Tabiat ve İnsan - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Transkript
Tabiat ve İnsan - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Tabiat ve İnsan n a t u r e Aralık 2010 • Yıl: 44 • ISSN: 1302-1001 a n d m a n Başyazı Tabiat ve İnsan ULUSLARARASI BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK YILINI GERİDE BIRAKIRKEN… B irleşmiş Milletler tarafından “Biyoçeşitlilik hayattır, Biyoçeşitlilik bizim hayatımızdır” sloganı ile ilan edilen “2010 Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı” dünyamızın biyolojik çeşitliliğin öneminin anlaşılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla yürütülen pek çok etkinlik, kampanya ve bilimsel çalışmalar ışığında hazırlanan raporlar ve sunulan göstergeler ile yerini yeni bir temaya “2011 Uluslararası Orman Yılı”na bırakıyor. takip edilmesi ve dersler çıkarılması gereken diğer bir çalışma olmuştur. Bu küresel çalışma, dünyanın her yerinden bilim, ekonomi ve politika konusunda uzmanlık, tecrübe ve bilgiyi bir araya getirerek ekosistemlerin ve biyoçeşitliliğin barındırdığı mal ve hizmetlerin ekonomik değerini ve biyoçeşitliliğin kaybının neden olacağı küresel, bölgesel ve yerel ekonomik kayıpları oldukça güçlü kanıtlarıyla, dünya örnekleri ile ortaya koymuştur. Bir yıl biterken dünya biyolojik çeşitlilik adına neleri tartıştı, hangi hatalarımızı öne çıkardı, nasıl politikalar belirledi ve bilim insanları insanlığı gelecekte karşı karşıya kalınacak felaket için şimdiden nasıl uyardı? Dünyada ve Avrupa’da bilimin ışığında biyolojik çeşitliliğin önemi her yönüyle ortaya çıkarılmaya, aynı zamanda kayıplar endişeyle takip edilerek gerek bölgesel gerekse küresel ölçekte yeni tedbirler belirlenmeye çalışılırken ülkemizde ise biyolojik çeşitliliğimizi koruma adına gelişmeler yeterli seviyede olamamıştır. 2010 yılını geride bırakırken hidroelektrik santrallerinin gelişi güzel, hiçbir bilimsel alt yapısı olmadan her dereye her çaya kurulması, içeriği tabiatı korumaktan uzak tartışmalı bir tabiatı koruma yasası, korunan alanlar üzerindeki baskıların artarak devam etmesi, 2B alanları gibi konular üzerinde dünyadaki gelişmelerden uzak, bilimsel çalışmalardan ders çıkaramayan bir yaklaşımla biyolojik çeşitliliğimizin yok oluşunu endişeyle izlemekteyiz. 2002 yılında yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde Binyıl Kalkınma Hedefleri belirlendi. Bu hedeflerden “Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması” başlığı altında “2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybının önemli ölçüde azaltılması” hedefi yer almıştı. Bu hedefe ulaşmak için ise BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf Devletler 2004 yılında yapılan VII. Taraflar Konferansında 2010 Biyoçeşitlilik Hedeflerini onayladı. Böylece neredeyse bütün dünya 2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybını önemli ölçüde azaltmayı taahhüt etti. Avrupa Birliği ise 2006 yılında bu hedefe ulaşma yolunda kendisine bir yol haritası çizdi: AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı. Avrupa Komisyonu AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı kapsamında 2010 yılında hedeflere ne ölçüde ulaşılabildiğini değerlendiren bir rapor yayınladı. Bu raporda yer alan göstergeler ise maalesef biyoçeşitlilik kaybının önlenmesinde belirlenen hedefe ulaşılamadığını göstermektedir. Biyoçeşitliliğin küresel anlamda ekonomik değerini ortaya çıkarmak amacıyla yine Birleşmiş Milletler mihmandarlığında yürütülen “Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Ekonomisi” çalışması ise, çıktıları dikkatle Her yeni yıl yeni umutlar ve hedeflere ulaşmak için yeni çalışmalar demektir. 2011 Uluslararası Orman Yılının geleceğe dair yeni umutlar ve ülkemizin doğasının ve doğal kaynaklarının korunmasında başarılar getirmesini dilerim. Dr.Ülkü MERTER Genel Sekreter 1 TÜRKİYE TABİATINI KORUMA DERNEĞİ TURKISH ASSOCIATION FOR THE CONSERVATION OF NATURE TABİAT VE İNSAN IUCN NATURE AND MAN Sahibi / Owner TTKD adına Genel Başkan Yunus ENSARİ The World Conservation Union TTKD DünyaKoruma Birliği (IUCN)’nin Üyesidir İÇİNDEKİLER / CONTENTS Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Serap KANTARLI Yayın Kurulu / Editorial Board Dr. Vehbi ESER Dr. Ülkü MERTER Ali Rıza KOÇ Suhan ORAY Zeki TARHAN Av. Tuncay AKI Yayın: Yerel Bilim Kurulu / Scientific Board Prof. Dr. İrfan ALBAYRAK Prof. Dr. Mustafa AYDOĞDU Prof. Dr. Yusuf AYVAZ Prof. Dr. Murat BARLAS Prof. Dr. İhsan BULUT Prof. Dr. Şükran ÇAKIR ARICA Prof. Dr. Hayri DUMAN Prof. Dr. Musa DOĞAN Prof. Dr. Ali ERDOĞAN Prof. Dr. Sümer GÜLEZ Prof. Dr. Emrullah GÜNEY Prof. Dr. Saime ÜNVER İKİNCİKARAKAYA Prof. Dr. Mustafa KURU Prof. Dr. İlhami KİZİROĞLU Prof. Dr. Latif KURT Prof. Dr. Meral AYDENİZÖZ ÖZKAYHAN Prof. Dr. Ali ÖZPINAR Prof. Dr. Mehmet SEREZ Prof. Dr. Güner SÜMER Prof. Dr. Duran TARAKLI Prof. Dr. Levent TURAN Prof. Dr. Hakan YARDIMCI Prof. Dr. Sedat YERLİ Prof. Dr. Nurettin YILDIRAK Doç. Dr. Seyit AYDIN Doç. Dr. Kenan PEKER Doç. Dr. Şükran ŞAHİN Doç. Dr. Atilla YILDIZ Yrd. Doç. Dr. Tamer ALBAYRAK Yrd. Doç. Dr. Adnan ALDEMİR Yrd. Doç. Dr. Ceyhun GÖL Yrd. Doç. Dr. Ayşe MENTEŞ GÜRLER Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul GÜREŞÇİ Yrd. Doç. Dr. Özgül KELEŞ Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ Yrd. Doç. Dr. Nazan KUTER Yrd. Doç. Dr. Kayhan MENEMENCİOĞLU Yrd. Doç. Dr. Fatih MÜDDERRİSOĞLU Yrd. Doç. Dr.Nahit PAMUKOĞLU Yrd. Doç. Dr. M. Ali TABUR Yrd. Doç. Dr. Nedim ÖZDEMİR Yrd. Doç. Dr.A. Selçuk ÖZEN Öğ. Gör. Hakan SERT Öğ. Elem. Uzman Aysu BESLER Ön Kapak Fotoğrafı : Dr. Bülent GÖZCELİOĞLU Echinaster sepositus, Retzius, 1783 AYVALIK BAŞYAZI ULUSLARARASI BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK YILINI GERİDE BIRAKIRKEN......................... 1 Dr. Ülkü MERTER BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK ................................................................................................... 3 Dr. Mehmet KARAKAŞ ÜRÜK KÖYÜ ÇIPLAK/CILBAH GÖL VE GÖNDÜREN GÖLÜ YÜZEN ADALARI (DİVRİĞİ-SİVAS) ................................................ 9 Prof. Dr. İhsan BULUT Yrd. Doç. Dr. Gülpınar AKBULUT BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ YOK EDİLEN AZAP GÖLÜ........................................................ 25 Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ AVRUPA’DA BİYOÇEŞİTLİLİK KAYBI DURDURULAMADI ............................................. 31 Hüsniye KILINÇARSLAN ÇEVREMİZDEKİ GÜVERCİNLER..................................................................................... 35 Esra TOPAKTAŞ TÜRKİYE’NİN İLK SU ENSTİTÜSÜ SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİNDE KURULDU . .................................................................................. 43 Yrd. Doç Dr. Erol KESİCİ Prof. Dr. Semiha BAHÇELİ Fiyatı: 10 TL Adres: 2. Menekşe Sk. 29/4 Kızılay 06440 ANKARA Tel: (0.312) 425 19 44 - 419 09 91 Fax: (0.312) 417 95 52 E-posta: ttkder@ttkder.org.tr www.ttkder.org.tr Yazıların tüm teknik ve hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. İleri sürülen fikir ve iddialar derneğin görüşünü yansıtmayabilir. Dergiye gönderilen yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilemez. Yazar ve kaynak belirtilerek bu dergiden alıntı yapılabilir. Basım Tarihi: 08.12.2010 KISA HABERLER .......................................................................................................... 47 Yapım: ARK GRUP Hoşdere Caddesi 200/8 Çankaya / ANKARA Tel: 0 312 439 55 95 • Fax: 0 312 440 04 84 www.arkgrup.com Grafik Tasarım: Sibel CEBE Tabiat ve İnsan Biyolojik Çeşitlilik Biological Diversity Dr. Mehmet KARAKAŞ Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü 06100 Tandoğan-Ankara mkarakas@science.ankara.edu.tr ÖZET Biyolojik çeşitlilik ya da biyoçeşitlilik, dünyadaki organizmaların çeşitliliğidir. Biyolojik çeşitlilik bu organizmaların genetik farklılıklarıyla bir araya toplanmasıyla şekil almıştır. Yeryüzündeki bütün yaşam, birbiri ile bağlantılı bir canlı sistemler topluluğudur. Bu topluluk, dünyanın canlı olmayan komponentleri ile de ilişki içindedir. Atmosfer, okyanuslar, tatlısular, kayalar ve topraklar hepsi bir bütünü teşkil eden yaşam ortamlarıdır. İnsanlık tamamen bu yaşam topluluğuna bağımlıdır. Biyolojik çeşitliliğin tasavvur edilen en geniş tanımı genler, türler ve ekosistemlerin ilişkisi olarak bize yansır. Anahtar Kelimeler: Biyolojik çeşitlilik, genetik çeşitlilik ABSTRACT Biological diversity or biodiversity is the variety of the world’s organisms, including their genetic diversity and the assemblages they form. All life on earth is part of one great, interdependent system. It interacts with and depends on, the non-living components of the planet; atmosphere, oceans, freshwaters, rocks and soils. Humanity depends totally on this community of life. The breadth of the concept reflects the interrelatedness of genes, species and ecosystems. Key Words: Biological diversity, genetic diversity 3 Tabiat ve İnsan Giriş B iyolojik çeşitlilik ya da kısaca biyoçeşitlilik, bir bölgede bulunan canlıların tür ve sayı bakımından zenginliğini veya sıklığını belirten bir ifadedir. Ancak aynı tür canlı topluluklarının bireyleri arasında bile, yaratılış ve davranış bakımından genetik farklar bulunabilmektedir. Hatta aynı tür bireyleri farklı coğrafi bölgelere de yayılmış olabilir. Biyolojik çeşitlilik buna göre geniş anlamda “genetik farklılıklara sahip canlı türlerinden oluşan, değişik işlevlere sahip, farklı ekosistemlere yayılmış olan, tür ve sayı bakımından zengin canlılar topluluğudur” diye de tanımlanabilir. (Fotoğraf 1 ve 2) Biyolojik çeşitlilik 4 temel öğeye bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar; 1. 2. 3. 4. Ekosistem çeşitliliği Tür çeşitliliği Genetik çeşitlilik Ekolojik olaylar çeşitliliği olarak sıralanmaktadır. 1. Ekosistem çeşitliliği Her ekosistem sahip olduğu iklim, toprak, edafik, topoğrafik ve biyotik özellikleri bakımından başka ekosistemlere göre az çok farklılıklar gösterir. Böylece ekosistem çeşitliliği ortaya çıkar. Buna aynı zamanda yaşam alanlarının çeşitliliği de diyebiliriz. Ekosistemler orman, mera, sazlık-bataklık, göl, deniz, akarsu ve step gibi farklı özellikler taşıyabilirler. Bazıları tamamen doğal haldeyken, bazıları da insan etkisi ile ileri düzeyde değiştirilmiş ve kent ekosistemi halini almıştır. Ekosistem çeşitliliği arttıkça, ekosistem içindeki habitat ve tür çeşitliliği de artar. Ekosistemlerde tüm canlı toplulukları birbirinin yanı sıra yangın ya da iklim gibi fiziksel ve çevresel etmenlerle de ilişki içindedir. Bu nedenle ekosistem çeşitliliğinin korunması yalnız türler ya da toplulukları değil, bunların ilişki içinde bulunduğu biyolojik olmayan etmenlerin de korunmasını gerektirir. Bunlar su çevrimi, toprak oluşumu, enerji akışı gibi ana ekolojik süreçlerin de mekanizmasını oluştururlar. Sağlıklı ekosistemler, yaşam için olmazsa olmaz şartlardan biridir. Ekosistemler canlılar için gerekli olan temiz hava, su ve oksijen sağlayan pek çok kimyasal ve iklimsel sistemi düzenlerler. 4 2. Tür çeşitliliği Tür çeşitliliği, küresel, bölgesel ya da belli bir yerdeki çeşitliliği tanımlar. Bir grup canlı genetik olarak benzerlikler gösterir ve karşılıklı olarak ürer, bundan türler olarak adlandırılan üretken canlılar ortaya çıkar. Tür çeşitliliği genellikle, belli coğrafi sınırlar içindeki türlerin toplam sayısı ve sıklığı ile ölçülür. Yeryüzünde mevcut olan tür çeşidi sayısının 10 milyon ila 80 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bugüne kadar bu sayının ortalama 1.6 milyonu tanımlanabilmiştir. Çok sayıda tür ise yeni keşifleri beklemektedir. Bir bölgedeki tür çeşitliliği için 2 temel kural vardır. - Çevre koşulları ne kadar çok değişken ise o bölgede bulunan türlerin sayısı da o kadar çoktur. Ancak tür populasyonları içinde birey sayısı azdır. - Çevre koşulları ne kadar az değişken ise o bölgedeki toplam tür sayısı azdır. Ancak tür populasyonları içinde birey zenginliği vardır. 3. Genetik çeşitlilik Genetik çeşitlilik, bir tür içindeki çeşitliliği tanımlar ve belli bir tür, populasyon, çeşit, alt tür veya ırk içindeki gen farklılığı ile ölçülür. Daha açık bir ifadeyle bir bireyin sahip olduğu genler tarafından belirlenen genetik bilgilerin toplamıdır. Bu tip farklılıklar örneğin, evcil hayvanların ve tarımsal ürünlerin üretilmesini ve yaban hayatında değişen koşullara uyumu sağlar. Bir tür içinde çok sayıda birey vardır. Tek yumurta ikizleri hariç, bir canlı türü içindeki bireylerin her biri, genetik bakımdan birbirinden az veya çok farklıdır. Bireylerin akrabalık dereceleri uzaklaştıkça aralarındaki genetik farklılıklar da artmaktadır. Bireyler arasındaki farklılıklar, söz konusu bireylerin, belirli bir karakter için aynı genin farklı çeşidine ya da değişik gen kombinasyonlarına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Bireyler arası genetik çeşitlilik bu nedenle ortaya çıkmaktadır. Bir genin, belirli bir canlı türünün farklı populasyonları arasında farklı sıklıkta bulunması ya da değişik kombinasyonlarda olması, bireyin ait olduğu populasyonların birbirinden farklı olmasına ve populasyonlar arası genetik çeşitliliğe yol açmaktadır. Bu açıklamaya göre genetik çeşitliliği “türler ve populasyonlar arasında ve içindeki kalıtsal varyasyonlardır” şeklinde de ifade edebiliriz. Bir türün gen havuzundaki kalıtsal bilginin çeşitliliği ya da zenginliği o türün genetik çeşitliliğini belirler. Her tür başarılı bir şekilde üreyebilmek, hastalıklara kar- Tabiat ve İnsan şı dayanıklı olabilmek ve değişen yaşam koşullarına uyum sağlayabilmek için zengin bir genetik çeşitliliğe gereksinim duyar. Her türde bulunan genetik bilgiler doğal seleksiyonun çok uzun ve karmaşık sürecinin bir sonucudur. Bu genetik bilgiler, mutasyonlarla bazen değişime uğrayabilir. Türlerin belirli şartlara uyum sağlaması için genetik çeşitliliklerinin çok olması gerekir. Doğal canlıların populasyonları olumsuz bir dış etki ile parçalanırsa, gittikçe küçülür. Kaybolan populasyonlardaki fertlerin genetik bilgileri bir daha geri gelmemek üzere ortadan kalkar. Bu demektir ki, genetik çeşitlilik yenilenemeyen bir kaynaktır. 4. Ekolojik olaylar çeşitliliği Bir ekosistemde, canlı ve cansız varlıklar arasında durmadan devam eden etkileşimler vardır. Bu ekosistemler biyolojik çeşitliliğin temel bir öğesi olup, ekosistemin canlı ve cansız öğeleri arasında bağlantı kurulmasını, ekosistemin işlemesini ve biyolojik çeşitliliğin yapısal parçaları arasında karşılıklı denge oluşmasını sağlamaktadır. Ekosistemler farklı olunca, orada bulunan canlı ve cansız varlıklarda farklı olmakta böylece her bir ekosistem içinde devam eden işlevlerde birbirinden farklı olabilmektedir. İşlevsel çeşitlilik zamana, yere ve biyolojik çeşitliliğin diğer yapısal öğelerine bağlı olarak sürekli bir değişim içinde olduğundan, biyolojik çeşitlilik öğeleri arasında en karmaşık olanıdır. Bir ekosistemde, habitat çeşitliliğinin ortadan kaldırılması ya da belirli canlı türlerinin yok edilmesi, orada bazı ekolojik olayların ve işlevlerin durmasına neden olur. Biyolojik Çeşitliliğin Kaybolması Çevremizde ekosistemler bozuluyor, parçalara ayrılıyorsa, habitatlar kayboluyorsa ve bazı canlı türlerinin sayısı hızla azalıyor hatta yaşadığı bölgede yok oluyorsa, orada biyolojik çeşitlilik kayboluyor anlamına gelir. Habitat kaybolması: Türlerin yaşadığı alanların değiştirilmesi, başka amaçlar için kullanılması, doğal yapısının kaybedilmesi habitat kaybolmasına yol açar. Bu durumda o alanda yaşayan canlıların göç etmesi zorunluluğu ortaya çıkar. Bu göç sonucu canlı toplulukları ya nesillerini devam ettirir ya da göç yolları sonunda uygun olmayan ortamlar yine kendilerini karşılarsa nesilleri tamamen yok olur. Tür kaybolması: Canlı türleri kendileri için uygun olan yaşam ortamları tahrip edilip yok edilirse, nesillerini devam ettiremezler ve ortadan kaybolurlar. Bir canlı türü kendisi için uygun olan bir yaşam ortamının bozulmaya başlamasına önce canlılık gereği bir Fotoğraf 1. Karasal Biyolojik Çeşitlilik 5 Tabiat ve İnsan Fotoğraf 2. Sucul Biyolojik Çeşitlilik direnç gösterir. Bu süreçte sayıları azalmaya başlar, vücut dirençleri iyice zayıflar ve hastalıklar ortaya çıkıp yayılır, sonunda tür belli bir dayanma süresinden sonra aniden yok olur. Bu nedenle yaşam ortamlarının bazı özelliklerinin bozulmaya başlaması, türün üreme gücünde ve birey sayısındaki azalmalar erken uyarı olarak algılanmalıdır. Tür içi genetik çeşitliliğin azalması: Bir türün sadece belirli bir coğrafi bölgedeki populasyonunun yaşaması, biyolojik çeşitlilik açısından yeterli değildir. Aynı türün farklı ekolojik bölgelerde yaşayan farklı populasyonları farklı genlere ve gen kombinasyonlarına sahiptir. Bu genlerin ve gen kombinasyonlarının bazısı, oldukça önemli ekonomik ve evrimsel değere sahiptir. O nedenle, bir türün farklı ırklarının kaybolması demek, türün genetik yıkıma uğraması ve biyolojik çeşitliliğin kaybolması demektir. Biyolojik Çeşitliliğin Önemi Biyolojik çeşitliliğin önemi başlıca 5 madde altında toplanabilir. 6 1. Biyolojik çeşitlilik, zaman içerisinde insanların değişen ihtiyaçlarını karşılayabilmek için farklı alternatifler sunar. Örneğin yaban hayatı, zirai bitkiler vb. 2. Oksijen üretimi, karbondioksit, su ve mineral döngüsü, su ve toprak korunması, biyolojik ayrışma gibi değişik ekolojik görevleri yerine getirerek, sağlıklı ve verimli bir çevre sağlar. 3. Hayatın devamlılığı için evrimsel potansiyel kaynağıdır. 4. Bir ekosistemde yaşayan canlı türlerine direnç sağlar. 5. Değişen çevre koşullarına yeni uyum seçenekleri sunar. Bu nedenle genetik çeşitlilik ve tür çeşitliliği kaybının en aza indirilmesi ve ekosistemlerde biyolojik çeşitliliğin hem şimdiki hem de gelecekteki insanların yararlanacağı şekilde işletilerek korunması, biyolojik çeşitliliği korumanın temel amaçları olmalıdır. Biyolojik çeşitliliğe zarar veren değişik olaylar vardır. Bunlar: a. Aşırı tüketim b. Yabancı türlerin getirilmesi c. Endüstriyel tarım ve endüstriyel ormancılık Tabiat ve İnsan d. e. f. g. Küresel iklim değişiklikleri Habitatların bölünmesi veya bozulması Toprak, su ve hava kirliliği Orman yangınları olarak sıralanabilir. Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Biyolojik çeşitliliğin korunması 2 yöntemle sağlanabilir. Bunlar doğal yaşam ortamında koruma (İn-Situ Koruma) ve doğal yaşam ortamı dışında koruma (ExSitu Koruma) dır. Doğal yaşam ortamında koruma (İn-Situ Koruma): Bu koruma yöntemi, biyolojik çeşitliliğin ve onun bir parçası olan gen kaynaklarının korunması için etkin bir biyolojik yöntemdir. Bir türün ve onun taşıdığı genlerin korunması işlemi, en iyi şekilde o türün doğal yaşam ortamlarında gerçekleşebilir. Bu doğal ortam, aynı zamanda başka türlerin de yaşadığı bir ekosistemdir ve bu ekosistemde bir hedef tür korunurken, bu arada bir çok başka türde korunmuş olur. Doğal yaşam ortamı dışında koruma (Ex-Situ Koruma): Soyları farklı sebeplere bağlı olarak tükenmek üzere olan canlı türleri, doğal yaşam ortamları dışına çıkarılarak koruma altına alınabilmektedir. Böyle canlı türlerinin, doğal yaşam ortamları dışında korunması, canlının özelliğine ve çeşidine bağlı olarak arboretumlarda, botanik bahçelerinde, hayvanat bahçelerinde, tohum bahçelerinde, klon arşivlerin- de, tohum-polen doku kültürü ve DNA saklama bankalarında mümkün olabilmektedir. Türkiye’nin Biyolojik Çeşitliliği Avrupa ve Orta Doğunun en zengin biyolojik çeşitliliğine sahip olan Türkiye, bu özelliği ile Avrupa kıtasında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinin her biri farklı iklim, fauna ve flora özelliklerine sahiptir (Şekil.3). Türkiye’de Kuzey-Doğu Anadolu ormanları, Orta Anadolu’nun step tipi otlakları, çok geniş yayılma gösteren Selvi (Cupressus sempervirens) ve Sedir (Cedrus libani) ormanları ile Akdeniz Bölgesi maki vejetasyonu gibi çok önemli ekolojik bölgeler bulunmaktadır. Aynı zamanda 120 memeli, 400 den fazla kuş türü, 130 sürüngen ve 400’e varan balık türü ile biyolojik çeşitlilikte fauna tür zenginliği açısından büyük öneme sahiptir. Türkiye’nin coğrafi yapısındaki farklılık, endemik türler ve genetik çeşitlilik bakımından da zenginlik sağlar. Türkiye bu bakımdan Akdeniz ve Yakın Doğu gen merkezinin kesiştiği noktada yer alır. Bu bölgeler tahılların ve bahçe bitkilerinin ortaya çıkışında büyük öneme sahiptir. Son 30 yılda yerel ve ithal soyların kullanımıyla geliştirilmiş olan ve kaydedilen tahıl çeşidi 256’dır’ Bunun 95 i buğday, 91 i mısır, 22 si arpa, 19 u pirinç, 16 sı süpürge darısı, 11 i yulaf ve 2 si de çavdar çeşididir. Türkiye florası buğday, nohut, mercimek, kestane, antepfıstığı, armut, kayısı ve elma gibi kültürü yapılmış önemli tarımsal bitki türlerinin yabani soylarını Şekil 3. Türkiye Cumhuriyeti Posta Pullarında 2010 Biyolojik Çeşitlilik Anma Bloğu 7 Tabiat ve İnsan ve bu türlerle ilgili genetik çeşitliliği kapsar. Bahçe bitkileri ise yerli çeşitler ve diğer kaynaklardan gelenlerle beraber yaklaşık 200 ü bulmaktadır. Bu çeşitlilik meyve türlerinde de görülmekte olup, 138 civarında olduğu tahmin edilen meyve türlerinin 80 i Türkiye’de de yetiştirilmektedir. Bu sayı tropikal ve sub-tropikal meyvelerinde girmesiyle daha da artmaktadır. Yabani asma (Vitis silvestris) türünü de barındıran Türkiye, üzüm asmasının da (Vitis vinifera) gen merkezi durumundadır. Yerli çiftlik hayvan türleri açısından 7 sığır, 18 koyun, 4 keçi, 7 at ve 8 kümes hayvanı ve Ankara tavşanı ön plana çıkmaktadır. Kuzey geçiş kuşağında yaşayan “karakul” ile Kars bölgesinde yaşayan “Tuj” gibi bazı koyun çeşitleri ve Ankara keçisi de koruma altına alınan canlılardır. Türkiye, Avrupa kıtasında bulunan bitki türlerinin % 75 ini barındırmakta olup, bunun üçte birini endemik bitkiler oluşturmaktadır. Anadolu faunası 80.000 in üzerindeki tür zenginliğiyle de dikkati çekmektedir. Alageyik ve sülünün anavatanı Anadolu olup, bozayı, yaban domuzu, kurt, vaşak başta olmak üzere memelileri de barındıran Anadolu da, yok olduğu düşünülen Anadolu leoparının izlerine de rastlanıldığı bilinmektedir. Kuş göç yolları üzerinde bulunan Türkiye’de, yaklaşık 454 kuş türünün de olduğu kayıtlara geçmiştir. Bunların bir kısmı yine yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nesli tehlike altında olan Caretta caretta ve Chelonia mydas türü deniz kaplumbağaları ile Akdeniz foku Monachus monachus, Akdeniz ve Ege kıyılarında yaşayan önemli türlerdir. Türkiye denizlerinde 1970’lerde 150-300 arasında Akdeniz foku bireyi tahmin edilirken, bugün bu sayı 100 den aşağı düşmüştür. Endemik bitki türü bakımından da zengin olan Türkiye’de, bu oran %33 civarındadır. Yaklaşık 3.000 endemik toplam 9.000 den fazla bitki türü içeren zengin florasında, 500 den fazla soğanlı bitki; kardelen, siklamen, lale ve çiğdem türleri ile tanınır. Bu bitkilere ilaveten tıbbi ve aromatik bitkiler açısından da oldukça zengindir. Bu zengin floraya rağmen, 19. ve 20. yüzyılda Türkiye’de 8 endemik bitki türünün soyunun tükendiği de kayıtlara geçmiştir. Bunlardan ikisi Keban Barajı su toplama havzasının doldurulması sırasında sular altında kalarak, diğerleri ise aşırı otlatma ve yerleşimin yol açtığı tahribat sonucunda yok olmuştur. Türkiye’de nesli tükenmiş fauna türleri hakkında da 8 kayıtlar var olmasına rağmen bunlar oldukça sınırlı sayıdadır. Kunduz un (Castor fiber) geçtiğimiz yüzyılın başlarında Türkiye’de nesli tükenmiştir. Amik Gölü nün tarım amacıyla kurutulması sonucu, Türkiye için endemik bir tür olan yılanboyunlu kuşun (Anhinga melanogaster rufa) soyu da tükenmiştir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; daha yaşanabilir bir çevre ve dünya için biyolojik çeşitlilik üzerinde dikkatle durulmalı bunun için ulusal ve uluslar arası işbirliğine her zaman gerek duyulmalıdır. Canlıların yaşam yerleri dolayısıyla yaşam hakları ellerinden alınmamalıdır. Bu sayede ekolojik dengeyi korumalı ve gelecek nesillerimize yaşanabilir bir dünya bırakmayı başarmalıyız. Kaynaklar • Anonim (2005). Türkiye’nin Biyolojik Zenginlikleri. Türkiye Çevre Vakfı Yayınları, Ankara. 328 s. • Clarke, H. (2007). Conserving Biodiversity in the Face of Climate Change, Agenda, Volume 14, No: 2, 157-170. • Çepel, N. (1997). Biyoçeşitlilik, Önemi ve Korunması. TEMA yayın no: 15, İstanbul. • Çevre Bakanlığı. (2001). Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı. Ankara. • Ekim, T., Bayçu, G. (2006). Ekoloji. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Ders Notu. • Işık, K. (1996). Biyolojik Çeşitlilik ve Orman Gen Kaynaklarımız. Orman Bakanlığı Yayın No: 13. • Pimm, L.S. (2007). Biodiversity: Climate Change or Habitat Loss-Which Will More Species? Current Biology, Volume:18, 117-119. • Tekeli, İ., Güler, Ç., Yerli, V.S., Algan, N., Vaizoğlu, A.S., Kaya, D.A., Öztürk, B., Mutlu, B. (2006). Dünya da ve Türkiye de Biyolojik Çeşitliliği Koruma. Türkiye Bilimler Akademisi Raporlar, (13), 21143. • Toksoy, D., Gümüş, C., Ayyıldız, H. (2003). Türkiye de Orman Kaynaklarının Durumu ve Tıbbi Bitkilerin Ticareti Üzerine Bir Değerlendirme. Orman ve Ekonomi Dergisi 2(8), 7-14. Tabiat ve İnsan Ürük Köyü Çıplak/Cılbah Göl ve Göndüren Gölü Yüzen Adaları (Divriği-Sivas) Floating Islands of Urük Vilage Çıplak/Cılbah Lake and Göndüren Lakes (Divrigi-Sivas) Prof. Dr. İhsan BULUT Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Beşeri ve Ekonomik Coğrafya Anabilim Dalı 25240, Erzurum, ibulut@atauni.edu.tr Yrd. Doç. Dr. Gülpınar AKBULUT İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü, Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı Malatya, gakbulut@inonu.edu.tr 9 Tabiat ve İnsan ÖZET Ülkemiz bilinen pek çok doğal ve beşeri zenginliğe sahiptir. Özellikle gelişememiş yörelerimizde bulunan doğal güzellikler ülkemiz turizmi, yaban hayatı açısından önem taşımaktadır. Yüzen adalar ülkemiz coğrafyasının yeni bir kavramı ve araştırma konusudur. Ülkemiz yüzen adalar açısından da oldukça zengin ve adeta bir yüzen ada cennetidir. Hemen her coğrafi bölgemizde ve yöremizde yüzen adalara ve oluşumlarına rastlamak mümkündür. Çıplak ve Göndüren Gölleri ve içindeki yüzen adalar çok önemlidir. Buna rağmen bugüne kadar araştırmacıların ve kamuoyunun dikkatini çekememiştir. Bu çalışma ve devam edecek çalışmalarımızla Türkiye ve dünya yüzen ada literatürüne yeni bir katkı sağlanacaktır. Bu yüzen adalarımız da öncekiler gibi dünya yüzen adalar bibliyografyasındaki yerini alacaktır. Bu çalışmanın yakın amaçlarından birisi de doğa eğitimi ve korumasının önem kazandığı şu dönemde yeni bir alanın dikkatlere sunulmasıdır. Aynı şekilde bu tanıtımla ülkemizde giderek çeşitlenen turizm aktivitelerine ve yönelimlerine çeşitlilik ve derinlik kazandırmaktır. Doğal ve kültürel mirasımıza yeni unsurlar kazandırmak ve bu alanların sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Yeni çalışmalara da esin kaynağı oluşturacak bu çalışmamızla, ülkemiz doğal zenginliği ve sulak alanlarının önemi ve tanıtımı sağlanmış olacaktır. Anahtar Kelimeler: Ürük Köyü, Göndüren Köyü, Divriği, Sivas, Çıplak(Cılbah) Gölü, Göndüren Gölü, Yüzen adalar Giriş B u çalışmanın yakın amaçlarından birisi öncekilerde de olduğu gibi doğa eğitimi ve korumasının önem kazandığı şu dönemde yeni bir alanların dikkatlere sunulmasıdır. Aynı şekilde bu tanıtımla da ülkemizde giderek çeşitlenen turizm aktivitelerine ve yönelimlerine çeşitlilik ve derinlik kazandırmaktır. 10 ABSTRACT Turkey has much natural and cultural richness. Especially the natural assets located in developing regions have an important role to play in economical life of those regions. The floating islands are one of these assets and have become an important research subjects lately. With many floating islands, Turkey is considered as a heaven of floating islands. Almost all geographical regions in Turkey has many floating islands located throughout landscape of the country. One of the regions of Turkey with floating islands is located on the Göndüren and Çıplak Lakes. This lakes have not come to the attention of the researchers so far. This study aims at introducing these floating islands and add them to the World floating islands bibliography. By examining the islands we hope to bring the subject to the attention of nature conservation parishioners. We hope to contribute to the tourism literature by examining the potential of the area in terms of eco-tourism. Because these floating islands were discovered recently and because their use by human population has not been regulated, we are concerned with the sustainability issued as related to these places. In order to provide a sustainable use of the floating islands a committee should be established to document these areas throughout Turkey and develop management plans for sustainable use of them. Because of a high tourism potential tourism development plans should be prepared for each of the floating islands and a criteria should be set up to determine the nationally and internationally important areas. Key Words: Urük Village, Göndüren Village, Divrigi, Sivas, Ciplak(Cılbah) Lake, Göndüren Lake, Floating Islands Yüzen ada kavramıyla ilgili gerek terminolojik, gerekse bilimsel anlamda yeterli kaynağın olmadığı ülkemizde, araştırmalarımızın (Girgin ve Bulut; 2001,43-48: Girgin ve Bulut; 2002, 184-194: Duzer; ,2001, 2004, ve 2006: 13-35) akabinde çok sayıda yüzen adanın olduğunun anlaşılması ve ilginin bu konuya yoğunlaşması da ülkemiz coğrafyası açısından son dönemdeki memnuniyet verici bilimsel gelişmelerdir(Bulut, Zaman, Kopar ve Artvinli, 2008, Tabiat ve İnsan 133-153 ve Bulut, Kopar, Zaman; 2009). Bu çalışmalara Çorum, Denizli ve Rize ilindeki çalışmalar da eklenmiştir(Bulut ve Girgin; 2010: 3-10, Bulut ve Kantürk; 2010: 88-92, ve Bulut ve Hadimli; 2010: 92101). Kuşkusuz akademisyen coğrafyacılardan sayıca çok ve ülke geneline daha eşit bir şekilde dağılmış coğrafya öğretmeni meslektaşlarımızın yüzen adalar konusunda daha geniş gözlem ve araştırma imkânlarına sahip olduğu gerçeği ve görev yaptıkları yörelerin gerçek coğrafi özellikleri ile yeni coğrafi bilgilere ulaşmada esas kaynaklarımız oldukları gerçeği yadsınamaz. Bu konuda yerel nüfusun da bilgilendirmeleri yüzen ada ve ilgi çekici yeni çalışma konularının ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Gerçi çalışmalarımızın ve gazete haberlerimizin yayınlanmasından sonra da bazı coğrafyacılar (!), tarafından aynı yüzen adalar ve yenileri hakkında bu konuda çalışma yokmuş gibi bilimsel etik ve sorumluluk kaygısından uzak fason yayın alışkanlıkları sürdürüle gelmektedir. Başından beri üzerinde durduğumuz yüzen ada kavramı, önemi ve ülkemiz zenginlikleri konusundaki ilgi haklılığımızı kanıtlamaktadır. Sonuç olarak bu konuda yeni çalışmalar ve yeni yüzen adaların ortaya çıkması sağlanmış olacaktır. Türk Coğrafya Kurumu yönetiminin çalışmalarımıza yeni bilgiler ve yaklaşımlar şeklinde öğretmen çalıştaylarına bildiri konusu olarak yer vermesi ve taşıması yüzen ada çalışmalarına en büyük bilimsel ve kurumsal bir destek olmuştur. Yaklaşık 2000 yılından beri sürdüğümüz çalışmalar Bingöl örneği ile başlamış olup, bugün yüzen ada bulunan il sayımız 15’i bulmuştur. Kuşkusuz bu konu kamuoyunun dikkatlerine yoğun bir şekilde sunulduğunda; hem yüzen ada bulunan il sayısının hem de yüzen adların sayısı ile bu konuda çalışan ve çalışmalar da sayıca artacaktır. Şekil 1. Araştırma sahasının lokasyonu ve Türkiye’de yüzen ada bulunan iller haritası. 11 Tabiat ve İnsan Divriği ilçesi güneyinden Malatya’nın Arguvan Hekimhan Arguvan ve Arapgir, doğudan Erzincan ilinin İliç ve Kemaliye, kuzeyden İmranlı ve Zara ilçeleri ve batıdan Kangal ve Ulaş ile sınırlıdır. Bu çalışma 8 Ocak 2010 tarihinde ulusal gazetelerde çıkan yüzen ada röportajlarımız ve haberlerimiz üzerine bizleri telefonla arayarak ulaşan Ürük Köyü nüfusuna kayıtlı İstanbul Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı personeli Sayın Kaya Aydoğan’ın ihbarı neticesinde gerçekleştirilmiştir. 23 Ekim 2010 tarihinde Mustafa Akbulut ve Yrd. Doç. Dr.Gülpınar Akbulut ile sabah Sivas’tan çıkılarak Divriği ilçe merkezine ulaşıldı, kısa şehir gözlemlerinden sonra Divriği Otomobilciler Cemiyeti Başkanı Naci Küpeli’nin tecrübeli rehberliğinde önce Göndüren Köyü, ardından Ürük Köyü’ne gidilmek ve yerinde tespitler yapmak suretiyle tamamlanmıştır. Ürük köyü sakinlerinden Kaya Aydoğan’ın babası Sayın Hasan Aydoğan defalarca yaptığımız telefon görüşmelerimiz sonucunda ısrarlı davetleri ve özverili rehberlikleriyle çalışmanın ortaya çıkmasında çok önemli katkı sağlayanlardandır. Konukseverliklerinden dolayı Göndüren Köyü eski muhtarı İsmet Kavak ve oğlu yeni muhtar Süleyman Kavak ile yukarda adı geçenlere teşekkür ediyoruz. Araştırma Sahasının Lokasyonu Araştırmaya konu oluşturan çıplak göldeki yüzen ada, doğuda Erzincan ili, batıda Sivas ilinin Kangal ilçesi, güneyde Malatya ili, kuzeyde Sivas ilinin Zara ve İmranlı ilçelerine komşu bulunan Divriği İlçesi sınırları içerisinde yer almaktadır (Şekil 1). Araştırma sahası ilçe merkezinin yaklaşık 30 km. güneybatısında bulunmaktadır. Araştırma sahasındaki göl ve gölde bulunan saz veya çimen denen yüzen adalar bölge sakinlerince uzun yıllardan beri bilinmektedir. Tarım alanları ve yerleşmelerin uzağında yer aldıkları için de yaylacılar ve çobanların dışında fazlaca bilinmediklerinden bu güne kadar önemleri anlaşılamamış olup, kamuoyunun dikkatinden uzak kalmışlardır. Yöre sakinleri göldeki yüzen adaların doğal güzelliklerinin ve ekolojik önemlerinin farkındadırlar. Göl önemli bir kuş üreme ve barınma alanıdır. Doğal Çevre Özellikleri Sahanın jeomorfolojik evrimi ve strüktüral yapısı zaman, süreç ve yapı faktörleriyle doğrudan ilişkili olarak gerçekleşmiştir. Bugünkü morfolojik görünümünü kazanmasında litolojik yapı, volkanizma, neotektonik dönemin başından beri bölgeyi etkileyen 12 tektonik hareketler ve dış süreçler etkili olmuştur (Akbulut, 2004). Araştırma sahasının litolojik yapısı değerlendirildiğinde Yama Dağı’ndan çıkan ve geniş alana yayılan volkanik birimler ile Kuvaterner’de oluşmuş alüvyonlar dikkati çeker. Alp orojenezinde, yörede masifler arasındaki daralma ve kubbeleşme şeklindeki dislokasyonlar, yer yer şiddetli volkanizma ve sismik faaliyetler gerçekleşmiş, özellikle dikey dislokasyonlar boyunca yurdumuzun diğer yerlerinde görüldüğü gibi, burada da volkanik faaliyetler meydana gelmiştir (Ardos, 1979: 169). Nitekim yörede magmatik kayaçların yoğunluk kazanması hareketli bir tektonizmanın varlığına işaret eder (Şekil 2). Jeoloji haritasına bakıldığında, sahada siyenit, andezit ve bazalt volkanik kayaçlarının geniş yer kapladığı görülür. Bu birimler arasında en önemlisi Yama volkanitleri olup, Pliyosen sonundan Kuvaternere kadar çatlaklar boyunca çeşitli zaman aralıklarıyla gerçekleşen lâv yayılışlarıyla meydana gelmiştir. Araştırma sahasında kahverengi ve yeşilimsi renkte yayılan andezitler Neojen Karasal birimler arasına sokulmuş ve Üst Kretase yaşlı serpantinlerden oluşan reliefin önemli bir kısmını örtmüş, Mursal çevresinde serpantinler mostralar halinde yüzeye çıkmıştır (Akbulut, 2004). Sahanın ikinci önemli birimini oluşturan alüvyonlar ise Kuvaterner dönemi temsil etmektedir. Akarsu kenarlarına ve yamaçlara doğru dar alanda gelişen alüvyonun kalınlığı 2 m.yi geçmez (Söylem ve Tekmen, 1991: 4). Bunun sebebi Üst Pliyosende yükselmeye başlayan sahaya yerleşen Çaltı Çayı ve kollarının araziyi parçalaması, derin ve dar vadilerde akmakta olan bu çay ve dereler alüvyon malzemeyi genişleyen saha dışındaki vadi tabanları çevresinde bırakmasıdır. Yine sahada tektonizmanın etkisiyle faylar oluşmuş, Göndüren-Uzunkaya arasında bulunan fayın etkisiyle Bahtiyar, Susuzören ve Ürük köylerinde eğim kuzeye doğru gelişmiştir (DSİ, 1960: 17; Aktaş, 1973: 6). Çıplak Göl ve çevresini güneyden bir set gibi çevreleyen Yama Dağları, sahanın morfolojisini belirleyen en önemli birimdir. Yüksek bir kütle durumunda olan Yama dağları, kabaca kuzeybatı – güneydoğu doğrultusunda bir uzanışa sahiptir. Bu dağlar, Tohma Çayı Havzası ile araştırma sahasının da içinde bulunduğu Çaltı Çayı Havzası’nı birbirinden ayıran ünitelerdir. Siyah renkli andezit- bazalt lâvlarıyla birlikte oluşan bu volkanik kütle üzerinde, genç tektonik hareketlerin etkileri oldukça fazladır (Baykal, 1966: 3). Lâv akışına bağlı olarak, genel eğimi kuzeye doğru azalmaktadır. Bununla birlikte volkanizma hareketleri sonucunda Tabiat ve İnsan da değişirken, kuzeybatıda ve güneyde % 40’ı aşmaktadır. Zirveye yakın noktalarda dağın genel eğimi % 20–40 arasında değişirken, yüksek kesimler ile havza arasında geçişi sağlayan sırtlarda % 10-15 arasında kalmaktadır. Eğim değerlerinin farklılık göstermesinde; tektonizma, litolojik yapı ve dış süreçlerin etkisi büyüktür. Ana materyal, yükseltiye bağlı fiziksel çözülme, faylanmanın etkisiyle, özellikle yağışlı devrelerde bitki örtüsünden yoksun sahada çok sayıda heyelan meydana gelmektedir. (Akbulut, 2004: 26). Araştırma sahasında hem paleoheyelan hem de aktif heyelan sahaları görülmektedir (Foto 1). Şekil 2. Araştırma Sahasının Jeoloji Haritası yükselen bu dağlarının araştırma sahası içinde yer alan kesimleri Çaltı Çayı ve kolları tarafından parçalanmış ve derin vadi sistemleri meydana gelmiştir (Akbulut, 2004: 23). Yama dağlarında birden fazla zirve noktası bulunmakta, bunlardan Yama Dağı ( 2693 m.), Delidağ (2350 m.), Atkayası Tepe (2271 m.), İkiz Tepe (2228 m.), Toplak Tepe (2213 m.), Demirli Dağı (2324 m.) ve Geyikli Dağı (2202 m.) sahayı çevreleyen başlıca yükseltileri oluşturmaktadır (Şekil 2). Araştırma sahasının iklimi İç Anadolu Bölgesi’ne özgü yarı kurak karasal iklim ile Doğu Anadolu Bölgesi’nin karasallığı arasında geçiş özelliği gösterir. Sahanın doğrudan iklim özelliklerinin tespitine yönelik meteoroloji istasyonu bulunmadığından, iklim özelliklerinin tespitinde Divriği Meteoroloji İstasyonu (1225 m.) verilerinden yararlanılmıştır. Buna göre Divriği ilçesinin iklim tipi, yarı kurak- az nemli bir karakter göstermektedir. Kışlar uzun ve soğuk, yaz mevsimi ise kısa ve sıcak geçmektedir. Yükselti, eğimin kısa mesafelerde değişmesi ve bulunduğu enlem değişken bir iklim yapısının oluşmasına neden olmuştur. Divriği meteoroloji istasyonunun 39 yıllık (19622001) ölçümlerine göre yörede yıllık sıcaklık ortalaması 11.2 °C dir. Sahada aynı yıllar arasında tespit edilen yıllık ortalama yağış miktarı ise 370.1 mm.dir. Bölgenin en önemli yükseltisini oluşturan Yama Dağları ile Neojen ve Üst Kretase yaştaki birimler kuzey - güney yönünde uzanan birçok akarsu tarafından parçalanmış, böylece çok sayıda sırt ve vadi oluşmuştur. Daha dayanıklı bir litolojiye sahip olan volkanik birimler dış güçlerin aşındırıcı etkisinden daha az etkilendiğinden, sahada dik, sarp ve kayalık bir morfoloji, az dirençli kütleler ise silik bir topografya sunmuştur (Uçurum ve Larson, 1999: 79). Yama Dağlarının en yüksek noktası 2735 m. ile Leke Dağı’dır. Üst Kretase yaşlı birimlerin üzerinde gelişen Leke Dağı’nın ana kayasını andezit kökenli mağmatik kayaçlar meydana getirir. Dağın batı ve güney yamaçlarında eğim değerlerinin yüksek olması nedeniyle andezitler yüzeyde mostralar halinde yayılır (Akbulut, 2004: 27). Araştırma sahasına yakın en önemli yükseltiyi ise Yama Dağı (2693 m.) oluşturur. Bu volkanik kütlenin, güneydoğu ve kuzeybatıya bakan yamaçlarında eğim değerleri farklılık göstermekle birlikte, kuzeybatı ve güney yamaçlarda diklik daha belirgindir. Eğim değerleri güneydoğu yamaçta % 15-25 oranın- Şekil 3. Araştırma Sahasının Topografya Haritası 13 Tabiat ve İnsan Fotoğraf 1. Ürük Köyü kuzeyinde heyelan alanından genel bir görünüm. Tablo 1. Divriği Meteoroloji İstasyonu Aylık Ortalama Sıcaklık ve Yağış Değerleri (1939-2001). Meteoroloji İstasyonları O Ş M N M H T A E E K A Yıllık Ort. Sıc. (°C )/Yağış (mm) Sıcaklık (°C) -2.5 -0.8 4.5 10.8 15.3 19.8 24.0 23.8 19.6 13.2 6 . 0 0.7 11.2 Yağış (mm) 36.5 30.9 46.4 54.2 61.3 29.7 4.8 3.9 10.8 33.4 41.6 43.5 397 AYLAR Kaynak: DMİGM Araştırma sahasının en önemli akarsuyu Çaltı Çayı’nın en önemli beslenme kollarından birini oluşturan Nih Çayı’dır. Mursal köyünün güneyindeki Yama Dağı’ndan (2150 m.) kaynağını alan Nih Çayı, çevre dağlardan gelen birçok kaynak ve mevsimlik akarsuların katılmasıyla Hekme Deresi adını alır. Geçtiği yerlere göre isim alan Hekme Deresi, Çokmaşat mezraası ile Mursal arasında Mursal Çayı, Mursal’ın kuzeyinden Güresin köyüne kadar da Nıh Çayı olarak isimlendirilir. Burada Yama Dağı’ndan kaynağını alan güneybatı-kuzeydoğu uzanışlı Aktoprak Deresi ile birleşir. Nıh Çayı, kaynaktan Bahtiyar köyüne kadar üzerindeki volkanik birimi aşındırarak dar ve derin bir boğazda akar. Araştırma sahasının kuzeyinde Neojen birimler üzerinde geniş tabanlı bir vadide kuzeydoğuya yönelen akarsu, tekrar 4 km. uzunlu- 14 ğunda bir boğaz vadiye girer. Bu kesimden sonra Fazıloğlu Deresi ile birleşerek kuzeyde Çaltı Çayı’na dökülür (Akbulut, 2004: 98-99). Nıh Çayı’nın içinde aktığı vadi yaklaşık 30 km. uzunluğundadır. Nıh Çayı dışında araştırma sahasında doğal ve yapay göller bulunmaktadır. Nıh Çayı ve kollarının araziyi tektonizmaya bağlı parçalaması, fiziksel çözülmeye bağlı ayrışan volkanik birimler, tabaka eğimi ve yağışlara bağlı olarak yüksek kesimlerdeki kütlelerin yerçekiminin de etkisiyle aşağıya taşınması neticesinde sahada çok sayıda heyelan ve buna bağlı heyelan gölü meydana gelmiştir. Göndüren köyünün doğu ve batı yakasında yaklaşık 1750-1850 m. yükseltide bulunan iki göl, andezit birimlerin yukarı kesimlerden ayrışarak kayması ve aşağıdaki dere ve kaynakların önüne set oluşturmasıyla meydana gel- Tabiat ve İnsan oluşturması nedenleriyle mevcut yüzen ada hareket özelliğini kaybetmiş ve etrafında yeni bitki oluşumları gözlenmiştir. Gerçekte sazlık alanlar göl sularının geçmişteki genişleme sınırını vermektedir. Bu dikkate alındığında gelecekte göl seviyesindeki yükselimler yeni yüzen adaların oluşumuna zemin hazırlayacağı yönündedir. Şekil 4. Divriği Meteoroloji İstasyonu Aylık Ortalama Sıcaklık ve Yağış Değerleri (1939-2001). miştir. Bu göllerden biri Göndüren(Gelişin) Gölü’dür (Foto 2). Büyük bir kesiminin bataklık özelliği kazandığı gölde geniş alanda sazlıklar mevcuttur (Akbulut, 2004: 111). Ayrıca gölde yüzer özelliğini kaybetmiş bir yüzen ada da bulunmaktadır. Bir paleoheyelan kütlesinin üzerinde gelişen gölün sığ olması, rüzgar yönünün değişiminde dağlık arazinin engel teşkil etmesi ve kaynak önüne insanların yapay gölet Araştırma sahası içinde Uluçayır, Ürük ile Gökçebel arasında kalan 1600- 1750 m.ler arasındaki üçgen içerisinde az sayıda heyelan gölleri bulunmaktadır. Bunlardan 1700-1750 m. arasında yer alan Çıplak Göl, kaynağın önünün heyelan kütlesi ile tıkanması sonucu meydana gelmiştir. Ürük Köyünün birkaç km. doğusunda yer alan gölün en önemli özelliği hareketlilik gösteren bir yüzen adanın mevcut oluşudur. Yüzen adanın küçük olması, göl derinliğinin fazlalığı ve gölün bulunduğu şekliyle rüzgarlara açık konumda yer alması nedenleriyle yüzen ada hareket özelliğini korumaktadır. Nitekim Çıplak gölün derinliği 7-8 m. arasında değişmekte, kar erimelerine bağlı olarak mevsimsel seviye değişimleri az da olsa görülmektedir (Foto 3). Bu iki saha dışında da heyelan gölleri yer almaktadır. Ürük köyünün güneydoğusunda yer alan Büyük Göl ise sığ bir göl olup, büyük bir kesimi sazlıklarla kaplı Fotoğraf 2. Çangal Mevkiinde Mursal deresi büyük bir çağlayan yapmakta ve önünde 100 m.karelik ilginç bir dev kazanı yapmaktadır. Yörenin yer şekillerinin oluşumunda bu Dere ve kollarının etkisi vardır. 15 Tabiat ve İnsan Fotoğraf 3. Çıplak Göl Ürük Köyü’nün 1.5 km kuzeybatısında yer alır(google earth’ten). bataklık görünümüne sahiptir ve yaz aylarında dere yatağı kurumaktadır. Demirdağ çevresinde bulunan yamaçlardaki kütlenin dere önünü tıkaması sonucu Demirgöl meydana gelmiştir. Demirgöl’ün doğusunda 1800 m. yükseltide bulunan Mıhlı Gölü’de diğer bir heyelân set oluşumlu bir göldür (Akbulut, 2004:111). Yöredeki heyelan göllerini kaynaklar ve kar suları beslemektedir. Doğal göllerin dışında yapay göl mevcuttur. Yarı kurak iklim kuşağında yer alan ve bölgeleri arasında büyük farklılıklara sahip olan sahanın sulama suyu ihtiyacı genellikle yağışın az olduğu yaz aylarında görülür. Sıcaklığa bağlı buharlaşmanın fazla olmasıyla ortaya çıkan kuraklık, akarsu ve kaynakların akım değerlerinin düşmesine veya tamamen kurumasına neden olur. Bu nedenle tarımda sulama probleminin çözümü için, DSİ tarafından çalışmalar yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Bu çalışmalardan en önemlisi, Mursal Barajı’dır. Divriği ilçesinin 30 km. güneybatısında enerji ve sulama amaçlı yapılan baraj, yaklaşık 1665 ha. tarımsal arazisini sulamaktadır. Barajın yapımından sonra Divriği güneyindeki yöre halkının sulama suyu ihtiyacından doğan problemi büyük ölçüde ortadan kalkmıştır (Akbulut, 2004: 110). 16 İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri arasında geçiş özelliğine sahip bir sahada yer alan bu yörenin hâkim bitki örtüsü steptir. Yörede otsu step bitkilerinde Stipa, odunlu bitkilerde ise Astragalus türleri yaygınlık göstermektedir (Akman, 1993:187). Divriği’de ziraî faaliyetler ve aşırı hayvan otlatılması sonucunda primer step vejetasyonu olan Stipa (yumak) gibi otsu türler azalmıştır. Yörede hayvanların sevmediği Artemisia spicigeara (yavşan) ve Astragalus (Geven) gibi birkaç tür yaygın hale gelmiştir. Bu nedenle step alanlarını sekonder olarak kabul etmek daha doğrudur. Bu bitkiler dışında araştırma sahasında tespit edilen başlıca step türleri; Euphorbia virgata (Sütleğen), Triple urospermum transcocacium (Papatya), Thymus fallax (Kekik), Verbascum aredoxum (Sığır kuyruğu), Stipa (Yumak), Acantholimon acerosum (Çoban Yastığı) ve Malva neglecta (Ebegümeci)’dir. Yine Doğu ve İç Anadolu arasında kalan araştırma sahasında farklı flora alanlarına ait bitki türleri ve özellikle endemik türler tespit edilmiştir. DAVİS’e göre Astragalus oratus (Geven), Hypericum pumilio (Kantaron), Jurinea Pontica, (Davis, 1975: 446) Rubiaceae glabrous baytopianum, (Davis, 1982: 808) gibi endemik türlerle birlikte, Achillea goniocephal (Civan perçemi), Anthemis coelopoda (Papatya), Carduus nutans (Deve dikeni), Centaurea virgata (Sıtma otu), Cichorium pumilum (Akkanak otu), Artemisia austriaca (Yavşan Tabiat ve İnsan Fotoğraf 4. Çıplak Gölü içerisinde ikisi sabitlenmiş üç yüzen ada vardır. Yüzen ada yüksek boylu sazlıklarla örtülü ve göl içerisinde hareket etmektedir. otu), Euphorbia (Sütleğen), Sonchus (Eşek marulu), Veronica reuterona, Veronica biloba, Reseda armena (Kuzu otu), Trollius (Çünk), Thymus (Kekik), Teucrium (Acı yavşan), Plantago (Bağa), Onosma albo roseum (Emzik otu), Onosma aucheranum (Emcek otu), Torilis, Sedum (Çamuş kulağı), Physoptychis haviskreecht, Muscari comosum (Dağ sümbülü), Iris caucasica (Navruz), Phlamis oppovitiflora, Convolvulus betonicifolius (Koyun gözü), Allium cardiostemon (Sirmo), Allium kharputense (Harput soğanı), (Baytop, 1997: 299-325), Allium macrochaetum (Kaya sarımsağı), Lythrum salicaria (Aklar otu), Ferulago platycarca (Kurt kulağı), Aristolochia (Yılan otu), Arthemis austriaca (Tarhun), Scorzonera latifolia (Yakı otu), Scorzonera papposa (Yemlik), Onopordum candidum, Stachys lavandulifolia (Eşek otu), Carduus virgata, Carduus drabigaka, Carduus urvillei, Arthemis cretica (Tarhun), Aristolochia mauraun (Yılan otu), Salvia amasiaca, Matricaria (Papatya) step türleri sahada yer almaktadır (Davis, 1965-1988). Doğu Anadolu Bölgesi’ne doğru yükseltinin arttığı kesimlerde farklı iklim özelliklerinin görülmesine bağlı olarak, dağlık kesimlerde ardıç, meşe, çam türlerinden oluşan ağaç toplulukları ortaya çıkmaktadır. Özellikle meşe topluluklarının tahrip edildiği yâda ortadan kalktığı yerlerde çalı toplulukları gelişir. Araştırma sahasında tespit edilen başlıca çalı türleri ve yabani ağaçlar şunlardır: Karamuk (Berberis), Kuşburnu (Rosa canine), Phlomis (Ayı kulağı), Crataegus monogyna (Sürsülük-alıç), Alıç (Certeagus orientalis), Euphorbia orientalis, Yabani armut (Pirus elagrifolia), Yabani elma ( Malus) ve çitlembik’tir. Belirtilen çalı türleri ve yabani meyve ağaçlarından elde edilen meyveler pazarlarda satışa sunulmaktadır (Akbulut, 2004: 127). Bu bitkierin ortadan kalktığı yerlerde ise anakaya çoğunlukla yüzeye çıkmakta ve şiddetli erozyon görülmektedir. Bununla birlikte, araştırma sahasında vadi tabanlarında korunmuş bitki toplulukları da bulunmaktadır. Irmak boylarında, ovanın çeşitli kesimlerinde görülen çayırlık ve bataklık sahalarda ise söğüt, kavak ve higrofil bitki türlerine rastlanılmaktadır. 17 Tabiat ve İnsan Tablo 2. Araştırma sahasındaki bazı yakın köylerin nüfusları. Yerleşmenin Adı 1935 Nüfus 2000 Nüfus 997 325 223 774 Yerliçay 463 32 27 436 Ürük Göndüren Kızılcaören 356 325 257 90 76 71 77 59 81 279 266 176 Bahtiyar 232 30 21 211 Mursal 2009 Nüfus Fark(1935-2009) Gökçebel 215 70 41 174 Uluçayır 185 99 23 162 Kaynak: TÜİK verilerinden yararlanılmıştır. Araştırma sahasının toprak özelliklerinin belirlenmesinde anakaya etkili olmuş, örneğin andezit, bazalt ve bazı metamorfitlerin yer aldığı dalgalı veya hafif dalgalı araştırma sahasının kuzeyi ve kuzeybatısındaki sahalarda kalkersiz kahverengi topraklar yaygınlık göstermiştir. Dağlık ve tepelik arazilerden taban araziye geçişteki etek sahalarında yer çekimi, heyelan ve akıntılarla taşınmış olan, zerre büyüklüğüne göre yatay sıralanma göstermeyen pekişmemiş materyal üzerinde ve zayıf A horizonundan başka oluşuma sahip olmayan kollüviyal topraklar yayılım göstermektedir. Akarsular ve kolları tarafından taşınan materyallerden oluşan alüvyal topraklar su boylarınca topografyaya uygun bir gelişim izlemektedir. Beşeri Çevre Özellikleri değiştiği görülür. Belirlenen morfolojik görünümde tarım alanları sınırlanmaktadır. Bununla birlikte mevcut tarım alanlarına uygulanan ekstansif metotlar, ekonomik bakımdan arzu edilen gelişmeyi yakalayamadığından yöre halkını göçe zorlamaktadır. Araştırma sahasında işsizlik önemli bir sorundur (Akbulut, 2004: 315-337). Ova ve kenar dağların eğim kesintisi meydana getirdiği kısımlarda yer alan etek köylerinin hemen hemen tamamına yakının temel geçim kaynağı hayvancılığa dayanmaktadır. Özellikle Höbek, Ürük, Göndüren ve Gökçebel köylerinde çok geniş çayır alanları vardır. Dolayısıyla, bu köylerde hayvancılıkla birlikte, kışlık kuru ot üretimi büyük önem kazanmıştır. Ekonomik açıdan değerlendirildiğinde yem açısından kuru ot köylüye kar sağlamaktadır. Araştırma sahasına en yakın en büyük yerleşme 2009 nüfusu 16 713 olan Divriği İlçesi ve 223 nüfuslu Mursal Beldesi’dir. Yörede ekonomik yetersizlikler, sosyalkültürel ihtiyaçlar, toprak yetersizliği gibi nedenlerle nüfusu giderek azalan Göndüren, Ürük, Uluçayır ve Gökçebel gibi köyler mevcuttur (Tablo 1). Araştırma sahasında ekip-biçme ve hayvancılık şeklindeki tarımsal faaliyetler en önemli geçim kaynaklarını oluşturmaktadır. Tarımsal faaliyetlerin dağılışında sahanın topoğrafik yapısı en önemli etkendir. Dağlık alanların düz sayılabilecek yamaçlarıyla, dar ve derin vadi sistemlerinin zaman zaman genişlediği tabanlarında sınırlı da olsa bahçecilik ve bağcılık faaliyetleri yapılmaktadır. Her iklim koşulunda yetişebilme özelliğine sahip olan elma, araştırma sahası içindeki bütün yerleşim birimlerinde, özellikle Mursal, Uluçayır, Kızılcaören ve Göndüren köylerinde yetiştirilmektedir. Bununla birlikte sahanın jeomorfolojisine bakıldığında, dağlık alanların geniş yer kapladığı, yükseltinin arttığı ve eğimin kısa mesafelerde 18 Şekil 5. Araştırma sahasındaki yakın köylerin nüfusu Tabiat ve İnsan Şekil 6. Yüzen ada oluşumunun şematik gelişimi Yüzen adalar Divriği İlçesi Beşeri ve Ekonomik coğrafya özellikleri yönünden Sayın Akbulut tarafından doktora çalışması olarak etüt edilmiştir. Ancak yüzen ada konusunun ülkemiz coğrafya gündemine o günlerde yeni yeni taşınmış olması, ilgili göl ve yüzen adanın bugün bile yerel nüfusun çok azı tarafından bilinmesi, en büyük ölçekli topografya haritalarında bile gölün yer almaması gibi nedenlerle ilgili tezde göl ve adalara ait herhangi bir bilgiye yer verilememiştir. Zaten bu güne kadar etütleri tarafımızdan yapılan bütün yüzen adaların lokalitesi daha önceden yapılmış doktora tezi alanlarında bulunmaktadır. Kanaatimizce bundan sonraki çalışmalarda anket ve mülakatlar sırasında yüzen ada da sorular arasında yer alacak veya araştırıcılar göller ve yüzen adalar konusunda daha dikkatli davranacaklardır. Çünkü ülkemizin, enlem, iklim, yükselti, eğim koşulları, bitki örtüsü, su kaynakları gibi özellikleri yüzen ada oluşumu açısından uygun koşullar oluşturmakta olup, hemen her bölgemizde ve yöremizde bu oluşumlara rastlamak mümkündür. Yüzen ada oluşumu şematik şeklin incelenmesinden de anlaşılacağı gibi kıyıdaki sazlıkların su üzerine ilerlemesi ve yayılmasıyla zamanla koparak oluşabildiği gibi, su üzerindeki bitki yaprak, kök ve gövdelerinin de zamanla suda asılı halde bulunan kil unsurlarına yapışmaları ve ilerleyen süreçte sürekli tekrarlanan sucul bitkilerin kuruma-yeşerme-çürüme ile organik maddece zengin, bitki kökleriyle tutulmuş keçemsi bir yapı arzeden toprak parçalarının oluşumu yoluyla da meydana gelmektedir(Şekil 6). Ancak her gölün sıcaklığı, derinliği, yüksekliği ve bulunduğu enleme göre bu süreçler birlikte veya ayrı ayrı işlemektedir(C. M. John & V. P. Sylas & Joby Paul & K. S. Unni, p. ). Nitekim bu güne kadar araştırdığımız Bingöl Solhan, Arsiyan Dağı yüzen adaları ve Zök Gölü yüzen adaları kopma sonucu olşmuşlardır. Ancak Erzurum-Olur ilçesi Ormanağzı Sülüklü göl, Çorum-Osmancık ilçesi Karalar Güneyi Köyü Gölbel Gölü adaları, Ladik Gölü yüzen adaları gölün orta kesiminde biriken bitki artıklarının kil partikülleriyle birleşmesi ve giderek bitki yaşama ortamı haline gelmesi ve gelişerek büyük boyutlara ulaşamasının sonucu oluşmuşlardır. Adıyaman-Çelikhan Çat Barajı yüzen adaları ise barajın rezervuar alanındaki turbaların 1994’ten sonra su tutulmaya başlamasıyla post gibi su yüzeyine çıkması ve gelişmeleri sonuncu oluşmuş devasa yüzen adalardır. Ladik Gölü’nde yapılan ıslah çalışmalarının da benzer etkilerinin olduğu düşünülmektedir. Yüzen ada Sivas iline 183 km uzaklıkta bulunan Divriği ilçesinin Ürük Köyündedir. Ürük Köyü ilçe merkezine 27 km.dir. Ancak Sivas’tan gelindiğinde 165. km den sonra Mursal Beldesi yönüne dönülerek 12 km sonra da ulaşmak mümkündür. Divriği ilçesinin iki köyünde yüzen ada bulunmaktadır. Yüzen adanın bulunduğu arazi Ürük Köyünün batısında Çaltı Çayı’nın sol sahilinde heyelanlı bir bölgedir. Saha Çaltı çayının önemli kollarından Mursal dere ve buna kuzey ve güneyden karışan daha küçük dereler tarafından şiddetle yarılarak boşaltılmaktadır. Bu dere 19 Tabiat ve İnsan Fotoğraf 5. Yüzen ada göl içerisinde rüzgar ve yüzey akıntılarının hareketine uyarak hareket etmektedir. Hasan Aydoğan Yüzen ada ve göl hakkında oldukça detaylı bilgiler vermektedir. Mursal Köyünden itibaren batıdan doğuya akmakta Divriği şehir merkezinde güneye yönelerek DivriğiKemaliye-İliç sınırları yakınlarında Pingan Tren İstasyonu kenarında Karasu ile karışmakta ve bu kesimden itibaren güneye yönelen Fırat Nehri Keban Barajına kuzeyden karışmaktadır. Ürük Köyü ve çevresi arazileri geniş bir şekilde içerisinde killi kumlu, kalkerli tabakalar ve linyit damarlarına da yer veren neojen fasiyeslere yer vermekte. Yer yer andezit, tüfit şeklinde volkanik fasiyes de yüzeylenmektedir. Bölge arazisi litoloji, tektonik ve akarsulara bağlı olarak şekillenmiştir. Killi formasyonlara yer veren fasiyesler akarsuların derine aşındırması neticesinde yamaçlar boyunca geniş alanlarda aktüel ve fosil heyelanlara yer vermektedir. Mursal deresi güneyinde 2450 m.yi aşan, kuzeyinde de 2250 m.lik zirvelere yer vermektedir. Vadilerle zirveler arasında yaklaşık 600-800 m.lik rölyef enerjisi ve bakı, litoloji 20 ile iklim özellikleri kütle hareketlerine yol açmaktadır. Zaten bu yöredeki linyit işletmeleri de bölge litolojisi hakkında yaş ve fasiyesleşme koşulları açısından önemli ipuçları vermektedir. Göl içerisinde ikisi sabitlenmiş biri hareket eden üç adet yüzen ada bulunmaktadır. Bu adalardan yüzen ada en küçüğüdür. Kabaca elips şeklindeki ada uzun kenarı 13 m. kısa kenarı da 6 metre kadardır. 65-70 m.kare yüzölçümüne sahip olan ada üzerinde 2,5 m. kadar boylanmış sık bir kamış bitkisiyle örtülüdür. Adayı üzerindeyken 4-5 m uzunluğunda bir sırıkla kenarlardan ittirmek veya sopayla üzerindekileri kıyıya çekmek suretiyle yüzdürmek ve gölün her tarafına gezdirmek mümkündür. Nitekim gözlemlerimiz sırasında bize rehberlik eden Hasan Aydoğan ve Gülpınar AKBULUT ile bu türden zevkli bir kısa gezinti mümkün olmuştur(Fotoğraf 5, 6). Diğer adalar kıyıya yaklaşarak kısmen sabitlenmiş Tabiat ve İnsan Fotoğraf 6. Yüzen ada yüksek boylu sazlıklarla örtülü ve göl içerisinde hareket etmektedir. olup, büyük ada 200 m.kare, diğeri ise 120 m.kare kadardır. Köyü’den 90 m., Çaltı Deresinden ise 142 m. daha yüksektedir. Bu adaların yüzdüklerinin önemli kanıtı da sabit olan kısımlardan farklı olarak bunların üzerindeki kamışlar, insanlar ve bu kesimlerde otlayan koyun ve sığırlarca çiğnenmemiş olup serbestçe büyümüştür. Cılbah göl ve çevresinde ağaçlı step formasyonu yer almaktadır. Kuşburnu, sürsülük ve alıç türünden dikenli çalılar ile yabani armut türleri ile geven ile dikenli bitkilerin yoğunluğu dikkat çekmektedir. Göl kenarları ve alanı ise çayır, junkus ve kamışlara yer vermektedir. Göndüren Gölü’ne Güresin, Kızılcaören ve Göndüren köylerinden geçilerek ulaşılır. Göndüren Gölü’nün koordinatları 39o,12’, 24”,77 kuzey enlemi ve 38o, 02’, 03”, 18 doğu boylamları şeklindedir. Deniz seviyesinden yüksekliği 1776 m. olan göl ile Göndüren köyü arasında +51 m. bir yükselti farkı vardır. Göl Ürük köyü arazisinde olmasına rağmen Gökçebel Köyü içersinden geçilerek ulaşılmaktadır. Göl ve yüzen adalara Gökçebel Köyü’nden 2 km kadar kuzeybatıya gidilerek göle yaklaşılmakta, yaklaşık 250 m.lik bir eğimli yamaçtan yürüyerek ulaşılmaktadır. Cılbah Göl’ünün koordinatları 39o, 11’, 40”, 87 kuzey enlemi, 37o, 56’, 46”, 57 doğu boylamları şeklindedir. Deniz seviyesinde 1765 m. yüksekliğindeki göl Ürük Göl köy yerleşmesinin 1.5 km. güneydoğusunda yer almaktadır. Yüksek debili kaynaklarla beslenen göl kaynakları önüne beton bir set oluşturulmuş olup, gideğeni de derinleştirilerek su seviyesine müdahale edilmiştir. Kuşkusuz bu durum göldeki su seviyesini düşürmekte rezervuarı azaltmakta ve ısınmaya yol açarak yoğun bitki gelişimi(ötrofikasyon) çayırların genişlemesine göl yüzeyinin daralmasına ve yüzen adaların artan akım nedeniyle gideğen ağzına sürüklenerek yanaşmasına ve orada sabitleşmesine neden olmaktadır. Gözlemlerimiz sırasında yaklaşık 300-400 m.karelik bir yüzen ada bu şekilde sabitlen- 21 Tabiat ve İnsan Fotoğraf 7. Göndüren Gölü geniş sazlıklarla daralmıştır. Yüzen adalar sazlıkların ilerlemesi sonucu kapanmıştır. miş, ada ile kıyı arasındaki sığlaşan su sarmaşıklarınca doldurularak zayıf bir bağlantı gerçekleşmiştir. Gideğen yükseltilerek eski haline getirildiği takdirde adanın yüzmesi mümkün olacağı gibi göl alanı ve sulak alan da genişleyecektir(Fotoğraf 7,8,9 ). Sonuç, Sorunlar ve Öneriler Bu çalışmadan da anlaşılacağı gibi ülkemizin biyolojik çeşitliliği, jeomorfolojik zenginliği, kültürel turizm, eko turizm potansiyeli oldukça yüksektir. Geleneksel yaşam, doğayla iç içe oluş, kırsal yaşantı da doğal zenginliklerimizi günümüze kadar önemli ölçüde korumayı başarmıştır. Artan doğa bilinci, doğa koruma düşüncesiyle birlikte yeni zenginliklerin ve doğal ortamların tanınması ve kamuoyunun dikkatlerine sunulması süreci birlikte işlemektedir. Bu durum bizleri, doğal yapısını, ekolojik dengelerini çoktan kaybetmiş yeniden kazanmaya çalışan gelişmiş batılı ülkelerin aksine yeni tanıdığımız ve korunmuş, adeta el değmemiş bir şekilde sahip olduğumuz doğal yapımızı korumak ve değerlendirmek anlamında 22 çok şanslı olduğumuz gerçeğine götürmektedir. Her sulak alanımız için önerilerimiz arasında değişmez kural olan koruma endişesi ve sürdürülebilirlik çabalarının Çıplak Göl ve Göndüren Gölleri için de şiddetle benimsenmesi gerekmektedir. Bölge zengin ekolojik hususiyetleri, şekil zenginliği, hidrografik çeşitlilik, bitki türleri, yaban yaşamı, nomadizm, değirmenler, kır ve kıratlı yerleşmeleri, vernaküler yaşam(halk yaşamı, folklor özellikleri) gibi yüzlerce önemli konunun işlenebileceği bir etüt laboratuarı niteliğine de sahiptir. Bu nedenle doğal güzelliklerimizi önce tanımalı, sonra korumalıyız. Daha kontrollü yararlanma ve koruma önlemlerinin alınması ve belli bir mesafeden seyir ve piknik izni verilmesi göl ve yüzen ada ekosistemini koruyacak en etkili öncelikli önlemler olarak düşünülebilir. Göllerin su düzeninin bozulmasına yol açacak her türlü beşeri müdahaleden şiddetle vazgeçilmelidir. Bu özellikteki sulak alanlar Ramsar kapsamında düşünülmeli, çeşitli koruma tedbirleri alınarak, tanıtımlarının sağlanması için çaba sabredilmelidir. Tabiat ve İnsan Fotoğraf 8. Göndüren Gölü geniş sazlıklarla daralmıştır. Yüzen adalar sazlıkların ilerlemesi sonucu kapanmıştır. Fotoğraf 9. Göndüren Gölü geniş sazlıklarla daralmıştır. Yüzen adalar sazlıkların ilerlemesi sonucu kapanmıştır. 23 Tabiat ve İnsan KAYNAKÇA • • • • • • • • • • • • • 24 Akbulut, G., (2004), Divriği İlçesinin Coğrafi Etüdü, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum. Akman, Y., (1993), Biyocoğrafya, Palme Yayınları, ANKARA, s.187. Aktaş, B., (1973), Divriği Ovası Yeraltısuyu Rezerv Raporu, D.S.İ. Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. Ardos, M., (1979), Türkiye Jeomorfolojisinde Neotektonik, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Baykal, F., (1966) Sivas Jeolojisi, M.T.A. Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. Baytop, T., (1997), Türkçe Bitki Adları Sözlüğü, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları: 578, ANKARA, ss.299-325. Bulut, İ., H.Hadimli, (2010). Altıparmak Dağı Kuzeydoğusundaki Koçdüzü Yaylasında Göller ve Yüzen Adalar (The floating islands and lakes in Koçdüzü Platou in northeast of Altıparmak Mountains), Standard Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl: 49, Sayı 576, 92-101, Ankara, Turkey. Bulut, İ., İ.Kopar, M.Zaman, (2009). Karadeniz Bölgesindeki Yüzen Adalara Yeni Bir Örnek: Zökün Gölü Yüzen Adaları (Tortum-Erzurum) (New floating islands in Black Sea Region: Lake Zökün floating islands Tortum-Erzurum) Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 8., Sayı 41, 215-230, Erzurum, Turkey. Bulut, İ., M.Girgin, (2010). Gölbel Gölü ve Yüzen Adalar (Gölbel Lake and floating islands), Tabiat ve İnsan, TTKD yay., Yıl.44, Sayı:1, s.3-10, Ankara, Turkey. Bulut, İ., M.Zaman, İ.Kopar, E.Artvinli, (2008). Göze Dağı (Yalnızçam Dağları) kuzeybatısındaki Arsiyan Yaylasında göller ve yüzen adalar (The floating islands and lakes in Arsiyan Platou in northwest of Göze Mountains (Yalnızcam Mountains), Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 8., Sayı 40, 133-153, Erzurum, Turkey. Bulut,İ., G.Kantürk, (2010). Denizli-Honaz-Yukarıdağdere Köyü Saklıgöl Yüzen Adası (The floating island: Saklıgöl in Denizli-Honaz-Yukarıdağdere Köyü), Standard Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl: 49, Sayı 573, 88-92, Ankara, Turkey. C. M. John, V. P. Sylas, Joby Paul, K. S. Unni, (2009). Floating islands in a tropical wetland of peninsular India, Springer Science+Business Media B.V, Wetlands Ecol Manage, 17:641–653. D.S.İ., (1960) Divriği Ovası Hidrojeolojik Etüdü Hakkında Rapor, Ankara. • • • • • • • • • Davis, P.H., (1965-1988), Flora Of Turkey and East Aegean Islands, University of Edinburg, Volume I-XI, ENGLAND. Duzer C. V., (2009). Floating Islands Seen at Sea : Myth and Reality, Ilhas Flutuantes Vistas no Mar: Mito e Realidade, 110 Anuário do Centro de Estudos de História do Atlântico, Regıão Autónoma Da Madeira, ISSN: 1647-3949. Duzer, C. V. (2001). Preliminary Note on the Floating Islands of Zacaton Sinkhole, Mexico, Aquaphyte Online, A Newsletter About Aquatic, Wetland and Invasive Plants, Florida. Duzer, C. V., (2006). Addenda to Floating Islands A Global Bibliography, 13–35, Cantor Pres, Los Altos Hills, California. Duzer, C.V., (2004). Floating Islands: A Global Bibliography [with an Edition and Translation of G. C. Munz’s Exercitatio academica de insulis natantibus (1711)] Cantor Press, Los Altos Hills, California. Girgin, M., İ. Bulut, (2001). Doğu Anadolu’da yüzen adalar (Floating islands in East Anatolia), Standard-Çevre ve Çevre Yönetim Standardları, Yıl. 40, Sayı. 474, 42-48, Ankara, Turkey. Girgin, M., İ., Bulut, (2003). Coğrafya’da yeni bir kavram yüzen adalar (Floating islands; a new concept in Geography), Türk Coğrafya Kurumu 09-12 Temmuz 2002 Coğrafya Kurultayı Bildiriler, 184–194, Gazi Kitabevi, Ankara, Turkey. Söylem, B., Tekmen, F., (1991), Divriği, Başören, Kaygusuz, Gürpınar, Gözecik, Çakırağa, Şahin, Dikmençay Köyleri Hidrojeoloji Raporu, D.S.İ., Genel Müdürlüğü, Sivas. Uçurum, A., ve Larson, L.T., (1999), Geology, Base-Precious Metal Concentration and Genesisi of the Silica- Carbonate Alteration (Listwaenites) From Late Cretaceous Ophiolitic Melages at Central East Turkey, Chemie der Erde, NEVADA, Page:79. Tabiat ve İnsan Biyolojik Çeşitliliği Yok Edilen Azap Gölü Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ Süleyman Demirel Üniversitesi Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi 32500 Eğirdir/ISPARTA ekesici@sdü.edu.tr ÖZET Sulak alanlar; çok ve farklı yaşam ortamları içermesi, bünyelerinde çok sayıda ve çeşitte canlıların yaşamasına izin vermesi nedeniyle yer kürenin en önemli ekosistemleridir. Azap Gölü; Büyük Menderes Deltasında, Söke İlçesine(Aydın) 25km mesafede, Bafa Gölünün kuzeyinde, Beşparmak Dağları arasında Yeşil Köyün kuzey-batısında çevresi zeytin ağaçları ve orman alanı ile kaplı, yüzölçümü 30 kilometrekare olan doğal güzellik ve zenginliklere sahip bir göldür. Göl; Milli park özelliğine sahip önemli koruma alanlarımızdan olan Dilek Yarımadası ile ekolojik bir bütünlük arz etmektedir. Su kuşlarıyla oldukça zengin biyolojik çeşitliliğiyle dikkati çeken Azap Gölü biyolojik ve ekolojik özellikleri yönünden çok önemli bir gölcük olup, sulak alan ekosistemi ile ekonomik, bilimsel ve su yönetimi açısından oldukça ilgi çekicidir. Anahtar Kelimeler: Tabiat, insan, biyolojik çeşitlilik, alg, Azap Gölü 25 Tabiat ve İnsan Giriş G öllerin korunmadan kullanılması sonucu; ekosistem üzerinde oluşturulan kirlilikle biyolojik çeşitliliğin azalması, bu alanları yok etme baskılarının giderek artması, insanlığın kendi geleceğini kendi eliyle riske attığı gerçeğini göstermektedir. Dünya üzerindeki ekosistemlerde ortaya çıkabilecek bir dengesizliğin diğer birçok ekosistemleri de etkileyeceği unutulmamalıdır. Bazı insanlar bu dünyanın bir parçası olduğunu unutmuş, dünyanın kendilerine ait olduğu yanılgısına düşmüşlerdir. Sulak alanlar; bilinçsiz müdahaleler olmadıkça doğal ekolojik yapılarıyla, kendilerini temiz tutabilen-koruyabilen su kaynaklarımızdır. Yaşadığımız günlerde karşı karşıya olduğumuz küresel ısınma, tatlı su kaynaklarının kuruması ve su seviyelerinin giderek azalması; sulak alanlar üzerinde günü birlik politikalarla verilen bilimsel olmayan kararların sonucudur. Ekosistem üzerinde oluşturulan kirlilik, bu alanları yok etme baskılarının giderek artması, insanlığın kendi geleceğini kendi eliyle riske attığı gerçeğini göstermektedir. Azap Gölü; Antik Dönem’de Ege’nin küçük bir koyu olan ve yurdumuzun en önemli koruma alanlarından olan Dilek Yarımadasıyla ekolojik bir bütünlük arz eden tatlı su göllerimizdendir. Azap Gölü, ılıman iklimin koşullarının olduğu bir sulak alan ekosistemi olup, havzada büyük bir leylek kolonisinin olduğu Avşar Köyü’ne 2 km. uzaklıktadır. Bilhassa sonbahar ve kış aylarında Azap Gölü’ne yerli ve yabancı çok sayıda kuş gözlemcileri gelmektedir. Azap Gölü’nde Yapılan Araştırmalar ve Bulgular Azap Gölü çok farklı etkenlerin baskısı altındadır. Büyük Menderes nehrinden su verilmez ise, gölün beslenmesi yağmurlara kalmakta, yörede çiftçiler yıllardır üretimlerini Azap Gölündeki suya göre düzenlemekte ve gölden bilinçsizce su alımı artmakta, kuraklık da gölün su seviyesinin azalmasını daha da hızlandırmaktadır. Burada sorun su kaynaklarımızın Fotoğraf 1. Azap Gölü’nde kuş gözlemcileri 26 Tabiat ve İnsan Fotoğraf 2. Çok sayıdaki tatlı su alanlarımızda kirlilik sonucu oluşan alg patlaması kullanımının, tarım vb. için gerekli olan su gereksinimi belirlenmeden çok sayıda kullanım alanları yaratılmasıdır. Bafa ve Azap Gölleri’nde SDÜ ve EKODOSD ile araştırmaları 2007 yılından buyana devam etmekte olup, her yıl belirli dönemlerde yöre halkına ve yetkililere gölün ve çevresinin korunması konusunda mutlaka önlemler alınmazının gerektiğini, mevsimsel yağmurlarla gölün temizlenemeyeceğini ve bu şekilde duyarsız kalındığında, gerekli önlemlerin alınmadığında ileride gölde çok ciddi sorunlar olabileceğini raporlar halinde yetkililere ve yörede yaşayanlarla yaptığımız toplantılarda bildirilmiştir. 2009 yılında da gölün ekolojik yapısındaki olumsuzluklarla ilgili raporu ilgili yerlere iletilirken, aradan geçen bir yıllık süre de Azap Gölü ile ilgili hiç bir önlemin alınmadığını gördük. Geçtiğimiz yılın bol yağışlı geçmesi gölde su seviyesinin artmasına neden olmuştur. Fakat yılın belirli aylarında göldeki değişimleri sürekli takip ederek, Azap Gölü’nde yapılan ekolojik araştırmalarda gölde biyolojik kirliliğin arttığını, Mayıs 2010’da gölde, gaz çıkışları belirlenmiştir. Gaz çıkışının; Gölün zemin toprağındaki top- rağındaki kirlilik, çevresindeki tarım arazilerinden gelen pestisidler, B. Menderes Nehri’nin suyunun kirliliği ve ölen canlıların oluşturdukları birikim ve çürümeler sonucunda oluşan karbondioksit ve metan gazının olduğunu ve bu durumun, gölün ekolojisini tamamen bozacağı konusunda ilgililer bir kez daha bilgilendirilmiştir. Göl için yapılması gereken önlemlerin alınmaması sonucunda; Temmuz 2010’da gölü yeşil bir örtü gibi kaplayan alg patlaması meydana gelmiştir. Gölde Alg Patlamasının Nedenleri Gölde aşırı oranda alg artışının gölün kirliliğinin göstergesi olduğunu, tatlı su kaynaklarının her tarafını bitkilerin istila ettiği gölün geri kazanımının çok zor olduğunu çünkü, bitki gelişimi kontrol altına alınamayan göllerin, belirli bir zaman sonra tamamen kuruyacağını, mavi-yeşil alg istilasının da, onun başlangıcının göstergesi olduğunu belirtmek gerekir. Doğal göllerin su seviyelerinin korunamaması, güneş ışınlarının etkisini artırmasıyla öncelikle buharlaşma 27 Tabiat ve İnsan Fotoğraf 3. Bugün artık Azap Gölü’nün suyu boya atılmış gibi yemyeşil bir durumdadır olmak üzere, göldeki bitki artışına neden olarak ortamın biyolojik çeşitliliğini değiştirmekte ve bunun sonucunda ortama bırakılan atıklarla birlikte organik kirlilik de artmaktadır. Atık alanı olarak gördüğümüz göllerimiz, artık azalan su seviyeleriyle, atık kaynaklı kirliliği artık eskisi gibi gizleyememektedir. Bunun sonucunda göldeki kirlilik-hastalık-sorun; alg patlamasıyla dışa vurulmaktadır. Araştırmalarımızdan elde edilen veriler ışığında, Azap Gölü’nün suyunu parlak yeşil renkli boyayı andıran görünüme sokan, microcystis türlerinin (mavi-yeşil alg-siyanobakteri) çok aşırı oranda artışı söz konusu olduğu ve microcystis’tin türlerinin bir kısmının zehirli olduğu belirlenmiştir. Özellikle Siyanobakteri ve Dinoflagellata gibi bazı alg gruplarının sularda kısa süre içerisinde çok yoğun bir biçimde gelişerek, suyun yüzeyinde bir tabaka şeklinde birikmesi ve gözle görünür biçimde algılanması olayıdır. Gölde yoğunluk arz eden türler Microcystis aeruginosa, Anabaena flos-aquae, Aphanizomenon flos-aquae, Nodularia spumigena’ dır. Azap Gölü’nde microcystis’lerin aşırı çoğalması göl suyundaki çözünmüş oksijenin azalmasına ve bazı kesimlerinde de tamamen yok olmasına neden olduğundan yavru balıklar da ölmeye başladığı ve gölün dip kesimlerinin balık, su kuşları 28 ve diğer su canlılarının ölüleriyle dolu olduğu belirlenmiştir. Yöre halkına ve yetkililere; Azap Gölü’nden hiçbir amaçla su alınmaması, ölü balıkların hiçbir canlıya yedirilmemesi ve göle girilmemesi doğrultusunda uyarılarda bulunuldu. Göllerde mavi-yeşil alglerin suda aşırı oranda bulunması, bize bu su kaynağının ve canlılarının tehdit altında olduğunu ve havzanın sürekli izlenmesi gerekliliğini gösterdiğini ve Azap Gölü’nden alınan su örneklerinin laboratuarlarda, aşırı artış gösteren alglerin tür tayinleri Moleküler Temelli Yöntemler kullanılarak belirlenecektir. Azap Gölü’nde “Ben bu gölün suyundan çay demler içerdim” diyen ve gölün balıklarının avlama ihalesini elinde bulunduran Mehmet Dalkılıç da, “Gölün yıllardır balıkçılığını yapmaktayım. Bu göl aslında en güzel göllerimizden biriydi. Şu an da ölü göl formuna geldi. Gölün balığını avlamak için yıllık 4 bin 500 lira veriyorum. Bu parayı çıkarabilmem mümkün değil. Balıklar ölüyor. Gölün dibi kocaman sarıbalık ölüleriyle dolu. Ben bu gölü ekmek yemek için kiraladım. Ancak ekmek yemekten de vazgeçtim yeter ki, bu gölü kurtarsınlar” demektedir… Tabiat ve İnsan Fotoğraf 4. ve 5. Azap Gölü’nde balık ölüleri, balıklar nefes almak ister gibi kendilerini sudan dışarı atmaktadırlar. Fotoğraf 6. Göldeki doğal dengenin en üst basamağını oluşturan kuşları da öldü 29 Tabiat ve İnsan Sonuç Azap gölünde mikroskobik alglerin oluşturdukları bu örtü sonuçta; göl ekosisteminde olumsuzluklar; oksijen seviyesinin düşmesi, su kalitesinde bozulma, biyotoksin artışı, besin zincirinde farklılaşma, gölün biyolojik çeşitliğinde azalmayla belirginleşmektedir. Azap Gölü’nde başta balıklar olmak üzere, su kuşları gibi ekolojik değeri yüksek, zengin bitki ve hayvan çeşitliliğiyle birçok türün yaşamasına olanak tanıyan ekosistemin çökmek üzeredir. Azap Gölü çalışmalarının sonuçlarının yakın zaman içinde sonuçlanacağını ve gölde oluşan manzara karşısında gölle ilgili günübirlik çözüm üretmek yerine radikal önlemler alınması gerekmektedir. Doğal alanların korunması, canlıların ve yaşamın sürdürülebilirliği için; doğada yaşayan bitki- hayvan türlerinin zenginliğine ve bu canlıların barınma - beslenme - üreme ortamlarının sürekliliğine bağlıdır. Doğa koruma çalışmaları; Avrupa Birliği Çerçeve Eylem Programlarının kapsamında sürdürülen doğa korumanın tarım, turizm, ulaşım, enerji gibi diğer birlik politikalarına entegrasyonuna büyük önem vermektedir. Doğa korundukça, tarım, ormancılık, turizm, su ürünleri vb. sektörlerin gelişimi de artacaktır. Doğal alanların koruma/kullanma ilkeleri temel esas olarak benimsenmez ise bu sektörlerin desteklenmesi ve gelişmesi olanaksızdır. Azap Gölünün Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmesi gölün sorunlarına çözüm getirmeyecektir. Sulak alanlarla ilgili konunun uzmanlarının çevre koruma /kullanma dengesi temel esas alınarak özenle ve sabırla tasarımlanacak tek merkezli planlamalar sorunların en aza inmesini sağlayacak ve Azap Gölü’nden elde edilecek yarar en üst seviyeye çıkacaktır. Teşekkür Serçinler Balıkçıları, Yeşilköy Muhtarlığı yetkilileri ve sakinlerine, Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) başkanı sayın Bahattin Sürücü’ye teşekkür ederim. 30 Kaynaklar • Anonim. 2002. Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği, (30.01.2002 tarih ve 24656 sayılı Resmi Gazete), http//www.cevre.gov.tr. • Anonim.2007.Köyü, Serçinler Balıkçıları, Yeşilköy Muhtarlığı yetkilileriyle görüşmeler. Aydın • Anonim. 2007-2008. Kuş Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) başkanı Bahattin Sürücü ile kişisel görüşme. Aydın • Kesici, E., 1997. “Eğirdir Gölü Makrofitik Vejetasyonu Üzerine Fitososyolojik ve Ekolojik Bir Araştırma” SDÜ Fen Bil. Enst. Doktora Tezi.130 s. Isparta • Kesici, E., 2001. Phragmites australis L’in Akşehir Kıyılarına Olan Etkileri. Türkiye’nin Kıyı ve Deniz Alanları III. Ulusal Konferansı. 26-29 Haziran, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul. • Kocataş,A.,1996” Ekoloji-Çevre Biyolojisi”EgeÜniv. Su Ür.Fak.Yay.No:52 Bornova-İzmir • Tomar,A., Karacan,A.R.,1990 “ İzmir Yöresinde tarımsal alanların amaç dışı kullanımının çevresel ve ekonomik etkileri” Doğal Güzelliklerin Korunması ve Çevre Kirliliği Sempozyumu, Gaziantep. • Wetzel,R,G., 1975.Limnology. W.B.Saunders Company Philadelphia Londan.Tronto Tabiat ve İnsan Avrupa’da Biyoçeşitlilik Kaybı Durdurulamadı ! Hüsniye KILINÇARSLAN Biyolog Çevre ve Orman Bakanlığı B irleşmiş Milletlere üye Devletler 2002 yılında yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde Binyıl Kalkınma Hedeflerini belirlemişti. Bu hedeflerden 7. Başlık “Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması” idi ve bu başlığın altında “2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybının önemli ölçüde azaltılması” hedefi yer almıştı. Bu hedefe cevap olarak BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf Devletler 2004 yılında yapılan VII. Taraflar Konferansında VII/30 nolu karar ile 2010 Biyoçeşitlilik Hedeflerini onayladı. Böylece neredeyse bütün dünya 2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybını önemli ölçüde azaltma taaddüdünde bulunmuş oldu. Avrupa Birliği 2006 yılında bu hedefe ulaşma yolunda kendisine bir yol haritası çizdi: AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı. AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı 4 politika alanı altında 10 hedef ve destekleyici tedbirlerden oluşmaktadır (Bkz. Tablo 1). Tablo 1. AB BİYOÇEŞİTLİLİK EYLEM PLANI (COM(2006)216 Politika Alanı 1. Biyoçeşitlilik ve AB AB ve Küresel Biyoçeşitlilik 3. Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği 4. Bilgi temeli Destekleyici Tedbirler Hedefler Kapsam 1. AB’nin en önemli habitatlarının ve türlerinin korunması 2. Biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin tüm AB alanında korunması ve restorasyonu 3. Daha geniş AB deniz çevresinde biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin korunması ve restorasyonu Doğa direktifleri, Natura 2000 ağı, tehdit altındaki türler Tarım, kırsal kalkınma ve orman politikalarında biyoçeşitlilik hedefleri ile uyum Deniz koruma alanları, balıkçılık, kirlilik Sürdürülebilir kalkınma, mekansal planlamada Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD), ekolojik olarak sürdürülebilir turizm İstilacı yabancı türlerin etkilerinin azaltılmasına yönelik Topluluk stratejisi, Gemi Balast Sularının ve Se5. İstilacı yabancı türlerin ve genotiplerin dimentlerinin Kontrol ve Yönetimi Sözleşmesi, Erken biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerinin azaltılması Uyarı Sistemleri, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü, GDO’ların çevreye salımına ilişkin direktif Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Kalkınma, ticaret, iklim 6. Biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin değişikliği gibi süreçlere biyoçeşitliliğin entegrasyonu, uluslar arası yönetiminin güçlendirilmesi Okyanusların yönetimi 7. AB dış yardımında biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetleri için desteğin güçlendirilmesi 8. Uluslar arası ticaretin biyoçeşitlilik ve Küreselleşmenin etkilerinin azaltılması, genetik ekosistem hizmetleri üzerindeki etkilerinin kaynaklara erişim ve yarar paylaşımı, Sürdürülebilir azaltılması ormancılık, Sürdürülebilir balıkçılık, CITES, Geleneksel bilgiler 2010’a kadar sera gazları emisyonunun %8 azaltılması, 9. Biyoçeşitliliğin iklim değişikliğine uyumu- Küresel ısınmanın 2oC’yi geçmemesi, Biyoçeşitliliğin iklim değişikliğine dayanıklılığının güçlendirilmesi, nun desteklenmesi Etkilenebilirliği yüksek tür ve habitatların tespiti 10. Biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürüleAraştırma finansmanı, Bağımsız bilimsel danışmanlıbilir kullanımı için gerekli bilimsel temelin ğın güçlendirilmesi, Tür ve habitat araştırmaları, Ortak güçlendirilmesi veri standartları ve kalitesi Finansman Karar alma İşbirliği Halkın eğitimi ve katılımı 4. Bölgesel ve mekansal gelişmenin biyoçeşitlilik ile uyumunun güçlendirilmesi 31 Tabiat ve İnsan Avrupa Komisyonu AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı kapsamında 2010 yılında hedeflere ne ölçüde ulaşılabildiğini değerlendiren bir rapor yayınladı. Bu rapora göre: • AB’nin en önemli habitatlarının ve türlerinin korunması amacına yönelik olarak 2007-2009 yıllarında 119.5 milyon EURO destek sağlandı; Natura 2000 karasal alanlarda tamamlanmak üzere, denizel alanlarda kayda değer ilerleme mevcut; çok sayıda korunan alanın yönetiminde olumlu tedbirler alınmış durumda; AB için önemli pek çok tür için Tür Koruma Eylem Planları onaylandı; Topluluk için önemli habitatların ve türlerin koruma durumu kapsamlı olarak 2009 yılında değerlendirildi; çeşitli sanayi sektörleri için doğa direktiflerinin uygulanmasına yönelik rehberler hazırlandı; Çevresel Sorumluluk Direktifi tüm üye ülkelerde iç mevzuata aktarıldı; AB dışında kalan ülkelerde Natura 2000 ağı için rehber hazırlandı; • Biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin tüm AB alanında korunması ve restorasyonu amacına yönelik olarak orman ve tarım alanlarında biyoçeşitliliğin desteklenmesi için 22 milyar EURO’nun üzerinde önemli bir bütçe ayrıldı; Natura 2000 alanlarında tarım ve orman için 590 milyon EURO ödendi; Ortak Tarım Politikası 2008 değerlendirmesinde biyoçeşitliliğe daha fazla öncelik verildi; Komisyon 2010’da Orman Yeşil Kâğıdını onayladı; Avrupa Toprak Biyoçeşitliliği Atlası yayınlandı; üye Devletler Su Çerçeve Direktifi kapsamında Nehir Havzası Yönetim Planlarını hazırlamaya başladı; Avrupa’nın tatlı su ekosistemlerinde su kalitesi iyileşmeye başladı; 2009 ‘da pestisitlerin sürdürülebilir kullanımına yönelik yeni bir direktif onaylandı; ekolojik olarak uyumlu yeşil altyapı kavramının geliştirilmesine yönelik çalışmalar başlatıldı; • Daha geniş AB deniz çevresinde biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin korunması ve restorasyonu amacına yönelik olarak 2008 ‘de Deniz Stratejisi Çerçeve Direktifi onaylandı; 22 kıyı üye Devletten 9’u bütünleşik kıyı yönetim planlarını onaylama sürecinde; ticari balık türleri için kurtarma planları onaylandı; hassas derin deniz yataklarının korunmasına yönelik yeni mevzuat yürürlüğe kondu; köpekbalıkları için Topluluk Eylem Planı onaylandı; pek çok üye Devlet Avrupa Balıkçılık Fonu altında sürdürülebilir balıkçılık ve deniz biyoçeşitliliğinin korunmasına yönelik projeler uygulamaya başladı; • Bölgesel ve mekansal gelişmenin biyoçeşitlilik ile uyumunun güçlendirilmesi amacına yönelik olarak yeni AB Yapısal Fonu altındaki tüm plan ve programlar artık Stratejik Çevresel Değerlendirmeye 32 tabi tutulacak, ayrıca bu fon kapsamında artık biyoçeşitliliği korumaya yönelik destekler sağlanması da mümkün; • İstilacı yabancı türlerin ve genotiplerin biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerinin azaltılması amacına yönelik olarak yayılımcı yabancı türlerin kontrolü için 38 milyon EURO harcandı; kültür balıkçılığında yabancı türler konusunda mevzuat yürürlüğe girdi ve erken uyarı sisteminin AB’ye yaygınlaştırılması için fizibilite çalışması yapıldı; • Küresel biyoçeşitlilik kaybı ile mücadelede AB’nin rolünün güçlendirilmesine yönelik olarak gelişmekte olan ülkelere 133 milyon EURO yardım ayrıldı; Komisyon bölgesel ve iki taraflı serbest ticaret anlaşmalarında SÇD uygulaması başlattı; Komisyon ve üye Devletler biyoçeşitlilik ile ilgili uluslar arası sözleşmelerin uygulanmasında aktif rol aldı; • Biyoçeşitliliğin iklim değişikliğine uyumunun desteklenmesi amacına yönelik olarak 2009’da beyaz kağıt yayınlandı; iklim değişikliğinin biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerin araştırılmasına yönelik projeler başlatıldı; yenilenebilir enerji ile ilgili yeni direktif 2009’da onaylandı; pek çok üye Devlet sera gazı emisyonlarının önemli ölçüde azalttı; • Biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı için gerekli bilimsel temelin güçlendirilmesine yönelik olarak 6. Araştırma Çerçeve Programı altında 78.6 milyon EURO, 7. Araştırma Çerçeve Programı altında 199.5 milyon EURO biyoçeşitlilik ile ilgili projelere harcandı; yeni Avrupa Biyoçeşitlilik Bilgi Sistemi kuruldu; Ekosistemlerin ve Biyoçeşitliliğin Ekonomisi çalışmasını büyük ölçüde AB finanse etti. Tüm bu çabalara rağmen Avrupa Birliği’nin 2010 değerlendirme raporuna göre Avrupa’da biyoçeşitlilik kaybı durdurulabilmiş değil. Rapora göre AB’de; • Hayvan türlerinin %25’i yok olma tehdidi ile karşı karşıya, • Koruma altındaki alanların %65’i, korunan türlerin ise %52’si istenen düzeyde korunamamakta, • Son 15 yılda doğal alanların oranı %8 azalmış durumda, • Avrupa habitatlarının %30’u parçalanmış durumda, • Ekosistemlerin büyük bir bölümü ekosistem hizmetlerini sağlayamayacak ölçüde bozulmuş durumda ve en önemlisi Avrupalılar doğanın sağlayabildi- Tabiat ve İnsan ği kaynakların iki katını tüketmektedir ki bu sadece Avrupa’nın değil dünyanın diğer yerlerindeki biyoçeşitliliğinin de üzerinde baskı oluşturmaktadır. Avrupa Çevre Ajansı tarafından yapılan değerlendirmeye göre ise tüm çabalara ve olumlu gelişmelere rağmen; • Tatlı su ekosistemleri Avrupa’da en fazla baskıya maruz olan ekosistemlerdir, 1990-2006 arasında Avrupa’nın doğal sulak alanları %5 azalmıştır, kirlilik, habitat bozulması ve parçalanması, yayılımcı türler bu ekosistemleri tehdit etmektedir; • Dağ ekosistemleri biyoçeşitlilik açısından Avrupa’nın en önemli alanlarını barındırmaktadır ancak tarımsal uygulamaların, turizmin, iklim değişikliğinin ve altyapı yatırımlarının olumsuz etkilerine maruzdur; KAYNAKLAR AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı: 2010 Değerlendirmesi, AB, 2010, Lüksemburg Avrupa’da Biyoçeşitliliği Değerlendirmek-2010 Raporu, Avrupa Çevre Ajansı, 2010, Kopenhag 25 AB Ülkesinde değerlendirmeye alınan türlerin korunma durumu (Kaynak: ETC/BD, 2008; SEBI 2010 Gösterge 03) • Orman biyoçeşitliliğinde kayıplar devam etmektedir; • Avrupa balık stoklarının %45’i tehdit altındadır; • 1980 yılından bu yana tarımsal ekosistemlerde yaşayan kuş türleri %50 azalmıştır; • Çayır ve bozkır ekosistemleri 1990’dan bu yana ciddi oranda azalmıştır. Çocuklarımızı iyi okullarda okutmak için, onlara evler, arsalar bırakmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Ancak, çocuklarımıza ve torunlarımıza soluyacakları temiz bir hava, içebilecekleri temiz su kaynakları, sofralarına koyabilecekleri çeşit çeşit gıda üretebilecek sağlıklı ekosistemler bırakamadıktan sonra neye yarar… Dünyanın biyoçeşitliliğinin yok olmasına seyirci kalmayalım, her birimizin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. 1990-2006 arasında Arazi Değişimi (Finlandiya, Yunanistan, İsveç ve İngiltere hariç) (Kaynak: CLC, 2006; SEBİ 2010 Gösterge 04) 33 Tabiat ve İnsan 25 AB Devletinde biyocoğrafik bölgelere göre tatlı su hayvan türlerinin korunma durumu (Parantez içinde değerlendirilen tür sayısı verilmiştir) (Kaynak: ETC/BD, 2008) 34 Tabiat ve İnsan Çevremizdeki Güvercinler Domestic pigeons Esra TOPAKTAŞ ÖZET Kuşlar çok eskiden beri insanın ilgisini çekmiş ve birçok araştırmaya konu olmuştur. Güvercinlerin yaban hayatından alınarak evcil hayata uyumları nispeten kolay olmuş ve insanlar dünyanın çeşitli bölgelerinde güvercinleri değişik amaçlar için yetiştirmişlerdir. Türkiye’de yaşayan 6 yabani güvercin türü vardır. Bunlardan melezleme yapılarak birçok ırk ortaya çıkmıştır. Güvercinler mavi, beyaz, siyah ve kırmızı başta olmak üzere çok değişik renk ve desenlere sahiptir. Bu çalışmada bir güvercin tüyü ışık ve elektron mikroskobunda incelenmiş, güvercin yumurtası ve bazı yaşam ortamlarının fotoğrafı çekilmiştir. Ayrıca yetiştiricilerde bulunan bazı ırkların fotoğrafları kaydedilmiştir. Bugün kuşçular arasında güvercin yetiştirenler birçok polimorfik formun oluşmasına sebebiyet vermiş ve bunlara arap, sabuni, miski, baska gibi adlar takmışlardır. Güvercin gübresi ekonomik olarak değerlendirilmektedir. Bu hayvanlarda da öldürücü bazı hastalıklar görülmektedir. Anahtar kelimeler: Güvercin, güvercin yetiştiriciliği, güvercin ırkları, Türkiye ABSTRACT 3.Sınıf Öğrencisi Kırıkkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, 71451, Yahşihan, KIRIKKALE The birds have attracted the interest of man since ancient times and has been the subject of many research. Domestication of pigeons taken from wildlife had been relatively easy. In this sense, people in various parts of the world reared pigeons for different purposes. There are 6 species of wild pigeons living in Turkey. Various races have emerged due to hybridization. Pigeons show coloration and various patterns by using some main colours such as blue, white, black and red. This study examined a pigeon feather by using light and electron microscopy and, pigeons eggs and some of their habitats were photographed. In addition the photographs of some races that were owned by private breeders were taken. Today amongst people growing birds, pigeon breeders caused the appearence of polymorphic forms, and they gave different kinds of names such as arap, sabuni, miski and baska. Pigeons manure is considered to have some economic value. Some acut diseases have also been identified in pigeons. Key words: Dove, pigeon breeding, pigeon races, Turkey 35 Tabiat ve İnsan DERNEĞİMİZ GENÇLİK KOMİSYONUNUN ÇALIŞMALARI Giriş H ayvanlar aleminin Chordata (Kordalılar) şubesine ait, Aves (Kuşlar) sınıfı, vücutlarının kuş tüyü ile örtülü olmasıyla karakterize edilirler. Kuşlar sıcakkanlı hayvanlar olup yeryüzünde en çok tanınan canlılardır. Yaşam tarzları, ekolojik istekleri ve davranış özellikleri bakımından oldukça ilginçtirler. Yayılış alanları çok geniş olduğundan birçok takım ihtiva ederler. Kuşların birçoğu uçma kabiliyetine sahiptir. Bu müstesna özellikleri ve sesleri insanların her zaman dikkatini çekmiştir. Bugün dünyada yaşayan yaklaşık 10.000 kuş türünden 453’ü ülkemizde yaşamaktadır. Bunlar arasında güvercinlerin, insanla olan ilişkisi bakımından ayrı bir yeri vardır. Zira güvercinler insa- noğlunun ilk evcilleştirdiği kuş türüdür. Esasen evcil güvercinin atasal formunun bugün yaşayan Kaya Güvercini, Columba livia olduğu sanılmaktadır (Horan, 1979). En eski bilgiler M.Ö. 4500 yıllarına kadar dayanmaktadır. Evcil güvercinin ilk defa Orta Asya’da eğitildiği ve bazı bulgulara göre de güvercinin Anadolu’da gelişim gösterdiği tahmin edilmektedir. Güvercinlerin 1200 yıl önce Anadolu’da evcilleştirilip dünyaya yayıldığı görüşü ihtimal dahilinde olup başka varsayımlar da konu edilmektedir. Mukaddes kitaplardan Tevrat, Nuh Efsanesinde gemiden salınan kuşun güvercin olduğuna işaret etmekte ve böylece güvercinin evcilleştiği de anlaşılmaktadır. Bu bilgi eski Sümer ve Babil Efsanelerinden alınmıştır. Ayrıca Gılgamış Destanı’nda da güvercinden bahsedilmesi o tarihlerde Mezopotomya’da güvercinin evcilleştiğine kanıt sayılmıştır. M.Ö. 3000 yılına ait Mısır kayıtlarında güvercinlerin eti ve gübresi için yetiştirildiği bilgisi yer almaktadır. Bugün Anadolu’da gübre elde etmek için boranha- Şekil 1. Haberleşmeye sembol olmuş bir posta güvercini (www.resimden.com) 36 Tabiat ve İnsan Şekil 2. Yazın cadde kenarlarında gezinen güvercinler (Fotoğraf: E. Topaktaş) neler inşa edilmekte ve bu yolla ekonomiye önemli katkı sağlanmaktadır. Güvercinlerin bağırsakları uzundur ve sindirim zorluğunu bertaraf etmek için kuvvetli enzimler salgılanmaktadır. Amonyak asidi oldukça kuvvetli olan gübrenin usulüne uygun olarak kullanıldığında zararlı etkisi görülmemektedir. Güvercinler uzun zaman haberleşme aracı olarak kullanılmış ve posta güvercinlerinin özellikle savaşlardaki rolü çok iyi bilinmektedir (Şekil 1). M.Ö. 1200 yılında Mısır Uygarlığı’nda ve M.Ö. 300 yıllarında Çin Uygarlığı’nda güvercinlerin haberleşmede kullanıldığı kaydedilmiştir. Moğollarda, Selçuklu dönemlerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde güvercinlerin hem haberleşme hemde zevk için yetiştirildikleri kaydedilmiştir. Bugün Türkiye’de 50 kadar güvercin ırkı mevcuttur. Bu ırklardan Bağdatlı, Demkeş, Hünkari, Bango (Mısıri), İstanbullu, Bursa ve Diyarbakır ırkları tarihi ırklar olarak bilinmektedir. Evliya Çelebi Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1600’lü yıllarda kuşbazların 500 dükkan ve 600 kişiden oluştuğunu kaydetmiştir. Kuşbazların yetiştirdiği ırklar; Pal, Taklabaz, Şeber, Cevizi, Şami, Munakkit, Alare, Martoloz, Sabe, Talazlı, Pelek, Jebar, Kızıl ala, Kara ala, Tekir ala, Varkil ala, Sade kut, Taçlı kut, Çakşırlı kut’tur. Bunlar içinde de marifetlerine göre taklacı, makaracı olarak adlandırılanlar vardır. Güvercin gübresi boran adı verilen yabani bir güvercinin gübresinin değerlendirilmeye başlanmasıyla yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Diyarbakır’ın ünlü karpuzu bu gübre sayesinde sembol olmuştur. Bugün de Anadolu’da birçok yerde bulunan boranhanelerin gübreleri kullanılmaktadır. Boran güvercininin etinin oldukça lezzetli olduğu bilinmektedir. Koğa da denilen güvercin gübresi yurt dışından da talep edilmektedir. Güvercinlerin yön bulmadaki becerileri oldukça şaşırtıcıdır. Güvercinlerin bazı coğrafik yer yüzü şekillerini, güneş ve yıldızların konumlarını kullanarak yönlerini buldukları kabul görmüşse de 1947 yılında güvercinlerin yerin manyetik alanından yararlandığı keşfedilmiştir. Güvercinlerdeki bu sistem sinirlerle ilgili manyetik mineral taneciklerinin bir iç pusula gibi görev yapması esasına dayanır. Kafatasında bulunan bu manyetik demir tanecikleri yer kürenin manyetik alanına karşı duyarlı olduğundan güvercinler yön tayinini kolaylıkla gerçekleştirebilmektedirler. Başka bir varsayıma göre güvercinlerin koku duyusuna da- 37 Tabiat ve İnsan Şekil 3. Bir haftalık arap ırkı yavru bir güvercin yalı olarak yönlerini tayin ettikleri belirtilmiştir. Her coğrafik bölgeye has kokuların rüzgarla taşındığı ve güvercinlerin, bulundukları yerde adeta bir koku haritasına ulaştıkları sanılmaktadır. Demek oluyor ki güvercinler bazen bir, bazen de birden fazla yön bulma metotlarını kullanarak yön tayinlerini yapabilmektedir. Sonuçlar Dünyadaki kuş türlerinin temsil edildiği takımlardan biri de Columbiformes’dir. Bu takım asıl güvercinlerin de (Columbidae) bulunduğu bir gruptur. Güvercinlere ait sistematik aşağıda verilmiştir. Materyal ve Metot Bu araştırma, Haziran-Ekim 2010 tarihleri arasında güvercinlerin yoğun olarak bulunduğu Ankara’nın Kızılay, Ulus semtlerindeki Kocatepe ve Hacı Bayram Camii’lerinde, bazı binalarda ve sokaklarda yapılan gözlemlere dayanmaktadır. Güvercinden alınan bir teleğin ışık ve elektron mikroskobunda fotoğrafı çekilmiştir (Day, 1966). Güvercinler belli sürelerde doğal ortamlarında gözlenmiş ve bazı davranış özellikleri kaydedilerek fotoğrafları çekilmiştir (Şekil 2). Çalışmalarda kullanılan dokümanlar için Milli Kütüphane ve Kırıkkale Üniversitesi Rauf Denktaş Merkez Kütüphanesinden faydalanılmıştır. 38 REGNUM: Animalia (Hayvanlar) PHYLUM: Chordata (Kordalılar) CLASSIS: Aves (Kuşlar) ORDO: Columbiformes (Güvercinler) FAMILIA: Columbidae (Güvercingiller, Asıl güvercinler) FAMILIA: Pteroclidae (Step Tavuğugiller) FAMILIA: Raphidae (Dodo kuşları) Güvercinler takımının üç familyasından ilk ikisine ait bazı türler ülkemizde bulunmaktadır. Columbidae familyası Türkiye’de 6 türle temsil edilmektedir. Kaya Güvercini (Columba livia) Tahtalı (Columba palumbus) Mavi Güvercin (Columba oenas) Üveyik (Streptopelia turtur) Dere Kumrusu(Streptopelia decaocto) Küçük Kumru (Streptopelia senegalensis) Tabiat ve İnsan Şekil 4. Balkonda yuvalanan bir güvercine ait yumurtalar (Fotoğraf: E.Topaktaş) Güvercin vücudu orta büyüklükte olup, küçük başlı, kısa bir boyun ve bacaklara sahiptir. Güvercinler gibi kuşların uzun ve sivri kanatlı olanları hızlı uçuş özelliği gösterirler (Boran ve Yılmaz,1984). Kuşlara özgü karbohidrat miktarı düşük, protein ve yağ miktarı yüksek koyu krem rengi süt kıvamında bir madde güvercinlerin kursağında oluşmakta ve yavrular başlangıçta bununla daha sonra da sütün yerini alan yarı sindirilmiş besinle beslenmektedir (Şekil 3). Güvercinler dünyanın hemen her yerinde yayılış gösterirler. Yabani özelliklerini kaybedip, mevsimsel ritimlerini yitirdiklerinden sıcaklığa bağlı olarak hemen her mevsim yumurta bırakabilirler. Genellikle 2 yumurta bırakıp, erkek gündüz, dişi de gece olmak üzere nöbetleşerek kuluçkaya yatar (Şekil 4). Bazen eti için avlanan yabani güvercinler yuvalarını genellikle kayalık yerlere yapar. Evcil güvercin ise tünek (barınak) yeri olarak, yuvasını bina çatılarına, kuytu yerlere, dam saçaklarına ve ağaçlara yapar. Güvercinler geleneksel olarak “güvercinlik” olarak da tabir edilen ve avcı hayvanların saldırısından koruyan tünek yerlerinde de yetiştirilir. Bugün çevremizde her an heryerde karşımıza çıkan güvercinler evcil güvercinlerdir (Şekil 5) ve bunlar yuvalarını çeşitli binaların çatı ve saçaklarında, köprü altlarında, minare ve kubbelerde yapabildikleri gibi yapay habitatlarda da (güvercinlik) beslenmektedir. Güverciler farklı renk ve desenlere sahip olmalarıyla da dikkat çekerler. Bugün bilinen 28 farklı güvercin rengi mevcuttur. Mavi, beyaz (ak), siyah (arap), kırmızı, kırmızı bar, alaca bu renklerden bazılarıdır. Yetiştiricilikte ortaya çıkan ırklar güvercinlerin polimorfik canlılar olmasına yol açmıştır. Columbidae (Güvercinler) familyasının 43 cins ve 289 türü vardır. Ülkemizde yaygın olarak güvercin yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu kapsamda değişik bölgelerdeki değişik amaçlarla yetiştirilen güvercinler birçok ırkı temsil etmektedir (Şekil 6 a, b, c, d). Kuş türlerinin ordo düzeyinde tüy yapı farklılıkları vardır (Çoban ve ark., 1992). Kuş tüyü keratinleşmiş epitel hücrelerinden meydana gelmekte olup orijin olarak sürüngenlerin pulları ile homologtur. Bir güvercinden alınan teleğin genel şekli ile tüy bayrağın- 39 Tabiat ve İnsan Şekil 5. Çevremizde iç içe yaşadığımız güvercinler (Fotoğraf: E. Topaktaş) dan alınan bir parça incelenmiş (Şekil 7) ve değerlendirmeleri yapılmıştır. Güvercinler insana yakınlığı ile bilinen ve bu anlamda yetiştiriciliği de başarı ile gerçekleştirilen kuşlardır. Güvercinler bir çok melezleme deneylerine tabi olmuş ve insanların amaçladığı fayda esaslarına dayalı olarak birçok ırklar meydana gelmiştir. Güvercinler farklı amaçlara hizmet verecek şekilde yetiştirilmektedir. Bazen boranhanelerde gübre elde edilmekte ve bu da ekonomiye katkı sağlamaktadır. Bazen de insanlara hoş vakit geçirtebilmek veya stresten uzaklaştırmak amacı ile güvercinler belli mekanlarda bina saçaklarından belli komutlarla düzenli şekilde uçurulmakta ve tekrar komutla geri getirilmektedir. Bunun için harekete başlatan bir sırık veya bir ıslık hayvanların hareketlerini düzenleyebilmektedir. Folklorik olarak kültüre yerleşmiş, geleneksel olarak süreklilik kazanan bu davranış biçimi dünya üzerinde oldukça yaygındır. Bunun yanında yetiştirilen güvercinlerin salıverilmesi sonucu güver- 40 cin populasyonları bazı çevre problemlerine sebebiyet verebilmektedir. Örneğin, kendileri için güvenli olmayan mekanlara güvercinler yumurta bırakıp kuluçkaya yatabilmektedir. Ayrıca giderek artan güvercin populasyonları için yerleşim birimlerinde barınabilecekleri boş bina ya da çatı araları da yetersiz kalmaktadır. Güvercinlerde de ölüme neden olan bazı hastalıklar görülmektedir. Güvercinlerde Avian Influenza virüsünden kaynaklanan ölümler görülmektedir (Ün, 2007). Ülkemizde de 2006 yılında yaşanan büyük salgında üç adet güvercinde bu virüs tespit edilmiştir (Ün, 2007). TEŞEKKÜR Bu konu üzerinde çalışmamı sağlayan Sayın hocam Prof. Dr. İrfan Albayrak’a teşekkür ederim. Ayrıca bu çalışma için bazı güvercin ırklarının fotoğraflarını edinmemize yardımcı olan güvercin yetiştiricisi Ferhat Çatak’a da teşekkür ederim. Tabiat ve İnsan Şekil 6 a. Güvercinlerin baska ırkı Şekil 6 c. Güvercinlerin miski ırkı Şekil 6 b. Güvercinlerin arap ırkı Şekil 6 d. Güvercinlerin çakmaklı ırkı Şekil 7. Bir güvercin teleğinin genel görüntüsü (Solda) ve SEM’deki ince yapısı (Sağda) (Fotoğraf: E. Topaktaş) 41 Tabiat ve İnsan KAYNAKLAR • Baran, İ., Yılmaz, İ., 1984. Ornitoloji Dersleri. Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova, İzmir, 1-323. • Çoban, N., Erol, B., Altın, E., Kurtoğlu, M., Nazlımoğlu, L., Albayrak, İ., 1991/1992. Kuştüyü Yapısının Önemi., Araştırma Dergisi, 4 (36-37): 5-6. • Day, M.G., 1966. Identification of hair and feather remains in the gut and feaces of stoats and weasels. J. Zool. Lond., 15: 459-497. • Horan, P.G., 1979. The Origin of Species. Complete and Fully Illustrated, Charles Darwin. New York, 1-460. • Ün, H., 2007. Türkiye’de İzole Edilen AI Viruslarının Moleküler Özellikleri. Proc. International Avian Influenza Congress, 61-66, 03-04 September 2007, Antalya, Turkey. • Ün, H., 2008. Genetic Analysis of Highly Pathogenic Avian Influenza A (HPAI) H5N1 Viruses Isolated from Turkey Between 2005 and 2008. Etlik Veteriner Mikrobiyoloji Dergisi, 19: 27-38. • http://www.trakyaguvercin.com (28.07.2010) • http://www.guvercinbirligi.com (09.07.2010) • http://www.guvercinbirligi.com (28.07.2010) • http://guvercin.at/guvercin/Irklarr.html (12.07.2010) • http://www.hayvanansiklopedisi.com (28.07.2010) • http://www.resimden.com/resimler (22.09.2010) • http://tr.wikipedia.org (14.07.2010) Ekolojik Çalışmalarda DÜZELTME Tabiat ve İnsan Dergisi Eylül 2010 sayısı, sayfa 19-24’te yayınlanan “ Yaban Kuşlarında Avian İnfluenza” (Avian İnfluenza in Wild Birds) isimli makalede yazar isim sırası aşağıdaki gibidir. Düzeltiriz. Prof. Dr. Banur BOYNUKARA Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Van 42 Yrd. Doç. Dr. Timur GÜLHAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Van Yrd. Doç. Dr. Erdal ÖĞÜN Yrd. Doç. Dr. Atilla DURMUŞ Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Van Tabiat ve İnsan TÜRKİYE’NİN İLK SU ENSTİTÜSÜ SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİNDE KURULDU Yrd. Doç Dr. Erol KESİCİ Süleyman Demirel Üniversitesi Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi ekesici@sdu.edu.tr Ü lkemizde sulu tarıma verilen teşvikler, hızlı nüfus artışı ve sanayideki gelişmeler suya olan talebin artmasına neden olmuştur. Sularımızın; ekonomi - ekoloji ilişkileri göz ardı edilerek politik bakışla yönetilmesi sonucunda da, suya olan arz talep dengesinin bozulmasına neden olunmuş ve suya daha çok meta gözüyle bakılmıştır. 2006- 2007 yıllarında ülkemizde görülen kuraklık; canlıların ekosistemsel ve insanların geçimleriyle ilgili ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Kuraklık, iklimin doğal bir parçasıdır. Fakat su bilimsel bakışla yönetilmez ve su kaynakları su talebini karşılayacak kadar yeterli olmazsa, kuraklık ortaya çıkmaktadır. Su, toprak ve hava doğanın temel ve kutsal değerleri olup, bunları kirletmeden Prof. Dr. Semiha BAHÇELİ SDÜ Fen-Edebiyat Fak. Fizik Bölüm Bşk. bilimsel bakışla korumak, teknik, ekonomik ve aynı zamanda çevreye uyumlu projeler geliştirmek ve uygulamak önceliğimiz olmalıdır. İçinde bulunduğumuz yıllarda dünyanın gündemindeki öncelik sudur. Su yaşamdır, su besindir. Ülkemiz, dünyada su konusunda söz sahibi olan seçkin kuruluşların arasında yer almak ve karar mekanizmalarında söz sahibi olmak maksadıyla 2000 yılında Dünya Su Konseyi’ne üye olmuştur. 2009 yılında 5. Dünya Su Formu İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Bu forumdan amaç, ülkemiz su sektörünün daha da gelişmesi, katkı sağlaması ve ülkemizin uluslararası su kuruluşlarıyla olan ilişkilerinin daha da geliştirilmesidir. Dünya Su Forumu, forum olarak bırakılmamalıdır. 43 Tabiat ve İnsan Su konusundan bahsederken 7’den70’ e öncelikli söylemimiz Türkiye’nin üç tarafının denizlerle çevrili olduğudur. Bu söz bizim atasözümüz gibi olmakla birlikte, bir övünç sözümüzdür. Fakat sularımızın yönetimiyle ilgili karar vericilik bugün de yıllardır da çok sayıdaki bakanlığın yetkisine bırakılmıştır. Ülkemizde su konusundaki bu çok seslilik, suların yönetiminde daima sorunlar oluşturmuştur. Yıllardır çeşitli kuruluş ve bilim insanlarının uğraşlarına, önerilerine rağmen ne “Denizcilik Bakanlığı” ne de “Su Bakanlığı” ülkemizde kurulamamıştır ve hiç bir üniversitemizde suyun herşeyiyle ilgilenecek, su konusunda detaylı araştırmalar yapacak, bu konuda bilim insanları yetiştirecek “Su Enstitü”müzde yoktur. Üç tarafımız denizle çevrili, Dicle-Fırat, Kızılırmak, Yeşilırmak…Beyyşehir Gölü, Eğirdir Gölü…, Keban Barajı, Atatürk Barajı…vb. içimizde sularla çevrili…suyumuz bol, nasıl olsa suyun yönetimi, hidrolojisi, ekolojisi, kalitesiyle ilgili bir sorunumuz da yok denildiği için midir ki, SU’ yu değil, suyun ÜRÜNÜNÜ öne çıkarıp, Üniversitelerimizde bile “SU Fakülteleri” yerine, ”Su Ürünleri Fakülteleri açıldı… Bu gün Türkiye’nin ve dünyanın gündeminde suyun bilimsel yöntemlerle yönetilememesi sonucunda, tüketilen doğal su kaynaklarımız ve onlarda oluşturulan yok ediş ve kirlilikle tarımda bile kullanılamaz hale getirilen, suyun sorunları söz konusudur. Suyu yok edersek, hayatımızı yok ederiz. Suyun korunması, kaybedilmemesi insanların elindedir. 44 NEDEN SU ENSTİTÜSÜ? Su; hayattır, canlılıktır, su vazgeçilmezdir. Su, doğada yaşamın kaynağı ve canlıların var oluş nedenidir. Su, uygarlıkların çıkış nedenidir. Su, zenginliktir, su vazgeçilmezdir. Fakat hayatın kaynağı olan su giderek tükenmekte ve bozulmaktadır. Daha çok kazanmak hırsıyla , suyun bu günü düşünerek korumadan-korumadan kullanmanın sonucu dünyanın en önde gelen sorunu olan su yetmezliği suyun fizyolojik önemine ekonomik bir içerik kazandırmaktadır. Son yirmi yıldır su uluslar arası ticaret metaı haline dönüştürülmüştür. Çok uluslu su şirketleri küresel bir su pazarı yaratarak kazanç peşindedirler. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı PNUD’un hazırladığı Darlığın Ötesi, İktidar Yoksulluk ve Su Krizi adlı İnsani Gelişme 2006 raporuna göre; “hali hazırda kalkınmakta olan ülkelerde 1,1 milyar insan içilebilir suya kolayca ulaşamıyor, 2,6 milyar insan sıhhi tuvalette ve kullanma suyuna sahip değildir. 2015’de 800 milyon insan içilebilir sudan, 1,8 milyar insanda sıhhi tuvaletten yoksun olarak yaşıyor olacak”. Rapora göre, “dünyadaki su probleminin sebebi esas itibariyle kötü yönetim, yolsuzluk, özgün/uygun kuruluşların olmaması, bürokratik yavaşlık, fiziki altyapı ve beşeri kaynaklar alanında yatırım yetersizliğidir. Kalkınmakta olan ülkelerde 3 milyar insanın konutunda veya yakınında su musluğu yok…” Suya her durumda ulaşmak her canlının hakkıdır. Suyun “sesini” duymamız gerek- Tabiat ve İnsan Fotoğraf . Süleyman Demirel Üniversitesi Kampus’den genel görünüm mektedir. Suyu bilimsel ve akılcı yöntemlerle tasarruflu kullanmak, korumak tüm bireylerin ortak görevi olmalıdır. Suyun bu hale gelişindeki başlıca sorumlu insandır. Bunun için su ve suyun değerlerine sevgi ve saygıyı eğitimle öğretmek gerekmektedir. Denizler ve iç sulardan (göller, dereler, nehirler) doğal hayatın devamı, tarımsal sulama suyu, içme-kullanma suyu, enerji ve sanayi suyu, su ürünleri, ticaret, turizm vb. su ihtiyaçları gibi çok farklı amaçlarla faydalanılırken, sürdürülebilir su ve su ürünleri kaynaklarımızın korunması, geliştirilmesi, doğal kaynaklarımızın ekonomik ve verimli şekilde kullanımı açısından, bilimsel yöntemler geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemiz su zengini bir ülke değildir. Ülkemizin su tüketim modeli gelişmekte olan ülkelerin su modeline benzemektedir. Suyumuzun %63-79’nu tarımda kullanılmaktayız. Veriler ülkemizin susuzluk sorunuyla karşı karşıya olduğunu, gelecek yıllardaki artan nüfus, çeşitli çevre sorunları ve meteorolojik dengesizlikler nedeniyle bu gerilimin daha da artacağını, belirtmektedir. Bu nedenle ileriki yıllar için su hesaplarının bilimsel yöntemlerle bilinçli olarak yapılması zorunluluk haline gelmiştir. Japon bilim insanları, yurdumuzun en yağışlı bölgesi olan Doğu Karadeniz’deki suyun elli yıl sonrasını araştırmaktadırlar. Ya bizler… Su üzerinde bilimsel yöntemlerle durulması gereken en yaşamsal doğal kaynaktır. İnsanların doğal kaynaklarımızı bilinçsizce tahrip etmesi, sanayileşme ve sanayi ürünlerinin bıraktıkları atıklar, su kaynaklarımızın önemli oranda değişmelerine neden olmaktadır. Yeryüzü, insan ve diğer canlıların yaşama ortamı olmaktan giderek uzaklaşmakta bozulma sinyalleri vermektedir. Bu gerçek karşısında bir araya gelinerek “hayatın ve insanlığın geleceği için” ciddi önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu önlemler; su kaynakları ve canlıların korunmasını ve bilinçli su kullanımını gerektirmektedir. Nüfus, tarım ve sanayi faaliyetlerinin sürekli artışı her dönemde geçmiş dönemlerden daha fazla su kullanılması gerekliliğini doğurmakta ve su kaynaklarının yönetiminin devamlı olması koşulunu gerektirmektedir. Son yıllardaki çeşitli nedenlerle aşırı su kullanımı ve çeşitli kirlilik parametreleri nedeniyle ortaya çıkan sorunlar, u kaynakları yönetiminin önemini bir kat daha artırmıştır. Günümüzde teknoloji ne kadar ilerlemiş olsa da su kaynakları konusundaki anlaşmazlıklar gerek toplum gerekse ülkeler arasında çözümü karmaşık problemler olarak uluslar arası politikalarda dahi önemli bir rol oynamaktadır. İnsanların her geçen gün artan gereksinimleri karşısında, doğal sistemlerin etkin yönetimine rağmen sistem içerisindeki bazı değişiklikler olması kaçınılmazdır. Bu süreçte önemli olan, doğal sistemin kendini yenilemesi için gerekli fırsatların verilebileceği bilimsel yönetim, araştırma ve su politikansın hedeflerinin belirlenmesidir. 45 Tabiat ve İnsan Ülkemizin su ürünleri potansiyeli çok yüksektir. Su ürünleri sektörü ile ilgili, sektörün genişlemesiyle birlikte artan teknolojik sorunların çözümlenmesinde ve yeni uygulama alanlarına yönelik projelerin yürütülmesi için Üniversitemize yoğun talepler olmaktadır. Ülkemizde teknoloji üretme ve teknolojik yeniliklere uyum sağlama için çalışmalar ve uygulamalar yeterli değildir. Ülkemizdeki su ve su ürünleri endüstrisine yönelik detaylı bilimsel çalışma, veri ve kaynak niteliğindeki eserlerin ve konu ile ilgili uzman niteliğindeki yetişmiş teknik elemanların yetersizliği, su ile ilgili sorunların çözümü ve yeni projelerin yürütülmesi yönünden olumsuzluklar yaratmaktadır. Su kaynaklarının kullanımında genel olarak tüm ülkelerin kabul ettiği öncelik; hayatın sürdürülebilmesi için gerekli olan temel gereksinimlerin karşılanması prensibidir. Su ve su ürünleri kaynaklarına sahip olan ülkeler, suyun, korunması, üretimin geliştirilmesi için araştırmalara büyük kaynaklar ayırmakta ve araştırmalardan elde edilen sonuçlar ışında su ürünleri kaynaklarının sürdürülebilir olarak işletilmesi için çalışmaktadır. merkezimiz tarafından yürütülecek eğitim seminerleri, kurslar ile bilgi beceri geliştirilmesi, üniversite sanayi iş birliği çerçevesinde ulusal ve uluslar arası kuruluşlarla yapılacak proje çalışmaları ile su ve su ürünleri teknolojisinin farklı alanlarda geliştirilmesi hızlandırılabilecektir. TÜBİTAK, TSE, DPT ve Dünya Bankası işbirliğinde yapılacak çalışmaları ile ülkemiz açısından endüstriyel alanlarda değerlendirilebilirliğine yönelik standartlar ve normların geliştirilmesi sağlanacaktır. Ülkemizde ve bölgemizde kuraklığın su kaynaklarını, tarımı ve tüm canlıları çevresel ve ekonomik yönden etkilediği, en kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara neden olmaya başladığının belirgin bir şekilde görüldüğü 2006 -2007 yıllarında Süleyman Demirel Üniversitesinde Sayın rektörümüz Prof.Dr.Metin Lütfi BAYDAR, üniversitemizde Su Enstitüsünün kurulmasıyla ilgili çalışmaları başlatır. Üniversitemizdeki fakülteler ve ilgili birimler arasındaki çalışmaları, o dönemde rektör yardımcımız olan sayın Prof. Dr. Semiha BAHÇELİ’ nin Su Enstitüsü konusunda ısrarlı ve yoğun çalışmaları söz konusudur. İşte bu nedenlerle ülkemizde de ivedilikle su kaynaklarının korunması ve yönetiminden, üretim, yetiştiricilik, su ürünleri sağlığı, ürün kalitesi, araştırmageliştirme, ekonomik ve uluslararası ilişkilere kadar su ile ilgili tüm faaliyetler, üniversitelerde lisans ve lisansüstü eğitimlerin verilebileceği bir ENSTİTÜ adı altında toplanmalıdır. 24.10.2007 tarihinde kurulması düşünülen SDÜ Su Enstitüsünün kuruluş gerekçesi, taslak yönetmeliği ve enstitünün mekan, donanım ve bilim insanlarının bilimsel özeliklerini belirten ekli dosya ve enstitü kurulması önerisini içeren dilekçe SDÜ Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr.Erol KESİCİ tarafından SDÜ’ye verilmiştir. SDÜ Su Enstitüsünün kurulması YÖK tarafından uygun görülerek, 26.02.2010 tarihli Resmi Gazetede de kuruluşu yayınlanarak resmiyet kazanmıştır. Türkiye’de bir ilk olması ve bununda SDÜ bünyesinde yer alması bizler için bir övünç ve gurur kaynağıdır. Su Enstitüsünün kurulmasındaki girişimlerinden, kuruluş çalışmalarında bana güven ve destekte bulunmaları ve bu tarihi olanağı tanımalarından dolayı rektörümüz Sayın Prof.Dr.Metin Lütfi BAYDAR’ a, Sayın Prof.Dr.Semiha BAHÇELİ’ ye saygı ve teşekkürlerimle, çalışmalarımızda katkıları olan üniversitemiz bilim insanlarına, üniversitemiz öğrenci işleri daire başkanlığına teşekkür eder, SDÜ Su Enstitümüzün yönetiminde görev alan meslektaşlarıma başarılar dilerim. Üniversitemizin bünyesinde su ve su ürünleri danışma kurulları ise özel olarak bilimsel danışma kurul veya konseylerine dönüştürülmelidir. Bunun yanı sıra su ve su ürünleri araştırma grupları üniversitemizde, günümüz gereksinimlerine yanıt verebilecek doğrultuda oluşturulmalı veya mevcut araştırma grupları içerisinde SU ve su ürünleri araştırmalarına; “ENSTİTÜ” yapısında daha da fazla destek sağlanmalıdır. Üniversitemiz Eğirdir Su Ürünleri Fakültemizde fiziki kapasite, öğretim elemanı, laboratuar, araç-gereç ve uygulama olanaklarının bu alt yapıyı oluşturmak için yeterli düzeydedir. Kurulması önerilen Su Enstitüsü, Üniversitemiz Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Ziraat Fakültesi, Orman Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Teknik Eğitim Fakültesi ve Tıp Fakültesinde yer alan ilgili bilim dallarının katkısıyla da desteklenecektir. Bu enstitünün kurulması, üniversitemizin farklı bilim dallarında lisans ve lisans üstü düzeyde eğitim- öğretim görmekte olan öğrencilerin, yukarıda değinilen hususlarda bilgi, beceri ve tecrübe kazanabilecekleri ortamın sağlanması açısından da yararlı olacaktır. Üniversite sanayi işbirliği çerçevesinde yapılacak proje çalışmalarında, 46 Su bilimsel ve akılcı bakışla iyi yönetilir ise bolluk ve berekettir, su iyi yönetilmez ise kıtlık ve felakettir… Tabiat ve İnsan KISA HABERLER IUCN TÜRKİYE MİLLİ KOMİTESİ TOPLANDI I UCN Milli Komitesi 2010 yılı Olağan 2. Toplantısı 08 Kasım 2010 tarihinde Çevre ve Orman Bakanlığında gerçekleştirdi. IUCN Türkiye Milli Komitesi Başkanlığına Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Sayın Yaşar DOSTBİL seçilmişlerdir. Milli Komite’nin Başkan Yardımcılığı Türkiye Tabiatını Koruma Derneği nezdinde Milli Komitenin ilk toplantısında yapılan seçimle göreve başlayan Sayın Ali Rıza KOÇ tarafından yürütülmektedir. Komite kuruluşundan bu yana doğa koruma kapsamında çalışmalarına devam etmektedir. 8 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirilen toplantıda; IUCN Milli Komite Başkanı Sayın Yaşar DOSTBİL tarafından Komitenin ve IUCN çalışmalarının daha başarılı, etkin ve yoğun biçimde devam etmesi için resmi kurumların IUCN’e üyeliğinin önemini vurgulamış ve üyeliklerin artırılması için çalışmalara başlanması karara bağlanmıştır. Söz konusu toplantıda Türkiye’nin IUCN Ulusal Komite Logosu ve Türkiye Tabiatını Koruma Derneği tarafından hazırlanan taslak web sitesi tanıtılmış ve web sayfasının komite üyelerinin katkıları doğrultusunda Kasım 2010 sonuna kadar yayına hazır hale getirilmesine karar verilmiştir. Toplantının en önemli gündem maddesini “Türkiye’nin Kırmızı 47 Tabiat ve İnsan Listelerinin Oluşturulması” konusu oluşturmuş ve bir an önce bu çalışmaların hızlandırılmasına karar verilmiştir. Türkiye’nin IUCN 2016 Dünya Kongresine ev sahipliğinin Doğa Koruma açısından Ülkemize prestij kazandıracağı ve bu çalışmaların çok kapsamlı olması gerekliliği vurgulanmıştır. HATAY’DA DAĞ CEYLANLARININ KORUNMASINDA ÇABALAR SONUÇ VERMEYE BAŞLADI… Ayrıca toplantının öneriler kısmında “ Araştırma İzinleri” ile ilgili konuşan Sn. Yaşar DOSTBİL Doğa Koruma ve Milli Parkalar Genel Müdürlüğünün bilim insanlarının çalışmalarına çok önem verdiğini hatırlatarak gerekli hassasiyetin gösterildiğini ifade etmişlerdir. Komite toplantılarının en az üç ayda bir gerçekleştirilmesi oy birliği ile kabul edilmiştir. IUCN Ulusal Milli Komite Toplantısında; 1- Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Sayın Yaşar DOSTBİL’in Ulusal Komite Başkanlığı görevini üstlenmesine, 2- Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve ekte bir örneği verilen logonun “IUCN Ulusal Komite Logosu” olarak kullanılmasına, 3- Ulusal Komitenin daha aktif, başarılı ve etkin çalışabilmesi adına komite üye sayısının artırılması için resmi kurumlara üyelik çağrısı yapılmasına, 4- Türkiye Tabiatını Koruma Derneği tarafından hazırlanan taslak web sayfasının komite üyelerinin katkıları doğrultusunda Kasım 2010 sonuna kadar nihayetlendirilmesine, 5- Türkiye Tabiatını Koruma Derneğinin. “IUCN 2016 Dünya Kongresine” ev sahipliği talebinin Doğa Koruma açısından Ülkemize prestij kazandıracağından bahisle çalışmaların bir an önce başlatılmasına ve bu talebimizin Dışişleri Bakanlığına iletilmesine, 6- “Türkiye Kırmızı Listelerin Oluşturulması” kapsamında çalışmalara hız verilmesi, bir an önce uzman gruplarının bir araya getirilmesi ve çalışmalara iller bazında da katkı verilmesine, 7- Komite toplantılarının en az üç ayda bir gerçekleştirilmesine, Oy birliğiyle karar verilmiştir. 48 T ürkiye’de sadece Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde bulunan ve sayıları 150 kadar olduğu belirlenen Gezella gezella türü ‘’Hatay Dağ Ceylanı’’ üreme alanında yapılmak istenen çimento fabrikası TTKD Hatay Şubesinin koordinasyonunda gönüllülerin yoğun baskısı sonucunda Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) süreci durduruldu. Aralarında Mustafa Kemal Üniversitesinden (MKÜ) bilim insanlarının da bulunduğu bir komisyon oluşturuldu bu komisyon ve İl Çevre ve Orman Müdürlüğünün vereceği rapor doğrultusunda bölgede çimento fabrikası kuracak şirkete gerekli yanıt verilecek. Çimento fabrikası düşünülen bölge Türkiye Hatay Dağ Ceylanı’nın ürediği doğal alandır. Ayrıca söz konusu bölge, yeraltı su kaynaklarını ve kurutulan amik gölünün son kalıntısını oluşturan Gölbaşı Gölü’nü de içermesi açısından da önem arz etmektedir. TTKD Hatay Şubesi söz konusu fabrikanın çevreye, doğaya ve bölgedeki yaban hayatına vereceği zararları anlatan dilekçeleri hazırlayarak yöredeki gönüllü kuruluşlarla ortak hareketle ilgili kişi ve kurumları uyarmıştır. Sahanın Yaban Hayatı Geliştirme Sahası olarak koruma altına alınması gerektiğini vurgulamıştır. Yürütülen çalışmaların sonucunda ÇED sürecinin durdurulduğu ve şikayetlerin bilimsel olarak incelenmesi amacıyla bilir kişi tayin edildiği TTKD Hatay Şubemize resmi yazı ile bildirilmiştir. Şubemiz ayrıca 20 Kasım 2010 günü ceylanların yaşadığı bölgeye, bazı bürokratlar, akademisyenler, 10 civarında STK, görsel ve yazılı basınla birlikte bir inceleme gezisi düzenlemiştir. Bu konudaki duyarlı yaklaşımlarından dolayı Çevre ve Orman Bakanlığı Av ve Yaban Hayatı Dairesi Başkanlığına, Hatay İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne teşekkür ederiz. Ayrıntılı bilgi için; Abdullah ÖĞÜNÇ / TTKD Hatay Şubesi Başkanı 0326 344 22 44 • 0533 369 7721