattığı nefret, korku ve düşmanlık duygusunun Türkiye’yi sürüklediği felaketten kurtulma çabaları. Recep Tayyip Erdoğan toplumda öyle bir nefret ve korku yarattı ki, beş benzemezi ve aynı sokaktan geçmek dahi istemeyenlerin ortak duyguda, davranışta buluşmalarına yol açtı. Demokrasi güçleri, Erdoğan’ın ve AK Parti’lilerin saldırılarının büyüklüğü ve ağırlığı karşısında çaresizlik içinde adeta ırkçı, milliyetçi ve statükocu güçlere ve odaklara karşı dileri tutuk sessizler. HDP’ye AK Parti ile işbirliği yapacak mısınız ya da dışarıdan destekler misiniz gibi sorular, Doğu Perinçek ve Soner Yalçın gibi kemik ulusalcıların Recep Tayyip Erdoğan’ı şu veya bu gerekçeyle savunmaları, hatta geniş bir kesim tarafından Erdoğan’a karşı Türk milliyetçisi, Kürd karşıtı MHP’nin partner olarak görülmesi durumun vahametini gözler önüne seriyor. Ama algılanmasına ve kavranmasına ne yazık ki yetmiyor. Bu vahim durum, seçim sonrasını daha da belirsiz ve mayınlarla döşeli bir hale getiriyor. Muhalefet partilerinin “onu başkan yaptırmayacağız” veya “ AKP ile ne içeriden, ne dışarıdan hükümet kurmayız” sloganlarında ifadesini bulan siyasal atmosfer bugün bir çok şeyi anlatmaya yetiyor ama sürdürülebilir bir siyasi yaklaşım olup olmadığı tartışılır. Cumhurbaşkanın sonuçta Başbakanı da tahkir eden davranışlarıyla oluşan Recep Tayyip Erdoğan ve onu istemeyenler kutuplaşması ve gerilimi seçim kampanyaları ve siyaset düzeyini altüst etti. 8 Haziran sonrasında parlamento zeminde ilişkileri ve ortaklaşmayı zorlaştıran mayınlar liderlerin kampanyalarında kullandıkları dil ile döşendi. Cumhurbaşkanın nefret ve korku üreten dili karşıtını üretti. Bu siyasal tablonun sağlıklı bir gelişme olduğunu aklıselim düşünen hiç kimse ileri süremez. Parlamentoda bulunan hükümet partisi haricindeki partilerin tek hedefi, tavır ve davranışlarıyla sadece AK Parti’lilerin Cumhurbaşkanı olduğunu kanıtlayan Recep Tayyip Erdoğan’ın, anayasal ve yasal zemine çekilmesini sağlayacak bir sonucun ortaya çıkmasıdır. Bu tablo ile karşı karşıya kalınmış olması sistemin iflasını gösteriyor. Çözüm Süreci’nin geleceği neredeyse ağza alınamaz hale gelindi. Türkiye’nin sisteminin bugünkü haliyle sürdürülebilmesinin siyasal, sosyal, kültürel, toplumsal zemini büyük sarsıntı geçiyor. Bizzat Cumhurbaşkanı seçim döneminde yaptıklarıyla sisteme karşı, moda deyimle askeri olmayan “darbe “ yapmıştır. Bir çok devlet kurumu “bu darbeye” ya sesiz kaldılar ya da bizzat yanında yer aldılar. Anayasada Cumhurbaşkanın tarafsızlığı üzerine var olan açık hükümlerin aleni çiğnemesinin, AK Parti’nin seçim kampanyasına önderlik etmesinin önlenmemesi bu tablonun oluşmasına yol açtı. Milletin doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanı vurgusu, anayasa ve yasa tanımaz bir biçimde davranan cumhurbaşkanı ortaya çıkardı. Bu vahim ve kaos zemini oluşturan gayri hukuki duruma son verebilecek seçim sonucunun ortaya çıkma ihtimali oldukça zayıf. Türk İttihatçılığını yeni ambalajla gizli gizli sürdürme eğilimi açığa çıktı. Sandık sonuçları nasıl olursa olsun 8 Haziran sonrasında siyasal krizin derinleştireceği kesinleşti. 14 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Haziran14 2015 HABER Sığınmacılar için nefret çanları çalıyor O Yağmur Çetin rtadoğu’da birçok ülkede 4 yıldır süren savaşların en ağır yükünü şüphesiz ülkelerini terk edip zorunlu göçe maruz kalan sığınmacılar çekiyor. Arap Baharı ayaklanmaları ardından en uzun çatışmalarını yaşayan Suriye’den Türkiye’ye göç eden ve önemli bir kısmı Kürd olan sığınmacılar ülkelerinde savaşın berbat sonuçları ile mücadele ederken Türkiye’de ise nefret ve ötekileştirme uygulamalarına maruz kalıyor. Suriye’de 4 yıldır yaşanan savaş dolayısıyla komşu ülkelere göç eden sığınmacılar ölümden kaçarken bu kez gittikleri ülkelerde de nefretle mücadele ediyor. Birleşmiş Milletler’in Suriye savaşı sırasındaki sığınmacı göçünü ‚son yılların en büyük göç dalgası‘ olarak nitelendirirken bu dalgadan büyük pay Türkiye’ye düştü. Dönemin siyasilerinin savaşın başlamasıyla “Gelin, kapılarımız size açık” çağrısına uyan Suriyeli sığınmacılar, Kilis, Hatay ve Urfa’dan Türkiye’ye göç etti. İlk dönem sorun pek yaşanmazken önüne geçilmeyen göç dalgasıyla özellikle sınır kentlerinde Suriyeli nüfusu hızla artmaya başladı. Bu hızlı artış dolayısıyla ucuz iş gücü olarak görülen sığınmacılar bir yandan da yüksek ev kiraları, açlık, hastalık ve açlıkla başa çıkmaya çalışıyor. Daha önce özellikle ucuz iş gücü politikasından dolayı sığınmacılara yönelik yerel halkın nefreti büyürken yer yer bu çatışmalara dönüştü. Özellikle geçtiğimiz yıl Maraş, Antep, Hatay ve kısmen Urfa’da sığınmacılara yönelik nefret eylemleri artarken bu yer yer çatışmalar çıktı, çok sayıda sığınmacı yaralandı. Hızla artan sığınmacı öfkesi ve nefreti bu yıl yeniden gündeme gelmeye başladı. Özellikle 750 bin nüfusun yoğunlukta olduğu Urfa’da geçtiğimiz günlerde “sığınmacılar istemiyoruz” diyerek sosyal medya üzerinden örgütlenerek miting yapmaya çağırmaları sığınmacılara yönelik nefretin boyutunu gösterdi. Urfa Valiliği bu mitingi yasakladığı halde toplanan kalabalık ile polis arasında arbade çıkarken kalabalık ara sokaklarda sığınmacılara saldırdı. Bu saldırı sonrasında 3 Suriyeli yaralanırken birinin durumunun ağır olduğu öğrenildi. Ancak sığınmacıların uğradıkları saldırı bununla da sınırlı kalmıyor. Özellikle medyada kullanılan nefret dili ve ve siyasi mercilerin “geri göndereceğiz” söylemleri ile bir sorun olarak gösterdiği Suriyeliler, yaşadıkları bütün kentlerde aynı sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu çekince nedeniyle kendilerinin sıfatlarının bile belli Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş, Rabia Çetin / Diyarbakır: Mustafa Turan / Emin Kan sığınmacılara yönelik saldırıları yapma hakkını kendilerinde görüyor. Bunun anlamı, ırkçılık ve mülteci düşmanlığıdır. Seçim öncesi siyasi partilerin ‘Suriyelileri göndereceğiz” Suriyelilere harcanan parayı niye emeklilere harcamıyoruz’ şeklinde söylemler bu tür saldırıları arttırıyor. Toplumda, bu insanların ülkelerine gönderilmesi, Türkiye’ye zarar verdikleri şeklindeki ön yargıları ve düşmanca bir anlayışı besleyip büyütüyor. Bu nedenle, siyasetçiler, mültecileri iç politika malzemesi yapmaktan kaçınmalı. Esas eksiklik, siyasilerin göç politikaları konusunda bir şey söylememesidir.” Yılmaz, göç ve politikasının yeniden gözden geçirilmesi ve buna uyum-entegrasyın politikaları üzerine çalışılması gerektiğini aksi takdirde sorunların büyüyüceğine dikkat çekti. “Siyasilerin yaklaşımı şiddeti artırıyor” Sığınmacılara yönelik geniş kapsamlı çalışma yürüten Mazlum-Der Başkan Yardımcısı Halim Yılmaz, artan sığınmacı nefretine yönelik BasHaber’e açıklamada bulundu. Halim Yılmaz, sığınmacıların siyasi, ekonomik ve toplumsal değişikliklere neden olmasının doğal olduğunu önemli olanın doğru okuma ve doğru politikalar üretmek olduğunu söyledi. Yılmaz, mülteci saldırılarının orada yerel halkın kendilerini eşit görmemesinden kaynaklandığını ifade ederek şöyle konuştu: “Kendilerini bulundukları yerin yegane sahibi olarak gören insanlar, “Göçmen politikası düzenlenmeli” Artan sığınmacı saldırılarının cezasız kalmaması gerektiğini ifade eden Yılmaz, “Eylemler cezasız kaldığında, saldırganlar bunu meşru görecek ve yeni eylemlere kapı açılmış olacaktır. Sosyal medya üzerinden üretilen nefret söylemleri de endişe verici. Bu konuda hiçbir şey yapılmaması dikkat çekicidir. Mültecilere çıkarılacak zorluklar istismara yol açarak onlara zarar verecektir. Bu zarar tek taraflı olmaz” diyerek cezasızlığın ciddi sorunlar doğurucağına vurgu yaptı. Sığınmacıların çoğunluğunun genç nüfus olduğunu ve çocuk sayısının da yüksek olduğunu belirten Yılmaz, “Çoğunluğun İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi İdare Müdürü: Esin Alp Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. genç ve çocuklardan oluşması, çocuk mültecilere yönelik hizmetlerin, eğitim ve sosyal çalışmaların çok acil bir gereksinim olduğunu gösteriyor. Düzgün bir planlama ve göçmen politikası ile bu insanlara sağlıklı bir ortam ve gelecek sağlanabilirse, hem mülteciler hem de Türkiye toplumu bundan kazançlı çıkacaktır. Aksi halde, bu insanları görmezden gelmek, koşullarını iyileştirmemek, hukuki ve diğer sorunları çözümsüz bırakmak, insani bir felakete yol açacaktır. Zaten savaştan kaçtıkları için büyük bir travma yaşayan sığınmacılar için travmayı tedavi etmek yerine, bunu derinleştirmek her türlü sosyal soruna neden olur. Mültecilere göstereceğimiz her türlü yardım, insani ve hukuki koruma, Türkiye toplumuna da olumlu yansıyacaktır” Kapıları açmak yetmez, devlet adım atmalı Urfa İnsan Hakları Derneği Mülteciler Komisyonu üyesi Nalan Durdu da kent merkezinden geçtiğimiz yıldan bu yana artan saldırıların kentin kapasitesinin dolmasından kaynaklandığını ifade ediyor.Durdu, Kobanê’nin kurtarılmasıyla çok sayıda sığınmacının geri döndüğünü belirterek, şöyle konuştu; “Belediyenin çadır kentlerindeki insanların çoğu Kobanê’deki zafer sonrası geri döndü. Bunların yanı sıra Urfa’da zaten işsizlik diz boyu, dört yıldır devam eden göç nedeniyle şehrin nüfusu hızla artıyor. Bu da sığınmacılara yönelik saldırıların yayılmasına neden oluyor” dedi. Durdu sorunların daha fazla büyümemesi için devletin adım atması gerektiğini söyleyerek şöyle devam etti: “Sadece kapıları açmak ve gerisini gelişi güzel bir gelişime bırakmak çok kötü sonuçlara yol açar. Kobanê bunun canlı kanıtı. Eğer, Kobanê’nin inşasına yardımda bulunursanız ve oranın bir an önce eski haline gelmesinde ön ayak olursanız bu insanlar zaten ülkelerine dönecektir. Yani yerinde politkalar uygulamak artan bu nefretin ve saldırıların önünü kesecektir.” 15 Kanada Kürdleri Dünyanın kıyısındaki Kürd toplumu D olmadığı sığınmacılar bu durumdan rahatsız. Göçmenler üzerine çalışan kurumlar da mültecilerin yaşadıkları sorunlar ve izlenimleri ile ilgili birçok rapor yayınlandı. Bu raporları hazırlayan insan hakları örgütleri, sadece gözlem ve raporlama ile yetinildiğini ve kimsenin bir adım atmadığını söylüyor. Yoğun göç alan kentlerin altyapı ve üstyapı kapasitelerinin yeterli olmadığını söyleyen ve bunun zamanla daha çok soruna neden olacağını belirten yerel kurumlar ise devletin sadece sınır kapılarını açmakla yetindiğini ancak bir an önce gereken önlemlerin alınması gerektiği inancında. Türkiye’yedeki sığınmacıların sayısı resmi mercilere göre 1,5 milyon civarındayken gayri resmi kurumlar ise bu sayının 2 milyonu aştığı inancında. Bölge illerinde kendileri için kurulan çadır kentlerin yetersiz kalması ve ekonomik sorunlar nedeniyle, metropollere ve bulundukları şehirlerin kent merkezlerine göç eden sığınmacılar, hem ucuz iş gücü olarak sömürülüyor hem de nefret söylemlerine maruz kalıyor. HABER BasHaber 01 - 07 Haziran 2015 15 SÖYLEŞİ bağımsızlık sürecinin Kanada’daki Kürdlerde büyük heyecan yarattığını ifade ediyor: “Buradaki tüm Kürdler bunu canı gönülden destekliyor. Çünkü hayallerimizde yaşattığımız Kürdistan’ın tüm parçalarda da etkili olacağını biliyoruz. Bu süreci buradaki tüm Kürdler destekliyor. Bu Kürdistan’ın tüm parçaları ve Kürdler için büyük bir avantaj sağlayacak.” Çimen Gümüş ünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, yerküremizin öteki ucu olan Kanada’ya yerleşen ve sayıları on binlerle ifade edilen bir Kürd topluluğu var. 1970 yılından bu yana Kürd göçünün yöneldiği Kanada’da yaşayan Kürdler, siyasi ve diplomatik faaliyetler yürüterek ülkelerindeki politik süreçle bağlantılarını sürdürüyor. Çeşitli tarihlerde yaşanan kitlesel katliam ve baskılar özellikle de 1980-1990 yılları arasında Halepçe, Enfal soykırımları, Doğu Kürdistan’daki toplu öldürmeler, eşzamanlı olarak Kuzey’deki savaş Kürdlerin dünyaya dağılmasına neden oldu. Ülkelerinde uğradıkları zulüm sonucu göç eden Kürdler, gittikleri ülkelerde dil, kültür ve geleneklerini koruma mücadelesinin yanısıra politik etkinliklerini ve örgütlülüklerini de devam ettirmeye özen gösterdiler. Dünyanın öbür ucu olan Kuzey Amerika kıtasındaki Kanada’ya 1970 yılından itibaren başlayan ekonomik nedenli Kürd göçü, Güney Kürdistan’da yaşanan Halepçe ve Enfal ile birlikte toplu politik göçlere bıraktı yerini. Şu an itibariyle 15-20 bin arasında Kürdün yaşadığı Kanada’nın bu yoğunluğu barındıran şehirlerinde çok sayıda Kürd kurumu mevcut. Bunların başında da 3 dernek geliyor. Yanısıra 13 yıldır Kürdçe, İngilizce, Fransızca ve Türkçe yayın yapan Mesopotamia Sînews Gazetesi var. 10 yılı aşkın bir süredir geleneksel olarak Kürdistan Uluslararası Festivali’nin yanı sıra, yıllardır büyük Newroz kutlamalarına ev sahipliği yapıyor Kanada Kürd toplumu. Toplu Kürd göçünün olduğu bir ülke 1970 yılı başlarında daha iyi bir yaşam amacı ile göçen Kürdlerle tanışan Kanada’ya, 1980 ile 1991 arası Güney ve Doğu Kürdistan’dan toplu göçler başlamış. Özellikle Kürdistan’ın güneyinden Halepçe ve Enfal’in ardından gruplar halinde ilticacı başvurusu alan Kanada, ardından Doğu Kürdistan’ın özellikle Urmiye kentinden göçler almış. Kuzey’den Ağrı, Diyarbakır, Maraş gibi illerinden de göç alan ülkede Zaza, Soran, Goran ve Kurmanc Kürdler birarada yaşıyor. Kürd Halk Merkezleri Nüfusunun büyük çoğunluğu göçmen toplumlardan oluşan Kanada’ya yerleşmeye başladıktan sonra 1990 yılları itibariyle örgütlenen Kürdler, farklı kentlerde Kürd Halk Merkezleri oluşturmuş. En büyükleri Toronto, Edmonton ve Montrael’de bulunan bu dernekler, kültürel, folklorik, anadil ve siyasi çalışmaların yanı sıra çok dağınık bir şekilde yaşayan Kürdler arasında bir köprü rolü de oynuyor. Genellikle Kuzeylilerin yürüttüğü bu dernek faaliyetleri kapsamın- da, Kürd gençlerinin kültür, tarih ve dilleri ile ilgilerinin korunması da hedefleniyor. Her bölgede özgünlüklerine göre çalışan bu dernekler göçmen Kürdlere yardımcı olmak ve entegrasyonu sağlama çalışmalarının yanı sıra, Kürdçe’nin de unutulmaması için de çalışıyor. Dernekler koordinasyon halinde özellikle Newrozlarda ve on yılı aşkın bir süredir düzenlenen geleneksel Kürdistan Uluslararası Festivali’ni ortak bir şekilde örgütlüyor. 320 Kürd pizzacı Dünyanın kıyısı olarak da bilinen Kanada’nın yoğunluklu olarak Toronto, Montreal, Kebek, Ontorio ve Edmonton eyaletlerinde yaşayan Kürdler, ağırlıklı olarak hizmet ve inşaat sektöründe çalışıyor. Toronto’da inşaatlarda çalışırken, Montreal’de ise pizzacılık işi ile uğraşıyorlar. 320’nin üzerinde pizza salonları bulunan Kürdlerin çok sayıda inşaat firması da var. Kürdler burada inşaat sektöründe büyük işler yapan 3-4 inşaat firmaya da sahip. Kürd toplumu, Kanada’nın Rojava tavrında etkili oldu Kürdistan’da yaşananlara sessiz kalmayı kabul etmeyen Kanada’daki Kürdler Kobanê savaşı sırasında çok sayıda eylem yaparak Kanada’nın da bu konuda tavır sergilemesini ve uluslararası koalisyon güçleri ile birlikte hareket etmesi için ciddi çalışmalar yürütürken, iktidardan muhalefete kadar birçok parti ile görüşmeler gerçekleştirdiler. Bu görüşmeler hem Kanada’nın uluslararası koalisyona katılmasına hem de Kanada’nın Kürd güçleri için 50-60 milyon dolarlık bir ödenek açmasında etkili oldu. Kürdlerin burada Kobanê için yaptığı eylemlere birçok Kanadalı politikacı da destek vermişti. Rojava’da yaşananların ardından büyük bir ilticacı grup almaya hazırlandığı bildirilen Kanada’nın, 50 milyon dolarlık bir fonun da Irak ve Suriye’deki durumlarla ilgili ayrıldığı kaydedildi. Kanada’da Kürdçe çalışmaları Kürdlerin, ülkeleri ile bağlantılarının zayıf olmasına neden olan uzaklıktan dolayı çocuklarına yeterince kendi dil ve tarihleri ile ilgili eğitim verememeleri ve özgün sorunlar yaşamalarına neden oluyor. Mesafeden ve Kürdçe eğitim verecek kişilerin eksikliğinden kaynaklı anadil konusunda sıkıntı yaşanırken, Montreal’de yakın zamanda Kürdçe dersleri başlayacak. Toronto’da ise yaklaşık 5 yıldır dil eğitimi veriliyor. 20 yıldır zaman zaman anadil çalışması yürütülürken, yeterli sayı oluştuğunda devlet okullarında anadillerinde eğitim alabilecekken, dağınık yaşam Kürd ailelerin 15 çocuk biraraya getirip sınıf oluşturmalarını engelliyor. Bu nedenle bu tür etkinlikleri dernekler çatısı altında yapmak zorunda kalıyorlar. ‘Burada bütün Kürderin sesi olmaya çalışıyoruz’ Kanada’ya Kürdistan’ın dört parçasından göç eden Kürdlerin sorunlarını çözmeye çalıştıklarını ifade eden Montreal Kürd Halk Merkezi Dış İşleri Sorumlusu Mahsuni Örde, “Kürdlerin nerde bir sorunu varsa onlarla dayanışma içerisindeyiz. Rojava’da ise Rojava için, Rojhilat’ta ise orası için çalışıyoruz” diyor. Aynı zamanda ilticacılara yardımcı olmaya çalıştıklarını kaydeden Örde, “Amacımız her Kürd bireyinin bulunduğu alanda kendi ülkesinin sorunlarını dile getirmesidir. Seçimlerde oy kullanıyoruz ve seçmen olarak bizim de partilerden taleplerimiz oluyor. Onlara siz bizleri tanıdığınız ve destek verdiğiniz oranda biz de sizin yanında yer alırız diyoruz. Amacımız kültürümüzü, değerlerimizi, dilimizi gelecek kuşaklara devredebilmektir. Gençlerimizin ülkesini tanıması, ilişkilerini koparmaması ve kendi kimliği ile sahiplenme duygusunu yaşatmaktır. Diğer uluslarda kendi dillerini bilmiyorlar ama kendi ülkelerini ve ulusunu sahiplenme duygusu var. Mesele o ruhu taşımak” şeklinde konuşuyor. ‘Bağımsızlık süreci büyük heyecan yarattı’ Kürdistan’ın her parçası ve partisi ile ilişkili olduklarını dile getiren Örde, Kürdlerin her alandaki mücadelesine destek olmaya çalıştıklarını, Güney Kürdistan’ın Hedef parlamentoda Kürd parlamenter Kanada parlamentosuna bir Kürd üye göndermek istediklerini ancak nüfusun çok dağınık olması nedeniyle bunu yapamadıklarını kaydeden Örde, artık belli alanlarda Kürd nüfusunun yoğunlaştığını ve şartların uygun olması ile bir Kürd parlamenteri parlamentoya göndermeyi hedeflediklerini söylüyor. Kanada’da Kürdçe Gazete: Sînews Kanada’da yaklaşık 13 yıldan bu yana Kürdçe, Fransızca, İngilizce ve Türkçe yayın yapan Sînews Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Metin Çiyayî ise gazetelerinin hem Kürdistan’daki gelişmeleri takip ederek, Kanada’daki Kürdleri haberdar ettiğini, hemde Kürdistan ile Kanada’daki Kürdler arasında bir köprü rolü oynadığını söyledi. 15 günde bir çıkan ve 12 bin adet basılan gazetenin bir diğer hedefinin ise Kürdçe’yi günlük yaşam dili haline getirerek Kanada’da yaşayan Kürdlerin sorunlarını sayfalarına taşıyor. Kanada’da ciddi kültürel imkanlar olduğu halde Kürdlerin bunu değerlendirmesinde sıkıntılar olduğunun altını çizen Çiyayî, “Burada en büyük hedeflerimizden biri de anadil sorununu çözmektir” diyor. Toronto Kulesi’nin mühendisi Kürd Kanada’da uzun yıllar gazetecilik yapan Nurettin Veysi, Kanada devletinin Kürdlerle ilişkilerinin iyi olduğunu ve Kürdlerin aktivitelerine destek verildiğini belirttiyor. Özellikle Hewler’de açılan Kanada temsilciliğinin ardından Güney Kürdistanlı Kürdler ile Kanada’nın ilişkilerinin dostluk temelinde geliştiğini sözlerine ekleyen Veysi, Kürdistan’ı ziyaret eden Kanadalı politikacıların da Kanada’da Kürd ağırlıklı toplantılar yaptığını kaydetti. Kanada’da Kürd nüfusunun oldukça önemli bir miktarda olduğunu kaydeden Veysi, Kanada’nın Kürdistan’da temsilcilik açmasına rağmen, Kürdistan’ın Kanada’da hala resmi bir temsilciliğinin olmadığına işaret ederek, “Kürdistan Hükümeti’nin Kanada’daki Kürdlerle iyi ilişkiler geliştirmesi gerekiyor” diyor. Bu ülkedeki çalışmaları ile tanınan çok sayıda başarılı Kürd olduğunu belirten Veysi, Toronto’da bulunan dünyanın en büyük ikinci kulesi olan CN Tower’in Doğu Kürdistanlı Mühendis Cemil Mardoksi tarafından yapıldığını da söylüyor. 16 BasHaber SÖYLEŞİ 01 - 07 Haziran16 2015 MÜZİK Hasan Şerif: Peşmerge bir ses Çocuk yaşta müzik tutkusu, BAAS rejiminin baskıları, Peşmergelik ve mültecilikten sonra profesyonel müzisyenlik… Bu olgular birçok Kürd sanatçısının hayatının bileşkesi. Daha fazlasını yaşamlarının değişik alanlarında duyumsamak durumunda kalanlardan biri olan ses sanatçısı Hesen Şerîf de ‘feleğin çemberinden geçtikten sonra’ Kürdistan’ın her yanında dinlenen ve sevilerek takip edilen sanatçılardan biri. Kürdler vatanlarını koruyan çocuklarına Peşmerge der. Peşmerge sözcüğü, ‘ölümün önünde yürüyen’ anlamına geliyor. Dağlarda zorlu direniş yıllarında Peşmerge’ye katılan sanatçı Hesen Şerîf’in etkileyici sesi de ‘ölümün önünde yürüyenlerin’ şarkılarını dillendiriyor. Zerya Nergis natımı halkımın mücadelesini güçlendirmek için kullanmak istiyordum. Sıcakkanlılıkla ve halkımı uyandırmak için yeni bir müzik sahasına adım attım.” E nfal öncesinde sınırlara yığılan binlerce Kürdün yaşadıklarını çocuk denecek yaşlarda yaşamak durumunda kalan Şerîf, yüzünü dağlara çevirerek Peşmerge saflarında yer alır. Kuzey Kürdistan’a geçtikten sonra bir süre kamplarda kalır ve ardınan Avrupa’da mülteci bir yaşama savrulur. BAAS rejimine karşı savaşırken de hep müzik tutkusuyla yaşadığını söyleyen Şerîf, hayatın normalleşmeye başlamasıyla müzik hayatına yeniden döner ve ilkin düğünlerde, çeşitli gece ve şölenlerde müzisyenlik yapar. İleriki yıllarda ise deneyimlerini ve Kürdistan’ın ‘kalp atışlarını’ duyumsamaya müzikle buluşturup, başarı ve ününü bu kez bu yolla sınırlardan aşırır. Yaşamı ve müzik çalışmaları konusunda BasHaber’e konuşan Şerîf, Kürd kültürünün olmazsa olmazı olarak klasiklerin önemine vurgu yaparak, Kürd sanatçılarının bu kaynaktan yeterince beslenmesini ve gelecek kuşakları bu mayayla yoğurmasını öneriyor. Çetin bir yaşam ve müziğin yaratıcılığı Çocukluğundan beri müzikle ilgilenen müzisyen Hesen Şerîf, müziği ve direnişi beraber yürüten sanatçılardan biri. Aynı zamanda devrimci olduğu için sanatında her zaman halkının acılarını, kederlerini dile getiriyor. Kürd halkının yaşadığı baskıları bizzat yaşayan ve çok sıkıntı çeken Hesen Şerîf, 1985 yılında müziğe başlama çabası içerisinde olduğu sahadan çaresiz bir şekilde ayrılıyor ve yıllarca dağlarda, göçmen kamplarında kalıyor. Anne tarafında dengbêjlik geleneği olduğundan onların etkisinde kalıyor. Geleneksel Kürd müzik tarzının yani dengbêjliğin sevdalısı oluyor. 1985’te Duhok’ta amatör gruplarla müzik icra etmeye başlıyor. Bayram ve gece eğlencelerinde sahne alması, ona iyi bir tecrübe kazandırır ama acılar ve sıkıntılar hep peşindedir. Hesen Şerîf, acılı günlerini anlatırken gözleri doluyor: “Bugün de Kürd halkı aynı durumda. Halkımız 85-86 yıllarında çok büyük tehlike altında idi. Özellikle Güney Kürdistan halkı, büyük bir zulüm görüyordu. O çetin günlerde ulusal duygularım çok güçlenmişti. Bu yüzden siyasi, devrimci ve ideolojik şarkılar söylemeye başladım. Sa- Peşmerge bir müzisyen Hesen Şerîf, Halepçe Katliamı ve Enfal yıllarında Peşmerge’dir ve hem sanatını icra etmekte hem de halkını korumak için Peşmergelik yapmaktadır. Şerîf, hikâyesini şöyle anlatıyor: “Hayatım, aşama aşama değişti. Hayatım üç önemli aşamadan geçti diyebilirim. Birincisi, devrim zamanlarında müziğe başlamaktı. O zamanlar BAAS rejiminin baskısı altındaydık. Sonra devrimci ve ideolojik şarkılarımızdan dolayı şehirden çıkmak zorunda kaldık. 87’de dağlara çıktık, yaklaşık bir yıl 6 ay Peşmergelik yaptım ve BAAS rejimine karşı savaştım. Halepçe Katliamı ve Enfal baş gösterince büyük bir göç başladı ve Kürd halkı yerini yurdunu terk etti. O vakit, biz de Kuzey Kürdistan’a geçtik ve Amed’e geldik. Kuzey Kürdistan’da 3 büyük kampımız vardı, ben Amed kampına yerleştim. Çekilen o acı ve sıkıntılar dile getirilemez, zira buna söz yetmez. Katledilen 182 bin Kürd’ün yanısıra bu büyük göç de çok büyük trajedilerin yaşanmasına sebep oldu. Birçok insan yollarda hayatını kaybetti.” “Amacım, dili korumak ve halkı uyandırmak” Hesen Şerîf, Amed’e geldikten sonra müzik çalışmalarından vazgeçmez ve kısa süre içinde sesini, avazını duyurduğu Amed halkı tarafından çok sevilir. Yaklaşık 2 buçuk yıl Amed’deki Peşmerge kampında kalır. Sonra Güney Kürdistan’a döner. Şerîf, Enfal zamanlarındaki durumu, şimdiki Rojava Kürdistanı’na benzetiyor ve ekliyor: “Rojava’nın durumuna bakınca Enfal günlerini hatırlıyorum. Maalesef biz Kürdler topraklarımızda da göçmeniz.” Şerîf, sanatını Kürd sanatı, kültürü, inançları, yaşamı, renkleri ve sesleriyle süslüyor ve halkının acılı yaşamını dile getiriyor. Çocukluğundan beri yaşadığı sıkıntıların hala yaşamına etki ettiğini söyleyen Şerîf, şöyle devam ediyor: “Tarihe baktığımızda görürüz ki, aslında biz sadece coğrafi ve fiziki anlamda parçalanmış değiliz. Her şeyimiz parçalanmış, aramıza ikilik koymuşlar. Bu yüzden de özellikle Kürd diline hizmet etmek istiyorum. Kürd halkı için standard bir dilin oluşmasını istiyorum. Bir Kürd sanatçısı olarak tüm Kürdlerin seslendirdiğim şarkıları anlamasını istiyorum. Sanatımın öncelikli amacı budur. Ayrıca anonim şarkıların korunması da öncelikli amaçlarımdan biridir. Ama kati olarak istiyorum ki Kürdistan’ın diğer parçalarındaki tüm Kürdler şarkılarımı anlayabilsin.” bu şarkıyla onlara teşekkürlerimi sunmak istedim. Ezdî, Müslüman ve diğer Kürdleri bağlayan zinciri koparmayan şey, dilimizdir. Bu şarkı, sesimizdi, rengimizdi. Bu özelliğinden dolayı bu şarkı Kürd halkı üzerinde çok etki yarattı. Diyebilirim ki Ermenistan’dan tüm dört parça Kürdistan’a kadar çok sevildi, herkes gönülden dinledi. Güzel şeyler yapmak istiyoruz ve tarihi bir çalışma yürütüyoruz.” “Klasiklerimiz, yaşamınızın ruhudur” Şerîf, tüm Kürd sanatçılarının, klasik eserlerin önemini bilmesi gerektiğini ve buna göre hareket etmesi gerektiğini ifade ediyor ve devam ediyor: “Klasiklerimiz çok önemli. Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran ve değerlerimizin tüm koruyucularını, kültürümüzü iyi tanımalıyız ve felsefelerini bilmeliyiz. Bu düşünürlerimiz, ideolojimizin temelleridir. Sanatımın başlıca amaçlarından biri de budur. Arşiv oluşturmalıyız, kitaplar yazmalıyız ve onları akademilerde korumalı, geliştirmeliyiz ki çocuklarımız Kawis Axa, Şakiro, Mihemed Arifê Cizrewî’yi tanısın, o zaman kendi orijinalliklerini de tanır ve nerden geldiklerini, nereye gideceklerini bilirler.” “Sanatımız, orijinalliğimizden geliyor” Konuşmasının sonunda Hesen Şerîf Kürd sanatçılarının rolüne dikkat çekiyor ve Kürd sanatçılarının Kürdlerin parçalanmış dilleri, sesleri ve renklerinin yeniden yaşatması ve Kürd halkının birliğini sağlanması gerektiğini söylüyor: “Kürdler üzerinde Türk, Fars ve Arap sanatının etkisi var. Eğer korunur ve geliştirilirse bizim sanatımız ve kültürümüz bize yeter, tüm Kürdlere yetebilir. Sanatımız, orijinalliğimizden geliyor. Ama maalesef sorumlu kurumlar televizyonları iyi denetlemiyor. Bu yüzden Türk, Arap ve Farslar taklit ediliyor. Ama inanıyorum ki Kürdlerin gözündeki perde kalktı ve her şeyi elde ettiler ve Kürd kültürünün bozulmasını engelleyebilirler. Sanatın çeşitli yolları var. Özellikle Güney Kürdistan’da eğer klasik ve ya modern bir eser yaratmak istersen, eserinde, Kürdçe’yi sevmen gerekir. Eğer iş, Türkleri veya Arapları taklitse bu çok büyük eksiklik. Artık eskisi gibi değil. İmkân var, özgürlük var, iyi ve orijinal eserler yaratılabilir.” “Laleş şarkısı Êzdî halkına bir armağandı” Hesen Şerîf, “Laleş” adlı şarkısını Ezdî halkına armağan ettiğini belirtiyor. Bunun için de yıllarca iyi bir çalışma olması için bu şarkı üzerinde çalışmış: “Ezdîlik bin yıllar boyunca dilimizi ve kültürümüzü koruyagelmiş. Bu yüzden bir Kürd sanatçısı olarak
Benzer belgeler
10.08.2015
Türkiye’de ki baraj dünyanın hiç bir yerinde örneği olmayan anti demokratik bir uygulama olduğunu ve seçimlerin ilginç sonuçlara gebe olduğunu ifade eden Araştırmacı Mehmet Bayrak da, “Bu başlı baş...
Detaylı