Sayı: 126-127•Ağustos-Eylül 2010 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
Sayı: 126-127•Ağustos-Eylül 2010 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• 1• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM •2 Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM İÇİNDEKİLER Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600 Yıl: 11•Sayı: 126-127•Ağustos-Eylül 2010 ÇİZGİ•HAKKI USLU ................................................................................ 2 Sahibi BAŞBAKAN SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞANʼIN MESAJI .............................. 3 NİMET ÇUBUKÇU (Millî Eğitim Bakanı) • Genel Yayın Yönetmeni AZİZ ZEREN (Yayımlar Dairesi Başkanı) • Yazı İşleri Müdürü ARİF BÜK (arifbuk@meb.gov.tr) • Yayın Kurulu DİNÇER EŞİTGİN ÇAĞRI GÜREL ŞABAN ÖZÜDOĞRU AYSUN İLDENİZ HAKKI USLU MACİT BALIK • Tasarım HAKKI USLU (huslu@meb.gov.tr) • İletişim ve Koordinasyon DİNÇER EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) • Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 • Baskı: Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü • Abone - Dağıtım: HALİL İBRAHİM KINACI Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorum- MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN NİMET ÇUBUKÇUʼNUN MESAJI ....................... 4 OKUDUKÇA AÇILAN•DİNÇER EŞİTGİN .................................................... 5 GÜLEMEM DOSTUM•ZAHİT GENÇ ........................................................... 7 HAYATIN İÇİNDEN•MURAT SOYAK ........................................................... 9 KIR ÇİÇEĞİ•VELİ BİLİCİ ......................................................................... 12 OKUL ÇAĞINDAKİ ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN OKUL KORKUSU VAHDETTİN YAŞAR • SONAY YAŞAR .......................................................16 100 TEMEL ESERʼDEN ANADOLUʼNUN SON YÜZ ELLİ YILLIK TANIĞI: SOKAKTA AYDIN ADNAN GÜMÜŞ .......................................................................... 25 RÜZGÂR• CEMALETTİN KAYA ................................................................ 30 HAYAT IRMAKLARI•ERDAL NOYAN ..........................................................31 NİÇİN•HIZIR İRFAN ÖNDER .................................................................. 32 ludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)ʼdir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-Ankara Şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-ANKARA” adresine gönderilmesi gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4953 Süreli Yayınlar Dizisi: 268 BİR ʻMERHABAʼYI ÇOK GÖRMEK•OSMAN DOĞANAY ............................... 33 AHİLİK VE AHİLİKTE EĞİTİM•FERİDUN ESER ........................................... 35 DİSKALKULİ: MATEMATİK ÖĞRENME BOZUKLUĞU AYÇA AKIN•SİNEM SEZER .....................................................................41 AKLETME, AKILCILIK VE RASYONALİZME DAİR HERMENÖTİK BİR YAKLAŞIM DENEMESİ•EMİN ÇELEBİ ................................................ 49 GÜNDEM ............................................................................................. 52 ÇİZGİ • Hakkı Uslu AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• 3• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM •4 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• OKUDUKÇA AÇILAN DİNÇER EŞİTGİN okudum okudum açıldı yollar harfler heceler kelimelerle okudum okudum açıldı yollar kitaplarda uçuşan cümlelerle okudum okudum açıldı kalbim ilk öğüdün sonsuz bereketiyle okudum okudum açıldı kalbim âlemi donatan kuş sesleriyle 5• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM okudum okudum açıldı kapılar gökten üç elma marifetiyle okudum okudum açıldı kapılar bilgelerin bin yıllık hikmetiyle okudum okudum açıldı zihnim karanlıkları söndüren şimşeklerle okudum okudum açıldı zihnim bir karnaval oldu renk cümbüşüyle okudum okudum açıldı gözlerim yeni dünyaların eşiğinde hayretle okudum okudum açıldı gözlerim ve açıldım ufuklara yeni sözlerle •6 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• GÜLEMEM DOSTUM ZAHİT GENÇ Üstüme doğmazsa sevgi güneşi, Hayatın tadını alamam dostum. İçimde yandıkça aşkın ateşi, Sevgiye bigâne kalamam dostum. İnanca, insana saygılarım var, Gönlümde tutuşan duygularım var, Bugünden yarına kaygılarım var, Gaflet deryasına dalamam dostum. Bu aşk badesinden sevenler içer, Murada erenler kanatsız uçar, Muhabbet gülleri gönülde açar, Bahar içimdedir, solamam dostum. 7• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM İyiler severmiş Hakk’ı seveni, Şeytanlar övermiş nefsi öveni, Boşuna oyuna çağırma beni, Faydasız işlere gelemem dostum. ‘Bin bahar görse de yeşermez taşlar’, Yürek paslanmışsa ne yapsın başlar, Gönül kurumuşsa dökülmez yaşlar, Rahmet kesilirse dolamam dostum. Zar gibi incecik olsa da tenim, Sırtımda dağ gibi yüküm var benim, Yanımda olmazsa candan sevenim, Gülmek istesem de gülemem dostum •8 HAYATIN İÇİNDEN MURAT SOYAK -H atırlıyorum, hiç unutmadım ki… Akıp giden hayat ve yaşanan sevinçler, acılar… Şimdi geçmiş günlere dönüp de baktığımda hüzün eşlik edi- yor. “Yaşandı ve bitti” demek yenilgiyi kabullenmek bir yerde. Hatırlamak acı veriyor ve bir kez daha kanıyor yaralar. Mazi bırakmaz peşimizi. Gölgemiz gibi nereye gitsek yanımızda hep. Şimdi çekildik kıyımıza, yalnızlığımıza. Şunu biliyoruz ama dünya iyi insanların varlığı ile daha bir anlamlı. Kuşatılmış insan, ötekini görme, bilme, tanıma noktasında istekli mi acaba? İyiliği çoğaltmak için daha gayretli olmak gerek. Örneklik bu noktada çok önemli. Çocuğun hayatında öğretmenin yeri, tesiri, örnekli- ği üzerinde yeniden düşünmeliyiz. Zira öğretmen davranışları ile konuşması ile giyimi ile çocuklar için ideal bir portre çizmektedir. Günümüz eğitim-öğretim ortamında sınavların ağırMurat Soyak, Hayatın İçinden, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010, ss. 9-11. lığı belirleyici oluyor. Doğru seçeneği işaretleyenler el üstünde tutuluyor. Okul ile dershane arasında sıkışmış, 9• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM bunalmış durumda çocuklar. Beklenen olumlu Çekingen, tutuk bir sesle karşılık verdi öğ- neticeler bir türlü alınamıyor. Sınavlar girdabın- renciler. Masaya doğru yöneldi öğretmen. Ken- da çırpınan bir nesil yetişiyor. Böyle mi olacaktı disini tanıttı. Tek tek ismimizi sordu. Dersin içe- diye her birimiz kendimize sormalıyız. riği ve işlenişi hakkında bilgi verdi. Bambaşka Önce eğitim gerek; sonrasında öğretim ger- bir anlatımı vardı. çekleşir. Güzel ve doğru davranışları kazandır- Tarih öğretmenimiz dersinde her öğrenci ile ma süreci olarak tanımladığımız “eğitim” kavra- ilgilenirdi. İsimleri hemen öğrenmiş. Herkesi mı yeniden, derinliğine hatırlanmalı. Daha etkili ismi ile çağırırdı. Tarih dersinde bütün öğrenci- çözümler uygulanmalı. Eğitimin verimli, etkili ler dikkatli, ilgili, çalışkan… Kimse ders ortamını olması hususunda öğretmenin örnekliği esastır. bozmaya cesaret edemezdi. Öğretmen yol gösterici, öncü vasfı ile anılır. Hakan ile Seçkin aynı sırada oturuyordu. Unutamadığımız öğretmenler vardır. Onları ta- Seçkin o yıl sınıfta kalmıştı. Gırgırı şamatayı se- nımış olmak bizim için bir imkân, bir şans. Kar- verdi Seçkin. Hiç yerinde duramazdı. Hakan ile şılaştığımız problemlerin çözümü noktasında el pek anlaşamazdı. Devamlı çekişirlerdi. Bu du- verirler bize. rum sınıf içinde hemen dikkat çekiyordu. Diğer Yine sonbahar rüzgârları esiyor. Ağaçlar yapraklarını döküyor. Çocuklar yine okul yolunda. Her sabah bir telaş, bir koşturmaca… Çocukların varlığı bizi hayata bağlamakta. Cümle güzellikler, iyilikler sökün ediyor. Hüzün kanatlanıyor. Bir zamanlar biz de öğrenci idik. Biz de bu yollardan, bu sınıflardan, bu sıralardan geçtik. Hey gidi günler hey! Lise yılları… Gelenler, gidenler, kalanlar. Okulumuza o sene yeni bir öğretmen atandı. Uzun boylu, geniş omuzlu, orta yaşta, bıyıklı, esmer, gözlüklü… Tarih öğretmeniymiş. Ders yılı başındayız. Öğretmenler bir bir dersimize girmeye başladı. Tarih dersini dört gözle bekliyoruz. Bakalım dersimize hangi öğretmen gelecek? Nihayet o gün geldi. Kapı yavaşça açıldı. Gelen yeni tarih öğretmeni. Ağır adımlarla sınıfın ortasına kadar yürüdü, durdu. Üzerinde koyu renk şık bir takım elbise vardı. Ceket düğmesi ilikli. - Merhaba gençler, günaydın! • 10 derslerde sık sık ikâz edildikleri hâlde bildiklerinden şaşmıyorlardı. Hüseyin Bey geldikten sonra Seçkin’in hâlleri değişti. Öğretmeni can kulağı ile dinlemeye başladı. Ders süresince göze batacak bir hareket yapmaktan kaçınıyordu. Ayrıca verilen ödevleri zamanında yapmaya başlamıştı. Derse hazırlıklı geliyordu. Öğrenciler Seçkin’deki bu değişikliğe şaşırıyorlardı. Bir gelişme, ilerleme dönemi yaşanıyordu. Öğrenciler gizli bir yarış içindelerdi. Öğretmenin gözüne girmek için canla başla çalışıyorlardı. Muharrem ile Selim boş zamanlarında hemen okul kütüphanesine koşuyorlardı. Tarih konuları ile ilgili metinleri okuyorlardı. Kitapları tanıma ve okuma alışkanlığı kazanma açısından verimli bir dönem idi. Hüseyin Bey, öğrencilerin kendilerini ifade etmeleri için dersinde çeşitli tartışma konuları açıyordu. Bazı çocuklar düşüncelerini söy- AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• lemekten çekiniyordu. Kendilerini gizlemeye bütün öğrencileri derse hazırlıklı gelirlerdi. Diğer çalışıyorlardı. Hüseyin Bey özellikle onlara söz derslerde görülen aksaklıklar tarih dersinde ol- hakkı veriyordu. Derslerinde şöyle söylediğini mazdı. Hüseyin öğretmene mahcup olmamak hatırlarım: “Çocuklar, yanlış, noksan şeyler de için derse çalışıyorduk. Evet, korktuğumuz için söyleyebilirsiniz. Hiç çekinmeyiniz. Hepimizin değil, not için değil sadece öğretmene mahcup eksikleri var, kusurları var. Önemli olan medeni olmamak için. Bu durum, hiçbir zorlama olmak- cesaret gösterip konuşmaktır. Sizden istediğim sızın, eğitim süreci içinde gelişti ve benimsendi. budur.” Bu konuşmadan sonra o çekimser öğrenciler parmak kaldırır ve bildiklerini anlatmaya çalışırlardı. Hüseyin Bey, asla yanlış söyledin, noksan söyledin diye hiç kimseye kızmazdı. Önemli olan o dersteki etkinliğe katılmak idi. Neticede ortak bir noktada buluşurdu öğrenciler. Tarih dersi ufkumuzun açıldığı, kendimize güvenimizin arttığı bir ders olmuştu. Haftada birkaç saatlik ders bize yetmiyordu. Tarih dersini âdeta iple çekiyorduk. Tarihte olup bitenler derinliğine işlenirdi. Neden-sonuç ilkesi üzerinde özellikle durulurdu. Hüseyin Bey, ders konularını ölü bir metin ol- Birikimli, gayretli ve titiz bir öğretmendi. Bakışları ile denetlerdi öğrencileri. Kelimeleri özenle seçer, güzel ve etkili konuşurdu. Sadece ders kitabı ile yetinmezdi. Derse sürekli kaynak kitaplar ile gelirdi. Siyah deri çantası hep yanında idi. Çantasından konu ile ilgili kitapları çıkarır ve masanın üzerine özenle bırakırdı. O kitaplardan okumalar yapılırdı. Okuyan, araştıran, merak eden, sorgulayan bir nesil özlemi idi. Hep kitaplar tavsiye ederdi. Elinde daima bir kalem bulunurdu. Harita, yerküre ve diğer ders araçları olmaksızın derse başlamazdı. Nöbetçi öğrenci, ders araç-gereçlerini önceden hazır ederdi. maktan çıkarıp günümüze taşırdı. Olaylar, kişiler Katı disiplin kurallarını tercih etmezdi. İnsan- gözümüzde canlanırdı. Etkili, akıcı bir anlatımı cıl bir yaklaşımı vardı. Tehdit etmez, kulak çek- vardı öğretmenin. mez ama sınıf içinde herkes pürdikkat öğretme- Ana hatları ile şunu söyleyebilirim: Öğrencisine tepeden bakan, sürekli azarlayan bir öğretmen elbette sevilmez. Ve öğrenciler artık o dersi dinlemek istemezler. Bu noktada hem öğretmen hem de öğrenci kayıptadır. Artık savaşlar, antlaşmalar zor değildi. Öğretmeni sevince, ders de seviliyor. Sevgi ile engeller aşılıyor, sevgi ile uzaklar yakın. Hüseyin öğretmeni farklı kılan ne idi? Öğrencisine değer veriyordu, öğrencisine özgüven aşılıyordu. Dersini sevdirme noktasında çok başarılıydı. Nasıl başarmıştı bunu? Sınıfın hemen ni dinlerdi. Görev bilinci, doğruluk, saygı, sevgi, çalışkanlık, sorumluluk, değer gibi kavramlar vurgulanırdı. Öğrenciler, bu kavramları kuru bir bilgi olmanın ötesinde içlerinde duymaya başlamışlardı. Evet, bilgi yaşantıya dönüşüyordu. Karşılıklı saygı sevgi ortamı hemen oluşmuştu. Âdeta başka bir âleme geçiyordu öğrenciler. Örnek bir öğretmendi Hüseyin Bey, kelimenin tam anlamıyla örnek. Yıllar geçti. O çocuklar büyüdüler. İş sahibi oldular. Evlendiler. Dünyanın inişli çıkışlı hâlleri onları da kuşattı ama iyi insanlar unutulmuyor. Saygı ve sevgi ile anıyorum. 11 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM KIR ÇİÇEĞİ VELİ BİLİCİ İl Millî Eğitim Müdürlüğü /Adana M esleğimin üçüncü yılında tanıdım onu... Ailesinin ilk çocuğuydu. Sarışınlığından dolayı annesine benzerdi. Babası da zaten esmer sayılmazdı. Yüzündeki çil- ler onun güzelliğine ayrı bir güzellik katıyordu benek benek...Yaradan’ın bir lütfu diye düşünürdüm hep... Hele, her zaman etrafa gülücükler dağıtan deniz yosunu yeşil gözler... O, her şeyiyle Bingöl Dağları’nın rengârenk kır çiçeklerinden biriydi... En dirisi, en renklisi, en kokulusu ve en tazesiydi... O, Bingöl’ün Muzo’suydu... O, Aşiret-i Ömeran’ın Muzo’suydu... O, Sülünkaş’ın Muzo’suydu... Kısacası Cezayir Arı’nın Muzo’suydu... O hepimizin Muzo’suydu... Adı Muzaffer’di. Arkadaşları, ona “Muzo” diye seslerlerdi. Her fırsatta öğrencilerime Türkçeyi güzel kullanmalarını ikaz etmeme rağmen, çoğu zaman ben de ona, “Muzo” diye hitap ederdim. Pek de yakışırdı doğrusu bu kısaltma ona. Muzo... Muzo, Murat Nehri boylarında yetişen bir fidandı, körpe bir fidan… Her cuma olduğu gibi bu cuma günü de son ders saatimiz resim dersine ayrılmıştı. Öğrencilerime bu Veli Bilici, Kır Çiçeği, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010. ss. 12-15. • 12 sabah günlük olayları işlemediğimizi hatırlatıp günlük AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• olaylara değindikten sonra dersimize geçece- mış. Yani tüm canlılara zarar verecekmiş. Bu ğimizi söylediğimde, “yaşasın!” nidaları sınıfı patlamanın yurdumuzda da etkisi görülecek- doldurmuştu, minik parmaklar birden hava- miş. Hatta bunun etkisi yıllarca sürecekmiş, da uçuşmaya başlamıştı bile. İlk sözü Murat’a dedi. Bu haberden de bir önceki haber kadar verdim... Kozakoğlu Murat’a; etkilendikleri her hallerinden belliydi öğrencilerimin. Nükleer patlama ve çevreye verdiği za- - Evet Murat. rarları konusunda onlara bilgi aktararak biraz olsun bilgilendirerek, meraklarını gidermeye - Öğretmenim, Muzo... Muzaffer Arı, akşam çalışıyordum. Çernobil... ve zararlarını... Sını- çok ağır hastalanmıştı, babası, Bingöl’e dok- fın en uzun öğrencisi İrfan’a işaret ederek söz tora götürdü, dedi. hakkı verdim; Sülünkaş’ın uzak mahallelerinden, komla- - Öğretmenim, dün Oymapınar Köyü’nden rından ve mezralarından gelen çocuklar bir- öğretmenim, bir çocuk öğretmenim, Murat birlerine boş gözlerle baktılar... Benim de on- Nehri’ne düşmüş öğretmenim. Nehirde boğu- lardan bir farkım yoktu... Keşke sabah ilk ders larak can vermiş öğretmenim, yani ölmüş öğ- girişinde unutmasaydım günlük olayları, dedim retmenim, dedi. içimden... Sonra, gözler Muzo’nun sırasına odaklandı birden... Şaşkınlık ifade eden bakış- İrfan’ın konuşmalarına arkadaşları gülüm- lar ve bir uğultudan sonra diğer öğrencilerden semişlerdi. Çünkü cümlesinin içinde hep öğ- de aynı haberi değişik ifadelerle dinledim. Öğ- retmenim kelimesini kullanan İrfan, bu kelimeyi renciler çok üzülmüşlerdi... Onların üzüntülerini kullanmayacağına yani her ifade etmek istediği gözlerinden okuyordum, onlar da benim üzün- kelimeden sonra “öğretmenim” kelimesini söy- tümü... Sınıfı bir hüzün kaplamıştı. Bu hüzünlü lemeyeceğine dair kaçıncı defa verdiği sözü- havayı dağıtmak, onları teselli etmek için; “iyi nü çoktan unutmuştu... Sınıfta bir sessizlik ve olur gelir inşallah çocuklar” diye fısıldadım. ardından gelen uğultudan sonra sınıfımızın en küçük öğrencisi Ayfer’e söz hakkı verdiğimde, Sınıfın arka sağ köşesinde oturan sürekli bütün öğrenciler gülümseyerek ona baktılar... parmak kaldıran Aynur, işaretimle bizi hüzünlü Beş sınıfın bir arada bulunduğu, çeşitli yaş ortamdan kurtaran cümlesine başlamıştı bile... grubundan öğrencilerin bir arada eğitim-öğretim gördüğü bu birleştirilmiş sınıfta, bu türden - Arkadaşlar, Rusya’da büyük bir patlama gülümsemeler çok manidardı... Ayfer’in adında olmuş, atomla çalışan bir elektrik santrali pat- ve soyadında birer tane “r” harfi bulunmasına lamış, etrafına radyasyon yayıyormuş, kısa bir rağmen, konuşmalarında “r” harfine yer yoktu zaman içinde dünyaya dağılacakmış, çok sayı- Ayfer Caneri’nin. O, hep “r” yerine “y” harfini da insan ölecekmiş, çocuklar sakat doğacak- kullanırdı. mış, hayvanlara da bitkilere de zararı olacak- 13 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Günlük olayları gecikmeli de olsa işledikten oluyordu, ufak tefek düzeltmeler haricinde ma- sonra sıra resim dersinin işlenmesine gelmiş- saya oturup seyretmek kalıyordu bana. Bir ara ti. Bir gün önce son derste söylediğim boya- masadan kalkıp aralarında gezerken bazı öğ- lardan, bulabildiklerini getirmişlerdi. Muhtar rencilerin boyadan yapılmış bıyıklarını düzelt- Ramo’dan, Kıvırcık Muhtar’dan, seçimlerden meye çalıştığımda bir de ne göreyim, önümde arta kalan boyaları ve mürekkepli kalemleri de bir kuyruk oluşturuverirdi bıyıklarını düzelttir- getirtmiştim. Okuldan ıslampa mürekkebini ve mek isteyen yaramazlar... Kırabilir miydim ya- dolma kalem mürekkebini de verdim çocukla- ramazları? Zaten ben de onlar kadar zevk alıp ra. Bu derste istedikleri çalışmayı yapabilecek- eğleniyordum bu işten. Hepsine birşeyler yap- lerini, serbest çalışacaklarını söyledim. Hatta maya çalışıyordum. Üst sınıflardaki öğrenciler birbirlerini bile boyamanın serbest olduğunu de bana yardımcı olurcasına alt sınıflardaki belirttiğimde sınıfta hep bir ağızdan “Hey!” na- öğrencilerin hepsine bıyık yapıyorlardı. Sınıfın rası yükselmişti. Bu nara, çocukların buna çok- ortasına doğru yürüdüm, çocuklara yüksek tan hazır olduğunu ifade etmelerinin nişanesi sesle; gibi bir şeydi benim için... Her ünitenin bitimine isabet eden resim, müzik ya da beden eğitimi derslerinde öğrencilerimle stres atıcı ,eğlendi- - Aranızda boyanmayan kimse kaldı mı? diye sordum. rici, istedikleri gibi hareket etmelerini sağlayıcı, yaratıcılıklarını geliştirici çalışmalar yapardık. Gerçi müfredatımızda böyle bir şey yoktu ama Muzaffer ile aynı sırayı paylaşan Hasan’ın üzüntülü, buruk sesi yankılandı sınıfta; biz yapınca bal gibi de oluyordu hani... Zaman zaman müfredatta yapılan değişiklikler sonucu kaçıncı defa resim, müzik ve beden eğitimi - Bir tek Muzo kaldı, öğretmenim. O da olsaydı boyardık, dedi. ders saatlerinin değiştirilişiydi bilmem... Haftada bir ders saati, haftada iki ders saati gibi… Tüm dersliği hüzün dolu bir hava kaplamış- Ben böyle düşüncelere dalmışken öğrencilerim tı... Minik canlarım, Muzaffer’in rahatsızlığına birbirlerini boyamaya çoktan başlamışlardı... olan duygularını yüz ifadelerinde sergiliyorlardı. Onları biraz olsun teselli edebilmek için; İşe kendilerini öyle kaptırmışlardı ki, sanki bir sanatkârın resim atölyesine çevirmişlerdi -Evet Hasan’ım öyle olurdu. Boyardık sınıfı. Çocukların çehreleri de rengârenk ol- Muzaffer’i de. Sağlığına kavuşur da aramıza muştu. Boyayan da, boyanan da işlerini zevk- katılırsa bir güzelce sarıya boyarız hep birlik- le yapıyorlardı. Kısacası ben de dahil bütün te, dedim. Ama içime bir gariplik çökmüştü, ya çocuklarım bu olaydan hoşnuttular. Çocukluk gelmezse... ya gelemezse… Biraz dalmıştım. işte... Bazen beğenmedikleri simalarını bana Kozakoğlu Murat’ın ince kıvrak zekâsını hare- düzeltmem için fırçası ve boyası ile gelenler kete geçiren tiz sesi “zaten o sarı, öğretmenim” • 14 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• cümlesi sınıfta yankılandı. Beni biraz olsun dal- sım-akrabalarının figan ve feryatlarına çok ya- gınlıktan kurtarmıştı Murat... Kozakoğlu Murat. kından şahit oluyordum artık. Komşuları Hacı Cemil’in, Hacı Mehmet’in ve Apo Yasin’in öğüt - Öyledir, Murat. Biz de onu siyaha boyarız, ve nasihatleri de kâr etmiyordu figanın eksil- dedim. Sonra, cumartesi ve pazar günlerini iyi mesine. Herkes bir hazırlık içindeydi. Ben de değerlendirmelerini hatırlattığımda, öğrenci- yardımcı olmaya çalışırken, ateş düştüğü yeri lerim ders bitti mi diye aralarında konuşurlar- yakar diye düşündüm bir ara... Evet, ateş düş- ken, ben de defterlerimi, kitaplarımı masadan tüğü yeri yakar ama Muzaffer, Muzo hepimi- toplamaya başlamıştım. Bahçede sıra olunup zin içini yakmıştı. İlgisizlik ve bilgisizlik sonucu İstiklâl Marşı ile Bayrak göndere çekildiğinde apandisitin galip geldiği, tanıdığım ikinci kişiydi Yenibaşak yol ayrımından korna sesleri ge- o. Birincisi yıllar önce rahmete giden Cimeloğ- liyordu uzun uzun... Korna sesleri... Eyvah, lu Mustafa’ydı... İnsan sağlığının hiçe sayıldığı, dedim içimden... Öğrencilerin bulunduğu yer- insanın insan gibi yaşayamadığı bu güzel ülke- den daha iyi gözüktüğü için öğrenciler, hep de hastane kapılarından basit bir muayene ile bir ağızdan, “Minibüs, minibüs geliyor” diye evlerine geri gönderilerek bir daha uyanama- yüksek sesle bağırıyorlardı. Öğrencilerim her mak üzere uykuya yatırılan ne ilk ne de son paydostan sonra koşarak evlerine doğru gi- insan olacaktır Muzo, diye düşünce yoğunluğu derken, bugün bahçede sessizce kalıverdiler. içerisinde körpecik vücudunu yakından izliyor- Köy minibüsü, üzerinde bir tabut sarılı şekilde dum cenazesi yıkanırken. Bacaklarındaki kah- derslik ile lojman arasındaki yoldan korna ça- ve rengimsi lekeler, arkadaşları ile oyun oynar- larak geçip, doğru Halit amcanın evine doğru ken yediği tekmelerin izleri olsa gerek, şimdi ilerledi. “Eyvah, bu Muzaffer” diye düşündüm. daha da belirginleşmişti. Hele o güzel yeşilimsi, Çocuklar da evlerine değil arabanın peşinden deniz yosunu yeşil gözler... daha bir gün önce- sürüklendiler hep birlikte. Halit amcanın evinin si gibi bana bakıyordu, öylesine canlıydı... Çilli önünde bir figan koptu, Saçlı teyzenin; Sayi- yanaklar gülümsüyor gibiydi... Kısa bir zaman be teyzenin sesiydi bu ses. Sonra Muzo’ nun önce yolcu ettiğim canımın, Şerife’min acısıyla annesinin sesi kaplamıştı köyün semalarını. bütünleşince, yaktıkça yakıyordu beni Muzaf- “Muzooom, anan öle yavruum... Muzooom... fer... Cenazesi yıkanıp kefenlendikten sonra Muzooom”... namazını kılıp köyün ortasındaki tepede, sadece çocukların defnedildiği mezarlığa defnettik Muzaffer, Cennet’e uçmuştu. Şimdilik, Muzaffer’i. kısa bir süre için dedesinin evinde misafirdi, Muzo... Üzerinde düne kadar oyunlar oynadığı, çiğdemler, nergisler topladığı kara toprağın al- Figan, Sülünkaş Köyü’nün semalarında yükseliyordu. Okula yüz elli metre mesafedeki ce- tında yatıyor şimdi, Kır Çiçeği… Sarı Çocuk... Cennetlere layık çocuk... naze evine vardığımda anne-babasının ve hı- 15 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM OKUL ÇAĞINDAKİ ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN OKUL KORKUSU VAHDETTİN YAŞAR GİRİŞ Uzman Psikolojik Danışman/Avcılar Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürü / İstanbul ocuğun sosyalleşmesi, içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın bir ferdi olmak için ilk eğitim kurumu ailesidir. Aileden sonra karşılaşacağı ikinci kurum ise okuldur. Okul, çocuğun yaşamındaki ilk toplumsal kurumdur. Okul, kişiye yaşamında gerekli olacak değerleri ve bilgileri kazandırırken topluma uyum sağlaması için gerekli sosyalleşme becerilerini de kazandırmaktadır. SONAY YAŞAR Fen Bilgisi Öğretmeni /Avcılar Denizköşkler İlköğretim Okulu / İstanbul Ç Yine okul çocuğun hayatındaki önemli bir başlangıçtır. Çocuğun ev dışındaki dünyaya ilk adımıdır. Bu yeni başlangıcı hem çocuklar hem de ebeveynleri büyük hevesle karşılarlar. Çünkü okul, çocuk için farklı olan birçok etkinliği gerçekleştiği, birçok konuda merakını giderdiği yerdir. Aynı zamanda yeni arkadaşlar edinme, farklı şeyler öğrenmek, farklı çevreye girmektir. Anne baba içinse çocuklarının büyüyor olması nedeni ile gurur verici bir olaydır. Vahdettin Yaşar, Sonay Yaşar, Okul Çağındaki Çocuklarda Görülen Okul Korkusu, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010, ss. 16-24. • 16 Millî Eğitim Bakanlığımız 2007–2008 eğitim ve öğretim döneminde okula yeni başlayan öğrenciler için, pedagojik açıdan son derece faydalı olabile- AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• cek bir uygulama başlattı. Bakanlığın uygulamasını yerinde bulan İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğüde 2009–2010 eğitim ve öğretim döneminde İstanbul’daki tüm ilköğretim okullarında uygulanmak üzere İstanbul Veli Eğitim Projesi (İSVEP ) başlattı. Her iki çalışmada çocukların okula uyumu için çok faydalıdır. İlköğretim birinci sınıfa ve anaokuluna yeni başlayan öğrenciler bir hafta erken okula alındılar. Millî Eğitim Bakanlığımız, ilköğretim birinci sınıf öğrencilerini ve anaokulu öğrencilerini “okula uyum programı” uygulamak için bir hafta erken okula çağırıyor. Bu süre içinde çocuklara okulu, arkadaşlarını ve öğretmenini tanıtmayı, onları okula alıştırmayı amaçlıyor. Çünkü öğrencilerin yaklaşık yüzde 12’si okula başlama sürecinde fobiye kapılıyor. Okula gitmemek için direniyor, hatta hastalanıyor. Bu sorun, bütün aileyi etkisi altına alabiliyor. Okula yeni başlayan çocukların diğerlerinden erken alınması bazı istenmeyen davranışlarında ortadan kalkmasına yardım edeceği gözlenen bir durumdur. Çocuklar için, okula başlamak, büyümüş olmak, yeni ve özel bir kıyafet giymek, yeni ayakkabılar, afili bir çanta, kendine ait defter, kalem ve silginin olması ne kadar mutluluk verici… Merak, endişe, korku, sevinç gibi tüm duyguların harmanı olan bir ruh haleti ile anne veya babayla okul yolunda ilerlemek, henüz tanışılmamış bir sürü yaşıtla, pek de düzenli olmayan bir diziliş içinde. Okul bahçesinde bekleşmek, olanca gayreti ile müşfik olmaya çalışan bir öğretmenin talimatlarına dikkat etmeye çalışmak ve daha sonradan “bu sırada nasıl oturmuşum?” denilecek minik bir tahta sırayı, iki kişiyle daha paylaşmak… Fakat okula başlamanın bir de diğer yüzü vardır. O ana kadar ailesini yanında hazır ve nazır bulan çocuk, özellikle oyundan her kafasını kaldırdığında karşısında bulduğu annesini veya babasını okula başlama ile görmeyecektir. Bununla birlikte daha önce deneyimlemediği bir çevreye anne babası olmaksızın giriyor olmak çocukta ciddi bir kaygı ve panik hâlini de yaratabilmektedir. Yine okula başlamada bazı çocukların ağladıkları, yakınlarından ayrılmak istemedikleri ya da sınıfta da birlikte otur- 17 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM dukları görülür. Okul korkusu, okul reddi veya okul fobisi gibi isimler verdiğimiz bu durumlar her sınıfta birkaç kişide görülebilir. Bunların önemli bir kısmı birkaç gün içinde kaybolur. Ama okul fobisi, sonradan geçse bile bilinçaltına yerleşerek, ileriki okul hayatının bazı olumsuzluklarına zemin teşkil edebilir. Bu nedenle, ebeveynlerin dikkate alması gereken bir durumdur. Bu anlamda Bakanlığın başlattığı uygulama, öğrencilerin okula başlatmasını kolaylaştırdığı ve okul korkusunu yendiği için önem arz etmektedir. Korku, diğer duygular gibi normal yaşamda sahip olunması gereken evrensel bir duygudur. Çevreden gelebilecek tehlikelere tedbir alma ve hayatı korumak için vardır. Okul korkusunun görülme sıklığı % 12 kadardır. Okul korkusu, okuldan kaçma ve okul fobisi ile karışmakta, bazen bu üçünü birbirinden ayırmak güç olabilmektedir. Aslında belirtiler hem de davranışı ortaya çıkartan etkenler farklıdır. Peki, nedir bu okul korkusu? Okul korkusu ile okul fobisi aynı şeyler mi? Yoksa farklı şeyler mi? okul korkusu ile okuldan kaçma arasında bir ilişki var mıdır? Bu durumlarla anne baba ve öğretmeler nasıl başa çıkılmalı? Ne tür önlemler alınmalı? ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN OKUL KORKUSU VE OKULDAN KAÇMA İlgili, duyarlı ve çocuk yetiştirmenin, çocuk oyuncağı olmadığının farkında olan Ahmet beyin başından geçen önemli bir olay: İki çocuğum var. Ablasından sonra sıra oğluma geldiğinde büyük bir heyecanla okul arayışına girdik. Pek gözde olan bir okula başvurduk. O okula kayıt yaptırmak için yüklüce bir kayıt parası verdik. İçimiz rahattı artık. Herkesin gıptayla baktığı bu okula çocuğumuzu yazdırmış- • 18 tık, kafamız sekiz yıl boyunca rahat olacaktı. Eşim ev kadını, ben ise bir aile şirketinde çalışıyordum. Oğlum güle oynaya 1,5 ay okula gitti. Ama ne olduysa, neden olduysa, bir gün sabahları okula gitmemek için bahaneler uydurmaya başladı. Bize hep korktuğunu, onu yalnız bırakmamamız gerektiğini söylüyor, neredeyse yalvarıyordu. Sınıfı çok kalabalıktı. Zaman geçtikçe sabahları kâbus olmaya başladı. Sabah ağlaya ağlaya annesiyle okula gidiyor ama sınıfa girmeyi reddediyordu. Öğretmenleri, idareciler, hatta okul müstahdemleri bu durumu “şımarıklık” olarak algılıyor, hem bizi hem çocuğu aşağılıyorlardı. Okulda rehber öğretmen yoktu. Ne yapacağımızı şaşırdık. Çocukla konuştuk. Sonunda, ilk gün güle oynaya okula giden çocuk, öğretmeninin kulağını çektiğini, sınıfındaki hiperaktif bir çocuğun kendisini korkuttuğunu anlattı. Korkuyordu, asla okula gitmek istemiyordu. Annesiyle sabahları okul bahçesinde bekleyip, sınıfa girmeden eve dönüyordu. Bu süreç uzayınca Rehberlik Araştırma Merkezi’ne gittik. Pek sonuç alamadık. Sonunda bir psikiyatrın kapısını çaldık. Oğlumun “okul fobisi” yaşadığını öğrendik. Bu kez okula annesi değil, ben götürdüm. Hafta başında çocuklar sırayla sınıfa giriyorlardı. Oğlum da arkadaşlarıyla sıraya girdi. Sınıfa doğru yönelince ondan izin kopararak, çıktım. Arabamı çalıştırıp gidecekken bir baktım ki, peşimden sapsarı bir hâlde, ağlayarak koşuyor, yanıma gelmek için yalvarıyor. 7 yaşındaydı ve büyük acı yaşıyordu. Benim de eşimin de bu süreçte sinirlerimiz harap oldu. En ufak bir şeyde sinirleniyor, birbirimize bağırıyorduk. Bütün gece “Acaba yarın ne yapacak, okula gidecek mi?” diye düşünüyorduk. Tek önemli AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• şey vardı, o da oğlumdu. Kızımı, işimi, çevreyi, başka sorunları hep bir kenara bırakmıştık. Ya okul yaşamı bitecek ya da devam edecekti. Artık devlet okulunda bunun mümkün olmadığını gördük Çünkü sınıfa da bizi istiyor, yanında olmamızı bekliyordu. Devlet okulunda bizi sınıfa almadılar. Biz de imkânlarımızı zorlayarak çevredeki okulları araştırdık. Birinin kapısını çaldık. Durumu anlattık. Kaydımızı yaptırdık. Oğlum için en zor olan, sabah evden çıkış kısmı idi. Ama biz kararlıydık. Her sabah okula gitmek istemese de okul kıyafetini giydirip okulun kapısına kadar gidip bahçesine giriyorduk. Çoğu zaman sınıfa girmeden kapıdan döndük, ama her sabah okulun kapısına gittik. Bazen arabanın içinde saatlerce sohbet ettik. Bazen öğretmeni de arabaya geldi, onu elinden tutup sınıfa götürdü. “Korkuyorum, yapamıyorum” dedikçe, ağladıkça, biz daha kararlı olduk. Geceleri uyumak istemiyor, uykusunda kâbus görüyordu. Okul anlayışla karşıladı ve bizi de oğlumla birlikte sınıfa kabul etti. Artık hor görülmüyor, aşağılanmıyor, oğlumuza “şımarık” gözüyle bakılmıyordu hiç değilse. Sabahtan öğlene kadar ben, öğleden sonra annesi sınıfta bize ayrılan sandalyede oğlumuzu bekliyorduk. Arka sırada 7 yaşındaki çocuklarla birlikte ders dinliyorduk. Oğlum bizim orada olmamızın verdiği güvenle dersi dikkatle dinliyor, biz orada yokmuşuz gibi davranıyordu. Teneffüslere çıkarken arkadaşlarıyla koşuyor, oynuyor, hiçbir şey yokmuş gibi hareket ediyordu. Sınıftaki bu nöbet tam üç yıl sürdü. Diğer çocuklar yaşları küçük olduğu için durumun pek farkında değillerdi. Zaten onlara da anne babalık yapıyorduk. Sınıfa psikiyatrımızın önerisiyle girdik. Çünkü çocuk bizi göremeyin- ce anında kendini kaybediyor, titreme, üşüme geliyor, dudakları morarıyordu. Oğlum, ilköğretim dördüncü sınıfa geçtiğinde onu koridorda beklemeye başladık. Sınıfın kapısı aralıktı ve bizi görecek mesafede oturuyordu. Bizim orada olduğumuzu görünce rahatlıyordu. Ama bizim için her şey çok zordu. Kendi öğretmenimiz durumu bildiği için sorun yaşamıyorduk, ama okuldaki diğer öğretmenler bize tuhaf tuhaf bakıyordu. Bazen “Yine mi bekliyorsunuz, daha alışamadı mı?” diye alaycı sorularla karşılaşıyorduk. Teneffüste onlara görünmemek için koridorda saklanırdık. Oğlum okula alışınca biz de önce sınıftan, sonra koridordan ve sonra da okuldan uzaklaştık. Oğluma okulun bir köşesinde onu beklediğimizi söyledik. Ama onu sabah bırakıp, akşam çıkışta okula dönmeye başladık. Bizim o köşede beklediğimizi sanıyor, kendini güvende hissediyordu. Geçen yıla kadar bu durum devam etti. İkinci dönemden sonra artık sabahları onu bırakıyorduk. Akşamları kendisi yürüyerek eve geliyordu. Bu durumu hep çevremizden sakladık. Çocuk hor görülür, aşağılanır diye korktuk. Sadece çok yakınımızdakiler ve okuldaki öğretmenler durumu biliyordu. Bu okul fobisi bizden çok şey götürdü. Sinirlerimiz yıprandı, eşimle birbirimize karşı kırıcı olduk. Sosyal hayatımız bitti. “Çocuğun üzerine çok mu düştük, çok mu bize bağımlı yetiştirdik?” diye kendimizi suçladığımız oldu. İsyan ettiğimiz anlar az değildi. Her uzun tatil öncesi büyük stres yaşardık. Şu an pek sorunumuz yok. Ama biz bu konuda savaşmaya, mücadele etmeye karar verdik. Ya bir ömür boyu heba olacak ya da okuyacaktı. Biz sabrettik. Şu anda da tam iyileşti 19 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM diyemiyoruz. Bundan sonra da imkânlarımızı zorlayıp desteğimizi sürdüreceğiz. Eğer kararlı olmasaydık, çocuğumuz bu yıl orta ikinci sınıfa geçmezdi… Anne ve baba olan herkesin karşılaşacağı bir durum. Peki, nedir bu okul korkusu? Çok sevdiğimiz çocuklarımız neden böyle davranış ve uyum sorunları ile karşı karşıya kalıyorlar? Okul fobisi, kuvvetli bir endişe nedeniyle çocuğun okula gitmeyi reddetmesi ya da bu konuda isteksiz görünmesidir. Okul fobisi olan çocuklar, okula olan isteksizliklerini tipik bir biçimde bedensel yakınmalarıyla dile getirmeye çalışan, bu nedenle kendilerini evde tutma yolunda anne-babalarını ikna etmeye çalışan çocuklardır. Başka bir tanıma göre de okul fobisi; okul çağına gelmiş çocuğun, okula gitmek istememesi ve dolaylı davranışlarla direnç göstermesidir. Bu süreçteki her çocuk okula isteksizliğini bazı tipik bedensel yakınmalarla sergiler. Okulla gidiş saatlerine yakın gözlenen daha sonra kendiliğinden yok olan mide bulantıları, baş–karın ağrıları, mide krampları, titreme, hırçınlık, huysuzluk, ağlama nöbetleri, uykusuzluk bu çocukların tipik davranışlarıdır. Bu yolla da ebeveynlerini okula gitmeme konusunda ikna etmeye çalışırlar. Okul fobisi geçici veya kronik olabilir. Okul fobisi olan çocuklar evde kaldıkları sürece mutludurlar. Arkadaş ilişkilerinde evde etkindirler. Hatta bu çocukların evde ödevlerini yaptıkları da görülür. Okul fobisi ilkokuldan liseye kadar her yaşta görülebilir. Kronik okul fobisi zamanla oluşur. Bu fobinin oluşmasında, gencin çocukluk yıllarındaki okul fobisini de içine alan çeşitli davranış problemlerinin • 20 rolü büyüktür. Kronik okul fobisi, akut okul fobisinin tersine birtakım uyum zorluklarını içerir. Bu çocukların sadece okuldan değil, daha önceden zevk aldıkları diğer faaliyetlerden de uzaklaştıkları görülür. Bunun yanı sıra bu tür çocuklar okula olan korkularını tüm çevreye genelleştirirler. Sonuç olarak; bu çocukların gerek insan ilişkilerinde gerekse yabancı oldukları ortamlardaki huzursuzlukları giderek artar. Okul fobisi genellikle 6-10 yaşları arasında ortaya çıkar. İlkokuldan liseye kadar her yaşta görülebilir. Eğer gerektiği şekilde ele alınmazsa, çocuğun eğitim yaşamının ve sosyal yaşamının olumsuz bir şekilde etkilenmesi söz konusudur. Bu durum gençlik çağında ortaya çıktığında bir karşı gelme bozukluğu veya daha ciddi sorunlar akla gelir. Bununla beraber, gerek ergenlik döneminde gerekse ergenlik öncesi dönemde rastlanılan okul fobisi belirtileri ilköğretime başlayan çocuktaki gibi kuvvetli ve zorlu değildir. Çocuk büyüdükçe şiddetli biçimde okul fobisi görülmez, fakat bunun yerini “kronik okul fobisi” alır. Kronik okul fobisi zamanla oluşur. Bu fobinin oluşumunda gençler sadece okuldan değil, aynı zamanda önceden zevk aldıkları faaliyetlerden de uzaklaşmaya başlar. Fobi, daha genellenmiş sorun olarak çocuğun tüm yaşam alanlarını etkiler. Bununla birlikte; bazı araştırmalar fobi ile beraber depresyon ve obsesif kompülsif bozukluk gibi psikolojik bozuklukların da ortaya çıkabildiğini göstermektedir. Okula başlama, tüm başlangıçlarda olduğu gibi, hem coşku, hem de biraz kaygı verici bir olaydır. Okul dönemi, çocuk ve ailesi için yepyeni ve önemli bir evredir. Okula başlama; belirli bir olgunluğa ulaşma, sorumluluk alma, AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• bunların getirdiği sevinç yanında, anne babadan ayrı, kendi başına yeni ve bilinmez bir serüvene başlamanın korkularını birlikte içerir. Oyun ve arkadaş deneyimi olmayan, sorumluluklarını bilmesine ve üstlenmesine fırsat tanınmamış olan çocuklarda, evden kopup okula başlama sorun oluşturabilir. Zekâsı yeterli olsa bile, çocuk ruhsal yönden okula hazır değildir; evin koruyucu sığınağından çıkmak okul çağına gelmiş olmasına karşın, öğrenme ve kavraması yeterli düzeye ulaşmamış olabilir. Okul, kendisi ve toplumu ile uyumlu, bilgi ve görgü düzeyi yüksek, zihinsel ve yaşamsal problemlerin çözüm yöntemlerini öğrenmiş bireyler yetiştirmeyi hedefleyen kurumlar olarak tarif edilir. Okulların bu güzel işlevleri varken, çocuklar neden okuldan korkar ve okuldan kaçma davranışı gösterirler? Korku, çocuklar için diğer duygular gibi normal yaşamın bir parçasıdır. Normal korkular çocuğun çevreye uyum sağlamasının ve kaygılarını yok etmesinin bir yoludur. Çocukların çevreye uyum sağlamasını engelleyen korkular da vardır. Tabii ki, bunlardan biri ve en önemlisi de okul korkusudur. Okul korkusu kuvvetli bir endişe sebebiyle çocuğun okula gitmek istememesi ya da bu konuda isteksiz görünmesidir. Bu korku her çocukta rastlanan bir durum değildir. Çocuğun okuldan korkmasının altında yatan asıl sebebin aileden (annebabadan) ayrılma korkusundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bunun yanında okulun yapısı, ortamda bulunan diğer öğrencilerin davranışları ve çevreden gelen korkutucu ve saldırgan davranışlar da çocuğun okuldan korkmasına sebep olan etkenler olarak sayılabilir. Anne baba, çocuğu kendine bağımlı olarak yetiştirmiş ise çocuk onlardan kopamayacaktır; özellikle de anneden ayrılmak istemeyecektir. Burada annenin takındığı tavır önemlidir. Anne okulla ilgili olumsuz tavırlar, endişeler geliştirir ve bunu çocuğuna hissettirirse, çocuk da zaten anneden kopamadığı için okula gitmeyi reddedip annesinin yanından ayrılmayacaktır. Annenin bu olumsuz ve çekingen tavrının yanında aşağıda belirtilen nedenlerde çocukta okul korkusunu geliştirmekte etkili olmaktadır. Çocuklarda okula gitmek istememe ve gitmeme durumu, bazı psikologlar, eğitimciler tarafından okul reddi, bazıları tarafından okul korkusu olarak isimlendirilmektedir. Diğer fobilerde olduğu gibi, okula girdikten sonra oluşan korkularda da kalıtsal ve yapısal etkenlerden çok, psikolojik yaşantıların daha önemli yer tuttuğu görülür. Okul fobisi olan çocuk görünüşte nedensiz olarak okula gitmekten korkmaktadır. Ancak bu korkuyu oluşturan 21 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM bazı temel etkenler vardır. Bunların başında; • Anne-babadan birinin şehir dışında çalışması, • Anne ile babanın sürekli kavga etmesi veya olumsuz bir aile ortamı, • Aileye yeni bir bebeğin gelmesi, • Aile bireylerinden birinin hasta olması, • Anne-babanın çocuğu çok koruması ve üstüne düşmesi, • Anne-babanın boşanması, • Annenin gereksiz endişelerini çocuğa yansıtması, • Ailenin yeni bir çevreye taşınması sayılabilir. Her ne kadar problem aileden kaynaklanıyor görünse de bazen okuldan kaynaklanan nedenlerden dolayı da çocuklarda okul korkusu oluşabilir. Örneğin; duyarsız, otoriter, sürekli emir veren bir öğretmen ya da başka bir okul personeli, uygun olmayan bir sınıf içi yerleştirme, özellikle de çocuğun fazla tehditkâr bulduğu bir yere oturtulması, teneffüs, sesli okuma, sınıf önünde ders anlatma, beden eğitimi gibi etkinliklerden korkup, gerçekleştirmede güçlük çekmesine rağmen bunları yapması için zorlanması, okulda ya da okul yolunda fiziksel olarak tehdit edici bir yerin ya da birilerinin olması, ahlakî düzeyin çok düşük olduğu, şiddetin ve belirsizliğin hüküm sürdüğü kötü bir okul ortamı, okulda hırpalanmasına, reddedilmesine veya kavga etmesine yol açacak bir sosyal beceri eksikliği. • 22 Okul korkusu çocukta; mide bulantısı, kusma, baş ve karın ağrısı, baş dönmesi gibi psikosomatik belirtiler şeklinde görülür. Çocuğun bu şikâyetleri genelde pazar akşamları ya da sabahları okula gitmeden önce görülür. Okul servis aracı gidince siz evde kalmasını istediyseniz, bu şikâyetleri hemen ortadan kalkacaktır. Okul fobisi ile okuldan kaçma farklı kavramlardır. Bu durumu birbirine karıştırmamak gerekir. Okuldan kaçan çocukta okul korkusu yoktur. Bu çocuklar okulu sevmezler, saldırgan davranış sergilerler ve umursamazlık huyları vardır. Akademik başarıları düşüktür. Disiplin problemleri fazladır ve okul idaresini bu konuda zorlarlar. Bu problemi yaşayan ailelerde çocuğa karşı ilgisizlik ve sevgi azlığı vardır. Çocuğun okula gitmediğinden ailenin haberi yoktur. Çünkü bu çocuklar okula gitmedikleri zaman evde durmazlar. Fakat okul fobisi yaşayan çocuklardaysa aile çocuğun okula gitmediğini bilir; çünkü çocuk okula gitmediği zaman gününü evde, ailesinin yanında geçirir. Okulda disiplin problemi yoktur. Bu çocuklarda akademik öğrenme ve başarı genellikle yüksektir. Neler Yapılmalı? Okuldan uzak kalmasının getireceği sorunlar nedeniyle, okul fobisi olan çocukların bir an önce okula dönmeleri gerekir. Bunun için; bir uzman tarafından sorunun nedenleri araştırılarak, çocuğun endişeleri azaltılmalıdır. Okulu çocuğa yeniden tanıtma ve özendirme girişimleriyle, gerekirse önce bir saat, sonra yarım gün, sonunda tam gün okula gidilmesi sağlanabilir. Eğer mümkünse, anne çocuğun yanında kısa bir süre oturarak, çocuğun oku- AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• la alışmasına yardımcı olabilir. Bütün bunlara rağmen eğer çocukta gerçekten okul korkusu varsa çocuk, mutlaka bir çocuk psikiyatristi ya da psikolog tarafından değerlendirilmelidir. Bu hastalığın tedavisinde, çocuğun bireysel tedavisi yanında aile tedavisi de gerekebilir. Bu nedenle aile olarak veya okulda öğretmen olarak, okul korkusu olan bir çocuğunuz varsa öncelikle hastanelerin çocuk ruh sağlığı bölümlerinden, rehberlik ve araştırma merkezlerindeki uzmanlardan yardım almanız çocuğun gelişimi için uygun olur. SONUÇ VE ÖNERİLER Öncelikle anne-babaların çocuklarında korkuya sebep olacak davranış ve tutumlar sergilememelidir. Anne ve babaların özellikle annelerin çocuğunun okulda rahat edemeyecek kadar küçük olduğu endişesini taşımamalı ve bunu çocuğuna yansıtmamalıdır. Aksi takdirde çocuk bu durumu, “Okul ortamı güvensiz, annem de orada olmamı istemiyor.” şeklinde yorumlayacaktır. • Çocuk okula gitmediğinden veya gitmek istemediğinden dolayı çevresindekiler tarafından suçlanmamalı, yargılanmamalı ve kendisi ile alay edilmemelidir. Bu durumun geçici olduğu, başka çocuklarda da bu durumun olabildiği, aslında bu durumun kolaylıkla üstesinden gelinebildiği anlatılmalıdır. rarlı ve tutarlı olması işe yarar. Okula gitmemesi halinde yapılan çalışmalardan geri kalacağı ve bunun kendisi için bazı aksaklıklara yol açacağını anlatmaya çalışılmalıdır. • Çocuğunuzla okula gitmemesi konusunda konuşmanız ve onun bu konuda kendi duygularını anlatmasını sağlamanız, empati yaparak (kendinizi karşıdaki kişinin yerine koyup olaylara onun gözüyle bakıp onu anlamaya çalışarak) hem sıkıntısını paylaşmanız hem de anlaşıldığını hissettirmeniz onun rahatlamasını sağlayacaktır. • Çocuğun okul korkusu evdeki problemlerden kaynaklanıyorsa öncelikle bu meselelerin kaynağına inilmeli ve problemler çözülmelidir. Örneğin aile içi iletişimde sorun varsa çocuklar çekinir ve bu yüzden okula gitmek istemeyebilir. Öncelikle bu sorunun çözülmesi gerekir. • Aile olarak çocuklarınızın diğer arkadaşlarıyla etkileşimini ve sosyal becerisini artırması için arkadaş toplantıları yapmalarına ve onlarla oynamasına izin verebilirsiniz. • Çocuğunuz okul korkusu konusunda öğretmeni ve okuldaki psikolojik danışmanları/ rehber öğretmeni ile görüşerek, bu konuda ortak plan yapıp uygulamaya koyabilirsiniz. • Çocuğun okula gitmesi konusunda aile fertleri ısrarlı olmalı ve taviz vermemelidirler. Okula gitmemesi durumunda derslerden geri kalacağı ve bu yüzden ders başarısında düşme olabileceği kendisine anlatılmalıdır. • Çocuk kendini rahat hissedinceye kadar sınıfta oturabilirsiniz. Daha sonraki günler okulda öğretmenler odasında veya bahçede bir iki saat durabilirsiniz. İlerleyen zamanlarda da çocuğu sadece okul bahçesine bırakıp geri dönerek aşamalı olarak korkusunu yenip okula alışmasını sağlayabilirsiniz. • Çocuğa, okulun amacını açıklamak, okula gitmesi konusunda ailenin tüm fertlerinin ka- • Eğer çocuğunuz korkularını ifade edemiyor ve okula gitmek konusunda sizi çok zorlu- 23 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM yorsa, okulundaki rehber öğretmen (psikolojik danışmandan) yardım alabilirsiniz. üstesinden gelebileceği görevleri alması için yüreklendirilmelidir. • Ebeveyni olarak vedalaşmaları çabuk ve kısa süreli tutarak, ayrılıkların doğal olduğu hissettirilebilir. • Özendirme girişimleriyle birlikte gerekirse önce bir saat, sonra yarım gün ve sonunda tam gün okula gelmesi sağlanabilir. ÖĞRETMENE ÖNERİLER Okuldaki öğretmenlerin bu tür davranışlarda bulunan öğrencilerle karşılaşma ihtimali olduğundan ve öğretmenlerin çoğu bu gibi durumlarda tecrübeli olduğundan, sınıf içinde sıcak bir ortam oluşturarak çocukların okula karşı duydukları korkuları azaltacaklardır. Öğretmen, çocukların birbirleriyle arkadaşlık kurmasına yardımcı olacak, çocuklara tehditle ve alaycı şekilde davranan arkadaşlarını engelleyerek onların destekçisi olduğunu hissettirerek okula alışmalarını sağlayacaktır. Bununla beraber okulda öğretmenlerin aşağıda belirtilenlere uymasında fayda vardır. • Çocuğun okulda kendini terkedilmiş ve yalnız hissetmesine yol açacak davranışlardan kaçınmalıdır. Öğretmen okulun ilk günlerinde sevgiyle ve farkında olarak çocuklara yaklaşmalı. • Öğretmen eğer çocukta kaygı, korku, heyecan gibi duygular hissediyorsa; bu duyguları anlayışla karşılamalı. “Naz yapıyorsun, numara yapıyorsun” gibi sözler söylenmemelidir. Çünkü çocuk gerçekten kaygı duymaktadır. • Okulda çocuğun ilgisini çekecek sınıf içi aktiviteler çoğaltılabilir. Bu anlamda Bakanlığın yayınladığı “sınıf içi rehberlik etkinlikleri”nden yararlanılabilir. • Çocuk sınıf içi çalışmalara katılmaya zorlamaktan kaçınılmalı, başlangıçta kolaylıkla • 24 • Öğretmenlerin okulun ilk başlarında çok katı ve kuralcı olmaları doğru değildir. Annelerin de okula gelmeleri ve çocuk kendini rahat hissedinceye kadar kısa bir süre sınıfta oturmaları sağlanabilir. • Okula devam etmesi gereken bir çocuk okuldan uzak kalmamalıdır, eğer ilk günlerde sınıfa girmiyorsa bile belli bir süre öğretmen odasında ya da okul bahçesinde durabilir. • Okullardaki psikolojik danışmanların/rehber öğretmenlerin okularındaki velilere annebaba seminerleri vererek aileleri bu konularda aydınlatmalıdırlar. Yine okullar anne ve babaları eğiterek, okulda yeterli bakım ve eğitim olmadığı yolundaki inancı yok edip, aşırı koruyucu tavırlarından kurtulmalarını kolaylaştırılabilir. Bu olumsuz inanç kaybolursa otomatik olarak çocuklarda rahatlayacak ve okula başlamadan önce onlarda başlayan kaygılı konuşmalardan etkilenmeyeceklerdir. KAYNAKÇA Öztürk, Mücahit.(2007). Anne Baba ve Eğitimciler İçin Çocuk Psikiyatrisi. Uçurtma Yayınları. İstanbul. Yaşar, Vahdettin. (2009). Bu Çocuk Neden Böyle. Elit Kültür Yayınları. İstanbul. Yaşar, Vahdettin. (2008). Her Şey Çocuğum İçin. Elit Kültür Yayınları. İstanbul. Yavuzer, Haluk.(1999). Çocuk Psikolojisi. Remzi kitapevi. İstanbul http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/9832499. asp?m=1 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• 100 Temel Eserʼden ANADOLUʼNUN SON YÜZ ELLİ YILLIK TANIĞI: SOKAKTA AYDIN ADNAN GÜMÜŞ Fethiye İmam Hatip Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni - Muğla R oman, ülkemizin son 150 yıllık bir dönemini ele alır. Olaylar bir sokakta geçer ve yaşananlar bütün toplumun sorunudur. Eserde Anadolu insanının geçirdiği değişime karşı sokağını savunanlarla bu değişimi hızlandırmak isteyenler arasında geçen çekişmeler ve bunun sokakta yaptığı tahribat anlatılır. Romanda olay; sokakta, konağın yanında yaşayan yaşlı bir kadının öldürülmesiyle başlar. Bu cinayetin perde arkası ve sonrası birlikte anlatılır. Ancak yazar, bu cinayeti bir insanın öldürülmesi değil, bugüne kadar sahip olunan değerlerimizin öldürülmesi şeklinde dile getirir. Dolayısıyla “cinayetin simge olarak ele alındığını ifade etmek yanlış olmaz.”1 Bu cinayetin işlenişini çok anlamlılık içinde değerlendirmek gerekir: batılılaşma, bireyselleşme, maddecilik, makineleşme, kadın… 1. Batılılaşma Aydın Adnan Gümüş, 100 Temel Eserden, Anadolu’nun Son Yüz Elli Yıllık Tanığı: Sokakta, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010, ss. 25-29. Geçen asrın başından itibaren Osmanlı İmparatorluğu, Batı karşısında geriliğini fark ederek büyük bir sarsıntı geçirmektedir. Avrupa Devletleri örnek alınarak yenilikler yapılmaktadır. Geleneksel bilgi kaynakları Batı’nın akla önem veren bilimi karşısında birer birer yıkılmaktadır. Sokakta da yıkılmaya başlayan gelenek- 25 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM lerle modernleşme adına yapılan savaşları yani batılılaşmayı buluruz. Bahaeddin Özkişi’nin bu eserinde toplumun iç dinamikleriyle beslenmeyen değişimlerin nasıl bir yabancılaşma içinde olduğunu görürüz. O, batılılaşmanın sokakta yaptığı tahribatı ve dünyanın aldatıcı tuzaklarından kurtulmanın yolunu ilahi güce ulaşmakta bulur. Batının yeniliklerini sokakta insanlara benimsetmek için çalışan Küçük Bey’in karşısına Teşbihçi çıkar. Küçük Bey’in yapmak istedikleri toplumun yapısını değiştirmektir. “Kültür ve medeniyet değişmesi adı da verilen bu hadise hiç de kolay olmamış, nesillerin çatışmasını, acı çekmesini ve fedakârlıklarda bulunmasını gerektirmiştir.”2 Küçük Bey, Avrupa fikrini kendi fikri bilmiş, ileriyi ve güzeli onda bulmuş bir münevverdir. Üç dilde okuyup yazarken Teşbihçi kendi lisanında hata yapmaktadır. Teşbihçi ileri Avrupa’yı inkâr ederken, düşüncelerini şarktan almaktadır. Devlet ve gazeteler Küçük Bey’den yanadır. Küçük Bey de Teşbihçi de bu sokak, bu insanlar için çırpınır. İkisi de karşı tarafın fikirlerinin yanlış olduğuna inanmışlardır. Bu sokağı kurtaracak fikrin mücadelesidir. Bu mücadele içinde toplumculuktan bireyciliğe, sorumluluktan nemelazımcılığa yani değişimle oluşan değerlerin yok oluşu dile getirilmiş, maddecilik garbın makine gıcırtıları arasında ön plana çıkmış, konak çökmüş ve kadın farklı değerlere bürünmüştür. Yenileşmenin getirdikleri karşısında yazar geleneksel medeniyetimizi ve kültürümüzü de özlemle anıyor. Makinenin simgelediği batılı değerleri eleştiren yazar, sokağımızın simgelediği gönül medeniyetimizi övüyor. Ancak bu övgü dolaylı ve simgesel ifade ediliyor. Tanzimatla başlayan Batılılaşma hareketinin milletimizi kündeye getirirken bunda bizim de kusurlu olduğumuzu gene dolaylı olarak dile getiriyor.3 • 26 2. Bireyselleşme Tanzimat’tan itibaren süratli bir değişim yaşayan Türk toplumu, aynı zamanda batılılaşma adına her türlü düşünce ve moda akımlarına da açıktır. Buna bağlı olarak değişme insanı sersem eden bir biçimde kendini göstermiş ve o günden başlayarak değişime direnen “sokak” buna ayak uydurmuştur. Otuz yıl sonra gördüğü çocukluk arkadaşı karakolda komisere şöyle der: “İtibar edilen bütün değer, evler, evin içinde yaşayanlar, kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar hep değişmiş durmuşlardı. Değişme, sokağımızda durmak bilmeyen ve devamlı büyüyen bir yuvarlanma şeklinde başladı, sonra da durmadı dinlenmedi. Hâlbuki insan böylesine sakin ve kenar bir sokakta bu kadar köklü değişiklikler olmaz sanırdı. (s. 12) Sosyal hayatta yaşanan değişim bir savaştır. Bu savaşın başlamasını komiserin arkadaşı şöyle dile getirir: “Savaş başladığında büyüklerimiz kuşkuyla irkildiler. Büyük tehlikeyi babam işaret etti bana. Savaşçılardan biriydi babam. Uzun ve yüksek topukların kaldırımlarımızda kikirdediği ilk gün, babam olayı tespih yapılacak bir gül kökü gibi nasırlı avuçlarına aldı ve tarttı… Böylesine zor ve karmaşık meselede çabucak yargıya varmak insanı hatalara iletebilirdi. O sırada bütün büyüklerde aynı duraksamayı gördüm. Sık sık vebalden korktuklarını söylediklerini hatırlıyorum. Vebal, sokağımızı hayırla yönetmek anlamını taşıyordu. Sokağımızı, mescidi, türbeyi, konağı, evleri ve insancıkları” (s. 34). O savaş o gün bugündür sürüp gidiyor. Yeniliğe karşı değillerdi. Ama bedenlerine uymayan “soytarı elbiseleri” (s. 35) giymek istemiyorlardı. “Sokak bedenine uymayacak elbiseye karşıydı… Çünkü bu elbise başka milletlerce gi- AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• yilmiş ve faydaları görülmemişti.” (s. 35) Giyilen bu elbise toplumsallıktan bireye doğru insanı sürükler. Önceleri toplumsal bir yapıya sahip olan sokaktaki insanlar zamanla gelişen yeni fikirlerle bireyselleşir. Sokakta’da “bireylikten üstün her ilkenin inkâr edilmesi ve bu yüzden uygarlığın her alanda tamamen sadece insani öğelere indirgenmeye çalışılmasına”4 Komiser’in çocukluk arkadaşı karşıdır. Komiserin çocukluk arkadaşı bireyselleşmeye de karşıdır. Sokakta bireyselleşme toplumun değerleri ile çatışır. O, ise değerlerini her şeyin üstünde tutar. “Benim selametim tek başına söz konusu olamaz. İnancım bana kişinin değil toplumun selameti vardır der. Bir tabib bir gün bir ruhta bir ur bulursa bu ur çok zaman o kişiden çok içinde bulunduğu topluma aittir. Ben ben değilim doktor. Ben konağım, mescidim, evliyayım…” (s. 76) “Otuz yıl önce boydan boya sokak bir tek, yetişkin kız herkesin ablası, kadın, herkesin teyzesi ve çocuk bütün sokağındı… Herkes birbirini tanır ve göz kulak olurdu.” (s. 26) Artık insan kendi benliğinde mücadelesini sürdürmeye başlamıştır. Huzur ve sükûnetin yerini kargaşa, kalabalıkların gürültüsü ve telaşı; paylaşımcı ve dayanışmacı bir kültürün yerini, bencillik ve çıkarcılık duygusu almıştır. Yaşanılan değişiklikler sokakta pek çok şeyi beraberinde sürükleyerek götürmüştür. “Sözünde durma gibi, vefa gibi, merhamet gibi, vicdan ve Allah korkusu gibi. DEĞİŞİKLİK her şeyi kıpkızıl kendi rengine boyamıştı. İmansız hak, hukuk, hatır gönül bilmez, saygısız bir nesildi yetişen.” (s. 45) Yeni nesli; sokaktaki bakkal, kendi oğlundan örnek vererek şöyle anlatır: “Bana fazla içme diyorsun, neden? Sarhoş olacağımdan korktuğunu söylüyorsun. İçki o maksatla içilmez mi? Bana evlen diyorsun neden? Kadın bol hiç de müşkülpesent değil, her gün bir yenisini bulmak yerine neden evleneyim. Evladın olsun istiyorsun. Bir ben mi kaldım yeryüzünde enayi. Bana oku diyorsun neden? Kazanmak değil mi maksat? Kazancın okumakla ne ilgisi var. Hareketlerime ayıp diyorsun, ayıp nedir? İnanın beyefendi gün oluyor kahroluyorum. Bitiriyor bu oğlan beni. Zamanında özgürlük yoktu, şimdi, olamaması olmasından iyidir diyorum kendi kendime. Biz genci böyle düşünmemiştik. Avrupa ilmi ve medeniyetiyle aydınlanmış bir nesil hayal etmiştik.” (s. 80) Değişimler karşısında gençler inanç ağırlığına sahip olabilselerdi. “Bütün değerleri bir başkasıyla, hem de kökü şeytandan olan bir yabancıyla değiştirilme gayretine yakalanmayacaktı. Gafil olan onlar değildi. Sendin, bendim. Mescitti. Türbeydi. Konaktı. Kısaca bizdik.”(s.44) Değişiklikler hayatın her alanında olur. Elimizdeki saf değerler cam boncuklarla değiştiriliyor. Oysa “değerler ait oldukları toplumun titizlikle korumak zorunda olduğu şeylerdir. Çünkü gelecek onlar üzerine örülür.” (s. 49) Geleceği daha güzel günlerde yaşamak her türlü güçsüzlüğe rağmen köküne bağlı olmakla olur. “Kökü olmayan toplum yaşayamaz.” (s. 49) Hayatta kalmak ve gelişmek köke sıkıca bağlılıkla mümkündür. 3. Maddecilik Sokağın insanları maddenin esareti altında kaybolurlar. “Gözleri büyülenmiş gibi maddeye dikilmiş geçip gidiyorlardı… Gönülleri ve gözleri güzellikten kopuyordu. Gerçek ihtiyaçlarının ötesindeki şeylere gidiyorlardı koşarak.” (s. 33) Gittikleri bu yol onları ahlakî değerlerden uzaklaştırıyordu. “İsyan, haddini bilmezlik, yalan, fuhuş, kumar, elindekiyle yetinmemek maddeye hükmedenler tarafından sokağa ekilmiştir.” (s. 67) Maddenin gücüyle elde edilen makine hayatı kolaylaştırırken “sokak”tan bir şeyler götürmek- 27 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM tedir. İnsani değerleri bu dev gıcırtılar öldürmektedir. “Makine insana paralar kazandırdı. Ama parayla beraber kızların yüzünde sokaktakilerin pek hoşlanmadıkları bir tebessüm belirirdi. Göze hoş gelmeyen hemen her şey için çamaşırcının kızının gülüşü örnek gösterilirdi. Kısaca bana göre makine büyük işler başaran, buna karşılık gürültücü ve uzak durulmasında fayda olan bir şeydi.” (s. 23) Makine ile birlikte insana “ormanlar, akarsular, denizler, bataklıklar ve dağlar eğilmişlerdi. Bu yüzden adaleler, organlar, sinir sistemi açık havanın faydalı atmosferinde gereği gibi çalışamaz oldu. İnsanın çevreyle savaşı bırakması, kendi ben’iyle sürdürmek zorunda olduğu savaşa da son verdi. Böylece her türlü ahlakî disiplinden sıyrıldı medeni insan. Şeref, doğruluk, mesuliyet, nefse hâkimiyet, kahramanlık, insan sevgisi gibi özellikler alay edilir şeyler oldu.” (s. 148) Maddenin aldatıcı kıskacından, insanın kurtulması için öncelikle maddeyi “satın alma gücünden çok içindeki atomların Yaradan aşkıyla raksettiği canlı bir varlık olarak” (s. 63) görmek gerekir. 4. Kadın Geleneksel bir yapı içerisinde varlığını sürdüren kadın değişim süreci içinde en önemli fonksiyona sahiptir. Bu fonksiyon içerisinde kadının giydiği topuklu ayakkabılar sokağın kaldırımlarına değmeye başlar. “Değişiklik sokağın alt ucunda, sandıkçıların evi yanından ilk adımını atmıştı. O güne kadar bu taşlar, bu yollar, bu binalar, bu insanlar geniş ve sağlam ayakkabılar içinde yere sağlam basan adımların seyircisi olmuştu. Oysa o gün değişiklik, çok ince ve çok yüksek topuklar üzerinde dengeyi bulmak için bir cambaz ustalığı gerektiren adımlara, merak ve ürkeklikle baktılar; sokağımız, idraki var olduğundan beri ilk defa bir • 28 yargıya varmakta güçlük çekti. Bu çok ince ve çok yüksek topukların sürükleyip getirmek istediği nasıl bir şeydi.” (s. 14) Bu yüksek ökçeleri sokağın bütün nesneleri yabancı buldu. Kadınlar bu sesleri ve ökçeleri ruhlarının bilinmez yerlerinden tanıdılar. Böylece şeytan “uzun yüzyıldan beri ancak masallarda nefes alabilen, bütün kötülüklerin kaynağı, sokağın sevgiyle örülmüş dayanışmasıyla sokağımızdan uzak tutulmuşken, yaşlı efendilerin söylediklerine göre yüksek topukların sesinde, kadında, kadının içinde ilk defa mekân tuttu.” (s. 15) Sokağın taşları topuklu ayakkabıya göre oluşturulmamıştır. Bu zemin buna göre değildir. Değişim karşısında kadın geleneksel olanı bırakıp iç dünyasının, nefsinin istediğini yapmaya başlamıştır. Sokak bütün fertlerden sorumludur. Çamaşırcının kızının terbiyesiz tavırlarını ve yapışkan gülüşünü, Gülüm’ün annesi sokağın bir lekesi olduğunu düşünür, onun böyle yetişmesinde bütün sokaktakilerle beraber kendini de biraz suçlu bulur. Kızıyla görüşmesine izin vermesi ise iyi huylar kapar düşüncesidir. Ancak bu hiç de böyle olmamış “DEĞİŞME” (s. 43) Gülüm’ü etkilemiştir. Çamaşırcının kızına uyan Gülüm annesinin gözleri önünde farklılaşır. Çağın getirdiklerine, zamana ayak uydurur. Bu isyan “hürriyet” kelimesinde kendini gösterir. Bu gençler rüzgârın önünde kuru yaprak gibi sallanmaktadır. Nereye gittiği belli değildir. Kadın değişimi kolaylaştırmaktadır. İhmal edilen, geri plana itilen güçtür. Değişimin odak noktasıdır. “Osmanlı’nın geleneksel toplum yapısının hatasıyla sevabıyla sınırını hâlâ koruyan, fakat bununla birlikte yaşanan sosyal zelzelenin titreşimlerini bünyesinde içten içe hisseden çekirdek kurumu olan ailedir. Aile, Türk romanının sosyal, çekingen ve acemi açılışının ‘masdar’ı olmuş, bu AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• ‘ayatür’, evin içinden sokağa, ‘agora’ya tedricen ve ihtiyatla çıkmıştır.”5 Dünün kız çocuğunun annesi bir gün anne olacak ve hayırlı evlat yetiştirecek diye düşünülürken bugünkü kadının durumu Küçük Bey’in “sokakta” beğendiği dul kadında buluruz. Ona şöyle iltifat eder: “Sizi görünce gönlüm aydınlanıyor, siz sokaktaki hanımlara güzel bir numunesiniz.” (s. 105) Dul kadın açık giyinen birden fazla erkekle arkadaşlık yapan topuklu ayakkabı giyen birisidir. Evine başka başka erkeklerin girmesi çok önemli değildir. Küçük Bey onda Avrupa kadınını bulur. Gizemleri çözülmeyen bu romanı “Son Söz”de Komiser’den anlatıcı dinler ve öğrenmek için araştırmaya başlar. Fakat Komiser, ona her şeyi anlatmaz. Komiser’in çocukluk arkadaşı öldürüldüğünden anlatıcı olayların bir sonu olmadığına inanır. Komiser’in çocukluk arkadaşı arkada bıraktığı kâğıtlarla insanın\Anadolu’nun son yüz elli yıldır nelerle karşı karşıya olduğunu ifade eder: “Cinsel eğilimimizdeki aşırılık ve bizi sürüklediği nokta. Neden varız ve biz neyiz? İsyanlarımız ve medeniyet, ileri cemiyet ve onun tabii kanunları küçümsemesi. Cemiyet nizamında maneviyatın vazgeçilmez lüzumu. Home Economicus tabiatın değil liberalizm ve komünizmin yarattığı bir varlıktır. Doğru, dergi, mecmua, gazete ve kitaptan öğrenilmez. Lazım olan gözlem ve deney sonuçlarıdır. Sevmeden bakan insanın gördüğü karanlıktır. Sosyoloji kanunları henüz birer tahminden ibarettir. Atomu ve uzayı ruhumuzdan iyi tanırız. Her insan, her topluluk ömrünün bir noktasında hayvanî ve insanî hayat arasında bir tercih yapmak zorundadır. Gerçek insanı ümit, iman, heyecan meydana getirir. Ölüm isteğimize göre anlama sahiptir. İstersek bizim için Allah’ın ihtişamına garkolma olabilir. Vicdansız ilim, imansız çaba ruhun ölümü anlamını taşır.” (s. 141-142) “Köse Kadı” ve “Uçtaki Adam” adlı romanlarında tarihî bir devreyi ele alan yazar, Sokakta romanında tarihî gerçekliği gizleyerek anlatır. Tarih, “eserin arkasında bir fon teşkil etmiştir.”6 Bu tarihî süreç içerisinde insanlığın\Anadolu’nun öyküsü bir kenar sokakta meydana gelen olaylarla anlatılmaya çalışılmış, insanın\ Anadolu’nun sahip olduğu manevi kıymetlerin yerini madde istila etmeye başlamıştır. Bahaeddin Özkişi, romanı çatışma zemini üzerine kurar. Ana hatlarıyla eski-yeni boyutundan batılılaşma temasıyla desteklenen DoğuBatı çatışmasına; değişen değerlere, metafizik anlamda ortaya çıkan insanın varlığını veya yokluğunu madde ve mana anlamında aldığı değer gibi pek çok çatışmayı bünyesinde barındırır. Bu itibarla manevi değerleri hiçe sayan materyalizmin ülkeyi istilası ile Anadolu’nun içinde bulunduğu buhranları ifade eden bir eserdir. ___________________________________________________ 1 Osman YILMAZ, “Değişen Sokağımızın Hazin Öyküsü”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S.71, Ocak 2006, s.52. 2 Mehmet KAPLAN, Kültür ve Dil, Dergah Yay., İst. 2005, s.87 3 Osman YILMAZ, “Değişen Sokağımız Hazin Öyküsü”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, MEB Yay., Ank. 2006, S.71, s.52 4 Rene GUENON, Modern Dünyanın Bunalımı, (Çev. Mahmut Kanık), Hece Yay., Ank. 2005, s.95. 5 M. Fatih ANDI, Roman ve Hayat, Türk Edebiyat Vakfı Yay., İst. 2004, s.139 6 Ersin ÖZARSLAN, Bahaeddin Özkişi’nin Hayatı, Şahsiyeti ve Eserlerinin Üzerinde Bir Araştırma, (Basılmamış Lisans Tezi), İst. 1984, S.127. 29 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM RÜZGÂR CEMALETTİN KAYA Bir rüzgâr çıkar gece yarısı Kucağına yıldızları toplamış Sevdayı biriktirmiş nefesinde Seni üfler hasret yanığı tenime Bir rüzgâr çıkar gece yarısı İnciler dizmiş saçlarına Bulutlara yazmış adını Bulamamış benden sevdalısını Bir rüzgâr çıkar gece yarısı İhaneti silmiş yeryüzünden Güller dikmiş gönül bahçesine Bulamamış senden nazlısını • 30 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• HAYAT IRMAKLARI ERDAL NOYAN Sağımı ve solumu Hayat ırmaklarıyla çeviren sizi Çok seviyorum Bağışlayacak kadar İki çift iri göze Adanmış anneyi Daha fazla sevmenizi Annem ve babam da Biliyorum beni seviyor. 31 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM NİÇİN HIZIR İRFAN ÖNDER niçin kor düşer sinesine memleketin ve yanıklar oluşur birinci dereceden niçin kurur pınarları bu aziz yurdun niçin omuzları düşer engin dağların niçin böyle üryandır bütün hakikatler niçin üşür elleri, ayakları mazinin niçin dudakları hep çatlaktır zamanın niçin yoktur ölümün de bir mevsimi... • 32 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• BİR ʻMERHABAʼYI ÇOK GÖRMEK OSMAN DOĞANAY Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Muş Anadolu Lisesi Osman Doğanay, Bir ‘Merhaba’yı Çok Görmek, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010, ss. 33-34. A nadolu’da insanlar, sokakta bir tanıdıklarıyla karşılaştıkları vakit, ekseriyetle “Selamün aleyküm! Uğurlar ola!” derler. Ne kadar yalın, zahmetsiz ve bir o kadar manidar, candan bir merhaba değil mi? Böylesi bir selamlaşmayı müteakiben -acil bir işleri yoksa- musâfaha, ardından ayaküstü hoşbeş... Ayrılırken de “Selametle!” şeklinde, hoş bir esenleme sözü. Samimi ve sıcakkanlı Türk toplumunun, sayısız itiyatlarından yalnızca bir tanesi. Bunu niçin anıyorum burada? Anlatayım: Geçenlerde, yeni taşındığımız apartmanın girişinde talihsiz bir karşılaşmanın muhatabı oldum da -olamadım da mı demeliyim- ondan. Talihsiz olan sadece karşılaşma değil ne yazık ki. Komşu olmanın getirdiği birtakım sorumluluklar, telkin ettiği samimiyet ve incelik noktasında, eski zamanlara kıyasla, günümüzün -sözde- kültürlü ve modern insanlarının da bir nebze talihsiz olduklarını düşünüyorum. Ben, apartmanın kapısında, yeni komşularımızdan birini daha görmenin verdiği merak ve heyecanla dolu, yüzümde munis bir ifadeyle; selamlaşmak, tanışmak ve konuşmak için hazır beklerken -daha çok beklerim- müstakbel komşum(!) bana bir ‘merhaba’yı, bir tebessümü, bilemediniz, başıyla verebileceği basit bir selamı bile çok 33 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM görerek, son derece ilgisiz ve yabancı, geçip gidiyor yanımdan. İlk elde, acaba beni apartmandaki bir eve gelen, herhangi bir misafir mi sandı düşüncesi zihnimi yalayıp geçiyor. Ki böyle bir durumda bile, insanlık ve nezaket; apartmanda veya bahçesinde karşılaşılan bir kişiye, en azından bir “merhaba” demeyi gerekli kılar. Fakat komşumun diğer karşılaşmalarda devam eden kayıtsız ve soğuk tavrı; bu iyimser düşünceyi kısa sürede bertaraf etmeye yetiyor. Şimdi şöyle diyebilirsiniz: “Anlıyorum da canım kardeşim! Sözü edilen zât-ı muhterem, hasbelkader komşusu oldun diye sana selam vermek, konuşmak zorunda mı? Bu ne samimiyet, ne cüretkâr bir beklenti?” Tabi ki böyle bir mecburiyeti yok; ama elimde değil, üzülüyorum bu duruma. Bu evde, geçici bir süreliğine oturacak da olsak ve o kişi komşularımızdan sadece biri olsa da boş veremiyor, görmezden gelemiyorum. Komşumun öyküsüne uzak olmak, dertleriyle hemdert, sevinçleriyle pürneşe olamamak düşündürüyor beni. Günün birinde ‘külüne dahi muhtaç olabileceğimiz komşu’ya karşı takınılan bu bigâne tavrın; gitgide ülkem insanlarının çoğuna sirayet etmesi ihtimali beni tedirgin ediyor. Böyle böyle, insanlarımızın tamamı, komşumuz gibi başkalarıyla hiçbir yakınlık kurmadan kendi kabuğuna çekilip yaşamaya alışır, acılarımız ve mutluluklarımız, apartman dairelerinin o kalın ve aşılmaz duvarları içine hapsolursa âkıbetimiz ne • 34 olur diye endişeleniyorum. Bahçe kapısı önünde öylece kalakalıyor; koskoca dünyada, bir başıma kalmışçasına ağır bir yalnızlığın altında eziliyorum. “Ülkem insanlarına ve onun güzelim hasletlerine ne oldu? Aslında hiçbir şey yapmayarak -aldırmayarak- hangi yalnızlığa, hangi karanlığa itiyoruz birbirimizi? Tanışıklıklarımızı, arkadaşlıklarımızı, komşuluk ilişkilerimizi, çağımızın değer yargılarını ve benimsediği yaşam biçimlerini gözden geçirmeli, yeniden düşünmeliyiz” diyorum kendi kendime. Ve sesimi ancak kendime duyurabiliyorum... Sokakta ilerlerken Behçet Necatigil’in “Avunmak” isimli şiirinden bir bölüm hatırlıyor ve gayriihtiyari mırıldanıyorum: “Kâğıtlara sarıyorum atarken artıklarımı / Çünkü yoksul komşular, çöpçüler / Boğaz durmuyor ziftin peki neyi / Turfanda meyva kabukları, pirzola kemikleri / Utancım azalıyor, kendimi avutuyorum.” Bir yanda, yoksul komşular, çöpçüler aklına gelince evindeki mükellef sofrasından utanıp çöplerini kâğıtlara sararak atacak kadar duyarlı ve ince düşünceli Necatigil; diğer yanda, komşusundan basit, külfetsiz bir ‘merhaba’yı esirgeyen günümüzün modern bireyleri... Bu noktada hâliyle -günümüzdeki tüm rahatlık ve her yönden yaşam standardının yüksekliğine rağmen- “Keşke Necatigil’in zamanında yaşasaydım ve onun komşusu olsaydım.” demekten kendimi alamıyorum... AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• AHİLİK ve AHİLİKTE EĞİTİM FERİDUN ESER 1. Giriş Geyve Anadolu Lisesi Felsefe Öğretmeni ir milletin geçmişteki başarıları ve güzel hatıraları, geleceğine ışık tutar ve umut olur. Medeniyetleri kuran ve geliştirenler, milletleri ayakta tutan ve milletlere yön verenler, o milletin içinden yetişen “büyük adamlar/ insanlar” ve onların gayretleri ile oluşturulan kurumlardır. B Şanlı bir geçmişe sahip olan Türk milleti, geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük olmak, geçmişe olduğu gibi geleceğe de damga vurmak arzusunda ise büyük evlatlarını ve onların hatıralarını canlı tutmak ve yetişmekte olan yeni nesillere öğretmek, tanıtmak zorundadır. Onları tanımak, onların gayreti ve etkisi ile kurulan medeniyeti daha iyi tanımaya ve anlamaya yardımcı olacaktır. Bu anlayış, kültür ve medeniyetimizin, yeniden canlanarak, dünden yarınlara uzanmasına vesile olacaktır. Feridun Eser, Ahilik ve Ahilikte Eğitim, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010, ss. 35-40 Müslüman Türk milletinin örnek alacağı kişiler, yabancı milletlerin kahramanları, yabancı ideolojilerin fikir babaları ve kurumları olmamalıdır! Bizim örnek alacağımız kahramanlar, kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden olmalıdır. Bu, daha mantıklı, daha sağlıklı 35 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM bir örnek alış olur. İnsan, hangi dünya görüşü ile yetişir, motive olursa, davranışları ve hayatı da ona göre şekillenir. Temelinde o görüşün bulunduğu bir toplum, hatta bir dünya kurulur. 2. Ahilik Nedir? Devletler, hele hele medeniyetler, sadece kılıca dayanarak kurulamaz ve varlıklarını devam ettiremezler. Devletlerin ve medeniyetlerin varlığı ve devamı, kılıcın yanında eğitime ve ekonomiye de dayanır, dayanmalıdır. Türkleri, sadece savaşçı bir millet olarak görmek ve göstermek yanlıştır. Milletimiz, eğitim, bilim ve ekonomi alanında da tarihte büyük başarılar göstermiştir. Ahilik, Türklerin hem teorik hem uygulama bakımından, ekonomik alandaki başarılarından biridir. Anadolu’nun yurt edinilmesi sürecinde, önemli rolü olan Ahilik, maddi hem manevi kalkınmayı hedefleyen bir Türk - İslam müessesesi, dini ve milli bir teşkilat ve bir yaşam biçimi idi.. Ahilik teşkilatının kurucusu olan Ahi Evran, çok yönlü bir kişiliğe sahiptir. O, hem bir ilim, fikir, sanat ve meslek adamı, hem de bir toplum önderidir. Kırşehir’de kurduğu Ahilik adlı esnaf teşkilatının, Anadolu’nun çeşitli kent ve • 36 kasabalarında yaygınlaşması için gayret göstermiştir. İç Anadolu’da çeşitli şehirleri dolaşarak, Müslüman Türk esnafa, dini - tasavvufi sohbetlerle, nasihatlerde bulunan Ahi Evran, irşad faaliyetlerinde bulunan bir din alimi, tasavvuf üstadıdır. Türk esnafın, bir araya gelerek tanışacakları, sohbet edebilecekleri, yardımlaşacakları dergahlar/ odalar kurulmasına vesile olmuştur. Bu dergahlar, aynı zamanda dışarıdan gelen/ yabancı tüccar ve esnafı da konuk etme fonksiyonunu icra etmekte ve ticaretin canlanmasına/ gelişmesine vesile olmakta idi. Ahiliğin temel felsefesi, ucuz ve kaliteli üretim yapmak ve tüketici haklarını korumaktır. 14. yüzyılda Anadolu’ya gelmiş ve incelemelerde bulunmuş olan Kuzey Afrikalı seyyah İbn-i Batuta, yazmış olduğu seyahatnamesinde Ahilik hakkında özetle şunları söylemiştir: “Türklerin yaşadığı her yerde Ahilik teşkilatına rastlanır. Ahiler, dışarıdan gelen yabancı misafirleri karşılama, ağırlama, onların yiyecek, içecek ve yatacak gibi ihtiyaçlarını temin etme, uğursuz ve edepsizlerden korumaya çalışırlar. Böyle bir şeye, dünyanın başka hiçbir yerinde rastlayamazsınız.” (Mehmet ŞEKER, İslam’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1997 s.173). Ekonomi, kültürden bağımsız olamaz. Bir ekonomik yapılanma olan Ahilik, Türk - İslam kültürel değerlerine göre şekillendirilmiş ideal bir sosyo - ekonomik sistemdir. İslam dininde tembellik, dilenmek hoş görülmemiş, kişinin çalışarak, kendi emeği ile helalinden kazanması, İslam’ın temel kaynakları olan ayet ve hadislerle, teşvik edilmiştir. İslam, ölçü ve tartıda noksanlığa müsaade etmemiş, israf, cimrilik, ihtikar AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• ve faizi yasaklamıştır. Kendisi de ticaretle uğraşan, “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” diyen Hz. Peygamber (SAV), “En helal kazanç kişinin elinin emeğidir; kişinin kendine, ailesine, çocuğuna ve yanında çalışanlara yaptığı masraf, harcadığı para, sadakadır” (Sahih-i Buhari) demiştir. Ahilik, Türklerin göçebe hayattan yerleşik hayata geçmelerini hızlandırmıştır. Anadolu’da Müslümanların elinde olmayan (Rum, Yahudi ve Ermeni) ticaret ve sanatın, Türklerin eline geçmesi, Ahilik sayesinde mümkün olmuştur. Anadolu’ya yerleşen Türklerin, ekonomik bağımsızlıklarını elde etmeleri, Ahiler sayesinde mümkün olmuştur. Ahiler, Türk esnaf ve sanatkarları arasında sıkı bir işbirliği, dayanışma ve yardımlaşma ilişkileri kurarak, Rum ve Ermeni esnafa karşı Türk esnaf birliğini oluşturmuşlardır. Ahiler, kendi aralarında kurdukları yardımlaşma sandığı ile zor durumda olan esnafa, destek sağlamakta idiler. Ahilik, ürettikleri malın kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre ayarlamak, sanat ve meslek sahiplerini ahlaklı yetiştirmek, Türk halkını ekonomik yönden bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmak, ülkeye yapılacak askeri saldırılarda devletin silahlı kuvvetlerine destek olma amacı da güden, bir yönü ile askeri, bir yönü ile dini - tasavvufi ilkelere dayanan bir esnaf teşkilatıdır.. Teşkilatın sorumlu kurulları ve önderleri, kendi içlerinden, seçimle belirlenirdi. (M. Sait DOĞAN, Terakki ve Tekamül Açısından Türklerin Sosyal Tarihi, Sakarya Üniversitesi Yayınları, Sakarya, s.167- 168) Üstlendiği çok yönlü vazife itibarıyla, bazı devlet büyükleri, Ahiliğe üye olmuşlar ve Ahilerle yakın ilişkiler kurmuşlardır. Anadolu’da ekonomik hayat, onlar sayesinde düzene girmiş, piyasada istikrar sağlanmıştır. Ahiler, işyeri, fiyat ve kalite kontrolü ve denetimi yapıyor. Farklı iş kolları arasında koordinasyonu sağlıyor, ticari kurallara uymayanlara cezalar veriyordu. Ahiliğin temel hedefi, hizmette mükemmelliktir. Ahilik, adil ve hak üzere gelir dağılımı, toplumsal dayanışma, barış ve kardeşliğin tesisini sağlamış bir sosyo - ekonomik örgütlenmedir. Ahilik, meslekler ve zümreler arası çatışmayı değil dayanışma ve yardımlaşmayı, kaynaşmayı sağlamış; üstlendiği vazifelerle üretici ile tüketiciyi, millet ile devleti barışık tutmuştur. Böylelikle, Anadolu’da, milli birliğin ekonomik ve sosyal temellerini oluşturmuştur. Ahilik teşkilatı, Anadolu Türk toplumunun kurucusu ve devletin destekleyicisi olmuştur. Ahiler, hem Selçuklu hem Osmanlı Devletlerinin kuruluşuna katkıda bulunmuşlardır. Osmanlı Devleti’ni kuranlar, yükseliş dönemine kadar padişahlar ve vezirlerin çoğu, Ahilikle bağlantılı kişilerdir. (Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1994, s. 106, 107) Nitekim Osman Gazi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebali de, bir Ahidir. Ahiliğin güç ve nüfuzu, 17. yüzyıla kadar devam etmiş, bundan sonra yavaş yavaş güç ve nüfuz kaybına uğramaya 37 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM başlamış; izlenen yanlış ekonomi politikalarıyla, ekonomik üstünlük, azınlıkların eline geçmeye başlamıştır. 3. Ahilikte Eğitim: Ahilik teşkilatının, Türk eğitim tarihinde önemli bir yeri vardır. Ahî birliklerinin, ortaya çıkışlarından başlayarak eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulundukları ve üyelerini eğittikleri bilinmektedir. Ahî teşkilatının eğitim öğretim faaliyetlerinin araştırılması, eğitim tarihimizin bir yönünün aydınlanmasını sağlayacağı gibi, günümüz eğitim faaliyetlerine de ışık tutacaktır. Eğitim ve öğretim birbirini tamamlayan iki kavramdır. Bununla birlikte bazen eğitim, öğretimi de kapsayacak şekilde geniş olarak tanımlanmaktadır Eğitimsiz bir öğretim düşünülemeyeceği gibi, öğretimsiz bir eğitim de düşünülemez. Ahî eğitim ve öğretimi, dini, tasavvufi, ahlakî, meslekî ve askeri olmak üzere çok yönlüdür. Ahilik eğitimi; İslâm dinî esaslarına uygun olarak bireyin fikirlerinin geliştirilmesini, davranış ve duygularının düzenlenmesini hedefleyen, düşüncede, söz ve eylemde, yöntem ve düzende tutarlı olan, dünya ve ahirette mutlu olmayı amaç edinen “hizmet ehli, iyi insan” yetiştirme sanatı olarak tanımlanabilir. Ahiliğin temel misyonu, iyi bireyler yetiştirerek iyi bir toplum ve yaşanılır bir dünya oluşturmak ve “insanlara ve insanlığa hizmet” edebilmektir. Dünyaya düzen ve insanlığa hizmet verme iddiasında olan Ahiler, misyonlarını yerine getirebilmeleri için önce kendilerinin iyi/ hayırlı olmaları gerektiğinin bilincindedirler. Ahi eğitimi, bireyden topluma oradan dünyaya doğru yayılan bir iyileştirme, olgunlaştırma hareketidir. Ahîliğin en önemli özelliklerinden birisi, üyelerine bir meslek ve ortak davranışlar örüntüsünü • 38 kazandırmayı hedeflemiş olmasıdır. Ahilerin muhakkak bir iş veya sanat sahibi olması gerekir. İşsiz kimseler ahilik içinde yer bulamazlardı. (Şeker, aynı eser, s. 116). Meslek sahibi olmayan bir Ahi, tasavvur edilemez. Her fert becerisine göre bir mesleğin maharet ve hünerlerini kazanır, iş sahibi olur ve sosyal hayata katkı sağlar. Mesleği olmayanın kendisine, kendisine hayrı olmayanın başkalarına faydası olmaz. Toplumun mutluluğu ve gücü, ancak her bireyin bir meslek sahibi olarak toplumsal hayata katkı sağlamasıyla mümkündür. Ahilikte bilgi ve beceriler, bireye, işbaşında kazandırılır. Kişinin, bir usta/ üstad yanında yetişmesi esastır. Ahîliğe giren öncelikle çırak sayılır ve bir ustanın yanında sanat öğrenmeye başlar. Çırak, ustasının yanında, iş ortamında işin yapılış tarzını öğrenir ve uygular. Mesleğinde istenen seviyeye gelen çırak, bir törenle kalfalığa terfi ettirilir. (Kemal GÖDE, Türk İslam Kültür ve Medeniyet Tarihi, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1992 s.236). Bu eğitim süreci, ustalığa kadar devam eder; olgunlaştığı kabul edilen ve usta olan, dilediği takdirde, kendi işyerini açabilir. Ahîler,”işbaşında eğitim” metodu ile bir diğer adıyla, “usta - çırak eğitimi” metodu ile yetiştirilmekte idiler. Çıraklığa alınan kişiye meslek bilgileri, beceriler ve hünerler, basitten karmaşıklığa, kolaydan zora doğru uzanan bir süreçte kazandırılmaya çalışılırdı. Çırağa, öncelikle basit işler verilir, bunları kavradıkça daha ağır işler verilirdi. Ahilik kurumunda meslekle ilgili davranışlar, sadece işin kendisi ile ilgili değildir. Davranışlar, mesleğin bütününün yerine getirilmesi ve diğer sanatkârlara karşı yardımlaşma ve dayanışma ve müşteriye saygı gibi davranışları da kapsamakta idi. AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• Ahilik, dürüst ve güvenilir olmak için doğru- kimsedir” (Sahih-i Buhari) hadisi bulunduğu luğu, aç kalıp başkasına muhtaç olmamak için söylenebilir. Eline sahip ol deyişiyle, elini hara- sanat öğrenmeyi, ahlakî özellikleri ile faziletli ma uzatma, kimselere zulmetme; beline sahip olmayı, aklı kullanmayı, başarılı olmak için bil- ol deyişiyle, zinaya yaklaşma. Diline sahip ol gili olmayı ve çok çalışmayı, yaptığı işi iyi yapa- deyişiyle de, kimselere sövme, kimseleri incit- bilmeyi, iyiliği daima iyilikle karşılamayı, Allah’ı, me telkini yapılıyor. “Elin, kapın, sofran açık ol- peygamberi ve insanları sevmeyi teşvik eden, sun” deyişiyle, cömertlik telkini yapılıyordu. eli, kapısı ve sofrası açık insanların oluşturduğu örnek bir cemiyettir.. Ahilikte büyüğe hürmet, insana hizmet, helalden kazanmak, tevazu sahibi olmak, yoksula yardım etmek bireysel ve toplumsal yaşamın temel ilkeleridir. Ahiliğin temel esaslarını belirleyen fütüvvetnamelerde şu kusurları işleyenlerin Ahilikten çıkarılacağı yazılıdır: Şarap içmek, zina ve livata yapmak, münafıklık etmek, dedikodu ve iftira etmek, kin tutmak, sözünde durmamak, yalan Ahilikte, meslek eğitimi ve ahlak eğitimi iç söylemek, emanete hıyanet etmek, cimrilik et- içedir. Ahilere altı temel ahlak kuralı öğretilir ve mek, hırsızlık yapmak. Bu esaslar, asırlar boyu benimsetilirdi: “Eline, diline, beline sahip ol!” ve Türk esnafının/ insanının ahlakını şekillendirmiş; “Elin, kapın, sofran açık olsun!” (GÖDE, aynı helal ve güvenilir gıda üretimi ve tüketimini sağ- eser, s.237) Ahilerin, “Eline, diline, beline sahip lamıştır. ol!” öğüdünün temelinde, Hz. Peygamber’in, “Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan Ahilik eğitim ve öğretiminin amaçları şöyle 39 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM sıralanabilir: İnsanı mükemmelleştirme, çocuğu dul kadın ve çocukları himaye etmek, eğitmek, hayata hazırlama (gerekli bilgi ve becerileri, ter- iş sahibi yapmak ve evlendirmek gibi birçok iş- biyeyi kazandırma), davranışlarında dengeli ha- levlere sahip bir kadın teşkilatlanmasıdır. Sanıl- reket etmeye çalışma, çevresine uyum sağlaya- dığının aksine, Müslüman Türk kadını, dört du- bilen ve başkalarının haklarına dikkat etmesini var arasına hapsedilmiş bir varlık değil, hayatın bilen iyi insan yetiştirme, üyelerini bir mesleğe içinde, üretime katılan, üretimi örgütleyen ve sahip insanlar olarak yetiştirme. aynı zamanda eğitim veren, aktif bir role sahip, Ahî eğitiminin temel amacı, dünya ve ahirette mutlu olacak insan yetiştirmek ve bireyleri bu noktaya eriştirecek özellikleri kazandırmaktır. İnsanın mükemmelleşmesini sağlayan değer- cemiyetin önemli bir uzvudur. Buna göre kadın, meşru olan bütün meslekleri icra edebilir; buna ruhsat vardır ve Bacıyan-ı Rum, bunun en bariz örneğidir. ler şöyle sıralanabilir: Doğru ve emin/ güvenilir Bilinen ilk kadın örgütlenmesi olan Bacıyan-ı olmak, başkasının hakkına saygı göstermek ve Rum, üyelerine, “Aşına, eşine, işine sahip ol!” ibadetleri yapmak (özellikle namazı bırakma- anlayışını öğretmeye, benimsetmeye gayret et- ma), nefsinin esiri olmamak, helalinden kazan- miş; böylelikle hem aile hem toplum huzuruna mak ve yemek, muhtaç olanlara yardımda bu- katkı sağlamıştır. Yetim ve düşkün kız çocukla- lunmak, daima iyiliği emretmek, dünya malına rını ve dul bayanları, kendi kaderine terk etme- ve sevgisine kapılmamak. miş; aksine, ellerinden tutarak onları beslemiş, Ahilik, sadece ahlakî ve meslekî eğitim veren bir kurum değil aynı zamanda üyelerine, askerî eğitim veren ve asayiş hizmetlerine de katkı sağlayan bir yapılanmadır. Moğol istilası ve Haçlı seferleri sırasında Anadolu’nun savunmasında aktif rol almış olan Ahiler (Tabakoğlu, aynı eser, s. 106). Selçuklular ve Osmanlıların ilk barındırmış ve meslek sahibi yapmıştır. Toplumun yarısını oluşturan bayanların, üretimden ve iş hayatından kopmamasını sağlamış, onların çalışmaları ile ekonomik kalkınma ve refahın hızlanmasına katkı sağlamıştır. Bacıyan-ı Rum, yaptığı hizmetlerle, toplumda önemli bir boşluğu doldurmakta idi. dönemlerinde, askeri fonksiyon da icra etmiş- Sosyalizm ve kapitalizmin yanında, Türk - İs- lerdir. Ahî birliklerinin askerî eğitimlerinde ata lam kültürünün ortaya çıkardığı Ahilik felsefesi- binme, silah kullanma, destek ve ikmal hizmet- nin, üçüncü bir yol olarak dikkate alınması ge- leri, açlığa ve susuzluğa dayanma, sır saklama rekir. Zira bu, daha insanî bir sosyo - ekonomik gibi konular öğretilirdi. Savaş dönemlerinde, modeldir. Bu duygu ve düşünceler doğrultusun- ülke savunmasına destek ve katkı sağlamakla da, Ahilik ruhu ve şuurunu yeniden uyandırmak birlikte, bulundukları beldelerde, beldenin gü- millî ve manevi bir borçtur. venliğini de sağlamakta idiler. Ekim ayının ikinci haftasının, Ahilik kültürü Ahiliğin, ‘Bacıyan-ı Rum’ (Anadolu Kadınları) haftası olması münasebeti ile okullarımızda, adlı bir de kadınlar kolu vardır. Bacıyan-ı Rum Ahilik kültürünü tanıtacak etkinlikler düzenlen- teşkilatı, yetim ve kimsesiz kalan genç kızları, mesi, faydalı olacaktır. • 40 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• DİSKALKULİ: MATEMATİK ÖĞRENME BOZUKLUĞU AYÇA AKIN Akdeniz Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü SİNEM SEZER Akdeniz Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, OFMAE Bölümü Ayça Akın, Sinem Sezer Diskalkuli: Matematik Öğrenme Bozukluğu, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010, ss. 41-48. G ünümüzde ilköğretim öğrencilerinin dert yandığı okul derslerinin başında matematik gelmektedir. Matematik dersinin karnede en düşük nota ve seviye belirleme sınavı (SBS) gibi sınavlarda en düşük ortalamaya sahip olması düşündürücüdür. Acaba matematiği sevmeme nedenleri arasında yer alan öğretmen, okul ve çevre gibi faktörlerin yanında başka faktörler de var mıdır? Bu sorunun cevabı ne yazık ki evettir. Bu faktörlerden biri öğrencide matematik öğrenme bozukluğu, literatüre geçen adıyla diskalkuli olmasıdır. Tam olarak tedavisi olmayan bu bozukluk etkili öğrenme stratejileri ve veli desteğiyle en az seviyeye indirilebilmektedir. Öğrenme, bilginin kazanılması olarak tanımlanırsa bireyin bilgi kazanırken güçlük yaşamasıyla ortaya çıkan sorunlara öğrenme güçlükleri denilebilir. Öğrenme sorunlarının ve okul başarısızlığının bireyden kaynaklanan nedenleri arasında zihinsel özür, gelişimsel bozukluk, duyusal özür, duyusal sorun, kronik hastalıklar ve nörolojik özürler, dikkat eksikliği, hiperaktivite ve öğrenme bozukluğu sayılabilir. Çevreden 41 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kaynaklanan nedenler ise aile içi çatışmalar, hatalı anne-baba tutumları, yaşam içinde gelişen olaylar (okul değiştirme, kardeş doğumu vb.), sosyo-kültürel yetersizlikler, ekonomik dezavantaj, travma sonrası stres bozukluğu, okul-öğretmen sorunları ve eğitim programlarından doğan güçlüklerdir (Korkmazlar, 2003). Çocuklar normal ya da yüksek zekâ seviyelerine sahip oldukları hâlde yine de öğrenemeyebilirler. Belirgin öğrenme yetersizlikleri görme, işitme, heyecanlar ya da zihinsel kapasitenin bozukluğu değildir. Bunlar, bilgi edinme ya da bu bilgiyi ifade etmede ortaya çıkan zihinsel süreç bozukluklarıdır (Clinic, 1984). Zihinsel hastalıklar tanı ölçütleri başvuru kitabı olan DSM IV’te Özel Öğrenme Güçlükleri dört grupta ele alınmaktadır. Bunlar: 1. Okuma Bozukluğu (Disleksi) 2. Matematik Öğrenme Bozukluğu (Diskalkuli) 3. Yazılı Anlatım Bozukluğu (Disgrafi) ve 4. Başka türde adlandırılamayan öğrenme bozukluklarıdır (Köroğlu, 2008). Biz burada diskalkuliden bahsedeceğiz. Sırayla diskalkulinin tanımı, kökenleri, belirtileri, teşhis yöntemleri, diskalkulik öğrencilerin matematik dersi hakkındaki görüşleri, diskalkulik öğrencilere uygun öğrenme ortamlarının oluşturulması ve son olarak Türkiye’deki diskalkulik öğrencilerin durumları hakkında bilgi verilecektir. İlk olarak literatürde “dyscalculia” diye geçen ve matematik öğrenme bozukluğu olarak çevrilmiş kelimenin sözlük anlamına bakalım. • 42 Yunanca ve Latincede “dys” kötü, “calculia” sayma demektir. Bu yüzden dyscalculia’nin kelime anlamına kötü sayma diyebiliriz (Messenger, Emmerson & Bird, 2007). Buradan anlaşılacağı üzere diskalkuli sayma becerilerindeki kusurlu davranışlardır. İngiltere’deki Eğitim ve Beceriler Bakanlığı olarak bilinen DfES (2001)’e göre de diskalkuli aritmetik beceriler kazanma yeteneğini etkileyen bir durumdur. Diskalkulik öğrenenler rakamlar, basit işlemler, problemler ve problemlerle ilgili sezgileri kullanmada ve anlamada güçlük çekerler. Onlar doğru yöntemi kullanıp doğru yanıtı verseler bile, kendilerine güvenmeden mekanik olarak soruları cevaplarlar. Çok basit anlamda disleksiye anlama, dilsel bilgi üretiminde ya da tepkide bulunmadaki işlev bozukluğu dersek diskalkuliyi de niceliksel ve mekânsal bilgi üretiminde, anlama ya da tepkide bulunmadaki işlev bozukluğu olarak tanımlayabiliriz. Diskalkuliyle ilgili daha birçok tanımlama yapılmakla birlikte en genel anlamda diskalkuli, matematiksel ilişkileri kavrama ve hesaplamada, sayısal sembolleri tanıma, kullanma ve yazmada açığa çıkan bozukluk ve yetersizliktir (Butterworth, 2003). Psikoloji ve diğer bilimler diskalkulinin kökenlerini genel olarak karakterize edememektedir. Bu nedenle akraba evliliğinden genetik faktörlere, kan uyuşmazlığından hamileyken çektirilen röntgene, ilaç, sigara, alkol ve kahve kullanımına, anne-çocuk ilişkisindeki problemlere kadar pek çok şey diskalkuliye sebep olabilir. Ayrıca diskalkuli tek yumurta ikizlerinde daha sık, çift yumurta ikizleri ve diğer kardeşlerde ise daha nadir görülmektedir (Alarcon vd., 1997). Bu yüzden diskalkuli genetik bir hastalık olabilir. Araştırmaların çoğu diskalkulik çocukların çoğunun ayrıca bilişsel ya da psiko- AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• lojik rahatsızlıkları olduğunu göstermiştir. Diskalkulik insanların diğer öğrenme ve psikolojik bozuklukları olduğunu ortaya koyan araştırmalardan birinde diskalkulik çocukların %17’sinin disleksi ve %26’sının da hiperaktif olduğu görülmüştür. Bu nedenlerden dolayı diskalkuliye bağımsız tanı koymak oldukça zordur. Bazı araştırmacılar diskalkuliyi ayrı bir bozukluk olarak düşünmekte, bazıları da diskalkulinin matematik başarısı veya yeteneği sürecinin bir alt kolu olduğunu varsaymaktadır. Araştırmacıların birçoğu da diskalkuliyi beyin tabanlı bozukluk, anormallik veya beyin alanlarının az gelişmesinden kaynaklanan sorun olarak ifade etmektedir. Diskalkulinin tanımı ve kökenleri üzerinde tam bir fikir birliği sağlanamamasına rağmen araştırmaların çoğu, çocukların yaklaşık % 57’sinin diskalkuli belirtileri taşıdığı konusunda hem fikirdir (Butterworth, 2005). Diskalkuli pek çok kişi tarafından zekâ geriliği olarak düşünülmesine rağmen özel yeteneği olan insanlar arasında da diskalkulik olanlar mevcuttur. Örneğin, aktris Mary Tyler Moore, aktör Henry Winkler, yazar, bilim adamı ve siyasetçi Benjamin Franklin, şarkıcı Cher, Anderson masallarının yazarı Hans Christian Anderson gibi birçok sanatçı ve bilim adamının diskalkuli olduğu bilinmektedir. 2001 yılında İngiltere’deki Eğitim ve Beceri Bakanlığınca diskalkuli resmen belirli bir öğrenme özürü olarak tanınmıştır. Matematiği öğrenmede zorluk çeken çocuklar üzerine son yıllarda birçok makale yazılmış, paneller düzenlenmiş ve ilgili birimler oluşturulmaya başlamıştır. Ülkemizdeyse öğrenme güçlüğü çeken çocukların hakları MEB tarafından düzenlenen özel eğitim yönetmeliğinde açıkça belirtilmiştir. 1980’lerde araştırmacı Amerikalı psikolog N. Badian’ın yaptığı çalışma, ilköğretim çocuklarının % 6,4’ünün sayma ve matematikte, % 4,9’un da okumayla ilgili sorunlar yaşadığını göstermiştir. Çalışmaların çoğu öğrencilerin sorunlarının daha çok matematikte olduğunu göstermesine rağmen diskalkuli üzerinde yapılan araştırmaların sayısı disleksi ve diğer dil bozukluklarına göre hala çok azdır. Diskalkuli kavramı 1960 ve 1970’lerde birkaç bilim adamı (örneğin Kosc, 1974) tarafından tanıtılmaya başlamıştır. 1970’li yıllar ve öncesinde diskalkulik çocuklara yönelik matematik öğretimi yapılmamış ve onlara uygun özel ortamlar oluşturulmamıştır. Bu yüzden bu tip öğrenciler matematiği sevememişler hatta matematik onlar için kâbusa dönüşmüştür. Son yıllarda diskalkuli, eğitimciler ve araştırmacılar tarafından ilgi çeken konulardan biri olmuştur. • Toplama ve çarpma işlemlerinin değişme özelliğini tanımadaki yetersizlik, Şimdiye kadar yapılan ve literatürde yer alan çalışmalar göz önüne alındığında diskalkulik bireylerin ortak özellikleri ya da diskalkulinin belirtileri aşağıdaki gibi özetlenebilir: • Belleğin zayıf çalışması sebebiyle yapılan hatalı hesaplamalar, • Temel matematik becerileri içeren işlemlerin oldukça yavaş ve zor çözülmesi, • Matematik problemlerinde kullanılan adım ve işlemleri sergilemede zorlanma, • Özellikle dikkatsizlik yüzünden yapılan hataların çok olması, • Görsel ve mekânsal işleyiş ile ilgili problemler, 43 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • İşlemlerde sürekli on parmak kullanma, • Sayıları kıyaslamada zorlanma, negatif ve pozitif sayıları ayırt edememe, • Para üstü verirken şaşırma, • Gün, hafta, ay, mevsimler vb. kavramları anlamada güçlük çekme, • Zamanı anlatmada, yer ve yönü bulmada zorlanma, • Stratejik planlamada beceri eksikliği (örn: satranç oynarken), • Matematikteki genel kavramları anlayamama ve hatırlayamama, • Kesirler konusunu anlamada zorlanma, • Sayıların geçtiği öğrenmelerde hafıza zayıflığı, • Matematiksel sembollerin kafa karıştırması, • Günlük hayat problemlerini anlamada, bilgileri ve olayları sıralamada zorlanma, • Basit geometrik şekilleri çizememe ve tanımlayamama. Yukarıdaki belirtiler diskalkulik eğilimlerin birçoğunu betimlemesine rağmen eksik yönlerinin de bulunabileceği hesaba katılmalıdır. Diskalkulik bir öğrenciye 3> 5 şeklinde bir ifade gösterdiğimizde ifadeyi normal karşılayacaktır. Bu tip öğrencilerin dikkatleri çabuk dağıldığından, onlar sayılardan çok sayıların gösteriminin puntosunun büyüklüğüne odaklanacaktır. Benzer şekilde diskalkulik bir öğrenciye 2/12 = kesrini sadeleştirmesini istediğimizde • 44 yanıtını verebilir. Burada öğrenci, sayıların büyüklüğünü dikkate almadan pay ve paydada bulunan 2’ler arasında sadeleştirme yaparak matematiğe farklı bir yaklaşımı olduğunu gösterecektir. 2 ile 4’ü çarpmasını istediğimizde de sonucu 6 bulması şaşırtıcı değildir. Çünkü çarpma ve toplama işlemini birbiriyle karıştırdığı için sonucu 6 bulacaktır. Aynı şekilde 100–25 = 47 ya da 38+21 = 68 gibi sonuçlar bulması mümkündür. Bir durumun gerçekleşme olasılığını 1’den büyük bulabilir.<, >, = sembollerini birbirleriyle karıştırabilir. Buna benzer birçok örnek verilebilir. Bu eğilimlerin birçoğunu herhangi bir çocukta gözlemliyorsanız o çocuğun diskalkuli olma ihtimali oldukça yüksektir. Bu durumda okulunuzun matematik ve rehber öğretmeniyle irtibata geçmeniz gerekir. Diskalkulik öğrenciler para, zaman, yön gibi nicelikleri kullanmada zorlandıkları için günlük yaşamda sıkıntı çekmektedir. Diskalkuliyle ilgili kayda değer birçok çalışması olan İngiliz nörolog Profesör Butterworth bir makalesinde psikoloji bölümünü yüksek dereceyle bitirmiş diskalkulik öğrencisinin günlük hayatta çok zorlandığından bahsediyor. Öğrencisinin zeki ve çalışkan olmasına rağmen zayıf aritmetik becerisine sahip olması sebebiyle günlük yaşamın ona çok zor geldiğini ve fiyatlardan anlamadığı için alacağı eşyalara kaç lira ödeyeceğini hesaplayamadığını belirtiyor. Sıra toplama ve çarpmaya geldiğinde sürekli elle işlem yapmaya çalışması öğrencisini arkadaşlarının yanında komik duruma düşürüyor ve alışveriş onun için utanç verici bir uğraş hâline geliyor. Bu örnek diskalkulik bir öğrencinin günlük yaşamını en iyi şekilde ifade ediyor ve günlük yaşamın diskalkulik öğrenenler için ne denli zor olduğunu da gösteriyor. Diskalkulik bir öğrenci AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• alışveriş yaparken, parayı hesaplamada güçlük çekmesi nedeniyle arkadaşları ve öğretmenleri tarafından şaşkınlıkla karşılanmakta hatta alay konusu olmaktadır. Bu tip öğrenciler toplumun yaklaşım tarzı nedeniyle zekâsında sorun olduğunu düşünür ve kendisini suçlar, zamanla matematiği yapamayacağını düşünür ve matematiğin üstüne gitmez. İyi yönlendirilse belki de matematikte çok büyük başarılara imza atabilecek bir öğrencinin yanlış yaklaşımlar yüzünden matematikle olan ilişkisini koparmış oluyoruz. Matematik öğrenme bozukluğundaki son çalışmalar da diskalkulik öğrencilerin akademik ve sosyal alandan olumsuz etkilendiğini ortaya koymuştur. Bu çalışmalarda diskalkulik öğrencilerin matematik dersi hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir. Bu görüşler “Neden bu konuları işliyoruz diyerek çığlık atmak ve böyle anlarda öğretmenimi yumruklamak istiyorum.”, “Derste bazen dışarı çıkmak istiyorum. Konuyla ilgili bir şey yapamadığım anlarda keşke daha zeki olsaydım diyorum ve hep kendimi suçluyorum.”, “Ağlıyorum ve keşke evde annemle birlikte olsam diyorum. Çünkü evde matematik yapma zorunluluğum olmayacak” şeklindedir. Bu görüşler öğrencilerin matematiği sevmemenin yanında matematikten nefret etmeye ve korkmaya başladıklarını göstermektedir. Gelişen bilim ve teknolojiyle pek çok araç üretilebilmektedir. Diskalkuli tanısı koyabilen araçlar da mevcuttur. Bu araçlardan biri Butterworth, (2003) tarafından geliştirilen diskalkuli ayırıcıdır. Bu aracın birincil amacı 6–14 yaş arasındaki çocukların içgüdüsel sayısal yeterliliklerini ölçmektir. Çünkü insan biyolojik eğilimiyle temel matematiksel becerileri ve temel düzeydeki matematiksel kavramları eğitim almadan doğası gereği geliştirebilir. Örneğin bir kişi 6’nın 5’ten büyük olduğunu ve 3’ten sonra 4 geldiğini düşünerek gözünde canlandırabilir. Bu nedenle diskalkuli ayırıcısı temel matematiksel işlem ve sayıların karşılaştırılması ile bir çocuğun matematik öğrenme bozukluğu seviyesini ölçmeyi amaçlamaktadır. Bu araç zaman sınırlaması olan bir dizi öğeden oluşmaktadır. Bu aracı bir tür bilgisayar programı olarak düşünebiliriz. Bu programla kişinin test sorularına verdiği cevaplar toplu bir şekilde analiz edilmekte ve analiz sonunda kişinin standart puanı hesaplanmaktadır. Her üç kategoriden alınan bileşik puanı oluşturmak için cevapların doğruluğu ile ortalama reaksiyon zamanı ilişkilendirilmektedir. Bu üç kategori ise nokta sayımı, sayıları kıyaslama ve yaşa uygun aritmetik becerisinden oluşmaktadır. 1. Nokta sayımı: Bu kategoride noktalar verilerek öğrencinin bu noktaları sayı cinsinden ifade etmesi istenir. Şekilde kaç tane nokta vardır? Eşleştirilen sayı, nokta sayısını ifade ediyor mu? 7 Şekil 1. Nokta sayımı kategorisi sorularından bir örnek. 2. Sayıları kıyaslama: Burada öğrencinin sayıları kıyaslama becerisi ölçülür. 45 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Hangisi daha büyüktür? 3 matematiksel problem çözme becerilerini geliştiren stratejiler ve genel öğretim tasarımlarından oluşmaktadır. Örneğin; Okuma Becerilerini Geliştirmek için, 8 Şekil 2. Sayıları kıyaslama kategorisi sorularından bir örnek. 3. Yaşa uygun aritmetik işlem becerisi: Bu kategoride öğrencinin yaşına uygun toplama ve çarpma işlemi sorulur. Bir çocuğa diskalkuli tanısı koymada diskalkuli ayırıcı en iyi ölçme aracı olmasına rağmen, yurtdışındaki bazı okullar mali ve sosyal nedenlerden dolayı bu aracı temin edememektedir. Benzer nedenlerden dolayı ülkemizdeki ilköğretim okullarında bu aracın bulunması hem farkındalık düzeyi açısından hem de maddi açıdan neredeyse imkânsızdır. Bir öğrenciye diskalkuli tanısı konmuşsa, bu öğrenciyi sınıfa dâhil edilebilmemizi sağlayacak pratik yöntemler ve öğretim tasarımları mevcuttur. İngiliz eğitimci Trott 2003 yılında diskalkuliden muzdarip öğrencilere yardımcı olabilecek bazı temel stratejiler geliştirmiştir. Bunlar okuma becerilerini geliştiren stratejiler, • Düz yazı kullanılmalı (örnek, harflerin baş ve kuyruğunun olmaması gibi. Arial ve Thamo tipli yazıları diskalkulik öğrenciler daha kolay okur.), • Satır uzunluğu ayarlanmalı (Çünkü az ya da fazla aralıklı yazmak okumayı zorlaştırır), • Fotokopi matematik kitaplarını okumak genelde zordur. Bu yüzden orijinal kitaplar kullanılmalıdır. Matematiksel Problem Çözme Becerilerini Geliştirmek için, • Birçok adımda çözülebilecek problemler küçük ve kullanışlı adımlara ayrılmalı, • Sorudaki çeşitli bölümleri vurgulamak için renkli kalem kullanılmalı ve • Problemlerin çözümünde şekiller ve tablolar çizilmeli. Tablolardaki farklı sütun ve satırları betimlemek için de bu yerler renklendirilmelidir. Tablo 1. Diskalkuli ayırıcı testi sonuçlarına göre diskalkuli tanısının konması. Aritmetik İşlem Becerisi Nokta Sayımı Sayıları Kıyaslama Tanı Düşük Yüksek Yüksek Aritmetik becerisi zayıf ama diskalkuli değil Orta Düşük Düşük Diskalkuli Normal Performans Yüksek Yüksek Normal Performans • 46 AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• Genel Öğretim Tasarımları içinse, • Öğrencilerin kısa süreli belleklerinde kolayca geri çağrılamayan çeşitli temel kavramları hatırlatmak için sınıfın duvarlarına öğrencilerin bu kavramları hatırlamasını sağlayacak büyük posterler asılmalı, • İşlemleri netleştirmek için akış diyagramları ya da ağaç diyagramları kullanımı sağlanmalı, • Öğrenciyi derste çıkmaza sokmamak için öğrencinin hızına uygun bir şekilde ders işlenmeli, • Farklı problemlerin ayırt edilebilmesini göstermek için renkli kalemler kullanılmalı, • Matematiksel kavram ve adımlar öğretilirken bellek destekleyici ipuçları verilmeli, • Öğrencilerin öğrenme becerileri organize edilmeli ve zaman ayarlanmalı, • Diyagramlar kullanılmalı ve matematiksel kavramlar çizilmeli, • Öğretim ortamında manipulatiflerden yararlanılmalı, • Öğrencilerin ellerini ve müsvedde kâğıdı kullanmalarına izin verilmeli ve • Sınav yapmadan önce genel tekrar yapılmalıdır. Bu liste yeterince uzun olmasına karşın diskalkulik öğrencilerin tüm ihtiyaçlarını karşılamayabilir. Ancak, matematik eğitiminde bu yaklaşımlar kullanılarak öğrenme bozukluğu olan ya da olmayan tüm öğrencilerin öğrenme- si kolaylaştırabilir. Gelişme çağında olup matematiği anlamada zorluk çeken çocuklar için matematiğin doğası ve karşılaşılan güçlükler hakkında gerekli bilgilendirmeler yapılabilir ve bu öğrencilerin yaptıkları yanlışlar öğrenme ortamında düzeltilerek onlara yardımcı olunabilir (Dowker, 2008). Öğrenme bozukluğuyla ilgili sorunlar genellikle okula başlandığında fark edilmektedir. Ancak, bu sorunların eğitimciler ve anne babalar tarafından yeterince tanınmaması nedeniyle çocuklar bazen temel dört işlem becerilerini ilkokul birinci sınıf düzeyinde bile kazanamadan ilkokul beşinci sınıfa kadar ilerleyebilmektedir. Fark edildiği durumlarda çocuğun okuldan alınması ya da alt özel sınıfa verilmesi gibi yaklaşımlar olabilmektedir (Korkmazlar, 1993). Bu tip yaklaşımlar öğrencinin benlik saygısını zedelemekte ve onun matematikten nefret etmesine neden olmaktadır. Özetle diskalkuli, temel matematiksel işlemleri ve kavramları öğrenirken ya da uygularken kişinin matematiksel yeteneğini olumsuz yönde etkileyen bir bozukluktur. Bir çocuğun diskalkulik öğrenme bozukluğu olup olmadığını ve olduysa derecesini en iyi ölçen araç diskalkuli ayırıcıdır. Aritmetik, günlük yaşamın önemli bir parçasıdır. Bu yüzden diskalkulik öğrencilerin matematiksel biliş kapasitelerini geliştirmek için onlara özel dikkat eğitiminin verilmesi önemlidir. Daha önce açıklanan öğretim yöntemlerini kullanarak matematik öğrenme bozukluğu olan öğrencilere yardımcı olmak için bir sınıf oluşturulabilir. Öğrenme bozukluğu olan çocukların anne babalarından, eğitimcilerden ve yetkililerden destek alması gerekmektedir. Eğer çocuğunuz diskalkulikse yapmanız gereken ilk iş sabırlı davranmayı öğrenebilmektir. Unutmayın 47 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ki gelişimsel olarak çocuğunuzun zekâsında herhangi bir kusur yoktur. Yalnızca diğer öğrenenlerden farklı olarak matematiği öğrenirken sizin ona daha çok zaman harcamanız gerekecektir. Bunun için, ona zekâ oyunları kitabı alabilir, birlikte bu kitaplardaki problemleri çözebilirsiniz. Beraber satranç, dama gibi oyunlar oynayarak onun dikkatini toplamasına yardımcı olabilirsiniz. Okulunuzun matematik ve rehber öğretmenine danışarak matematik konularını farklı tarzda öğrenebilir ve ona öğretebilirsiniz. Otobüse binip vereceğiniz parayı birlikte hesaplayabilirsiniz. Önemli olan sizin iyi bir ekip olmanızdır. Böylece çocuğunuz matematik korkusuyla tanışmayacak ve matematik başarısı sürekli yükselecektir. Clinic, M. (1994). “Öğrenme Bozuklukları”. İstanbul Hürriyet Ofset, 1, 159–162. DfES. (2001).” The Daily Mathematics Lesson: Guidance to support pupils with dyslexia and dyscalculia”, DfES Ref: 05/12/2001. Dowker, A. (Ed.). (2008). “Mathematical Difficulties: Psychology and Education”. London: Elsevier. Geary, D. C. (1993). “Mathematical disabilities: Cognition, Neuropsychological and Genetic Components”. Psychological Bulletin, 114, 345–362. Korkmazlar, Ü. (1993) Özel Öğrenme Bozukluğu ve Tanı Yöntemleri. 3.Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kongresi Sapanca. Bildiriler Kitabı, 1–10. Korkmazlar, Ü. (2003).”Okul Öncesi Dönemde Öğrenme Sorunlarını Tanımak”. Okul Öncesi Eği- Kaynaklar: tim: Sorunlar ve Çözümler Sempozyumu, Bil- Alarcon, M., Defries, J. C., Gillis Light, J. & Penning- diri Metinleri, İstanbul: Özel Okullar Derneği ton, B. F. (1997). “A twin study of mathematics disability”. Journal of Learning Disabilities, 30, 617–623. Badian, N. (1983).”Dyscalculia and Nonverbal Disorders of Learning”. In: Myklebust HR, ed. Progress in learning disabilities, 5, 235–264. Butterworth, B. (2003). “Dyscalculia Screener: High- Kosc L. “Developmental Dyscalculia. Journal of Learning Disabilities”. 1974;7(3):164–177. Köroğlu, E. (2008) ” DSM-IV - Tanı Ölçütleri Başvuru Kitabı”.HYB Yayıncılık, 4. Basım. Messenger, C., Emerson J., & Bird, R. (2007).” Dyscalculia in Harrow”. Mathematics Teaching lighting Pupils with Specific Learning Difficul- Incorporating Micromath, 204, 37–39. ties in Maths”. London, UK: Nelson Publis- Michaelson, M.T. (2007). “An Overview of Dyscal- hing Company. Butterworth, B. (2005). “Developmental Dyscalculia. In J. I. D. Campbell (Ed.), Handbook of Mathematical Cognition” Hove: Psychology Pres, 455–467. • 48 Yayınları, 27–36. culia Methods for Ascertaining and Accommodating Dyscalculic Children in the Classroom”. Amt, 63, 17–22. Trott, C. (2003).” Mathematics Support for Dyslexic Students”. MSOR Connections, 3(4), 17–20. AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• AKLETME, AKILCILIK VE RASYONALİZME DAİR HERMENÖTİK BİR YAKLAŞIM DENEMESİ EMİN ÇELEBİ Yrd. Doç. Dr. , Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi. Emin Çelebi, Akletme, Akılcılık ve Rasyonalizme Dair Hermenötik Bir Yaklaşım Denemesi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 126-127, Ağustos-Eylül 2010, ss. 49-51. F elsefede bilgi, özne ile nesne arasındaki ilişki olarak tanımlanır. Bu tanımlamada, bilen özne ile bilinen nesne arasında kurulan anlam ve algı ilişkisi, söz konusu münasebet sürecindeki dengenin özne veya nesne ağırlıklı olması, bilginin de bir nevi özgül ağırlığı olarak ifade edilebilir. Bu “ağırlık” bilginin neşet ettiği kaynak bakımından yapılan tasnifleri tayin edici bir unsur olabileceği gibi, bilginin kapsam, mahiyet ve kullanılabilirlik açısından da tanımlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Söz gelimi, bilgi teorisinde var olan akılcılık, deneycilik, sezgicilik gibi bilgi ekolleri birincisine, bilimsel bilgi, dinsel bilgi, matematik, hikmet vb. bilgiye dair kategoriler ikincisine örnek olarak verilebilir. Bilgiyi kategorik formlar ışığında tanımlamanın, kimi ayrıntıları gözden kaçırmamıza sebep olarak, zamanla bir takım içi boşalmış/boşaltılmış, yüzeysel ve ezbere dayalı bir terminolojiye yol açtığı veya tamamen “aslı”ndan farklı çağrışımlar yaptığı söylenebilir. Gerçekte dil ve gerçeklik, biri diğeriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Lisanda vücut bulan kavramsal yapıların, zamanla farklı gerçeklik alanları ile ilişkilendirilerek mütedavil olması, içinde bulunulan zamana koşut olarak mekan ve kültürel değişimlerin de etkisi ile orijininden veya başka tarihsel bir zaman diliminde maksud 49 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM olan anlamlar ve gerçeklik algısından farklı bir anlam ve algıya yol açmaktadır. Bu durum normal görülebileceği gibi, dinsel düşünce farklılıklarından pratik hayattaki iletişime, bilimsel tartışmalardan gündelik meselelere kadar uzanan bir yelpazede vuku bulduğu vakit, ciddi anlamsal sorunlara da sebebiyet verebilmektedir. Söz gelimi bir “akılcının” nın deneye; bir deneycinin de akla atfettiği değer, pratikteki sorgulamalarında akılcının deney verilerinden hareket etmek veya deneycinin, deney verilerinden hareketle yapılan temellendirmelerde akli çıkarımlara dayanmak suretiyle içine düştüğü paradoks, bazı kavram ve terimlerin başlı başına izah edilmesini gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda düşünme edimi ve “bilgi” ile doğrudan ilişkili olan “akletme”, “akılcılık” ve “rasyonalizm” kavramlarının söz konusu süreçten nasibini aldığını düşünüyoruz. Günlük yaşamdan bilimsel tartışma alanlarına kadar bu • 50 kavramların birbirinin yerine kullanıldığını ve bu paralelde yanlış anlam ve anlamaların kaçınılmaz olduğunu müşahade etmekteyiz. Meramımızı aşağıdaki önermeler üzerinden ifade etmeye çalışalım. 1-“Empiristler akla güvenmezler.” 2-“Felsefe akli bir etkinliktir.” 3-Evrende var olanlar üzerinde düşündüğümüz zaman, mutlak bir gücün varlığını aklederiz.” 4- “Çocuğum akıllı ol.” 5“Mu’tezililer ilk İslam rasyonalistleridir/akılcılarıdır.” Birinci önerme, bilginin kaynağının deney olduğunu, dolayısıyla aklın bilgi elde etmede yetkin olmadığını ifade eder. Burada akıl, bilginin kaynağı, problemi bağlamında ele alınıp, a priori bilgi kategorilerini haiz menşe’ durumundadır. Dolayısıyla bir empiristin akla güvenmemesi, bilginin deney verilerinden elde edildiğini ve herhangi bir a priori karakter taşımadığını ifade etmek içindir. Aksi taktirde, ikinci önermede ifade ettiğimiz “Felsefe akli bir etkinliktir.” yargısına göre empirist yaklaşımları felsefenin sahasına dahil etmememiz icap eder ki, bunun felsefe ve düşünce tarihi açısından kabul edilebilir bir tarafının olmadığı açıktır. O halde, ikinci önermemiz, bireyin tamamen beşeri bir çaba olarak, kendi düşünsel yetileri ekseninde yaptığı zihinsel bir faaliyet anlamına gelir. Ancak bu, bireyin mutlak olarak herhangi bir doğaüstü güç, mitolojik unsur, dinsel problem vs. hakkında fikir beyan etmemesi olarak anlaşılmamalıdır. Burada kast edilen, salt olarak söz konusu referanslarla “olayları açıklamak”tan imtina etmektir. Yoksa mevzu bahis alanlarda, doğal olarak, bireyin kendini merkeze alarak tahlil, terkip ve tasniflerde bulunması son derece “akli” bir etkinliktir. Buna paralel olarak “Filozoflar akılcı insanlardır.”dan da kastettiğimiz şey de, ister deneyci, ister sezgici ister rasyonalist olsun, fi- AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• lozofun içinde bulunduğu zihinsel etkinliğe ve metodolojiye işaret etmektedir. Üçüncü önermemizdeki “akletmeye” gelince; Kur’an lisanında isim formunda kullanılmayıp, her zaman fiil olarak kullanılan “akletme” kavramının olumlu/olumsuz türevlerini içeren bütün Kur’an ayetlerini, bağlam, müşterek vurgu, birey-çevre-Allah ilişkisini dikkate alarak anlamaya çalıştığımızda, buradaki akletmenin Hak ve hakikate götüren düşünsel faaliyet, başka bir deyişle özne olan bireyden nesneler alemine dair talep edilen bilişsel bir süreç olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla burada kullanılan akletme salt fiziksel aleme ilişkin bir düşünüş değil, buradan hareketle görünen alemin arkasında “Varolan Görünmeyen”in varlığı, tasarrufu ve buradan bir yansıma ile kişinin kendi varoluşunun farkına varması ve anlamlandırmasıdır. Söz konusu “akletme” edimi çift yönlüdür. Birincisi fizik alemden arka plandaki Varlık ve gerçekliği idrak; ikincisi ise idrak edilen Varlık ve hakikatten hareketle kişinin kendi varoluşunun anlamını idrak etmesidir. Gündelik dilde sıkça kullandığımız, dördüncü önermedeki “akıllı ol” ise tamamen istenmeyen bir davranış sergileyen bir kişiye tepki olarak ortaya çıkan bir kullanımdır. Burada akıllı olmanın/ölçüsünü tayin eden, muhatabın hoşa gitmeyen davranış, tutum veya sözlerinin kişide uyandırdığı aksülameldir. Söz konusu kullanımda, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız aklın kullanımına ilişkin bir derinlik olmayıp, te’dip nitelikli bir yaklaşım görülmektedir. Son olarak “Mutezileler ilk İslam rasyonalistleridir/akılcılarıdır.” önermesine gelince, burada asıl kastedilen Mutezile mezhebinin akılcı karakteridir. “Rasyonalizm” ile “akılcılık” çoğu yerde kesişmelerine rağmen, her zaman biri diğerinin yerine kullanılabilen kavramlar değildir. “Akılcılık”ın, insanın bütün zihinsel potansiyelini kullanarak ve kendini merkeze alarak bilgi edinme, yorumlama ve anlama çabası olduğuna kısmen yukarıda değindik. İster dinsel ister seküler yaklaşım olarak kişiden mütevellit yorum ve algılama çabası, akılcılık olarak nitelendirilebilir. Mutezile için kullanılan ifade de bu anlamda olsa gerektir. Fakat bunun yerine “rasyonalizm”i koyduğumuzda aynı zamanda bilginin kaynağına ne olduğuna ilişkin bir problemi de içinde barındırmaktadır. Örneğin, bilgi kaynaklarımızın a priori veya doğuştan olduğunu iddia eden filozof Descartes ile tam tersini iddia ederek zihnin boş bir levha (tabula rasa) olduğunu iddia eden Locke bu noktada ayrışarak rasyonalist ve emprisist diye nitelendirilmektedir. Halbuki her ikisi de filozof olarak, sonuna kadar kullanmak suretiyle akla hakkını vermişlerdir. Bu bakımdan biz Mutezile’nin rasyonalizminden bahsettiğimizde bilginin kaynağından ziyade problemlere yaklaşım biçimlerini vurgulamak istiyoruz. Buna göre “akılcı” kavramı daha uygun bir kullanım olarak görünmektedir. Netice itibariyle dil, iletişim kadar doğru algılama ve anlama nosyonlarımızı da oluşturur. Kofüçyüs’e “Üstat devlette bir yetki verilse evvela ne yapardınız.” diye sorduklarında, “Her şeye ismini verirdim.” diye cevap veren bilge, bu gerçekliği vurgulamış olsa gerek… Tavsiye Kaynaklar 1. The Oxford Companion to Philosophy, Ed. By Ted Honderich, Oxford university pres, New York, 1995 2. Iréne Tamba- Mecz, Anlambilim, (Çev. Necmettin Sevil), İletişim Yay., İst.1998. 3. Şakir Kocabaş, İfadelerin Gramatik Ayırımı, Küre Yay., İst.2002 4. Şakir Kocabaş, İslam’da Bilginin Temelleri, İz Yay. İst.1997 51 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM GÜNDEM “e-isit” Projesi Tanıtım Toplantısı Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, işitme engellilere yönelik Türk İşaret Dili sözlük ve dil bilgisi kitabının oluşturulması amacıyla hazırlanması öngörülen proje sonuçlandırılamadığı için Türk İşaret Dili’nin eğitim ve öğretimiyle ilgili usul ve esasların belirlenemediğini bildirdi. Bakan Çubukçu, Gazi Üniversitesince Gazi Üniversitesi Hastanesi Konferans Salonu’nda düzenlenen “İşitme Engellilerin Yüksek Öğretim Olanaklarının Geliştirilmesi ve Desteklenmesi için Elektronik Materyal Hazırlanması (e-isit) Projesi”nin tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıya katıldı. Toplantının • 52 açılışında ko- nuşan Bakan Çubukçu, işaret dilinin, işitme engelli, dil ve konuşma bozukluğu olan bireylerin kendi aralarında ve toplumla iletişimlerini sağlamak amacıyla el ve vücut hareketleri ile mimiklerin kullanıldığı görsel bir dil olduğunu belirtti. Türkiye’de günümüzde kullanılan işaret dilinin alt yapısını oluşturan işaret dilinin 2. Abdülhamit tarafından 1902’de kurulan Yıldız Sağırlar Okulu’nda kullanıldığını ifade eden Bakan Çubukçu, bugün işitme engellilerin eğitiminde “sözel yöntem”, “total yöntem”, “işaret dili yöntemi” ve “iki dil yöntemi” gibi çeşitli yöntemler kullanıldığını anlattı. Bu yöntemlerin hangisinin iyi olduğu konusunda bir fikir birliği bulunmadığını söyleyen Bakan Çubukçu, “Gelişen teknolojiye ve uzun süren uygulamalardan elde edilen görüşlere göre işitme yetersizliği olan bireylerin eğitiminde bireysel özelliklerin ve bireysel ihtiyaçların belirleyici olması gerektiği yönündedir. Ülkemizdeki özel eğitim hizmetlerine bakıldığında dünya standartlarındaki pek çok hizmetin ülkemizde de verildiği görülmektedir” dedi. Bakan Çubukçu, 5378 sayılı Özürlüler Yasası’nın çıktığı 1 Temmuz 2005 tarihine kadar Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1995 yılında bastırılan Yetişkinler İçin İşaret Dili Kılavuzu’ndan başka işaret diliyle ilgili hiçbir AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• ciddi çalışmanın yapılmadığını belirterek, başta üniversiteler olmak üzere toplumun birçok kesiminde işaret dilinin kabul görmediğini, Türk İşaret Dili’nin var olan gramer yapısını oluşturamadığını söyledi. Türk İşaret Dili Sistemi’nin Oluşturulması ve Uygulanmasına Yönelik Usul ve Esasların Belirlenmesine İlişkin Yönetmelik yayımlandığını ve yönetmelikle Türk İşaret Dili Bilim ve Onay Kurulu (TİDBO) kurulduğunu anlatan Bakan Çubukçu, Kurul’un 2007’de çalıştay düzenlediğini, çalıştaydaTürk İşaret Dili alfabesinin kabul edildiğini, ayrıca Türk İşaret Dili sözlük ve dil bilgisi kitabı hazırlanması için bir araştırma ve proje yapılmasına karar verildiğini kaydetti. Bu proje sonuçlandırılamadığı için Türk İşaret Dilinin eğitim ve öğretimiyle ilgili usul ve esasların belirlenemediğini belirten Bakan Çubukçu, şöyle devam etti: “Gerek Türk Dil Kurumu tarafından ihalesi yapılan projeyle ilgili çalışmalarda gerekse proje sonrasında ilgili kurumların bilgi ve deneyimlerinden yararlanılmamış, süreçle ilgili gelişmelerden de ilgili kamu kurumlarına düzenli bilgi verilmemiştir. Kurul Başkanlığına, projenin tüm aşamalarında kamu kurumlarıyla işbirliği içinde bulunulması gerektiği iletilmiş olmasına ve yönetme- likle belirlenmesine rağmen bu hususlar dikkate alınmamıştır. Bu sorunların giderilebilmesi ve çözüm önerileri oluşturabilmek amacıyla 18 Kasım 2009’da İşitme Engelliler Milli Federasyonu Başkanı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu temsilcileri ve bakanlığımız uzmanlarıyla bir toplantı yapılmış ve çözüm önerileri ilgili yerlere iletilmiştir. Yaşanan bu aksaklıklar ve sorunlar hem bu hizmetten yararlanmak için bekleyen bireyleri huzursuz etmekte hem de işaret dili ile ilgili izinsiz ve usulsüz çalışmalar yapılmasına neden olmaktadır.” Millî Eğitim Bakanlığının işitme engellilere yönelik çalışmalarına değinen Bakan Çubukçu, her yaz döneminde ilköğretim çağı dışındaki okuma yazma bilmeyen yetişkinlere yönelik kurslar düzenlendiğini, bazı okulların da işaret diliyle ilgili çeşitli projelerde yer aldıklarını anlattı. İzmir Mert Öztüre Özel Eğitim Meslek Lisesinin “İşaretleri Yaygınlaştıralım” başlıklı proje hazırladığını belirten Bakan Çubukçu, projenin, farklı ülkelerin işaret dillerini tek bir havuzda toplamayı amaçladığını kaydetti. İşitme engelliler okullarında çalışan öğretmenlere temel düzeyde işaret dili öğrenmelerini sağlamak amacıyla geçen yıl iki haftalık kurs verildiğini ifade eden Bakan Çubukçu, bu yıl da yine bu okullarda çalışan öğret- menler için seminer düzenleneceğini söyledi. Bakan Çubukçu, Bakanlık bünyesindeki okullarda kullanılmak üzere hazırlanan işaret dili sözlüğü çalışmasının da tamamlanmak üzere olduğunu belirterek, bu sözlüğün Türk Millî İşaret Dili çalışmasının temelini oluşturduğunu ifade etti. Bakan Çubukçu, “Türk Millî İşaret Dilinin bir an önce hayata geçirilmesi için Türk Dil Kurumu öncülüğünde TİDBO kapsamında Bakanlığımıza düşen görevler yerine getirilecektir” dedi. Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Rıza Ayhan da üniversite olarak bu toplantıyı önemsediklerini belirterek, sosyal hukuk devleti gereklerinin yerine getirilmesi gerektiğini söyledi. Anayasada devletin temel amaç görevlerinin kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak olduğunun belirtildiğini kaydeden Ayhan, “Kişiler kavramına sadece sağlıklı olanlar değil, özür grubuna girenler de dahildir. Özürlülerin yakınları da söz konusudur ve özürlüler kadar mutlu, müreffeh yaşamayı arzu ederler” diye konuştu. İşitme engellilerin eğitim imkânlarının çok kısıtlı olduğunu söyleyen Ayhan, işaret dilinin ve materyallerin geliştirilmesinin, öğretmenlerin eğitilmesinin önem taşıdığını belirtti. 53 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Projesi Tanıtım Toplantısı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra toplantıya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, İŞKUR temsilcileri ile işadamları katıldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde yapılan “Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Projesi” tanıtım toplantısındaki konuşmasında, aldıkları önlemlerle küresel kriz dolayısıyla artan işsizlik oranlarını düşürdüklerini söyledi. Başbakan Erdoğan, 2009 ocak ayında 15.5 olan işsizlik oranın, 2010 ocak ayında 14.5’a düştüğünü anımsatarak, “Yani bir puan azaldı. 2009 Şubat ayında 16.1 iken, bu yılın Şubat ayında 1.7 puan düşerek 14.4’e geriledi. 2009 Mart ayında 15.8 olan oran, 2010 Mart ayında 2.1 puan azaldı 13.7 oldu. En son Nisan ayı verileri açıklandı, 2009 Nisan ayında 14.9 olan işsizlik oranı 2.9 puan düşerek rekor bir azalmayı yakaladı ve yüzde 12’ye düştü” • 54 diye konuştu. Türkiye’de işsizliğin 2009 yılı Nisan’dan, 2010 Nisanı’na 2.9 puan azaldığını vurgulayan Başbakan Erdoğan, aynı dönemde başka ülkelerde yaşanan işsizlik oranlarından örnekler vererek, şöyle devam etti: “Ülkelerde işsizlik ne yönde gelişti? Aynı dönemde, yani Nisan 2009’dan Nisan 2010’a Slovakya’da işsizlik oranındaki artış 3.9 puan, Bulgaristan’da 3.6, Polonyada 2.1, İspanya’da 2, Çek Cumhuriyeti’nde 1.4, Macaristan’da 1.3 puan artış kaydetti. 27 AB ülkesinde ortalama 1 puan artış söz konusu. Aynı şekilde ABD’de 0.9 puan işsizlik artışı oldu. Tekrar ediyorum, dünyada işsizlik bu şekilde artarken bizde, Nisan ayından Nisan ayına bizde işsizlik 2.9 puan azaldı ve azalmaya devam ediyor. Burada dikkatinizi bir yere özellikle çekmek isterim, bizim son açıklanan rakamlarımız Nisan ayına ait. Mayıs, Haziran, Temmuz ayında işsizliğin daha da gerileyeceğine inanıyorum. Kısa sürede yüzde 10’u yakalayacağımızı ifade ettiğimde, bundan kısa bir süre önce bununla istihza etmişlerdi. Ancak o istihza edenler, bugün mahcup oldular ve mahcup olmaya da devam edecekler. Burada şu şikayetimi de dile getirmek istiyorum. Her ay işsizlik rakamları yayınlandığında son derece zorlama yorumlarla hatta ekonominin gerçeklerini, bilimsel gerçekleri bir tarafa bırakarak olumsuz, karamsar bir tablo çizilmek isteniyor. ‘Mevsimsel düşüş’ deniliyor, aylık oranlarla yıllık oranlar kıyaslanıyor, küresel kriz es geçiliyor, dünyadaki manzara es geçiliyor, bu oranlar üzerinden, tek dert, hükümet hedef alınıyor. İşsizlikteki yapısal dönüşüm dikkate alınmıyor. Bizim ekonomik yapımız şu anda tarım toplumundan sanayi ve hizmetler sektörüne doğru dönüşüyor. Bunu iyi değerlendirmemiz lazım, bu dönüşümde elbette ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor. Fakat biz bu sorunları da aştık ve aşıyoruz. Kadın istihdamı artıyor, genç istihdamı artıyor, tarım dışı istihdam artıyor. Bunları iyi değerlendirmek lazım, iyi incelemek lazım. Kısacası, tıpkı terörde olduğu gibi, tıpkı diğer AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• meselelerde olduğu gibi ‘işsizlik noktasında da bu hükümet başarılı olmasın da işsizlere ne olursa olsun’ zihniyeti işletiliyor. Böyle bir anlayış var. Hep söylüyorum, burada da söyleyeceğim. İşsizlik oranlarında da kriz duasına çıkanları, ellerini ovuşturanları mahcup etmeye, milletimizi de sevindirmeye inşallah devam edeceğiz.” Başbakan Erdoğan, işsizliğin milli bir mesele olduğuna işaret ederek, şöyle konuştu: “Hepimizin ortak meselesidir. Terörün de en önemli sebeplerinden bir tanesidir. Türkiye’nin uzun yıllardır gündeminde olan bu sorun, hükümetimiz döneminde ortaya çıkmış da değildir. Yıllardır uygulanan yanlış ekonomi politikalarının, yanlış istihdam politikalarının ortaya çıkarmış olduğu bir netice olarak görmemiz gerekirken, görülmeyen bir sorundur. Üzülerek ifade ediyorum, meslekî eğitimin ideolojiye kurban edilmesinin önemli neticelerinden biridir işsizlik. Bugün artık bazı meseleleri cesaretle konuşmak, tartışmak, eleştirmek durumundayız. Biz Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi derken, bunun kapsamını oldukça geniş tuttuk. Türkiye’nin yıllardır başını ağrıtan, Türkiye’ye, huzurumuza, kardeşliğimize, istikrarımıza, bunlarla birlikte ekonomik büyümemize pranga olan, ayak bağı olan kronik meseleleri hedef aldık, kararlı bir şekilde bunların üzerine yürüdük. Ne kadar konuşulmayan mesele varsa, tartışılmasından kaçınılan ne kadar mesele varsa, üzerine cesaretle gidilmemiş ne kadar sorun varsa onların tamamını artık çözüm yoluna koymayı hedefledik. Nitekim işsizlik de, milli birlik de kardeşlik projesinin en önemli unsurlarından biri. Zira işsizlik çözülmeden, şunu bilmemiz lazım ki terörü yüzde 100 çözmek de mümkün değil.” Başbakan Erdoğan, işsizlik çözülmeden göç ve çarpık kentleşmenin çözülemeyeceğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “İşsizlik çözülmeden geri kalmışlık, gelir dağılımında eşitsizlik, bölgesel eşitsizlik farkları çözülemez. İşsizlik çözülmeden bugün karşılaştığımız sosyal problemlerin önemli bir kısmı çözülemez. İşte o nedenle bir yandan terör meselesini, bir yandan farklı inanç gruplarının, farklı etnik grupların meselelerini çözüm yoluna koyarken eş zamanlı olarak da ekonomik sorunları, özellikle de işsizliği gündemimize aldık ve üzerine gittik, gidiyoruz. İşte GAP, DAP, KOP projeleri işsizliğe yönelik aslında yapısal bir çözümü de getirecek önemli projelerden bir tanesi.” Bir yere işçi alınması süreci- ne de değinen Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: “Bir yere eleman alacaksınız, ilan veriyorsunuz. Eleman geliyor ‘Ne iş yaparsın’ diye soruyorsunuz. Cevap, ‘Ne iş olursa yaparım.’ Öte yandan meslek liselerinden çıkan öğrencileri kendi alanlarında istihdam etmekte güçlükler çıkıyor. Dün gece bir dostum telefon etti. ‘Ne mezunu diye’ sordum çocuğunuz. Dedi ki, ‘Meslek lisesi.’ Hangi bölümden, elektrik elektronik ama dedi, ‘mesleğini yapmıyor.’ Bu da meslek liselerimizin çocuklarımıza neyi, neleri verip veremediğini ortaya koyması bakımından çok önemli. Burada tabii MEB olarak da bizim üzerimizde çok büyük, çok önemli bir görevin olduğunu görüyoruz. Eksikliğimizi görüyoruz ve bu eksiği de süratle gidermek durumundayız. Çünkü teorik eğitim almış ama pratik eğitim almamış ya da eski teknoloji ile eski müfredatla bilgi almış, sahada bu bilgiler artık bir şeye tekabül etmiyor.” Üniversite eğitimi konusunda da benzeri bir planlama eksikliğini fark ederek bunun üzerine gitmeye başladıklarını dile getiren Başbakan Erdoğan, “Ülkenin yıllık kimyager ihtiyacı, yıllık fizikçi ihtiyacı, Almanca öğretmeni ihtiyacı belli ama bakıyorsunuz üniversitelerden sürekli bu branşlarda öğrenci 55 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM mezun oluyor. Ülkemizde okullarımızda dil bilen öğrenci noktasında halimiz perişan, halimiz ortada” diye konuştu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da, istihdam meselesinin, Türkiye’nin uzun süredir çözüm harcanan konularından biri olduğunu, Türkiye’de her yıl çalışma yaşına gelen 800 bin genç olduğunu, ancak yeterli eğitimin verilmediği bu genç nüfusun, ekonominin büyümesine istenen katkıyı veremediğini söyledi. Bu durumun insanlarla ilgili değil, sistemle ilgili olduğunu vurgulayan Hisarcıklıoğlu, zira Türkiye’de gereken beceri kazandırılan insanların, dünya çapında isim yapabildiğini kaydetti. TOBB Başkanı, köyden kente göç, düşük teknolojiden orta teknolojili üretime geçiş, hizmet sektörlerinin yeniden yapılandırılması, sektörlerde yaşanan yapıcı yıkım süreci ve ekonomik krizler gibi faktörlerin Türkiye’deki istihdam piyasasının yapısını kalıcı bir biçimde değiştirdiğini ve işsizliğin yapısal bir soruna dönüşmesine neden olduğunu vurguladı. İstihdam sorunun altında yatan en önemli nedenlerden birinin de “mesleksizlik” olduğunu kaydeden Rifat Hisarcıklıoğlu, iş dünyasının duyduğu becerilerin, iş arayanlarda bulunmadığını bildirdi. Proje ilk yıl İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Kocaeli, Adana, Konya, Tekirdağ, Mersin, Manisa, Kayseri, Gaziantep, Denizli, Samsun, Trabzon, Diyarbakır, Malatya ve Erzurum illerinde uygulanacak. Kamuözel sektör işbirliği ile yürütülecek proje TOBB ETÜ analiz kapasitesiyle destek verecek. Milli Eğitim Bakanlığı proje ile meslek teknik liselerinin eğitim altyapısını meslekî eğitim kurslarına daha uygun hale getirecek. Proje çerçevesinde ticaret ve sanayi odaları işgücü piyasalarında yerel ihtiyaçların belirlenmesi için anketler yapacak, toplantılar düzenleyecek ve ilgili taraflarla mülakatlar yapacaklar. Bunun sonucunda da sektörlerin ihtiyaçları ortaya çıkacak. Kurslar teorik ve pratik olarak iki aşamalı olarak başlatılacak. Teorik eğitimler Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezlerinde, pratik eğitimler ise eşleştirme yapılan özel sektör kuruluşlarında gerçekleştirilecek. Proje ile yılda 9 bin 858 kursta 197 bin 160 işsiz eğitilebilecek. Başaralı kursiyerlerin yüzde 90’ı istihdam edilecek. Kız Öğrencilere Müjde Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, yeni eğitim öğretim sezonuna ilişkin bir müjde verdi. Kız çocuklarının ortaöğretimdeki taşıma ücretlerinin devlet tarafından karşılanacağını açıklayan Bakan Çubukçu, bu sayede kız çocuklarının okullaşma oranını artırmayı hedeflediklerini söyledi. Bir televizyon programına katılan Bakan • 56 Çubukçu, yeni dönemde ortaöğretime gidecek olan kız çocuklarının taşıma masraflarını devletin karşılayacağını açıkladı. Ekonomik sıkıntı nedeniyle çocuğunu okula gönderemeyen ailelere destek verdiklerini söyleyen Bakan Çubukçu, “Bu yıl, kız çocuklarımızın ortaöğretime erişimlerini artırmak için taşıma ücretlerini biz karşılaya- cağız” dedi. Bakan Çubukçu, “Bugün, ilköğretimdeki kız ve erkek çocukları arasındaki okullaşma oranı yüzde 1 ‘in altına düşmüş durumda. Ancak bu yetmez çünkü kız çocuklarımızın ortaöğretime devamları hayatlarında anahtar bir rol oynuyor.” diye konuştu. AĞUSTOS-EYLÜL 2010 - SAYI 126-127• 57 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • 58