felsefe köşesi ayna evresi bilim köşesi evrim teorisi
Transkript
felsefe köşesi ayna evresi bilim köşesi evrim teorisi
KİTAPSANATFİLMTİYATROMÜZİKTARİHFELSEFEBİLİMYAZARDİZİEĞİTİMKİŞİVİDEOEKONOMİOYUNTEKNOLOJİSPOR Y OUREAD S SEYAHATHABERMEKANİLİŞKİLERSAĞLIKYAZILIMSİYASETSORUCEVAPETKİNLİKYEMEİÇMEÇEŞİTLİANKETYOUREADS KİTAP OTOMATİK PORTAKAL İ N TE R A K Tİ F KÜLTÜR DER GİSİ TEMMUZ 2016 FİLM KÖKSÜZ ÖYKÜ -CAMIN ARKASINDAN -SANDALYE -BUNU SAYMAYIZ YATIYA DA OCBEKLERİZ AKDENEME -51. BÖLGE -FRANSA'DA NELER OLUYOR? -...BENCE AŞK FELSEFE KÖŞESİ AYNA EVRESİ BİLİM KÖŞESİ EVRİM TEORİSİ -GAZAL RÖMORKORÜ ŞİİR -UMUT VE BEKLEMEK ÜZERİNE -SEN MİSİN? -ISSIZLIĞIN SESSİZLİĞİNDE KENDİME SARILDIM 8 EDİTÖR Kanal Temmuz-2016 @abi YAZARLAR @undine @ruhsuzkozmonot @multiple personality syndrome @bilim @bona dea @dufduf @beyaz gargamel @araf @samurai @birgaripcinci @oceangoingwatchkeepingofficer Süleyman Altunbaş ÇİZERLER @yudum cetin KAPAK FOTO @tin abutut Sevgili Kanal Dergisi okurları, Üç aylık dergimiz Kanal'ın yepyeni sayısını sizlere sunmaktan gurur duyuyoruz. Bu günler belki de en çok okumamız en çok yazmamız gereken dönemler. Yılmadan, keyifle bir sayı daha hazırladık. Bu sayıda da felsefe ve bilim köşemiz devam etti, diğer tüm alanlarda ise yoğun bir ilgiyle karşılaştık. Elimizden geldiğince derleyip sizlere sunmanın gururunu yaşıyoruz. Emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkürler. Herkese keyifli okumalar dileriz. @abi İçindekiler 4 Yazar Aynası Otomatik Portakal - Anthony Burgess 6 Beyaz Perde 8 Felsefe Köşesi 8 Bilim Köşesi 8 Öykü Köksüz - Deniz Akçay Ayna Evresi Evrim Teorisi Camın Arkasından Sandalye Bunu Saymayız Yatıya da Bekleriz 10 Deneme 51. Bölge Bence Aşk page 10 Fransa'da Neler Oluyor Gazal Römorkorü 11 Şiir Şiir Seçkisi 14Görsel Taş Boyama Sanatı Resim, Çizim M A R C H 2 0 1 1 Temmuz U N I V E 2016 R S A Lyoureads M A G A Zkanal INE 3 S EyCaTz IaOr Na yNnAaM sE ı @undine O tom atik Por tak a l "Bazılarımız mücadele etmeli. Büyük özgürlük geleneklerini savunmak gerek. Ben partizan değilim. Rezalet gördüm mü düzeltmeye çalışırım. Parti isimlerinin hiçbir anlamı yok. Sadece özgürlük geleneği önemli. Sıradan insanlar ondan vazgeçecektir, ah evet. Daha sakin bir hayat uğruna özgürlüğü satacaklar. Bu yüzden dürtüklenmeleri, dürtüklenmeleri gerekiyor.'' ANTHONY BURGESS 2016 4 Uyoureads N I V E R Skanal A L Mtemmuz AGAZIN E MARCH 2 0 11 yazar aynası Bir kitabı bitirdiğimde bende hangi duyguyu bıraktığını tartarım ilk önce. Acıma, korku, kaygı, öfke, nefret, mutluluk, huzur, sevinç, pişmanlık, kötülük yapma isteği, kötülüğü engelleme isteği, yardım etme isteği, keşkeler, iyi kiler... İlgiyle ve memnuniyetle okumama rağmen Otomatik Portakal bende kargaşadan başka bir şey bırakmadı. Duygusal ve düşünsel bir kaos var elimde şu anda. Alex'i sevmedim, alex'ten nefret etmedim; alex'e yaptıklarından dolayı kızmadım, "aman ne de güzel yapmış!" Da demedim. Platon, phaidros'ta bir mitten bahseder. Bu mite göre omuzlarımızın üstünde iki at vardır: iyi huylu at ve yağız (kötü huylu) at. Yağız at, her zaman dizginlenmesi gereken- T sI O @Sr E oC be p iNe rNr A eME dir. Eğitim, toplumsallaşma, erdemler yağız atı dizginlemek ve iyi huylu atı beslemek için vardır ancak kötü atın öldürülmemesi gerekir çünkü onun ölmesi insanın ölmesi demektir. Alex, iyi atın da kötü atın da varlığının farkında olmasına rağmen kötüyü beslemeyi tercih eder. Romanda bunun nedeni üzerine düşünmemizi sağlayacak açık bilgileri bulmak biraz zor. Nasıl bir toplumsal yapının alex'i kötüyü tercih etmeye ittiğini sorgulamak okura düşüyor. Romanda çizilen hükümetin ve sözde muhaliflerin tutumları, sürekli çalışmak zorunda olan aile üyeleri, sorunun modernist yaşamın kendinden kaynaklandığını düşündürüyor. M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S Ayoureads L M A G Akanal ZINE 5 S EyCaTz IaOr Na yNnAaM sE ı @undine Modernist edebiyatın modernizm eleştirisi üzerine kurulu olduğu bilgisi, romandaki küçük ayrıntılardan çıkan bu sonucu destekliyor. Suç ve ceza, modernist metinlerin vazgeçilmez temalarından... Romanın birinci bölümü suç, ikinci bölümü ceza, üçüncü bölümü cezanın işlenen suçların cezası olmadığında karşılaşılacakların sorgulanması şeklinde kurgulanmış gibi. Bu bağlamda yine platon'a dönüyorum. Platon, protagoras diyaloğunda erdemin öğretilebilip öğretilemeyeceğini, iyi bir insan olmakla iyi bir insan haline gelmek arasındaki farkı irdeler. Alex iyi bir insan olmasa da iyi bir insan haline gelme olasılığını içinde barındırır. Tüm insanlar gibi... Bu da idam cezasına neden karşı çıkılması gerektiğinin bir örneği. Kant'ın etik görüşü de alex'e bakışımızda yol gösterici olabilir. Kant, sadece pratikte, sadece çıkarlarımız için iyi olmanın etik olmadığını, önemli olanın iyi niyet olduğunu söyler. Onun iki bakkal örneği ünlüdür. Biri müşteri kaybetmemek için doğru tartan, diğeri doğru tartması gerektiği için doğru tartan iki bakkal... Alex'in hastalığı süresince kötüyü tercih edememesi, kant'ın birinci bakkalını örnekler. Felsefeyle ilgilenenler, romana bu bağlamda da bakabilir belki. Pek çok tartışma için oldukça uygun bir metin olan otomatik portakal'da dikkatimi çeken bir başka kişi f. Alexander. Çok eleştirdiğim ama olmaktan kaçınamadığım bir insan tipi f. Alexander. Kuram-eylem bağlamını iyi kuramayan biri. Özgürlük kavramı için çalışıyor ama kişilerin özgürlüğü için değil. Bir kavram, o kavramın içini dolduracak kişiler2016 6 Uyoureads N I V E R Skanal A L Mtemmuz AGAZIN E MARCH 2 0 11 den daha önemli duruma geliyor onun için. Barış diye bağıran ama barışa giden yolun savaştan geçtiğine inananlar gibi... Schopenhauer, hakikat'in en dolaysız biçimde açığa çıktığı alanın müzik olduğunu söyler. Alex için klasik müzik, kendi hakikatinin en dolaysız biçimde açığa çıktığı alandır. Dinlediği müzikle hakikati görür ama onun gördüğü hakikat salt kötülüktür. Belki de o yüce hakikat, kötülüktür, kim bilir? Alex'e schopenhauer'in insan görüşü bağlamında da bakılabilir. Schopenhauer'a göre, kişinin üç farklı karakteri var. "Yapı karakteri" kişinin yapıp ettiklerinin bütününü oluşturuyor ve karakter değişmez ve nedensiz. "Ortaya çıkan karakter" kişinin yapıp ettikleri. Bizler kendimizi teorik doğrularımıza değil, eylemlerimize bakarak öğreniyoruz. "Kazanılmış karakter" kişinin eylemleriyle ortaya çıkan karakteri hakkındaki tam bilgisi. İyi ve kötü özelliklerini tam bilen insan kazanılmış karaktere sahip. Şimdi asıl nokta burası. Kişi, eylemlerine bakarak kendisiyle yüz yüze gelebilir. Bu yüzleşme öyle sert olabilir ki eylemleri ve söylemleri arasında (pratikte ve teoride) önemli farklar olduğunu gören insan, kendi yapısına ve istemesine hayır deyip ulu insan olabilir. İnsanın özgürlüğünün koşulu da bu "hayır"da saklıdır. Yani, insanların sadece teoride iyi olmaları, pratikte de iyi olmalarının ön koşulu olabilir. Eylemlerimize baka baka iyiyi tercih etmeye başlama olanağı, teoride iyi olmaktan geçiyor olamaz mı? Olabilir. @undine C zT IpOeN bS eE ya r dN eA M E @r uhsuzko zmonot K ö ks üz Deniz Akçay "Tüm aileyi çekip çeviren bir abla; ele avuca sığmayan, isyankar, saldırgan bir ortanca çocuk ve her şeyi içinde yaşamayı tercih eden, sevgiyi bile sessizce talep eden küçük kız kardeş... " 2016 7 Uyoureads N I V E R Skanal A L Mtemmuz AGAZIN E MARCH 2 0 11 beyaz perde Deniz Akçay'ın yazıp yönettiği, Ahu Türkpençe'nin başrolünde oynadığı 2013 yapımı aile draması. Film, 32. Uluslararası istanbul film festivali'nde seyfi teoman en iyi ilk film ve radikal halk ödülleri ulusal yarışma dallarında ödül kazanmıştır. Ayrıca 47. Siyad türk sineması ödüllerinde Lale Başar filmdeki rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu ve Deniz Akçay en iyi senaryo ödülünü, 20. Adana Altın Koza Film Festivali'nde de Ahu Türkpençe en iyi kadın oyuncu ödülü'nü, Deniz Akçay da Yılmaz Güney Özel Ödülü'nü kazanmıştır. SECTION @ sN dA eME şekilde ölen babasının yerini almak zorunda kalmış, tüm aileyi çekip çeviren bir abla; ele avuca sığmayan, isyankar, saldırgan bir ortanca çocuk ve her şeyi içinde yaşamayı tercih eden, sevgiyi bile sessizce talep eden küçük kız kardeş... Açıkcası ben filmi çok beğendim, her bir sahneden filme kadın eli değdiği belli oluyor. Ne güzeldir ki her bir karakterin içi doldurulmuş, hiç biri tip olarak kalmamış. Oyunculuklar ayrıca şahane, çok gerçek, çok samimi. Esasen, film konusu ve işleyişi itibariyle oldukça dram yüklü fakat deniz akçay öyle Köksüz Deniz Akçay'ın televizyon için yap- bir iş çıkarmış ki hiç bir duygumuzu sömürtığı işlerin ardından gelen ilk uzun metrajlı memiş, en kısa yoldan insanları ağlatmayı filmidir. Filmde babalarının ani ölümünün seçmemiş. ardından, bir ‘aile’ olarak hayata devam etmeye çalışan, çokça bocalayan bir anne ve Filmdeki annneanneye de ayrıca bayıldım, üç çocuğun hikâyesi anlatılmaktadır. Obses- torunuyla mutfakta bir sahneleri vardı ki, yonları olan, eşinin kaybını bir türlü kabul- aman allahım.. lenemeyen, güçsüz, sevgisiz bir anne; bir @ruhsuzkozmonot M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S Ayoureads L M A G Akanal ZINE 8 felsefe @multiple personality syndrome Ayna Evresi ‘’ Farkındasızlık yanılsamasından, farkındalık yanılsamasına geçiş. ‘’ 'Kendisini' aynada henüz görmemiş bebek, 'mekan'da parça parça olanları tümleştirerek algılar ve buna göre yaşar şey'leri. Yani ona göre henüz benliği ve bedeni algılarının yettiği kadarıyladır. Eli, bir şeye uzatabildiği hareket eden bir uzuv, Ayakları, ellerindekine benzer ama daha küçük parmaklardan oluşan bir uzuv, Karnı, üzerinde simetrisini bozan asimetrik bir delik olan, guruldayan, ağrıyan bir oluşum, Penisi veya vajinası onu dışarı çıktığında rahatlatan sıvıların kaynağı veya onlara dokunduğunda bazı libidinal hareketlenmeler yaşatan uzuvlar v.s. bir eksikliktir. Kendisinin içerisinde olduğu bir 'dış dünya' farkındalığı vardır artık. Bunun bahsedilen dış bilinçsel `imago`dan farkı nedir peki? Bu farkı `lacan` biyolojik bir deneyle karşılaştırarak tavzih etmeye çalışır. Güvercinlerle yapılan deneylerde, güvercinlerin `gonat ` denen hormonları kendi türünden bir başka güvercini görür görmez hareketlilik kazanıyor. Bütün bunlar bir bebeğin 'gerçekliğidir'. Ama aynaya baktığı anda daha önce sadece etrafındaki insanlarda gördüğü arketipsel dış bilincindeki `imago`lardan mütevellit yadsımadığı 'bütünlüğü', kendisinde görür. Bu bütünlük farkındalığı onda, eksiklik farkındasızlığının tamlığıyla çelişir ve kendine dışarıdan bakmak yabancılaşmasını ayyuka çıkarır. Bebek aynada bu bütünlük imgesini görerek eksikleşir. Eksikliğinin farkında olmadığı bir eksiklik değildir artık bu, gerçek anlamıyla M A R C H 2 0 1temmuz 1 U N I V2016 E R Syoureads A L M A G kanal AZINE 9 @multiple personality syndrome felsefe Yani bu aynaya bakan güvercinde bile bu hormon hareketlenmektedir. Güvercinlerde bu olay, dış bilinçteki yerleşik imgelerden, imagolardan dolayı genetiğe işlemiştir. İnsanda da aynı imagolar vardır ve farklı tepkimelere yol açabilir. Lâkin kendinin yansıma imgesini görmek ancak ayna veya kendisini aks eden başka bir durum evresinde gerçekleşebiliyor. Ve bunun etkileri, farkındasızlık otonomluğundan çıktığı için insanda yıkıcı bir süreci tetikliyor. Bu 'var olmaklık' durumu lacan'ın deyişiyle; ' Kendi mekansal kimliğine takılmış olan özne için bedenine ilişkin kapıldığı yalancı görüntüleri üreten bir trajedi. ' Ye eklemliyor insanı. Ve bunun neticesinde freud'un insanda doğuştan geldiğini söylediği libidinal içtepi ve destrudo(yıkım dürtüsü) artıyor. Ama bunlar artık otonom olmadığından dolayı farkındalıklı insanın, bir çok çelişki içre düşüp otonomluğun huzurunu bu yanılsama içerisinde çaresizce araması esbab-ı mucibesiyle trajedik yıkım tarafı daha da güçlenmiş oluyor. Lacan bu aranımın neticesinde insanın kendisini mekanla bütünleşikleştirmeye çalıştığını söylüyor. Ve buna örnek olarak `hieronymos bosch` ressamının çizdiklerini gösteriyor. Bakalım bu ressamın çizdiklerine; görüldüğü üzere beden parçaları bir tümleşim istemiyle oraya buraya eklemlenmiştir. Bilişsel, farkındalıklı oluşun insanı sadece yıkıma sürüklediği gerçeği felsefi, psikolojik v.S. Her alanda kendisini gösterir. Ve buna bir çözüm olup olmadığını her kayda değer düşünürün sorduğu gibi kendisine sorduğunda şu cevabı ayyuka çıkar lacan'ın;' kavramsal çabalarımız, bu sezgileri bir dil tekniğinden elde etmemizi sağlayan deneyimin koşullarından onları bağımsızlaştırmaya çalışsak bile, yalnızca bu tür öznel veriler üzerine inşa edildikleri sürece, saltık bir özneyi Aynı şekilde rüyalarda parçalanmış beden- düşünce ile varılamayacak bir düzeyde yanler görmeyi de buna bağlar lacan. sıtmaya çalışmaktan öteye gidemeyecektir ' M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 10 felsefe @multiple personality syndrome Bir diğer cevap da `nietzsche`'nin `also sprach zarathustra`sından gelsin; ‘Hakikatin talibi? Sen ha?’ Diye alay ederlerdi seninle ‘Hayır! Şairin biri sadece! Bir hayvan ki, kurnaz, yırtıcı, sinsice yaklaşan, Yalan söylemek zorunda, Bile bile, isteye isteye yalan söylemek zorunda: Av peşinde, Yüzünde rengârenk bir maske, Kendisi kendisinin maskesi, Kendisi kendisinin avı Bu mu, hakikatin talibi? Hayır! Sadece soytarı! Sadece şair! Sadece rengârenk konuşan, Soytarı maskelerinin ardından rengârenk çığlıklar atan, Yalancı söz-köprüleri üzerinde yükselen, Rengârenk gökkuşakları üzerinde, Sahte göklerle sahte yerler arasında gezinip salınan Sadece soytarı! Sadece şair! Bu mu hakikatin talibi? Ezcümle çözüm 'bu insan'da değildir. Ama bu demek değildir ki 'insan'da hiç olmayacak. M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 11 bilim @bilim Evr im Teor isi Biyolojide hiçbir şey, evrimden başka bir şey ışığında anlam ifade etmez ve aynı şekilde evrim olmadan, modern biyoloji diye bir şey var olamaz. Darwin ve darwin zamanında yaşamış diğer biyologlar, gerek canlıların karşılaştırılmalı incelenmesinde, gerek coğrafi dağılımlarında evrime dair inandırıcı kanıtlar bulmuşlardır. Darwin’in zamanından beri kanıtlar daha güçlü ve daha kapsamlı hal almış, son dönemde ortaya çıkan bilim dalları (genetik bilimi, biyokimya, moleküler biyoloji, ekoloji, etoloji…) çok güçlü ek kanıtlar sağlamış ve kuramı ayrıntılarına kadar doğrulamıştır. den daha yüksek biçimlere evrilir ve bu süreç bugün de devam etmektedir. Bu süreçte her zaman zirve noktası insandır” demiştir. Bugün biliyoruz ki, doğada üstün biçim yoktur ve hiçbir organizma, bir diğerine üstün değildir. Lamarck’ın bugün için yanlış olduğu kanıtlanan bir başka kuramı da kullanma veya kullanmama ile kazanılan veya kaybedilen özelliklerin (modifiksyon) kalıtımla miras alınabilmesiydi. Edinilmiş özelliklerin kalıtım yoluyla aktarılması yirminci yüzyılda reddedildi. Bilim adamları artık evrim olgusunu destekleyecek kanıtlar elde etme çabasında değildir. Evrimsel biyolojiyi araştıran bilim adamları, bu tartışmayı yüzyıl önce geride bırakmış ve artık evrim sürecinin nasıl meydana geldiğini daha fazla ve ayrıntılı olarak anlama çabası içindedir. Yaygın kanının aksine, evrim kuramının buluşu ilk kez charles darwin ile başlamamıştır. Örneğin büyük fransız doğabilimci jean-baptiste lamarck darwin’in doğduğu yıl basılan zoolojinin felsefesi (philosophie zoologique) kitabında, ilk geniş kapsamlı evrim kuramını ortaya attı. Kendi kuramına göre lamarck “organizmalar çağlar içinde daha alçak birimlerM A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 12 bilim Aynı şekilde darwin’den bağımsız olarak alfred russel wallace, türlerin evrimini açıklayan süreç olarak doğal seçilimi keşfetmiştir. Fakat wallace evrimin ilerlemeci olduğunu düşünüyordu. Darwin ise wallace’ın bu makalesinden bir yıl sonra türlerin kökeni kitabını yayımlayacak ve burada evrimin mutlaka ilerleyici yönü zorunluluğunun olmadığını savunacaktı. Şu artık rahatlıkla denilebilir ki evrim olgusu tam bir kesinlikle yerli yerine oturtulmuştur. Evrimin kabul edilip edilmemesi, semavi dinlerin evrimle çelişmesi, bu kesinliğe şüphe düşürmez. Organizmaların evrimsel kökenleri, dünya’nın yuvarlaklığı veyahut kütle çekim teorisi gibi keskin bir kesinlikle tesis edilmiş bilimsel bir sonuçtur. Biyologlar evrimin bir olgu olduğundan bahsederken, kuşkuların ötesine geçen net bir kabul ile araştırmalarını yaparlar. Az önce de bahsettiğim gibi artık evrimin varlığı/yokluğu yüzyıl önce tartışma konusu olmaktan çıkmış, evrimsel sürecin anlaşılması üzerinde yoğunlaşılmıştır. Bazı mekanizmalar net bir şekilde açıklığa kavuşturulmuş olsa da (örneğin insanın primatlardan bugüne olan evrimi defalarca ve defalarca kez en ince ayrıntısına kadar net bir şekilde ortaya konulmuştur) başka bazı meseleler o kadar kesin değildir, ve bazıları da şu an için tahminden öteye gitmemektedir (örneğin dünya’da hayatın ne zaman başladığı, ilk canlıların özellikleri gibi) @bilim bilmememiz, galaksilerin varlığından şüphelenmemize ya da özellikleri hakkında öğrendiğimiz her şeyi çöpe atmamıza yol açacak bir gerekçe değildir. Şunu tekrar etmekte fayda var. Evrimsiz bir biyoloji düşünülemez. Evrim olmadan tıp düşünülemez. (Her iki senede bir grip virüsünün salgınlar yapmasından, bakterilerin gittikçe sorun oluşturan antibiyotik direnci geliştirmesine, hızlı üreyen sineklerde yalnızca 30 nesil içinde maya üreten suşların oluşturulmasına kadar, evrim bilimin her yerindedir) Kopernik’in madde ve evreni anlamak üzere araladığı kapıyı, galileo, kepler, newton ve birçok bilim adamı sonuna kadar açmıştır. Bu sayede 1500’lü yıllardan başlayan serüven sayesinde dünya’nın evrenin merkezinde olmadığı, güneş etrafında dönen basit bir gezegen olduğu, evrenin genişliği ve genişlediği, evrende tüm maddelerin hareket halinde olduğu ve hatta bu hareketlerin doğaüstü kanunlarla değil; formülize edilebilir, ispatlanabilir doğa kanunlarıyla açıklanabileceği gösterildi. Sonuç olarak, nedenler yeterince bilinirse, bütün fiziksel olgular açıklanabilirdi. 1543’Te kopernik sayesinde başlayan ve diğer bilim adamları ile süregelen ilerlemeler, insanlığın evreni kavrayışını bölünmüş bir kişilik haline çevirdi. Bu durum 19. Yüzyıl ortasına kadar devam etti. Şöyle ki; bilimsel açıklaYine de bununla birlikte, bu meselelerdeki malar cansız madde alemine hükmeder hale belirsizlik evrim olgusuna şüphe düşürmez. gelmişken; canlıların kökenini ve yapısını ise Galaksilerin kökeniyle ilgili bütün ayrıntıları doğaüstü bir yaratıcı açıklıyordu. M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 13 bilim @bilim Bu kavramsal şizofreniyi çözen darwin oldu. Charles darwin, doğanın ve canlıların da (bir insan ömrünün yetmeyeceği yavaşlıkta olsa da) hareket halinde olduğunu, bu hareketin doğaüstü bir nedene başvurmadan açıklanabileceğini göstererek kopernik’in başlattığı devrimi tamamladı. dirilmektedir. Darwin’in değerlendirdiği evrim kanıtları paleontoloji (fosil araştırmaları), biyocoğrafya(canlıların coğrafi dağılımı), karşılaştırmalı anatomi ve embriyolojiye dayanmaktaydı.Moleküler biyolojinin gelişmesiyle birlikte evrimsel biyoloji en ikna edici kanıtlarını bulmuş olmasına rağmen darwin Bu sayede bütün çeşitliliğiyle organizmaların zamanında moleküler biyoloji emekleme kökeni ve uyarlanması, bilimin alanına dahil aşamasında bile değildi. edilmiş oldu. 1950’Lerden sonra (yani darwin’den yaklaşık Yazdığım şey evrim teorisi değil evrimin ken- yüz yıl sonrası), dna’nın keşfi ve gen haritasıdisidir. Evrim başka bir şeydir, evrime açık- nın çıkarılması ile birlikte moleküler biyoloji lama getiren evrim teorileri bambaşka bir alanında yapılan çalışmalar canlıların evrimşeydir. Kanunlar, teoriler bir bilimsel gerçeği sel tarihinin yeniden inşa edilmesini, evrim açıklayan teoremlerdir. Ben burada bu ger- ağacının eksiksiz şekilde kurulmasını mümçeği yazmaya çalıştım. Kütle çekimi gerçeği kün kılmıştır. başka bir şey, kütle çekimini bilimsel olarak açıklayan kütle çekim teorisi başka bir şeydir. Evrim araştırmalarındaki muazzam ilerlemeler sayesinde, canlı organizmaların evrimsel Ayrıca kanun tabiri bilim alanında sık kul- tarihindeki bilgi boşluklarının artık bulunlanılan bir tanımlama değildir (örneğin madığını ileri sürmek şu anda mümkündür. newton'un kütle çekim teorisi, einstein'ın Sırayla evrimin kanıtlarına genel geçer şekilözel görelilik teorisi gibi) de göz atalım; Aptal müfredatımızın bize attığı kazıklardan biri olan, "hipotezler teori olur, yeterince zaman geçer ve deneylerle desteklenirse kanunlaşır" diye bir şey yoktur. Emin olun evrim her gün ama her gün binlerce kez dünyanın farklı laboratuvar koşullarında deneylendirilmiş, fosil kayıtları ile, genetik bilimi ile ispatlanmıştır. Kısaca anlatmak istediğim; evrimin kanun olması önündeki engel (!) Primattan insan oluşmasının çok zaman alması, deneylendirilememesi falan değil... Nitekim laboratuvar ortamında kısa sürede üreyen canlılar üzerinde yapay evrim tüm hızıyla deneylen- Biçimsel benzerlik Nsanlar, atlar, fareler, balinalar, yarasalar, kuşlar ve kaplumbağalar bulundukları doğal ortamın çeşitliliğine rağmen, çarpıcı derecede birbirine benzer iskeletlere sahiptir. Tümüyle pratik bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, aynı kemiklerden oluşmuş ön uzuv yapılarıyla bir deniz kaplumbağası veya balinanın yüzmesi, bir atın koşması, bir insanın yazı yazması, bir yarasanın uçması heyecan vericidir. Bir mühendis, tüm bu amaçlar için ayrı ayrı ve her bir canlı için daha kullanışlı uzuvlar yaratabiM A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 14 bilim @bilim Lirdi. Fakat bu kadar benzer iskelet yapılarının (ki az sonra bahsedileceği üzere bunlara homolog organ denilir) farklı hayat tarzlarına uyum göstermesinin cevabını yalnızca evrim açıklayabilir. canlıların aynı ortamda yaşamalarından ileri gelen bir “yakınlaşmadan” kaynaklanırlar. Örneğin yunuslar geçen 50 milyon yıl boyunca karadaki memelilerden evrilmiş su memelileridir (evet yunus bir balık değil memelidir). Fareler insanlardan ne kadar uzaksa, ikisi de Bilim insanları bu tür yapılara homolog ya da suda yaşayan canlılar olmasına rağmen yukalıtımla miras alınmış benzerlikler der. Yani nuslar da balıklardan o kadar uzak akrabadır homolog bir yapı, bütün türlerin benzer ya- diyebiliriz. pıyı gösteren ortak bir atasından evrilmiş ve sonra doğal seçilimle değişerek, farklı hayat Yine de yunuslar, balıkların bedenlerine bentarzlarına uyum sağlamıştır. Homolog or- zeyen aerodinamik bedenler geliştirmişlerganların benzerliklerinin oranı ne kadar faz- dir. Yunuslarla balıklar arasındaki dışarıdan laysa evrimsel akrabalık da o kadar yakındır bakınca birbirine benzeyen analog yapılar, denilebilir. Örneğin, memeli türlerinin ken- homolog organların aksine ayrıntılarda birdi arasındaki benzerlik, memelilerle kuşlar birinden çok farklıdır. Örneğin insanlar, köarasındaki benzerlikten fazladır; memelile- pekler, balinalar ve yunusların ön uzuvlarının rin kuşlarla olan benzerliği ise balıklarla olan iskeletleri, benzer şekilde düzenlenmiş bilebenzerliğinden daha fazladır. şenlerden oluşur;humerus, ulna ve radius. Bilek kemikleri (karpal kemikler), el tarakları Dolayısıyla, yapıdaki benzerlikler evrimi or- (metakarpal kemikler) ve parmak kemikleritaya koymakla kalmaz, organizmaların evrim nin sayısı (falankslar), düzenlenmesi aynıdır. ağacının yeniden inşa edilmesini mümkün kılar. Bir yunusun ve bir ton balığının yapılarının, yüzmek ve okyanuslarda yaşamak için “taHayvanların anatomisi, onların hayat tarzına sarlandığı” açıktır. Ama tasarımın ayrıntıları uymak için tasarlanmış olduğunu gösterir. çok farklıdır. Örneğin yunusların aksine, ton Ama bir mühendisin tasarlayacağı gibi “zeki” balıklarında nefes almak için solungaçlar bubir tasarım değil, doğal seçilimle ortaya çık- lunur. Bu farklılık söz konusu yapıların analog mış, “kusurlu” bir tasarımdır. Organizmanın olduğunu gösterir. Benzer şekilde bir kuşun tasarımının bir yaratıcı tarafından tasarlandı- ve bir yarasanın kanatları uçmak için tasarğını gösteren argümanların aksine, insan ve lanmış olsa da, anatomik ayrıntıları bakımındiğer canlıların vücudundaki kusurlar, evri- dan büyük farklılıklar gösterirler. min kanıtıdır. Embriyolojik benzerlik Ayrı soylarda bazen, bağımsız olarak benzer Darwin’in ardından gelen evrimciler, embriözelliklerin evrildiğini görürüz. Bunlar analog yoların gelişimindeki benzerlikler üzerinde yapılar olarak bilinir. Bu yapılar homolog ya- yaptıkları çalışmalarla birçok evrim kanıtları pılara benzeseler de, ortak bir atadan değil, buldular. M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 15 bilim balıklardan kertenkele ve insanlara kadar tüm omurgalılar, embriyo döneminin ilk aşamalarında çarpıcı şekilde benzerlik gösteren biçimlerde gelişmişler, ancak embriyo olgunluk dönemine yaklaşırken, kendi türlerine doğru farklılaşmışlardır. bu benzerlikler, yakın ilişkili olmayan organizmalar göre (insan ve kertenkele), birbiriyle daha yakından ilişkili organizmalar arasında (insan ve maymunlar gibi) daha uzun süre varlığını korur. insanların ve suda yaşamayan başka omurgalıların embriyolarında, solungaçlarla nefes almamalarına rağmen, solungaç yarıkları görülür. bu yarıklar bütün omurgalıların embriyolarında bulunur, çünkü ortak ataları, bu yapıların ilk kez gelişmiş olduğu balıktır. ayrıca, insan embriyolarında, gelişimlerinin dördüncü haftasında gayet beliren bir kuyruk görülür, altıncı haftada bu kuyruk en uzun boyutuna ulaşır. köpekler, atlar ve maymunlar gibi başka memelilerin embriyolarında da benzer kuyruklara rastlanır. ne var ki, insanlarda bu kuyruk nihayetinde kısalır ve yetişkinlerde bir kalıntı olarak kuyruksokumu kemiği halini alır. embriyolojik kalıntılar, zeki tasarım iddialarına ters düşer; doğumdan sonra kaybolacaksa, neden bir yapının gelişimin erken aşamalarında tasarlanması gereksin ki? @bilim bu kalıntılardan biri apendiks’tir (apandisit) apendiks, otoburlar gibi memelilerde bulunan, geniş bir körbağırsakla birlikte bakteri yardımıyla sindirilmesi için selülozun depolandığı bir organ olmasına rağmen, insanlarda düşük miktarda işlevi olan (insanda apendiks düşük miktarda lenfoid doku bulundurur) bir kalıntıdır. kalıntılar, tasarımla yaratıma karşı kanıt oluşturan, ama doğal seçilimle evrimin sonucu olarak tam anlaşılabilir kusurluluk örnekleridir. biyocoğrafya bitkiler ve hayvanların dünya çapında farklılık gösteren coğrafi dağılımı ve takımadaların farklı floraları evrimin kanıtıdır. yaklaşık 250.000 bitki türü, 100.000 mantar türü ve bir milyonu aşan hayvan türü, kendisine özgü ekolojik ortamda (ki buna “niş” denir) bulunur. insanlar, köpekler gibi bazı türler dünya üzerinde çok geniş coğrafi dağılıma sahipken bazı türler yalnızca sınırlı bir çevrede çeşitlenmiştir. evrim, biyolojik çeşitliliğin, yerel veya göçmen türlerden evrimleşen yeni türlerin doğal çevrelere uyum sağlamasının nasıl olduğuna açıklama getirir. evrim sayesinde embriyolojik dönemde görülen kalıntıları anlamlandırabiliyoruz. örneğin; yaklaşık üç milyon yıl önce panama kanalının insandaki solungaç yarıkları gibi, hiçbir za- ortaya çıktığı tarihe kadar, kuzey ve güney man tam olarak gelişmemiş embriyolojik ka- amerika’daki memeliler birbirinden yalıtılmış lıntılar, her tür hayvanda ortaktır. ne var ki ba- halde yaşıyorlardı. bu kanal oluştuktan sonzıları, yetişkinlerde evrimsel ataları yansıtan ra kuzeyden güneye veya güneyden kuzeye kalıntılar olarak varlığını sürdürür. insanlarda doğru bitki ve hayvan türleri göç etmiştir. M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 16 bilim Dünyadaki kıtaların her birinde o kıtaya özgü hayvan ve bitki toplulukları bulunur. Afrika’da gergedanlar, hipopotamlar, aslanlar, sırtlanlar, zürafalar, zebralar, lemurlar, şempanzeler ve goriller bulunur. Afrika’yla hemen hemen aynı enlemde yer alan güney amerika’da ise bu hayvanların hiçbiri bulunmaz, bunlar yerine pumalar, jaguarlar, lamalar, rakunlar, keseli sıçanlara rastlanır. Avustralya’da keseli memeliler büyük çeşitlilik gösterir. Plasenta’dan yoksun olan bu hayvanlarda erken dönemdeki gelişimin büyük bölümü, rahim yerine annenin dış kesesinde gerçekleşir. Bu coğrafi izolasyon ve coğrafyaya dayalı çeşitlilik yaratılış argümanlarıyla değil, evrim teorisi ile açıklanabilir. Bu çeşitlilik sadece farklı çevrelere uyum sağlayabilmekten kaynaklanmaz. Elbette güney amerika’daki hayvanlar afrika’daki doğa şartlarında yaşayabilir. Buna güzel bir örnek olarak avustralya’daki tavşan belası verilebilir; tavşanlar spor olsun diye avlanabilmeleri amacıyla avustralya’ya götürülmüş, onların beklediğinden daha fazla üremiş ve tarımın başına bela olmuştur; Thomas austin winchelsea, 1859’da victoria yakınlarında bulunan arazisinde avlamak üzere ingiltere’den avustralya’ya iki düzine tavşan getirtmiş. Bu tavşanlar araziden kaçmanın bir yolunu bulmuşlar ve büyük bir hız ile üremeye ve yayılmaya başlamışlar. Birkaç sene içinde 2 düzine tavşancığın nüfusu on binlerle ifade edilmeye başlanmış. İlerleme hızları senede orman içinde 10-15 kilometre, düz sahada ise 130 kilometreye dağılmış. Verdikleri zarar ile baş edemeyen halk bu konuda yönetimden çare talep eder olmuş. @bilim Yıl 1900’a geldiğinde sürekli avlanıp yakalanmaya çalışılmalarına rağmen tüm kıtayı sarmaya başlamış. Tavşanlar tarihe bir memelinin bir bölgeye en çabuk yayılışı olarak geçmiştir. Daha fazlası için tıklayınız Dünyanın farklı kısımlarında hayatın gösterdiği dikkat çekici çeşitlilik, doğal seçilimle ilerleyen evrimin kanıtıdır. Doğal seçilim nedir? Genel hatlarıyla, darwin’in çığır açıcı doğal seçilim kuramı, dünya üzerinde hayatın ortaya çıkmasından bu yana milyonlarca yıldır gerçekleşmekte olan birikimsel süreci açıklar. Hayatta kalmaya ve üremeye avantaj sağlayacak olan ufak değişiklikler zaman içinde birikir veya avantaj sağlamayan özelliklerin yerini alır. M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 17 bilim Farklı değişiklikler farklı zamanlarda ya da farklı yerlerde az çok avantajlı olabilir. Örneğin sanayi devrimi olmadan önce sanayi şehirlerinin yanında yaşayan kelebeklerin kanat renkleri, eş seçiminde çok etkiliyken, sanayi devrimi sonrası fabrikalardan çıkan dumanlar sebepli bitki florasının koyulaşması, renkli kelebeklerin diğer böcekler tarafından avlanmasını daha da kolaylaştırmış, bu sebeple kanatları siyah olan kelebekler, daha uzun süre hayatta kalması sebepli üreme ihtimalini artırmıştır. Yalnızca 150 yıl içinde kelebeklerin kanat rengi açısından çevreye uyum sağlamasının nedeni doğal seçilimdir. Görüldüğü üzere herhangi bir özellik zamanına göre avantaj veya dezavantaj olabilmektedir. Daha hızlı koşabilen bir çita, yavaş koşan bir çitadan daha fazla av yakalayacaktır. Dolayısıyla daha uzun yaşayacak ve geride daha fazla yavru bırakacaktır. Burada bahsedilen lamarck’ın kuramında bahsedilen modifikasyonlarının yavruya aktarılması değildir! Bunun bilimsel geçerliliğinin olmadığını ilk yazımda belirtmiştim. Burada bahsedilen şey bambaşkadır. Çitanın (üreme ve hayatta kalma şansı yükseldiği için) çevikliği artıran kalıtsal farklılaşmasının sıklığı kuşaklar boyunca artacak, nihayetinde daha yavaş koşmaya neden olan farklılaşmanın yerini alacaktır. @bilim Doğal seçilim her yerdedir. Hatta insanlarda dahi bunun izlerini görmek mümkündür. Sıtma, kan hücrelerini parçalayan plasmodium cinsi bir parazitin yaptığı hastalıktır. Bu parazit kan hücreleri içinde yaşar ve yeterli olgunluğa eriştiğinde kan hücrelerini parçalayıp yeni kan hücrelerini enfekte eder. Genetik olarak ebeveynlerden geçebilen bir hastalık olan orak hücreli anemi hastalığında ise kan hücreleri normal bir hemoglobin yerine (hb-a) anormal bir hemoglobin (hb-s) üretir. Vücut bu anormal hemoglobini olan kan hücrelerini tanır ve dalakta yıkar. İşte orak hücreli anemi hastalığına sahip olan insanlarda kan hücreleri, sıtma paraziti yeterliği olgunluğa ulaşmadan vücut tarafından parçalandığı için sıtma yeterli olgunluğa ulaşıp başka kan hücrelerini enfekte edemeden ölür ve bu sayede orak hücreli anemi hastalığına sahip insanlar, olmayanlara göre sıtmaya bir miktar daha dirençli olurlar. Sıtma sivrisinekle bulaştığı için sıcak iklimlerde ve bilhassa ezici bir oranla afrika'da daha sık görülür. Orak hücreli aneminin de bu sebeple afrika'da daha yüksek insidans sahip olmasını beklemek sürpriz değildir. Bu durumun tek nedeni doğal seçilimdir. Orak hücreli anemiye sahip olmayan insanlar sıtma sebebiyle erkenden ölürken, bu hastalığa sahip olan insanların ise yaşama şansı daha Özetlemek gerekirse; yüksek olduğu için üreme şansı da yükselir. “Kuşaklar boyunca yararlı farklılaşmalar (bu- Sonuç olarak bu genetik bozukluğun insirada kastedilen güç, büyüklük değildir, yeri dansı o kıtada artar. geldiğinde bir böceğin boyunun küçük olması böcek için daha yararlı olabilir) korunup çoğalacak, zarar verici ya da o kadar yararlı olmayan farklılaşmalar bertaraf edilecektir.” M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 18 bilim Kalıtım ve mutasyon Organizmalar için yararlı olsalar da olmasalar da, kalıtsal farklılaşmalar mutasyonlar sayesinde ortaya çıkar. Örneğin bir bitkinin kısa olmasına neden olan bir gen, bir bitkinin uzun olmasına neden olan bir gene dönüşebilir. Doğal seçilim sayesinde olumsuz olan mutasyonlar bertaraf edilir. Çünkü bu mutasyonu taşıyanlar, taşımayanlara göre daha az yavru bırakacaktır. Dolayısıyla olumlu mutasyonlar zaman içinde birikir. Bu birikimin kontrol edici, ittirici gücü doğal seçilimdir. Mutasyonlar rastgele olsa da, mutasyonları kontrol eden şey doğal seçilimdir. Videoda izlediğiniz üzere bir bebek daha açık renkli olarak doğmuş olabilir, açık renge sahip olan mutasyon tamamen rastlantısaldır. Fakat bebeklerin %25’ini yiyen avcı daima sabittir ve açık renkli bebek avcı için kolay bir avdır. Dolayısıyla doğal seçilim, mutasyonların birikimli olmasını, çözünmesini, örgütlenmesinin bozucu etkisini kontrol altında tutan güçtür diyebiliriz. Organizma için faydalı mutasyonları “korur”, zararlı mutasyonları bertaraf eder. Şimdi olaya farklı bir açıdan bakalım; Mutasyon süreci her kuşağa, önceki kuşaklardan gelen özelliklere ek olarak yeni genetik farklılaşmalar katar. Örneğin 100’ü aşkın böcek türü, ilaçlamanın yoğun olduğu bölgelerde, böcek ilacı olan ddt’ye karşı direnç geliştirmiştir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, böceklerde bu ilacın karşısında hayatta kalmalarını mümkün kılan mutasyonlar ortaya çıkmıştır. Bu mutasyon ise doğal seçilim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılma @bilim şansı bulmuştur (böceklerin tümü ölebilirdi! Unutmayın doğal seçilim sonucunda ne olacağı kestirilemez. Mutasyonlar tamamen rastlantısaldır) Bence doğal seçilime en güzel örnek yine bakteriler ve parazitlerin antibiyotik direnci üzerinden verilebilir; Varsayalım bir birey, bir hastalığa, örneğin tüberküloza (verem) yol açan bakteriyi öldüren bir antibiyotik alırsa, bu bakterilerin büyük çoğunluğu ölür. Ama birkaç milyonda birinde antibiyotiğe karşı direnç sağlayan bir mutasyon ortaya çıkar. Bu dirençli bakteriler hayatta kalıp çoğalacak, nihayetinde bu antibiyotik, bu hastalığı tedavi edemez hale gelecektir. Modern tıpta direnç geliştirme ihtimali yüksek olan bakterileri çoklu antibiyotiklerle tedavi etmeye çalışmasının altındaki neden budur. Belli bir antibiyotiğe karşı direnç genini aktaran mutasyon milyonda birse, her biri bir antibiyotiğe karşı direnç aktaran üç mutasyon taşıyan bakterinin olma olasılığı katrilyonda birdir (milyon kere milyon). Böyle bir bakterinin var olma olasılığı kağıt üzerinde mümkün gözükse de, ihtimali çok çok düşüktür. Örneğin veremi yok etmek için 4’lü kokteyller, tularemi, brucella, listeria gibi bakterileri yok etmek için ikili kokteyller kullanılır. Penisilin ilk bulunduğunda penisilin direnci gibi bir sorun yokken, şu anda büyük bir sorun haline gelmesinin nedenini yaratılışçı teori değil, evrim açıklayabilir. M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 19 bilim E. Coli’nin bazı türleri, kültürde üremek için şekerli su ve histidin adlı bir aminoaside ihtiyaç duyar. İçinde histidin bulunan şekerli suya eklenen birkaç bakteri hızla çoğalır ve iki günde tam 20-30 milyar bakteri ürer. Bu kültüre streptomisin adlı antibiyotikten bir damla eklenirse, bakterilerin çoğu ölecektir, ama bir iki gün sonra kültür yine milyarlarca bakteriyle kaynıyor olacaktır. Bunun nedeni ne olabilir? @bilim yılda (3,500.000.000 Yıl, 1.277.500.000.000 Gün eder) neler yapabilir? Doğal seçilim kendi başına yaratıcı bir süreç değildir, çünkü doğal seçilim mutasyonları yaratmaz, unutmayın mutasyonlar tamamen rastlantısaldır. Ne var ki elverişli mutasyonları koruyan ve türün tamamına yayılmasını sağlayan, çeşitli türler için yararlı mutasyonları biriktirdiği için yaratıcı bir sürecin en önemli dinamosu olan şeye biz tam olarak doğal seStreptomisine direnç göstermeye neden çilim diyoruz. olan mutasyonlar 100 milyon bakteri hücresinde 1 gibi bir hızla ortaya çıkar. 20-30 Milyar @bilim bakterinin bulunduğu bir kültürde 200-300 bakterinin dirençli olmasını bekleyebiliriz. Hayatta kalan bu 200-300 bakteri hızla üreyecek ve bir iki gün süre verdiğimizde hepsi streptomisine dirençli tam 20-30 milyar bakterimiz olacaktır. Bu deneyin ikinci adımında streptomisine dirençli bakterileri histidin aminoasidi olmayan bir kültüre koyduğumuzda beklenildiği gibi yine çoğu ölecek fakat bir iki güne milyarlarca bakteri üremiş halde olacaktır. Çünkü histidin yokluğunda üreyebilen mutantlar 100 milyonda 4 oranında ortaya çıkar (bu da 20-30 milyar bakterinin olduğu kültürde yaklaşık 1000 civarı bakterinin hayatta kalması demektir) Görüldüğü üzere doğal seçilim, yalnızca iki adımda ve birkaç günde hem streptomisine dirençli hem de histidin yokluğunda üreyebilen bakteriler ortaya çıkarmıştır. Bu örnek 3-4 adıma çıkarılabilir. Burada sorulması gereken soru şudur; yalnızca 4 günde gözle görülebilir bir fark yaratan doğal seçilim, 3,5 milyar M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 20 öykü @birgaripcinci Cam ı n Ar k as ı n da n Bugün iç sesimle yalnızlığımın dokuzuncu ayı. Her zaman aldatan zaman insanoğlunu tüketirken, tüm gücümle zamana karşı koyuyorum. Kuantum fiziğiyle bağdaşmayan özüm makine mühendislerinin satış politikalarına oyuncak olamamış sanırım. Ya da en azından böyle düşünen bir gardiyanım var. Sabah ve akşam diye ayırılmış periyodik bir ışık tablosuyla yaşayan insanoğlu için neden değerli olduğumu anlamış değilim. Ben kendime bir varlık biçemezken bana bir öz biçimleyen insanları yolan antikacının tutuklusu hiçlerdik sonuçta. Hiçliklerin beşik olduğu bu yeryüzünde her sabah, küçük dükkânını kaldırımdan ayıran kapıyı özgüvenle Louvre Müzesi’ne açardı Bunak Bey. Gri testere suratlı anahtarı göze yerleştirip seslerin tadını çıkarmak isterdi. Eğilip bükülmemeye gayret etmesini hep arkasında kendisinin kapıyı açmasını bekleyen bir kalabalık olmasına yorardım. O kalabalığı hiçbir zaman göremeden öleceğini bilmiyordu besbelli. Kapıyı açıp içeri girer girmez durup dinlerdi. Hemen karşımda duran, ölen annesinin evini apar topar boşaltan bir fahişenin sattığı Ceviz komidinin kokusuna bırakırdı kendini. Komidinin üzerinde duran sekiz yüz doksan dört yapımı Continental daktiloya selam verirdi. Kimsenin kimseyi umursamadığı bu lanet hapishanede, Bunak Bey’in masasına geçip uyumasıyla yalnızlaşan bütün hiçler kuşkusuz benim gibi içine konuşurlardı. Bunak Bey’in Louvre’a benzettiği 2 1 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 bu antika dükkanının kapısından girer girmez sağ tarafta başlayan vitrin, camekân üzerinden duvara birleşip oradan içeri akardı. Camekânın önündeki masada horuldayan kel kafalı Bunak Bey. Masanın üstünde tarihten akan ciltler. Düzenli olmaktan sıkılmış kalemler. Her anında geçmişten kopamayan nesneler. Kendinden tiksinmiş bir tomar sararmış kâğıt. Yer yer kenarları böğürtlen gibi kabarmış masa kaplaması. Masanın köşesinde iğnesi kırık Vouvento gramafon. Bütün çizgiler, noktalar, ayrıntılar ölmüş. Bütün raf ve vitrinlerin içinde intizam içerisinde durmak canımı sıkardı. Her birinin yerini ezberlemiş olmanın verdiği monotonluk. Beklemek. Sessizlik. Durağan. Tik. Tak. Tik. Tak. Tik. Tak. Tak. Tik. Zaman lastik gibi uzuyor. Bunak Bey’in uyuduğu sandalyenin hizasında duvara gömülen rafta70’lerde Beyoğlu Bey’in babası Beybaba Bey için yaptırdığı morsalkım desenli söğüt pipo. Yanında sanki pipoyla aynı dünyaya gelmemiş, katil görünümlü çalıntı Fransız çakmak. Hemen altında Osmanlı hattatlarının yaptığı yalanını sürekli duyduğum, çöplükten çıkma, işlemeli teneke tabaka. Bir alt rafta nerden geldiği belli olmayan Çekoslovak porlesen fincanlar. Taş aynada yansıyan soğuk. Bütünüyle ceset dolu bir dükkân. Bütünüyle hiç olan bizler varolmaya zorlanan nesneleriz bu dükkanda. Dokuz ay boyunca aynı yüzleri görüyorum. Burada birbirimizi sevmediğimiz aşikâr. öykü @birgaripcinci Nasıl olur sevebiliriz? Mümkün değil. Uzun zamandır burada bekleyenler daha bir nefretle bakıyor karşısındakine. Nesnelerin nefreti insanın nefretine benzemiyor galiba. Buradaki her antika müebbet hapse mahrum kalmışlar da kefaletlerini ödeyerek onları kurtaracak af kâğıtlarını bekliyorlar. güzar bir gülümsemeyle kağıda ismi yazdı. Mankafa Desen. Forddarot yetmiş sekiz. Dört turuncu kağıdı çekmeceden çıkarıp Mankafa Bey’e uzatan Bunak Bey tavırlarıyla adeta hadi şimdi bas git diyordu. Hiçbir şey söylemeden keyifle sandalyesine oturdu. Sağ kolunun hizasındaki National marka radyu çalıştırdı ve çalmakta olan Rumen türküleri dinlemeye koyuldu. Mankafa Bey parayı Bugün iç sesimle yalnızlığımın dokuzuncu ayı. Altı elinde sımsıkı tuttu, cebine koymadan dışarı çıktı bin dört yüz seksen altı saat elli dört dakika önce ve hızla uzaklaştı.. bu küçük dükkâna girerken, bir çeşit sarhoşluk içerisinde etrafa göz gezdirip bu nafile düzenin Hızla dükkâna dalan Mankafa’nın gözünün feri bir parçası olan bütün cesetleri selamlamıştım. gitmişti. Dokuz ay boyunca rehin kalmış kendisiyDakikalar sonra o cesetlerden birinin yanına yer- miş gibi bir hali vardı. Zaman insanı aldatır diyoleştirileceğimi bilemezdim. rum hep. Bugün iç sesimle yalnızlığımın son günü. Göz çukurundan kurtlar fışkırıyor Mankafa’nın. Mankafa’nın elinden düşmeyen bir hiçtim. Man- Ölü insanlar böyle mi oluyor diye hâlâ merak kafa açlığın kollarından kurtulmanın çaresini an- içerisindeyim. Kapının tekmelenerek açılmasıyla nesinin elden düşme eşyalarını satmakla aramış- Bunak Bey’in kalp krizi geçirmesini bekliyordum. tı. Nitekim açlığın koynundan kurtulmak kolay Zira bütün antikalar dal gibi titremişti kapının değildi. Eli titreye titreye taşıyordu o gün beni. açılmasıyla. Yalnızca ben izlemiyordum sanırsam. Dükkâna girmesiyle Bunak Bey’in kafasını kaldır- Mankafa’yı gören Bunak Bey şaşırmadı. Elbette bu ması bir oldu. Zar zor doğruldu. Gözlerini ovuştur- dokuz aylık serüvende birkaç kez beni almak için madan kısık kısık seçmeye çalışıyordu Mankafa’yı. dükkana gelen Mankafa Bey her seferinde Bunak Henüz yirmi altısında çelimsiz bir eşeğe benzeyen Bey’in çakallık dolu gülümsemesi eşliğinde dükMankafa suratında keder avucunun içinde sımsıkı kandan ayrılıyordu. Bunak Bey her zamanki gibi tuttuğu bedenimi Bunak Bey’in avucuna bıraktı. Mankafa’yı kafalayacak ve başından savacaktı. İki Gümüşü kararmış tenimi alıp küçümser bakışlar- ayda bir olurdu böyle şeyler. Uykusunun bölünla beni inceleyen Bunak Bey beğenmez tavırlarla mesini pek hoş karşılamayan bir bakış atıp ayağa değerimi söyledi. Forddarot yazısnın orijinal olup kalkan Bunak bey bir şeyler söyleyecek oldu. Manolmadığına baktıktan sonra fiyatı biraz daha yük- kafa konuşmasına fırsat vermeden kahverengi seltti. Mankafa yüreğindeki son insanlık ayrıtları- ceketinin iç cebinden çıkardığı tabancayı Bunak nı arayıp buldu ve satmak istemediğini söyledi. Bey’e doğrulttu. Bunak Bey yaşlılığının buğuladıMidesinin yanması ve bayılma kaslarının namlu- ğı gözleriyle silahın ayrıntısından çok Mankafa’nın ya kurşunu vermesiyle zonkladı. Terleyip duran yüzünde kendisini kurtaracak mimikler arıyordu. zavallı genç adam bu kararını ne kadar sürdüre- Görebilmek için gözlerini kıstıkça kısıyordu. Zabileceğini bilmiyordu. Rehin bırakmak istediğini ten buruş buruş yüzü, gözlerini kıstıkça çürümüş son nefeslerinden biriyle söyleyiverdi. Sürekli ter- patlıcanı andırıyordu. Kanı çekilmiş ölü piliç var liyordu. Köşeye sıkışmış fareyi andırıyordu. Birkaç yüzünde. Zoraki ağzını açıyor ama dur yapma diaya gelip alacağını söyledi ve dört parça kâğıt için yemiyor titremekten. Mankafa kendinden geçmiş Bunak Bey’e yalvardı. Mankafa iyi yürekli candan bir şekilde nerede diye böğürüyor. Bunak Bey aninsandır. Ne yazık ki insandır. Eşyalara manevi de- layamıyor galiba. Gevelemeye başlıyor. Mankafa ğer biçmek gibi salaklıkları vardır. Oysa hiç umur- aynı soluksuz böğürmeyle nerede diyor. Bunak samadan beni satsa önündeki birkaç ay kendisini Bey eliyle gösteriyor. Orda işte orda. Hemen şuidare edecek kadar parası olacaktı. Bunak Bey iş- rada. Ağzı burnu kaşları bağımsızlığını ilan etmiş 2 2 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 öykü @birgaripcinci yaşlı vücudunu kontrol etmeye çalışıyor Bunak Bey. Oldukça ilginçleşen tablo dükkândaki ölü dinamiğe ruh katıyor. Nefes sesleri birbirine karışan bu iki adam bir şeylerin yolunda gitmediğini antikalara hissettiriyor. Ben ne istiyorum bu anda diye düşünmeye başladım. Düşündüm düşündüm ve karar verdim. Ben bana yakışan şeyi istiyordum. Hiçlik. Mankafa beni almak için tabancayla Bunak Bey’in gösterdiği yeri işaret ediyor. Bunak Bey ölüm korkusu içerisinde rafa uzanıp beni sıkıca kavradı ve panikten olsa gerek tekrar bıraktı. Titremekten beni bulamadı bir an. Kayıp olduğumu düşündü son nefesini vermeden elleriyle bütün rafı taradı. Kalp krizi geçirmeden beni bulup Mankafa’ya uzattı. Mankafa bana hiç bakmadan avucuna kavradı. Bunak Bey koltuğuna bir çuval gibi düştü. Çöktüğü koltuğundan açık çekmecesine takıldı gözü. Çekmecedeki tabancası göz kırptı Bunak Bey’e. Elini bir bıkkınlık içerisinde çekmeceye uzattı. Olanca bitik görünümüyle sakin olmaya çalışarak tabancayı kabzasından kavradı. Bir kelebeğin kanat çırpışı kadar kısa sürede tabancayı Mankafa’ya doğrulttu. Mankafa bütün soğukkanlılığını yitirdi ve tetiğe asıldı. Bunak Bey tabancanın sesiyle sersemleyip koltukta oturduğu yerde sarsıldı. Neyse ki isabet etmedi. Başının hemen üstünde Çin yapımı matruşka ve hemen yanında bulunan şarap testisi dağılıp etrafa yayıldı. Parçalanan şarap dolu testiden dökülen kırmızı üzüm özleri Bunak Bey’in alnına, alnından masaya, masadan da yere dökülüyordu. Bunak Bey tüm bunlar olurken nafile tetiğe basıyordu. Boş altıpatlar kırik kırik kırik kırik sesleriyle Bunak Bey’in kulaklarında çınlıyordu. Tetiği çeker çekmez bir tavşan gibi yola fırlayan Mankafa kalp atışlarını kulaklarında duyuyordu kuşkusuz. Bu yüzden de hiçbir şeyi görecek ve duyacak zamanı kalmadı. Ben asfalt üzerinde yuvarlanırken yelkovanım Mankafa’nın parçalanan kafasını gösteriyordu. Mankafa elleri kolları kan revan içerisinde yola serilmiş donuk gözler2 3 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 le beni izliyordu. Mankafa’nın hemen ardından dükkândan fırlayan Bunak Bey’le göz göze talihsiz şöför bir heykel misali Mankafa’nın dışarı fırlamış kafatasına donup kalmıştı. Bunak Bey hiç düşünmeden Mankafa’nın içler acısı bedeninin yanından beni kaldırıp dükkânına geri döndü. @birgaripcinci öykü @anonim S and a lye "İnsanlar ne garip değil mi dostum? Kimse aslında birbirini önemsemiyor. Şayet hala birbirini önemseyen birileri varsa, onlar da aslında yaptıkları işin karşılığında bir şey bekledikleri için bunu yapıyorlar. Yine kendinden başkasını düşünen kimse yok anlayacağın. Bu gerçeği ekseriyetle reddediyor hepsi de. Duyup da gülmemek elde mi? Her şey apaçık ortada işte... Sen de katılıyorsundur bana sanırım?" Sandalyem de bana bakıp onayladı bu durumu. Her gün, sokaktaki insanların yüzlerinde gördüğüm şeyleri oturup tartışırız birlikte. Onu ikinci el mobilya satan bir yerden almıştım. Oldukça yaşlı bir sandalye. Bahsettiğim konulardan genelde o da şikayetçi oluyor. İşin kötüsü, daha önce onla konuşmayı kimse denememiş! Nasıl mutlu oldu bilemezsiniz. Oysa muhabbeti çok güzeldir. Kim istemez ki bilge birileriyle konuşmayı? Üstelik sorun çıkarmaz, çıkar gözetmez, bir gün evimden öylece çıkıp gidemez hiçbir yere. Sadık bir arkadaş o benim için. Onu başka arkadaşlarımla tanıştırmayı denemiştim bir defasında. Saçmaladığımı ve sandalyelerin konuşamayacağını söylediler. Delirdiğimi düşündüler. Gerçek olmayan şeyler duyuyormuşum, öyle diyorlar. Ne saçmalık! Alışılmamış olan her şeye düşman olmuş sanki hepsi. Sandalyemden başka her şey gerçekmiş gibi bunu söylemeleri ise ayrı garip... Sesini duyabiliyorum, görebiliyorum, karşımda duruyor. Hava, bulutlar ne kadar gerçek ise bu da o kadar gerçek işte! Sadece her gün görebileceğiniz cinsten bir şey değil. Hepsi bu. 2 4 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 Ah, hatta beni "iyileştirmek" bile istediler. Neden diye sorduğumda; herkes gibi olmadığımı, bunların normal olmadığını dile getirdiler. Normal olmamak bir hastalık mı? Hayatı bir ırmağın yatağı, zamanı ise içinden gürül gürül akan ırmağın kendisi gibi düşünmeleri beni kızdırıyor. Bilirsiniz, nehrin içinde her damla aynı yöne akar. Peki ya ben ters yöne akmak istersem? İşte o zaman beni arkamdan "Hayır, doğru taraf burası!" diye uyarma ihtiyacı duyuyorlar. Kimse düşünmüyor nereye gittiğimizi, nereden geldiğimizi, ne yaptığımızı... Düşüncesiz yaratıklar... Zaten zaman geçtikçe hepsi beni bırakıp gittiler. Artık pek de bunları dert etmeme gerek yok. Tanrı aşkına, hayatınızda hiç alışılagelmişin dışında bir şey yaptınız mı sizler? Hayatınızda bir kez olsun durup "neden?" sorusunu sordunuz mu? "Neden" sorusu sadece normal dışı durumlar için kullanılır sanmaları çok üzücü. Oysa en olağan durumlar için, en katı dogmalar için bile kullanılabilir bu soru. Hatta gerçek işlevini böyle kazanmaz mı? Bunları insanlara anlatmak çok güç. Sormaya, anlatmaya başlayınca da boş bir "Burada işler böyledir." cevabı alıyorsunuz. Uğraşmaya gücüm yok. Umrumda da değil. -- "Umrunda olmayan biri için çok fazla mızmızlanıyorsun dostum." diye çıkıştı sandalyem lafımı keserek. Gerçekten de çok fazla konuşmuştum. Bir an için durup nefes aldım ve onayladım: -- "Haklı olabilirsin ama ne yapmalı bu konuda?" diye sordum. -- "Az önce; normal olmamanın, diğerlerinden farklı düşünmek olduğunu söyleyen kişi sendin ama bir düşün: Neden ırmağın içinde ters yöne öykü @anonim akmak istiyorsun?" -- "Irmağın içinde ne yöne aktığım önemli değil, önemli olan akışı sorgulayıp sorgulamamam. Sorun bu. Eğer herkesle aynı yönde akmanın doğru olduğuna karar verseydim, o yönde akmak isterdim. En azından öylesine akıyor olmazdım, tercihim de bu yönde olurdu." lığı yetmiyormuş gibi bir de o ahmak sandalyeyi mi dinleyecektim? Peh... Sandalye artık kırıldığına göre, kendime yeni bir arkadaş bulmalıyım. Ama kim? Kalem ve kağıtlar mı? Lambam mı? Ah buldum! Duvarlar! Ne de olsa duvarlar çok kadim ve bilge şeylerdir. Eminim öylelerdir. Üstelik dinlemeyi de bilirler, memnuniyetle dinlerlerdi beni. Sabaha kadar onlara istediğim şeyleri anlatabilirdim. Bana sinir krizleri de geçirtmezlerdi. Hem, akılsız sandalyem gibi çene de çalmazlar. -- "Pekala, bu senin tercihin. Onların tercihi de bunu düşünmemek ise? Hatta belki çoğu senin gibi hayatlarını sorgulamışlardır. Belki de hepsi hayatlarının akışından memnundur?" Öyle ya, duvarların konuştuğu nerede görülmüş? -- "Ne yani şimdi de onları mı savunuyorsun? Peh. Akışı sorgulamanın tercihlerle alakası olduğunu düşünmüyorum. Her gün aynı şeyleri yapan, hiçbir soru sormadan ot gibi yaşayan milyarlarca insan var. Doğru olan bunu yapmak mı? Kendini akıntıya öylece bırakıp devam etmek mi? Bir insan bundan nasıl hoşnut olabilir? Tanrı aşkına sen de beni anlamıyorsun artık." Sinirlenmiştim. Nasıl böyle şeyler söyleyebilirdi? Haklı olup olmaması şu andan itibaren umrumda değil. Ben bunları düşünürken aniden lafa yeniden girdi: -- "Hayır, söylemek istediğim şu: Kendi düşüncenin bu kadar doğru olduğuna nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Sanıyorsun ki senin yaptığın ve düşündüğün her şey doğru. Diğer herkes ise yanlış yapıyor. Onları her gün gelip sıkılmadan şikayet ediyor ve ne kadar akıllı olduğunu anlatıyorsun bana. Bu ahmaklık. Onları hazmedemediğini düşünüyorum dostum. Mutlu olmalarını hazmedemiyorsun." Sözlerini bitirmesini beklemeden sinirle ayağa kalktım. Aptal sandalye! Sinirden kan beynime hücum etmişti. Hala gereksiz laflarını sıralamaya devam ederken onu yerinden kaldırıp duvara çarpıverdim. Kalan parçalarını ise kırdım. Öfkem ancak yatışmıştı. Artık sesi çıkmıyordu. Yaptığımdan pişman değildim. Ne yani; bütün dünyanın aptal2 5 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 anonim öykü @beyaz gargamel Bunu S aymayız! Yatıya da B ek ler iz Gözlerime bir kez bile baksa ağlayacaktım, kuy- Babamın yanında ağlamamın, saçmalamamın, tularda sakladığım duygusallığımdan biliyorum, ‘baba, ben vazgeçtim’ dememin o anki yaşıma ne tutamazdım kendimi. aykırılığı olabilirdi ki? Kuşların o güzel romanların başlangıcındaki gibi havada ahenkle birbirine kur yaptığı, güneşin ‘ben de buradayım’ demeye başladığı umutsuzluğun ya da başkaca olumsuz bir duygunun konduralamayacağı güzel bir gündü. Büyük bir çam ağacının olduğu yemyeşil bir bahçede çoğu akranım olan çocuklar ve aileleri tedirgin, heyecanlı bir şekilde yatılı okul kayıtlarının yapılması için yetkili kişinin gelmesini bekliyordu. Kimileri ise mağrur, başarılarının serin çemberi içerisinde ailelerinin kendisinden gururlanışını, meydan muharebesini kazanmış muzaffer bir komutan edasıyla yansıtıyordu. Ben ise topluluktan biraz uzakta, tek katlı, sıvaları dökülmüş gri renkli binanın köşesinde insanları izleyerek beni neyin beklediğine yönelik ipuçları arıyordum. Babam yanımdaydı. Hiç konuşmuyorduk bu bana tuhaf geliyordu. Oysa saçma sapan da olsa babam mutlaka bir konu bulur, en azından avucunu açar ‘çak’ der çakarken elimi yakalamaya çalışır, hiç olmadı ülke gidişatından ya da maddi sıkıntılardan dem vurup sağa sola söverdi. Konuşmuyordu. sesimin çatallaşacağından, titreyeceğinden ve bir ses çıkardığımda gözyaşlarıma hakim olamayacağımdan korktuğumdan ben de konuşamıyordum. 2 6 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 3 sene önce beni hırpaladı diye arka mahalledeki benden yaşça büyük çocuğu sokak sokak kovalayan, babasıyla kavga eden o değil miydi? Ya da yerden yüksek oynarken düştüğümde yerdeki camın parmağımı derince kesmesinden sonra parmağıma dikiş atılırken yanıbaşımda belli etmeden ağlayan o değil miydi? Ne kadar küçük düşebilirdim? Hayalkırıklığı mı olurdum? Babamın bana beslediği sevgi ne kadar azalabilirdi? Dayatılan ‘iyi terbiyeli, düzgün, çalışkan ve ailesini gururlandıran çocuk’ olabilmenin karşısında o yaşta durabilmenin cesaretini aradım, ta en diplere indim. Bulamadım. aslında bir şeyler vardı, ürkek bir güvercinden dahi ürken, el uzatınca tedirgin oldu, saklandı. Alabildiğine bana ait olmayan ama benimmiş gibi gözüken ‘Her şey güzel olacak bak görürsün’ düşüncesinin sıkletinde bir başkaldırı büyütemedim. Geleceğim için böylesi bir fırsatı tepmemeliydim. Hem her şeye alışılırdı, mutlaka başlarda herkes zorluk yaşardı. Ailemin ve çevremin umudunu daracık omuzlarında taşıyan olgun bir çocuk, var olan olmamışlık hissini uygunuyla gösteremeyecek, sadece ağlayabilecek kadar da bebektim. öykü Kayıtları yapmak için görevli olduğu yürüyüşlerinden bile belli olan iki kişi ellerinde kağıtlarla geldi. Boyumun tam da onunki kadar uzun olmasını istediğim, uzun boylu, karizmatik, kumral, sakalsız, saçları özene bezene taranmış, top gun filminde olanından güneş gözlüğü takanı bahçeye getirilen masaya oturdu. Diğeri, sıradan biri, güneş gözlüklünün sağında ayakta duruyordu. Gözlerinde, sözlerinde, hareketlerinde anlamlandırabileceğim, beni ikna etmeye yarayabilecek, özenebileceğim şeyler aradım. Rutin faaliyetleri yapmanın verdiği soğukkanlılıktan başka hiçbir şey yoktu. 13 yaşındaydım, muhtemelen yaklaşan 14’ncü doğum günümü burada kutlayacaktım. Doğum günlerine oldum olası değer vermezdim ama o an için sanki taviz verilmemesi gereken festival günleriydi. Doğum günümü beraber kutlayabileceklerime bakındım. 15-20 metre ötede çimlerin üstüne oturmuş annesine sarılan sırtı dönük çocuk, o olabilirdi. Yanında, rotasız uçurduğu kağıttan uçağıyla oynayan 5-6 yaşlarında, muhtemel kardeşi, tatlı bir ufaklık vardı. Bana, kağıttan gemisini küvetteki azgın suni dalgalarda dahi yüzdürebilen kardeşimi hatırlattı. Çocuklarla anlaşabilecek miydim? Yemekler nasıldı? Çamaşırlar, doğru ya, umarsızca sepetin içine bile sokma zahmetinde bulunmadan savurup, saçtığım çamaşırlarım nasıl yıkanacaktı? İstediğim zaman dışarı çıkabilecek miydim? Ya annem, ne olursa olsun, ne yaparsam yapayım sualsiz sığındığım, beni hep şımarık kılan o güzel kadının yerine ne koyacaktım? Muhtemelen canım kardeşimin mahalledeki arkadaşları üzerinde, herhangi bir durumda derhal müdahalede bulunacak ağabeyi olduğu için kurduğu o saygınlık da zedelenecekti. Babam, hepsinde de kahraman olduğu bilmem kaçıncı defa farklı versiyonlarıyla dinlediğim gençlik anılarını, ilk defa duyuyormuşcasına sabırla dinleyebilecek kişi sıkıntısı çekecekti. @beyaz gargamel yakalayabilecek çocuğunu, kısıtlanmış bir aile sevgisine mahkum bırakmak. Şüphesiz ‘en ufak bir olumsuz durumda oğlumu çekip alırım nasıl olsa’ ya da benzeri sözlerle duruma alıştırıyordu kendisini ama cebinde beş kuruş para olmasa da para isteyemeyen, cüzdanını kontrol ederek parasının olmadığını anlayabildiği oğlunun, kibire varan gereksiz gururunu da düşünmüş olmalıydı. Adımın okunduğunu duydum, ses, kaçınılmaz anın o gergin bekleyişine son veren tüm dikkati dağıtan özüt bir ıslık sesiydi sanki, babam sigarasını söndürdü, omzuma dokundu. Giyotine giden mahkumun son bir isteğin var mı demesini bekler gibi ayaklarımı sürüye sürüye babamın peşi sıra yürürken, gidişatı bozacak olağanüstülüğü bekledim. Filmlerde öyle olmaz mıydı? Olağanüstü olan tek şey başından sonuna değin yaşananların şahidi; güzel havaydı. Yıllar sonra, belli bir promil oranını yakalayınca hep duygusallaşan, 14 yaşından sonra sadece tatillerde görebildiğim, beni sigara içmiyor sanan canım babam, bir akşamüstü telefonda konuşurken konuyu çağrıştıracak en ufak bir durum yok iken, “Hayattaki en büyük pişmanlığım seni yatılı okula vermemdi, biliyor musun?” dedi. O’nun yerine de günlerce düşünüp, yaşadığım, yaşadığını bildiğim bu birikmiş pişmanlığa; o olağanüstü havanın olduğu gün umutların taşınamaz ağırlığıyla gömüldüğünden, olgun gözüken çocuktan çok daha hazırlıklıydım. “Baba, boşver şimdi bunları, maçı izleyecek misin?” “Peki oğlum” dedi kesik kesik, “izleyeceğiz sanırım” O koca adamın ağlamasına bir harf, bir ses kaldığını anladım. O güzel adama hiç kızmadım, kızamadım. Sevgi denen şeyin çürütülemez delilleriyle ussallığını yitiren son muhakemem sonucunda; gene babama hak verdim ama ben olsaydım yapamazdım gibi geldi. “Büyüdüm mü yoksa edilgin ve çaresizce büyütüldüm Sadece, futbol ve basketbol maçı yapmak için adam bul- mü” diye düşündüm, cevap aramadım, maçın başlayıp ma zorluğu yaşamayacağımdan emindim. başlamadığını merak ettim, bir sigara yaktım. İsimler okunmaya başlandı. İsmi okunan çocuk ve velisi, güneş gözlüğü takanın olduğu- saçları tam da onun ya@beyaz gargamel şına geldiğimde olmasını istediğim kadar gürdü - masanın önünde sıra oluyorlardı. Babam ile aramdaki ses geçirmeyen, görünmez duvar hala duruyordu. Babamın, benden bir işaret, bir mimik ufak da olsa serzeniş beklediğini, onun da içinde bir savaşın yaşandığını hissettim. Bir ara baba olmak zor olmalı diye düşündüm. Çocuğun için daha iyi olabileceğine inanarak, imkansızlıktan dolayı ulaşamadığın idealleri 2 7 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 N E M A R C H 2 0 11 kanal temmuz deneme @oceangoingwatchkeepingof ficer G a z al R ömor kör ü Gemiler, Süvariler, İskeleler kitabında Eser gerekiyordu, ama hangi gemilerle? Tutel Gazal römorkörünün destansı hikayesini şöyle anlatıyor: Gerekiyorsa Gazal gibi bir römorkörle bile! Rusya'nın Tuapse Limanı’ndan teslim alıDeniz ticaret filomuzun bazı gemileri- nacak silah ve cephanenin Trabzon’a göne, Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya türülmesi görevi bu 182 gros tonluk Gazal Savaşı’nda olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı yıl- römorkörüne verilmişti.Gazal’ın süvarisi Önlarında da vatan savunmasında görev ve- yüzbaşı Adil Kaptan, Tuapse’ye giderek iki rilmiştir. O yıllarda ticaret filomuz hayli eski adet 7,5’luk, iki adet 8,8’lik dört sahra topu gemilerden oluşuyordu. Buna rağmen kah- ile pek çok piyade tüfeği ve bunların sanraman denizcilerimiz, römorkör, kurtarma dıklar dolusu cephanelerini yüklemişti. Rögemisi yada gümrük motoru türünden kü- morkör aldığı yükle iyice suya gömülmüştü. çük teknelerle boylarından büyük işler ba- Ruslar, bu küçük teknenin Trabzon’a varaşarmışlardır. madan daha yarı yolda sulara kaynayacağı görüsündeydiler. İşte İdare’nin sadece 182 gros tonluk küçük bir römorkörü olan Gazal’ın akıl almaz ma- Ama Gazel, 24 saatte Tuapse’den Trabzon cerası; Limanı’na varmayı başardı. Trabzon’daki ilgililerin sevincine diyecek yoktu.Fakat yeni Ortadan katlanarak arkaya yatan ince uzun gelen bir emirle malzemelerin Trabzon yeribacasıyla Gazal basit bir römorkördü. Mü- ne İnebolu’ya çıkartılması bildirilmişti. Gazal tareke döneminin karanlık günlerinde, şiddetli fırtınaya rağmen tekrar demir aldı, İstanbul’dan askeri sevkiyatın emrinde hiz- düşman gemilerine görünmemek için kıyı met görürken Karadeniz’in Ereğli Limanı’na kıyı İnebolu’ya giderek bu zor görevi de yegönderilmişti. Milli Hükümet bu küçük rö- rine getirdi. morkörlerden bile yararlanmak zorundaydı. Sonraki dönemlerde de Gazal römorkörü Rusya’dan teslim alınacak silah, cephane ve daha birçok zor görevi başarmıştır; daha başka silah malzemesini acele olarak • Ekim 1920’de 564 tüfek, 586 kasatura Karadeniz’deki limanlarımıza sevk edilmesi ve 494 sandık cephane getirdi. 2 8 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 deneme @oceangoingwatchkeepingof ficer • Mayıs 1921’de yedeğine çektiği tepeleme silah yüklü Dana adlı yelkenli ile 3.386 sandık cephaneyi teslim etti. • Ekim 1921’de iki sahra topu, bir hayli tüfek aksamı ve 5189 sandık cephaneyi nakletti. • Aralık 1921’de 651 sandık dolusu top mermisini Rusya’dan Anadolu’ya getirdi. Bunlar Gazal’ın başarılarından sadece birkaçıydı. Yalnız Haziran 1921’de Polathane Limanı’na 2.622 sandık top mermisi getirip boşaltmıştı ki, bu rakam bile bu küçük römorkörün dalgalarla boğuşarak gördüğü işin büyüklüğünü göstermeye yetiyordu. Bir seferinde, bir İngiliz muhribiyle karşılaşan Gazal, mahmuzlanarak batırılmaktan, son anda düşman gemisinin bir mayına çarpması sonucu kurtulmuştu. Cephanenin yanı sıra asker sevkiyatında da hizmet gören Gazal römorkörü, bir keresinde de karakol görevine çağırılmıştı. Hem düşman hakkında keşif yapacak, hem de Romanya’dan malzeme getiren düşman gemilerinin önlerini kesecek, onları batıracaktı. Bu iş için tek bir topu vardı. Üstelik uzun zamandan beri kullanılmamış bir toptu bu. Aslında iki yıla yakın bir zamandan beri bakımı yapılmadığı için Gazal da hayli çaptan düşmüştü. Birkaç saatlik bir seyirden sonra mutlaka durması, istiminin yükseltilmesi gerekiyordu. 1922 yılının 7 Ekim günüydü. Gazal ufaktan av kovalayarak ağır ağır seyretmekteydi ki, ufukta bir şilep fark etti. Kumandan Yzb. Nazmi Bey’in ilk işi römorkörün kıçındaki bayrağı indirmek oldu. Şilebi yakalaması zor olacağı için bir hileye başvurarak şansını denemek istedi. Başladı üst üste kısa kısa düdük çalmaya... bu, teknenin zor durumda olduğu 2 9 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 anlamına geliyordu. Şilep düdük seslerini duymuş, rotasını değiştirerek üstlerine doğru gelmeye başlamıştı. Bir süre sonrada iyice yaklaşmıştı. Öyle ki burnundaki Urania yazısı iyice seçilir hale gelmişti. Nazmi Kaptan elindeki megafonla şilep kaptanına seslenerek hangi milletten olduklarını nereye gittiklerini sordu. Şilep kaptanı da Yunan gemisi olduklarını, Köstence’den hareket ettiklerini İstanbul’a gittiklerini söyledi. Nazmi Kaptan yine megafonla seslendi:‘‘Sancağınızı çekin göreyim.’’Şilebin kıçındaki direğe mavi beyaz haçlı Yunan bayrağı çekildi. Gazal’ın direğine Türk bayrağı çekilmesini işaret eden Nazmi Kaptan da şilebin süvarisine şu kesin emri verdi: ‘‘hemen teslim olunuz!’’ O sırada mülazım Seyfi Bey de fora top ederek namluyu Urania’nın kaptan köprüsüne çevirivermişti. Her şey o kadar ani olmuştu ki, Yunan süvari telsizini bile kullanma fırsatını bulamamıştı! Nazmi kaptan Gazal’ı Yunan şilebine aborda ederek İkinci Kaptan Mülazım Sabri Bey’i, yanında silahlı üç askerle birlikte gemiye çıkardı. Göz açıp kapatıncaya kadar kaptan köşkü kontrol altına alındı, telsiz susturuldu, süvari, ikinci kaptan ve çarkçı başı esir alınıp Gazal’a getirildi. Gemide 2.200 ton kereste ile 65 ton karpit vardı. Onlara da hemen el konuldu.45 tonluk küçücük Gazal römorkörünün esir aldığı 1.465 tonluk koca Urania şilebi, yıllarca Samsun adıyla Türk bayrağı altında hizmet gördü. Gemi önce Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi’ne devredildi. Sonra 1927’de Kırzade Şevki Bey tarafından satın alınarak Galata adı verildi. Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul Limanı’na geri dönen Gazal ise, yine eskiden olduğu gibi kah gemileri çekerek kah peşindeki koca koca mavnaları sürükleyerek daha uzun yıllar çalıştı. deneme @bona dea 5 1. B ölge Dünyanın en çok komplo teorisi üretilen ve gizemini sürdüren "area 51" olarak da bilinen bu yer. Amerika birleşik devletleri'nin nevada eyaletinde las vegas'ın 153 km kuzeyinde gloom gölü yakınlarında 76 km.Karelik bir alana kurulan devasa bir üsdür. Amerikan hava kuvvetlerinin uçak test geliştirme merkezi olarak da bilinir. Ancak bu bölgeye sadece özenle seçilmiş çalışanlar ve devletin üst kademe yetkililerinden başka kimsenin giremiyor oluşu, hava sahasının uçuşa kapalı oluşu ve üst düzey güvenlik önlemleri altında yasak bölge oluşu, "area 51"i fenomen yapıyor. nucunda bir rus uydusu rarafından çekilen görüntülerin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Ancak yetkili makamlar böyle bir bölgenin varlığını roswell ufo kazasından yıllar sonra açıkladılar. 51. Bölgenin gizemi, 1947 yılında roswell´in kuzeyinde lincoln bölgesi´ndeki corona´ya bir 1unidentified flying objec" yani ufo'nun düşmesiyle başladı. İçinde biri canlı üç dünya dışı varlık vardı. Fakat bölgedeki askeri hava üssü olayı "hava balonu düştü" diye örtbas etmiş ve gerçekleri saklamıştı. Olayın bir kaç görgü tanığı da vardı. Dönemin american başkanı eisenhover gizli bir yolculuk yaparak bölgeye gitmiş ve denilene göre Üs çöl ortasına kurulmuştur etrafında ne bir uzaylıların cesedini görüp canlı olanıyla ileyerleşim yeri, ne bir dinlenme tesisi vardır. tişim kurmaya çalışmıştı. . En yakın yerleşim yeri rachel kasabasıdır. Bölge topraklarına giriş yasaktır.30 Mil dahilinde amerika başkanı bile bölgeye özel izinle girer. Üssün tek yolu vardır ve bu yol asfalt değildir. Bölgede güvenliği gammo dudes ismi verilen korumalar sağlar. Yasak bölgeye girenleri vurma haklarına sahiptirler. Bölgede cep telefonu, pusula ve dijital saatler çalışmaz. Yüksek çözünürlü kameralarla 7/24 izlenir amerikan hava kuvvetleri tarafından havadan da korunur. Bölgenin varlığı rus gizli servisi kgb'nin çalışmaları so3 0 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 @bona dea deneme Ufo kazasını teksaslı bir petrolcü, silas newton ve manyetik alan fizikcisi leo gebauer' da gördüklerini söylemişlerdi. Kazanın üstü kapatılmıştı. 1993 Yılında roswell olayını konu eden bir özel bir sinema filmi yapılınca amerikan kamuoyunun dikkati tekrar 51. Bölgeye yönelmişti. 2014 Yılında 51.Bölge hava üssünde görev yapan emekli uzay ve havacılık mühendisi body bushman ölmeden yaptığı itirafla bir kere daha dikkatleri üzerine çekti. Bushman itirafını videoya kaydetti ve kamuoyunla paylaştı. İtirafında uzaylılar ve ufolar hakkındaki çalışmalardan bahsediyordu. Body bushman ileri teknoloji ve havacılık şirketi lockheed martin için ileri derecede uçak konsept çalışmaları yapıyordu lockheed martin şirketi balistik füzeler, mühimmatlar, radar, uydu uçak sistemleri, fırlatma araçları yapıyordu. Nasa'nın orion uzay mekiğini de yapmışlardı. , Bu projelerde çalışan araştırma ekibi özel izin ile gizli olan bilgilere erişebiliyorlardı. Bushman'ın iddiasına göre 51. Bölgede uzaylılar vardı amerikan hükümeti geldikleri gezegene quintumnia yani güneş dışı gezegen diyorlardı. Uzaylılar yaklaşık 200 yaşında kıkırdaklı iskelet yapısına sahip, iri gözlü göz bebekleri olmayan, 1.50 Cm boyunda perdeli ayaklı canlılardı. Çok zekiydiler. Bushman'a göre bu dünya dışı varlıklar uzay gemisi yapıyorlardı. Bölgenin altında gizli bölümlerde dünya dışı varlıklarla çalışıyorlardı. İnsan kobayların da kullanıldığı bu deneyler gizli tutuluyordu. Uzaylılarla çalışan bilim adamlarının çalışmalarına şahitlik eden bushman perdeli ayakları olanların quintumnia'dan geldiklerini ve dünyalılara daha yakın olduğunu, diğer dünya dışı var3 1 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 lıkların ise daha düşmanca bir tavır gösterdiğini anlattığı videosunda fotoğrafları ve belgeleri de paylaştı. 40 Yıl hughes aircraft, general dynamics, lockheed martin ve texas instruments gibi şirketlerde önemli araştırmalarda bulunan bilim adamımının söyledikleri gerçek mi halüsinasyon mu, uzaylılar ve insan formları var mı bilinmez ama bilinmez.Uzaylılar var mı? Üs bölgesinde ne yapılıyor bilinmez ama 51. Bölge gizemini korumaya devam ediyor. @bona dea deneme @dufduf Fra n sa'da N ele r Oluyor Türkiye’de ne olsa Fransa’da duyuluyor, ama Fransa’da her olan Türkiye’de duyulmuyor. İlginç.. Mesela Türkiye’de Mayıs 2016’da dokunulmazlıklar kaldırıldı, Türkiye haber kanallarından önce Le Monde (Fransa’nın geniş kapsamlı gazetesi) haberi yayınladı. Tabi; sebepleri, neleri kapsadığı konusunda eksikler ve yanlış analizlerle doluydu, o ayrı.. Bunun yanında, aynı tarihlerde Fransa’da geniş kapsamlı “işçi eylemleri” yaşanırken Türkiye’de bunun i’sinden bahsedilmedi. Hatta aynı dönemde MS804 nolu uçuş koduyla Fransa’nın Paris Charles de Gaule Havaalanı’ndan kalkıp Mısır’ın Kahire kentine uçan Egyptair uçağının düşmesi/düşürülmesi konusunda Fransa’da büyük tartışmalar yaşanırken, Türkiye’de uçağın düştüğü bilgisi bile duyulmadı, ilginç.. El Khomri Yasasi Fransa Çalışma Bakanı Myriam El Khomri tarafından 17 Şubat 2016’da ilk kez sunulan çalışma yasası, hükümete göre; “maaşlı çalışanları korumak, işe alımı teşvik etmek ve yeni iş pazarlarına girişte şirketlerin zaman kaybını önlemek” amacını taşımaktaydı. Bu nedenledir ki yasa kendisinin adı ile anılmakta, “El Khomri yasası” olarak bilinmektedir. Yasa tasarısı kamuoyu ile paylaşıldıktan kısa bir süre sonra; sendikalar, öğrenci grupları ve sol görüşlü grupların büyük bir kısmı tarafından, ilerici/reformist olmadığı, tersine geriye dönüş olduğu şeklinde yoğun eleştiriler aldı. Tüm bu eleştirilere rağmen yasa, hükümet sorumluluğu altında (49.3 nolu yasanın Gelelim işçi eylemlerine.. Fransa’da bilinen verdiği hakla; bkz. bölüm 49.3) Assemblée adıyla “El Khomri” yasası, Mayıs 2016’dan Nationale’de (Fransız parlamentosunda) ilk aylar önce konuşulmaya başlandı, ama he- kez okunarak resmileştirildi. reketli ve ateşli eylemler Mayıs 2016’da yasanın 49.3 diye bilinen bir diğer yasaya isti- Bu yasa ile amaç çalışanların haklarını korunaden parlamentoda oylanmadan hükümet mak olarak gösterilse de yasa, işverenlere tarafından kabul edilmesi ile başladı. Neden çalışanların çalışma saatlerini istediği gibi El Khomri? 49.3 nedir? Tüm cevapları bu ya- ayarlayabilme ve kolay işten çıkarma hakları zının içerisinde vermeye çalışacağım.. veriyor. 3 2 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 @dufduf deneme Şimdiki yasa haftalık çalışma saatlerini 35 saat olarak belirlemiş, fazladan çalışılacak ilk 8 saat için saat ücreti için normalın %25’i, 8 saat sonrası için %50’si kadar fazla ödeme yapılmasını öngörmüştür. Bu fazladan çalışma ile, çalışma saatleri haftada en fazla 60 saat, 12 hafta boyunca ortalama en fazla 44 saat/ hafta, günde en fazla 10 saat olabilir ve işveren çalışanından en fazla bir sene boyunca fazladan çalışma yapmasını isteyebilir. Yeni yasanın son hali ile, işverenin çalışanından isteyebileceği fazladan çalışma süresi 1 yıldan 3 yıla çıkartılmış, en fazla 44 saat/hafta çalışma süresi de 46 saat/hafta’ya, günde 12 saate kadar çalışma izni çıkmıştır. Yeni yasanın ilk önerildiği hali çok daha ağır koşullar içermekteydi. 50 çalışandan az olanı firmalara günlük işçi çalıştırma hakkı (Turkiye’de de geçici işçi yasası olarak kabul edilen), 46 saat/hafta fazladan çalışmanın 16 hafta boyunca yapılabilmesi gibi maddeler içermekteydi. Yeni yasanın ilk hali işverene; birden fazla çeyrekte müşteri talebi ya da ürün satışı düşüşü, aylar süren üretim kayıpları, önemli miktarda nakit kaybı, teknolojik değişimler, rekabeti korumak adına organizasyonel değişiklikler gibi gerekçelerle işten çıkarma yetkisi veriyorken, yasa hafifletilerek “ekonomik zorluklar nedeniyle işten çıkarma” gerekçesi listeden çıkarılmıştır. Yasanın bir diğer düzenleme maddesi ise işveren ve çalışan arasındaki kontrat ile ilgili. Şu anki yasa ile, herhangi bir firma istihdam artırımı amacıyla yeni bir pazara giriş yapmak isterse bunu kabul etmeyen çalışanlarını işten çıkarma hakkına sahip değil, ancak yeni yasa ile bu hakka sahip olacak. Tabi bu 3 3 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 noktada sendikaların veto hakkı olacak, ancak Fransa’da bir firmada birden fazla sendika yer alabildiğinden bu hakkı kullanmak da pratikte çok kolay olmayacaktır. Yürürlükte olan yasa ile çalışanların sürekli gelişim için eğitim ve kariyerlerinde yaşayabilecekleri sıkıntılar sebebiyle kişisel işletme hesapları açma hakları bulunmakta. Yeni yasa ile bu hesaplara yatırım hesabı ekleniyor ve eğitim için açılan hesabın üst limiti artırılıyor. Bu yasa aynı zamanda, genç nüfusun istihdamını artırmak adına eğitimsiz ve işsiz gençlerin istihdamı adına işverenlere teşvik verilmesini de içeriyor. Yeni yasanın bu son paragrafa konu olan maddeleri de çalışanların ağzına bir parmak bal çalınması kısmı oluyor aslında.. 49.3 Nedir? Fransa‘nın 1958 yılında yayınlanmış olup günümüzde hala geçerli olan “beşinci cumhuriyet” anayasasının 49’uncu maddesi (34’üncü ve 51’inci maddeleri arası) hükümetin parlamentoya olan politik sorumluluklarını tanımlamaktadır. Parlamenter sistemin genel yapısını anlatan bu anayasa maddesi, aynı zamanda parlamentarizmin örgütlenmesini yani aslında hükümetin istikrarının garantisini sağlamak üzere yayınlanmıştır. Bir önceki anayasanın tüm içeriğini taşımakla beraber 3’üncü bir fıkra eklenerek hükümetin eline çok güçlü bir silah verilmiştir. Bu 3’üncü fıkra ile amaç hükümetin istikrarını sağlayıp sık yaşanan hükümet düşmelerini engellemektir (ki “dördüncü cumhuriyet” döneminde sıkça yaşanmıştır). Bu fıkra kısaca “bir yasanın kabulü için hükümetin parlamentoda oylama yapmaya ihtiyacı olmadı- @dufduf deneme ğını” söyler. Bu maddeye baktığınızda aslında bir demokrasi değil diktatörlük yasası gibi geliyor değil mi? İşte şu anki Fransız hükümeti de “politik krize” yol açmamak için, bu anayasa fıkrasının kendisine verdiği yetki ile bu yeni çalışma yasasını oldu bittiye getirip onaylamıştır. İşte bu yüzdendir bugünlerde tüm Fransa’da yaşanan büyük protestolar ve grevler. 1958 yılından beri, dördüncü cumhuriyet döneminde bu madde hükümetlerce tam 86 defa; toplumda kriz yaratacak, protestolara sebep olacak neredeyse tüm yasa önerilerinde kullanılmıştır. Bundan bir önceki kullanımı da yine şimdiki başbakan Manuel Valls döneminde 2015 yılında yine bir çalışmayı düzenleme yasası onayı (Macron yasası olarak bilinen, gece ve Pazar günleri çalışmasını düzenleyen yasadır) sırasında olmuştur. Fransa’da yaşayan herkes bilir ki Pazar günleri heryer (istisnalar vardır tabiki) kapalı olur, o gün herkes için aile ve dinlenme günüdür. Bu yasa ile hükümet ekonomiyi canlandırmak adına alışveriş merkezlerinin, mağazaların, fırınların ve hatta yapı marketlerinin Pazar günleri de açılabilmesinin önünü açmıştır. Bu yasaya karşı çıkanlar da tabiki bu sektörün çalışanları olmuştur. Hatta Fransa’da bir fıkra vardır, konuyla ilgili: ünlü Amerikalı şarkıcı Madonna, Fransa’da bir şato almıştır ve restorasyonunu yaptırmak istemektedir. Fransız işçiler işin ne kadar süreceğini, ne kadar tutacağını söyledikten sonra Madonna sürenin uzun olduğunu, onlara Pazar günleri ve tatil günleri de çalışmaları karşılığı 3 katı para ödeyeceğini söylemiştir. İşçiler Madonna’ya isterse 10 katını ödeyebileceğini ama yine de Pazar ve tatil günleri çalışmayacaklarını söylemiş3 4 youreads UNIVERS AL M A G A Z I 2016 NE MARCH kanal temmuz 2 0 11 lerdir. Kıssadan hisse, Fransızlar azıcık aşım ağrısız başım diyen bir millettir. Pazar ve tatil günleri değerlidir, bunu para ve mevki ile değişmezler. Sonuç olarak, El Khomri yasasını hükümetin kendi kendine onaylamasıyla insanlar sokaklara dökülmüş, yasayı protesto etmiş, e tabi arada provokatörler çıkmış polislere saldırıp arabalarını ateşe vermiş, mağaza camlarını indirmiş; tüm bunlara rağmen ilginçtir ki polis bu saldırganlara tek bir şiddet uygulamamış, yangına körükle gitmemiştir. Bunun yanında Fransa’da bulunan 8 petrol rafinerisinden 6’sı greve gitmiş, petrol ürünlerinin dağıtımı geçici olarak durdurulmuş, bu nedenle aşağıdaki fotoğrafta görüleceği üzere kilometrelerce benzin kuyruğu oluşmuş, benzin istasyonları kullanıcı başına satışı 20 litre ile sınırlandırmıştır. Bu görüntüler bana karne ile ekmek alınan dönemleri hatırlatmış, hem güldürmüş hem düşündürmüştür.. @dufduf şiir/deneme …BENCE AŞK….. …Bir arkadaşla yazışıyordum.Konu aşka gelip dayandı.Bana bir sürü şeyler anlattı kendince.Gülümsediğimi fark edince,peki sence nedir aşk öyleyse ? diye sordu.Bende kendimce yazarak ifade ettim.Aşağıdaki sözler biraz düzenlenmiş halleridir sözlerimin. … zamanın bolluğunda zamanı tüketip dar alana sıkıştırmak değildir aşk …zamansızlığın içinde zaman ayırabilme becerisidir aşk …bazılarının hayatında sanki bir çeşit çeşni gibidir aşk:olursa iyi olur..ama olmazsa çokta tiii…Bence bu aşk değildir. …Evde iş yaparken,bir kitap okurken,otobüsteyken,dersteyken kısacık bir an ara verip,sevdiğini arama,mesaj atma iç güdüsüdür aşk, …ya da dinlenme molasındayken bile yazma gereği içinden gelemeyen birine lükstür aşk… …Koskoca bir günde,24 saat gibi bir zaman diliminde,1440 dakikanız varken elinizde, yeterince vakti ayırabilme becerisidir aşk. Yani,kaçamak zamanlara sıkıştırmadan ,geniş zamanlarda doyasıya yaşayabilme becerisidir aşk. Şayet bunu yapmıyorsanız,kendinizce bir takım bahaneler üretiyorsanız mutlaka bir ayna karşısına geçip gözlerinizi gözlerinize dikerek şu cümleleri tekrarlayınız: “Ben bir aşk için fazla olgunum.Bunu fark ettim.Ben gidip kıldan,tüyden şeylerle vakit geçireyim. Sahte dostlarla kahve içip fallara bel bağlayayım,sık sık günlere gideyim,her günüme TV Dizleri yerleştireyim,yürüyüşe çıkayım vs…vs…“ deyin. İnanın rahatlayacaksınız.Hem kendinizi,hem karşınızdakini törpülemekten kurtarmış olacaksınız. Ve sizin için önem derecesi oldukça aşağılarda olduğunu tesbit ettiğiniz duygunun aşk olduğunu sanmak hem kendinize,hem karşınızdakine ihanettir zaten. Ve lütfen “aşk”a saygılı olun Süleyman Altunbaş….02 Temmuz 2016... 3 5 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A Z I 2016 NE MARCH temmuz 2 0 11 şiir …ISSIZLIĞIN SESSİZLİĞİNDE KENDİME SARILDIM… Âsi Serçem, Şimdi deniz mavisi düşler zamanı Saçak altı bir ıslanmışlığın hüznü barınır ellerinde Kimsesiz çocukların Susuzluk,heceler kendini bir bardak soğuk suda Bir adım yalnızlık koşar güz türkülerinde Kıl çadırlar ısınır nefeslerin buğusunda Bir gelin ağlar yağız bir delikanlının gözbebeklerinde Bir alevin ayağı incinir gönülde Ve Sen mahmur uykuları kovalarsın göz kapaklarında Benimse,dikenli teller gibidir sensizliğim: Kendini kanatan… N’olur ! Beni bende tüketecek Bir alevde sen yakma gönlümde Yoksun Islığımın çocukluğunda kayboldum Hükümsüzüm Ey vefâsız ! Ben mırıldanırken sevdaya dâir sözler, Zâyi olmuş zamanda tüketiyor kendini şarkılarda Besteler dayanmıyor kırık notalara Buz kestim Kayboldum gecede N’olur deniz mavisi düşler/im/de bul, Ve maviye boya beni ! Mavi kelebeğim, Beni bir suskunun içine hapsederek Umarsızca çekip gittin Sen,gül ! Sen gül ey vefâsız ! Gül ! Ben ağlamaları kendime sakladım Şimdi gözlerimi açsam, Ve sen bir çığlık gibi düşsen yanıma Kanatsan lâcivert gecemi Kurtarsan sensizliğimden Uçursan beni kanatlarının altına alarak Mavi göl manzaralı dağ kulübemize Heyhât Yoksun ! Oysa bende ne çoksun Issızlığın sessizliğinde kendime sarıldım ………12:17/ suskun bir cumartesi /02.07.2016 M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 36 şiir/deneme Sen misin? düşündükçe düştüm kalbimin kör odalarından yarım kalmış bir şarkı vardı yıllar öncesinde, duymadım başka, duymadım hiçbir yerde. yalvarırcasına "dur" dediklerim gitti, ben de kalmadım bende, bir sigara gibiydim, nedendir bilmem basmadılar üstüme yavaş yavaş söndüm ben de. gözlerim dalar oldu bazen kahkahalar ortasında, birdenbire uzaklara. yani hiçbir gülüş uyandırmadı beni, ben de uyanmak istemedim. bilmiyordum ki hayatın bu kadar kısa olduğunu, bilmiyordum, babam ölmedi. ayı güneş sanmak gibi bir şeydi bu, bir çift gözü yıldız... denk gelemedik bir türlü, bunca kalabalık varken söyle, nasıl bulayım seni. sen misin geceler boyu düşündüğüm, soruların cevabı. sen misin denizin ortasında susadığım, toprakla yağmurun buluştuğu anda gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldığım, sen misin, yaşlı gözlerimden damlayan? @samurai 3 7 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A Z I 2016 NE MARCH temmuz 2 0 11 şiir BEKLEMEK VE UMUT ÜZERİNE beklemek... öznesi 'umut' olan cümlelerin, mastar halinde selam duran fiili çok yakın arkadaş olsalar da bu iki kelime aralarına birkaç zamir,sıfat girince ayrı düşüyorlar umut, cümlenin başından el sallıyor noktadan bir önceki durağa beklemek durur mu? o da elini kaldırıyor cümlenin sonundan ses ediyor cümlenin en başındaki umuda. gel zaman git zaman gezip dolaşıyorlar bu iki dost kitaplarda, çay sohbetlerinde, 'lafların gelişinde' yahut bir sevdalı türkünün tekrar eden yerlerinde... öylesine salaş ama vazgeçilmez... hayal mekanlarında demliyorlar hüzünlerini bir kuşun kanadını mekan eyleyip bir karıncanın sırtına yük olup bir çocuğun serçe parmağına konup gelip kuruluyorlar el ele büyük kentlerin küçük yüreklerine... küçük dediğime bakmayın ellerinizin ölçüsünü bilmem uzun parmaklarımla iki karış sayarım öylesine bir endam işte gelip kuruluyorlar yüreklere bir gidişin ardından gelmeleri tesadüf olamaz kuşların sır tutamadıklarını söylemiş miydim size? neden geliyorlar sanıyorsunuz? ... evet, bir terk-i diyarın arda kalan acılarını gözlemek için şimdilerde durumlar farklı bilirsiniz 'yollar yapıldı, köprüler kuruldu' yani yediğimiz(!) pilava doyduğumuz(!) makarnaya ısındığımız(!) kömüre şükürler olsun ki hakkı verildi(!) elimizi tutan her kim varsa onun gidişine kolaylık sağlansın diye! çift kale maçların inönü'sü olan sokaklara karşıdan karşıya geçerken, tekrar sola bakmayı unuttuğumuz caddelere meydanlara... asfaltlar döküldü... ki saygısızlık etmedim asfalt kokusunu bile sevdim! -görüyorsunuz bayım cümle geldi kuruldu dedim şahsi düşlerimi zor tutuyorum ben de beklemekten tükendimama ne inatçıdır ki 'umut' vazgeçmedi 'beklemekten' bir çiçek oldu kaldırımların arasında bir gülümseme olarak kaldı çocukların avuçlarında ve bir damla oldu düştü yağmur adıyla -evet bayım, bilirim yağmur sonrası içime çektiğim toprak kokusuna and olsun ki 'şemsiye yağmura yapılmış saygısızlıktır'işte böyle sonbahar tadında bir hikayenin yolları kaplayan kuru yaprak sarıları tonunda ya da karşı binanın eskimiş duvarları renginde kısacası hüzün dağıtan soluklukta öylesine hüsran kokan bir eylemdir beklemek umudun yoldaşı, cümlelerin uzak öğesi ama unutmayın bayım her ne kadar aynı cümlede yaşayacak kadar yakın olsalar da umut öznedir her yere adım atar beklemek yüklemidir cümlenin bir adım geriye gitse düşünceler 'devrik' sayılır, cümlede kıyamet kopar @araf M A R C H 2 0 1 1temmuz U N I V E2016 R S A youreads L M A G A Zkanal INE 38 S Er C T iIm ON NAME es 3 9 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A Z I 2016 NE MARCH temmuz @yudum cetin 2 0 11 S EçC ON NAME i zTiIm 4 0 youreads U N I V E R kanal SAL M A G A Z I 2016 NE MARCH temmuz @yudum cetin 2 0 11 sE S E C TyI o OuNr eNaAdM youreads kanal temmuz 2016 iletişim: kanaldergisi@youreads.net kanal M A R C H 2 0youreads 11 U N I V E R Stemmuz A L M A G2016 AZINE 41