Konuşma Metni Ankara 28 Nisan 2014
Transkript
Konuşma Metni Ankara 28 Nisan 2014
Translation of advance text The speech on the internet: www.bundespraesident.de Page 1 of 7 Federal Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Konuşma Metni Ankara 28 Nisan 2014 Sizlere burada, ülkenizin ileri gelen yükseköğretim kurumlarından birinde, hatta dünya genelinde yüksek itibar sahibi olan eğitim kurumlarının oluşturduğu o küçük kulübe dahil olan bir üniversitenizde hitap edebiliyor olmaktan mutluluk duyuyorum. Bu üniversitenin öğrencileri ve profesörleri olarak eğitim ve araştırmanın her bir toplum için taşıdığı temel anlamı biliyorsunuz. Ve bilimin en iyi şekilde yaratıcı beyinlerle; öğretim ve araştırma alanları da dahil olmak üzere ahlaki ve yurttaşlıkla ilgili kararlardan kaçınmayan öğrencilerle geliştiğini de biliyorsunuz. Bu nedenden ötürü üniversitenizin öğretim görevlileri ve öğrencilerinin bilim insanları ve birer yurttaş olarak küreselleşmiş dünyamızın zorlu görevlerine karşılık verebilmek için bu çifte sorumluluğu nasıl üstlendiklerine saygı ve hayranlık duymaktayım. Berlin Humboldt-Üniversitesi ile Üniversiteniz arasındaki bir sosyal bilimler yüksek lisans programı yolu ile sekiz yıldır bir bağlantı oluşmuş bulunmaktadır. Türkiye’den, Almanya’dan ve diğer ülkelerden öğrenciler sorunları birlikte derinlikli olarak inceliyorlar. Modernleşme ve Dönüşüm, Göç ve Uyum üzerine çalışıyorlar. Ve kendilerine örnek aldıkları ana fikir şudur: Diğeri olmadan değil, diğeriyle birlikte araştırmak. Birbirimizin hakkında değil, birbirimizle konuşmak. Bu ana fikre diğer alanlarda da daha güçlü bir şekilde uyuluyor olsa, yanlış anlaşmalardan belki daha çok kaçınılır ve mutabakatla varılan çözümlere ulaşım daha kolay olurdu. Bu nedenden ötürü bugün VERANTWORTLICH ANSCHRIFT TEL / FAX E-MAIL INTERNET Ferdos Forudastan Bundespräsidialamt 11010 Berlin 030 2000-2021/-1926 presse@bpra.bund.de www.bundespraesident.de Page 2 of 7 söylediklerimin birliktelik içersinden bir ses olarak anlaşılmasını isterim. Toplumlarımızın birbirine yakınlaşma sürecinde derinlikli bir görüş paylaşımı önerisi olarak. İzninizle iyi bir haberi en başta vermek isterim: Almanya, Türkiye ile şimdiye kadar hiç şu anda olduğu kadar yakın ve çok yönlü ilişkilere sahip olmamıştı. Türkleri günümüzde artık geçtiğimiz yüzyıllarda olduğu gibi sadece kulaktan dolma bilgiler, şiirler ya da münferit buluşmalardan tanımıyoruz. Günümüzde birbirimizi sıkı dokunmuş bir iş ilişkileri ağı, siyasi, bilimsel ve toplumsal forumlardaki paylaşımımız ve özellikle de hergün gerçekleşen sayısız buluşmalardan tanımaktayız. Her yıl yeniden milyonlarca Alman Türkiye’de tatil yapıyor. İş ve bilim dünyasından ve kültürel alandan binlerce insan her iki ülke arasında gidip geliyor. Değişim programları sayesinde her yıl binlerce Türk öğrenci Avrupa Birliği’ne ve Almanya’ya geliyor, ve binlerce Alman öğrenci Türkiye’ye gidiyor. Siyasi alanda ise nerdeyse 60 yıldır Almanya ve Türkiye Kuzey Atlantik savunma ittifakında birlikte yer alıyorlar, her iki ülke Avrupa Konseyi’ndedir, ikisi de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı üyesidir ve aralarında Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan Gümrük Birliği’nden ötürü ekonomik açıdan sıkı bir bağ bulunmaktadır. Bu birliktelik büyük bir önem taşımaktadır. Ama Almanya’da üç milyon kadar Türkiye kökenli insanın yerleşik olması da birlikteliğimiz açısından aynı öneme sahiptir. Bu insanların yarısı kadarı Alman vatandaşı oldular. 60’lı yıllardan bu yana çabaları ve çalışkanlıkları ile Federal Almanya’nın refah düzeyini artırmış olan yüzbinlerce Türk işçisini şükran duyarak anıyorum. Artık Alman parlamentosunda Türkiye kökenli milletvekilleri var. Ve Türkiye kökenli bir rejisör geçen yılın en başarılı Alman filmini çekti. Göç ederek gelenlerle eskiden beri yerleşik olanlar arasındaki ilişkilerde halen iyileştirilebilecek bazı hususlar olsa da bir çok konuda başarı kaydedildi bile. Göç ülkesi olmayan ve baştan olmak da istemeyen Almanya büyük bir çaba harcayarak göçmenler ve onların ikinci ve üçüncü kuşaklarının yeni vatanlarında siyasi ve toplumsal yaşamda nasıl eşit, saygın ve doğal bir şekilde pay sahibi olabileceklerinin yollarını arıyor. Böylece birlikte yaşıyoruz - tarihte şimdiye kadar hiç olmadığı kadar. Birbirimize bu denli yakınlaştığımız ve yaşamlarımız giderek daha yoğun bir şekilde birbiriyle bağlantılı hale geldiği için, ülkelerimizde olan bitenleri şimdiye kadar hiç olmadığı kadar yakından izliyoruz. Almanya’da Türkiye’nin, Almanya’daki Türk kökenli ailelerin esenliğine duyduğu ilgiyi anlayışla karşılıyoruz. Özellikle de, 2000 ve 2006 yılları arasında nerdeyse hepsi Türk kökenli olan on insanı öldürmüş olan Nasyonal Sosyalist Yeraltı diye adlandırılan aşırı sağcı Page 3 of 7 terör grubunun bir üyesine karşı yürütülen davaya duyulan ilgiyi anlıyoruz. Yabancı düşmanı ve ırkçı nefrete karşı olduğu gibi, faillerin bu kadar uzun bir süre gizli kalabilmiş olmasından da ötürü duyulan dehşeti anlıyoruz. Anlıyoruz, çünkü bu dehşet, Almanya’da bizim de duyduğumuz dehşettir. Fakat sizi temin ederimki, Almanya olanları var gücüyle hukuki açıdan da irdelemeye çalışmaktadır. Şundan emin olabilirsiniz: Alman halkının büyük bir çoğunluğu aşırı akımlara tahammül göstermez. Sadece devlet derneklerinin teröre ve kurumları değil, angaje olan vatandaşların ve ülke genelinde kurduğu iletişim ağı yabancı düşmanı günlük yaşamda ayrımcılığa karşı güçlü bir siper oluşturmuştur. Hanımefendiler, Beyefendiler, Türkiye’de sizler için Almanya’da ne olduğu nasıl önemsiz değilse, bizler için Almanya’da, Türkiye’de ne olduğu önemsiz değil. Bu yüzden izninizle bu bağlamda çok açık bir şekilde kaygı duyduğum bir noktaya da değinmek isterim. Almanya’nın 1989 yılına kadar Sovyetler Birliği’nin etki alanına giren bölgesinde büyüdüm. 50 yaşıma kadar neyin hukuk ve neyin hukuksuzluk olduğuna bir komünist partinin karar verdiği bir sistemde yaşadım. Almanya’nın birleşmesi süreci bu nedenden ötürü hayatımın en mutlu anlarına denk gelir. Baskı ve keyfi muamele zamanı geride kalmıştı. Gücün tek bir partinin elinde odaklanmasına son verilmişti. O gün bugündür hep demokrasinin avantajlarını yaşayarak emin oldum: Almanya kuvvetler ayrımına saygı duymaktadır; hükümetin gücü parlamento ve yargı organlarının gücü ile dengeleniyor. Demokrasinin sağladığı kazanımı yaşama tecrübesinin etkisiyle herhangi bir yerde hukuk devletini ve bir çok ülkede denenmiş olan kuvvetler ayrımını kısıtlama eğilimini gördüğüm zaman bunu özel bir kaygı duyarak izlerim. Dolayısıyla bugün burada kendime, hükümet hoşuna gitmeyen çok sayıda savcı ve polisi yerinden alır ve şahısların kim olduklarına bakmaksızın çarpık gelişmeleri aydınlatmalarına bu şekilde engel olur, ya da kararları kendi lehine etkilemeye veya hoşnut olmayacağı kararlardan kaçınmaya çalışırsa, yargı bağımsızlığı halen güvence altında olur mu, diye soruyorum. Kimi Türk vatandaşı ve zaten kimi Türk siyasetçi bu tarz eleştiriyi kabul etmekte zorlanabilir; kimisi belki haksız ya da istenilmeyen bir eleştiri olarak geri çevirebilir. Fakat beni lütfen yanlış anlamayınız. İfade ettiklerim iç işlerine müdahale arzusu değil, eşit düzeyde paylaşım arzusudur. İfade ettiklerim totaliter bir devlette uzun yıllar edinmiş olduğu deneyimler sonucunda demokrasinin bir müdafisi olan bir vatandaşın duyduğu kaygılardır. Page 4 of 7 Bir demokrat olarak görüşlerimi sadece hükümette olanların sözleri ve eylemlerine dayandıramam. Bir demokrat olarak her zaman hükümet edilenlerin de seslerini duyacağım. Ve bir demokrat olarak ne zaman hukuk devletinin tehlike altında olduğunu görürsem o zaman sesimi yükselteceğimdir – kendi ülkemin hukuk devleti olmasa da. Sesim, insanlar içindir; onurları, özgürlükleri ve fiziksel dokunulmazlıkları içindir. Ve nasıl bu söylediklerimin bir tavsiye olarak anlaşılmasını istiyorsam Almanya’da ben ve bizler de başka ülkelerin tavsiyelerini dinlemeye hazırız. Türkiye’den uzun bir süre yapılan ve yabancı düşmanlığından ötürü işlenen cinayetlerden sonra yürütülen soruşturmaların tek yönlü olduğunu içeren eleştirileri kabullenmek zorundaydık ve kabullenmek istedik. Hanımefendiler, Beyefendiler, Türkiye harekette olan ve dönüşümü yaşayan bir ülkedir. Yükselen bir topluma sahip olan, gelenekseli modernite ile barıştırmaya çalışan bir ülke. Son on yıl içersinde gerçekleşen çarpıcı ekonomik kalkınmayı büyük bir takdirle izledik – milyonlarca Türk yükselen refah düzeyinden faydalandı. Bunları da gördük: Ordunun siyasete etkisi geriye itildi; Kürtlerle olan diyalog sürecinin başlamasıyla birlikte şiddet içeren çatışma sayısı azaldı, örneğin Ermeniler veya Kürtlere karşı yapılan haksızlıklara ilişkin tarihi tabular kalkmaya başladı. Son olarak Başbakan Erdoğan Ermeni kurbanların yakınlarına yönelik acılarını paylaştığını ifade etti. Bunlar tabiiki, Türkiye’de olan olumlu gelişmelerin sadece bazılarıdır. Fakat son zamanlarda bir çok kişinin demokrasiye tehdit oluşturduğu şeklinde algıladığı bir yönetim üslubundan ötürü hayal kırıklığı, burukluk ve öfke ifade eden sesler de duyuyoruz; örneğin insanların nasıl bir yaşam tarzını benimsemeleri gerektiğine ilişkin bir müdahale söz konusu olduğunda; hayatları üzerinde daha güçlü bir gizli servis kontrolü amaçlandığında; sokak protestoları zor kullanılarak bastırıldığında ve hatta bu yüzden insanlar canından olduğunda. İtiraf ediyorum: Bu gelişme beni korkutuyor. Özellikle de fikir ve basın özgürlüğü kısıtlandığı için. İnternet ve sosyal iletişim ağlarına erişimin kısıtlandığını; eleştirel bakış açısına sahip gazetecilerin işten çıkartıldığını, hatta yargılandığını; gazetelere yayın yasağının getirildiğini ve yayıncıların hukuki baskı altına alındıkları zamanı yaşıyoruz. Oysaki kapsamlı bir şekilde bilgilendirmek ve kapsamlı bir şekilde bilgilendirilmek özgür ve demokratik bir toplumun iki ana şartıdır. Ancak bu sayede çarpık gelişmeler aydınlatılabilir ve hükümet edenlerin eylemleri bir kontrole tabi tutulabilir. Rüştünü ispatlayan ve kendi kararlarını kendisi veren vatandaşlar ancak bu sayede yetişir. Deneyimlerimin bana ayrıca öğretmiş olduğu şudur: Nerde fikir özgürlüğü kısıtlanıyor, vatandaş hiç ya da yeterince bilgilendirilmiyor, Page 5 of 7 kendisine sorulmuyor ve katılımına izin verilmiyorsa, orada hoşnutsuzluk, acımasızlık ve sonuçta şiddete hazır olma büyüyor. Protesto uyarıcı bir sinyaldir. Ancak hoşnutsuzluk sonucunda vatandaşlar daha iyi çözüm arayışlarına girer ve sorumluluk üstlenmeye hazır olurlarsa hoşnutsuzluk faydalıdır ve canlılık katar. Vatandaşların kendilerini birer emir kulu olarak algılamamaları ülke refahına hizmet eder. Vatandaşların kendi yeteneklerini katarak toplumu şekillendirmeye katkıda bulunmaları ülke refahına ve de istikrarına hizmet eder. Yani kendi şehirlerini, kendi bölgelerini, kendi devletlerini daha yaşanılır kılmak istedikleri zaman. Türkiye vatandaşları ülkelerinin kaderini etkin bir biçimde şekillendirmek isteyen devlet vatandaşları, yani citoyen olarak hareket etmeye hazırlarsa bu, siyasi olgunluk işareti olarak övgüye şayandır. Onlar, canlı bir demokrasinin itici güçleri olarak kucaklanmalıdırlar. Demokrasinin bu angajmana ihtiyacı vardır. Almanya’da yaşayan çok sayıda Türk kökenli insan benimle bu görüşü paylaşıyor. Atalarının vatanında demokratik tartışma ortamının olmasını arzu ediyorlar. Bizim deneyimlerimizi ve Avrupa kıtasının deneyimlerini özümsemişlerdir: İki dünya savaşı ve iki diktatörlük rejiminden sonra liberal ve hukuk devleti özellikli demokrasiyi seçtik. Her ne kadar mükemmel olmasa da, tüm bilinen devlet şekilleri arasında en iyi olanını. Bu demokrasi tüm insanlara temel haklar ve toplumsal olana eşit katılım hakkı tanıdığı için umut veren bir imkandır. Bütün bunlar demokrasiye onay ve gelecek kazandırır. Gerçekten de totaliter devlet yapısını geride bırakabildikten 25 yıl sonra edindiğim izlenim şudur: Bir demokraside yaşamak sadece bir rüyanın gerçek olması anlamına değil, sıkı bir çalışma anlamına da gelmektedir. Demokrasinin rüşdünü ispatlamış vatandaşa ihtiyacı vardır. Devletini taşıyan ve önündeki her bir kayalıkta önünde dümeni çevirebilen vatandaşa. İyileştirme yolunda verilen uzun mücadelede sabrı tükenmeyen ve de uzlaşı yapabilme kabiliyetine sahip olan vatandaşa. Demokrasi ötekine saygıyı gerektirir. Kimsenin hayat tarzına zorla müdahale edilemez, kimsenin dinini kamusal alanda uygulamasına engel olunamaz. Almanya da bu saygıyı öğrenmek zorundaydı ve zorundadır. Örneğin Türkiye kökenli çok sayıda göçmenin bize önceden ve kısmen halen yabancı ve anlaşılmaz gelen kültürel ve dini geleneklerine karşı. Almanya’da karşıt görüşlerin dile getirildiği tartışmalardan şunu öğrendik: Demokrasinin diyaloğa ihtiyacı vardır. Kamuoyunda kullanılan dilin zehirlenmesi ve düşman imajının yaratılması toplumsal alana zarar verir. Demokrasi dengeyi kurmaya çalışır, farklı çıkarlar arasında aracı olur ve bu şekilde bütüne hizmet eder. Page 6 of 7 Demokrasi sonuçta pay sahibi olma iradesinden de beslenir. Angaje olan vatandaşların burda, Türkiye’de olduğu gibi, köprülerin, caddelerin ve alışveriş merkezlerinin planlanması, nükleer santrallerin kurulması, havalimanları ve barajların yapılması konularında kararlara katılmak istemesi iyidir. Ve söz sahibi olmak istedikleri konular arasında dine ve farklı dini cemaatlere siyasi ve toplumsal alanda gelecekte hangi rolün verilmesinin amaçlandığı da gelmektedir. Bu ve benzeri konuların bazıları sosyopolitik öztanımlamanın ana noktalarına değiniyorlar. Bu yükseköğretim kurumunda öğrenim gören ve öğretim veren sizlere söylediklerim fazlasıyla tanıdık geliyordur. Bana söylenildiğine göre, burada yerleşkenizde farklılıklar arasındaki diyaloğu çoktan beridir uyguluyormuşsunuz. Yerleşkenizin açık ve liberal görüşlerin yeri olduğunu duydum, burada sadece nesnel savların geçerli olduğunu duydum. Nihayetinde Hristiyanlarla Türklerle Yahudiler, Kürtler, çoğunlukla azınlıklar, Sünnilerle Aleviler, solcular, liberaller, muhafazakarlar arasında barışcıl bir birlikte yaşam güvencesini uzlaşı sağlar.. Bence ülkeniz uzlaşı odaklı bir tartışma kültürüne sahip sizin gibi bir kurumla gurur duyabilir. Hanımefendiler, Beyefendiler Başkentinize gelmeden önce Suriye sınırında ülkenizin Suriyeli mültecileri barındırma amacıyla gösterdiği büyük çabaları bizzat yakından izleyebildim. Türkiye hiç yakınmaksızın çok sayıda yardıma muhtaç komşusunu ülkesine aldı. Yurtlarından olan bu insanlara sadece başlarını sokacak bir yer sunmakla kalmadı. Sığınmacılara mülteci kamplarında yiyecek içecek sunuyor, çocuklara okul açıyor ve hastalara tıbbi müdahale güvencesi veriyor. Hatta hükümet, yerlerinden sürülen ama kamplarda yaşamayan ve kendi imkanları ile yaşamlarını sürdüren 500 bin insana ücretsiz tıbbi yardım sağlıyor. Yurttaşlık girişimleri ev ve iş arayışında yardımcı oluyorlar ya da çocuklara ders verilmesini sağlıyorlar. Bu derecede bir dayanışma örneği hiç de olağan görülmemelidir. Bunun için hem hükümete hem de topluma özellikle teşekkürlerimi sunarım. Gerek Almanya, gerek Avrupa Birliği’nin Suriye’ye komşu ülkeleri mültecilere sağladıkları imkanlar açısından daha çok desteklemeleri için çalışmak istiyorum. Suriye sınırında NATO ortaklarının tehlikelere karşı oluşturdukları ortak savunma sistemini de yakından gözlemleyebildim. Alman askerleri savaşın Türkiye’ye kadar yayılmasını engellemek için Patriot füzeleri ile burada, Türkiye’de bulunmaktadırlar. Diğer taraftan Almanya, Almanya’dan gelenler de dahil ve özellikle de onlar olmak üzere cihad yanlılarının Suriye’ye giriş yapmalarına engel olma konusunda Türkiye ile olan işbirliğine güveniyor. Türkiye, Almanya ve diğer NATO ortakları Suriye’de silahlı çatışmaların sona ermesini, cinayetlere son verilmesini, talanların sona ermesini ve sorumluların cezalandırılmasını ısrarla talep ediyorlar. Siyasi bir çözüm ve ülkenin Page 7 of 7 yeniden yapılanmasını başlatarak milyonlarca mültecinin vatanlarına gei dönüşünü sağlayacak bir geçiş dönemi hükümetinin kurulması için birlikte çaba gösteriyoruz. İlerlemeler ancak ortak eylemlerle sağlanabilir. Tek başına hareket edilmesi konuya yararlı olmaz ve ayrıca müteffikler arasında güvensizliğe yol açar. Son gelişmeler ışığında uzun zamandır hiç olmadığı kadar açıkça ortada olan, Türkiye’nin komşu ülkelerdeki olaylar sarmalına kapılması, ülkeye daha çok yatırım çekebilmesi ve engel olunmadan diğer ülkelere ihracat yapabilmesi için Batılı müteffiklerine ihtiyacı vardır. Kendini tecrit eden bir Türkiye kendisine zarar verirdi. Diğer taraftan Almanya, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm bölgede siyasi, ekonomik, toplumsal ve askeri istikrar çapası olarak güvenilir ve kendi içinde huzurlu bir Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Son zamanlarda Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki yakınlaşma sürecinde pek ilerleme olmadığı tartışma götürmez. Katılım müzakerelerinde tekrar eden duraksamalar oldu. Her iki taraftan müzakerelerin ne derece anlamlı olduğunu sorgulayan sesler duyulmaktadır. Tam da bu yüzden bugün size seslenmek istiyorum: Karşılıklı yabancılaşmaktan bahsedenlere fırsat vermemeliyiz. Vatandaşların birbirlerine duydukları ilgide bir azalma değil, hatta artış vardır. Bundan ötürü son olarak bir umudumu dile getirmek isterim: Daha çok refah, pay sahibi olma ve bağlayıcı toplumsal değerlere yönelik çabanın; bu büyük ulusun gücü ve dinamizminin evrensel insan hakları ile sürekli daha sıkı bağlar oluşturmasına dair. Eğer bu olursa, mükemmel bir gelişme dinamizmini göreceğimiz kesindir: Özgürlükçü bir demokrasinin Avrupa değerlerine bağlı bir demokratik Türkiye komşu ve Arap ülkeleri için model özelliğine sahip kalıcı bir istikrarlı düzen kurabilecektir. Ve yakınlaşma sürecini inandırıcı bir şekilde sürdüren bir Avrupa Birliği yapıcı katkıda bulunabilecek ve diyalog yolu ile Türkiye’de daha çok reform yapılmasını destekleyebilecektir. Ziyaretim kapsamında sorumlularla, sivil toplumla ve sizlerle bunlar üzerine konuşuyorum. Burada, yerleşkenizde kendinize seçmiş olduğunuz slogan bu bağlamda da önem kazanıyor: Birbirimiz hakkında değil, birbirimizle konuşmak! Diyaloğa ihtiyacımız var – samimi ve açık bir diyaloğa. Ortak bir geleceğe giden yolda karşılıklı anlaşma ancak bu sayede başarılı olabilecektir.