sayı 111 / mayıs 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
sayı 111 / mayıs 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
May›s 2009 AYLIK E⁄‹T‹M DERG‹S‹ YIL: 10 G SAYI: 111 G ISSN-1302-5600 G MAYIS 2009 SAHİBİ Nimet ÇUBUKÇU Millî Eğitim Bakanı İÇİNDEKİLER Ünsal Ünlü / SAKLAMBAÇ 2 Murat Soyak / OKUMA SEV‹NC‹ 3 ‹smail Karakurt / BEN ATEfiTE SÖYLEfi‹RKEN 4 Funda Koca / 19 MAYIS 1919: ‹LK ADIM 9 N Genel Yayın Yönetmeni Aziz ZEREN Yayımlar Dairesi Başkanı N Yazı İşleri Müdürü Selâmi YALÇIN (selamiyalcin@meb.gov.tr) N Yayın Kurulu Dinçer EŞİTGİN Şaban ÖZÜDOĞRU Hakkı USLU Çağrı GÜREL Aysun İLDENİZ Macit BALIK Ömer Tu¤rul Kara / TÜRKÇE DERSLER‹N‹ YAfiAMLA N Tasarım Hakkı USLU (huslu@meb.gov.tr) BULUfiTURAN B‹R YÖNTEM: “DRAMA” 16 N İletişim ve Koordinasyon Dinçer EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) Adnan Altun / MEDYADAK‹ N Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 N KALIP YARGILARIN ÜSTES‹NDEN GELMEK ‹Ç‹N MEDYA OKURYAZARLI⁄I 20 Cihad fientürk / Ö⁄RETMENL‹K MESLE⁄‹NDE ET‹K 25 Müfltehir Karakaya / K‹M ÇALDI GÖZLER‹M‹ BÖYLE 30 Yusuf Dursun / B‹R DA⁄DI BABAM 32 Cafer Öztürk / KARADEN‹ZDE SONBAHAR 33 Mehmet Nuri Y›ld›rar / GÖNÜL DEFTER‹MDEN NOTLAR 37 GÜNDEM 43 Dizgi Reyhan İLKER N Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü N Abone / Dağıtım Fikri NAYIR Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-Ankara şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan/ ANKARA” adresine gönderilmesi gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4651 Süreli Yayınlar Dizisi: 251 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Ünsal Ünlü SAKLAMBAÇ Yıldızlar alkışlanır kızım için her gece Gündüzleri saklanır onlar biz göremeyiz Değil mi babacığım çocukların sevgilisi Yıldızlar üşürler mi sabaha doğru, üzerini Kim örter onların üzerini, anneleri mi var. Yıldızlara uçmayı istiyorum babacığım Gökyüzünü bir sancı gibi titreten uçakla Onların gözlerini keşfetti kızım bu sabah Uçaklar da görürlermiş meğer bizim gibi Sabah aydınlığı gibi gece de görürlermiş. Sahiden uçağın gözleri var gördüm baba Yıldızların da gözleri var mı bizi görecek? Biz yıldızları göremeyiz saklandılar onlar Mahsusçuktan saklanırlar değil mi baba? Sonra bir de ay gelir yanlarına “ebe” diyerek. Arkadaşları hep yıldızlar olan ay sıkılmaz Yoksa ne yapar bir başına, ay ve yıldızlar Belki bizimle oyun oynamak istiyorlardır Şimdi uyumaya gidiyorum sen kal burada Ben rüyamda saklambaç oynarım onlarla. 2 Mayıs 2009 Murat Soyak OKUMA SEVİNCİ iyiliklere, güzelliklere sayfa sayfa işaret okudukça yakınlık kitap ile dost duygu, düşünce harmanı iki kapak arasında ışık çağlayanı kitap ile dost can bulur kelimeler daha bir anlamlı özge bakış, yeniden kitap ile dost 3 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim BEN ATEŞTE SÖYLEŞİRKEN İsmail Karakurt leri, temaşa edenin ta içinden yangınlar tutuşturan? üneşin ipi, kuşun dili... G Badem çağlası, erguvan imparatorluğu, iğde kokusu derken sıra, dalların üstünde yanan ateşi yazmaya geldi. Kışkırtıcı ateşi, kışkırtıcı bir ateşin öyküsünü... Ben ateşte söyleşirken, kiraz zamanı gelir... *** Öğretmenler odasındayım, arkadaşlar kiraz ağaçlarının çiçek açtığını konuşuyor. Baharın en güzel habercilerinden biri de kiraz ağacının çiçekleridir. Dağ eteklerindeki, ovadaki çiçekli dallar; öylesine duru, öylesine nazik, öylesine alımlı ve temiz... Kiraz ağaçları mart ayı sonunda çiçek açarak belli belirsiz kokusuyla nisan ayı boyunca muhteşem manzaralar oluşturur. Bahçe duvarınızın üstüne oturup kiraz çiçeklerini izlerken ya da ağacın dibine kadar gidip bakarken hayran kalmaz mısınız? Kiraz çiçeklerinin kızıla çalan sıcaklığının yüreğinizin derinliklerine işlediğini hissedersiniz. Kendi bahçenizde ya da bahçeniz yoksa bunu komşu bahçelerde yapıyorsanız, ne kadar da üzülürsünüz. Evet, “su boğar, ateş yakarmış!” Her bahar mayıs ayında iki kızıllık taşar iki ağacın dallarından. İkisi de önce dalların üstünde ateş yakar, sonra yüreklerde. Kiraz ve narçiçeği!.. Dallarda yanan bu coşkuyu önce narçiçeği için kullanmıştım. Şimdi de kiraz için kullanıyorum. Biri meyve, diğeri çiçek! Ortak yönleri kıpkırmızı, yakıcı ve iç gıcıklayıcı olmaları. Bu özellikler hangi insanı kışkırtmaz ki! Çünkü işin içinde aşk var... Hangi şair, dil işçiliğinin ince gergefi şiirlerinde bir kadın güzelliğini anlatırcasına dillendirmemiş bunu, hangi ressam tuvalinde renklendirmemiş fırçasıyla dal üstündeki naif ateş- 4 Mayıs 2009 diye başlayan Ankara yöresi türküsünün sözlerinden daha uygun ifadeler bulunabilir mi? Bugün ders sonrası kırlarda, çevrede dolaşarak ağaç dallarının altına gömülmüş patikadan yürüdüm. Etraftan taze yaprak ve nemli toprak kokusu geliyordu. Karşıyı zeytin ağaçları öbek öbek kaplamıştı. Papatyalar da işin cabası. Dalları yere sarkan kiraz ağacının altından geçerken belli belirsiz bir rüzgâr çiçeklerini omuzlarıma ve ayaklarımın dibine düşürüyordu. Düşen çiçekler ağacın altını serilmiş bir halı gibiydi. “Dalları bastı kiraz. Gel bize biraz biraz. Senin aşığın oldum; Gönlüme gel gir biraz!..” Kirazın kırmızı, sarı pembemsi, alacalı ve bordo renkleri vardır. Ülkemizden yaygın çeşitleri kara bodur, dalbastı ve napolyon’dur. Kiraz ağaçlarının gövdesi genellikle pürüzsüz ve kaygan olduğundan tırmanmak zordur. Süs kirazı olarak tanınan Uzakdoğu kökenli bazı kiraz çeşitleri de harika görünümleriyle yaygın olarak süs bitkisi olarak yetiştirilir. *** Gülgiller ailesinden olan kiraz ağacı çiçeğinin rengi, küpe biçimindeki ya da kalp biçimli ince kabuklu, tatlı sulu ve tek çekirdekli meyveleri hepimizin en sevdiği meyvelerdendir. Piramitsi bir tacı, uzunca yumurta biçimli ve dişli kenarlı yaprakları, birkaç tanesi bir arada küme oluşturan beyaz çiçekleri vardır. Kiraz ağacı meyvesinin biçimi, rengi ve tadıyla farklı güzellikler yaratır. Bu güzelliği anlatmak için Rifat Balaban tarafından derlenen “Dalları bastı kiraz!..” Tabiî ki bir de kiraz tadındaki halamı, Kiraz halamı unutmamam gerekir. Dualarım, kiraz aydınlığında onunla olsun. *** 5 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim “Kiraz çiçeği ağacının tepesinde, Bir görünüp bir kaybolan Hangi kuş ki?” Bir şair, çılgın beyaz kiraz çiçeğine “Bahar sensin!” dese, ne çok yakışır. Çünkü kiraz ağaçlarının çiçek açması, dünyanın neredeyse bütün toplumlarında baharın artık geldiğini müjdeler. Kiraz ağacı çiçek açınca, bütün dünya sanki ‘kiraz çiçeği’ açar. Güneşe aşık kiraz çiçeklerine ay saklandığında seyir zamanı başlar. Boğazda tekneyle düzenlenen erguvan seyir turlarını saymazsak bizde çiçek seyir festivalleri yoktur. Böyle bir kültür, böyle bir gelenek oluşmamış. Ülkemizde daha çok meyve festivalleri düzenlenir. Biz kiraz festivalleri düzenlerken, başka ülkeler ‘Kiraz Çiçeği Açma Festivalleri’, ‘Kiraz Çiçeği Seyretme Festivalleri’ de düzenler. Kiraz çiçekleri seyretme özellikle Japonların, Japon Haikularının vazgeçilmezlerinden. Çünkü Haikular, bu seyrin doğaçlama ürünleridir. Gök Ekin Yayınlarından Bengisu Özsoy’un Takahama Kyoshi’den Haikular çevirisindeki kiraz çiçeklerinin şiiriyetini okuyorum. Özenmiyor da değilim bu tür şiirler yazmak için ama şimdilik olmuyor. Şiir yazma hevesim yerini kiraz çiçeklerinin sarhoşluğuna bırakıyor. Haikular’da kiraz çiçeğiyle ilgili birçok deyim geçmektedir. Örneğin, “çiçek bulutları” diye bir deyim geçiyor. Bu, kiraz çiçekleri tam açtığında ve uzaktan buna bakıldığında pembe bulutlar gibi gözüktüğünden yola çıkılarak söylenmiştir. “Kiraz çiçeği yağmuru” deyimi, kiraz çiçeklerinin açması hep yağmurlu bir döneme denk geldiğinden kullanılmıştır. Japonlar kiraz çiçeklerini akşam da görmek için kiraz bahçelerini ışıklandırırlar. Bu yüzden “akşam kiraz çiçeği” deyimi doğmuş. Dağ kiraz çiçeği, diğer kiraz çiçeklerine göre daha yabanidir. Farklı bir tür olmasına rağmen görsellik açısından şehirdekine yenilmiyor. Sobalar çıtır çıtır yanarken içinde dağ kirazı anıları olanlar vardır eski bir dosta rastlamış gibi. Kiraz ağaçları çiçek açmadan baharın geldiğine inanmaz Japon halkı. Kiraz ağaçlarının gölgesinde piknikler yapan Japonlar, hem kiraz çiçeklerinin muazzam görüntülerinin hem de güneşli pazar günlerinin keyfini çıkarırlar. “Çisil çisil yağan Hoş yağmurda Kiraz çiçekleri sarhoş.” *** Kiraz çiçekleriyle kendinden geçen insanlar var mıdır bizde de, Japon şair Takahama Kyoshi’nin dediği gibi “Kiraz çiçeklerinin aydınlığında” anlamaya çalışıyorum bunu. Ağaç, bağ, bahçe... Her ağacın dili, tarihi, coğrafyası vardır. Kirazın da. Kirazın anayurdu Anadolu’ dur. Şimdi fındığıyla meşhur şehrimiz Giresun isminin Kerazus- Kiraz olduğu gerçeğini de küçük bir bilgi olarak vereyim… Yabani kirazlar da ormanlarımızda oldukça büyük yer tutar ve Anadolu’nun her tarafında yetişir. Kiraz meyve ağacı olarak İ.Ö. 71 yılında Romalı komutan Lucullus tarafından Roma’ya götürüldüğünü ve oradan da Avrupa’ ya, dünyaya yayılmıştır. Çiçeklerle donanmış kiraz ağacı güzel- “Ne büyük bir suç, Kiraz çiçekleriyle kendinden geçmiyor, Kyoto’nun bayanları.” Kiraz çiçeği bulutunun bir şiir gibi selamladığı, daldan dala zıplayan haylaz bir çocuk değilse; 6 Mayıs 2009 liğin, nezaketin ve alçakgönüllüğün sembolüdür Japonya’da. Çin’de ise ölümsüzlüğü sembolize eder kiraz. *** Şiirin simgelerindendir kiraz. Bitkilerle tedavi uzmanı Maurice Mességué; “Eğer meyve bahçenizin önde geleni elma ağacı ise, ikincisi kiraz ağacı olmalıdır” diyor. Bir de, öykülerinin tadına doyamadığımız Mustafa Kutlu’ya göre:“Kiraz çocuk gibidir. Daha çiçek açtığında uçurur bizi. Bir uçurtma gibi bulutlara, çayırlara salar. Ağacı dahi böyledir. Ana-babanın gözünde bir çocuk nasıl daima bir çocuksa, kiraz yaşlanmaz, hep öyle kalır. Kiraz dalından yenmelidir; asla poşete, kasaya, kaba konulmamalı, özgür kalmalıdır. Bir kiraz ağacının yanında, yöresinde mutlaka böğürtlen bulunmalıdır. Çocuklar kirazı böğürtleni, bir ondan bir bundan tadarak yemeli; elleri ağızları morarmalı; kiraz-çocuk-böğürtlen birbirine karışmalıdır.” Güzellik ve nazın karıştığı gibi… Güzellik ve nazıyla sevgili ondadır. Sevgilinin kiraz ağzını ve dudaklarını şiirlerinden geçiren şairlerimiz vardır. Karacaoğlan, Seyrâni, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Edip Cansever ve daha niceleri. Manilere ve atasözlerine de girmiştir kiraz... İşte birkaç kirazlı dize örnekleri: “Ağzı kiraz, dudakları kırmızı.” (Karacaoğlan), “Dudağının rengi sultani kiraz” diyen Seyrani, bir başka dizesinde de sevgiliden ayrılmanın ya da ayrı kalmanın, onu üzdüğünü, zayıflattığını anlatmak için de; “Kiraz çubuğu gibi boynum inceldi.” benzetmesini kullanmıştır. Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var!..” diyerek insanımızın sıcaklığıyla kendisini, memleketin boylu boyunca güzelliğiyle yüreğini özdeşleştirmiştir. Kiraz, Edip Cansever’in “Yaz Mutluluğu” dediği şeydir: “Sen bir karanfilsin, delisin İçlisin de, bükersin hemen boynunu Mendilin içindeki kirazdır Mendilin içi kiraz Bilmem ki, ne desem, yaz mutluluğu.” Ressam Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu da kiraza hem yazılarında hem de şiirlerinde yer vermiştir. “Türküler Dolusu” şiirinde; Asker mektuplarındaki yürek çırpıntısı kirazlı manilere ne demeli. “Kirazın derisinin altında kiraz 7 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim “Bir dalda iki kiraz Biri al biri beyaz. Sevdiğini bileyim; Mektubunu sıkça yaz!..” Ege coğrafyasını gezenler Ege’nin zeytin, asma, erik, şeftali, incir ve kiraz bahçeleriyle bir yeşil duvağı andıran cömertliğine hayran olurlar. Kendine bahçeden girenler bir içe çağrıyla baş başa kalırlar evvelinde ahirinde sahibine doğru özgürleşerek. Ege’yi gezip görenler hem içlerinden hem de haykırarak “İyi ki, buralara gelmişiz…” derler, demişlerdir mutlaka. Kiraz ağacı hemen hemen her bölgede yetişmesine rağmen Ege’nin ağaçlarındandır, denilebilir. Buraları gezerken yaprakların yeşilliğiyle kiraz kırmızısının en güzel, en cömert izdivacını bulursunuz dört bir yanınızda. Dağ eteklerinden bin bir çeşit meyve bahçelerinin arasından kıvrılıp giden Faruk Nafiz’in dediğine benzer yılan yolları geçtikçe hayran olursunuz yörenin ovasına, bayırına, dağına… Nice hayaller kurarsınız yollar uzadıkça alabildiğine. Salihli, Bozdağlar’a tırmanırken Allahdiyen, Ahmetli, Urganlı, Dalbahçe, Turgutlu, TurgutluManisa arası, Armutlu, Bağyurdu ve Kemalpaşa’nın yeşil denizinde kirazların dalları bastığını gördükçe, “Yaratan, övmüş de yaratmış bu coğrafyayı!..” dememek mümkün mü? Ben ateşte söyleşirken, kiraz zamanı gelir... “Kiraz zamanı gelince / Dal üstünde ateş yanar.” Kiraz ağaçları üstünde çocuklar, kulaklarını süsleyen kirazdan küpeleri ve ağzına kadar dolan kiraz sepetleri. “Armudun önü, kirazın sonu (yenmeli).” atasözüyle de, kirazın esaslı yenme zamanı anlatılmak istenmiştir. *** Kiraz sadece meyvesiyle değil, kökleri, kerestesi, kabukları, zamkı, yaprakları, çiçekleri, çekirdeği ve saplarıyla kullanılabilen çok yönlü bir ağaçtır. *** Ülkemizde bölgelere has ağaçlar vardır. Amasya’nın elma bahçeleri, Bursa’nın şeftali bahçeleri, Giresun’un fındık bahçeleri, Rize’nin çay bahçeleri, Alaşehir’in asma bağları, Turgutlu’nun erik bahçeleri, Nazilli’nin incir bahçeleri, Antalya’nın portakal bahçeleri, Akhisar’ın, Ayvalık’ın, Gemlik’in zeytin bahçeleri ve İstanbul ‘un laleleriyle erguvanları vardır. Bunlar birer gerçek. Bu yerleşim birimleri bu ağaçlarla bilinir. Bu şehirlerden olmak demek bu ağaçlarla büyümek, çocukluğunu bu ağaçlarla geçirmek demektir. Bu toprakların insanlarıyla ağaçlarının kaderi aynı gibidir. Bu bir evvel anlaşması, “her şey yazılı değil midir zaten?” Biraz dikkat edin bu insanlarda bu ağaçların ışıltısını, sesini, rengini, çiçeğini, gövdesini, dallarını görürsünüz. Salihli’nin ve Turgutlu’nun dağ köylerinin Napolyonlarını; Zile’nin kirazını yemeye doyamazsınız. Hele bir de Zile Kiraz Festivali?ni yaşadıysanız keyfinize diyecek yok. Festival dedim de, yurdumuzda doğusundan batısına kiraz adına düzenlenen o kadar çok festivalle karşılaşıyorsunuz ki, saymakla bitmiyor… Bahçelere, bahçe sahiplerine Mevlevi bir aşk olsun!... 8 Mayıs 2009 19 MAYIS 1919: İLK ADIM Funda Koca “Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum.” Mustafa Kemal ATATÜRK Mayıs 1919 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Mustafa Kemal’in 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan başlayan ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’da sona eren yolculuğu, aslında Osmanlı Devleti’nin sona erdiği, Türk bağımsızlık mücadelesinin de fiilen başladığı tarihtir. 19 I. Dünya Savaşı’na Almanya yanında katılan Osmanlı Devleti’nin amacı, Türklerin son yüzyılda kaybettiği toprakları geri almak ve Rus İmparatorluğu’nun parçalanmasını sağlayarak bu bölgede bulunan Türkleri de içine alacak büyük bir Türk devleti kurmaktı. Ancak I. Dünya Savaşı’nı kaybetmek, Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlamış, imzalanan Mondros Mütarekesi ile İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumla karşılaştıklarında stratejik önemi olan 9 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUN’A GELİŞ NEDENİ Samsun, Mustafa Kemal için Anadolu’ya açılan bir kapıydı. Öyle ki Kurtuluş Savaşı’nın temelleri Samsun’a gelmesiyle atılmıştır. Ancak burada Samsun’un seçilme sebebinin üstünde durmakta fayda vardır. Pontuscu faaliyetlerin yoğun olduğu bir yer olan Samsun, Pontus çeteleri tarafından durmaksızın taciz ediliyordu. 9 Mart günü Samsun’a çıkan İngiliz birliklerinden güç alan bu çeteler, Türkleri daha da fazla rahatsız etmeye başlamıştı. Samsun halkı bu saldırılara karşı müdafaaya geçince, İngilizler 21 Nisan’da Osmanlı Devleti’ne bir nota vererek bu durumun önüne geçilmediği takdirde bölgeyi işgal edeceklerini bildirdiler. herhangi bir yeri işgal edebilme hakkını kazanmışlardı. Mütareke sonrasında İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, devletin içinde bulunduğu durumun muhasebesini yapıyordu. Bu sırada işgal haberleri İstanbul’a ulaşıyordu. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’ne dayanan İtilaf güçleri, 1 Kasım 1918’den itibaren yurdun çeşitli yerlerini işgal etmeye başlamıştı. 6 ay boyunca İstanbul’da kalan Mustafa Kemal, ülkeyi kurtarmaya dönük çalışmalarına ara vermeden devam etti. Padişah ile görüşüp düşüncelerini paylaştı, ülkenin içinde bulunduğu zor durum hakkında bilgi verdi. Halkı aydınlatmak, düşüncelerini aktarmak amacıyla basından yararlandı. Anadolu’dan gelen işgal haberleri, halkın kurtuluşu arama çabaları sonucunda Mustafa Kemal uygun bir zamanda Anadolu’ya geçmeyi tasarladı ve Türk milletinin kaderini değiştirecek olan olayların temeli bu günlerde atılmaya başlandı. Tarihte bazı kahramanlar için kritik dönemler vardır. Mustafa Kemal’in de uzun zamandır başlamayı planladığı çalışmaları için beklediği görev böylelikle ortaya çıkmış oldu. İstanbul Hükûmeti bu görev için Mustafa Kemal’i seçti. Çünkü o girdiği bütün savaşları kazanmış, başarılı ve güvenilir bir kumandandı. Samsun’da ki olayları kontrol altına almak ve rapor hazırlamak üzere görevlendirilip 9. Ordu Müfettişliği’ne getirilerek, daha önceden kurmuş olduğu ekibi ile birlikte 16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuruyla İstanbul’dan hareket etti. Millî Mücadele’nin temelinin atıldığı, milletin birlik ve beraberliğinin sağlandığı gün olarak tarihe geçen 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’a ayak bastı. NUTUK’TA 19 Mayıs 1919 “1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a 10 Mayıs 2009 Erzurum Kongresi çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, genel savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu genel savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.” SAMSUN’A GELDİKTEN SONRA YAŞANAN GELİŞMELER Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki Hükûmet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş. Mustafa Kemal, Samsun’a geldikten sonra, Anadolu’da bulunan silah arkadaşlarıyla temasa geçip Kazım Karabekir Paşa’ya Erzurum’a gitme isteğini bildirmişti. Erzurum’a hareket etmek üzere yola çıktığında ilk durak olarak Havza’yı seçmiş ve 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesinin millet ve ordu tarafından kabul edilemeyeceğini içeren telgrafı buradan çekmişti. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilaf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep’e İngilizler girmişler. Antalya 11 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Sivas Kongresi Havza’da faaliyetlerine devam eden Mustafa Kemal burada bir protesto mitinginin yapılmasını sağlamış ve her türlü saldırıya karşı silahla mücadele edilmesine, saldırıların önlenmesine and içilmişti. Böylece direnişe karşı koyan halk örgütlenmiş bulunuyordu. leri’nin tepkisini çeken Mustafa Kemal, hükûmet tarafından İstanbul’a geri çağrılmış ancak bunu kabul etmeyerek Temmuz 1919 tarihinde askerlik görevinden istifa ettiğini bildirmiştir. Havza’dan Amasya’ya geçen Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın gerekçe ve yöntemlerini ortaya koyan, güçsüz olan İstanbul Hükûmeti yerine millî bir kurulun kurulmasını öngören Amasya Genelgesi’ni yayımlamıştı. Millî bağımsızlık, millî egemenlik fikrini vurgulayarak, manda ve himayenin red edildiğini göstermiş ve tüm bu maddelerinden dolayı bir ihtilal bildirisi niteliği taşımıştır. Havza Mitingi ile silahlı mücadele yönünde örgütlenen halk, Amasya Genelgesi’nde vurgulanan millî kongrenin toplanmasıyla da millî birlik ve beraberlik sağlamada atılan önemli adımlardan biri olmuştur. Kurtuluş mücadelesine sivil olarak devam eden Mustafa Kemal, Samsun’da verdiği karar doğrultusunda Erzurum’a gelmiş ve 23 Temmuz’da Erzurum Kongresi toplanmıştı. Erzurum Kongresi, bölgesel bir kongre olarak toplansa da, vatanın ve milletin bütününü kapsayan kararları bakımından millî bir kongre özeliğini taşımıştır. KONGRELER DÖNEMİ Yunan ordusunun 15 Mayıs’ta İzmir’e girmesiyle Kuvay-ı Milliye, batı cephesinde Yunan ordusu ile mücadele etmeye başlamıştı. Kuvay-ı Milliye’nin düzenini sağlayıp, ihtiyaçlarını gidermek amacıyla Balıkesir’de, ilki 28 Haziran’da başlayan beş kongre toplanmıştı. 16 Ağustos’ta Amasya Genelgesi’nden sonra İtilaf Devlet- 12 Mayıs 2009 Alaşehir’de bir kongre toplanmasının nedeni ise Balıkesir Kongresi ile benzerlik gösteriyordu. Yurdun Batısında da halkın direniş için örgütlenmek amacıyla organizasyonlar düzenlemesi, yurtta işgallere karşı topyekûn bir mücadelenin tasarlandığının önemli bir göstergesi sayılmalıdır. 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul işgal edildi, Ali Rıza Paşa Hükûmetinin istifa etmesi sağlandı ve yerine Salih Paşa Hükûmet’ine görev verildi. Aynı zamanda meclis kuşatıldı ve mebuslar tutuklandı. Salih Paşa İstanbul’un işgalini protesto ederek istifa etmiş, Damat Ferit Paşa yine sadrazam olarak atanmış ve Meclis padişah tarafından fesh edilmişti. Mustafa Kemal’in Sivas’a gelmesi ile birlikte 4 Eylül’de Sivas Kongresi toplandı. Daha önce Erzurum Kongresi’nde alınan kararlarla birlikte Misak-ı Millî’nin esasları ortaya kondu. Mebuslar Meclisi’nin kapalı olduğu bir dönemde toplanan Sivas Kongresi milleti temsil eden tek kuruldu. Aynı zamanda kurtuluş hareketi Sivas Kongresi ile birlikte bir öndere kavuştu, Mustafa Kemal Millî Mücadele’nin önderi kabul edildi. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILMASI Millî mücadelenin sadece halkın desteği ve gücüyle başarılabileceğine inanan Mustafa Kemal, Meclisin toplanmasını çok önemsiyordu. İstanbul’daki meclisin dağıtılması üzerine 19 Mart 1920 tarihinde Ankara’da bir meclisin toplanmasına karar verildi. Bunun için çağrıya uyarak Ankara’ya ulaşabilen halk temsilcileri ve dağıtılan Meclis-i Mebusan’ın üyelerinden oluşan Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 tarihinde açıldı. Alınan kararlarla yeni hükûmetin temelleri atıldı. I. Meclis olarak adlandırılan bu topluluk, Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş, her toplum tabakası ve meslek grubunu temsil eden, entelektüel ve vatansever önderlerden oluşuyordu. Hükûmet, gerçek bir halk hükûmeti oldu. Yönetim şekli her ne kadar belirlenmemiş ise de oldukça demokratik tartışmalar yapılmış ve geleceğe ilişkin önemli kararlar alınmıştır. 20 Ekim’de başlayan Amasya Görüşmeleri, Damat Ferit Paşa Hükûmeti’nin istifasıyla göreve gelen Ali Rıza Paşa Hükûmeti’ni temsilen Bahriye Nazırı Salih Paşa ve Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal, Rauf (Orbay) ve Bekir Sami (Kunduh) arasında olmuştu. Bu görüşmeyle birlikte millî hareketin varlığı ve gücü İstanbul Hükûmeti tarafından kabul edilmiş oldu. MİSAK-I MİLLÎ’NİN KABULÜ VE İSTANBUL’UN İŞGALİ Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlara dayanan Misak-ı Millî, İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın açılmasını takiben 28 Ocak 1920 tarihinde Ahd-ı Millî olarak kabul edildi. Bu sırada ülke genelinde bir takım ayaklanmalar çıkmış, T.B.M.M. ise bu ayaklanmaları durdurmak için Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu kabul etmişti. Misak-ı Millî’nin Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilmesi, İstanbul Hükûmeti’nin Anadolu’daki direnişi haklı gördüğünü ve kabul ettiğini gösteriyordu. SEVR ANTLAŞMASI Türk milletini sömürge toplumuna dönüştürmeyi esas alan, bağımsızlığı hiçe sayan ve Türk topraklarının paylaşıldığı bir antlaşma olan Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Devleti’ni temsil eden bir heyet tarafın- İtilaf Devletleri’nin Misak-ı Millî’nin kabulüne tepkisi İstanbul’un işgali ile kendisini gösterdi. 13 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dan imzalandı. Meclis bu antlaşmayı kesin bir dille red ederek, antlaşmayı destekleyen herkesin vatan haini olarak kabul edileceğini bildirdi. Türk milletinin bu başarısı sonrasında Meclis ve Fransa arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Aynı zamanda bu antlaşma ile Fransızlar müttefiklerinden ayrılarak ülkemizi terketmeye başladılar. Ermenilerin Doğu Anadolu’da faaliyetlerine devam etmesi üzerine Kazım Karabekir komutanlığındaki bir ordu, Ermenilere karşı harekete geçti ve Ermenilerin barış istemesi sonucunda Meclis’in imzaladığı ilk antlaşma olan Gümrü Antlaşması imzalandı. Meclis’in imzaladığı ilk antlaşma olmasının yanı sıra, bu antlaşma ile Mondros Mütarekesi’nde belirtilen sınırlar aşılmış ve Sevr Antlaşması’nın geçersizliği kabul edilmiş oluyordu. Batı cephesinde Yunan ordusu ile savaşan Kuvay-ı Milliye ard arda zaferlere imza attı. I. İnönü Zaferi’nden sonra, Ankara Hükûmeti Rusya ile Moskova Antlaşması’nı imzalayarak doğu sınırını güvence altına alıp batı cephesini güçlendirdi. Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılması halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Hazırlığı büyük bir gizlilikle yapılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi 26 Ağustos 1921 tarihinde başladı. Yine kesin bir zaferle sonuçlanan bu savaştan sonra Yunan askerleri Türk topraklarını terk etmek zorunda kaldı. Bu zafer İtilaf Devletleri, Mondros Mütarekesi’ne dayanarak güney bölgelerini işgal girişimlerinde bulunmalarından dolayı, Adana, Maraş, Antep ve Urfa’da işgal kuvvetleri ile çarpışıldı. Bütün cephelerde işgal güçleri geri püskürtüldü ve 14 Mayıs 2009 ile birlikte bağımsızlık yolundaki tüm engeller kaldırılmış oldu. Dünyanın her yanında yankı uyandıran zafer, pek çok ülkeye bağımsızlık yolunda ilham kaynağı oldu. lis’te yapılan görüşmelerden sonra cumhuriyet rejimi mebuslar tarafından kabul edildi. Ankara milletvekili olan Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildi. Hükûmet kurma görevi ise İsmet Paşa’ya verildi. Kazanılan zaferlerden sonra Yunanistan ile Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı ve Türk – Yunan savaşı sona erdi. Bu antlaşmaya uyarak Yunan ordusu daha önce işgal ettiği Trakya’yı boşalttı. 19 Mayıs 1919 – 29 Ekim 1923 arası yaşananlar bu kadar kısa özetlense de pek çok önemli ayrıntıya sahiptir. 19 Mayıs tarihinin önemi, yaşanan bu önemli ayrıntılar hatırlandığında daha fazla ortaya çıkmaktadır. Türk milletini bağımsızlığa kavuşturan, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünya devleti olarak kabul edilmesini sağlayan zaferler, yapılan antlaşmalar Atatürk’ün Samsun’a ayak basması sonucunda meydana gelmiştir. Yunanistan ile imzalanan antlaşmadan sonra, barış görüşmelerine başlandı. 23 Nisan 1923 yılında toplanan Lozan Konferansı’nda Türklerin amacı Misak-ı Milli’nin kabul edilmesi ve tam bağımsızlığa kavuşmaktı. Türkiye’nin sınırları, adalar, kapitülasyonlar, borçlar, azınlıklar ve boğazların durumu görüşüldükten sonra 24 Temmuz’da Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Türk milletinin haklı mücadelesi böylece kabul edilmiş oldu. Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde güvenle ve bağımsız olarak yaşayabilmemizin ilk adımı olan 19 Mayıs tarihi Atatürk tarafından gençlere adanmış ve “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Atatürk’ün bu derece önemli bir günü gençlere armağan etmesinin sebebi Gençliğe Hitabe’deki şu sözlerinde gizlidir: 23 Nisan 1920 yılında Meclis’in açılması ile alınan karar doğrultusunda, hükûmetin halk hükûmeti, yönetim şeklinin ise cumhuriyet olacağına, ancak günün şartları nedeni ile bunun telaffuz edilmediğine değinmiştik. Ancak kazanılan zaferler, Sevr Antlaşması’nın reddi ve Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte artık rejimin adının konması ve bir devlet başkanı bulunmayışından kaynaklanan sorunları çözmenin vakti gelmişti. 29 Ekim tarihinde Mec- “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir.” 15 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim TÜRKÇE DERSLERİNİ YAŞAMLA BULUŞTURAN BİR YÖNTEM: “DRAMA” Ömer Tuğrul Kara “Duydum unuttum Gördüm hatırladım Yaşadım öğrendim.” -Bir Çin Atasözün kısa tanımla eğitim, insan yetiştirme işidir. Mükemmel insanı yetiştirmek, en kaliteli eğitimle mümkündür; dolayısıyla eğitim bilimindeki gelişmeler iyi eğitilmiş toplumların oluşmasında önemli rol oynayacaktır. Eğitimle beklenen verimin elde edilmesi yeni yöntem ve teknikleri kullanmayı bir gereklilik haline getirmiştir. Dünyadaki birçok ülke mevcut eğitim ve öğretim sistemlerini sorgulamaktadır. Artık hiçbir dünya ülkesi, kalıplaşmış bilgiler öğreten, çocuğun zihinsel gelişimine ezberden başka katkı sağlamayan bir eğitim öğretim otoritesini kabul etmemektedir. Gelişmiş toplumlar üreten, yaratan, sorun çözen insanlara daha çok gereksinim duymaktalar. Eğitim sistemi içerisinde bu tip insan modeli oluşturmak öğrenciyi daha etkin bir konuma getirmekten ge- E 16 Mayıs 2009 çiyor. Etkin öğrenme denilince de akla gelen yöntemlerin başında drama geliyor. “Dram” eski Yunancada “bir şey yapma” ya da “yapılan bir şey” anlamında kullanılmaktaydı (Nutku, 1983: 3). Drama ise yaşamın bir bölümünün ya da tamamının sahne tekniklerinden yararlanılarak canlandırılmasıdır. Eğitimde drama da bu etkinliğin sınıf ortamında yapılmasıdır. Yani genel anlamıyla drama yaşamın bir provasıdır. Yaşam, sosyalleşme, birey olarak kendinin farkında olma, yakın ve uzak çevre ile sağlıklı iletişim kurma gibi olguları kapsar. Saydığımız tüm bu olgular dil ile de ilişki içerisindedir. Yani yaşam ve dili ayrı tutamayız. En iyi dil öğretimi de günlük hayatın sınıfa taşınması ile gerçekleşecektir. İlköğretimde Türkçe derslerinde çocukların ihtiyaç ve ilgileri göz önünde tutulduğunda temel dil becerilerin öğretilmesinde en uygun yöntemin drama olduğu görülecektir. bünyesinde taşır. Uygulama, dersin temel unsurudur. Birinci kademeden başlayıp özellikle 6., 7., ve 8. sınıflarda anlatım bozukluklarını, dil yanlışlıklarını, deyim ve atasözlerini dramayla anlatabiliriz. Oyun havası içinde geçen dersle öğrenci özgür ve rahat bir ortamda dilinin tüm güzelliklerini yaşayarak öğrenecektir. Özellikle diyalog ağırlıklı öyküler, soyut anlamlı karmaşık şiirler bu yöntemle öğrenciye kolaylıkla kavratılabilir. Böylelikle çocuk salt dinlemekle kalmadığı öyküyü ya da şiiri canlandırarak daha iyi özümseyecektir (Kara, 2008: 35). Türkçe öğretiminde bilginin kalıcılığını sağlayabilmek için drama etkinliklerine daha ilk sınıftan başlanması gerekir. Bu dönemde kuklalardan ve figürlerden yararlanılarak çocukların öncelikle hayal güçlerine, yeteneklerine ve yaratıcılıklarına ağırlık veren “basit drama” çalışmalarıyla yetinmek doğru olur. Dördüncü ve beşinci sınıfa devam eden çocuklar –basit de olsa- konuları, olayların gelişmesi ve kişilerin konuşmalarını, belli bir plan ve çerçeve içinde tespit edilmiş bulunan eserleri canlandırabilirler. İlköğretimin ikinci devresinden başlayarak öğrencileri metinlere bağlı dramatizasyon çalışmalarına yönlendirmek mümkündür. Türkçe bilgi değil, yetenek ve beceri dersidir. Bu yönüyle yaşamın bir bölümünü ya da tamamını Huizinga’nın, “Homo Ludens” (oynayan insan) tespiti ışığında her insanın içinde bir oyun isteği bulunduğunu biliyoruz. Oyun, gerçekten farklıdır ve kurulması gerçeğin ötesindedir. Oyun oynamak gündelik hayattan farklıdır. İnsan kendisi için bir dil yaratmıştır ve maddeyle ilişkisini bu dille gerçekleştirmektedir (Huizinga, 1995: 20). Drama da bu doğal isteğin vücut bulup, gözler önüne serilmesi işidir. Drama, insan beyninde saklı kalan oyun oynama düşüncesinin eyleme dönüştürüldüğü bir yoldur. Bu eylemin sanatsal yönü tiyatrodur. Türkçe derslerinde çocukların merak duygusunu hare- 17 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim uygun yöntemler bulmak gerekir. Drama, saklı enerjiyi serbest bırakır ve insanın kendisini tanımasını, duyularını, duygularını fark etmesini, haz duyabildiğini öğrenmesini sağlar. Bu yolla çocuğun davranışlarını da eğitir. Hâlbuki yukarıda saydığımız yöntemler tek yönlü bir iletişim sağladığından çocuğun enerjisini, canlılığını ortaya çıkartamaz. Tartışma ve anlatım yöntemi Türkçe derslerinde az da olsa öğrencinin kendini ifade etmesine uygun bir yöntem gibi görünse de aslında böyle bir işlevi yoktur. Öğretmenin her iki metotta da müdahaleci olması, tartışılacak konunun kitaplarla ve müfredatla sınırlı kalması bu yöntemlerin öğrencinin enerjisini dışarı çıkarıp kendini ifade etmesini engellemektedir. Oysa Türkçe öğretmeni drama yöntemini uygularken aynı zamanda drama lideri görevini de üstlenir. Öğrencilere canlandırma sırasında gerekli bazı durumlar dışın- kete geçirmek, ilgisini çekmek, katılımcı ve etkin olmasını sağlamak bu yolla da öğrenmesini kolaylaştırmak için bu yöntemi uygulayabiliriz. Geleneksel dilbilgisi öğretimi sistemimizde öğretmen, okul ve okulun öğretileri merkez alınmaktadır, öğrenci edilgen bir konumdadır. Öğrenciye bilgi “Bu böyledir, böyle olduğu için öğrenmeniz gerekir, niye öğrendiğinizi sormayın.” şeklinde sunulmaktadır. Bu durum, öğrencide, verilen her bilginin doğru olduğu ve sorgulanmaması gerektiği duygusu yaratmaktadır. Günümüz Türkçe derslerinde genellikle düz anlatım, soru-cevap, tartışma metotları kullanılmaktadır. Ancak tüm bu yöntemler çocuğun yaşamla buluşmasına, bilgiyi yaşama dönüştürmesine yardımcı olmaz. Çocuk bir enerji küpü ise onda saklı olan enerjiyi harcaması için 18 Mayıs 2009 kendisi ile tanışırlar. Üstlendikleri rolleri canlandırırken, gerçeklerle ki bunlar yaşamın gerçekleridir, yüz yüze gelirler. Bu öğrenmenin en doğal ve en etkili yolu olsa gerektir (Özbay, 2006: 141). da müdahale etmemeye gayret eder. Etkinlik esnasında oyunun dışında kalabileceği gibi oyunun bir parçası da olabilir. Dil öğreniminde birçok bilgi dışarıdan deneyimlerle kazanılmaktadır. Çocuk küçüklükten erişkinliğe kadar geçen süreçte taklit ve mimikler yoluyla dilini geliştirir. Korktuğu zaman yüz ifadesini değiştirerek anlamsız sesler ve mimiklerle tepkide bulunur. Çirkin gördüğü nesnelere yine çirkin bir mimikle karşılık verir. Âdeta, karşısındaki varlığın rolünü üstlenir, kısaca onu dramatize eder. Böylelikle o varlık ya da nesne hakkında kalıcı bilgileri belleğine kaydeder. Bebeklikten çocukluğa, erişkinliğe kadar yaşamımızda belli bir yeri olan dramanın hayatın en büyük unsurlarından biri olan dilin öğrenilmesinde, geliştirilmesinde rolü büyüktür. İlköğretim çağındaki öğrenciler için özellikle dil bilgisi dersleri kelimenin tam anlamıyla dönüm noktasıdır. Türkçe dersleri eğitim ve öğretim gelişimleri için hayati bir önem taşır: Okuma, yazma, anlama, dinleme, konuşma gibi becerilerini bu derste gösterecekleri gayretlerle belirlerler. Öğrencilerin bu yetenekleri yaşam boyu kendi başarılarında rol oynayacaktır. Dinleme ve okuma becerileri anlamayı; konuşma ve yazma becerileri de anlatmayı oluşturur. Dramatizasyon yöntemi, Türkçemizin etkili bir şekilde öğretilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Çünkü dramatizasyon baktırarak değil yaptırarak öğretmek demektir (Kavcar, 1995: 84). Çocuklar bu yöntemde yaşamın Bilginin zevkli ve kolay şekilde algılandığı bu yöntemle çocuklarımız içlerindeki enerjiyi doğru bir şekilde dışarıya yansıtacaklardır. Ezberci eğitimin tarihe karıştığı günümüzde yaşamın her anını dramayla gözler önüne serebiliriz. Unutulmamalıdır ki bilgi yaşadıkça zenginleşir. Bir beceri dersi olan Türkçe, hayatla bütünleştiği sürece kuramlar dersi olmaktan çıkar. Drama etkinliklerinin kullanıldığı Türkçe dersinde öğrenciler; yaratıcı, sorgulayıcı ve kendini her açıdan ifade edebilen bireyler haline gelirler KAYNAKÇA HUIZINGA, Johan, (1995), Homo Ludens, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), İstanbul: Ayrıntı Yayınları KARA, Ömer Tuğrul, (Ocak-Şubat, 2008), “Dramayla Türkçe Öğreniyorum”, Osmaniye Rehberi, Yıl:4, S.44–45, s.34–35 KAVCAR, Cahit, OĞUZKAN, Ferhan, SEVER, Sedat, (1995), Türkçe Öğretimi, Ankara: Engin Yayınları NUTKU, Özdemir, (1983), Dram Sanatı, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları ÖZBAY, Murat, (2006), Türkçe Özel Öğretim Yöntemleri I, Ankara: Öncü Basımevi 19 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim MEDYADAKİ KALIPYARGILARIN ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN MEDYA OKURYAZARLIĞI Adnan Altun lk defa Walter Lippmann tarafından “kafamızdaki resim” anlamında kullanılan “stereotip” kavramı dilimizde kalıpyargı, klişe, basmakalıp ifade gibi karşılıklar bulmuştur. İnsanlık tarihi kadar eski olan kalıpyargılar “insanları bir takım türlere ve tiplere bölmeyi ifade eden zihinsel eserlerdir ki bunlar belli özelliklerin, belirli insanlarda mevcut sanılmasını ifade ederler”. Mevcut olduğu sanılan bu özellikler çoğunlukla gerçeğe dayanmamaktadır. Daha çok önyargıların sebep olduğu bu durum olumlu olabileceği (siyahi insanlar daha iyi basket oynar) gibi olumsuz da (kadınlar kötü sürücüdür) olabilir. Siyahi insanlar çok iyi basket oynar. İ Asyalılar zekidir. Latinler çok iyi dans ederler. Beyazlar başarılıdır. Bizler, kadın veya erkek olarak belirli bir çevrenin içine doğarız. Bu çevre, kültürün belli bir tanımına göre bizi bir ırka (beyaz, sarı, siyah), etnik bir gruba (Çerkez, Çingene...) bir ulusa (Japon, Fransız vs.), bir uygarlığa (Batı, Doğu) ait sayılmamızı sağlayan nitelikleri veren, bir başka ulusta bulunmayan maddi ve ideolojik olguları önemli ölçüde içselleştirmemize yol açacak şartları sunar. Çevre sadece kendi cinsiyet, ırk ve medeniyetimizle ilgili bilgileri vermekle kalmaz, bunun yanında bizim dışımızdakilerin özellikleri ile ilgili kalıpları da (Almanlar çok çalışkan olurlar gibi) öğrenmemizi sağlar. Kalıpyargılar iki doğrultuda gelişirler: Olumsuz kalıpyargılar: Siyahi insanlar tembeldir. Asyalılar sinsidir. Latinler devlet yardımı alır. Beyazlar ırkçıdır. 1. Genelleştirme eğilimi: Kendisini tanımadığımız bir veya birkaç kişinin özelliklerini, Olumlu kalıpyargılar: 20 Mayıs 2009 Kalıpyargılar kısmen basit bilgilerdir. Tartışma konusu olan sorun hakkında bilgi edinilmesini ve kişisel bir kanıyı oluşturmayı kolaylaştırmaktadırlar. onunla aynı kategoride bulunan bütün diğer kişilere yaymadır. Örneğin kısa boylu, haylaz bir çocuğu olan birinin, bütün kısa boylu çocukların haylaz olduğunu sanması gibi. Burada, bir imajı, yaşantı sahibi olduğumuz bir durum üzerinden, geniş bir kitle için fazla düşünmeden aniden, duygusal bir tutumla genelleştirme söz konusudur. Genel olarak yanlış olsalar da bu özelliklerini kaybetmezler. Hatta çoğu zaman kalıpyargılarda gerçeğin payı oldukça azdır. Bu yüzden haberleşme süreçlerine ve insanların kavramlaştırma eğilimlerine göre tutumlar ve kanaatler, sosyal kalıpyargı haline gelirler. 2. Özelleştirme eğilimi: Bir ülke, grup veya durumla ilgili sahip olduğumuz bir kanıyı o ülke, grup veya durumdan olan bir kişiye uygulamamızdır. Örneğin, yabancı bir ülkede bulunan bir Türk’ün, yabancılarla henüz hiç ilişkisi olmadan barbar olarak kabul edilmesi gibi. Bu durum genelleştirme eğiliminden daha çok uygulanır. Her ne kadar kalıpyargılar değişmeye karşı dirençli olsalar da değişme potansiyeli olan şemalardır. Örneğin, 1930’lu yıllarda zenciler için oluşturulmuş olan olumsuz kalıpyargı, 1960’lardan sonra gerek sanatsal etkinlikler, gerek spor etkinlikleri, gerekse bu insanlarla daha fazla etkileşime yol açan diğer fırsatlar sayesinde bir ölçüde de olsa değişmiştir. Şunu vurgulamak gerekir ki, kültürel etkilerle kaçınılmaz olarak oluşan bu kalıplar çoğu zaman bireylerin ve toplumların belleğindeki organizasyonu koruyarak, ayrıntılar içinde dağılmaya engel olurlar. Ancak, kişilerarası iletişimde çarpık algılardan, yanlış yargılardan kaçınmak için, kalıpyargıların algı ve değerlendirmelerimizdeki etkisini göz önünde bulundurmak gerekir. Eğer kişiler, kalıpyargıların etkisi ile algılama özgürlüklerini kısıtlarlarsa, bireyler düzeyindeki etkileşimlerde karşılarındaki kişiye özgü gerçekleri gözden kaçırabilirler. Bunun dışında kalıpyargıların bir takım özellikleri vardır: Kalıpyargılar genelde yanlış içeriklere dayandıklarından olumsuzluk içerirler. Örneğin; Savaşçı İrlandalılar, Duygusal İtalyanlar, Duygusuz İsveçliler, Esrarengiz Şarklılar, Haylaz Zenciler gibi. Olumlu kalıpyargılar da vardır. Örneğin, Fransız kadınları entelektüeldir, Amerikan kadınları neşelidir gibi. Halk kültürüne, sıradan bilgiye dayandıklarından sözlü kültüre dâhil ürünlerdir. Çeşitli gruplarca konuşularak edinilir, yayılır ve böylece davranış haline gelirler. Kalıpyargılar, toplumun gelenek ve göreneklerinden meydana gelirler. Bu yüzden toplumsal inanışlar yaratırlar. Kişilerarası algı, iletişimin temelini oluşturur. 21 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dir. Bununla birlikte izleyicilerin de belirli bir bilinç düzeyine sahip olması gerekmektedir. Özellikle hafızalarında pek çok kalıpyargı için pekiştirmeye hazır bir altyapıya sahip olan gençlerin bilinçlendirilmesine ayrı bir önem verilmelidir. Eğitim literatürü bu sorunun çözüm adresi olarak medya okuryazarlığını göstermektedir. Kalıpyargılar (Stereotip) konusu medya okuryazarlığı programlarında yer almakta ve derslerde ele alınmaktadır. Bunlardan en yaygın olanlarına aşağıda kısaca değinilmiştir. Algıların gerçeği yansıtması için, şemaların gücünün farkında olmak ve bunların doğruluklarını sık sık test etmek gerekir. Eğer kişilerarası iletişimde özenli değerlendirmeler yaparsak, yeni bilgileri eski bilgi kategorilerine eklemekle yetinmek yerine, kişilerin kendilerine özgü gerçeklerini yakalama şansımız olur. Kişiler arası iletişimi böylesine etkileyen kalıpyargıları besleyen en önemli kaynaklardan birisi medyadır. Yazarlar, yönetmenler, yapımcılar, muhabirler ve editörlerin önyargıları sonucunda medyada kalıpyargılar ortaya çıkabilir. Bununla birlikte izleyicinin bir kişi ya da grubu kolaylıkla ve hızlı bir şekilde algılamasını sağladığı için kalıpyargılar medya için vazgeçilmez bir unsurdur. Bir kişi veya durumu karakterize etmek için kalıpyargıların kullanılması çok daha karmaşık açıklamalar yapmaktan daha hızlı ve daha kolay bir şekilde sonuca ulaştırmaktadır. Bu nedenle de medya bilerek yada bilmeyerek pek çok kalıpyargıya yer vermektedir. 1. YAŞ: Medyanın yaygın olarak kullandığı kalıpyargıların başını yaş gruplarıyla ilgili olanlar çekmektedir. Yaşlılar, yetişkinler, gençler, çocuklar ve bebekler bu gruplardan bazılarıdır. Örneğin medyada gençler sık sık isyankâr, asi olarak resmedilir. Çocuklar ise yetişkinlerden daha sevimli ve daha küçük olarak gösterilir. Oldukça yaşlı insanlar ise güçsüz, şikâyetçi ve inatçı olarak gösterilmektedir. 2. MESLEK: Medyadaki kalıpyargılar bazen belirli bir meslek grubu ile ilgili olur. O kategorideki kişiler bazı ortak özelliklere sahiptir. Bu kategorideki herkesin bu özellikleri taşıdığı düşünülür ve herkes bu kapsamda değerlendirilir. Medya da bu kalıpyargıların pekişmesine yol açar. Hayatınız boyunca her hastaneye gittiği- Algılama sürecimizi etkileyen medyadaki bu kalıpyargılar olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilmektedir. Reyting uğruna olumsuz kalıpyargıların pekiştirilmemesi konusunda medyaya önemli sorumluluklar düşmektedir. Medyanın bu sorumluluğunu yerine getirmesini beklemek tek çözüm yolu gibi görülmemekte- 22 Mayıs 2009 lirken Yahudiler ticarette kurnaz ve hırslı olarak resmedilir. nizde beyaz önlüklü doktorlar gördüyseniz, seyrettiğiniz bütün filmlerde, okuduğunuz kitaplarda, göz attığınız dergilerde doktorlar hep beyaz önlüklü iseler, o zaman sizde “Doktorlar beyaz önlük giyer” düşüncesi kalıplaşmış örnek haline dönüşmüştür. Bu da özellikle çok net olmayan ilk karşılaşmalarda karşınızdaki kişi ile ilgili algılama sürecinizi ve o kişi hakkındaki izlenimlerinizi etkiler. 6. DIŞ GÖRÜNÜŞ: Medyada yoğun olarak yer alan kalıpyargılardan biri de insanların dış görünüşüdür. Güzel, çirkin, çalışkan öğrenci gibi. Örneğin kısa boylu ve sıska erkekler genelde kurnaz olarak gösterilirken genç, güzel, uzun ve zayıf kadınlar sık sık aptal olarak resmedilir. 3. KÜLTÜR: Medyadaki kalıpyargılardan bir diğeri de kültürdür. İskoç, Amerikan, Japon gibi. Hintliler ve diğer Güney Asyalılar sık sık esnaf veya süpermarkette tezgâhtar olarak resmedilmektedir. Medyada onları file binerken, ineklere taparken, Bollywood filmlerini izlerken ve çeşitli baharat türlerini yerken görürüz. Deveye binen, bir halı üzerinde uçan ve nargile içen Araplar; hazır yiyecek mağduru obezler ve at üstünden inmeyen kovboylar olan Amerikalılar; aşırı derecede erdemlilik taşıyan, korkunç aşçı, ajan ve siyaset konusunda uzman olan İngilizler medyada sıkça görülebilecek kültürel kalıpyargılardır. 7. AİLEDEKİ KONUM: Aile içerisindeki bireylerin konumlarıyla ilgili kalıpyargılar da medyada sıkça görülmektedir. Anne, baba, kız kardeş, erkek kardeş, nine ve dede gibi. Abi ve ablalar daha çok acımasız ve halden anlamayan biri olarak, küçük kardeşler ise sinir bozucu ve dikkat çekici olarak resmedilmektedir. Sevecen ve yaşlı görünümlü büyük anneler ise mükemmel lezzette yemekler yaparlar. Bu kalıpyargılar ayrı ayrı olarak derslerde ele alınabileceği gibi mevcut ders konuları ile ilişkilendirilerek de çalışılabilir. Aşağıdaki sorular sınıfta öğrencilerle kalıpyargıların (stereotiplerin) etkisini tartışmaya yardımcı olabilir. 4. CİNSİYET: Medyanın yaygın olarak kullandığı kalıpyargılardan bir diğeri de cinsiyet ile ilgili olanlardır. Oğlan çocukları, kız çocukları, kadınlar ve erkekler gibi. Mavi giyen oğlan çocukları arabalarla oynamaya teşvik edilirken kız çocukları pembe giyer ve oyuncak bebeklerle oynar. Erkekler güçlü, dayanıklı (asla ağlamazlar), sportmen ve maceracı olarak gösterilirken kadınlar kocasının başının etini yiyen ev kadını, kırılgan ve edilgen olarak resmedilmektedir. Kalıpyargılarda neler “erkeksi” yada “kadınsı” anlamına gelmektedir? Dayanıklı, duygusuz, hükmeden, araba tamir eden vb. erkeksi anlamına gelmektedir. Güzel, kırılgan, edilgen, nazik, yemek yapan, dikiş diken vb. kadınsı anlamına gelmektedir. Bu rollere konulmazlarsa erkekler ve kadınlar hangi isimlerle adlandırılmaktadırlar? 5. SOY YA DA ETNİK KÖKEN: Medyada ırk ile ilgili kalıpyargılar sıkça görülmektedir. Siyah, beyaz ve Yahudi gibi. Afrika kökenli Amerikalılar çete üyesi azılı suçlular olarak gösteri- Erkekler hanım evladı, inek öğrenci yada pısırığın teki olarak adlandırılırken kadınlar erkek Fatma olarak adlandırılmaktadır. 23 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim mek için kullanabileceğiniz unsurlar nelerdir (örneğin bir sırrı çözmesi, başkalarını koruması, gerçeği söylemesi, suçluları yakalaması)? Cinsiyetle ilgili kalıpyargıları nereden öğrendik? Toplumdan, aileden ve medyadan. Medyada ve özellikle televizyonda neden kalıpyargılar kullanılmaktadır? KAYNAKLAR BBC (2002). Ethnic stereotypes in the media. http://news.bbc.co.uk adresinden 04.11.2008 tarihin- Kalıpyargılar bir karakterin rolünü izleyicinin hızlı bir şekilde ve kolaylıkla anlamasına imkân verir. de elde edilmiştir. GÜRSES, İbrahim (2005). Önyargının Nedenleri. Bursa: T.C. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 1, s. 143-160. Kalıpyargıların bizim üzerimizde hangi etkileri vardır? MAT (2008). What is a Strereotype? http://www.mediaawareness.ca adresinden 04.11.2008 tarihinde elde edilmiştir. Olumlu kalıpyargılar belirli rolleri yerine getirmek zorunda olduğumuzu anlatarak topluma uyum sağlamamıza yardımcı olur. Ancak olumsuz kalıpyargılar algılama sürecimizi etkileyerek yanlış hükümlere varmamıza sebep olabilir. Bu nedenle de olumsuz kalıpyargılara karşı dikkatli olmalıyız. NMSA (1999). Opening the Door to Diversity: Voices from the Middle School (Resource Guide). 1999. Westerville, OH: National Middle School Association. ÖDGM (2008). Kişilerarası İletişim. Bilkent Üniversitesi Öğrenci Gelişim ve Danışma Merkezi. Ankara: http://www.bilkent.edu.tr/~dos/ogdm/b_kslriletisim.html adresinden 04.11.2008 tarihinde elde edil- Öğrenciler ev ödevi olarak aşağıdaki çalışmayı da yapabilirler (Wan ve Cheng, 2004). miştir. ÖZŞEKER, Rana (2007). İlk İzlenim İçin İkinci Bir Şans Yok. Kariyer Dergisi, Sayı 49. 1. Herhangi bir TV programından bir karakter seçin. Kısaca bu karakterin kişilik profilini yazın. Karakter size özellikleriyle ilgili olarak hangi bilgileri veriyor? SINGER, Dorothy G. ve Jerome L. SINGER (1991). Creating Critical Viewers. The National Academy of Television Arts and Sciences. www.washington.edu adresinden 16.07.2008 tarihinde elde edilmiştir.TEZCAN, Mahmut (1974). Türklerle İlgili Stereotipler (Ka- 2. TV’deki bir karakteri nasıl değiştirirsiniz ve karakterin daha ilgi çekici olması için neler yapabilirsiniz? lıpyargılar) ve Türk Değerleri Üzerine Bir Deneme. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları 44. TUTKUN, Ömer F. ve Mustafa KOÇ (2008). Mesleklere Atfedilen Kalıpyargılar. Ankara Üniversitesi Eğitim Bi- 3. İzlediğiniz TV programlarından birisine yeni bir karakter ilave edin. Karakterinizin yaygın bir kalıpyargı ile özdeşleşmesine çalışın. limleri Fakültesi Dergisi, yıl: 2008, cilt: 41, sayı: 1, s. 255-273. UNESCO (2003). Media Education in the Pasific: A Gui- Olumlu bir şekilde karakterinizi nasıl tarif edersiniz (örneğin zeki, memur yada lise öğrencisi)? de for Secondary Shool Teachers. New Zeland: UNESCO Office fort he Pasifis States. WAN, Goufang ve Hong CHENG (2004). The Media Savvy Student: Teaching Media Literacy Skills, Grade Karakteriniz hakkında olumlu bir mesaj ver- 2-6. Chicago: Zephyr Pres. 24 Mayıs 2009 ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNDE ETİK Cihad Şentürk laksal huy ya da karakterine karşılık gelen “ethos” sözcüğünden türemiştir. Etik, ahlâkı konu edinen bir bilim dalıdır. lkemizde ve dünyada 25 Mayıs “Etik Günü” olarak kutlanmaktadır. 25 Mayıs ayrıca ülkemizde 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun kuruluşuna ilişkin kanunun kabul tarihidir. Bu kanun 25 Mayıs 2004 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı ile yürütülen çalışmalar sonucu, okullarda 25 Mayıs gününün “Etik Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır. 2008 yılından itibaren her yıl 25 Mayıs gününün ülke genelinde “Etik Günü”, aynı günün yer aldığı haftanın da “Etik Haftası” olarak kutlanmasını kararlaştırmıştır. Bu makalede yaklaşan “Etik Haftası” münasebetiyle öğretmenlik mesleğinde etik ilkelerine değinilecektir. Ü Etik, insanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları, doğru-yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlâksal açıdan araştıran bir felsefe disiplinidir. Etik; yarar, iyi, kötü, doğru ve yanlış gibi kavramları inceleyen, bireysel ve grupsal davranış ilişkilerinde neyin iyi neyin kötü olduğunu belirleyen ahlaki ilkeler, değerler ve standartlar sistemidir. Felsefi bir disiplin olan etik, insan eylemlerini konu alır. Etik, insanlar arasındaki ilişkileri etkileyen değerleri, ahlaki bakımdan iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış davranışların niteliğini ve dayanağını araştıran felsefe bilimidir. Etik Kavramı İngilizce “Ethics”, Fransızca “Ethique”, Latince “Ethica”, Yunanca “Ethike” kelimeleri ile ifade edilen Etik, eski Yunanca da kişinin ah- Etik ahlak ile özdeş değildir. Etik, ahlak felsefesidir ve ahlak, etiğin araştırma alanıdır. 25 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Etik, ahlaki davranış modellerinin ve temel tutumlarının betimlenmesi ve çözümlenmesi üzerinde durur. Etiğin amacı, ahlakın ve onun vazgeçilmez kavramları olan iyilik, kötülük, erdem, mutluluk, ahlaki kişilik, onurlu yaşamak vb. kavramları temellendirmek, açıklamak ve yorumlamak, ahlakın belli bir teorisini kurabilmektir. İnsan ilişkilerinde toplumsal, kültürel, siyasi, ekonomik, hukuki, bilimsel, teknolojik gibi tüm alanlarda insanın tutum, davranış, eylem ve kararlarında belirleyici olan hiç kimsenin dışında kalamayacağı ilke ve değerler bütününü ifade eden etik, bir felsefi disiplin ve ahlaki eylemin bilimidir. Etik, ahlak üretmemekte, ahlak üzerine konuşmaktadır. mesleğe ait etik ilkeler, o meslek üyelerinin oluşturduğu gruplar, dernekler, odalar, sendikalar, medya ve sivil toplum kuruluşları tarafından belirlenebilir. Günlük hayatta etik kavramı çoğu zaman ahlak ya da ahlakilik anlamında kullanılmaktadır. Sosyal bir kavram olarak ahlak, toplumların zaman içinde oluşturduğu örf ve adetlerin, değer yargılarının, normların ve kuralların bütünüdür. Ahlaki kurallar, toplumdan topluma değişebilir. Etik ise evrenseldir ve tüm insanlığı kapsar. Bir toplumda ahlaki olan davranış etik olmayabilir. Örneğin, “töre cinayetleri” bir toplumda ahlaki kural olarak kabul edilebilir. Ancak bu davranış insan haklarına aykırı olduğu için etik değildir. Bu yaptıklarımı rahat bir şekilde eşimle, arkadaşımla veya en yakınımdaki kişilerle paylaşabilir miyim? Meslek etiği bakımından bir davranışın etik dışı bir davranış olup olmadığına dair aşağıda verilen soruların meslek üyeleri tarafından yanıtlanması, söz konusu davranışın etik olup olmadığı konusunda kişilere genel bir izlence sunabilir: Yaptığım şey, doğru, adil ve yasal mıdır? Bu benim kendi işim olsaydı aynısını yapar mıydım? Bu davranışlarımla kimler, nasıl haksız yere zarar görebilir? Bu davranışım ortaya çıktığında mesleki saygınlığım, itibarım nasıl etkilenir? Bu davranışı başka bir meslektaşım yapmış olsaydı, bunu nasıl karşılardım? Mesleki etik ilkeler, çeşitli işlevleri yerine getirmektedir. Bunların başında mesleki grubun çıkarlarını korumak, meslek üyelerinin ve hizmet alan kişilerin refahını sağlamak, iki ya da daha fazla alanı ilgilendiren karışık işlerdeki düzeni sağlamak, mesleği ve mesleği icra eden kişileri toplumda saygın kılmak, etik kurallarla mesleğin objektifliğini arttırmaktır. Meslek Etiği Meslek kavramı, bir kimsenin geçimini sağlamak, toplumda saygınlık kazanmak, kendini geliştirmek ve gerçekleştirmek v.b. gibi amaçlarla sürekli olarak yaptığı iş, tuttuğu yol, uğraş alanı olarak tanımlanmaktadır. Meslek etiği, insanların mesleklerini icra ederken onların davranışlarına yön veren, onlara rehberlik eden kurallar, standartlar ve ilkeler bütünüdür. Son yıllarda hemen hemen her meslek için etik ilkeler oluşturulmuştur. Bir Öğretmenlik Mesleği ve Etik Öğretmenlik mesleği, insan ilişkilerinin yoğun olduğu ve ahlaki sorumlulukları bulunan 26 Mayıs 2009 araştırma yaparlar ve mesleki gelişme sağlamanın kural ve düzenlemelerini uygularlar. - Eğitim amaçları ile tutarlı olmayan yasa, siyasa ve düzenlemelerin düzeltilmesi için uygun önlemlerin alınmasının yollarını ararlar. - Politik, toplumsal, ekonomik veya diğer tür kazançlar sağlamak için mesleki konumlarını kullanmaktan kaçınırlar. - Yasalara uygun davranır ve doğrudan ya da dolaylı olarak devleti yıkıcı ve bozucu örgütlere katılmaz ve desteklemezler. - Eğitim kurulunun eğitim politikaları ile yönetsel kural ve düzenlemelerini uygularlar. - Mesleki nitelikleri hakkında yanlış bildirimde bulunmazlar. - Bir meslektaşı hakkında yanlış ve kötü niyetli açıklamalar yapmazlar. etik bir meslektir. Öğretmenlerin, öğrencileriyle ilişkilerinde ahlaki kurallar mevcuttur. Öğretmenler, öğrencilerine, velilere, okul yöneticilerine, kısacası tüm toplum üyelerine karşı dürüst, saygılı, adil, eşit, tarafsız, sorumlu ve sevgi dolu olmalıdır. Genel olarak öğretmenlik mesleğinde etik; öğretmenlik mesleğini icra ederken, öğrenciler, toplum ve meslektaşları ile olan ilişkilerde yerine getirilmesi gereken sorumluluklar, uyulması gereken kurallar ve ilkeler bütünüdür. Her meslek için geliştirilen etik ilkeler (kodlar) öğretmenlik mesleği için de geliştirilmiştir. Özellikle dünyadaki uygulamalar dikkate alındığında eğitim-öğretim durumları düzenleyicisi öğretmenlerin, etik ilkeler çerçevesinde yetiştirilmesi, hizmet öncesi eğitim süreçlerini kapsayıcı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu bağlamda öğretmenler, daha göreve başlamadan, üstlenecekleri görevle birlikte yüklendikleri etik sorumlulukları ve yerine getirmeleri beklenen etik ilkeleri kabul ettiklerini belirten “öğretmen andı” içmektedirler. Yukarıdaki ilkeler genel anlamda öğretmenlik mesleğinin etik sınırlarını belirlemektedir. Öğretmenlerin en sık iletişim kurduğu ve zamanın çoğunluğunu birlikte geçirdiği ve toplumun etkili birer üyesi olmalarını, kendi potansiyellerinin farkına varmalarını sağladıkları öğrencilerine karşı da etik ilkeleri vardır. Bu ilkeler özetle şu şekilde sıralanabilir: Eğitimciler için etik ilkeler ilk olarak 1915 yılında Kanada’da geliştirilmiştir. Eğitimciler için profesyonel etik ilkeler ise Amerikan Ulusal Kadın Eğitim Yöneticileri Derneği, ABD Okul İşletmeleri Görevliler Derneği ve Amerikan Personel Yöneticileri Derneği tarafından ortaya konmuştur. Söz konusu konseyin geliştirdiği öğretmenlik mesleği etik ilkeleri şu şekildedir (Aydın, 1998): - Öğrenciyi, öğrenme sürecindeki bağımsız eylemlerinden geçerli olmayan gerekçelerle alıkoyamazlar. - Öğrencilere ve velilere kesinlikle yalan söylemezler. - Öğrencilerine eşit muamelede bulunurlar. - Makul olmayan gerekçelerle, farklı bakış açılarına sahip öğrencilerin görüşme taleplerini geri çeviremezler. - Öğrencinin gelişmesiyle ilgili materyali kasıtlı olarak gizleyemez ya da çarpıtamazlar. - Öğrencilerin fikirlerine saygı duyarlar. - Öğrencileri, öğrenim, sağlık ya da güvenliklerine zarar verebilecek koşullardan korurlar. - Öğrenciyi kasıtlı olarak mahcup edecek ya - Bütün karar ve eylemlerinde öğrencilerin iyiliğini temel değer olarak kabul ederler. - Mesleki sorumluluklarını doğruluk ve dürüstlükle yerine getirirler. - Bütün bireylerin yurttaşlık ve insan haklarını gerektirdiği gibi korur ve destekler. - Mesleki etkililiklerini artırmak için sürekli 27 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Yapılan araştırmalarda etik değerlere sahip kişi ya da kurumların uzun vadede daha başarılı oldukları kanıtlanmıştır. Ahlâki sorumluluklar ve etik ilkelerden oluşan öğretmenlik mesleğini icra eden öğretmenlerimizin de etik değerlere sahip olması eğitim kurumlarımızın şeffaf, güvenilir, saygın ve başarılı olmasına katkı sağlayacaktır. Öğretmenlerimiz belirlenen etik ilkeleri benimsemeli ve bu ilkeler doğrultusunda hareket etmelidir. Öğretmenler, etik ilkeleri, dışsal bir denetimle değil, içsel denetimle, vicdani muhasebe ışığında hareket ederek uygulamalıdırlar. da küçük düşürecek davranışlara maruz bırakamazlar. - Öğrencilere, ırk, din, renk, milliyet, medeni durum, politik ya da dinsel inançlar, toplumsal ya da kültürel kimlik veya cinsiyete dayalı ayrımcılık yapamazlar. - Kişisel çıkarları için öğrencilerle profesyonel ilişkilerini kullanamazlar. - Öğrencilere ilişkin gizli bilgileri yasal gereklilikler olmadıkça ya da profesyonel hizmetlerce gerekmedikçe açıklayamazlar. - Öğrencileriyle açık, güvenilir ve saygıya dayanan ilişkiler kurarlar. - Mesleki etkinlikler nedeniyle öğrenciler hakkında edindiği gizli bilgileri, yasal ve mesleki zorunlulukların dışında kimseyle paylaşmazlar. - Öğrencilerin başarılarını ve yeteneklerini takdir ederler. - Öğrencilerin hayat boyu öğrenmeyi gerçekleştirmelerini sağlarlar. KAYNAKLAR Aktan, C. C. (1999). Ahlak ve Ahlak Felsefesi. İstanbul: ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını. Akarsu, B. (1997). Töre, Ahlak, Etik. Cumhuriyet, (26.07.1997). Aydın, İ. (1998). Yönetsel Mesleki Örgütsel Etik. Ankara: PegemA Yayıncılık. 28 Mayıs 2009 Başel, R. (2007). Özel Öğretim Kurumlarında Karşılaşı- onassociation.org/files/Advocate_2006_18.pdf.Eri- lan Etik Dışı Davranışlar (Denizli İli Örneği). Yüksek şim tarihi: 19/04/09; 07:00. Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler New Zealand Teachers Council (2004). Code of Ethics Enstitüsü, Sakarya. (For Registered Teachers and Those .Granted a Limi- Baydar, T. (2004). Yönetim Etiği Açısından İngiltere’deki ted Authority to Teach). http://www.scform.unipd.it/la- Kamu Yönetimi Uygulamaları. Yüksek Lisans Tezi, ureespecialistiche/servizieducativi/FOV2- Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Anka- 000126D7/I001BD52B.5/NZ%20teachers%20coun- ra. cil.pdf. Erişim tarihi: 19/04/09; 07:00. Campbell, E. (2000). Professional ethics in teaching: To- Otlu, F. (1999). Muhasebe Mesleğinde Meslek Ahlakının wards the development of a code of practice. Cam- Yeri ve Önemi. Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisa- bridge Journal of Education, 30(2), 203-222. di ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 4, 125-142. Cevizci, A. (2002). Paradigma Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Özbek, O. (2007). The Levels Of Compliance Of Physical Paradigma Yayınları Education Teachers With Professional Ethics Codes. Eric Document: ED494885. Dayanç, T. (2007). Sınıf Öğretmenliği Aday Öğretmenlerinin Mesleki Etik Konusundaki Görüşleri ve Mesleki Pelit, E. ve Güçer, E. (2002). Öğretmen Adaylarının Öğ- Etik İkilemleri Çözümleme Biçimleri. Yüksek Lisans retmenlik Mesleğiyle İlgili Etik Olmayan Davranışlara Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler ve Öğretmenleri Etik Dışı Davranışa Yönelten Faktör- Enstitüsü, Bolu. lere İlişkin Algılamaları. Ticaret ve Turizm Eğitim Fa- kültesi Dergisi, 2, 95-119. Durosaro, D. O. Code of Ethics in the Teaching Professiwww.kwsubeb.com/classroom-.management- Pelit, E. ve Güçer, E. (2005). Ticaret ve Turizm Meslek techniques/code-of-ethics-in-the-teachingprofessi- Dersi Öğretmen Adaylarının Öğretmenlik Mesleğiyle on.pdf. Erişim tarihi: 20/04/09; 07:00. İlgili Etik Olmayan Davranışlara İlişkin Algılamaları. on. Gözütok, F. D. (1999). Öğretmenlerin Etik Davranışları. Sakarya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakül- Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, tesi, 2. Siyasette ve Yönetimde Etik Sempozyumu, s. 32 (1), 83-99. 71-85. T.C. Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu, (2008). İnal, K. (1996). “Sosyalist Etik”, Gelecek, C. 1/3, Kasım- http://www.etik.gov.tr/duyurular/etikgunuvehafta- Aralık. si.htm. Erişim tarihi: 12/03/2008; 18:25. İşgüden, B. ve Çabuk, A. (2006). Meslek Etiği ve Meslek Etkileri. Ba- Yıldız, F. (2001). Muhasebe Mesleğinde Meslek Ahlakı- lıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, nın Önemi ve Mesleğin Saygınlığını Azaltan Etmen- 9 (16), 59-86. ler. Trakya Üniversitesi, Bilimsel Araştırmalar Dergisi, Etiğinin Meslek Yaşamı Üzerindeki 1 (2). Kıllıoğlu, İ. (1988). Ahlak-Hukuk İlişkisi. İstanbul: Marma- Yılmaz, E. (2006). Okullardaki Örgütsel Güven Düzeyinin ra Üniversitesi İFAV Yayını. Okul Yöneticilerinin Etik Liderlik Özellikleri ve Bazı LEA (Lincoln Education Association). (2007). Ethics and Değişkenler Açısından İncelenmesi. Doktora Tezi, the Teaching Profession. http://www.lincolneducati- Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. 29 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Müştehir Karakaya KİM ÇALDI GÖZLERİMİ BÖYLE güzellik uykusundaki aşkım nice coğrafyalarda ölümsüz atlar gibi şahlandı durdu bir öksüzün figanı kadar masum ve gururlu büyüttüm hayalimi bataklıklarımı kuruttum yağmura inat ellerimin ayasında derin çizgiler biriktirerek ilktim, tektim ve sondum şimdi dışımdan da çoğaldım kim çaldı gözlerimi böyle çocukluğumdan beri yummadığım yarım kalmış bir serüvenim yazgım bana verilmiş sadaka sanki bir imza ruhumdaki bilmece tırmanmamış bir doruğa tırmanıyorum 30 Mayıs 2009 lavlar bir ordu gibi her yanım ateş ve taş ben bir sınır çiziyorum içimdeki birikmiş yanıklardan sen ey beni benden çalan teninden yeni bir elbise biçtim hamsam beni yak ve pişir ateşsem demirlerini erit çelikten kılıçlara su vermek hünerinse bengisulardan öyle geçir bana her bakışın içimdeki dingin yaraları sağaltır okuyup yazıyorsam senin adınla kır perilerini uyuttuğum flütümü kendi varlığından geçir kimin suyunu içsem zehir 31 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Yusuf Dursun BİR DAĞDI BABAM Bükülmez bir bilekti, Çifte vuran yürekti, Evimize direkti; Bir kanat açtı babam, Mevlâ’ya uçtu babam. Dilleri az söyledi, Gözleri öz söyledi, Yüreği köz söyledi; Sınırı geçti babam, Mevlâ’ya uçtu babam. Bir dağdı toprak oldu, Çınardı yaprak oldu, Yakınken ırak oldu; Eceli içti babam, Mevlâ’ya uçtu babam. 32 Mayıs 2009 KARADENİZDE SONBAHAR Cafer Öztürk Düşen bir yaprak görürsen Beni hatırla demiştin. Biliyorsun seni ben Sonbaharda sevmiştim. Her sonbahar gelişinde Sarı sarı yapraklarla Kuru dallar arasında Sen gelirsin aklıma. İnsana mı öyle gelir, yoksa gerçekten öyle midir? Bilemezsiniz. Sonbaharın diğer tüm mevsimlerden farklı olarak; hüzün ve yalnızlık tadında, farklı bir güzelliği vardır. Bu satırları karalarken bile sonbaharın, o hüzün ve yalnızlık tadını ne kadar çok özlemiş olduğumun farkına vardım. Öğretmenliğe yeni başlamanın verdiği telaş ile dolu yıllar sayesinde, ömrümün geride kalan birkaç sonbaharını, şöyle kuru yaprakların hışırtısından, her geçen gün biraz daha hırçınlaşan dalga seslerinden ve rüzgâr uğultusundan uzak geçirdim. Bu belki de denizin içinde yaşayıp da denizi bilmemek gibi bir şeydi. Çünkü sonbaharın dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar güzel yaşandığına inandığım bir memlekette sonbaharın farkına varmadan birkaç yıl geçirmenin başka hiçbir izahı yoktur. ıllar önce izlediğim bir Türk filminde, bir sohbahar günü sarı yapraklar arasında dolaşan, gönlü kırık, sevgilisinden ayrılmış bir kahramanın söylediği bir sevda şarkısının sözleriydi bunlar. Y Bir ayrılık şarkısıydı ve o zamanlar henüz ne olduğunu bile anlamadığım bir takım duyguları yansıtıyordu. Ama bütün bunlardan öte bir şarkının noktasından virgülüne, güftesinden bestesine kadar her şeyinde sonbahar vardı. Benim bu satırlarda anlatmayı düşündüğüm sonbahar. Artvin’e sonbahar güzelim çam ormanları içinden kalkıp, ağır aksak ilerleyen ve artık gidip gelmekten her taşı, her gediği ezberlemiş yayla yollarından süzülerek inen, göç katarları ile gel- 33 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim meye başlar. Geçen koca bir kışın ardından, ilkbaharın erittiği karları kovalamak ve saçlarının ucundan tutmak istercesine çıkılan yaylaların; yaz boyunca, oyunlarla, türkülerle ve hepsinden öte bitmek tükenmek bilmeyen bir arzuyla geçen çalışma günlerinden sonra yaylalardan dönüş başlar. Kimi zaman kocabaş öküzlerin çektiği kağnı katarları, kimi zaman da kaç model olduğu bile belli olmayan bir kamyon kasasının üzerinde kışın geçirileceği köylere, kasabalara, kentlere gelen insanlar, aynı zamanda sonbaharın gönderdiği birer haberci gibidirler. her gün bu yalnızlığı, bu hüznü daha da büyütecektir. Ta ki gelecek ilkbahara kadar. Yukarılarda bütün bu uğraşmalar, didinmeler olurken aşağılarda; sahilde pastırma yazı denilen son güzel günlerin hükmü hâlâ sürmektedir. Ancak bütün bir yaz boyunca, çarşaf gibi durgun olan deniz artık yavaş yavaş hırçınlaşmaya, sıcak bir meltem halinde elleri, yüzleri okşayan rüzgâr, bahçelerde asılı duran çamaşırları, nazlı bir şekilde dallarda duran yaprakları hoyratça havalandırmaya, sağa sola sallamaya başlamıştır artık. Yükseklerden geçen göçmen kuşlar, evlerin bahçelerinden yükselen yoğun dumanlar, gündüzlerin her geçen gün biraz daha kısalıyor olmasının verdiği telaş, sonbaharın sahilde de hissedilmeye başlamasını sağlar. Sonbaharın yalnızlığı ve hüznünü ilk olarak yaylalar yaşamaya başlar. Her ilkbaharda ya da yazın başlangıcında kucağını kendine gelen insanlara açan yaylalar, sonbaharla birlikte yapayalnız kalırlar. Bu yalnızlık sonbaharın taşıdığı hüznün, yaşattığı yalnızlığın sadece bir başlangıcıdır. Roller değişmiştir artık. Eriyen karlarla birlikte insanların kovaladığı yalnızlık ve hüzün, sonbaharda, galip ordularının başındaki bir ortaçağ hükümdarı edasıyla yavaş yavaş gelir ve tahtına kurulur, uzak dağ başlarında. Geçen Ağaçların, bahçelerin meyveli zamanlardaki halleri ile sonbahardaki halleri arasında bir değişiklik görülmeye başlanır. Doğadaki hiçbir şey eskisi gibi canlı değildir çünkü. Kısa bir zaman öncesine kadar coşkulu türküler, çoluk çocuk herkesin katıldığı şenlikli imecelerle şenlenen 34 Mayıs 2009 çay bahçeleri, tıpkı izleyicisi kalmamış tiyatro salonları gibi yalnızdır artık. Kızılağaçların, akasyaların üzerlerine uzatılmış ve aradan geçen zaman içinde bu ağaçlara kırk yıllık dost edasıyla sarılmış kara üzümler ise artık üzümden çok bir pekmez kıvamındadır. Bütün bir yazı yeşil ve geniş yapraklar arasında, kış boyunca yakalanılacak soğuk algınlıklarına karşı doğal ilaçlar yetiştirmekle geçiren ıhlamur ağaçları, uzun süren yaramazlıkları sonrasında uyuyakalmayı bekleyen afacanlarıdır doğanın. Kemalpaşa-Sarp yoluna yürüdüğünüz zaman sonbahar hüznünün yanında, bir zamanlar sayısız yolcuya yol olmuş, günümüzde ise artık yolcularının parmakla sayıldığı bir yolun yalnızlığına, sessizliğine tanık olursunuz. Sahilden geçen yeni yolun açılmasından bu yana, belki de hiç onarılmamış, şimdilerde yoldan çok bir patikayı andıran bu eski yol sonbaharın yalnızlığını bir kez daha yaşatır sizlere. İlerledikçe seyrekleşen evlerin arasında, baştan aşağı kızıl bir gelinliğe bürünmüş bir kestane, kararmaya yüz tutmuş yapraklarıyla geçen baharın, yazın matemini tutan bir kızılağaç, yorgun ve artık dinlenmeye çekilmek isteyen ihtiyarlar gibi mağrur bir ıhlamur ya da gelen kışı doğada kalan kuşlara iyi bir ev sahipliği yapmak için heyecanla bekleyen çamlar, karayemişlerle karşılaşırsınız. Sahilden yukarılara bakıldığında ağaçlarda sarının, kızılın ve kahverenginin bin bir tonunu görürsünüz. Yeşilin bin bir tonunun yaşandığı Karadeniz bu kez güz renklerinin bin bir tonunu gösterir hayat sahnesinde. Artık uzun yaz günleri sona ermiştir. Gönlünüzde geride kalmış bir yazın belki de neşe içindeki günlerinin burukluğu ile dolaşırsınız bir süre. Böyle günlerin birinde Orta Hopa’dan eski Serenderlerin kenarlarına asılmış mısır hevenkleri, bir bahçenin uzak uçlarından bir yerlerde dökülen yaprakların tersine sapsarı renk- 35 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim leriyle dallardan hiç ayrılmayan hurmalar çarpar gözünüze. Yaşamın yapraklarda son bulmasına inat; bahçelerde büyük bir yaşama umuduyla açan kasımpatılar ve hemen her evin önünde gün geçtikçe olgunlaşan, olgunlaştıkça sarıdan turuncuya dönen mandalina ve portakallar yaşamın sonbaharda da sürdüğünün göstergesidir. doyamazsınız kış boyunca. Doğada böylesine yoğun bir şekilde süren hüzün çok geçmeden insanı da alır etkisine. Artık uzun yaz günlerinin ardından yaşadığınız veya yaşayamadığınız ama hep geç kaldığınız fikri gelir, yerleşir içinize. Artık yükseklerden akıp giden bulutların geride bıraktığı boynu bükük bir gurbetçisinizdir. Ve sizin payınıza bu sahnede düşen rol gidenlerin ardından bakıp, el sallamaktır. Eylül sonlarında, bir ikindi üzeri ansızın kara bulutlarla kapanır gökyüzü. Güneş yeniden açtığında, yol kenarlarındaki çukurluklarda biriken sular, yalnızlığımızın içimize akıttığı gözyaşlarıdır. Yaz mevsiminde, yolcuları her zamankinden daha az olan eski yolda, dağlara, çay bahçelerine çıkan patikalarda artık tek tük insanlar göze çarpar. Bu yolun, patikaların devamlı yolcuları avcılar ve kışlık odun yapma telaşındaki insanlardır sonbaharda. Omuzlarında balta ya da motorlu testerelerle ormana odun yapmaya ya da ellerindeki bir çubuğun ucuna bağladıkları kuşlarla çerge adını verdikleri siperliklere, atmaca yakalamaya giden bu insanları sık sık görmeye başlarsınız çevrenizde. Hüzünlü bir sonbahar günü, yürüdüğümüz bir yolda ayağımızın altında ezilen yapraklardan gelen çıtırtılar, aslında herkesin içinde yaşattığı melankoliyi bir yapraktan duymaktan başka bir şey değildir. Ama bunlar da sonbaharın hercai görüntülerinden başka bir şey değildir. Bir süre sonra onlar da seyrekleşir ve kaybolur, bir sonra ki sonbahara kadar. Bu mevsimde sarı yapraklarla kaplanmıştır Kavakdibi. Asırlık ıhlamur ağacının altında belki de ömürlerinin son demlerini süren Orta Hopa ihtiyarları acaba kaç sonbahar dinlemişlerdir ıhlamur ağacının söylediği bu melankolik şarkıyı? Ya da asırlık ıhlamur ağacı, bitmez tükenmez bir sabırla kim bilir kaç kez söylemiştir sonbahar şarkılarını? Gittikçe kısalan günler her yerde, hep bir şeylere, bir yerlere geç kalmış olmanın verdiği bir telaşı yaşatır. Kış bastırmadan odunlar tamamlanmalıdır. Dört bir yandan gelen motorlu testere sesleri, kaynatılacak pekmezlerin, konservelerin, hazırlanacak küme papasının pişirileceği ateşin yoğun dumanı neredeyse her yerden duyulur ve görülür. Serenderlerin uzatmalarına asılmış mısır hevenkleri, bahçenin değişik yerlerine asılmış kurutulmayı bekleyen ve ıslanmamaları için el ne iş yaparsa yapsın, göze gökyüzünü kollatan fasulyeler, biberler ve daha neler neler. Bu kadar emek ve alın teri ile hazırlanan odunun ateşinde ısınmanın, sonbahar güneşinde kurutulmuş yiyeceklerin tadına Bir yanda yaramaz bir çocuk gibi hırçınlığıyla deniz, bir tarafta bir zamanlar evlerimizi, kahvelerimizi süsleyen; yolcu minibüslerinin değişmez aksesuarı ağlayan çocuk gibi mahzun, yorgun, sarı, sapsarı ağaçlar... Ve bütün bunları doğaya, insanlara, kasımpatılarla, göçmen kuşlarla, bir yerlere gizlenmiş elleriyle sunan bir Karadeniz sonbaharı... 36 Mayıs 2009 GÖNÜL DEFTERİMDEN NOTLAR Mehmet Nuri Yıldırar ye’ye gelemediğinden Ordu’ya gidip geri dönmek zorunda kaldım. Tekrar İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne intikal ettiğimde vakit çoktan öğleni aşmış, gün akşama dönmüştü. Göreve başlamam için Millî Eğitim Müdürlüğünden alacağım evrakla okula gitmem gerekiyordu. Vakit geçti ve memur gönülsüz davranıyordu. Neredeyse nereden çıktın, der gibiydi. Bu yüzden işi ağırdan alıyor ya da bütün işler zaten ağırdan alınarak yapılıyordu da ben o zamanlar bunu bilmiyordum. Gurbet O Kadar Acı Ki... 1. 17 Kasım 1986 tarihi, öğretmenlik rüyalarımı gerçeğe dönüştürmek için attığım ilk adım. Rüya gibi bir yere gidiyordum, inci bir gerdanlık gibi denizin kıyısına dizilen Ünye’ye... Tayinimin Ünye’ye çıktığını duyan herkes ne kadar şanslı olduğumu söylüyordu. Nihayet şansımı sınamak için cebimde kararnamem yollara düştüm. Bir yatak, bir yorgan ve ufak tefek eşyasından oluşan göçümü sırtlayarak Faruk Nafiz’in izinden: 2. Pelitliyatak Neresi? Memur bir taraftan yazı çizi işleriyle uğraşır- “Gidiyorum gurbeti gönlümde duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya...” Henüz tam olarak yaza veda etmeyen Adana’dan yola çıktım. Kışı yaşamakta olan Orta Anadolu’dan geçerek sabahın erken saatlerinde Ünye’ye indim. İner inmez de aceleyle İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün yolunu tuttum. Ankara’dan bana ulaşan kararname henüz Ün- 37 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim rarsız adımlarla dışarı çıkıp deniz kenarına attım kendimi. Balıkçı teknelerinin haraç mezat balık pazarladığı İskelenin ucuna kadar yürüdüm. Belıkçıl kuşların haykırışları arasında Karadeniz’in hırçın dalgalarının çıkardığı ritmik seslere kendimi bıraktım. Dalgaların kıyıya çarparken çıkardığı ses ve engin deniz alıp beni götürdü eşyanın ötesine. Gün batımı bütün ihtişamı ile son oyununu oynarken denizle kendime geldim. Denizi kızıla boyayarak ufukta kaybolan güneşin ardından uzun uzun baktım. Gün batarken birden üşüdüğümü hissettim, üşümek yaşamak gibi geldi bana. Şimdi daha iyiydim. ken bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. O da hâlinden şikayet ediyor, fırsat bulmuşken içini döküyordu. İşler uzayınca atandığım okulu görmek için memura: - İşlemler devam ederken okulu görebilir miyim, diye sordum. Cevap tam bir şok yarattı üzerimde. Memur: - Bugün göremezsiniz hocam. Okul Pelitliyatak’ta, zaten otobüsü de gitmiştir, dedi. İlk şok, ilk şaşkınlık... Pelitliyatak da neresi? Kararnamede böyle bir şey yazmıyordu. Birden Ünye’ye ilişkin hayallerim soluklaştı, rengini kaybetti. Yüreğimdeki heyecan yerini şaşkınlığa bıraktı. Bu şaşkınlıkla bir süre ne yapacağımı bilemeden kalakaldım. Kendime gelince memurdan Pelitliyatak’ın neresi olduğu ve oraya nasıl gidebileceğimle ilgili bilgi aldım. Memur anlattıkça her söz kurşundan bir yük gibi ağırlaşıyor, yüreğimi eziyordu. Daha maçın başında mağlubiyeti kabul etmiş boksör gibi havlu atmak üzereyken memur: Konakladığım otelin odasına çıkarken derin bir muhasebe içindeydim. Kısmen rahatlamış ama bir karara varamamıştım. Ayın çekimine kapılan deniz gibi gelgitler arasında sabahı zor ettim. Evrakı aldıktan sonra daha iyiydim. İlk şoku atlatmıştım. İdealist bir ruhla, karşıma çıkacak yeni sürprizlere şimdi daha hazırdım. Artık hiçbir şey beni yolumdan döndüremezdi. Okulun Ünye’de olduğunu düşündüğümden yanıma palto almamıştım ve şimdi üşüyordum. Ceketimin önünü ilikleyerek yakasını diktim, âdeta içine gömüldüm ve yürümeye başladım. - Artık göreve başlamış sayılırsınız hocam, isterseniz yarın sabah da gelip evrakı alabilirsiniz, dedi. 3. Siste Yolculuk “Hocam” sözcüğü sevinçle karışık içimi ürpertse de kader “beyaz kağıda sütle yazılmış yazı” gibi belirsizdi benim için. Her dakika yeni bir istikamete yöneltiyordu beni. İsteksiz ve ka- Beldenin Ünye’deki hareket noktasına gittim. Otobüs saat on dörtte hareket edecekti. Daha vaktim vardı. Bu boşluktan yararlanarak kıyıya kadar yürüdüm. Amacım hem çevreyi tanımak, hem de vakit geçirmekti. Hep özlemini çektiğim deniz ayaklarımın ucundaydı. Ancak o da bana keyif vermiyordu. Hareket saatine yakın elimde eşyalarımla otobüsün kalkacağı yere geldim. Burası pek çok yerde olduğu gibi bir kahvehâneydi. Ötede beride kümeler hâlinde bırakılmış eşyalar sahibini bekliyordu. Ben de göçümü yerleşeceğim yeri belirledikten sonra almak üzere buraya emanet bıraktım. Kamyondan bozma belediye otobüsü ile saat on dörtte yola çıktık. Yolumuzun otuz kilo- 38 Mayıs 2009 kü Karadeniz’de yükseltinin artmasına paralel sis yoğunlaşıyor ve görüş alanını neredeyse sıfırlıyordu. Hele ağuların yamaçları pembenin ve yeşilin her tonuna boyadığı baharda, sis dizlerinize kadar yükselip vadileri griye boyayınca manzara görsel bir şölene dönüşüyordu. metre civarında olduğunu öğrendim. En çok bir saatte Pelitliyatak kasabasına varacağımızı düşünürken şoförün mütebessim “inşallah!” sözü, bu tahminimin pek de mümkün olamayacağını işaret ediyordu. Bu düşünceler arasında Reşat Nuri’nin Anadolu Notları bölük pörçük geçti gözlerimin önünden. Çalıkuşu’nun Feride’sini düşündüm. Yolda köyler, kasabalar geçtik. Yolun sonuna yaklaştıkça otobüsteki yolcular da tek tük eksildi. Derken Akkuş’a dokuz-on kilometre kala, Dumantepe’de anayolu terk ettik. Artık daha kötü ve riskli bir yolda bata çıka ilerliyorduk. Yolun bozukluğundan mı, arabanın gürültüsünden mi bilmiyorum kimsenin bir şey sormamasından kendimi görünmez adam gibi düşünürken yandaki koltukta oturan orta yaşlarda bir bey: Ünye’den uzaklaştıkça yerleşim yerlerinde farklılaşan mimari, yaşama şartları, buraların medeniyeti yirmi otuz yıl geriden takip ettiğini gösteriyordu. Kendimi bir an için büyüklerimin elli yıl öncesinin yol hikâyelerinde hissettim. Üstelik bu yol Ünye’yi Akkuş’a ve Çamlıbel üzerinden Niksar’a bağlayan bir yoldu. Ama ne yol! Yolun hâli ve otobüsün yamacı tırmanırken azalan hızı yol süresi ile ilgili tahminimde çok yanıldığımı gösteriyordu. Aracın arada bir çıkardığı “zıst” sesi, “Han Duvarları”ndaki arabacının ıslığını hatırlattı bana, yol da aynı yol!.. - Yabancısınız galiba, ne iş yapıyorsunuz, diye sorunca derin bir “oh!” çektim. Demek görünmez adam değilmişim. - Öğretmenim, dedim, Bunu söylerken biraz böbürlendiğimi hissediyorum. Öyle ya artık öğretmendim. Bekledim ki başka sorular da ğelsin. Hayır, yol boyunca kurabildiğim tek diyalog bu oldu. Henüz hava kararmamıştı ama önümüzü görmek gittikçe zorlaşıyordu. Bir süre sonra, yürüsek arabadan daha hızlı gideceğimiz kanısı ağır basmaya başladı. Saat on dörtte başlayan yolculuğumuz sona ermeden gün karardı Canik Dağlarının zirvesinde. Yüksek ve ormanlık bir alanda ilerliyorduk. Sileceklerin arada bir hareketlenmesinden dışarıda hafif bir yağmurun yağdığı anlaşılıyordu. Kasabaya yaklaştığımızı anlamak için bütün dikkatimi dışarıya veriyorum. Bakınırken şairin mısraları düşüncelerime tercüman oluyor: “Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali” Yükselti arttıkça yolculuğumuz ilgi çekici bir hâl alıyordu. Gittikçe koyulaşan karanlığın içinden geçiyorduk. Cama yapışmış gibi dışarıyı gözetlerken birden otobüs durdu. Elinde fenerle muavin aşağıya indi. Ne olduğunu anlamaya, aşağıya inmeme gerek olup olmadığını kavramaya çalışıyorum. Muavinin inmesi dışında bir aksilik görünmeyince ve kimsede bir hareket olmayınca aşağıya inmedim. Anlaşılan bu durum alışılmış bir durumdu. Muavin önce biz otobüsle arkada bir süre gittik. Sonra muavin bindi otobüse. Bunu birkaç kez yaptı. Çün- 39 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim karışarak dağılıyor. Çay içiyor ve bekliyorum. Yolun kenarındaki “Pelitliyatak, Nüfus: 3451” levhasını görünce evlerin çoğalmasını, ışıklı yolları, elektrik ve telefon direklerini görmek istiyorum. Bunların hiçbirini göremeden belirsizlik içinde ilerlerken birden otobüsümüz durdu. Muavin: Düşünceler içinde gezinirken içeriye iki kişi girdi. Biri kısa boylu, şapkalı, parkalı ve biraz şişmandı. Diğeri zayıf ve uzun boylu, kıvırcık saçlıydı. Üzerinde sadece ceketi vardı. Kapıdan girdikten sonra bir müddet bekleyip içerisini süzdüler. Birini arar gibi bir hâlleri vardı. Bakışlarımız karşılaşınca oturduğum masaya yöneldiler. Selam verip oturdular. Kısa bir tokalaşma ve hoş geldin faslından sonra uzun boylu, kıvırcık saçlı olanı söze girdi: - Son durak, bagajı olanlar beni izlesin, dedi. Muavinin ardından aşağıya indim. Yağmur hâlen yağıyordu ve yerler çamurdu. 4. Burası Pelitliyatak - Ben Hüseyin, arkadaşım Necdet, Aşağı Mahalle İlkokulu’nun öğretmenleriyiz. Siz de ortaokulun yeni öğretmeni olmalısınız, zaten bu mevsimde öğretmenden başka kim buralara gelir ki dedi. Son sözlerini söylerken dudaklarına acı bir gülümseme yerleşti Hüseyin’in. Belli ki, buralarda kalmaktan muzdarip. Bana da, buralara nasıl düştün der gibi acıyan gözlerle bakıyordu. Ben de: Otobüs farlarının yolu aydınlatmasından yararlanarak seke seke kenara çıktım. Bir çamur deryasının içinde durmuş otobüs. Etrafıma yakınarak gideceğim yeri kestirmeye çalıştım. Karşıda, buğulanmış camların arkasında titreyen lüks lambasının aydınlattığı kahvehâneye yöneldim, bata çıka ilerleyerek içeri girdim. Selam verip çoğu boş olan masalardan birine oturdum. Ayaklarıma bakınca sekmelerin bir işe yaramadığını ve ayakkabılarımın çamur içinde olduğunu gördüm. Mahçubiyetten olsa gerek ayaklarımı hemen masanın altına çektim. Bir çay istedim. Çayımı içerken etrafımı incelemeye başladım. Ortada gürül gürül yanan bir soba, etrafında bir iki kişi... Herkes kendi hâlinde. Yabancılığımı kimse fark etmiyor. Çayın ince çizgiler hâlinde yükselen buğusu kahvehânenin tavanını kaplayan sigara dumanına - Sizi gördüğüme çok sevindim. Adım Mehmet Nuri, edebiyat öğretmeniyim. Mustafa Necati Çetinkaya Ortaokulu Türkçe öğretmeni olarak atandım, diyerek kendimi tanıttım. Memnuniyetimi her hâlimle belli ediyorum. Sevincim sözlerime, jest ve mimiklerime yansıyor. Nasıl memnun olmam ki birkaç saatten beri tek başıma umutsuzca beklediğim bu dağ başında iki can yoldaşı bulmak az şey miydi? O akşam Hüseyin’le Necdet’in birlikte kaldığı ilkokul lojmanına misafir oldum. Sofralarını ve yüreklerini paylaştılar benimle. Hesapsız kitapsız ve içten; insan gibi... Bu yakınlığı ömrümün hiçbir döneminde unutmadım. Hâlen aziz bir hatıra gibi muhayyilemde taşıyorum. Bu dağ başında iki isimsiz kahramanın yürekleriyle ısıttıkları evde hayatımın en lezzetli yemeğini yemiş ve en tatlı uykusunu uyumuştum. Onlara minnet borçluyum. İyi ki vardınız. Şairin köy öğretmenleri için söylediği gibi: 40 Mayıs 2009 “Siz kara göklerin yıldızları, Işıtın yurdumuzu sabaha kadar! Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu... Alın benim gönlümden de o kadar.” Alın benim gönlümden de o kadar... 6. Ben Artık Öğretmenim Ben okulun etrafını birkaç kez dolandıktan ve orasını burasını kurcalarken zayıf, şapkalı bir genç telaş içinde çıkageldi. Âdeta suç üstü yakalanmış, ne diyeceğini şaşırmıştı. Aceleyle elini uzatarak: 5. Turgut Özal Caddesi’nden Okula - Hoş geldiniz, ben okulun hizmetlisi Mevlüt, siz de yeni Türkçe öğretmenisiniz herhâlde, dedi. Elimdeki çantayı alıp okulun kapısına yöneldi. Onu izlemekten başka çare yoktu. Yığma taştan yapılan üç dört basamaklı merdivenden çıkarak okuldan içeri girdik. Okul üç sınıf ve müdür odasından ibaretti. Müdür odası, hem memur odası hem de öğretmenler odası olarak kullanılıyordu. Ancak ortalıkta ne memur, ne müdür, ne öğretmenler ve en önemlisi ne de öğrenciler vardı. Kış olmasına rağmen, ertesi gün Pelitliyatak’ta yeşil ve güneşli bir sabaha uyandım. Gürgen ağaçlarının göğe yükseldiği ve sisin vadinin derinliğine gizlendiği serin bir Karadeniz sabahında yaptığımız mütevazı kahvaltıdan sonra kasabanın merkezine doğru yola çıktım. Nihayet okulumu görecek, ilk öğrencilerime kavuşacaktım. Sağında solunda tek tük evlerin sıralandığı yoldan geçtikten sonra evlerin sıklaştığı ve dış görünümlerinden iş yeri oldukları anlaşılan yapıların iki tarafını kapattığı bir yola ulaştım. Üçer beşer ev ve iş yerinin çevrelediği yolun girişinde asılı levha ister istemez beni gülümsetti. Biraz sonra dışarıdan sesler gelmeye başladı. Birkaç çocuk ve bir iki kişi okulun bahçesinde konuşuyordu. Biz de dışarı çıktık. Mevlüt Efendi bahçedekileri imam, öğrenci ve öğrencilerin velileri olarak tanıttı, beni de yeni Türkçe öğretmeni diye takdim etti onlara. Kasabanın çarşısını(!) geçtikten sonra önüme çıkan düzlüğün ilerisinde yolun alt tarafında kasabanın camisi, üst tarafında ortaokul binası vardı. Okulun arkasında da kasabanın mezarlığı... Okulun kapısını kapalı buldum. Ortalıkta kimseler yoktu. Okulun etrafını dolaşarak yanlış yere gelip gelmediğimi anlamaya çalıştım. Levhada yazılı isimden okul binası olduğu kesindi lakin ne öğrenci vardı ne de öğretmen. Mevlüt Efendi, gösterdiği tedbirsizlikten dolayı mahçup ve tedirgin duruyordu. Sürekli bir şeyler anlatıyor, kasım ayının sonlarına gelinmesine rağmen okulun doğru dürüst açılamadığını, zaten öğrencilerin de okula gelmediğini anlatıyor, muhtemelen vaziyeti idare etmeye çalışıyordu. Okul binası prefabrik malzemeden yapılmış derme çatma bir binaydı. Siyasi bir yatırım olduğu her hâlinden belliydi. Öyle ki zaten elektriğin bulunmadığı kasabada aceleden okulun su hattı bağlanmamış ve en önemlisi tuvaleti bile unutulmuştu. Okulun bahçesine yığılan ve sahipsizlikten dağılan inşaat malzemesi muhtemelen eksikleri tamamlamak için getirilmişti ancak o da ilgisizlikten ve talandan nasibini almıştı. 41 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Nisan ayının başlarında ağular çiçek açtı. Ağular çiçek açınca pembeye boyandı Canik Dağlarının yamaçları. Yeni bir mevsim başladı Karadeniz’de. Baharla birlikte kurulmaya başlayan kasaba pazarı ortalığı şenlendirdi. Pazar yerinde çoluk çocuk, genç ihtiyar herkes bir faaliyet içinde olurdu. Cuma günleri kurulan kasaba pazarı aynı zamanda bir görüşme ve buluşma yeriydi. Genç kızlar ve delikanlılar “yabanlıklarını” giyer bir aşağı bir yukarı “pazar ederlerdi.” Pazar, onlar için âdeta bir görücüye çıkma fırsatıydı. Bazen pazarın ardından düğün parası denkleştiremeyen gençlerin “samanlığı seyran” eylediği haberleri ortalıkta dolaşır, buna çeşitli hikâyeler uydurulurdu. “Öğretmene varamadım, naylon çorap giyemedim” türküsü de bu türden rivayetlere uyan bir hikâyeydi: Mevlüt Efendi’yi yanıma alıp kasabanın tek toplanma yeri olan kahvehânesine gittik. Niyetim kalacak bir yer ayarlamak ve Ünye’de emanet bıraktığım eşyalarımı getirmekti. Kısa bir araştırmanın sonunda ev bulamayacağımı anladım. Tek ihtimal kalıyordu geriye. Okula kırk beş dakika yürüme mesafesinde olan ve geldiğim ilk gece misafir olduğum ilkokulun lojmanında kalmak. Hüseyin ve Necdet ilk gün araladıkları gönül kapılarını bir kez daha bana açtılar. Kasabadaki ikinci günümde okulun memuru geldi. Okul müdürü hâlâ ortalıkta yoktu. Memur göreve başlamam için gerekli evrakı hazırladı. İş okul müdürünün imzasına kaldı. Hafta sonu Ünye’ye gidip eşyalarımı getirip lojmana yerleştim. Müdür ertesi pazartesi günü geldi. Elbirliğiyle okulu öğrencilerin hizmetine açtık. Bütün sözel derslere ben giriyordum, fen ve matematik derslerine de okul müdürü giriyordu. “Pelitliyatak’ta işittiğim rivayete göre Akkuş’un köylerinden birinde bir ilkokul öğretmeni görev yapmaktadır. Öğretmen şehirle köy arasındaki köprüdür. Medeniyetin köye yansıyan yüzüdür. Naylon çorap giymek bir özlemdir köylü için, medeniyetle tanışmaktır. Öğretmene aşık olan ancak ailesi tarafından köyün çobanı ile evlendirilen genç kız, öğretmen köyden ayrılıp gidince hem talihine ağıt yakar, hem de içindeki naylon çorap giyme özlemini bu türkü ile dile getirir...” Toplam yirmi iki öğrencimiz vardı. On biri orta iki, on biri orta üçüncü sınıftaydı. Orta birinci sınıfa o yıl öğrenci alınmamıştı. Karlı bir kışın bizi zaman zaman mahsur bıraktığı, ilçeye inemediğimiz için aşsız ekmeksiz kaldığımız birinci dönemi iki öğretmenle atlattıktan sonra ikinci dönem birkaç öğretmen daha atandı okulumuza. Şubat, Mart derken 1987 yılının Nisan’ına ulaştık. Ünye ve Pelitliyatak yirmi iki yıllık öğretmenlik hayatımın en meşakkatli aynı zamanda en zevkli günlerinin hatırasını taşır. Pişmanlıklarımın, imkânsızlıklara meydan okuyuşumun, delice kararlarımın ilk durağıdır burası. Geriye dönüp her baktığımda burada geçen zamanın, dudaklarımda yarım kalmış bir “hayali cihan değer” tebessüm olduğunu görürüm. Yol vermeyen dağlar, açılmayan yollar ve pembeyle yeşilin her tonunu içinde barındıran yaylalar uzaktan bana el eder. 42 Mayıs 2009 GÜNDEM Bakan Çelik, 'Medeniyetler İttifakı İkinci Forumu'nda Konuştu Çırağan Sarayı'nda düzenlenen Medeniyetler İttifakı İkinci Forumu çerçevesinde "Diyalog İçin Eğitim: Barışı İnsanların Zihinlerinde İnşa Etmek" başlıklı 3. Genel Kurul Oturumu yapıldı. Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik, oturumda yaptığı konuşmada, diyaloğun olabilmesi için insanların öncelikle birbirlerini tanıması ve anlaması gerektiğini belirterek, "En çok hoşlanmadığımız şey en çok bilmediğimiz şeydir, en çok anlamadığımız şeydir" dedi. Bir öğrencinin eğer bir dersten nefret ediyorsa o dersi anlamadığı için nefret ettiğini ifade eden Çelik, öğrencilerin en hoşlanmadığı dersin onların anlamadığı ders olduğunu söyledi. Bakan Çelik, "Barışı zihinlerde kurabilmek için öncelikle okullardan, çocuklardan, ders kitaplarından, eğitim müfredatlarından başlamak lazım" diye konuştu. İnsanların hayallerini hatıralarının önüne geçirmesi gerektiğine de işaret eden Çelik, şöyle devam etti: "Eğer 15, 16, 17, 18. yüzyıllarda meydana gelen olayları bugünün yükselen değerleri, bugünkü demokratik anlayış ve genel kabuller çerçevesinde değerlendirirsek aslında sınıfı geçebilecek, karnesi düzgün olan çok fazla ülke ve millet bulamazsınız. Biz önümüze bakmak zorundayız. Sürekli dikiz aynasına bakarak kimse araba kullanamaz. Arabanın bir küçük dikiz aynası vardır. Arada bir arkanızı yoklamanız lazım ama çok büyükçe bir ön camı da vardır. Oradan mutlaka önünüze bakmak zorundasınız ve önünüze bakarak araba kullanırsınız. Tarih eğitimi şüphesiz ki son derece önemlidir. Geçmişte olan bitenleri yeni nesillere aktarmak çok önemlidir. Niçin önemlidir? Geçmişte düşülen hatalara bugün tekrar düşmemek için önemlidir." Tarih öğretiminin bütün milletler için önemli olduğuna dikkatleri çeken Bakan Çelik, "Milletler arasında tarihte yaşanmış olan acıları eğer bugüne taşımak için tarih eğitimi verirseniz zihinlerde barışı inşa edemeyiz" dedi. Çocuklara küçüklükten itiba- 43 ren “insan olmak” gibi bir üst kimlik duygusu verilirse dünyada barışın inşa edilebileceğini belirten Bakan Çelik, insan olmanın karşıdakini ötekileştirmeden onu kabullenmeyi ve saygı duymayı gerektirdiğini anlattı. Bakan Hüseyin Çelik, hiçbir insanın birbirine benzemediğini, aynı yumurta ikizlerinin bile birbirlerinden farklılıkları olduğunu belirterek, bu kadar farklılığa rağmen insan olmak gibi bir üst kimlik olduğunu ve bu çokluk içinde birliğin gerçekleşebileceğini kaydetti. "Ben insanların kendi şahsi özelliklerini koruyarak, milletlerin kendilerine has özellikleri ve güzellikleri koruyarak birbirleriyle anlaşmalarını, farklı dinlere mensup olan insanların, farklı inançlara mensup olan insanların farklılıklara rağmen bir arada yaşamalarını gökkuşağının güzelliğine benzetirim" diyen Bakan Çelik, gökkuşağı renklerinin armonik olarak bir arada bulunduğunu ifade etti. Bakan Hüseyin Çelik, "İnsanlar eğer sen veya ben anlayışına sahip olursa yeryüzünde Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim barış olmaz. Bu ‘veya’ kelimesini ‘ve’ ile değiştirmek zorundayız. ‘Sen veya ben’ yerine, ‘sen ve ben’ dersek, herkes bu halka içine girer. ‘Sen veya ben’ anlayışı düellocu bir anlayıştır. ‘Ya sen ya ben’ ile insanlığı karşı karşıya bırakmamalıyız. ‘Hem sen hem ben’ demek zorundayız" diye konuştu. unsurlardan ders kitaplarını ayıkladık." dedi. Eğitimde 40 yıllık müfredatın bu anlayışla değiştirildiğini de kaydeden Bakan Çelik, "Komşuları, başka milletleri rahatsız edeceğini düşündüğümüz bütün Bakan Çelik, barışın zihinlerde, beyinlerde ve yüreklerde inşa edilmesinde eğitimin anahtar kelime olduğunu vurguladı. "Okul Liderliğinin Geliştirilmesi" Konferansı Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. bir yönetici' demek değildir. Bir sayan, okul idarecileri, öğret- Hüseyin Çelik, Başkent Öğret- okulda, hademeden tutun teknik menler ve öğrenciler üzerinde menevinde, MEB Dış İlişkiler personele, idare memurlarından yaptığı araştırmaya değinen Ba- Genel Müdürlüğü ve OECD iş- öğretmenlere, müdüre tüm oku- kan Çelik, "OECD, bu birikimi birliğiyle düzenlenen "Okul Li- lun işleyişinde söz ve rol sahibi bizlerle paylaşıyor. Bu çalışta- derliğinin Geliştirilmesi" konulu olanlar, bunun dışında okul aile yın temel amacı budur. 21. yüz- konferansa katıldı. birliği, öğrenciler, hepsi eğer bu yılda okul liderliği nasıl olmalı- halkanın içine dahil edilmiyorsa, dır, nasıl olmamalıdır? Bu soru- eğer onların düşünceleri değer ların cevabını araştırdığımız za- bulmuyorsa, orada başarılı bir man uluslararası bir tecrübeden yöneticilikten söz etmek müm- yararlanacaksak, bu çalışma bi- kün değildir. Okul idaresi, tüm zim için çok önemli bir veri oluş- öğretmenler, yardımcı personel, turacaktır" diye konuştu. Konferanstaki konuşmasında, yönetim ve okul liderliği anlayışının değiştiğini belirten Bakan Çelik, 40-50 yıl önceki yönetim anlayışına göre, bugünün ve yarının okullarını yönetemeyeceklerini söyledi. veliler ve öğrencileri sürece dahil etmeyen, onlarla birlikte ar- Artık yönetimden çok "yöne- monik bir çalışma sergilemeyen tişim" anlayışının hâkim olduğu- bir yönetici, asla başarılı bir yö- nu ifade eden Bakan Hüseyin netici değildir." lü" biçmenin doğru bir anlayış olmadığını bildirdi. tiştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, "Okulların modern çağın Okul liderliğinden söz edilir- mesi, insan yönetiminin ve eğiti- ken, bir işletmenin liderliğinden minin bu anlayışla yapılması, söz edilmediğini vurgulayan Ba- artık kesinlikle kaçınılmazdır" kan Çelik, "Okulda insan, finans ifadesini kullandı. Bakan Çelik, şunları kaydet- yönetimiyle birlikte aynı zaman- ti: "Bir okul müdürü düşünün, da bilgi yönetimi de vardır" dedi. birlikte çalıştığı her insanı, eğer o yönetime katmazsa, 'başarılı nının küresel şartlara göre ye- gerektirdiği bir anlayışla yönetil- Çelik, modern yönetim anlayışında yöneticilere "lokomotif ro- Bakan Çelik, günümüz insa- OECD'nin birçok ülkeyi kap- 44 2005 yılından itibaren her okulun müstakil bütçesi olduğunu anımsatan Bakan Çelik, Ma- Mayıs 2009 yıs ayından itibaren bütün okul- Bakan Çelik, "20-30 yıl aynı Konferansın açılışında konu- larda "e-bütçe" uygulamasına okulda çalışan, o okulu kanıksa- şan Dış İlişkiler Genel Müdürü geçileceğini bildirdi. yan, artık heyecanını yitirmiş Prof. Dr. İbrahim Özdemir de, iki olan arkadaşlarımıza 'mekân gün sürecek olan toplantının değişikliğinde ferahlık var' de- önemli bir eksikliği gidereceğini dik. Ama ne yazık ki statükocu söyledi. Bakan Hüseyin Çelik, yöneticilik kabiliyetinin çok önemli olduğunu da belirterek, okul müdürleriyle ilgili yaptıkları yönetmelik değişikliğini hatırlattı. anlayış bundan da hoşlanmadı" dedi. 6. Dönem Türkiye Öğrenci Meclisi 6. Dönem Türkiye Öğrenci Meclisi TBMM Başkanvekili Eyyüp Cenap Gülpınar'ın başkanlığında toplandı. Gülpınar'ın, birleşimi açmasının ardından İstiklâl Marşı okundu. Başkanvekili Gülpınar, yaptığı konuşmada, öğrencileri, millî iradenin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisinde görmekten büyük memnuniyet duyduğunu ifade etti. Öğrencilerin, geldikleri yerlerin güzelliğini, ülke ve yurt sevgisini, başarma ve ilerleme azmini, Meclise getirdiklerini ifade eden Gülpınar, şöyle konuştu: "Meclisimizi umut ve başarma heyecanıyla doldurdunuz. Sizler, coşku ve ideallerinizle gelecek güzel günlerin habercilerisiniz. Bu ideallerinizi ve coşkunuzu hiç kaybetmemeniz en büyük temennimizdir. Başarma azminizi bilimin ateşiyle tutuşturup, yarınlara ışık tutacağınıza inancımız tamdır. Okullarınızda ve illerinizde yapılan zorlu bir seçim döneminin ardından buraya geldiniz. Bu yarışta gösterdiğiniz olgunluk ve örnek demokrasi başarısı dolayısıyla hepinizi kutluyorum. Ülkemizde genel ve yerel seçimlerden sonra en büyük seçim olan Türkiye Öğrenci Meclisi seçimlerinde önemli bir deneyim yaşadınız. 13 milyon öğrencimizin katılımıyla büyük bir demokrasi sınavından geçtiniz. Bu projenin amaçlarından olan seçme ve seçilme, işbirliği ve katılım süreçlerini yaşayarak öğrendiniz. Demokrasi kültürünüzü geliştirme imkânı buldunuz." Seçimler sonunda il temsilcisi olma hakkını kazananları kutlayan Gülpınar, şunları kaydetti: "Sizlere güvenimiz ve inancımız tamdır. Türkiye Öğrenci Meclisi Projesinde kazandığınız bu deneyim sizlerin gelişmesine, demokrasiyi yaşayarak öğrenmenize büyük katkı sağlayacaktır. Yine bu kutsal çatı altında diğer 45 illerimizden gelen öğrenci meclisi üyesi arkadaşlarınızla birlikte çalışacaksınız. İşbirliği, ortak çalışma ve karar alma deneyimlerini yaşayacaksınız. Farklı düşünce ve fikirleri dinleme, düşüncelerinizi paylaşma imkânı bulacaksınız. Diyalog ve uzlaşı kültürünüzü geliştireceksiniz. Bu deneyimin sizlere kazandırdıkları ve demokratik süreçlerde edineceğiniz tecrübeyle demokrasimizin gelişmesine katkı sunacaksınız. Edineceğiniz özgürlükçü ve katılımcı demokrasi kültürü, saygı, sevgi ve hoşgörü anlayışıyla ülkemiz çok daha ilerilere gidecektir. Cumhuriyetimizin temel hedefi olan çağdaş uygarlık düzeyine sizlerin saygın çabalarıyla ulaşacağız." Gülpınar, 89 yıl önce açılan Meclisin, millî mücadeleyi başarıya ulaştırdığını ve milletin başının eğdirilemeyeceğini bir kez daha bütün dünyaya gösterdiğini belirterek, "Bugün, milletimiz ve ülkemiz için çok onurlu bir Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim gündür. İstiklal mücadelemizin en önemli adımının atıldığı gündür" dedi. TBMM Başkanvekili Gülpınar, 89 yıl önce bugün, mütevazı bir binada bir araya gelen vatan sevdalısı milletvekillerinin, büyük zorluklarla milletin özgürlük destanını yazdıklarını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Onlar, milletimizin kaderini omuzladıklarının bilincini daima hissetmiş, bu onurlu görevi başarıyla yerine getirmişlerdir. Ardından Cumhuriyetimizi kurarak ve modem devrimleri gerçekleştirerek bize çağdaş bir ülke kazandırmışlardır. Dünyada, parlamentosunun millî mücadelesini yürüttüğü ve başarıya ulaştırdığı tek millet olmanın onurunu yaşıyoruz. Millî mücadelemizi yürütmesi ve başarıya ulaştırmasından dolayı 'Gazi' unvanı alan bir Meclise sahip olmanın gururunu daima hissediyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışıyla millî irade tecelli etmiş ve bu ilke daima üstün tutulmuştur. İstiklal mücadelemizin önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, Anadolu'da kongrelerle ve toplantılarla yürüttüğü örgütlenme çalışmasının ardından Meclisimiz açılmış ve milletimiz bu irade etrafında kenetlenerek millî mücadelemizi yürütmüştür. 2010 yılında, yani Meclisimizin açılışının 90. yılında yapacağımız etkinliklerle istiklal mücadelemizdeki heyecanı daha büyük bir coşkuyla kutlayacağız. 19 Mayıs 2009'da başlayacak ve 23 Nisan 2010’a kadar sürecek olan programlarla Ulu Önder'in Samsun'a çıkışıyla başlayan ve Meclisin açılmasıyla önemli bir aşamaya ulaşan sürecin daha iyi bilinmesi sağlanacak. Etkinliklerle Meclisimizin açılışına giden zorlu aşamanın ve bu çabada nasıl bir vatanperverlik duygusunun yattığı daha iyi anlaşılacak. Etkinlik kapsamında Anadolu'da direnişin sembolü olan illerimizde geniş kutlamalar yapmayı arzu ediyoruz. Amacımız, Meclisimize hayat veren, millî mücadelemizin kalesi olan illerimizde, millî egemenlik coşkusunu milletimizle beraber kutlamaktır. Bu toprakların nasıl vatan yapıldığını, Meclisimizin hangi amaçla açıldığını gençlerimize daha iyi anlatabilmektir." Millî mücadeleden, kurucu iradeden aldıkları ilhamla çağdaşlaşma ideali için çalıştıklarını anlatan Gülpınar, öğrencilere şöyle seslendi: "Cumhuriyetimi- zin 100. yılında dünyanın gelişmiş 10 büyük ekonomisi içerisinde yer almak hedefimizi hep birlikte gerçekleştireceğiz. İlim yuvalarında, aydınlanma ve gelişme için çalışan siz gençlerimiz en büyük gücümüzsünüz. Dünya barışı, insanlığın gelişimi, adalet ve refahın yaygınlaşması için çalışacağınızdan şüphemiz yoktur. Demokrasi ve laiklikten, hukukun üstünlüğünden, temel hak ve özgürlüklerden, sevgi ve hoşgörüden ayrıl- 46 mayacağınıza inancımız tamdır. Eğitimciler, aileler ve yöneticiler olarak sizlerin, eğitim çağındaki 20 milyon gencimizin daha iyi eğitim alması için çalışıyoruz. Sizleri, nadide birer çiçek gibi görüyoruz. Çiçek bahçesinde güller büyütür gibi sizleri yetiştirmeye çalışıyoruz. İlerde çalışma hayatına atıldığınızda elde edeceğiniz başarılar dolayısıyla gurur duymak istiyoruz. Artık küresel hale gelen rekabette, gelişmiş ülkelerdeki akranlarınızla yarıştığınızı ve kendinizi evrensel ölçülerde geliştirmeniz gerektiğini unutmayınız. Bunun için dünyaya, küresel gelişmelere açık olunuz. Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin gençlerin omuzlarında yükseleceğine olan inancını defalarca vurgulamış, gençlerimizin toplumsal rolüne dikkat çekmiştir. Atatürk'ün uygarlık yolunda en büyük güvencesi olan gençlerimiz, bu güveni boşa çıkarmayacaktır. Kendinize güveniniz ve çok büyük bir milletin evlatları olduğunuzu unutmayınız." TBMM Genel Kurulunda, 6. Dönem Türkiye Öğrenci Meclisinin açılışında konuşan Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik, demokrasi kültürü ve eğitiminin önemli olduğunu belirterek, konuyla ilgili okullarda teorik bilgilerin verildiğini, ancak gençlerin bunu bizzat yaşayarak öğrenmelerini istediklerini anlattı. Mayıs 2009 Bakan Çelik, proje kapsamında 41 bin 441 okulda öğrenci meclisleri oluşturulduğunu, tüm okulların öğrenci meclisi başkanlarını seçtiklerini, daha sonra il ve ilçelerde başkanların seçildiğini kaydederek, "Sizler 81 ilde ipi göğüsleyerek kendi illerinizi temsil etme hakkı elde ederek buraya geldiniz. Bu son derece önemli bir süreçti" dedi. Atatürk tarafından Cumhuriyet kurulduktan sonra en büyük idealin "Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak olduğunu" kaydeden Bakan Çelik, şöyle konuştu: "Anayasada; Cumhuriyetimizin, devletimizin özellikleri ifade edilirken 'Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir' deniyor. Yeryüzünde değişik cumhuriyetler vardır; totaliter, sosyalist, teolojik, bürokratik ve demokratik cumhuriyetler vardır. Cumhuriyetin başına getirdiğiniz sıfat, bizatihi önemlidir. Bugün dünyada iki çeşit rejim, yönetim biçimi var; birisi monarşi, birisi de cumhuriyettir. Monarşiler, eğer bir hanedanın iradesine dayanıyorsa, söz ve karar alma hakkı bir kişiye, hanedana, krala, şaha, padişaha, melike, emire aitse, orada monarşi vardır. Monarşiler zaman zaman sınırlandırılır, yetkiler parlamentolarla belli bir sınıra çekilir. Orada da meşruti monarşi vardır. Ama bunun dışında cumhuriyetler vardır. İngiltere, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, İs- panya krallıkla yönetilmektedir. Ama orada demokrasinin en güzel şeklini bulabilirsiniz. İlkokuldan itibaren bize cumhuriyeti, demokrasi diye anlattılar. Demokrasi ile Cumhuriyet farklı şeylerdir. Tek başına Cumhuriyet, demokrasiden soyutlanmış cumhuriyet derdimize deva olmaz. Tercihimizi demokratik cumhuriyetten yana kullanmışız. Demokrasimizin en mükemmel, en olgun hala gelmesi için hep birlikte çabalamak zorundayız. Ancak bu şekilde istikbale emin adımlarla yürüyebiliriz. Demokrasiyi küçük yaşlardan itibaren çocuklarımıza öğretmek, demokrasi kültürünü gençlere öğretmek, onların temsil mekanizmasını öğrenmeleri, özümsemeleri bu projenin amacıdır. Farklılıklara rağmen, farklı etnik köken, anadil, farklı bölge ve coğrafi özelliklere rağmen bu ülkede yaşayan 71,5 milyon insanın ülkenin saygın, birinci sınıf vatandaşı olduğu, birbirinin kardeşi, müşterek bir vatanda, müşterek bayrak altında yaşadığı, müşterek devlete sahip olduğunu, müşterek menfaatlerinin olduğu duygusunu bütün gençlere ve çocuklarımıza vermek zorundayız." Bakan Çelik, "Gönül Köprü- sü" projesiyle ülkenin batısından doğusuna, doğusundan batısına 100 bin çocuk ve genci taşıdıklarını belirterek, başarıyla uygulanan projeyi bu yıl uluslararası düzeye taşıdıklarını kay- 47 detti. Bakan Çelik, "Göreceksi- niz bunu da en güzel şekilde yapacağız. Almanya, Belçika, Hollanda, Kazakistan, Azerbaycan ve Kırgızistan ve Türkiye'deki kardeşleriniz kucaklaşacak ve müşterekleri bir araya getirecekler, gönül köprüleri oluşturacaklar" dedi. Cumhuriyet'in çok zor şartlar altında kurulduğunu, Ankara'nın küçük bir Anadolu kasabası iken, bugün Avrupa'nın büyük metropol kentlerinden biri olduğunu anlatan Bakan Çelik, Cumhuriyet kurulurken Türkiye'de bir tek üniversite varken, şimdi üniversitesi olmayan il kalmadığını hatırlattı. Türkiye'de 132 üniversite bulunduğunu, son 6 yılda 56 yeni üniversite kurulduğuna işaret etti. Dünyada ekonomik kriz, Türkiye'de işsizlik yaşandığını, herkesi rahatsız eden olumsuzlukların olduğuna dikkati çeken Bakan Çelik, "Sizin güzel yürekleri- nize asla ve asla karamsarlığın gölgesi düşmesin. Ben size romantik bir iyimserlik teklif etmiyorum. Bir ağabeyiniz, Millî Eğitim Bakanınız olarak daima iyimser olun diyorum. Ancak romantik iyimserlik değil, size gerçekçi bir iyimserlik tavsiye ediyorum. Romantik iyimserler sadece tünelin ucundaki ışığı görürler. Ama gerçekçi iyimserler, hem tünelin karanlığını, ucundaki ışığı görür hem de gelmesi ihtimal dahilindeki treni görür, hesaplarını ona göre yapar, ted- Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim birlerini alır ve yoluna devam eder, ışığa doğru yürümeye devam eder" dedi. Atatürk'ün gösterdiği çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkma idealinin, aslında ışığa doğru yürümek anlamına geldiğini, ülkeyi ışıklı altın ufuklara götürme ideali olduğunu ifade eden Bakan Çelik, "Bunu slo- ganla gerçekleştirmemiz, laf üreterek, hamaset yaparak yapmamız mümkün değildir. Sabah akşam biz milliyetçilik nutukları atarsak, sabah akşam sadece bunlardan söz edersek, bunu söylemde bırakıp eyleme geçiremezsek anlamlı olmaz. Herkes işini iyi yaparsa, asıl milliyetçilik, vatanperverlik o olur. Biz hayallerimizi, hatıralarımızın önüne geçirmek zorundayız. Geçmişimiz hatıralarımızdır, bugün bizim gerçekliğimizdir, yarın ise hayallerimizdir. Eğer büyük düşünürsek büyük işler yaparız. Hepimizin ütopyası olması lazım. Ütopyalarınız yoksa önünüze büyük hedef koymamışsınız demektir" diye konuştu. sahiptir. Geçici sıkıntılar olabilir, ekonomik sıkıntılar, zaman zaman işsizlik oranlarında artışlar olabilir. Çünkü biz küresel dünyada yaşıyoruz. New York Borsası hapşırsa, biz burada nezle oluyoruz. Biz bugün bir yol ayırımındayız. Biz ulusal fukaralık ve içe kapanmayı mı tercih edeceğiz, yoksa ulusal zenginlik ve açılımdan yana mı olacağız? Türkiye, gündemi belirlenen, yönetilen, yönlendirilen pasif bir ülke mi olacak yoksa yöneten ve yönlendiren iradenin bir parçası mı olacak? Buna karar vermek zorundayız. Biz dünyayla, insanlıkla birlikte hareket etmek zorundayız. Türkiye, dünyanın kendisinden çok söz edilen ve yıldızı her geçen gün parlayan bir ülkesidir. Gelişmekte olan bir ülkeyiz. 'Niçin bizde devlet memurları Finlandiya düzeyinde maaş almıyor, okullarımız niye ABD'deki okullar gibi değil' demek, gerçekçi bir yaklaşım değil. Hedef ve ideal, medeni dünyayı, AB standartlarını yakalamaktır. Buna göre hareket ediyoruz." Bakan Çelik, Türkiye'nin, Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olduğunu, bunun dünyanın hiçbir servetiyle kıyaslanmayacağını belirterek, konuşmasını şöyle tamamladı: "Bu genç nü- fus, eğitimli, sağlıklı, karnı tok, sırtı pek olursa ve idealizmle beslenmişse, Türkiye'nin önünde durabilecek bir güç yoktur. Türkiye böyle bir potansiyele Konuşmaların ardından 6. na etkin ve verimli bir şekilde katılacağıma, Meclis tarafından verilen görevleri en iyi şekilde yerine getireceğime, demokrasi kültürünü okulda ve toplumda yaşatacağıma, millî ve manevi değerler ile insan hak ve özgürlüklerine saygı duyacağıma, Atatürk'ün gösterdiği çağdaş ve demokratik hedeflere ulaşmak için azimle çalışacağıma ant içerim" şeklindeki metni okudu. Ankara Öğrenci Meclisi Başkanı Talha Çakıroğlu'nun ant içmesinden önce Atatürk için 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Ant içme törenin ardından birleşimi yöneten TBMM Başkanvekili Eyyüp Cenap Gülpınar, öğrencileri tebrik etti. Daha sonra 4 ilin Öğrenci Meclisi Başkanları, Başkanlık Divanı üyelikleri için kendi listelerine oy istedi. Konuşmaların ardından, yapılan seçimleri 28 oyla Ersin Kök'ün listesi kazandı. Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi öğrencisi olan Ersin Kök başkanlığa seçildi ve ardından teşekkür konuşması yaptı. Dönem Türkiye Öğrenci Meclisi Ağrı Öğrenci Meclisi Başka- üyesi öğrencileri yapılan seçim- nı Seher Yılmaz Başkanvekili, lerle Başkanlık Divanı üyelerini Kahramanmaraş Öğrenci Mecli- belirledi. si Başkanı Uğur Bozkuş ve TBMM Genel Kurul Salonun- Düzce Öğrenci Meclisi Başkanı daki özel birleşimde 81 ilden ge- Muhammed Siyami Çinar katip len öğrenci meclisi başkanları, üye olarak görevlerine başladı. yaklaşık 1 saat süreyle ant içti. Öğrenciler, "Meclis çalışmaları- 48 Gülpınar, görevini Çelik'e devretti ve birleşime ara verdi.