16. Y zy l Vaizlerinden Molla Arab` n Maktel Kar tl na
Transkript
16. Y zy l Vaizlerinden Molla Arab` n Maktel Kar tl na
Lamiî Çelebi ve Onun Maktel-i Âl-i Resûl’u: 16. Yüzyıl Vaizlerinden Molla Arab’ın Maktel Karşıtlığına Yakından Bakmak Lamiî Çelebi ve Onun Maktel-i Âl-i Resûl’u: 16. Yüzyıl Vaizlerinden Molla Arab’ın Maktel Karşıtlığına Yakından Bakmak Mustafa Altuğ Yayla* Öz: Bu çalışmada ilk olarak Rum’da Türkçe edebiyatın oluşum dönemlerinden beri üretilmiş olan Maktel metinlerinin 16.yüzyıl Rum dünyasında yarattığı “kriz” tartışılacaktır. Bu çerçevede ilk olarak 16.yüzyılda Rum’da Maktel üretimine karşı çıkan Molla Arab hakkında bilgi verilecek, daha sonra ise Molla Arab’ın bu karşı çıkışına karşı çıkan Lamiî Çelebi hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra ise kendi deyişiyle 1. Süleyman’ın defterdarı Sinan Bey’in desteğiyle ve “ashab-ı Semerkand”ın etkisiyle kaleme aldığı maktel metni yakın bir okumaya tâbî tutulacaktır. En nihayetinde vurgulanmak istenen husus, Lamiî Çelebi’nin Rum’da mevcut olan Maktel geleneği ile “ashab-ı Semerkand”ın maktel geleneğini bağdaştırmak derdinde olduğudur. Bu çerçevede onun Molla Arab’ın maktel karşıtı tasavvuruna karşı yeni bir metin üretme projesine giriştiği öne sürülecektir. Anahtar kelimeler: Lamiî Çelebi, Maktel, Parsa, Timur, Molla Arab, Hz. Hüseyin, Vaiz. Giriş Vaiz Molla Arab Bursa’da ışıklara mahsus maktel-i Hüseyin okunmağı men ettikte merhum Lamiî Çelebi tevarih-i sahihadan cem ü tertib edip Bursa’da kadı-yi vakt Aşçızade Hasan Çelebi’yi ve Molla Arab-ı Vaiz’i vesair ulemayı cem edip maktelin okutup ulema kabul etmişlerdir (Aşık Çelebi, 2010, 2. Blm, s. 749). Rivâyet olınur ki ol zemânda Vâ’iz Monlâ ‘Arab mecâlis ü mecâmi’de Maktel-i Hazret-i Hüseyn okutmak küfrdür didük de monlâ-yı mezbûr kitâb-ı mezkûrıte’lî fidüp ol eyyâmda kâdî-i şehr olan Aşcızâdeyi ve Vâ’iz-i mestûrı ve a’yân-ı şehr ü ‘âmme-i cumhûrı câmi’-i kebîr-i Burusada cem’ idüp huzûrlarında Maktel-i Hazret-i Hüseyni okutmışdur. Kitâb-ı merkûmda ol ciger-gûşe-i rüsûl ve ferzend-i sa’âdet mend-i betûl ‘asâkir-i mütekâsir-i yezîd-i mahzûldan gonçe-misâl gûşe-i dil-teng ü melûl oldugına dimişdür. … Ve Yezîd-i pelîd-i kâfir tamından köpek düşer gibi bâm-ı pür-nekbetinden düşdügine dimişdür (Kınalızāde Hasan Çelebi, 2009, s. 228). * Doktora Öğrencisi, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü; Arş. Gör., Bülent Ecevit Üniversitesi Tarih Bölümü. İletişim: altugyayla@gmail.com 155 IV. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı III …ve gayrıhâ Mollâ Arab Maktel-i Hüseyn okumak küfrdür didük demez bûr Lâmi’î ulemâ-yı şehricâmi’e cem idüp kendi didügi Maktel-i Hüseyn okumışdur (Beyânî, 2008, s. 168). Ve Maktel-i Hazret-i İmam Hüseyin ki mervidir, ol asırda bir vaiz-i Arab terk-i muraat-i edeb mecalis ve mehafilde maktel-i Hazret-i Hüseyin kıraati küfre akrebdir dedik deLamiî-i merhum suhte-i naire-i gayret olmağın kitab-ı mezburu cem ve tenmike sarf-ı himmet edip Kadı-i şehr Aşçızade Hasan Efendi ve vaiz-i mezbur ve ayan ve eşraf ve cumhur mahzarlarında Cami-i Kebir’de kürsü üzerinde kıraat ve dehhal-i mezburu şayeste-i tevbih ve sezavar-i tazir-i lisan etmişlerdir (İsmail Beliğ, 1302, s. 179). Alıntılardan da görüleceği üzere Osmanlı dünyasında üretilen ve bu dünyada popüler olan çok sayıda tezkire yazarlarından birileri olan Âşık Çelebi, Beyanî, Kınalızade Hasan Çelebi ve İsmail Beliğ’in ortak bir şekilde vurguladığı gibi Lamiî Çelebi, Molla Arab adlı bir vaize tepki olarak Bursa Ulu Camii’nde kendi yazdığı “Maktel-i Hüseyin” türünde eserini okumuştur. Bahsi geçen vaiz (ki kendisi bir vaizdir ve Şeyhülislam Molla Arab ile karıştırılmamalıdır) maktel okumayı, malum tezkire müelliflerine göre ışıklara mahsus olarak ve küfür olarak görmektedir. O halde bizim burada sorabileceğimiz muhtemel bir soru, Rum’da maktel okunmasına neden Molla Arab’ın böylesine bir tepki gösterdiğidir. Bir başka deyişle kendisi Rum’da hep üretilmiş olan Maktel metinlerinin varlığına neden karşıdır? Bu çalışmada ilk olarak Molla Arab’ın kim olduğu ve ne gibi eylemlerde bulunduğu tartışılacaktır. Bu sayede onun dünya görüşüne daha yakından nüfuz edilme şansı olabileceği düşünülmektedir. Vaiz Molla Arab’a odaklanıldıktan sonra Lamiî Çelebi’nin kim olduğu hususuna kısa bir şekilde değinilecektir. Molla Arab ve Lamiî Çelebi bahsini takiben de Vaiz Molla Arab’ın karşı çıktığı maktel geleneğinin Rum’da nasıl bir çerçevesi olduğu irdelenecektir. En son olarak da Lamiî Çelebi’nin metninin Rum’daki diğer maktel metinlerine göre özgünlüğü ve ilgili metinde 1. Yezid algısı gibi hususlar ayrıntılı bir şekilde incelenmeye çalışılacaktır. Molla Arab Üzerine Molla Arab tahminlere göre 15.yüzyılın ikinci çeyreğinde doğmuş ve 16. yüzyılın erken döneminde vefat etmiştir. Tahsin Özcan’ın verdiği bilgilere göre (Özcan, 2005, s. 240-41) Teftazanî’nin talebesi olan Molla Arab’ın babası Hamza b. İvaz Antakya’ya göç etmiş ve burada Molla Arab dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta dinî bir eğitim alan Molla Arab, ki asıl adı Muhyiddin Mehmet’tir, fıkıhta Kenzü’d-dekaik’i okumuştur. Yine Tebrizli Molla Mezid’den birkaç yıl ders almış ve dönüşte Halep’te verdiği vaaz, ders ve fetvalar ile şöhret kazanmıştır. İlerleyen dönemlerde Kahire’de Celaleddin es-Suyutî’den icazet alan Molla Arab, daha sonra Memlük sultanı Sultan Kayıtbay’ın himayesine girmiştir. Kendisi 1497 veya 1498 yılında Kayıtbay ölünce Bursa’ya yerleşmiş ve verdiği vaazlarla halkın büyük oranda sempatisini kazanmıştır. Daha sonra İstanbul’a yerleşen Molla Arab, Sultan 2. Bayezid’in himayesine girmiştir. Bizim için burada daha ilginç olan kısımlardan ilki Molla Arab’ın Kahire’de yaşarken 156 Lamiî Çelebi ve Onun Maktel-i Âl-i Resûl’u: 16. Yüzyıl Vaizlerinden Molla Arab’ın Maktel Karşıtlığına Yakından Bakmak Şah İsmail aleyhinde vaazlarda bulunmasıdır. Hatta bu esnada bunu duyan bir Safevî elçisi onu öldürmek istemiş ve bu elçi halk tarafından linç edilmiştir. Bir başka ilgi çekici durum ise Molla Arab’ın1. Selim’i Safevîlerle savaşa teşvik etmesi hatta bu vesileyle 1. Selim için “es-Sedad fi fazli’l-cihad” adlı cihadı öven bir eser yazmasıdır. Kendisi, Sultan Selim Tebriz’e girince Tebriz’de Şah İsmail ve Şia karşıtı vaazlarda da bulunmuştur. Özetle kendisinin yaşamı boyunca Safevî Şiası karşıtı bir eğilimde olduğunu iddia etmek mümkün gözükmektedir. Molla Arab üzerine bu bilgilerden yola çıkarak burada bizi ilgilendiren temel bir soru; Rum’da okunduğunu tahmin ettiğimiz maktel metinlerinin üretimine Şia karşıtı birinin niye muhalif olduğudur. Böylesi bir soruya cevap verebilmek için öncelikle Lamiî Çelebi’nin kim olduğuna ve onun nasıl bir dünya görüşüne sahip olduğuna bakmak; daha sonra Batı Asya dünyasında ve Rum’da nasıl bir maktel geleneği olduğuna değinmek yararlı bir adım olabilir. Zira bu sayede Lamiî Çelebi’nin nasıl bir dünya görüşü ile Molla Arab’a karşı olduğu ve daha da önemlisi Lamiî’nin yaşadığı dünyada nasıl bir maktel geleneğini dönüştürdüğü daha açık olarak gözükebilir. Lamiî Çelebi’nin Hayatı Hususunda Kısa Bir Bilgi Lamiî Çelebi, Günay Kut’un verdiği bilgilere göre 1473 yılında Bursa’da doğmuştur (Kut, 2003, s.96). Asıl adı Mahmud’dur. Babası 2. Bayezid’in hazine defterdarı Osman Çelebi, dedesi ise Yeşil Türbe’nin nakışlarını yapan Nakkaş Ali bin İlyas Ali’dir. Kendisi 1532 yılında ölmüştür. Lamiî Çelebi yaşamının ilk dönemlerinde öncelikle kâtip olmaya niyetlendiyse de daha sonra Bursa’da yaşayan ve Lamiî döneminde Rum’daki Nakşîliğin kurucu figürlerinden olan Molla İlahî’ye intisap ederek Nakşîliğe bağlanmıştır. Daha sonra ömrünü Bursa’da telif ve tercüme çok sayıda eser vermeye adamıştır. Kendisi Molla İlahî’ye ek olarak Molla Camiî’den de büyük oranda etkilenmiş ve ondan Nefahatü’l-Üns gibi pek çok eseri çevirmiştir. Devlet görevlerini bildiğimiz kadarıyla kabul etmemiş fakat İstanbul’un entelektüel ortamında tanınmış hatta çok sayıda eserine farklı kişiler tarafından türlü ihsanlarda bulunulmuştur. Bu durumda Lamiî’nin özetle döneminde saygı duyulan biri olduğunu ve kendisini metin üretimine adadığını iddia etmek mümkün gözükmektedir. Batı Asya’da ve Rum’da Maktel Geleneği Lamiî Çelebi’nin hayatı hakkında bu kısa bilgiden sonra maktel metinlerinin Batı Asya İslâm dünyasındaki tarihine kısaca bakabiliriz. Maktel metinlerinin üretimi İslâm’ın ilk dönemlerine kadar dayanmaktadır (Güngör, 2003a, s. 455). En başta tarih ve ahbar gibi eserlerde belli kişilerin öldürülme olaylarının anlatıldığı eserler olan makteller, zamanla tarih ve ahbar metinlerinden ayrı bir tür olarak da üretile gelmiştir. Maktel metinleri daha çok Şiî müellifler tarafından yazılmakla birlikte, Şiîlik dışındaki akımlar tarafından da fazlaca üretilmiştir. Maktel metinlerine erken dönem İslâm dünyasında şekil veren Ebu Mihnef’in metni (ö. 774) olmuştur. Kendisi hakkında bilgi ilerleyen bölümlerde verilecektir. 157 S IV. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı III Maktel türü metinlerin bir alt türü de Maktel-i Hüseyin metinleridir. (Güngör, 2003b, s. 456457) Bu metinlerin benzerlerinden farkı adından da anlaşılacağı üzere Hz. Hüseyin’in ölümüne odaklanmalarıdır. Yukarıda da adı geçen Ebu Mihnef’in, Maktel-i Hüseyin adlı metni de ilerleyen yüzyıllarda üretilen Maktel-i Hüseyin metinlerine genel bir çerçeve sunmuştur. Arapça üretilen Maktel-i Hüseyin metinlerine ek olarak Farsça bazı makteller de yazılmıştır. Hüseyin Baykara döneminde Kaşifî (ö.1502) tarafından yazılan Farsça maktelin içinde de bir Maktel-i Hüseyin bulunmaktadır. Bu eserin asıl adı da Ravzatü’ş-Şüheda olarak bilinmektedir ve Farsça makteller içinde görece en popüler olanıdır (Bu hususta bakınız. Subtelny, 2003). Bu noktada Anadolu’daki ya da Rum’daki geleneğe geçmek yararlı olabilir. Rum’da yazılan ilk Türkçe Maktel-i Hüseyin’in tam olarak hangisi olduğu tartışmalı olmakla birlikte (Bakınız. Özçelik, 2010) ilk Maktel-i Hüseyin metninin 14. yüzyılın başında yazıldığı tahmin edilmektedir. Bu metinlere genel olarak baktığımızda, onların büyük oranda Ebu Mihnef’in metninin çerçevesini izlemekte oldukları gözlemlenmektedir. En nihayetinde Kaşifî’nin metninden sonra üretilen Fuzûlî’nin (ö. 1556 ) Hadikatü’s-Süeda metni, ilerleyen zamanlarda, en azından kütüphanelerdeki kopya sayısına göre, Rum’da en çok okunan metin olmuştur. Tüm bu metinlerin genel özelliği ortak bir çerçevede olmalarıdır. Bir başka deyişle hepsi Emevî Halifesi 1. Yezid’i (ö. 683) lanetlemekte, Hz. Hüseyin’in ölümü hususunda dramatik bir çerçeve sunmakta ve Ebu Mihnef’in çizgisini izlemektedirler. Son olarak söylenmesi gereken 17. yüzyıldan itibaren maktel metni üretiminin kütüphanelerdeki nüshalara baktığımızda azalmakta olduğudur. Lamiî Çelebi’nin Maktel-i Al-i Resûl Adlı Eserinin Kopyaları ve Eser Üzerine Ulaşılabildiği kadarıyla Lamiî Çelebi’nin Maktel-i Al-i Resûl metninin dünya çapındaki kütüphanelerde dokuz kopyası bulunmaktadır. Fakat bu sayı ilerleyen yıllarda büyük ihtimalle artacaktır. Bu kopyaların dört tanesinde istinsah tarihi ve iki tanesinde de müstensih kaydı bulunmaktadır. İstinsah tarihi bulunanlar 1347 (Kütahya Vahit Paşa İl Halk Kütüphanesi 43 Va 1311), 1550 (Renaudot/ Sain-Germain-des-Pres, 608), 1603 (Gazi Hüsrev Kütüphanesi, Bosna-Hersek, 5461), 1700 (45 Hk 8375/1, Manisa) tarihlidir. 1347 tarihli metnin kaydı tarihinden dolayı sorunlu olmakla birlikte diğer metinlerden sadece 1700 tarihli metnin müstensihi bellidir ki onun adı da yalnızca “Ahmed”dir. Bu çalışmada yayımlanmış ve erişimi kolay bir baskı olduğundan Ertuğrul Ertekin’in yayımladığı metin kullanılacaktır. Bu metinde herhangi bir müstensih kaydı veya istinsah tarihi bulunmamaktadır (Mk Yazmalar 446) ve Ertekin’e göre bu metin “en az eksikli” olanıdır. (Ertekin, 2012, s. 29). Lamiî Çelebi kendi metninin içerisinde, eserini açık bir şekilde Maktel-i Al-i Resûl olarak şu şekilde adlandırır: Dîdelerden akıtıp hûninsüyûl Yani diyem Maktel-i Âl-i Resûl (Lamiî Çelebi, 2012, s. 62). 158 Lamiî Çelebi ve Onun Maktel-i Âl-i Resûl’u: 16. Yüzyıl Vaizlerinden Molla Arab’ın Maktel Karşıtlığına Yakından Bakmak Lamiî Çelebi metnini büyük ihtimalle 1520-1527 tarihleri arasında yazmıştır. Bunu iki noktadan yola çıkarak tahmin edebiliyoruz. İlk olarak üretim tarihi belli olan Şerefül-İnsan metnini 1527’de yazmıştır ve orada maktel metninden bahsetmektedir (Lamiî Çelebi, 2011, 2. Cilt, s.17). Yine buna ek olarak metninde 1. Süleyman’dan Sultan Süleyman olarak bahseder (Lamiî Çelebi, 2012, s. 59).O halde büyük ihtimalle metni ürettiği zamanda Süleyman padişahtır. Bu durumda metin 1. Süleyman’ın tahta çıktığı yıl olan 1520 yılından sonra üretilmiştir ve en nihayetinde metin 1520-1527 tarihleri arasında ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Son olarak vurgulanması gereken husus Lamiî’nin metninin Sultan Süleyman’ın defterdarı Sinan Bey tarafından yazdırılmış olduğudur. Zira kendisi metninde şöyle söyler: “Sultan Süleyman Hazretlerinin fahrü’l-mekarim fahrü’l-ekarim defterdarı Sinan Bey Hazretlerinin bu nazma sebeb olduğun beyan eder.” (Lamiî Çelebi, 2012, s. 59). Bu durumda tezkirelerdeki bilgilere ek olarak Lamiî’nin maktel metninin Sinan Bey gibi bir defterdar tarafından desteklenmesi, onun merkezî iktidar tarafından da desteklendiğini göstermektedir. Lamiî Çelebi’nin Maktel-i Al-i Resûl Metninin Kaynakları Üzerine Yukarıda daha önce de söylendiği gibi Molla Arab adlı bir vaiz, maktel okumayı Işıklara mahsus olarak görmüş ve onu okumayı bir küfür olarak değerlendirmiştir. Bu çerçevede Lamiî Çelebi de kendi tabiriyle tevarih-i sahihadan yararlanarak bir maktel metni kaleme almış ve onu Bursa’da ulema ve türlü kesimler karşısında okumuştur. Lamiî’nin tevarih-i sahiha tabirini kullanması, onun metnini üretirken hangi kaynakları kullanmıştır sorusunu önemli kılmaktadır. Zira bu sayede onun metnini kaleme alırken hangi kaynaklardan beslendiği ve daha da önemlisi metninde kimleri kullanarak “daha sahih bir metin” ürettiğini anlamamız kolaylaşabilir. Daha da önemlisi bu sayede Lamiî Çelebi’nin dünya görüşünü daha yakından tanıma fırsatına da sahip olabiliriz. Öncelikle belirtilmesi gereken husus, Lamiî Çelebi’nin metnini kurarken özellikle inandırıcı olma çabasında olduğudur. Lamiî Çelebi metnini daha inandırıcı kılmaya çalışırken isim olarak bahsettiği şahıslar, Vakıdî (ö. 822), Said bin Cübeyr (ö. 713), Hızır Bey (ö.1459) ve son olarak da Muhammed Parsa’dır. (ö. 1420) Bileneceği üzere Vakıdî özellikle “Sünnî” gelenekte önem verilen bir hadis ve megazi müellifidir. Kendisi Vakıdî’den (ö. 822) alıntı yaparken onun “değerli” biri olduğunu şöyle vurgular: Böyle kılmıştır rivâyet Vâkıdî Ol belâgat dürrlerinin nâkıdı (Lamiî Çelebi, 2012, s. 117). Yine Said bin Cübeyr de Emevîler döneminde yaşamış, döneminde ve ilerleyen dönemlerde otorite olarak görülen bir hadis ve tefsir müellifidir. Yine bir diğer şahıs Hızır Bey’dir. Hızır Bey de yine bilindiği gibi Osmanlı dünyasında büyük oranda saygı duyulan bir şahıstır ve 159 S IV. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı III kendisi ilk İstanbul kadısıdır. Bu şahısların metindeki varlığı bize, Lamiî’nin eserini üretirken otoritesi herkesçe kabul edilen müelliflerden ya da şahıslardan yararlandığını göstermektedir. Bir başka deyişle Lamiî kendi döneminde hem dinî bürokrasi hem medrese hem de tasavvuf dünyası tarafından olumlu görülen şahısların otoritesini kullanmaktadır. Yukarıda bahsedilen şahıslara ek olarak Lamiî Çelebi’nin metninde, Nakşibendî halifelerinden Muhammed Parsa’nın ayrı bir yeri vardır. (Parsa hakkında bkz. Algar, 2005) Zira Lamiî Çelebi metninin pek çok yerinde onun Faslu’l-Hitab adlı eserinden bahsetmektedir (Bkz. Parsa, 1988). Parsa bu eserinde, Nakşibendîlik üzerine prensipleri anlatırken tarikatın ehl-i beyte olan sevgisini de işler ve bu çerçevede 1.Yezid’i, Ertekin’e göre pek de lanetlemez. Bir başka deyişle bazı Sünnî âlimler gibi o, lanetlemek gibi bir pozisyonu Müslüman birine “yakıştırmamaktadır.” (Bu hususta bkz. Demircan, 2010). Lamiî Çelebi bu pozisyonu metninde “ashab-ı Samarkand”ın tercihi olarak görür ve biraz sonra görüleceği gibi onlarla görece benzer bir yaklaşımı savunur. (Lamiî Çelebi, 2012, s. 66) Lamiî Çelebi’nin Maktel-i Hüseyin Algısı Üzerine Lamiî Çelebi, 1.Yezid hususuna geçerken öncelikle Hızır Bey’den alıntı yapar. Bu kısımda ilk olarak gelenekte pek çok kişinin Hz. Hüseyin’in öldürülmesini lanetlediğini ancak Hızır Bey’in Kaside-i Nuniyye metnine atıf yaparak Lamiî’nin kendisi lanetlemeyi tam olarak desteklemediğini söyler. Zira ona göre “lanet edilenin ismi ile anılmak” kabul edilemeyecek bir davranıştır ve bu durum bir Müslümana yakışmaz (Bkz. Lamiî Çelebi, 2012, s. 65-66). Görülüyor ki Lamiî Çelebi, Rum’da var olan ve 1. Yezid’i lanetleme çizgisini tercih eden gelenekten farklı olarak, kendi deyişiyle “ashab-ı Semerkand”ı bilinçli bir şekilde takip eder (Bkz. Lamiî Çelebi, 2012, s. 66). Zira ona göre “ashab-ı Semerkand” şöyle düşünmektedir: Ânları yâd etmeyi lânetle hem Görmediler layık-ı ehl-i himem... Nedesin sen ânlara ândan beter Ânlara ettiği nâ-hak iş yeter (Lamiî Çelebi, 2012, s. 66). Lamiî Çelebi büyük ihtimalle bu tarz bir yaklaşımını desteklemek için kendi eserinde ”olaylar karşısında bilgisiz” bir 1. Yezid temsili sunar: Didi gönderttim mi size ben haber Kim ânı katlidesiz ey ehl-i şer Tutup ânı gönderin dedim bana Biatın alıverin dedim bana Olmuş emrimden tecâvüz ey derîğ Uymamışsız söze düpdüz ey derîğ (Lamiî Çelebi, 2012, s. 125). 160 Lamiî Çelebi ve Onun Maktel-i Âl-i Resûl’u: 16. Yüzyıl Vaizlerinden Molla Arab’ın Maktel Karşıtlığına Yakından Bakmak Fakat Lamiî Çelebi yine de Rum’daki gelenekten tamamen kopmaz ve 1. Yezid’e karşı olumsuz bazı tepkilerde de bulunur. Örneğin onu anlatırken 1. Yezid hakkında “Yezid-i na-bekâr” ve yine “kelb” tabirlerini kullanır (Bkz. Lamiî Çelebi, 2012, s. 126-7 ve 125). Buna ek olarak daha da önemlisi bu kadar olaydan sonra Yezid’i “terk-i lânet etmeğe mecal kalmayacağını” da bildirmekten geri kalmaz (Lamiî Çelebi, 2012, s. 67). Ve en nihayetinde metninde güçlü bir ehl-i beyt sevgisinin önemini şu satırlarla vurgular: Ânları sevmek Resūl’ü sevmedir Dîn içinde doğru yolu sevmedir (Lamiî Çelebi, 2012, s. 64) Bir başka deyişle Lamiî Çelebi, Rum’da var olan ve 1.Yezid’i büyük oranda lanetleyen maktel geleneği ile 1.Yezid’i lanetlemeyi bir Müslümana yakıştırmayan “ashab-ı Semerkand” maktel geleneğinde orta yolu bulmaya çalışır. Bu sayede Molla Arab gibi kişilerce Âşıklara mahsus ve küfür olarak gösterilen maktel okuma ve üretme geleneğini ona karşı savunmaya çalışır. Sonuç En baştaki soruyu tekrar soralım: Lamiî Çelebi neden böylesine bir metin kaleme aldı? Bir başka deyişle müceddidî hareket öncesi dönemde yaşamış, iktidar görevlerini kabul etmemiş fakat hayatı boyunca kendisine pek çok ihsanda bulunulmuş bir Nakşî Şeyhi Sinan Bey’in patronluğunda neden böyle bir metin üretmiştir? Bu soruya farklı cevaplar vermek mümkündür. İlk olarak iktidarın Osmanlı dünyasında üretilen metinler üzerindeki etkisine vurgu yaparak ve Lamiî Çelebi’nin öznelliğini bir kenara iterek metnin üretilmesini sağlayan temel motivasyonun Sinan Bey tarafından yürütülen olası bir politik proje olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Sinan Bey Rum’da var olan olası gerilimleri “rahatlatmak” adına Lamiî Çelebi gibi döneminde saygı duyulan bir şahıstan “tevarih-i sahihaya” dayalı bir Maktel-i Hüseyin metni ortaya koymasını istemiş olabilir. Aslında böylesi bir tez çok da mantıksız gözükmemektedir. Zira Lamiî Çelebi’nin yaşadığı dönemde Rum’da bir kimliksel bunalım ve arayış göze çarpmaktadır. Bu durumda Sultan Süleyman’ın defterdarı Sinan Bey’in “tevarih-i sahihaya” dayalı bir metnin üretimini desteklemesi pek de mantıksız gözükmemektedir. Bir başka deyişle kendisi Lamiî Çelebi’nin saygınlığını kullanarak her kesim tarafından kabul edilen bir Maktel-i Hüseyin metninin ortaya konulmasını istemiş olabilir. Olaylara merkezî iktidar tarafından bakarak ortaya konulan yukarıdaki olası anlatıya ek olarak bir de Lamiî Çelebi’nin gözünden ya da bir başka deyişle bir öznenin gözünden bir anlatı kurarak bakmak da mümkün gözükmektedir. Örneğin daha önce Lamiî Çelebi metninin farklı yerlerinde asıl hedefinin “ashab-ı Semerkand”a yakın bir metin üretme derdinde olduğu vurgulandı. Bu çerçevede, Lamiî Çelebi’nin yazdığı veya çevirdiği metinlere genel olarak baktığımızda da böyle bir genel uğraşı gözlemleyebiliyoruz. Kendisi Semerkand ahalisine doğrudan ait olmasa da Molla Cami’den yaptığı çevirilerle bu bölgenin belli bir dünya tasavvurunu Rum’a ortaya koymaya çalışmış gözüküyor. O halde söylenebilecek temel tez Lamiî 161 S IV. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı III Çelebi’nin zamanında Rum’da var olan mevcut tartışmalara bir nevi “ashab-ı Semerkand” ya da bir başka deyişle Herat ve çevresinde mevcut olan Nakşî hareketle baktığını söylemek mümkündür. Bu durumda Lamiî Çelebi bize Herat’taki çevrenin dünya tasavvurunun 16. yüzyıl Rum’unda nasıl algılandığını göstermektedir. Daha da önemlisi onun öznel projesine bakmak, Osmanlı’nın erken dönem devlet oluşum sürecinde Timur dünyasının entelektüel mirasının yerini anlamak hususunda yardımcı olabilir (Bu hususta bakınız. Yüksel, 2009). Bu iki anlatının, yani devlet merkezli ve özne merkezli anlatının ortaklaştığı çok sayıda nokta da mevcuttur. Örneğin Lamiî Çelebi’nin “ashab-ı Semerkand”dan devşirerek yorumladığı bir maktel metnini Osmanlı devlet mekanizmasından biri olan Sinan Bey desteklemiş ve görünen o ki bu metnin üretimine olumsuz bir tepkide bulunmamıştır. Bu bize hem Lamiî’nin hem de sarayın “ashab-ı Semerkand”ın maktel yorumunda pek de sorun görmediğini göstermektedir. Hal böyle olunca hem Lamiî’nin hem de merkezî iktidarın Rum’da mevcut olan tartışmaları ortak bir şekilde “dönüştürme” derdinde olduklarını düşünebiliriz. Görünen o ki her iki taraf da hem mevcut maktel geleneğinden hem de Molla Arab’ın Maktel hakkındaki olumsuz fikirlerinden hoşnut değildir. Zira hem merkezî iktidar böyle bir eseri sipariş etmiş hem de Lamiî Çelebi “tevarih-i sahiha”ya dayanarak ve bizzat arzu ederek “ashab-ı Semerkand”a dayanan yeni bir metin üretmiştir. Bu durumda en nihayetinde söylenecek olan husus şudur ki ilgili dönemde yani 16. yüzyılda Rum’da var olduğu açık olan mevcut kimliksel arayışın anlaşılması için yapılması gereken pek çok çalışmaya ihtiyaç vardır. Kaynakça Algar, H. (2005). Muhammed Parsa. Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi içinde (C. 30, s. 563-565). İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları. Aşık Çelebi. (2010). Meşâ‘irü‘ş-şu‘arâ: İnceleme, metin (Ed. F.Kılıç). İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü. Beliğ, İ. (1302/1884) Tarih-i Bursa (Güldeste-i riyâz-i irfân ve vefeyât-i dânişverân-i nâdiredân). Bursa: Bursa Vilâyet Matbaası. Beyânî. (2008). Tezkiretü’ş-şu’arâ (Ed. A.Sungurhan-Eyduran). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, ekitap.kulturveturizm.gov.tr/eklenti/10733,tsmetinapdf.pdf?0, (ErişimTarihi: 04.08.2015). Demircan, A. (2010). Ehl-i sünnet alimlerinin Kerbelaya yaklaşımları. A. Yıldız (Ed.), Çeşitli yönleriyle Kerbela içinde (C. I, s. 295309). Sivas: Kültür ve Turizm Bakanlığı. Güngör, Ş. (2003a). Maktel. Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi içinde (C. 27, s. 455). İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları. Güngör, Ş. (2003b). Maktel-i Hüseyin. Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi içinde (C. 27, s. 456-457). İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları. Lamiî Çelebi. (2012). Maktel-i Al-iResul (Ed. E.Ertekin). İstanbul: Kevser Yayınları. Lâmiî Çelebi. (2011). Şerefü’l-insân: İnsan ve hayvanların yaratılış konusunda sultan huzurunda sultan tartışmaları (Ed. S. Eğri). Cambridge: Department of Near Eastern Languages and Civilizations, Harvard University. Kınalızāde Hasan Çelebi.(2009). Tezkiretü’ş-şuarā (Ed. A.Sungurhan-Eyduran) Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, ekitap.kulturveturizm.gov.tr/eklenti/10738,tsmetinapdf.pdf?0, (ErişimTarihi: 04.08.2015). Kut, G. (2003). Lamiî Çelebi. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi içinde (C. 27, s. 96-97). İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları. Özcan, T. (2005).Molla Arap. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi içinde (C. 30, s. 240-241). İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları. Subtelny, M. E. (2003).Husayn Vaiz-i Kashifi: Polymath, popularizer, andpreserver. The Society for Iranian Studies,36(4), 463467. Yüksel, M. Ş. (2009). Timurlularda din ve devlet ilişkisi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. 162