Anayasa Hukuku Dergisi Cilt 1 – Sayı 2 (2012) - Anayasa-Der
Transkript
Anayasa Hukuku Dergisi Cilt 1 – Sayı 2 (2012) - Anayasa-Der
ISSN: 2147-1061 ANAYASA HUKUKU DERGİSİ JUORNAL OF CONSTITUTIONAL LAW REVUE DE DROIT CONSTITUTIONNEL Cilt: 1/Sayı 2 Volume: 1/Issue: 2 Yıl/Year: 2012 AKDENİZ HAVZASINDA ANAYASAL SÜREÇLER LES PROCESSUS CONSTITUTIONNELS DANS LE BASSIN MEDİTERRANEEN CONSTITUTIONAL PROCESS IN THE MEDITERRANEAN BASIN Yayına hazırlayan /Edited by/sous la direction de İbrahim Ö. Kaboğlu /Bertrand Mathieu Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (Anayasa-Der) Yayını Published by the Association of Research on Constitutional Law (ARCL) Publiée par l’Association des Recherches en Droit Constitutionnel (ARDC) Anayasa-Der, IACL (Anayasa Hukuku Uluslararası Derneği) üyesidir ARCL is member of the IACL/ ARDC est le membre de l’AIDC LEGAL Anayasa Hukuku Dergisi Journal of Constitutional Law/Revue de Droit Constitutionnel “Hakemli Dergidir”/“Peer reviewed Journal” Cilt: 1/Sayı: 2 Volume: 1/Issue: 2 Yıl/Year: 2012 Yayın Sahibi/Publisher: Legal Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni On Behalf of Legal Yayıncılık San. Ve Tic. Ltd. Sti. Publisher and Executive Editor Av./Aal. Lütfürrahman BAŞÖZ (Sertifika No./Certificate No. 16191) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Responsible Manager: Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu Yayımcının Adı/Name of Legal Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Publishing Company: (Sertifika No./Certificate No. 16191) Tel.: 0 216 449 04 86 Basımcının Adı/Printed by: Net Kırtasiye Tanıtım ve Matbaa San. Tic. Ltd. Şti (Net Copy Center) (Sertifika No./Certificate No. 13723) Tel. 0212 249 40 60 Basıldığı Yer/Place of İnönü Cad. Beytülmalcı Sk. No: 23/A Publication: Gümüşsuyu/Beyoğlu-İstanbul Basım Tarihi/Publication Date: 2013 Yönetim Yeri/Place of Bahariye Cad. No: 63/6 Kadıköy/İstanbul Management: Tel.: (216) 449 04 85 – 449 04 86 Faks (Fax): (216) 449 04 87 (Sertifika No./Certificate No. 16191) E-posta/E-mail: legal@legal.com.tr URL: www.legal.com.tr Yayın Türü/Type of Publication: Bu dergi yılda iki sayı olarak yayımlanan yerel, süreli hakemli bir hukuk dergisidir/ This journal is a peer-reviewed national law journal published two times in a year ISSN: 2147-1061 Dergiye yapılan atıflarda “AYHD” kısaltması kullanılmalıdır. For citations please use the abbreviation: “AYHD”. Katkıda bulunmak isteyenler için iletişim bilgileri/ All correspondence concerning articles and other submissions should be addressed to: E-mail: ikaboglu@marmara.edu.tr Selin.Esen@politics.ankara.edu.tr Bu dergide yayımlanan yazılarda ileri sürülen görüşler yazarlara aittir. Articles published in this journal represent only the views of the contributors. Copyright © 2013 Tüm hakları saklıdır. Bu yayının hiçbir bölümü, Legal Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ile Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun yazılı izni olmadan, fotokopi yoluyla veya elektronik, mekanik ve sair suretlerle kısmen veya tamamen çoğaltılamaz, dağıtılamaz, kayda alınamaz. All rights reserved. No part of this publication may be copied, reproduced, stored in a retrieval system, or transmitted, in any form or by means, without the prior expressed permission in writing of the Legal Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Sti. and Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ANAYASA HUKUKU DERGİSİ Bahariye Cad. Çam Apt. No: 63 D. 6 Kadıköy – İstanbul Tel: (216) 449 04 85 – 449 04 86 Faks: (216) 449 04 87 İnternet adresi: www.legal.com.tr/http://anayasader.org/ E-posta: legal@legal.com.tr/anader@googlegroups.com YAYIN KURULU/EDITORIAL BOARD Profesör İbrahim Ö. Kaboğlu, Marmara Üniversitesi Profesör Necmi Yüzbaşıoğlu, Galatasaray Üniversitesi Profesör Sibel İnceoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Üniversitesi Profesör Bertil Emrah Oder, Koç Üniversitesi Profesör Sevtap Yokuş, Kocaeli Üniversitesi Doçent Eric Sales, Galatasaray ve Montpellier Üniversiteleri Doçent Sultan Üzeltürk, Yeditepe Üniversitesi Doçent Selin Esen, Ankara Üniversitesi Doçent Ece Göztepe, Bilkent Üniversitesi Doçent Şule Özsoy, Galatasaray Üniversitesi DANIŞMA KURULU /ADVISORY BOARD Professor Rainer Arnold, University of Regensbourg Profesor César Landa Arroyo, Ponticia Universidad Catolica del Peru Professeur Yadh Ben Achour, Université de Cartage Professor Eva Brems, Ghent University Profesör Meltem Dikmen Caniklioğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi Profesör Osman Doğru, Marmara Üniversitesi Profesor Marcelo Figueiredo, Pontifica Universidade Catolica de Sao Paulo Professeur Thomas Fleiner, Université de Fribourg Professeur Lauréline Fontaine, Sorbonne nouvelle-Paris 3 Professor Lech Garlicki, European Court of Human Rights Professeur Tania Groppi, Université de Siena Professor Vicki Jackson, Harward School of Law Professor Mo Jihong, Institute of Law, Chinese Academy of Social Sciences Profesör İoanna Kuçuradi, Maltepe Üniversitesi Professeur Jean Marcou, Université de Grenoble Professeur Bertrand Mathieu, Université Paris-Sorbonne Professor Jean Morange, Université de Limoges Professor Christina Murray, University of Cape Town Profesör Erdal Onar, Bilkent Üniversitesi Profesör Merih Öden, Ankara Üniversitesi Professor Raul Pangalangan, University of Philippines Professor Michel Rosenfeld, Cardozo School of Law Professor Martin Scheinin, European University Institute Professor Eivind Smith, University of Oslo Professor Adrienne Stone, University of Melburne Professor Elena-Simina Tanasescu, University of Bucarest Profesör Turan Yıldırım, Marmara Üniversitesi ANAYASA HUKUKU DERGİSİ YAYIN İLKELERİ PUBLICATION AND SUBMISSION REQUIREMENTS OF JOURNAL OF CONSTITUTIONAL LAW 1. Anayasa Hukuku Dergisi, yılda iki sayı olarak yayımlanan hakemli bir dergidir. Journal of Constitutional Law is a peer-reviewed journal published two times in a year. 2. Dergi’de yayımlanabilecek yazılar, Anayasa Hukuku alanını ilgilendiren içerikte her türlü makale, karar incelemesi ve kitap incelemesi ile çevirilerdir. Yazıların dili, Türkçe veya diğer Avrupa dilleridir. This is a journal of law focusing on legal issues concerning Constitutional law. Articles, case notes and comments, discussions of legislative development, book reviews and other similar type of papers which are written in Turkish and in other European languages are welcome. 3. Dergi’de yayımlanmak üzere gönderilen yazılar başka bir yerde yayımlanmamış ya da yayımlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. Articles that will be sent to the editor should not be published elsewhere nor be submitted to other journals simultaneously. 4. Yazılar microsoft word (microsoft office 98 ve üzeri versiyonlar) formatında (doc veya docx dosya uzantılı olarak) yazılmış olmalıdır. Ayrıca yazılar, aşağıdaki şekil şartlarına uygun olarak kaleme alınmış olmalıdır. Kağıt Boyu: A4 Üst: 2.5 cm; Alt: 2.5 cm; Sol: 2 cm; Sağ; 2 cm Metin: Times New Roman, 12 punto, 1.5 satır aralığı, iki yana yaslı Dipnotlar: Sayfa altında, Times New Roman, 10 punto, 1 satır aralığı, iki yana yaslı Articles should be submitted as microsoft word (either with doc or docx file extensions) documents (microsoft office 98 or higher versions). Articles should be written according to the following style guidelines: Paper size: A4 Top: 2.5 cm; Bottom: 2.5 cm; Left: 2 cm; Right; 2 cm Text body: Times New Roman, 12 points, at 1.5 line spacing, justified Footnotes: Times New Roman, 10 points, at 1 line spacing, justified 5. Her yazı, kaydedildiği bir CD ile ya da elektronik posta yolu ile microsoft word formatında editöre teslim edilmelidir. Yazının basılı olarak teslimi gerekmemektedir. Softcopy of the article either on a CD or as an attached microsoft word document via e-mail should be submitted to the editor. There is no need to submit any hardcopy of the article. 6. Yazıyla birlikte yazarın (veya yazarların) adına, unvanına, çalıştığı kuruma, açık adresine, kolay ulaşım sağlanabilecek telefon numaralarına ve elektronik posta adreslerine ilişkin bilgiler de editöre ulaştırılmalıdır. The name(s), formal position(s), institutional affiliation(s) and contact details (especially e-mail(s)) of the author(s) must be clearly included with the submission to the editor. 7. Dergi’ye gönderilen makaleler Türkçe ve İngilizce başlık ile hem İngilizce hem de Türkçe özet kısmı içermelidir. Each submission should contain a Turkish (only for Turkish authors) and an English Title, as well as structured Abstract in Turkish (only for Turkish authors) and English. 8. Dergi’ye gönderilen makalelerde, ilgili makaledeki konuyu tanımlayan Türkçe ve İngilizce uygun anahtar kelimeler bulunmalıdır. All articles should be accompanied by sufficient number of keywords in Turkish (only for Turkish authors) and English that reflect the content of the article. 9. Dergi’ye gönderilen makalelerde kullanılan kaynaklar, makale sonunda kaynakça olarak alfabetik sırada verilmiş olmalı ve kullanılan kaynaklar dipnotunda veya metin içerisinde kısa olarak yer almalıdır. All references cited in the text should be numbered in order of mention in the text and should be given abbreviated form in footnotes. They should be listed in full form at the end of the article in an alphabetically arranged bibliography as well. 10. Dergi’ye gönderilen makalelerin yazım bakımından son denetimlerin yapılmış olduğu ve basılmaya hazır olarak verildiği kabul edilir. All submissions are regarded as ready to publish and already proofread by the author himself or herself. 11. Yayın Kurulu’nda ilk değerlendirilmesi yapılan makaleler, anonim olarak hakeme gönderilecek, hakemden gelen rapor doğrultusunda makalenin yayımlanmasına, hakemden gelen rapor çerçevesinde düzeltme istemesine ya da yayımlanmamasına karar verilecek ve yazar durumdan en kısa zamanda ve genellikle e-posta yolu ile haberdar edilecektir. Tamamlanmış veya düzeltilmiş yazı, Yayın Kurulu’nca, tekrar hakeme gönderilebilir. Articles will initially be examined by the editorial board. After initial evaluation by the editorial board, the submissions will be sent to an anonymous peer reviewer, who is determined by the editorial board. In case of rejection or proposed amendments, the contributer(s) will be informed (generally via e-mail) in adequate detail and provided with a copy of the reviewer’s report. Whenever needed or necessary, a reviewed and amended submission may be sent to a second reviewer. 12. Dergi, hakemin yazarı bilmemesi esasına (kör hakemlik) dayanır. Hakeme gönderilecek makalelerde de yazarın kimliğine ilişkin bilgilerin gizliliği sağlanır. All articles submitted are subject to a blind peer review. The identity of the author(s) and reviewer(s) will not be revealed to the other party. 13. Dergi basıldıktan sonra ilgili sayının yazarlarına ve bu sayıda hakemlik yapmış olanlara ücretsiz olarak gönderilir. Free copies of the published issue will be sent both to the author(s) and to the reviewer(s). Anayasa Hukuku Dergisi Çıkarken … 1 Nisan 2011’de kurulan Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (Anayasa-Der), Tüzüğünde belirtilen amaçlar doğrultusunda etkinliklere başlamış ve aradan geçen bir yıl gibi kısa sayılabilecek zaman diliminde kurumsallaşma yolunda somut adımlar atmış bulunuyor. Anayasa-Der, Anayasa Hukuku Uluslararası Derneği (IACL) tarafından yılda iki kez düzenlenen yuvarlak masa toplantılarından 2011’in ilk yarısındakine ev sahipliği yaptı (28-29 Nisan). Ülkemizde ilk kez gerçekleştirilen böyle bir toplantı, Türkiye’nin sıcak gündemini oluşturan “Anayasanın Yenilenmesi” konusuna özgülendi. Toplantıya, Brezilya’dan Çin Halk Cumhuriyeti’ne, Güney Afrika’dan Avusturalya’ya, onlarca ülkeden, uluslararası ölçekte tanınan çok sayıda anayasa uzmanı katıldı. Toplantıya izleyici olarak katılımın yoğun oluşu ve tartışmaların canlılığı, yurt dışından gelen konuklar üzerinde çok olumlu izlenimler yarattı; Türkiye’de anayasal sorunların önemi ve güncelliği hakkında doğrudan bilgi edinmelerini sağladı. Anayasa ve hukuku, sadece ülkemizde değil, bütün dünyada, üzerinde yoğun bir biçimde çalışılan bir hukuk, siyaset bilimi ve insan hakları disiplinidir. Ortak bilimsel etkinlik ve yayınlar, giderek daha çok sayıda yapılmaktadır. Bölgemizde tanık olunan anayasal ve siyasal dönüşümler de, Türkiye’deki anayasal çalışmaların önemini ulusal sınırlar ötesine taşımış bulunuyor. Ülkemizde, son yıllarda, gerek anayasa üzerine çalışan meslektaş sayısında, gerekse bu alanda artış gösteren yayınlar, kayda değer. Bununla birlikte, anayasa konu ve sorunlarına özgülenen süreli bir yayına duyulan ihtiyaç, uzun zamandan beri hissediliyordu. Avrupa Devletlerinde yapılan bu tür yayınlar, ulusal sınırları çoktan aşmış bulunuyor. Bunlar, karşılaştırmalı anayasa hukuku çalışmalarına en elverişli yayınlardır. Böyle bir işlev, Anayasa Hukuku Dergisi için de geçerlidir. Anayasa-Der’in IACL üyeliği dikkate alındığında, Derneğin bir yayın organı olarak düşünülen Dergi’nin, sadece ülkemizdeki anayasa tartışmaları ve Türkçe ile sınırlı kalması düşünülemezdi. Dergi adı için üç dilin birlikte kullanılması, böyle bir amaçla örtüşmektedir. Dergi danışma kurulu üyelerinin çoğunluğunun dünyanın beş kıtasından seçkin anayasa hukukçularından oluşması da, bu süreli yayının uzun vadeli ereği üzerine fikir vermektedir. Bu bakımdan, ilk sayının, IACL ve Anayasa-Der işbirliğinde yapılan “Anayasanın yenilenmesi” üzerine yapılan uluslararası toplantıda sunulan bildirilere özgülenmesi anlamlıdır. Yayınlama görevini üstlenen Legal Yayınevi, önemli bir tarihi işlevi yerine getirmektedir. Uluslararası hakemli Anayasa Hukuku Dergisi’nin, ülkemizde, bölgemizde ve dünyada, insan haklarının, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün ilerletilmesine katkıda bulunması dileğiyle… İbrahim Ö. Kaboğlu 21 Nisan 2012 ❖ ❖ ❖ ❖ ❖ Publishing the Journal of Constitutional Law Association of Research on Constitutional Law (Anayasa-Der) was founded on 1 April 2011 and began operating immediately in accord with the objectives set out in its statutes. In the year that has since elapsed, the Association has taken concrete steps towards institutionalization. In 2011 (28-29 April), Anayasa-Der hosted the first edition of the Round Table conferences held twice annually by the International Association of Constitutional Law (IACL). This marked a ground-breaking event for Turkey, and the theme allocated to the conference, Constitutional Renewal, was a highly topical one for the country. Many internationally recognized constitutional experts were in attendance from as far and wide as Brazil, the People’s Republic of China, South Africa and Australia. The large turnout of observers and liveliness of discussions made a strongly positive impression on overseas guests, as well as informing them directly about the importance and current status of constitutional issues in Turkey. Constitutions and constitutional law represent a discipline of law, political science and human rights that has been, and still is, worked on intensively not only in Turkey, but all over the world. Associated scientific activities and publications are growing in number all the time. Constitutional and political changes unfolding in the region have also elevated the importance of constitutional activities in Turkey to an international level. In recent years, Turkey has seen a significant increase in the number both of colleagues working on constitutional issues and of related publications. Nonetheless, there had been a long-standing need for periodicals specializing in constitutional issues and problems. Comparable periodicals brought out in European countries have long transcended national boundaries. These publications offer the most expedient tool for comparative studies. A similar function is also true of the Constitutional Law Journal. Bearing in mind that Anayasa-Der is a member of the IACL, it would have been inconceivable to limit the scope of the Association’s publication to Turkish constitutional debates alone and to publish it solely in Turkish. Publishing the Journal in three languages is consistent with this objective. Equally, the fact that the Advisory Board is made up of a majority of constitutional experts from all five continents gives an idea of the long-term aims of the Journal. In this respect, dedicating the first edition to presentations on ‘Constitutional Renewal’ made at the IACL/Anayasa-Der Round Table conference is meaningful. Legal Yayınevi, the publishing house which has taken on the task of publishing the Journal, is fulfilling a crucial and historic function. It is my sincere wish that the internationally refereed Constitutional Law Journal will contribute to the advancement of democracy, human rights and the rule of law in Turkey, the region, and indeed the world as a whole… İbrahim Ö. Kaboğlu 21 April 2012 SUNUŞ Anayasa Hukuku Dergisi’nin ilk sayısı, “anayasanın yenilenmesi” (anayasal düzenin devamlılığı sürecinde kurucu iktidar sorunsalı)/ “Renewal of a constitution” (Constituent power within the framework of the constitutional legal order’s continuity) konusuna özgülenmişti. Bu sayı ise, bölgemizdeki anayasal ve siyasal gelişmelere özgülenmiş bulunuyor. Bu bakımdan, bu sayının metinlerini, “Akdeniz Havzasında Anayasal Süreçler” başlıklı toplantı oluşturuyor olsa da, “bölge” kavramı, geniş anlamında kullanılmakta: İspanya’dan Mısır’a, Türkiye’den Tunus’a uzanan geniş bir alan. Bu bakımdan, bu sayıda, anayasal süreçlere ilişkin bilgiler değil sadece, aynı zamanda “anayasa hukuku tarihinden bir kesit” yansımaktadır. Toplantıda yapılan –açılış ve oturum başkanları- konuşmalardan kısa kesitler, konunun önemi kadar çok yönlü boyutlarının da bir kanıtıdır: - “Bu toplantının önemi, sadece bölge ülkeleriyle sahip olduğumuz sıkı tarihi ve kültürel bağlarla sınırlı değildir. Aynı zamanda anayasal süreçler bakımından bir örtüşme söz konusudur. Zira “Arap Baharı” adı verilen dönemde başlayan yeni anayasa çalışmaları, bizdeki yeni anayasa arayışının somutlaştığı dönemle aynı zaman dilimine rastlamaktadır.” (Prof. Dr. Emin Arat, Marmara Üniversitesi Rektör v.). -“Bütün bu ülkelerde etnik, dinsel farklılıklara yönelik ayrışmalar var. Bu ayrışmaların getirdiği bölünmeler, kutuplaşmalar var. Bu gibi bölünmüş ülkelerde anayasa yapılmasında teknik nedir, bunun üzerinde düşünmek gerekir: Bu gibi ülkelerde anayasa yapma açısından bir meşruiyet açığı var. Yani bu tür ülkelerde, Meclis’te çoğunluğa sahip olmak, anayasa yapmak için yeterli değil; demokratik meşruiyeti sağlamıyor. Hükümet denetimindeki bir yasama organının yaptığı anayasa, demokratik meşruiyet bakımından eksik kalıyor. Ancak partiler arası ortak bir organ kurulması (bizim Meclis’te kurduğumuz Uzlaşma Komisyonu gibi), organ içinde oybirliği yönteminin sağlanması ve -asıl önemli olanı- halkın katılımının sağlanmasıyla demokratik meşruiyeti elde etmek mümkün olabiliyor… Bu gibi toplumlarda bir çoğunluk rejiminden, bir çoğulculuk rejimine geçmek gerekiyor. Bir güç tekelinden, bir güç yoğunlaşmasından; bir güç paylaşımına geçmek gerekiyor. Bugün Türkiye’de anayasa yapımındaki en önemli sorun da budur. Acaba bir çoğunlukçu rejimden, çoğulcu rejime geçebilecek miyiz? Bir güç yoğunlaşmasından, güç paylaşımı sistemine geçebilecek miyiz? Tabii ki bölünmüş toplumlarda en önemli sorun da; toplumun bütün kesimlerini içine alan, toplumun hiçbir kesimini dışlamayan, herkesin kendisini ait hissedebildiği bir anayasa yapabilmek gerekiyor. Bunu başarabilecek miyiz? Bunun Türkiye için geçerli olduğu kadar aynı zamanda Akdeniz havzasındaki mağrip ülkeleri ve başka ülkeler için de geçerli olduğunu sanıyorum.” (Rıza Türmen, TBMM Üyesi). -“Parlamenter rejimler de zaman zaman antidemokratik uygulamalar yaratabiliyor, oluşturabiliyor. Türkiye’de buna “çoğunluk diktası” lafını çok kere kullanıyoruz. Haliyle yeni anayasa yapmak için herkesin kolları sıvadığı bir dönemde, gerçekten bölgenin Lübnan gibi geçmiş tecrübeleri, Mısır gibi geleceğe yönelik perspektifi çok önemli... Güney komşumuz Irak’ın neresinden bakarsanız liberal devlet için iyi - kötü bir anayasası var. İşgal sonrası yapılan anayasa, iyi de bir anayasa; akademisyenler hazırladı. Fakat uygulamada Irak, gerçekten ne siyasi istikrara kavuşabildi, ne de gruplar arasında uyum sağlayabildi. Anayasa yazılı olarak fena değil. Ama faaliyetler noktasında gittikçe daha diktatörce uygulamalardan tüm halk; hem Kürtler hem diğer gruplar şikayet ediyor. Yani Irak; anayasa yapılırken gerçekten de çoğunluk diktasına gitmeyecek bir anayasa yapmaya ve grupları memnun etmeye çalışırken, siyasi istikrarı da sağlayabiliyor olmak gibi iki ayrı yeteneği kaybetmiştir.” (Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet Gazetesi). -“1961 Anayasası aslında Türkiye’nin şimdiye kadar gördüğü anayasaların içerisinde en iyisidir… Temsilciler Meclisi, “Milli Birlik Komitesi” diye askerlerden oluşan meclisin yanında ikinci meclistir. Asıl çalışmayı Temsilciler Meclisi yaptı. Amaç; demokrasiye, insan haklarına imkan sağlamaktı. Bu büyük ölçüde başarılı oldu... Ama bunun en büyük eksikliği, Temsilciler Meclisi’nin çalışmalarına, o zamanlar iktidarda bulunan, Demokrat Partililerin katılamaması; bu büyük eksikliği oldu. Aslında onlar da girseydi eminim birçok maddesi yine kabul edilirdi… Bugün artık anayasanın asıl amacı, katılımın sağlanmasına çok önem verilmesidir. Umarım ‘82 Anayasası ile ilgili çalışmalarda böyle bir sonuca varırız.” (Altan Öymen, Radikal Gazetesi). Bu gözlemler ve 27 Nisan 2012’den bu yana ülkemizde ve Akdeniz havzasında, özellikle Mısır ve Tunus’taki olaylar ve karşı dalgalar, “anayasa yapımı”nın zorluklarını gözler önüne sermiş bulunuyor. Dahası, bir anayasa yapılsa da, bunun ne ölçüde demokratik olacağı, demokratik olduğu varsayımında bunun etkili bir biçimde uygulanıp uygulanamayacağı, daha az önemli olmayan sorunlardır. Bu nedenle, ” yapım yöntemi-içerik ve uygulama” arasındaki sıkı ilişki çerçevesinde “anayasa diyalektiği” kavramı kullanılabilir. Şimdilik görünen, bölge devletlerinin “anayasa diyalektiği”ne oldukça yabancı oluşlarıdır. Türkiye gibi demokratik deneyimi bulunan bir ülke bile bunda zorlandığına göre, Akdeniz havzasında anayasacılık uzun bir sürece yayılacağa benziyor. Anayasa Hukuku Dergisinin bu sayısı, bu sürece ilişkin derli –toplu ve bilimsel nitelikte bilgi sunmaktadır. Akdeniz Havzasında Anayasal Süreçler başlıklı toplantı, Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (Türkiye) ve Marmara Üniversitesi ev sahipliğinde Fransız Anayasa Hukuku derneği ve Tunus Anayasa Hukuku Derneği arasında bilimsel işbirliği çerçevesinde gerçekleşmiştir. Toplantıya, Fransa Büyükelçiliği, Legal Yayınevi ve Tunus Büyükelçisi Akın Algan destek vermiştir. Yayın aşamasında, Araştırma Görevlileri Tolga Şirin, Ömer Egeliği ve Gözde Atasayan yardımcı olmuş ve Fransızca metinleri Türkçe’ye Reha Yünlüel çevirmiştir. Profesör Bertrand Mathieu, ortak editörlüğü kabul ederek önemli bir katkı sağlamıştır. Bu vesileyle, yayının gerçekleşmesinde emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. 31 Aralık 2012 İbrahim Ö. Kaboğlu FOREWORD The first volume of Constitutional Law Journal focused on “Renewal of a constitution” (Constituent power within the framework of the constitutional legal order’s continuity). This volume focuses on political and constitutional developments in our region. Even though the texts of this volume are generated from the “Constitutional Processes in the Mediterranean Basin”, the word “region” is used in a more general sense: from Spain to Egypt, from Turkey and Tunisia. Turkey is also included in the process. In that sense this volume is not only about information related to constitutional processes, but also about “a fragment from the history of constitutional law”. Short quotations from the speeches made in the meeting are proof for how important the subject is. - “The importance of this meeting is not limited to the historical and cultural ties we have with these countries. At the same time, there is an overlap of constitutional processes because the attempts to write new constitutions that started with “Arab Spring” coincides with new constitution writing in our country (Prof. Dr. Emin Arat, Marmara University, Acting Rector). -“All these countries have ethnic and religious differences, and polarizations and separations caused by those differences. We need to think about the techniques of how to write a constitution in those countries. There is a legitimization problem, which means it is not enough to have the majority in the parliament to come up with a new constitution. A new constitution made by the legislative power that is under the control of the government falls short in terms of legitimacy. Democratic legitimacy can be achieved only by creating organs that involve all the political parties and by guaranteeing the involvement of the people. These countries need to transform from a regime of majority to a regime of plurality. Instead of concentration of power we need division of power. This is the main problem in constitution making in Turkey today. Are we able to make this transition? Will we be able to share the power? In a segregated society the other difficulty is to include different sections of the society, to create a sense of belonging. Are we able to accomplish that? I believe this is possible not only for Turkey but also for the other Western countries of the Mediterranean (Rıza Türmen, Member of the National Assembly). -”Parliamentary regimes can create anti-democratic applications. We use the word “dictatorship of the majority” for this reason. Therefore in a period when everybody is working to prepare a new constitution it is important to consider past experiences of Lebanon or future perspectives of Egypt. Our southern neighbor Iraq has an almost fair constitution. It is a good constitution prepared by scholars after the invasion. But in practice Iraq deos not have political stability or cohesion between different communities. The constitution is not bad in writing but in application it gets more dictatorial every day, so that not only Kurds but also other ethnic group complain about it. Therefore Iraq has lost its ability to have political stability while preparing a constitution that will not allow a dictatorship of the majority (Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet). -“The constitution of 1961 is the best one Turkey has ever seen. The house of representatives is the second assembly after the National Unity Committee form by the military. The real work has been done by the house. The purpose was to give way to democracy and human rights. And there was some kind of a success. But the missing link was that Democrat Party who had the government did not contribute to house’s work. If they had participated, I am sure, many articles would have been accepted anyway. The purpose of the constitution today is participation. I hope we have that outcome regarding the study on 1982 constitution (Altan Öymen, Radikal). These observations and developments after April 27, 2012 in our country, in Egypt and Tunisia, the counter-waves, show us the difficulties in constitution making. In addition it is also important to analyze how democratic the new constitution is, and whether it will be applied in a democratic way. This is why the close relationship between the “method of making – content and application” we can use the term “dialectics of constitution”. What we have seen so far is that the countries of the region are not familiar with this concept. If even democratic countries like Turkey find it difficult to adopt, the constitutionalism will be a long process in the Mediterranean. The meeting titled Constitutional Processes in the Mediterranean Basin was hosted by the Constitutional Law Research Foundation (Turkey), in cooperation with the Constitutional Law Foundation (France) and Constitutional Law Foundation (Tunisia). The French Embassy, Legal Publishing House and Turkish Ambassador for Tunisia Akın ALgan also supported the meeting. For this publication Assistants Tolga Şirin, Ömer Egeliği and Gözde Atasayan provided support and Reha Yünlüel translated the texts from French to Turkish. Professor Bertrand Mathieu joined as co-editor. I hereby want to thank everybody for their help in the publication process. 31 December 2012 İbrahim Ö. Kaboğlu AVANT - PROPOS Le premier numéro de la Revue de Droit constitutionnel a été consacré au “renouvellement de la Constitution” ( le pouvoir constituant dans la continuité de l’ordre constitutionnel). Celui-ci est consacré aux développements politico-constitutionnels dans notre région. En effet, ce numéro est un recueil des actes de la journée constitutionnelle sur “les processus constitutionnels dans le bassin méditerranéen” . Cependant, la notion de “région” est utilisée dans son sens large: une espace élargie de l’Espagne en Egypte, de la Turquie en Tunisie. De ce fait, la Revue reflète en même temps “l’instantanée de l’histoire de droit constitutionnel”, mais pas seulement les élements relatifs aux développements constitutionnels. Le thème abordé est d’autant important que multidimensionnel. Certains passages des discours d’ouverture et de présidents de séances en sont la preuve : -“L’importance de cette rencontre n’est pas seulement limitée aux liens historico-culturels de la Turquie avec les pays de la région. İl s’agit en même temps d’une coïncidence du point de vue des processus constitutionnels. Car, les travaux sur les nouvelles constitutionnes entamées à l’occasion du “Printemps Arabe” correspondent au même moment historique” (Prof. Dr. Emin Arat, vice-Recteur de l’Université de Marmara). -“ Dans tous ces pays, nous constatons les divergences de point de vue ethnique et religeux. Ces divergences ont provoqué des divisions et des polarisations. Il faut refléchir sur la technique de l’élaboration de la Constitution dans ces sociétés divisées: il s’agit de se pencher sur le déficit de légitimité du point de vue de l’élaboration de la Constitution dans ces pays. La majorité à l’Assemblée ne suffit ni pour l’élaboration de la Constitution, ni la légitimité démocratiquement. Une Constitution élaborée sous le contrôle gouvernemental manque de légitimité démocratique. Néanmoins, la mise en place d’une instance commune sur la représentation paritaire des partis politiques telle que la Commission du compromis à l’Assemblée nationale de Turquie et la procédure de l’unanimité ainsi que la participation des citoyens peuvent assurer cette légitimité démocratique… Le passage d’une société majoritaire à la société pluraliste semble essentiel. Les sociétés en cause doivent passer de la concentration du pouvoir au partage des compétences. C’est un problème le plus important de la Turquie actuelle dans le processus d’élaboration de la Constitution. On peut se demander si nous pouvons passer d’un régime majoritare au régime pluraliste. Pourrions-nous passer de la concentration du pouvoir au partage des compétences? Un autre problème le plus important dans les sociétés divisées, est celui d’élaborer une Constitution que tout le mond peut s’approprier. Est-ce que nous pourrons y parvenir? C’est une préoccupation qui est valable autant pour la Turquie que pour les Etats du bassin méditerranéen” (Rıza Türmen, Député). -“Les régimes parlementaires peuvent se transformer en régimes non-démocratiques. Pour une telle pratique en Turquie, nous utilisons souvent le terme “ dictat de la majorité”. Ceci dit, dans cette période d’élaboration des Constitutions, il me semble que l’expérience du Liban dans le passé et la perspective de l’Egypte pour l’avenir sont très importantes… L’Irak, notre voisin du Sud, dispose d’une Constitution, plus ou moins liberale... Mais, dans la pratique, l’Irak n’a pas pu assurer la stabilité, ni l’harmonie entre les groupes différents. Malgré les avancées au niveau du texte, tous les peuples et les groupes se plaignent des pratiques dictatoriales au fur à mesure. Autrement dit, lors de l’élaboration de la Constitution on s’est efforcé de prévenir les risques de la dictature de la majorité, mais dans la pratique la Constitution a perdu la qualité d’assurer la stabilité politique.” (Aslı Aydıntaşbaş, Editorialiste au Journal Milliyet). -“La Constitution de 1961 est la meilleure parmi les constitutions que la Turquie a connues… L’Assemblée des Représentants fut la deuxième assemblée à coté de l’assemblé appelée “le Comité de l’Unité nationale”. Le travail essentiel a été réalisé par l’Assemblée des Représentants. L’objectif était d’atteindre à la démocratie et le respect droits de l’Homme. Cet objectif a été réalisé dans une large mesure… Toutfefois, la non- participation du Parti Démocrate aux travaux de l’Assemblée des Représentants fut le gros point faible. En effet, je suis sur que la majorité des article de la Constitution seraient adoptées si le Parti démocrate était représenté dans l’Assemblée. Aujourd’hui, l’objectif principal de la Constitution doit être accordé l’importance majeure à la participation. J’espère que nous arriverons à un tel objectif dans les des travaux relatifs au renouvellement de la Constitution de 1982” (Altan Öymen, Editorialiste au Journal Radikal). *** Les remarques cités, les évenements et les contre vagues auquels nous assistons depuis le 27 Avril 2012 en Turquie et dans le bassin méditerranéen et, surtout en Egypte et en Tunisie ont approuvé les défis de “l’élaboration d’une Constitution”. De plus, l’élaboration d’une Constitution ne signifie pas une garantie à priori pour le caractère démocratique de celle-ci. A supposé qu’ elle soit démocratique, l’ efficacité de sa pratique n’est pas moins importante. Pour cette raison, il est possible d’utiliser l’expression de “dialectique constitutionnelle” en envisageant une liaison stricte entre “la procédure d’élaboration-le contenu et la pratique”. Pour l’instant, il semble que les Etats de la Région sont allés assez loin dans la “dialectique constitutionnelle”. En envisageant les difficultés des Etats tels que la Turquie qui ont déjà une expérience démocratique, on peut avancer que le constitutionnalisme dans le bassin méditerranéen aurait un chemin assez longue à parcourir... Ce numéro de la Revue de Droit constitutionnel reflète une approche comparée et globale de ces processus en cours. La journée constitutionnelle sur les Processus constitutionnels dans le bassin méditerranéen a été organisée par l’Association des Recherches en Droit constitutionnel et par l’Université de Marmara en coopération scientifique avec l’Association Française de Droit Constitutionnel et l’Association Tunisienne de Droit constitutionnel. La journée a été soutenue par l’Ambassade de France et La Maison d’Edition Legal ainsi que Mr Akın Algan, Ambassadeur de Turquie à Tunis. Les assistants Mr Tolga Şirin, Mr Ömer Egeli et Melle Gözde Atasayan ont apporté leur soutien pour recuillir les textes. La traduction vers le turc des textes en français a été assurée par le juriste Mr Reha Yünlüel. Mon cher collègue et ami Bertrand Mathieu a eu l’aimabilité d’accepter d’ être co-éditeur de ce numéro. A cette occasion, je voudrais remercier à tous qui ont oeuvré à la réalisation de cette publication. Le 31 décembre 2012 İbrahim Ö. Kaboğlu ANAYASA HUKUKU DERGİSİ JOURNAL OF CONSTITUTIONAL LAW Cilt: 1/Sayı: 2 Volume: 1/Issue: 2 Yıl/Year: 2012 İÇİNDEKİLER/CONTENTS/SOMMAIRE SUNUŞ ........................................................................................................ XVII FOREWORD ...............................................................................................XXI AVANT - PROPOS ..................................................................................XXIII -IAKDENİZ’DE ANAYASACILIĞA DOĞRU TOWARD CONSTITUTIONALISM IN MEDITERRANEAN VERS LE CONSTITUTIONNALISME EN MEDITERRANEE Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti Constitutional Lawyer Network Project, Rule of Law in Euro Mediterranean Geographical Region Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre Géographique Euro-Méditerranéen Bertrand Mathieu ........................................................................................... 1 Tunus’ta Demokratik Geçiş Democratic Transition in Tunisia La Transition Démocratique en Tunisie Yadh Ben Achour.......................................................................................... 17 Akdenizde Anayasacılık Hareketleri Karşısında Türkiye Turkey in the Face of Constitutionalism Movements in the Mediterranean La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée İbrahim Ö. Kaboğlu ..................................................................................... 37 - II MAĞRİP/NORTH AFRICA/MAGHREB Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması The Drafting of the Constitution by the National Assemblee La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale Constituante de Tunisie Fadhel Moussa ............................................................................................. 69 Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar Institutional And Political Reforms in Algeria, Between Hope and Hopelessness Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir Et Déception Bachir Yelles Chaouche ............................................................................... 85 Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu 3 Commissions for Democracy Les Trois Commissions de la Transition Démocratique Neji Baccouche........................................................................................... 113 - III MAŞRIK/MIDDLE EST/MACHREK 25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler Constitutional Developments in Egypt Since the Revolution of 2011 Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la Revolution du 25 Janvier 2011 Yousri Elassar ............................................................................................ 129 - IV TÜRKİYE’DE ANAYASAYI YENİLEME SÜRECI PROCESS RENEWAL OF THE CONSTITUTION IN TURKEY PROCESSUS DE RENOUVELLEMENT DE LA CONSTITUTION EN TURQUIE Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Firsat Constitutional Reconciliation: A Chance to a New Social Contract for Turkey Ahmet İyimaya............................................................................................ 155 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982 Anayasası’nın Ruhu The Spirit Of 1982 Constitution as an Obstacle in Front of Democracy and Human Rights Atilla Kart................................................................................................... 161 Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci New Constitution-Making Process in the Light of the Historical Common Values Faruk Bal ................................................................................................... 169 - VKUZEY AKDENİZ: KRİZ DÖNEMİNDE ANAYASACILIK NORTH MEDITERRANEAN: CONSTITUTIONNALISM IN THE CRISIS PERIOD MÉDITERRANÉE DU NORD: CONSTITUTIONNALISME EN PÉRIOD DES CRISES Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler Europe and Constitutional Processus in Spain L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne Angel Rodriguez ......................................................................................... 177 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları Constitutional Effects of the Financial Crisis in France Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France Benoît Jean-Antoine ................................................................................... 199 - VI TÜRKİYE/AKDENİZ VE AVRUPA TURKEY/MADITERRANE/EUROPE TURQUIE/MÉDITERRANÉE/EUROPE Tunus’ta Anayasal Ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler Evaluation on the Constitutional and Democratic Transition in Tunisia Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie Chawki Gaddes .......................................................................................... 231 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler Written Constitution-Living Constitution, Identities in the Constitutional Process Prof. Dr. Sibel İnceoğlu ............................................................................. 309 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük Pan-European Constitutional Mediterranean Basin and the New Supra-Nationalism L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle Supra-Nationalité Pasquale Policastro ................................................................................... 315 LES PROCESSUS CONSTITUTIONNELS DANS LE BASSIN MEDITERRANEEN.................................................................................. 367 LEGAL HUKUK DERGİLERİ SİPARİŞ FORMU ................................. 372 ORDERING FORM FOR THE LEGAL LAW JOURNALS ....................... 372 LEGALBANK ABONELİK FORMU ...................................................... 373 SUBSCRIPTION FORM FOR THE LEGALBANK LAW DATABASE...... 373 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 -IAKDENİZ’DE ANAYASACILIĞA DOĞRU TOWARD CONSTITUTIONALISM IN MEDITERRANEAN VERS LE CONSTITUTIONNALISME EN MEDITERRANEE ANAYASA HUKUKÇULARI AĞI PROJESİ AVRO-AKDENİZ COĞRAFİ BÖLGESİNDE HUKUK DEVLETİ* (CONSTITUTIONAL LAWYER NETWORK PROJECT, RULE OF LAW IN EURO MEDITERRANEAN GEOGRAPHICAL REGION) Bertrand Mathieu Sorbonne-Paris 1 Üniversitesi Hukuk Okulu Anayasa Hukuku Profesörü, Fransa Anayasa Hukuku Derneği Başkanı, Hakimler Yüksek Kurulu Üyesi/Professor of Constitutional Law at the School of Law at the Sorbonne (Paris 1), President of the French Association of Constitutional Law / Board Member of the Suprem Council Judiciary ÖZET Hukuk Devleti kavramı bir yandan siyasi yapı ile kurumların işleyişinin meşruluğu temeline ilişkin kimi taleplerine yani demokrasiye, aynı zamanda temel hakların korunmasının teyidine atıflıdır. Esasen hukuk devleti, insan haklarının farklı anlamlarıyla bir korumaya atıfta bulunmaktadır. Temel hakların evrenselliği sorunu böyle ortaya konmakta; temel haklara dayanan bir değerler sistemi, özellikle hemen tüm ülkeler tarafından onaylanmış uluslararası sözleşmeler ve taahhütler aracılığıyla evrensel kabiliyette bir sistem olarak kendisini kabul ettirme eğilimindeyse eğer, tartışma, şu ya da bu hakkın evrensel niteliği yahut da kendisine yüklenen anlam üzerinde sürmeye devam etmektedir. Buna karşın, evrenselci yaklaşım; topluluklara, dillerini, ait oldukları bölgeleri, dinlerini, kültürlerini dikkate alan özel hakların tanınmasını kapsayabilir yahut da tam tersine bu farklılıkları hukuken bir yasak konusu yapabilir ki bu da, gene önyargısız olarak bu sorun üzerinde tartışma ve mukayeseli incelemelere götürebilir. * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 2 Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti Oysa temel hakların evrenselci yaklaşımı devletleri; ya ortak yaklaşımları geleneklere, dini ya da değil bir değerler sistemine, farklı ekonomik yaklaşımlara uymaya ya da ortak bir değerler çekirdeği belirleyerek ortadan kaldırılamaz farklılıkları kabule götürmektedir. Akdeniz coğrafi çerçevesinin kabulü böyle bir değerlendirmeye mükemmel bir şekilde uygun görünmektedir. Gerçekten de Akdeniz ülkeleri kısmen aynı tarih ile kültürel ve gerçek ekonomik bağları paylaşmaktadırlar. Buna karşılık bu devletler böylesi dikkat çekici ve önemli bir model kurabilmek için birbirlerinden oldukça farklı dini veya kültürel geleneklerin, kurumsal sistemlerin, ekonomik gelişmişliklerin izini taşımaktadırlar. Anahtar Kelimeler: Hukuk devleti/demokrasi/temel haklar (evrensellik – yasamasal ve yargısal tercüme)/ortak değerler/ulusal gelenekler/kurumlar/Akdeniz ağı/Akdeniz mekânı ABSTRACT Constitutional law scholars network project State of law in the Euro-Mediterranean The concept of state of law is related to democracy on one side and the protection of basic rights on the other. Here democracy should be understood as demands regarding the legitimacy of political structure and the way institutions function. State of law, in other words, means the protection of human rights with its different connotations. Here is the question of the universality of basic human rights: If a values system based on basic rights wants to be credited as universal using the approval of other countries by international agreements and commitments, the discussion will continue on the universality of the right or its assigned values. A universalist approach might include special rights for communities regarding their territory, language or religion, which can lead to unbiased debates and comparative research. Actually, the universalist approach forces stattes either to adopt common values to traditions, belief systems and different economic approaches, or sets a nucleus of common values and forces them o accept undeniable differences. The acceptance of the Mediterranean as a geographical region is an example of this process. Mediterranean countries do share historical, cultural and real economic ties. On the other hand, these countries have religious and cultural traditions, institutional systems and levels of economic development quite different to form this kind of a model. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bertrand Mathieu 3 Starting from a minimal and relative concept of state of law, it is necessary to define how a state or system includes democracy or basic rights, how do they consider the necessities of these institutional systems. It is also important to identify which definitions and measurements they use. Therefore, it is necessary to attach this research to national institutional and political systems and define by every legal system that registers a state of law. Then, it is necessary to focus the research on basic rights not only through some general analysis but also on analysis of some subjective rights. For example, one can consider some principles that are generally recognized but open to different discussions and application by nature. Gender equality, religious freedom, freedom of speech, right to private life, family, property, necessity of legal protection, right to health or human dignity can be examples. The choice should be a common choice based on the tangible benefit of comparative research. In the same way, the main subject of this research is not to generate a common definition or define a common importance, but to analyze how these right were part of actual texts and how they were carried out by judiciary and legislative powers. Keywords: State of law, democracy, basic rights (universality – legislative and judiciary translation), common values, national traditions, institutions, Mediterranean network, Mediterranean territory *** Arap dünyası ile Mağribi etkileyen devrimler, çağdaş anayasacılığın inşaası için önemli bir aşama oluşturmakta ve evrenselliğini yeniden sorgulatmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemle sınırlı kaldıkta, savaş sonrası anayasalar, güney Avrupa ülkelerindeki demokratikleşme (Yunanistan, İspanya, Portekiz), Sovyetler Birliği’nin çöküşü hukuk devletlerinin kuruluşunda hepsi birer aşama oluşturmaktadırlar. Dünyanın diğer bölgelerine baksaydık, Brezilya örneğinde olduğu üzere, özellikle Güney Amerika ülkelerinin anayasalarını inceleyebilecektik. Fas, Tunus ve Mısır’da gerçekleşen ya da gerçekleşmekte olan devrimler ile anayasal dönüşümler yeni bir sınav oluşturmaktadır. Bunlar, hukuk devletine doğru bir dönüşüm ile teokrasilerden mülhem rejimlerin çekimi arasında çok güçlü bir gerilim yaratmaktadır. Tunus ve Mısır’da devrilen otoriter rejimler, devrimlerin özgür kıldığı merkezkaç kuvvetlerin hareketini bastırıyor ve maskeliyorlardı. Fas’ta mevcut rejimin evrimi, hukuk devletinin gerekleri ile düzenlemek zorunda olduğu toplumun gerçekliği arasındaki dengeyi temin etmeyi amaçlıyor. Bu aynı zamanda özellikle bir çok Tunus’lu ve Mısır’lı hukukçunun da büyük Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 4 Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti arzusu. Türk Anayasasındaki değişiklik tartışmaları da bu açıdan dikkatle izlenmeli. Gelecek herhangi bir yerde yazılı olmadığı gibi hiç kimse hangi yaklaşımın bu gelişmelerden galip çıkacağını da bilemez. Her halükârda bu değişim bize, hepimizin genel olarak katıldığı ve arzuladığı bu hukuk devletinin sert çekirdeğini oluşturan unsurlar üzerine düşünmemiz için önemli bir fırsat veriyor. Bu düşünce yürütme (tarzı), söz konusu toplumların gerçekliklerini, miraslarını, tarihlerini, değer sistemlerini dikkate almalıdır ki sözcükleri, uyumluluklarını araştırmadan yapay bir şekilde gerçekliklere tutturmakla yetinmesin. Batı Avrupa’da olduğu üzere düşünce yürütme, hepimize ortak olanlar ile her devlete özgü olanlar arasındaki ayrımı gerektirmektedir. Hukuk devleti kavramı, bir yandan, siyasi yapının meşrûluğunun temeline, öte yandan kurumların işleyişine yani demokrasiye, ama aynı zamanda da temel hakların kabul ve korunmasına dair bazı gerkekliklere göndermede bulunmaktadır. A- Araştırmanın konusu: Temel haklar ve erklerin düzenlenmesi konularındaki ayrışma ve benzeşmeler Esasen hukuk devleti kavramı özellikle insan haklarının kabul ve korunmasına tüm anlamlarıyla göndermede bulunmaktadır. Demek oluyor ki, yalnızca bireysel özgürlükleri değil ama sosyal hakları, kişilik haklarını, özel teşebbüs hakları ya da çevre haklarının tanınmaları denli garanti edilmelerini de dikkate almak gerekiyor. Bu aynı zamanda temel hakların evrenselliğine dair bir sorudur. Temel hakların korunmasına dayalı bir değerler sistemi eğer, özellikle hemen tüm devletlerce onaylanmış uluslararası sözleşmeler ve taahhütler vasıtasıyla, kendisini evrensel bir sistem olarak dayatmaya kalkarsa o zaman da tartışma şu ya da bu hakkın evrenselliği etrafında devam eder. Bunun gibi, sosyal hakların yeri, yani devlet ya da kamu idarelerine vatandaşlar karşısında yük getiren iş, konut ya da sağlık gibi haklar temel haklar kategorisinde evrensel olarak kabul edilmemektedirler. Aynı şekilde, çeşitli prensipler üzerindeki genel bir kabulün arkasında öze dair bir red saklanmaktadır. İnsan onuru prensibi de bunun gibi, ya bireyin özgürlüğünü sınırlayabilecek nesnel, yahut da bireyin bizzat özgürlüğünü ifade eden öznel bir ilke olarak düşünülmüştür. Örneğin hayatına son verme üzerine tartışmalar bu temel ayrışmayı göstermektedir. Öte yandan, temel hakların evrenselci anlayışı dillerine, bir bölgeye aidiyetlerine, dinlerine, kültürlerine bağlı olarak topluluklara özgül hakların tanınmasını kapsayabilir… Ya da aksine bu farklılıkların hukuksal olarak dikkate alınmalarını yasaklamaya götürebilir. İşte gene bu sorun üzerindedir ki, karşılaştırmalı tartışma ve çözümlemeler ön yargısız bir biAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bertrand Mathieu 5 çimde yapılabilecektir. Uluslararası planda uzlaşma bazen tanınan hakların özleri ya da önemlerine taraf olma eksikliği pahasına elde edilmektedir. Aslında temel hakların evrenselci yaklaşımı; ya geleneklere, dini ya da dindışı değer sistemlerine, farklı ekonomik yaklaşımlara itaat eden devletlere ortak kavramlar dayatmaya, yahut da bir değerler çekirdeği belirlemeye ve ortadan kaldırılamaz farklılıklar olduğunu kabule götürüyor. Bu yaklaşımların birincisi Avrupa gibi göreceli olarak türdeş bir hukuk sisteminde kendini kabul ettirme eğilimindeyken bile hiç sorunsuz gerçekleştirilmemektedir. Daha ayrışık bir bağlamda ise ikinci yaklaşıma başvurmak yerinde olacaktır. Devletlerüstü bir hukuk düzenindeki ortak ilkeler ile ulusal hukuk düzenlerinin kendi ilkeleri arasındaki ayrım Avrupa kurumları ve devletler arasında gitgide daha açık ve eylemli bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşımlar AİHM denli Avrupa Birliği hukukunca (ortak anayasal ilkeler) ve ulusal anayasa mahkemelerince de özgül anayasal ilkelerle farklı biçimlerde göndermelerde bulunarak (karş. ör. Alman Anayasa Mahkemesi ile Fransız Anayasa Konseyi’nin içtihatları) kullanılmaktadır. Bu ayrımın etkileri yalnızca ilkelerde değil aynı zamanda şu ya da bu kategorideki hak ve özgürlüklerin korunma biçimlerinde de söz konusu olmakta, dolayısıyla kurumsal sonuçlar doğurmaktadır. O takdirde bu ayrımın Avrupa çerçevesi dışında isabetini ve duruma göre önemini göndermede bulunduğu ortak ilkelerin -sözcüğün tam anlamıyla- daha ideolojik ve hukuksal olarak daha önemsiz, daha az türdeş bir sahada belirlemek yerinde olacaktır. Benzeri bir çözümleme kurumsal planda ve demokratik ilkelerin yerleştirilmesi konusunda yapılmalıdır. Demek oluyor ki bunlar, aynı çözümleme yöntemine tâbi tutulması gereken egemenlik, erklerin ayrılığı, seçim haklarının kullanılması ilkeleri ile erkin kullanım koşullarıdır. Bazı sorunlar hem temel haklar sisteminden hem de kurumsal sistemden çıkmaktadır. Aynı şekilde örneğin hak ve özgürlüklerin yargısal korunma koşulları da. B- Avro-Akdeniz sahasının isabeti Akdeniz coğrafi çerçevesinin uygunluğu böyle bir çözümleme için mükemmel görünmektedir. Gerçekten de Akdeniz devletleri kısmen aynı tarihi paylaşmakta ve gerçek ekonomik ve kültürel bağlara sahiptirler. Üstelik bugün hepsi, potansiyel ve embriyon hâlindeki ortak bir siyasi yapı içerisindeler: Akdeniz Birliği. Buna karşılık, söz konusu devletler böylesi dikkat çekici ve önemli bir model kurabilmek için birbirlerinden oldukça farklı dini veya kültürel geleneklerin, kurumsal sistemlerin, ekonomik gelişmişliklerin izini taşımaktadırlar. Demokrasi ve temel hakları kapsayan ve -göreceli olarak- biçimsel asgari bir hukuk devleti kavramından hareket edersek; her devletin ya da Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 6 Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti dikkate alınan sistemin demokrasi ve temel hak kavramlarından hangilerini kapsadığını, yani kurumsal sistemlerin bu gereklikleri nasıl dikkate aldıklarını, bu kavramlara göndermede bulundukları tanımlar ile ölçütlerini belirlemek yerinde olur. Anayasal ifadeleri boyunca söz konusu yaklaşımlar üzerine hem soyut hem somut olan bu tartışma, gerçekleştirilmelerine yönelik somut bir çözümlemeye kadar devam etmelidir. Aynı şekilde, anayasal metinlerde ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin dikate alınmalarının ötesinde hayata geçirilebilmeleri için yasama ve yargı erklerince de dikkate alınmaları gerekecektir. Başta bir çalışma yönteminin tespiti yerinde olacaktır. C- Pragmatik bir yaklaşım Önce her katılımcının, kendi hukuk sistemine göre, hukuk devletinin varlığını oluşturan kriterleri kısaca belirlemesini öneriyorum. Bu çözümleme bir tek teoride kalmayarak, ulusal siyasi ve kurumsal sistemlere de çengel atmalı. Ardından, araştırmayı; yalnızca genel bir çözümlemeden hareketle değil, fakat öznel kimi hakların çözümlemesinden hareketle de, temel haklar üzerine odaklamak gerekecektir. Örneğin genel olarak tanınmasına karşın, doğası gereği tartışmalara, farklı uygulamalara yol açabilecek kimi ilkeler dikkate alınabilir. Örneğin kadın erkek eşitliği, din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, özel hayata saygı, aile hakkı, mülkiyet hakkı, yargısal koruma gereği, sağlık hakkı ya da insan onuru ilkesinde böyle olabilir. Seçim, karşılaştırma çalışmasının yararını gözeten somut bir takdirden hareketle ortaklaşa yapılmalıdır. Aynı şekilde, bu araştırmaların esas konusu ortak, soyut bir tanım aramak ya da bir önemi tespit etmek değil, fakat, hem yerinde metinlerle bu hakların tanındığı terimleri, hem de bunların yasama ve yargı erklerince hayata geçirilişlerinin şartlarını çözümlemektir. Özellikle, siyasi ve yargısal erkleri birbirinden ayırt ederek erkler ayrılığına yönelirken, kurumsal planda, yargının yeri konusu ayrıcalıklandırılabilir. Bu karşılaştırmalı çözümlemelerin amacı monografiler ortaya koymak değil fakat, simgesel örnekler boyunca hukuk sistemlerinin her birini düzenleyen prensipleri araştırmaktır. Gerek kişi özgürlükleri ve ekonomik özgürlükler, gerekse sosyal haklar, ya da bilimin gelişimi ile tıbbi uygulamalar karşısında hukukun yeri, yahut da özellikle devlet kurumlarının yapısı. Kabul edilen ilkeler ile hukuksal uygulamalar arasındaki karşılaştırmadan hareketle, temel ilkelerin aşamalı yeniden inşaası; şu ya da bu sorunun yapay olduğunu gösterebilecek ve aksi uygulamaları haklı çıkarabilecek önceden kurulmuş yaklaşımları ve ön varsayılan bir görüş birliğini yapıştırmadan, ortak ilkelerin belirlenmesine ve böylece gerçekleştirilmeleri ile korunmalarını sağlamaya yardımcı olan bir çözümlemenin yapılmasına katkıda bulunmak amacını taşımaktadır. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bertrand Mathieu 7 D- Başlıca sosyal ve ekonomik kozlar ve riskler Bu araştırmanın yalnızca teorik sonuçları yoktur. Avro-Akdeniz sahasındaki birbiriyle tutarlı pratik koz ve riskleri göstermektedir. Herşeyden önce, siyasi planda. Açıktır ki, ortak kültürlerin toprağı olan Akdeniz sahası, aynı zamanda bir ihtilaf sahasıdır. Belli sayıda temel haklar bu uyuşmazlıkların tam ortasındadır: din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı, toplulukların tanınması mümkün ya da mümkün olmayan hakları, eşitlik ilkesi, genel olarak yahut da özgül anlamlarıyla yasa önünde eşitlik veya kadın erkek arasındaki eşitlik gibi … Burada başlanan yaklaşıma rehberlik eden iddia, ortak ilkelerin araştırılmasının ve ifade edilmesinin değişiklikleri kolaylaştırmaya katkısının olacağı ve böylece bir benzeşme alanı yaratacağıdır. Benzeşme, tekrar edelim ki, ayrışmaları yapay bir şekilde maskelemediği sürece etkili olacaktır. Sonra, ekonomik planda. Bir ekonomik sahanın yaratılması, örneğin herşey bir yana yalnızca Avrupa Birliğinin gelişimlerinin gösterdiği üzere artık temel hakları görmezlikten gelemez. Bir yandan ekonomik süreçlerde uluslararası düzeyde belli sayıda hakka saygı ile üretim ve alış verişin gerekliği daha kaçınılmaz olmaya başlıyor. Öte yandan hukukun tüm dalları temel haklara ilişkin uluslararası ve anayasal ilkeler ve kurallara tâbi olma yolunda ilerliyor. Bunlar çevre hakkını unutmadan sosyal (çalışma hakkı, sağlık hakkı…) ve ekonomik haklardır (sözleşme özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet hakkı). Ve son olarak belki de özellikle avro-akdeniz ekonomik ilişkileri açısından bir hukuk güvenliğinin gerekliği baş gösterebilir. Oysa bugün, temel haklar hukukunun, uluslararası özel hukuk ve ticaret hukukunun ötesinde bu ilişkileri etkilediği tartışmasızdır Bu açıdan; aynı zamanda iddialı, gerçekçi, farklı kültürlere saygılı fakat ortak varlığın değerini çoğaltmaya elverişli ortak ilkelerin ve etkili bir şekilde hayata geçirilmesi şartlarının açıkça belirterek bir Avro-Akdeniz Temel Haklar Şartı’nın hazırlanması sivil toplum için olduğu kadar, kamu erkleri ve ekonomik aktörler için de önemli bir araç olacaktır. Demek ki birbirlerinin kaygısının ortak gerekliklere saygı çerçevesinde dikkate alınması gerekecektir. Gene aynı şekilde, hukuk devletinin farklı görünümlerine etken olduğu ekonomik durumun da dikkate alınması uygun olacaktır. Batı Avrupa devletlerinde kimi sosyal hakların azaltılması bunun en açık görünümüdür. Not etmek gerekir ki, ulusal anayasalar -bazı Avrupa Birliği üyesi devletlerde olduğu gibi- ekonomik düzenin düşüncelerini (“altın kural”) metne sokmakta güçlükler görmektedir. Ekonomik sorunlar; İspanya’da özerk sistemin maliyeti hakkındaki tartışmaların gösterdiği gibi, devlet kuruluşlarının yeniden tartışmaya açılmasına kadar götürebilir. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 8 Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti E- Gerçekleştirme ve Maddi Boyutları Bu hevesli yaklaşımın başlangıç noktası alçakgönüllü olmalı ve belli sayıda devletin kendi somut gerçekliğini ideolojik ön varsayımlardan azâde incelemeye götürmelidir. İlk olarak, Akdenizin her iki yakasındaki devletlerden on kadar tanınmış anayasa hukukçusunun toplanması hedeflenmiştir. Birinci evrede İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Fas, Tunus, Mısır, Lübnan ve Türkiye ile başlanabilir. Uyumlu ve etkili işleyişi sağlandığında, grubu diğer devletlere genişletmek temenni edilir. Diplomatik nedenlerden ötürü, başlarda, İsrail ve Filistin Ulusal Yönetimi’ne ilişkin sorunlara girilmeyecektir. Grubun her üyesinin kabul edilen konular hakkında ulusal maddi hukuku (anayasal, yasal, içtihadi) inceleyerek ulusal bir çalışma grubu kurma misyonu olacaktır. Hatırtlatalım ki, bu çalışmanın arzusu, önceden saptanmış kavramlardan değil “yaşayan hukuk”tan hareketle, ortak özlemlerle özgül gerçeklikleri bir arada dile getiren kavramların oluşturulması için hukuk devletinin koşullarının araştırılmasına yöneliktir. Bu grup ilk toplantısını 2012 sonbaharında gerçekleştirebilir. Bu olasılıkta amaçlar, çalışma yöntem ve araçları belirlenecektir. Aynı şekilde eşitlik ilkesi, sosyal haklar, ekonomik ilkeler ve Anayasa, adaletin yeri gibi birkaç çalışma ekseninin belirlenmesi de uygun olacaktır… şu var ki, bu liste yalnızca örnekleyicidir. Bu grup sağlamlaştıkça genişleme eğiliminde olacaktır. Çalışmaları yeterince ilerlediğinde, gelinen noktaların tespitiyle, elde edilenlerin teyidini, yeni yolların belirlenmesi ile varlığı ve arzularının belirlenmesini sağlayacak uluslararası bir konferans düzenlenmelidir. Sonunda Avro-Akdeniz Hukuk Devleti Enstitüsünün çekirdeği kurulabilecektir. Tekrar edelim ki, alçakgönüllü bu ilk adımlarda, çalışmayı ve tartışmaları kolaylaştırmak amacıyla fransızcagil (frankofon) sınırlı bir grup daha başta kurulmalıdır. Bu proje kendisine maddi ve kurumsal yardım sağlayabilecek “AK-HUK” (Akdeniz ve Hukuk/Jurimed) derneğinin desteğini isteyebilir. Bu dernek belli sayıda ağa (Akdeniz noterleri ağı, Akdeniz muhasebecileri ağı, ekonomik ve ticari yargı ağı) katılabilir ya da birleştirebilir, aynı zamanda belli sayıda projeyi yürütebilir. Bu mevcut yapıyla kurulan ilişkiler belirlenecek şartlar çerçevesinde gerçekleştirilecektir. KAYNAKÇA Bertrand Mathieu, Constitution: rien ne bouge et tout change, Lextenso, 2013 Débat a Rabat sur les expériences comparées de Juctice constitutionnelle (Rabat, le 15 octobre 2012) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 PROJET D’UN RÉSEAU DE CONSTITUTIONNALISTES L’ETAT DE DROIT DANS LE CADRE GÉOGRAPHIQUE EUROMÉDITERRANÉEN Bertrand Mathieu Professeur de droit constitutionnel à l’Ecole de Droit de la Sorbonne (Paris 1)/ Président de l’Association française de droit constitutionnel/Membre du Conseil supérieur de la Magistrature RESUME Ce texte présente un projet de constitution d’un réseau de constitutionnalistes euro-méditerranéen. Les révolutions qui ont touché le monde arabe et du Maghreb posent avec une acuité renouvelée la question des critères de l’Etat de droit. Concept communément accepté, l’Etat de droit renvoie cependant, tant en ce qui concerne l’organisation des pouvoirs que la protection des droits fondamentaux, à des notions dont la portée peut faire l’objet d’appréciations différentes et s’inscrivent dans des contextes spécifiques. Trop souvent, les analyses en restent à un niveau global et idéologique, sans prendre en compte les réalités du terrain et les inévitables différences, sociales, historiques, culturelles… entre les systèmes juridiques considérés. Ce projet part du postulat que la recherche de ce qui est commun ne peut faire l’économie de l’analyse de qui est spécifique. De ce point de vue l’espace géographique euro-méditerranéen constitue un cadre particulièrement bien adapté. Cette recherche ambitieuse doit cependant s’appuyer sur un certains nombre d’analyses juridiques très concrètes avant que des conclusions plus générales puissent être tirées. Au surplus cette analyse s’inscrit dans des enjeux économiques, sociaux et géo-politiques que l’on ne peut ignorer. Mots clefs: Etat de droit/ démocratie/droits fondamentaux (universlismetraduction législative et jurisprudentielle)/Valeurs communes/ traditions nationales/institutions/reseau méditerranéen/ espace méditerrannée *** 10 Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre Géographique Euro-Méditerranéen Les révolutions qui ont touché le monde arabe et du Maghreb constituent une étape importante dans la construction du constitutionnalisme contemporain et conduisent à s’interroger sur son universalisme. Si l’on s’intéresse à la période d’après la seconde guerre mondiale, les constitutions d’après guerre, la démocratisation d’Etats de l’Europe du sud (Grèce, Espagne, Portugal), la chute de l’Empire soviétique constituent autant d’étape vers la constitution d’Etats de droit. Si l’on regardait vers d’autres régions du Monde, l’on pourrait notamment analyser les constitutions de pays d’Amérique du sud, comme celle du Brésil. Les révolutions et les transformations constitutionnelles réalisées ou en cours, au Maroc, en Tunisie ou en Egypte, constituent un nouveau défi. Elles manifestent une très forte tension entre l’évolution vers un Etat de droit et l’attraction vers l’instauration de régimes d’inspiration théocratiques. Les régimes autoritaires renversés en Tunisie ou en Egypte masquaient et contenaient l’action de ces forces centrifuges que les révolutions ont libéré. Au Maroc, une évolution du régime en place vise à assurer une évolution harmonieuse entre les exigences de l’Etat de droit et la réalité de la société qu’il s’agit d’organiser. C’est aussi l’ambition de nombreux juristes tunisiens et égyptiens, notamment. Les débats sur la révision de la Constitution turque sont également, de ce point de vue, à suivre avec attention. L’avenir n’est jamais écrit et nul ne sait quelle logique sortira victorieuse des processus en cours. Il n’en reste pas moins que cette évolution constitue une remarquable occasion de réfléchir sur ce qui constitue le noyau dur de cet Etat de droit auquel communément nous adhérons et aspirons. Cette réflexion doit prendre en compte les réalités des sociétés concernées, leur patrimoine, leur histoire, leurs systèmes de valeurs. Elle ne peut se borner à plaquer artificiellement des mots sur des réalités sans s’interroger sur leur compatibilité. Comme en Europe occidentale, la réflexion s’impose sur la distinction sur ce qui nous est commun et sur ce qui est spécifique à chacun des Etats. La notion d’Etat de droit renvoie, d’une part, à certaines exigences relatives au fondement de la légitimité de la structure politique et, d’autre part, au fonctionnement des institutions, c’est à dire à la démocratie, mais aussi à l’affirmation et à la protection des droits fondamentaux. A- L’objet de la recherche: divergences et convergences en matière de droits fondamentaux et d’organisation des pouvoirs Substantiellement la notion d’Etat de droit renvoie, notamment, à l’affirmation et à la protection des droits de l’homme, dans leurs diverses Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bertrand Mathieu 11 acceptions. Doivent alors être pris en considération, non seulement les libertés individuelles, mais aussi les droits sociaux, les droits de la personne humaine, les droits de l’entreprise, ou les droits protégeant l’environnement de l’homme, tant en ce qui concerne leur reconnaissance que leur garantie. C’est aussi la question de l’universalisme des droits fondamentaux qui est posée. Si un système de valeurs reposant sur la protection des droits fondamentaux tend à s’imposer comme un système à vocation universelle, notamment par l’intermédiaire des conventions et des engagements internationaux ratifiés par la quasi totalité des Etats, le débat demeure sur le caractère universel de tel ou tel droit. Ainsi l’appartenance des droits sociaux, c’est à dire des droits qui font peser sur l’Etat ou les pouvoirs publics des obligations à l’égard des citoyens, s’agissant par exemple de l’emploi, du logement ou de la santé, à la catégorie des droits fondamentaux n'est pas universellement admise. De même derrière un accord nominal sur certains principes, se cache un désaccord sur ce qui en fait la substance. Il en est ainsi du principe de dignité qui est, soit conçu comme un principe objectif susceptible de limiter la liberté de l’individu, soit comme un droit subjectif qui exprime la liberté même de l’individu. Les débats sur la fin de vie, par exemple, illustrent cette divergence fondamentale. Par ailleurs, la conception universaliste des droits fondamentaux peut recouvrir la reconnaissance de droits spécifiques à des communautés, en fonction de leur langue, de leur appartenance à une région, de leur religion, de leur culture…ou au contraire conduire à interdire la prise en compte juridique de ces différences. C’est aussi sur cette question, et sans préjugés, que le débat et l’analyse comparative pourront porter. Sur le plan international le consensus s’obtient parfois au prix de l’absence de prise de position sur la substance ou la portée des droits reconnus. En fait la conception universaliste des droits fondamentaux conduit soit à imposer des conceptions communes à des Etats qui obéissent à des traditions, à des systèmes de valeurs, religieux ou non, à des conceptions économiques différentes, soit à déterminer un noyau de valeurs communes et à admettre des différences irréductibles. C’est la première de ces conceptions qui tend à s’imposer dans un ordre juridique relativement homogène, comme l’Europe, alors même que cela ne s’opère pas sans difficultés. C’est à la seconde qu’il convient de se référer dans un contexte plus hétérogène. La distinction entre des principes communs à un ordre juridique supra étatique et les principes propres aux ordres juridiques nationaux apparaît de plus en plus évidente et opérationnelle s’agissant des rapports entre les structures européennes et les Etats. En effet ces concepts sont utilisés tant par la Cour européenne des droits de l’homme Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 12 Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre Géographique Euro-Méditerranéen que par le droit de l’Union européenne (principes constitutionnels communs) que par les Cours constitutionnelles nationales, qui sous des formes différentes se référent à des principes constitutionnels spécifiques (cf., par exemple, les jurisprudence de la Cour constitutionnelle allemande ou du Conseil constitutionnel français). Elle a des incidences non seulement en termes de principes, mais encore s’agissant des modalités de protection des droits ou libertés relevant de l’une ou de l’autre de ces catégories. Elle engendre donc des conséquences institutionnelles. Il conviendrait donc de déterminer la pertinence et, le cas échéant, la portée de cette distinction au delà du cadre européen, donc dans un espace à la fois moins homogène et où la référence à des principes communs est plus idéologique, au sens propre du terme, et juridiquement moins prégnante. Une analyse du même ordre devrait être conduite sur le plan institutionnel et s’agissant de la mise en oeuvre des principes démocratiques. Ce sont alors les principes de souveraineté, de séparation des pouvoirs, d’exercice des droits électoraux ainsi que les conditions d’exercice du pouvoir qui devront être soumis à la même méthode d’analyse. Certaine question relèvent à la fois du système des droits fondamentaux et du système institutionnel. Ainsi, en est-il, par exemple, les conditions de la protection juridictionnelle des droits et libertés. B- La pertinence de l’espace euro-méditerranéen Le cadre géographique méditerranéen semble parfaitement adapté à une telle analyse. En effet les Etats méditerranéens partagent, pour partie, une même histoire et ont des liens culturels et économiques réels.. En revanche ces Etats sont marqués par des traditions religieuses ou culturelles, des systèmes institutionnels, des situations de développement économique suffisamment différents pour constituer un modèle intéressant et significatif. Partant d’une conception a minima et relativement formelle de l’Etat de droit incluant les notions de démocratie et de droits fondamentaux, il convient de déterminer ce que recouvrent pour chacun des Etats, ou des systèmes considérés, les notions de démocratie et de droits fondamentaux, c’est à dire de déterminer comment les systèmes institutionnels prennent en compte ces exigences, quelles sont les définitions et les critères auxquels renvoient ces notions. Ce débat sur des concepts, à la fois abstraits et concrets au travers de leur traduction constitutionnelle, devra se prolonger par une analyse in concreto de leur mise en œuvre. Ainsi, au delà de la prise en compte des droits et libertés fondamentales exprimée dans les textes constitutionnels, il conviendra de prendre en compte leur mise en œuvre tant par la législation que par Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bertrand Mathieu 13 la jurisprudence. Dans un premier temps il conviendra donc d’établir une méthode de travail. C- Une démarche pragmatique Je proposerai que, d’abord, chaque participant puisse déterminer assez sommairement les critères qui, selon son propre système juridique, conditionnent l’existence d’un Etat de droit. Cette analyse ne devra pas être essentiellement théorique, mais ancrée dans les systèmes politiques et institutionnels nationaux. Dans un second temps, il conviendra de centrer la recherche sur les droits fondamentaux. Non pas à partir d’une analyse générale, mais à partir de l’analyse de certains droits spécifiques. Pourraient par exemple être pris en compte des principes qui sont par nature sujets à débats, à des applications différentes, mais qui sont communément reconnus. Il peut en être ainsi par exemple de l’égalité entre les hommes et les femmes, de la liberté religieuse, de la liberté d’expression, du respect de la vie privée, du droit de la famille, du droit de propriété, de l’exigence de sécurité juridique, du droit à la santé ou du principe de dignité de la personne humaine. Le choix devra être opéré en commun à partir d’une appréciation in concreto de l’intérêt du travail de comparaison. De la même manière l’objet initial de ces recherches ne sera pas de chercher une définition et de déterminer une portée, communes, in abstracto, mais d’analyser à la fois les termes dans lesquels ces droits sont reconnus par les textes pertinents et d’analyser les conditions de leur mise en œuvre législative et juridictionnelle. Sur le plan institutionnel, la question de la place de la justice pourrait être privilégiée, alors que l’on s’oriente vers une séparation des pouvoirs distinguant essentiellement le pouvoir politique et le pouvoir juridictionnel. Ces analyses comparatives n’ont pas pour objet d’établir des monographies, mais de rechercher au travers d’exemples emblématiques les principes qui ordonnent chacun des systèmes juridiques en ce qui concerne tant les libertés individuelles, les libertés économiques que les droits sociaux, ou le positionnement du droit face au développement de la science et des pratiques médicales, ou encore la structure des institutions étatiques, notamment. Cette reconstruction progressive des principes cardinaux, à partir de la confrontation entre la pratique juridique et les principes affirmés, a pour objet de contribuer à la construction d’une analyse permettant de déterminer les principes communs et ainsi de favoriser le renforcement de leur mise en œuvre et de leur protection, sans plaquer des conceptions préétablies, présupposant une communauté de vue qui peut, sur telle ou telle question, s’avérer artificielle et couvrir des pratiques contraires. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 14 Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre Géographique Euro-Méditerranéen D- Des enjeux sociaux et économiques essentiels Cette recherche n’a pas que des implications théoriques. Elle présente, dans l’espace euro-méditerranéen, des enjeux pratiques conséquents. Sur le plan politique, d’abord. Il est évident de constater que, terre de cultures communes, l’espace méditerranéen est aussi un espace de conflits. Un certain nombre de droits fondamentaux sont au cœur de ces conflits: liberté religieuse, liberté d’expression, droit de propriété, droits susceptibles d’être reconnus, ou non, à des communautés, le principe d’égalité, en général ou dans des significations spécifiques comme celles qui concernent l’égalité devant la loi ou l’égalité entre les hommes et les femmes… Le pari qui guide la démarche, ici initiée, est que la recherche de principes communs et leur formulation pourra contribuer à faciliter les échanges et donc à créer des espaces de convergence. Convergence qui, répétons le, ne sera efficiente qu’à condition de ne pas masquer artificiellement les divergences. Sur le plan économique, ensuite. La création d’un espace économique ne peut plus ignorer les droits fondamentaux, comme le démontrent, par exemple et toutes choses étant égales par ailleurs, les développements de l’Union européenne. D’une part, au niveau international l’exigence de respect d’un certain nombre de droits dans les processus économiques, de production et d’échanges, tend à devenir plus impérieuse. D’autre part, l’ensemble des branches du droit tendent à être soumises à des règles et principes constitutionnels et internationaux relatifs aux droits fondamentaux. Ces droits sont sociaux (droit du salarié, accès à la santé…), mais aussi économiques (liberté contractuelle, liberté d’entreprendre, droit de propriété), sans oublier les droits de l’environnement. Enfin, et peut être surtout, du point de vue des relations économiques inter euro-méditerranéenne, une exigence de sécurité juridique s’impose. Or, il est incontestable qu’aujourd’hui, au delà des règles du droit international privé ou du droit des affaires, le droit des droits fondamentaux affecte ces relations. De ces points de vue, l’élaboration d’une Charte euroméditerranéenne des droits fondamentaux, à la fois ambitieuse, réaliste, respectueuse des différences culturelles mais apte à mettre en valeur patrimoine commun, articulant la reconnaissance de principes communs et les conditions de leur mise en œuvre effective, représenterait un instrument précieux, tant pour la société civile que pour les pouvoirs publics et les acteurs économiques. Il conviendrait alors que les préoccupations des uns et des autres soient prises en compte dans le respect d’exigences communes. De la même manière il serait opportun de prendre en compte la manière dont la situation économique agit sur les différents aspects de Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bertrand Mathieu 15 l’Etat de droit. La réduction des droits sociaux dans certains pays de l’Europe occidentale en est la manifestation la plus visible. Il est intéressant également de noter que les constitutions nationales, par exemple dans les pays membres de l’Union européenne, se voient contraintes d’introduire des considérations d’ordre économique (“régle d’or”). Les questions économiques peuvent également conduire à remettre en cause les structures étatiques, comme l’illustre le débat sur les couts financiers du système d’autonomie en Espagne. E- Réalisation et aspects matériels Le point de départ de cette ambitieuse démarche doit être modeste et conduire à un examen concret des réalités propres à un certain nombre d’Etats, sans présupposés idéologiques. Il est envisagé de réunir, dans un premier temps, un groupe d’une dizaine des juristes constitutionnalistes réputés appartenant à des Etats des deux cotés de la méditerranée. Pourraient être retenus, dans une première phase, l’Espagne, la France, l’Italie, la Grèce, le Maroc, la Tunisie, l’Egypte, le Liban et la Turquie. Lorsqu’un fonctionnement harmonieux et efficace aura été trouvé un élargissement à d’autres pays sera souhaitable. Pour des raisons diplomatiques seront écartées dans un premier temps les questions relatives à Israël et à l’Autorité palestinienne. Chaque membre du groupe aurait pour mission de constituer un groupe de travail national sur les thèmes retenus, analysant le droit positif national, constitutionnel, législatif et jurisprudentiel sur ces questions, l’ambition étant rappelons le de travailler à la recherche des conditions de l’Etat de droit, non pas à partir de concepts préétablis, mais à partir du “droit vivant” afin justement d’établir des concepts qui traduisent à la fois les aspirations communes et les réalités spécifiques. Ce Groupe pourrait tenir sa première réunion à l’automne 2012. A cette occasion seraient définis les objectifs, les méthodes de travail, les moyens à mettre en œuvre. Il conviendrait également de définir quelques axes d’études, par exemple, le principe d’égalité, les droits sociaux, principes économiques et Constitution, la place de la Justice.. mais cette liste n’est qu’illustrative Ce Groupe aurait vocation à s’élargir au fur et à mesure de sa consolidation. Il devrait tenir une conférence internationale lorsque ses travaux seraient suffisamment avancés, ce qui permettrait à la fois de faire état des avancées, de valider les acquis de définir de nouvelles pistes et de faire connaître son existence et ses ambitions. Il pourrait, à terme, constituer le noyau d’un Institut euro-méditerranéen de l’Etat de droit. Mais répétons le des débuts modestes, la constitution d’un groupe restreint, francophone afin de faciliter le travail et les débats, doivent en constituer le point de départ. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 16 Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre Géographique Euro-Méditerranéen Ce projet pourrait s’appuyer sur l’association “Jurimed” qui lui assurerait un appui matériel et structurel. Cette association fédère ou participe à un certain nombre de réseaux (réseau des notaires méditerranéens, réseau des comptables méditerranéens, réseau des juridictions économiques et commerciales) et mène un certain nombre de projets (code des contrats et obligations, propriété intellectuelle, microentreprise). Les liens établis avec cette structure existante pourrait s’opérer dans des conditions qui restent à définir. BIBLIOGRAPHIE Bertrand Mathieu, Constitution: rien ne bouge et tout change, Lextenso, 2013 Débat a Rabat sur les expériences comparées de Juctice constitutionnelle (Rabat, le 15 octobre 2012) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 TUNUS’TA DEMOKRATİK GEÇİŞ* (DEMOCRATIC TRANSITION IN TUNISIA) Yadh Ben Achour Kamu Hukuku profesörü, Devrim Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi Yüksek Makamı Başkanı ve İnsan Hakları Komitesi Üyesi/Professor of Public Law, President of the High Authority of the objectives of the Revolution, Member of the Committee of Human Rights ÖZET Tunus, tarihin en önemli diktatörlüklerinden birisini düşüren devrimden sonra, demokratik geçiş süreci yaşamıştır. Birlikçi, demokratik, sosyal, dünyevi, ya da tam olarak sivil, medeni bir anayasa talebiyle devrimi gerçekleştiren halk, sol eylemcilerden, işçilerden, işsiz genç diplomalılardan, kadın hareketleri aktivistlerinden ve insan hakları savunucularından oluşuyordu. Bu mücadele, ilkin devlet başkanlığı statüsünün meşruluğunu ortadan kaldırmış ve diğer anayasal kurumlar üzerinde de domino etkisi göstermiştir. Devrimin ilk önemli anayasal adımı 3 Şubat 2011’te, geçici Cumhurbaşkanının kanun hükmünde kararname çıkarmaya yetkili kılınması olmuştur. Bu yetki, cumhurbaşkanını ilk geçiş döneminin gerçek yasa koyucusu haline getirmiştir. Ardından çıkartılan ilk el metin niteliğindeki KHK’larla olağanüstü hal hukukuna geçilmiş ve 1959 Tunus anayasası resmen askıya alınmıştır. Bu süreçte süregelen tartışmalarda devrimin motor güçleri, kurucu meclis, yeni anayasa ve demokratik seçimler mücadelesini sürdürmüşlerdir. Seçimlerde ise, çoğu devrime hiç katılmamış ve daha çok seçim kampanyalarında kandırılmış olan mukafazakar seçmenlerin En Nahda Partisine oy vermesi, bu partinin açık arayla birinci seçilmesine neden olmuştur. Devrim sürecinde insan hakları, demokrasi, çok partililik fikirlerini benimsediğini söyleyen İslamcı akım, seçim zaferinden sonra bu söylemleri hızla terk etmiş ve genel politikasını köktenci bir hatta çekerek, İslamcılığı empoze etmek üzere baskı siyaseti uygulamaya başlamıştır. Bu yanıyla Ekim seçimlerinin sonuçları, Ocak devrimine sadakatsizlik taşımaktadır ve bir karşı-devrim hareketine dönüşmek üzeredir. Anahtar Kelimeler: Tunus’da demokratik geçiş, kanun hükmünde kararnameler, siyasal islamcılık, En Nahda, karşı-devrim, Ocak devrimi * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 18 Tunus’ta Demokratik Geçiş ABSTRACT Tunisia had a democratic transformation period after a revolution that ended one of the most important dictatorships. The crowd, after having created the revolution, was asking for a unifying, democratic, social, non-military and modern constitution. There were leftist activists, workers, unemployed young graduates, feminists and human right advocates. The struggle abolished the presidency and with its legitimization all the other constitutional institutions collapse like dominos. In the first important constitutional step of the revolution, the President of the Republic was granted the authority to issue decree laws. With this authority the PR became the first legislator of the transition period. The decree laws made possible the declaration of a state of emergency and the constitution of 1959 was officially suspended. The forces of the revolution kept on fighting for a constituent assembly, a new constitution and democratic elections. During the elections the conservatives, who did not join the revolutionary activities and were deceived by the political campaigns, voted for En Nahda Party, which saw all the secular parties as anti-Islamist parties. The Islamists won the elections, and despite their claims during the revolution regarding the internalization of human rights, democracy and multi-party system, after the elections they were fast enough to deny these concepts and move towards a fundamentalist approach, using Islamism as a way to create political pressure. In that sense, the elections in October are an act of disloyalty against the revolution, and have a counter-revolutionary character. Keywords: democratic transition in Tunisia, political muslim movement, En Nahda, Revolution on January *** “Demokratik geçiş” kavramı tarihsel bakımdan demokratik çağa ilişkin bir kavramdır. Bu kavram, demokrasi doktrini ile uygulamalarının doğuşunu ve ilerlediğini gören modern çağın kendine özgü bir çizgisini oluşturmaktadır. Demokratik geçiş, Batı demokrasilerinde, demokrasinin seçim mekanizmaları sayesinde iktidara gelen faşist ya da sosyalist diktatoryal rejimlerin düşüşüyle ortaya çıktı. Demokratik geçiş burada, diktatörlük ve savaşla kaybedilen demokrasinin gene demokratik mekanizmalarla geri getirilmesine yardım etti. Latin Amerika’da bu, sıklıkla askeri diktatörlükleri izleyen sivil savaş dönemlerinin ardından demokrasinin yeniden kurulması için kullanıldı. Orta ve Doğu Avrupa’daysa bu, “halk demokrasileri” olarak adlandırılan komünist diktatörlükler ile klasik batı demokrasilerinden mülhem yeni liberal demokratik rejimler arasında bir geçiş aracı oluşturdu. Franko diktatörlüğünün yavaştan çöAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 19 küşü ile anayasal bir süreç içerisinde monarşik demokratik bir rejimin kuruluşunu yaşayan İspanya’daysa, kurumsal bir geçiş biçimi hâline geldi. Buna karşın; demokratik geçiş kavramının, anlamını, içinde bulunduğu kendine özgü bağlamla kazandığını görüyoruz. Tunus’ta, tamamen şaşırtıcı bir şekilde en korkunç diktatörlerden birini düşüren bir devrimin ardından gelen bir geçiş biçimini aldı. O hâlde sıra, diktatörlük ile devrimin temel taleplerinin bir parçası olan demokartik bir rejim arasındaki geçişi sağlayacak aracı bulmaya geldi. Bu arayış elbette planlı, programlı, çelişkisiz ve kolayca olmadı. Herhangi somut bir hareket planı olmaksızın gerçekleşirken tüm doğallığını da taşıyordu. Meşruluğun düşüşü ve işlevsel bir Anayasa Hukukunun inşaası. Devrimin ilk etkisi; eski 1959 Anayasasının temel taşı olan devlet başkanlığı görevinin boşalmasıyla, Devletin tepesinde oluşan hukuksal boşluk, siyasi meşruluğun ortadan kalkmasına yol açtı. Bu boşluğa, sembolik nitelikteki kamu yerleriyle meydanların işgali ve halk gösterileriyle, ölü ya da yaralı mağdur sayısına rağmen üstesinden gelemeyen düzen güçlerinin yetersizliklerinin de etkili olduğu sokak eylemleri neden oldu. Başkanlık görevinin boşalması anayasal kurumların bütünü üzerinde bir domino etkisi yarattı. 27 Şubat 2011’de Hükümetin düşüşüne tanıklık ettikten sonra, eski rejimin 3 anahtar kurumunun intihara zorlandığını gördük. Bu herşeyden önce, 3 Şubat 2011’de toplanarak yasama erkinin cumhurbaşkanına devrine ilişkin yasa tasarısının anayasallığını 1959 Anayasasının 28. Maddesine dayanarak kabul eden Anayasa Konseyi’nin durumu idi. Söz konusu devir geçici Cumhurbaşkanını kanun hükmünde kararnameler çıkartmaya yetkilendiriyor ve onu bu ilk geçiş döneminin gerçek bir yasakoyucusu yapıyordu. Bu, Anayasa Konseyinin son kararı oldu. Bu karara dayanarak Millet Meclisi ve akabinde Danışmanlar Meclisi 7 ve 9 Şubat 2011 tarihli devir yasasını kabul ettiler. 5 sayılı bu kanun 9 Şubat 2011’de yayınlandı. Bu 1959 Anayasasının himayesindeki Cumhuriyet Parlamentosunun kabul ettiği son kanun oldu. Gerçekten 23 Mart 2011 tarihli 12 sayılı kanun hükmünde kararname ile her iki meclisin yanısıra Anayasa Konseyi ile Sosyal ve Ekonomik Konsey de resmen fesholdu. 5 sayılı devir kanununa dayanarak birçok kanun hükmünde kararname yayınlandı, ki 18 Şubat 2011 tarihli ve 6 sayılı “Devrim Hedeflerinin, Siyasi Reformların ve Demokratik Geçişin Sağlanmasından Sorumlu Yüksek Makam”ın Kuruluşuna dair Kanun Hükmünde Kararname’yi özellikle belirtmek gerekir. 5 sayılı kanundan itibaren ülke; 14 sayılı kanun hükmünde kararname ile askıya alınacak olan 1959 Anayasasının usûl hükümlerinden uzak bir şekilde ülkenin anayasal yaşamını düzenleJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 20 Tunus’ta Demokratik Geçiş diğinden ötürü, işlevsel bir anayasa hukukunun yaşama geçirildiği geçici bir olağanüstü hâl hukukunun uygulandığı bir döneme girecektir. Böylece, 5 sayılı devir kanunuyla kendimizi sınırlamak için, Anayasanın yasama yetkisinin devrinin usûl ve koşullarını düzenleyen 28. maddesinin uygulanamayacağını; özellikle Cumhurbaşkanınca kabul edilen kanun hükmünde kararnamelerin onayının her iki meclis de fesholduğundan mümkün olmadığını, böylelikle Cumhurbaşkanının kanun hükmünde kararnameler çıkartma yetkisinin süresinin açık yani belirsizliğini önceden biliyorduk. 14 sayılı kanun hükmünde kararname için de aynı değerlendirmeyi yapabiliriz. Gerçekten de bu kanun hükmünde kararname hiçbir hukuksal temele dayanmıyordu. Bu, herhangi bir anayasal kaynağa dayanmayan bir ilk el metindi. Meşruluğunu herşeyden önce şu ya da bu şekilde – siyasi ve sivil toplumun itiraz etmediği- 1959 Anayasası ile temel kurumlarını yeniden tartışması gereken Devrimin kendisinden ve sonra da genel uzlaşmadan alıyordu. 1959 Anayasasının düşüşü ve işlevsel bir anayasa hukukuyla ikâme edilmesi, tam anlamıyla, devrimin en önemli hukuksal sonuçlarını oluşturmaktadır. Hukuksal planda, geçiş dönemi 3 safhaya ayrılabilir: İlki, OcakMart 2011 arasında gerçekleşen 1959 Anayasasının hayatta kalışı ve ölümü; ikincisi Mart-Ekim 2011’de gerçekleşen geçici hükümet ile Devrim Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi Yüksek Makamının kurulması; ve nihayet 23 Ekim 2011 seçimlerinden itibaren başlayan sonuncu safha. 1959 Anayasasının hayatta kalışı ve ölümü. Ocak-Mart 2011. Eski Başkanın kaçtığı gün, 14 Ocak 2011’de ilk Başbakan Muhammed Gannuşi Cumhurbaşkanının geçici olarak görevlerini yerine getiremediğini ve yetkilerini Anayasanın 56. Maddesine dayanarak Başbakana devrettiğine dair bir demeç verdi. Fakat kamu erkleri meydana gelen olaylarla biraz zamanın geçmesini beklediler. Anayasa Konseyinin 15 Ocakta Cumhurbaşkanlığı makamının tamamen boşaldığını açıklamasının ardından Anayasanın 57. Maddesinin uygulanmasıyla bu durum açıklık kazandı. Aynı zamanda; birisi 2010 Aralık - 2011 Ocak arasında meydana gelen olayları, diğeri yolsuzluk dosyalarını soruşturmakla görevli, sonuncusu ise Devrimin yeni demokratik anlayışına uyarlamak üzere Tunus hukuki sisteminin baştan başa gözden geçirilmesiyle görevli siyasi reform komisyonu olmak üzere 3 komisyon kuruldu. Başlangıçta yalnızca hukuksal ve teknik nitelikte olan bu sonuncu komisyon; Hükümetin 11 Şubat 2011’de bir çoğu halk toplantılarını destekleyen, bazense hazırlayan 28 siyasi parti, dernek ve sendikayı birleştirerek kurduğu sivil inisiyatif oluşumu Devrimin Korunması Ulusal Komisyonuyla yaptığı görüşmeler sonucunda Devrim Yüksek Makamı’na dönüşecektir. İşte bu şartlarda 18 Şubat 2011 tarihli ve 6 sayılı “Devrimin, Siyasi Reformların Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 21 ve Demokratik Geçiş Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi Yüksek Makamı”nın kurulmasına dair kanun hükmünde kararname yayınlanacaktır. Kısa sürede Anayasanın 57. Maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı anlaşıldı. Gerçekten bu hüküm Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin düzenlenmesi için 60 gün kadar bir süre tanıyordu. Ülkede meydana gelen olağanüstü durumlar karşısında bu sürenin 24 Temmuz 2011 tarihine uzatılması fikri tartışıldı. Ancak sokağın baskısı; özellikle Hükümetin merkezinin de bulunduğu Kasba meydanının ikinci kez işgaliyle ülkedeki genel güvenliğin durumu, bu olasılığı uygulanamaz hâle getirdi. Bu durumda; özellikle, halk referandumuna sunulacak yeni bir anayasa tasarısının hazırlanması yahut da bir Kurucu Meclisin davetiyle yasama meclisleriyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin eş zamanlı yapılması ve hatta Cumhurbaşkanının seçilmesi seçenekleri tartışıldı. Ancak bütün senaryolar arasında Ulusal Kurucu Meclis çözümü kazandı. 27 Şubat 2011’de Hükümetin düşüşünün ardından, Anayasanın 57. Maddesinin yardımıyla geçici Cumhurbaşkanı olan eski Ulusal Meclis Başkanı Fuad Mebaza 3 Mart 2011’de önemli bir konuşma yaptı. Konuşmasında; Anayasanın askıya alındığını, 24 Temmuz 2011’de Kurucu Meclis seçimlerinin yapılacağını ve seçimlere değin iktidarın kendisi ve Başbakan Beji Kaid Essebsi tarafından kullanılacağını açıkladı. Bir süre sonra komaya giren Anayasanın yürürlüğü, 23 Mart 2011 tarih ve 14 sayılı kamu erklerinin geçici düzenlenmesine dair kanun hükmünde kararname ile son bulacaktı. O gün 1959 Anayasası toprağa verildi. Daha sonra, “Küçük Anayasa” olarak adlandırılan ve Ulusal Kurucu Meclis tarafından oylanan 16 Aralık 2011 tarih ve 6 sayılı geçici bir anayasal kanun ile gereksiz bir şekilde bir kere daha toprağa verilecekti. Geçici Hükümet ve Devrim Yüksek Makamı. Mart-Ekim 2011. 1959 Anayasasının 28. Maddesine dayanılarak çıkartılan kanun hükmünde kararnameler (décret-loi) ile 23 Mart 2011 tarih ve 14 sayılı anayasal [–karakterde- ç.n.] kararname (décret-loi constitutionnel) arasında hiçbir ortak yön yoktur. Bu ikincisi; -belirttiğimiz üzere- anayasal herhangi bir temeli olmayan, kurucu karakterde ve gücü yalnızca Devrimden ve ortak uzlaşmadan aldığı meşruluktan kaynaklanan bir ilk el işlem teşkil etmektedir. “Kararname” olarak nitelendirilmesi bürokratik gelenekten kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte kararnamenin asıl karakteri gerekçelerinde açık bir şekilde ortaya konmuştur. Kararname, eski Anayasanın kadüklüğüne, Devrime ve yeni bir Anayasanın hazırlanmasına yönelik egemen halk iradesine dayanmaktadır. Öyleyse söz konusu kararname, Tunus’un devrim sonrası ilk “Küçük Anayasa”sını oluşturmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi önceki anayasal kurumları lağveden 14 sayılı kararname, yasama erkini, gene kararname çıkartmak suretiyle kullanacak olan geçici Cumhurbaşkanına bırakmaktadır. Bu kararnameler doğal olarak kanun hükmündedirler. Böylece CumhurbaşJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 22 Tunus’ta Demokratik Geçiş kanı hem Devlet Başkanı, hem icra gücünün başı hem de yasama erkinin asili hâline gelmektedir. Bu geçici anayasal yapıda Cumhurbaşkanı sistemin temel taşını oluşturmaktadır. Bununla birlikte biliyoruz ki; bu şekilde kurgulanan hukuksal model, Başbakan, iktidarı hükümetiyle birlikte siyasi aktörlerin herbirinin psikolojisini göz önünde tutarak yalnızca siyasi nedenlerle kullanacağından, siyasi gerçekliği yansıtmamaktadır. Bu makamların karşısında, Devrim Yüksek Makamı, eleştirildiği “fiili parlamento” rolünü üstlendi. Oluşumu Başbakanlık kararıyla belirlenen ve Hükümetin faaliyeti karşısında eleştirel bir makam hâline gelen Yüksek Makam, yaratıcı bir kendiliğindenlikle “6 Kurtuluş Kanunu”nu hazırlayarak kabul etti. Ki bunlar: 10 Mayıs 2011 tarihli ve 35 sayılı “Bir Ulusal Kurucu Meclis’in Seçimi”ne dair kararname, 18 Nisan 2011 tarihli ve 27 sayılı “Bağımsız bir Yüksek Seçim Makamı”nın kuruluşuna dair kararname ile 87, 88, 115 ve 116 sayılı –sırasıyla- “Toplantı Özgürlüğü”ne, “Siyasi Parti Özgürlüğü”ne, “Basın Özgürlüğü’ne” ve “Medya Özgürlüğü”ne dair kararnameler. Bu kurtuluş kanunları Devrimden kaynaklanan hukuk kaynakları olarak gelecekteki makamlara kaçınılmaz bir fren oluşturacaklardır. Bir örnek vermek gerekirse bağımsız gazetecilerin kavgasında, iktidar için rahatsız edici hâle gelen ve bir türlü uygulanmayan 115 ve 116 sayılı “Basın Özgürlüğü” ile “Medya Özgürlüğü”ne ilişkin kararnameler 23 Ekim 2011 seçimleriyle kurulan hükümet makamlarına karşı onları bu kararnamelerin “etkinleştirilmesi”ne zorlamaya kaynak olacaklardır. Bu dönemde belli sayıda ciddi kriz patlak verecektir. İlki Hükümet ile Yüksek Makam arasında 35 sayılı seçim kararnamesinin 15. Maddesiyle, 27 sayılı Bağımsız Yüksek Seçim Makamına dair kararnamenin 8. Maddesinin uygulanması konusundaki görüş farklılıklarıdır. Söz konusu 15. Madde diktatörlük zamanında iktidardaki eski partinin (Anayasal Demokratik Birlik - RCD’nin) sorumlularının ihraçlarını hedefliyordu. 8. Maddeye gelince, Yüksek Seçim Makamındaki yargıç temsilcilerine ilişkindir. İkinci kriz 24 Temmuz 2011’de yapılması planlanan seçimlerin ertelenmesine ilişkindir. Gerçekten, 2011 Mayıs sonunda Bağımsız Yüksek Seçim Makamı Kemal Cendubi başkanlığında daha ilk toplantılarını yaptıkları sırada; seçimlerin idari, mali, maddi, örgütsel ve bilgi-işlem boyutları dikkate alındığında 24 Temmuz’da gerçekleştirilmesinin, seçimlerin itibarı açısından imkânsız olduğunu farkettiler. Seçimlerin ertelendiğinin Yüksek Seçim Makamı Başkanı tarafından ilân edilmesi uzlaşıyı kırdı ve ülke büyük bir krizin eşiğine geldi. Siyasi partilerle görüşmelerin ardından, 8 Haziran 2011’de gerçekleştirilen ulusal bir konferans ile uzlaşıyı yeniden sağlayan, Başbakan oldu. Bu konferansta uzun bir konuşma yaparak seçimlerin ertelenmesinin gerçek nedenlerini açıkladı ve 23 Ekim 2011 tarihini önerdi. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 23 Tam bu kriz çözülmüştü ki, seçimlerden önce bir referandum düzenlenmesini ve Kurucu Meclisin yetkilerinin sınırlanması ile yetki süresinin belirlenmesini amaçlayan kamu talepleri sırasında bir başka kriz baş gösterdi. Bu referandum fikri, seçimlerin 23 Ekim’de gerçekleştirilmesini neredeyse tehlikeye sokuyordu. Bu kriz, bazısının vazgeçmesine rağmen Yüksek Seçim Makamı’nda temsil edilen 11 siyasi partinin 15 Eylül 2011’de imzaladığı “Geçiş Süreci Bildirisi” sayesinde aşıldı. Bu bildiri seçimleri kurtararak planlandığı üzere 23 Ekim 2011’de gerçekleşmesini sağladı. Ocak devriminden 2011 Ekim seçimlerine. Ocak devriminin verdiği mesaj açıktı. Bir yandan birlikçi, demokratik, sosyal ve muvakkat, dünyevi, ya da tam olarak sivil, medeni. Bu mesaj hiçbir dini sloganı içermiyordu ve Devrimi somut olarak destekleyen aktörler arasında yalnızca radikal sol ve milliyetçi partiler, barolar gibi bazı meslek birlikleriyle ulusal işçi sendikası (Tunus Ulusal İşçi Birliği - UGTT), Tunus Yargıçlar Birliği ve Tunus İnsan Hakları Derneği bulunuyordu. Siyasi islamcılık ve islamcı partiler bütünüyle yoktular. Devrim, Muhammed Buazizi’nin baştan aşağı din karşıtı intiharıyla başladı ve bu hareket Cumhuriyet Müftüsü tarafından kınandı ancak bu kınama doğal olarak ses getirmedi. Devrim Yüksek Makamının çalışmasının aynı demokratik perspektifte olduğunu eklemek gerekir. İslâmdan mülhem siyasi partiler kendilerini Yüksek Makam nezdinde hiç de rahat hissetmediler. En Nahda Partisi bir gidip bir geldikten sonra, Yüksek Makamın sol akımların tahakkümü altında olduğunu ve yasama erkini gaspettiğini ileri sürerek 2011 Haziranında çekildi. Bağımsız Yüksek Seçim Makamı 23 Ekim seçimlerini tatmin edici koşullarda düzenleyip, yönetip, gerçekleştirdi. Önceden kazanma niyeti olmaksızın ve risksiz bir seçim düzenlendiğini bilerek açık, samimi, göreceli bir demokratik ruh ile Yüksek Seçim Makamı Başkanı seçim sonuçlarına –kimin lehinde olursa olsun- etki edilmesine müsaade etmeyecekti; bu da, mutlakiyetçi doktrinlerden etkilenmiş, dini ya da başka bir eğilimde bir Başkanın söz konusu olmadığını gösteriyordu. 23 Ekim günü Tunus tarihinin en mutlu günlerinden birisi oldu. Ancak seçim sonuçları islamcı partinin açık farkla galip olduğunu gösterdi ki bu hiçbir şekilde Ocak devriminin hedeflerinden birisi değildi. Bugün tarihe biraz geriden bakıldığında bu seçimlerin bir karşı devrim olduğunu dahi söylememiz mümkündür. Bu durum, devrimi yapan halk ile seçen halkın aynı halk olmamasıyla açıklanabilir. Devrimi yapan halk sol eylemcilerden, işçilerden, işsiz genç mezunlardan, kadın hareketleri aktivistlerinden ve insan hakJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 24 Tunus’ta Demokratik Geçiş ları savunucularından oluşmaktaydı. Seçimlere katılan halk ise bunun aksine, çoğunluğu Devrime hiç katılmamış seçim kampanyaları tarafından kandırılmış, laik partileri din karşıtı partilerle bir tutan ve En Nahda Partisine oy vererek dini tercihlerini destekleyen muhafazakarlardan oluşuyordu. Olayların devamı önceki değerlendirmeyi haklı çıkartacaktır. Oysa, sol partilerle düzenlenen 18 Ekim 2005 tarihli ortak grevden bu yana islamcı parti, dini değil sivil bir parti olduğunun ve de insan hakları hukuku, demokrasi, hukuk devleti, çok partililik ve Devletin sivil karakterinden yana olduğunun altını çizerek demokratik akımı benimsemiş görünüyordu. Ne var ki 23 Ekim seçimlerinin ardından, olumlu görünen bütün bu sözlerini inkâr ettiğini görmekteyiz. Partinin temsilcilerinden birisi (Partinin eski başkanı ve Ulusal Kurucu Meclis’te milletvekili) yollara bariyerler koyarak trafiği engelleyen protestoculara El-Mâide sûresinin 33. ayetinin uygulanması gerektiğini söyledi ki âyet “Allah ve Resûlüne karşı savaşanların” öldürülmelerini veya el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesini yahut da bulundukları yerden sürülmelerini emretmektedir. Manuba Üniversitesi’ndeki çarşaf krizinde ise Yüksek Öğretim Bakanı sistematik olarak çarşaf giyenlerden yana ve Edebiyat Fakültesi Dekanıyla Bilim Konseyine karşı hasmane tavır aldı. Partinin köktenci siyaseti bir çok vesileyle kendisini gösterdi: Özellikle Persepolis filmi olayında, filmi yayınlayan Nessma televizyonunun bu filmi yayınlaması Yüce Allah’a zarar verici olarak kabul edildi. Aynı şekilde Abdelya olayında da bir resim sergisi sırasında gösterilen bir vidyo montajının kutsala saldırdığı iddia edildi. Daha vahimi söz konusu parti, mücahit aşırı islamcıların aydınlara, muhalif partilere, sanatçılara yönelik şiddet eylemlerinin büyümesine engel olmadı. Ancak tüm bunlara tüy diken 14 Eylül 2012’de Amerika Büyükelçiliği ile Amerikan okuluna yapılan saldırı oldu ki Tunus’un yurtdışındaki imajını ciddi bir şekilde bozdu. 10 Ekim 2012’den itibaren Tunuslular En Nahda Partisi başkanının selefistlerle yaptığı gizli anlaşmayla; tek düşüncesi laiklik taraftarlarının kökünden kazınması (almaniyyoun) ve idareye, polise, orduya ve kitle iletişim araçlarına el koyarak tüm topluma camiler, kreşler, islamcı okullar aracılığıyla tam islâmcılığı empoze etmek olan gerçek niyetlerini ortaya koyan vidyoları keşfettiler. 18 Ekim 2012’de Tunus’un Çağrısı Partisi’nden (Nida Tounés) bir partici çatışmalar sırasında islamcı eylemciler tarafından dövülerek öldürüldü. Bu terör bize maalesef iktidara gene seçim sandıklarıyla gelen faşist ve milliyetçi-sosyalist partilerin deneyimini düşündürtüyor. İktidardaki troyka [3’lü koalisyon – ç.n.] ve özellikle çoğunluk partisi Devrimin sözcüsü olmakla övünüyor. Bununla birlikte olgular bunun aksini kanıtlıyor. Ekim seAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 25 çimleri ve özellikle sonrası, eğer son dakikada ulusal bir uyanış olmadıkça, Ocak devrimine karşı –hadi ihanet demeyelim- bir sadakatsizlikle bitecek gibi görünüyor. Ama Ocak Devrimi, tüm baskıcı arzulara karşı, yakın ve uzak gelecekteki tüm özgürlük kavgalarının esin kaynağı olarak kalacaktır. Demokratik hareketler, her gün yeni bir sınav veren güçlerini gene ondan almaktadırlar. (21 Ekim 2012) KAYNAKÇA Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010 Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif a l'élection d'une assemblée nationale constituante Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 LA TRANSITION DÉMOCRATIQUE EN TUNISIE Yadh Ben Achour Professeur de droit public/ Président de la Haute Instance de réalisation des objectifs de la Révolution/ Membre du Comité des droits de l’Homme RÉSUMÉ La transition démocratique en Tunisie, survenue à la suite d’une revolution qui a réusii d’une manière tout à fait surprenante à faire tomber une dictature des plus redoutables. Le message de la Révolution du 14 janvier 2011 était Claire: c’était à la foi un message unioniste, démocratique, sociale et temporel. Ce message n’avait adopté aucun slogan religieux et, parmi les acteurs qui ont soutenu concrètement la Révolution, ne figuraient que des partis d’extrème gauche et nationalistes, certaines ordres professionnels, le syndicat national des travailleurs. L’islamisme politique et les partis islamistes furent totalement absents. Alors que le parti islamiste semblait s’être rallié au courant démocratique et qu’il était favourable aux droits de l’homme, à la démocratie, à l’Etat de droit, au multipartisme, au caractère civil de l’Etat, on l’a vu renier ses engagements dès lendemian des elections de l’Assemblée Constituante qui a eu lieu le 23 octobre 2011. Mots clefs: La chute de la légitimité et la constitution d’un droit constitutionnel fonctionnel, la survie et la mort de la constitution de 1959, le gouvernement provisoire et la Haute instance de la revolution, les elections de l’Assemblée constituante. *** La notion de “transition démocratique” s’inscrit historiquement dans l'ère démocratique elle-même. Elle constitue un trait spécifique de l'époque contemporaine, époque qui a vu émerger et se développer la doctrine et les pratiques de la démocratie. Dans les démocraties occidentales, elle est apparue après la chute des régimes dictatoriaux, fasciste ou national socialiste, qui ont accédé au pouvoir grâce aux mécanismes électoraux de la démocratie. Ici, la transition démocratique a servi à ramener à la démocratie perdue par suite de la dictature et de la guerre, par des mécanismes eux-mêmes démocratiques. En Amérique 28 La Transition Démocratique En Tunisie latine, elle a été utilisée pour restaurer la démocratie, après des périodes de guerre civile souvent suivies de dictatures militaires. En Europe centrale et orientale, elle a constitué l'instrument de passage entre les dictatures communistes, appelées “démocraties populaires” et les nouveaux régimes de démocratie libérale, inspirés du modèle des démocraties occidentales classiques. En Espagne, elle a pris la forme d'une transition institutionnelle qui a vécu la mort lente de la dictature franquiste et l'instauration d'un régime démocratique monarchiste par la mise en oeuvre d'un processus constitutionnel. Nous voyons par conséquent que la notion de transition démocratique prend sa signification à la lumière du contexte particulier dans lequel elle se situe. En Tunisie, elle a pris la forme d'une transition, survenue à la suite d'une révolution qui a réussi d'une manière tout à fait surprenante à faire tomber une dictature des plus redoutables. Elle a alors consisté à rechercher le moyen d'assurer le passage entre la dictature et un régime démocratique qui fait partie des revendications fondamentales de cette révolution. Cette recherche n'a pas été sans difficultés, sans improvisations, sans soubresauts, ni contradictions. Elle s'est construite sans véritable plan d'ensemble, en même temps qu'elle se vivait dans toute sa spontanéité. La chute de la légitimité et la constitution d'un droit constitutionnel fonctionnel. Le premier effet de la révolution a consisté à provoquer un anéantissement de la légitimité politique, suivi d'un vide juridique au sommet de l'État, par la vacance de la fonction présidentielle qui était, dans l'ancienne constitution de 1959, la pièce maîtresse de l'édifice constitutionnel. Ce vide a été causé par les mouvements de masse dans la rue, à travers les manifestations populaires, à travers également les occupations de lieux et de places publiques symboliques et l'impuissance des forces de l'ordre d'en venir à bout, malgré le nombre des victimes, morts ou blessés. La vacance de la fonction présidentielle a produit à son tour un effet de dominos sur l'ensemble des institutions constitutionnelles. Après avoir assisté à la chute du gouvernement le 27 février 2011, nous avons vu trois institutions clés de l'ancien régime procéder à leur suicide forcé. Cela a été tout d'abord le cas du Conseil constitutionnel qui, réuni le 3 février 2011, a déclaré la constitutionnalité du projet de loi relative à la délégation du pouvoir législatif au président de la république sur la base de l'article 28 de la constitution de 1959. Cette délégation habilitait le président de la République provisoire à prendre des décrets-lois de valeur législative et en faisait ainsi le véritable législateur de la première période transitoire. Ce fut là le dernier acte du Conseil constitutionnel. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 29 Sur la base de cette décision, la Chambre des députés, puis la Chambre des conseillers, adoptèrent, les 7 et 9 février 2011, la loi de délégation. Cette loi numéro 5 fut promulguée le 9 février 2011. Ce fut là la dernière loi adoptée par le Parlement de la République sous l'égide de la Constitution de 1959. En effet, les deux chambres seront dissoutes officiellement, ainsi d'ailleurs que le Conseil constitutionnel et le Conseil économique et social, par le décret-loi constitutionnel numéro 14 du 23 mars 2011, portant organisation provisoire des pouvoirs publics. Sur la base de cette loi de délégation numéro 5, un certain nombre de décrets-lois furent promulgués, notamment le décret-loi numéro 6 du 18 février 2011 portant institution de la “Haute instance pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique”. À partir de la loi numéro 5, le pays allait entrer dans une période de mise en application d'un droit constitutionnel fonctionnel, un droit d'exception, puisque, tout en organisant la vie constitutionnelle du pays, il le faisait, à titre transitoire, sans égard aux dispositions formelles de la constitution de 1959 qui sera finalement suspendue par le décret-loi constitutionnel numéro 14. Ainsi, toujours pour nous limiter à la loi de délégation numéro 5, on savait d'avance que les conditions de mise en application de l'article 28 de la Constitution qui prévoyait les conditions de fond et de procédures d'adoption de la délégation du pouvoir législatif ne pourraient pas être mises en application, notamment la ratification des décrets-lois adoptés par le président (puisque les chambres seront dissoutes), ainsi que le délai au cours duquel le président serait habilité à prendre des décrets-lois, puisque ce délai restait ouvert et donc inconnu. Nous pouvons faire exactement le même raisonnement, en ce qui concerne le décret-loi constitutionnel numéro 14 lui-même. En effet, ce décret-loi ne reposait sur aucune base juridique. C'est un texte initial qui ne dérivait d'aucune source constitutionnelle. Il puisait sa légitimité, tout d'abord de la Révolution elle-même qui devait, d'une manière ou d'une autre, remettre fondamentalement en cause la Constitution de 1959, ainsi que l'essentiel de ses institutions, et ensuite du consensus général, puisque ni la société politique, ni la société civile ne contestèrent cet acte fondamental. La chute de la Constitution de 1959 et son remplacement par un droit constitutionnel fonctionnel constituent véritablement les conséquences juridiques les plus importantes de la révolution. Sur le plan juridique, la période transitoire peut-être découpée en trois phases: la première, qui a vu la survie, puis la mort de la Constitution de 1959, se situe entre janvier et mars 2011; la deuxième, celle du gouvernement provisoire et de la Haute instance pour la réalisation des objectifs de la révolution, se situe de mars à octobre Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 30 La Transition Démocratique En Tunisie 2011; enfin, la troisième commence à partir des élections du 23 octobre 2011. La survie et la mort de la constitution de 1959. Janvier -mars 2011. Le jour même de la fuite de l'ancien président, le 14 janvier 2011, le premier ministre Mohamed Ghanouchi a fait une déclaration d'après laquelle le président, momentanément empêché, déléguait ses pouvoirs au Premier ministre, sur la base de l'article 56 de la Constitution. Mais les pouvoirs publics se sont laissés distancer par les événements. Cela est devenu tout à fait clair, le 15 janvier, date à laquelle il a été fait application de l'article 57 de la Constitution, après la déclaration de la vacance définitive de la présidence, le jour même, par le Conseil constitutionnel. En même temps, trois commissions ont été mises en place, l'une chargée d'enquêter sur les événements de décembre 2010 et janvier 2011, l'autre chargée d'enquêter sur les affaires de corruption et la dernière, la Commission de réforme politique, chargée de procéder à la refonte du système juridique tunisien pour l'adapter au nouveau contexte démocratique de la Révolution. Cette dernière commission, au départ exclusivement juridique et technique, deviendra la Haute instance de la révolution, après les tractations du gouvernement avec le Conseil national de protection de la révolution, organisme d'initiative privée, constitué le 11 février 2011 et réunissant 28 partis politiques, associations, syndicat dont plusieurs avaient soutenu et parfois encadré les rassemblements populaires. C'est dans ces conditions que fut promulgué le décret-loi numéro 6 du 18 février 2011 portant création de la “Haute instance de réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique”. Très vite, on s'aperçut que la mise en application de l'article 57 de la Constitution était impossible. En effet cet article laissait à peine un délai de 60 jours pour organiser les élections présidentielles. L'idée de prolonger ce délai jusqu'au 24 juillet 2011, au vu des circonstances exceptionnelles que traversait le pays, a été discutée. Mais la pression de la rue, notamment la deuxième occupation de la place de la Casbah, siège du gouvernement, la situation sécuritaire générale du pays, ont rendu cette hypothèse impraticable. D'autres choix ont été alors discutés, notamment l'élaboration d'un projet de constitution qui serait soumis au référendum populaire, ou encore des élections simultanées législatives et présidentielles, ou même l'élection d'un président de la République, suivie de la convocation d'une assemblée constituante. Mais, c'est la solution de l'Assemblée nationale constituante qui l'emporta parmi tous les scénarii envisagés. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 31 Après la chute du gouvernement, le 27 février 2011, le président de la République provisoire, Foued Mebazaa, ancien président de la Chambre des députés, devenu président par le jeu de l'article 57, prononça un important discours le 3 mars de 2011, dans lequel il annonçait la suspension de la Constitution, des élections constituantes pour le 24 juillet 2011 et l'exercice du pouvoir par lui-même et le Premier ministre, Béji Caïd Essebsi, jusqu'aux élections. Cette survie de la Constitution, quelque peu agonisante, sera achevée par le décret-loi constitutionnel numéro 14, du 23 mars 2011 portant organisation provisoires des pouvoirs publics. Ce jour là, la constitution de 1959 fut enterrée. Elle sera enterrée une deuxième fois, mais inutilement, par la nouvelle loi constitutionnelle provisoire numéro 6 du 16 décembre 2011, appelée la “Petite Constitution” et qui fut votée par l'Assemblée nationale constituante. Le gouvernement provisoire et la Haute instance de la révolution. Mars- octobre 2011. Rien de commun entre les décrets-lois pris sur la base de l'article 28 de la Constitution de 1959, et le décret-loi constitutionnel numéro 14 du 23 mars 2011. Ce dernier constitue un acte initial, fondateur, qui n'a, comme nous l'avons signalé, aucun soubassement constitutionnel et n'a pour seule autorité que la légitimité qu'il tire de la Révolution et du consensus général. C'est la tradition bureaucratique qui explique son titre de “décret-loi”. Son caractère initial est pourtant clairement révélé par les motifs du décret-loi qui font référence à la caducité de l'ancienne Constitution, à la Révolution et à la volonté du peuple souverain d'établir une nouvelle constitution. Ce décret-loi, par conséquent, constitue bien la première “Petite Constitution” de la Tunisie post-révolutionnaire. En même temps qu'il dissout les institutions constitutionnelles anciennes, comme nous l'avons déjà indiqué, le décret-loi numéro 14 confie le pouvoir législatif au président de la République provisoire qui agit, dans ce domaine, encore une fois, par voie de décrets-lois. Ces derniers décrets-lois ont évidemment valeur de lois. Ainsi, le président de la République devient à la fois chef de l'État, chef de l'exécutif et titulaire du pouvoir législatif. Dans cette architecture constitutionnelle provisoire le président de la République constitue la clé de voûte du système. Nous savons pourtant que le modèle juridique ainsi adopté ne correspond pas à la réalité politique puisque c'est le Premier ministre qui, en fait, exercera le pouvoir avec son gouvernement, pour des raisons principalement politiques, mais relevant également de la psychologie particulière de chacun des acteurs. Face à ces autorités, la Haute instance de la révolution joua le rôle d'un “parlement de fait”, comme on le lui a d'ailleurs reproché. Dans une sorte d'improvisation créatrice, la Haute instance, dont la composition a été fixée par un arrêté du premier ministre, en même temps qu'elle se Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 32 La Transition Démocratique En Tunisie constituait en instance critique de l'action gouvernementale, a élaboré et adopté par vote ce que nous pouvons appeler “les six lois de la libération”, c'est-à-dire, le décret-loi numéro 35 du 10 mai 2011, portant élection d'une Assemblée nationale constituante, le décret-loi numéro 27, du 18 avril 2011, portant création d'une Instance supérieure électorale indépendante, enfin les décrets-lois 87, 88, 115 et 116, relatifs respectivement à la liberté d'association, aux partis politiques, à la liberté de la presse, et à la liberté des médias. Ces lois de la libération deviendront la source du droit issu de la Révolution et constitueront pour les futures autorités un frein incontournable. Pour donner un exemple, les décrets-lois 115 et 116 relatifs respectivement à la liberté de la presse et celle des médias deviendront la référence pour les journalistes indépendants dans le combat pour la liberté de la presse qu'ils durent livrer contre les autorités gouvernementales issues des élections du 23 octobre 2011, en les obligeant à procéder à “l'activation” de ces deux décrets-lois devenus gênants pour le pouvoir. Un certain nombre de crises graves apparurent au cours de cette période. La première est relative à la divergence de points de vue entre le gouvernement et la Haute instance au sujet de l'article 15 du décret-loi électoral numéro 35 et l'article 8 du décret-loi numéro 27, relatif à l'instance supérieure électorale indépendante. L'article 15 visait à exclure les responsables de l'ancien parti au pouvoir sous la dictature, le R. C. D. Quant à l'article 8, il concernait les représentants des magistrats au sein de la haute instance électorale. La deuxième crise est relative au report des élections prévues initialement pour le 24 juillet 2011. En effet, lorsque l'Instance électorale indépendante organisa, sous la présidence de M. Kemal Jendoubi, ses premières réunions à la fin du mois de mai 2011, elle s'aperçut rapidement que la date du 24 juillet était impossible à tenir étant donné le délai requis pour organiser, sur le plan administratif, financier, matériel, organisationnel, informatique, des élections crédibles. Le report des élections, annoncé par le Président de l’Instance électorale, brisa le consensus et le pays fut à deux doigts d'une crise majeure. C'est le premier ministre qui, après des négociations avec l'ensemble des partis politiques, réussit à rétablir le consensus au cours d'une conférence nationale tenue le 8 juin 2011, au cours de laquelle il prononça un discours, expliquant les raisons véritables du report des élections et proposant la date du 23 octobre 2011. À peine cette crise résolue, qu’une autre vit le jour à travers des demandes publiques tendant à organiser un référendum avant les élections pour préciser et limiter les compétences de l'Assemblée constituante et prévoir la durée de son mandat. Cette idée du référendum faillit mettre en danger la tenue des élections du 23 octobre. Elle fut surmontée grâce à la signature par les 11 partis politiques représentés au Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 33 sein de la Haute instance, malgré le désistement de certains d'entre eux, d'une “Déclaration sur le processus transitoire” du 15 septembre 2011. Cette déclaration sauva les élections et celles-ci purent avoir lieu normalement comme prévu le 23 octobre 2011. De la révolution de janvier aux élections d'octobre 2011. Le message la révolution de janvier était clair. C'était à la fois un message unioniste, démocratique, sociale et temporel, dunyawi, ou, plus exactement, civil, madani. Ce message n’avait adopté aucun slogan religieux et, parmi les acteurs qui ont soutenu concrètement la Révolution, ne figuraient que des partis d'extrême gauche et nationalistes, certains ordres professionnels, comme celui des avocats, le syndicat national des travailleurs U.G.T.T., l'Association des magistrats tunisiens ou encore la Ligue tunisienne de défense des droits de l'homme. L'islamisme politique et les partis islamistes furent totalement absents. La Révolution commença par un suicide, celui de Mohamed Bouazizi, acte foncièrement antireligieux, d'ailleurs condamné par le Mufti de la république qui, évidemment, ne fut guère entendu. Il faut ajouter à cela que le travail de la Haute instance de la Révolution s'inscrit dans la même perspective démocratique. Les partis à inspiration islamique ne se sentirent jamais à l'aise au sein de l'Instance et le parti Nahdha finit par se retirer définitivement en juin 2011, après un premier désistement suivi d’un retour, arguant du fait que la Haute instance était dominée par le courant de gauche et qu'elle avait indûment usurpé le pouvoir législatif. L'Instance supérieure électorale indépendante a dirigé, organisé et réalisé les élections du 23 octobre dans des conditions satisfaisantes. L'esprit démocratique étant ouvert, sincère et relativiste, sachant donc organiser une élection sans intention de la gagner d'avance et sans risques, cet esprit qui animait le président de l'instance supérieure électorale ne pouvait l'autoriser à influencer d'une manière quelconque le résultat des élections, ce qui n'aurait peut-être pas été le cas d'un président inspiré par une doctrine absolutiste, de tendance religieuse ou autre. Ce jour du 23 octobre fut l'un des jours les plus heureux de l'histoire tunisienne. Mais les résultats des élections qui donnèrent une victoire confortable au parti islamiste ne s'inscrivent nullement dans la perspective de la révolution de janvier. Aujourd'hui, avec le peu de recul historique dont nous disposons, nous pouvons même affirmer que les élections, c'était déjà une contre-révolution. Cela s'explique par le fait que le peuple de la révolution n'est pas le même que celui des élections. Le premier est composé de militants de gauche, d'ouvriers, de jeunes diplômés chômeurs, de mouvements féministes, de défenseurs des droits de l'homme. Le peuple des élections, au contraire, est composé majoritairement de conservateurs qui n'avaient Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 34 La Transition Démocratique En Tunisie pris aucune part à la Révolution, de croyants trompés par la campagne électorale et convaincus qu'en votant pour Nahdha, ils prenaient fait et cause pour leur religion personnelle, tout en identifiant les partis laïques à des partis antireligieux. La suite des événements va confirmer la remarque précédente. Alors que le parti islamiste semblait, depuis la grève commune du 18 octobre 2005 avec les partis de gauche, s'être rallié au courant démocratique en affirmant qu'il était un parti civil et non pas un parti religieux, qu'il était favorable aux droits de l'homme, à la démocratie, à l'État de droit, au multipartisme, au caractère civil de l'État, nous le voyons renier ses engagements dès le lendemain des élections du 23 octobre. L'un de ses représentants, ancien président du parti, député à l'Assemblée nationale constituante, invoqua contre les protestataires qui barraient les voies de circulation routière, l'application du verset 33 de la sourate de la Table préconisant la mort, la crucifixion ou l'amputation ou le bannissement contre “ceux qui font la guerre à Dieu et à son prophète”. Dans la bataille du niqab, à l'Université de la Manouba, le ministre de l'enseignement supérieur adopta systématiquement des positions favorables aux porteuses de niqab, et hostiles au doyen de la faculté des lettres et du conseil scientifique. La politique intégriste du parti se révéla à de multiples occasions, notamment l'affaire du film Persépolis, diffusé par la chaîne de télévision Nessma et qui fut considéré comme attentatoire à la majesté divine, ainsi que l'affaire de la ‘ibdiliyya au cours de laquelle une exposition de peinture fut considérée, par suite d'un montage vidéo fabriqué, comme portant atteinte au sacré. Mais le plus grave, c'est que le parti laissa se développer dans le pays des actions violentes contre les intellectuels, les partis de l'opposition, les artistes, de la part d'islamistes radicaux jihadistes. Le comble de cette situation de violence fut atteint par l'agression, le 14 septembre 2012, de l'ambassade et de l'école américaines, ce qui eut pour conséquence de considérablement détériorer l'image de la Tunisie à l'étranger. A partir du 10 octobre 2012, les Tunisiens découvrirent les vidéos qui dévoilaient les véritables intentions du président du parti d'établir en Tunisie, en connivence avec les salafistes, un régime islamiste totalitaire soucieux de l'éradication des laîcistes, almaniyyoun, et imposant à la société une islamisation totale, par l'intermédiaire des mosquées, des crèches et des écoles islamistes, ainsi que par une mainmise totale du parti sur l'administration, la police, l'armée et les médias. Le 18 octobre 2012, un militant de Nida Tounés, à la suite d'échauffourées, fut battu à mort par des militants islamistes. Cette terreur nous fait tristement penser à l'expérience des partis fasciste et national-socialiste qui tous deux arrivèrent également au pouvoir par la voie des urnes. La troïka au pouvoir et le parti majoritaire en particulier se targuent d'être les portevoix de la Révolution. Pourtant, les faits sont là pour prouver le Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yadh Ben Achour 35 contraire. Les élections d'octobre, mais surtout leur suite, à moins d'un sursaut national de dernière minute, auront fini par constituer une infidélité, pour ne pas dire une trahison, à la Révolution de janvier. Mais, contre toutes les volontés hégémoniques, cette dernière restera la source d'inspiration de tous les combats pour la liberté, dans l'avenir proche et lointain. C'est d’elle que les mouvements démocratiques tirent la force dont ils font quotidiennement preuve. (21 octobre 2012) BIBLIOGRAPHIE Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de la promulgation de la Contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010. Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif a l'élection d'une assemblée nationale constituante. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 AKDENİZDE ANAYASACILIK HAREKETLERİ KARŞISINDA TÜRKİYE* (TURKEY IN THE FACE OF CONSTITUTIONALISM MOVEMENTS IN THE MEDITERRANEAN) İbrahim Ö. Kaboğlu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi/Professor of Constitutional Law at the University of Marmara ÖZET Türkiye, Akdeniz havzasının tarihsel ve kültürel mirasını paylaşmaktadır. Bununla birlikte, daha çok Avrupa merkezli anayasacılıktan esinlenmiş bulunuyor. Gerçi, Akdeniz devletleri de, anayasalara sahip olmuştur. Ne var ki, bir anayasaya sahip olmak, her zaman, anayasacılık hareketi içerisinde yer almak anlamına gelmez. Anayasacılık, siyasal iktidarı sınırlandıran ve insan haklarını güvence altına alan anayasaya saygı ve uyulmaması durumunda yaptırım mekanizmalarını gerekli kılar. Türkiye’deki anayasal gelişmeler, Cumhuriyet dönemi ile sınırlı olmayıp, Osmanlı Devleti’ne uzanmaktadır. Parlamentoyu ilk kez kuran Kanun-i Esasi’den (1876), parlamenter rejimi klasik mekanizmalarıyla öngören 1961 Anayasasına kadar, zengin bir siyasal ve anayasal deneyimden söz edilebilir. Yürürlükteki 1982Anayasası, sayısı yirmiye yaklaşan değişiklik sonucu ilk halinden uzaklaşmış bulunuyor. Bununla birlikte, 21. Yüzyıl Türkiye toplumunun sorunlarını çözme ve ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, yeni bir anayasa yazım çalışmaları yürütülmektedir. Anayasa yapım süreci bakımından Türkiye’yi, Tunus ve Mısır gibi geçiş dönemi rejimlerinden ayıran başlıca fark şudur: adı geçen ülkelerde, siyasal kırılma ve kopma döneminin ardından anayasa yapım süreci devam ettiği halde, Türkiye, “anayasal düzenin devamlılığı” sırasında yeni bir anayasa hazırlamaktadır. Yenileme sürecinde farklı usul ve yöntemler benimsenebilir. Fakat asıl olan, erkler ayrılığı ve insan haklarının güvence altına alınmasıdır. Bunun için başta erkler ayrılığı gelmek üzere, anayasal fren * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 38 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye ve denge mekanizmaları bütünü gözetilmelidir. Bu bakımdan, Akdeniz havzasının yeni anayasa yapım sürecinde bulunan devletleri, bu asgari gerekliliklere yanıt verebildikleri ölçüde ancak, demokratik rejimi ve hukuk devletini kurabililer. Ana hedef, “siyasal alternans” koşullarının oluşturulması olmalıdır. Bu bakımdan, Türkiye’nin, bölge devletleri için ne ölçüde model oluşturduğu sorusu gündeme gelmektedir. Türkiye, model olabilir mi ve özgünlüğü nereden kaynaklanmaktadır? Yazıda, çağdaş anayasaların birbirini esinlemesi ve etkileşim sürecinin Akdeniz bölgesine uygulanabilirliği tartışılarak, Türkiye’nin “insan haklarına dayanan demokratik ve laik hukuk devleti” özelliği vurgulanmaktadır. Eğer Türkiye, böyle bir süreçte model olarak görülebiliyorsa, bunun nedenini, anaysal ve siyasal yapısını, çağdaş hukuk sistemine oturtmayı büyük ölçüde başarmasında aranmalıdır. Çoğulcu demokratik ortamda siyasal alternansın iyi kötü işleyebilmesi, Cumhuriyetçi yönetim şeklinin gerçekleştirdiği kurumlar sayesinde mümkün olmaktadır. Anahtar Kelimeler: Anayasa, anayasacılık, anayasa yapım tipolojisi, anayasa yapımında zaman ve mekan, anayasal taklit, anayasal esinlenme, Türkiye modeli, transconstitutionalisme. ABSTRACT Turkey shares the historical and cultural heritage of the Mediterranean basin. Nevertheless, the country has been inspired by a European sense of constitutionalism. Even though many Mediterranean countries had constitutions, having a constitution does not always mean to be a part of constitutionalist movement. Constitutionalism means respect for the constitution that guarantees human rights, delimits political power, and needs enforcement mechanisms in case it is not obeyed. The constitutional developments in Turkey are not limited to the Republican era and dates back to Ottoman times. From Kanuni Esasi, which formed the first assembly to the Constitution of 1961 that foresees parliamentary regime with its classical mechanisms, we can talk about a rich political experience. The constitution of 1982, which is still in effect, seems quite different from the original version after nearly 20 amendments. Nevertheless, it is ineffective in dealing with 21st century problems and needs. Hence, the preparation of a new constitution. The main difference between Turkey and countries like Egypt and Tunisia is this: these countries are preparing their constitutions after a serious period of political breaking point, where in Turkey this preparation process is taking place together with a currently effective constitutional continuum. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 39 Countries who use different methods in the writing of a new constitution can meet the common denominator of constitutionalist movement in terms of content. Despite the differences of political regime, it is crucial to establish a separation of powers and guarantee human rights. To this end a system of checks and balances has to dominate the constitutional system. In this system it is crucial to have independent judiciary. In that sense, the Mediterranean countries in making of new constitutions have to respond to these needs to establish a democratic regime and rule of law. The main goal should be to create conditions of political alternation. The question is how much of an example Turkey sets for other states in the region. Can Turkey be a model and where does its originality come from? This article discusses how modern constitutions influence each other and if it is possible to apply this interaction process in the Mediterranean. The article also focuses on Turkey as a democratic and secular state of law based on human right. If Turkey is viewed as a model, the reason is its success in establishing a political and constitutional structure within the modern legal system. In order for political alternation to function in a plural democratic environment, we need the institutions of the Republican regime. Keywords: constitution, constitutionalism, constitution writing types, time and space in constitution making, constitutional imitation, constitutional inspiration, Turkish model, anayasacılık-ötesi. *** Sürmekte olan anayasal hareketler hakkında karşılaştırmalı bir yaklaşımın merceğindeki başlangıç notlarımız altı başlıkta toplanmaktadır: I. Akdenizin kuzey ve güneyi II. Anayasa ve anayasalcılık III. Sürmekte olan anayasal süreçlerin tipolojileri hakkında IV. Türkiye V. Anayasal süreçlerde zaman ve mekân VI. “Türk modeli” ve sınırları I. Akdenizin kuzey ve güneyi Güney Avrupa ve Kuzey Afrika aynı anayasal mirası paylaşmamaktadırlar. Bununla birlikte, zaman ve mekân bakımından siyasi açıdan kimi karşılaştırmalı unsurları ortaya çıkartmak mümkündür. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 40 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye -20. yy’ın son çeyreğindeki güney Avrupa ülkelerindeki otoriter düzenler, doğusunda olduğu kadar batısında da ortak bir mirası paylaşıyorlardı1: doğuda, Yunanistan ve Türkiye; batıda, İspanya ve Portekiz. Yunanistan, İspanya ve Portekiz anayasalarını iki hedef doğrultusunda hazırladılar: Avrupa Konseyi’ne ve Avrupa Birliği’ne girme hedefleri2. Bu genç demokrasiler, 21. yy’ın başında bir dizi (mali, iktisadi ve siyasi) krize yakalandılar. Anayasal değişiklikler işte bu ardı ardına gelen krizlere bir çare gibi düşünüldü. Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa Birliği adayı Türkiye’ye geldikte ise, Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de olanların aksine yeni Anayasanın hazırlanması ve demokrasiye geçiş askeri vesayet altında gerçekleştirildi. 1982 Anayasası, hukuk devleti güvencelerinin oluşturulabilmesi için 1987’den beri değiştirilmiş ve gözden geçirilmiş ise de Türkiye 1990’ların başından itibaren yeni bir anayasa arayışı içerisindedir. Şu var ki, bu yönde somut olarak yalnızca 2011’de harekete geçilebilmiştir. - ODKA3 bölgesinde, 2011 başında Yasemin Devrimi ile başlayan arap baharı konumuz açısından siyasi-anayasal bir kesintiye karşılık gelmektedir. Yine de ODKA ülkelerinin büyük kısmı modernleşme siyasetleriyle at başı, 20. yy’ın ikinci yarısında hazırlanan anayasalarla mücehhezdirler. Her halükârda siyasi düzenleri ve özellikle de uygulamaları açısından ODKA ülkelerini belirleyen otoriterlikleridir. - Burada, her devletin bir anayasayla sahip olmasının anayasalcılığa dahil olması için yeterli olmaması nedeniyle, anayasa ve anayasalcılık arasında bir ayrım yapmak yerinde görünüyor. II. Anayasa ve anayasalcılık4 En geniş kabulüyle anayasalcılık “siyasi faaliyetler ile devlet faaliyetlerine etkili frenler kurmayı ve sürdürmeyi içeren teknik”tir (C.J. Friedrich). 1 Yunanistan’daki Albaylar Diktatörlüğü (1967-1974), Türkiye’deki Generaller Diktatörlüğü (1980-1983) ve, İspanya (1936-1976) ile Portekiz’deki(1934-1974) sivil diktatörlükler. Bu ülkeler batı ittifakınca 30 yıl boyunca hoş görülen ulusal askeriotoriter bir vesayetin gölgesinde yaşadılar. Bu “yeni demokrasiler”, Kuzey’de gelişen “parlamenter model”den esinlenerek anayasalarını 1975, 1976 ve 1978’de hazırladılar. 2 “80’li yıllarda 9’lar Avrupası, diktatörlerinden kurtulan 3 ülkenin gelişiyle 12’ler Avrupası hâline gelecektir: 1981’de Yunanistan, 1986’da İspanya ve Portekiz “(L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Monde histoire, Décembre 2012). 3 Ortadoğu ve Kuzey Afrika 4 “Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in Dictionnaire des Droits de l’Homme, sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H. Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials, F. Sudre, PUF, 2008, pp.183-185 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 41 Buna karşın en dar tanımıyla ise anayasalcılık, kuşkusuz siyasi iktidarın sınırlandırılması fikrine işaret etmekte ise de söz konusu siyasi iktidar yalnızca modern devleti temsil etmektedir. 5 Nihayet, anayasalcılığın bu modern çerçevesi “bağımsız bir mahkemece gerçekleştirilen bir anayasallık denetimini kurarak kanunların anayasaya uygunluklarını gözetip bizzat yasama erkinin sınırlanmasını mümkün kılan siyasi düzenleri belirle”meye yarayan daha dar bir kavramı da içermektedir (Ph. Raynaud). Anayasalcılığın modern kabulü siyasi erklerin işlemlerini insan haklarının korunması lehine yargısal denetime tâbi tutma amacına tanıklık etmektedir. Anayasa ve anayasalcılık arasındaki farka geldikte, Tunus örneği oldukça çarpıcı görünmektedir. 1959 Anayasasında 2002’de yapılan değişiklikler ile “Hukuk Devleti”: “Tunus Cumhuriyeti hukuk devleti’nin ilkeleri üzerine kurululudur” (m. 5) hükmünü açık bir şekilde Anayasaya sokmuştur. Anayasalcılık ve anayasa arasındaki farka işaret etmesi açısından Prof. N. Baccouche’un gözlemi bir delil olarak gösterilebilir: “Anayasaca hukuk devletinin ilânı, fazla elverişli olmayan siyasi ve kültürel bir çevrede hukuk devletinin gerçekleştirilmesi sorununu da beraberinde getirmektedir. 6 Bunun paralelinde devletler üstünde yani bölgesel düzlemde de benzeri bir not düşülebilir: Bölgesel düzlemde İnsan ve Halk Hakları Afrika Şartı ile İnsan Hakları Arap Şartı, insan haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik araçlar yürürlükte olmasına karşın; iç hukuktaki etkileri, fren ve karşı denge mekanizmaları olmadığından ve özellikle de uygun bir yargısal denetimin yokluğundan dolayı oldukça sınırlı kalmaktadır. III. Sürmekte olan anayasal süreçlerin tipolojisi hakkında Sayın Profesör Rafaa Ben Achour, ODKA bölgesinde devam eden anayasal süreçlerin tipolojisi için şu kategoriyi önermiştir7: -Tam kesinti ve yeni bir anayasa, -Devmlılık ve yeni bir anayasa 5 “Anayasalcılık; özel ya da sosyal alan ile kamusal ve siyasi alan -yani Devlet ile sivil toplum- arasında bir ayrımı varsayan liberal demkorasi felsefesinin bütünleştirici kısmını oluşturmaktadır. (...)” (Beaud, “Constitutionnalisme”, p.193). 6 Néji Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association Tunisienne de Droit Constitutionnel, 2010, p.4. 7 Profesör Rafaa Ben achour’un bildirisi: “Les évolutions constitutionnelles dans la Région MENA”, Séminaire international, Université de Carthage, le 20/01/2012. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 42 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye -Devamlılık ve düzeltilmiş anayasallık A) Tam Kesinti ve yeni bir anayasa Bu kategori, mevcut düzeni bir bütün olarak yıkan bir devrimi yaşayan devletlere karşılık gelmektedir: Tunus, Mısır ve Libya. Bunlar arasında en belirgini Tunus’unkidir. Tunus yürürlükte olan anayasal düzenini sıfırlayarak, seçildiği 23 Ekim 2011 tarihinden itibaren 1 yıl içerisinde Kurucu Meclis’e yeni bir Anayasa hazırlamak görevi vermiştir.”8 Görüldüğü üzere Tunus’taki demokratik geçiş “Ulusal Kurucu Meclis” vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Mısır ise önceliği, Ulusal Meclis’in seçimine verdi. Yeni anayasa, kurucu erk olarak hareket eden Ulusal Meclis nezdinde kurulan anayasal Komisyonca hazırlandı. Libya’da ise anayasanın hazırlanması 12 Temmuz 2012’de seçilen Kurucu Meclis’e tevdi edildi.9 B) Devamlılık ve yeni bir anayasa “Bu durumda, ülke eski anayasayla tam bir kesintiye kadar gitmeksizin, yeni bir anayasa hazırlanmaktadır”10. Bunun en çarpıcı örneği Fas’tır: Yeni bir anayasa Kralın atadığı bir uzmanlar komitesi tarafından hazırlanmıştır. Uzun incelemelerden sonra tasarı gözden geçirilmiş, düzeltilmiş ve referanduma sunularak 1 Temmuz 2011’de kabul edilmiştir. C) Devamlılık ve düzeltilmiş anayasallık Burada söz konusu olan, Bahreyn ve Moritanya örneklerinden görüleceği üzere “Anayasa mühendisliğinin ve erkler ayrılığına dair hukuksal mekanizmaları ile vatandaşların siyasi hayata katılımlarının yeniden uyarlanması”dır.11 IV. Türkiye Yeni Anayasanın hazırlanmakta olduğu Türkiye’nin durumuna gelince, öncelikle iki özelliğe dikkat çekilmeli: İlki; burada söz konusu olan, anayasal düzenin devamlılığındaki anayasanın yenilenmesidir. İkincisi, yürürlükteki Anayasa toptan değişikliğe dair bir usûlü öngörmemektedir. Geçiş döneminin karmaşıklığını gösterebilmek için Türkiye’deki anayasal gelişmelere 3 zamanlı olarak göz atmak yerinde olur: geçmiş, günümüz, gelecek. 8 “Profesör R. Ben Achour’un bildirisi”. Ayrıntılar için bkz.: Prof. Yadh Ben Achour, Prof. Fadel Moussa, Prof. Néji Baccouche ve Doç. Chawki Gaddes’in tebliğleri. 9 Kamel Mostafa Taimour, “Mısır’da demokratikleşme sürecinde yeni anayasanın hazırlanması, yeni dönemin sorunları ve mücadele alanları”, Anayasa Hukuku Dergisi 1/1, 2012, s.4912-511. 10 R. Ben Achour, “Allocution…”, p.3. 11 R. Ben Achour, “Allocution…”, p.4. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 43 A) Geçmiş: Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet düzeni12 1. Ferman/Parlamento/Parlamentarizm denemesi Türk anayasal düzeni, kaynağını Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde bulur. 1839’dan itibarendir ki Osmanlı İdaresinin yeniden düzenlenmesi ve modernleştirilmesini sağlayan reformlara girişilmiştir. Tanzîmât fermanı olarak da adlandırılan Gülhane Hatt-ı Hümayun’u bugün kimi anayasacılar tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk insan hakları bildirgesi olarak kabul edilmektedir. İçeriğine bakıldığında, yasallık ve eşitlik ilkeleri kadar kişi güvenliği de Ferman’ı karakterize etmektedir. Modern anlamıyla “kanun” kavramı da; bir tür “osmanlı” uyarlaması olarak niteleyebileceğimiz, kimi Avrupa ülkelerinde yürürlükte olan kanunlar “hukuksal iktibas” yoluyla yine Tanzimat döneminde kabul edilmiştir. İlk Anayasa bir “meşruti monarşi” çerçevesinde kaleme alınmıştır. Böylece 1876 Kanun-i Esasi’si ilk defa iki meclisli bir parlamentonun kurulmasını öngörmektedir. 1908’de “ikinci” anayasal monarşi, 1876 metnini değişitirerek Parlamentonun yetkilerini artırmış ve kimi yeni özgürlükleri tanımıştır. Gerçekten de bu anayasal ferman, 1909’da gerçekleştirilen bu değişiklik ile “misak anayasa”ya dönüşmüştür. 18. yy.’ın sonunda yürürlüğe giren yazılı anayasları hatırlarsak eğer; Avrupa ve Kuzey Amerika’daki anayasal hareketlere nazaran demek ki bir asırlık bir gecikme söz konusudur.13 2. Meclis hükümeti/Karma rejim/Parlamenter rejim Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet ve laiklik fikirleri üzerine kuruludur. Modern Türkiye’nin kuruluşu çokuluslu bir İmparatorluk ile ulus devlet, çokinançlı bir İmparatorluk ile laik devlet arasında geçişi sağlamış ve 1920’li yılların başlarında bu dönüşüm tamamlanmıştır. Ulusal bağımsızlık hareketinin ardından, uluslarası düzlemde, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının imzalanması, Türkiye’nin 12 Türkiye’deki anayasal gelişmeler için bkz.: Jean Marcou, “L’expérience constitutionnelle turque”, Revue de Droit Public, 1996-2, s.425-462. 13 Burada Tunus’un durumu zikredilmeye değerdir: “Tunus, 1857’de bir haklar bildirgesi ve 1861’de bir anayasa kabul ederek hukuk sistemini modernleştirme girişimi şansına sahip olan ilk müslüman arap ülkesidir. (...) bu hukuk ve siyaset kültürünü benimseme hareketi, topluma birlikte yaşamanın yeni kurallarını özümsemesini de sağlayacaktır... Anayasa fikri aynı zamanda sömürgelikten kurtulmanın sembol ve aracı olacaktır. Bağımsızlık hükümeti umut veren bu sözü yerine getirmeliydi. Ki 1 Haziran 1959 Anayasası bu sözün tutulmasıdır.” (N. Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, p.3). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 44 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye bağımsız bir devlet olmasını sağlamış ve bu andan itibaren de 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kurulmuştur.14 Yani Türkiye, 1982’ye değin, devamlılık (cumhuriyetçilik, laiklik ve vatandaşlık) ve kesintileriyle ile (1960, 1971 ve 1980’de olduğu üzere siyasi, demokratik ve anayasal) farklı siyasi ve anayasal değişikliklerle kendisini gösterecektir: 1923’ten 1946’ya değin tek parti düzeni söz konusu olsa da ardından çokpartililik doğacaktır. Bu ilk dönemin anayasası 1924 Anayasasıdır. Ardından 1960 ve 1980’deki iki askeri darbeyle biri diğerinin zıddı yönde iki yeni anayasa hazırlanacaktır. a) Meclis Hükümeti 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, –henüz henüz bağımsız bir devlet olmadan önce- halk çoğunluğuyla seçilen bir ulusal meclis tarafından hazırlanmıştır. Bu aynı zamanda, tüm erkleri ulusal mecliste toplayan ulus ve halk egemenliğine dayalı bir anayasadır. Hükümet, bu nedenle “Meclis Hükümeti”dir. b) Tek parti’den çokpartililiğe 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1922’de seçilen ikinci Ulusal Meclis tarafından hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Bu Anayasa, meclis hükümetinin kimi unsurlarını almış ve parlamenter rejimin öğelerini dahil etmiştir. (Ne parlamenter ne de meclis sistemi olan bu sistem “karma sistem” olarak adlandırılmaktadır.) Bu Anayasa, 36 yıl boyunca yürürlükte kalmış ve 1946’da çokpartililiğe geçişi sağlamıştır. Bununla birlikte demokratik bir sistemin kurulması amacıyla hazırlanmış olan bu Anayasa, yetersizliklerini de göstermiştir: 1950’den önce siyasi dönüşümlülük (siyasal münavebe) olmamıştır ve bu tarihten itibaren TBMM’de çoğunluğa sahip olan Demokrat Parti, kanunların anayasayaya uygunluk denetiminin eksikliğinden yararlanarak anayasaya aykırı kanunları rahatlıkla çıkartabilmiştir. Hukuk devleti ve demokrasi adına kimi aydınlarca da desteklenen 27 Mayıs 1960 darbesiyle rejim kesiniye uğramıştır. Ve bu dönemden itibarendir ki ordunun siyasi-anayasal düzenin işleyişine müdahalesi onar yıllık bir ritme dönüşmüştür. c) Hukuk devletinin gerçekleştirilmesi Askeri darbenin ardından hazırlanan ve bir referandumla kabul edilen 7 Temmuz 1961 Anayasası, insan haklarını, devletle ilişkisinde düzenleyen bir hüküm getirmektedir. Gerçekten de söz konusu Anayasanın 2. Maddesi Türkiye Cumhuriyeti’ni “insan haklarına 14 Söz konusu Antlaşma, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan müslüman olmayan vatandaşlara din temelinde bir azınlık statüsü de tanımaktadır. (Benzer bir statü, Yunanistan topraklarında yaşayan müslüman halka da karşılıklı olarak tanınmıştır.) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 45 dayanan” “millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak düzenlemektedir. Devletin “varlık sebebi” insan hakları ve buna saygı ile açıklanmaktadır. Bu Anayasa özgürlükler yararına, ayrıntılı bir insan hakları listesi vermesinin yanısıra temel hak ve özgürlükler (negatif statü hakları) ile sosyal, ekonomik ve kültürel hakları (pozitif statü hakları) da tanıyarak, sağlam temeller atmıştır. Sonrasında, Anayasa haklar güvencesinin uygun bir Devlet yapısıyla gerçekleştirilmesi gerektiğini göstermekte, ilk planda yargı, ardından yasama ve yürütme organları üzerine, örgütlenmeye ilişkin belli gereklilikler öngörmektedir. Erklerin ayrılığı çerçevesinde Anayasa, yargının bağımsızlığı ile sistemin işleyişinin merkez erki olarak çift meclisliliğe büyük önem vermektedir. Yürütme erki ise çift başlı olarak parlementer rejimin ruhuna uygun olarak düzenlenmiştir: Bakanlar Kurulu primus inter pares olarak Başbakan tarafından temsil edilmekte ve Cumhurbaşkanı çoğu sembolik ve onursal görevleri yerine getirmek üzere Parlamento tarafından seçilmektedir. Karşı ağırlıklar mekanizması açısından, anayasal düzen erkler arası bir dengeye dayanmaktadır. İlk defa1961 Anayasasında görünen hukuk devleti kavramının tüm mekanizmalarının hayata geçirilmesi konusunda anayasa hazırlayıcılarının iradesinin tam bir etkisi oldu: Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere bağımsız yargı, hukuk devletinin ana ayağını oluşturmakta idi. Türk Anayasa Mahkemesi, böylece 1945 Avusturya, 1947 İtalya ve 1949 Almanya Anayasa Mahkemelerinden esinlenilerek kuruldu. B) Günümüz İzleyen olaylar hukuk devleti ve insan hakları için pek de elverişli değildir. Önce 1971’de amacı Devletin yetkilerinin artırılması ve vatandaşlara tanınan hakların azaltılması olan bir muhtıra ile gerçekleştirilen askeri bir müdahale sonucu, 1961 Anayasası değiştirildi. 12 Eylül 1980’de yeni bir askeri darbe gerçekleştirildi. Bu, 27 Mayıs 1960’takine nazaran demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti açılarından etkileri tamamen zıt olan bir darbe idi. Kamu düzeninin ve siyasi istikrarın sağlanması amacıyla askerler hukuk sistemini sil baştan yaparak; toplumu, hukuksal mekanizmalar aracılığıyla yeniden şekillendirmek istediler. Bir kriz döneminde ve olağanüstü koşullarda hazırlanan bu Anayasa, şekli olarak Cumhuriyetçiliği, laikliği, hukuk devletini koruyarak, merkezi devletin birliğini daha da güçlendirdi. Bununla birlikte 2. maddesiyle devlet teşkilâtı artık insan haklarına dayanmamakta, üstelik zayıflatılmakta ve insan haklarına saygı, devlet makamlarının “gözetimi”ne bırakılmaktadır. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 46 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye 1982 Anayasası, 1961 Anayasasına nazaran yadsınamaz bir şekilde geriye dönüşüyansıtmaktadır. Bu nedenle 1982 Anayasası hukuk devletini sınırlamak üzere kurgulanmıştır. Fakat gene de, 1987’de başlayan ve yirmi yıla yayılan ardarda değişiklikler hukuk devletinin iyileştirilmesi olarak düşünülebilir. 15 C) Hangi geleceğe doğru? 1980’li ve 1990’lı yıllar Türkiyesinde anayasal reform talebi, büyük ölçüde siyasi sistemin askerileştirilmesine son vermek ve temel özgürlükleri genişletmek arzusu ile karışıyordu. Öte yandan anayasa reformu, Avrupa Birliği (AB) görüşmelerinin açılmasına bağlı idi. AKP’nin 2002’de iktidara gelişinden bu yana16 ve özellikle AB’ne katılım görüşmelerinin açıldığı 2005 yılında, anayasal sorun yeniden daha çok iç dinamiklere bağlı hâle dönüştü.17 Böyle bir çerçevede ise, yeni bir anayasal metnin hazırlanması ve kabulü siyasi gündem ile hükümet ve muhalefet arasındaki gerilimin sürekli rehinesi durumundaydı. Burada hatırlatmak gerekir ki, önceki yasama döneminin başında hükümet, 2007 seçim zaferinin gücüyle; bir “öneri metni”ni uzmanlar komisyonuna hazırlattı. Ne var ki izleyen aylarda bu düşünceden, daha 2008’in ilk dönemi dahi bitmeden AKP tarafından vazgeçildi. AKP üniversitelerde türban yasağını kaldırmak amacıyla 1982 Anayasasının yeni bir değişikliğine girişti. Anayasa Mahkemesi bu anayasal değişikliği iptal etti.18 Karara karşı –revanşçı bir yaklaşımla- AKP, 2010’da yaptığı anayasal bir değişiklik ile Anayasa Mahkemesini yeniden yapılandırdı.19 Anayasal reform, 12 Haziran 2011 yasama seseçim kampanyasının en temel konularından birisi idi. 4 yıl sonra sistemin farklı aktörleri nihayet utana sıkıla da olsa Türkiye’nin hak ettiği anayasal metin ile hazırlamak üzere birbirlerine güven duymaya başladılar. 2011 yasama seçimleri kampanyası, öncekinden daha az kutuplaşmış idi. Ancak AKP’nin etkisini büyütmesi kamuoyunun ve siyasi sınıfın bir kısmını, yeni bir anayasanın hazırlanmasının 15 Anayasa değişiklikleri için bkz. İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droit constitutionnel des libertés en Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis, Sakkoulas/Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004, pp. 839-955. 16 AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi 17 Jean Marcou, “L'élaboration d'une nouvelle Constitution, priorité de la législature”, mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT). 18 Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararı için bkz. İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le contrôle juridictionnel des amendements constitutionnels en Turquie”, in Les Cahiers du Conseil constitutionnel, No 27, 2009, pp. 38-42. 19 Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da aynı şekilde yeniden yapılandırıldı. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 47 AKP için sadece paylaşımsız bir nüfuzun artırılması imkânı yaratacağından korkutuyordu.20 Bu zor bağlama rağmen, şu anki yasamanın ilk adımları ölçülü bir iyimserliğin sürmesini sağladı. Hâli hazırda parlamentoda temsil edilen tüm siyasi partiler (AKP, CHP, MHP ve BDP)21, yeni bir Anayasanın hazırlanmasının 2011 Haziranında seçilen Meclisin önceliği olması gerekliği düşüncesini kabul etmişlerdi. “Uzlaşma komisyonu” denilen ve her siyasi partiden üçer milletvekilinin oluşturduğu bir komisyon, Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in başkanlığında yeni metni hazırlık çalışmalarına başladı. Komisyon yeni anayasanın hazırlanmasına dair yol haritası konusunda fikir birliğine vardı.22 İnsan hakları öncelikli olarak liberal geleneği izleyerek hâlledildi. Bununla birlikte 2012 yılının sonuna değin Komisyonun üzerinde anlaştığı maddelerin sayısı oldukça sınırlı kaldı.23 V. Anayasal süreçlerde zaman ve mekân Akdeniz havzasındaki anayasal hareketlere çağdaş anayasaların ayırıcı özelliklerini dikkate alınarak yaklacağız. A) Çağdaş anayasaların bazı ayırıcı özellikleri Herşeyden önce her toplumun kendi özelliklerinin temel normları belirlediğini unutmamak gerekir. Bu nedenledir ki anayasa “bir halkın otobiyografisi” olarak nitelendirilebilir. 20 “1982 Anayasası onbeşten fazla değişiklikle büyük ölçüde değiştirildi. Bu değişiklikler kuşkusuz metni iyileştirdi ise de kimileri bunları yeniden tartışma konusu etmenin belirsizliğe götürebileceğinden ötürü söz konusu değişikliklerin artık yerleşmiş oldukları ve bunlarla yetinilmesi düşüncesine dahi götürdü” (Jean Marcou, “L’élaboration d’une nouvelle constitution, …”.). 21 CHP: Cumhuriyet Halk Partisi; MHP: Milliyetçi Hareket Partisi; BDP: Barış ve Demokrasi Partisi 22 1982 Anayasası, İsviçre Anayasası (bkz. m. 193) gibi anayasanın tümden değiştirilmesi usûlünü öngörmemekte; referandumun düzenlenmesi de dahil bir değişiklik için madde 175’teki koşulların oluşması durumunda Cumhurbaşkanının inisiyatifiyle 2/3 bir çoğunluğu aramaktadır. Maddi sınırlandırmalara gelince, Anayasa “devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu” ile “Cumhuriyetin nitelikleri” ve “devletin bölünmezliği”ni düzenleyen hükümlerinin “değiştirilemez” olduğunu öngörmektedir (m. 1, 2 ve 3). 4. Maddesi ise bu 3 maddenin bekçisi olarak kaleme alınmıştır. “(...) değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” 23 Şu var ki Sayın Başbakanın ardarda verdiği ve yeni Anayasanın bir an önce tamamlanmasını dileyen demeçleri, CHP, MHP ve BDP’lilerce bir “dış müdahale” olarak yorumlandı. İçeriği açısından “alaturka” başkanlık rejimini getirmek isteyen AKP’nin önerisi, Anayasa komisyonunun çalışmalarını engelleme tehlikesi taşımaktadır. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 48 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye Dahası, anayasanın bir “özgürlük tekniği” olarak tanımlandığı da belirtilmelidir. Bu tanımdan itibaren insan haklarınının tüm anayasaların ortak paydası olduğunu ileri sürebiliriz. Nihayet, hukuk devletini kurmayı hedefleyen tüm anayasalar aşağıdaki 5 düzeyde kurgulanabilecek “denge ve karşı ağırlıklar” mekanizmalarını düzenlemelidirler: -Her erkin bünyesinde: yasama, yürütme ve yargı (Cumhurbaşkanının vetosu, Anayasa Mahkemesinin ön ve son denetimi, …) -3 erk arasında: Üniter devletler için merkezileşme ile adem-i merkeziliğin (yerel özerkliğin) düzeyi. Devlet adem-i merkezileştikçe, yerel makamlar siyasi iktidarları sınırlayabilecek durumda olacaktır. -Devlet ile toplum arasında: özerk bir toplum, yani insan haklarının temel değerler olarak kabul edildiği bir toplum, siyasi iktidarlar için öncelikli bir sınır oluşturacaktır. -Ulusal ve uluslararası düzlemler arasında: Bir devletin uluslararası taahhütlerinin ötesinde, insan hakları devlet egemenliğini kayıtlar24. B) Anayasal mekân ve anayasa-ötesi gelişmeler hakkında Maddi açıdan, iki sürecin birbirini tamamlayacağını ileri sürebiliriz: bir yandan, ülkenin anayasalaştırılması, öte yandan anayasanın ülkeselleşmesi. Böylesi bir süreç Akdeniz havzası ülkeleri için a fortiori kaçınılmaz bir süreçtir. Barselona Sözleşmesi, yürürlükteki anayasalar için asgari standart olarak kabul edilebilir.25 Akdeniz bölgesinde iki yıldan beri tanığı olduğumuz siyasi-anayasal gelişmeler ve olaylar bize “Akdeniz anayasalcılığı”ndan söz etmemizi sağlayacak mıdır? Kuşkusuz, “Akdeniz anayasalcılığı”ndan şu an söz etmek için çok erkendir.26 Bununla birlikte “Anayasalar-ötesi bir bakışla Akdeniz 24 Günümüzün birçok anayasası, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi insan haklarına ilişkin uluslararası araçlara atıfta bulunmaktadırlar. Buna ilişkin olarak İsviçre Anayasası daha da ileri gitmektedir, Federal Anayasanın 5. maddesi: “Konfederasyon ve kantonlar uluslararası hukuka saygı gösterirler” hükmünü düzenlemekte; Anayasa toptan değişikliği ile getirilen 193/4. maddesi ise “Uluslararası hukukun emredici hükümleri ihlâl edilemez” hükmünü getirmiştir. 25 Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi 16 Şubat 1976’da Barselona’da kabul edilmiş ve Haziran 1995’te değiştirilmiştir. Zaman içerisinde yetki alanı, kıyı bölgesinin planlanması ve yönetiminin de dahil edilmesiyle genişlemiştir. 22 âkit devlet, ayrı ayrı ya da birlikte sürdürülebilir kalkınmaya katkı amacıyla Akdeniz’in deniz sahasının iyileştirilmesi ve korunması için gereken tüm tedbirleri alırlar. 26 bkz. Prof. Bertrand Mathieu’nün tebliği. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 49 anayasalcılığına doğru”27 ifadesini kullanmak bize yerinde görünmektedir. Gerçekten de burada söz konusu olan zamansal ve mekânsal bir bakış açısıyla anayasal örtüşmedir: 2000’li yılların son 10 yılında Akdeniz mekânındaki anayasalcılık... Maşrık’tan Mağrip’e Akdeniz ülkelerinin anayasal taklit evresini geçmiş oldukları açıktır. Kuşkusuz çağdaş anayasalardan da esinlenebilirler. Bu süreçte, anayasa-ötesi bir perspektiften baktığımzda, türdeş sorunlar karşısında benzer çözümleri daha fazla düşünebiliriz. Anayasa yargısı, bu sürecin temel ayağı olarak kabul edilebilir. İşlevi; bazen federe organlar ile yerel kurumlar arasındaki (devletin yönetim şekli hakkındaki tercihine göre) bazen de erklerin yatay ayrımından kaynaklanan ihtilaflarda ve hatta demokratik sürecin denetiminde (seçimler, siyasi partiler) bir hakem görevi görecektir. Bundan dolayıdır ki, anayasa mahkemeleri anayasal organların işleyişlerinde fren ve denge mekanizmaları olarak kabul edilmektedirler. Bu işlevin ötesinde anayasa mahkemeleri insan haklarının en üst düzeyde bekçileri olarak düşünülmüşlerdir. Anayasa mahkemelerinin demokratik meşruluklarının temel kaynağı insan haklarını koruma rolleridir. Ne var ki bu, yargıçlarının atanması usûlüne muhakkak yansıması gereken bir husus değildir. Anayasa yargısının bu bekçilik görevini temin edebilmesi için herşeyden önce tüm medeni, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve çevre hak ve özgürlüklerinin dengeli anayasal birliktelikleri ilkesinin kabulü gerekir. İkincisi, mahkemenin oluşumu ve statüsü yargıçların nitelikleri ile bağımsızlıkları için aranan koşullara yanıt verebilecek durumda olmalıdır. Üçüncüsü, bu ulusal yargı yolu, bir devlet makamının ihlâlellerinden mağdur olduğunu iddia eden bireylerin ulaşabilecekleri bir mercii olmalıdır. Son olarak da, anayasa yargısının insan hakları uyuşmazlıklarında verdiği kararların uygulanma gücü sağlanmalıdır.28 27 Anayasa-ötecilik, “Bir iktibas olmaksızın farklı hukuksal sistemlerdeki ayrı Devletlerde yataylamasına bulabileceğimiz anayasal normlar ve uygulamalar arayışı”na karşılık gelmektedir. (A. Soma, Modélisation d’un système de justice constitutionnelle pour une meilleure protection des droits de l’homme: transconstitutionnalisme et droit constitutionnel comparé”, Revue trimestrielle des Droits de l’Homme, 2009-78, p.437). Bu yaklaşım, farklı anayasal düzenlerdeki ortak temel ilkeler arasındaki benzerliklerin mevcudiyetini incelemektedir. Anayasa-öteciliğin mantığı, insan haklarının korunması teori ve uygulamasını derinden etkilemektedir. 28 Anayasa yargısı, ülkenin anayasalaştırılması ile anayasanın ülkeselleşmesi konularında ihmâl edilemez bir rol oynayabilir. Akdeniz havzasında şimdiden bir temel (ya da asgari müşterekler) mevcuttur: Akdeniz havzasında çevrenin korunmasına ilişkin Barselona Sözleşmesi. Akdeniz Kıyılarının Yönetimine İlişkin Ek Protokol, anayasa yargıçlarına benzer sorunları çözme hususunda ortak veriler sağlamaktadır. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 50 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye VI. “Türk modeli” ve sınırları Yaygın bir görüşe göre Türkiye ODKA ülkeleri29 için bir model teşkil etmektedir. Önce “Türk modeli”nden ne anlaşıldığını sormak gerekir. Bu, Anayasanın belirlediği gibi “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına dayanan demokratik ve laik bir Cumhuriyet” midir, yoksa AKP Hükümeti tarafından temsil edilen Türkiye mi? Prof. Jean Marcou’ya göre, “Bugün müslüman-arap dünyasında rağbette olan Türk modeli, biraz da Batı ülkelerinde müslüman dünyasına yönelik bir referans olarak gösterilen ‘uygarlaşmacı’ ve ‘gelişmeci’ türk modelinin rövanşıdır.”30 1920’li yıllarda gerçekleştirilen reformların Türkiye Cumhuriyeti’ne özgünlüğünü veren temel özelliklerini biçimlendirmiş olduğu, sıklıkla unutulan (ya da hiç olmazsa ihmâl edilen) bir konudur. Gerçekten de cumhuriyetçi kurumsal yapıda siyasi dönüşümlülük ilk defa 1950’de gerçekleştirilmiştir. AKP anayasal özgürlüklerden yararlanarak teşkilâtlanmış ve kurulu erklerin işleyişinde iktidar sahibi olmuştur. Ne var ki dönüşümlülük mekanizmasını getiren AKP değildir.31 Türkiye’yi müslüman-arap ülkelerinden ayıran nokta, bu ülkelerin ilk anayasalarının temel hedefi siyasi dönüşümlülük mekanizmasının kurulması iken, Türkiye’de siyasi dönüşümlülük ilk anayasası olan 1924 Anayasasından beri mevcuttur.32 Üstelik ODKA ülkeleri anayasalarını siyasi-anayasal bir kesintinin ardından hazırlamaya çalışırlarken, Türkiye hazırlamakta olduğu anayasasını anayasal hukuk düzeninin devamlılığında kaleme almaktadır. Temel normun ayırıcı özelliği hakkındaki belirsizlik hükmünü sürdürmektedir: Anayasa cismani bir metindir, ruhani değil. Bu yüzden anayasa doğası gereği laik bir metindir. Din insan hakları açısından mı, yoksa aksine, insan hakları din açısından mı düzenlenecektir? 29 Ayrıntı için bkz. Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles, No 379, nov.2011, pp.5-21. 30 J. Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, p.20. 31 “Uzun yıllar baskın siyasi işleyişin kabullendiği ordunun hakkından gelmeyi başararan bu post-islamist hareket sıra kendisine geldiğinde demokrasinin uygulanmasını sınırlanmaya girişmemesi gerekmez miydi? Eğer öyle olsaydı, ‘Türk modeli’ hiç de tavsiye edilir bir model olamazdı.” (Jean Marcou, “Le ‘modèle turc’ controversé de l’AKP”, Moyen-Orient 13, Janvier-Mars 2012, p.43). 32 “Demokratikleşme; resmi makamların işlemlerini meşrulaştırmadan ve de güç yahut da baskıyla kabul ettirmeden yalnızca her bireyin -ya da en azından bir cemaatinvicdanından doğduğunu kabul etmesi gereken baskın dinlerin yerlerinin yeniden tanımlanmasını önermektedir. Türkiye örneği bu açıdan; yalnızça seçim pratiği, demokratik yaşam ve hukuk devleti gerekliklerinin İslam’ın rolünü değiştirmiş olmasından ötürü değil ama islamcıları da geliştirdiği için dikkat çekici bir örnektir.” (Jean Marcou, “Le ‘modèle turc’ controversé de l’AKP”, p.43). Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 51 Anayasanın muhatapları, gelecek nesillerdir. Yani kurucu iktidarlar gelecek nesillerin iradesini ipotek altına alabilirler mi? Ve bu ne ölçüde mümkündür? Kısacası, insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti mekanizmaları arasındaki dilemma bir yandan, milliyetçilik, köktendincilik öte yandan, tüm bu Maşrık ve Mağrip devletlerinin kurucuları hangi seçeneğe öncelik vereceklerdir? Erkler ayrılığı bir hukuk devleti yapısı olarak teminat altına alınacak mıdır ve çoğulcu demokrasi kavramı, çoğunluk demokrasisinin, düzeni yalnızca seçim sandıklarına gitmeye indirgeme riskini dikkate alarak kabul edilecek midir?33 Nihayet insan haklarının, demokrasinin kuralkoyucu altyapısı olarak kabul edildiği ölçüdedir ki, çağdaş anayasalardan da söz etmemiz mümkün olabilecektir. KAYNAKÇA “Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in Dictionnaire des Droits de l’Homme, sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H. Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials, F. Südre, PUF, 2008. Néji Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association Tunisienne de Droit Constitutionnel, 2010. “Les évolutions constitutionnelles dans la Région MENA”, Séminaire international, Allocution du Professeur Rafaa Ben Achour, Université de Carthage, le 20/01/2012. Kamel Mostafa Taimour, “Mısır’da Demokratikleşme Sürecinde Yeni anayasanın hazırlanması, yeni dönemin sorunları ve mücadele alanları” (s.492-511) /”Elaboration de la nouvelleconstitution dans le processus de la démocratisation en Egypteenjeux et défis de la nouvellepériode”, pp.513-532., Anayasa Hukuku Dergisi/ Journal Constitutional Law/Revue de Droit constitutionnel-1/1, 2012. Jean Marcou, “L’expérience constitutionnelle turque”, Revue de Droit Public, 1996-2. 33 “Arap dünyası için en büyük tehlike karakûşî diktatörlüklere geri dönüşten daha çok oligarşik koalisyonlara ya da demokrasi araçlarını manipüle eden halkçı türevlerine dayalı yeni otoriter düzenlerin doğuşunda yatmaktadır” (Hicham Ben Abdallah ElAlaoui, “Monarchies arabes, la prochaine cible des soulèvements?”, Le Monde diplomatique, Janvier 2013, p.8). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 52 Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droit constitutionnel des libertés en Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis, Sakkoulas/ Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004. Jean Marcou, ”L'élaboration d'une nouvelle Constitution, priorité de la législature”, Le mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT). İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le contrôle juridictionnel des amendements constitutionnels en Turquie”, in Les Cahiers du Conseil constitutionnel, No 27, 2009. A. Soma, Modélisation d’un système de justice constitutionnelle pour une meilleure protection des droits de l’homme: transconstitutionnalisme et droit constitutionnel comparé”, Revue trimestrielle des Droits de l’Homme, 2009-78. Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles, No 379, nov.2011. -L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Monde histoire, Décembre 2012. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 LA TURQUIE FACE AU CONSTITUTIONNALISME EN MÉDITERRANÉE İbrahim Kaboğlu Professeur de droit constitutionnel à l'Université de Marmara RÉSUMÉ Les processus constitutionnels en cours dans la Région ont été abordés sous l’optique de la distinction entre la Constitution et le constitutionnalisme. Le cas de la Turquie constitue l’axe de l’article et cela pour deux raisons: il s’agit du renouvellement de la Constitution dans la continuité de l’ordre constitutionnel en Turquie et, selon un point de vue assez répandu, la Turquie est considérée comme modèle pour les Etats de transition démocratique. Les processus constitutionnels dans la Région a été évaluée également du point de vue de l’espace constitutionnelle et du transconstitutionnalisme. Mots-clefs: La Constitution et le constitutionnalisme, la typologie des processus constitutionnels, le trans-constitutionnalisme, le modèle turc. *** I. Le nord et le sud de la Méditerranée L’Europe du sud et l’Afrique du nord ne partagent pas le même héritage constitutionnel. Pourtant, il est possible de soulever quelques éléments comparatifs sur le plan politique d’un point de vue temporel et spatial: -Dans l’Europe du sud du dernier quart du XX ème siècle, les régimes autoritaires partageaient une sorte d’héritage commun des Etats de l’Est et de l’Ouest:la Grèce et la Turquie à l’Est, l’Espagne et le Portugal à l’Ouest1.La Grèce, l’Espagne et le Portugal ont élaboré leur 1 Les dictatures militaires des colonels (1967-1974) en Grèce et des généraux (19801983) en Turquie et, les dictatures civiles en Espagne (1936-1976) et au Portugal (1934-1974).Ces pays demeurèrent l’objet d’une tutelle militaro-autoritaire nationale, tolérée par le camp occidental pendant trente ans (Espagne, Portugal, Grèce). Ces “nouvelles démocraties” ont élaboré leur constitution en 1975, 1976 et 1978 tout en s’inspirant du “modèle parlementaire” développé au Nord. 54 La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée constitution sous un double objectif: l’adhésion au Conseil de l’Europe et à l’Union Européenne2. Ces jeunes démocraties sont frappées par une suite de crises (financières, économiques et politiques) au début du XXI ème siècle. Les révisions constitutionnelles qui sont en cours seraient aussi conçues comme remèdes à cette succssion de crises. Quant à la Turquie, membre du Conseil de l’Europe et candidate à l’Union Européenne, contrairement à ce qui se passe en Grèce, en Espagne et au Portugal, la rédaction de la nouvelle Constitution et le passage à la démocratie ont été effectués sous la tutelle des militaires. Alors que la Constitution de 1982 a été modifiée, remaniée et révisée à partir de 1987 afin de restaurer l’Etat de droit, la Turquie est en phase de se doter d’une nouvelle constitution depuis le début des années 1990. Toutefois, l’initiative concrète dans ce sens n’a été prise qu’en 2011. - Dans la région du MENA3, le printemps arabe amorcé par la Révolution Jasemine en début 2011signifie une rupture politicoconstitutionnelle du point de vue de notre sujet. Nonobstant, la plupart des Etats du MENA se sont dotés de constitutions rédigeées pendant la seconde moitié du XX ème siècle, accompagnées par des politiques de modernisation. En toute état de cause, c’était l’autoritarisme qui marquait les Etats du MENA du point de vue du régime politique et surtout de la pratique. - Ici, il nous paraît donc opportun d’opérer une distinction entre la constitution et le constitutionnalisme du fait que chaque Etat qui se dote d’une constitution ne fait pas partie du constitutionnalisme. Il faut donc rechercher les critères distinctifs entre la constitution et le constitutionnalisme. II. La constitution et le constitutionnalisme4 Dans son acceptation la plus large, le constitutionnalisme décrit la “technique consistant à établir et à maintenir des freins effectifs à l’action politique et étatique” (C.J. Friedrich). En revanche, dans son acceptation plus restreinte, le constitutionnalisme, désigne certes l’idée de limitation du pouvoir 2 “Dans lesannées 1980, l’ Europe des neufs vadevenir celle des Douze, avec l’arrivée de trois pays du sud délivrés de leursdictatures: la Grèce en 1981, et l’Espagne et le Portugal, en 1986; “(L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Monde histoire, Décembre 2012). 3 Meadle Est et North Africa. 4 “Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in DictionnairedesDroits de l’Homme, sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H. Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials, F. Südre, PUF, 2008, pp.183-185. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 55 politique, mais ce pouvoir politique représente uniquement l’Etat moderne 5. Enfin, à l’intérieur de ce cadre moderne du constitutionnalisme, il existe une conception encore plus étroite servant à “désigner les régimes politiques qui, grâce à l’établissement d’un contrôle de constitutionnalité exercé par une cour indépendante, rendent possible la limitation du pouvoir législatif lui-même en veillant à la conformité des lois à la constitution”.(Ph. Raynaud). L’acception moderne du constitutionalisme témoigne de l’effort visant à soumettre les actes des pouvoirs politiques au contrôle juridictionnel en faveur de la protection des droits de l’Homme. En ce qui concerne la distinction entre la constitution et le constitutionnalisme, le cas dela Tunisie semble significatif. La révision de la Constitution de 1959 effectuée en 2002 a introduit d’une manière explicite l’expression “Etat de droit”: “La République Tunisienne a pour fondements les principes de l’Etat de droit…” (l’article 5). L’observation du Professeur N. Baccouche peut être citée comme preuve du décalage entre le constitutionnalisme et la constitution: “La proclamation par la Constitution de l’Etat de droit pose le problème de la faisabilité de l’Etat de droit dans un environnement politique et culturel peu favorable.”6. Parallèlement, une remarque pourrait aussi être faite au delà des Etats, c’est-à-dire au niveau régional: Les instruments destinés à la protection et à la promotion des droits de l’Homme tels que la Charte Africaine des Droits de l’Homme et des Peuples et la Charte Arabe des Droits de l’Homme étaient en vigueur au niveau régional, mais leur effet sur le droit interne fut très limité en raison du manque de mécanismes de freins et d’équilibres (checks and balances) et surtout d’un contrôle juridictionnel adéquat. 5 “Le constitutionnalisme fait en effet partie integrante de la philosophie de la démocratie liberale qui présuppose une distinction entre la sphère privée ou sociale et la sphère publique et politique, c’est-à-dire entre l’Etat et société civile, …” (Beaud, “Constitutionnalisme”, p.193). 6 Néji Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de la promulgation de la Contitution tunisiennedu 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association Tunisienne de DroitConstitutionnel, 2010, p.4. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 56 La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée III. A propos de la typologie des processus constitutionnels en cours Mr. le Professeur Rafaa Ben Achour a proposé une typologie des processus constitutionnel en cours dans la région MENA distinguant les trois catégories suivantes7: -Rupture totale et nouvelle constitutionnalité, -Continuité et nouvelle constitutionnalité, -Continuité et constitutionnalité corrigée. A) Rupture totale et nouvelle constitutionnalité Cette catégorie caractérise les Etats qui ont connu une révolution qui a débouché sur la chute d’un régime dans sa totalité: la Tunisie, l’Egypte et la Libye. Le cas le plus évident est celui de la Tunisie. La Tunisie est en train de faire “table rase de l’ordre constitutionnel en vigueur et de bâtir une nouvelle constitutionnalité à travers l’élection d’une Assemblée nationale constituante appelé à doter le pays d’une nouvelle constitution dans un délai d’un an à partir de son élection”8 du 23 Octobre 2011. Comme l’on voit la transition démocratique en Tunisie s’opère par voie de l’Assemblée Nationale Constituante. A l’inverse, en Egypte, la priorité a été donnée à l’élection de l’Assemblée nationale. La nouvelle a été rédigée par la Commission constitutionnelle désignée dans le cadre de l’Assemblée nationale en tant que pouvoir constitué9. En Libye, le soin de la rédaction de la constitution a été attribué à l’Assemblée constituante élue le 12 juillet 2012. B) Continuité et nouvelle constitutionnalité “Dans ce cas, le pays sans aller jusqu’à une rupture totale avec l’ancienne constitutionnalité c’est, malgré tout donné une nouvelle constitutionnalité.”10L’exemple le plus significatif à cet égard est celui du Maroc: une nouvelle constitution a été élaborée par un comité 7 “Lesévolutionsconstitutionnelles dans la Région MENA”, Séminaire international, Allocution du Professeu rRafaa Ben Achour, Université de Carthage, le 20/01/2012. 8 “AllocutionduProfesseur R. Ben Achour”.Pour le détail, v.:Lescommunicationsprésentées par lesprofesseursYadh Ben Achour, FadelMoussa, NéjiBaccouche et Chawki Gaddes. 9 KamelMostafaTaimour, “Mısır’da Demokratikleşme Sürecinde Yeni anayasanın hazırlanması, yeni dönemin sorunları ve mücadele alanları” (s.492-511) /”Elaboration de la nouvelleconstitution dans le processus de la démocratisation en Egypteenjeux et défis de la nouvellepériode”, pp.513-532., Anayasa Hukuku Dergisi/JournalConstitutionalLaw/Revue de Droit constitutionnel-1/1, 2012. (NB: fr. Versiyonuna burada/ tr. Versiyonuna da çeviride atıf…). V. Auusi: La communication de Professeur Y. Elassar. 10 R. Ben Achour, “Allocution…”, p.3. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 57 d’experts désigné par le Roi. Après une large consultation, le projet a été revu et corrigé, puis soumis au réferendum et adopté le 1 er juillet 2011. C) Continuité et constitutionnalité corrigé Il s’agirait d’une “réadaptation de l’ingénierie constitutionnelle et de ses mécanismes juridiques relatifs à la séparation des pouvoirs ou la participation des citoyens à la vie politique.”11. Le cas se serait présenté au Bahreïn et en Mauritanie. IV. La Turquie Quant à la situation de la Turquie, alors que la rédaction de la nouvelle Constitution est en cours, l’issue des travaux n’est pas encore déterminée. A cela, deux caractéristiques doivent être ajoutées: premièrement, il s’agit du renouvellement de la Constitution dans la continuité de l’ordre constitutionnel; deuxièmement, la Constitution en vigueur ne prévoit pas une procédure concernant la révision totale. Afin de clarifier la complexité de la période de transition, il convient de jeter un coup d’œil sur les développements constitutionnels en Turquie en trois temps: le passé, le présent et l’avenir. L’avenir correspond à la rédaction de la nouvelle Constitution. D) Le passé: Empire ottoman et régime républicain12 1. La Charte/le Parlement/l’ essai du parlementarisme L’origine du système constitutionnel de Turquie se trouve dans la dernière période de l’Empire Ottoman. C’est à partir de 1839 que des réformes sont engagées, qui ont permis de réorganiser et de moderniser le Gouvernement ottoman. La “Charte”, intitulée Gülhane Hattı Humayun-u (appelée charte de “Tanzîmât”), est perçue aujourd’hui par certains constitutionnalistes comme la première déclaration des droits de l’homme dans l’histoire de l’Empire ottoman. Du point de vue du contenu, les principes de légalité et d’égalité ainsi que de sécurité de la personne caractérisent la Charte. C’est à cette époque également et par la Charte de Tanzîmât que la notion moderne de “loi” fait son apparition par la voie dite de la “réception juridique”, une sorte d’adaptation “ottomane” des lois en vigueur dans certains États de l’Europe. Les institutions modernes ont été aussi établies au cours de la période de Tanzimat qui correspond aux décennies suivant. La première constitution est rédigée dans le cadre d’une “monarchie constitutionnelle”. Cette Charte constitutionnelle de 1876 11 12 R. Ben Achour, “Allocution…”, p.4. Pour les développements constitutionnels en Turquie v.: Jean Marcou, “L’expérience constitutionnelle turque”, Revue de DroitPublic, 1996-2, pp. 425-462. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 58 La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée (Kanun-u Esasi) prévoit pour la première fois la création d'un Parlement, composé de deux chambres. En 1908, la “deuxième” monarchie constitutionnelle entraîne une révision du texte de 1876 afin de renforcer le Parlement et d’attribuer certaines libertés collectives. En faite, la Charte constitutionnelle se transforme en pacte constitutionnel par le procédé de la révision effectuée en 1909. Par rapport au mouvement constitutionnel en Europe et en Amérique du Nord, il s’agit donc d’un siècle de retard si nous nous rappelons les premières constitutions écrites qui ont été mises en vigueur vers la fin de XVIII e siècle13. 2. Le Gouvernement d’assemblée/le régime mixte /le régime parlementaire La république de Turquie s’établie sur l’idée d’Etat-Nation et sur le principe de laïcité. La fondation de la Turquie moderne opère ainsi un passage entre l’Empire multinational et l’État national, entre un Empire multiconfessionnel et un État laïc, la mutation complète se situant aux alentours du début des années 1920. A la suite d’un mouvement d’indépendance national la signature, au niveau international, du traité de Lausanne du 24 juillet 1923 a permis à la Turquie de devenir un État indépendant, celui-ci étant à partir de ce moment là organisé en République le 29 octobre 192314. La Turquie va alors être marquée par des changements politiques et constitutionnels divers, jusqu’en 1982, à la fois sur le mode de la continuité (républicanisme, laïcisme et citoyenneté) et de la rupture (politique, démocratique et constitutionnelle comme en 1960, 1971 et 1982): si de 1923 à 1946 le régime est celui d’un parti unique, le multipartisme fait ensuite son apparition. La Constitution est alors celle de 1924. Par la suite, deux coups d’Etat militaire, en 1960 et en 1980, entraîneront la rédaction de deux nouvelles Constitutions, en 1961 et 1982, dans le sens opposé l’une de l’autre. 13 A ce propos, la situation de la Tunisie mérite d’être citée: “La Tunisie, premier pays arabomusulman à avoir adopté une déclaration des droits en 1857 et une constitution en 1861, a eu la chance d’entreprendre la modernisation de son système juridique, … ce mouvement d’acculturation juridique et politique va permettre è la société d’intérioriser les nouvelles règles de vie collective…L’idée de constitution va devenir à la fois un symbole et un moyen d’affranchissement de la colonisation. Le gouvernement de l’indépendance se devait alors de respecter cette promesse porteuse d’espoirs. C’est chose faite le 1er Juin 1959” (N. Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, p.3). 14 Le traité reconnaît aussi un statut desminorités basées sur la religion, s’agissant notamment des populations non musulmanes résidant sur le territoire et citoyennes de la République de Turquie (de la même manière qu’unstatut est reconnu aux populations musulmanes résidant sur le territoire de la Grèce). Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 59 a) Le Gouvernement de l’Assemblée nationale de Turquie La loi organique de 1921 fut élaborée par une Assemblée nationale élue majoritairement par le peuple (avant même l’existence de l’État indépendant). C’est une Constitution fondée sur une conception de la souveraineté à la fois nationale et populaire, qui organisait un régime d’assemblée en accordant tous les pouvoirs à l’Assemblée nationale. Le Gouvernement s’appelait ainsi “le Gouvernement de l’Assemblée nationale de Turquie”. b) Le parti unique au multipartisme La loi organique de 1924, élaborée et adoptée par la deuxième Assemblée nationale élue en 1922, maintient certains éléments du régime d’assemblée et introduit des éléments du régime parlementaire (“régime mixte”, encore appelé “ni parlementaire ni d’assemblée). Cette Constitution fut appliquée pendant 36 ans et a permis d’introduire le multipartisme en 1946. Toutefois, cette Constitution, qui avait été élaborée dans l’objectif d’établir un régime démocratique, a montré ses insuffisances: il n’y eut pas d’alternance politique avant 1950, et, à partir de cette date, le nouveau gouvernement a pu aisément faire voter des lois inconstitutionnelles en raison de l'absence d'un système du contrôle de constitutionnalité des lois. Un coup d’arrêt à ce régime est marqué par le coup d’Etat militaire du 27 mai 1960, soutenu d’ailleurs par certains universitaires, au nom de l’État de droit et de la démocratie. Néanmoins, à partir de cette période, l’intervention de l’armée dans le fonctionnement du régime politicoconstitutionnel prend une sorte de rythme décennal. c) L’instauration de l’Etat de droit La Constitution du 7 juillet 1961, élaborée à la suite du coup d’Etat militaire et approuvée par référendum, introduit en son sein une disposition selon laquelle les droits de l’homme se définissent en liaison de l’organisation politique et de l’Etat. En effet, l’article 2 de la Constitution présente la République de Turquie comme “un État de droit national, démocratique, laïc et social” qui “s’appuie sur les droits de l'homme”. La “raison” d'État est expliquée par les droits de l’homme et leur respect. Cette Constitution, qui a établi des fondements solides au bénéfice des libertés, dresse en outre une liste détaillée des droits de l’homme en reconnaissant des droits et libertés individuels (statut négatif), des droits sociaux, économiques et culturels (statut positif) et des droits politiques (statut actif). Dans un second temps, la Constitution indique que la garantie des droits doit être réalisée à partir d’une structure de l'État pertinente, imposant ainsi certaines contraintes d’organisation, en premier lieu pour les institutions judiciaires, ensuite pour la fonction législative, puis exécutive. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 60 La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée Dans le cadre de la séparation des pouvoirs, la Constitution accorde une importance majeure à l’indépendance de la justice et à l’assemblée bicamérale considérée comme le pouvoir central dans le fonctionnement du régime. L'exécutif pour sa part étant aussi bicéphale a été organisé dans l’esprit d’un régime parlementaire: le Conseil des ministres présidé par un Premier ministre en tant que Primus inter pares et un président de la République, élu par le Parlement dont la plupart des pouvoirs étaient symboliques et honorifiques. Du point de vue des mécanismes d’équilibre, le régime constitutionnel s’appuie ainsi sur un équilibre des pouvoirs. Il y eut en effet une volonté réelle de la part des rédacteurs du texte de mettre en place tous les mécanismes de l'État de droit, terme qui d'ailleurs apparaît pour la première fois avec la Constitution de 1961: une justice indépendante, y compris au niveau de la Cour Constitutionnelle, constituait le pilier essentiel de cette réalisation de l’État de droit. La Cour Constitutionnelle de Turquie a été ainsi créée sur le modèle des Cours Constitutionnelles d'Autriche (1945), d'Italie (1947) et d'Allemagne (1949). E) Le présent Les événements qui suivent ne sont pas très favorables à l’Etat de droit et aux droits de l’Homme. Dans un premier temps, la Constitution de 1961 est révisée en 1971, à la suite d’une intervention militaire par voie d’un mémorandum (pronunciamento), dont l’objectif fut de renforcer les pouvoirs de l’Etat et diminuer les droits qui y avaient été reconnus pour les citoyens. Un nouveau coup d’Etat militaire a lieu le 12 septembre 1980. Par rapport au coup d'État militaire du 27 mai 1960, celui-ci a des effets complètement inverses, du point de vue de la démocratie, des droits de l’homme et de l’État de droit. Dans le but de rétablir l'ordre public et la stabilité politique, les militaires ont fait table rase du système juridique: ils ont voulu refaçonner la société par la voie du droit et des mécanismes juridiques. Cette Constitution, élaborée dans une période de crise et des circonstances exceptionnelles, maintient formellement le républicanisme, la laïcité, l’Etat de droit, et renforce l’unité de l’Etat centralisé. Toutefois, d’après l’article 2, l’organisation étatique ne s’appuie plus sur les droits de l'homme qui sont d’ailleurs plutôt atténués, notamment parce que leur respect est placé sous la “surveillance” des autorités étatiques. La constitution de 1982 opère indéniablement un retour en arrière par rapport à la Constitution de 1961. Pour cette raison, la Constitution de 1982 peut être conçue comme une dérogation dans l’Etat de droit. Toutefois, les révisions constitutionnelles successives entamées en 1987 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 61 et étalées sur deux décennies peuvent être considérées commela restauration de l’Etat de droit15. F) Vers quel avenir? Dans les années 1980 et 1990, en Turquie, la revendication d’une réforme constitutionnelle se confondait avec le désir largement partagé de mettre un terme à la militarisation du système politique et d’approfondir les libertés fondamentales. La réforme de la Constitution conditionnait en outre l’ouverture de négociations avec l’Union Européenne (UE). Depuis l’accession de l’AKP16 au pouvoir en 2002, et surtout depuis l’ouverture de négociations d’adhésion avec l’UE en 2005, la question constitutionnelle est redevenue dépendante de contingences beaucoup plus domestiques17. Dans un tel cadre, l’idée d’élaborer et de faire adopter un nouveau texte constitutionnel a été en permanence l’otage de l’actualité politique et des tensions entre le gouvernement et l’opposition. A ce propos, il convient de rappeler qu’au début de la précédente législature, le gouvernement, fort de sa victoire aux législatives de 2007, avait annoncé l’élaboration d’une “Constitution civile”, en confiant à une commission d’experts le soin de rédiger un “texte de proposition”.Toutefois, ce projet a été abandonné par l’AKP dans les mois suivants, même avant l’achèvement du premier semestre 2008. L’AKP s’est lancé dans une nouvelle modification de la Constitution de 1982 afin de lever l’interdiction de porter le voile à l’université. La Cour constitutionnelle a annulé la modification constitutionnelle18. En revanche de cet arrêt, l’AKP a restructuré la Cour constitutionnelle par une nouvelle révision constitutionnelle intervenue en 201019. La réforme constitutionnelle avait été l’un des thèmes majeurs de la campagne électorale, qui a précédé les élections législatives du 12 juin 2011 remportées pour la 3ème fois consécutive par l’AKP. Quatre ans plus tard, les différents acteurs du système commencent timidement à se faire confience pour enfin doter la Turquie du texte fondamental qu’elle mérite. La campagne des élections législatives de 2011 a en effet été beaucoup moins polarisée que la précédente. 15 Pour les modifications constitutionnelles, v.: İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droit constitutionneldeslibertés en Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis, Sakkoulas/Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004, pp. 839-955. 16 AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi (Parti de la Justice et duDéveloppement). 17 Jean Marcou, ”L'élaboration d'une nouvelle Constitution, priorité de la législature”, Le mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT). 18 Pourl’arrêt de la Courconstitutionnelle v. İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le contrôle juridictionnel des amendements constitutionnels en Turquie”, in LesCahiersdu Conseilconstitutionnel, No 27, 2009, pp. 38-42. 19 Le Conseil supérieur des juges et des procureurs a été également restructuré. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 62 La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée Toutefois, le développement de l’influence de l’AKP a fait craindre à une partie de l’opinion et de la classe politique que l’élaboration d’une nouvelle Constitution ne devienne l’occasion d’accentuer encore une domination sans partage20. En dépit de ce contexte difficile, les premiers pas de la présente législature ont permis d’entretenir un optimiste mesuré. Tous les partis politiques représentés actuellement au parlement (AKP, CHP, MHP et BDP)21 avaient accepté l’idée que l’élaboration d’un nouveau texte fondamental devrait être la priorité de l’Assemblée élue en juin 2011. Une commission dite de “réconciliation”, rassemblant trois parlementaires de chaque parti, devrait élaborer le nouveau texte, présidé par M. CemilÇiçek, le président de l’Assemblée. La Commission s’est mise d’accord sur la feuille de route de la prochaine élaboration constitutionnelle22. Les droits de l’homme ont été abordés en priorité en suivant la tradition libérale. Nonobstant, jusqu’à la fin de l’année 2012, le nombre d’articles sur lesquels le consensus a été assuré par la Commission reste assez limité23. V. Le temps et l’espace dans les processus constitutionnels Les mouvements constitutionnels dans le bassin méditerranéen vont être abordés sous l’optique des caractéristiques des constitutions contemporaines. 20 “La Constitution de 1982 a été fortemen tmodifiée par plus d’une quinzaine de révisions. Ces amendements ont certes rendu le texte plus présentable, au point que certains en sont venus à penser qu’il vaudrait mieux s’entenir à ces modifications acquises, plutôt que d’ aller vers une remise en cause incertaine. “(Jean Marcou, “L’élaboration d’ une nouvelle constitution, …”.). 21 CHP: le Parti républicain du peuple; MHP: le Parti de Mouvement National; BDP: le Parti pour la paix et la démocratie. 22 La Constitution de 1982 qui ne prévoit pas la procédure de la révision totale à l’instar de la Constitution Suisse (v. L’article 193), fixe un quorum deux tiers pour la révision qui comprend également le procédé de référendum d’aprèsles conditions déterminées dans le même article et par l’initiative du Président de la République. Quant aux limites matérielles, la Constitution contient des dispositions “indérogeables” telles que “la forme républicaine du Gouvernement” et “les caractéristiques de la République” ainsi que “la forme unitaire de l’Etat” (articles 1, 2 et 3). L’article 4 est rédigé comme le gardien les trois premiers articles: “…. (ils) ne peuvent être modifiées, ni leur modification proposée.” 23 Cependant, les déclarations successives de M le premierMinistre, souhaitant que la nouvelle constitution soit achevée le plus tôt possible ont été conçues comme “l’ intervention externe” par les membres de CHP, MHP et BDP. Dupoint de vue du contenu, la proposition de l’AKP afin d’introduire le régime présidentiel “à la turca” risque de bloquer les travaux de la commission constitutionnelle. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 63 A) Quelques caractéristiques des constitutions contemporaines Tout d’abord, il ne faut pas oublier que chaque société a ses spécificités qui déterminent les caractéristiques de la norme fondamentale. Pour cette raison, la Constitution peut être qualifiée d “autobiographie d’un peuple”. Ensuite, il faut signaler que la Constitution est définie comme “technique de liberté”. A partir de cette définition, on peut avancer que les droits de l’homme doivent constituer le dénominateur commun de toutes les constitutions. Enfin, toutes les constitutions qui visent à créer l’Etat de droit doivent introduire les mécanismes de “checks and balances” qui peuvent être conçus sur les cinq plans suivants: -Au sein de chaque pouvoir: législatif (monocaméral ou bicaméral), exécutif (monocéphal ou bicéphal), juridictionnel (judiciaire, administratif et constitutionnel). -Entre les trois pouvoirs: législatif, exécutif et juridictionnel (l’existence du veto présidentiel, le contrôle a priori et a posteriori de la Cour constitutionnelle, …). -Entre le centre et la périphérie: pour les Etats unitaires le niveau de centralisation et de décentralisation.Plus l’Etat est décentralisé, plus les autorités décentralisées sont en mesure de limiter les pouvoirs politiques. -Entre l’Etat et la société: une société autonome, c’est-à-dire la société dont les droits de l’homme constituent les valeurs fondamentales peut être conçue elle-mêmecomme limite à priori pour les pouvoirs politiques. -Entre le niveau national et le niveau international: au-delà des engagements internationaux d’un Etat, les droits de l’homme atténuent la souveraineté étatique24. B) A propos de l’espace constitutionnelle et du trans-constitutionnalisme Du point de vue matériel, on peut avancer que deux processus se compléteront: d’une part, la constitutionnalisation du territoire et, d’autre part, la territorialisation de la constitution. Un tel processus est inévitable a fortiori pour les pays de la région du fait qu’il se trouve dans le basin méditerranéen. La Convention de 24 Plusieursconstitutions de notre temps fon t référence aux instruments internationaux relatifs aux droits de l’homme telsque la Déclaration Universelle des Droits de l’Homme et la Convention Européenne des Droits de l’Homme. A ce propos, la Constitution suisse va plus loin: d’aprèsl’article 5 de la Constitution fédérale, “La Confédération et les cantons respectent le droit international”. Lors de la révision totale de la Constitution, ”Les règles impératives du droit international ne doivent pas être violées” (Art.193/4). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 64 La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée Barcelone pourrait être considérée comme standard minimum pour les constitutions en cours25. Dans la région méditerranéenne, les évènements et développements politico-constitutionnels auxquels nous assistons depuis deux ans nous permettent-ils de parler du “constitutionnalisme méditerranéen”? Il est trop tôt certainement d’évoquer ce terme de “constitutionnalisme méditerranéen”26. Cependant, il nous paraît opportun d’utiliser le terme suivant: “vers le constitutionnalisme en méditerranée sous l’optique du trans-constitutionnalisme”27. Il s’agit en effet d’une coïncidence constitutionnelle du point de vue temporel et du point de vue spatial: le constitutionnalisme dans l’espace méditerranéen dans la deuxième décennie de 2000. Il est évident que les pays méditerranéens de Machrek au Maghreb ont déjà dépassé la phase du mimétisme constitutionnel. Certes, peuventils s’inspirer de constitutions conmetporaines. Dans ce processus, dans la perspective du trans-constitutionnalisme nous pouvons davantage réfléchir à des solutions semblables devant des problèmes similaires. La justice constitutionnelle pourrait être considérée comme pierre angulaire de ce processus. Sa fonction est parfois essentielle en tant qu’arbitre dans les litiges entre les organes fédéraux et les entités territoriales (d’après le choix concernant la forme de l’Etat) ou bien les litiges concernant la séparation horizontale des pouvoirs ou bien encore dans le contrôle du processus démocratique (les élections, les partis politiques). De ce fait, les cours constitutionnelles sont considérées comme des mécanismes de freins et d’équilibres dans le fonctionnement des organes constitutionnels. 25 La convention pour la protection de la mer Méditerranée contre la pollution a étéadoptée à Barcelone le 16 février 1976 et modifiée le 10 juin 1995. Au fil du temps, son mandat s'est élargi pour inclure la planification et la gestion intégrée de la zonecôtière. Les 22 Parties contractantes à la convention prennent, individuellement ou conjointement, toutes les mesures nécessaires pour protéger et améliorer le milieumarin dans la zone de la mer Méditerranée en vue de contribuer à son développement durable.. 26 V. La communication du Professeur Bertrand Mathieu. 27 Le trans-constitutionnalismese présente “comme la recherche de normes et de pratiques constitutionnelles transversales, c’est-à-dire que l’on peut trouver dans divers Etats aux systèmes juridiques différents, sans qu’il y ait nécessairement eu emprunt” (A. Soma, Modélisation d’un système de justice constitutionnelle pour une meilleure protection des droits de l’homme: trans-constitutionnalisme et droit constitutionnel comparé”, Revue trimestrielle des Droits de l’Homme, 2009-78, p.437). Cette approche étudie donc l’existence des convergences et des principes fondamentaux communs à divers ordres constitutionnels. La logique de transconstitutionnalisme imprègne la théorie et la pratique de la protection des droits de l’homme. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 65 Au-delà de cette fonction, les cours constitutionnelles sont conçues également comme les gardiennes suprêmes des droits de l’homme. La source principale de la légitimité démocratique des Cours constitutionnelles est leur rôle de protection des droits de l’Homme, mais celui-ci ne se reflète pas nécessairement dans le e mode de désignation des juges. Pour que la justice constitutionnelle assume ce rôle de gardienne supreme, il faut d’abord accepter le principe de la coexistence constitutionnelle équilibrée de toutes les libertés et des droits civils, politiques, sociaux, culturels, économiques et environnementaux. Ensuite, la composition et le statut doivent répondre aux exigences de qualité des juges et de leur indépendance. En troisième lieu, cette instance nationale doit être accessible aux individus se prétendant victimes de violations de leurs libertés et droits par une autorité étatique. Enfin, l’autorité des arrêts rendus par la justice constitutionnelle dans le contentieux des droits de l’homme doit être assurée28. VI. “Le modèle turc” et ses limites Selon un point de vue assez répandu, la Turquie est considérée comme modèle pour les pays du MENA29. Il convient de se demander d’abord ce qu’on entend par “le modèle turc”. Est-ce que cela serait “la République de Turquie démocratique et laïque qui s’appuie sur les droits de l’homme” comme la définie la Constitution ou bien la Turquie représentée par le Gouvernement de l’AKP? D’après le professeur Jean Marcou, “le modèle turc, aujourd’hui en vogue dans le monde arabo-musulman, est un peu une revanche sur le modèle turc ‘civilisationniste’ et ‘développementiste’ qui a longtemps constitué une référence, à destination du monde musulman, dans les pays occidentaux.”30 On oublie (ou au moins on néglige) souvent que les réformes réalisées dans les années 1920 ont façonné les caractéristiques de la République de Turquie, dans son originalité. En effet, l’alternance politique a été effectuée pour la première fois en 1950 dans le cadre des institutions républicaines. L’AKP s’est organisé en bénéficiant des libertés constitutionnelles et a obtenu le pouvoir dans le fonctionnement 28 La justice constitutionnelle peut jouer également un rôlenon-négligeable dans la constitutionnalisation duterritoire ou la territorialisation de la constitution. Pour le bassin méditerranéen, il existe déjà une base (ou dénominateur commun): la convention de Barcelonepour la protection de l’environnement dans le bassin méditerranéen. Son protocole additionnel relatif à la gestion intégrée des zones côtières méditerranéennes pourrait aussi offrir les éléments communs aux juges constitutionnels afin de répondre à des problèmes similaires. 29 Pour le détail, v.: Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles, No 379, nov.2011, pp.5-21. 30 J. Marcou, “Les multiples visages du modele turc”, p.20. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 66 La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée des pouvoirs institués. Mais, ce n’est pas l’AKP qui a introduit les mécanismes de l’alternance31. Ce qui distingue la Turquie des pays arabo-musulmans, c’est que ceux-ci sont en train d’élaborer leur première constitution dont l’objectif principal est d’introduire les mécanismes de l’alternance politique, alors qu’en Turquie l’alternance politique a eu lieu sous la première Constitution républicaine de 192432. De plus, les Etats du MENA sont en train d’élaborer leur constitution à la suite d’une rupture politico-constitutionnelle, alors que la Turquie est en train de rédiger sa prochaine constitution dans la continuité de l’ordre juridique constitutionnel. L’incertitude règne en ce qui concerne la caractéristique de la norme fondamentale: La constitution est un texte temporel, mais pas spirituel. De ce fait, la constitution est un texte laïc, par nature.Est-ce que la religion sera conçue sous l’optique des droits de l’Homme ou bien à l’inverse les droits de l’Homme seront conçus sous l’optique de la religion? Les destinataires de la constitution sont les générations futures. Ceci dit, le pouvoir constituant pourrait hypothéquer, la volonté des générations futures? Dans quelles mesures en a-t-il la possibilité? En bref, devant le dilemme entre les droits de l’Homme, la démocratie et les mécanismes de l’Etat de droit, d’une part et, le nationalisme et le fondamentalisme religieux d’autre part, quel choix sera privilégié chez les constituant de tout ces Etats de Machrek au Maghreb? Est-ce que la séparation des pouvoirs sera assurée comme structure de l’Etat de droit et le concept de la démocratie pluraliste sera t-il accepté en considérant que la démocratie majoritaire risque de réduire le régime uniquement à l’accès aux urnes33. Finalement, dans la mesure où 31 “Encorefaut-il que cette démarche post islamiste, qui est parvenue à a voir raison de la fonction politique dominatrice quel’armées’étaitarrogée pendant de longues années, n’entreprenne pas de brider à son tourl’exercice de la démocratie. Si tel devait le cas, le “modèle turc” n’auraitalors plus rien de recommandable.” (Jean Marcou, “Le ‘modèle turc’controversé de l’AKP”, Moyen-Orient 13, Janvier-Mars 2012, p.43). 32 “La démocratisation suppose une redéfinition de la place des religions dominantes, qui doivent accepter de ne relever que de la conscience de chaque individu, ou à la rigueur de celle d’une communauté, mais ne pas prétendre légitimer l’ actiondes autorités officielles et risquer de s’imposer par des pressions ou par la force. L’exemple de la Turquie est à cet égard significatif, car non seulement la pratique électorale, la vie démocratique et les exigences de l’Etat de droit ont transormé le statut de l’islam, mais elles ont fait aussi évoluer les islamistes, …” (Jean Marcou, “Le ‘modèleturc’controversé de l’AKP”, p.43). 33 “Pour le monde arabe, le plus grand danger ne réside pas dans un retour aux dictatures ubuesques, mais plutôt dans l’émergence de nouveaux systèmes autoritaires basés sur des coaltions oligarchiquees ou des dérives populistes qui Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 İbrahim Ö. Kaboğlu 67 les droits de l’homme seront considérés comme l’infrastructure normative de la démocratie, il nous serait possible de parler des constitutions contemporaines. BIBLIOGRPHIE -L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Mondehistoire, Décembre 2012 -“Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in Dictionnairedes Droits de l’Homme, sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H. Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials, F. Südre, PUF, 2008. -NéjiBaccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et Etat de Droit, actesducolloque de commémorationducinquentenaire de La promulgation de la contitutiontunisiennedu 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/AssociationTunisienne de DroitConstitutionnel, 2010. -“Lesévolutionsconstitutionnelles dans la Région MENA”, Séminaire international, Allocution du Professeu rRafaa Ben Achour, Université de Carthage, le 20/01/2012. -Kamel MostafaTaimour, ”Elaboration de la nouvelleconstitution dans le processus de la démocratisation en Egypteenjeux et défis de la nouvellepériode”, Anayasa Hukuku Dergisi/JournalConstitutionalLaw/ Revue de Droit constitutionnel-1/1, 2012, pp.513-532. Jean Marcou, “L’expérienceconstitutionnelleturque”, Revue de Droit Public, 1996-2. İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droitconstitutionneldeslibertés en Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis, Sakkoulas/Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004, pp. 939-955. Jean Marcou, ”L'élaborationd'unenouvelleConstitution, priorité de la législature”, Le mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT) İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le contrôle juridictionnel des amendements constitutionnels en Turquie”, in LesCahiers du Conseilconstitutionnel, No 27, 2009, pp.37-42. A. Soma, Modélisation d’un système de justice constitutionnelle pour une meilleure protection des droits de l’homme: transconstitutionnalisme et droit constitutionnel comparé”, Revue trimestrielle des Droits de l’Homme, 2009-78. Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles, No 379, nov.2011. manipulent les outils de la démocraties” (Hicham Ben Abdallah El-Alaoui, “Monarchiesarabes, la prochaine cible des soulèvements?”, Le Monde diplomatique, Janvier 2013, p.8). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 - II MAĞRİP/NORTH AFRICA/MAGHREB TUNUS ULUSAL KURUCU MECLİSİ’NCE ANAYASA’NIN KALEME ALINMASI* (THE DRAFTING OF THE CONSTITUTION BY THE NATIONAL ASSEMBLEE) Fadhel Moussa Tunus Hukuk, Siyaset ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Dekanı/ Ulusal Kurucu Meclis üyesi/Dean of the Faculty of Law and Social Policy Tunis, Member of the National Constituent Assembly ÖZET Anayasalar sıklıkla bir kesinti ve yeniden kurma iradesini ilân eden bir değişikliğin göstergesi olmuşlardır. Bir anayasanın içinde doğduğu bağlam, içeriğini ve hazırlanış yöntemini de etkilemektedir. Tunus devriminin iradesi, ülkenin eski rejimle bağlarının kopması ve demokratik yeni bir anayasayla donatılması yönünde olmuştur. Bu süreç, iki temel anayasal aşamada ilerlemiştir. İlk evre anayasanın kaleme alınması aşamasıdır. Metnin hazırlanmasında komisyonlar görev üstlenmiştir. Komisyonlara uzmanlardan, siyasi partilerden, bağımsızlardan, hukukçulardan ve sivil toplum örgütlerinden birçok tasarı sunulmuştur. Ortak toplantılar da yapabilen komisyonların, her türlü çelişki ve tekrardan kaçınılması için işbirliği içinde çalışmaları öngörülmüştür. Bu evrede halkın bilgilendirilmesinin, halkın sürece dâhil edilmesinin ve karşılıklı etkileşimin dikkate alınmasının gerekliliği, anayasanın birleştirici özelliği ve meşruluğu için özellikle kaydedilmiştir. İkinci evre ise anayasanın kabulü sürecidir. Bu süreçte komisyonlar, hazırladıkları raporları meclis genel oturumuna sunacak ve genel kurulda her madde için salt çoğunluk, toplu metin için 2/3 çoğunluk ni- * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 70 Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması sapları öngörülmüş, yapılacak iki oturumda da nitelikli çoğunluğun sağlanamaması halinde referandum seçeneği düzenlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Tunus anayasasının kaleme alınması, siyasal katılım, Tunus anayasasının kabul edilmesi, oylama yöntemleri ABSTRACT Constitutions often are signs of an interruption or a will to rebuild. The context a constitution is born into influences its content and method. The will of the Tunisian Revolution was to break its ties with the old regime and provide the country with a new constitution. This process progressed in two basic constitutional phases. The first phase was the writing of the new constitution. The commissions were formed to prepare these texts. Different drafts from NGOs, political parties, law scholars, experts and unaffiliated people were presented to the commissions. The commissions were able to hold joint meetings in order to avoid repetitions and conflicts. At this phase it was commonly accepted that the public had to be informed, integrated in the process and there had to be an interaction to guarantee a legitimized and unified constitution. The second phase is the approval process of the constitution. During this period commissions were to present their reports to the assembly and had to obtain a simple majority for every article, 2/3 majority for a collective text. In case they could not have a qualified majority after two sessions a referendum had to be held as an option. Keywords: Drafting of Tunisian Constitution, political participation in Tunisa, ratification process of Tunisan Constitution, the voting methods. *** Devletin kurucu belgesi olan Anayasa, yalnızca temel kuralları koyan hukuksal ve siyasal bir işlem değildir, hükümet edenlerle hükümet edilenler arasında.ahengi sağlaması da gerekmektedir. Bu aynı zamanda, yansımasını gelecekte bulan ve toplumların tarihini etkileyen sembolik bir işlemdir. Bu anlamıyla anayasalar sıklıkla bir kesinti ve yeniden kurma iradesini ilân eden bir değişikliğin göstergesi olmuşlardır. Ki bir anayasanın içinde doğduğu bu bağlam, içeriği denli hazırlanış yöntemini de etkilemektedir. Tunus örneği bunun açık bir görünümüdür. Böylelikledir ki devrimin ertesinde 14 Ocak 2011’de eski rejimle bağları koparmak amacıyla ülkeyi demokratik yeni bir anayasayla donatmak iradesi nihayet kendisini kabul ettirmiştir. Bu, Bey tarafından bahşedilen kısa sürmüş 1861 Anayasasından sonraki 3. Anayasadır. İkincisi bağımsızlığını sağlayan 1959 Anayasasıdır ki 14 Ocak devrimini müteakip -3 Mart 2011’de- son Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Fadhel Moussa 71 bulmuştur. Bu son anayasa Ulusal Kurucu Meclis’in iradesiyle 16 Aralık 2011’de onaylanmıştır. Bu, kaleme alınmakta olan 3. Anayasa tasarısı bağımsız Tunus tarihinin 2. Kurucu Meclisinin eseri olacaktır. 217 üyeden oluşan bu Meclis 23 Ekim 2011’de tek turlu liste ve en büyük artık üsûllü nisbi temsil sisteminin uygulandığı bir seçimle seçilmiştir. Bu seçim sonuçlarına; islamcı En Nahda Partisi’nin zaferi ve bu partiyle Cumhuriyet için Kongre Partisi (CPR) ile Ettakattol Partisi arasında (Troyka Koalisyonu olarak adlandırılan) bir hükümet koalisyonunun doğuşu damgasını vurmuştur. En Nahda Partisi Kurucu Meclis’teki sandalyelerin %41’ini (89 sandalye) kazandı. Bunu 29 sandalyeyle CPR, 26 sandalyeyle Halk Dilekçesi, 20 sandalyeyle Ettakattol, 16 sandalyeyle PDP, 5 sandalyeyle PDM, 5 sandalyeyle inisiyatif, 4 sandalyeyle Afek, 3 sandalyeyle POCT, 2 sandalyeyle Halk Hareketi ve MDS izledi. 16 sandalye de partiler ile tek sandalyesi olan bağımsızlar arasında paylaştırıldı. Bununla birlikte birçok parti ile bağımsızları siyasi yakınlıklarına göre birleştiren parlamenter grupların doğuşuyla bu yapı fazla uzun sürmedi. Yeni satranç tahtası 7 parlamenter gruptan oluşmaktadır: -En Nahda grubu (89 üye) -Demokratik grup (31 üye) -CPR grubu (29 üye) -Ettakattol grubu (20 üye) -Özgürlük ve Demokrasi grubu (12 üye) -Özgürlük ve Onur grubu (11 üye) -Özgürlük, Adalet ve Gelişme için Halk Dilekçesi grubu (11 üye) Bu yeni satranç tahtası Meclis İç Tüzüğünün kabulünün ardından, 20 Ocak 2010 tarihli genel oturumunda oluştu. İç Tüzük, anayasakoyucu tarafından 16 Aralık 2011 T. ve 2011-6 S. ile kabul edilen kamu erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair kanunun (ki yeni anayasanın kabulü ve yürürlüğe girmesine değin ülkeyi düzenleyecek küçük anayasa olarak da adlandırılan) ardından kabul ettiği ikinci işlem oldu. Bu metinle; kamu erklerini, kurumlar ile -Anayasanın UKM tarafından (UKM’in yetkileri, oylama) hazırlanması geçiş dönemini düzenleyen- kurallar arasındaki ilişkileri tanımlama yetkisi verilmiştir. UKM’nin çalışma düzeni daha çok Meclis İç Tüzüğüne bırakılmıştır. İki zamanlı bir yöntem izlemektedir: Önce Anayasanın kaleme alınması sürecini (I) ve ardından komisyonlar tarafından kabul edilmiş çalışma yöntemini (II) ele alacağız. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 72 Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması I- Anayasanın kaleme alınması süreci Anayasanın hazırlanması süreci 16 Aralık 2001 T. ve 2011-6 S. kamu erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair kanunun özellikle 3. Maddesi ile Anayasa tasarısının1 kaleme alınması için 6 ana başlıkta 6 komisyon kuran Ulusal Kurucu Meclis İç Tüzüğüyle düzenlenmektedir (m. 64). Her komisyon orantılılık ilkesine uygun olarak 22 üyeden oluşmaktadır (m. 42). Komisyon daireleri2 de parlamenter grupların ağırlıklarını dikkate alan bir temsilde (m. 50) gene bu kurala göre oluşuruldular. Komisyon çalışmaları 2012 Şubat’ında başladı. Bununla birlikte not etmek gerekir ki çalışmaların tamamlanması tarihini belirleyen bir takvim öngörülmedi. Sonuç olarak Anayasanın hazırlanması süreci iki ana evreye ayrılabilir: 1- Komisyonlar evresi: Metnin oluşturulması ve ilk taslağın hazırlanması safhasıdır. 65. madde bu anlamıyla “Daimi anayasa komisyonlarının hepsi kendilerine verilen ana başlıklara ilişkin hükümleri işbirliği ve yazım komisyonuna göndermeden önce kaleme alırlar. İşbirliği ve yazım komisyonu, gerektiriyorsa, genel oturumda görüşülmeden önce ilgili maddeleri kimi sorunların yeniden incelenmesi için ilgili komisyona geri gönderebilir” demektedir. İşbirliği komisyonunun görevi, isminden de anlaşıldığı üzere, her türlü çelişki, binişme ve tekrarlardan kaçınılması için komisyonların çalışmalarını izlemekten ibarettir. Bu komisyonun görevleri 104. maddeyle düzenlenmiştir ki diğer görevlerinin yanında “komisyonlar arası anında ve sürekli işbirliği”nden söz etmektedir. Komisyonların ortak toplantılar yapması imkânı da, aynı çerçevede, 66. maddeyle öngörülmüştür. Komisyonların çalışmaları bittiğinde, komite Anayasa tasarısı hakkında Meclis genel oturumuna sunulmak üzere bir genel rapor hazırlar (m. 104/2). Ki tam katılımlı oturum bu raporun okunmasıyla başlayacaktır. 1 2 Söz konusu altı ana başlık şöyledir: 1) Başlangıç, temel ilkeler ve anayasanın gözden geçirilmesi; 2) Haklar ve özgürlükler; 3) Yasama ve yürütme erki ile karşılıklı ilişkileri; 4) Yargı yolları (adli, idari, mali ve anayasal); 5) Bağımsız anayasa makamları; 6) Yerel ve bölgesel yönetimler Her Komisyon dairesi; Komisyon başkanı, başkan yardımcısı, bir raportör ve iki raportör yardımcısından oluşur (İçtüzük m. 49) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Fadhel Moussa 73 2- Meclis genel oturumunda inceleme: Anayasa tasarısının Meclis genel oturumunda incelenmesi, kamu erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair kanunun 3. maddesiyle düzenlenmiştir: “Ulusal Kurucu Meclis Anayasa tasarısını üyelerinin salt çoğunluğuyla madde madde kabul eder. Ardından tasarının bütününü üyelerinin 2/3 çoğunluğuyla oylar. Gerekli çoğunluğun sağlanamaması durumunda ilk okumanın yapıldığı tarihten itibaren 1 ay içerisinde aynı çoğunlukla ikinci okuma yapılacaktır. Aranan çoğunluk gene oluşmaz ise Anayasa tasarısı referandumla salt çoğunluğun toplu kabulüne sunulacaktır.”. Bundan yeni Tunus Anayasasının kabulünün sonuç itibariyle üç okumada gerçekleşeceği sonucu çıkmaktadır: -Kabulünün salt çoğunlukla olacağı madde madde okuma -Kabulünün üyelerin 2/3 çoğunluğuyla olacağı toplu okuma -Aranan 2/3 çoğunluğun sağlanmaması durumunda yapılacak ikinci bir toplu okuma. Çoğunluğun gene sağlanamaması durumunda tasarı referanduma sunulacaktır. İç Tüzük kendi payına Anayasa tasarısının tam katılımlı oturumda görüşülmesi usûl ve yöntemlerini belirlemektedir. 106. maddeye göre oturum Anayasa hakkındaki genel raporun sunumuyla açılır. Raporun sunumunun ardından da genel görüşmeye geçilir. Meclis genel oturumunun rolü de önemlidir. Gerçekten de komisyonların önerdikleri hüküm tasarılarının kabulü, reddi, değiştirilmesi denli milletvekillerinin değişiklik talepleri Meclis genel oturumunun mutlak egemenliğindedir. İşbirliği komitesi Anayasa taslağının son hâlinin hazırlanmasında tam katılımlı meclisin kararlarına uymak zorundadır. (m.104/3). Buna karşın yeni Anayasanın hazırlanma misyonunu gerçekleştirebilmek için Kurucu Meclis, son taslağın kuralkoyucu niteliğinin garantisi de olacak bir çalışma yöntemini hazırlamalıdır. II- Anayasanın kaleme alınmasının yöntemi Anayasanın hazırlanması süreci hâlâ komisyonlar evresine ait bir süreçtir. Bu evrede çalışma, siyasi ve anayasal tercihlerin belirlenmesi eksenine dayalı bir düşünme çalışmasıdır. Burada söz konusu olan, sonuç olarak genel oturumda Meclisin onayını bekleyen Anayasanın içeriği denli eğiliminin belirlenmesine götürecek temel bir evredir. Komisyonların çalışmasını gösteren bir örnek olarak adli, idari, mali ve anayasal yargı komisyonu örneğini alacağız3. Söz konusu komisyon çalışma 3 Bu seçim–aynı zamanda bu mütevazi tebliğin de yazarı olan- söz konusu Komisyon Başkanlığınca açıklanmıştır. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 74 Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması yönteminde bir yandan içsel, öte yandan yoğunlaştırılmış bir yaklaşımı seçti. A- İçsel bir yaklaşım Komisyona uzmanlardan, siyasi partilerden, bağımsızlardan, hukukçulardan ve STK’larından birçok tasarı geldi. Bu açıdan Komisyon, çalışmaların başından itibaren açık ve sıkı bir çalışma yöntemini belirlemenin önemi konusunda ısrar etti. Komisyon üyeleri; zengin ve yapıcı bir tartışma için önceden kabul edilmiş tüm anlayışları bir kenara bırakarak, mukayeseli farklı anayasal modeller ve uluslararası standartlar denli Tunus’ta yeni bir yargı sisteminin olası tüm çerçevelerinden hareketle “boş bir sayfa” diye adlandırdıkları bir yaklaşımı kabul ettiler. Böylesi bir tartışma, sorunsalını belirlemeyi başaran komisyonun, çalışma eksenlerini de belirlemeyi sağladı: “Nasıl bir yargı istiyoruz?”. Bu sorunsal uzun bir tartışmanın meyvesi idi: -Yargının yeni bir düzenlemesinin varmak istediği hedefler, -Mevcut hukuksal yapısında çözülecek sorunlar ile yeni Anayasanın kaçınması gereken sorunlar. Böylece komisyon üzerinde çalışılacak farklı konuları saptamayı ve yeni bir anlayışı düzenlemeyi başardı: -Yargının oluşturulması: makam, kamu hizmeti veya erk mi? -Nasıl bir bağımsızlık? Nasıl bir hâkimler yüksek kurulu? -Yargı yollarının tekliği ya da ikiliği? -Nasıl bir anayasa yargısı? -Nitelikli bir yargının ilkeleri ve zorunlu kuralları: etkili bir yargının uluslararası standartları, adil yargılanma ilkesi, hâkimin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, uzmanlık, mahkeme kararlarının uygulanması sorunu… Bu amaçlara ulaşmak için Komisyon yargı ana başlığının (aynı zamanda hukukun) getirdiği farklı sorunları derinlemesine inceleyebilmek için gerekli araştırma ve çalışmaları gerçekleştirdi ve böylece: -Tunus mevcut adalet sisteminin tanılanması [diagnostiquer – ç.n.]: hukuk devleti, yargının “ehlileştirilmesi”ne götüren faylar ve sorunlar. -Mevcut yargı sisteminin incelenmesi: Komisyon üyelerince farklı yargı yolları (adli, idari, ad hoc) hakkında hazırlanacak raporlar. -Mukayeseli hukukun derinlikli incelenmesi. -Anayasa, idare hukuku ve kamu maliyesi uzmanlarının yanısıra meslekten kişilerin dinlenmesi, -Yurtdışı ziyaretleri (AİHM ve Alman Anayasa Mahkemesi) -Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası teşkilâtlarca düzenlenecek sıklığı önemsiz sempozyumların artırılması. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Fadhel Moussa 75 B- Danışılmış bir yöntem Tüm anayasa komisyonları halka ve sivil toplum girişimlerine açılmayı kararlaştırdılar. Vatandaşın gözünde anayasakoyucunun, vatandaşın kamusal konulara yeni katılım biçimleri ile sosyal eylemleri karşısında duyarsız kalmasının kabul edilemez olduğu belli oldu. Böylelikle anayasa komisyonlarının çalışmaları kamu yönetiminin iki temel ilkesiyle düzenlenmiş oluyor: Anayasa saydam olmayan, sosyal dürtülerden uzak bir ortamda hayat bulamaz. Bu nedenledir ki Meclis İç Tüzüğü 54. maddesiyle Komisyonların basına ve vatandaşlara açılması prensipini öngördü. Kapalı oturum yalnızca istisnai bir tedbirdir. Aynı madde gereğince, komisyonlar kamuyu, Ulusal Kurucu Meclis’in internet sayfasında, tüm toplantılarının tarihlerinden ve gündeminden haberdar etmek zorundadır. Komisyonların bazıları günlük toplantı özetleriyle çalışma tutanaklarını façadefteri sayfasına [facebook – ç.n.] ve hatta anında tvittır’a [twitter – ç.n.] koyacak kadar ileri götürmüşlerdir. Şurası bir gerçektir ki bunlar genelde kişisel girişimlerdir. Halk böylece anayasakoyucunun faaliyetlerinden ve çalışmalarının ilerleyişinden düzenli olarak bilgilendirilecektir. Bu, katılımcı yaklaşımın ilk boyutudur: bilgi edinme hakkı. Karşılıklı etkileşim, katılımcı yaklaşımın bu kez toplumdan Meclis’e doğru çıkan ikinci boyutudur. Bu yaklaşım gerçekten de anayasakoyucunun halkın taleplerine yakın ve toplumda var olan tüm anayasal özlemlerden haberdar olmasını sağlamaktadır ki, bu da farklı ana başlıklarda ve olası tercihlerdeki çalışmalarına ışık tutacaktır. Böylelikle vatandaşlar ile kurum ve derneklerden gelen farklı tasarı ve önerileri göz önünde tutmaktadır. Meclise ulaşan tüm bu tasarılar en kısa sürede komisyonlara havale edilmektedir. Bu tasarılar birer bilgi kaynağı ve tartışmayı zenginleştirebilecek yazım örnekleri olarak söz konusu komisyonları, çalışmalarında dikkate almaya yöneltmektedir. Karşılıklı etkileşim aynı zamanda ilgili tüm tarafların dinlenmesi temelli bir yaklaşımın kabulüyle de somutlaştırılmaktadır. Yargı Komisyonu yalnız meslekten kişilerin (İdare Mahkemesi Başkanı, Sayıştay Başkanı, Yargıtay Başkanı vb.) değil aynı zamanda meslek teşkilatları (Hâkimler Derneği, Hâkimler Sendikası, İdari Hâkimler Birliği) ile Tunus İnsan Hakları Derneği gibi sivil toplum temsilcileri ve eski baro başkanları gibi kamuya mâl olmuş diğerleriyle de bir dizi görüşme gerçekleştirmiştir. Karşılıklı etkileşim aynı şekilde, anayasa hukukçuları ve daha geniş olarak, uzmanlığı gerekli ve büyük yarar sağlayan hukukçuların katılımıyla da somutlaşmaktadır. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 76 Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması Böylesi bir yaklaşım Anayasayı birlikte tasarlanmış toplu bir çalışma hâline getirerek tarafların rızasını içeren kabulünü, meşruluğu ile kalıcılığını teminat altına alacaktır ki dileğimiz de budur. KAYNAKÇA Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010. Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif a l'élection d'une assemblée nationale constituante. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 LA RÉDACTION DE LA CONSTITUTION PAR L’ASSEMBLÉE NATIONALE CONSTITUANTE DE TUNISIE Fadhel Moussa Doyen de la faculté des sciences juridiques politiques et sociales de Tunis/ Membre de l’Assemblée Nationale Constituante RÉSUMÉ La redaction de la Constitution par l’Assemblée Nationale Constituante de Tunisie a été entamée à partir des elections du 23 Octobre 2011 et a été realisée en deux phases: la phase des commissions et l’examen en plénière. La méthodologie de la rédaction de la Constitution consiste en une demarche endogène et une demarche concertée. Plusieurs projets ont été fournis aux commissions émanant d’experts, de partis politiques, d’indépendants, de jurists et d’ONG. Les commissions de la constituante ont toutes convenues l’ouverture sur le public et sur les initiatives venant de la société civile. Mots-clefs: Le processus de la rédaction de la Constitution de la Tunisie, l’Assemblée nationale constituante, la méthodologie de la redaction de la Constitution. *** Texte fondateur de l’Etat, la Constitution est non seulement un acte juridique et politique qui pose les règles fondatrices qui doivent rythmer les rapports entre gouvernants et gouvernés. C’est aussi un acte symbolique qui se projette dans l’avenir et qui marque l’histoire des sociétés. En ce sens, les Constitutions ont toujours été l’emblème d’un changement, annonçant souvent une volonté de rupture et de reconstruction. Et c’est ainsi que le contexte dans lequel naît une Constitution agit sur son contenu comme sur son mode d’élaboration. L’exemple tunisien en est une illustration éloquente. C’est ainsi qu’au lendemain de la révolution du 14 janvier 2011, une volonté de doter le pays d’une nouvelle constitution démocratique en vue de rompre avec l’ancien régime s’est finalement imposée. Ce sera la troisième Constitution de l’histoire de la Tunisie, après celle de 1861, octroyée par le Bey et de courte durée, et celle de 1959 qui a donné naissance à l’Etat de l’indépendance et qui a pris fin avec la révolution du 14 janvier et plus précisément le 3 Mars 2011 entérinée par la volonté de l’Assemblée Nationale Constituante le 16 Décembre 2011. 78 La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale Constituante de Tunisie Ce projet de la troisième Constitution en cours de rédaction sera l’œuvre de la deuxième Assemblée Constituante de l’histoire de la Tunisie indépendante. Cette Assemblée de 217 membres a été élue le 23 octobre 2011, par un scrutin de listes proportionnel à un tour avec répartition des sièges non pourvu sur la base du plus fort reste. Les résultats de ces élections ont été marqués par la victoire du parti islamiste “Ennahdha” et la naissance d’une coalition gouvernementale entre ce parti, le CPR et Ettakattol, communément appelée la Troïka. Ennahdha a eu, en effet, 41% des sièges à la constituante, soit 89 sièges. Elle était succédée par le CPR (29 sièges), la pétition populaire (26 sièges), Ettakattol (20 sièges), le PDP (16 sièges), le PDM (5 sièges), l’initiative (5 sièges), Afek (4 sièges), le POCT (3 sièges), Mouvement du peuple et MDS (2 sièges pour chacun) et 16 sièges répartis entre des partis et des indépendants n’ayant qu’un seul siège. Toutefois, cette architecture n’a pas duré longtemps avec la naissance de groupes parlementaires réunissant plusieurs partis et indépendants par affinités politiques. Le nouvel échiquier comprend 7 groupes parlementaires: - Groupe Ennahdha (89 membres) - Le Groupe démocratique (31 membres) - Groupe CPR (29 membres) - Groupe Ettakattol (20 membres) - Groupe Liberté et Démocratie (12 membres) - Groupe Liberté et Dignité (11 membres) - Groupe la pétition populaire pour la liberté, la justice et le développement (11 membres). Ce nouvel échiquier s’est établi au lendemain de l’adoption du règlement intérieur de l’Assemblée, lors de la séance plénière du 20 janvier 2012. Le règlement intérieur fut le second acte adopté par la constituante après l’adoption de la loi n°2011-6 du 16 décembre 2011 portant organisation provisoire des pouvoirs publics appelée aussi la “Petite Constitution” qui régira le pays jusqu’à l’adoption de la nouvelle constitution et sa mise en œuvre. Ce texte a pour vocation de définir les pouvoirs publics, les rapports entre les institutions et les normes qui régissent la phase transitoire de l'élaboration de la Constitution par l'ANC (compétences de l’ANC, vote). L’organisation du travail de l’ANC est plutôt reléguée au règlement intérieur de l’Assemblée. Il s’en suit une démarche à deux temps: on évoquera d’abord le processus de rédaction de la Constitution I, ensuite la méthodologie de travail adoptée par les commissions II. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Fadhel Moussa 79 I. Le processus de rédaction de la Constitution Le processus d’élaboration de la Constitution est essentiellement régi par l’article 3 de la loi n°2011-6 du 16 décembre 2011 portant organisation provisoire des pouvoirs publics, et par le règlement intérieur de l’Assemblée Nationale Constituante qui a institué six commissions thématiques pour la rédaction du projet de Constitution1 (article 64). Chaque commission est composée de 22 membres conformément à la règle de la proportionnelle (article 42). Les bureaux des commissions2 sont, de même, constitués conformément à cette règle qui implique une représentativité selon le poids des groupes parlementaires (article 50). Les travaux des commissions ont commencé en février 2012. Toutefois, il est à noter qu’aucun calendrier précisant une date pour la fin des travaux n’a été prévu. En somme, le processus d’élaboration de la Constitution peut être divisé en deux phases essentielles: 1. La phase des commissions: Il s’agit de la phase de la conception du texte et de la confection de la première esquisse. L’article 65 dispose, en ce sens, que “toute commission constitutionnelle permanente rédige les articles relatifs aux thèmes qui lui sont attribués du projet de la Constitution, avant de les soumettre à la commission de coordination et de rédaction. Celle-ci peut, le cas échéant, remettre les articles à la commission concernée pour réexamen de certaines questions, avant qu’elle ne les discute en séance plénière”. Le rôle du comité de coordination, comme son nom l’indique, consiste donc à suivre le travail des commissions pour éviter tous genres de contradiction, de chevauchement ou de répétition. Les fonctions de ce comité sont ainsi régies par l’article 104 qui cite entre autres “la coordination instantanée et continue entre les commissions”. La possibilité de faire des réunions communes de commissions est, dans la même perspective, prévue par l’article 66. Une fois, les travaux des commissions finis, le comité prépare un rapport général sur le projet de Constitution à soumettre à l’assemblée 1 2 Les six thèmes retenus sont: 1) Préambule, principes généraux et révision de la constitution; 2) Les droits et libertés; 3) Le pouvoir législatif et exécutifs et leurs rapports respectifs; 4) La justice, judicaire, administrative, financière et constitutionnelles; 5) Les instances constitutionnelles indépendantes; 6) Les collectivités locales et régionales Le bureau de chaque commission est composé du président de la commission, d’un vice-président, un rapporteur et deux rapporteurs adjoints (article 49 RI). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 80 La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale Constituante de Tunisie plénière (article 104 al.2). La phase plénière commence d’ailleurs par la lecture de ce rapport. 2. L’examen en plénière: L’examen du projet de Constitution par l’Assemblée plénière est essentiellement régi par l’article 3 de la loi portant organisation provisoire des pouvoirs publics qui dispose que “L’Assemblée nationale constituante adopte le projet de la Constitution article par article à la majorité absolue de ses membres. Elle procède par la suite à un vote global de l’ensemble du projet à la majorité des deux tiers des membres. A défaut, une deuxième lecture à la même majorité doit avoir lieu dans un délai ne dépassant pas un mois de la première lecture. Si la majorité requise n’est pas toujours atteinte, le projet de la Constitution est soumis au référendum pour une adoption globale à la majorité simple des suffrages”. Il en ressort que l’adoption de la nouvelle Constitution tunisienne aura lieu, en somme, à la suite de trois lectures: - Une lecture article par article où l’adoption est à la majorité absolue, - Une lecture globale où l’adoption est aux deux tiers des membres, - Une deuxième lecture globale qui aura lieu au cas où on n’a pas atteint la majorité des deux tiers requises. A défaut, le projet de Constitution est soumis au referendum. Le règlement intérieur précise, pour sa part, la procédure et les modalités de discussion du projet de la Constitution en séance plénière. Selon l’article 106, elle s’ouvre par la présentation du rapport général sur la Constitution. Une fois le rapport présenté, on entame la discussion générale. Le rôle de la plénière n’est pas moins crucial. En effet, l’assemblée plénière a la souveraineté absolue d’adopter, de rejeter et de modifier les projets de dispositions établis par les commissions ainsi que les amendements des députés. Le comité de coordination est tenu de s’aligner sur les résolutions de l’assemblée plénière dans la préparation de la version finale de la Constitution (article 104 alinéa 3). Par ailleurs, pour réussir sa mission d’élaborer la nouvelle Constitution, l’assemblée constituante demeure tenue d’établir une méthode de travail qui est à même de lui garantir le niveau requis de qualité normative du texte final. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Fadhel Moussa 81 II. La méthodologie de la rédaction de la Constitution Le processus d’élaboration de la Constitution en est encore à la phase des commissions. Dans cette phase, le travail est essentiellement un travail de conception axé sur la détermination des options politiques et constitutionnelles. Il s’agit d’une phase cruciale qui amènera à définir en somme l’orientation de la Constitution ainsi que son contenu, en attendant l’aval de l’assemblée plénière. On prendra le cas de la commission de la justice judiciaire, administrative, financière et constitutionnelle comme exemple illustratif du travail des commissions3. Celle-ci a opté dans sa méthodologie de travail pour une une démarche endogène d’une part, concertée d’autre part. A. Une démarche endogène Plusieurs projets ont été fournis aux commissions émanant d’experts, de partis politiques, d’indépendants, de juristes et d’ONG. A cet égard, la commission a insisté, dès le départ de ses travaux, sur l’importance de définir une méthodologie de travail claire et rigoureuse. Les membres ont convenu à partir de ce qu’ils ont appelé “une feuille blanche”, laissant de côté tous concepts préétablis pour ouvrir un débat riche et constructif à partir de différents modèles constitutionnels comparés, les standards internationaux ainsi que sur toutes les perspectives possibles de la nouvelle organisation juridictionnelle en Tunisie. Un tel débat a permis de préciser les axes de travail de la commission qui est parvenue à préciser sa problématique: “quelle justice voulons nous?”. Cette problématique était le fruit d’une longue discussion sur: - Les objectifs à atteindre par l’établissement d’une nouvelle organisation de la justice, - Les problèmes à résoudre dans l’ordonnancement juridique actuel et que la nouvelle Constitution devrait éviter. Ainsi, la commission est parvenue à relever les différents sujets à étudier et à règlementer dans la nouvelle conception: - la conception même de la justice: autorité, service public ou pouvoir? - Quelle indépendance? Quel Conseil supérieur de la magistrature? - Unité ou dualité des juridictions? - Quelle justice constitutionnelle? 3 Ce choix est justifié par la présidence de cette commission par l’auteur de cette modeste contribution Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 82 La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale Constituante de Tunisie - les principes et impératifs d’une justice de qualité: les standards internationaux de la justice efficace, principe du procès équitable, l’indépendance et la neutralité du juge, la spécialisation, le problème de l’exécution des jugements… Pour atteindre ces finalités, la commission a procédé aux études et aux recherches nécessaires pour approfondir l’examen des différentes questions qu’évoque le thème de la justice (aussi bien de fait que de droit), et ce, à travers: - Un diagnostic de l’état actuel de la justice en Tunisie: l’état du droit, les failles et les problèmes qui ont mené à la “domestication” de la justice. - Une étude de l’organisation juridictionnelle actuelle: des exposés sur les différentes juridictions (judiciaire, administrative, ad hoc) faits par des membres de la commission. - Un dépouillement du droit comparé, - Auditions d’experts en droit constitutionnel, administratif et en finances publiques ainsi que des professionnels. - Visite à l’étranger (la CEDH et la Cour constitutionnelle allemande). - Multiplicité des colloques organisés par des organisations nationales et internationales sur des thèmes se rapportant au sujet, avec une fréquentation mitigée. B. Une démarche concertée Les commissions de la constituante ont toutes convenues de l’ouverture sur le public et sur la nécessité des initiatives venant de la société civile. Il s’avère en effet inadmissible aux yeux des citoyens que la constituante soit imperméable, face à leur activisme, aux nouvelles formes de participation citoyenne à la chose publique. C’est ainsi que le travail des commissions constituantes se trouve régi par deux principes essentiels de la gouvernance publique: La Constitution ne pourra pas naître dans l’opacité et loin des impulsions sociales. C’est pour cela que le règlement intérieur de l’Assemblée a prévu dans son article 54 le principe d’ouverture des commissions aux medias et aux citoyens. L’hui-clos n’est qu’une mesure d’exception. Les commissions doivent, en vertu du même article, informer le public de la date de toutes ses réunions ainsi que de son ordre du jour sur le site officiel de l’Assemblée nationale constituante. Certains vont jusqu’à mettre sur facebook des comptes rendus quotidiens des travaux des commissions, publication des PV ou même à transmettre en direct sur twitter les travaux des commissions. Il est vrai que ce sont souvent des initiatives personnelles. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Fadhel Moussa 83 Le public sera ainsi constamment informé de l’activité de la constituante et de l’avancement de ses travaux. C’est le premier aspect de l’approche participative: le droit à l’information. L’interactivité est le deuxième aspect de l’approche participative qui prend cette fois-ci un sens ascendant, de la société vers l’Assemblée. Cette approche permet en effet à la constituante de rester proche des revendications populaires et d’être au courant de toutes les aspirations constitutionnelles qui existent en société, ce qui éclairera certes ses travaux sur les différents thèmes et choix possibles. C’est ainsi qu’elle s’avère réceptive à l’égard des différents projets et propositions émanant des citoyens et des organisations et associations. Tous ces projets reçus par l’Assemblée sont aussitôt transmis aux commissions. Les dites commissions sont amenées à en tenir compte dans leurs travaux comme source d’information et comme exemples de rédaction susceptibles d’enrichir le débat. L’interactivité se concrétise aussi à travers l’adoption d’une conduite basée sur l’écoute de toutes les parties prenantes. La commission de la justice a ainsi procédé à une série d’auditions non seulement des professionnels (présidente du tribunal administratif, président de la Cour des comptes, premier président de la Cour de cassation…) mais aussi les représentants des organisations professionnelles (association des magistrats, syndicat des magistrats, Union des juges administratifs) et de la société civile telle que la ligue tunisienne des droits de l’Homme et autres, ainsi que des personnalités publiques tels que les anciens bâtonniers de l’Ordre des avocats. L’interactivité se concrétise enfin à travers la participation des constitutionnalistes et plus généralement les juristes dont l’expertise s’est révélée nécessaire et d’une grande utilité Une telle approche permet de faire de la constitution une œuvre collective et concertée qui garantira son adoption consensuelle, sa pérennité et sa légitimité ce qui est notre souhait… BIBLIOGRAPHIE Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010 Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif à l'élection d'une assemblée nationale constituante Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 CEZAYİR’DE UMUT İLE HAYALKIRIKLIĞI ARASINDA KURUMSAL VE SİYASİ REFORMLAR* (INSTITUTIONAL AND POLITICAL REFORMS IN ALGERIA, BETWEEN HOPE AND HOPELESSNESS) Bachir Yelles Chaouche Oran Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı/ Professor at the Faculty of Law University of Oran, Algeria ÖZET 1989 anayasa reformu tek parti sistemini kaldırmış, ekonomik liberalizmi baştacı etmiş ve özellikle Hükümet başkanlığı ve Anayasa Konseyi gibi iki yeni kurum getirerek kurumsal düzenlemeleri Anayasaya sokmuştur. 1989 ve 1996 Anayasaları; Cumhurbaşkanından farklı ve aralarında gerçek bir yetki paylaşımını sağlayarak kendisine münhasır yetkiler verdiği Hükümet Başkanlığı kurumunu yarattı. Amaçlanan hedef; Cumhurbaşkanını, Devlet işlerinin günlük idaresiyle uğraşan bir organ olmaktan daha çok kurumların işleyişinin teminatı ve bir hakem olmasını düzenleyerek yetkilerin adem-i merkeziyetini kurmak idi. İmtiyazlarının sınırlandırılarak Hükümet Başkanına devri de bundan kaynaklanıyordu. Bu durum 2008’e kadar sürecektir. Aslında, tüm beklentilere karşın, 2008 yılında, önceki reformların getirdiği ilerlemelere göre bir gerileme sayılacak, yeni bir anayasal reforma girişildi. Bu reform; Cumhurbaşkanlığı yetki sürelerindeki sınırı kaldırmakta ve Hükümet Başkanlığını kaldırıp imtiyazlarını (eylem programının hazırlanması ve yürütme işlevinin geri alınması) Cumhurbaşkanına aktararak, yerine Başbakanlığı getirmekte ve böylece erkleri Cumhurbaşkanında yeniden merkezileştirmektedir. Bununla birlikte, seçilmiş meclislerde temsil şanslarını artırarak “kadınların siyasi haklarının teşvik edilmesi hakkı”nı getirmektedir. Siyasi planda, siyasi parti kurma hakkını ilk defa düzenleyen 1989 Anayasasıdır, ki yeterince korunmamış bir hak olarak durmaktadır. Bir siyasi partinin kurulması başvurusunu kabul ya da reddi hususunda İçiş* Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 86 Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar leri Bakanı ölçüsüz yetkiler verilmiştir. Bu yöntem; bu özgürlüğün kullanılmasını, büyük ölçüde İçişleri Bakanının takdir yetkisine bıraktığından, belirsizleştirmektedir. İdari yargıya başvuru mümkün olsa da; mevcut hâliyle idari yargı, siyasi nitelikte bir uyuşmazlığı çözebilmek için, yeterince garanti altına alınmış tarafsızlık ve bağımsızlıktan yoksundur. 2012 tarihli Siyasi partilere ilişkin organik kanun reformu, siyasi partilerin hukuksal statülerine ilişkin birkaç yenilik getirmesine karşın sistemin doğasına dikkate değer bir etkiden uzaktır. Şu var ki, mali yardımlar ile kitle iletişim araçlarına erişim hakkına bağlı sınırlandırmalardan ötürü, hâlâ dönüşümlü olmayan bir çokpartililikteyiz. Anahtar Kelimeler: Cezayir, dönüşüm [alternance – ç.n.], dönüşümlü olmayan çokpartililik [multipartisme sans alternance – ç.n.], hükümet, çokpartililik, siyasi partiler, anayasal reform ABSTRACT The constitutional reform in 1989 ended the single party period, favored economic liberalism and paved the way for the foundation of institutions like the Presidency and Constitutional Council. The constitutions of 1989 and 1996 created a Presidency (Head of Government) which is different from the President of the Republic. According to this change the president has exclusive authority. The purpose was to withdraw the President of the Republic from daily state issues and turn it into a referee, a guarantee for different state institutions to function properly, which would also increase decentralization. The limitation of authority and its transfer to the President was also a result of the same purpose. This situation was going to continue until 2008. Despite all the expectations in 2008 that a new political reform was started, it is going to be considered as a regression compared to previous ones. This reform removed the limits on the authority of the President of the Republic, abolished the presidency and transferred his power to the President of the Republic. According to this reform instead of a president, there would be a Prime Minister and political power would be centralized again in the hands of the President of the Republic. In addition, the reforms increased the chance for women to be elected for different councils (assemblies) thanks to “right to promote political rights for women”. In the political arena, the 1989 constitution was the first mention of the right to form a political party, which is a non-protected right. The Ministry of the Interior has unlimited authority to accept or decline the applications. This method prevents people to use this right freely and trusts the judgment of the minister. Even though it is possible to appeal Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 87 to the juridical system, the administrative jurisdiction does not have the neutrality or the freedom to solve the disputes. Despite the organic law reform of 2012 regarding political parties, the system itself did not change. Because of limitations regarding financial support and mass communication, we can still talk about a multi-party regime without alternation. Keywords: Algeria, alternation, Multi-party regime without alternation, government, multi-party, political parties, constitutional reform I- KURUMSAL REFORMLAR: İLERLEME VE GERİLEMELER 1- İktidarın adem-i merkezileşmesi, ikili bir yönetimin kurulması (1989 – 1996) II- SİYASİ REFORMLAR: DÖNÜŞÜMLÜ OLMAYAN BİR ÇOKPARTİLİLİĞİN KURULUŞU 1- Korunamamış bir hak olarak siyasi parti kurma hakkı 2- Dönüşümlü olmayan bir çokpartililik *** GİRİŞ Bağımsız Cezayir, ilk Anayasasını 1963’te tanıdı. Kurumsal planda (tek parti) olduğu kadar siyasi planda (sosyalist ideoloji) rejimin ana yönelimlerini daha en baştan ilân eden bir anayasa. Dönemin farklı siyasi güçlerinin uzlaşmasının bir ürünü olmayan bu anayasa çok hızlı bir şekilde tartışma konusu olarak 1965’te bir askeri darbeyle safdışı bırakıldı. İkinci anayasa ancak 1976’da gün yüzü görecektir ki kendi hesabına tüm görkemiyle tek parti sistemini ve sosyalizmi benimseyecektir. İktidarın siyasi ve ekonomik planda özel faaliyete karşı bir çerçevede kullanımı; özellikle petrol rantının yıkılmasıyla gözler önüne serilen sistemin başarısızlığıyla sonuçlanmıştır. İktidara, özgür ve çoğulcu seçimlerin değil de kamusal harcamalarının meşruluğunu kazanmasını sağlayan bir rant. Bunu, 1988 Ekim olayları ve olağanüstü hâlin ilânı izledi. Yeni bir hükümet biçimi gerçek bir gereklilik olarak ortaya çıkıyordu. 1988’ten itibaren, 1989 Anayasasının ilânıyla sonuçlanan, anayasal bir reforma girişildi. Ki 1976 Anayasasının antitezi olarak görünüyordu: Tek parti sistemini kaldırıyor, ekonomik liberalizmi baş tacı ediyor, hükümet başkanlığı ve Anayasa Konseyi gibi yeni kurumsal düzenlemelere gidiyordu. Bununla birlikte siyaset meydanının böyle hoyratça açılması, islâmi akımın doğuşuna izin verdi. Hâlbuki, diğer siyasi güçler kendilerini göstermekte dahi sıkıntı çekiyorlardı. İlk özgür seçimlerden Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 88 Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar itibaren bu akım yerel meclislerin1 çoğunu, ardından 1991’de genel seçimlerde parlamentodaki sandalyelerin çoğunu daha ilk turda2 kazandı. Ülkenin anahtar kurumlarının bu hızlı istilâsı ülkenin karar organlarını seçim sürecini kesintiye götürdü. Bunu, terörizmin doruğunda, olağanüstü hâl ve geçici kurumlarla bir kara on yıl izledi (1992-1998)3. Anayasal meşruluğa dönersek, kurumların yeniden seçim süreciyle kurulmaları gerekirdi. Meşruluğa bu geri dönüşün öncesinde, 1989 Anayasası ile aynı ruhta ve aynı temellere dayanan, 1996’daki yeni anayasa reform vardır. Yenilikler arasında: Parlamentoda çoğunluğun hoyrat değişikliklerine karşı korunabilmek için Ulus Konseyi diye ikinci bir meclis kurmak. Seçim süreci kademeli olarak başlatıldı, önce Cumhurbaşkanı için (16 Kasım 1995), sonra Parlamento için (5 Haziran 1997) ve nihayet yerel meclisler için (23 Ekim 1997). Bütün beklentilere rağmen daha önceki 3 anayasal reformla yapılan ilerlemelere göre bir gerileme teşkil eden yeni reforma 2008’de başlandı. Cumhurbaşkanının yetkilerini, sınırlamalarını kaldırarak, hükümet başkanlığını ilga ederek güçlendirme eğiliminde. Bununla birlikte, “Kadının siyasi haklarının teşviki hakkı”nı, getirerek kadınların seçilmiş meclislerde temsili şanslarını artırıyor. Bunlardan çıkan sonuç şu ki, 1989’dan bu yana Cezayir’in kurumsal ve siyasi sistemi yeniden oluşuyor ve yavaş yavaş kuruluyor. Bu reformların kurumsal olduğu denli siyasi planda da çözümlemesini yapmak gerekir. I. Kurumsal Reformlar: İlerleme ve Gerilemeler 1989 ve 1996 anayasaları Cumhurbaşkanınkinden farklı kendine özgü yetkiler tahsis edilen Hükümet Başkanlığı kurumunu getirerek iki organ arasında gerçek bir yetki paylaşımı sağladı. Hedeflenen amaç, Cumhurbaşkanının yetkilerini dağıtarak günlük devlet işlerini görmekten daha çok kurumların iyi işleyişlerinde bir hakem ve teminat organı durumuna getirmekti. Söz konusu imtiyazların azaltılması ve Hükümet 1 2 3 12 Ocak 1990 yerel seçim oylamaları, – İSC (İslami Selâmet Cephesi – FIS) 1541 beldenin 853’ünü ve 40 vilâyetten 31’ini kontrol etti. iç. M. BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005, p. 15. 26 Aralık 1991 Yasama seçimlerinde FIS parlamentodaki sandalyelerin 43, 72’sini kazandı. İstifa eden Cumhurbaşkanının ardından yeni meclis seçimleri gündemde değilken, Ulusal Meclis ve islâmi akıma bağlı yerel meclisler kendisilerini feshetti. Bu konuda mükemmel bir çalışma için bkz. daha önce sözünü ettiğimiz Mohamed BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 89 başkanına devri bundan kaynaklanmaktadır4. Bu durum 2008’e değin sürecektir. 1) İkili bir yönetim kurularak iktidarın adem-i merkeziyeti (1989 – 1996) Uygulanacak siyasi programın hazırlanması, yönetim işlevi ve kural koyma işlevinin bir kısmı Hükümet Başkanının yetkisi içindedir. - Uygulanacak siyasi program, Hükümet Başkanının imtiyazında bir yetki Cumhurbaşkanının yetkilerini düzenleyen anayasal hükümler birlikte okunduğunda Anayasanın özellikle 77. maddesinde Hükümetin uygulamakla yükümlü olacağı bir programı hazırlamakla yetkilendirilmediği açıkça görülmektedir. Anayasakoyucu bu görevi daha çok Hükümet Başkanına bırakmaktadır: “Hükümet Başkanı, Bakanlar Kuruluna sunacağı programına karar verir” (m. 79). Demek ki program, Devlet Başkanı başkanlığındaki Bakanlar Kuruluna sunulmadan önce Hükümet Başkanınca kararlaştırılmaktadır. Bu sunuş bildirim mahiyetindedir. Programın hazırlanmasının kime ait olduğu “Hükümet Başkanı programını Ulusal Halk Meclisi’nin onayına sunar” diyen 80. Maddede bir kere vurgulanmıştır. Anayasa demek ki Cumhurbaşkanını, programın yalnızca hazırlanmasında değil gerçekleştirilmesinde de devredışı bırakmıştır. Fakat söz konusu dışarda bırakma bu seviyede kalmayacak, gerçekleştirilmesindeki yargısal araçları da içerecektir. 2) Hükümet başkanı için genişletilmiş kural koyma görevi Kural koyma görevinin paylaştırıldığı 3 kurum: Parlamento, Cumhurbaşkanı, Hükümet başkanı. Bununla birlikte Cumhurbaşkanına ayrılan kısım sanılanın aksine anayasanın hükümlerine harfiyen bağlı kalındığında oldukça azaltılmıştır. Anayasa; Parlamentonun fiilen hayatın temel alanlarını kapsadığını düşündürtecek denli, kanunun alanını otuz kadar konuya genişletmekte, kısacası Cumhurbaşkanına çok az bir alan bırakmaktadır (m.122). Cumhurbaşkanı tam anlamıyla kural koyma yetkisine yalnızca istisnai durumlarda sahip olmaktadır (savaş, sıkıyönetim, olağanüstü hâl) Buna karşılık, Hükümet Başkanı söz konusu olduğunda, Anayasa yasama yetkisini kullanmasına yakından katılıyor. Hükümet Başkanı yasa önerme hakkını kullanarak en yukardan karışıyor (m. 99/2), yasa Hükümetin önerisiyle neredeyse sistematik olarak kabul ediliyor. Anayasakoyucu yasaların hazırlanması sürecine (yayımı ya da Anayasa Konseyi’ne anayasaya uygunluğunun incelenmesi için gönderilmesi ha4 Bu konuda bkz. L’impact de la révision constitutionnelle sur l’équilibre institutionnel en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme à l’Etat de droit, Etudes en l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUD-IREMAM, 2009, p. 362 à 369. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 90 Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar riç) Cumhurbaşkanının her türlü doğrudan müdahalesini dışarda bırakıyor. En aşağıda ise Hükümet Başkanı, yasaların icrası için düzenleme yetkisini kullanıyor. Bununla birlikte Anayasa, Cumhurbaşkanını yasaların hazırlanması sürecinden çıkartıyorsa da kendisine yasaya ilişkin konularda iki şartla kararname usûlüyle düzenleme yetkisine izin veriyor: Bu düzenleme yetkisini yalnızca Parlamentonun dönem aralarında ve söz konusu kararnamenin parlamentoca onaylanması şartıyla kullanabiliyor. Buna karşın, Cumhurbaşkanı yasama çemberi dışında kalan konularda düzenleme yetkisine sahip bulunuyor. Böyle olmakla birlikte, bu yetki çok sınırlıdır. Anayasanın 125. Maddesinin Cumhurbaşkanına tanıdığı bu yetki; bir yandan Parlamentonun yetkisindeki tüm konuları dışarda bırakan5, öte yandansa Hükümet Başkanına verilmiş, yasaların uygulanmasını düzenleme yetkisi ile etrafı sıkı sıkıya işaretlenmiş bir yetkidir (m.125/2). Özetle, Cumhurbaşkanının kuralkoyma yetkisi yalnızca hem Parlamentonun ve hem de Hükümet Başkanının yetki alanları dışında kalan konularda söz konusudur. Hükümet Başkanının siyasi programın hazırlanması ve kural koyma görevine ilişkin bu anayasal önceliği genel ve doğrudan bir seçimle gelmiş bir Cumhurbaşkanının işine gelmiyordu. Cumhurbaşkanının yürütme yetkisinin yeniden kendisinde toplanması amacıyla 2008’deki anayasa değişikliği arzusu işte bu nedenledir. 2) İktidarın yeniden merkezileştirilmesi (2008) Yürütme gücünün yeniden kurulması Hükümet Başkanlığı kurumunun kaldırılması ve yetkilerinin Cumhurbaşkanına devriyle gerçekleşecektir. - Hükümet Başkanlığı kurumunun kaldırılması 2008 Anayasa değişikliği parlamento yoluyla kabul edildi6. Anayasanın 182 maddesinden 13’ü değiştirildi. Bütün bu değişikliklerden iki tanesi son derece önemli görünüyor. Birincisi Cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlarının kaldırılması; daha karmaşık olan ikincisi ise Hükümet Başkanlığı’nın kaldırılması ile yerine yetkileri ciddi anlamda zayıflatılmış Başbakanlık kurumunun getirilmesi. Bu görev öyle hassas ki hiçbir şekilde temel erklerin ve kurumların dengelerine halel getirmemesi gerekiyor (AY m. 176). Anayasa Komis- 5 6 «Kanunla düzenlenmesi öngörülen konular dışındaki konular Cumhurbaşkanının düzenleme yetkisi içerisindedir. (AY m. 125/1). - 15 Kasım 2008 T. ve 08-19 No’lu Anayasa Değişikliği Hakkında Kanun, Journal Officiel n° 63, 2008. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 91 yonu, Cumhurbaşkanının 3 Kasım 2008’de yaptığı başvuruyu hemen 4 gün sonra7, yapılan tüm değişiklikleri onaylayan bir görüş ile yanıtlıyor. Anayasa değişikliği yürütme erkinde basit bir iç düzenleme gibi sunulmuş ise de hiç de bu denli açık değildir. Hükümet Başkanı tüm yetkilerini doğrudan Anayasadan alıyor ve kullanıyordu; bundan dolayıdır ki yalnızca kendisine ait bir yetki alanı idi. Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanının 1989 Anayasasıyla birdenbire kaybettiği imtiyazları, Cumhurbaşkanına vererek, yeniden tartışma konusu yapıyor: Özellikle siyasi programın hazırlanması ve yürütme görevi. – Bir siyasi program hazırlanması yetkisinin devri. Hükümet Başkanı siyasi programın hazırlayanı iken, Başbakan, hazırlığı Cumhurbaşkanına devredilen bir programın sıradan bir uygulayıcısı hâline geliyor: “Başbakan Cumhurbaşkanının programını hayata geçirir ve bu amaçla Hükümetin çalışmasını düzenler.” (m. 79/2, 3) Anayasa Komisyonu bu yetki devrini onaylıyor. Görüşünü gerekçelendirirken de Anayasakoyucunun yaklaşımından hareketle Cezayir kurumsal sistemini düzenleyen ilkeleri araştırıyor. Üstün kılmak için aradığı bir prensibi şöyle çıkartıyor: Söz konusu olan “Çoğulcu demokratik sistemin normal işleyişi” ve gereklikleridir. “Anayasadan doğan bu prensip gereğince (…) halkın onayını önceden almış bir programa dayalı olarak seçilen Cumhurbaşkanının, halk önünde ettiği yemin gereğince bu programı hayata geçirmesi ödevinin de olduğu anlamına geliyor.” Bu gerekçesini “Özgür ve egemen iradesini gösteren seçim işlemiyle halkın onayını alan Cumhurbaşkanının programının yürütülmesini, yalnızca Cumhurbaşkanına bağlı Başbakan temin eder.” diyerek güçlendiriyor. Söz konusu bakış açısı, uygulamada bir haklılık bulabiliyorsa da Anayasanın herhangi bir hükmüyle ilişkilendirilmesi zordur. Aslında, Anayasanın hiçbir yerinde Cumhurbaşkanının siyasi bir program ile seçileceği düzenlenmemiştir. - Yürütme işlevinin geri alınması. Yasaların yürütülmesine bağlı olan yürütme görevi Hükümet Başkanının münhasır yetkisindedir8 ve icrai kararnamelerle (ç.n. - genel düzenleyici işlemlerle) kullanılmaktadır. Belirtilmelidir ki bu madde bir değişikliğe uğratılmamıştır; görevinin gerçekleştiriliş şekilleri yeniden tanımlanmıştır. Değişiklikten önce Anayasa bu kararnamelerin düzenlenişini herhangi bir ön usûle tâbi tutmuyordu, uygulamada onayları için Bakanlar Kuruluna sunuluyor olsalar bile. Artık Başbakan bu görevi ancak Cumhurbaşkanından isteyerek ve onayını aldıktan sonra kullanabilecektir. Burada söz konusu onay Bakanlar Kurulunun değil bizzat Cumhurbaşkanının onayıdır. Bu, her 7 8 - 7 novembre 2008 T. görüş n° 01/08, Journal Officiel n° 63, 2008. - «Yasaların uygulanması Hükümet Başkanının kural koyma yetkisindedir.» (AY m, 152/2). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 92 Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar kararnamenin düzenlenişinde mecburi ve önceden alınması gereken bir onaydır. Gerçekte bu onay, Cumhurbaşkanının yürütme görevine ortaklığına izin veriyor, hâlbuki Anayasanın 125. Maddesi onu tamamen devredışı bırakıyordu. Cumhurbaşkanı her icrai kararnamenin ortak faili hâline geliyor. Anayasa Konseyi bu yeniden düzenlemenin herhangi bir şekilde erkler arası dengelere halel getirmediğine karar verdi. Çünkü burada söz konusu olan yürütme erkindeki basit bir iç düzenleme idi. Yeniden düzenlenen maddeler “yürütme erkinde daha büyük bir uyum ve etkiyi sağlamak amacıyla iç düzenlemeleri yapmayı hedefliyor”. Ve bunu “Yürütme erkinin iç düzenlemesiyle yetindiğinden hiçbir şekilde diğer erkleri, kurumları ve Anayasanın 2. Kısmından doğan yürütme ile yasama erkleri arasındaki dengeyi kuran mekanizmaları etkilemediği” şeklinde açıklıyor. Erkleri kuran kurumların iki başlılığı (yürütme erki için iki başlılık, yasama erki için iki meclislilik, yargı erki için iki yargı yolu), yürütme erki açısından kendisini yeniden tartışma konusu olarak buluyor. 1989 ve 1996 anayasakoyucuları için iki başlılık stratejik bir seçim idi. Yürütme erkini adem-i merkezileştirmek ve sapmalarından kaçınabilmek amacıyla Cumhurbaşkanı ile Hükümet Başkanı arasında gerçek bir yetki paylaşımı üzerine kurgulanmıştı. Ancak Anayasa Konseyinin ileri sürdüğü gibi, Başbakanı temel imtiyazlarından yoksun bırakmak, yürütmede yapılan basit bir iç düzenleme sayılabilir mi? Yahut da, yasama erkine taşarak yürütme ile Parlamento arasındaki zaten oturmamış olan dengeyi bozmayacak mı? – Reformun Parlamentonun yetkilerine etkileri Programın hazırlanması ve yürütme görevinin kullanılmasında Başbakanın imtiyazlarının en aza indirgenmesi; Anayasanın, Başbakanın siyasi eyleminin Parlamentoca onaylaması ile hükümetin sansürüne ilişkin hükümlerinin etkililiği ve yerindelikleri sorusunu sorduruyor. Artık geçersiz mi oldular? - Eylem planının Ulusal Halk Meclisi (UHM – APN) tarafından onayı. Başbakan Cumhurbaşkanının programını hayata geçiriyor. Bunu yapmak için, yürütülmesini sağlamak amacıyla kendi eylem planını kararlaştırıyor ve UHM’nin onayına sunuyor9. Hükümet Başkanının programının onaylanmasına ilişkin usûl ise aynen korundu (m. 81). Başbakanın eylem planının onaylanmaması mecburi olarak Hükümetin istifasını sonuçluyor (m. 81). İkinci defa reddi ise UHM’nin kendiliğinden feshini doğuruyor (m. 82). 9 - Ulus Konseyinde, bu plana dair basit bir bildiri sunuyor. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 93 Fakat UHM devirmekte olduğu Başbakanın eylem planındaki neyi reddedebilir ki? Cumhurbaşkanının programı hedefleri, gerçekleştirme amaçları ile sürelerini belirliyor, eylem programı da bunu gerçekleştirmeyi üstleniyor. O zaman biz de tüm sonuçlarıyla, planın reddini haklı kılabilecek doyurucu nedenlerin neler olabileceğini soruyoruz. Cumhurbaşkanının programına uymaması, gerçekleştirme sürelerinin uzunluğu, olanaklarının yetersizliği… Eğer öyleyse, demek ki denetim konusunda UHM, Cumhurbaşkanının ortağı hâline geliyor; Cumhurbaşkanının iradesine programında belirtildiği gibi uyulup uyulmadığını denetlemeyi üstlenmiş oluyor ki bu hiç bir şekilde görevine girmiyor. Buna karşın eylem planının reddi durumunda öngörülen yaptırımlar (hükümetin istifası, UHM’nin ikinci redde fesholması) Başbakanın zayıf yetkileri karşısında açıkça orantısız oldular. - Başbakanın UHM önündeki sorumluluğu. Aynı şekilde, Başbakanın UHM önündeki sorumluluğunu ortaya koyan tüm hükümler korundular; hâlbuki değişiklik ya kendisinden kimi yetkileri almak, ya da kimi yetkileri Cumhurbaşkanıyla paylaştırmak amacı güdüyordu. 135. madde yalnızca, genel siyaset beyanı üzerine yapılan yıllık görüşme sırasında verilebilecek gensoru önergesiyle Hükümetin sorumluluğunu ortaya koyan hükmü öngörüyor. Oysa, Başbakanın Parlamentoya hesabını vermek zorunda olduğu bir siyasi programı artık kalmadı. Bu yüzdendir ki, kendisinin olmayan bir genel siyasetten dolayı siyasi sorumluluk yüklenemez. Bu yeni duruma rağmen, Hükümetin parlamenter sorumluluğu aynı koşullarda tutuldu. Orada da, denetimin etkileriyle Hükümetin sansürü Başbakanın hâlâ kullandığı zayıf yetkilere nazaran orantısız hâle geldiler. Artık, parlamenterler muhatap olarak yalnızca, kendine ait yetkilerden yoksun bir organ, bir uygulayıcı bulacak, ama kimden hesap soracaklar? Başbakanın gerçek sorumluluğu ise yalnızca kendisini atayan ve her an görevlerine son verebilecek Cumhurbaşkanının önünde söz konusu olabilecek. Parlamentonun denetim yetkisi Başbakanın yetkilerinin daraltılmasından dolayı zayıflatılmıştır. Denetim-yaptırım mekanizması, uygulanacak programdan ve gerçekleştirilmesinden Parlamentoyu haberdar etmeye hizmet eden basit bir denetim-bildirim mekanizmasına dönüşmüştür. Bunda, söz konusu değişikliği kabul ettiğinden ötürü, yasama organının da sorumluluğu vardır. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 94 Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar II. Siyasi Reformlar: Dönüşümlü Olmayan Bİr Çokpartililiğin kuruluşu 10 Siyasi parti kurma hakkı, ilk defa 1989 Anayasasıyla siyasi nitelikli dernek gibi oldukça alçakgönüllü bir adla tanınmıştır. (m. 40). 1996 Anayasası siyasi parti ifadesini yeniden getirmiştir (m. 42). 1 – Siyasi partilerin kurulması, kötü korunmuş bir hak Siyasi parti kurma hakkı artık Anayasa tarafından tanınmış ve garanti altına alınmış ise de sınırları da vardır: Temel özgürlüklere, ulusal kimliğin bileşenleri ile değerlerine, ulusal güvenlik ve ülkenin bölünmezliğine, ülkenin bağımsızlığına, halkın egemenliğine olduğu kadar Devletin cumhuriyetçi ve demokratik karakterlerine aykırılık teşkil edemez. Üstelik hiçbir parti din, dil, ırk, cinsiyet, meslek ya da bölgesel temeller üzerine kurulamaz. 1989’dan bugüne kadar pek çok dini parti onaylandığı için bu koşullara her zaman uyulduğu söylenemez. Bir siyasi partinin kurulması usûlü, 1996 Anayasasından bu yana organik bir kanunla belirlendi11. İçişleri Bakanı, bir siyasi partinin kurulması dosyasını kabul ya da red konusunda aşırı yetkilerle donatılmıştır. Bu süreç, büyük ölçüde İçişleri Bakanının takdir yetkisine bağlı olduğundan söz konusu özgürlüğün kullanılmasını belirsiz kılıyor. Şu var ki, kurucu beyannamelerini sunmuş, ancak ne Bakanlıktan 1997 tarihli kanunun 12. Maddesi gereğince bir alındı belgesi almış ne de 60 günlük süre içerisinde kendilerine bir yanıt verilmiş siyasi partilerin var oldukları da bir gerçektir. Alındının Resmi Gazete’de 60 gün içinde ilâmı, kurucularına parti faaliyetlerini yapma ve kurucu kongrelerini toplama izni vermektedir. Bu ilâmın eksikliğinde yahut da süresi içinde red kararının yokluğunda kuruculara faaliyetlerini sürdürmelerine izin verilmiştir. Bu çözüm bununla birlikte teorik kalmaktadır; zira idare, süresi geçmiş dahi olsa, dosyanın resmi kabulü olmaksızın her türlü siyasi faaliyeti engellemektedir. Bu partiler yalnızca fiilen engellenmişlerdir ki bu bir hukuksuzluk durumu yaratmaktadır. İdari yargı yoluna başvurmak mümkün olsa da, ilgililer bir olasılık, yargıcın şu andaki koşullarda siyasi nitelikteki bir uyuşmazlığı çözebilmesi için tarafsızlığını ve bağımsızlığını sağlayan garantilere yeterince sahip olmamasından dolayı bugüne kadar kaçınmışlardır. 10 - Yelles Chaouche Bachir, Le multipartisme en Algérie: une nouvelle donnée constitutionnelle, in Revue international de droit comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440; Aynı şekilde bkz. agy, Constitution et partis politiques en Algérie, in Mélanges offerts au Doyen Abdelfettah Amor, Centre de Publications Universitaires, Tunis, 2005, p. 947. 11 - 6 Mart 1997 T. ve 97-209 S. Siyasi partilere ilişkin organik kanuna dair kararname, Journal Officiel n° 12, 1997, s. 12. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 95 Siyasi partilere ilişkin organik kanunda yapılan 2012 reformu siyasi partilerin yargısal rejimine ilişkin bazı yenilikler getirmekte, ek korkuluklar düzenleyip ulusal trajedinin sorumlularına siyasi parti kurmayı yasaklayarak kendisini yeni bir ulusal trajediden korumaya çalışmaktadır. 5. madde şunu düzenlemektedir: “bir siyasi parti kurmak, kurulmasında rol oynamak ya da yönetim organlarına katılmak hakları, dini alet ederek ulusal bir trajediye yol açan tüm sorumlulara yasaklanmıştır.” “Bu hak aynı şekilde; terörist eylemlere katılanlar ve hazırlanmasında, yürütülmesinde ve gerçekleşmesindeki sorumluluğunu reddedenler ile ulusa ve devlet kurumlarına karşı şiddet ve isyana teşvik edici bir siyaset yürütenlere de yasaklanmıştır12. Seçim Kanunu “kamu düzenini tehdit ya da bozmaktan hüküm giymiş olanları” genel ve yerel seçimlere adaylıkları yasaklayarak söz konusu önlemi güçlendirmiştir13. Parti kurucuları İçişleri Bakanına kurucu beyannamelerini bir dosya olarak sunmalıdırlar. Bu beyannamenin uygun görülmesi hâlinde Bakan bir idari işlemle kurucu kongrenin yapılmasına izin verir; bunun ilâmını 60 gün içerisinde yapacaktır. Kurucu beyannamenin reddine karşı Danıştay’a başvurulabilecektir. İdarenin öngörülen sürenin bitiminden sonraki sessizliği kurucu üyelerin kurucu kongrelerini yapabileceklerine izin verildiği anlamına gelmektedir. Kongrenin yapılmasını izleyen 30 gün içerisinde, kurucu üyeler partinin onayı için İçişleri Bakanına başvururlar. Bakanın talebin kabul ya da reddi için 60 günlük süresi vardır. Bu karar Danıştay’a götürülebilecektir (m. 27-30): “Kendisine verilen 60 günlük sürenin geçmesine rağmen idarenin suskunluğu siyasi partinin onaylandığı anlamına gelmektedir.” “İçişleri Bakanı bunu 31. maddede belirtilen şekillerde tebliğ eder.” Dikkat çekmek gerekir ki idarenin suskunluğu onayın kabulü (kabulün açık kararı) anlamına gelmektedir. Ne var ki bu kabul etkilerini ancak İçişleri Bakanının kendisine tebliği ve RG’de yayımını sağladıktan sonra doğurabilecektir. Zira kabulün etkileri özetle, RG’de yayımına bağlıdır; bu yayımla siyasi parti bir tüzel kişilik ve hukuki ehliyet kazanacaktır (m. 32-34). Şu hâlde, Bakanın bunu yapmaktan kaçınması durumunda söz konusu onayın devamı gelmeyecektir. 2 –Dönüşümü olmayan bir çokpartililik. Cezayir’de çokpartililik neye yarayacaktır? Bu soru meşruluğunu Anayasanın çokpartililiği getirmesine karşın hedef ve görevlerini belirt12 - 12 Ocak 2012 T. ve 12-04 S. Siyasi Partilere dair organik kanun, Journal Officiel n° 01, 2012, s. 9. 13 - 12 Ocak 2012 T. ve 12-01 S. Seçim sistemine ilişkin organik kanun m. 78 ve 90, Journal Officiel, n° 01, 2012, s. 8. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 96 Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar memiş olmasında bulmaktadır. Bu ihmalin sonuçları, rolünü gerçekleştirebilmesi için partilere sağlanması gereken olanakların üzerinde oldu. Cezayir anayasakoyucusunun bu konudaki suskunluğu, başından beri siyasi partilere sistem içerisinde verdiği role ve halk iradesinin kendisini ifadesiyle iktidarın kullanılmasına katkılarına verdiği önemsizliği gösteriyor. Anayasakoyucu 42. Madde vasıtasıyla partilere bir misyon yüklemeye gitmeden belli bir dereceye kadar en asgarisinden varlıklarını garanti etmekle yetiniyordu. Varlıklarını garanti ediyordu, fakat rolleri ve amaçlarını değil. 1997 tarihli organik kanun bu eksikliği fazla sağlam olmayan bir şekilde gidermeye çalışacak; 2. maddesinde siyasi partilere oldukça mütevazi bir rol verecekti: “siyasi hayata demokratik ve barışçı yollarla katılmak…”. 1989’dan günümüze kadarki uygulamalar incelendiğinde, siyasi hayata katılımın yalnızca seçim işlevi boyunca, dönemsel olarak tasarlanıp düzenlendiği zannı uyandırmaktadır. Bu önemli eksiklik yakın zamanda çıkartılan 12 Ocak 2012 tarihli siyasi partilere ilişkin organik kanunun siyasi partilerin hedef, rol ve görevlerine ayırdığı 3. Bölümü ile giderilmiştir14. 3. Maddesi siyasi partiyi “Ortak bir siyasi projeyi gerçekleştirmek, demokratik ve barışçıl yollarla iktidarın kullanımına ulaşmak ve kamusal işlerde yetki ve sorumluluk almak amacıyla bir araya gelen bir grup vatandaş” olarak tanımlamıştır. Siyasi partiler ile iktidara ulaşmak arasındaki bağ artık kurulmuştur. Eğer bir siyasi parti kuruluyorsa bu herşeyden önce iktidarı kullanmak istemesindendir15. Ancak bu son amacı değildir ve başka görevler de yüklenmiştir: Bir siyasi parti “Vatandaşların kamusal hayata faal katılımlarını teşvik ederek; kamusal sorumlulukları üstlenecek seçkinleri yetiştirip hazırlayarak; ulusal ve halk meclislerine adaylar önererek; demokratik eylemin benimsenmesine, dönüşümlü iktidarın oluşumuna ve kadının siyasi haklarının teşvikine çalışarak (…) kamusal hayatın her alanında kamuoyunun oluşmasına katkıda bulunup siyasi iradenin oluşturulmasına çalışır” (m. 11). Demek oluyor ki metinler düzeyinde ilerlemeler kaydediyoruz; artık siyasi partiler dönüşümü ve iktidara ulaşmayı arzulayabilirler. Ancak, mali güce ve devletin elindeki kitle iletişim araçlarına erişmeye bağlı güçlükler devam ettiğinden, geriye, uygulamada bu tedbirlerin somut sonuçlarının sağlamasını yapmak kalıyor. 14 - 12 Ocak 2012 T. ve 12-04 S. organik kanun. Ayrıca bkz. Anayasa Konseyi’nin söz konusu kanunun anayasaya uygunluğuna dair 8 Ocak 2012 T. ve 01/A S. görüşü, Journal Officiel n° 02, 2012. 15 - Bir siyasi partinin feshini gerektiren sebepler arasında üst üste 4 defa genel ve yerel seçimlerde aday göstermemesi de vardır. (adı geçen 12 Ocak 2012 T. organik kanun m. 70). Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 97 Hatırlatmak gerekir ki İSC’nin (FIS) 1991 genel seçimlerindeki zaferi ve seçim usûlünün sekteye uğraması bize dönüşümlülüğün henüz gündem konusu olmadığını gösterdi. İlk dönüşümün başarısızlığından sonra belirsizliklerin sınırlarını azaltmak ve başka bir dönüşümü engellemek için bir çok araç oluşturuldu. Ancak eğer partiler hâlâ hükümet etmeye kabul edilmiyorlarsa da, hiç olmazsa hükümet eden çoğunluğa karşı muhalefet edebilme göreviyle donatıldılar mı? İktidardaki çoğunluk, azınlığa, kendi siyasetine muhalefet hakkını vermekte, onu koruyan ve belirginleştiren bir statü sağlamakta gecikiyor. Belirtilmelidir ki muhalefet sözcüğü dahi hukuk diline hâlâ girmemiştir. 10 Mayıs 2012 tarihli genel seçimlerin ardından kapsamı henüz açıklanmayan bir başka anayasal reformun yapılacağı ilân edildi. Yani anayasal reform henüz tamamlanmadı ve umudumuzu korumaya devam ediyoruz. KAYNAKÇA -M. BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005. -L’impact de la révision constitutionnelle sur l’équilibre institutionnel en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme à l’Etat de droit, Etudes en l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUDIREMAM, 2009. -Yelles Chaouche Bachir, “Le multipartisme en Algérie: une nouvelle donnée constitutionnelle”, in Revue international de droit comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440; Aynı şekilde bkz. agy, Constitution et partis politiques en Algérie, in Mélanges offerts au Doyen Abdelfettah Amor, Centre de Publications Universitaires, Tunis, 2005.70). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 RÉFORMES INSTITUTIONNELLES ET POLITIQUES EN ALGÉRIE ENTRE ESPOIR ET DÉCEPTION Bachir Yelles Chaouche Doyen de la Faculte de droit universite d’Oran Algerie RÉSUMÉ La réforme constitutionnelle de 1989 a aboli le système de parti unique, a prôné le libéralisme économique et a introduit des réaménagements institutionnels notamment avec la création de deux nouvelles institutions, le Chef de Gouvernement et le Conseil constitutionnel. Les constitutions de 1989 et de 1996 ont créé l’institution du Chef du Gouvernement et lui ont affecté des compétences propres, distinctes de celles du président de la République, instituant par là un véritable partage de compétences entre les deux organes. L’objectif recherché était d’instaurer une déconcentration du pouvoir en faisant du président de la République beaucoup plus un arbitre et un garant du bon fonctionnement des institutions qu’un organe chargé de la gestion au quotidien des affaires de l’Etat. D’où la réduction de ses prérogatives et leur transfert au Chef du Gouvernement. Cette situation durera jusqu’en 2008. En effet, contre toute attente, une nouvelle reforme constitutionnelle est engagée en 2008, elle va constituer un recul par rapport aux avancées apportées par les deux réformes précédentes. Elle supprime la limitation des mandats présidentiels, et restaure la concentration des pouvoirs entre les mains du Président de la République en supprimant l’institution du Chef du gouvernement et son remplacement par un Premier ministre et le transfert des ses prérogatives au président de la République (élaboration du programme d’action et récupération de la fonction exécutive). Elle instaure, cependant, le “droit à la promotion des droits politiques de la femme” en augmentant ses chances d’accès à la représentation dans les assemblées élues. 100 Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception Sur le plan politique, c’est la Constitution de 1989 qui a institué pour la première fois le droit de créer des partis politiques, mais un droit qui reste insuffisamment protégé. Des pouvoirs exorbitants sont attribués au ministre chargé de l’Intérieur pour accepter ou refuser un dossier de création d’un parti politique. Cette démarche rend l’exercice de cette liberté aléatoire car dépendant, dans une large mesure, du pouvoir discrétionnaire du ministre de l’Intérieur. Un recours devant la juridiction administrative reste toujours possible, mais celle-ci ne présente pas, dans l’état actuel des choses, les garanties suffisantes de neutralité et d’indépendance pour résoudre un litige de nature politique. La réforme de 2012 de la loi organique relative aux partis politiques apporte quelques nouveautés concernant le statut juridique des partis politiques mais qui restent sans effets notables sur la nature du système. En effet, on est toujours en présence d’un multipartisme sans alternance en raison notamment des restrictions liées à l’accès au financement public et aux médias lourds qui demeurent toujours publics. Mots clés: Algérie, alternance, constitution, gouvernement, multipartisme, partis politiques, réforme constitutionnelle – LES REFORMES INSTITUTIONNELLES: DES AVANCEES ET DES REPLIS 1 - La déconcentration du pouvoir, l’instauration d’un exécutif bicéphale (1989 – 1996) 2 - La restauration de la concentration du pouvoir (2008) II. – LES REFORMES POLITIQUES: L’INSTAURATION D’UN MULTIPARTISME SANS ALTERNANCE 1 - La création de partis politiques, un droit mal protégé 2 – Un multipartisme sans alternance *** Introduction L’Algérie indépendante a connu sa première constitution en 1963. Une constitution par laquelle étaient proclamées, dès le départ, les grandes orientations du régime tant sur le plan institutionnel (le parti unique) que politique (l’idéologie socialiste). Cette constitution qui n’a pas été le produit du consensus des différentes forces politiques de l’époque s’est trouvée très vite remise en cause et écartée par un coup d’Etat militaire en 1965. La seconde constitution ne verra le jour qu’en 1976, elle consacre à son tour de la manière la plus solennelle le système du parti unique et le socialisme. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 101 La pratique du pouvoir s’est donc exercée dans un cadre qui répugne l’action privée aux plans politique et économique et s’est soldée par un échec du système qui a été mis a nu essentiellement par l’effondrement de la rente pétrolière. Une rente qui permettait au pouvoir en place de tirer sa légitimité de la dépense publique et, non d’élections libres et plurielles. D’où les évènements d’octobre 1988 et la proclamation de l’Etat d’urgence qui s’en est suivie. Un nouveau système de gouvernance s’avérait plus que nécessaire. Une réforme constitutionnelle est engagée à partir de 1988 qui aboutit à la promulgation de la Constitution de 1989. Celle-ci se présentait comme l’antithèse de celle de 1976: elle abolit le système de parti unique, prône le libéralisme économique et introduit des réaménagements institutionnels notamment avec la création de deux nouvelles institutions, celle du Chef de Gouvernement et le Conseil constitutionnel. Cependant, l’ouverture brutale du champ politique a permis l’émergence de la mouvance islamique alors que les autres forces politiques peinaient à s’affirmer. Dès les premières élections libres, cette mouvance remporte la plupart des assemblées locales1, puis, en 1991, au niveau national, la plupart des sièges au Parlement en 1991 dès le premier tour2. Cette invasion rapide des institutions clés du pays a conduit les décideurs du pays à interrompre le processus électoral. Une décennie noire s’en est suivie (1992-1998), au summum du terrorisme, l’Algérie devait vivre sous l’état d’urgence et avec des institutions provisoires3. Pour revenir à la légitimité constitutionnelle, il fallait rétablir les institutions par la reprise du processus électoral. Ce retour à la légitimé est précédé par une nouvelle réforme constitutionnelle en 1996, elle s’inscrit toujours dans le même esprit que celle de 1989 et repose sur les mêmes fondements. Parmi les nouveautés: la création d’une deuxième Chambre au niveau du Parlement, le Conseil de la nation, pour se prémunir contre les changements brutaux de majorité. Le processus électoral est relancé progressivement, d’abord pour le Président de la République (16 novembre 1995), pour le Parlement ensuite (5 juin 1997) et enfin pour les assemblées locales (23 octobre 1997). 1 2 3 - Scrutin des élections locales du 12 janvier 1990, le FIS a contrôlé 853 communes sur 1541 et 31 wilayas sur 4), in M. BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005, p. 15. - Au scrutin législatif du 26 décembre 1991, le FIS a obtenu 43, 72 des sièges au Parlement. - Le Président de la République ayant démissionné, l’assemblée nationale dissoute alors que l’élection d’une nouvelle assemblée n’était plus à l’ordre du jour, et les assemblées locales liées à la mouvance islamique dissoutes. Voir à ce sujet l’excellent ouvrage précité de Mohamed BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 102 Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception Contre toute attente, une nouvelle reforme est engagée en 2008, elle va constituer un recul par rapport aux avancées apportées par les trois réformes constitutionnelles précédentes. Elle tend vers le renforcement des pouvoirs du Président de la République, en levant la limitation de ses mandats et en supprimant l’institution du Chef du Gouvernement. Elle instaure, cependant, le “Droit à la promotion des droits politiques de la femme” en augmentant ses chances d’accès à la représentation dans les assemblées élues. Il ressort de ce qui précède, que depuis 1989, le système institutionnel et politique algérien ne cesse de se réformer, il se construit progressivement. Il s’agit d’analyser ces réformes tant sur le plan institutionnel et que politique. I. Les Réformes institutionnelles: Des avancées et des Replis Les constitutions de 1989 et de 1996 ont créé l’institution du Chef du Gouvernement, et lui ont affecté des compétences propres, distinctes de celles du Président de la République, instituant par là un véritable partage de compétences entre les deux organes. L’objectif recherché était d’instaurer une déconcentration du pouvoir en faisant du Président de la République beaucoup plus un arbitre et un garant du bon fonctionnement des institutions qu’un organe chargé de la gestion au quotidien des affaires de l’Etat. D’où la réduction de ses prérogatives et leur transfert au Chef du Gouvernement4. Cette situation durera jusqu’en 2008. 1) La déconcentration du pouvoir par l’instauration d’un exécutif bicéphale (1989 – 1996) L’élaboration du programme politique à appliquer, la fonction exécutive et une partie de la fonction normative sont du ressort du Chef de Gouvernement. - Le programme politique à appliquer, une compétence exclusive du Chef du Gouvernement A la lecture de l’ensemble des dispositions constitutionnelles régissant les attributions du Président de la République, notamment les articles 77, il apparaît clairement que la Constitution n’habilite pas ce dernier à se doter d’un programme propre que le Gouvernement se chargerait par la suite de mettre en application. Le Constituant remet plutôt cette fonction au Chef du Gouvernement: “le Chef du Gouvernement arrête son programme qu’il présente au Conseil des 4 - Voir à ce propos notre article: L’impact de la révision constitutionnelle sur l’équilibre institutionnel en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme à l’Etat de droit, Etudes en l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUD-IREMAM, 2009, p. 362 à 369. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 103 ministres” (art. 79). Le programme est donc arrêté par le Chef du Gouvernement avant même d’être présenté au Conseil des ministres présidé par le Chef de l’Etat. Cette présentation revêt un caractère informatif pour ce dernier. La paternité du programme est encore une fois soulignée par l’article 80 en disposant que le “Chef du Gouvernement soumet son programme à l’approbation de l’Assemblée populaire nationale”. La Constitution exclut, donc, le Président de la République que ce soit de l’élaboration de ce programme que de sa réalisation. Mais cette exclusion ne va pas s’arrêter à ce niveau puisqu’elle va concerner également les instruments juridiques pour sa mise en œuvre. 2 - Une fonction normative élargie pour le Chef du Gouvernement La fonction normative est répartie entre les trois institutions que sont: le Parlement, le Président de la République et le Chef du Gouvernement. Cependant, le domaine réservé au Président est, contrairement à ce que l’on pourrait croire, assez réduit si l’on s’en tient strictement aux dispositions de la loi fondamentale. La Constitution étend le domaine de la loi à une trentaine de matières (art. 122); ce qui nous amène à penser que le Parlement couvre pratiquement tous les secteurs essentiels de la vie, ne laissant en définitive que très peu d’espace au pPrésident de la République. Mais ce dernier ne retrouve la plénitude de la fonction normative que dans les circonstances exceptionnelles (état de siège, état d’urgence ou état d’exception). Par contre, s’agissant du Chef du Gouvernement, la Constitution l’associe étroitement à l’exercice de la fonction législative. Il intervient en amont en usant de son droit d’initiative des lois (art. 99/2), la loi étant votée quasi systématiquement sur initiative du Gouvernement. Le Constituant exclut toute intervention directe du résident de la République dans le processus d’élaboration de la loi (sauf quand il s’agit de sa promulgation ou de son renvoi devant le Conseil constitutionnel pour vérifier sa constitutionnalité). En aval, le Chef du Gouvernement exerce le pouvoir réglementaire d’exécution des lois. Cependant, si la Constitution écarte le résident de la République du processus d’élaboration de la loi, elle lui permet de légiférer dans les matières relevant de la loi en usant du procédé de l’ordonnance, mais à une double condition: il ne peut légiférer que durant les intersessions du Parlement et l’approbation de ladite ordonnance par le Parlement. Par ailleurs, le Président de la République dispose du pouvoir réglementaire dans les matières se situant en dehors de la sphère législative. Ce pouvoir reste, cependant, très étroit. L’article 125 de la Constitution reconnaît au Président de la République un pouvoir Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 104 Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception réglementaire fortement balisé, d’une part, par l’exclusion de l’ensemble des matières qui sont du ressort du Parlement5, d’autre part par le pouvoir réglementaire d’application des lois qu’elle réserve au Chef du Gouvernement (art. 125-2). La fonction normative du Président de la République ne s’exerce, en définitive, que dans les domaines qui échappent aussi bien à la compétence du Parlement qu’à celle du Chef du Gouvernement. Cette prééminence constitutionnelle du Chef du Gouvernement, s’agissant de l’élaboration du programme politique et de la fonction normative, ne convenait pas à un Président de la République élu au suffrage universel et direct; d’où la volonté de ce dernier de modifier la constitution en 2008 en vue de rétablir la concentration de la totalité du pouvoir exécutif entre ses mains. 3) La restauration de la concentration du pouvoir (2008) La restauration du pouvoir exécutif va se réaliser par la suppression de l’institution du Chef du Gouvernement et le transfert des ses prérogatives au Président de la République. - L’abolition de l’institution du Chef du Gouvernement C’est par la voie parlementaire que la révision constitutionnelle de novembre 2008 a été introduite6. Treize articles ont été amendés sur les 182 que compte la Constitution. Parmi toutes ces modifications, deux nous paraissent de loin les plus importantes. La première concerne la suppression de la limite des mandats pour le Président de la République; la seconde, plus complexe, concerne la suppression de l’institution du Chef du Gouvernement et son remplacement par celle du Premier ministre dont les attributions sont sérieusement réduites. Cette tâche est délicate du fait qu’elle doit être réalisée sans affecter d’aucune manière les équilibres fondamentaux des pouvoirs et institutions (art. 176 Const.). Le Conseil constitutionnel, saisi par le Président de la République le 3 novembre 2008, rend un avis quatre jours plus tard7 validant la totalité des amendements. La révision constitutionnelle était présentée comme un simple aménagement interne au pouvoir exécutif, ce qui n’est pas du tout évident. Le Chef du gouvernement tirait ses attributions directement de la Constitution et disposait, de ce fait, d’un domaine de compétence qui lui était propre. La révision constitutionnelle remet en cause ces attributions en investissant le Président de la République de prérogatives 5 - «Les matières, autres que celles réservées à la loi, relèvent du pouvoir réglementaire du Président de la République” (art. 125-1 de la Constitution). 6 - La loi portant révision constitutionnelle n° 08-19, du 15 novembre 2008, Journal Officiel n° 63, 2008. 7 - Avis n° 01/08 du 7 novembre 2008, Journal Officiel n° 63, 2008. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 105 qu’il avait perdues du fait de la Constitution de 1989: l’élaboration du programme et la fonction exécutive, notamment. – Le transfert du pouvoir d’élaborer un programme. De concepteur d’un programme, s’agissant du Chef du Gouvernent, le Premier ministre quant à lui, devient le simple exécutant d’un programme dont l’élaboration est transférée au Président de la République: “Le Premier ministre met en œuvre le programme du Président de la République et coordonne à cet effet, l’action du Gouvernement (art. 79, 2 et 3). Le Conseil constitutionnel valide ce transfert de compétence. Pour motiver son avis, il recherche dans l’esprit même du Constituant les principes régissant le système institutionnel algérien. Il dégage un principe qu’il cherche à faire prévaloir, il s’agit du “fonctionnement normal du système démocratique pluraliste” et ses exigences. Ce principe “tel qu’il résulte de la Constitution … implique que le Président de la République, élu sur la base d’un programme qui aura préalablement emporté l’adhésion populaire, a le devoir, en vertu du serment qu’il prête devant le peuple, de le concrétiser”. Et pour renforcer son argument, il estime que “ce programme du Président de la République ayant recueilli l’approbation du peuple par l’acte électoral qui exprime sa volonté libre et souveraine, le Premier ministre, procédant du seul Président de la République, en assure l’exécution …”. Cette vision, si elle peut trouver une justification en pratique, elle est difficile à rattacher à une quelconque disposition de la Constitution. En effet, il n’est prévu nulle part dans la loi fondamentale que le Président de la République soit élu sur la base d’un programme. - La récupération de la fonction exécutive. La fonction exécutive liée à l’application des lois est du ressort exclusif du Chef du Gouvernement8, elle est exercée par la voie des décrets exécutifs. Il est à observer que cet article n’a pas subi de modification; ce sont plutôt les modalités de sa mise en œuvre qui sont redéfinies. Avant la révision, la Constitution ne soumettait la prise de ces décrets à aucune procédure préalable, même si en pratique ils étaient présentés en conseil des ministres pour approbation. Désormais, le Premier ministre ne peut exercer cette fonction qu’après avoir sollicité et reçu l’approbation du Président de la République. Il s’agit ici de l’approbation donnée par le Président lui-même et non par le Conseil des ministres. Cette approbation est obligatoire et préalable à toute prise de décret. Elle permet en réalité d’associer le Président à la fonction exécutive, alors que l’article 125 de la Constitution l’en a exclu. Il devient le co-auteur de chaque décret exécutif. 8 - «L’application des lois relève du pouvoir réglementaire du chef du Gouvernement”, article 152, alinéa 2 de la Constitution. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 106 Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception Ce réaménagement a été considéré par le Conseil constitutionnel comme ne portant atteinte en aucune manière aux équilibres devant commander les autres pouvoirs parce qu’il ne s’agit que d’un simple aménagement interne au pouvoir exécutif. Les dispositions objet de l’amendement “visent à introduire des aménagements internes au pouvoir exécutif en vue de lui garantir une plus grande cohésion et une meilleure efficacité”. Et d’expliquer que “Dés lors qu’ils se limitent à des aménagements internes au pouvoir exécutif, n’affectent d’aucune manière les attributions des autres pouvoirs et institutions et les mécanismes qui fondent l’équilibre des pouvoirs exécutif et législatif tel qu’il résulte du titre deuxième de la Constitution”. Il ressort de ces deux considérants que le Conseil constitutionnel se fait une conception très restrictive de la notion de l’équilibre des pouvoirs et institutions. Il la limite aux pouvoirs exécutif et législatif, le pouvoir judiciaire semble en être écarté. Il la dénie aux institutions internes au pouvoir exécutif. La dualité des institutions qui fondent chaque pouvoir (bicéphalisme pour le pouvoir exécutif, bicaméralisme pour le pouvoir législatif, dualité de juridictions pour le pouvoir judiciaire), se trouve remise en cause pour l’exécutif dans un premier temps. Le bicéphalisme était un choix stratégique pour les constituants de 1989 et 1996. Il était construit sur la base d’un véritable partage de compétences entre le Président de la République et le Chef du gouvernement en vue de déconcentrer le pouvoir et éviter ses dérives. Mais délester le Premier ministre des ses principales prérogatives constitue-t-il un simple aménagement interne à l’exécutif, comme l’affirme le Conseil constitutionnel? Ou bien, ne va-il pas déborder sur le pouvoir législatif et rompre l’équilibre déjà précaire entre exécutif et Parlement? – Les incidences de la réforme sur les attributions du Parlement En réduisant au strict minimum les prérogatives du Premier ministre en matière d’élaboration du programme et d’exercice de la fonction exécutive, se pose alors la question de l’efficacité et de la pertinence des dispositions constitutionnelles relatives à l’approbation parlementaire du plan d’action du Premier ministre et celles relatives à la censure du gouvernement. Ne sont-elles pas devenues caduques? - L’approbation du plan d’action par l’Assemblée populaire nationale (APN). Le Premier ministre met en œuvre le programme du Président de la République. Pour ce faire, il arrête son plan d’action en vue de son exécution et le soumet à l’approbation de l’APN9. Toute la procédure relative à l’approbation du programme du Chef du Gouvernement a été maintenue (art. 81). La non approbation du plan d’action du Premier ministre implique obligatoirement la démission du 9 - Au conseil de la Nation, il présente une simple communication sur ce plan. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 107 Gouvernement (art. 81). Un second rejet entraîne la dissolution de plein droit de l’APN (art. 82). Mais que peut reprocher l’APN au plan d’action du Premier ministre au point de renverser ce dernier? Le programme détermine les objectifs, les moyens pour les atteindre et les échéances; le plan d’action se charge de le concrétiser. On se demander alors quelles pourraient être les raisons suffisantes qui justifieraient le rejet du plan d’action avec toutes les conséquences qui s’en suivent? Est-ce sa non conformité au programme présidentiel, les échéances trop longues, l’insuffisance des moyens de réalisations… Si tel est le cas, l’APN devient alors l’associé du Président en matière de contrôle; elle se charge de vérifier le respect de la volonté de ce dernier telle qu’elle se dégage de son programme. Ce qui n’est assurément pas sa fonction. Par ailleurs, les sanctions prévues en cas de rejet du plan d’action (démission du gouvernement, dissolution de l’APN en cas de second rejet) sont devenues franchement disproportionnées par rapport aux maigres attributions conservées par le Premier ministre. - La responsabilité du Premier ministre devant l’APN. Toutes les dispositions relatives à la mise en jeu de la responsabilité du Premier ministre devant l’APN ont été également maintenues; alors que la révision a tendu soit à lui retirer certaines compétences, soit à les faire partager avec le Président de la République. L’article 135 prévoit la mise en jeu de la responsabilité du Gouvernement par le dépôt d’une motion de censure qui ne peut être introduite qu’à l’occasion du débat annuel sur la déclaration de politique générale. Or, le Premier ministre n’a plus de programme politique propre pour lequel il doit rendre compte au Parlement. C’est ainsi que sa responsabilité politique ne peut pas être engagée pour une politique générale qui n’est plus la sienne. En dépit de cette nouvelle situation, la responsabilité parlementaire du Gouvernement a été maintenue dans les mêmes conditions. Là aussi les effets du contrôle, la censure du Gouvernement, sont devenus disproportionnés par rapport aux faibles prérogatives dont le Premier ministre reste encore investi. Désormais, les parlementaires n’auront pour interlocuteur qu’un organe dépourvu de compétences propres, un simple exécutant, mais à qui il faut demander de rendre compte. La responsabilité réelle de ce dernier ne peut être établie que devant le Président de la République qui l’a nommé et qui peut mettre fin à ses fonctions à tout moment. Le pouvoir de contrôle du Parlement se trouve réduit du fait du rétrécissement des compétences du Premier ministre. Le contrôlesanction se transforme en un simple contrôle-information servant uniquement à informer le Parlement du programme à appliquer et du déroulement de sa mise en œuvre. L’organe législatif en porte la responsabilité puisqu’il a adopté cette révision. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 108 Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception II. Les Réformes politiques: L’instauration d’un multipartisme sans alternance10 C’est la Constitution de 1989 qui institue pour la première fois le droit de créer des partis politiques mais sous une appellation très modeste association à caractère politique. (art. 40). La constitution de 1996 rétablit l’expression parti politique (art. 42). 1 - La création de partis politiques, un droit mal protégé Si le droit de créer des partis politiques est, désormais, reconnu et garanti par la Constitution, il connait cependant des limites: il ne peut être invoqué pour attenter aux libertés fondamentales, aux valeurs et aux composantes fondamentales de l’identité nationale, à la sécurité et l’intégrité du territoire national, à l’indépendance du pays et à la souveraineté du peuple ainsi qu’au caractère démocratique et républicain de l’Etat. De plus, aucun parti ne peut être fondé sur une base religieuse, linguistique, raciale, de sexe, corporatiste ou régionale. Ces conditions n’ont pas été toujours respectées puisque plusieurs partis religieux ont été agréés, depuis 1989 jusqu’à nos jours. Quant à la procédure de création d’un parti, elle est déterminée, depuis la Constitution de 1996, par une loi organique11. Des pouvoirs exorbitants sont attribués au ministre chargé de l’Intérieur pour accepter ou refuser un dossier de création d’un parti politique. Cette démarche rend l’exercice de cette liberté aléatoire car dépendant, dans une large mesure, du pouvoir discrétionnaire du ministre de l’Intérieur. Il existe, en effet des partis politiques qui ont déposé la déclaration constitutive de leur partis, mais n’ont obtenu de la part de ce ministère ni le récépissé de dépôt prévu par l’article 12 de la loi de 1997, ni une réponse à leur demande dans les délais de 60 jours. La publication du récépissé dans le journal officiel dans le délai de 60 jours autorise les fondateurs à exercer les activités partisanes et de réunir le congrès constitutif. A défaut de cette publication, ou en cas d’absence d’une décision de rejet dans les délais, les fondateurs sont autorisés de droit à poursuivre leurs activités. Cette solution reste, cependant, théorique puisque l’administration empêche toute activité partisane en l’absence d’une admission formelle du dossier, même si les délais légaux ont expiré. Ces partis sont tout simplement empêchés de fait, ce qui créé une situation de non droit. Un 10 - Yelles Chaouche Bachir, Le multipartisme en Algérie: une nouvelle donnée constitutionnelle, in Revue international de droit comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440; Voir également du même auteur: Constitution et partis politiques en Algérie, in Mélanges offerts au Doyen Abdelfettah Amor, Centre de Publications Universitaires, Tunis, 2005, p. 947. 11 - Ordonnance n° 97-09 du 6 mars 1997 portant loi organique relative aux partis politiques, Journal Officiel n° 12, 1997, p. 12. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 109 recours devant la juridiction administrative reste toujours possible, mais ceux qui étaient concernés se sont gardés jusqu’à présent de le faire estimant probablement que le juge ne présente pas, dans l’état actuel des choses, les garanties suffisantes de neutralité et d’indépendance pour résoudre un litige de nature politique. La réforme de 2012 de la loi organique relative aux partis politiques apporte quelques nouveautés concernant le régime juridique des partis politiques. Elle établit des gardes fous supplémentaires pour se prémunir contre une nouvelle tragédie en interdisant la création de partis politiques aux responsables de la tragédie nationale. L’article 5 dispose: “le droit de fonder un parti politique, de prendre part à sa fondation ou de faire partie de ses organes dirigeants est interdit pour toute personne responsable de l’instrumentalisation de la religion ayant conduit à la tragédie nationale”. “Ce droit est également interdit à quiconque ayant participé à des actions de terroristes et qui refuse de reconnaître sa responsabilité dans la conception, la conduite et l’exécution d’une politique prônant la violence et la subversion contre la nation et les institutions de l’Etat”12. Le code électoral renforce cette précaution en interdisant la candidature aux élections locales et nationales aux personnes ayant fait “l’objet d’une condamnation définitive pour cause de menace ou de trouble à l’ordre public”13. Les fondateurs du parti doivent déposer auprès du ministre chargé de l’Intérieur une déclaration constitutive du parti sous forme d’un dépôt de dossier. En cas de conformité de cette déclaration, le ministre délivre une décision administrative autorisant la tenue du congrès constitutif; il dispose d’un délai de 60 jours pour se prononcer. Le rejet de la déclaration de constitution est susceptible d’un recours devant le Conseil d’Etat. Le silence de l’administration après l’expiration de ce délai vaut autorisation pour les membres fondateurs de tenir leur congrès constitutif. Dans les 30 jours qui suivent la tenue de ce congrès, les membres fondateurs déposent le dossier de demande d’agrément, le ministre de l’Intérieur dispose d’un délai de 60 jours pour accorder ou refuser l’agrément. Cette décision est susceptible de recours devant le Conseil d’Etat (art. 27 à 30). “Le silence de l’administration après expiration du délai de 60 jours qui lui est imparti vaut agrément du parti politique”. “Le Ministre chargé de l’Intérieur le notifie dans les formes prévues à l’art. 31”. 12 - Loi organique n° 12-04 du 12 janvier 2012 relative aux partis politiques, Journal Officiel n° 01, 2012, p. 9. 13 - Art. 78 et 90 de la loi organique n° 12-01 du 12 janvier 2012, relative au régime électoral, Journal Officiel, n° 01, 2012, p. 8. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 110 Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception Il est à remarquer que si le silence de l’administration équivaut accord de l’agrément (décision implicite d’acceptation), cet accord n’aura cependant d’effet que si le ministre de l’Intérieur le lui notifie et procède à sa publication au Journal officiel. Car les effets de l’acceptation dépendent, en définitive, de sa publication dans ce journal, car c’est cette publication officielle qui conférera au parti politique la personnalité morale et la capacité juridique (art. 32 et 34). Ainsi, si le ministre s’abstient de le faire, la demande d’agrément restera sans suite. 2 – Un multipartisme sans alternance Le multipartisme en Algérie, pourquoi faire? Cette interrogation trouve sa justification dans le fait que quand la Constitution a institué le multipartisme, elle ne lui a pas assigné des objectifs ou des missions. Cette omission a eu des répercussions sur les moyens devant être mis à leurs dispositions pour assurer leur rôle. Le silence du constituant algérien, à ce propos, marque le peu d’intérêt qu’il accordait au départ au rôle des partis politiques dans l’organisation et l’expression de la volonté populaire et leur contribution à l’exercice du pouvoir. Le constituant se contentait par le biais de l’article 42 de garantir un certain degré d’existence aux partis sans aller jusqu’à les investir d’une mission, si minime soit-elle. Il garantissait l’existence, mais pas le rôle ou la finalité. La loi organique de 1997 tentera de combler cette lacune, mais de manière très peu consistante. Elle affectera, dans son article 2, un rôle très modeste aux partis politiques: “participer à la vie politique par des moyens démocratiques et pacifiques…”. Examinée par rapport à la pratique établie depuis 1989 jusqu’à nos jours, cette participation à la vie politique ne semble être conçue et envisagée que de manière épisodique, à travers la fonction électorale seulement. Cette importante lacune vient d’être comblée par la récente loi organique du 12 janvier 2012 relative aux partis politiques14, c’est tout le chapitre 3, qui est consacré aux objectifs, rôle et missions des partis politiques. L’article 3 définira le parti politique comme “un groupement de citoyens… qui s’associent dans le but de mettre en œuvre un projet politique commun et d’accéder, par des voies démocratiques et pacifiques, à l’exercice des pouvoirs et des responsabilités dans la conduite des affaires publiques”. Le lien entre partis politiques et accès 14 - Loi organique n° 12-04 du 12 janvier 2012, voir également avis du Conseil constitutionnel n° 01/A du 8 janvier 2012, relatif au contrôle de sa conformité Journal Officiel n° 02, 2012. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Bachir Yelles Chaouche 111 au pouvoir est désormais établi. Si un parti politique se constitue c’est d’abord pour prétendre à l’exercice du pouvoir15. Mais là n’est pas sa seule finalité, il est investi d’autres missions: il “œuvre à la formation de la volonté politique dans tous les domaines de la vie publique en contribuant à la formation de l’opinion publique…; en encourageant la participation active des citoyens à la vie publique; en formant et en préparant des élites à assumer des responsabilités publiques; en proposant des candidats aux assemblées populaires locales et nationales…; en œuvrant à la consécration de l’action démocratique et de l’alternance au pouvoir et à la promotion des droits politiques de la femme…” (art. 11). On constate donc des avancées sur le plan des textes; désormais, les partis politiques peuvent prétendre à l’alternance et accéder au pouvoir. Mais il reste à vérifier concrètement l’impact de ces mesures sur le terrain, car les contraintes liées à l’accès aux médias lourds qui demeurent publics, et au financement subsistent toujours. Il est à rappeler que la victoire du Fis aux élections législatives de 1991 et la rupture du processus électoral qui s’en suivie ont montré que l’alternance n’était pas encore d’actualité. Après l’échec de la première alternance, plusieurs moyens ont été mis en œuvre pour réduire les marges d’incertitudes et empêcher l’alternance d’avoir lieu. Mais si les partis ne sont pas encore admis à gouverner, sont-ils au moins investis de la mission d’opposition à la majorité qui gouverne? Cette majorité au pouvoir tarde à reconnaître à la minorité le droit de s’opposer à sa politique et à lui accorder un statut qui la protège et qui la rehausse. Il est à remarquer que le terme même d’opposition n’a pas encore intégré le langage juridique. Une autre réforme constitutionnelle est annoncée après les élections législatives du 10 mai 2012, mais dont la teneur n’est pas encore révélée. La réforme constitutionnelle n’est, donc, pas encore achevée et l’espoir reste permis. 15 - Parmi les causes pouvant entrainer la dissolution d’un parti politique, la non présentation de candidats à quatre élections législatives et locales consécutives au moins (art. 70 de la loi organique du 12 janvier 2012 précitée). Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 112 Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception BIBLIOGRAPHIE M. BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005. L’impact de la révision constitutionnelle sur l’équilibre institutionnel en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme à l’Etat de droit, Etudes en l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUDIREMAM, 2009. Yelles Chaouche Bachir, “Le multipartisme en Algérie: une nouvelle donnée constitutionnelle”, in Revue international de droit comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440; Aynı şekilde bkz. agy, Constitution et partis politiques en Algérie, in Mélanges offerts au Doyen Abdelfettah Amor, Centre de Publications Universitaires, Tunis, 2005. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 DEMOKRASİYE GEÇİŞİN 3 KOMİSYONU* (3 COMMISSIONS FOR DEMOCRACY) Neji Baccouche Sfax Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörü/ Professor of Public Law at the Faculty of Law of Sfax ÖZET Demokratik bir rejime geçişi sağlayabilmek için, Tunus’un eski diktatörü Ben Ali’nin 14 Ocak 2011’de kaçışını; yolsuzluk, rüşvet ve zimmeti araştırmak üzere 3 Komisyonun kurulması izledi. Komisyon üyelerinin belirlenmesindeki zorluklar, Devlet ve temsilcilerinin tüm saygınlıklarını –ki hükümet edenlerle hükümet edilenler arasındaki güven kaybıyla açıklanan- yitirmesinden kaynaklanıyordu. Ne var ki, karşılaşılan güçlüklere rağmen 3 Komisyon, demokratik ilkeler üzerine kurulu bir rejime geçişin başlangıcında göz ardı edilemeyecek bir rol oynadılar. Siyasi reform komisyonu, Anayasayı hazırlamakla görevli bir Ulusal Kurucu Meclisin demokratik ve özgür bir şekilde seçilmesini düzenleyen kurumsal ve hukuksal düzenlemenin gerçekleştirilmesini sağladı. Rüşvet ve zimmetin araştırılması komisyonu zimmet ve rüşvetin büyüklüğünü gösterdi ve bir yıldan kısa bir sürede 400’den fazla dosyayı adalete intikal ettirdi. Nihayet, devrim sırasındaki yolsuzlukların araştırılması komisyonun; soruşturmalar sırasında güvenlik ve askeri sorumlular söz konusu olduğunda karşılaştığı zorluklar dikkate alındığnda ihlâl edilmiş görünüyor. Bununla birlikte 23 Ekim 2011’deki Kurucu Meclis seçimlerinin ertesinde, araştırma ve soruşturma süreci engellenmiş görünüyor. Ulusal Kurucu Meclis’in demokratik ve laik bir anayasa hazırlamasını engelleyen bölünme ve ayrışmalardan geçtiği görünüyor. Toplumun ve hukukunun modernleşmesi –özellikle kadının ve özgürlüklerin statüsü “En Nahda” partisiyle partiden ayrılan grupların islamcı eğilimleriyle hiç olmadığı kadar tehdit edilmiş görünüyor; buysa, sanatçılar ile aydınlara yönelik haksızlıklara götürüyor. * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 114 Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu Anahtar Kelimeler: Tunus devrimi, demokratik geçiş, Ulusal Kurucu Meclis, Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal komisyonu, yolsuzlukların araştırılması ulusal komisyonu, siyasi reform komisyonu ABSTRACT In order to transform the country into a democratic regime, after the escape of the Dictator Ben Ali on January 14, 2011, 3 Commissions were formed to investigate corruption. The difficulty in choosing the members of the commissions was caused by a lack of public trust regarding statesmen and government representatives. The governed did not trust the government. Despite the difficulties 3 Commissions played a fundamental role in the passage into a regime based on democratic principles. The political reform commission was able to form the legal basis for the formation of a National Constituent Assembly that would prepare the new constitution. The commission for the investigation of bribes and embezzlement was able to show the magnitude of corruption and transferred more than 400 cases to the legal authorities in just one year. Finally, the Commission for the investigation of corruption during the revolution seems to have been breached regarding security and there have been difficulties about meeting military officials responsible for corruption. After the elections held on October 23, 2011, the investigation process seems to have been interrupted. The National Assembly had to deal with separations which prevented the preparation of a democratic and secular constitution. The modernization process was threatened by the En Nahda Party and the Islamist groups that split from it. This also means injustice for the artists and the intelligentsia. Keywords: the Tunisian revolution, Transforming the country into a democratic regime, the National Constituent Assembly, The commission for the investigation of bribes and embezzlement, he Commission for the investigation of corruption during the revolution, the Commission for the political reforms *** 1- Tunus devrimi 14 Ocak 2011’de, 23 yıllık mutlak iktidarından sonra diktatörün ayrılmasıyla sonuçlandı. İktidar 20 yıl boyunca iğrenç yöntemlerle kullanıldı: seçimlerde sahtecilik, kurucu erklerin, yargının ve idarenin yozlaştırılması, siyasi muhaliflerin işkence, kayırma, haksız çıkar sağlama, rüşvet ve zimmetle bastırılması. Ülkenin hak ve kurumları hükümet edilenler karşısında tüm itibarlarını yitiricek denli ihlâl edildi. Haksızlık ve küstahlıklar hoşgörü sınırını geçti. Halkın canına tak etmişti. Olaylar öylesine hızlı bir şekilde cereyan etti ki iktidar ipin Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Neji Baccouche 115 ucunu kaçırdı. Ben Ali’ye bütün bu haksızlık ve bozukluklar karşısında, komisyonlar kurması telkin edildi. Eski Başkan ayrılmadan önceki son konuşmasında aceleyle, taleplerin şiddetini durdurabilmek için 3 komisyon kurma niyetini açıklamıştı. Bunun için çok geçti zira, 14 Ocak 2011’de ülkeyi alelacele terketmek zorunda kaldı. 15 Ocak 2011’de hâlâ emrinde tutmaya çalıştığı Anayasa Konseyince açığa alındı. 2- Devrim sonrası ilk hükümetin açıklaması sırasında demokratik geçişe refakat edecek 3 komisyonun başkanları 17 Ocak 2011’de belirlendi. -- Siyasi reform komisyonu, ki daha sonra ülkenin güvenlik durumunun dönüşümünü dikkate alarak daha karmaşık bir isim alacaktır. (Devrimin, siyasi reformların ve demokratik geçiş hedeflerinin gerçekleştirilmesi yüksek makamı) -- Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal komisyonu -- 17 Aralık 2010’dan amacını gerçekleştirinceye kadarki dönemde kaydedilen yolsuzlukların araştırılması ulusal komisyonu Bunlar Hükümeti başka komisyonlar kurmaya da yöneltti, özellikle eski başkanın ve çevresinin el koyulan malları ile yurtdışındaki malvarlığının yönetimi. Aslolan, komisyonların kendi alanlarında tanınmış uzmanlardan ya da en azından eski iktidar ile yakın ilişkiler içinde bulunmayan kimselerden oluşturulması idi. 3 – Bu 3 komisyonun kurulacağının ilânı yalnızca gözlemcileri tatmin etmek için değildi, zira ülke iktidarın uygulamalarının soruşturulması için bağımsız komisyonları hiç bilmiyordu. Eskiden, bir bakan gözden düştüğünde tartışma konusu yapılan uygulamalarını soruşturmakla yükümlü komisyon Devlet Başkanının tedbirlerini meşrulaştırmak için donatılmıştı1. Kamuoyu bu tür kuruluşlara, bağımsızlıkları teminat altında olmadığı için güven duymuyordu. Komisyonların kurulmasındaki güçlükler (I) eski rejimin hesaplarını kapatma sürecine girişilmesini engellemedi (II). I- Komisyonların gerçekleştirilmesindeki zorluklar 4- Bu 3 komisyonun üyelerinin belirlenmesi aynı anda rejimin çöküşünü de hızlandıran ekonomik zorluklar ile sistematik tartışmaları mümkün kılan yeni özgürlük anlayışına bağlı büyük karışıklıklar içerisinde gerçekleştirildi. Devletin ve temsilcilerinin genel olarak itibarsızlaşması herşeyi itiraza götürdü. Bu 3 komisyon da medya yahut da yargı yoluyla yapılan keskin itirazlardan nasibini aldı. İtiraz kimileyin bizzat 1 1970’de bakanı Ahmed BEN SALAH’ı çökertmek için BOURGIBA iktidarı döneminde kurulan parlamenter komisyonun durumu böyledir. 1984’te içişleri bakanı kızağa çekildiğinde de aynısı oldu. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 116 Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu komisyonların oluşturulması fikrine, kimileyinse bu geçiş kurumlarında yer almak üzere belirlenen kişilere ilişkindi. Kimileri bundan faydalanarak, küçük hesaplaşmalarını yapmak üzere basın yayın araçlarıyla gerçek bir karalama kampanyasına giriştiler. Devrim bağlamında, aralarında bir uzlaşma sağlanabilecek kişileri bulmak bulmak güçtür ve tedbirin anlamı da, gözlenmesi zor bir hâle gelmektedir. 5- Siyasi reform ve demokratik geçiş komisyonu için, kategori ve bölgelerin temsili sorunu aşılması gereken bir zorluk idi. Komisyonun terkibinin güncelleştirilmesi meselesi, kendisine reform önerileri yapmaktan daha önemli bir rol yüklenen bu yapının meşruiyet eksikliği hakkındaki sıkıntıyı göstermektedir. Aktivistlerin özellikle La Kasba’da dile getirdikleri özlemlerini dikkate alabilmek için komisyonu büyütmek gerekiyordu ki 11 yıl boyunca Ben Ali’nin başbakanı da olan ancak zararsız bir siyasi olarak tanınan Muhammed Gannuşi hükümetinin kendilerine hak vermesiyle sonuçlandı. “Bir siyaset adamı değil ama basit bir yönetici” olduğunu bizzat kendisinden duydum. Komisyonda sosyal bileşenlerin, özellikle “devrimi koruma kurulları”nı temsili düşünülüyordu. Ki bu kurullar devrimin ertesinde, nadir bir sözsel şiddette ve gücünü hiç sorunsuz eski başkanın karanlık geçmişinden alan bir halkçılık ile hemen her yerde kendiliklerinden kurulmuşlardı. 6- Fakat öte yandan, komisyonun görevi yasama sürecine yardım eden organların 2011 Martında fesihleriyle kolaylaştı: iki meclisiyle Parlamento, Ekonomik ve sosyal konsey ile Anayasa Konseyi. Bu kurumsal boşluk kendisine bir hareket alanı sağladı ve kimi üyelerini söz konusu komisyonun yasakoyma ile yeni başbakanın (Sn. Beji Kaid Essebsi) hükümetini (üstelik özgün bir hükümet idi) denetleme yetkilerinin meşruluğuna inandırdı. İki tarafın (Hükümet ve Komisyon) konumlarını uzlaştırmak zor oldu; Komisyon başkanı, kimi zaman çözülmesi zor itirazları aşmak için çok çaba sarfetti. Eski sorumluların ve özellikle eski başkanın geniş çevresinin siyasi yazgılarındaki aşırı ya da aşırı yanlısı konumları bir uyuşmazlık noktası idi. Destur Partisi üyelerine karşı sertliğin gitgide artması, önce 24 Temmuz’da yapılması ilân edilen seçimlerin 23 Ekim 2011’e ertelenmesini sağlamıştı. Teknik nedenlerle kaçınılmaz olan bu erteleme, anayasa çalışmalarının tamamlanması için 1 yıllık süre verilmesi hakkında bir referanduma gidilmesine dair bir başka tartışmaya yol açtı. Nihayet, yönettiği 23 Ekim 2011 seçimlerine ilişkin tartışma gene Komisyon’da hâlledildi 7- Fakat ne olursa olsun, Komisyon uzmanlar komitesi sayesinde -seçim kanunu kayıtsız şartsız kaldırılmış olduğundan- anayasal meclis seçimlerinin düzenlenmesini sağlayan hukuksal savunma araçlarını hayata geçirdi. Seçim yönteminin ve seçim yargısı yolunun belirlenmesi gerekliydi. Bunun dışında Komisyon, basını, dernekleri ve siyasi partileri düzenleyen kimi özgürlükçü kanunların değiştirilmesine de katıldı. Fakat teknik ve hukuki boyutlarının ötesinde modernlik sorunu, kamuoAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Neji Baccouche 117 yunun durumu dikkate alındığında her yerde kendisini gösteriyordu. Ki bu toplumsal boyut Tunus siyasi dönüşümünün en önemli koz ve risklerini oluşturmaktadır. 8- Rüşvet ve zimmetin araştırılması komisyonu da siyasi ve ekonomik bakımdan çıkar sağlamak isteyen kişileri büyüklüğüyle korkutan ve umutlandıran rüşvet karşısında, daha az önemli olmayan sınavlar verdi. Misyonunu gerçekleştirmesini önlemek için rüşvetin araştırılması komisyonuna karşı itiraf edilen ya da edilmeyen gerekçelerle bir çok avukat tarafından yargı yoluna başvuruldu. Bazı hâkimler de bu 3 komisyona karşı hücum etmek üzere işin içine karıştılar. Gerçekte, itirazlar ya siyaset sahnesinden rol almak arzularını ya da bizzat bazılarının korktukları soruşturmadan kaçmak niyetlerini fazla saklayamıyordu. İki araştırma komisyonunun kurulması (rüşvete karşı komisyon ile suistimallerin araştırılması komisyonu) yargı cihazına olan güvensizliğin de bir göstergesi idi; ki kamuoyunun gözünde, iktidarın ve çevresinin emrinde olduklarını söylemek gerekir. Yargı cihazına olan güvensizlik çoğunluk tarafından paylaşılan bir görüştür. Eski iktidarın uygulamalarıyla bağlantılı hâkimler bu araştırma komisyonlarına tüm olanaklarıyla yalnızca saldırıyorlardı. II- Gerçek bir geçişin başlangıcı 9- İtiraz ve gerilim ortamı; Siyasi reform ve demokratik geçiş komisyonunun yalnızca ulusal kurucu meclis seçimlerinin 23 Ekim 2011’de yapılmasını sağlayan büyük çaplı yasama çalışmasının tamamlanmasını engelleyemediği gibi, toplumun tercihlerindeki temel sorunlara dair siyasi partiler arasındaki siyasi gerilimi de yatıştırdı. Ülke, bu Komisyon sayesinde demokratik bir şekilde seçilmiş ulusal bir kurucu meclis ve meşru bir hükümetle donatıldı. Kadın ve genel olarak modernite konularındaki tartışmalar Siyasi reform komisyonunun çalışmalarına hâkim oldu, bunun için Komisyon bir demokrasi atölyesi kurdu. Hoşnutsuzların oturum ve tartışmalardan çekilmelerinden sonra, neredeyse hep bir uzlaşma noktası bulundu. Komisyonda taraflar tartışma ve uzlaşmayı, yani ülke tek düşünceye ve Devlet Başkanı ve partisi tarafından dayatılan çözümlere alışmışken, demokrasinin kendisini öğrendiler. Hiç kuşkusuz Tunuslular galip gelenlerin uzlaşmazlıkları ile tesadüfi kararlarından ötürü hâkim olan belirsizliklerden gelecekleri için endişe duyuyorlar. Fakat, sivil toplumun bileşenleri ile muhalefetin direnişi kimi tercih ve kararlarında hükümete geri adım attırdı. Ancak, Siyasi reformlar komisyonundaki öğrenme dönemi anayasakoyucunun karşılaştığı uzlaşması imkânsız itirazları aşabilmeye yardım edebilmeliydi. 10- Bunun gibi Rüşvet ve zimmete karşı araştırma komisyonu üyelerine yöneltilen bitmez tükenmez davalar ile savrulan tehditlere rağmen yüzlerce dosyayı günışığına çıkartarak rüşvet ve yolsuzluğun Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 118 Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu boyutunu göstermeyi başardı. Zimmetin boyutu hükümet edenleri öylesine itibarsızlaştırdı ki Devlet ve temsilcilerinin otoritelerini yeniden kurmanın çok zor olacağı da bir gerçektir. Dini mirasın etkisinin ağırlığı altında kamuoyu, şefin yanılmaz ve dokunulmazlığına alışkınken iktidarın asilinin kutsal olmaktan çıkarılması tam olarak gerçekleştirilmiştir. Organizasyonunda yolsuzluk yapılan ve eski devlet başkanının yakınlarının suçlu oldukları hac farizası sırasında imamlar Mekke’deymiş gibi hiç durmadan camilerde dua ediyorlardı. 11- Komisyon raporunun yayınlanmasının ertesinde pek çok zimmet ve rüşvet dosyası delil olarak söz konusu Komisyonun merkezine gönderildi. Genel raportör olarak bana gelen, içerikleri, özetle söz konusu raporun yayınlanmasına kadar Komisyona itibar etmediklerini belirten birçok yoruma tanıklık edebilirim. Söz konusu fenomenin boyutu kesin delillerle yüzlerce rüşvet ve zimmet dosyasının belirlenmesiyle doğrulandı. Bununla birlikte Komisyon 2 Ocak 2012’de Komisyon Başkanı Prof. Abdelfattah Amor’un vefatıyla sekteye uğradı. Hükümet, bu korkutucu araştırma makinesinin yeniden çalışır hâle getirmek için hiç de acele etmedi, hâlbuki rüşvet ülkeyi ve değerlerini parçalamış, doğal olarak da devrimi tetikleyen tahammülsüzlüğün nedeni olmuştu. 12- Komisyonun en sert karşıtları dahi raporu gördüklerinde yapılan çalışmanın yararını ve bunun bir olasılık kaçınılmaz bir geçiş adaletinin habercisi olduğunu kabul ettiler. Gerçekten de Komisyon 1.200’den fazla kişiyi rahatsız edecek 400 dosyayı yargıya intikal ettirdi. Dosyalara boğulan yargı, karmaşık nedenlerden ötürü karar vermekte büyük güçlük çekmekte. Komisyon tarafından aydınlatılan dosyalara ismi karışanlar arasında, çoğu olayda iktidar tarafından yasadışı uygulamalara teşvik edilen pek çok ekonomik operatör vardır. Söz konusu kişilerin mallarının kamulaştırılması –bunun için ayrı bir Komisyon kurulmuştur- gibi, faaliyetlerinin dondurulması uluslararası kriz ve devrim tarafından sınanan ekonomik faaliyeti tehdit etmektedir. Bu nedenledir ki ulusal bir uzlaşma sağlamadan önce eski rejimle hesaplaşmak için bir geçiş yargısından kaçınmak bugün zor görünüyor. 13- Üçüncüsü, Vücut bütünlüğü ihlâllerinin soruşturulması komisyonu, aynı anda şehitleri, yaralıları, snaypırları ve suistimal ve ölümlerden sorumluları kapsayan hassas bir dosyaya ilişkin raporunu henüz yayınlamadı. Komisyon sözcüsünün söylediğine göre Komisyona 2.600 dosya geldi. Tüm vilâyetleri ziyaret sırasındaki görüşmelerde Komisyon bazı önemli sayıları açıklamakla yetindi: 239 ölü ve 1.400 yaralı. Araştırmaların devamında gözlemlenen yavaşlıktan dolayı hüsrana uğramış kurbanlar ile anne babalarının dinlenmesi çok yararlı oldu: sorumluların davaları ve kurbanların tazmin edilmeleri. 14- Belli ki bu Komisyon -üzerinden, olur olmaz vaatlerin durmayacağının anlaşıldığı ve suçlamaların sistematik olarak yapıldığıAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Neji Baccouche 119 dosyanın hassaslığı dikkate alındığında, kararının etkisinden çekiniyor. Gerçek bir demagoji yarışı birbirini izliyor. Şu anki hükümet haksız yere tazminat elde edebilmek için kaynak yapan sahte yaralıların mevcudiyetini itiraf etti. Ulusal kurucu meclis de bu patlayıcı dosyanın sapkın etkilerinden kaçamadı. 23 Kasım 2011’deki ilk toplantısında şehitlerin listesinin okunması sırasında bazı isimlerin unutulması bazı bölgelerde isyanlara yol açtı. Kurucu Meclis nezdinde bu dosyayla uğraşmak üzere özel olarak kurulan bu Komisyonun bazı üyeleri iki haftadan beri, “hükümetin pasifliğini” gerekçe göstererek istifayla gözdağı veriyorlar. Dosyadan sorumlu bakan, dosya ilgilileri (yaralılar ve şehit anne babaları) tarafından seçilmişti ve 2012 Nisan başında meydana gelen büyük olaylar ülke siyasi gündemini meşgul etmişti. 15- Komisyonlar, kurulmalarından 15 ay sonra, muhakkak ki dikkate değer bir rol oynamışlar ama demokratik geçişin kolaylaştırılması konusunda aynı derecede etkili olamamışlardır. Buna karşın özellikle iki araştırma Komisyonunun tamamlanmamış çalışmaları yalnızca buruk bir tad bırakmamakta ama aynı zamanda Kurucu Meclis’ten bu yana üyeleri az ya da çok deneyimsiz ayrışık bir koalisyonla yönetilen ülkenin siyasi durumunun gelişimi konusunda bir korku da yaratmaktadır. Ekonomi, gücünü yitirmeye devam etmekte ve devrimi yapanların acıları yalnızca büyümektedir. Adalet gerçekleştirilmeyi beklemektedir ki bu ilk sıradaki bir zorunluluktur. Oysa yargı cihazı köklü reformlara ve sistemin yozlaşmasına neden olanların ayıklanabilmesi için “tasfiyeler”e ihtiyaç duymaktadır. Anayasakoyucu temelden bölünmüş durumdadır. Kadının statüsü ya da dinin yeri gibi temel sorunlardaki anlaşmazlık siyasi hayatı acil çözümler gerektiren gerçek problemlerin aleyhine hâlâ zehirler görünmektedir. Yönetim görevlerine yapılan atamalar, uzmanların bağlılıklarını göstermediklerinden ötürü açıkta bırakıldıklarından, ekonomik ve sosyal problemlerle mücadele endişesini taşımaktan uzaktır. Tunus şu ana değin Mısır’dan daha iyi sıyrılmış bile olsa, belirsizlikler meşru korkuları beslemektedir. Yani demokrasinin geleceği şu an için ipote altında görünüyor. Arap baharı gelmekte gecikiyor. KAYNAKÇA Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010 Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif à l'élection d'une assemblée nationale constituante Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 LES TROIS COMMISSIONS DE LA TRANSITION DÉMOCRATIQUE Néji Baccouche Professeur de droit public à la Faculté de droit de Sfax RÉSUMÉ La fuite de l’ancien dictateur tunisien, BEN ALI, le 14 janvier 2011 a été suivie par la création de trois commissions pour enquêter sur les abus, malversations et corruption et pour assurer la transition vers un régime démocratique. Les difficultés de désignation des membres étaient liées au discrédit total de l’Etat et ses représentants, lequel discrédit s’explique par le manque de confiance qui a toujours marqué le rapport gouvernants-gouvernés. Mais en dépit des difficultés rencontrées, les trois commissions ont joué rôle non négligeable dans l’amorce d’une transition vers un régime qui devrait reposer sur les principes démocratiques. La commission de réforme politique a réussi à mettre en place le dispositif juridique et institutionnel qui a permis l’organisation d’une élection libre et démocratique d’une assemblée nationale constituante chargée d’élaborer une constitution. La commission anti-corruption a dévoilé l’ampleur des malversations et de la corruption et a transmis en moins d’un an plus que 400 dossiers à la justice. Enfin la commission d’enquête sur les abus durant la révolution semble avoir piétiné compte tenu des difficultés rencontrées lors des enquêtes qui mettent en cause des responsables de la sécurité et des militaires. Cependant, au lendemain de l’élection de la constituante le 23 octobre 2011, le processus d’enquête et d’investigation semble bloqué. L’Assemblée nationale constituante semble être traversée par des divisions et clivages qui l’empêchent d’élaborer une constitution moderne et démocratique. La modernité de la société et de son droit, particulièrement le statut de la femme et des libertés, semble plus que jamais menacée par la tentation d’islamisation du parti “Nahdha” et ses démembrements qui se livrent à de véritables exactions contre les artistes et intellectuels. Mots-clefs: Commission de réforme politique, commission nationale d’investigation, la corruption et la malversation, la transformation démocratique, l’Assemblée nationale constituante. *** 122 Les Trois Commissions de la Transition Démocratique 1- La révolution tunisienne s’est soldée par le départ du dictateur le 14 janvier 2011 après 23 ans de règne sans partage. L’exercice du pouvoir pendant plus de deux décennies s’est accompagné par des pratiques odieuses: falsification des élections, instrumentalisation des pouvoirs constitués, de la justice et de l’administration, répression des opposants politiques, torture, favoritisme, octroi des avantages indus, corruption et malversations. Le droit et les institutions du pays ont été malmenés jusqu’au discrédit total auprès des gouvernés. Les injustices et l’arrogance ont dépassé les limites du tolérable. Le peuple en avait assez. Les évènements se sont précipités à un rythme tellement accéléré que le pouvoir avait perdu la maitrise. Il a été suggéré à BEN ALI de créer des commissions pour enquêter sur cet ensemble d’injustices et d’anomalies. Dans la précipitation et dans son dernier discours la veille de son départ, l’ancien président avait annoncé son intension de créer trois commissions pour contenir l’ardeur des revendications. Mais, ce fut trop tard puisque, le 14 janvier 2011, il a dû précipitamment quitter le pays. Sa mise à l’écart sera définitivement consacrée le 15 janvier 2011 par le Conseil constitutionnel que Ben ALI a toujours cherché à soumettre à ses ordres. 2- Lors de l’annonce du premier gouvernement post révolutionnaire le 17 janvier 2011, il a été procédé à la désignation des présidents des trois commissions qui vont accompagner la transition: -- La commission de réforme politique qui, ultérieurement, prendra un nom plus complexe compte tenu de l’évolution de la situation sécuritaire du pays (l’instance supérieure pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique). -- La commission nationale d’investigation sur la corruption et la malversation -- La commission nationale d’investigation sur les abus enregistrés au cours de la période allant du 17 décembre 2010 jusqu’à l’accomplissement de son objet. Le gouvernement a été amené à créer d’autres commissions, en particulier pour enquêter sur les avoirs à l’étranger et pour gérer les biens confisqués de l’ancien président et de son entourage. Pour l’essentiel, les commissions sont composées d’experts réputés indépendants ou du moins n’ayant pas eu un rapport de proximité avec l’ancien pouvoir. 3 - L’annonce de la création des trois commissions n’était pas, à elle seule, de nature à rassurer l’observateur car le pays n’a jamais connu de commissions indépendantes pour enquêter sur des pratiques du pouvoir. Auparavant, lorsqu’un ministre, tombé en disgrâce, avait été Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Neji Baccouche 123 mis en cause, la commission chargée d’enquêter sur ses pratiques était instrumentalisée pour légitimer les mesures du chef de l’Etat1. L’opinion se méfiait de ce type de structures notamment lorsque leur indépendance n’est pas garantie. Les difficultés de mise en place des commissions (I) ne les avaient pas empêchés d’amorcer un processus pour solder le compte de l’ancien régime (II). I. Les difficultés de mise en place des commissions 4- La désignation des membres des trois commissions s’est faite dans un contexte de grande agitation liée à la fois aux difficultés économiques qui, par ailleurs, ont accéléré la chute du régime et au nouveau contexte de liberté qui a rendu possible la contestation systématique. Le discrédit général de l’Etat et ses représentants a conduit à tout contester. Les trois commissions n’ont pas échappé à la contestation la plus virulente soit par voie médiatique soit par voie juridictionnelle. Tantôt la contestation a concerné le principe même de la mise en place des commissions, tantôt elle a concerné les personnes désignées pour siéger dans ces structures de transition. Profitant du nouveau contexte, certains ont choisi de régler leurs comptes par une véritable diffamation à travers les médias. Dans le contexte révolutionnaire, il est difficile de trouver des personnes autour desquelles un consensus se dégage et le sens de la mesure devient difficile à observer. 5- Pour la commission de réforme politique et de la transition démocratique la question de la représentation des catégories et des régions fut la difficulté à surmonter. L’actualisation de la composition illustre le malaise quant au déficit de légitimité de cette structure appelée à jouer un rôle plus important que celui de faire des propositions de réformes. Il fallait étendre sa composition pour tenir compte des aspirations des activistes qui se sont exprimés, notamment à la KASBA et qui ont fini par avoir raison du gouvernement de Mohamed GANNOUCHI, premier ministre de BEN ALI pendant 11 ans mais qui avait la réputation d’être politiquement inoffensif. Je l’ai personnellement entendu dire qu’il n’est “pas un homme politique mais un simple gestionnaire”. La commission était censée représenter les composantes sociales et en particulier les “conseils de protection de la révolution” qui se sont autoproclamés un peu partout au lendemain de la révolution avec une rare violence verbale et un populisme qui puise, sans difficulté, dans le passé sombre de l’ancien président. 6- Mais la tâche de la commission a été par ailleurs facilitée par la dissolution, au cours du mois de mars 2011, des instances qui 1 Ce fut le cas sous le règne de BOURGUIBA lorsqu’une commission parlementaire avait été chargée, en 1970, d’enfoncer le Ministre Ahmed BEN SALAH. Il en a été de même en 1984 lorsque le ministre de l’intérieur avait été limogé. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 124 Les Trois Commissions de la Transition Démocratique concouraient au processus de législation: le parlement avec ses deux chambres, le conseil économique et social et le conseil constitutionnel. Ce vide institutionnel lui donné un champ d’action et avait laissé croire à certains membres que ladite commission était légitime pour légiférer et pour contrôler le gouvernement du nouveau premier ministre (Mr Béji KAID ESSEBSI) qui, par ailleurs, avait du caractère. Pour concilier la position des deux parties (le gouvernement et la Commission), l’exercice fut très difficile et le président de cette dernière a du faire preuve de beaucoup d’habilité pour surmonter des oppositions qui parfois paraissent irréductibles. Les positions extrêmes ou extrémistes sur le sort politique des anciens responsables et en particulier l’étendue du cercle de l’ancien président ont été un point de discorde. La surenchère quant à la sévérité vis-à-vis des anciens membres du parti destourien a contribué au report des élections initialement annoncées pour le 24 juillet au 23 octobre 2011. Ce report rendu inévitable par des considérations techniques a fait émerger un autre débat sur l’éventuel référendum quant à la fixation d’un délai d’un an pour l’accomplissement des travaux de la constituante. Finalement, la commission a été le cadre ayant permis de surmonter ce débat qui a présidé les élections du 23 octobre 2011. 7- Mais quoi qu’il en soit, la commission a mis en place, grâce à son comité d’experts, l’arsenal juridique ayant permis l’organisation des élections de l’assemblée nationale constituante puisque le droit électoral devait être purement et simplement abrogée. Il était nécessaire de fixer le mode de scrutin et le régime du contentieux électoral. En outre, la commission avait contribué au remplacement de certaines lois liberticides régissant la presse, les associations et les partis politiques. Mais au delà des aspects techniques et juridiques, la question de la modernité était omniprésente car, compte tenu de l’état de l’opinion, cette dimension sociétale, est l’enjeu majeur de la transition politique en Tunisie. 8- La commission d’investigation sur la corruption et malversation était elle aussi confronté à des défis non moins importants dans la mesure où l’ampleur de la corruption faisait craindre et faisait rêver des personnes voulant en profiter politiquent et financièrement. Pour l’empêcher d’accomplir sa mission, la commission d’investigation contre la corruption a été attaquée en justice par plusieurs avocats pour des raisons avouées et des raisons non avouées. Certains magistrats se sont mêlés de la partie pour attaquer les trois commissions. En réalité, souvent la contestation cachait mal l’envie d’occuper la scene politique, soit pour jouer un rôle, soit pour échapper à l’investigation que certains juges eux-mêmes redoutaient. La création des deux commissions d’investigation (commission anti-corruption et commission d’enquête sur les abus de pouvoir) signifiait quelque part un manque de confiance dans l’appareil judiciaire qui, il faut le dire, était aux yeux de l’opinion, aux ordres du pouvoir et son entourage. La défiance dans l’appareil Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Neji Baccouche 125 judiciaire est largement partagée. Les magistrats concernés par les pratiques de l’ancien pouvoir ne pouvaient qu’attaquer les commissions d’enquête par tous les moyens. II- L’amorce d’une transition réelle. 9- Le climat de contestation et de tension n’a pas empêché la commission de réforme politique et de transition démocratique d’accomplir non seulement un travail colossal de préparation de la législation qui a permis les élections, le 23 octobre 2011, de l’assemblée nationale constituante, mais d’apaisement des tensions politiques entre des partis politiques qui s’opposent sur des questions fondamentales de choix de société. Le pays s’est doté d’une Assemblée nationale constituante démocratiquement élue et d’un gouvernement légitime grâce au travail accompli par ladite commission. Les controverses au sujet de la femme et plus généralement de la modernité ont dominé les travaux de la commission de réforme politique et de ce fait, la commission a constitué un lieu d’apprentissage de la démocratie. Après les disputes et les retraits des mécontents des séances et travaux, le moment des compromis a presque toujours été trouvé. Dans la commission, les partis ont appris à négocier et à trouver les compromis, c'est-à-dire le propre de la démocratie alors que le pays était habitué à la pensée unique et aux solutions imposées par le chef de l’Etat et son parti. Certes les tunisiens sont inquiets pour leur avenir en raison des incertitudes qui règnent, en raison de l’intransigeance des vainqueurs et de leurs décisions hasardeuses. Mais, la résistance des composantes de la société civile et de l’opposition ont fait plier le gouvernement sur certains de ses choix et décisions. L’apprentissage au sein de la commission de réformes politique devrait aider à surmonter les oppositions les plus irréductibles au sein de la constituante. 10- De même, la commission d’investigation contre la corruption et malversation a réussi, en dépit d’interminables procès et de menaces proférées contre ses membres, à dévoiler plusieurs centaines de dossiers qui montrent l’ampleur de la corruption et de la fraude. Il est vrai que l’ampleur des malversations a discrédité les gouvernants et il sera difficile de reconstruire l’autorité de l’Etat et ses représentants. Mais la désacralisation du titulaire du pouvoir a été définitivement accomplie alors que l’opinion était habituée, sous l’effet d’un héritage religieux pesant, à l’infaillible et intouchable chef. Les imams ne cessaient de prier pour lui dans les mosquées comme à la Mecque lors du pèlerinage dont l’organisation n’avait, par ailleurs, pas échappé aux malversations dont ont été coupables les proches de l’ancien chef de l’Etat. 11- Au lendemain de la publication du rapport de la commission, de nombreux dossiers faisant état de malversation et corruption sont parvenus au siège de ladite commission. En tant que rapporteur général, Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 126 Les Trois Commissions de la Transition Démocratique je peux témoigner de plusieurs commentaires qui me sont parvenus et dont la substance se résume en ce que les auteurs affirment qu’ils ne croyaient pas, avant la publication dudit rapport, à la crédibilité de la commission. L’identification de plusieurs centaines de dossiers de corruption et malversation a confirmé, pièces à l’appui, les doutes sur l’ampleur dudit phénomène. Cependant, cette commission a été paralysée par le décès, le 2 janvier 2012, de son président le professeur Abdelfattah AMOR. Le gouvernement ne s’est pas pressé pour remettre cette machine redoutée d’investigation en marche, alors même que la corruption a déstructuré le pays et ses valeurs et avait constitué, à l’évidence, la cause de la révolte qui provoqué la révolution. 12- Les adversaires les plus féroces de la commission ont fini par admettre, à la lumière de son rapport, l’utilité du travail accompli et qui, probablement, préfigure d’une justice transitionnelle indispensable. En effet, la commission a transmis à la justice plus que 400 dossiers accablent directement quelque pas moins de 1200 personnes. La justice est inondée de dossiers et manifestement elle éprouve d’énormes difficultés à statuer pour des raisons complexes. Parmi les personnes impliquées dans les affaires dévoilées par la commission figurent plusieurs opérateurs économiques qui, dans de nombreux cas ont été conduits par le pouvoir à des pratiques illégales. Le gel des activités de telles personnes, comme la confiscation de biens pour laquelle on a créé une autre commission, menace l’activité économique déjà sévèrement éprouvée par la révolution et par la crise internationale. C’est pourquoi, une justice transitionnelle parait aujourd’hui difficilement contournable pour solder le compte de l’ancien régime avant d’envisager une réconciliation nationale. 13- La troisième commission compétente pour enquêter sur les atteintes à l’intégrité physique des individus n’a pas encore rendu son rapport sur un dossier particulièrement sensible et qui concerne à la fois les martyrs, les blessés, les snipeurs et les responsables d’abus et de meurtres. Aux dires de son porte parole le 21 avril 2012, la commission a reçu 2600 dossiers. Suite aux auditions à l’occasion des visites de tous les gouvernorats de la République, la commission s’est contentée d’annoncer quelques chiffres importants: 239 décès et 1400 blessés. L’écoute des victimes et de leurs parents a été très utile même si les personnes concernées vivent une frustration en raison de la lenteur observée quant aux suites à donner aux investigations: procès des responsables et indemnisation des victimes. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Neji Baccouche 127 14- Manifestement, cette commission redoute l’effet de son verdict compte tenu de la sensibilité du dossier au sujet duquel la surenchère ne semble pas s’arrêter et les accusations s’exercent régulièrement. Un véritable concours de démagogues se poursuit. L’actuel gouvernement a avoué l’existence de faux blessés qui se sont glissés pour obtenir indument des indemnisations. L’Assemblée nationale constituante ellemême n’a pas échappé aux effets pervers de ce dossier explosif puisque lors de sa première réunion le 23 novembre 2011, la lecture de la liste des martyrs a provoqué des émeutes dans certaines régions en raison d’oublis. Certains membres de la commission spécialement créée au sein de la constituante pour s’occuper de ce dossier menacent, depuis deux semaines, de démissionner en raison de ce qu’ils considèrent comme la “passivité du gouvernement”. Le ministère en charge du dossier a été investi par des personnes concernées (blessés et parents de martyrs) et les graves incidents ont occupé l’actualité politique du pays en ce début d’avril 2012. 15- Quinze mois après leur mise en place, les commissions ont certes accompli un rôle non négligeable mais d’importance inégale quant à la facilitation de la transition démocratique. Néanmoins, le travail inachevé, notamment de celui des deux commissions d’investigation, laisse non seulement un gout amer mais une crainte quant à l’évolution de la situation politique du pays gouverné, depuis l’élection de la constituante, par une coalition hétérogène et dont les membres sont, pour le moins, inexpérimentés. L’économie continue de s’essouffler et les souffrances de ceux qui ont fait la révolution ne font que s’accroitre. La justice attend d’être rendue, c’est là une exigence du premier ordre. Or, l’appareil judiciaire a besoin de réformes profondes et de “purges” pour mettre à l’écart ceux qui avaient contribué à la pourriture du système. La Constituante est profondément divisée. La discorde au sujet des questions essentielles telles que celles concernant le statut de la femme ou de la place de la religion semblent encore empoisonner la vie politique au détriment des problèmes réels qui nécessitent des solutions urgentes. Les nominations aux postes de direction sont loin de traduire le souci de s’attaquer aux problèmes économiques et sociaux puisque les experts, faute de déclarer leur allégeance, sont souvent mis à l’écart. Les incertitudes alimentent des craintes légitimes même si, jusque là, la Tunisie s’en sort beaucoup mieux que l’Egypte. C’est dire que l’avenir de la démocratie semble pour le moment hypothéqué. Le printemps arabe tarde à arriver. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 128 Les Trois Commissions de la Transition Démocratique BIBLIOGRAPHIE Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010 Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif à l'élection d'une assemblée nationale constituante Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 - III MAŞRIK/MIDDLE EST/MACHREK 25 OCAK 2011 DEVRİMİNDEN BU YANA MISIR’DAKİ ANAYASAL DÖNÜŞÜMLER* (CONSTITUTIONAL DEVELOPMENTS IN EGYPT SINCE THE REVOLUTION OF 2011) Yousri Elassar Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi/ Professor of the constitutional Law at Cairo University ÖZET Ocak 2011’deki halk devriminden sonra Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, başkanlık yetkilerini kullanmak üzere görevlendirilmiştir. Siyasi temsilcilerin çoğunluğu yeni seçimlerden önce anayasanın hazırlanmasını ve özellikle cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılmasını istemişlerdir. Ancak Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, büyük ölçüde önceki anayasadaki hak ve özgürlükleri içeren, bunun yanında seçimlerin şeffaflığını, aday olmanın kolaylaşmasını ve seçimlerin yargısal denetimini içeren anayasal bir belge hazırlamayı tercih etmiştir. Yapılan seçimlerde, hiçbir siyasi parti mutlak çoğunluğu sağlayamasa da, devrimci güçlerin aksine İslami yapılar çoğunluğu sağlamışlardır. Ancak yeni oluşan parlamentoda muhalefet güçleri, yargısal yolları etkili biçimde kullanmışlardır. Muhalefetin seçim kanunlarının bağımsızlar ve siyasi partiler arasında eşitsizlik bulunduğu gerekçesiyle anayasa mahkemesine yaptığı başvuru kabul edilmiş ve Anayasa Mahkemesi, parlamentonun yokluğuna karar verilmiştir. İkinci olarak Danıştay’a yapılan başvuruda Mahkeme, ulusal meclis ve danışma meclisinin İslamcı vekillerinin kurucu meclis üyelerini dışarıdan ve liyakate göre değil, siyasi motivasyonla seçtiğini tespit etmiştir. Üçüncü olarak Danıştay, verdiği bir diğer kararda ise Hüsnü Mübarek’in ulusal partisini feshetmiştir. Son olarak ağır ceza mahkemesi, Hüsnü Mübarek ve İçişleri bakanını göstericilere ateş açtırdıkları için müebbet hapse mahkûm etmiştir. Bu süreçte ulusal partinin liderlerinin siyasetten men edilmesini öngören yasa ise Anayasa * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 130 25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, bu bağlamda ulusal parti cumhurbaşkanlığı seçimine katılmış ancak seçimi Müslüman Kardeşler’in adayı sn. Morsi kazanmıştır. Yeni anayasa da Müslüman Kardeşler ve Selefistlerin görüşleri çerçevesinde hazırlanmıştır. Yeni cumhurbaşkanı Morsi’nin seçimi ve faaliyetleri, Konsey ve Cumhubaşkanı arasında siyasi bir rekabet yaratmıştır. Konsey, anayasal bidirgede yaptığı bir değişiklikle cumhurbaşkanının yanında- yasama yetkisinin kullanımına ortak olmuş, orduya ilişkin konularda münhasıran yetkili hale gelmiş ve yeni anayasa konusunda veto yetkisine sahip olmuştur. Cumhurbaşkanı ise bu eylemler karşısında AYM’nin seçim kanununu iptal kararını ve Konsey’in bildirge değişikliğini iptal etmiş, Konsey’i görevden alarak yerine bir savunma bakanı atamıştır. Bu tasarruflar ise yeniden AYM önüne taşınmıştır. Siyasal açıdan ise Cumhurbaşkanının, yeni atamalarda nesnel kriterlere göre değil, siyasi yandaşlığa göre atama yapması, devrimli güçlere yönelik saldırılardan sorumlu içişlerini ayıklamaktan vazgeçip ve eski rejime bağlılığıyla tanınan bir generali içişleri bakanı olarak ataması muhalefet güçlerinde sert eleştirilere neden olmuştur. Öte yandan İslami güçler ile sol ve liberal muhalefet arasındaki diğer gerilim alanlarını da anayasadaki şeriat ifadesinin nitelendirilme biçimi, siyasal rejim tercihi konularında olmuştur. Ancak bütün siyasal güçler, ordunun yetkilerinin ülke savunmasıyla sınırlandırılması, parlamento ve Sayıştay denetimine tabi olması noktasında ortak yaklaşıma sahiptir. Gelinen aşamada Mısır devriminin geleceği, iktidar gücünün, farklı siyasal güçlerinin meşruluğunu görmesi, anayasa tartışmasında sol ve liberallerin görüşlerinin dikkate alınması ve başta işsizlik sorunu olmak üzere iktisadi krize karşı çözüm üretilmesine bağlıdır. Anahtar Kelimeler: Mısır Devrimi, Müslüman Kardeşler, Salefitstler, Mısır’da’ta muhalefet, Mısır Anayasa Mahkemesi, parlamentonun feshi, Morsi, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi ABSTRACT After the people’s revolution on January 2011 the High Council of Armed Forces was entrusted to use the presidential authority. Many of the political representatives wanted to have a new constitution before the election. They especially demanded that the power of President of the Republic be diminished. But the High Council decided to prepare a document that had more or less the same rights and freedoms with the previous constitutions but also included transparency in elections, made it easier for people to be candidates, and paved the way for judicial Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 131 control of the elections. Even though after the elections none of the political parties had an absolute majority, instead of revolutionary forces, the Islamists were able to hold the majority. But in the new parliament the opposition was able to practice judiciary methods. The objection of the opposition regarding the inequality between the independents and political parties was accepted by the supreme court and the court decided that the parliament was non-existent. In addition after an admission to state council, the court decided the Islamist deputies of the constituent assembly and the advisory council were not chosen from outside and by merit, but by political motivation. Thirdly, the state council dissolved Husnu Mubarak’s national party. Finally, the criminal court gave Mubarak and the Minister of the Interior a life sentence because they ordered the shooting of protestors. During this process the law on political prohibition of all national party leaders was canceled by the supreme court. In this context the national party entered the election for President of the Republic and the candidate of Muslim Brotherhood Mr Morsi won. The new constitution was prepared according to Muslim Brotherhood’s and Selefist’s view. Morsi’s actions created a competition between the president and the council. The Council changed the constitutional charter and joined the president in the use of legislative power, became the exclusive authority on matters related to the army and obtained the right to veto the new constitution. The president of the republic responded by nullifying the supreme court's decision to nullify the election law and council’s decision to change the constitutional charter. He then dissolved the council and assigned a secretary of defense. The actions were carried to supreme court as well. From a political point of view, the president was criticized for appointing not by objective criteria but by political partisanship, since he appointed a general that was responsible of attacks against revolutionary forces. Another tension point between the Islamists and leftist and liberal opposition was about the definition of sharia in the constitution and the choice of political regime. But all parties agreed that the military authority had to be limited to national defense and that the military had to be audited by the court. At this point, the future of Egyptian revolution depends on the political power’s ability to see acknowledge the legitimacy of different political forces, to consider the ideas of the leftist and liberal opposition in the constitutional debate and to provide solutions to economic crisis and unemployment. Keywords: Egyption revolution, Egyption Constitutional Court, Morsi, Islamistes, High Council nof Armed Forces *** Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 132 25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler GİRİŞ Ordunun desteklediği ve koruduğu 25 ocak 2011 halk devrimi demokratik bir rejimi kurma ve nedeni olumsuz bilançosu olan eski devlet başkanı Hüsnü Mübarek rejimini yıkmak için önemli anayasal değişiklikleri başardı. Bununla birlikte ülkenin demokratikleşme süreci, bir yandan eski rejim yanlılarının devrimi başarısızlığa uğratmak ve hedeflerini gerçekleştirmesini engellemek amacıyla sarfettikleri büyük çabalar, öte yandansa geleneksel siyasi güçlerin kendi aralarındaki artık halk kitlelerinin meşru özlemlerini karşılamayan tartışmalarının karşı karşıya kaldığı ağır ekonomik kriz nedeniyle ciddi zorluklarla karşılaştı. Hâlbuki Devrimi başlatan gençlerin gösterileri ne hükümette ne de yeni Parlamento’da temsil edildiler, bu siyasi tecrübelerinin eksikliği ve mali olanaklarının olmaması ile açıklanabilir. Müslüman Kardeşler ile selefistlerden oluşan islamcı siyasi güçler boşluğu doldurdular ve Devrim sonrası yeni seçilen Parlamento’daki sandalyelerin çoğunluğunu kazandılar. Özgürlük ve Adalet Partisi’nin (Müslüman Kardeşler’in partisi) siyasi lideri 2012 Haziranında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. Yeni Cumhurbaşkanının kurduğu hükümet belli bir açıklığı da karakterize etmektedir. Hükümet islamcı akımın üyeleriyle hiçbir siyasi partiye bağlı olmayan teknokratlardan oluşmakta. Siyasi rejimin demokratikleştirilmesi süreci ciddi zorluklarla karşı karşıyadır. Ülke baştanbaşa iki ana akıma bölünmüştür: İslamcı akım ve liberal akım. Aralarındaki farklar yalnızca siyasi ve ekonomik konularda değil fakat toplumun kimliğine de ilişkindir. İlk akımın büyük kısmı resmi din kurumu olan El Ezher Üniversitesi’nin, kamu erklerinde bağlayıcılığı olacak, talimatlarına göre siyasi ve hukuki bir düzen tasarısını hayata geçirmeye çalışmaktadır. İkinci akım ise Mısır toplumunun medeni ve özgürlükçü kimliğini savunmakta ve dini kurumlar tarafından kabul edilmiş dini metinlerin yorumlarına herhangi bir hukuksal güç vermeyi reddetmektedir. Tebliğimizde şu üç nokta sırasıyla işlenecektir: I- Geçiş sürecindeki anayasal dönüşümler II- Yeni Cumhurbaşkanının seçimi ve tartışmalı Anayasanın yayımlanması III- Gelecek için perspektifler ve yeni düzenin başarı koşulları Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 133 I. Geçiş sürecindeki anayasal dönüşümler 25 Ocak 2011 Halk Devriminin başarıya ulaşmasının ardından, eski başkan Mübarek istifa baskısı altında, yeni cumhurbaşkanının seçimiyle son bulacak geçici dönem boyunca Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ni başkanlık yetkilerini kullanmak üzere görevlendirdi. Siyasi güçlerin temsilcilerinin çoğunluğu haklı olarak devrimin başarısının önceki 1971 Anayasasının yıkılmasına yol açtığını düşünüyor ve yeni Cumhurbaşkanı ile yeni parlamentonun seçilmesinden önce yeni bir anayasanın hazırlanması arzu ediyorlar. Yeni anayasanın daha dengeli olmasını, Cumhurbaşkanının 1971 Anayasasıyla çok genişletilmiş ve fiili kullanımları güçlendirilmiş bu yetkilerinin azaltmasını diliyorlar. Ancak Silâhlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, 30 Mart 2011 tarihinde, geçiş dönemini düzenleyen 63 maddelik anayasal bir bildirge yayımlamayı yeğliyor. Yeni anayasal bildirge temel hak ve özgürlükleri zaten önceki anayasada düzenlenmiş temel hak ve özgürlüklere hasrediyor: kişisel özgürlükler, düşünce özgürlükleri, siyasi özgürlükler, ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükler. Siyasi parti özgürlüklerini genişleterek, kurulmaları için artık basit bir ön bildirimi öngörüyor. Aynı zamanda cumhurbaşkanı seçilebilme koşullarını hafifletiyor. Bir siyasi partinin adayı yahut da kendisine yetki veren 30.000 seçmenin desteğinin olması yeterli kabul ediliyor. Yeni anayasal bildirge aynı şekilde, bir seçim yasasıyla, parlamentonun 2/3’ünü siyasi parti adaylarına 1/3’ünü ise bağımsız adaylara ayırdığı yeni bir ulusal meclis ile yeni bir danışma meclisi öngörüyor. Bu iki meclise, yasama fonksiyonlarına ek olarak, referanduma sunulacak yeni bir anayasa tasarısının hazırlanması için 100 üyeden oluşan bir kurucu komisyonun seçilmesi misyonu yükleniyor. Yasama seçimleri hâkimlerden oluşan kurulların tam gözetiminde bir özgürlük ve şeffaflık havasında gerçekleşiyor. Yeni anayasal bildirgenin kararlaştırdığı reformlar arasında parlamentonun milletvekili seçimlerine ilişkin uyuşmazlıkları çözme yetkisinin kaldırılması ve bu konudaki yetkinin Anayasa Mahkemesine verilmesi de var. Parlamentonun bu konuda, önceki rejimdeki uygulamaları doktrince eleştirilmişti. Parlamento çoğunluğu kendi üyelerini ayrıcalandırmak ve muhalefet milletvekillerini bastırmak için yetkilerini kötüye kullanıyordu. Yeni parlamento, icraatını köstekleyen ciddi problemlerle karşı karşıya: bir yandan, hiçbir siyasi parti tek başına çoğunluğu sağlayamadı. Merkez islami eğilimi temsil eden Müslüman Kardeşler Partisi meclisteki sandalyelerin %45’ini, köktendinci radikal eğilimi temsil eden selefistler %22’sini, liberal ve sol partiler ise yalnızca %33’ünü kazandılar. Uyumlu bir çoğunluğun eksikliği yeni anayasa taslağını hazırlayacak kurucu komisyonun hazırlanmasını büyük zora sokmakta. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 134 25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler Ulusal ve danışma meclisleri tarafından kurulan Kurucu komisyonun Anayasası, bir dengesizlikle lekeli olduğundan doktrin ve muhalefet partileri tarafından sert bir şekilde eleştirildi: Milletvekilleri tarafından seçilen kurucu komisyonun %50’sini Müslüman Kardeşler ve selefistler oluşturuyor. Kurucu komisyonun 2/3’ünü, -parlamento dışından seçilenler dahi- islâmi harekete dahil olanlardan oluşuyor. Kurucu komisyonun 1/3’ü, parlamenter çoğunluğu kurucu komisyonun yapısını yeniden gözden geçirmeye zorlamak için, istifalarını sundular. İstifa eden üyeler Mısır kilisesi ve El-Ezher’i (ılımlı ve liberal görüşte, resmi islami kuruluş) temsil eden üyeler ile, liberal ve sosyalist hareketlere mensup üyelerdir. Öte yandan, yeni parlamentoya yönelik; bir tanesi, parlamentonun seçildiği seçim kanunu için Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru olan, birçok yargısal yola gidildi. Bu başvuru özellikle söz konusu kanunun; kendilerine 2/3’lük yer ayrılan siyasi parti adayları ile 1/3’lük yer ayrılan bağımsız adaylar arasında, parti adaylarına kendilerine hasredilen oranda değil ama parlamentonun tamamında yüzdesi 2/3’ü geçmeyen sayıda aday olabilmeleri imkânı vermesinden ötürü yapılan haksız ayrımcılığa itiraz ediyor. 14 Haziran 2012 günü Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruyu kabul ederek, parlamento seçimlerinin dayanağı olan seçim kanununun, siyasi parti adayları ile bağımsız adaylar arasında eşitlik ilkesini ihlâl ettiğinden anayasaya aykırılığına hükmedip, parlamentonun oluşumunun yokluğuna karar vererek feshini istedi. Bir başka başvuru da Danıştay’da ulusal meclis ile danışma meclisi vekillerinin kurucu komisyon üyelerinin yarısını seçtikleri ve çoğunluğunu islamcı akımlardan olan şahsiyetlere ayırdıkları karara karşı yapıldı. Bu başvurunun sahipleri kendisine itiraz edilen kararın, parlamentoca bir yasama mercii olarak değil de bir bir seçim organı olarak alındığından bahisle, bir yasama işlemi değil, bir idari bir işlem olduğunu düşünüyorlar. Danıştay 10 Nisan 2012’de ulusal meclis ve danışma meclisinin, kurucu komisyon üyelerinin belirlenmesine ilişkin işlemini, bu iki meclisin söz konusu kararı bir yasama mercii olarak değil bir seçim organı olarak aldıklarından ötürü bir idari işlem olduğunu belirterek kendisini davada yetkili kabul ediyor. Danıştay söz konusu kararı iptal ederek kararını şu iki temele dayandırıyor: bir yandan, ulusal meclis ve danışma meclisi, kurucu komisyonu kendi üyeleri arasından değil ve fakat dışardan seçmeli idi; öte yandan ise üyelerin seçimi ait oldukları siyasi görüşe değil fakat yeteneklerine göre olmalı idi. Bu kararın ardından, ulusal meclis ve danışma meclisi vekilleri Danıştay’ın kabul ettiği ilkeleri dikkate alarak önceki konseye nazaran dengeleri fazla gözeten yeni bir kurucu konsey oluşturdular. Yeni konseye atanan üyelerin %25’inin Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 135 ulusal meclis ile danışma meclisi üyelerinden oluştuğu ile komisyon üyelerinin %60’ının islamcı akım mensubu olduklarını not etmek gerekir. Danıştay nezdinde bir makam olan yüksek idari yargı 16 Nisan 2011 T. kararıyla eski başkan Mübarek rejiminde iktidarı elinde bulunduran –liderliğini gene Mübarek’in yaptığı- Ulusal Parti’yi feshetti. Mahkeme, kararını; devrimin akabinde eski başkanın rejiminin çöküşünün, bu dönem boyunca iktidarı elinde bulunduran baskın partinin feshini de kaçınılmaz kıldığı gerekçesine dayandırdı. Üstelik ilk toplantısını 23 Ocak 2012’de yapan ve dayandığı seçim kanununun Anayasa Mahkemesince Anayasaya aykırı bulunmasının ardından feshedilmesinden ötürü yetkilerini yalnızca 6 ay kullanabilen yeni parlamentonun seçimi konusundan bir başka konu da siyaset sahnesini meşgul etmeye devam ederek aydın çevreler ve siyasi güçlerin temsilcilerinin katıldığı ulusal bir tartışmaya yol açıyor: bu, eski cumhurbaşkanı Mübarek rejimi siyasetinin baş sorumlularının siyasetten men edilmeleri hakkında siyasi kişiliklerin çoğunun katıldığı iradedir. 21 Kasım 2011’de cumhurbaşkanının yetkilerini kullanan Silâhlı Kuvvetler Yüksek Konseyi kamuoyunun baskısıyla bir kanun hükmünde kararname çıkartarak, Sn. Mübarek’in başkanlığında iktidarda olan ulusal parti şeflerinin, bir ağır ceza mahkemesi kararı gereğince rüşvet aldıklarının sabit olması durumunda, siyasetten men imkânlarını düzenliyor. Ancak böyle bir karardan önce cumhuriyet başsavcısı tarafından bir soruşturmanın yapılmış olması gerekiyor. Bu kanun hükmünde kararname çok uzun ve yorucu süreçleri gerektirdiğinden hayata geçirilemedi. Eski rejimin liderlerinden hiçbirisi bu KHK uyarınca yargılanmadı. Hâlen eski cumhurbaşkanı Mübarek ve bazı hükümet üyeleri polise ateş emrini vererek göstericilerin ölümlerine sebep olmaya katılmak gibi ortak hukuk suçlarından ağır ceza mahkemesi önünde yargılanıyorlar. 2 Haziran 2012’de ağır ceza mahkemesi eski cumhurbaşkanı ile içişleri bakanını ömür boyu hapse mahkûm etti. Eski rejimin baş sorumlularının siyasetten menlerini düzenleyen KHK’nin uygulama zorlukları, Sn. Mübarek’in hükümetinin başkanı ile Cumhurbaşkanı yardımcısının da bulunduğu bazılarını 17 Haziran 2012’de yapılan başkanlık seçimlerinde adaylıklarını koymaya cesaretlendirdi. 12 Nisan 2012’de devrimden sonra seçilmiş yeni parlamento birdenbire siyasi hakların kullanılmasına ilişkin kanunu oylayarak, eski cumhurbaşkanının, yardımcısı ile başbakanının olduğu kadar Sn. Mübarek rejiminde iktidarda olan ulusal parti şeflerininin de siyasi haklarını kullanmalarını men etti. Bu kanun sert siyasi tartışmalara yol açıyor. Yorumcuların büyük kısmı, böyle bir siyaset yasağının herhangi bir yargı kararı olmaksızın getirilmesinin Anayasaya aykırı buluyor. 19 Nisan’da Silâhlı Kuvvetler Yüksek Konseyi Başkanı, -seçimleri etkileyen her kanun Anayasa MahJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 136 25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler kemesinin ön denetimine tâbi olduğundan- parlamentoca onaylanan bu kanunu, başkanlık seçimlerini etkilediğini düşünerek anayasaya uygunluğunun denetlenmesi için Anayasa Mahkemesine gönderiyor. Mahkeme 21 Nisan’da, parlamentoca oylanan bu kanun hakkında karar vermeye yetkisiz olduğuna hükmediyor. İçtihadını siyasi hakların kullanılmasını değiştiren söz konusu kanunun başkanlık seçimlerini doğrudan etkilemediği gerekçesine dayandırıyor. Oysa bu kanun Anayasa Mahkemesinin ön denetimine değil, son denetimine tâbi tutulabilirdi. Ancak söz konusu kanun bir ikinci kere, başkanlık seçimlerini gözetmekle görevli yargı komisyonu tarafından yetkisi gereği Anayasa Mahkemesinin son denetimine (yasaların anayasallığı) sunulmuştur. 14 Haziran 2012’de Anayasa Mahkemesi önceki rejimin baş sorumlularını kanunun ilânından önce işledikleri eylemlerden dolayı siyasetten men ederek siyasi bir yaptırım içerdiği, dolayısıyla geçmişe yürürlü olduğu, bunun ise kanunların geçmişe yürümezliği ilkesine aykırı olduğundan bahisle söz konusu kanunun anayasaya aykırılığına hükmetti. Böylelikle 17 ve 18 Haziran 2012’de gerçekleştirilen başkanlık seçimlerinde hiçbir aday dışarda kalmadı ve askeri konseyin, kendisine 30 Haziran 2012’de yetkilerini teslim ettiği Müslüman Kardeşler Partisi’nin (Özgürlük ve Adalet Partisi) adayı Sn. Morsi galip geldi. 25 Ocak 2011 Devriminin patlamasından yeni Cumhurbaşkanının seçildiği ve yetkilerini kullanmaya başladığı 30 Haziran 2012 tarihine kadar süren 17 aylık geçiş dönemindeki anayasal dönüşümleri gösterdikten sonra; Cumhurbaşkanı Morsi’nin seçiminden bu yana özellikle referandumla Kabul edilen yeni Anayasa ve Müslüman Kardeşler ile selefistlerin düşüncelerini yansıtan bu Anayasaya karşı liberal eğilimdeki siyasi partilerin muhalefetlerine damgasını vuran şu anki dönemin anayasal dönüşümlerini sunacağız. II. Yeni bir Cumhurbaşkanının seçimi ve tartışmalı bir Anayasanın yayımlanması: Sayın Morsi’nin 30 Haziran 2012’de Cumhurbaşkanlığına çıkışı 17 ay süren geçiş döneminin son bulduğunu ve nispeten istikrarlı bir dönemin başladığını göstermektedir. Yeni Cumhurbaşkanının vereceği sınavlar oldukça fazladır: 1. İlk sınav: iki rakip gücün siyasi iktidardaki birlikteliği. Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi. Bu güçlerden her birisi kendi ayrıcalıklarını artırmaya çalıştılar. Bu şekilde, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi 30 Mart 2011’de geçiş dönemini düzenlemek üzere yayınladığı anayasal bildirgeyi, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı 17 Haziran 2012 tarihinde değiştirdi. Yeni değişiklik uyarınca yasama erki yeni Anayasanın kabulünden sonra yeni meclisin seçimine değin Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetler Yüksek Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 137 Konseyi tarafından birlikte kullanılacaktır. (Burada, 2011 Kasımında seçilen parlamentonun 14 Aralık 2012’de Anayasa Mahkemesince, seçimin dayanağı seçim kanunun –siyasi parti adaylarını bağımsız adaylar aleyhine ayrıcalıklı kıldığından- anayasaya aykırılığı gerekçesiyle feshedildiğini hatırtalım.) Öte yandan bu anayasa değişikliği Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne orduya ilişkin konularda karar alma yetkisini münhasıran veriyordu. Aynı şekilde; önceki Mısır anayasalarınca getirilmiş ilkeleri sınırlayan hükümleri içermesi hâlinde, Kurucu Komisyonun hazırlamakla yükümlü olduğu yeni anayasa tasarısını veto etme hakkını da veriyordu. Bu durumda Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, önceki Mısır Anayasalarınca getirilmiş ilkelere uygunluğunu açıklaması için Anayasa Mahkemesine gönderme hakkı söz konusu idi. Ve Anayasa Mahkemesi söz konusu hükümlerin belirtilen ilkelere aykırılığı durumunda bu hükümleri anayasa tasarısından çıkartacaktı. Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin kendi yetkilerini Cumhurbaşkanının aleyhine genişletme teşebbüslerine engel olabilmek için, Sayın Morsi kendi yetkilerini güçlendirecek bir takım tedbirler alacaktır. 7 Temmuz 2012’de Cumhurbaşkanı Morsi, aldığı bir kararla Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin 15 Haziran 2012 tarihli, Anayasa Mahkemesi’nin, dayandığı seçim kanununun anayasaya aykırılığına hükmettiği 14 Haziran 2012 tarihli ulusal meclisin feshi kararının icrasına ilişkin kararını iptal ediyor. Cumhurbaşkanı Morsi kararını; Anayasa Mahkemesinin seçim kanununun anayasaya aykırılığına hükmetmesiyle siyasi parti adaylarına meclisin –söz konusu kanun uyarınca 1/3’ü bağımsız adaylara ayrılmış sandalyeleri de dahil olmak üzere- tüm sandalyelerine aday olabilmelerine izin verdiğinden hareketle meclisin oluşumunun bu 1/3’ü açısından kısmen yoklukla malûl olduğu gerekçesine dayandırıyor. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Morsi, ulusal meclis’i meclis sandalyelerinin 1/3’ü üzerinde aday olma hakkı olan siyasi partilerin bağımsız adaylarına ek seçim düzenlemesi beklentisiyle toplantıya davet etti. Fakat Sayın Morsi’nin muhalifleri, 14 Temmuz 2012 tarihli Meclis seçimlerinin tamamının yoklukla malûl olduğu kararının kesin hüküm teşkil ettiği ve tüm erkleri bağladığı gerekçesiyle, Cumhurbaşkanının iptal kararına karşı Anayasa Mahkemesine itiraz ettiler. 10 Temmuz 2012’de Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanının oluşumu mutlak butlanla malûl olan Meclis’in toplantıya çağrılması kararının yürütülmesinin durdurulmasına karar verdi. Öte yandan Cumhurbaşkanı Morsi yetkilerini güçlendirmek için daha önemli tedbirler almaktadır. 12 Ağustos 2012’de Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ni görevden alıp yerine yeni bir Savunma Bakanı atayarak, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nce 17 Haziran 2012 tarihli Konsey’in yetkilerini artıran ek anayasal bildirgeyi iptal ediyor. Ve SaJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 138 25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler yın Morsi bu bildirgeyi, yasama erkini münhasıran Cumhurbaşkanına bağlayan bir başka bildirgeyle ikâme ediyor. Buna göre aynı zamanda, görevinin hangi nedenle olursa olsun son bulması hâlinde Kurucu Komisyon’u yeniden kurma hakkını da Cumhurbaşkanına veriyor. (ör. Bu komisyon bir Danıştay kararıyla fesholursa ki hâlihazırda kuruluş kararının iptali talebi mevcuttur ve benzeri bir durum önceki komisyonun başına da gelmişti.) Böylece, Cumhurbaşkanı Morsi; Devrim hedeflerini ve ülkenin gelişimini Müslüman Kardeşler’in planlarına göre gerçekleştirmek üzere gerekli tüm siyaseti olanakları kullanmak imkânı veren çok geniş yetkileri elinde toplamıştır. 2. İkinci sınav: Eski Başkan Hüsnü Mübarek düzeninin güçleri tarafından Devrimden doğan düzene karşı yürütülen mücadele ile neredeyse kolluk güçlerinin tamamının silahsız masum vatandaşlara gaddarca yönelttiği planlı ve sistemli barbarca eylemler. Bu cinai eylemlerin amacı halkı korkutmak ve devrimden doğan düzenin, halkın güvenliğini gerçekleştirmek ve ülkedeki kamu düzenini korumak için, başarısız olduğuna halkı inandırmak idi. Üstelik kolluk kuvvetlerinin en üstteki şefleri, siyasi partilerce açıklanan –ki Devrim karşıtı söz konusu fiilleri işleyen bu şeflerin emekliye ayrılmalarını talep eden- İçişleri Bakanının ayıklama tasarısına düşmanca bir tavır içerisindeydiler. Bu sorunla yüzleşmek için Cumhurbaşkanı Morsi İçişleri Bakanlığının ayıklanması fikrinden vazgeçerek bu Bakanlığa eski Cumhurbaşkanı Mübarek düzenine bağlılığıyla tanınan generallerden birisini atadı. Bu tedbirin kamu güvenliğinin durumu üzerinde olumlu sonuçları oldu ve barbarca fiiller büyük ölçüde dursa da İçişleri Bakanlığının ayıklanması tasarısından vaz geçilmesi muhalefet partileriyle gençlik hareketleri tarafından eleştirildi. 3. Üçüncü sınav: Cumhurbaşkanı Morsi’nin en önemli sınavıdır ki siyasi güçler arasında gittikçe daha da keskinleşen ve derinleşen bölünme. Hâlihazırda siyasi güçler, üniter ruh ve devrim sırasındaki ortak amaç etrafındaki toplanmaya aykırı bir şekilde, tüm siyasi ve ekonomik konularda bölünmüş durumdadırlar. Liberal ve sol partiler ile gençlik hareketlerinden oluşan muhalefet Cumhurbaşkanıyla hükümetini yanlı bir politikayla siyasi görevlere ve kamu idaresinin tepelerine nesnel değil de öznel ölçütlerle kendi yandaşlarını atadığıyla suçlamaktadırlar. Diğer bir ifadeyle bu atamalar yetki ve uzmanlık ölçütleri dikkate alınarak değil de güvenilirlik ölçütüne dayanmaktadırlar. Siyasi güçler arasındaki çatışma ve bölünme Kurucu Komisyon tarafından hazırlanan yeni anayasa tasarısının etrafında önemli ölçüde Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 139 kendisini göstermektedir. Öyle ki tasarının pek çok noktası hararetli hukuksal ve siyasi tartışmaların konusu olmaktadır. İlk nokta dinin hukuk düzenindeki yeri. 1971 Anayasasının 2. Maddesine göre devletin dini islam ve şeriat ilkeleri yasamanın temel kaynağı. Anayasa Mahkemesi islam ve modernizmi uzlaştıran bu maddeyi yararcı bir şekilde yorumluyor. Mahkemeye göre, şeriat ilkeleri islâmın temel amaç ve hedeflerini (Özgürlük, sosyal adalet, eşitlik, ulusal dayanışma ve ahlâki değerlere saygı gibi) oluşturuyor. Köktenci ve dogmatik Selefist akımın temsilcileri, yasamanın kaynakları olarak kabul edilen “şeriat ilkeleri” ifadesini; “kuran hükümleri, sünnet (peygamberin sözleri) ve islam doktrinin düşünceleri” ifadesi ile değiştirmek istiyorlar. Ilımlı islam ile liberal akımın temsilcileri ise hararetle yeni Anayasanın 1971 Anayasasında kullanılmış olan ve belirli bir hukuksal içeriğe sahip “şeriat ilkeleri” ifadesinin korunmasını hararetle tavsiye ediyorlar. Hâlbuki “kuran hükümleri, sünnet (peygamberin sözleri) ve islam doktrinin düşünceleri” ifadesi, birçok mezhebin varlığı ve her mezhebin dini metinleri kendine özgü yorumlamasından ötürü birçok belirsizliği taşıyan bir ifadedir ve “Şeriat ilkeleri”nin hukuk sistemindeki yerine ilişkin Anayasa hükmünün uygulanmasında tartışmalara yol açabilir. Kurucu Komisyon üyelerinin çoğunluğunun islamcı akımdan olmalarından, nihai Anayasa tasarı metni Komisyonca oylanmış ve Müslüman Kardeşler ile selefistlerin düşüncelerini Kabul etmiştir. Tasarı kamu kurumlarını, şeriata ilişkin tüm konularda resmi dini kuruluş El Ezher’in görüşünü almaya zorlamaktadır. Bu mecburiyet Hükümeti, Parlamentoyu, ve dahi, kanunların ve düzenleyici işlemlerin şeriat ilkelerini kendisine düstur edinmiş Anayasa’ya uygunluğunu belirleyen Anayasa Mahkemesi’ni bağlamaktadır. Üstelik tasarı, şeriat hükümlerinin yalnızca kuran hükümleriyle sünnetten değil ama aynı zamanda islamın sünni doktrinince kabul edilen yorumlarından oluştuğunu da hüküm altına almaktadır. Öte yandan, Mısır’da, ılımlı ve merkezci bağlamıyla dini ve modernizmi uzlaştıran anayasal rejimin mevcut hâlini korumak için birçok yazar, kamu hak ve özgürlüklerinin ayrım gözetilmeksizin halkın her kesimi için olduğunun göz önünde tutulmasını ve din adamlarının siyasi iktidar üzerindeki nüfuzlarının reddi ile anayasaüstü ilkeler teorisinin modern ve demokratik devletin esasları olarak kabulünü öneriyorlar. Ancak bu tez islami eğilimde olan yazarlar tarafından reddedilmiştir. Ulusal bir tartışmaya neden olan ikinci nokta hükümetin yönetim biçiminin türünü belirlemektir. Siyasi güçlerin temsilcilerinin çoğunluğu Fransa’daki gibi karma bir yönetimin kabulünü önerirken diğerleri İngiltere’deki parlamenter sistemin uygulamasını tercih etmektedirler. Kurucu Komisyon tarafından hazırlanan tasarı Fransa’daki V. Cumhuriyet Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 140 25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler Anayasasının kabul ettiği karma sistemi tercih etmektedir. 15 Ocak 2012’de bir referandumla kabul edilen Anayasa, Fransa’nın şu anki Anayasasının kurduğu sisteme benzer bir sistemi kabul etmiştir. Üçüncü nokta ise ordunun devlet içindeki rolüne ilişkindir. Siyasi güçlerin tamamı Anayasanın orduya ülkeyi savunmak haricinde bir misyon yüklemesini kesin olarak reddetmekte ve ordu bütçesinin ekonomik ve siyasi denetiminin parlamentoya ve ayrıca Sayıştay’a tâbi olmasını istemektedirler. 15 Aralık 2012’de onaylanan yeni Anayasa ordunun önceki statüsünde hiçbir değişiklik yapmadığı gibi ülke savunmasından başka bir görev de vermemektedir. III. Gelecek perspektifleri ve yeni düzenin başarı koşulları: 25 Ocak 2011 devrimi Mısır’da ikinci bir doğumu işaretliyor. Bu büyük olaydan beri, tüm ülke devamlı hareket hâlinde. Farklı siyasi güçler her siyasi olayda hızlı ve coşkun bir şekilde tepki veriyorlar. Sn. Mübarek rejiminin devrilişinden bu yanaki Anayasal dönüşümler Mısır’ın tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde gerçekleşti. Bununla birlikte devrim henüz tüm hedeflerini gerçekleştirmedi: eski cumhurbaşkanı ile yönetiminin baş sorumlularına karşı, işledikleri rüşvet fiillerinden dolayı açılan davalar henüz mahkûmiyetle sonuçlanmadı ve bu eski cumhurbaşkanına isyan eden kalabalıkları yatıştırmadı. Bir çok hukukçu ve siyasetçi haklı olarak devrimcilere karşı eski Cumhurbaşkanı Mübarek’in memurları ve düzen güçlerince işlenen suçların araştırılması için, bir kanun hükmünde kararnameyle ayrı bir adli kurumun kurulmasını arzu etmektedirler. Bu öneri; devrimcilere karşı işlenen suçlardan dolayı adalet önüne çıkan sanıkların büyük kısmının, olağan mahkemelerde delillerin bu mahkemelerce incelenmesinden önce yok edilmelerinden ötürü beraatleriyle sonuçlandığından, kendisini haklı kılmaktadır. Öte yandansa, Devrimi başlatan gençler mali kaynaklarının ve siyasi deneyimlerinin eksikliğinden parlamentoda ancak çok az sayıda sandalyeyi kazanabildiler. Eski rejim yanlıları, kriz ve kargaşa hâli yaratmak ve yeni rejimi istikrarsızlaştırmak için bir karşı devrim hareketi yürütüyorlar. Oysa siyasi partiler, önceki rejimde acı çekmiş ve ağır ekonomik krizle karşı karşıya kalan halk kitlelerinin kaygı ve özlemlerinin uzağında siyasi kavgalar içerisindeler. Mısır için birçok unsur daha iyi ve istikrarlı bir gelecek umudu veriyor: mevcut hükümet, Anayasa Mahkemesinin kararı uyarınca feshedilinceye değin görevlerini 6 ay boyunca yapmış parlamento ve siyasi parti liderleri, aynı şekilde 17 Haziran 2012’de seçilmiş yeni cumhurbaşkanı, ülkenin gelişmesi için coşkulu projeler önerdiler ve Mısır tarafından Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 141 imzalanmış uluslararası anlaşmalar kadar kamusal hak ve özgürlüklere saygı göstereceklerine söz verdiler. Mısır kilisesi tarafından desteklenen ılımlı ve merkezci resmi dini kurum El Ezher tüm farklı siyasi hizipleri bir araya toplayabilmek için ortak hedefler etrafında bir ulusal birlik gerçekleştirerek büyük çaba sarfediyor. Ve gençlik hareketleri hükümet üzerinde bir halk denetimi uygulayan gerçek bir karşı iktidara dönüştüler. Mısır’ı yöneten yeni rejimin başarısı üç etkene bağlı olacak: -Farklı siyasi güçlerin, aralarındaki gerilimi azaltmak için, meşruluklarının dikkate alınması, -2012 Aralığında yayımlanan Anayası değiştirmek ve liberal eğilimdeki siyasi partiler ve aydınlarca, gerçek bir ulusal uzlaşmaya dayalı daha dengeli ve demokratik bir Anayasanın hazırlanabilmesi için, reddedilen tartışma ve ihtilaflara kapı açan hükümlerinin kaldırılması, -Ve nihayet, ülkenin karşı karşıya kaldığı ekonomik krizin çözülmesi ile özellikle yeni iş alanları yaratarak her yıl çalışma dünyasına katılan gençlerin işsizliği sorununu ortadan kaldıracak üretim sektörlerinin gelişmesi. Eğer Hükümet bu üç hedefi gerçekleştiremez ise, bir dahaki seçimleri kazanamayacak ve demokrasinin kuralı gereği bir dahaki seçimlerde iktidardan uzaklaştırılacaktır. KAYNAKÇA Dr. Taimour Mostafa-Kamel, "L'élaboration de la Nouvelle Constitution dans le Processus la Démocratisation en Egypte Enjeux et Défis de la Nouvelle Période", Anayasa Hukuku Dergisi/Journal of Constitutional Law/Revue de Droit Constitutionnel, 1/, 2012, pp. 493-532. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 LES EVOLUTIONS CONSTITUTIONNELLES EN EGYPTE DEPUIS LA REVOLUTION DU 25 JANVIER 2011 Yousri Elassar Professeur de droit constitutionnel à l’Université du Caire RÉSUMÉ En Egypte, la Révolution populaire du janvier 2011 a abouti à des transformations constitutionnelles importantes dans le but de batir un regime démocratique. La réussite du nouveau régime qui gouverne l’Egypte dépendra de deux facteurs: l’adoption d’une nouvelle constitution équilibrée et démocratique, fondée sur un vrai consensus national. Si la nouvelle majorité n’arrive pas à realiser ces deux objectifs, elle sera écartée du pouvoir dans les prochaines échéences électorales, comme c’est la règle de la démocratie. Mots-clefs: la revolution populaire, la transformation constitutionnelle, la transformation démocratique et équilibrée, consensus national. *** INTRODUCTION La révolution du peuple égyptien du 25 janvier 2011, que l’armée a soutenue et protégée, a abouti à des transformations constitutionnelles importantes dans le but d’instaurer un régime démocratique et rompre avec le régime de l’ex–président Hosni Moubarak, dont le bilan négatif etait la cause qui a déclanché la révolution. Pourtant, le processus de la démocratisation du pays rencontre des difficultés assez sérieuses, car, d’une part, les partisans de l’ancien régime déploient de grands efforts pour faire échouer la révolution et l’empêcher de réaliser ses objectifs, et, d’autre part, les forces politiques traditionnelles ménent des qurelles entre elles qui ne correspondent guère aux aspirations légitimrs des masses populaires, qui affrontent une crise économique aigue, tandis que les mouvements des jeunes qui ont déclenché la Révolution ne sont représentés ni au gouvernement ni au nouveau parlement, ceci s’explique par leur manque d’expérience politique et de moyens financiers. Les forces politiques islamistes, composées des Frères musulmans et des Salaphistes ont rempli le vide au pouvoir et ont gagné la majorité 144 Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la Revolution du 25 Janvier 201 des sièges au nouveau parlement elu après la Révolution. Le chef du parti de liberté et justice (celui des frères musulmans), a gagné les élections présidentielles qui se sont déroulées en juin 2012. le gouvernement que le nouveau président a formé se caractérise par une certaine ouverture. Il comprend des membres appartenant au courant islamiste et des technocrates qui n’appartienent à aucun parti politique. Le processus de la démocratisation du régime politique affronte de sérieuses difficultés. Le pays est profondement divisé en deux grands courants: le courant islamiste et le courant libéral. La différence entre eux ne se limite pas seulement aux questions politiques et économiques, mais, elle touche l’identité même de la societé. Une grande partie du premier courant essaie de mettre en oeuvre un projet d’instaurer un régime politique et juridique dans lequel les directives d’Alazhar, l’établissement religieux officiel, auront une autorité supérieure qui s’imposera aux pouvoirs publics. Le second courant défend l’identité civique et libérale de la societé égyptienne, et refuse d’accorder aucune autorité juridique aux interprétations des textes de la religion adoptées par les établissements réligieux. Trois points vont être developpés successivement: I- les transformations constitutionnelles pendant la période transitionelle. II- L’élection d’un nouveau président et la promulgation d’une constitution controversée. III- Les perspectives d’avenir et les conditions de la réussite du nouveau régime. I- Les tranformations constitutionnelles pendant la période transitionelle: A la suite de la réussite de la Révolution populaire du 25 janvier 2011, l’ex-président Moubarak a été contraint à démissionner et il a chargé le conseil supérieur des forces militaries à exercer les pouvoirs du président de la République pendant une période transitoire qui prendra fin par l’élection d’un nouveau président de la République. La plupart des représentants des forces politiques estiment, à juste titre, que la réussite de la révolution a abouti à la chute de la Constitution précédente, promulguée en 1971 et ils souhaitent l’élaboration d’une nouvelle constitution avant l’élection du nouveau président de la République et du nouveau parlement. Ils souhitent que la nouvelle constitution soit plus équilibrée et qu’elle diminue les pouvoirs du président de la République très élargis dans la Constitution de 1971 et renforcés davantage dans l’exercice pratique de ces pouvoirs. Mais, le Conseil supérieur des forces militaires opte pour une autre solution, le 30 mars 2011, le conseil promulgue une déclaration constitutionnelle Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 145 provisoire de 63 articles pour régir la période transitoire. La nouvelle déclaration constitutionnelle consacre les droits et libertés fondamentaux déjà consacrés par la constitution précédente de 1971: les libertés personnelles, les libertés de pensée, les libertés politiques, et les droits et libertés économiques et sociaux. Elle élargit la liberté des partis politiques et n’exige pour leur constitution q’une simple déclaration préalable. Elle allège aussi les conditions exigées chez les candidats aux élections présidentielles. Il suffit d’être le candidat d’un parti politique ou bien d’avoir l’appui de 30 milles électeurs qui lui accordent procuration officielle. La nouvelle déclaration constitutionnelle prévoit également l’élection d’une nouvelle Assemblée nationale et d’un nouveau Conseil consultatif, selon une loi électorale qui réserve les deux tiers des sièges du parlement aux candidats des partis politiques et le tiers aux candidats indépendent des partis. Ces deux conseils ont pour mission, en plus de leur fonction législative, d’élire une Commission constituante de 100 membres pour élaborer un projet d’une nouvelle constitution qui sera soumis au référendum. Les élections législatives se déroulent dans un climant de liberté et de transparence, sous la supervision intégrale des commissions composées par des magistrats. Parmi les réformes decidées par la nouvelle déclaration constitutionnelle, la suppression de la compétence du parlement en matière de solution des litiges relatifs aux élections légilatives, et l’octroi de cette compétence à la cour de cassation. La pratique parlementaire dans ce domaine sous le régime précédent était critiquée par la doctrine. La majorité au sein du parlement abusait de son pouvoir pour privilégier ses membres et opprimer les deputés de l’opposition. Le nouveau parlement affronte des sérieuses difficultés qui entravent son action: d’une part, aucun parti politique n’a eu à lui seul la majorité absolue de sièges. Le parti des frères musulmans, qui représente la tendance islamiste centriste gagne 45% de sièges, celui des salaphistes, qui représente la tendance intégriste et fondamentaliste, détient 22%, les partis libéraux et les partis de gauche n’ont que 33% des sièges. L’absence d’une majorité cohérente rend très difficile la désignation de la commission constituante qui va élaborer le projet de la nouvelle constitution. La constitution par l’assemblée nationale et le conseil consultatif de la commission constituante fait l’objet de sévères critiques de la part de la doctrine et des partis politiques de l’opposition, car elle est entachée de désequilibre: 50 % des membres de la commission sont choisis parmi les députés du parlement dont la majorite est composée des frères musulmans et des salaphistes. Les deux tiers des membres de Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 146 Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la Revolution du 25 Janvier 201 la Commission constituante, même ceux choisis de l’extérieur du parlement, appartiennent au courant islamiste. Pour obliger la majorité parlementaire à reviser la composition de la commission constituante, le tiers des membres de la commission ont présenté leur démission. Il s’agit des membres appartenant au courant libéral et au courant socialiste, ainsi que les représentants de l’église égyptienne et d’Alazhar (l’établissement islamique officiel, moderé et libéral). D’autre part, plusiers recours juridictionnels sont formés contre le nouveau parlement, dont un recours devant la cour constitutionnelle contre la loi électorale sur la base de laquelle le parlement a été élu. Ce recours reproche à la loi d’opérer une discrimination injuste entre les candidats des partis politiques, auxquels elle réserve les deux tiers des sièges, et les candidats indépendants, auxquels elle n’accorde que le tiers des sièges. En particulier, cette loi permet aux premiers de présenter leurs candidatures pour tous les sièges au parlement et non pas seulement pour les sièges qui leur sont réservés, dont le pourcentage n’excède pas les deux tiers des sièges. Le 14 juin 2012 la Cour constitutionnelle répond positivement au dit recours et prononce une décision par laquelle elle déclare la non constitutionnalité de la loi électorale sur la base de laquelle le parlement a été élu, pour avoir enfreint le principe d’égalité entre les candidats des partis politiques et les candidats indépendants, ce qui aboutit à la nullité de la composition du parlement et impose sa dissolution. Un autre recours est formé devant le Conseil d’Etat contre la décision par laquelle les deputés de l’Assemblée nationale et du Conseil consultatif ont désigné la moitié des membres de la Commission constituante parmi les députés du parlement, en reservant la majorité des sièges à des personnlités appartenant au courant islamiste. Les auteurs de ce recours estiment que la décision attaquée est une décision administrative et non pas un acte parlementaire, car le parlement a pris cette décision en tant qu’organe électoral et non pas en tant qu’autorité législative. Le 10 avril 2012 le Conseil d’Etat prononce un arrêt par lequel il se déclare compétent du recours dirigé contre la décision de l’Assemblée nationale et du Conseil consultatif, relative à la désignation des membres de la commission constituante, estimant qu’il s’agit d’une décision administrative et non pas d’un acte parlementaire, car elle est édictée par les deux conseils en tant qu’organe électoral ayant pour mission l’élection des membres de la commission constituante, et non pas en tant qu’autorité législative. Le CXonseil d’Etat annule la décision précitée et fonde son arrêt sur deux fondements: d’une part, l’assemblée nationale et le conseil consultatif devaient nommer les membres de la commission constituante de l’extérieur de ces deux conseils et non pas parmi leurs Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 147 deputés, d’autre part, la désignation des membres de la Commission constituante devait être basée sur leur compétence et non pas sur leur appartenence aux partis politiques. A la suite de de cet arrêt, les députés de l’Assemblée du peuple et du Conseil consultatif ont formé une nouvelle commission constituante de façon plus équilibrée, qui prend en considération les principes affirmés par le Conseil d’Etat, dans une mesure plus grande par rapport à la commission précédente. A noter que 25% des membres de la nouvelle commission sont désignés parmi les députés de l’assemblée du peuple et du conseil consultatif, et que 60% des membres de la commission appartiennent au courant islamiste. La haute cour administrative, qui est l’instance suprême au sein du Conseil d’Etat, rend un autre arrêt, en date du 16 avril 2011, par lequel elle dissout le parti national qui détenait le pouvoir sous le régime de l’ex-président Moubarak, qui en était le président. La cour fonde son arrêt sur le fait que la chute du régime de l’ex-président à la suite de la révolution aboutit inévitablement à la dissolution du parti dominant qui a détenu le pouvoir tout au long de la durée de ce régime. En plus de l’élection du nouveau parlement, qui a tenu sa première réunion le 23 janvier 2012, et qui n’a exercé ses fonctions que pendant six mois, car il a été dissout à la suite de la décision de la cour constitutionnelle déclarant l’inconstitutionnalité de la loi électorale sur la base de la quelle le parlement a été élu, un autre sujet occupe la scène politique et suscite un débat national auquel participent les représentants des forces politiques et les intellectuels: il s’agit de la volonté exprimée par un grand nombre de personnalités politiques d’exclure de la vie politique les hauts resposables politiques du régime de l’ex-président Moubarak. Le 21 novembre 2011, le Conseil supérieur des forces armées, qui exerce les pouvoirs du président de la République, édicte un décret – loi, sous la pression de l’opinion publique, par lequel il prévoit la possibilité d’exclure de la vie politique les leaders du parti national, qui occupait le pouvoir sous la présidence de M. Moubarak, et cela en vertu d’un jugement de la cour d’assises, s’il est prouvé qu’ils avaient corrompu la vie politiqur. Une instruction opérée par le parquet général doit précéder un tel jugement. Ce décret-loi n’a pas êté appliqué dans la pratique, car il exige des procédures longues. Aucun des anciens leaders de l’ancien régime n’a êté jugé en vertu de ce décret-loi. L’ex-président Moubarak et les quelques membres de son gouvernement qui ont été jugés devant la cour d’assises sont traduits devant cette cour pour des crimes de droit commun, comme la participation dans le meurtre des manifestants en donnant des ordres aux forces de la police de tirer sur ces derniers, ou en s’abstenant de les empêcher de tirer sur eux. Le 2 juin 2012, la cour d’assises prononce un arrêt par lequel elle condamne l’ex- président de Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 148 Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la Revolution du 25 Janvier 201 la République et son ancient ministre de l’intérieur à l’emprisonnemet à perpétuité. La difficulté de la mise en application du décret-loi sur l’exclusion de la vie politique des hauts responsables de l’ancien régime a encouragé certain d’entre eux à présenter leurs candidature aux élections présidentielles, qui ont eu lieu le 17 juin 2012, dont le vice-président de la République, ainsi que le chef du dernier gouvernement de M.Moubarak. Le 12 avril 2012, le nouveau parlement élu après la Révolution vote, à l’improviste, une loi qui modifie la loi sur l’exercice des droits politiques, en interdisant l’exércice des droits politiques à l’ex-président de la République, à son vice-président, au chef de son dernier gouvernement, ainsi qu’aux grands leaders du parti national, qui occupait le pouvoir sous le régime de M. Moubarak. Cette loi suscite un débat politique controversé. La plupart des commentateurs estiment qu’elle est contraire à la Constitution, car elle inflige une sanction politique sans jugement judiciaire. Le 19 avril le chef du Conseil supérieur des forces armées défère la loi votée par le parlement à la Cour constitutionnelle pour vérifier sa conformité à la constitution, éstimant qu’elle touche aux élections présidentielles, dont toute loi relative à ce sujet doit être soumise au contrôle préalable exercé par cette cour. Le 21 avril, celle-ci prononce une décision par laquelle elle se déclare incompétente por statuer sur la loi votée par le parlement. Elle fonde sa jurisprudence sur le fait que la loi précitée porte modification de la loi sur l’exercice des droits politiques et ne touche pas directement aux élections présidetielles, or, elle ne peut pas être soumise au contrôle à priori exercé par la cour constitutionnelle, mais au contrôle à posteriori exercé par celle-ci. Mais, cette loi a été déférée, une deuxième fois, à la cour constitutionnelle, cette fois dans le cadre de son contrôle à postériori sur la constitutionnalité des lois, et cela sur renvoi par la commission juridictionnelle qui a la charge de la supérvision des élections présidentielles, à l’occasion de l’éxercice de ses fonctions. Le 14 juin 2012 la Cour constitutionnelle déclare l’inconstitutionnalité de la dite loi car elle a un effet rétroactif, puisqu’elle contient une sanction politique, à savoir l’exclusion de la vie politique des hauts responsables du régime précédent, pour des faits qu’ils ont commis avant la promulgation de cette loi, ce qui est contraire au principe constitutionnel de la non rétroactivité des lois. Ainsi, aucun des candidats aux élections présidentielles n’a été exclu des élections qui ont eu lieu les 17 et 18 juin 2012, et qui ont abouti au victoire de M. Morssi, le candidat du parti des Frères musulmans (celui de la liberté et de la justice), à qui le conseil militaire a transmi les pouvoirs du président de la République, le 30 juin 2012. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 149 Après avoir montré les évolutions constitutionnelles pendant la période transitoire, qui a duré 17 mois depuis l’éclatement de la Révolution le 25 janvier 2011, jusqu’à l’élection du nouveau président, qui a commencé l’exércice de ses pouvoirs le 30 juin 2012, nous allons exposer les évolutions constitutionnelles qui marquent la période actuelle depuis l’élection du président Morssi, notamment la promulgation d’une nouvelle constitution adoptée par référendum, et l’opposition des partis politiqes de tendance libérale a cette constitution qui reflète les pensées des frères musulmans et des salaphistes. II- L’élection d’un nouveau président et la promulgation d’une constitution controversée: L’accès de M. Morssi à la présidence de la République le 30 juin 2012 marque la fin de la période transitionelle, qui a duré 17 mois, et le début d’une période de stabilité relative. Les défis que le nouveau président affronte sont nombreux: 1- le premier défi est la coexistence à la tête du pouvoir politique de deux forces conquérantes: le président de la République et le Conseil supérieur des forces militaires. chacune de ces deux forces a essayé de renforcer ses prérogatives. Ainsi, le 17 juin 2012, le jour même des élections présidentielles, le conseil supérieur des forces militaires a modifié la déclaration constitutionnelle qu’il avait promulguée le 30 mars 2011 pour régir la période transitionelle. Selon la nouvelle modification constitutionnelle le pouvoir législatif est détenu conjointement par le président de la République et le Conseil supérieur des forces militaire jusqu’ à l’élection d’un nouveau parlement après l’adoption de la nouvelle constitution (il faut rappeler que le parlement élu en novemmre 2011 a été dissout à la suite de la décision rendue par la cour constitutionnelle le 14 juin 2012, qui a déclaré l’inconstitutionnalité de la loi électorale sur la base de laquelle ce parlement a été élu, et cela parceque cette loi a privilégié les candidats des partis politiques au détriment des candidats indépendants). D’autre part, la nouvelle modification constitutionnelle accorde au Conseil supérieur des forces militaires le pouvoir exclusif de prendre toutes les décisions relatives aux affaires de l’armée, elle accorde aussi au Conseil le droit d’opposer son veto au projet de la nouvelle constitution dont la commission constituante a la charge d’élaborer, si ce projet contient des dispositions qui enfreignent les principes consacrés par les précédentes constitutions égyptiennes. Dans un tel cas le conseil militaire a le droit de renvoyer les dispositions contestées à la Cour constitutionnelle pour qu’elle se prononce sur leur accord avec les principes consacrés par les précédents constitutions égyptiennes, et si elle juge que les dites dispositions sont contraires aux principes mentionnés, elle les écartera du projet de la constitution. Pour faire face aux tentatives du cCnseil militaries d’élargir ses pouvoirs au détriment de ceux du président Morssi, celui –ci prend un Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 150 Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la Revolution du 25 Janvier 201 certain nombre de mesures dans le but de consolider ses pouvoirs. Le 7 juillet 2012, le président Morssi prend une décision par laquelle il annule la décision prise par le chef du conseil supérieur des forces militaires le 15 juin 2012 relative à la dissolution de l’assemblée du peuple en exécution de la décision rendue par la cour constitutionnelle le 14 juin 2012, qui déclare l’inconstitutionnalité de la loi électorale sur la base de laquelle cette assemblée avait été constituée. Le président Morssi fonde sa décision sur le fait que la Cour constitutionnelle a déclaré l’inconstitutionnalité de la loi électorale du fait qu’elle a autorisé les candidats des partis politiques à présenter leurs candidatures pour tous les sièges de l’assemblée, y compris ceux réservés aux candidats indépendants, à qui la loi avait réservé le tiers des sièges, ce qui aboutit, selon le président Morssi à ce que la composition de l’assemblée du peuple soit entachée de nullité partielle qui ne touche que le tiers des sièges et non pas la totalité des sièges. Par conséquent, le président Morssi a appelé l’assemblée du peuple, à se réunir, en attendant d’organiser des élections complementaires pour élire des députés indépendants des partis politiques qui ont droit au tiers des sièges au sein de l’assemblée du peuple. Mais, les opposants à M. Morssi ont présenté à la Cour constitutionnelle un pourvoi en annulation contre la décision du président de la République qui a porté atteinte à la décision de la cour constitutionnelle, du 14 juillet 2012, relative à la nullité totale de la composition de l’assemblée du peuple, qui a une autorité de la chose jugée absolue qui s’impose à tous les pouvoirs. Le 10 juillet 2012, la Cour constitutionnelle ordonne le sursis à exécution de la décision du président de la République qui a appelé l’assemblée du peule à se réunir, bien qu’elle soit entachée de nullité absolue et totale dans sa composition. D’autre part, le président Morssi prend une autre mesure plus importante dans le but de consolider ses pouvoirs. Le 12 août 2012, il destitute le chef du Conseil supérieur des forces militaires, nomme un nouveau ministre de la défence, et annule la déclaration constitutionnelle complementaire promulguée par le Conseil militaire le 17 juin 2012, qui élargissait les prérogatives de ce dernier, et M. Morssi remplace cette déclaration par une autre qui accorde execlusivement au président de la République le monopole d’exercer le pouvoir législatif, jusque à l’élection d’un nouveau parlement, et confère aussi au président le droit de reconstituer la commission constituante dans le cas où son existence prend fin pour une raison quelle qu’elle soit (si par exemple cette commission est dissoute par un arrêt du Conseil d’Etat qui est saisi à l’heure actuelle d’un recours ayant pour objet la demande d’annulation de la décision par laquelle elle a été constituée, ce qui est déjà arrivé à la précédente commission constituante).Ainsi, le président Morssi cumule des pouvoirs très étendus qui lui permettent d’adopter toutes les Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 151 politiques nécessaries à la realisation des objectifs de la Révolution et au développement du pays, selon les plans des frères musulmans. 2 - Le deuxième défi affronté par le nouveau président est le combat mené par les forces du régime du précédent président, Hosni Moubarak, contre le régime issu de la Révolution, et les actes de vandalisme, planifiés et systématiques contre des citoyens innocents et désarmés, avec l’inertie presque totale des forces de la police. Le but de ces actes criminels était de terrifier la population et de faire croire que le régime issu de la révolution a echoué à réaliser la sécurité de la population et à maintenir l’ordre dans le pays. De plus, les grands leaders des forces de la police étaient hostiles au projet de l’épuration du ministère de l’intérieur, proclamé par les partis politiques, qui exigeaient la mise à la retraite de ceux parmi ces grands officiers qui ont commis des actions contre la révolution. Pour faire face à ce problème, le président Morssi renonce à toute idée d’épurer le ministère de l’intérieur, et nomme à la tête de ce ministère l’un des généraux connu pour sa fidelité au régime de l’exprésident, Moubarak. Cette mesure a eu des repércutions positives sur l’état de la sécurité publique, et les actes de vandalisme ont largement diminué. Par contre, les mouvements des jeunes et les partis de l’opposition ont critiqué l’abandon par le nouveau président du projet de l’épuration du ministère de l’intérieur. 3 - Le troisieme défi devant le président Morssi, est le plus grand que tous les autres défis, est la division qui sépare les forces politiques, et qui devient de plus en plus aigue et profonde. Contrairement à l’esprit unitaire et le ressemblement autour d’un objectif commun au moment de la révolution, les forces politiques sont divisées à l’heure actuelle sur toutes les questions politiques et économiques. L’opposition, composée des partis libéraux, des partis de gauche et des mouvements des jeunes, accuse le président de la République et son gouvernement de mener une politique sectaire qui consiste à nommer leurs partisans aux postes politiques et dans la haute administration publique, selon des critères subjectifs et non pas objectif. En d’autres termes la nomination à ces fonctions est basée sur la confiance et non pas en function de la compétence et la spécialisation. La division et l’affrontement entre les forces politiques se manifeste de façon cruciale autour du projet de la nouvelle constitution élaboré par la commission constituante. Plusieurs points dans ce projet font l’objet d’un débat juridique et politique très vif. Le premier point est relatif à la place de la religion dans l’ordre juridique. L’article 2 de la constitution de 1971 dispose que l’islam est la religion de l’Etat et les principes de la chariaa islamique constituent la source principale de la législation. la cour constitutionnelle intérprete cette disposition de façon pragmatique qui concilie l’islam et le modernisme. Selon la Cour, les principes de la chariaa islamique sont les grands objectifs et finalités de Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 152 Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la Revolution du 25 Janvier 201 l’islam, à savoir: la liberté, la justice sociale, l’égalité, la solidarité nationale, et le respet des valeurs morales. Les représentants du courant salaphiste, intégriste et dogmatique, souhaitent remplacer le terme: principes de la chariaa islamique par celui des dispositions du couran et de la sonna (les paroles du prophet) et les opinions de la doctrine islamique, comme sources de la législation. Les représentants du courant libéral et du courant islamique modéré préconisent que la nouvelle constitution garde le terme employé par la constitution de 1971, à savoir, les principes de la chariaa islamique, car ce terme a un contenu juridique précis, tandis que le terme de: dispositions du couran et de la sonna et les opinions de la doctrine, porte beaucoup d’équivoques, car il existe plusieurs écoles doctrinales, chacune a ses interprétations propres des textes religieux, ce qui peut aboutir à des controverses dans l’application de la disposition de la constitution relative à la place de la chariaa islamique dans l’ordre juridique. Comme la majorité des membres de la commission constituante appartenaient au courant islamiste, le projet final de la constitution voté par la commission, a adopté les pensées des frères musulmans et des salaphistes. Le projet impose aux autorités publiques de demander l’avis d’AlAzhar, l’établissement réligieux official, sur toutes les matières relatives à la chariaa islamique. Cette obligation s’impose au gouvernement, au parlement, ainsi qu’à la cour constitutionnelle lorsqu’elle statue sur la conformité des lois et des réglements à la disposition de la constitution qui fait des principes de la chariaa islamique la source principale de la législation. De plus, le projet dispose que les principes de la chariaa comportent, non seulement le coran et la sonna, mais aussi les interprétations adoptées par la doctrine islamique sounniste des textes du coran et de la sonna. Le projet de la constitution voté à la majorite par les membres de la commission constituante a été soumis au référendum qui a eu lieu le 15 décembre 2012 et approuvé par la majorité des électeurs. D’autre part, pour garder l’aspect actuel du régime constitutionnel en Egypte, qui concilie la religion dans sa conception centriste et modérée et le modernisme, beaucoup d’auteurs proposent d’adopter la théorie des principes supraconstitutionnels, et considérer les droits et libertés publics pour toutes les catégoris du peuple, sans discrimination aucune, et le refus de la domination du pouvoir politique par les religieux, comme fondements de l’Etat moderne et démocratique. Mais, cette thèse est rejetée par les auteurs, de tendance islamiste. Le deuxième point qui suscite un débat national est celui de déterminer la nature du régime du gouvernement. La majorité des représentants des forces politiques préconise l’adoption du régime mixte appliqué en France, tandis que d’autres préfèrent l’adoption du régime parlementaire appliqué en grande Brétagne. Le projet élaboré par la Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Yousri Elassar 153 commission constituante opte pour le régime mixte adopté par la constitution française actuelle, celle de la cinquième République. La nouvelle constitution approuvée par référendum le 15 janvier 2012 adopte un régime semblable au régime instauré par la constitution actuelle en France. Le troisième point qui fait l’objet du débat national est relatif au rôle de l’armée dans l’Etat. L’ensemble des forces politiques refusent, catégoriquement, que la constitution accorde à l’armée une place autre que sa mission de défender le pays, et exigent la soumission du budget de l’armée au contôle financier et politique du parlement, en plus du contrôle exercé par l’ Organisme central des comptes. La nouvelle constitution approuvée le 15 décemmre 2012 ne change en rien le statut précédent de l’armée, et ne lui accorde aucun rôle en dehors de son devoir de défendre les frontièrse du pays. III- Les perspectives d’avenir et les conditions de la réussite du nouveau régime: La révolution du 25 janvier 2011 marque une deuxième naissance de l’Egypte. Depuis ce grand événement, le pays tout entier est en mouvement permanent. Les différentes forces politiques réagissent rapidement et vivement à chaque événement politique.Les évolutions constitutionnelles qui ont eu lieu depuis la chute du régime de M. Moubarak sont sans précédent dans l’histoire de l’Egypte Pourtant, la révolution n’a pas encore réalisé tous ses objectifs: les procès formés contre l’ex-président et les hauts responsables de son régime n’ont abouti qu’à un nombre limité des condamnations, pour les crimes commis contre les opposants au regime de l’ex-président, ainsi que pour les actes de corruption qu’ils ont commis, ce qui n’a pas calmé les esprits revoltés contre ce régime. Beaucoup de juristes et d’hommes politiques souhaitent, à juste titre, la promulgation d’un décret- loi qui crée un organisme judiciaire spécial qui aura pour mission les investigations sur les actes criminels commis contre les révolutionnaires par les forces de l’ordre et les agents de l’ex-président Moubarak. Cette proposition se justifie par le fait que la plupart des accusés traduits devant la justice pour des crimes commis contre les révolutionnaires ont été acquités par les tribunaux ordinaries car les preuves ont été détruites avant qu’elles soient examinées par ces cours. D’autre part, les jeunes qui ont déclenché la révolution n’ont réussi à avoir qu’un nombre minime de sièges au parlement, faute de moyens financiers et d’expérience politique, les partisans de l’ancien régime mènent une contre révolution pour créer un état de crise et de désordre pour déstabiliser le nouveau régime, tandis que les partis politiques mènent des batailles politiques loin des préoccpations et des aspirations des masses populaires qui ont souffert sous le régime préccédent et qui continuent à affronter une crise economique aigüe. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 154 Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la Revolution du 25 Janvier 201 Plusieurs élements donent l’espoir d’un avenir meuilleur et stable pour l’Egypte: le gouvernement actuel, le parlement, qui a exercé ses fonctions pendant six mois avant d’être dissout en vertu de la décision de la Cour constitutionnelle, et les leaders des partis politiques, ainsi que le noveau président de la République élu le 17 juin 2012, proposent des projets ambitieux pour le développement du pays, et s’ engagent à respecter les droits et libertés publics, ainsi que les traités internationaux signés par l’Egypte, Alazhar, qui est l’institution religieuse officielle, centriste et modérée, déploie de grands efforts, appuyé par l’église égyptienne, en vue de rassembler toutes les fractions politiques autour des objectifs communs qui réalisent l’unité nationale, et les mouvements des jeunes sont dévenues un vrai contre - pouvoir qui exerce un contrôle populaire sur le gouvernement. La réussite du nouveau régime qui gouverne l’Egypte actuellement dépendra de trois facteurs: prendre en considération les aspirations légitimes des différentes forces politiques pour diminuer les tensions entre elles, modifier la Constitution promulguée en décembre 2012 et abroger les dispositions qui ouvrent la porte à des conflits et des controverses, et qui sont refusées par les partis politiques de tendance libérale et les intellectuels, pour que la Constitution soit plus équilibrée et démocratique, fondée sur un vrai consensus national, et enfin, la résolution de la crise économique que le pays affronte, et surtout le développement des secteurs productifs pour créer des nouveaux emplois et résoudre le problème du chômage des jeunes qui arrivent chaque année su le marché du travail. Si le gouvernement n’arrive pas à réaliser ces trois objectifs, il ne pourra pas gagner les prochaines élections, et il sera écarté du pouvoir dans les prochaines échéances électorales, comme c’est la règle de la démocratie. BIBLIOGRAPHIE Dr. Taimour Mostafa-Kamel, "L'élaboration de la Nouvelle Constitution dans le Processus la Démocratisation en Egypte Enjeux et Défis de la Nouvelle Période", Anayasa Hukuku Dergisi/Journal of Constitutional Law/Revue de Droit Constitutionnel, 1/, 2012, pp. 493-532. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 - IV TÜRKİYE’DE ANAYASAYI YENİLEME SÜRECI PROCESS RENEWAL OF THE CONSTITUTION IN TURKEY PROCESSUS DE RENOUVELLEMENT DE LA CONSTITUTION EN TURQUIE ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONU: TOPLUM SÖZLEŞMESİ İÇİN BİR FIRSAT (CONSTITUTIONAL RECONCILIATION: A CHANCE TO A NEW SOCIAL CONTRACT FOR TURKEY) Ahmet İyimaya TBMM Üyesi/Member of the Great National Assembly of Turkey ÖZET 30 yıldır yürürlükte olan anayasamız, mimarları, içeriği ve ruhu bakımından toplumsal sözleşme niteliği taşımamaktadır. Mevcut anayasanın kaldırılması noktasında ortak irade mevcut olmasına rağmen, siyaset geleceği kurmak yerine konjonktürü kurtarma felsefesini tercih etmiştir. Bu yüzden milletin gerisinde kalmıştır. Ancak bugün yeni anayasa noktasında bir oydaşma mevcuttur. Uzlaşma komisyonu üyeleri olarak toplum sözleşmesi oluşturma şansını yitirmemek gerektiği bilinci ve sorumluluğu içerisindeyiz. Yeni anayasanın mimarı ve referans kaynağı millet olacaktır. Bu bağlamda millet iradesini doğru analiz etmeyi amaçlıyor denge ve fren mekanizması güçlü bir sistem modelini arzuluyoruz. Anahtar Kelimeler: Anayasa uzlaşma komisyonu, Türkiye için yeni toplumsal sözleşme, Türkiye’de yeni anayasa yazım süreci ABSTRACT The current constitution which has been in force for 30 years does not have a character of a social contract in the terms of its architects, content and spirit. Although, there has been a common will at the point of changing the current constitution, politics had preferred to save the day instead of building the future. Therefore, the politics has been behind the people. However, there is a consensus on a new constitution. As the members of the Constitutional Reconciliation Commission, we are aware of the need of seizing the chance to create a social contract, and this is our responsibility. Architects and the reference source of the new 156 Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Fırsat constitution will be people of Turkey. In that respect, we aim to analyze correctly national will and want to establish a system, which has a strong checks and balance mechanism. Keywords: Constitutional Reconciliation Commission, new social contract for Turkey, constitution-making process in Turkey. *** Değerli başkanım, öncelikle; bu zamanı kendi yaşlarında yaşamak istediğim genç öğrencileri selamlayarak başlıyorum. Misafir öğretim üyelerini, anayasacıları, özellikle onların kimliğinde doğu dünyasında ilk anayasa hareketini başlatan büyük beyin, dönemsel aydın; Tunuslu Hayrettin Paşa’nın ruhaniyetini selamlıyorum, kendilerine saygılar sunuyorum. Sayın başkanım sizleri de selamlıyorum, diğer ilgili makamları da. Önemli bir zaman dilimindeyiz. Aslında çoğumuzun yüz yılda - iki yüz yılda yaşayamayacağımız bir zamanı yaşıyoruz: Anayasa yapma zamanı. Bizim anayasa serüvenimiz bir buçuk asrı aşıyor. Ama toplumsal sözleşme niteliğinde anayasayı Türk milleti, Türkiye, Türk Devleti daha tam anlamıyla tadabilmiş değil. Şu anda yürürlükte olan Anayasa 30 yaşında; 30 yıldır eleştiriliyor, 30 yıldır yürürlükten kaldırılması noktasında görüş birliği var. Çünkü anayasanın kendisi; gerek yapım süreci bakımından, gerek mimarları bakımından, gerekse içeriği ve ruhu bakımından; toplumsal sözleşme diyebileceğimiz bir hukuk paketini, bir temel norm paketini tarif etmiyor. Bilhassa öğrencilerden, pratik olarak şu anda hepimizi bağlayan Anayasa’nın Başlangıç hükmünün bir fıkrasını yorumlamalarını istiyorum. Orada diyor ki: “Milletin çağrısı üzerine harekete geçildi, bu anayasayı milletin meşru temsilcileri yaptı ve doğrudan doğruya millet tarafından kabul edildi.” Başlangıç bölümü bile tamamen sosyolojik bir yalan üzerine kuruludur. Peki niye yapamadı 30 yıldır siyaset kurumu? Millet, siyaset kurumunun -rahmetli vekillerimizin sözüyle- en az 30 yıl ilerisindedir. Siyaset kurumu, 30 yıl geridedir. Niye yapamadı? Bunun birinci sebebi; siyaset, geleceği kurmak yerine konjonktürü kurtarma felsefesine, kurtarma psikolojisine, kurtarma tavrına ağırlık tanımıştır. Sonra; 1982 öncesi veya sonrası askeri hareketler karşısında bir ortak refleks oluşturamadı, hatta bu hareketlerden bıyık altı gülüşlerle iktidar devşirmek isteyenler oldu. Fakat toplum saydamlaştı, birey özgürleşti, taleplerin iletişimi ve dönüşümü; kan dolaşımından, sinir dolaşımından daha hızlı hale geldi ve toplumsal talep artık anayasa istiyor. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Ahmet İyimaya 157 Sevinçle ifade ederim ki parlamentoda temsil edilen ve edilmeyen tüm siyasal partiler, artık yeni anayasanın yapılması ve yürürlüğe konulması noktasında; bir oydaşmaya, bir consensusa, bir oybirliğine ulaşıyor. Bir Uzlaşma Komisyonu oluşturduk. Tarihi bir sıçrama noktası burası; tarihsel bir tasarım, tasavvur ve kurgu noktasındayız. Uzlaşma Komisyonu üyeleri olarak, her bir üyemiz tek tek hata yapma şansımızın olmadığını, tarihi sorumluluğumuzun bulunduğunu, toplumsal sözleşme yapmak gibi ortak ve şerefli amacı ıskalamak gibi bir seçeneğimizin olmadığını düşünüyoruz. Bir gözlemci olarak, -akademik kriterler içerisinde yaptığım gözlemlerle- şunu müşahede ediyorum ki bugün Uzlaşma Komisyonu, bir bütün olarak; sanki bağımsız bir varlık kazanmış, bir uzlaşma hükmünü oluşturmuş ve anayasayı hazırlama noktasında görüş, hareket ve eylem birliği içindedir. Yüksek Komisyon evvela, anayasa hazırlamasının yöntemini, usul hukukunu; tartıştı, oluşturdu, bu denendi. Bunu iki bölüme ayırıyorum: Birinci bölüm; teknikleşme olgunluğuna gelene kadarki aşama. İkinci bölümde suskun kaldı. Çünkü teknikleşme olgunluğuna geldikten sonraki hukuk ve tâbi olacağı usul meselesi, erkenden tartışılmamalıydı. Aşağı yukarı onun ipuçları bizim beynimizde var, bizim gönlümüzde var. Ama beklemekteyiz; hazırlanmış metin, 15 maddeden ibaret olan bir usul metnidir ve burada süreçler, evreler tarif edilmiştir. Bir defa, bu noktada şunu sizlerle paylaşmak istiyorum: Komisyonun da, siyasal iradenin de, toplumun da talebi; 1982 Anayasasının revizyonu veya kılcal değişimi değil; tamamen yepyeni bir anayasadır. Birinci ilke; kurgusuyla, ruhuyla, felsefesiyle yepyeni bir anayasadır. İkinci ilke; biz milletin mikrofonu gibiyiz, milletin kalemi gibiyiz. Bu anayasayı; ne beynimiz yazacak, ne dilimiz konuşacak. Bu anayasanın mimarı, millet olacak. Onun için bizim temel referansımız, temel kaynağımız (Tüzük’te de o takip olunmuştur, işleyişte de o takip olunmuştur): Biz evvela milletin katılımını öngörüp; sivil toplum örgütleri, bireyler, bilim kuruluşları ve tüm gelmiş olanların anayasa konusunda düşüncelerini, projelerini, iradelerini “anayasa uzlaşma havuzu”na aktarıyoruz. Şu anda aşağı - yukarı, birim sayısı olarak, otuz bine yakın; teklif, irade ve proje bize ulaşmıştır. Biz katılım aşamasını aşağı - yukarı son bir ay içerisinde -altı ay sürdü- tamamlamış vaziyetteyiz. Bakın bundan sonraki bizim esas görevimiz, önümüzdeki hafta içerisinde başlayacak; esas yazım, o zor görevimiz orada başlayacaktır. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 158 Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Fırsat Peki, bir teklif ortaya çıktı, anayasa modeli ortaya çıktı. Bu nasıl görüşülecek? Teklifin görüşülmesi nasıl olacak? Onu o aşamaya baktığınız zaman göreceksiniz. Görüşler: Anayasanın 175. maddesine özel bir norm mu ekleyeceğiz yoksa kurucu iktidarın serbest inisiyatifi içerisinde ayrı bir hukuk mu oluşturacağız? Oylama gizli mi olacak? Oylama kapalı mı olacak? Salt çoğunluk mu olacak? gibi sorulara bu yöntemle cevap vereceğiz. Ama Sayın Kaboğlu’na da seslenerek söylüyorum: Çünkü bizim yöntemimize en anlamlı eleştiriyi anayasa derneği yapmıştı, yararlandık ondan. Tek tek o eleştirileri karşılayan, o metnin hazırlayıcıları tamamen hukukçular var komisyonda. 1913 yılında, 33 yaşında hayatını kaybeden bir büyük anayasacıdan bahsetmeliyim: Baban-zâde İsmail Hakkı. Bizim anayasa tarihçilerimiz, anayasacılarımız pek buna işaret etmez. 1913 yılında İsmail Hakkı, “Hukuk-i Esasiye” adıyla bir kitap yazdı; bugünkü anayasa doktrinine kök söktürecek bir mükemmeliyettedir. Aynen okuyorum: “Kanun-i Esasi; hiçbir vatan, hiçbir millet için bir zehir olamaz. Bu Kanun her ne kadar tebliğ ve neşri ile kuvvetler üzerinde bir husur ve teslimi hasır olabilir ise de milleti hiçbir suretle takyid etmez. Millet nasıl isterse Kanun-i Esasi’sini takip veya tayin eder ve hatta bugün için daha evvel Kanun-i Esasi’de mukadder olan, kuyud ve şüyu’na tekabül olmaz.” Binâenaleyh, kurucu iktidar öğretisinin Türkiye’deki ilerleyen tartışması giderek büyüyor. Biz Uzlaşma Komisyonu olarak az önce zikrettiğim, 175. maddeye bir geçici hüküm koyma veya kurucu iktidara inisiyatif tanınması görüşlerine sahibiz. Bizim en zor görevimiz, birinci referans; ortadaki millet iradesidir. Havuzu parça parça doğru yöntemle analiz etmek, havuzdaki anayasal iradeyi doğru teşhis etmektir. Onun için, “Anayasayı nasıl yapacaksınız? Anayasanın içeriği ne olacaktır?” sorusu şu saat itibariyle bile, erken bir sorudur. Millet ne diyorsa öyle olacak, onun takdiri ne ise öyle olacak. Tabii bir yanda anayasa hukuku bilgimiz var, otuz yıldır anayasal tartışmalar var, otuz yıldır üretilen anayasa projeleri var. Bu aşamada otuz kırk’a yakın sırf; bazı üniversiteler, bazı bilim adamları, bazı sivil toplum örgütleri anayasa projeleri üretti. Bunlardan yararlanıyoruz. Ama anayasanın içeriği konusunda ben bile şu anda ancak temennide bulunabilirim; “şöyle olacaktır” deme imkanım yok. Ama şunu söyleyebiliriz: Dünyada bir Türk anayasa yapım modelinin doğuyor olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Zorluklar var; zaten kolayı yapmak kolaydır. Zorluklar, çok zorluklarımız var. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Ahmet İyimaya 159 Sorunları itibariyle zorluklarımız var, yansımaları itibariyle zorluklarımız var, ayırt etmeyle ilgili zorluklarımız var ama irade oldukça bu zorlukları bütün dünya aşmış. Bakın Lübnan’daki olay; Lübnan’daki Hıristiyan - Müslüman, heterojen yapılar, bir uzlaşma ortaya koymuşlar (rahatlıkla). Orada benim bir sözüm var; basitten mürekkebe, kolaydan zora doğru; en zorları bir yere bırakırız, sonra seçenekleri belirleyince onu çözmeye çalışırız. İçerik için şunları söyleyebilirim: Bir defa, denge ve fren sistemi güçlü bir sistem modellemesi hepimizin arzusu, görülüyor ki milletin arzusu da bu. Bilhassa kuvvetler ayrılığı, kuvvetlerin üç kuvvet dışındaki diğer kuvvetlerle ilgili bağlı ilişkileri bakımından sorunlar var, bunları aşarız. Ama “içeriği nasıl olacaktır?” sorusunu şu anda -bir baraj gücünde büyüyen, çeşitlenen toplumsal iradeyi deşifre etmeden- anayasanın içeriği konusunda herhangi bir beyanda bulunmamız doğru olmaz. Sonra bu -teklif aşamasına gelmeden evvel- millet iradesi doğrultusunda hazırlanan anayasa projesi; topluma, tartışmaya açılacak, bu tartışma ile netlik kazanacak, ondan sonra teklif aşamasına gelecek. Ben bu anlayış içerisinde bilhassa her zaman etkilendiğim, zamanlarını şu anda yaşamak istediğim gençleri saygıyla selamlıyor, sevgiler - saygılar sunuyorum1. 1 Soru1- Başlangıç bölümünden Sayın Ahmet İyimaya’nın okuduğu bölümü bulamadım? (Mahmut Tanal). 1- Soru 2.- Kendisi halk iradesinin dolduğu bir havuzdan bahsetti. “Halkın iradesiyle, halkı temsil edeceğiz, halkın anayasasını yapacağız.” dediniz. 4+4+4 Yasasıyla, Sayın Başbakanın “dindar gençlik” tabiriyle, basının içeri alınmasıyla, üniversitelerden hocalarımızın içeri alınmasıyla, halkı tabandan bölmeleriyle nasıl bir halk iradesinden bahsediyorsunuz? Nasıl bir anayasa yapım sürecinden bahsediyorsunuz? Nasıl bir consensustan bahsediyorsunuz? Biz nasıl barış sağlayacağız, nasıl demokratikleşeceğiz? Ben bunları sizden duymak istiyorum, çok merak ediyorum: İnsanlar birbirine düşmüş durumda, insanlar bölünmüş durumda ve siz hala diyorsunuz ki “biz uzlaşacağız, biz barış sağlayacağız, biz anayasa yapacağız” Siz %10 barajını kadırmamışsınız, siz İç Hizmet Kanunu 35. maddeyi (darbeleri yasallaştıran maddeyi) kaldırmamışsınız, Siyasal Partiler Kanunu’nu kaldırmamışsınız, demokrasinin önündeki taşları bir bir kaldırıp anayasal sürece gitmemişsiniz; şimdi çıkmışsınız ortaya, “Biz anayasa yapacağız” diyorsunuz. Bizi mi kandırıyorsunuz? Tiyatro mu oynuyorsunuz? Gülelim mi, ağlayalım mı? Cevap: Ben gündem sınırları içerisinde ve süresi içerisinde kalarak sorunun değerlendirmesini sizlerle paylaştım. Anayasa yapım sürecini bir hükümet ve icraatlarını tenkit sürecine döndürmek mümkün. Sizlerle birkaç hususu -düşünce bazında- paylaşmak istiyorum: Şu andaki anayasa yapım iradesini fitilleyen temel sosyolojik dinamit, 2010 anayasa referandumudur. Orada millet; 26 maddelik anayasa projesini, iktidarın taban desteğini aşan bir çoğunlukla revize etti. Ben anayasa yapım süreçlerinin ve zamanlarının zor süreçler ve zor zamanlar olduğunu biliyorum. Ama zaten siyaset, bu süreçlerde ve zamanlarda başarı performansını gösterirse o milletin gururu olur. Ben muhalefetiyle, iktidarıyla bu süreçten bir Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 160 Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Fırsat KAYNAKÇA BABANZÂDE İsmail Hakkı, Prof.Dr., Hukuk-u Esâssiyye, Kostantiniyye, 2. Tab, 1329. İYİMAYA Ahmet, Siyaset Kurumunun Ortak Günahı: Yasama Reformu,(TBBD.S.93, s.283-339, Ankara, 2011. millet anayasasının çıkacağını düşünüyorum. Korkuyu, nefreti ve ayrışmayı sosyolojik bakışla- bir abartılı söylem olarak görüyorum. Doğrudur, ihtilal hukukunun sadece anayasasını değil; mevzuatını da tamamen tasfiye etmek lazım. Bu sadece bizim dönemimizin değil; tüm dönemlerin yüküdür. Zaten ben ilk anlatımımda; siyaset kurumunun bu anlamda toplumsal taleplerin en az otuz yıl gerisinde kaldığını ifade etmiştim. Ben -bir parti sözcüsü, Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilcisi olarak değil- ömrünü, bilimsel çabasını, siyasal çabasını; anayasaya oldukça yoğun şekilde harcayan bir kardeşiniz olarak bir hususu paylaşmak istiyorum: Bu dönemde diyelim ki bu anayasa değişikliği, anayasayı yeniden yapma projesi başarılı olamıyor; bu treni durdurmak mümkün değil. Ama ben -ilk defa- aykırı bir fikir olarak şunu söylüyorum (şu anda bu, partim adına temsili bir söz değil): Bu parlamentonun anayasayı yazma başarısı gösterememesi halinde, yapabileceği en hayırlı iş, 1982 Anayasası’nın yürürlükten kaldırıldığına ilişkin bir anayasa tadil kanunu düzenlemek ve referandumla milletin tasdikine sunmak. “Anayasasızlık mı; bu ne?” ürkmemek lazım; ben önemli bir pratik olacağını düşünüyorum; kurumlarımız var, bunların yasaları var ve özgüvene elbette daha derince kavuşabiliriz. Daha ötesi, böyle bir anayasasızlık dönemi siyaset kurumunu da ırgalayacak bir anayasa talebi tsunamisine yol açabilir. Somut sorulara gelelim: 1982 Anayasası -bir cümle-; 1- olduğu süreçle itibariyle arızalı 2- içeriği itibariyle sorun çözen, kriz önleyen değil; kriz üreten bir anayasadır. Çıkış garantilerinin; yani darbe rejimlerinin, demokrasiye geçişlerinde arayacakları güvenceler bakımından çıkış garantilerinin; en fazla yer aldığı bir anayasadır. Çıkış garantileri de halen de vardır. Sonra; mimarı millet olmamıştır. Anayasanın başlangıç hükmü 1995’te değiştirilmiştir. Okuduğum, yapım döneminde var olan bir cümledir. Algı, değerlendirme; hep aynı düzlemde, ölçüde olamaz; haklı olarak farklı olur. Farklı görüşler önemli; ama bizim -senin de (üçüncü soruyu soran öğrenciyi kastederek) negatif desteğinle olsun, pozitif desteğinle olsun- öykülere ve öykülerin farklı yorumlarına kafayı takmaksızın, bu anayasa trenini yürütme irademiz var. Senin de desteğini bekliyoruz. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI ÖNÜNDE BİR ENGEL OLARAK 1982 ANAYASASI’NIN RUHU (THE SPIRIT OF 1982 CONSTITUTION AS AN OBSTACLE IN FRONT OF DEMOCRACY AND HUMAN RIGHTS) Atilla Kart TBMM Üyesi/Member of the Great National Assembly of Turkey ÖZET Uzlaşma komisyonu faaliyetleri kapsamında toplumun her kesimine ulaşarak yaptığımız doğrudan görüşmelerde halkın büyük bir kesiminde ayrışma duygusu, korku ve baskı ikliminin egemen olduğunu gözlemledik. Mevcut Anayasa’nın 87 maddesi değiştirilmiştir. Özellikle 13.maddede gerçekleştirilen değişiklikler temel hak ve özgürlükler alanında ciddi gelişmeler sağlamıştır. Ancak Anayasa’da mevcut olan darbe ruhu, bu değişikliklerin uygulamaya yansımasını engellemiştir. Bu da meselenin sadece anayasa yazma ile çözülemeyeceğini göstermiştir. Siyasi Partiler Kanunu, seçim mevzuatı, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, %10 barajı ve sendikal örgütlenmelere dair mevzuat’ın da değiştirilmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Sosyal ayrışma, 1982 anayasasındaki değişiklikler, Türkiye’de anayasa yazımı, anayasa uzlaşma komisyonu ABSTRACT We observed social decomposition, atmosphere of fear and pressure over a large segment of the people, during the meetings hold within the scope of the activities of the Commission and by reaching all segments of the society. 87 articles of the current Constitution were amended. Amendments in the Article 13 specifically provided significant developments in the field of fundamental rights and freedoms. The spirit of the military coup prevented the execution of these amendments in the practice, indicating that writing a new constitution is not enough to solve the problem. It is necessary to make amendments over the Law on the Political Parties, electoral legislation, the Law on Meetings and Demonstration Marches, the Law on Duties and Powers of the Police, 10% nationwide threshold, legislation on union organization. 162 Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982 Anayasası’nın Ruhu Keywords: Social decomposition, constitutional amendments in the 1982 Constitution of Turkey, constitution-making in Turkey, Constitutional Reconciliation Commission *** Sayın Başkanım, yurtdışından gelen saygıdeğer konuklarımız, Marmara Üniversitesi’nin muhterem mensupları, değerli hukukçular; hepinizi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına saygıyla selamlıyorum. Marmara Üniversitesi gibi tarihi önemi olan, yetkin bir üniversitenin mensuplarıyla birlikte olmanın mutluluğunu yaşadığımı ifade ediyorum. Bu duygumu öncelikle paylaşmak istiyorum. Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak altı aydan bu yana çalışma içindeyiz. Bölge toplantıları yaptık. Bölge toplantıları yanında -üç alt komisyon şeklinde- toplumun her kesimiyle, olabildiğince her kesimine ulaşarak doğrudan görüşmeler yaptık, onların görüşlerini doğrudan dinledik. Bölge toplantıları kapsamında; Ankara, Konya, Edirne, Diyarbakır, İzmir, Antalya, Gaziantep, Trabzon, Samsun, Erzurum illerimizde toplantılar yaptık. Yarın (28 Nisan) da İstanbul’da yapacağımız toplantıyla; bu toplantıları sonlandıracağız. Bu yaptığımız toplantılarda; sivil toplum örgütlerinin başta olmak üzere, çatı örgütlerinin organizasyonunda her yaptığımız toplantıda; toplumun olabildiğince her kesimini temsil edecek şekilde, genellikle 600 kişinin, 650 kişinin katıldığı toplantılar teşkil ettik. Ben burada; böylesine yetkin katılımcıların, akademisyenlerin bulunduğu bir toplantıda; akademik ve teknik bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Buna gerek de görmüyorum. Çünkü bizler bu yapacağımız çalışmalarda; sizin çalışmalarınızdan, sizin kaynaklarınızdan, imkanlarınızdan yararlanacağız. Bu sebeple bu konularda bir değerlendirme yapmayı çok da anlamlı bulmuyorum. Ama altı aylık süre içinde Türkiye pratiğini, Türkiye gerçeklerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Anayasa yapımı sürecinde gerçekçi olmak adına, ayaklarımızın yere basması adına; bunları paylaşmak gerekiyor, bunları değerlendirmek gerekiyor, bunları bilmemiz gerekiyor. Çünkü zaman zaman öyle bir sunuş yapılıyor ki her şey sanki mükemmel gidiyor, Türkiye bugünden yarına anayasasını yapmaya hazır (böyle bir sunuş yapılıyor). Bu ne derece gerçekçi, bu ne derece doğrudur? Bunları o altı aylık süredeki gözlemlerimize dayanarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Burada ülkenin birçok noktasından -vilayet adı vermiyorum- gidiyorsunuz bir vilayete, kendi dünyasında yaşıyor o vilayet; kendi lokal dünyasında yaşıyor. Türkiye’den; zannedersiniz ki Türkiye’yle hiçbir bağlantısı yok, hiçbir ilgisi yok. Başka bir ile gidiyorsunuz, orada simitAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Atilla Kart 163 çinin siyaset yaptığını görüyorsunuz; böylesine politize olmuş bir yapı var. Bir Türkiye gerçeğinden söz ediyorum. Bu altı aylık süre içinde toplumun her kesiminden insanları dinledik, kurumları dinledik, kesimleri dinledik. Orada ortaya çıkan şöyle bir ortak tabloyu, ortak ölçüyü özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum: Toplumun önemli bir kesiminde; maalesef bir ayrışma duygusunun, bir korku ve baskı ikliminin egemen olduğunu görüyoruz. Hani demokratikleşme dönemindeyiz ya, ileri demokrasi dönemindeyiz ya ama neyi görüyoruz? Bu görüşmelerimizde, sade vatandaştan tutun da aydın kesimine kadar hepsinin doğrudan ya da dolaylı olarak bize söylediği şu: “Vekilim, ben görüşümü açıkça ifade edersem başıma bir iş gelir.” bunu toplumun her kesiminden duyuyorsunuz. Bakıyorsunuz sade vatandaşta bu duygu var. Bakıyorsunuz ekonomik bakımdan en güçlü olan (hep isim vermiyorum tabii) o kesimin temsilcileri geliyor; sorunlarını anlatıyor, mesleki sorunlarını anlatıyorlar, sektörün sorunlarını anlatıyorlar. Ama bir türlü o yere gelmiyorlar; dolaşıyorlar, diplomatik bir dil kullanıyorlar. “Acaba bu yaptığımız eleştirilerden, değerlendirmelerden hükümet rahatsız olur mu? Acaba hükümetin hedefi haline gelir miyiz?” Bunu özelikle ifade etmek, tespit etmek, vurgulamak gereğini duyuyorum. 70 yaşındaki gayrimüslim vatandaşımız geliyor; hukukçu ve tarihçi. Benim de ortaya çıkardığım çelişkiyi tamamlıyor ve bunu da içini doldurarak söylüyor, samimi olarak söylüyor: “Ben antisemitizmden endişeliyim, ben toplumdaki nefret söyleminden endişe ediyorum. Bana Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi yetmiyor. Ben anayasal güvence istiyorum” diyor. Bana göre son derece haklı bir şekilde kaygısını dile getiriyor. Biz Uzlaşma Komisyonu olarak; orada o kişi ve kurumları dinlerken nötr konumdayız, dinleyici konumdayız. Böyle bir ilke, böyle bir uygulama içindeyiz. Ama takdir edersiniz ki, Uzlaşma Komisyonu dışında, Türkiye’nin bu gerçeklerini sizlerle paylaşmak durumundayız. Türkiye’de o nefret söylemini korku ve baskı iklimini kimler yaratıyor? Bunu sorgulamamız gerekiyor. Bunun sorumlusu kim? Buna rağmen anayasa yapımında başarılı olacak mıyız? Sorun budur. Bunu sorgulamak gerekiyor. Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak, çalışmalara başlarken ilk gün şunu dile getirdik, Cumhuriyet Halk Partisi adına, şunu ifade ettik: “Tamam, anayasa değiştirmek gerekiyor elbette değiştirmek gerekiyor, yeni anayasayı yapmamız gerekiyor. Peki, olay anayasayı yapmak ya da yeni anayasa yapmaktan mı ibaret?” Bunu sorgulamamız gerekiyor, bunu görmemiz gerekiyor. Anayasanın 87 maddesini değiştirmişiz. Bazı maddeler birden fazla değişmiş; 113 kez değişmiş. Bu muazzam bir de- Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 164 Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982 Anayasası’nın Ruhu ğişiklik (evet doğru), kabul ediyorum. Fakat o ihtilal ruhu terk etmiyor; başka bazı maddelerde duruyor. Ama kabul etmek gerekir ki yapılan değişikliklerle; 13. maddede yapılan değişikliklerle, temel hak ve özgürlüklerde yapılan değişikliklerle çok ciddi mesafeler alınmış durumda. Yazmışız anayasamıza “basın özgürlüğü” demişiz, “özel hayatın güvenliği” demişiz, “kişi güvenliği” demişiz. Peki, Türkiye bugün bu temel hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasının sıkıntılarını yaşıyor. Türkiye bugün bu temel hakların ihlal edilmesinden dolayı bir kutuplaşmayı, bir ayrışmayı yaşıyor. Demek ki anayasayı yazmakla bu iş bitmiyor. Anayasa yazmakla bitmiyor. Nedir Türkiye’deki sorun? Türkiye’deki sorunun en önemli unsurlarından birisi, en önemli karakterinden birisi şu: O ihtilal ruhu, anayasayla birlikte başka yasal mevzuatımızda var. 12 Eylül 1980 - 6 Aralık 1983; yüz beş civarındaki ihtilal kanunu, temel kanun niteliğindeki kanun, halen yürürlükte. Hangi kanunlar bunlar? Siyasi Partiler Kanunu, seçim mevzuatı, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, %10 barajı, sendikal örgütlenmelere dair mevzuat; hepsi de demokrasinin esasını, özünü teşkil eden mevzuat bunlar. Bunları değiştirmemiz gerekiyor. Bunları biz “Uzlaşma Komisyonu” olarak; Sayın Bal’ın, Sayın İyimaya’nın da bulunduğu alt komisyonda; biz “ihtilal kanunlarının da anayasayla birlikte değişmesi gerekiyor” diye irademizi ortaya koyduk. Evet, o ihtilal kanunlarını bugünden yarına değiştirmek bizim elimizde değil; ama anayasa çalışmalarının etkili olması, güvenli olması, samimi olduğumuzun tescil edilmesi adına; anayasa değişikliği beklenmeden hayata geçmesi mümkün olan ihtilal kanunlarının da değişmesi gerekiyor. En basitini söylüyorum, %10 barajının kalkması gerekiyor. Milli irade hırsızlığının kaynağını teşkil eden barajın kalkması gerekiyor. İç Hizmet Kanunu 35’in kalkması gerekiyor. Bunu kim tartışmıyor? Bunu iktidar tartışmıyor. Bunu ısrarla dile getiriyoruz. Fakat Uzlaşma Komisyonu üyesi arkadaşlarımız diyorlar ki: “Bize bu yetki verilmedi.” Evet, bize bu yetki verilmedi, tamam kabul. Ama bunu bir irade beyanı olarak dile getirmemizde ne engel var, ne sakınca var? Yani bu kadar mı cesaret edemiyorsunuz? Biz bu kadar mı birilerine tâbi bir şekilde anayasa yapacağız? O zaman burada ne işimiz var bizim? Bakın bunları niye anlatıyorum; oturumun konu başlığı: “1982 Anayasası’nın Yenileme Süreci: İlerleme ve Zorluklar”. İşte buyurun: yaşadığımız zorlukların temelindeki dinamitleri anlatıyorum. Gerçekçi olmak adına, bunları paylaşmak gereğini duyuyorum. Böyle bir tabloda bakıyorsunuz, anayasa yapımı sürecinde; barış dilini kullanmamız gerekirken, diyalog dilini kullanmamız gerekirken; en üst seviyeden bir nefret söyleminin, -inançlar üzerinden, etnik yapılar üzerinden- dile getirildiğini görüyoruz. Böylesi bir metot yok ki. Yani Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Atilla Kart 165 evrensel demokrasinin, evrensel hukukun, çağdaş hukukun esasını teşkil eden; insanların, kişilerin inancını açıklamaya zorlanmaması noktasında bile en üst seviyede ayrımcılık yapıldığını görüyorsunuz. Takdir edersiniz ki bunlar yeni anayasa sürecini olumsuz anlamda zorlaştıran çok önemli konular. Bir diğer önemli konu nedir? Tutuklu vekiller olayı... Türkiye’nin geldiği noktaya bakar mısınız? Üç muhalefet partisine mensup, 8 milletvekili hala tutuklu. -10 ay olmuş- hala tutuklu ve birileri diyor ki: “Efendim, onları milletvekili adayı gösterirken bana mı danıştınız?” Buyurun… Yani bu; sözün bittiği yer. Şimdi, milletvekili adayı olarak göstereceklerimizi birilerine mi danışacağız? Kimin milletvekili olacağı, özellikleri mevzuatımızda bellidir: Anayasamızda bellidir; bunu denetleyen bir Yüksek Seçim Kurulu vardır, Anayasa Mahkemesi vardır. “Masumiyet karinesi” denen bir karine var; işte yüzyıllar boyunca evrensel hukukun oluşturduğu bir temel ilke var. Ama bunların hepsini göz ardı eden bir iklimden söz ediyoruz, bir siyaset anlayışından söz ediyoruz. Bunların hepsi; geldiğimiz noktada bizler için çok önemli zorluklar, engeller teşkil ediyor. Yeni anayasa yapımı sürecinde, demokratikleşme konusunda bütün mesele; samimi olmak, dürüst olmak, tutarlı olmak, halka verdiğimiz sözden dönmüş olmamak. Ben özellikle, bu noktada bir değerlendirmenin yapılmasını; bu anlattığım somut olgular karşısında kamuoyu ve sizlerin takdirine sunuyorum. Şu tehlike bekliyor bizi: Muktedirlerin izin verdiği demokrasiyi kabul etmiyoruz. Böyle bir demokrasi olamaz. Muktedirlerin iznine tâbi bir demokrasi, muktedirlerin iznine tâbi bir anayasa yapım sürecini kabul etmiyoruz. 1995, 2001 değişikliklerine bakın; koalisyon hükümetleri var. Ama bakıyorsunuz o 1995, 2001 değişikliklerine; bana göre -ki bunu taraflı/tarafsız çoğu akademisyen kabul ediyor- demokrasi anlamında, temel hak ve özgürlükler anlamında, demokratikleşme anlamında çok önemli kalelerin yapıldığı anayasal değişikliklerdir. Mesele ne? Sorun ne? Sorun, -gerçekten- demokratikleşme konusunda; samimi olmak, dürüst olmak; iktidar olmanın verdiği gücün arkasına sığınmamak; iktidar gücünü dayatmacı bir anlayışla, baskıcı bir anlayışla uygulamamak. Yeni anayasa yapımı sürecinde, bu süreçleri çok önemsediğimizi ifade etmek istiyorum. Yine bu süreçte bir cümleyle; bir hususu daha, bir gözlemimi daha paylaşmak istiyorum: Türkiye’de maalesef, söylenecek daha pek çok şey var ama toplantının konusunu elbette fazla zorlamak istemiyorum. Maalesef, yargı ve siyasetin gündemini; Türkiye’de, istihbarat belirliyor. Hem de hangi istihbarat belirliyor? Yurtdışındakilerin ağır bastığı istihbarat belirliyor. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 166 Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982 Anayasası’nın Ruhu Bütün bu gerçekleri (gerçekçi olmak adına) sizlerle paylaşarak bu şartlar içinde, böyle bir ortam içinde, anayasa yapımı sürecinde bir çalışma içinde olduğumuzu: Bütün bunlara rağmen bir ortak paydayı; temel hak ve özgürlükler anlamında, cumhuriyetin değer ve kazanımları anlamında, Türkiye’nin güncel yapısı anlamında; bunları göz önüne alarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tümünü kucaklayan, tümünün aidiyetine hitap eden bir anayasa yapma anlayışı ve sorumluluğu içinde olduğumuzu, -Cumhuriyet Halk Partisi olarak- ifade ediyorum. Bu değerlendirmelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum1. 1 1- Soru: Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun kompozisyonunda kimler var? Nasıl oluştu? Komisyonda üç alt komisyon olduğunu söylediniz; bu alt komisyonlar nelerle uğraşıyorlar? 1982 Anayasası’nın çok eleştirildiğini söylediniz ve bu konuda bir consensus var; bu anayasanın temel eksikliği nedir? Cevap: Öncelikle eksik kalan bir gözlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Anayasa yapım sürecinde temel unsur, temel dinamik; toplumsal irade, toplumsal sözleşme (dönüp dönüp bunu söylüyoruz). İşin esası budur; burada bir barış dilinin kullanılmasıdır; ayrıştırıcı bir üslup yerine birleştirici bir üslubun kullanılmasıdır; toplumda ötekileştirilmenin yaratılmamasıdır. 1961 Anayasası -bunu Sayın Altan Öymen’in huzurunda benim ifade etmem pek de doğru değil belki ama- temel hak ve özgürlükler bakımından Türkiye’de anayasalar tarihinde en önemli anayasalardan birisiydi (genellikle kabul gören bir değerlendirmedir). Ama o anayasanın temel handikabı şuydu: O anayasa yapılırken, anayasayı yapan irade bir önceki iktidar mensuplarına oy veren Demokrat Parti kitlesini, Adalet Partisi kitlesini dışarıda tuttu. O anayasa yapım sürecinin dışında bıraktı; bu yanlıştır. Ne oldu? Başka dinamiklerin de tesiriyle, %61 ile kabul edildi. Ama en önemli yanı kişisel kanaatim- burada bir kitlenin dışlanmasıdır, bir kesimin dışlanmasıdır. O anayasa kalıcı olamadı. Şimdi halen buradan ders almıyorsak; 1982 Anayasasını zaten geçiyorum %90 kabul etti de ne oldu? Orada zaten toplumsal bir irade yok. Ama biz geldiğimiz noktada, 12 Eylül 2010 referandumunda kabul edilen 26 maddeyi referans alacaksak “çok işimiz var” demektir; “bu işe hiç başlamayalım” demektir. Yani ne yaptık biz 12 Eylül 2010’da? %58’le kabul edildi ama toplumu kutuplaştırdık, toplumu böldük, bir toplumu bölerek uzlaşmacı anayasa yapamazsınız (dönüp dönüp bunu söylüyoruz). Eğer aynı noktadaysak; eğer 12 Eylül 2010 tarihinde referandumla kabul edilen 26 maddeyi, dokunulmaz bir referans olarak esas alıyorsak; bu Uzlaşma Komisyonu çalışması başlamadan bitmiş demektir. Bağımsız yargı, yargı bağımsızlığı dönüp dönüp bunu söylüyoruz; bunu çok talihsiz bir değerlendirme olarak görmek mümkün, özellikle ifade etmek istiyorum. Yani anayasa yapacaksak; sözlerle yapacağız, diyalogla yapacağız, uzlaşmayla yapacağız; dayatmayla yapmayacağız. Muktedirlere tâbi olarak yapmayacağız; bunun anlamı budur. “12 Eylül 2010, bizim referansımızdır.” derseniz; o “Muktedirlere tâbi olarak anayasa yapmak anlayışında biz ısrarcıyız.” demektir, bu kabul edilemez. İkinci temel cevap vermem gereken konu: 1982 Anayasasının tüm kesimler tarafından eleştirildiği doğrudur. Tabii, 82 Anayasasının aslında büyük ölçüde handikapları giderilmiş durumda; ama elbette yapılması gereken daha çok şey var. Temel haklar anlamında, yargının yapılanması anlamında, yargı bağımsızlığı anlamında, cumhurbaşkanının yetkileri anlamında, “dokunulmazlık” kavramı anlamında, yasama yetkisinin sınırları anlamında, kamu personelleri anlamında, YÖK başta olmak üzere üst kurumlar anlamında; yapılması gereken pek çok düzenleme var. Ama tekrar ifade Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Atilla Kart 167 KAYNAKÇA Anayasa Uzlaşma Komisyonunun Çalışma Usulleri, https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/calismaesaslari.aspx ediyorum: O anayasal düzenlemeyle beraber yasal düzenlemenin, yürürlükte olan temel kanun niteliğindeki- ihtilal kanunlarının, ivedi olarak ve paralel olarak hemen değiştirilmesi gereğiyle genel bir yaklaşımı ifade ediyorum Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen dört siyasi partiden -milletvekili sayılarına bakılmaksızın- her dört gruptan da üçer milletvekili olacak şekilde; toplam 12 kişilik bir Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Bu Uzlaşma Komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının tamamen sembolik anlamdaki başkanlığıyla çalışmalarını sürdürüyor. Bu Uzlaşma Komisyonu, kendi bünyesinde, dörder kişiden oluşan üç alt komisyon oluşturdu. Her komisyonda; yine her siyasi partiden birer temsilci olacak şekilde, üç alt komisyon oluştu. - Bir numaralı alt komisyon; anayasal kurum ve kuruluşlarla doğrudan görüşmeler yaptı. - İki numaralı alt komisyon; siyasi partiler ve derneklerle görüşmeler yaptı. - Üç numaralı alt komisyon ise; cemaatler, sivil toplum örgütleriyle doğrudan görüşmeler yaptı. Ayrıca 12 kişilik Komisyon, (konuşmamın başında söylediğim) bölgelerdeki toplantıları yaptı; çatı örgütleriyle beraber en azından 600 - 650 kişinin katıldığı ve yarın İstanbul’da sonuncusunu yapacağımız toplantılar yapıldı. Böyle bir yöntem uyguladık; altı ayın bitiminde -30 Nisan itibariyle- “katılım süreci”ni böylece tamamlamış oluyoruz. 1 Mayıs itibariyle artık 12 kişilik bir Komisyon, taslak ve hazırlık çalışmasına; danışmanlarımızla birlikte, anayasa hukukçu öğretim üyelerimizle, siyaset bilimi öğretim üyeleriyle; onların da katkılarını sağlayarak, onların da desteklerini sağlayarak; (1 mayıstan itibaren) taslak yazımı çalışmasına başlayacağız. O taslak yazımı çalışması 1 ay da sürebilir, üç ay da sürebilir. Bunun adını koymuyoruz, koyamıyoruz; o tamamen komisyonun çalışma temposuna ve doğacak olan mutabakata göre şekillenecek. Onun devamında -taslak metin ortaya çıktıktan sonra- o taslak metni, kamuoyunun tartışmasına sunulacak, kamuoyunun bilgisine sunulacak. Kamuoyu bunu bir ay - iki ay tartışacak. Ondan sonra, biz komisyon olarak, nihai bir tasarı kendi aramızda hazırlayacağız. Bunu teklif aşamasına getirip, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunacağız. İşte o aşamadan itibaren; “Anayasa 175’e göre geçici bir düzenleme mi yapılacak?” (nasıl bir çalışma yapılacak?) onlar da ayrıca değerlendirilecek. Yapılacak olan çalışmanın genel sistematiği budur, bilgilerinize sunuyorum. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 TARİHSEL ORTAK DEĞERLER IŞIĞINDA YENİ ANAYASA SÜRECİ (NEW CONSTITUTION-MAKING PROCESS IN THE LIGHT OF THE HISTORICAL COMMON VALUES) Faruk Bal TBMM Üyesi/Member of the Great National Assembly of Turkey ÖZET Türkiye’de bir demokrasi sorunu olduğu toplumun bütün kesimleri tarafından kabul edilmektedir. İfade özgürlüğü önünde ciddi engeller vardır. Nefret söylemleri güçlenmektedir. Nefret söyleminin olduğu yerde demokratik değerlere ulaşmak zordur. Türkiye, kanun hükmünde kararnameler ile yönetilmektedir. Kanun hükmünde kararnameler yasama yetkisinin devir aracıdır. Türk milletinin geçmişine yakışmayan darbelerin ürünü olan bu Anayasa değişmelidir. Hep birlikte verdiğimiz Kurtuluş Savaşı ile kurulan bu devletin kuruluş felsefesine uygun olarak yeniden yazılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Yeni anayasa yazım süreci, nefret söylemi sorunu, Türkiye’nin kuruluş felsefesi ABSTRACT Each segment of the society accepts that there is a democracy problem in Turkey. There are serious obstacles against the freedom of expression. Hate speech in the society is getting stronger. It is very hard to reach democratic values in the countries where there is hate speech. Turkey is administered by decrees having the force of law. The decree having the force of law is a tool for transfer of the legislative power. The current constitution, a result of coup d’etat which is dishonour in the history of Turkish nation must change. We must write a new constitution in the light of the founding philosophy of this country, founded as a result of the Independence War, a war of a nation as a whole. Keywords: Process of new constitution drafting, problem of hate speech, founding philosophy of Turkey *** 170 Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci Marmara Üniversitesinin çok değerli bilim adamları, bizi bu toplantıya davet eden değerli hocam Sayın Kaboğlu, yurtdışından katılan değerli bilim adamları ve geleceğimizin teminatı siz gençler, değerli öğrenci arkadaşlarım; hepinizi Milliyetçi Hareket Partisi adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Anayasa yapmak, ciddi ve zor bir iştir. Bu ciddi ve zor iş, öyle görünüyor ki, bizim neslimiz tarafından gerçekleştirilecektir. Ama, bizim yapacağımız anayasa, sizin geleceğinizi -Konfüçyüs’ün ifadesiyle- ya cennet ya cehennem haline getirecektir. Dolayısıyla bugün ilgi göstererek salonu doldurmuş olan genç kardeşlerimize Milliyetçi Hareket Partisi’nin görüşlerini, anayasa yapımı süreci içerisinde, “sorunlara çözümler” bakışı ile dile getirmek arzusundayım. Türkiye’de bugün herkesin kabul ettiği şekilde, bir demokrasi sorunu var. Öncelikle, Türkiye’de “ifade özgürlüğü” önünde ciddi engel vardır. İfade özgürlüğünün eksik olduğu bir ülkede, demokrasiden söz edilemez. Türkiye’de insanlar düşüncelerini “Acaba açıklarsam başıma bir iş gelir mi?” kaygısını taşıyarak ifade ediyorlar. Sıradan bir esnaf, “Ben Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmasına katılırsam, yarın Mal Müdürü kapımı çalar mı?”, “Sigorta Müfettişi kapımı çalar mı?” kaygısını dile getiriyor. Elbette ki aynı kaygıyı yaşayanlar arasında, çok değerli bilim adamları da bulunmaktadır. Bilim adamları hiç korkmaması gereken bir kitleyi temsil etmektedir. Onlar bilim adına konuşmalıdır, objektif şeyler söyleyebilmelidir ve bunu yaparken bir kaygı, endişe duymamalıdır. Böyle bir gelişmenin yaşandığı ülkede, demokrasi arayışı -elbette ki- vardır ve olacaktır. İkinci sorun, nefret ve ötekileştirme söylemi, toplumda gelişmektedir, güçlenmemektedir. Nefret ve ötekileştirme demokrasinin en önemli fazileti olan, hoşgörüyü ortadan kaldıran bir duygudur. Dolayısıyla nefret ve ötekileştirme söyleminin olduğu bir yerde demokratik değerlere ulaşmada zorluk vardır. Üçüncü sorun, “Basın özgürlüğü diye bir şey var mıdır?” ben bunu sizlere soruyorum ve bunu hiç tartışmadan: Türkiye’de “basın özgürlüğü” diye bir özgürlükten söz edilemeyeceğini büyük bir vicdani kanaatle ifade ediyorum. Dördüncü sorun, Türkiye, 1971, 1980 ve 1990’lı yılların kanun hükmünde kararnameleriyle idare edilmektedir. Türkiye 21. yüzyılda, 2011 yılının kanun hükmünde kararnameleriyle idare edilmektedir. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Faruk Bal 171 Kanun hükmünde kararname; sizin seçtiğiniz milletvekillerinin elinden yasama yetkisinin alınıp, Bakanlar Kurulu’nun -milletvekili adına- kanun yetkisinde karar alması demektir. Yani millet iradesinin yok sayıldığı, yürütme organının millet iradesinin önüne geçtiği bir süreci yaşıyoruz. Bunun anlamı yargı ile ilgili değerlendirmeleri de dikkate aldığımızda parlamenter sistemin yasama, yürütme ve yargı ekleri arasındaki denge ve denetim mekanizması bozulmuştur. Böyle bir ortamda Türkiye’de çok açık seçik bir şekilde demokrasi talebi açığa çıkmıştır. Bu demokrasi talebi; doğrudur, yanlıştır, eksiktir, fazladır; fakat vardır. Demokrasi talebi 12 Haziran seçimlerinden sonra güçlü bir biçimde anayasa değişikliği veya anayasanın yenilenmesi ya da yeni bir anayasa beklentisine dönüşmüştür. İşte bizim üzerinde durduğumuz konu budur. Bu beklentinin karşılanabilmesi, demokrasinin kısaca sıraladığımız sorunlarına çözüm bulabilmemiz vatandaşlarımıza 21. yüzyıl değerleri ile barışık bir anayasa hazırlayabilmemiz için, seçimlerden sonra, Meclis’te, bir Uzlaşma Komisyonu kurulmuştur. Ben şahsım adına, millet adına böyle bir anayasa yapımına vesile olan bütün siyasi partileri Türkiye’de milletin iradesine dayalı bir anayasa yapımına zemin hazırladıkları için tebrik ediyorum. Çünkü 1960 yılından itibaren gelişmelere baktığımızda; 1960 İhtilali Türkiye’de bir darbe anayasası yarattı; o anayasa, Türkiye’ye bol geldi. 1960 İhtilalinden sonra iki defa darbe teşebbüsü oldu. 1971 yılında bir askeri muhtıra yaşandı, bu muhtıradan sonra Anayasa’da ciddi değişiklikler yapıldı. 1980 İhtilali oldu. Bu ihtilalin arkasından, 12 Eylül darbe ruhunu yansıtan; millet ile Devlet arasında kırgınlık, küskünlük yaratan “l982 Anayasası” ortaya çıktı. Bu Anayasa ülkeye dar geldi. Bu arada iki muhtıra daha yaşadık; 28 Şubat ve “e-muhtıra”. Türk Milletinin dünya milletler ailesi içerisinde haysiyetli ve şerefli bir yeri vardır. Evrensel insanlık değerlerinin oluşmasına; kültürüyle, yarattığı medeniyetlerle katkıda bulunmuş olan Türk milletine, darbelerle yapılan muhtıralarla değiştirilen bir geçmiş yakışmıyor. Yani askeri darbelerle anayasa yapmak bu anayasayı askeri muhtıralarla değiştirmek bize yakışmıyor, 21. yüzyılın demokrasi değerlerine ve özgürlükler geliştiği dünyada böyle bir geçmiş bize yakışmıyor. O halde, demokrasi ve anayasa sorununun çözümünü basitleştirmek ve netleştirmek lazım. Bireyler açısından özgürlükler herkese tanınmalı ve genişletilmeli, hiç kimse dışlanmamalı ve herkes hukuk önünde eşit olmalıdır. Herkesin saygı duyabileceği ve herkesin kendini sadakatle bağlı hissedebileceği bir anayasaya kavuşmanın yolu budur. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 172 Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci Anayasa yapımında herkes ile hiç kimsenin anlamı biz demektir. Biz diyebiliyor isek, bize uygun bir anayasa yapmalıyız. Biz, bize uygun bir anayasa yapamaz isek; bize başkaları anayasa yapar; ya dışarıdan yaparlar, ya içeriden dayatırlar. Dışarıdan yapılan anayasa ile iç veya dayatma ile yapılan anayasaların ortak özelliği millet iradesini dışlamaktır. Dışarıdan yapanlara örnek vermek istiyorum: İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra İkinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri; mağlup devletlere anayasa yaptılar ellerine verdiler. Buna dikte ettirilen anayasa denir. Türkiye, bu aşamada böyle bir riskle karşı karşıya değildir. İç veya dış müdahale ile yapılan anayasalar ise dayatma anayasadır. Dışarıdan yapılan dayatma anayasaya 1876 tarihli Kanuni Esasi’yi örnek verebiliriz. 1961 ve 1982 anayasaları ise içeriden yapılan dayatma anayasalara örnektir. Her ikisi de darbe ürünüdür, her ikisi de milli irade yok sayılarak yapılıp millete tasdik ettirilmiştir. Her ikisi de demokrasi sorunu yaratmıştır, birincisi Türkiye’ye bol gelmiş, ikincisi dar gelmiştir. Dışarıdan dayatılan l876 Kanuni Esasi Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü hızlandırmıştır. Elbette ki Osmanlı İmparatorluğu çöküyordu: İlimde, fende, sanatta, mühendislikte, sanayide geriye gittiği için; eğitimde ilerleyemediği için; çağının gerisine düştüğü için İmparatorluk zafiyet içindeydi. Çare çalışmak, üretmek, başarmak iken; Osmanlı İmparatorluğu çareyi Avrupa Devleti olmakta arıyordu. Osmanlı Devleti Avrupa devleti olarak kabul edilmesi için dış güçlere talepte bulundukça ıslahat adı altında dayatmalar ile karşı karşıya kalıyordu. Islahat yaptıkça yeni talepler geliyordu. Bu arayış, 1856’ya geldiğinde sonuçlandı. Osmanlı’nın; -Rus tehdidini de dikkate alarak- Avrupa Devleti olabilmek için yaptığı müracaatı, 1856 Paris Anlaşması ile kabul edildi. Paris Anlaşması’ndaki Avrupa Devletleri; İngiltere, İtalya ve Fransa’dır. Bu ülkeler: sizi Avrupa Devleti olarak kabul etmenin dışında ayrıca toprak bütünlüğünüzü de koruyacağız. Ancak, şu ıslahatları yapacaksınız dediler. İlk anayasamız, 1876 tarihli Kanuni Esasi bu dayatma ile kabul edildi, Anayasa hukuku açısından Osmanlının dağılma süreci böyle başladı. Bu sözleşmenin yapıldığı tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarına baktığımızda; Osmanlının Kuzey Afrika’da bulunan toprakları Fransa ve İtalya tarafından, Mısır ve Arap Yarımadası İngiltere ve Fransa tarafından, Başkenti İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından işgal Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Faruk Bal 173 edilmiş, bu ülkelerin ve Rusya’nın tahrik ve teşviki ile Balkanlarda isyanlar çıkarılmış, Balkan savaşı ile tarihin en büyük faciası yaşanmıştır. Osmanlı bir facia, bir çöküş dönemi yaşamıştır. 1856 Paris Antlaşmasına göre Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumayı taahhüt eden ülkeler Osmanlı topraklarını lime lime ettikten sonra Maraş’a kadar gelmişler. Maraş, kahramanca bir mücadele vermiş. Antep’e kadar gelmişler; Antep bu mücadelede gazi olmuş. Urfa’ya kadar gelmişler; Urfa şanlı bir direnç göstermiş. Bu şehirlerimiz unvanlarını Kurtuluş Mücadelesinin neticesinde elde etmişlerdir. Çöken imparatorluk Serv Antlaşması ile teslim olmuştu. Osmanlı İmparatorluğunun külleri arasından yeni bir devlet yaratmayı biz başardık. Yeni bir devletin kuruluş mücadelesini biz verdik. Osmanlı’nın başkenti işgal altında, ortada Devlet yok; “Türk milleti” kimliği altında toplanan Anadolu ayağa kalkıyor, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Milletin geleceğine ancak milletin kendisi karar verir. Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir.” Diyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni topluyor ve bu Meclis bir Kurtuluş Savaşı veriyor, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Türkiye Devleti’ni kuruyor. Bu şartlar altında ikinci anayasamız olan 1921 Anayasasını yaptık. Bunu biz başardık ve bu başarının dünyada başka bir örneği yok. Anayasa yaparken; biz, herkes ve hiç kimse kavramlarına atfettiğimiz önemi anlatabilmek, Kurtuluş Savaşı ile ödediğimiz ağır bedelleri siz gençlere hatırlatmak ve tarihin tekerrürünü önlemek için sizlere bir kez daha hatırlatmak istedim. Demek ki, Anayasa yapımında bunlardan ders almalıyız. Gelecek nesilleri de kapsayacak şekilde yapacağımız anayasa, hepimizin anayasası olacak. O halde, bizim Kurtuluş Savaşımız ile kurulan bu Devletin kuruluş felsefesine hassasiyet göstermemiz gerekmektedir. O felsefenin anayasaya yansıtılması gerekir. Üçüncü Anayasamız, 1924 tarihli Anayasadır. Bu Anayasa ile yeni kurulan Devlete siyasi bir şekil verildi. Bu siyasi şekil; Osmanlı’nın İmparatorluk düzeninden, bir üniter devlet düzenine geçiştir. Bu siyasi şekil; Osmanlı’nın kul, reaya, tebaa dediğimiz düzeni yerine; -çağına göre en modern- vatandaşları arasında dil, din, soy, zümre, sosyal düşünce, siyasi düşünce farkı gözetmeksizin herkesi eşit vatandaş haline getiren ve vatandaşlık hakkını veren bir siyasi haklar düzenidir. 1924 Anayasası vatandaşları bu şekilde, pozitif hukukta vatandaşlık kimliğine kavuştururken; çağının en ileri hak ve hürriyetlerini; seçme ve seçilme haklarını vatandaşlarına tanımış olma özelliğiyle de karşıJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 174 Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci mıza çıkmaktadır. İlerleyen süreçte demokrasinin gelişmesine bağlı olarak; hukuk devletine, sosyal devlete, laik devletin tüm kurumlarıyla oluşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla bizim 1924 anayasasından almamız gereken ders vardır. Bu ders nedir? Bu ders Cumhuriyetin temel nitelikleridir ve yeni Anayasa yapımında vazgeçilmez ilkelerdendir. Bundan sonraki Anayasayı hiç söylememe gerek yok. Bundan sonraki anayasamızı, ben sizin gibi öğrenciyken, 1969 yılında Anayasa Hukuku dersi aldım. Benim Anayasa Hukuku hocalarım iki taneydi; biri Allah rahmet eylesin- Hüseyin Nail Kubalı, “1961 Anayasası’nı yaptım” diye övünürdü; diğeri Prof. Orhan Aldıkaçtı da “1982 Anayasası’nı yaptım” diye övünürdü. Her iki hocamızın yolları yanlıştı. Her ikisinin yürüdüğü yollarda yürümememiz gerekiyor. Çünkü ikisinin de yaptığı Anayasalar, milletin iradesine dayalı değildi; iç ve dış dayatma gücünün anayasasıydı. Şimdi kendi irademiz ile evrensel değerler ile barışık bir anayasa yapma vakti gelmiştir. İşte o Anayasayı yapabilmek için de Uzlaşma Komisyonunda, milletin sesine kulak veriyoruz. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na on binlerce -otuz bini aşkın- öneri geldi; öneride bulunanların ciddi bir bölümü bizzat Komisyon huzurunda görüşlerini şifahi olarak açıklayabilme imkânına kavuşturuldu. Ayrıca, sivil toplum kuruluşları, çatı kuruluşlar adı altında bir araya gelerek bir proje hazırladı. Bu dünyada İzlanda’dan sonra ikinci bir örnek olarak uygulandı; vatandaşların anayasa konusundaki önerileri, konuşmaları, kayıt altına alındı. Yapacağımız anayasada, milletin bu sesin kulak vereceğiz. Bu noktada, sürekli olarak tarihin tekerrür etmemesi için ders alma gereğini vurguladığım için; Churchill’in bir sözünü ifade etmek istiyorum: geleceği ne kadar görmek istersek; o kadar geriye bakmak gerekir. İleriye, geleceğe bakarak, 21. Yüzyılın evrensel değerleri ile Türkiye için bir anayasa yapacağız, demokrasimizi, kurum ve kuruluşlarımızı, devletimizin yapısını, milletimizin, toplumumuzun yapısını, bireyin temel hak ve özgürlüklerini 21. yüzyılın değerleriyle örtüştüreceğiz diyoruz. Bunu yaparken geriye de bakacağız. Ödediğimiz bedelleri bir daha ödememek için, tarihin tekerrür etmesini önlemek için anayasa geçmişimize bakacağız. Eski anayasalarımızı iyi yönlerinden elbette faydalanacağız. Kötü yönlerinden ders alacağız. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Faruk Bal 175 İleriyi görmek için önümüzde insanlığın geliştirmiş olduğu evrensel değerler vardır. Bu evrensel değerler, insanlığın ortak paydasıdır. Anayasa yapımında evrensel değerlerden yararlanmamız gerekir, yararlanacağız. İnsanlığın inşa ettiği bu evrensel değerlerin başında da, bizim de sıkı sıkıya kendimizi bağlı hissetmemiz gereken temel ilke; hukukun üstünlüğüdür. Hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirebildiğimiz zaman; yargının bağımsızlığı, kişinin özel korunması, düşünce ve ifade hürriyeti ve diğer insan olma şeref ve haysiyetine bağlı temel hak ve hürriyetler peşinden gelir, Dolaysıyla insanların bir şeyleri açıklarken “polisler mi gelecek? maliyeci mi gelecek? sigortacı mı gelecek?” diye kaygıya düşmesi ortadan kalkar. Korku devletinin, ceberrut devletin yerini demokratik toplum düzeninin gerekleri yer alır. Hukuk devletini, biz herkesi kucaklayan, hiç kimseyi dışlamayan insan şeref ve haysiyetine yakışan yeni anayasayı inşa edebilirsek, bugün yaşadığımız gelişmelerin büyük bir bölümü ortadan kalkar, gelecek nesillere kederi ve tasayı paylaşan, huzur ve güven içinde birlikte bir arada yaşayan bir gelecek armağan etmiş oluruz. Hukukun üstünlüğü ile birlikte ekonomik kaynaklar açısından, piyasa ekonomisi kurallarını iyi bir şekilde düzenlediğimiz takdirde, herkesin şikâyet ettiği kamu kaynaklarından yandaşları yararlandırma sorunu ortadan kalkar. Piyasa ekonomisi şartları çerçevesi içerisinde, herkesin nimetlerden eşit olarak yararlanır, külfetlere eşit olarak katlanır. Geriye baktığımızda ise, üç başlık altında sözlerimi toparlayarak konuşmama son vermek istiyorum; 1- Elbette yeni anayasa ile, insan şeref ve haysiyetine dayanmalı, temel hak ve hürriyetlerin bireysel kullanımında, evrensel standartları karşılamalı, bireyin özgürlük alanı genişletilmelidir. 2- Yeni anayasayı yaparken, geçmişte ödediğimiz bedelleri unutmayacağız; bir imparatorluktan gelmişiz, bir Kurtuluş Savaşı vermişiz, imparatorluk rejiminden milli ve üniter devlete, parlamenter demokrasi içinde laik, sosyal ve yargının bağımsız ve tarafsızlığına dayalı hukuk devletine, Cumhuriyete geçmişiz; iki darbe, üç muhtıra yaşamışız; bunları yaşarken ödediğimiz bedelleri unutmayacağız, edindiğimiz tecrübelerden yararlanacağız. 3- Bu anayasayı renksiz ve kişiliksiz ve kimliksiz olmayacaktır. Bu anayasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasası olacaktır. Türk Milletinin anayasası olacaktır. Bu anayasa Türkiye’de herkesi eşit kabul eden, hiç kimseyi hiçbir sebeple dışlamayan, her birisi birinci sınıf vatandaş olan, bizim, yani, Türk vatandaşlarının anayasası olacaktır. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 176 Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci Faruk Bal: Ben son sözlerimi ifade ederken, gençlere sesleniyorum. Bu anayasayı bizim neslimiz yapacak ama sizin ve sizden sonra gelecek nesle uygulanacaktır. Bu bakımdan gençlerin anayasa yapımıyla ilgilenmelerini rica ediyorum. “Hayatınız cennet mi cehennem mi olacak?” sorusunun cevabını anayasa yapım sürecine katılımınız ile vereceksiniz, geleceğinizi belirleyeceksiniz. Bunun için de size, futbol transferiyle ilgili -uyarsa- bir benzetmeyi anlatmak istiyorum. Şimdi futbolcular transfer edileceği zaman kondisyonuna, fiziğine, boyuna bakıyorlar. Ama eski tarihlerde bunlar yoktu. Eskiden transfer edilecek futbolcuyu getirirlermiş sahanın ortasına, eline bir top vererek: “hadi bakalım, bu topu havaya dik” derlermiş. Kim ne kadar yukarıya atarsa; onu transfer ederlermiş. Anayasa çalışmalarından buradan çıkaracağınız bir ders var değerli arkadaşlar. En çok tekrar edilen en doğru değildir. Aksine yanlışı tekrar ede ede hakikat olarak sunmak isteyenler var, bunlar kirli bilgidir. Birazcık dikkat ederseniz; çok sık tekrarlanan kirli bilginin hakikat olmadığını fark edersiniz Özellikle anayasa yapım sürecinde bilimsel değerlere aykırı, insani değerlere aykırı; televizyonlarda sizin karşınıza geçip, kirli bilgi yayanları akıl süzgecinden geçirirseniz, daha kolay fark edebilirsiniz. Bunu size hatırlatmak istedim. Hepinizi saygıyla selamlıyorum1. KAYNAKÇA Anayasa Uzlaşma Komisyonunun Çalışma Usulleri, https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/calismaesaslari.aspx 1 Soru üzerine: “Ben son sözlerimi ifade ederken, gençlere sesleniyorum. Bu anayasayı bizim neslimiz yapacak ama uygulanacak olan kitle, sizin yaşayacağınız çağı ilgilendiriyor. O bakımdan anayasa yapımıyla çok ilgilenmelerini rica ediyorum. “Hayatınız cennet mi cehennem mi olacak?” anayasayla belirleyeceksiniz. Bunun için de size, futbol transferiyle ilgili -uyarsa- bir benzetmeyi anlatmak istiyorum. Şimdi futbolcular transfer edileceği zaman kondisyonuna, fiziğine, boyuna bakıyorlar. Ama eski tarihlerde bunlar yoktu. Eskiden transfer edilecek futbolcuyu getirirlermiş sahanın ortasına, eline bir top vererek: “hadi bakalım, bunu havaya dik” derlermiş. Kim ne kadar yukarıya atarsa; onu transfer ederlermiş. Anayasa çalışmalarından buradan çıkaracağınız bir ders var değerli arkadaşlar, “kirli bilgi”ye dikkat ederek; çok tekrar edilen kirli bilginin hakikat olmadığını idrak edin. Çünkü özellikle anayasa yapım sürecinde bilimsel değerlere aykırı, insani değerlere aykırı; televizyonlarda sizin karşınıza geçip, kirli bilgi yayanlara salt aklınızla dikkat ederseniz fark edebileceğiniz bir durum oluşacak. Ben bunu sizlere aktarmak istedim.” Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 - VKUZEY AKDENİZ: KRİZ DÖNEMİNDE ANAYASACILIK NORTH MEDITERRANEAN: CONSTITUTIONNALISM IN THE CRISIS PERIOD MÉDITERRANÉE DU NORD: CONSTITUTIONNALISME EN PÉRIOD DES CRISES AVRUPA VE İSPANYA’DAKİ ANAYASAL SÜREÇLER* (EUROPE AND CONSTITUTIONAL PROCESSUS IN SPAIN) Angel Rodriguez Malaga Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi/ Professor of Constitutional Law, University of Malaga (Spain) ÖZET Bu tebliğ; “Avrupa fikri”nin Franko dönemi ertesinde 1978’de kabul edilen yeni İspanya Anayasasındaki değişiklik tasarısına etkisini ve her ikisi de Avrupa’nın taleplerinin bir sonucu olan 1992 ve 2011 Anayasa değişikliklerinde, Avrupa gerekçesinin nasıl bir rol oynadığını incelemektedir. 1978’de İspanya’da yeni demokratik rejimin kurulması, kamuoyu tarafından ülkenin “avrupalılaştırılmasının” bir başka adımı olarak görülmüştür: “Avrupa fikri” anayasal tartışmalar boyunca “demokrasi” ya da “hukuk devleti” gibi kavramlara sıkı sıkıya bağlanmış ve anayasal sürecin bütününü meşrulaştırmak için yeterli görülmüştür. Anayasa; 1992’de Avrupa Birliği Anlaşması’na uyumu sağlayabilmek için Avrupa vatandaşlarına oy hakkının düzenlenmesi konusunda, 2011’de de gene Avrupa Birliği’nden gelen bütçesel istikrar taleplerini yanıtlayabilmek için değiştirilmiştir. 1978’dekinin aksine ve Avrupa’nın bu iki değişiklikte önemli bir rol oynamasına karşın bugün Avrupa gerekçesinin anayasal süreci meşrulaştıran bir fikir olmaktan çıktığı söylenebilir. Anahtar sözcükler: İspanya anayasası, Avrupa Birliği, Avrupa Birliği anlaşması, avrupalaştırılma ABSTRACT This paper reviews the influence of the idea of “Europe” in the process of drafting the new Spanish Constitution passed in 1978 after * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 178 Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler the francoism, and how the European argument has evolved in the two only amendments to the Constitution that have been passed to date, those of 1992 and 2011, both of them due to European exigencies. In 1978, the establishment of a new democratic regime for Spain was seen by the public opinion as another step of the “europeanization” of the country: the idea of “Europe” which was present along the constitutional debates was then intimately linked to concepts such as “democracy” or “rule of law”, and was extremely relevant to legitimate the constitutional process as a whole. In 1992, the Constitution was amended to comply with the European Union Treaty regulations on the voting rights of European citizens, and in 2011 to fulfill the requirements of budgetary stability also emanated from the European Union. But, by contrast to what happened in 1978, and although “Europe” also played an important role in these two constitutional reforms, it may be said that the European argument lost part of its potential as a legitimating idea for the constitutional process. Keywords: Spanish Constitution, European Union, European Union Treaty, europeanization *** GİRİŞ Şu anki İspanya Anayasasında (İA) yapılan ikinci reform 27 Eylül 2011’de kabul edildi. Bunun gibi Franko diktasının sonundaki siyasi geçiş sırasında 1978 Aralığında kabul edilen anayasada yapılan 1992 reformları da, yapılan tek değişikliklerdir. Her iki hâlde de anayasal reform, Anayasanın tek bir maddesine ilişkindi: 1992’de söz konusu İspanya’daki yabancıların seçim haklarını düzenleyen İA’nın 13. maddesi; ve 2011’deki değişiklik de bütçe dengesine ilişkin bir dizi ilke düzenlediği İA’nın 135. maddesi idi. İA’nın otuzbeş yıl boyunca böylesine az reforma uğramış olmasının nedenleri hukuki olduğu denli siyasidir de. Bu reformun onaylanabilmesi için, çoğunluğu oluşturan siyasi güçlerin (merkez solda Sosyalist Parti ve merkez sağda Halk Partisi) gerekli siyasi uzlaşmayı sağlayabilecek yeterlikten yoksun olmalarına ve reform tartışmalarının somut bir boyuttan polemik konusu diğer boyutlara da (özellikle mülki yapı) geçebileceği korkusuna dayanan bu son değişiklikler, açıktır ki en önemlilerindendir. Hukuksal açıdan reformların az sayıda olmasının temel nedeni, reformlar için kimi maddeleri çok sıkı bir şekilde koruyan (nitelikli çoğunluk şartı, reform önerisi getiren meclislerin feshi ve erken seçim ile onay referandumu gibi) karmaşık bir usûl öngören Anayasanın katılığında yatmaktadır. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 179 Bu sunumumuz sırasında İspanya’da demokrasinin kurulmasından beri gerçekleştirilen üç anayasal süreçte rol oynayan Avrupa fikrini inceleyeceğiz: İlk önce, 1978 Anayasasının kabulü, daha sonra 1992 ve son olarak da 2011 reformları. AVRUPA FİKRİ VE 1978 ANAYASASININ KABULÜ 20. yy.’ın başında İspanyol filozof Jose Ortega y Gasset “İspanya bir sorun, Avrupa bir çözüm” dedi. 19. yy. boyunca ispanyol milletini kasıp kavuran felâketlerin kaynağı kimilerine göre İmparatorluğun 400 yüzyıl evvel, ülkenin tum kıtadan tecridine yol açtığı düşünülen kaybına kadar uzanıyor. “1898 nesli” (son ispanyol kolonisi Küba’nın bağımsızlığını ilân ettiği yıl) diye adlandırılan aydın seçkinlerde hâkim olan, ulusal uyanışın “Avrupa’dan” geleceği kanısı 2. Cumhuriyetin kuruluşu sırasında dile getirilmiş ve 1936-1938 iç savaşından zaferle çıkan General Franko diktasına muhalif siyasi güçlerde 40 yıl boyunca yaşamaya devam etmiştir. 1975’te Franko’nun ölümünden sonra siyasi dönüşümün ve yeni bir anayasal sürecin başında “bir çözüm olarak Avrupa” fikri çok güçlü bir şekilde yayılmıştır. Siyasi değişiklik sürecinin açılmasıyla, yeni Anayasanın nihayet İspanya’nın bir istisna olmaktan çıkıp tam bir “Avrupa” devleti olarak kıta komşularıyla aynı hizada olduğunu doğrulayan fikri kamu oyuna yerleşmiştir. 1978 İA’nı onaylayan, meclisteki (“las Cortes”) mevcut tüm siyasi partiler kararlı bir şekilde Avrupacı idiler. Ülkenin “avrupalılaştırılmasının” sorunların çözümünde gerekli olduğunu söyleyen Ortega y Gasset’nin bildirisine inanıyorlardı. Ve böylece İspanya’nın avrupalılaştırılması fikri anayasal metne de taşındı. Avrupa fikrinin 1978 Anayasal sürecindeki çoklu etkisinin yeni Anayasadaki sonuçları üç ana kategoride toplanarak açıklanabilir: demokratik meşruluğun kaynağı olarak, deneyim kaynağı olarak ve İspanya’nın avrupa siyasi teşkilâtlarına uyumunu kolaylaştıracak bir unsur olarak. Bu kategorilerin ilki demokratik meşruluğun kaynağı olarak Avrupa fikri anayasal süreçte sıklıkla mevcut idi. Tartışmalar sırasında kimi kararların meşruluğunda bir ölçüt olarak Avrupa’ya dayanmak yaygındı. “Avrupalı” gibiymişçesine yapmaya olan atıf, özellikle İnsan Hakları Hukuku konusunda sıklıkla eleştirisiz bir şekilde kerameti kendinden menkul itiraz edilemeyen bir gerekçe olarak Avrupa’dan büyük ders almaya ihtiyacı olan İspanya’da kullanıldı. Avrupa fikrinin kullanımının eleştirisiz niteliğinin bir meşruluk kaynağı olması kendisini Kurucu Meclis’in çalışmaları sırasında haklar meselesinde Avrupa’ya çoğunlukla kerameti kendinden menkul bir gerekçe olarak atıfta bulunulmasında göstermektedir. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 180 Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler Bu etkinin çarpıcı bir örneği Anayasal Haklar Bildirgesinin bizzat kendisinde bulunmaktadır. Anayasa tartışmaları sırasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine basit bir atfın yeterli olacağı önerilmiş ise de netice itibariyle Anayasanın ilk başlığının tamamı anayasal temel hakların düzenlenmesine ayrılmıştır. İspanya’nın AİHS’ni o tarihte henüz onaylamamış olmasından ötürü bu öneri uygulanamamıştır. Her hâlükârda tüm hukuksal aktörleri; insan haklarına ilişkin iç hukuk normlarını uluslararası sözleşmeler ile birlikte yoruma zorlayan bir anayasa hükmünü (İA m. 10.2) dahil etmesi sayesindedir ki, İspanya Anayasa Mahkemesi ve ardından da diğer ispanyol mahkemeleri insan hakları konusundaki avrupa hukukunu iç hukuk düzenine girmesini sağlayarak -AİHS ile Strazburg içtihatlarını- anayasal normlarını bir yorum kuralı olarak kullanmaktadırlar. Bu dahil etmeye gösterilen eleştirel tavır daha yenidir. Örneğin Anayasa Mahkemesi, nadir de olsa bir iki davada, AİHS’nin uygulanması talebini Sözleşmesel korumanın düzeyini iç hukukun altında kabul ederek reddetti. Ancak ispanyol mahkemeleri; sözleşmesel hükümleri neredeyse hep, her türlü eleştiriden uzak bir şekilde zımnen sırf avrupa meşruluğuna dayanarak, hakların korunmasının Sözleşmesel standardını sanki uygulanabilir bir iç standart gibiymişçesine yerleştirmek üzere uyguladılar. Unutulan ise iç hukukun standardının bu Sözleşmesel standardı geçebileceği hususu idi. İkinci olarak, Avrupa fikri 1978 Anayasasında bir deneyim kaynağı olarak yer almaktadır. Bu kategoriyi, İspanyol anayasakoyucusunun erklerin düzenlenmesi konusunda, daha önce diğer avrupa ülkelerinde -ki çoğunluğu, 2. Dünya Savaşı ertesinde kabul edilmiş yeni anayasalardır- alınmış kararlardan mülhem kararları oluşturmaktadır. Bu konudaki örnekler çoktur. En açık etkilerden söz etmek gerekirse, örneğin monarşinin düzenlenmesi konusunda iskandinav anayasaları; rasyonel parlamentarizm bağlamında Parlamento ve Hükümet arasındaki ilişkiler ile Anayasa Mahkemesine verilen görevler hakkında Bonn Anayasası; hâkimlerin idaresine ilişkin özel bir kurumun kurulması hakkında İtalya Anayasası (ki İspanya’da Yargı Erki Genel Konseyi adını taşımaktadır [Consejo General del Poder Judicial]) belirtilmelidir. Demokrasi ya da insan hakları fikrine nazaran, avrupa gerekçesinin anayasal süreçte bir meşruluk kaynağı olarak kullanıldığı hâllerden farklı olarak; anayasa tartışma gerekçelerine, diğer avrupa ülkelerinden kimi anayasal mühendislik tercihlerini almanın uygun olup olmadığını tartışmak üzere eleştirel bir perspektif dahil edildi. Bu eleştirel yaklaşım; özellikle azınlık grupların, kimi tekniklerin diğer avrupa ülkelerinden ithaline karşı çıkan müdahalelerinde kendini gösteriyor: Örneğin Bonn Anayasasından alınan yapıcı gensoru önergesi verilmesine ilişkin düzenlemenin Almanya’da güvensizliğe yol açtığına dikkat çekilmesi ya da Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 181 İspanya örneğinde hükümetin istikrarına aşırı önem verilmesinin Parlamentonun denetim işlevlerinin aleyhine bir bozukluk yaratabileceğinin altının çizilmesi gibi. Bununla birlikte, kurumsal yaklaşım konusundaki yoğun tartışmalar temel hakların korunmasına ilişkin olduğunda (Almanya’dan hakların Anayasa Mahkemesi önünde [amparo] “koruması” denetimi usûlünün ithâl edilmesinde olduğu gibi), Meclisin bakışı bir meşruluk kaynağı olarak -yukarıda adlandırdığımız- Avrupa fikrine yaklaştığından eleştirel gerekçeler azalıyordu Üçüncü olarak, Avrupa fikrinin kıtanın, uluslarüstü kurumlarına –yani Avrupa Konseyi ve asıl olarak Avrupa Birliği- uyumu kolaylaştırıcı bir unsur olduğunun altını çizmek gerekir. Paradoksal bir şekilde Avrupa Birliği (o sırada, Avrupa Topluluğu olarak anılıyordu), anayasal metinde açıkça belirtilmemesine karşın; İspanya Anayasasının diğer avrupa ülkelerininkilerle türdeşleştirilmesi yönündeki genel düşünce, yalnızca demokrasiye ulaşılmasının olmazsa olmaz koşulunu değil, bunun aynı zamanda İspanya’nın gelecekteki avrupa kurumlarına uyumunu kolaylaştırıcı bir unsuru olduğunu da temsil ediyordu. Bir olasılık bu, o sırada, anayasal metni diğer kıta devletlerininkilere uyarlamak için artı bir neden oldu. Diğer anayasalara ne kadar çok benzerse, uyumu da o denli kolay ve çabuk olacaktı. O dönemin kamuoyu bilincinde, “demokrasi”, “hukuk devleti” ve “Avrupa” fikirleri neredeye aynı anlama geliyordu. Yeni anayasayı kabul ederek, bu kimlikle yalnızca İspanya’da demokrasi kurulmadı, ama Avrupa kurumlarına gelecekteki bir uyumun temelleri de atılmış oldu. Anayasa’nın aynı anda, uygulamada pek belli olmayan iki hedefi vardı. Oturumların açılış konuşmasında bizzat Millet Meclisi Anayasa Komisyonu Başkanı tarafından altı çizilen bu düşünceye göre: Anayasa “Avrupa’ya uyumu tam olarak sağlayacaktır.” Parlamenter sürecin sonunda, yeni Anayasanın Kongrede son oylanması sırasında bu fikir yeniden ortaya çıktı, ki son oylama Meclis Başkanının davetiyle gelen Avrupa Parlamentosu temsilcilerinin coşkun alkışıyla gerçekleşti. Avrupa fikrinin, genel olarak 1978 İspanyol anayasal sürecinde neredeyse tüm önemli kısımlarında temel atıf olduğu doğrulanabilir. Önünde kendisini etkileyebilecek (özellikle Avrupa’nın federal devletleri gibi) önemli örnekler olmasına karşın, Anayasanın, daha sonra özerklikler devleti diye adlandırılan kendine özgü bir sistemin kabul edildiği yerel teşkilât modeli hariç… Mülki boyut hariç Anayasadaki avrupa etkisi, 19. ve 20. yüzyıllarda yürürlükte olan anayasal metinlerin olası etkilerini bertaraf etti. Genelde önceki İspanya anayasaları (ki ilki 1812 Cadix ve sonuncusu 1931 tarihli 2. Cumhuriyet Anayasası olmak üzere 9 tanedir), anayasal Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 182 Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler meclisi oluşturan çoğunluk grupları tarafından, işleyen avrupa anayasal kavramları karşısında başarısız modeller olarak değerlendirilmişlerdir. Kısaca, 1978 İspanya Anayasası İspanya’da kurulması gereken demokrasi modeli olarak Avrupa’yla ve Avrupa devletleriyle birlikte hazırlandı. Tony Judt’un Kuzey Akdeniz kıyı devletlerinin siyasi seçkinlerinin 20. yy’ın son otuz yılında sırayla demokrasiye geçişleri sırasındaki yaklaşım değişikliklerini betimlemek için kullandığı bu ifade, ispanyol anayasa süreci için de kullanılabilir: o dönemde “geriye doğru bakanlar şimdi Kuzeye bakmaktadır, Öyle görünüyor ki, coğrafya tarihi yenmiştir”. AVRUPA FİKRİ VE 1992 AY’NIN 13. MADDESİNDEKİ REFORM Avrupa 15 yıl sonra kabul edilen, ilk ispanyol anayasal reformu için de bir öncü olmuştur. Ne var ki bu sefer 1978 anayasa sürecinin aksine 1986’da, herhangi bir anayasal reform gerçekleştirmek zorunda olmadan katıldığı Avrupa Topluluğu’nun (o zamanlar bu adla anılıyordu) bir üyesi olmasının mecburi sonucu idi. 1992’de Avrupa Birliği’ni kuran Maastricht Anlaşmasının kabulü sırasında İspanya hükümeti, Anlaşmayı onaylamadan önce herhangi bir anayasal reform yapmak gerekip gerekmediğini öğrenmek için Anayasa Mahkemesinden görüş istedi. Anlaşmada söz konusu olan engel, Anlaşmada toplanan egemenliğin transferi değil, Anlaşmanın Birlik vatandaşlığına yeni bir hak bağlayarak, özellikle bir başka üye devlette ikâmet eden avrupa vatandaşlarına yerel seçimlerde oy hakkını vermesi idi. İspanya Anayasası Anlaşmaya göre açık bir çelişki içeriyordu. İA’nın 13. maddesi –avrupa vatandaşı ya da değil- “yabancılar”ın ancak belli koşulları sağlamaları durumunda istisnai olarak yerel seçimlerde aktif seçim hakkı olan oy hakkını düzenliyordu. Anayasayla olan çelişki açık olsa da, İspanyol doktrininin önemli bir kısmı ile bizzat hükümet anayasal bir reformun gerekli olmadığını düşünüyorlardı. ATAD’nın Topluluk Hukukunun üstünlüğü doktrininden ilham aldığı açık olan ancak İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmeyen temel gerekçe, İspanya’nın Avrupa Topluluğu’na katılımının Topluluk Hukuku hükümlerini ulusal Anayasaya üstün kıldığı idi. Bu açıdan, Birlik hukukunun üstün gelebilmesi için; bizzat Anayasaca öngörülen hüküm (İA m. 93), uluslararası kurumlara “Anayasadan kaynaklanan yetkilerin”, anayasal reforma gerek kalmaksızın bir organik kanun ile “devri” için yeterliydi. Sonuç olarak, sorunun çözümü Hükümetçe Anayasa Mahkemesine bırakıldı. Ki Anayasa Mahkemesi, Anlaşmanın onaylanmasının Anayasaca yabancıların yerel seçimlerde “etken” seçim hakkının yanına “ve edilgen” sözcüklerinin eklendiği bir ön reformun yapılması gerekliliğini Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 183 beyan etti. Tuhaf bir şekilde ne hükümet Anlaşmanın diğer hükümlerinin Anayasaya uygunluğunu Anayasa Mahkemesine danışma, ne de Anayasa Mahkemesi kendisine sorulmayan sorulara yanıtlama ihtiyacı duydular. Aslında, Anlaşmada düzenlenen yerel seçmen haklarıyla birlikte avrupa vatandaşlarının diğer seçmen hakları –Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki seçmen hakları- Anayasa Mahkemesinin görüşünde yer almadı, ve böylece –bugün dahi- Anayasaya göre siyasi katılım hakkı yerel seçimlerde oy hakkı hariç (Avrupa Parlamentosu seçimleri de birlikte olmak üzere) münhasıran ispanyollara ait bir hak olarak kaldı. Anayasa Mahkemesinin görüşünün ardından, Anayasa reformu; Parlamentonun iki meclisinde tek okumalı bir yöntemle neredeyse tartışmasız ve hızlı bir şekilde yapıldı. Kısaca Avrupa Birliği’ne katılım ya da Avrupa Anlaşmalarında arkası arkasına gerçekleştirilen değişiklikler nedeniyle diğer üye devletlerde gerçekleştirilen önemli anayasal reformlara karşın İspanya’da 2011’e dek tek bir anayasal reform yapıldı. Ki o da İA’nın 13. maddesindeki, yabancıların yerel seçimlerdeki edilgen seçim haklarına ilişkin 13. maddesinde yapılan çok sınırlı reform idi. Ve bu reform, tüm bu zaman boyunca Birlik içinde çok önemli değişiklikler olurken yapıldı. Yalnızca bununla da kalmadı: 2005’te başarısız Avrupa Anayasası tasarısı kabul edildiğinde, İspanya Hükümeti Parlamentoya onaylatmaya girişmeden (ve bir referanduma sunmadan) önce Anayasa Mahkemesinden söz konusu tasarının Anayasaya uygunluğu için yeniden görüş istedi. Mahkeme bu sefer görüşünde, her ikisi arasında bir çelişki görmediğindern Avrupa Anayasasının onaylanması için önceden bir Anayasa reformuna gerek olmadığını belirtti. AVRUPA FİKRİ VE 2011 AY’NIN 135. MADDESİ REFORMU 16 Nisan 2004’te José Luis Rodríguez Zapatero ilk defa Milletvekilleri Kongresi’nin güvenini elde ederek Hükümet Başkanı seçildi. Meclis önündeki ilk konuşmasında kurmak istediği hükümetin programına bir anayasal reform maddesi dahil etmişti. Reform dört noktadan oluşuyordu: Tahta geçiş sırasında erkeğin kadına olan önceliğini kaldırmak, Senatonun yerel yönetimleri temsil eden bir meclis olarak yeniden düzenlenmesi, İspanya’da kurulmuş 17 özerk bölgenin adlarının anayasal metinde açıkça belirtilmesi ile diğer avrupa anayasalarında olduğu üzere İspanya’nın Avrupa Birliği’ne uyumuna anayasal meşruluk verecek bir “Avrupa şartı”nın Anayasaya sokulması. Bu reformlar esasta, Parlamentodaki mevcut siyasi gruplarda bir güvensizlik yaratmamasına karşın hiçbirisi kabul edilmedi. Tasarının önemi etrafında gerekli uzlaşmayı sağlamasının imkânsızlığı onaylanmasını da engelledi. 4 yıl sonra 2008’de Hükümet Başkanı Parlamentodan yeni bir hükümet kurmak üzere güvenoyu isterken, söz konusu giriJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 184 Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler şiminin başarısızlığını bizzat kabul etti. Bu vesileyle, reddedilmiş addederek, artık herhangi bir anayasal reformu düşünmediğini teslim etti. Fakat gene de bu Hükümet Başkanı olarak ikinci yetkilendirilmesinde idi ve söz konusu ikinci ve şu an için sonuncusu olan, 1978 Anayasası reformu gerçekleştirildi. 2011 Eylül tarihli bu reform açık bir biçimde “Avrupa fikri” ile şartlanmış idi. Hiç kuşkusuz 2011 yılı siyaset sahnesini birkaç yıl öncesinden tahmin etmek zordu: uluslararası banka krizinin ağırlaşması tüm Birlik üyesi ülkelerde dramatik sonuçlara yol açtı, özellikle avroyu ortak para birimi olarak kabul eden ülkelerde. Bazısı ödemeleri gereken devlet borçları için çok yüksek faiz oranlarının baskısına marûz kalmışlar veya avrupa kurumları ya da diğer üye devletler tarafından “kurtarılmışlar” veyahut da çok şiddetli düzenleme tedbirlerini alabilmek için tek yol olan teknokrat karakterli yeni hükümetler kurmak zorunda kalmışlardı. Bu uluslararası ekonomik kriz bağlamında gücü çok zayıflayan Hükümet başkanı 2011 Temmuz’unda Parlamentoyu Eylül ayında feshedeceğini ve erken seçime gidileceğini açıkladı. Ancak Parlamentonun feshinin öngörüldüğü tarihten birkaç hafta önce Hükümet sürpriz bir şekilde muhalefetin çoğunluk grubunun desteğiyle anayasal bir reforma gidileceğini ilân etti. Reform Anayasaya Avrupa Birliği’nin talep ettiği ifadeler ile yalnızca İspanya devletinin genel bütçesine değil ve fakat şu ana değin kendi bütçelerinin yönetiminde büyük bir mali özerklikten yararlanmış olan özerk yönetimler ile yerel hükümetlere de uygulanacak bir bütçesel istikrar hükmü koyarak, Anayasanın 135. maddesinin anlamını tamamen değiştirecekti. Anayasanın yeni 135. maddesine göre, “bütçesel istikrar” ilkesi bütün ispanyol kamu idarelerinin işlemlerine uygulanabilecektir. Devlet; bir organik kanun aracılığıyla Devlete ve özerk yönetimlere tanınmış azami yapısal açığı düzenlemekle yetkilendirilmiştir ve yerel kurumlar bütçesel bir denge arz etmekle zorundadırlar. Yeni madde aynı zamanda, bütün bu yönetimlerin kamu borcu kredi ödemelerinin mutlak bir öncelikten yararlanacağını düzenlemektedir. Anayasaya bütçesel istikrar yetkisinin konulması, Avrupa Birliği makamlarıyla -bazı üyelerinki en önemlisidir (özellikle Almanya’nınki)uluslararası mali kuruluşların baskısı sonucu olmuştur ki; ortak para birimini kullanan bazı Birlik üyesi devletlerin karşı karşıya oldukları ve tüm Avrupa’ya yayılabilecek mali kriz tehlikesi karşısında, bu düzenleyici siyaseti dikte etmişlerdir. Avrupa tarafından istenen tedbirlerin bizzat Anayasaya konulmasının dışında, söz konusu anayasal reform Anayasaya ilk defa Avrupa Birliği ifadesini sokarak, ispanyol mali siyasetinin, Birlik amaçlarına bağlanmasını da düzenlemiştir. Yani, İA’nın yeni 135. maddesi, DevleAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 185 tin ve özerk yönetimlerin yapısal açıklarının Avrupa Birliği’nin üye devletler için belirlediği oranları, ispanyol kamu borçlarının bütününün de Avrupa Birliği İşleyiş Anlaşmasında düzenlenen referans değerleri aşamayacağını açıkça belirtmektedir. Avrupa etkisi; yalnızca Anayasanın yeni mali ilkelerini kayıtlamamış, ama aynı zamanda, ilk kez Anayasa açık bir ifadeyle, o zamana değin hükümetlere, ulusal meclisler ve özerk yönetimlere bıraktığı, mali siyaset kararlarının alınmasını Birliğe devretmeyi de başarmıştır. Bunun yanısıra bizzat reformun gerçekleşmesi sürecinde alışılmamış bir ritme zorlayarak, rekor sayılabilecek bir zamanda önerilmiş, tartışılmış, onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir. Gerçekten, bu “acele reform” önerisi Kongre’ye 26 Ağustos 2011 Cuma günü yapılmış ve 6 gün sonra 2 Eylül’de tartışılmış ve kabul edilmiştir. Senato’daki gerekli işlemler içinse bu -5 gün içerisinde- daha hızlı olmuş, yürürlüğe girmesi içinse 15 gün fazladan beklemek gerekmiştir. Bu ise, Anayasanın iki meclisten birisinin üyelerinin 1/10’unun Parlamento’dan referandum talep edebilmesi için öngördüğü bu süreden kaynaklanmaktadır. Üye sayısı yeterli olmadığı için referanduma da gidilmemiştir. Kongre’deki parlamenter gruplardan birisi; anayasa reformunun acil bir yöntemle, tek okumalı olarak böylesine kısa sürelerde yapıldığından ötürü parlamenterler olarak onların ius ad officium’unu ihlâl ettiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne Anayasaya aykırılık başvurusunda bulunmuştur. Ancak Anayasa Mahkemesi itirazın esastan bir inceleme yapmayı gerektirecek önemde olmadığından bahisle, reformu bu şekilde onaylayarak başvuruyu reddetmiştir. SONUÇ “Avrupa fikri” ve avrupalılaştırmaya dayalı gerekçeler Franko’culuğun yıkılışından bu yana İspanya’da gerçekleşen üç anayasal süreçte –yani yeni 1978 İA’nı kabulle sonuçlanan süreç ile bugüne değin sadece iki kez yapılan anayasal reformda (1992 ve 2011 anayasal reformları)- çok önemli bir rol oynamıştır. Her üçü de “avrupa fikri” ile şu ya da bu ölçüde etkilenmiş, şartlanmış ve hatta belirlenmiştir. Geçiş döneminde, İspanya’nın avrupalılaştırılması ile demokrasi arasındaki hiç olmazsa 19. yy’ın sonundan beri kültürlü ispanyol kamuoyundaki mevcut kimlik arayışı, yeni 1978 Anayasasının kimliğindeki emarelerden birisi olarak Avrupa’ya açılmaya dönüşmüştür. Ardından, anayasal değişikliklerin fazlasıyla katı olduğu hukuksal bir bağlamda; demokrasiye geçiş zamanına ve anayasal süreçte tam olarak çözülememiş konuların yeniden açılması korkusuna denk gelen yeniden uzlaşmayı sağlayacak siyasi güçlük, gerekli anayasal reformları yıllar boyunca engellemiştir. Önce 1992 Maastricht Anlaşmasının kabulü, yakın zamanda Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 186 Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler ise 2012 Mart’ındaki İstikrar, İşbirliği ve Yönetim Anlaşması’nın imzalanmasından yana olmasıyla; yalnızca Avrupa ilkelerine uyum ihtiyacı, İspanya’da anayasal reform tasarılarının, -en azından aynı önemdeki iç sorunlarına yanıt getirmese de-, meyve vermesini sağlamıştır. İspanya’da Anayasa reformu için, Avrupa’nın taleplerini karşılamak, yeterli siyasi uzlaşmanın sağlanmasında tek yol olarak görünmektedir. Buna karşın, bu üç anayasal süreçte açık farklılıklar vardır. Aynı şekilde 1978’den beri ispanyol kamuoyunda hâkim olan Avrupa fikri ile 35 yıl sonra bugün var olan Avrupa fikri arasında da. Daha 1992 ve özellikle 2011 reformlarında, Avrupa fikri’ne kerametinden menkul bir gerekçeymişçesine basit bir atıf, reforma yönelebilecek eleştirel tavırların doğuşunu engellemeye yeterli değildi. Kuşkusuz daha az olsa da geçiş döneminde ve bugün –yukarıda söz ettiğimiz- deneyim kaynağı olarak avrupa fikri vardı. O zamandan farklı olarak, bugün söz konusu olan meşruluk kaynağı olarak avrupa fikri’dir. Bütün bu süreçte hiç olmazsa bir paradoks gözlemlenebilir: 1978 Anayasasının orjinal metni ya da 1992’deki mini reform yahut da 2004’te başarısızlığa uğrayan girişim olsun, İspanyol anayasal metnine açık bir ifadeyle Avrupa Birliği ifadesinin dahil edilmesinin imkânsızlığı. Bu dahil etme 2011 reformunu beklemek zorunda kaldı ve bugün için de tektir. Artık, birkaç yıl önce ispanyolların özgürlük ve demokratik özlemlerini ifade ettikleri Avrupa fikri bugün İspanya Anayasasında bir yer buldu. Ama yalnızca bütçesel istikrarın bekçisi olarak. KAYNAKÇA Les grandes démocraties, Constitutions des Etats-Unis, de l'Allemagne, de l'Espagne et de l'Italie, Textes présentés par Ferdinand Mélin-Soucramanien, Armand Colin, Dalloz 2005. L'Union européenne apres le Traité de Lisbone (ratifié par la France le 14 février 2008), Gualino, Paris 2008. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 L’EUROPE ET LES PROCESSUS CONSTITUTIONNELS EN ESPAGNE Ángel Rodriguez Professeur de Droit Constitutionnel Université de Málaga (Espagne) RÉSUMÉ L’Europe et les arguments fondés sur l’européisme ont joué un role très important dans les trois processus constitutionnels qui ont eu lieu en Espagne depuis la chute du franquisme. En Espagne, accomplir les exigencies européennes semble être le seul moyen de susciter le consensus politique suffisant pour réformer la Constitution. La liberté et la démocratie sont conçues les fondements essentiels de la Constitution espagnole. Mots-cles: révisions constitutionnelles, l’Europe comme source de légitimité démocratique, l’Europe comme source de légitimité constitutionnelle, institutions supranationales. *** INTRODUCTION La seconde réforme de l’actuelle Constitution espagnole (CE) a été adoptée le 27 septembre 2011. Celle-ci ainsi qu’une autre de 1992 sont les seules réformes de la Constitution, approuvée en Décembre 1978 lors de la transition politique à la fin de la dictature franquiste. Dans les deux cas, la réforme constitutionnelle touchait exclusivement à un article de la Constitution: en 1992 il s’agissait de l’article 13 CE, qui règle le droit de suffrage des étrangers en Espagne; et en 2011, l’article 135 CE, dans lequel une série de principes relatifs a la stabilité budgétaire a été incorporée. Les raisons pour lesquelles la CE à été soumises a un nombre si limité de réformes au cours de ses presque trente-cinq années d’existence sont aussi bien juridiques que politiques. Ces dernières sont évidemment les plus importantes, et portent sur la faible capacité des forces politiques majoritaires (Parti Socialiste, de centre gauche, et le Parti Populaire, de centre droit) d’arriver au consensus politique nécessaire pour approuver la réforme, et à la crainte que le débat de la 188 L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne réforme d’un aspect concret de la constitution puisse ouvrir la porte à la possibilité de réviser d’autres aspects plus polémiques (essentiellement l’organisation territoriale). Du point de vue juridique, la cause principale du nombre réduit des réformes se trouve dans la grande rigidité de la Constitution, qui prévoit un processus complexe pour les réformes et dont certains articles sont protégés de façon rigoureuse, ce qui exige, pour les réformer, des majorités très élevées, la dissolution des Chambres proposantes et la convocation d’élections et d’un référendum de ratification. Au cours de cette présentation nous allons analyser le rôle que l’idée de l’Europe a joué dans les trois processus constitutionnels qui ont eu lieu en Espagne depuis l’instauration de la démocratie: d’abord, dans l’approbation de la Constitution de 1978; ensuite, dans la réforme de 1992; et finalement, dans la réforme récente de 2011. L’EUROPE ET L’APPROBATION DE LA CONSTITUTION (1978) Au début du 20ème siècle, le philosophe espagnol José ORTEGA Y GASSET proclama: “L’Espagne est le problème, l’Europe est la solution”. Les maux qui avaient affligé la nation espagnole tout au long du 19ème siècle, dont les origines, pour certains, remontaient à la perte de l’empire quatre cent ans auparavant, étaient dus, en grande partie, à l’isolement du pays du reste du continent. La conviction que la régénération nationale viendrait “de l’Europe”, qui s’empara de l’élite intellectuelle dénommée “la génération de 1898” (l’année de l’Independence de Cuba, la dernière des colonies espagnoles), fut présente lors de l’instauration de la Seconde République (1931) et survécut parmi les forces politiques opposées à la dictature instaurée par le général Franco pendant presque quarante ans à la suite de son triomphe dans la guerre civile de 1936-1939. Au début de la transition politique après la mort de Franco en 1975 et de l’ouverture d’un nouveau processus constituant, l’idée de “l’Europe comme solution” s’est propagée de nouveau avec beaucoup de force. Avec l’ouverture du processus de changement politique, l’idée que la nouvelle Constitution allait enfin certifier que l’Espagne avait cessée d’être une exception et qu’elle s’alignait sur ses voisins du continent en tant qu’état entièrement “européen” s’est installée dans l’opinion publique. Tous les partis politiques présents à l’assemblée (“las Cortes”) qui approuva la Constitution de 1978 étaient résolument européistes. Ils croyaient à la déclaration de ORTEGA Y GASSET que “l’européisation” du pays était essentielle pour pouvoir résoudre ses problèmes. Et donc l’idée d’européiser l’Espagne fut transférée au texte même de la constitution. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 189 L’influence multiple de l’idée de l’Europe dans le processus constituant de 1978 peut s’expliquer en classant son incidence sur la nouvelle Constitution en trois grandes catégories: comme source de légitimité démocratique, comme source d’expérience et comme élément qui facilitera l’ultérieure intégration espagnole dans les organisations politiques européennes. La première de ces catégories, l’idée de l’Europe comme source de légitimité démocratique, a été très souvent présente au cours du processus constituant. Lors des débats, le recours à l’Europe comme critère de légitimation de certaines décisions fut courant. La référence à la façon de faire “européenne”, bien souvent de manière non critique, fut utilisée en tant qu’argument d’autorité sans appel, en particulier par rapport aux Droits de l’Homme, matière dont l’Espagne avait grand besoin de leçons de l’Europe. Le caractère non critique de l’utilisation de l’idée de l’Europe comme source de légitimité est illustré, lors de l’assemblée constituante, dans la majorité des références à l’Europe comme argument d’autorité en matière de droits. Un exemple significatif de cette influence se trouve dans la Déclaration des Droits de la Constitution elle-même. Finalement, un Titre entier de la Constitution, le Premier, est utilisé pour établir les droits fondamentaux constitutionnels, bien qu’au cours des débats constituants il avait été suggéré qu’il suffisait d’avoir dans le texte constitutionnel une simple référence à la Convention européenne des droits de l’homme. Cette proposition ne fut pas adoptée car l’Espagne n’avait pas encore ratifié le texte de ladite Convention. En tout cas, c’est grâce à l’inclusion d’une disposition constitutionnelle (l’article 10.2 CE) obligeant tous les acteurs juridiques à interpréter les normes internes relatives aux droits de l’homme en accord avec les traités internationaux sur la matière que le Tribunal Constitutionnel espagnol, et ensuite le reste des tribunaux espagnols, utilisent la Convention européenne des droits de l’homme et la jurisprudence de la Cour de Strasbourg comme règle d’interprétation des normes constitutionnelles, incorporant ainsi à l’ordre juridique interne le droit européen en matière des droits de l’homme. L’attitude critique envers cette incorporation est très récente. Par exemple, il y a eu quelques cas, encore rares, lors desquels le Tribunal Constitutionnel a rejeté l’application du niveau de protection conventionnelle en le considérant inférieur au niveau interne. Néanmoins, pendant presque tout ce temps les tribunaux espagnols ont utilisé la règle conventionnelle de manière non critique, faisant appel implicitement à la légitimité européenne pour placer le standard conventionnel de protection des droits comme standard interne entièrement applicable, en oubliant Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 190 L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne qu’il s’agit, selon les dispositions de la propre Convention et de la jurisprudence de Strasbourg, d’un standard commun minime de protection que le droit interne peut toujours dépasser. Deuxièmement, l’Europe fut présente aussi dans la Constitution de 1978 comme source d’expérience. Cette catégorie correspond à toutes les occasions au cours desquelles les décisions constituantes espagnoles au sujet de l’organisation des pouvoirs se sont inspirées de celles qui avaient été prises auparavant dans d’autres pays européens – la plupart dans les nouvelles constitutions approuvées à la suite de la Seconde Guerre Mondiale. Ici les exemples sont multiples. Pour parler uniquement des influences les plus évidentes, il faut citer: l’exemple des constitutions scandinaves en ce qui concerne la régulation de la monarchie; de la Loi fondamentale de Bonn sur les relations entre le Parlement et le Gouvernement dans le contexte d’un parlementarisme rationalisé et sur les fonctions confiées au Tribunal Constitutionnel; et de la Constitution italienne par rapport à l’établissement d’un organe propre pour la gouvernance des juges, qui dans le cas espagnol a été appelé Conseil général du pouvoir judiciaire [Consejo General del Poder Judicial]. A la différence des occasions lors desquelles l’argument européen fut utilisé dans le processus constituant comme source de légitimité par rapport à l’idée de démocratie elle-même ou des droits de l’homme, une perspective critique fut incorporée dans les arguments des débats constituants pour discuter si il convenait ou non de prendre d’autres pays européens certaines options d’ingénierie constitutionnelle. Cette attitude critique fut manifeste surtout dans les interventions des groupes minoritaires qui s’opposaient à importer d’autres pays européens quelques-unes de ces techniques: par exemple, dans le cas de la motion de censure constructive importée de la Loi fondamentale de Bonn, en faisant remarquer la méfiance que cette régulation avait suscitée en Allemagne, ou en soulignant les dysfonctionnements qu’une préoccupation excessive pour la stabilité gouvernementale, au détriment des fonctions de contrôle du Parlement, pourrait produire dans le cas espagnol. Néanmoins, lorsque les débats au sujet de la conception institutionnelle se rapportaient plus intensément sur la protection des droits fondamentaux (comme, par exemple, au moment d’importer de l’Allemagne la procédure de “protection” [amparo] des droits auprès du Tribunal Constitutionnel), les arguments critiques diminuèrent, la vision de l’Assemblée se rapprochant à ce que nous avons appelé l’idée de l’Europe comme source de légitimité. Troisièmement, il faut souligner le rôle de l’idée de l’Europe comme facilitateur de l’intégration dans les institutions supranationales du continent, c’est à dire le Conseil de l’Europe et Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 191 fondamentalement, l’Union Européenne. Bien que, paradoxalement, l’Union (à ce moment-là appelée Communauté) Européenne ne soit pas mentionnée explicitement comme telle dans le texte constitutionnel, la pensée généralisée était que de homogénéiser la Constitution espagnole avec celle d’autres pays européens représentait non seulement une condition sine qua non pour atteindre la démocratie, mais aussi un élément facilitateur de la future intégration de l’Espagne dans les organisations européennes. Cela fut, probablement, une raison de plus pour aligner le texte constitutionnel sur ceux qui étaient en force à ce moment-là dans d’autres états du continent. Plus elle ressemblerait aux autres constitutions, plus facile et plus rapide serait l’intégration. Dans la conscience de l’opinion publique de l’époque, les idées de “démocratie”, “état de droit” et “Europe” signifiaient pratiquement la même chose. Cette identité permettait d’affirmer que, en approuvant la nouvelle Constitution, non seulement la démocratie était restaurée en Espagne, mais aussi que les bases d’une future intégration dans les organisations européennes étaient créées. La Constitution servait en même temps les deux objectifs, qui dans la pratique étaient indistincts. Le Président de la Commission Constitutionnelle de la Chambre des Députées souligna lui-même cette idée le jour de l’ouverture des débats constitutionnels: lors du discours inaugural des sessions, il dit que la Constitution “allait permettre notre intégration définitive en Europe”. Et elle émergea de nouveau, à la fin de tout le processus parlementaire, le jour de la dernière votation du texte de la nouvelle Constitution au Congrès, lorsque sur invitation du Président de la Chambre, la votation finale fut précédée d’une chaleureuse ovation à la représentation du Parlement Européen qui avait été invitée à l’acte. En général, il est possible d’affirmer que l’Europe fut la principale référence du processus constituant espagnol de 1978 dans pratiquement tous les aspects essentiels de la Constitution, avec la seule exception du modèle d’organisation territoriale, pour laquelle un système sui generis fut adopté, qui par la suite serait appelé l’État des autonomies, malgré le fait d’avoir des exemples qui aurait pu aussi exercer sur ce point une influence considérable (essentiellement, celle des états fédéraux européens). À l’exception unique de l’aspect territoriale, l’influence européenne dans la Constitution déplaça celle que les textes constitutionnels qui avaient été en vigueur en Espagne aux 19ème et 20ème siècles auraient pu avoir. Les Constitutions espagnoles précédentes (neuf, dont la première fut celle de Cadix de 1812 et la dernière celle de la IIème République de 1931) étaient généralement considérées par les groupes majoritaires de l’assemblée constitutionnelle comme des modèles qui avaient échoué, Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 192 L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne avec très peu à dire face aux concepts constitutionnels européens qui fonctionnaient. En définitive, la Constitution espagnole de 1978 fut rédigée avec l’Europe et les pays européens comme modèle de la démocratie qu’il fallait instaurer en Espagne. Les mots utilisés par Tony JUDT pour décrire le changement d’attitude des élites politiques des pays riverains du nord de la Méditerranée lorsqu’ils ont initié leurs respectives transitions vers la démocratie au cours du dernier tiers du XXème siècle sont tout à fait applicable au processus constituant espagnol: ceux qui à l’époque avaient “regardé résolument en arrière, regardait maintenant vers le nord. Il semblait que la géographie avait vaincu l’histoire”. L’EUROPE ET LA REFORME DE L’ARTICLE 13 CE (1992) L’Europe fut aussi protagoniste de la première réforme constitutionnelle espagnole, quinze années après son approbation, bien que cette fois-ci, contrairement au processus constituant de 1978, cela fut la conséquence obligée de la situation de l’Espagne en tant que membre de la Communauté Européenne (ainsi dénommée en ce temps) à laquelle elle avait adhéré en 1986 sans avoir à réaliser aucune réforme constitutionnelle. En 1992, lors de l’approbation du Traité de Maastricht établissant la nouvelle Union Européenne, le gouvernement espagnol a consulté le Tribunal Constitutionnel pour savoir si la Constitution devait être réformée avant de ratifier le Traité. L’obstacle n’était pas le transfert de souveraineté recueilli dans le Traité, sinon l’un des droits que le Traité associait à la nouvelle citoyenneté de l’Union, notamment le droit attribué aux citoyens européens résidants dans un autre état membre de voter dans des élections locales du pays de résidence. La Constitution espagnole contenait une contradiction claire par rapport au Traité. L’article 13 CE envisageait la possibilité de que les “étrangers” - citoyens européens ou non – pouvaient, exceptionnellement et s’ils satisfaisaient à certaines exigences, voter dans les élections locales, mais uniquement dans l’exercice du droit de suffrage “actif”. Pourtant, le Traité établissait explicitement les aspects actif et passif de l’exercice de ce droit. Quoique la contradiction avec la Constitution fût évidente, une partie considérable de la doctrine espagnole, et le gouvernement luimême, pensait qu’une réforme constitutionnelle n’était pas nécessaire. L’argument principal était que l’adhésion de l’Espagne à la Communauté Européenne situait les normes de la Communauté audessus même de la Constitution nationale, une idée clairement inspirée par la doctrine de la suprématie du droit communautaire du Tribunal de Justice de l’Union Européenne, mais qui n’avait pas été acceptée par le Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 193 Tribunal Constitutionnel espagnol. Dans cette perspective, pour que le droit de l’union prévaille, l’habilitation prévue dans la Constitution ellemême (à l’article 93 CE) suffisait, moyennant une loi organique et sans besoin de réforme constitutionnelle, pour transférer aux organismes internationaux les “compétences dérivées de la Constitution”. Finalement, la question fut soumise par le gouvernement au Tribunal Constitutionnel, qui se prononça en déclarant que la ratification du Traité exigeait la réforme préalable de la Constitution, dans laquelle il suffisait de rajouter les mots “et passif” à côté de la reconnaissance de la possibilité de suffrage “actif” pour les étrangers dans les élections locales. Curieusement, ni le gouvernement ressentit le besoin de consulter le Tribunal Constitutionnel au sujet de la compatibilité d’aucun autre aspect du Traité avec la Constitution, ni le Tribunal ressentit non plus le besoin de répondre à des questions qui ne lui avaient pas été posées. En effet, l’autre droit électoral des citoyens européens consacré dans le Traité avec le droit de suffrage dans les élections locales – le droit de suffrage dans les élections au Parlement européen - n’a même pas été l’objet de déclaration du Tribunal Constitutionnel, et cela malgré le fait qu’à ce moment-là, et encore de nos jours, le suffrage dans les élections locales (pas dans les européennes) est la seule exception prévue par la Constitution en attribuant le droit de participation politique exclusivement aux espagnols. Suite à la déclaration du Tribunal Constitutionnel, la réforme de la Constitution a été effectuée rapidement moyennant une procédure de lecture unique dans les deux chambres du parlement et pratiquement sans débat. En définitive, par rapport aux réformes constitutionnelles importantes réalisées dans d’autres états membres à cause de l’adhésion à l´Union Européenne, ou à l’occasion des modifications successives des Traitées européens, la seule réforme constitutionnelle effectuée en Espagne, jusqu’en 2011, fut la réforme très limitée de l’article 13 CE relative au suffrage local passif des étrangers. Et cela malgré les changements très importants qui ont eu lieu pendant tout ce temps au sein de l’Union. Et non seulement cela: en 2005, lorsque le projet échoué de Constitution Européenne fut approuvé, le gouvernement espagnol, avant de procéder à la faire ratifier par le parlement (et la soumettre à un référendum), a demandé de nouveau l’avis du Tribunal Constitutionnel au sujet de la compatibilité du projet avec la Constitution espagnole. Dans sa déclaration, le Tribunal a établi que cette fois une réforme de la Constitution espagnole n’était pas nécessaire préalable à la ratification de la Constitution européenne, car il ne voyait aucune contradiction entre les deux. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 194 L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne L’EUROPE ET LA REFORME DE L’ARTICLE 135 CE (2011) Le 16 avril 2004, José Luis Rodríguez Zapatero obtint pour la première fois la confiance du Congrès des Députées et fut investi Président du gouvernement. Dans son discours d’investiture devant la Chambre il avait inclus une proposition de réforme constitutionnelle au programme du gouvernement qu’il voulait former. La réforme comprenait quatre points: l’abrogation de la préférence de l’homme sur la femme dans l’ordre de succession au Trône, une nouvelle régulation du Sénat comme chambre de représentation territoriale, la mention expresse dans le texte constitutionnel des dix-sept communautés autonomes et les deux villes autonomes qui avaient été établies en Espagne, et l’introduction dans la constitution, comme dans d’autres textes constitutionnels européens, d’une “clause Europe”, donnant une légitimité constitutionnelle à l’intégration de l’Espagne dans l’Union Européenne. Malgré le fait qu’aucune de ces réformes n’a provoqué la méfiance, sur le fond, des groupes politiques présents au parlement, aucune n’a pu être approuvée. L’impossibilité de susciter le consensus nécessaire autour de l’importance du projet empêcha qu’il puisse être approuvé. En 2008, quatre années plus tard, le Président du gouvernement lui-même admit l’échec de son initiative lorsqu’il demanda pour la deuxième fois la confiance parlementaire pour former un gouvernement. À cette occasion il reconnut qu’il ne pensait plus à la possibilité de réaliser la réforme constitutionnelle, qui était donc considéré comme rejetée. Et pourtant, ce fut lors de son deuxième mandat comme Président du gouvernement que la seconde, et pour le moment la dernière, réforme de la Constitution de 1978 allait être réalisé. Cette réforme de septembre 2011 a été aussi conditionnée, de façon claire, par “l’Europe”. Certes, la scène politique de 2011 était difficile à imaginer quelques années auparavant: l’aggravation de la crise bancaire internationale avait eu des conséquences dramatiques pour tous les états membres de l’Union, surtout dans les pays qui avaient adopté l’euro comme monnaie commune, certains desquels, soumis à la grande pression des taux d’intérêts très élevés qu’ils devaient payer pour leur dette souveraine, ont été ou bien “sauvés” par les institutions européennes ou les autres états membres, ou bien obligés d’établir de nouveaux gouvernements de caractère technocrate comme unique voie pour mettre en place des mesures d’ajustement draconiennes. Dans ce contexte de crise économique internationale, le Président du gouvernement, terriblement affaibli, annonça en juillet 2011 qu’il allait dissoudre le Parlement en septembre et convoquer des élections générales anticipées. Mais quelques semaines avant la dissolution prévue Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 195 du parlement, le gouvernement annonça par surprise une réforme constitutionnelle, avec le soutien du groupe majoritaire de l’opposition. La réforme allait complètement changer le sens de l’article 135 CE, introduisant dans la Constitution une clause de stabilité budgétaire dans les termes exigés par l’Union européenne, clause qui serait appliquée non seulement au budget général de l’état espagnol mais aussi aux communautés autonomes et aux gouvernements locaux, qui jusqu’à ce moment avait joui d’une grande autonomie financière pour la gestion de leurs propres budgets. Selon le nouvel article 135 CE, le principe de “stabilité budgétaire” est applicable aux actions de toutes les administrations publiques espagnoles. L’état est autorisé á établir, moyennant une loi organique, le déficit structurel maximum permis à l’État et aux Communautés Autonomes, et les entités locales doivent présenter un équilibre budgétaire. Le nouvel article stipule aussi que le paiement des crédits de la dette publique de toutes ces administrations profitera d’une priorité absolue. L’insertion dans la Constitution du mandat de stabilité budgétaire a été la conséquence de la pression des autorités de l’Union Européenne, de certains de ses membres les plus importants (en particulier l’Allemagne) et des organismes financiers internationaux, qui ont dicté cette politique d’ajustement face au risque que la crise financière de certains des états membres de l’union qui partagent une monnaie commune puissent contaminer toute l’Europe. En outre de l’inclusion dans la Constitution elle-même des mesures demandées par l’Europe, la réforme constitutionnelle a établi le principe de subordination de la politique fiscale espagnole aux desseins de l’Union, introduisant pour la première fois une mention expresse de l’Union Européenne dans le texte constitutionnel. Donc, le nouvel article 135 CE précise que le déficit structurel de l´État et des Communautés Autonomes ne peut pas dépasser les marges établies par l’Union Européenne pour ses états membres et que l’ensemble de la dette publique espagnole ne peut pas dépasser la valeur de référence établie dans le Traité de Fonctionnement de l’Union Européenne. Non seulement l’influence européenne a-t-elle conditionné les nouveaux principes financiers de la Constitution et réussi, pour la première fois, à ce que la Constitution transfère expressément à l’Union des décisions de politique financière qui jusque-là était confiée aux gouvernements et parlements de la nation et des Communautés Autonomes. En outre, elle a imposé un rythme insolite au propre processus de mise en marche de la réforme, qui fut proposée, débattue, approuvée et est entrée en vigueur en un temps record. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 196 L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne En effet, la proposition de cette “réforme express” a été déposée au Congrès vendredi 26 août 2011, et six jours plus tard, le 2 Septembre, elle avait été débattue et approuvée. Au Sénat la formalité a été plus rapide (seulement cinq jours) et bien qu’il ait fallu attendre quinze jours de plus pour que la réforme entre en vigueur, cela a été du tout simplement au fait que la Constitution établit ce délai au cas où une dixième des membres d’une des deux chambres du parlement exige un referendum. Comme le nombre de membres n’a pas été suffisant, le referendum n’a pas été convoqué. Un des groupes parlementaires du Congrès à interjeté un recours d’inconstitutionnalité au Tribunal Constitutionnel, alléguant que la réforme constitutionnelle moyennant une procédure d’urgence et de lecture unique, avec de si courts délais, portait atteinte à leur ius ad officium en tant que parlementaires. Pourtant, le Tribunal Constitutionnel a considéré que la plainte était si peu importante qu’une décision sur le fond de la question n’était pas nécessaire, et n’a pas admis le recours, confirmant de cette manière la réforme. CONCLUSION “L’Europe” et les arguments fondés sur l’européisme ont joué un rôle très important dans les trois processus constitutionnels qui ont eu lieu en Espagne depuis la chute du franquisme, c’est à dire dans le processus constituant qui aboutit à l’approbation de la nouvelle Constitution de 1978 et dans ses deux uniques réformes jusqu’à présent, celle de 1992 et celle de 2011. Tous les trois ont été, d’une manière ou d’une autre, influencés, conditionnés ou même déterminés par l’idée européenne. Pendant la transition, l’identification entre l’européisation de l’Espagne et la démocratie, présente dans l’opinion publique espagnole cultivée depuis au moins la fin du 19éme siècle, convertit l’ouverture vers l’Europe en un des signes d’identité de la nouvelle constitution de 1978. Par la suite, dans un contexte juridique de grande rigidité constitutionnelle, la difficulté politique à créer de nouveau le consensus atteint pendant la transition à la démocratie et la crainte de rouvrir les sujets qui n’avaient pas été complètement résolus lors du processus constituant ont bloqué pendant des années des réformes constitutionnelles nécessaires. Seul le besoin de s’adapter aux principes européens, d’abord avec l’approbation du Traité de Maastricht (1992), et plus récemment, en allant au-devant de la signature du Traité de stabilité, coordination et gouvernance du mois de mars 2012, a réussi à faire fructifier en Espagne des projets de réformes constitutionnelles, qui pourtant ne s’adressent pas encore aux autres problèmes internes d’une importance au moins égale. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Angel Rodriguez 197 En Espagne, accomplir les exigences européennes semble être le seul moyen de susciter le consensus politique suffisant pour réformer la Constitution. Pourtant, il y a des différences claires entre ces trois processus, de même qu’il existe une différence entre l’idée de l’Europe qui prédominait dans l’opinion publique espagnole de 1978 et celle qui existe de nos jours, trente-cinq ans plus tard. Déjà pour la réforme de 1992 et surtout pour la plus récente de 2011, le simple appel à l’Europe comme argument d’autorité n’a pas été suffisant pour empêcher la naissance de positions critiques envers la réforme, qui certes existaient pendant la transition mais beaucoup moins et seulement par rapport avec ce que nous avons dénommés auparavant l’argument européen comme source d’expérience. Contrairement à ce moment-là, ce qui est en jeux à présent c’est l’argument européen comme source de légitimité. Au moins un paradoxe important peut être observé dans tout ce processus: l’impossibilité d’incorporer dans le texte de la Constitution espagnole, que cela soit dans la version originale de 1978, avec la succincte réforme de 1992, ou à la suite de l’initiative échouée de 2004, une mention expresse de l’Union Européenne. Cette incorporation a dû attendre jusqu’à la réforme de 2011, et pour l’instant elle est toujours la seule. À présent, l’Europe avec laquelle les espagnols identifiaient il y a quelques années la liberté et leurs aspirations démocratiques a trouvé une place dans le texte de la Constitution Espagnole. Mais seulement en tant que gardienne de la stabilité budgétaire. BIBLIOGRAPHIE Les grandes démocraties, Constitutions des Etats-Unis, de l'Allemagne, de l'Espagne et de l'Italie, Textes présentés par Ferdinand Mélin-Soucramanien, Armand Colin, Dalloz 2005. L'Union européenne àpres le Traité de Lisbone (ratifié par la France le 14 février 2008), Gualino, Paris 2008. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 FRANSA’DAKİ MALİ KRİZİN ANAYASAL SONUÇLARI* (CONSTITUTIONAL EFFECTS OF THE FINANCIAL CRISIS IN FRANCE) Benoît Jean-Antoine Rouen Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi/ Lecturer in public law at the University of Rouen ÖZET Mali krizlerin Anayasa hukuku üzerindeki etkisi Fransa’da yeni değildir. Tarih, kriz dönemlerinin temel metinlerdeki hükümleri değişikliğe götürdüğünü göstermektedir ki bunlardan en önemlisi Eski Rejimin sonunda meydana gelen mali krizin siyasal ve hukuksal sonucu olan 26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’dir. Bununla birlikte Anayasa hukuku ile Kamu maliyesi disiplinlerinin kavşağında duran güncel kriz 2008’den önce başlayan bütün bu geniş reformları açıklamıyor. Kamu harcamalarına olabildiğince hâkimiyet iradesi bu şekilde “Fransa’nın yeni mali anayasası” sayılan 1 Ağustos 2001 tarihli Mali kanunlara ilişkin organik kanun ile krizden birkaç ay önce yapılan 2008 anayasal değişikliğinden çıkmaktadır. Ancak, bu son krizden kaynaklanan artan dengesiz kamu harcamalarındaki bozukluk karşısında, anayasal bir “altın kural”ın düzenlenmesine ilişkin tartışma bir önceki hükümetin arzusuyla ertelenmiştir; Alman anayasal hükmü dikkate alındığında ise bu kamu gelir ve harcamaları dengesinin sağlanması hedeflenmektedir. Ancak bu iyiniyetlerin bir etkisi olmadı. Anayasal metinde olsun, Anayasa Konseyi’nin içtihatlarında olsun, krizin etkisi paradoksal bir biçimde hâla zayıftır. Anahtar sözcükler: Fransa, mali kriz, kamu maliyesi, Anayasa hukuku ABSTARCT The impact of financial crises on constitutional law is not new in France. History shows that periods of crisis have often resulted in the development of basic textual provisions, the most emblematic being the * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 200 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları Declaration of Rights of August 26, 1789, legal and political consequence of the financial crisis at the end of the “Ancien Régime”. The current crisis does not explain the whole reform movement, which began well before 2008, located at the intersection of both disciplines, constitutional law and public finance. The will of a larger greater control of public spending is therefore apparent in the organic law on finance laws from August 1, 2001, the new "financial constitution of France" and in the constitutional revision of 2008, a few months before the crisis. However, given the increased degradation of public accounts, the debate was revived with the previous government’s wish to include in the constitution a "golden rule" just like the German constitutional rule. It would have been intended to restore the balance between revenue and expenditure. These good intentions have not yet been acted upon. Whether in the constitutional text itself or in the jurisprudence of the Constitutional Council, the impact of the crisis remains, even today, paradoxically low. Keywords: France - financial crisis – Public Finance - Constitutional Law *** Beni bugün önünüze getiren tebliğin konusu “Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları”, zengin bir konu. Aslında, içinden geçtiğimiz bu zor mali duruma ayak uydurabilmek için temel yasayı değiştirmenin yerinde olup olmadığı hakkındaki tartışmalar Fransa’da oldukça fazla. Bununla birlikte, bu doğrulamayı incelemeye geçmeden önce birkaç sözcükle hatırlatalım ki mali kriz ile anayasa hukuku arasındaki ilişki Fransa için yeni değildir. Gerçekten de, Anayasa tarihi ile maliye tarihi birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. İlki, zaten ikincisinin kargaşasından doğmuştur. Fransa’da anayasa hukukunun ilk ortaya çıkışı tam da bir mali kriz sonucudur: Eski Rejimin sonundaki bu mali krizin şiddeti 1789 devrimine yol açmıştır. Bu son derece harap mali durumun nedenleri çoktur (Fransa’nın Amerikan bağımsızlık savaşına katılımının bedeli, Sarayın müsrifliği, alınan borçların çokluğu, vergi sisteminin eşitsizliği). Krizi çözebilmek için Kral, yeni bir vergi –arazi vergisi-koymak ve bunu yetkileri sınırlı ve eski toplumun 3 sınıfını temsil edenlerden oluşan Genel Meclis’e kabul ettirmek ister: Soylular, Ruhban sınıfı ve Üçüncü Sınıf –ki tek başına halkın %98’ini oluşturuyordu-. Monarşinin mali yönetiminin yeniden tartışma konusu yapılması öylesine şiddetli olacaktır ki Üçüncü Sınıf (diğer sınıflardan birkaç kişi de katılacaktır) önce Ulusal Meclis, ardından da Ulusal Kurucu Meclis olarak toplanacaktır. Bu yeni meclisin ilk eylemi gücünü güçlü bir işlemle sürekli kılmak amacıyla vergi koyma imtiyaAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 201 zını ele geçirmek olacaktı. 17 Haziran 1789 tarihli bu yasama gücündeki kararname böylece, kamu maliyesini anayasa hukukuna: “…Ulusun temsilcilerinin resmi rızası olmaksızın krallıkta alınan tüm vergi ve harçlara karşı ilelebet kutsal anayasal (bir) ilke(yle)” 1 sabitleyecektir. Ardından Meclis, birbirini izleyen krallar tarafından ulusun açık rızası olmaksızın konulan önceki (Eski Düzen’in) vergileri yasadışı ilân edecektir. Vergiye rıza anayasal ilkesi birkaç hafta sonra, 17 Haziran kararnamesinden (yalnızca yasama) daha üst bir hukuksal değerdeki metne hasredilecektir ki şu anki anayasa bloğunun bir parçası teşkil ettiğinden Fransa’da hep uygulanagelmiştir. Bu, 26 ağustos 1789 İnsan ve Yurtaş Hakları Beyannamesidir. Beyannamenin 14. maddesi: “Bütün yurttaşlar bizzat veya temsilcileri aracılığıyla verginin gerekliliğini tespit ile bunu serbestçe kabul etme, bu vergilerin kullanımını gözlemleme ve verginin miktarını, matrahını, tahsil şekli ve süresini saptama hakkına sahiptir.” demektedir. Haklı olarak denilebilir ki: “modern anayasa hukuku netice itibariyle belli bir siyasi eğitim düzeyine ulaşan halkların, kralın daha kendilerinden vergi talep etmesinden önce, temsilcileri vasıtasıyla fikirlerinin alınması talebinden çıkmıştır.” 2 1789’dan sonraki anayasal metinlerin çoğunda eğer mali hükümler (çoğunlukla vergi yahut bütçe konularında) var ise de, çok azı doğrudan bir mali krizden doğmuştur. Bununla birlikte üç tanesini burada zikredebiliriz: -Hikâye gibi ama ilginç. 22 Ağustos 1795 (5 fructidor III) tarihli Cumhuriyet Anayasasının Direktuar düzeninin kurumlarını düzenleyen 68. maddesi meclislerin üyelerinin “miryagram buğday” olarak yıllık bir harç almalarını düzenliyor. Temsilcilerin ödemeleri kental tahıl olarak almaları o dönemdeki ağır devalüasyonla –ki “asinya” denilen kâğıt paranın hiçbir değeri yoktu- ve sonuç olarak Fransa’nın iflas durumu ile açıklanmaktadır. -4 Kasım 1848 Anayasasının (II. Cumhuriyet) başlangıcı Cumhuriyetin amacı olarak “yükümlülüklerin ve kazanımların gittikçe daha adil bir dağılımını temin etmek üzere kamu harcamaları ile vergileri kademeli olarak azaltarak herkesin refahını artırma(yı)” öngörmüştür (m. I). Bu önlem, daha bütçede tasarruf hedefinden önce, sıkı gelir gider dengesine yakın şaşırtıcı bir anayasallaştırmadır. Söz konusu önlem, uygulamada, işsiz işçilerin istihdam edildiği kamu hizmetleri olan ulusal atöl1 J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets, Ordonnances, Règlements, et avis du Conseil d’État, depuis 1788 par ordre chronologique, Guyot et scribe, Paris, 1824, pp. 27 et 28; Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J. Mavidal/E. Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799), t. VIII, séance du 17 juin 1789, p. 128. 2 J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933, p. 791. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 202 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları yelerin kurulmasıyla başdöndürücü bir şekilde artan kamu harcamaları ile açıklanıyor. Bu sorunu çözebilmek içinse doğrudan vergiler %50 artırılıyor (frank başına “45 santim” ek vergiyle). Yani bu anayasal madde, söz konusu müsrif siyasete tepki olarak kaleme alınıyor. 1848 Anayasakoyucularının getirdiği bu “ucuzcu hükümet” 3 buna rağmen teorik kalacak ve bütçe açığı, izleyen yıllarda da devam edecektir. -Nihayet son örnek, III. Cumhuriyet Anayasasında (1875 anayasa değişikliği kanunları) “Milli Savunma bonoları ve kamu borçlarının ödenmesi yönetimi Sandığı”nın4 özerkliğine hasredilen ve tamamen mali nitelikte bir anayasal değişiklik olan 10 Ağustos 1926 tarihli kanundur. Bu özel hüküm 1. Dünya Savaşının yol açtığı borçların geri ödenmesi ve güçlü bir frankın yeniden getirilmesi amacıyla, bir mali kriz bağlamında kaleme alınmıştır. Bu metin, geri ödemeler Sandığı’nı siyasetin müdahalelerinden koruyarak, Devlet alacaklılarının korunmasını, dolayısıyla kamu borçlarının teminat altına alınmasını teknik olarak düzenlemektedir. Metin, Sandığı neredeyse “dokunulmaz” bir anayasal düzeye çıkartarak ödeneğini, farklı amaçlarla kullanılmaması amacıyla Parlamentonun yıllık bütçe oylamalarından ayırmaktadır. Sandık 30’lu yıllara kadar Fransa’nın borçlarının büyük bir kısmını ödeyecek –dolayısıyla varlık nedenini yitirecek- ve yeni bir mali kriz nedeniyle fonları kademeli olarak devlet bütçesine aktarılacaktır. Bu tarihi değerlendirmeler, kamu erklerinin mali konularda kendi kendilerini sınırlama yöntemlerinin anayasallığı konusunun, Fransa’daki son mali krizden kaynaklı “altın kural” tartışmalarından çok önce de – özellikle 1848 ve 1926 metinlerinde- var olduğunu gösteriyor (bkz. aşağıda). Geçmiş uygulamalar, şaşırtıcı bir şekilde günümüzdeki sorunlara yakın gözüküyor. Bununla birlikte 2008 riskli ipotek kredileri krizinden [Crise des subprimes/Subprime mortgage crisis – ç.n.] doğan şu anki 3 İlk değişiklik sırasında temsilci Bauchart tarafından kullanılan bir terimdir, in Compte Rendu des Séances de l’Assemblée nationale, Noblet, Imprimerie de l’Assemblée nationale, Paris, 1849, t. III, 7 septembre 1848, p. 842. 4 10 Ağustos 1926 T. Anayasanın kısmen değiştirilmesine ilişkin kanun: “25 Şubat 1875 tarihli ve kamu erklerinin düzenlenmesine dair anayasa değişikliği kanunu şu maddeyle tamamlanmıştır: Milli Savunma bonolarının ve kamu borcunun ödenmesi yönetimi Sandığı’nın özerkliği anayasal niteliktedir. Milli Savunma bono ve tahvillerinin tamamen ödenmesine değil aşağıdaki kalemler Sandığa tahsis edilecektir: I) Tütün satımı net gelirleri; 2) Miras hakkının ilk intikalinde istisnai olarak alınan ek vergi ve gönüllü vergi gelirleri; 3) Yukardaki kaynakların Sandık’ça yönetilen bonoların ve hazırlanan tahvillerin ödenmelerinin temin edilemesinde yetersizliği durumunda bütçede en azından bir yıllık ödeme öngörülmüştür.” Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 203 mali krizin, geçmişte olduğu üzere bir anayasal etkisinin olup olmadığı sorulabilir. Şu anki mali kriz, gerçekten de, kamu erklerince kamu maliyesinde çok önceden başlatılan büyük reformcu hareketi açıklamıyor (I. Bölüm). Ancak bu kriz gene de anayasa değişikliği süreci ve artan kamu harcamalarının önüne geçmenin etrafında yapılan tartışmaları yeniden başlattı (II. Bölüm). Son üç yılın bir sonucu olan anayasal değişiklikler, gene de zayıf kalıyor (III. Bölüm). I. Krizden önceki reformcu bir hareket Kamu gelirlerinin daha iyi kullanımına doğru giden hükümlerin varlığı Fransa’da yeni değildir. Bu, krizden bağımsız ve hatta bütçede tasarruf iradesinden ayrı bir bağlamda olabilirdi. Kamu harcamalarının daha iyi ve daha etkili bir şekilde yapılabilmesini hedefleyen bu reformcu harekete Fransa’da tam olarak 2001 yılında (yani krizden çok önce) başlandı. Gerçekten de 1975’ten beri dengede olmayan bütçedeki açığın büyümesi, daha krizden önce endişe verici idi. Şu son otuz yılda kamu kuruluşlarının bütçe açıkları hiçbir zaman GSYİH’nın %1, 5’uğundan [Gayri Safi Yurt İçi Hasıla – ç.n.] aşağı olmamış idi, ki on yıldır bu aşılmış durumdadır5. A. Parlamenterlerin mali yasalar önerme reformu Şu anki V. Cumhuriyet Anayasasının 40. maddesi Parlamentonun mali gücünü sınırlaması iradesi açısından dikkat çekici bir örnektir. 1958’den beri Anayasada olan bu madde: “Parlamento üyeleri tarafından; kabul edilmeleri durumunda kamusal kaynakların azalması, yeni bir kamusal yükümlülük yaratılması ya da böyle bir yükümlülüğün ağırlaştırılması sonucunu doğurabilecek kanun teklif ve değişiklikleri kabul edilemez.” demektedir. Parlamenterlerin mali yasalar önerme hakkının bu sınırlanması Fransa’da (ki şu anki Türk Anayasasının 163. Maddesine6 yakındır) olduğu üzere aklileştirilmiş parlamenter rejimin özelliğidir. Bu hüküm 1958 anayasakoyucusunun; önceki dönemlerde parlamenterlerin gereksiz, demagojik ya da seçim propagandası türünden 5 6 Verilen sayılar için bkz. J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011, p. 7. “Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek miktarın sınırını gösterir. Harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararıyla aşılabileceğine dair bütçelere hüküm konulamaz. Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile bütçede değişiklik yapmak yetkisi verilemez. Carî yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik tasarılarında ve carî ve ileriki yıl bütçelerine malî yük getirecek nitelikteki kanun tasarı ve tekliflerinde, belirtilen giderleri karşılayabilecek malî kaynak gösterilmesi zorunludur.”. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 204 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları harcamalar yaratma eğiliminde oldukları düşüncesinden hareket ediyor. Söz konusu madde 2001’den bu yana dikkatleri üzerinde toplamıştır. Fransa’nın, devletin maliyesini düzenleyen yeni “mali Anayasa”sı olan 1 Ağustos 2001 tarihli Mali kanunlara ilişkin organik kanun (MKOK) [La Loi organique relative aux lois de finances/LOLF – ç.n.] ise tam tersine, Anayasanın 40. maddesinin esnek yorumu sayesinde “kamu yükümlülüğü” kavramını büyük kredilere bağlayarak parlamenterlerin mali değişiklikler önerme hakkını genişletme eğilimine gideceklerdir (m. 47) 7. 20088 Anayasa değişikliklerinin (ki yalnızca mali hükümlere dokunmuyordu) başlangıcında, 2007 Ekim’inde, kurumlar reformu üzerinde çalışmakla görevli Baladür Komitesi 40. maddeyi biraz daha yumuşatacak bir madde üzerinde çalışacaktır. Komite 32 no’lu önerisinde kamu yükümlülüklerini kendi aralarında dengelemek olasılığını salık veriyordu ki, kamu gelirlerinde önceden bu mümkün değildi. Ancak Hükümet bu öneriyi dikkate almayacaktır. Birkaç ay sonra, –söz konusu 40. maddeyi bizzat uygulayacak olan- Ulusal Meclis ile Senato mali komisyonlarının başkanları Le Monde gazetesinde bir makale yayınlayarak Anayasanın 40. Maddesinin kaldırılmasını önerdiler9. Parlamenterlere “bütçe konularında tam sorumluluğun” tanınmasını istiyorlardı. Gerçi bu anayasal madde, art arda gelen hükümetlerin (yürütme erkinin) 1, 2 trilyon avroya ulaşan kamusal borçları bırakmasını ve kamu harcamalarının GSYİH’yı 20 puan artmasını engelleyemedi: “Bütçesel işlevsellik konusunda Anayasanın 40. Maddesi beklenen etkililiği gösteremedi” 10. Bununla birlikte son mali kriz bu tartışmayı, böylesi bir dönemde artmasından korkulan- parlamenterleri yeniden “bütçebur” görme riskinden ötürü daha “doğmadan öldürüp” unutturmuş görünüyor. Anayasanın 40. maddesi belki de kriz nedeniyle şu hâliyle korundu. B. Kamu harcamalarına hâkimiyetin son zamanlardaki kuralları 1 Ağustos 2001 tarihli MKOK; 7 “Anayasanın 39 ve 40. Maddelerinden, yükümlülükten, misyon kredileri kullanılmasını gerektiren değişiklikleri anlıyor. 8 V. Cumhuriyetin Kurumlarının Yeniden Dengelenmesi ve Modernleştirilmesi için Çalışma ve Öneri Komisyonu”, Une Ve République plus démocratique, rapport au Président de la République, La documentation française, Paris, 29 octobre 2007. 9 J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons l’article 40”, Le Monde, samedi 17 mai 2008 10 J. Arthuis/D. Migaud, agm. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 205 -Olanaklar (1959 tarihli önceki metinden kaynaklı) mantığından, gelişim ve başarı temelli sonuçlar mantığına geçerek, ana harcama hedefleriyle (misyon ve programlarıyla) temsil edilen bir devlet bütçesi öngören, -Bütçe metinleri denli kamu hesaplarına da uygulanabilir bir bütçede doğruluk ilkesi getiren, -Mali komisyonlar ile Sayıştay’ın bütçenin yürütülmesi üzerindeki denetimlerini güçlendiren (özellikle idare nezdindeki haberli ve habersiz denetimlerle) bir kamu harcamalarına hâkimiyet mantığından hareket etmektedir 2007’de başlanan Kamu politikalarının genel olarak yeniden gözden geçirilişi (KPYG) [La Révision générale des politiques publiques/ RGPP - ç.n.] devlet reformunun genel çerçevesinde, MKOK’un devamında yer alacaktır. Bu yüzlerce tedbirden 2 hedef çıkmaktadır: idareleri kullanıcılar (ör. vatandaşlar için tek mali gişe, internet üzerinde vergi beyanında bulunmak) yararına daha iyi düzenlemek ve denk bütçeyi yeniden sağlayabilmek için kamu harcamalarının önüne geçmek (kanuna dayanmayan 3 yıllık bir kılavuz bütçenin hayata geçirilmesi ya da emekliye ayrılacak her iki memurdan birinin yerine bir yenisinin getirilmemesi). Sonuçları denli kendileri de önemli olan MKOK’na da KPYG tedbirlerinin bütünü bununla birlikte anayasaaltı bir çerçeve içinde bulunmaktadırlar. Bununla birlikte 2008 yılında krizden hemen önce, çok yıllı [pluriannuel – ç.n.] bir hükmün yanısıra mali denge kavramını öngören (kanunun uygulama alanını düzenleyen) 34. maddeyle bir anayasa değişikliği gerçekleştirilmişti. –Hâlâ uygulanan- bu metne göre, kamu maliyesini çokyıllı programlayan kanunlar “kamu idarelerinin hesaplarındaki denge hedefinde yer alıyorlar”. Bu metin birçok sakıncayı da içinde barındırıyor. Herşeyden önce burada söz konusu olan, mali planın yaptırımdan yoksun çokyıllılığıdır: Program kanunları yıllık mali kanunlara bir şey dayatmadığı gibi çelişme hâlinde Anayasa Konseyi’nce de denetlenemiyor. Burada söz konusu olan denge, bütçenin değil de kamu hesaplarının dengesidir, yani önceleyen değil sonralayan bir denge. 2010 yılından itibaren, krizden ötürü değiştirilmek istenen hüküm budur. Program kanunları tam da bu anda sınırlarını göstererek başarısız olacaklardır. Sayıştay’ın tespiti de bu yöndedir: “9 Şubat 2009 program kanunuyla belirlenen, harcamaların azaltılmasına ve gelirlerin korunmasına ilişkin kural ve hedefler kriz boyunca isabetlerini korudular ancak uyulmadılar, ki bu da 2010’daki yeniden başlama planının dışında, yapısal açığın ağırlaşmasına etkili oldu” 11. 2009-2012 arası program 11 Sayıştay, Rapport public annuel, Tome 1, 2011, p. 9; J.-L. Warsman, op. cit., p. 24. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 206 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları kanunu daha yürürlüğünden önce geçerliğini kaybetmiş ekonomik varsayımlara dayanıyordu ve boşluklardan yararlanarak kaçırılan vergilerin 1, 9 milyar avroya yükselmesini engelleyemedi12. II. Krizle yeniden başlatılan anayasa değişikliği süreci Kriz, önceden kabul edilen kuralların sınırlarını tespit için bir fırsat olacaktır. Bu kurallar kamu hesaplarının denetimden çıkmasına izin vermedi. 2010 yılında kamu açığı, 136 milyar avronun da üstünde13 GSYİH’nın %7’sine, kamu borçları ise 1 trilyon 717, 3 milyar avroya GSYİH’nun 85, 8’in de yukarısında doruk noktasına ulaşmaktadır14. Bu duruma bir çözüm bulabilmek için, kriz, aynı zamanda anayasaya öncelikli olarak bir “altın kural”ın düzenlenmesi meselesine geri gelme fırsatı da verecektir. A. Anayasal tasarının bağlamsal koz ve riskleri Bugüne kadar kendisine uyulmayan program kanunları, ve bozulmuş bir bütçe bağlamındadır ki kamu maliyelerinin dengesine dair anayasal değişiklik tasarısı sunulmuş ve Parlamentoca kabul edilmiştir. Michel Camdessus çalışma grubunun değerlendirmelerinden esinlenmiş15 bu metin, 34. maddede düzenlenmiş önceki hükümleri daha da sertleştirmeyi önermektedir (bkz. yukarda). Şu var ki bu tasarı yürürlük şartı olan, Kongre’ce henüz onaylanmamıştır (Parlamentonun Versay’da toplanan iki meclisi). Bu –içeriği aşağıda incelenecek olan- “altın kural” tasarısı son Alman anayasa değişikliğinden esinlenmektedir. Almanya’da sayılara dökülmüş bir kural anayasaca düzenlenmiştir. Anayasaya 109 ve 143. Maddeleriyle16 giren hükümler federal yapısal açığın 2016’dan itibaren GSYİH’nın 0, 35’ini geçemeyeceğini ve eyaletlerin yapısal bütçelerinin 2020 yılına değin dengelerini sağlamalarını öngörmektedir. Ancak ilerde göreceğimiz gibi, Fransız metin Almanya’dakinin tersine tam olarak sayılara dökülmüş hükümler düzenlemeyecektir (bkz. aşağıda). Fransız metin bir “altın kural”ı harfiyen değil, yalnızca özüyle ve fikriyle dikkate 12 Adı geçen rapor; J. Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par l’Assemblée nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis Sénat, 8 juin 2011, p. 16. 13 Sayılar için bkz. agm, p. 7. 14 Sayılar UİEÇE’nin (Ulusal İstatistik ve Ekonomik Çalışmalar Enstitüsü/INSEE) sayfasından alınmıştır. 15 M. Camdessus (başkanlığındaki çalışma grubu), Réaliser l’objectif constitutionnel d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010. 16 V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et en Allemagne: convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112, nov. 2010, p. 191. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 207 alacaktır. Bir ayrıntı olarak işaret edelim ki Alman Anayasasının aksine birçok yerde geçen “bütçe krizi” ya da “mali kriz” ifadeleri (özellikle m. 109) Fransız Anayasasında aynı şekilde kullanılmamıştır. Aynı şekilde fransız tasarısını, kriz boyunca bir çok Avrupa mali reformu eşlik etmiş hatta desteklemiştir. Peki bir Avrupa altın kuralı yok mudur? Aslına bakılırsa, 1997 İstikrar ve Büyüme Paktına (ki azami açığı GSYİH’nın %3’ü, borcuysa %60’ı olarak olarak tespit ediyordu) o kadar kötü uyuldu ki Avrupa Parlamentosu 2011 eylül sonunda paktı güçlendirecek bir “6’lı paket”i kabul etti17. Hâlbuki aynı dönemde Avrupa Komisyonu ve Komisyon Başkanı Herman Van Rompuy “altın kural”ın zaruri niteliğine ilişkin kayıtları dile getirmişlerdi; ancak bunların genelleştirilmesini şu yakınlarda talep edenler devlet ve hükümet başkanları oldular. 26 Ekim 2011 tarihli olağandışı Avrupa zirvesi bildirisinde “İstikrar ve Büyüme Paktını ulusal mevzuata uyarlayan bütçe yapısal denge kurallarının, 2012 yılı sonuna değin avro bölgesi tüm üyeler tarafından, tercihen anayasal veya eşdeğer düzeyde kabulü” 18 isteniyordu. Hükümetlerarası bir antlaşma tasarısı 2012 Mart başından bu yana kabul edilmişti. Bu metin, üye devletleri –yeterli onay çoğunluğu sağlandığı takdirde- “altın kural”ı, Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’nın denetiminde, kendi anayasalarına uyarlamalarına mecbur edecektir. Bu “yeni bütçe paktı”; kamu idarelerinin bütçelerinin “dengede veya denge fazlası” (yapısal açığı GSYİH’nın 0, 5’ini geçmeyen) olmasını öngören ve %3’lük açık tavanının altında kalması için otomatik düzeltim mekanizmalarını kuran kesin bir ulusal kuralın düzenlenmesini emredecektir. B. Anayasal tasarının içeriği Yani Fransız tasarısı, Anayasa’da -krizin yanıtlarından birisi olarak- bir “altın kural”ın düzenlenmesi amaçlıdır. Ancak önce bu kavramın anlamında anlaşmak gerekir. Dar olan ilk anlamıyla bir “altın kural”; işleyiş harcamalarından kaynaklanan açıkları yasaklamakta yani yatırım harcamalarını karşılayabilmek için borç alınmasına izin vermemektedir19. Bu tür hükümler Fransız hukukunda yerel yönetimler düzeyinde zaten mevcuttu. Gerçekten Yerel Yönetimler Genel Kanununun L 16124. Maddesi işleyiş harcamalarını karşılayabilmek için borç alınması yoluna gidilmesini yasaklamıştır. Daha geniş ikinci anlamıyla ise bir “altın 17 Aşırı açık sürecini önleyici aşamada olası yaptırımları, denetim ve daha iyi bir bilgilendirme ile yalnızca açığı değil aşırı borçlanmanın hesaba katılmasını da öngören bir “6’lı paket”. 18 bkz., Euro summit statement, 26 octobre 2011, Avrupa Konseyi sitesi. 19 bkz., Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques 2008, site de la Cour des comptes, pp. 68 et s. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 208 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları kural” bütçe dengesine dönüşü sağlayan tüm hukukusal kurallardır; yani söz konusu olan, bu alandaki kamu erklerine20 dayatılan güçlüklerin bütünüdür -gerçek “bütçe otomatiklikleri”- 21. Denge kuralları da denilen bu kurallara göndermede bulunan “Altın kural”ın, geçenlerde yapılan anayasa değişikliği tasarısına ilişkin meclis tartışmalarıyla da bağlantılı bu geniş anlamı, basında olsun, öğretide olsun kendisini kabul ettirmektededir. Böylelikle 1958 Anayasasının 34. Maddesinde, reforma götüren birçok tedbir görüşüldü. Size burada (Kongre’de değil de) parlamenter meclislerce onaylandığı şekliyle sunuyorum: - Mevcut program kanunlarının yerine; “kamu idarelerinin hesap dengelerini sağlayabilmek” amacıyla en az 3 yıllığına kabul edilen “kamu maliyesinin dengesi çerçeve kanunları”nın hazırlanması. Bu çerçeve kanunlar her sene harcamaların tavanını ve gelirlere düşen yeni asgari tedbirleri tespit etmekle yükümlüler. Mali kanunlar ile sosyal güvenlik gelirleri kanunları bu çerçeve kanunlara uymak zorundadırlar. Bu harcama tavanın aşılması durumunda örneğin, Anayasa Konseyi denetim yetkisini kullanabilecektir. Mali kanunlar ve sosyal güvenlik gelirleri kanunları demek ki, “mali hükümler hiyerarşisi”22 gereğince daha tutarlı çerçeve kanununa bağlı olacaklardır. Buna uyulmaması durumunda ise Anayasa Konseyi mali kanunları ya da sosyal güvenlik gelirleri kanunlarını denetleyebilecektir. - Normlar hiyerarşisinde Anayasa ile sıradan kanunlar (ve mali kanunlar) arasında bulunan organik bir kanun bu çerçeve kanunların içeriğini belirlemelidir. - Nihayet, önceden görüşülen Avrupa’nın gerekleri ile ulusal maliyeler arasında uyumu sağlayan yeni bir 88-8. Madde düzenlenmiştir. Hükümet her yıl istikrar program tasarısını, Avrupa kurumlarından önce Parlamentoya bildirmelidir. Sert bir Anayasal “altın kural”dan uzak tasarı, sonuç olarak, içeriği daha sonra organik yasayı koyan tarafından belirlenecek, oldukça bulanık çerçeve kanunlarına göndermede bulunmayı tercih etmektedir; demek oluyor ki söz konusu tasarıyı tüm önemiyle değerlendirebilmek için farklı metinsel aşamaları beklemek gerekecektir23. 20 bkz., F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The insconsistency of optimal plans”, The Journal of political economy, vol. 85, n° 3, juin 1977, p. 487. 21 M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n° 113, fév. 2011, p. VI. 22 J. Arthuis/Ph. Marini, agr., p. 29. 23 bkz., J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire: nécessité ou artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et fiscales, 12 mai 2011. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 209 III. Hâlâ sınırlı anayasal uygulamalarda bir kriz Yakın zamandaki teşebbüslere rağmen, krizin anayasal uygulamaları gerek metinlerin birleştirilmeleri [kodifikasyonu ç.n.] gerekse Anayasa Konseyi içtihatları meselelerinde sınırlı kalacaktır. A. Anayasal değişiklik tasarısının başarısızlığı Fransız anayasal değişiklik tasarısı, daha önceki çalışmalarda ve meclis görüşmelerinde bir çok kereler belirtildiği üzere, doğrudan krizin sonucudur. Oysa tasarı tamamlanmamıştır ve bunun nedenlerini anlamak gerekir. Kriz bağlamı, Camdessus grubunun çalışmalarından itibaren, daha tasarının başında, gelecekteki anayasal tedbirleri haklı göstermek için ileri sürülmüştür: “Çalışma grubu […]krizden çıkışımızın başarısının, ekonomik ve bütçesel ıslah tedbirleri ile kamu maliyesi kurallarının güçlendirilmesinin aynı anda kabulünden geçtiği hususunda hemfikirdir. Güven, ancak böyle, bu çift engelle yüzleşme yeterliğimizde kurulabilecektir.” Bu rapor “neredeyse küreselleşmeye eşlik eden konjonktürel geçiciliği yüksek bir istikrarsızlık bağlamında”, mali mevzuatımızın güç saptanabilir eksikliklerini göstermektedir. Yalnızca bir tek mali mevzuatın pekiştirilmesi, Devlet alacaklılarının güvenini yeniden kurmaya izin vereceği gibi fransızların da “krizden çıkmak için istenen ıslah çabalarına” katkılarını sağlayacaktır24. Yani çalışma grubunun önerilerindeki krizin etkisi gerçek bir etkidir. Hükümet, grubun anayasal değişiklik tasarısı çalışmaları sırasında başka bir şey söylemeyecektir. Gerekçenin, bizzat tasarıyı doğrulayan tanım özetinden çıkan ilk cümlesi göstermektedir ki: “kamu maliyesinin incelenmesi […] Fransa’nın büyük ölçekte bütçesel dengesizliklerle karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır”. Yine de, birçok yıldan beri girişilen reformların devamında yer alan bu etki daha sonra –gene gerekçede- göreceleştirilmiştir; sonraki durum ise yeterince endişe vericiydi: “2008-2009 arası dünyadaki durgunluğın etkisinin ötesinde, kamu hesaplarımızın son otuz yıldır –özellikle büyüme dönemlerinde- yeterince iyi idare edilememesi şu anki bütçe dengesizliklerine götürdü”. Artık söz konusu olan, Fransa’nın durumundaki yapısal dengesizlikler ile krize bağlı konjonktürel dengesizliklerdir. Üstelik bir sosyalist senatör Yves Daudigny, kamuya açık bir oturumda, tasarının gerçekten 2008 kriziyle ilgisinin olup olmadığını soracak ve ironik bir şekilde “herşeyi açıklayacak”tır. Şu soruyu sorar Daudigny: “Hem, hangi krizden söz ediyoruz?”. Gerçekten de anayasal değişiklik tasarısı sırasında sunulan Ulusal Meclis raporlarının ilk cüm24 Camdessus Raporu, age, pp. 7, 39 et 40. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 210 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları lelerine dayanarak, “Mali Komisyonun raporu herşeyi 2008 kriziyle açıklıyor, Sosyal İşler komisyonunki 1983’e atıfta bulunuyor, Yasa Komisyonunun raporu ise 1975 yılına kadar gidiyor… Peki o zaman neden Gustave Flaubert’in Peşin Fikirler Sözlüğü’nde25de bütçe sözcüğünün karşısına “hep açık” diye yazdığı 1850’ye kadar gitmeyelim?” 26 “Krizden ders çıkartmak”, bu ifade özellikle Maliye Bakanı François Baroin tarafından parlamenterler önünde, kamu maliyesinin dengesine ilişkin anayasa değişikliği tasarısını gerekçelendirirken kullandığı ifadedir. Kriz, tartışmaların tam göbeğindedir; çoğunluk, metnin kabulü için durumun ağırlığının dikkate alınmamasını isteyerek muhalefete, muhalefet ise yıllar boyunca ekonomik durumdan bağımsız yapısal açıktan sorumlu tutarak çoğunluğa itiraz etmektedir. Muhalefet Sayıştay’ın yapısal açık sayılarını, kötü konjonktürden bağımsız GSYİH’nın %5’i (tüm kamusal açığın %7, 9’u) olarak rakamlandırdığı 2009 tarihli – ki Fransa krizin tam ortasındayken- bir raporuna dayanmaktadır27. Bunlar mali krizden bağımsız kamu açığının neredeyse 2/3’ünü oluşturmaktadır ve geçmiş yılların kötü yönetimlerinden kaynaklanmaktadır. Muhalefet bu metni oylamayı reddedecek, dahası ona göre, Parlamentonun mali haklarını sınırlayarak, bu faaliyetini çerçeve kanunlara bırakacaktır. Oysa çoğunluk, her meclisin içerisinde muhalefetin yardımı olmaksızın bir metni kabul edebilir, bir anayasa değişikliğiyse ek olarak Kongrenin (Versay’da toplanan milletvekili ve senatörlerin tümü) onayını gerektirecektir ki, üyelerin nitelikli çoğunluğu olan 3/5’iyle dolayısıyla muhalefetin onayıyla gerçekleştirecektir. Cumhurbaşkanı kabul edilme şansı düşük olduğundan, ta baştan Kongreyi toplamayı tercih etmedi. “Altın kural” anayasa tasarısı şimdilik Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle unutulmuş durumda. B. Anayasa Konseyi’nin krizden fazla etkilenmemiş içtihatları Bu anayasa degişikliği teşebbüsünün dışında, krizin, Anayasaya saygıyı sağlamak gibi ağır bir yükü olan Anayasa Konseyi’nin içtihatları üzerinde etkisinin olup olmadığını da sormak gerekir. Anayasa Konseyi’nin kararları kapalı oturumda alındığı için, bunun sağlamasını tam bir kesinlikle yapabilecek çok az veri vardır. Buna karşın bazen, mevcut 25 ç.n.] söz konusu kitap Hasan Âli Yücel tarafından “Yerleşik Düşünceler Sözlüğü” olarak çevrilmiştir. Sénat, séance du 14 juin 2011. 26 Sénat, séance du 14 juin 2011. 27 Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques, p. 14. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 211 kriz durumuyla bağlantılı bazı verileri kararların okunmasından çıkartmak mümkündür. Öncelikle krizin etkilerinin en görülür olduğu yer yerel vergiler hakkındakilerdir. Gerçekten, kamu hesaplarının bozulması nedeniyle devlet, bölgesindeki harcamaların denetimini daha fazla talep etmekte ve böylelikle kamu idarelerinin tamamının topluluk hedeflerine saygısını sağlatmaktadır. Bunun için, –yerel idarelerin serbest yönetimi anayasal ilkesinden (AY m. 72) ötürü denetlenebilirlikleri zor olduğundan- birçok yerel vergiyi kaldırarak, yerlerine doğrudan aktardığı yardımları getirmektedir. Prof. Michel Bouvier’e göre “Bu son kriz ve kamu borçlarıyla kamu açığının önemli şekilde artışıyla hızlanan küreselleşmenin gelişimi bu son yıllarda devletin faaliyetini yerinde ve kaçınılmaz olarak yeniden düşünmeye yöneltti. Devletin, hedefi mali iktidardaki –neticede vergiselpatlama riskine hâkimiyet olan, kamu maliyesi sistemine kılavuzluk işlevinin güçlendirilmesi eğilimine tanıklık ediyoruz.”28. Bölgelerin mali kaynaklarının üçte birini sağlayan meslek vergisinin yasakoyucu tarafından kaldırılması, yerel planda en çok tartışılan son reformlardan birisi olmuştur. Şu var ki, Anayasa Konseyi 29 Aralık 2009 tarihinde “yerel yönetimlerin bir mali özerklikten yararlandığı hususunun ne Anayasanın 72-2. Maddesinden ne de başka herhangi bir hükmünden çıktığı”na karar vermiştir29. Netice itibariyle Anayasa Konseyi bu kararıyla, gerçekleşmekte olan dönüşümü onaylamakta ve krizden bu yana daha da güçlenen adem-i merkeziyetten yeniden merkezileştirmeye olan bu hareketi hiçbir şekilde tartışma konusu yapmamaktadır. 2008 yılından bu yana vatandaşlara ve aynı zamanda yerel yönetimlere tanınan Anayasa Konseyi’ne “Anayasanın garanti altına aldığı hak ve özgürlükleri çiğneyen bir yasal hüküme” anayasaya aykırılık itirazında bulunabilme hakkı çerçevesinde (AAİ) [Question prioritaire de constitutionnalité/(QPC) – ç.n.] yapılan itirazların çoğu belediyeler, vilâyetler ya da bölgelerin kriz döneminde etkilenen mali ayrıcalıklarını korumak için yaptıkları itirazlardan oluşmaktadır. Oysa Anayasa Konseyi bu itirazlara karşı daha ziyade ihtiyatlı davranarak yasakoyucudan yana taraf oldu. Aynı şekilde yerel yönetimler arasındaki mali eşitleme ilkesinin Anayasanın 72-2. Maddesi gereğince bir AAİ olarak bir hak ya da özgürlük olarak öne sürülemeyeceğini ve fakat bir “eşitlik hedefi” tesis ettiğine karar verdi30. Bunun gibi, vilâyetlerin sosyal yardım harcamaları –etkin dayanışma geliri (RSA), kişiselleştirilmiş otonomi yardımı (APA) ve malûli28 M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les transformations de l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai 2011, p. 267 29 Décision n° 2009-599 DC du 29 décembre 2009. 30 Décision n° 2010-29/37 QPC du 17 septembre 2010. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 212 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları yetin telafisi yardımı (PCH)- meslek vergisinin kaldırılmasından çok etkilenmişlerdir. Oysa, 1992’den 2010 yılına kadar, vilâyetlerin sosyal yardım harcamaları 11 milyar avrodan 30, 4 milyar avroya çıkarak, neredeyse üçe katlamıştır. Bunlar, devlet yardımlarının yetersizliğini gerekçe göstererek, yerel yönetimlerin serbest yönetimi (AY m. 72) ve mali özerkliği ilkeleri adına (AY m. 72-2) Anayasa yargıcına başvurmuşlardır31. Buna karşılık Anayasa Konseyi 2011 Haziranında verdiği birçok kararında32; devletin, yerel yönetimlere devrettiği bir yetkinin söz konusu olmadığını, sosyal yardımların, Anayasanın 72-2. maddesi bakımından tam telafi değil de, vilâyetlerin yetkilendirilmesi yahut da yetkilerinin genişletilmesi çerçevesinde devlet tarafından bağlanan “gelirlerine ek bir yardım” 33 oluşturduğuna karar verdi; Konsey “yerel yönetimlerin serbest yönetimi prensibi”ne bir aykırılığın söz konusu olmadığını belirtti. Demek oluyor ki, kriz yasakoyucudan yana çıkan Anayasa Konseyi’nin geriye dönen içtihatlarını henüz etkilemedi. Loic Levoyer’e göre Anayasa Konseyi yargıcı vilâyetlerin “maliyelerinin endişe verici bozulmasını” kabulü reddediyor ve “her açıdan, çıkmazda olan sosyal adem-i merkeziyetin harcamalarını geçici de olsa oldukça güç bir mali bağlamda bırakıyor” 34. Krizin diğer etkilerinden birisi de -bu sefer devlet düzeyinde-, değişken ekonomik konjonktüre uyum sağlamaya çalışmak için Parlamentoca onaylanan mali uyum kanunlarının sayısındaki artıştır. Bu şekilde, 2011 yılında en az dört mali uyum kanunu kabul edildi. Bu mali uyum kanunları, baştaki öngörüleri düzenli olarak düzelterek Anayasa Konseyince kullanıldığı gibi bütçede doğruluk ilkesine -yani “mali kanunlarca belirlenmiş dengenin ana hatlarını bozma kastının olmaması” 35 - uyulmasını zamanında sağlayacaktır. Gene de hatırlatalım ki Anayasa Konseyi’nin bu ilkeyi gözönünde tutarak denetlediği bir mali kanun ya da mali değişiklik kanunu yoktur36. Sonuç olarak, mali kriz olası yeni bir anayasa değişkiliğine dair bir çok tartışmayı da başlatmıştır. Yerel yönetimlerin Anayasa Konseyi’ne yaptıkları pek çok başvuru da herhâlde bu bozulmuş bağlama fazla yabancı değildir. Ancak paradoksal bir şekilde, kriz ne anayasal değişikliğin yapılmasına ne de genelde yasakoyucunun iradesinden yana olan 31 bkz., L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale dans l'impasse?”, RDSS, 2012, p. 76. 32 Décisions n° 2011-142/145 QPC, n° 2011-143 QPC, n° 2011-144 QPC. 33 Décision n° 2004-509 DC, cons. 7 à 9 34 L. Levoyer, agm. 35 V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et programmation pluriannuelle”, RFFP, n° 117, fév. 2012, p. 96. 36 2011’deki mali uyum kanunlarına ilişkin kararları da dahil olmak üzere: décision n° 2011-638 DC du 28 juillet 2011 et 2011-645 du 28 décembre 2011. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 213 Anayasa Konseyi’nin mali içtihatlarında büyük çalkantılara yol açacaktır. Gene paradoksal olarak, bu çizgideki anayasal değişikliklerin (2008’deki kamu maliyesi program kanunlarının anayasaya girmesi gibi) en önemlileri krizden önce yapılmış olanlardır. En büyük devrimcilerimizden biri olan Mirabeau 1789’da şöyle diyordu: “kamu borçları özgürlüğümüzün tohumları olmuştu” 37. 1789 mali krizi anayasa hukukunun kaynağı olsa da, şu anki krizin de böyle olduğu söylenemez. Demek oluyor ki bugün Fransa’da, denge kuralına uyulup uyulmamasına zorlayan yalnızca yöneticilerin siyasi iradesidir yoksa bu konuda hâlâ daha az zorlayıcı olan anayasal metnin bizzat kendisi değil. KAYNAKÇA J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets, Ordonnances, Règlements, et avis du Conseil d’État, depuis 1788 par ordre chronologique, Guyot et scribe, Paris, 1824. 27 et 28; Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J. Mavidal/E. Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799), t. VIII, séance du 17 juin 1789. J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933. J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011. V. Cumhuriyetin Kurumlarının Yeniden Dengelenmesi ve Modernleştirilmesi için Çalışma ve Öneri Komisyonu”, Une Ve République plus démocratique, rapport au Président de la République, La documentation française, Paris, 29 octobre 2007. J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons l’article 40”, Le Monde, samedi 17 mai 2008 Sayıştay, Rapport public annuel, Tome 1, 2011. Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par l’Assemblée nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis Sénat, 8 juin 2011. M. Camdessus (başkanlığındaki çalışma grubu), Réaliser l’objectif constitutionnel d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010. V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et en Allemagne: convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112, nov. 2010. 37 Alıntılayan: Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle, PUF, 3e éd., Paris, 2001, t. II, p. 298. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 214 Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques 2008, site de la Cour des comptes. F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The insconsistency of optimal plans”, The Journal of political economy, vol. 85, n° 3, juin 1977. M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n° 113, fév. 2011. J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire: nécessité ou artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et fiscales, 12 mai 2011. Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques. M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les transformations de l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai 2011. L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale dans l'impasse?”, RDSS, 2012. V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et programmation pluriannuelle”, RFFP, n° 117, fév. 2012. Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle, PUF, 3e éd., Paris, 2001. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 LES INCIDENCES CONSTITUTIONNELLES DE LA CRISE FINANCIÈRE EN FRANCE Benoît Jean-Antoine Maître de conférences en droit public à l’Université de Rouen RÉSUMÉ L’influence des crises financières sur le droit constitutionnel n’est pas nouvelle en France. L’histoire montre que les périodes de crise ont souvent entrainé un développement de dispositions textuelles fondamentales, la plus emblématique étant la Déclaration des droits de l’homme et du citoyen du 26 août 1789, conséquence politique et juridique de la crise financière de la fin de l’Ancien Régime. La crise actuelle n’explique cependant pas l’ensemble du vaste mouvement réformateur, amorcé bien avant 2008, se situant à la croisée des deux disciplines que sont le droit constitutionnel et les finances publiques. La volonté d’une plus grande maîtrise des dépenses publiques ressort ainsi de la loi organique relative aux lois de finances du 1er août 2001, nouvelle “Constitution financière de la France” et, de la révision constitutionnelle de 2008 antérieure de quelques mois à la crise. Néanmoins, face à la dégradation accrue des comptes publics issue de cette dernière, le débat a été relancé avec le souhait du précédent gouvernement d’inscrire constitutionnellement d’une “règle d’or”; à l’image de la règle constitutionnelle allemande, celle-ci aurait eu pour objectif de rétablir l’équilibre des recettes et des dépenses publiques. Ces bonnes intentions n’ont pourtant pas encore été suivies d’effets. Que ce soit dans le texte constitutionnel lui-même ou bien dans la jurisprudence du Conseil constitutionnel, l’impact de la crise reste, aujourd’hui encore, paradoxalement faible. Mots-clés: France – crise financière – finances publiques – droit constitutionnel *** Le sujet de l’intervention qui me fait être devant vous aujourd’hui, “Les incidences constitutionnelles de la crise financière”, est un sujet riche. Les débats sont, en effet, actuellement nombreux en France sur la pertinence ou non de modifier notre règle fondamentale pour l’adapter à la situation financière difficile que nous traversons. Toutefois, avant de développer cette affirmation, nous pouvons rappeler, en quelques propos 216 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France introductifs, que le lien entre crise financière et droit constitutionnel n’est pas nouveau en France. Histoire constitutionnelle et histoire financière sont, en effet, étroitement liées. La première est d’ailleurs issue des tumultes de la seconde. Le moment premier, fondateur du droit constitutionnel en France, est justement issu d’une crise financière: celle de la fin de l’Ancien Régime et dont l’ampleur entraînera la Révolution de 1789. Les raisons de cette situation financière particulièrement dégradée sont alors nombreuses (coût de la participation française de la France à la guerre d’indépendance en Amérique, gaspillages de la Cour, emprunts nombreux, complexité et inégalité du système fiscal). Afin de résoudre la crise, le roi cherche à établir un nouvel impôt – la subvention territoriale – et à la faire approuver par les États généraux, assemblée aux pouvoirs limités représentant les trois ordres de l’ancienne société: la Noblesse, le Clergé et le Tiers État (à lui seul 98 % de la population). La remise en cause de la gestion financière monarchique sera tellement forte que les députés du Tiers État (rejoints ensuite par quelques-uns des deux autres ordres) vont se réunir en Assemblée nationale puis en Assemblée nationale Constituante. Le premier acte de cette nouvelle assemblée sera de se saisir du droit exclusif de voter l’impôt, le but étant de pérenniser son pouvoir nouveau par un acte fort. Ce décret du 17 juin 1789, ayant alors valeur législative, va ainsi relier finances publiques et doit constitutionnel en fixant un “…principe constitutionnel et à jamais sacré […] qui s’oppose à toute levée de deniers et de contributions dans le royaume, sans le consentement formel des représentants de la Nation”1. L’Assemblée déclare ensuite illégaux, les impôts préexistants, c’est-à-dire tous ceux de l’Ancien Régime, car établis par les monarques successifs sans le consentement de la Nation. Le principe constitutionnel du consentement de l’impôt sera totalement consacré quelques semaines plus tard, dans un texte dont la valeur juridique sera supérieure à celle du décret du 17 juin (simplement législative) et qui reste toujours appliqué en France car faisant partie de notre bloc de constitutionnalité actuel. Il s’agit de la Déclaration des droits de l’homme et du citoyen du 26 août 1789. Son article 14 prévoit ainsi que: “Tous les citoyens ont le droit de constater, par eux-mêmes ou par leurs représentants, la nécessité de la contribution publique, de la consentir librement, d’en suivre l’emploi et d’en déterminer la quotité, l’assiette, le recouvrement et la durée”. Il a pu donc, à juste titre, être dit 1 J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets, Ordonnances, Règlements, et avis du Conseil d’État, depuis 1788 par ordre chronologique, Guyot et scribe, Paris, 1824, pp. 27 et 28; Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J. Mavidal/E. Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799), t. VIII, séance du 17 juin 1789, p. 128. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 217 que: “le droit constitutionnel moderne est sorti, en somme, de la prétention des peuples arrivés à un certain degré d’éducation politique d’être consultés, dans la personne de leurs représentants, sur les impôts que le roi avait l’intention d’exiger d’eux”2. Si la plupart des textes constitutionnels postérieurs à 1789 contiendront des dispositions financières (en matière fiscale ou budgétaire pour la plupart), rares seront celles directement issues d’une crise financière. On peut toutefois en mentionner trois: - Presque anecdotique mais intéressant, l’article 68 de la Constitution républicaine du 5 fructidor an III (22 août 1795), régissant les institutions du régime du Directoire, prévoit que les membres des assemblées reçoivent une indemnité annuelle en “myriagrammes de froment”. Le paiement des représentants en quintaux de céréale se justifie à l’époque par la forte dévaluation monétaire – le papier monnaie appelé “assignat” ne valant plus rien – et l’état de faillite financière de la France en résultant. - Le préambule de la Constitution du 4 novembre 1848 (IIe République) prévoit que le but de la République est d’ “assurer une répartition de plus en plus équitable des charges et des avantages de la société, d’augmenter l’aisance de chacun par la réduction graduée des dépenses publiques et des impôts” (article I). Cette mesure, est une étonnante constitutionnalisation avant l’heure d’un objectif de rigueur budgétaire, proche de l’équilibre strict des dépenses et des recettes. Elle s’explique, dans les faits, par la création des ateliers nationaux, services publics employant des ouvriers au chômage et ayant fait augmenter les dépenses publiques de manière vertigineuse. Pour résoudre ce problème, une augmentation de 50% des impôts directs avait dû être effectuée (impôt additionnel de “45 centimes” par franc). L’article constitutionnel a donc été écrit en réaction de cette politique dépensière. Ce “gouvernement bon marché”, tel que voulu par les constituants de 18483, restera toutefois bien théorique, le déficit demeurant malgré tout de mise les années suivantes. - Enfin, dernier exemple, une loi de révision constitutionnelle exclusivement financière, du 10 août 1926, consacre dans la Constitution de la IIIe République (lois constitutionnelles de 1875), l’autonomie d’une “Caisse de gestion des bons de la Défense nationale et d’amortissement 2 3 J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933, p. 791. Les termes sont alors employés par le représentant Bauchart à l’origine d’un premier amendement, in Compte Rendu des Séances de l’Assemblée nationale, Noblet, Imprimerie de l’Assemblée nationale, Paris, 1849, t. III, séance du 7 septembre 1848, p. 842. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 218 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France de la dette publique“4. Cette disposition particulière est écrite, dans un contexte de crise financière, dans le but de rembourser la dette issue de la première guerre mondiale et relancer un franc fort. Ce texte organise techniquement la protection du créancier de l’État, et donc la garantie de la dette publique en protégeant la Caisse d’amortissement des incursions du politique. En hissant la Caisse à un niveau constitutionnel quasi “intouchable”, le texte détache sa dotation du vote annuel du budget par le Parlement afin qu’elle ne soit pas utilisée par celui-ci à d’autres desseins. La Caisse permettra de liquider une grande partie de la dette française jusqu’aux années 30, où ses fonds seront mis à contribution des budgets successifs de l’État – et perdra donc sa raison d’être – en raison de la nouvelle crise financière. Ces considérations historiques montrent – et notamment dans les textes de 1848 et 1926 – que la constitutionnalisation de procédures d’autolimitation des pouvoirs publics en matière financière, existait bien avant le débat actuel portant sur la “règle d’or” en France, issu de la crise financière récente (v. infra). Les réalisations passées semblent étonnamment proches de nos problématiques actuelles. Néanmoins, la question peut se poser de savoir si la crise financière née de la crise des subprimes de 2008 a, comme par le passé, eu un impact constitutionnel. La crise financière actuelle n’explique pas, en effet, le vaste mouvement réformateur qui avait été amorcé bien auparavant, par les pouvoirs publics, concernant les finances publiques (partie I). Elle a néanmoins permis de relancer le processus constituant et les débats autour d’une maîtrise accrue des dépenses publiques (partie II). Les réalisations constitutionnelles restent toutefois pauvres à l’issue de ces trois dernières années (partie III). 4 Loi du 10 août 1926, portant révision partielle des lois constitutionnelles: “La loi constitutionnelle du 25 février 1875 relative à l’organisation des pouvoirs publics est complétée par un article ainsi conçu: L’autonomie de la caisse de gestion des bons de la Défense nationale et d’amortissement de la dette publique a le caractère constitutionnel. Seront affectés à cette caisse, jusqu’à l’amortissent complet des bons de la Défense nationale et des titres par la caisse: I°) Les recettes nettes de la vente des tabacs; 2°) Le produit de la taxe complémentaire et exceptionnelle sur la première mutation des droits de succession, et les contributions volontaires; 3°) En cas d’insuffisance des ressources ci-dessus pour assurer le service des bons gérés par la caisse et des titres créés par elle, une annuité au moins égale, inscrite au budget.” Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 219 I. Un mouvement réformateur antérieur à la crise L’existence de dispositifs allant vers une meilleure utilisation des deniers publics n’est pas nouvelle en France. Celle-ci a pu être indépendante d’un contexte de crise, de même que la volonté de rigueur budgétaire. Ce mouvement réformateur connu en France a véritablement été amorcé en 2001 (donc bien avant la crise) dans le sens d’une meilleure efficacité et d’une meilleure maîtrise des dépenses publiques. En effet, l’accumulation des déficits était déjà, avant la crise, un sujet réel de préoccupation, le budget de l’État n’ayant pas été en équilibre depuis 1975. Ces trente dernières années, le déficit des administrations publiques n’a jamais été inférieur à 1, 5 % du produit intérieur brut (PIB), chiffre dépassé depuis dix ans5. A. Une réforme de l’initiative financière des parlementaires L’article 40 de la Constitution actuelle de la Cinquième République est l’exemple marquant de cette volonté de limiter les pouvoirs financiers du Parlement. Inscrit dans le texte dès 1958, il prévoit que “Les propositions et amendements formulés par les membres du Parlement ne sont pas recevables lorsque leur adoption aurait pour conséquence, soit une diminution des ressources publiques, soit la création ou l’aggravation d’une charge publique”. Cette limitation du droit d’initiative financier des parlementaires est caractéristique du régime parlementaire rationalisé tel qu’il est appliqué en France (et proche de l’article 163 de l’actuelle Constitution turque6). Elle partait de l’idée des constituants de 1958 que les parlementaires avaient tendance, sous les régimes précédents, à créer des dépenses inutiles, démagogiques ou électoralistes. L’article 40 a été l’objet de nombreuses attentions depuis 2001. La Loi organique relative aux lois de finances (LOLF) du 1er août 2001, nouvelle “Constitution financière” de la France, et régissant les finances de l’État va aller au contraire vers une tendance à un élargissement du droit d’amendement financier des parlementaires, et cela grâce à une interprétation plus souple de l’article 40 de la 5 Chiffres donnés par J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011, p. 7. 6 “Les projets d'amendements prévoyant une augmentation des crédits dans le cadre du budget de l'année en cours, ainsi que les projets et propositions de lois de nature à entraîner une charge financière dans le cadre des budgets de l'année en cours et de l'année suivante, doivent contenir l'indication de ressources financières en contrepartie des dépenses qu'ils prévoient”. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 220 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France Constitution et de la notion de “charge publique” renvoyant à des enveloppes larges de crédits (article 47)7. En octobre 2007, le Comité Balladur chargé de réfléchir sur la réforme des institutions et à l’origine d’une révision constitutionnelle de 20088 (ne touchant pas uniquement les champs financiers) va réfléchir à un assouplissement supplémentaire de l’article 40. Il suggère, dans sa proposition n° 32, la possibilité de compenser les charges publiques entre elles, ce qui n’était possible auparavant que pour les recettes publiques. Cette proposition ne sera pas suivie par le Gouvernement. Quelques mois plus tard, les présidents des commissions des finances du Sénat et de l’Assemblée nationale – ceux mêmes ayant à appliquer l’article 40 au quotidien – proposent dans un article du journal Le Monde la suppression de l’article 40 de la Constitution9. Ils souhaitent une reconnaissance de la “pleine responsabilité en matière budgétaire” des parlementaires. En effet, cet article constitutionnel n’a pas empêché les gouvernements successifs (et donc le pouvoir exécutif) de laisser la dette publique atteindre plus de 1200 milliards d’euros en 2007, et les dépenses publiques augmenter de 20 points de PIB depuis 1958: “En matière de vertu budgétaire, l’article 40 de la Constitution n’a donc pas eu l’efficacité recherchée”10. Toutefois, la crise financière récente semble avoir enterré ce débat aussitôt “tué dans l’œuf”, le risque de revoir des parlementaires “budgétivores” étant d’autant plus à craindre dans une telle période. L’article 40 de la constitution a sans doute été préservé en l’état actuel en raison de la crise. B. Des règles récentes de maîtrise des dépenses publiques La LOLF du 1er août 2001 s’inscrit dans une logique de maîtrise des dépenses publiques en prévoyant un budget de l’État présenté par grands objectifs de dépenses (les missions et les programmes) passant d’une logique de moyens (issue du texte précédent datant de 1959) à une logique de résultats fondée sur l’évaluation et la performance, en prévoyant un principe de sincérité applicable tant aux textes budgétaires qu’aux comptes publics et en renforçant les contrôles financiers des 7 “Au sens des articles 39 et 40 de la Constitution, la charge s’entend, s’agissant des amendements s’appliquant aux crédits de la mission”. 8 Comité de réflexion et de proposition sur la modernisation et le rééquilibrage des institutions de la Ve République, Une Ve République plus démocratique, rapport au Président de la République, La documentation française, Paris, 29 octobre 2007. 9 J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons l’article 40”, Le Monde, samedi 17 mai 2008 10 Ibidem. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 221 commissions des finances et de la Cour des comptes sur l’exécution du budget (notamment par des contrôles sur pièces et sur place au sein des administrations). La Révision générale des politiques publiques (RGPP) amorcée en 2007 se situera dans la continuité de la LOLF, dans le cadre général de la réforme de l’État. Deux objectifs ressortent de cette centaine de mesures: mieux adapter les administrations aux besoins des usagers (ex: guichet fiscal unique pour les citoyens, déclaration fiscale en ligne) et maîtriser les dépenses publiques pour revenir à l’équilibre budgétaire (avec la mise en place d’un budget indicatif triennal ne relevant toutefois pas de la loi ou le non-remplacement d’un fonctionnaire sur deux partant à la retraite). L’ensemble des mesures de la LOLF ou de la RGPP, aussi importantes soient-elles dans leurs conséquences, se situent néanmoins dans un cadre infraconstitutionnel. Une révision constitutionnelle avait pourtant déjà eu lieu en 2008, peu de temps avant la crise, prévoyant déjà une notion d’équilibre financier à l’article 34 (fixant le domaine de la loi), associée à un dispositif pluriannuel. Selon ce texte (encore appliqué), les lois de programmation pluriannuelles des finances publiques “s'inscrivent dans l'objectif d'équilibre des comptes des administrations publiques”. Plusieurs écueils ressortent de ce texte. Tout d’abord il s’agit d’une pluriannualité dépourvue de force obligatoire au plan financier: les lois de programmation ne s’imposent pas sur les lois de finances annuelles et ne sont pas à même d’être censurées par le Conseil constitutionnel en cas de contradiction avec celles-ci. Ensuite, il s’agit d’un objectif d’équilibre et non d’un véritable principe d’équilibre. Enfin, il s’agit d’un équilibre des comptes publics et non d’un équilibre budgétaire, un équilibre a posteriori et non a priori. C’est cette disposition que l’on voudra modifier à partir de 2010 en raison de la crise. Ces lois de programmation seront, en effet, un échec, montrant toute leur limite à ce moment-là. C’est le constat fait par la Cour des comptes: “d’une manière générale, les objectifs et les règles relatifs à la maîtrise des dépenses et à la préservation des recettes qui avaient été fixés par la loi de programmation du 9 février 2009 ont gardé toute leur pertinence durant la crise, mais n’ont pas été respectés, ce qui a contribué à une nouvelle aggravation du déficit structurel, hors plan de relance, en 2010”11. La loi de programmation portant sur les années 2009 à 2012 reposait sur des hypothèses économiques dépassées 11 Cour des comptes, Rapport public annuel, Tome 1, 2011, p. 9; J.-L. Warsman, op. cit., p. 24. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 222 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France avant même son entrée en vigueur et n’a pas empêché une augmentation des niches fiscales de 1, 9 milliards d’euros en 201012. II. Un processus constituant relancé par la crise La crise sera l’occasion de constater les limites des règles adoptées préalablement. Elles n’ont en effet pas permis le dérapage des comptes publics. Le déficit public a atteint 7 % du PIB en 2010, soit plus de 136 milliards d’euros13, et la dette publique culmine à plus de 85, 8 % du PIB fin 2011, soit 1717, 3 milliards d’euros14. Afin d’aider à remédier à cette situation, la crise sera également l’occasion de voir revenir la question de l’inscription constitutionnelle d’une “règle d’or” sur le devant de la scène. A. Les enjeux contextuels du projet constitutionnel Les lois de programmation n’ayant pas été respectées jusqu’à présent, et ce dans un contexte budgétaire dégradé, un projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre des finances publiques a été présenté puis adopté au Parlement en 2011. Ce texte, inspiré des conclusions du Groupe de travail de Michel Camdessus15, souhaite durcir les dispositions antérieures fixées à l’article 34 (v. supra). Toutefois, ce projet n’a pas été encore adopté par le Congrès (réunissant à Versailles les deux assemblées parlementaire), condition nécessaire à son effectivité. Ce projet de “règle d’or” – dont le contenu sera examiné en infra – s’inspire de la récente révision constitutionnelle allemande. Une règle chiffrée a été constitutionnalisée en Allemagne. Introduite en 2009 dans la Loi fondamentale (articles 109 et 143)16, elle prévoit que le déficit structurel fédéral ne peut dépasser 0, 35 % du PIB à partir de 2016 et que les budgets structurels des Länder doivent être équilibrés à l’horizon 2020. Toutefois, on le verra, le texte français ne reprendra pas l’idée de dispositions précisément chiffrées comme en Allemagne (v. infra). Plus que la lettre, le texte français respectera donc l’esprit, l’idée seulement, d’une “règle d’or”. Signalons pour l’anecdote, que contrairement à la Loi fondamentale allemande où les mots “crise budgétaire” ou “crise 12 Ibidem; J. Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par l’Assemblée nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis Sénat, 8 juin 2011, p. 16. 13 Chiffres donnés par idem, p. 7. 14 Chiffres sur le site de l’INSEE. 15 M. Camdessus (Groupe de travail présidé par), Réaliser l’objectif constitutionnel d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010. 16 V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et en Allemagne: convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112, nov. 2010, p. 191. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 223 financière” apparaissent plusieurs fois (et notamment à l’article 109), il n’en est pas de même dans la Constitution française. De même, le projet français a été accompagné, voire soutenu, par les nombreuses réformes financières européennes découlant de la crise. N’existait-il d’ailleurs pas déjà une règle d’or européenne? En effet, le Pacte de stabilité et de croissance de 1997 (fixant un déficit maximal de 3 % du PIB et une dette de 60 %) a été mal respecté par les États au point que le Parlement européen a, fin septembre 2011, voté son renforcement dans un “paquet de six”17. Alors qu’à la même période, la Commission européenne et le président du Conseil européen Herman Van Rompuy avaient émis des réserves sur le caractère indispensable de ces “règles d’or”, ce sont les chefs d’État et de Gouvernement qui, au contraire, ont récemment appelé à leur généralisation. Dans une déclaration du sommet européen extraordinaire du 26 octobre 2011, ils souhaitent “que soit adopté dans chaque pays membre de la zone euro des règles d'équilibre structurel du budget qui transposent dans la législation nationale le Pacte de stabilité et de croissance, de préférence à un niveau constitutionnel ou équivalent, d'ici la fin de l'année 2012”18. Un projet de traité intergouvernemental a depuis été adopté, début mars 2012. Ce texte obligera – en cas de ratifications suffisamment nombreuses – chaque État à transposer la règle d’or dans sa constitution et ce, sous le contrôle de la Cour de justice de l’Union européenne. Ce "nouveau pacte budgétaire" exigera une règle nationale précise prévoyant que les budgets des administrations publiques soient "à l’équilibre ou en excédent" (le déficit structurel ne devant pas dépasser 0, 5 % du PIB) et fixant des mécanismes de correction automatiques pour rester en-deçà du plafond de 3 % de déficit. B. Le contenu du projet constitutionnel Le projet français a donc pour but d’inscrire une “règle d’or” dans la Constitution, comme l’une des réponses à la crise. Mais il faut d’abord s’entendre sur la signification de la notion. Un sens premier, assez strict, veut généralement qu’une “règle d’or”, soit une règle interdisant les déficits en matière de dépenses de fonctionnement, et ne permettant donc d’emprunter que pour financer les dépenses d’investissement19. Ce type de règle existe déjà en droit français au niveau des collectivités locales. 17 prévoyant entre autres, une meilleure prise en compte de l’endettement excessif et pas seulement du déficit, des sanctions possibles en phase préventive de la procédure de déficit excessif, des contrôles et une information de meilleure qualité… 18 V., Euro summit statement, 26 octobre 2011, site du Conseil européen. 19 V., Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques 2008, site de la Cour des comptes, pp. 68 et s. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 224 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France En effet l’article L. 1612-4 du code général des collectivités territoriales bannit ainsi le recours à l’emprunt pour financer les dépenses de fonctionnement. Un sens second, bien plus large, considère comme étant une “règle d’or” toute règle juridique permettant le retour à l’équilibre budgétaire; il s’agit ainsi de l’ensemble des contraintes imposées – véritables “automatismes budgétaires”20 – aux pouvoirs publics en ce domaine21. Ce sens large de la notion de “règle d’or”, renvoyant finalement à toute règle dite d’équilibre, s’impose de plus en plus en France, que ce soit dans la presse ou au sein même de la doctrine, et ce en lien avec le débat parlementaire récent relatif au projet de loi constitutionnelle. Plusieurs mesures ont ainsi été discutées allant vers une réforme de l’article 34 de la Constitution de 1958. Je les présente telles que votées en l’état par les assemblées parlementaires (mais pas par le Congrès): - La création à la place des lois de programmation actuelles de “lois-cadres d’équilibre des finances publiques”, votées pour au moins 3 années afin d’ “assurer l’équilibre des comptes des administrations publiques”. Ces lois-cadres doivent fixer, chaque année, un plafond de dépenses et un minimum de mesures nouvelles afférentes aux recettes et doivent être respectées par les lois de finances et les lois de financement de la sécurité sociale. En cas de dépassement de ce plafond de dépenses par exemple, le Conseil constitutionnel pourrait exercer sa censure. Les lois de finances et les lois de financement de la sécurité sociale seront donc subordonnées à la loi-cadre selon une “hiérarchie des normes financières”22 plus cohérente. En cas de non-respect de celle-ci le Conseil constitutionnel pourra censurer les lois de finances ou les lois de financement de la sécurité sociale. - Une loi organique, située dans la hiérarchie des normes entre la constitution et les lois ordinaires (et lois de finances), doit préciser le contenu de ces lois-cadres - Enfin un nouvel article 88-8 est créé mettant en cohérence les finances nationales avec les exigences européennes préalablement vues. Le Gouvernement doit transmettre chaque année au Parlement le projet de programme de stabilité avant qu’il ne soit transmis aux institutions européennes. Loin d’une “règle d’or” constitutionnelle rigoureuse, le projet préfère finalement renvoyer à des lois-cadres assez floues, dont le contenu serait précisé ensuite par le législateur organique; il faudra donc 20 M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n° 113, fév. 2011, p. VI. V., F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The insconsistency of optimal plans”, The Journal of political economy, vol. 85, n° 3, juin 1977, p. 487. 22 J. Arthuis/Ph. Marini, op. cit., p. 29. 21 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 225 attendre23 la mise en place de ces différentes étapes textuelles pour apprécier la pleine portée du dit projet. III. Une crise aux réalisations constitutionnelles encore limitées Malgré les tentatives récentes, les réalisations constitutionnelles de la crise resteront limitées, tant en matière de codification textuelle qu’en matière de jurisprudence du Conseil constitutionnel. A. L’échec du projet de révision constitutionnelle Le projet constitutionnel français est directement issu de la crise, celle-ci ayant été invoquée de nombreuses fois dans les travaux antérieurs et les débats parlementaires. Or le projet n’a pas abouti; il faut en comprendre les raisons. Dès les travaux du Groupe de travail Camdessus, à l’origine du projet, le contexte de crise est invoqué pour justifier les futures mesures constitutionnelles: “Unanime […] le groupe l’a été aussi pour considérer que le succès de notre sortie de crise passe par l’adoption simultanée de mesures de redressement économique et budgétaire et le renforcement de nos règles de finances publiques. Ce n’est qu’ainsi que la confiance pourra être rétablie dans notre capacité à faire face à ce double handicap”; et le rapport de pointer les lacunes de notre législation financière mal identifiable “dans le contexte de forte volatilité conjoncturelle, voire d’instabilité qui accompagne aujourd’hui la mondialisation”. Seul un renforcement de celle-ci pourrait permettre de rétablir la confiance des créanciers de l’État mais aussi des français ainsi que contribuer “aux efforts de redressement exigés par la sortie de crise”24. L’impact de la crise est donc réel sur les propositions du Groupe de travail. Le Gouvernement ne dira pas autre chose au moment de la présentation du projet de loi constitutionnelle découlant de ces travaux. La première phrase de l’exposé des motifs, sorte de résumé introductif justifiant le projet lui-même, le montre: “Le diagnostic sur la situation des finances publiques […] démontre que la France est confrontée à des déséquilibres budgétaires de grande ampleur”. Toutefois, s’inscrivant dans la continuité des réformes qui avaient été engagées depuis plusieurs années, cet impact est ensuite – toujours dans les motifs – relativisé; la situation antérieure était déjà préoccupante: “Au-delà de l’impact de la récession mondiale de 2008-2009, c’est l’insuffisante maîtrise de nos 23 V., J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire: nécessité ou artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et fiscales, 12 mai 2011. 24 Rapport Camdessus, op. cit., pp. 7, 39 et 40. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 226 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France comptes publics au cours des trente dernières années, notamment en période de croissance, qui a conduit aux déséquilibres budgétaires actuels”. Dès lors, se pose la question des déséquilibres structurels intrinsèques à la situation française et les déséquilibres conjoncturels, liés à la crise. D’ailleurs, un sénateur socialiste, Yves Daudigny, demandera, en séance publique, si le projet a véritablement un lien avec la crise de 2008 qui selon lui, et de manière ironique, “expliquerait tout”. Il pose la question: “D’ailleurs, de quelle crise, parle-t-on?”. En effet, s’appuyant sur les premières phrases des rapports de l’Assemblée nationale émis à l’occasion du projet de révision, il estime que le rapport “de la commission des finances explique tout par la crise de 2008, celui des affaires sociales se réfère à 1983 et celui de la commission des lois remonte à 1975… Pourquoi ne pas aller jusqu’à 1850, lorsque Gustave Flaubert, dans son Dictionnaire des idées reçues, inscrivait en face du mot "budget": "toujours en déficit"?”25. “Tirer les leçons de la crise”, ce sont les termes notamment utilisés par le ministre des finances François Baroin, devant les parlementaires, pour justifier le projet de réforme constitutionnel relatif à l’équilibre des finances publiques. La crise est d’ailleurs au cœur des débats, la majorité reprochant à l’opposition de ne pas tenir compte de la gravité de la situation pour voter le texte, l’opposition reprochant à la majorité d’avoir créé durant plusieurs années du déficit structurel indépendant des circonstances économiques. L’opposition s’appuie en cela sur un rapport de la Cour des comptes chiffrant pour l’année 2009 – alors que la France est pleinement touchée par la crise – un déficit structurel pourtant indépendant de la mauvaise conjoncture, à 5 % de PIB (sur un déficit public total de 7, 9 %)26. Ce sont donc presque les deux tiers du déficit public qui seraient indépendants de la crise financière et liés à la mauvaise gestion des dernières années. L’opposition, refusera donc de voter ce texte, limitant qui plus est, et selon elle, les droits financiers du Parlement, en enfermant son action dans des lois-cadres. Or si la majorité peut, au sein de chaque assemblée, faire adopter un texte sans le concours de l’opposition, un projet de loi constitutionnelle nécessite également une adoption supplémentaire par le Congrès (réunissant à Versailles l’ensemble des députés et des sénateurs); celle-ci a lieu à la majorité qualifiée des trois cinquième de ses membres et donc avec l’accord de l’opposition. Le président de la République préféra ne pas réunir le Congrès, le projet ayant ainsi dès 25 26 Sénat, séance du 14 juin 2011. Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques, p. 14. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 227 l’origine peu de chance d’être adopté. Le projet constitutionnel de “règle d’or” est pour l’instant oublié en raison de l’élection présidentielle. B. Une jurisprudence du Conseil constitutionnel peu influencée par la crise En dehors de cette tentative de révision de la Constitution, il faut aussi se demander si la crise a pu avoir une influence sur la jurisprudence du Conseil constitutionnel, juridiction ayant la lourde tâche de faire respecter la norme suprême. Peu d’éléments permettent de l’assurer avec certitude, les décisions du Conseil étant délibérées à huitclos. Néanmoins, il est parfois possible à la lecture des décisions d’y voir quelques éléments pouvant avoir des liens avec la situation de crise actuelle. C’est principalement à propos des impôts locaux que les effets de la crise sont le plus visible. En effet, l’État en raison de la dégradation des comptes publics souhaite de plus en plus contrôler les financements sur son territoire et faire respecter ainsi les objectifs européens par l’ensemble des administrations publiques. Pour cela, il supprime de nombreux impôts locaux – difficilement contrôlables par lui car relevant du principe constitutionnel de libre administration des collectivités locales (article 72 de la Constitution) – pour les remplacer par des subventions qu’il leur verse directement. Selon le professeur Michel Bouvier: “Le développement de la globalisation, accentué par la crise récente et l'aggravation considérable du déficit et de l'endettement publics, a amené ces dernières années à reconsidérer l'action de l'État comme pertinente et indispensable. On assiste à une tendance au renforcement de la fonction de pilotage du système financier public par l'État, l'objectif étant de maîtriser le risque d'un éclatement du pouvoir financier et, par conséquent, fiscal”27. La suppression par le législateur de la taxe professionnelle qui rapportait près d’un tiers des ressources départementales est l’une des réformes récentes les plus contestées au plan local. Néanmoins le conseil Constitutionnel a considéré, dans une décision du 29 décembre 2009 “qu'il ne résulte ni de l'article 72-2 de la Constitution ni d'aucune autre disposition constitutionnelle que les collectivités territoriales bénéficient d'une autonomie fiscale”28. Finalement, par cette décision le Conseil entérine l’évolution en cours et ne remet nullement en cause ce mouvement de “recentralisation” de la “décentralisation”, d’autant plus fort depuis la crise. 27 M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les transformations de l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai 2011, p. 267 28 Décision n° 2009-599 DC du 29 décembre 2009. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 228 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France Dans le cadre de la Question prioritaire de constitutionnalité (QPC) qui permet depuis 2008 aux citoyens mais aussi aux collectivités locales de saisir le Conseil constitutionnel lorsqu'une “disposition législative porte atteinte aux droits et libertés que la Constitution garantit” (article 61-1 de la Constitution), nombreuses ont été les saisines des communes, des départements ou des régions pour protéger leurs prérogatives financières affectées en période de crise. Or le Conseil s’est plutôt montré réservé à leur égard et favorable au législateur. Il a ainsi estimé que le principe de péréquation financière entre collectivités territoriales n’est pas un droit ou une liberté invocable dans le cadre d’une QPC de l’article 72-2 de la Constitution mais constitue seulement un “objectif d’égalité”29. De même, le financement par les départements des aides sociales – revenu de solidarité active (RSA), allocation personnalisée d'autonomie (APA) et prestation de compensation du handicap (PCH) – est très affecté par la suppression de la taxe professionnelle. Or, de 1992 à 2010, les dépenses d'aide sociale des départements ont quasiment triplé, passant de 11 à 30, 4 milliards d'euros. Ces derniers ont saisi le juge constitutionnel, en arguant de l’insuffisante compensation versée par l’État et ce, au nom des principes de libre administration des collectivités locales (de l’article 72) et d’autonomie financière (de l’article 72-2)30. Or le Conseil a estimé, dans plusieurs décisions de juin 201131 que ces aides sociales ne sont pas un transfert de compétences de l’État aux collectivités locales impliquant une compensation intégrale au regard de l’article 72-2 mais seulement une création ou une extension de compétences des départements, nécessitant seulement un “accompagnement de ressources” allouées par l’État32; le Conseil a considéré qu’il n’y avait pas atteinte “au principe de libre administration des collectivités territoriales”. La crise n’a donc pas influé, là encore sur la jurisprudence récurrente du Conseil et largement favorable au législateur. Selon Loïc Levoyer, le juge constitutionnel refuse de reconnaître “la dégradation préoccupante des finances” des départements; il laisse “dans un contexte financier particulièrement difficile, […] à bien des égards, le financement de la décentralisation sociale dans l'impasse... au moins momentanément”33. Au niveau de l’État cette fois, l’un des autres effets de la crise est d’augmenter le nombre de lois de finances rectificatives votées par le 29 Décision n° 2010-29/37 QPC du 17 septembre 2010. V., L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale dans l'impasse?”, RDSS, 2012, p. 76. 31 Décisions n° 2011-142/145 QPC, n° 2011-143 QPC, n° 2011-144 QPC. 32 Décision n° 2004-509 DC, cons. 7 à 9 33 L. Levoyer, ibidem. 30 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Benoît Jean-Antoine 229 Parlement, afin de s’adapter à la conjoncture économique toujours changeante. Pas moins de quatre lois de finances rectificatives ont ainsi été adoptées en 2011. Ces lois de finances rectificatives pourraient à terme permettre, en modifiant régulièrement les prévisions initiales, de mieux respecter le principe de sincérité budgétaire tel qu’il est appliqué par le Conseil constitutionnel, à savoir “l’absence d’intention de fausser les grandes lignes du l’équilibre défini par la loi de finances”34. Rappelons néanmoins que le Conseil n’a jamais censuré une loi de finances ou une loi de finances rectificative sur la base de ce principe35. Pour conclure, la crise financière a bien entraîné de nombreux débats sur une possible nouvelle révision constitutionnelle. De même, les saisines nombreuses du Conseil constitutionnel par les collectivités locales ne sont sans doute pas étrangères à ce contexte dégradé. Néanmoins, paradoxalement, la crise n’aura permis, ni à la révision constitutionnelle d’aboutir, ni des bouleversements majeurs dans la jurisprudence financière du Conseil qui reste dans l’ensemble favorable à la volonté du législateur. Paradoxalement encore, c’est antérieurement à cette crise que les changements les plus importants ont été réalisés dans un cadre constitutionnel (comme l’inscription constitutionnelle de lois de programmation des finances publiques en 2008). Mirabeau, l’un de nos grands révolutionnaires disait en 1789: “la dette publique a été le germe de notre liberté”36. En effet, si la crise financière de 1789 a été à l’origine du droit constitutionnel, il ne semble pas en être de même pour la crise actuelle. C’est donc aujourd’hui la seule volonté politique des dirigeants qui impose ou non en France le respect d’une règle d’équilibre et non le texte constitutionnel lui-même, encore trop peu contraignant à ce sujet. BIBLIOGRAPHIE J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets, Ordonnances, Règlements, et avis du Conseil d’État, depuis 1788 par ordre chronologique, Guyot et scribe, Paris, 1824. Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J. Mavidal/E. Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799), t. VIII, séance du 17 juin 1789. 34 V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et programmation pluriannuelle”, RFFP, n° 117, fév. 2012, p. 96. 35 Y compris dans les décisions récentes de 2011 relatives aux lois de finances rectificatives: décision n° 2011-638 DC du 28 juillet 2011 et 2011-645 du 28 décembre 2011. 36 Cité par Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle, PUF, 3e éd., Paris, 2001, t. II, p. 298. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 230 Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933. J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011. Comité de réflexion et de proposition sur la modernisation et le rééquilibrage des institutions de la Ve République, Une Ve République plus démocratique, rapport au Président de la République, La documentation française, Paris, 29 octobre 2007. J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons l’article 40”, Le Monde, samedi 17 mai 2008 J. Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par l’Assemblée nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis Sénat, 8 juin 2011. M. Camdessus (Groupe de travail présidé par), Réaliser l’objectif constitutionnel d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010. V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et en Allemagne: convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112, nov. 2010. V., Euro summit statement, 26 octobre 2011, site du Conseil européen. V., Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques 2008, site de la Cour des comptes. M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n° 113, fév. 2011. V., F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The insconsistency of optimal plans”, The Journal of political economy, vol. 85, n° 3, juin 1977. V., J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire: nécessité ou artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et fiscales, 12 mai 2011. Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances publiques. M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les transformations de l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai 2011. V., L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale dans l'impasse?”, RDSS, 2012. V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et programmation pluriannuelle”, RFFP, n° 117, fév. 2012. Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle, PUF, 3e éd., Paris, 2001, t. II. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 - VI TÜRKİYE/AKDENİZ VE AVRUPA TURKEY/MADITERRANE/EUROPE TURQUIE/MÉDITERRANÉE/EUROPE TUNUS’TA ANAYASAL VE DEMOKRATİK GEÇİŞ ÜZERİNE DÜŞÜNCE VE DEĞERLENDİRMELER* (EVALUATION ON THE CONSTITUTIONAL AND DEMOCRATIC TRANSITION IN TUNISIA) Chawki Gaddes Tunus Anayasa Hukuku Derneği Genel Sekreteri, Anayasa Hukuku Uluslararası Akademisi Yönetici Sekreteri, Tunus Kartaca Ünversitesi Hukuk Bilimleri Fakültesi Öğretim Görevlisi/ Secretary General of the Tunisian Association of Constitutional Law, Executive Secretary of the International Academy of Constitutional Law, Lecturer at the University of Carthage, Faculty of Legal Sciences of Tunis ÖZET Tunus’ta demokratik geçiş süreci iki aşamalıdır. İlk aşamada, devrik cumhurbaşkanının kaçışının ardından, 1959 Tunus anayasası olağan bir şekilde işlememiştir. Sokağın talep ve tepkileri, devlet başkanlığı, parlamento ve Anayasa Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi anayasal yapıların feshine yol açmıştır. Ardından devrimin amaçlarının gerçekleştirilmesi, yolsuzlukların açığa çıkartılması ve devrim sürecindeki hak ihlallerinin tespiti için üç önemli yapı oluşturulmuştur. Demokratik geçişin halen süregelen ikinci aşaması, anılan yapıların yerlerini ulusal kurucu meclise bırakmasıyla başlamıştır. Ulusal kurucu meclis, anayasanın hazırlanmasına yoğunlaşabilmek için fazla görev alması, çalışma süresinin belirsizliği ve çalışmaların şeffaflık eksikliği taşıması gibi sorunlar taşımaktadır. İkinci aşamanın diğer önemli aktörleri ise sürekli yeniden biçimlenen siyasi partiler, demokratik geçişin genç ve ayrışık katalizörleri olarak sivil toplum aktörleri ve demokratik sürecin katalizör eleştirel tanıkları olarak kitle iletişim araçlarıdır. Bu aktörlerin de dâhil olduğu ikinci * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. 232 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler aşamadaki karar alma yöntemi -ilk aşamadaki uzlaşmacı karar alma yönteminin aksine- çoğunlukçu ve empoze edici hale gelmiştir. Ulusal kurucu mecliste özellikle En Nahda’nın etkin olduğu troyka, kendi metinlerini dayatmakta ve kamusal görevlere atamada kendi tercihlerini tek taraflı kabul ettirmektedir. Ancak süreç devam etmektedir ve ne getireceğini zaman gösterecektir. Anahtar Kelimeler: Tunus anayasası, demokratik geçiş, kitle iletişim araçları, sivil toplum örgütleri, ulusal kurucu meclis, siyasi partiler, çoğunlukçuluk ve çoğulculuk ABSTRACT The process of transition to the Democracy in Tunisia has two stages. At the first stage which started with the ousted president’s escape, the Constitution of 1959 of Tunisia did not work in an ordinary manner. Some constitutional structures such the Presidency, the Parliament and the Constitutional Council, the Economic and Social Council as were abolished as a result of reactions and demands in the streets. Three critical institutions were established for the purposes of the revolution, investigation of the corruption allegations, proof of human rights violations in the process of revolution. The second stage of the democratic transition has started with establishment of the constituent assembly in place of the three constitutional structures. The national constituent assembly has some difficulties. Intensive working tempo, uncertainty of the working period, lack of transparency can be accepted as examples for these difficulties. Other important actors in the second stage are the political parties which constantly reshape civil society actors as heterogeneous catalysis of the democratic transition, mass media as the catalytic critical witnesses of the democratic transition. The decision-making method in the second stage, which includes these actors, became imposing and majoritarian on the contrary of the consensual decision-making method. In the national constituent assembly, troika, in which especially En Nahda is effective, imposes its own text and their preferences in the assignment of public tasks unilaterally. However, process goes on and the time show will what happens. Keywords: The Constitution of Tunisia, mass communication, nongovernmental organization in Tunisia, the political parties in Tunisia, transforming the country into a democratic regime, majoritarianism and pluralism *** Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 233 PLAN: I. DEMOKRATİK GEÇİŞ, TEKil mi çoğul mu?: A. Tunus’ta demokratik geçişin ilk aşaması, ilk demokratik danışmasının heyecanını yaşayan bir toplum; B. tunus’ta demokratik geçişin ikinci aşaması, anayasanın hazırlanmasına doğru II. demokratik GEÇİŞ, hangi aktörler?: A. tunus ulusal kurucu meclisi, demokratik geçişin temel ayağı; B. Siyasi Partiler, sürekli yeniden biçimlenen demokratik geçişin aktörleri; C. sivil toplum, demokratik geçişin genç ve ayrışık katalizörü; D. kitle iletişim araçları, demokratik sürecin katalizör eleştirel tanıkları. III. demokratik GEÇİŞ, hangi karar alma yöntemi?: A. uzlaşma, geçişin ilk aşamasındaki karar alma yöntemi; B. çoğunlukçu oylama, geçişin ikinci aşamasında empoze edilen karar alma yöntemi IV. ne sonuç çıkartmalı? Tunus’taki anayasal ve demokratik geçiş hakkında yapabileceğimiz üç sorgulama şu noktalar etrafında gerçekleşmektedir: • Demokratik geçiş ne kadar sürececek? • Demokratik geçişin tarafları olan aktörler kimlerdir? • Demokratik geçiş çerçevesinde kabul edilen karar alma yöntemi nedir? I. Demokratik geçiş, tekil mi çoğul mu? Tunus’ta 14 Ocak 2011’den sonraki döneme eğilen bir araştırmacı ülkenin kurucu bir süreçte tek ve devam eden bir evrim geçirdiğini sanır. Ancak konuya girdikçe diktatörlük rejimi ile demokratik rejim arasındaki sürecin bir anda, tek bir zamansal bütünde gerçekleşmesinin mümkün olmadığını farkederiz. Tunus’taki demokratik geçiş, birbirinden farklı özelliklerdeki iki ayrı dönemde gerçekleşmektedir1: İlki, devrik Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Ben Ali’nin 14 Ocak 2011 saat 18’de kaçışının2 ertesinde Anayasa Konseyi’nin iktidarın başının kesin olarak boş kaldığını 15 Ocak 2011’de bildirmesinden3 23 Ekim 2011’deki4 seçimlere kadar süreç. İkincisi ise Ulusal Kurucu Meclis’in ilk toplantısı 22 Kasım 2011’den5, 1 Olayların kronolojik olarak verildiği bir bağlantı için: www.espacemanager.com/ politique/les-dates-phares-de-la-transition-tunisienne.html 2 http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/ben-ali-retour-sur-une-fuitechaotique.html 3 www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/01003-20110115ARTFIG00402-tunisie-lepresident-ecarte-definitivement-du-pouvoir.php 4 www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/ 5 www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituante-entame-ses-travaux-2211-2011-1399177_24.php Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 234 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler bugün hâlâ bir tahmin olan, siyasi aktörlerce haziran 2013 ya da ekim 20136 olarak açıklanan ama kanımızca daha da ileri bir tarihte gerçekleşecek gelecek seçimlere kadarki süreç. A. Tunus’ta demokratik geçişin ilk aşaması, ilk demokratik danışmanın heyecanını yaşayan bir toplum İlk geçiş dönemi, dönemin aktörlerinden Dekan Yadh Ben Achour tarafından sempozyuma sunulan giriş tebliğinde çok güzel bir şekilde anlatılmış, yorumlanmış ve değerlendirilmiştir. Bu ilk dönemin en belirgin özelliği süreçle yükümlü yapıların demokratik meşruluklarının yokluğudur. Vekâleten cumhurbaşkanı Sayın Fuad Mebaza Anayasanın 57. Maddesi uyarınca7 60 gün içerisinde seçimleri düzenlemekle yükümlü idi. Ne var ki bu, sokağın tepkisini hesaba katmadığından gerçekleşemeyecektir. La Kasbah (I) adıyla bilinen hükümet meydanındaki oturma eylemi Devlet başkanının Anayasayı askıya alması ve parlamentonun her iki meclisini de Anayasa Komisyonu ile birlikte feshi ve 24 Temmuz 2011’de Ulusal Kurucu Meclisi çağırmasıyla sonuçlanacaktır8. Hukukçular ve anayasacılar, hukukta vekil Devlet Başkanının hangi temele dayanarak böyle kararlar alabildiğini soruyor. Devlet Başkanı 1959 Anayasasının hükümleriyle ve özellikle 57. Maddesiyle bağlıydı ve madde ne kendisinin 60 günden fazla kalmasına ne de parlamentoyu feshine müsaade ediyordu. Kararı tamamiyle siyasiydi ve 1959 Anayasasının metninin koyduğu hukuksal zinciri, sadece Anayasayı askıya alarak çözdü. Siyasi sahnenin tüm analizleri hem fikirdi, bir seçenek yoktu, sokağın kendisine sağır kalınamayacak talepleri vardı. Gerçekten de kararlarını açıkladığı konuşmasının ardından sokak alkışladı ve siyasi sınıf 6 www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23-juin-seront-elles-reportees- aoctobre-2013.html 7 Madde 57 (25 Temmuz 1988 T. ve 88-88 S. ile 1Haziran 2002 ve 2002-51 S. anayasal kanunlar ile değişik). “Cumhurbaşkanı ölüm, istifa ya da görevini tamamen yerine getirememesi durumunda Anayasa Konseyi derhal toplanarak boşluğu kesin olarak üye oy çokluğuyla tespit eder. Bu konuda Danışma ve Milletvekilleri Meclis Başkanlarını bilgilendirir ve Meclis başkanı en az kırk beş en çok altmış günlük bir süre için vekâleten Cumhurbaşkanının yerine geçer. Eğer kesin boşluk Milletvekilleri Meclisinin feshiyle çakışırsa bu durumda görevi aynı süreler için vekâleten Danışma Meclisi Başkanı üstlenir...” “Cumhurbaşkanı ölüm, istifa ya da görevini tamamen yerine getirememesi nedeniyle Meclis başkanı en az kırk beş en çok altmış günlük bir süre için geçici olarak Cumhurbaşkanının yerine geçer. Cumhurbaşkanı yerine geçici sıfatıyla vekâlet eden kimse istifa etse dahi Cumhurbaşkanlığına aday olamaz. Bu geçici dönemde yeni cumhurbaşkanı beş yıllık bir süre için seçilir...” 8 www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituante-pour-passer-a-ladeuxieme-republique.html Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 235 ya açık bir şekilde veya üstü kapalı bildirilerle yaut da kabul manasına gelen bir sessizlikle bunu tasdik etti. Tunus merkez sendikası [Tunus Ulusal İşçi Birliği - UGTT – ç.n.] ve uç muhalefet partileri de kabul ettiler9. Sendikacılar oturma eylemleri ile kısmi grevlere son vereceklerine söz bile verdiler. Tunus böylece anayasal metinden yoksunlukla nitelendirilen zor bir dönemi böyle tamamladı. Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin kanun hükmünde kararnamenin yayım tarihi olan 23 Mart 2011’i beklemek gerekecekti10. Metnin gerekçeleri söz konusu metnin hukuksal dayanağının yokluğunu çok güzel göstermektedir: “14 Ocak 2011 devrimi sırasında egemenliğini tam olarak kullanma iradesini ifade ettiğini dikkate alarak yeni anayasa çerçevesinde, Devletin, Cumhurbaşkanlığının -Anayasa Konseyi’nin 15 Ocak 2011 tarihli Tunus Resmi Gazetesi’nde yayımlanan bildirisiyle tespit ettiği üzere- 14 Ocak 2011’de kesin olarak boşalmış olmasının ardından şu anki durumu kamu erklerinin düzenli bir şekilde işleyişine imkân vermemekte ve anayasa hükümlerinin uygulanmasının imkânsız hâle geldiğini dikkate alarak, Cumhurbaşkanının ulusal bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün ve yasalara saygı ile uluslararası anlaşmaların yürütülmesinin teminatı olduğunu ve devletin devamını temin eden kamu erklerinin düzenli işleyişlerini gözettiğini dikkate alarak”. Kanun hükmünde kararname 2. Maddesiyle parlamentonun iki meclisi ile Anayasa Konseyi ve Ekonomik ve Sosyal Konsey’i –Danıştay’ı (Devlet Konseyi) yerinde tutarak- feshetmiştir. Söz konusu kanun hükmünde kararname belirlediği konularda, Cumhurbaşkanının, Hükümetin önerisiyle kanun hükmünde kararnameler yayınlayarak yasama erkini kullanmasını onaylamaktadır. Yürütme erkine geldikte, Cumhurbaşkanı tarafından vekâleten kullanılmakta ve hükümet bir başbakan tarafından idare edilmektedir. Bu görevleri ifa edenler kurucu meclis seçimlerine katılamayacakları gibi 11. Maddeye göre11 Devlet Başkanlığı 15. Maddesine göre12 Hükümete aday da olamazlar. 9 “Konuşması en uç muhalefet paritleriyle en etkili merkez sendikası UGTT de dahil herkes kesimden büyük kabul gördü, www.lexpress.fr/actualite/monde/la-revolutiontunisienne-franchit-une-nouvelle-etape_968650.html 10 Décret-loi n° 2011-14 du 23 mars 2011, portant organisation provisoire des pouvoirs publics. 11 Madde 11 – Vekil Cumhurbaşkanı ne Ulusal Kurucu Meclis seçimlerine ne de yeni anayasanın ardından bir diğer seçime adaylığını koyamaz. 12 Madde 15 – Geçici hükümetin Başbakanı ile üyeleri Ulusal Kurucu Meclis seçimlerine adaylıklarını koyamazlar. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 236 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler Üç yapı hayata geçirilip, ülkeyi daha istikrarlı ve özellikle demokratik bir duruma doğru geliştirmek üzere tatmin edici bir şekilde çalışmaları sağlandı. Başkanlığını Dekan Yadh Ben Achour’un yaptığı Devrimin, siyasi reformların ve demokratik geçiş hedeflerinin gerçekleştirilmesi yüksek makamı’nın13 amacı “siyasi teşkilata ilişkin yasal metinleri incelemek ve demokratik sürece ilişkin devrim hedeflerini hayata geçirmek için reformlar önermek”ti. Başkanlığını merhum Dekan Abdelfettah Amor’un yaptığı Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal komisyonu14 ise “Komisyonun faaliyetine ve rüşvet ve zimmetle mücadele için stratejilerin belirlenmesine ilişkin temel yönelimleri incelemek” ile görevliydi. Nihayet başkanlığını Avukat Tevfik Buderbala’nın yaptığı 17 Aralık 2010’dan amacını gerçekleştirinceye kadarki dönemde kaydedilen ihlâllerin araştırılması ulusal komisyonu da15 “söz konusu dönemde kaydedilen ihlâllere ilişkin belgeleri ve bilgileri toplamak”tı. Tüm bu ortaklaşa yapılar başkanlarının önerisiyle hükümet tarafından atanmış üyelerden oluşuyordu. Gerçek bir karar gücünden yoksun olsalar da, Tunus’taki demokratik geçişin geleceği üzerinde kamu oyunu rahatlatarak katkıda bulundular. Bu durum ülkeyi 9 ay boyunca gerçekten demokratik bir şekilde tartışılan ve Bağımsız Yüksek Seçim Makamı16 tarafından 23 Ekim 2011’de düzenlenen ilk seçimlere götürdü. Ulusal olduğu denli uluslararası gözlemcilerin düşüncesi de seçimlerin niteliği konusunda değişkendi17. Ancak hiçbir parti sonuçlara itiraz etmedi, ki bu da, demokratik geçişin ikinci aşamasına ulaşmayı sağladı. 13 Décret-loi n° 2011-6 du 18 février 2011, portant création de l'instance supérieure pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique. 14 Décret-loi n° 2011-7 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale d'investigation sur la corruption et la malversation 15 Décret-loi n° 2011-8 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale d'investigation sur les abus enregistrés au cours de la période allant du 17 décembre 2010 jusqu'à l'accomplissement de son objet 16 Décret-loi n° 2011-27 du 18 avril 2011, portant création d’une instance supérieure indépendante pour les élections 17 Bu açıdan gözlemcilerin raporlarının okunması önerilir ki Tunus’ta en azından üç uluslararası yapı temsil edilmektedir: Avrupa Birliği (www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-ue-tunisie2011_fr.pdf) Fransızcagil Teşkilâtı (http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Rapport_de_Mission _DEF.pdf) ve özellikle Carter Merkezi’nin hazırladığı rapor (www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/peace_publications/election_reports/tuni sia-final-Oct2011-fr.pdf) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 237 B. Tunus’ta demokratik geçişin ikinci aşaması, Anayasanın hazırlanmasına doğru İlk aşamanın tüm yapıları dereceli olarak yerlerini Ulusal Kurucu Meclis’e ve ondan doğan makamlara bıraktılar. Meşruluktan yoksun makamlar demokratik seçimlerle oluşmuş yeni biçimler karşısında yavaş yavaş silineceklerdi. Ulusal Kurucu Meclis’in toplanabilmesi için seçimlerden sonra 1 ay beklemek gerekti. 22 Kasım 2011 Salı günü, ilk oturum tüm ulusal televizyonlardan canlı olarak yayınlandı. Siyasi hayatın tüm idaresi artık muhalefetin safdışı bırakılmasıyla yapılacaktı. Bu işlem troyka tarafından tekelleştirilecekti. Bunun ardından, En Nahda, Ettakatol ve Cumhuriyet için Kongre [CPR – ç.n.] arasındaki siyasi koalisyon resmileşti. Bu sayede söz konusu koalisyonun başkanlığını yapan Ettakatol Partisi’nin lideri Mustafa Ben Cafer oyların 2/3’ünü elde etti. Meclis İç Tüzüğü gibi Kamu erklerinin geçici düzenlenmesi kanunu hazırlayan komisyonlar Ulusal Kurucu Meclis tarafından seçildiler ve asıl olarak Troyka üyelerinden oluşmaktaydılar. Komisyonların hazırladığı iki taslak Meclis toplantısında televizyondan gecenin ikisine değin naklen tartışıldı. İlk metin, Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin kurucu kanundur ki, Ulusal Kurucu Meclis’in anayasal ve yasal erklerle donanmış bir meclis siyaseti rejimini kurarak, verdiği güvenoyuna dayalı görevlerini ifa edecek hükümeti kuran bir Başbakanı seçmekle görevli Cumhurbaşkanını seçmektedir. Münsef Marzuki işte bu şekilde Ulusal Kurucu Meclis tarafından 217 oydan 153’ünü alarak geçici Devlet Başkanı seçildi18. Marzuki 14 Aralık 2011’de Hammadi Cibali’yi hükümeti19 kurmakla görevlendirir. Cibali, Ulusal Kurucu Meclis’in güvenoyunu 38 red, 11 çekimser oya karşı 154 oyla aldı. Böylece Troyka, devletin anahtar görevlerini kendi arasında paylaştı. Ulusal Kurucu Meclis başkanlığı Ettakatol’a, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık ise En Nahda Partisi’ne gitti. Ki bu sonuncusu, yürütme erkinin neredeyse tamamını elinde toplamış oldu. İlk geçiş dönemini yürütmekle görevli hükümet ile anayasayı hazırlayanlar arasındaki devir örnek oldu. Bu tören sırasında Hammadi Cibali “Erklerin bu devri ülkemizin ve devrimimizin en güzel tablosunu yanıstmaktadır. Bu, Arap ve müslüman dünyasında, iktidarın akışkan 18 www.espacemanager.com/politique/tunisie-moncef-marzouki-elu-president-de-larepublique.html www.lexpress.fr/actualites/1/actualite/tunisie-moncef-marzouki-succede-a-ben-alicomme-president-de-la-1e-republique-arabe-libre_1060773.html 19 www.espacemanager.com/politique/tunisie-hamadi-jebali-officiellement-chef-dugouvernement.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 238 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler dönüşümlülüğünün ilk tecrübesidir” değerlendirmesini yaptı20. Ancak bu güzel tablo fazla sürmeyecek, sosyal ve ekonomik talepler eskisinden daha güçlü bir şekilde yeniden başlayacaktı. Devrimin üç makamı farklı zamanlarda raporlarını teslim ederek görevlerinin son bulduğunu açıkladılar. Yüksek Makam21 bunu seçimlerden 10 gün önce açıkladı. Yüksek Makam’ı, bunu seçimlerden 15 gün sonra yapmaya çaba gösteren Yolsuzluklara karşı Komisyon22 izledi. Devrim ihlâlleri komisyonu23 da raporunu yeni hükümetin kurulması için Mayıs 2012’yi bekleyecekti. Teşkilâtı uzmanlar komisyonuna indirgenen Yüksek Makam ise boş yere Hükümet ve Meclisin hukuk komisyonuna dönüştürülmek için bekledi. Bunun gerçekleşmemesi üzerine Yüksek Makam başkanı Yadh Ben Achour 27 Ağustos 2012’de24 Yüksek Makam Uzmanlar Komisyonu’nun görevinin sona erdiğini ve söz konusu Makamın üyelerince Demokratik Geçiş Araştırma Derneği’ni kurduklarını açıkladı. Yolsuzluklara karşı Komisyon raporunu sunduğu gün, Cumhurbaşkanı Fuad Mebaza’nın, Komisyonun çalışmalarını düzenleyen yeni kanun hükmünde kararnameyi imzaladığını gördü. Başkanı Dekan Abdelfettah Amor’un vefatı üzerine25 yerine 27 Mart 2012’de Avukat Samir Annabi26 geçti. İlk dönemde kimi alanları yürütmekle görevlendirilen bağımsız makamlar birbiri ardına çekildiler. Ve maskeli balo başladı, Bağımsız Yüksek Seçim Makamı Başkanı Sayın Kemal Cendubi Cumhurbaşkanına 20 www.lefigaro.fr/flash-actu/2011/12/26/97001-20111226FILWWW00199-tunisiele1er-ministre-fait-des-promesses.php 21 Yüksek Makam’ın 13 Ekim 2011 tarihinde raporunu Sayın Cumhurbaşkanı Fuad Mebaza’ya sunuş töreni: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/11038-cloturedes-travaux-de-la-hi-pour-la-realisation-des-objectifs-de-la-revolution.html 22 Rapor Cumhurbaşkanı Fuad Mebaza’ya 10 Kasım 2011’de sunuldu: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12821-la-cnicm-fait-la-lumiere-sur-sonrapport.html 23 Rapor 3 Mayıs 2012’de Cumhurbaşkanına sunuldu: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/ 300-politique/24847-la-liste-definitive-des-martyrs-et-des-blesses-de-la-revolutionest-fixee-bouderbela.html Rapport remis le 3 mai 2012 aux présidents de l’ANC et du gouvernement: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/24885-le-rapport-final-de-lacommission-detablissement-des-faits-remis-a-jebali-et-ben-jaafar.html Remis au ministre des droits de l’homme le 18 mai 2012: www.tap.info. tn/fr/fr/politique/300-politique/25784-le-rapport-final-de-la-commission-debouderbala-remis-au-ministre-des-droits-de-lhomme.html 24 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/31573-yadh-ben-achour-la-commissiondes-experts-renoncera-definitivement-a-ses-fonctions-a-partir-du-27-aout.html 25 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/15823-deces-de-abdelfattah-amorpresident-de-la-cicm.html 26 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/22272-nomination-de-samir-annabi-ala-tete-de-linstance-nationale-de-lutte-contre-la-corruption.html Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 239 ve Ulusal Kurucu Meclis Başkanı’na kesin raporunu 20 Şubat 2012’de sundu27. 18 Nisan 2011’de Bağımsız Yüksek Seçim Makamı’nı kuran 2011-27 sayılı kanun hükmünde kararname ilk maddesinde “görevinin kesin seçim sonuçlarının açıklanmasıyla son bulacağı(nı)” söylemektedir. Metindeki boşluk Yüksek Seçim Makamı’nın kesin sonuçları 14 Kasım 2011’de açıklamasının28 ardından raporunu hazırlayabilmesi için varlığını sürdürmeye devam etmesi zorunluğunda ortaya çıktı. Söz konusu kanun hükmünde kararnamenin 4. Madesi de Bağımsız Yüksek Seçim Makamı’nı “seçimlerin gerçekleşişi üzerine bir rapor hazırlayıp yayınlamak”la yükümlü kılmaktaydı. Böylece 2011 Şubat ayı itibariyle Bağımsız Yüksek Seçim Makamı’nın yasal varlığı kalmamıştır. Bu durum Yüksek Seçim Makamı başkanının 21 Şubat 2011 tarihinde medyaya raporunu sunumu sırasında29 faaliyetlerini sürdürme konusunda Hükümetin herhangi resmi bir talebinin olmadığı açıklamasını yapmasına yol açtı. Bu diğer gerekliliklerin yanısıra, bir dahaki seçimlere hazırlık olarak Tunus’luların seçim listelerine kayıtlarının devamı için bir gereklilikti. Kendisinden istenmemesina rağmen bir başka makam daha sahneden çekildi. Mart 2011’de kurulan İletişim ve Haberleşme Ulusal Makamı başkanı Sayın Kemal Labidi makamın bir işe yaramadığı, mevcut hükümet ile işbirliğinin imkânsızlığı ile tavsiyelerinin dikkate alınmadığı tespitini yaparak 4 Temmuz 2012’de kendini feshetti30. Söz konusu makam raporunu iki ay önce 30 Nisan 2012’de sunmuş idi. Kış uykusundaki tek yapı Yolsuzluklara karşı Komisyon’dur ki şu an itibariyle yalnızca Başkanından oluşmakta ve üyelerinin atanmasını beklemektedir. Görünüşe bakılırsa her ne kadar geçiş dönemi adaleti projesi çerçevesinde üstelik kendisine müsteşarlık ayrılan bir teşkilât zaruri olsa da, Hükümetin siyasi iradesi bu komisyonun yeniden faal olması yolunda görünmüyor. Geçişin ilk aşamasını gerçekleştiren tüm yapıların bir bir ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan tesadüfi boşluk devamlılıktan çok bir kesinti arzusunun işaretidir. Böylece Cumhurbaşkanı; Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin kurucu kanunla hukuken olduğu denli fiilen siyasi aktörlerin tavırlarıyla da uca kaymıştır. Tüm siyasi oyun böylece Ulusal Kurucu Meclis ve kendisinden çıkan hükümet tarafından oynan27 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19421-marzouki-recoit-le-rapport-finalde-lisie.html 28 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12943-resultats-definitifs-des-electionsde-lassemblee-nationale-constituante.html 29 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19469--kamel-jendoubi-lnous-navonsrecu-aucune-demande-officielle-de-poursuivre-notre-actionr.html 30 www.tap.info.tn/fr/fr/medias/28773--laabidi-annonce-la-fin-de-la-mission-delinric.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 240 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler maktadır. Bu iki teşkilât Troyka’nın özellikle En Nahda Partisi’nin güdümündedir. Geçişin bu ikinci aşaması bir siyasi teşkilâtın; karar alma yöntemlerine olduğu denli yapılara da el koymasıyla karakterize edilebilecektir. Ki şimdi, bunu inceleyeceğiz. II. Demokratik geçiş, hangi aktörler? Demokratik geçişin aktörleri pek çok ve oldukça değişiktir. Bunları tek tek belirterek özellikleri kadar önemlerini de belirginleştirmeye çalışacağız. Bunlar öncelikle Ulusal Kurucu Meclis (A), siyasi partiler (B), sivil toplum aktörleri ve en başta sendika birliği (C), sosyal ağlar seçeneklerine ayrı bir yer ayıracağımız kitle iletişim araçları (D). A. Tunus Ulusal Kurucu Meclisi, demokratik geçişin temel ayağı Demokratik geçiş sürecinin ana parçası halk tarafından demokratik bir şekilde seçilen Ulusal Kurucu Meclis’tir. İlk aşama bunun hayata geçirilmesine ayrılmıştır. İkincisi ise çalışmaları, koridor gürültüleri ve üyeleriyle koalisyonlarının dedikleriyle, faaliyetlerinin ritminde sürmektedir31. Tunus’taki demokratik geçişi yönetmekle görevli yapıya ilişkin temel sorun üçlü bir sorundur: Görevleri o kadar önemli ki, kurucu erk için etkililiğinin sınavını olacak (1), görev süresinin belirsizliği, halkın ve siyasi aktörlerin kendisine olan güvenini kırıyor (2), ve başta şeffaflıktan uzak olarak nitelendirilen çalışması sivil toplumun baskısıyla şeffaflığa yöneliyor (3). 1. Anayasanın hazırlanmasına yoğunlaşabilmek için fazla zaman alan görevler yüklenmiş bir Meclis 6 sayılı Kamu erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair anayasal kanun bu meclise düşen görevleri tek tek sayıyor. 2. Maddesi ana görevinin yanısıra Ulusal Kurucu Meclis şu görevlerle de yükümlüdür: yasama görevinin kullanılması, Ulusal Kurucu Meclis başkanının seçimi, Cumhurbaşkanının seçimi ve Hükümet faaliyetlerinin denetimi. Daha hükmün kaleme alışından açıkça bellidir ki Meclisin ana görevi Anayasayı hazırlamaktır. Diğer görevlerin özellikle de çok zaman alan yasama görevinin asgaride tutulmasını umuyorduk. Eğer kurucu meclis anayasanın hazırlanması konusunda bir uzmanlar grubunu görevlendirmiş olsaydı bu başlangıçtaki dilemma aşılabilirdi. Kurucuların 31 İkinci aşamanın iki temel metni “kamu erklerinin geçici teşkilâtı” ile “Meclis İç Tüzüğü”dür. Gayriresmi fransızca çevirileri için bkz.: www.fichier-pdf.fr/ 2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/ Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 241 yeğlediği seçenek başka oldu. Sivil toplumun ve bazı siyasi partilerin hazırladığı kırk kadar anayasa tasarısını bir kenara bırakarak sıfırdan başlamaya karar verdiler. 2012 Mayıs ayının başında süreli bir yayın32 Ulusal Kurucu Meclis’in çalışmalarının başlamasından altı ay sonra anayasanın hiçbir satırı henüz yazılmamıştı diye manşet atmıştı. Medyanın çıkarttığı gürültü Ulusal Kurucu Meclis başkanını “23 Ekim 2012, Anayasanın maddelerinin tamamlanması için son tarihtir” açıklamasını yapmaya itiyordu33. Carter Merkezi hazırladığı 11 Mayıs 2012 tarihli bir belgede “Carter Merkezi ayrıntılı ve halka açık bir çalışma planının yokluğunun Ulusal Kurucu Meclis’in ve komisyonlarının kendi faaliyetlerini planlama ve yapılandırma kapasitesini sınırlıyor olmasından ve, bu yokluğun öte yandan, Meclis’in çalışmasının halk tarafından anlaşılmasını ve sürece olan güveni azalttığından endişe duymaktadır” diye not düşülüyordu34. Bu yapının omuzlarına yüklenen bu büyük çalışma yükünün anlaşılabilmesi için 124 maddeden daha az olmayan Ulusal Kurucu Meclis İç Tüzüğü’ne35 göz atmak yeterli olacaktır. Meclis İç Tüzüğü asıl görevi hızlı bir şekilde anayasanın hazırlanması olan geçici bir yapı için fazla gelişmiş bir iç teşkilâtı düzenlemektedir. Kalabalık yapılarını saydığımızda şematik olarak şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Ulusal Meclis Komisyonu Bürosu bir başkan, 2’si başkan yardımcısı ve 7’si başkan sekreteri olmak üzere 9 üyeden oluşmaktadır. Büro, Meclis çarkının düzenli bir şekilde işlemesini gözetir ve bunun için gerekli tedbirleri alır. Başkanlar toplantısı [La conférence des présidents – ç.n.] Başkan ve iki yardımcısıyla Anayasa genel raportörü ve daimi komisyon başkanları ile Meclis grup başkanlarından oluşur. Diğer görevlerinin yanısıra görevi, Meclis’in ve genel oturumlarının çalışmasını planlamaktır. 6 tane Anayasa Komisyonu36: Anayasanın hazırlanmasıyla görevli bu komisyonlar; her biri müstakbel anayasanın bir bölümünün maddelerini kaleme almakla yetkili 22’şer milletvekilinden oluşmaktadır. 32 Le Maghreb en langue arabe, 5 mais 2012, www.businessnews.com.tn/Ben-Ja%C3%A2far--%C2%ABLa-Constitution-refl%C3 %A8tera-la-v%C3%A9ritable-nature-de-la-soci%C3%A9t%C3%A9-tunisiennemusulmane%C2%BB, 520, 33270, 2 34 www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf 35 İç Tüzüğün Meclis hukuk danışmanlarından birisi tarafından yapılan gayri resmi fransızca çevirisi için bkz.: http://fr.scribd.com/doc/81162618/RI-ANC-Fr-TunisieBsiliAdeL 36 1. Anayasanın başlangıç ve temel ilkeleri ile değiştirilmesi komisyonu 33 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 242 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler Bu altı komisyonun üstüne, bir de İşbirliği ve Redaksiyon Komisyonunu eklemek gerekir ki, Ulusal Kurucu Meclis Başkanı ve iki yardımcısı, Anayasa genel raportörü ile iki yardımcı raportör, komisyon başkanlarıyla yardımcı başkanları ve raportörlerinden oluşmaktadır. Bu komisyon kabulü ve onaylanması Meclis genel toplantısına tâbi tutulan nihai metnin düzenlenmesiyle görevlidir. 8 tane yasama komisyonu37 ki herbiri 22 üyeden oluşmakta ve yasamanın farklı alanlarını paylaşmaktadırlar. Ulusal Kurucu Meclis’e çalışmaya başladığından beri 85 kadar yasa teklifi gelmiştir38. Buna karşın 2012 Ocak ayından bu yana yalnızca 20 kanun yayımlanmıştır39. Hâkimler Geçici Makamı ya da Seçim Makamı hakkındaki önemli kanunlar ise onaylanmayı beklemektedirler. Ve nihayet Ulusal Kurucu Meclis iki özel komisyonu içermektedir ki birisi dokunulmazlık ve iç tüzüğe ilişkindir, ikincisiyse izleme. Bu amaçla öngörülen bu komisyonlardan birincisi devrim şehit ve gazileri 2. Haklar ve özgürlükler komisyonu 3. Yasama ve yürütme erkleriyle aralarındaki ilişki komisyonu 4. Adli, idari, mali ve anayasal yargı komisyonu 5. Anayasal makamlar komisyonu 6. Bölgesel ve yerel kamu yönetimleri komisyonu 37 Meclis İç Tüzüğünün 67. maddesi: 1. Haklar ve özgürlükler ile dış ilişkiler komisyonu: kamu özgürlükleri, insan hakları, din işleri, sivil toplum, kitle iletişim araçları, savunma, milli güvenlik, dış ilişkiler ve uluslararası işbirliğine ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir. 2. Genel yasama komisyonu: yargı sistemlerine, milliyete ve kişi statüsüne ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir. Ticari, cezai, af ve idarenin genel düzenlenmesi ile seçim sistemi, mülkiyet ve ayni haklara ilikin konu ve tasarılarda da yetkilidir. 3. Maliye, planlama ve gelişme komisyonu: Para, vergi, ticaret, mali işler, bütçe, gelişmenin planlanması, ödünç, Devletin mali anlaşmaları, ve kamu tüzel kişilerinin faaliyetlerine ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir. 4. Üretim sektörleri komisyonu: Ziraat, balıkçılık, su, endüstri, enerji, madenler ve zanaate ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir. 5. Hizmet sektörleri komisyonu: Ticaret, fiyatlar, iletişim ve turizme ilişkin konu ve tasarıları incelemekle yükümlüdür. 6. Altyapı ve çevre komisyonu: Ekipman, konut, yurt topraklarının düzenlenmesi, yeni teknolojiler ve çevreye ilişkin konu ve tasarılarının incelenmesiyle görevlidir. 7. Sosyal işler komisyonu: sosyal güvenlik, kamu sağlığı, iş ve aileye ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir. 8. Eğitim işleri komisyonu: Eğitim, formasyon, bilimsel araştırma, kültür, gençlik, eğlence ve spora ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir. 38 www.anc.tn/site/main/AR/docs/projets/liste_projets.jsp 39 www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_183260-730-tzrIjyLTTM/ AfficheJORT/SYNC_-1550203406: dernière loi numéro 20 en date du 12 juillet 2012 autorisant le gouvernement à augmenter a participation au Fond monétaire international. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 243 ile genel affa, diğeriyse yolsuzluklar ve idari reforma ilişkindir. Anlaşıldığı üzere İç Tüzük, Ulusal Kurucu Meclis’e benzeri komisyonlar kurma yetkisi vermektedir. Farkedildiği gibi, Ulusal Meclis’in iç yapı ve teşkilâtı, geçici ve geçiş dönemini -tanımı gereği- mümkün olduğunca kısa tutması gereken bir yapıya nazaran fazla gelişkindir. Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin kanunun maddeleriyle birlikte İç Tüzüğün 146 maddesi, geçiş döneminde sürekli hâle gelmeyeceği şeklindeki siyasi iradeyi tekzip etmektedir. İç Tüzüğün hükümet faaliyetinin denetimine ilişkin 6. başlığını gözden geçirdiğimizde bunun yasakoyuculardan çok anayasakoyucuların görevine örnek olduğudur. 114. madde milletvekillerine hükümete yazılı ya da sözlü soru sorabilme ve Ulusal Kurucu Meclis’e hükümet ile aylık bir diyalog seansı düzenlemesi imkânını vermektedir. Bir yasama makamına düşen bu görev milletvekillerinin tüm zamanını alacak ve anayasa maddelerinin tartışılmasının askıya alınacağı birçok genel oturum yapılacaktır. Gerçekten, pratikte olan da budur. Milletvekillerini pek de rahatsız etmiyormuş gibi görünen sorun, yetki sürelerinin belirsizliğidir. 2. Bir çalışma süresi yani belirsiz bir yetki! Bu sorun sanki herşeyden önce, süresi belirsiz bir yetkiye dayanmanın mantıksızlığı açısından tüm yoğunluğuyla ortaya çıkıyor. Ulusal Kurucu Meclis üye seçimlerine katılacak seçmenlerin çağrılmasına ilişkin 3 Ağustos 2011 tarihli ve 1086 sayılı kararnamenin 6. Maddesi Meclisin seçimlerin açıklanmasından sonra toplanmasını ve “Anayasanın, seçildikleri tarihten itibaren azami bir yıl içinde hazırlanması” görevini yüklemektedir. Bu hükmün, ki Cumhurbaşkanı Münsef Marzuki’nin partisi Cumhuriyet için Kongrenin [CPR - ç.n.] de katılmış olduğu, Geçici süreç bildirisi’nde40 de mevcut olduğu hatırlanmalıdır41. Sorun siyasi sahnede o denli kritik bir duruma dönüşmüş ve genel havayı zehirlemiştir ki seçimlerin ardından daha 7 hafta geçmeden Meclis’in yetki süresinin belirlenmesi hakkında bir referandum düzenlenmesi fikri ortaya atılmıştır42. Sorun böylece tartışma masasında askıda kalacak ve 2011 Aralık ayında Kamu erklerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin kanunun onay40 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html 41 www.tap.info.tn/fr/fr/partis/9373-cpr--limiter-le-mandat-de-la-constituante-a-uneannee-lnest-pas-realister.html 42 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/8883-la-constituante-entrelengouement-pour-linstrument-democratique-et-les-craintes-pour-la-duree-duprocessus.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 244 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler lanması görüşmeleri sırasında yeniden masaya yatırılacaktır. 8 Aralık’ta muhalefet grupları hükümet eden Troyka’yı Kurucu Meclis’e tanınan 1 yıllık süreye uymaya çağıracaktır43. 7 Aralık 2011 çarşamba günü, Ulusal Kurucu Meclis, Troyka’nın istifade ettiği kuvvetli bir çoğunlukla, anayasanın hazırlanması için azami bir süreyi belirlemeyen metni kabul edecektir. “(1 yıllık süreyle sınırlandırılmış) bu yetkinin 6 aylık bir süre için bir defalığına uzatılması” önerisinin reddedilmesini kınadığını açıklayan44 muhalefeti, “dün Devrim hedeflerinin aleyhine ilk uzaklaşmayı işaretleyen hazin bir gündü” demeye kadar götürecektir45. Ulusal Kurucu Meclis’in bir çok milletvekili geçiş dönemindeki önemli kararların, çoğunluk yöntemiyle alınmasına isyan edeceklerdir. Öyle ki çalışmalar sırasında kimi muhalefet vekilleri “yeni bir diktatörlük türü ya da çoğunluğu oluşturan partilerin haddini aşan baskısına hayır !” 46, bizi geriye götürecek ve çökmüş rejimin despotik uygulamalarını yeniden canlandıracak çoğunluk-azlık mekanizmasının mantığına hayır !” şeklinde haykıracaklardır. Sivil toplum örgütleri ve muhalefet partileri Kurucu Meclis’in çalışmalarına karşı teyakkuzda duracaklardır. Siyasi toplum [siyasi aktörler – ç.n.] vadenin dolması arefesinde 23 Ekim 2012’de Kurucu Meclis ve mevcut hükümte karşı bir kampanya başlatacaktır. Bu, geçiş döneminin eski başbakanı Sayın Beji Kaid Essebsi’nin47 yanısıra Dekan Sadık Belaid48 ya da Rafaa Ben Achour gibi hukukçuların da söyledikleri üzere meşruluğun sonu oldu49. En Nahda koalisyonu tarafından karşı çıkılan hukuksal muhakeme; seçim öncesi etik bir kabulün açık ve kuşku götürmez olduğu ile bu ön kabulün seçimlerin düzenlenmesinin dayanağı olan seçimlere çağrı kararnamesi ile somutlaştırıldığı ve iktidarın Troyka’yı oluşturan unsurlarca el konulduğudur. 43 www.tap.info.tn/fr/fr/partis/14206-le-pdm-appelle-ennahdha-et-ettakatol-a-respecterleurs-engagements-concernant-la-duree-du-mandat-de-la-constituante.html 44 www.lapresse.tn/08122011/41655/la-troika-en-rangs-serres.html 45 agm 46 www.lapresse.tn/07122011/41586/ennahdha-fait-marche-arriere.html 47 “Hükümet seçim meşruiyetini kaybedecek ancak bir anayasal boşluk olmayacaktır. Bu tarih bir dönüm noktasıdır. Koşullara bakıldığında hükümet artık hükümet edemez zira misyonunu gerçekleştirememiştir. Bir uzlaşma araması gerekecektir.”, Jeuneafrique.com, Tunisie - Beji Kaid Essebsi, "La transition démocratique est mal engagée" | Jeuneafrique.com - le premier site d'information et d'actualité sur l'Afrique, www.jeuneafrique.com/Article/JA2700p058-64.xml1/ 48 www.africanmanager.com/142846.html 49 CF. Sorun hakkındaki ilginç düşünceler için bkz. Rafaa Ben Achour, La presse d’aout 2012. Publié sur la page www.urdiji.fsjpst.rnu.tn/htmlfr/artrafaaanc.htm Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 245 Troyka, yetki süresi konusunda sessiz kalan ve bu hükmü zımni olarak kaldırdığını iddia ettiği, -dediklerine bakılırsa kendisinden önceki basit bir kararnameden daha üst seviyede olan- Kurucu kanunun, 1. Maddesini sallamaktadır. Muhalefetin 22 Ekim 2012’den sonra, Ulusal Kurucu Meclis ile vadeleri dolmakta olan erklerin meşrulukları hakkında açıklama yapabilmek için atacakları tek bir adım kalmıştı. İnternet gazetelerine göz atıldığında kimi yorumları “Meşruluk, açık çek değildir” şeklinde okuyabiliyorduk50. Ve Ridha Ben Slama, En Nahda yalancılarının seçimlere çağrı kararnamesi hakkında güya “gayrimeşru bir iktidara götüren idari bir işlem olduğundan yoklukla malûl” şeklindeki sahte gerekçelerine geri geliyordu. Bu kriz durumu En Nahda hareketinin yöneticilerinden oluşan Troyka işbirliği tarafından olduğu kadar muhalefet tarafından da Anayasanın hazır olduğunu varsayarak olası bir seçim tarihi etrafında ardarda bildiriler yapmaya yöneltti. Yüksek Seçim Makamı eski başkanı Sayın Kemal Cendubi eylül ayında şöyle bir açıklama yaptı “Tunus’ta gelecek seçimlerin tarihi konusunda bir karışıklık hâkim. Belirtmek gerekir ki bu tarih belirleme, henüz belirsiz bir Anayasanın kabulüne bağlıdır. Salı gününden bu yana kakofonik bildiriler çoğalmaya başladı ve Mustafa Ben Cafer’in önerdiği 20 Mart ile Habib Khedher’in önerdiği 8 Eylül tarihleri üzerindeki spekülasyonlar tam gaz gitmekte” 51. Daha sonra koalisyonun 3 partisi “gelecek yasama ve Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimlerinin 23 Haziran 2013, Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinin de 7 Temmuz tarihlerinde gerçekleştirilmesini önerme” hususunda anlaştılar” 52. Hemen ardından söz konusu tarihin “bir baskı ve manüpülasyon konusu olduğu ve bu çerçevede beceriksizce seçildiği”ne ilişkin görüşler hızla yükseldi” 53. Sayın Beji Kaid Essebsi bu çerçevede Ulusal Kurucu Meclis’e “bunun güzel bir haber olduğu”nu açıkladı54 ve fakat Cumhuriyetçi Parti genel merkezi üyesi İssam Chebbi “Troyka’nın belirlediği seçim tarihinin uygulanabilir olmadığı gibi ülkenin genel durumunu da dikkate al50 www.mag14.com/national/40-politique/1010-tunisie--la-legitimite-nest-pas-un-chequeen-blanc.html 51 www.lecourrierdelatlas.com/323006092012Tunisie-Exclusif-Kamel-Jendoubi-Joueravec-la-date-des-elections-est-tres-dangereux.html 52 www.lemonde.fr/tunisie/article/2012/10/14/tunisie-accord-sur-la-constitution-deselections-generales-le-23-juin_1775271_1466522.html 53 www.mille-et-une-tunisie.com/accueil/magazine/3799-tunisie-les-consequences-duchoix-de-la-date-des-elections-sur-le-tourisme.html 54 www.tunistribune.com/tunisie-lopposition-satisfaite-de-lannonce-de-la-date-deselections/27024.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 246 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler madığı” şeklinde değerlendirdi55. Yüksek Seçim Makamı eski başkanı da seçim makamının hayata geçirilmesinin ardından seçimlerin gerçekleştirilebilmesi için 8 ile 10 ay gibi bir sürenin gerektiğini söyleyerek bu değerlendirmeyi doğruladı56. Nihayet En Nahda’nın genel sekreteri Tunus Başbakanı Sayın Hamadi Cebali herkesi şaşırtıp sessizliğini bozarak bu konudaki tedirginliğini açıkladı: “Yeni Anayasanın hazırlanmasındaki gecikme ve seçimlerin 2013 Haziranında yapılmasına karar verilmesinden endişe [ettiğini], bu endişe[si]nin tüm halkın endişesi olduğu ve bu geçiş sürecinin daha fazla devam edemeyeceğini, özellikle Bağımsız Yüksek Seçim Makamının kurulmasındaki gecikmeyi açıklayan nesnel bir neden olmadığını” söyleyerek57 “kendi içerisinde bir uzlaşmayı gene Troyka’nın bulacağı”nı belirtti. Siyasi danışmanı dahi “Bu durumun çok fazla sürdüğü”nü ve “geçiş sürecininin uzamasının ülkemizin ekonomisine zarar verdiğini ve yatırımcıları projelerinde hiçbir şekilde cesaretlendirmediğini” açıkladı58. 3. Mat bir çalışma ve şeffaflık eksikliği Carter Merkezi59 2012 Mayıs’ında, Ulusal Kurucu Meclis çalışmalarının başlamasından altı ay sonra daha şeffaf olmaya ve Tunus Anayasasının hazırlanmasına kamunun daha fazla katılmına davet ediyordu. Bu çağrı, Ulusal Kurucu Meclis’in içe kapanmasına ve kendi yağıyla kavrulmasına yol açtı. Sivil toplum örgütleri Kurucu Meclis başkanını Anayasa komisyonlarının tüm belgelerini kamuya açmaları için zorlamak üzere seferber oldular. İşte böylece, özellikle 2011 Mayıs’ından itibaren demokratik bir geçiş çerçevesinde tartışmasız meşru bir talep üzerine Tunus, idarelerini geçmişten ders çıkartmanın müşterek sorumluluğuyla [proaktif – ç.n.] belgelerini kamuya açmaya zorlayan bir kararname yayımladı. Meclis’in kapılarını gazetecilere ve vatandaşlara açması fiili gözlemci ve gazetecilerin komisyon çalışmalarındaki varlıkları gerçek oldu. Buysa Meclis’in resmi sitesinin, farklı komisyonların belgelerinin kamuya açılması söz konusu olduğundaki sessizliğini açıklanamaz kılmaktadır. Gerçekten de Ulusal Kurucu Meclis İç Tüzüğü komisyon ra55 www.afriquinfos.com/articles/2012/10/24/tunisie-elections-date-juin-2013-nestpragmatique-211911.asp 56 www.leaders.com.tn/article/kamel-jendoubi-8-a-10-mois-necessaires-pour-organiserdes-elections?id=9899 57 http://francophone.sahartv.ir/news/tunisie--le-pr%C3%A9sident-inquiet-du-retarddans-la-r%C3%A9daction-de-la-nouvelle-constitution-2108 58 www.africanmanager.com/144903.html 59 www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 247 portörlerinin raporlarının sitede yayınlanmasını öngörmektedir. Böylelikledir ki bu sessizlik ve kurumsal karartma [black-out – ç.n.] üzerine milletvekilleri aldıkları inisiyatifle söz konusu belgeleri bloglarında ve Façadefteri [facebook – ç.n.] sayfalarında yayınladılar. Opengov.tn grubu 4 Kasım 2011’de “adil, demokratik ve refah bir toplum hakkının garantisini sağlamak üzere tam şeffaflık ve kamu işlerinin yönetiminde vatandaşın katılımı ilkelerinin hayata geçirilmesi için mücadele etmek” üzere yayına başladı60. Ulusal Kurucu Meclis’i açılmaya zorlayabilmek için “Anayasa kapalı oturumda yazılıyor” sloganıyla iki eyleme girişti61. Bu durum, Kurucu Meclis’teki sızıntıların ardından Anayasa ön tasarısının kamuya sunulmasını sağlamak için devam edecektir. 13 Ağustos 2012’de genel raportör altı komisyonun raporlarının sûretlerini karşılaştırarak derleyip bir sunuş yazısıyla milletvekillerine elmekleyecektir [e-mail – ç.n.]. Bunun hemen ardından söz konusu sûretler internet yollarıyla tüm Tunus’a yayılacaktır62. Sivil toplum örgütleri ve başta Tunus Anayasa Hukuku Derneği olmak üzere hemen bunun üzerine eğileceklerdir. 22 Ağustos’ta düzenlenen bir yuvarlak masa toplantısı gerçek bir başarı olacaktır: Değerlendirme, sûretin ortalamanın üstünde olduğudur63. Kimisi ölçüsüz bir şekilde “Ulusal Kurucu Meclis’in bir hukuk fakültesi öğrencisi olsaydı kesinkes sınıfta kalacağını” belirteceklerdir64. Diğer gazeteciler ise ön tasarının özgürlükleri yok eden bir müsvedde65 ve tunusluların kazanılmış haklarının çok altında olduğunu aktaracaklardır66. Toplumun, siyasi aktörlerin ve medyanın baskısı Ulusal Kurucu Meclis’i bu noktada biraz daha çaba göstermeye zorlayacaktır. Tutanaklar ve hiç olmazsa komisyon raporları Ulusal Kurucu Meclis’in sitesine koyuldular67. Fakat, irade daha fazla şeffaflığa doğru yol aldıysa da uygulama ya da eski düşünceler yeniden peydah olmaktadır. Böylelikledir ki Özgür60 www.opengov.tn http://7ell2.info/ 62 “Democracy reporting international” tarafından yayınlanan gayriresmi çeviri için bkz. www.venice.coe.int/docs/2012/CDL-REF(2012)035-f.pdf 63 Bawsala Derneği tarafından gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısı raporu için: www.albawsala.com/uploads/documents/CR_table_ronde_1ere_lecture_de_lavant_p rojet_de_constitution_Hotel_Africa_par_Al_Bawsala.pdf 64 http://fr.allafrica.com/stories/201208230902.html 65 http://kapitalis.com/fokus/62-national/11420-tunisie-un-avant-projet-de-constitutionbrouillon-et-liberticide-.html 66 www.kapitalis.com/63-fokus/12871-l-avant-projet-de-la-nouvelle-constitution-endeca-des-acquis-des-tunisiens-estime-article-19.html 67 www.anc.tn 61 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 248 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler lüklerden sorumlu Komisyonun tasarısı 1 Kasım 2012 tarihinde hazırlandıysa da resmi sitede kamuya açılması aynı ayın 30’unu bulmuştur68. O kadar beklenen, iç’te yayımlanmasına rağmen kamuya sunulmayan söz konusu raporun kamuya açılması ancak rapordan haberdar olan sivil toplum gözlemcileri ile uzmanların sert tepkileriyle mümkün olabilmiştir. B. Siyasi partiler, sürekli yeniden biçimlenen demokratik geçişin aktörleri Siyasi partiler her demokratik geçişin baş aktörleridir. Tunus’ta bu aktörlerin yapısı 2011 Ocağından beri kökünden değişime uğramıştır. Ayrılışına değin Ben Ali, Anayasal Demokratik Birlik (RCD) partisinin başkanlığını yürütmüştür. Ki tarihsel oluşumunda Sosyalist Destur Partisi (PSD) adı altında merhum başkan Habib Burgiba’nın kumandanlığında ülkenin bağımsızlığı için mücadele etmişti. Bu parti Tunus’un bağımsızlığından 1981 yılına kadar Tunus siyasi hayatını elinde tutuyordu. Devlet partisi tipindeki Anayasal Demokratik Birlik partisi 1959 Anayasasının hakkın rahmetine kavuşmasından 2012 Ocağına değin tüm anayasal normları ve demokratik hükümet tekniklerini bir kenara bırakan baskın bir parti oldu. Devlet partisi; partiyle devlet arasında tam bir karışıklık yaratıp, Anayasal Demokratik Birlik’i destekleyen ve temsil makamlarında yer dilenen sahte kukla partileri69 düzenleyerek tüm Devlet çarklarıyla siyasi organları tekelinde tutuyordu. 14 Ocak 2011’den sonra İçişleri Bakanı siyasi partilerin kurulmasına izin veren ve faaliyetlerini denetleyen makam olarak Anayasal Demokratik Birlik’in faaliyetlerini 6 Şubat’ta askıya aldı ve devlet partisinin feshi için bir dava açmak üzere bir avukat görevlendirdi. Tunus Asliye Hukuk Mahkemesi 9 Mart 2011’de Anayasal Demokratik Birlik’in feshine ve mallarının Hazineye intikaline karar verdi. Siyaset sahnesi ve Cumhuriyet, herşeyini dayandırdığı ve yarım yüzyıldan fazla sahneyi elinde tutan ayağını kaybetti. Aynı anda İçişleri Bakanı, fesih kararını beklemeksizin uygulamada siyasi partilerin rahatça kurulmasına izin vermeyen 1988 tarihli aynı organik kanuna dayanarak “muslukları açtı” ve bitmek bilmeyen bir parti seline izin verdi. 8 Mayıs 1988 tarihli siyasi partilere ilişkin organik kanunla da tekrarlanan 1959 Anayasasının 8. Maddesinin koşullarını70 68 www.anc.tn/site/main/AR/docs/rapport_final/rapport_final_5_4.pdf 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arefesinde muhalefet parti şeflerinin açıklamaları bu durumun bir delilidir: “MDS Ben Ali’nin adayını desteklemi olmaktan dolayı gururludur ve Ben Ali’nin seçim programına tamamen katılarak bunun gerçekleştirilmesi için seferber olmaktadır”, la Presse du 11/11/09. Khammasi (PVP): “Ben Ali kesinlikle gelecek dönemin, Tunus’un geleceğinin adamıdır”, La Presse, 13/11/2009. 70 1 Haziran 1959 Anayasasının değişiklikler işlenmiş metni için: 69 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 249 taşımayan dinci niteliğiyle maruf En Nahda partisi de dahil olmak üzere izin isteyen siyasi partilerin neredeyse tamamı İçişleri Bakanlığı’nın iznini almayı başardı. Böylece Tunus siyasi hayatı 14 Ocaktan geçen parti sayısının Mart ayında 9’dan 28’e, Nisan ayında 68’e, Mayıs ayında 89’a, Haziran ayında 97’ye, Temmuz ayında 105’e, Ağustos ayında 117’ye, seçimlerin olduğu Ekim ayında ise 127’ye ulaştığına şahit oldu. Buna karşın yalnızca 77 oluşum aday listelerinde göründüler. Ancak bu tarih enflasyonist hareketi frenleyecekti: Kasım ayında yalnızca 124, Aralık ayında 125, Ocak ayında 126, Şubat ayında 130 ve Mart ayında 135 olarak sayacaktık. Bu oluşumların artışı karşısında devrim sonrası Tunus vatandaşı ne yapacağını bilemedi. Siyasi partilerin isimleri bazen siyasi seyircinin şaşkınlığını artıran aynı terim ve kavramları taşıyordu. Seçim kampanyası, parti yöneticilerinin iletişim tekniklerine pek de alışkın olmadıklarının yanısıra, seçim programlarının temel özelliklerinin seçmeni cezbetmek için populist olduklarını gösterdi. Bu siyasi amatörlüğün sonucu fazla beklenmedi, zira bu oluşumların çoğu için sonuçlar hayalkırıklığı oldu. Listeleri nadiren oyların %2 ya da %3’ünü alarak Halkın Birliği Partisi’nin altında kaldılar71. 2011 Kasım ayından bugüne değin yalnızca on kadar oluşum kendilerinden söz ettirdi. Diğerleri medya sahnesinden, seçim yarışına katıldıklarındaki gibi bir sihirle kayboldular. Sonuçların ertesi günü oluşumlar, ortalama sonuçlarıyla karşılaştılar. İç tartışma düşünce alışverişlerinin yapıldığı birkaç haftanın ardından kıssadan çıkartılan hisse dağılan oluşumların devam edemeyeceği ve siyasi hayatın acilen yeniden yapılandırılması zorunluğu idi. Böylece oluşumlar yakınlıkları ölçüsünde birlikte hareket etmek, çoğunsa birleşmek üzere birbirlerine yaklaştılar72. Diğer 3 oluşum, Yeniden Hareket, Tunus Emekçileri Partisi, Modern Demokratik Kutup bağımsızları 31 Mart ve 1 Nisan 2012’de gerçekleşen kurucu kongreleri sırasında Al Massar adıyla tanınan Demokratik ve Sosyal Yol’u kuracaklardır73. www.atdc.org.tn/telecharger_constitution-tunisienne-du-premier-juin-1959_fr_55_pdf ve özellikle 8. maddesinin 5 fıkrası: “Bir siyasi parti ilke, hedef, faaliyet ve programlarında din, dil, ırk, cinsiyet ya da bölgeyi temel alamaz” 71 Ayrıntılar için Yüksek Seçim Makamının sitesine bkz. www.isie.tn 72 www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-opposition-se-reorganise-14-04-2012-1451570_ 24.php 73 www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html www.investir-entunisie.net/index.php?option=com_content&view=article&id=17238 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 250 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler Halkın Birliği Partisi [PDP – ç.n.], Ufuklar Partisi [Afek – ç.n.], Cumhuriyetçi Parti74, Irada, Bledi, Sosyal Demokrat Adalet Partisi [PJSD – ç.n.] ve Karama arasındaki yakınlaşma 9 Nisan 2012’de arapça El Cumhuri olarak isimlendirilen Cumhuriyetçi Parti’yi oluşturacaktır75. Halk Cephesi76 adı altında toplanan bir başka ittifak ise ondan fazla sol ve milliyetçi oluşumla 7 Ekim 2012 Pazar günü meydana geldi. Oluştuğu partiler başlıca: Milliyetçi Demokrat Eylem Partisi, Demokrat Yurttaşlar Hareketi, Demokratik Arap Liderliği Partisi, İşçi Partisi, Baath Hareketi, Echaab Hareketi, Sol Emekçiler Birliği, Yeşil Tunus Partisi, Birleşik Halkçı Cephe, Özgürlük ve Gelişme için Halk Partisi, İlerici Mücadele Partisi77… Kuruluş toplantısını Şubat 2013’te yapmayı öngören Tahaluf Vatani78 adı altında Reform ve Gelişme Partisi, Reformist Akım ile siyaset adamlarını, diğer partilerin listelerinden seçilmiş ama arada partileriyle ilişkileri kopmuş olan Ulusal Kurucu Meclis vekillerini, sendikacıları ve insan hakları savunucularından meydana gelen yeni bir ittifak da oluşmakta. Bir başka koalisyon da “İnisiyatif Partisi”dir ki, parti sözcüsü Kasım ayında 6 temel partinin bir tek koalisyonda birleşeceğini söyledi79. Nihayet 2 Aralık 2011’de80, görevi sona eren geçiş hükümetinin başbakanı Beji Kaid Essebsi merkez güçlerini aynı bayrak altında birleştiren yeni bir partinin kurulmakta olduğunu açıkladı. Tunus’un Çağrısı [Nida Tounes – ç.n.] adı altında kurulan oluşum yasal iznini 6 Temmuz 2012’de aldı81. Parti, birkaç hafta içerisinde onbin kadar üye kaydederek dolup taştı. Medyatik toplantılar düzenleyerek popülaritesini kamuoyu yoklamalarında yükseltti. [Popülerlik açısından ç.n.], Parti genel başkanı 2012 Kasım ayında ilk sıraya outran lider oldu. Kurucu Meclis vekilleri bu partiye katılabilmek için asıl partilerinden ayrıldılar. Bu parti 23 Ekim seçimlerine katılmayıp Kurucu Meclis nezdinde parlamenter grup kurabilecek ilk oluşum hâline geldi. 74 www.espacemanager.com/politique/politique-tunisie-presentation-du-partirepublicain.html 75 www.espacemanager.com/politique/tunisie-liste-des-adherents-au-parti-republicaingrand-parti-du-centre.html 76 http://directinfo.webmanagercenter.com/2012/10/07/tunisie-politique-front-populairehamma-hammami-president/ 77 www.babnet.net/cadredetail-53094.asp 78 www.kapitalis.com/63-fokus/12742-tunisie-un-nouveau-front-d-opposition-pourquoi-faire.html et www.kapitalis.com/63-fokus/12774-tunisie-l-alliance-democratiquetiendra-son-1er-congres-en-fevrier-2013.html 79 www.espacemanager.com/politique/tunisie-six-partis-et-une-coalition.html 80 www.letemps.com.tn/article-61225-02122011.html 81 www.espacemanager.com/politique/tunisie-lappel-de-la-tunisie-de-bce-legalise.html Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 251 3C Bürosu tarafından 27 Ekim 2012’de82 yapılan son kamuoyu yoklamaları şu sonuçları göstermekte: En Nahda 31, 4% (+0, 583) Tunus’un Çağrısı 29, 6% (+1, 5) Halk Cephesi 6, 9% (+1, 3) Cumhuriyetçi Parti 6, 4% (- 5, 4) Aridha 4, 7% (-0, 9) Cumhuriyet için Kongre 4, 6% (-0, 4) Ettakatol 3, 8% (+0, 4) Özgür Vatanseverler Birliği [UPL] 2, 7% (-0, 1) Mubadara 1, 9% (-0, 4) Kurtuluş Partisi [Hizb Ettahrir] 1, 6% Eşaab 1, 1% (-0, 1) Tunusluların oy verecekleri siyasi kişilikler sıralamasında aynı yoklama şu sonuçları vermekte84: Beji Kaid Essebsi 10, 9% Münsef Marzuki 7, 2% Mustafa Ben Cafer 3, 6% Tayyip Baccouche 2, 5% Hamadi Cebali 2, 3% Hamma Hammami 2, 1% Samir Dilu 1, 9% Muhammed Abbu 1, 4% Ali Laarayedh 1, 3% Zeynel Abidin Ben Ali !! 1, 2% Ahmed Necib Chebbi 1% 1% Raşid Gannuşi Abdelfattah Muru 0, 9% 7 Aralık’ta koalisyonun prensip anlaşması 7 oluşum arasında “Tunus için birlik” adı altında gerçekleşti85: Tunus’un Çağrısı, El Massar, 82 www.espacemanager.com/politique/tunisie-sondage-ennahdha-et-nidaa-tounes-dansun-mouchoir-de-poche.html 83 Sondajdan 45 gün önce gerçekleştirilen kamuoyu yoklaması raporuna göre değişim. 84 www.espacemanager.com/politique/tunisie-ennahdha-sent-le-souffle-de-nida-tounesmarzouki-detrone-par-caid-essebsi.html 85 www.tunisienumerique.com/tunisie-naissance-imminente-de-lunion-pour-la-tunisie/ 156279 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 252 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler Cumhuriyetçi Parti, Sosyalist Parti ve Vatansever Demokratik İşçi Partisi. Eğer gerçekleşirse muhakkak ki “kâğıtları karılmasını basitleştirerek Tunusluya oyunu vereceği anda kimi seçeceğini bilmesine yardımcı olacak” bir birleşme. Siyasi sahne her gün, her hafta böyle devamlı bir değişim hâlindedir. Olaylar haritayı değiştirmekte ve Tunus’lular %42 kararsız kalsalar dahi -sivil toplum örgütleri ve kitle iletişim araçlarının halka indirme ve yaymaları sayesinde- artık daha iyi anlayabilecek ve günü geldiğinde meşreplerine uygun bir oluşumu daha iyi seçebilecek yeterliktedirler. C. Sivil toplum, demokratik geçişin genç ve ayrışık katalizörü 14 Ocak 2011’den sonra kurulan siyasi partilerin sayısı 9’dan 130’a fırladı. Ancak seçimlerin ardından ortaya çıkan sonuçlar bunları istisnasız bir şekilde kendi aralarında birleşmeye ve en atak görünenlerini caydırmaya ya da yenilerini kurmaya mecbur etti. Sivil toplum örgütlerinin gelişimiyse tamamen başka oldu. Uyuşukluğundan ve gerek korsan gerekse baskıcı iktidar tarafından frenlenmiş aktivizminden çıkan toplumu oluşturan unsurlar önemleri, müdahale alanları ve programları değişik bir çok oluşuma hayat verdiler 86. Ülkenin tüm bölgelerinde 2011 Ocağından seçimlere değin 1.700’den fazla dernek gün yüzü gördü. Yeni partilerin kurulması bittiyse de derneklerin yazgısı aynı olmadı. 2011 Kasım’ından 2012 Mart’ına değin her türden 600 dernek daha kaydedildi. 2011 Eylül tarihli 88-2011 sayılı kanun hükmünde kararanme daha özgürlükçü yeni bir hukuksal çerçevenin yürürlüğe girmesi inisiyatifleriyle bu oluşumların faaliyetlerini teşvik etti. Bu oluşumların vesayet makamı, Hükümet genel sekreteri oldu ve kuruluş usûlü tamamen basitleştirildi. Artık kuruluş dosyasının icra müdürünün tutanağıyla postayla gönderilmesi ve yasal sürenin beklenerek idarece bir itirazda bulunulmaması durumunda kuruluşunun Resmi Gazete’de yayınlanması yeterli olacaktı. Dernekler Tunus’un hemen her yerinde serpilerek öncesinde mahzun olan ülkenin sivil manzarasını zenginleştirecekti. İnsan haklarıyla ilişkili dernekler siyasi sahnede87 oldukca önemli bir varlığıa sahiptir. Sivil toplumun bir başka aktörü ise geçiş döneminde 86 2012 Mart tarihli Tunus Sivil Toplumu hakkındaki rapor için mutlaka bkz. http://eeas.europa.eu/delegations/tunisia/documents/projets/rapportdiagnostic_stecivi le_mars2012_fr.pdf 87 http://observatoiretunisien.org/upload/file/Jeblaoui(1).pdf Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 253 daha fazla yer alan Tunus Ulusal İşçi Birliği – [UGTT88 – ç.n.] ile Tunus Sanayi, Ticaret ve Zanaat Birliği’dir [UTICA89. – ç.n.]. İlk teşkilât mahalli genel grevlere eşvikle, 14 Ocak 2011’de diktatöre ülkeyi terk ettirerek Tunus’taki siyasi değişiklikte önemli aktörlerinden biri olmuştur. Fakat sendika birliği devrim sonrası dönemde siyaset sahnesinden çekilmeyecektir. Birlik aynı şekilde La Kasbah’taki oturma eylemlerinde de, Meclis’in hayata geçirilmesinde katalizör rolü oynayacaktır. Sendika birliği aynı zamanda bir anayasa tasarısı öneren sivil toplum örgütleri arasındaydı. Siyasi aktörler arasında diyaloğun kesildiği tespitiyle sendika birliği ulusal diyalog için bir kongre düzenlenmesi hususunda harekete geçti. Söz konusu kongre 16 Ekim 2012’de 50’den fazla siyasi parti temsilcisiyle 600’den fazla gazeteci ve siyasi kişiliğin huzurunda gerçekleşecekti. Buna karşın bu inisiyatif En Nahda ve Anayasal Demokratik Birlik tarafından boykot edildi. Buna karşın Cumhurbaşkanı, Ulusal Kurucu Meclis başkanı ile En Nahda hükümetinin başkanı Kongre’ye katıldılar90. Son bildiri “En Nahda ile Cumhuriyet için Kongre Partisi’nin kongreye katılma davetini yanıtlamamış olmasından duyduğu üzüntü”yü de belirtiyor ve “acil olduğunu düşündüğümüz uzlaşma arayışlarına en kısa sürede ulaşma gereği”ni ön plana çıkartıyordu91. Bunlar, Bağımsız Yüksek Seçim Makamı, Anayasanın yayınlanması, Seçim Kanunu, siyasi rejimin belirlenmesi ve seçim takvimi konularıydı. Bu ulusal teşkilâtın kapladığı yer ilk planda En Nahda’nın gölgesinde oldu. Bu iki yapı arasındaki sürtüşme 4 Aralık 2012’deki olayların akabinde patlayan krize değin sürdü. En Nahda hareketine yakın Devrimi Muhafaza Derneği isimli bir derneğin üyeleri Tunus İşçi Sendikası’nın merkezine, sendika lideri Farhad Haşed’in katlinin 60. ölüm yıldönümü etrafında önce sözlü sonra da fiziki olarak saldırdılar92. En Nahda’nın lideri siyasi bir demecinde ateşin üstüne benzin dökerek “Tunus Ulusal İşçi Birliği’nin köktenci sol uç bir hareket olduğunu ve hükümeti çatışmaların içerisine çekmesinin ülkenin çıkarına olmadığı”nı açıkladı93. Sendika birliği, yönetim kurulu toplantısının ardından 13 Aralık 2012’de gerçekleştirilmek üzere tarihinin ikinci genel grev kararını 88 www.ugtt.org.tn/fr/ www.utica.org.tn/website/index.php 90 www.lapresse.tn/16102012/56873/hamadi-jebali-et-mustapha-ben-jaafar-assisteronta-la-conference.html 91 www.ugtt.org.tn/fr/2012/10/25/declaration-finale-du-congres-de-dialogue-national/ 92 www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAWEB20121204174836/ 93 www.tunisienumerique.com/tunisie-rached-ghanouchi-lugtt-est-un-mouvementextremiste-qui-veut-faire-tomber-le-gouvernement/156022 89 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 254 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler aldı94. Bu karar iki yönden sembolikti. 26 Ocak 1978’te gerçekleştirilen ilk genel grev ülkeyi ateş ve kana boğan -gene- bir perşembe günüydü ki hazin olaylar kolektif bilinçte “kara perşembe”95 olarak kaldı. İkincisi 13 Aralık’ta Tunus, uluslararası ve bölgesel sivil toplum teşkilâtlarının yanısıra Sayın Hillary Clinton’un da katılacağı “Gelecek için forum”’un 9. oturumuna ev sahipliği yapıyordu96. Daha yeni ve daha küçük çaplı dernekler diğerleri denli faal olsalar da ilk zamanlar halka yayma çalışmasıyla seçmenler çerçevesinde; sonra ise seçimlerin gözlemlenmesi çalışmasında yer aldılar. Bugün seçimlerin üstünden bir yıldan fazla zaman geçmişken, vatandaşlık eylemini geliştirmeye çalışıyorlar. Oluşumları şöylece sayabiliriz: Tunus Seçimlerin Bütünlüğü ve Demokratikliği Derneği (ATIDE)97, Vatandaş Otobüsü98, Tunus Uyanış ve Teyakkuz Derneği99 ve hatta Tunus Anayasa Hukuku Derneği100. Diğer dernekler geçiş dönemine siyasi ve idari müdahillerin daha fazla şeffaflaşması eylemine katıldılar. Sivil toplumda opengov101 gibi “daha şeffaf ve daha çok vatandaş katılımı” hedefli daha az resmi oluşumları oldukça faal yapılara örnek göstermek gerekir. Pusula Derneği102, Kurucu Meclis faaliyetlerinin göstergesi Marsad projesini103 gerçekleştirmiştir. Veb sayfalarında Kurucu Meclis’in hazırladığı ve idari kurnazlıklarla gizlenen tüm belgelerinin yanısıra milletvekillerinin blogları, façadefteri ya da tvittîr sayfalarında yayınlanan bilgileri bulabilmekteyiz. D. Kitle iletişim araçları, demokratik sürecin katalizör eleştirel tanıkları Kitle iletişim araçları 14 Ocak 2011’den sonra köklü bir şekilde dönüştüren bir evrime uğradılar. Daha önce tüm gazeteler, televizyon kanalları, radyolar ve hatta tüm sanal medya alanları baskıcı ve despot iktidarın denetimindeydi. Eylem her yerde hazır ve nazır Dış İletişim 94 www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-L%E2%80%99UGTT-d% C3%A9cr%C3%A8te-la-gr%C3%A8ve-g%C3%A9n%C3%A9rale-pour-le-13d%C3%A9cembre-2012, 520, 34958, 3 95 http://cgtt.wordpress.com/2008/01/31/memoire-collective-26-janvier-1978%C2%AB-le-jeudi-noir-%C2%BB/ 96 www.tunisienumerique.com/tunisie-hillary-clinton-risque-de-subir-les-aleas-de-lagreve-du-13-decembre/156082 97 www.atide.org 98 www.buscitoyen.com 99 http://touensa.org 100 www.atdc.org.tn 101 www.opengov.tn/fr/ 102 www.albawsala.com/fr/ 103 http://marsad.tn/ Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 255 Ajansı’yla yönetiliyordu ki görevi kitle iletişim kanallarını mevcut hükümetin resmi propaganda aracı yapmak idi. Bu durumu rapor eden bir inceleme Tunus’taki Brüksel-Valonya delegasyonu104 namına yapıldı. Söz konusu incelemeye göre “Klasik medya araçları Başkan Ben Ali’nin hükümetinin uyguladığı sansürü kaldırdığı 13 Ocak akşamına değin Tunus devriminde hiçbir rol oynamadılar. O zamana değin devrimin kitle iletişim araçları İnternet (façadefteri ve bloglar) ile cep telefonları oldu. Her seferinde, bu tarihten itibaren birkaç gün, kimisi için birkaç saat içerisinde kitle iletişim araçları yavaş yavaş yeniden kazandıkları özgürlüklerinin bilincine vardılar ve ya sayfalarını ya da ayırdıkları zamanı tunus siyasi manzarasının sayısız siyasi duyarlıklarına açtılar”. 2011 Ocak olayları ve Ben Ali’nin ayrılışı rejimin kafasını kopartarak kitle iletişim sahnesini yalnızca bir gecede özgürleştirdi. Bıkkınlıkla karşı karşıya Tunusluların reddettikleri kitle iletişim araçlarını -en iyilerinin bir otosansüre çekildiği, çoğunluğunun ise mevcut yönetimi destekleyen bir siyaset izlediği- birkaç gün içerisinde yeniden ilgi odağı hâline dönüştürüverdi. Tunusluların yabancı gazete, dergi ve televizyonlar kadar internete yönelen medyatik göçleri mucizevi bir şekilde durdu. Tunuslu, hiç beklenmedik bir şekilde yeniden doğru yola gelen ulusal kitle iletişim araçlarıyla hızla barıştı. Ulusal televizyon kanalı fetiş sayısı 7’yi, açık mor rengini çabuk bir şekilde derhal kaybetti ve reytinglerde ilk sıraya yükseldi. Tunuslular birkaç ay içerisinde 5 televizyon kanalı, 12 yeni radyo ile kasım ayı sonuna değin yetkililerin müsaade ettiği sayısı 228’e varan bir gazete ve dergi patlamasına şahit oldular. Tunus gibi yüzölçümüyle olduğu denli nüfus sayısıyla da -son istatistik enstitüsü verilerine göre nüfusu 11 milyondan az- böylesine küçük bir ülke için oldukca önemli sayılardı105. Bu dönemde, kitle iletişim araçlarının Tunus’taki durumuna ilişkin iki rapor mevcuttur ve dönüşen durumun genel çizgilerini çizmek için yararlı olduğu denli bu alanın kimi açılarından kritiktir: Tunuslu Gazeteciler Ulusal Sendikası’nınki106 bir yanda, Haberleşme ve İletişimin Reformu Ulusal Makamınınki [INRIC – ç.n.] öte yanda107. Bu çerçevede, söz konusu alana ilişkin bir makale durumu genel hatlarıyla verecek ve 104 Brüksel-Valonya delegasyonunda uzman Alexandre Delvaux tarafından yapılan Tunus kitle iletişim araçları üzerine değerlendirme “Tunus Kitle İletişim Araçları ve Demokratik Geçiş” adını taşıyordu. bkz.: www.wbi.be/cgi/objects3/objects/media/0/1/3/6/9/0136937_media/media0136937_m edia_1.doc 105 www.ins.nat.tn/indexfr.php 106 www.snjt.org/images/snjt/rapport-3mai-final1.pdf 107 Raporun aynı makam tarafından yapılan bir özeti için bkz.: www.inric.tn/fr/ résumé.pdf Metnin tümü için bkz.: www.inric.tn/INRIC_Rapport_final_fr.pdf Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 256 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler gereksiz ayrıntıya girmemi engelleyecektir108. Söz konusu makalede “Tunus basını ve tunuslu gazeteciler 14 Ocak devriminden sonra sansür ve diktatör Ben Ali’nin ağır yasaklarından kurtarıldılar. Devrim sonrası dönem televizyon kanallarının, yeni radyoların, gazete ve dergiler ile internet sayfalarının yaratılmasıyla yeni iletişim kanallarının doğumuna tanıklık etti. Tüm medya gazetecileri Tunusluları hiçbir sınır olmaksızın tüm konular hakkında bilgilendirme özgürlüklerinin olduğunu öğrendiler. Bugün, gazetecilerin özgürlüğü ifade özgürlüğünün zararları ile tehdit edilmektedir. Söz özgürleşmiştir ancak basın alarm vereci baskılar altındadır” cümlelerini okuyoruz. Geçişin ilk aşamasında 2 Kasım 2011’de medya çevresi, iki temel kanunun yayımlandığına tanıklık etti: 2011 tarihli 115 sayılı Basın, yayın ve yayım özgürlüğüne dair Kanun Hükmünde Kararname (basın kanunu) 109 ile 116 sayılı Bağımsız Yüksek Görsel-İşitsel İletişim Makamı’nın kurulmasına dair Kanun Hükmünde Kararname (HAICA)110. Mevcut hükümet ne zaman ki ülke yönetiminin kumandasına geçti, gazetecilerin bağımsızlıkları ve profesyonellikleriyle, meslek ahlâklarına belli ölçüde saygıyı teminat altına alan bu kararnamelerin uygulanmaları konusunda pek de oralı olmadığını gösterdi. Bu, fiili olarak 4. erki belirleme ve denetim altında tutma gücünü elinde tutmak arzusunu açıklıyordu. Haberleşme ve İletişimin Reformu Ulusal Makamı (INRIC)111 kendini feshetmeden önce bu iki kararnamenin hükümetçe uygulanmasını talep etmesi de 4. erkin bağımsızlığını kurma konusunda siyasi iradenin eksikliğinin bir işaretidir. Bu yüzdendir ki bir bildiride; 19. Maddenin öngörülmesiyle, 2011 Ocağında Tunus’taki kitle iletişim araçlarının kritik durumu özetleniyordu. Gerçekten de: “19. Madde; geçen dönemde açık ve belirli ölçütlerin yokluğunda, mesleğin temsil makamlarıyla istişarede bulunmadan ve sektörün bünyesinde bir gerilimi körüklemeye katkıda bulunarak ard arda gerçekleşen kamu iletişim araçlarının yöneticilerinin atandığı ve değiştiği bir dönem olarak damgasını vurduğunu hatırlatmaktadır. (…) 3 Mart 2012 tarihli Tunuslu Gazeteciler Ulusal Sendikası’nın [SNJT – ç.n.] son yıllık raporunda da belirtildiği üzere; söz konusu dönem, aynı zamanda gazetecilere, veb günlükçülerine [blogeurs – ç.n.] ve kitle ileti108 www.opinion-internationale.com/2012/11/02/tunisie-la-liberte-de-la-presse-souspression_11491.html Durumu çok güzel betimleyen bir başka makale ise “Yasssa ile gerçeklik arasında basın özgürlüğü” başlığını taşımaktadır. bkz. http://cahiersdela liberte.org/blog/?p=604 109 Fransızca: http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre-2011-surles-medias-tunisie-14721386 110 http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre-2011-sur-les-mediastunisie 111 www.tunisiait.com/article.php?article=9294#.UML1veTM2jU Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 257 şim araçları yöneticilerine karşı bir dizi davanın açıldığı kadar gazetecilere ve sektör çalışanlarına karşı fiziki saldırılarla da lekelenmiştir”112. Bu durum özellike Tunus siyasi ve sosyal sahnesinin tanığı olduğu kargaşadan sonra çağdışı olarak değerlendirilmiştir. Tehlikeli bir hâl alan bu durum Sayın Necibe Hamruni’nin şevkle ve çok faal olarak liderliğini yaptığı ulusal sendikayı kitle iletişim araçlarını 17 Ekim 2012’de genel grev yapmaya götürmüştür. Sektör çalışanları ve uzmanları şu soruyu sormaktaydılar: “115 ve 116 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler bir gün uygulanacak mı?” 113. Tunus’ta 4. erk üzerine araştırma yapanlar araştırmalarını yalnızca klasik kitle iletişim araçlarına hasredemezler. Bunun yanısıra; ilk geçiş dönemiyle ardından gelen hâli hazırdaki dönüşüm döneminde -diktatörün ayrılmasından başlayıp- önemli rol oynayan ve oynamaya devam eden sanal iletişim araçlarını da incelemek zorundadırlar114. Tunus’ta 2011-2012 dönemi ile sosyal ağlar ve sanal medya araçlarının anayasal ve demokratik geçişin gerçekleştirilmesi üzerindeki etkilerine ilişkin birçok fikir yürütüldü115. 112 www.article19.org/resources.php/resource/3482/fr/ARTICLE%2019%20salue%20le %20courage%20 des%20journalistes%20Tunisiens%20et%20se%20f%C3%A9licite%20de%20la%20 d%C3%A9cision%20du%20gouvernement%20d%E2%80%99appliquer%20les%20 d%C3%A9crets%20lois%20115%20et%20116 113 http://nawaat.org/portail/2012/11/29/medias-les-decrets-lois-115-et-116-seront-ilsappliques-un-jour/ 114 Tunus-Fransa Anayasa Hukuku Atölyesi’nin 6. Gününde “Tunus’taki Geçiş ve Sosyal Ağlar” üzerine sunduğumuz tebliğ için bkz. www.chawki.gaddes.org/ Transition_RS.pdf 115 Bu konuya ilişkin Tunus’taki dönüşümler üzerine bu tür iletişim araçlarının yoğun etkisini inceleyen şu makalelere özellikle bkz. www.sentinelle-tunisie.com/videos/zapping/item/lina-ben-mhenni-sur-canal, http://observatoiretunisien.org/upload/file/Kerrou(1).pdf, http://kapitalis.com/fokus/62-national/2456-tunisie-facebook-fait-il-la-revolution.pdf, http://archivesic.ccsd.cnrs.fr/docs/00/67/84/40/PDF/cyberactivisme.SMihoub.publiA_.pdf, www.medmediatunisie.com/medias/upload/MED_NEWS_SPECIAL_Janvier%2020 11.pdf, http://ict-dfg-lfa.eu/1ere/Arab%20revolutions/Students%20works/Media.pdf, http://revueaverroestest.files.wordpress.com/2011/08/art-kc3bcbler-revueaverroc3a8s-n4-5-aoc3bbt2011.pdf, http://papers.ssrn.com/sol3/Delivery.cfm/SSRN_ID2161774_code1912659.pdf?abstr actid=2161774&mirid=1,http://nawaat.org/portail/wp-content/uploads/2012/07/IDMTunisie-Version-1-0-09-07-12.pdf, www.sciencespo.fr/ceri/sites/sciencespo.fr.ceri/files/art_phasc.pdf, http://arabicmeeting.com/en/component/content/article/782.pdf, http://hal.archivesouvertes.fr/docs/00/67/52/90/PDF/SeveroGiraud_CyberactivismeArabe_2011.pdf, www.decolonialtranslation.com/francais/la-revolution-tunisienne-ne-vient-pas-denulle-part.pdf,www.cites-unies-france.org/IMG/pdf/CP_revolution20_KB.pdf, www.coe.int/t/dg4/nscentre/LisbonForum/LF2011conclusions_en.pdf, www.irisJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 258 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler 11 milyonluk nüfusuyla Tunus’un Façadefteri üzerindeki abone sayısı bugün 3 milyonu geçti. Bu iletişim aracı, vatandaşları bilgilendirmede olduğu kadar diktatörün kaçışıyla sonuçlanan sivil itaatsizlik hareketinin düzenlenmesini sağlayan halk isyanının da yadsınamaz temel aracı olmuştur. Maden havzası isyanı olarak bilinen Eylül-Ekim 2008 isyanının sessizlikle geçiştirilmesini de klasik iletişim araçlarının gemlenmesi ve o zamanki Tunus toplumunda sosyal ağların ağırlığının az olmasıyla açıklanmaktadır: Façadefteri’nde yalnızca 28.000 Tunus abonesi vardı. Buna karşın başlarında sendika ailesi tüm sivil toplum aktörleri, Ben Ali rejiminin düşüşünün başlangıcını, -kimsenin aldırmadığıkanla bastırılmış maden havzası olaylarıyla başlatıyorlar116. Sosyal ağlar ve diğer sanal iletişim araçları bariz bir rol oynadılar. Bu iletişim kanalları bir yandan vatandaşları bilgilendirmek öte yandan toplumun içinde bulunduğu bu karmaşık durumdan çıkmak için seçilecek yollar etrafında dönen düşünceler sırasında klasik iletişim araçlarının boşluğunu doldurdular. Böylelikledir ki Tunus’ta demokratik geçişin imdadına, internet yani hep isimlendirdiğimiz şekliyle sanal dünya koştu. İlk zamanlar internet, diktatörü yalnızlaştırmayı ve sivil itaatsizlik eylemlerini ve gösterilerini örgütleyerek sosyal gerilimi artırmayı başaran siberaktivistlerin çalışmaları sayesinde bir katalizör, Tunus’ta demokratik geçişin deklanşörü oldu. Sonraki zamanda ise internet sosyal ağlarıyla, siyasi aktörlerin geçmişin tecrübesiyle yararını keşfederek kendilerine çeki düzen verdikleri ikinci bir rol oynadı. Bunlar siyasi oluşumların seçim propagandalarını yapmalarına bir imkân sağlamasının yanısıra Hükümet117 ve france.org/docs/kfm_docs/docs/2011-04-04-facebook-twitter-al-jazeera-et-leprintemps-arabe.pdf,www.irmcmaghreb.org/IMG/pdf/Lettre%20IRMC%208.pdf, www.revuehemispheres.com/documents/No1-pdf/Hemispheres1_DossierReseaux_p8687_Printempsarabe.pdf, http://hal-confremo. archives-ouvertes.fr/docs/00/61/50/04/ PDF/EconomiaGaminsFacebook.pdf, www.ndi.org/files/conversations-with-tunisiayouth-apr-2011-french.pdf, www.ifex.org/tunisia/2011/06/22/scarsofoppressionrundeeptmgdelifex_fr.pdf, http://rime.to.cnr.it/2012/RIVISTA/N8/2012/articoli/11_Annabi.pdf, www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Ulises-Mejias.pdf, www.acatfrance.fr/medias/files/courrier_acat/C312-PrintempsArabe-dossier.pdf, www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Evgenyi-Morozov.pdf 116 www.centerblog.net/politique/384814-1433-incidents-et-emeutes-autour-du-bassinminier-de-gafsa-# et www.europe-solidaire.org/spip.php?article19786 ve özellikle http://hal.archivesouvertes.fr/docs/00/41/06/22/PDF/Chouikha_Gobe_Tunisie_Gafsa_elections_2009.pdf 117 www.facebook.com/ministere.interieur.tunisie?fref=ts Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 259 Yüksek Seçim Makamı118 gibi resmi yapıların faaliyet ve projelerini anlatmalarına da imkân sağladı. Sivil toplum örgütleri bu iletişim araçlarının kullanılmasında kenarda kalmadı, zira halkın bilgilendirilmesi ile Tunusluların alışık olmadıkları nispeten yeni siyasi-hukuki kavramların halka indirilmesi faaliyetlerinde kullanıldı119. 23 Ekim seçimlerinden ve Troyka’nın iktidarın dizginlerini ele alma başarısının ardından siyasi aktörler sanal iletişim araçlarının manzarasının ayarını kendi siyasi faaliyetlerinde kullanmak üzere yeniden yaptılar. Böylelikle “Artık sosyal ağların öneminin bilincinde olarak Hükümetin ve idarenin sorumluları ile siyasi parti temsilcileri düşüncelerini, projelerini sunmak ve vatandaşlara hesap vermek üzere bu yerlerde daha fazla var olmaktadırlar”ı okuyabildik120. Siyasi partiler bunları parti yandaşlarıyla olduğu denli aleyhtarlarıyla da bir iletişim kanalı olarak kullanmaya devam ettiler. Sivil topluk örgütleri siyasi faaliyetin daha şeffaf olmasını bu kanallarda talep edecekti121. Siyasi aktörler bunu Abdelya adıyla bilinen olayda olduğu üzere kamuoyunun manipülasyonu için kullandılar122. Ve nihayet sosyal ağlar sahanın gerçekliğine Lütfi Nakdh’ın “öldürülmesi” 123 ve en son sendika birliği merkezine saldırı olaylarında olduğu üzere tanıklık etmeye yaradılar124. Façadefteri 118 www.isie.tn pour le site web et www.facebook.com/isietn?ref=ts&fref=ts pour la page Facebook. 119 www.facebook.com/pages/ATIDE/247362811949969?ref=ts&fref=ts, www.facebook.com/pages/Association-Tunisienne-de-DroitConstitutionnel/270119053038985?ref=ts&fref=ts, www.facebook.com/femmesdemocrates?ref=ts&fref=ts, www.facebook.com/pages/Bus-Citoyen/118884958204729?ref=ts&fref=ts 120 Romain Lecomte, Cyber-activistes et société civile, http://orbi.ulg.ac.be/bitstream/ 2268/107441/1/20.-Entretien-avec-Romain-Lecomte.pdf 121 “İktidarın kör ve pasif temsil dönemi (…) internet kullanıcısı vatandaşların sahip oldukları yeni güçler karşısında bir sona benzemekte. Bu siberdaşlar [cibertoyens – ç.n.] siyasette –belki de, farkında bile olmadan- yeni bir ilişki biçimi kurmaktadırlar., Kerim BOUZOUITA, “Les coulisses de la révolution tunisienne: Au cœur de la cyber-guerre”, Géostratégies, n° 32, p. 161 122 www.lapresse.tn/22062012/51650/le-gouvernement-apres-la-crise-de-la-abdellia-lamauvaise-gouvernance-est-encore-de-mise.html, www.lecourrierdelatlas.com/287420062012Tunisie-Exclusif-Affaire-du-PalaisAbdellia-Les-artistes-ripostent.html www.kapitalis.com/afkar/68-tribune/10553-elabdellia-une-affaire-cousue-de-fil-au-service-dun-projet-de-theocratie-entunisie.html 123 www.tunisienumerique.com/tataouine-lotfi-nakdh-decede-de-mort-violente-ou-decrise-cardiaque/150090 www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-AffaireLotfi-Nagdh--Le-rapport-d%E2%80%99autopsie-de-Sfax-r%C3%A9v%C3%A8lel%E2%80%99existence-d%E2%80%99%C5%93d%C3%A8mes-sur-tout-le-corps, 520, 34714, 3 124 www.tunisienumerique.com/tunisie-ugtt-photos-ce-qui-sest-passe-place-mohamedali/155720 www.tunisienumerique.com/tunisie-bras-de-fer-ugttennahdha-entre-rupture-etJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 260 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler ve Youtube sayfalarına koyulan vidyolar internet kullanıcılarına ve habercilere [les gens de medias – ç.n.] birebir gerçek bilgi [l’information réelle – ç.n.] sağladılar. Bu arada siyasi partiler ve başlarında En Nahda hareketi kanatlarını Façadefteri sayfalarında –özellikle internet kullanıcılarında rağbet görebilecek olanlarını- açma eylemleri başlattı. Tekiano 2012 Nisan ayında şöyle başlık attı: En Nahda’nın sanal ordusu Façadefteri’nde. Bunu şöyle de okuyabiliriz: “Eğer Ben Ali, kitle iletişim araçlarına el koymuş olsaydı, En Nahda bir yıldan beri Façadefteri’ni bir propaganda makinesi yapmak üzere neredeyse tekeline alacaktı. Sayfalar çoğalıyor ve birbirlerine eklemleniyor. Gerçek bir sanal ordu sosyal ağı zehirliyor...” 125. III. Demokratik geçiş, hangi karar alma yöntemi? Bu iki dönemi arasındaki demokratik geçiş belirtildiği üzere aynı özelliklere sahip değildir. Bu da iki karar yönteminin kullanılmasına götürecektir. İlk dönem yapılarının halk meşruluğundan yoksun olmaları uzlaşmacı yönteme zorlayacaktır. 23 Ekim seçimlerinin düzenlenmesi ve halk tarafından seçilerek halkın meşruluğundan yararlanan bir Meclisin kurulması, kararların alınması bakımından çoğunluk oylaması kuralının getirilmesini sağlayacaktır ki Meclis rejimi çerçevesinde geçişi, çoğunluk diktatörlüğüne itecektir. Fakat siyasi ve sivil toplumdaki çalkantıların ardından iktidardaki çoğunluk liderleri, sorumlusu oldukları anayasal ve demokratik geçiş görevlerini iyi bir şekilde gerçekleştirebilmek için uzlaşma yöntemine geri gelme kararını aladılar. A. Uzlaşma, geçişin ilk aşamasındaki karar alma yöntemi Meşruluktan yoksun yapıların yürüttüğü geçiş döneminin başından beri zaman kaybetmeden benzer durumlarda mümkün olan tek bir karar alma yöntemine başvuruldu: uzlaşma. Bu, “biçimsel bir oylamaya bağlı olmaksızın anlaşmadan çıkan bir süreçtir (...)” 126. Bu kullanımı zor bir yöntemdir zira devamlı bakış açılarını yaklaştırma denemesini varsaymaktadır ki alınacak karara karşı olanları ikna olanağının olmaması durumunda bir sessizliğe –çekimser dememek için- yol açmakta, bu da bir oybirliği havası vermektedir. Yüksek Seçim Makamı’nın sözcüsü 2011 mediation/156270 www.tunisienumerique.com/tunisie-video-lugtt-attaquee-par-laligue-de-protection-de-la-revolution-en-marge-de-la-journee-de-commemoration-dela-mort-de-farhat-hached/155639 125 www.tekiano.com/ness/reseaux-sociaux/5037-tunisie-larmee-virtuelle-dennahdhasur-facebook-.html 126 www.larousse.fr/dictionnaires/francais/consensus/18357 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 261 Temmuz’unda bu konuda “uzlaşmacı meşruluk” tüm iktidarların ve kurumların temelidir açıklaması yaptı. Aynı şekilde bundan “genel uzlaşmacı çerçeveden çekilen tüm partiler devrim sürecini baltalamaktadırlar” mantıksal sonucu çıkmaktadır127. Başlamak için, 2011 Şubatında – gündemin başında- Devrimin, Siyasi Reformların ve Demokratik Geçiş Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi Yüksek Makamı üyelerinin seçilmesi sorunu vardı. Böylece Dekan Ben Achour, 14 Nisan 2011’de Başbakanın yayımladığı bir listeyi önererek başladı. Yaygın adıyla Yüksek Makam 69 üyeden oluşuyordu. Ancak ilk toplantıları Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplantı odasında gerçekleştirildi ki siyasi ve sosyal toplum tarafından protestolara neden oldu. Oluşumunda gençlerin ve devrim şehidi aile temsilcilerinin yokluğuyla siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin oldukça azaltılmış temsilleri çok eleştirildi. Dekan Ben Achour’un geçiş dönemi aktörleriyle istişaresi neredeyse bir ay boyunca sürdü.Yüksek Makam’ın, Hayreddin Paşa Bulvarındaki merkezinde yapılan bitmek bilmeyen görüşmelerde çevrilen dolapları herkes farketti. Bu aşamanın ardından üye sayısı 69’dan 155’e yükseldi128. Başbakanlık 2 Nisan 2012’de yayımladığı bir karar ile bu sorun etrafında gerçekleştirilen uzlaşmadan doğan isim listesini belirledi. Ekonomik ve Sosyal Konsey’in salonu tüm üyelerini alacak denli büyük değildi. Yeni bir toplantı salonu arayışı eski ikinci meclisin danışmanlarından boşalan merkezinin seçilmesiyle sonuçlandı. Bu yapı içerisindeki karar alma yöntemiyse, 18 Şubat 2011 tarihli ve 7 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 5. Maddesiyle belirlendi. Madde “Makamın kararlarının uzlaşma yoluyla ve bunun yokluğunda oy çokluğuyla alınacağı”nı öngörüyordu. Yüksek Makam izleyen aylarda bu şekilde işledi. Pek çok metin tasarısı uzmanlar tarafından hazırlandıktan sonra yapı bünyesinde tartışıldı. Ancak söylenegelen adıyla Ben Achour Makamı tasarıları Bakanlar Kurulunun tartışıp değiştirdiği hükümete onaylanmaları üzere sunuyordu. Eğer tasarı onaylanırsa sonrasında Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere Devlet Başkanına imzaya havale ediliyordu. Böylece bu karar alma yöntemi sayesinde Yüksek Makam şu konulara ilişkin bir dizi kanun hükmünde kararname sunacak idi: Dernekler129, Siyasi Partiler130, Basın Yayım ve Yayın Özgürlüğü, Haberleşme 127 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5451-gherairi-qtoute-partie-qui-seretire-du-cadre-consensuel-general-cherche-a-entraver-le-processus-de-larevolutionq.html 128 Yüskek Makamın üye dökümü şöyledir: 36 siyasi parti temsilcisi, 33 sivil toplum temsilcisi, 72 sivil kişilik, 12 bölge temsilcisi ve 2 şehit aileleri temsilcisi. 129 Yalnızca arapça: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idbVTKFNeO/ RechercheTexte/SYNC_2132473500 130 Yalnızca arapça: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132451421 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 262 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler ve İletişimin Reformu Bağımsız Ulusal Makamı131, Kitle İletişim Araç132 ları Özgürlüğü ve Kitle134İletişim Araçları Bağımsız Yüksek Makamı133 , ile Ulusal Kurucu Meclis ve Bağımsız Yüksek Seçim Makamı (ISIE)135 üyelerinin seçimi. Karar alma yöntemleri konusunda Yüksek Seçim Makamı’nın kuruluş kanununda da aynı karar alma yöntemine ayrıldığı görüldü. 18 Nisan 2011 tarihli ve 2011-27 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 12. maddesi şöyledir: “(...) kararlar uzlaşma yöntemiyle, oybirliğinin olmaması durumunda 2/3 üye çoğunluğuyla alınır”. Tartışılan bu ilk demokratik seçimlerin düzenleme görevi, bu karar alma yöntemini öngören hazırlayanları Yüksek Makam’ın 16 üyesinin oybirliğiyle almaya zorluyordu. Uygulamada söz konusu oybirliğinin pek o kadar da mümkün olmadığı ortaya çıktı. Yüksek Makam bünyesindeki uyuşmazlıklar, seçimlerin göreceli olarak başarılı geçmesine engel olmadı. Seçim sonuçlarına kimsenin itiraz etmedi ama coğrafi olarak birbirinden ayrı iki bölge üyeleri arasında bir bölünme yaşandı. Fakat uzlaşma aynı zamanda Yüksek Makam’a 1 Temmuz 2011 ta136 kabulünü sağladı. Bu, geçiş döneminin 10 rihli “Cumhuriyetçi Pakt”ı hususuna137 ilişkin etik bağlayıcılıkta bir Şart oluşturuyordu. Söz konusu metin 1959 Anayasasının, Tunus’un dini İslam, dili Arapça olan bir Cumhuriyet olduğunu düzenleyen ilk maddesini alarak başlıyor. Söz konusu hüküm; seçimlere aday olan bir çok siyasi parti programında olduğu gibi, Anayasa tasarısını hazırlayan Kurucu Meclis tarafında da virgülüne dokunmadan aynen alındı. Bu, geçiş dönemindeki ortaklar arasındaki uzlaşmanın tipik bir kabulüdür. Cumhuriyetçi Pakt, -Tunus’un tarihinde ikinci olacak- Cumhuriyetin inşaası için gereken tüm temel kuralları içermektedir. Burada ardı ardına şu hususları bulmaktayız: Halkın arap ve müslüman kimliği, halk 131 Yalnızca arapça: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132873453 132 3 dilde: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idb VTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132680546 133 Yalnızca arapça: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idbVTKFNeO/ RechercheTexte/SYNC_2132883406 134 İki dilde: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idbVTKFNeO/ RechercheTexte/SYNC_2132632015 135 İki dilde: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132673593 136 www.lecourrierdelatlas.com/39004072011Tunisie-Les-principaux-points-du-pacterepublicainLiberte-de-conscience-separation-du-politique-et-du-religieux-etquelques-surprises.html 137 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5258-adoption-du-projet-du-pacterepublicain.html Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 263 egemenliği ve genel oy hakkının modern özellikleri, temel insan hakları, devlet tarafından teminat altına alınması gereken din ve devlet işlerinin ayrılığı, eşitlik ilkesi, vatandaşlar arasında hiçbir ayrımcılık yapılmaması, kadın hakları, gençlerin her alanda varlık göstermelerenin gerekliği, adil ve dengeli bölge gelişimi, Tunus’un bağımsızlığı ve dilinin yeri ile uluslararası ilişkiler. Yüksek Makam’ın başkanı Dekan Yadh Ben Achour, hep aynı uzlaşmacı ruhla, kişisel bir inisiyatifle Geçiş dönemi bildirisi’ni yayınladı138. Yüksek Makam’da, Ben Achour; 5 Ağustos’tan 6 Eylül 2011’e kadar 12 siyasi partiyi bir masanın etrafında toplamayı başardı. Amaç; siyasi sınıfın, izleyeceği geçiş dönemi aşamaları ile zamanlaması olduğu kadar geçiş döneminin temeli olacak prensipler üzerinde de anlaşacakları uzlaşmayla hazırlanmış bir belgeyi derlemekti. Böylece 7 Eylül’de imzalanan bildiri şu hususları düzenliyordu: Bağımsız Yüksek Seçim Makamı tarafından belirlenen 23 Ekim seçim tarihi ile aynı makam tarafından hazırlanmış “yol haritası”na uyulmasını, Anayasayı hazırlamak üzere Ulusal Kurucu Meclis’e verilen yetki süresinin 1 yıl olarak belirlenmesini, seçimlerin ertesinde erklerin barışçıl devrini, öngörülen bu farklı devirler sırasında iktidarın devamlılığını sağlayacak kuralların tamamını. Cumhuriyet için Kongre partisi bu bildiriyi özellikle Kurucu Meclis’in yetki süresi konusunda hemfikir olmadığından imzalamayı reddetti. Bu yöneticiler Başkanlarıyla birlikte yeni anayasanın hazırlanmasının 3 yıldan az bir sürede öngörülmesinin ütopik olduğu düşüncesindeydiler. Sonraları bu sorun demokratik geçiş sırasında siyasi sınıfta derin anlaşmazlıklara yol açacaktı. Seçimlerden ve Ulusal Kurucu Meclis’in oluşmasının ardından uzlaşmacı kural yerini siyasi karar alma yöntemi olarak çoğunluk yöntemine bırakacaktır. B. Çoğunlukçu oylama, geçişin ikinci aşamasında empoze edilen karar alma yöntemi Yerleşen Ulusal Kurucu Meclis ile iktidardaki siyasetçiler seçim meşruiyetlerine dayanarak uzlaşma yöntemini bir kenara bırakıp çoğunluk yöntemini uygulamaya, böylelikle yalnızca çoğunluğa değil ama azlıklara da saygı demek olan demokrasinin kötü bir uygulamasını talep etmeye başladılar. Bu şekilde siyasi görevlere getirilen kişilerin seçiminde olduğu kadar geçişin ileri dönemlerini düzenleyecek metinlerin kabulünde de yeni karar alma yöntemi benimsendi. Siyasetçilerin tavırlarındaki bu kaymayı daha iyi anlayabilmek için mevcut farklı siyasi güçlerin ağırlıklarını vermekle başlamak gerekir. 23 138 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 264 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler Ekim 2011 seçimleri’ne göre Ulusal Kurucu Meclis’te temsil oranları şöyledir: En Nahda ................................................................. %41.01 Cumhuriyet için Kongre .......................................... %13, 36 Ettakatol ................................................................... %9, 21 Troyka (toplam) ..................................................... %63, 58 Bu sonuçlarla iktidardaki Troyka, hiç sorunsuz bir şekilde Ulusal Kurucu Meclis oylarının çoğunluğuna sahip olmuştur. Ve 2/3’üyle kararlarını geçirmek için hiçbir sorun yaşamamıştır. Diğer siyasi oluşumlar düşük bir yüzdeyi paylaşmaktadırlar: %12, 44 Aridha, %6, 91 Halkın Birliği Partisi [PDP – ç.n.], %2, 3 Modern Demokratik Kutup [PDM – ç.n.] ve %2, 3 Mubadara… Bu yapı; ölçülü oylama yönteminin; ama daha çok -bu yarışta evvelinde gerçek bir seçimin olmamasından ötürü her bir partinin ağırlığının değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle- her türlü seçim ittifakını139 reddeden demokratik oyların farklı oluşumlar arasında dağılımının bir meyvesidir. Halk meşruiyetinin sahibi Ulusal Kurucu Meclis’in yapısı, aldığı kararlarda Troyka’nın el koyduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum metinlerin kabulü süreci denli kişilerin seçiminde de aşikârdır. 1. Troyka metinlerin kabulünde var gücüyle etkili oluyor Ulusal Kurucu Meclis 22 Kasım 2011 tarihinde Tunus’un banliyösünde bulunan Bardo Sarayı’nda yaptığı şatafatlı ilk oturumunun ardından demokratik geçişin devamı için gerekli olan iki temel metnin hazırlanmasına karar verdi: İlki 2011 Mart tarihli olanının yerine geçecek olan Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin metin ile yalnız Anayasayı hazırlamakla değil aynı zamanda yasama yetkisini kullanmak ve hükümetin ülkenin geçici yönetim faaliyetini denetlemekle görevli olduğundan kendi İç Tüzüğünü hazırlamak. Meclis böylece önceliği, kesintisiz çalışacak iki komisyonun kurulmasına verdi. Ulusal televizyonun 2. kanalından naklen verilen genel oturum tartışmaları, demokratik uygulamalara susamış Tunuslular için büyük önem taşıyordu. Fakat sonra; iktidardaki Troyka’nın, kendisine uyan metin ve seçenekleri çıkartma güç ve iradesine sahip olduğu, muhalefetten gelen önerilere ise özellikle kapalılığı inancı oluştu. 139 Özellikle 23 Ekim seçimleri ve oy verme yöntemleri üzerine bir değerlendirmemiz için Mağrip gazetesindeki sayfalara bkz. www.chawki.gaddes.org/simulation.pdf Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 265 Kamu erklerinin düzenlenmesi kanun tasarısı denli Meclis İç Tüzüğü tasarısının medyatize oturum tartışmalarının izleyicisi, muhalefetten gelen tüm karşı önerilerin hâlli için oturum başkanı tarafından doğrudan oylamaya sunduğunu gördü. Neredeyse her seferinde önerinin reddi ve ana metnin kabulüyle sonuçlanan bir satır operasyonu idi söz konusu olan. Ulusal Kurucu Meclis’in sonraki normal ve günlük işleyişi de bunu doğrulayacaktır. Olağan kanunlar üstünde pek tartışma olmasa da tartışmaların %96’sı uluslararası anlaşmaları onay kanunlarının ve ödünç anlaşmalarına ilişkindi. 16 Aralık 2011 tarih ve 6 sayılı kurucu kanunun140 4. maddesinin ifadesiyle Kurucu Meclis’in mevcut üyelerin çoğunluğuyla kabul edilen olağan kanunların görüşmeleri sırasında ise Troyka’ya her seferinde kendisine uygun olan metnin kabul ettirmesini sağladı. Diğer örnek ise yakın zamanda kabul edilen Yüksek Seçim Makamı’nın kurulması kanunudur. Yüksek Makam’ı kuran otuz kadar maddenin görüşülmesi Ulusal Kurucu Meclis’in bir ayını aldı (9 Kasım-7 Aralık). Metin ancak; Ulusal Kurucu Meclis’in 4 Aralık olaylarının ardından Meclis’i terkeden demokratik grup üyeleri tarafından boykot edilmesinin ardından kabul edilebildi. Boykot nedeni Meclis’in, kanun tasarılarını görüşme ve kabul yeter sayısını düşürmesiydi. Hatta En Nahda’lı Meclis başkan yardımcısı Sayın Mahrzia Laabidi, metnin bu kadar çabuk kabul edilebilmesinin muhalefetin olmaması sâyesinde olduğunu dahi kamuya açık bir şekilde dile getirdi. Onca beklenen Anayasaya ilişkin metne gelince, Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin kararname 3. Maddesinde Anayasanın kabulünün izleyeceği usûlü şöyle belirlemektedir: Madde madde üye tam sayısının 2/3’ü ve toplantıya katılanların mutlak çoğunluğu ile, bunun olmaması durumunda ikicin bir görüşmenin toplantıya katılanların 2/3’ünün çoğunluğuyla, bunun da olmaması durumunda tasarının bütününün halk referandumuna sunularak oylayanların çoğunluğu ile... Siyasi sınıfta ve Ulusal Kurucu Meclis bünyesinde böyle bir karşılıklı uzlaşma yeniden devreye girmelidir. Bunun yokluğunda Tunus, halk danışımının belirsizliğine doğru gidecektir ki bu da, olumsuz olduğu takdirde, Tunus’u çıkışı belli olmayan bir başka karışıklık dönemine sokacaktır. 140 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 266 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler 2. Troyka kamusal görevlere atamada kendi seçimlerini kabul ettiriyor Bu, milletvekillerini Ulusal Kurucu Meclis’in açılışına davet eden kararnamedir. Söz konusu kararname aynı zamanda Ulusal Kurucu Meclis Başkanının olduğu kadar Devlet ile Hükümet başkanlarının seçim usûllerini141 düzenlemektedir. Devletin anahtar noktalarının seçimleri şu şekilde gerçekleşti: Ulusal Kurucu Meclis Başkanlığı142 seçimi, 22 Kasım 2012’de, çalışmaların başladığı gün gerçekleşti. 16 Aralık 2011 tarihli ve 6 sayılı Kurucu Kanun’un143 5. Maddesine göre Başkan, Ulusal Kurucu Meclis’in toplantıda hazır üyelerinin mutlak çoğunluğuyla seçilir; ama görevden alınması için, toplam üyelerin salt çoğunluğunun oyu gerekir. Böylece Mustafa Ben Cafer üyelerin %68’inin oyunu alarak 145 oy alırken Sayın Maya Jribi yalnızca 68 oy aldı. Troyka’ya bağlı iki başkan yardımcısı da aynı şekilde seçilecektir: En Nahda’dan Meherzia Labidi Maiza, Cumhuriyet için Kongre’den Larbi Ben Sala Abid. Cumhurbaşkanı 16 Aralık 2011 tarihli ve 6 sayılı Kurucu Kanun’un144 6. Maddesine göre Ulusal Kurucu Meclis cumhurbaşkanını üye tam sayısının mutlak çoğunluğuyla seçer. Aynı çoğunluk, 13. maddeyle görevden alınması için de getirilmiştir. Troyka’nın adayı Sayın Münsef Marzuki 202 oyun 153’ünü almıştır145. Hükümet başkanının atanması ise 16 Aralık 2011 tarihli ve 6 sayılı Kurucu Kanun’un146 15. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre Ulusal Kurucu Meclis, Cumhurbaşkanının talebi üzerine Başbakan tarafından kurulmuş Hükümete üye tamsaysının mutlak çoğunluğu ile güvenoyu verir. 141 Yalnızca arapça:www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_119032-235pqRUZfecfQ/RechercheTexte/SYNC_2142690984 mais une traduction non officielle en français de ces deux textes sont disponibles à l’adresse http://www.fichierpdf.fr/2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/ 142 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13390-mustapha-ben-jaafar-presidentde-la-constituante.html 143 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf 144 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf 145 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/14558-moncef-marzouki-qje-suisconscient-de-lampleur-de-la-responsabilite-et-de-la-confiance-placee-en-mapersonne-par-le-peupleq.html 146 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 267 Meclis İç Tüzüğü ile kamu erklerinin geçici düzenlenmesi’ni hazırlayacak iki komisyonun kurulması147: Troyka’nın el koyması ile Ulusal Kurucu Meclis’teki oylama önemli yerlere (başkan, başkan yardımcısı, raportör, raportör yardımcısı) muhalefete yalnızca bir yer vererek kendi üyelerini getirmesini sağladı. Böylece Kamu erklerinin geçici düzenlenmesi kanunu hazırlık komisyonuna En Nahda başkanlık edecektir ve yalnızca raportör yardımcısı muhalefet oluşumu olan Tunus Komünist İşçi Partisi’nden olacaktır [POCT – ç.n.]. Aynı senaryo İç Tüzük komisyonu için de geçerlidir. En Nahda’nın başkanlığında ama hiçbir anahtar göreve muhalefetten bir üye getirmeksizin söz konusu olacaktır. Nihayet, Anayasa komisyonları İç Tüzüğün 42. Maddesinde düzenlenmektedir. Buna göre söz konusu komisyonlar Ulusal Kurucu Meclis’teki koalisyonlarla orantılı olarak oluşturulacaklardır. Bu hüküm, Troyka’nın lehine bir çoğunluğu elinde tutmasını sağladı. Fakat bir komisyon, kurucu süreçte temellerden biri olarak kaldı. Bu, İşbirliği ve Redaksiyon Komisyonu idi ki başkanlığını Ulusal Kurucu Meclis başkanı yapıyordu ve anahtar görev çekişmeli bir oylamanın ardından bir En Nahda üyesine gitti. Başkanlığını Demokratik Kutup’tan Dekan Fadhel Moussa’nın yaptığı Anayasa Adalet Komisyonu dışındaki diğer anayasa komisyonlarının hepsine Troyka üyesi başkanlar seçildi. Görünen o ki Troyka baskın konumunu elde tutabilmek için tüm ağırlığını anayasal ve demokratik geçişin anahtar görevlerine verdi. Aşağıdaki tablo bunu açıkça göstermektedir: En Nahda CİK [CPR] Ettakatol Aridha Demokratlar Diğerleri 23 Ekim Seçimleri 37 8, 7 7 6, 7 4, 7 35, 9 UKM sandalyeleri 41 13, 3 9 12 9, 2 15, 5 3 başkanlık 33 33 33 0 0 0 Hükümet 45 14 14 0 0 26 50 14, 3 21 0 14, 3 0 41, 2 16, 6 16, 8 3, 7 5, 6 15, 5 % Anayasa Kom. Ortalama %75 %25 147 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13408-debut-des-travaux-de-latroisieme-seance-de-lassemblee-nationale-constituante.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 268 Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler IV. NE SONUÇ ÇIKARTMALI? Tunus’taki anayasal ve demokratik geçiş şu an ikinci aşamasındadır. Bu sentez raporu yalnızca şu anki durumu göstermektedir, yani 2012 Aralığını. Fakat, geleceğin ne getireceğini bilmeden kaypak bir durumu göstermeye çalışan ressam gibiyiz. Bu yüzden kalbimizdeki ve karnımızdaki ağrıyı, şeylerin gerçekliğine daha sadık olabilmek için her gün, bazen her saat yeniden çizmek zorundayız. Demokratik geçişin evrimi bazen birçok belirsiz ve bulanık unsura bağlı olacaktır. Hiç kimse Tunus’un geleceği hakkında bugünden ne açık ne de olası bir cevap veremez. Bir sürü belirsizlik durumu bir yandan öbür yana savurabilir. Ve bu sürecin Tunus’u onca hayal edilen bir demokrasiye götürmekte olduğunu varsayarsak, bu sürecin geridöndürülemez kılabilmek için gerekli garantileri de sağlamak gerekecektir. “Arap baharı”nın lideri, geçmekte olduğu kıştan çıkmayı başarabilecek mi? Bunu bize yalnızca zaman (gelecek) söyleyecektir. KAYNAKÇA www.espacemanager.com/ politique/les-dates-phares-de-la-transitiontunisienne.html http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/benali-retour-sur-une-fuite- chaotique.html www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/0100320110115ARTFIG00402-tunisie-le-president-ecarte-definitivement-dupouvoir.php www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/ www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituante-entameses- travaux-22-11-2011-1399177_24.php www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23juin-seront-elles-reportees- a-octobre-2013.html www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituantepour-passer-a-la-deuxieme-republique.html www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-uetunisie-2011_fr.pdf (http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Rapport _de_Mission_DEF.pdf) ve özellikle Carter Merkezi’nin hazırladığı rapor (www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/peace_publications/ele ction_reports/tunisia-final-Oct2011-fr.pdf) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 RÉFLEXIONS CONCLUSIVES A PROPOS DE LA TRANSITION DEMOCRATIQUE ET CONSTITUTIONNELLE EN TUNISIE Chawki Gaddes Secrétaire Général de l’Association Tunisienne de Droit Constitutionnel/ Secrétaire exécutif de l’Académie Internationale de Droit Constitutionnel/ Enseignant à l’Université de Carthage, faculté des sciences juridiques de Tunis RÉSUMÉ La transition démocratique et constitutionnnelle en Tunisie est à sa deuxième étape. L’article est concentré sur le panorama tunisien du décembre 2012. La situation actuelle de la Tunisie est une situation mouvente et dont l’évolution future reste inconnue. En effet, l’évolution de la transition démocratique depend de plusieurs elements parfois incertains et flous. Mots-clefs: La transition démocratique en Tunisie, le processus démocratique, la rédaction de la nouvelle constitution, l’Assemblée constituante, la transparence, les partis politiques. *** I. Transition démocratique, une ou plurielle?:A. Le premier temps de la transition démocratique en Tunisie, une société enthousiaste de vivre sa première consultation démocratique; B. Le deuxième temps de la transition démocratique en Tunisie, vers la rédaction de la constitution II. Transition démocratique, quels acteurs?: A. L’ANC, pièce axiale du processus démocratique; B. Les partis politiques, des acteurs du processus démocratique en continuelle reconfiguration; C. La société civile, catalyseur jeune et hétérogène du processus démocratique; D. Les médias, témoin critique catalyseur du processus démocratique III. Transition démocratique, quel mode de prise de décision?: A. Le consensus, mode consacré de prise des décisions pendant la première période de transition; B. Le vote majoritaire, mode imposé de prise des décisions pendant la deuxième période de transition 270 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie IV. QUE CONCLURE? The democratic transition in Tunisia had two phases. The first phase, was after the escape of the overturned President when the constitution of 1959 did not function normally, the reactions and demands of those in the streets caused the collapse of constitutional institutions like presidency, parliament, constitutional council and economic and social council. Afterwards, three structures were build in order to carry out the goals of the revolution, to reveal the corruption and to investigate abuses of rights. The second phase of the on-going democratic process started with the replacement of above mentions structures with national assembly. The constituent assembly suffered from problems such as: the overwork related to the preparation of a new constitution and the lack of a timeline and transparency. The other important actors of the second phase are the continuously reshaping political parties, the young and separate actors of civil society as the catalysts of the democratic transition and mass communication as critical witnesses of the revolution. Nevertheless during this second phase the decision making method, unlike the compromise based method of the first phase, was imposed by the majority. Especially in the constituent assembly the troika led by En Nahda imposed its own choices about laws and public duty assignments. This is still and on-going process that has to be monitored. Les trois questionnements que nous pouvons relever à propos de la transition démocratique et constitutionnelle en Tunisie tournent autour des points suivants: • Une transition démocratique, en combien de temps? • Quelssont les acteurs ayant pris part à la transition démocratique? • Quel mode de prise des décisions dans le cadre de la transition démocratique? I. Transition démocratique, une ou plurielle? Le chercheur qui se penche sur la période postérieure au 14 janvier 2011 en Tunisie a l’impression que le pays est en mutation dans un processus constituant, une évolution unique et continue. Mais à bien l’instruire on se rend compte que le passage entre le régime dictatorial et le régime démocratique est loin de constituer un temps unique, une seule entité temporelle. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 271 La transition démocratique en Tunisie se fait en deux périodes distinctes1 qui ont des caractéristiques bien différentes ce qui empêche de les rapprocher:La première s’étend dela fuite du président de la république déchu, ZineAbidineBen Ali, le 14 janvier 2011 à 18 heures2suivie de la déclaration par le Conseil constitutionnel, le 15 janvier 2011, de la vacance définitive à la tête du pouvoir3, jusqu’à la date des élections du 23 octobre 20114. La deuxième périodes’étale de la date de la première réunion de l’Assemblée nationale constituante tenue le 22 novembre 20115, jusqu’à la date encore hypothétique aujourd’hui, de l’organisation des prochaines élections en Tunisie qui ont été annoncées, suivant les acteurs politiques, soit en juin 2013 ou en octobre 20136 mais qui à notre avis se tiendront beaucoup plus tard. A. Le premier temps de la transition démocratique en Tunisie, une société enthousiaste de vivre sa première consultation démocratique La première période de transition a été bien relatée, commentée et évaluée par l’un de ses acteurs, le Doyen Yadh Ben Achour, dans le rapport introductif de ce colloque. La caractéristique principale de cette première période est l’absence de légitimité démocratique des structures qui furent chargées de la conduire. Le président par intérim, Monsieur FouedMbazaa, devait aux termes de l’article 57 de la Constitution7 organiser des élections présidentielles dans les soixante jours. Mais c’est là une opération qui ne se réalisera pas, car c’était sans compter sur la 1 Pour une chronologie des faits se reporter à: www.espacemanager.com/politique/lesdates-phares-de-la-transition-tunisienne.html 2 http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/ben-ali-retour-sur-unefuite-chaotique.html 3 www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/01003-20110115ARTFIG00402-tunisie-lepresident-ecarte-definitivement-du-pouvoir.php 4 www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/ 5 www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituante-entame-ses-travaux-22-112011-1399177_24.php 6 www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23-juin-seront-ellesreportees-a-octobre-2013.html 7 Article 57 (Modifié par la loi constitutionnelle n° 88-88 du 25 juillet 1988 et par la loi constitutionnelle n° 2002-51 du 1er juin 2002). En cas de vacance de la Présidence de la République pour cause de décès, de démission ou d'empêchement absolu, le Conseil constitutionnel se réunit immédiatement et constate la vacance définitive à la majorité absolue de ses membres. Il adresse une déclaration à ce sujet au président de la Chambre des conseillers et au président de la Chambre des députés qui est immédiatement investi des fonctions de la Présidence de l'Etat par intérim, pour une période variant entre quarante-cinq jours au moins et soixante jours au plus. Si la vacance définitive coïncide avec la dissolution de la Chambre des députés, le président de la Chambre des conseillers est investi des fonctions de la Présidence de l'Etat par intérim et pour la même période … Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 272 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie réaction de la rue. Le sit-in de la place du Gouvernement, connu sous le nom de Kasbah (I), poussa le chef de l’Etatà suspendre la constitution, à dissoudre les deux chambres parlementaires ainsi quele conseil constitutionnel et à convoquer à une assemblée nationale constituante pour le 24 juillet 20118. Le juriste et constitutionnaliste est en droit de se demander sur quelle base est-ce que le chef d’État par intérim pouvait prendre de telles décisions. Il était lié par les dispositions de la constitution de 1959 et plus spécialement l’article 57 qui ne l’autorisait ni à rester au-delà du soixantième jour ni à dissoudre le parlement. Sa décision est ainsi purement politique et le carcan juridique que constituait le texte de 1959, il se résolut simplement à le suspendre. Toutes les analyses de la scène politique était unanime, il n’avait pas le choix, la rue avait des demandes auxquelles il ne pouvait rester sourd. Effectivement, suite à son discours où il annonça ses décisions, la rue applaudit et la classe politique les entérine soit par des déclarations claires et non équivoques soit par un silence valant acquiescement. La centrale syndicale tunisienne, l’UGTT et les parties d’opposition radicale acquiescèrent9. Les syndicalistes promirent même de mettre fin aux sitin et aux grèves tournantes. Ainsi la Tunisie entama une période difficile caractérisé par l’absence de texte constitutionnel. Il va falloir attendre le 23 mars 2011, date d’édiction du décret-loi portant organisation provisoire des pouvoirs publics10. Les considérants du texte montrent bien l’absence de motivation juridique à ce texte, on y lit:”Considérant que le peuple a exprimé au cours de la révolution du 14 janvier 2011 sa volonté d'exercer sa pleine souveraineté dans le cadre d'une nouvelle constitution, Considérant que la situation actuelle de l'État, après la vacance définitive de la Présidence de la République le 14 janvier 2011, telle que constatée par le conseil constitutionnel dans sa déclaration publiée au Journal Officiel de la République Tunisienne en date du 15 janvier 2011, ne permet plus le fonctionnement régulier des pouvoirs publics, et que la pleine application des dispositions de la constitution est devenue impossible, 8 www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituante-pour-passer-a-ladeuxieme-republique.html 9 “Son discours a été bien accueilli, y compris par l'opposition la plus radicale et par la puissante centrale syndicale de l'UGTT», www.lexpress.fr/actualite/monde/larevolution-tunisienne-franchit-une-nouvelle-etape_968650.html 10 Décret-loi n° 2011-14 du 23 mars 2011, portant organisation provisoire des pouvoirs publics. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 273 Considérant que le Président de la République est le garant de l'indépendance nationale, de l'intégrité du territoire et du respect de la loi et de l'exécution des traités, et qu'il veille au fonctionnement régulier des pouvoirs publics et assure la continuité de l'État”. Le décret loi dissout dans son article 2 les deux chambres parlementaires ainsi que le conseil constitutionnel et le conseil économique et social en maintenant le Conseil d’État. Il confirme l’exercice du pouvoir législatif à travers l’édiction des décrets loi du Président de la République pris sur proposition du gouvernement dans des domaines qu’il détermine. Quant au pouvoir exécutif il est exercé par le président de la République par intérim et le gouvernement dirigé par un premier ministre. Toutes les personnes investis de ces fonctions ne peuvent se présenter aux élections de la constituante conformément à l’article 1111 pour le chef de l’État et l’article 1512 pour le gouvernement. Trois structures furent mises en place et fonctionnèrent de manière relativement satisfaisantes pour faire évoluer le pays vers une situation plus stable et surtout démocratique. L'instance supérieure pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique13 dont la présidence a été assurée par le Doyen Yadh Ben Achour et qui était “chargée d'étudier les textes législatifs ayant trait à l'organisation politique et de proposer les réformes à même de concrétiser les objectifs de la révolution relatifs au processus démocratique”. La commission nationale d’investigation sur la corruption et la malversation14 présidée par le Doyen défunt Abdelfattah Amor “chargé de l'examen des orientations fondamentales ayants trait à l’activité de la commission et de l’identification des stratégies d’avenir afin de lutter contre la corruption et la malversation”. Enfin, la commission nationale d'investigation sur les abus enregistrés au cours de la période allant du 17 décembre 2010 jusqu'à l'accomplissement de son objet15 présidé par MaîtreTawfikBouderbala chargée “de collecter les informations et les documents relatifs aux abus enregistrés durant la période indiquée”. 11 Art. 11 - Le Président de la République par intérim ne peut présenter sa candidature ni à l'assemblée nationale constituante, ni à aucune autre élection suivant la promulgation de la nouvelle constitution. 12 Art. 15 - Le Premier ministre et les autres membres du gouvernement provisoire ne peuvent présenter leur candidature à l'assemblée nationale constituante 13 Décret-loi n° 2011-6 du 18 février 2011, portant création de l'instance supérieure pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique. 14 Décret-loi n° 2011-7 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale d'investigation sur la corruption et la malversation 15 Décret-loi n° 2011-8 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale d'investigation sur les abus enregistrés au cours de la période allant du 17 décembre 2010 jusqu'à l'accomplissement de son objet Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 274 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie Toutes ces structures collégiales étaient composées de membres nommés par le gouvernement sur proposition de leur président. Même si elles étaient dépourvues de pouvoir de décision réel, elles ont contribué à réconforter l’opinion publique sur l’avenir de la transition démocratique en Tunisie. Cette situation mènera le pays pendant neuf mois vers les premières élections réellement démocratiques disputées et organisées par une structure indépendante l’Instance supérieur indépendante des élections16, le 23 octobre 2011. Les avis des observateurs aussi bien nationaux qu’internationaux sont variables sur la qualité de ses élections17. Mais aucune partie n’en a contesté les résultats, ce qui permit de passer à la deuxième étape de la transition démocratique. B. Le deuxième temps de la transition démocratique en Tunisie, vers la rédaction de la constitution Toutes les structures de la première étape laissèrent graduellement la place à l’Assemblée nationale constituante et les autorités qui vont en émaner.Les instances dépourvues de légitimité vont petit à petit s’effacer devantde nouvelles formations issues des élections démocratiques. Il a fallu attendre un mois après les élections pour que l’ANC puisse se réunir. Le mardi 22 novembre 2011, la première réunion a été retransmise en direct sur toutes les télévisions nationales. Toute la gestion de la vie politique va se faire dorénavant avec une exclusion de l’opposition. Cette opération sera ainsi monopolisée par la troïka. Suite à cela, la coalition politique entre les trois partis Ennahdha, Ettakatol et le CPR devient officielle. Grace à elle se présente à la présidence de cette structure le président d’Ettakatol Mustepha Ben Jaafar et obtient les deux tiers des votes. Les commissions de rédaction du texte sur l’organisation provisoire des pouvoirs publics ainsi que du règlement intérieur sont élus par l’ANC et de ce fait y prennent place de manière substantielle les membres de la Troïka. Il en émane deux projets de texte qui seront discutés en plénière en direct à la télévision nationale jusqu’à des heures tardives de la nuit.Le premier texte est la loi constituante portant organisation provisoire des pouvoirs publics qui 16 Décret-loi n° 2011-27 du 18 avril 2011, portant création d’une instance supérieure indépendante pour les élections 17 A cet effet, il est conseillé de lire entre les lignes les rapports d’observateurs d’au moins trois structures internationales présentes en Tunisie: Union européenne (www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-ue-tunisie2011_fr.pdf) Organisation de la francophonie (http://democratie.francophonie.org/ IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Rapport_de_Mission_DEF.pdf) et plus spécialement le rapport issu du Centre Carter (www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/ peace_publications/election_reports/tunisia-final-Oct2011-fr.pdf) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 275 institua un régime politique d’assemblée où l’ANC chargée du pouvoir constituant et législatif élit le Président de la République qui charge un premier ministre de constituer son gouvernement qui exerce ses fonctions sur la base de la confiance votée par l’ANC. Fut ainsi élus par l’ANC et 153 voix sur 217, Moncef Marzouki, comme chef de l’Etat provisoire18. Celui-ci charge, le 14 décembre 2011, HamadiJebali à constituer un gouvernement19 qui aura la confiance de l’ANC suite à un vote de 154 voix, 38 contre et 11 abstentions. Ainsi la troïka se partagea les postes clefs de l’Etat. La présidence de l’ANC pour Ettakatol, Le CPR à la présidence de la République et le Chef du Gouvernement au parti Ennahdha. Ce dernier concentre entre ses mains la quasi-totalité des pouvoirs dévolus au pouvoir exécutif. Toutes ses structures s’installent dans l’exercice du pouvoir sur la base de la confiance du peuple et suite à des élections. La passation entre le gouvernement chargé de gérer la première période transitoire et celle de rédaction de la constitution a été exemplaire. Au cours de cette cérémonieHamadiJebali a déclaré “Cette passation des pouvoirs reflète la plus belle image de notre pays et de notre révolution. C'est la première expérience d'alternance fluide du pouvoir dans le monde arabe et musulman”20. Mais le beau tableau ne perdurera pas. Commencèrent très rapidement les déboires du gouvernement en place. Les revendications sociales et économiques repartirent de plus belles. Les trois instances de la révolution annonceront la fin de leur mission par la remise de leur rapport à des échéances différentes. La Haute instance21 initia cela en précédant les élections de dix jours, suivie par la commission contre la corruption22 qui s’empressa de le faire une quinzaine de jours après les élections. La commission sur les 18 www.espacemanager.com/politique/tunisie-moncef-marzouki-elu-president-de-larepublique.html www.lexpress.fr/actualites/1/actualite/tunisie-moncef-marzouki-succede-a-ben-alicomme-president-de-la-1e-republique-arabe-libre_1060773.html 19 www.espacemanager.com/politique/tunisie-hamadi-jebali-officiellement-chef-dugouvernement.html 20 www.lefigaro.fr/flash-actu/2011/12/26/97001-20111226FILWWW00199-tunisiele1er-ministre-fait-des-promesses.php 21 Cérémonie de remise au président de la République Monsieur Foued Mebazaa du rapport de la Haute instance le 13 octobre 2011: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300politique/11038-cloture-des-travaux-de-la-hi-pour-la-realisation-des-objectifs-de-larevolution.html 22 Rapport remis au président de la République Foued Mebazaa le 10 novembre 2011: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12821-la-cnicm-fait-la-lumiere-sur-sonrapport.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 276 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie évènements de la révolution23 attendra la mise sur pied du nouveau gouvernement pour présenter son rapport en mai 2012. La Haute instance dans sa formation réduite à sa commission d’experts attendra en vain sa transformation en conseil juridique du gouvernement et de l’assemblée. Mais ne voyant pas venir cette mutation, son Président Yadh Ben Achour annoncera la fin de la mission de la commission des experts de la Haute instance le 27 aout 210224 et la création par ses membres de l’association de la recherche sur la transition démocratique. La commission contre la corruption a vu le jour même de la remise de son rapport signer le nouveau décret-loi qui organise ses travaux par le président de République FouedMebazaa. Après le décès de son président le Doyen Abdelfattah Amor25, Maître Samir Annabi le remplace le 27 mars 201226. Les instances indépendantes qui furent chargée au cours de la première période de gérer certains domaines se retirèrent l’une à la suite de l’autre. L’instance supérieure indépendante des élections dont le Président Monsieur Kamel Jendoubi a remis le rapport définitif aux présidents de la République et de l’ANC, le 20 février 201227. Le décretloi 2011-27instituant en date du 18 avril 2011 l’ISIE déclare en son article premier que sa “mission s’achèvera avec l’annonce des résultats définitifs des dites élections”. Ainsi, le texte est lacunaire sur cette question puisque l’instance devait rester en place pour élaborer son rapport bien après la proclamation définitive des résultats qui furent rendus publics le 14 novembre 201128. L’article 4 du même décret-loi charge en effet, l’ISIE d’ “élaborer et publier un rapport sur le 23 Rapport remis au président de la République le 3 mai 2012: www.tap.info.tn/ fr/fr/politique/300-politique/24847-la-liste-definitive-des-martyrs-et-des-blesses-dela-revolution-est-fixee-bouderbela.html Rapport remis le 3 mai 2012 aux présidents de l’ANC et du gouvernement: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/24885-le-rapport-final-de-lacommission-detablissement-des-faits-remis-a-jebali-et-ben-jaafar.html Remis au ministre des droits de l’homme le 18 mai 2012: www.tap.info.tn/ fr/fr/politique/300-politique/25784-le-rapport-final-de-la-commission-de-bouderbalaremis-au-ministre-des-droits-de-lhomme.html 24 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/31573-yadh-ben-achour-la-commissiondes-experts-renoncera-definitivement-a-ses-fonctions-a-partir-du-27-aout.html 25 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/15823-deces-de-abdelfattah-amorpresident-de-la-cicm.html 26 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/22272-nomination-de-samir-annabi-ala-tete-de-linstance-nationale-de-lutte-contre-la-corruption.html 27 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19421-marzouki-recoit-le-rapport-finalde-lisie.html 28 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12943-resultats-definitifs-des-electionsde-lassemblee-nationale-constituante.html Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 277 déroulement des élections”. Ainsi vers la fin du mois de février 2011, l’ISIE n’avait plus d’existence légale. Ce qui d’ailleurs amena son président au cours de la conférence de presse de présentation du rapport aux médias le 21 février 201129 de déclarer que le Gouvernement ne leur a fait aucune demande officielle de poursuivre leur action, ce qui était nécessaire afin entre autre de continuer à inscrire les tunisiens sur les listes électorales en préparation des prochaines échéances. Une autre instance se retira de la scène, d’ailleurs sans que l’on le lui demande. Faisant le constat de son inutilité, de la coopération impossible avec le gouvernement en place et de la non prise en considération de ses recommandations, le président de l’instance nationale pour la réforme de l’information et de la communication, Monsieur Kamel Laabidi, annonça l’autodissolution de la structure de régulation mise en place en mars 2011, le 4 juillet 201230. L’INRIC avait d’ailleurs présenté son rapport deux mois auparavant, le 30 avril 2012. La seule structure mise en hibernation est la commission sur la corruption qui est composée actuellement seulement de son président qui attend la nomination de ses membres. La volonté politique du gouvernement ne va apparemment pas dans le sens de sa réactivation, même si la formation est incontournable dans le cadre du projet de justice transitionnelle auquel on a réservé un département ministériel. Ainsi le vide occasionné par la disparition de toutes les structures qui ont réalisé la première étape de la transition est le signe qu’il y a une volonté de rupture beaucoup plus que de continuité. Ainsi, la présidence de la République est marginalisée aussi bien en droit à travers la loi constituante sur l’organisation provisoire des pouvoirs publics qu’en fait dans le comportement des acteurs politiques. Tout le jeu politique est ainsi mené par l’ANC et le gouvernement qui en est issu. Les deux formations sont sous le contrôle numéraire et donc fonctionnel de la troïka et plus spécialement le parti du mouvement Ennahdha. Ce deuxième temps de la transition sera ainsi caractérisé par la mainmise d’une formation politique aussi bien sur les structures que sur le processus de prise de décisions. Ce qui nous entraîne à en traiter. II. Transition démocratique, quels acteurs? Les acteurs de la transition démocratique sont nombreux et très variés. On essayera de les dénombrer et de mettre en évidence leurs 29 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19469--kamel-jendoubi-lnous-navonsrecu-aucune-demande-officielle-de-poursuivre-notre-actionr.html 30 www.tap.info.tn/fr/fr/medias/28773--laabidi-annonce-la-fin-de-la-mission-delinric.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 278 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie caractéristiques ainsi que leur importance dans ce processus. Ce sont principalement l’assemblée nationale constituante (A), les partis politiques (B), les acteurs de la société civile et à leur tête la centrale syndicale (C), les média parmi lesquels il va falloir réserver une place de choix aux réseaux sociaux (D). A. L’ANC, pièce axiale du processusdémocratique Le processus de transition démocratique a pour pièce maîtresse l’assemblée nationale constituante démocratiquement élu par le peuple. La première période a été consacrée à sa mise en place. La seconde vit au rythme de ses travaux, des bruits de ses couloirs et de l’activité et des dires de ses membres et coalitions31. Le problème fondamental relatif à la structure chargée de gérer la transition démocratique en Tunisie est triple: Ses missions sont trop importantes, ce qui mettra à l’épreuve l’efficacité de son pouvoir constituant (1), la durée de sa mission est indéterminée, ce qui lui ôte une grande part de la confiance du peuple et des acteurs politiques (2) et son travail est caractérisé par une opacité initiale qui tend, sous la pression de la société civile, à se résorber (3). 1. Une assemblée chargée de missions trop prenantes pour pouvoir se concentrer sur l’élaboration de la constitution La loi constituante numéro 6 sur l’organisation provisoire des pouvoirs publics énumère les missions dévolues à cette assemblée. Son article 2 déclare qu’à côté de sa mission initiale l’Assemblée Nationale Constituante est chargée des fonctions suivantes: exercice des fonctions législatives, élection du président de l’ANC, élection du président de la République et le contrôle de l’activité gouvernementale. De par la rédaction de la disposition, il est clair et évident que la mission axiale de l’assemblée est celle de rédiger la constitution. On devait s’attendre de voir les autres missions réduites à leur minimum et surtout la fonction législative très prenante. Ce dilemme initial aurait pus être dépassé si la constituante avait recruté pour la rédaction de projet de la constitution un groupe d’experts. L’option pour laquelle ont optés les constituants fut toute autre. Ils laissèrent de côté la quarantaine de projet de constitutions produite par la société civile et certains partis politiques et décidèrent de partir d’une feuille blanche. 31 Les deux textes fondamentaux de la transition démocratique dans sa deuxième période sont l’organisation provisoire des pouvoirs publics et le règlement intérieur d e l’ANC. Ils sont disponibles dans des versions françaises non officielles à partir du lien suivant: www.fichier-pdf.fr/2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/ Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 279 Six mois après le début des travaux de l’ANC, aucune ligne n’a été rédigée dans la constitution, titre un périodique au début du mois de mai 201232.Le tapage médiatique pousse le président de l’ANC à déclarer que “le 23 octobre 2012 est la date pour finir la rédaction des articles de la Constitution”33. Le centre Carter édite un document en date du 11 mai 2012 dans lequel on peut lire à ce propos “Le Centre Carter s’inquiète à ce que l’absence d’un plan de travail détaillé et public limite la capacité de l’ANC et ses commissions à planifier et structurer leurs activités, et, par ailleurs, réduit la compréhension du travail de l’ANC par le public et la confiance dans le processus”34. Pour se rendre compte de l’énorme masse de travail placée sur les épaules de cette structure, il suffit de parcourir le règlement intérieur de l’ANC35 composé de pas moins de 124 articles. Il comprend une organisation interne trop développée pour une structure temporaire chargée principalement de rédiger rapidement la constitution. On y dénombre ainsi des structures pléthoriques qui se présentent schématiquement comme suit: Le bureau de l’ANC composé du président et de neuf membres qui sont les deux vices présidents et les sept assistants du président. Il a en charge de veiller au bon fonctionnement des rouages de l’assemblée et prend les mesures quoi s’imposent. La conférence des présidents est compose du président et de ses deux vices ainsi que le rapporteur général de la constitution et les présidents des commissions permanentes et les présidents des groupes parlementaires. Elle a en charge entre autre de planifier le travail de l’assemblée et des séances plénières. Six commissions constitutionnelles36 chargées de la rédaction de la constitution (article 64) composées chacune de 22 députés et compétente pour rédiger les dispositions d’un chapitre de la future constitution. 32 Le Maghreb en langue arabe, 5 mais 2012, www.businessnews.com.tn/Ben-Ja%C3%A2far--%C2%ABLa-Constitution-refl%C3% A8tera-la-v%C3%A9ritable-nature-de-la-soci%C3%A9t%C3%A9-tunisiennemusulmane%C2%BB, 520, 33270, 2 34 www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf 35 Une version en langue française réalisée par un conseiller juridique à l’ANC et donc non officielle: http://fr.scribd.com/doc/81162618/RI-ANC-Fr-Tunisie-BsiliAdeL 36 1. Commission du Préambule, des principes fondamentaux de la Constitution et de sa révision 2. Commission des droits et libertés 3. Commission du pouvoir législatif, du pouvoir exécutif et la relation entre eux. 4. Commission de la Magistrature judiciaire, administrative, financière et Constitutionnelle 5. Commission des instances Constitutionnels 6. Commission des collectivités publiques régionales et locales 33 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 280 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie Surplombe les six commissions, une commission de coordination et de rédaction composée du président de l’ANC, de ses deux vices présidents, du rapporteur général de la constitution et ses deux vices rapporteurs, des présidents des commissions, de ses vices président et de leurs rapporteurs. Elle a en charge la mise en forme du texte final qui doit être soumis à la plénière pour discussion et adoption. Huit commissions législatives37 composées de 22 membres qui se répartissent suivant les domaines divers de la législation. L’ANC a reçue depuis le début de son travail quelques 85 projets de texte législatif38. Pourtan, t au le journal officiel seulement 20 lois ont été publiés depuis le mois de janvier 201239. Les textes importants par ailleurs restent non adoptés comme celui sur l’autorité provisoire de la magistrature ou sur l’Instance électorale. 37 Article 67 du règlement intérieur: 1. Commission des Droits et libertés et des relations étrangères: chargée de l’étude des projets et questions relatives aux libertés publiques, droits de l'homme, les affaires religieuses, la société civile, les médias, la défense, la sécurité nationale, les relations extérieures et la coopération internationale. 2. Commission de la législation générale: chargée de l’étude des projets et questions relatives aux systèmes judiciaires, la nationalité et le statut personnel. Elle est compétente aussi pour les affaires et projets de lois traitant des questions commerciales, pénales, l’amnistie, l'organisation générale de l'administration, le système électoral, la propriété et les droits réels. 3. Commission des Finances, de Planification et du Développement: chargée de l’étude des projets et questions relatives à la monnaie, fiscalité, transactions, affaires financières, budget, plans de développement, prêts, engagements financiers de l'État et l'activité des entreprises publiques. 4. Le Commission des secteurs de production: chargée de l’étude des projets et questions relatives à l'agriculture, la pêche, les eaux, l’industrie, l’énergie, les mines et l’artisanat. 5. Commission des secteurs de services: chargée de l’étude des projets et questions relatives au commerce, les prix, les transports, les communications et le tourisme. 6. Commission de l'infrastructure et l'environnement: chargée de l’étude des projets et questions relatives à l’équipement, l’habitat, l’aménagement territorial, les nouvelles technologies et l'environnement. 7. Commission des affaires sociales: chargée de l’étude des projets et questions relatives aux prévoyances sociales, la santé publique, l'emploi et les affaires familiales. 8. Commission des Affaires de l’éducation: chargée de l’étude des projets et questions relatives à l'éducation, la formation, la recherche scientifique, la culture, la jeunesse, le divertissement et le sport. 38 www.anc.tn/site/main/AR/docs/projets/liste_projets.jsp 39 www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_183260-730tzrIjyLTTM/AfficheJORT/SYNC_-1550203406: dernière loi numéro 20 en date du 12 juillet 2012 autorisant le gouvernement à augmenter a participation au Fond monétaire international. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 281 Enfin l’ANC comprend eux commissions spéciales, l’une chargée de l’immunité et du règlement intérieur et la deuxième du suivi. Deux commissions sont prévues à cet effet dans le texte, celle réservée aux martyrs et blessés de la révolution et de l’amnistie et la deuxième chargée du dossier de la corruption et de la réforme administrative. Étant entendu que le règlement intérieur permet à l’ANC de constituer d’autres commissions de ce type. Comme on le remarque, la morphologie et l’organisation interne de l’Assemblée nationale constituante est trop développée pour une structure qui est temporaire et qui doit gérer une période transitoire par définition la plus courte possible. Les 146 articles du règlement intérieur combinés aux dispositions de l’organisation provisoire des pouvoirs publics démentent la volonté politique de ne pas s’éterniser dans cette étape transitionnelle. Passer en revue le titre six du règlement intérieur relatif au contrôle de l’action gouvernementale est édifiant sur l’idée que se font les constituants, plutôt législateurs, de leurs missions. L’article 114 permet aux députés de poser des questions écrites ou orales aux membres du gouvernement et l’ANC organise une séance mensuelle de dialogue avec le gouvernement. Cette tâche dévolue à une instance législative va accaparer les députés et réserver plusieurs séances plénières où la discussion des articles de la constitution est mise en suspend. C’est effectivement ce qui se passa dans la pratique. Question qui ne semble pas déranger les députés, d’autant plus que la durée de leur mandat est indéterminée. 2. Une durée de travail et donc un mandat indéterminé ! Cette question se pose avec acuité car il paraît de prime abord illogique de s’installer dans le cadre d’un mandat sans durée déterminée. L’article six du décret numéro 1086 en date du 3 aout 2011 portant convocation des électeurs aux élections des membres de l’ANC dispose ainsi que l’assemblée se réunit après la proclamation des résultats et se charge de “l’élaboration de la constitution dans un délai maximum d’un an après la date de son élection”. Il est à rappeler que la Déclaration du processus transitoire40 posait déjà cette règle ce qui a amené d’ailleurs le CPR, parti politique du président de la République Monsieur Moncef Marzouki, à’y adhérer41.La question devenant tellement critique sur la scène politique et envenimant l’atmosphère générale qu’à 40 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html 41 www.tap.info.tn/fr/fr/partis/9373-cpr--limiter-le-mandat-de-la-constituante-a-uneannee-lnest-pas-realister.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 282 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie sept semaines des élections, l’idée a été lancée d’organiser un referendum sur la détermination de la durée du mandat de l’assemblée42. La question restera ainsien suspend et sera remise sur la table de la discussion au cours des débats autour de l’adoption de la loi sur l’organisation provisoire des pouvoirs publics qui se tiendront au cours du mois de décembre 2011. Le 8 décembre des formations de l’opposition appelèrent la troïka gouvernante au respect du délai d’un an imparti à la constituante43. Le mercredi 7 décembre 2011, l’Assemblée nationale constituante adoptera, forte de la majorité dont bénéficie la troïka, le texte qui ne fixera pas de délai maximum pour rédiger la constitution. L’opposition marqua alors sa désapprobation du rejet de sa proposition “de prolonger ce mandat (limité à une année) une seule fois pour une période de six mois”44. Elleira jusqu’à déclarer que la “journée d’hier est une journée triste marquant le premier dérapage au détriment des objectifs de la révolution”45. Plusieurs députés de l’ANC se révoltèrent contre le recours au mode majoritaire pour la prise des décisions importantes au cours de cette étape de transition. On pouvait entendre certains députés de l’opposition clamer pendant les travaux: “Non à une nouvelle forme de dictature ou de domination excessive de la part des partis formant la majorité au sein de la Constituante, non également à la logique de la majorité et de la minorité et à leurs mécanismes, ce qui pourrait nous amener à retourner en arrière et à renouer avec les pratiques despotiques du régime déchu”46. La société civile et les partis d’opposition restèrent alertes concernant les travaux de la constituante. La société politique lancera la veille de l’échéance du 23 octobre 2O12 une campagne contre l’assemblée constituante et le gouvernement en place. C’était la fin de la légitimité aux dires principalement de l’ancien premier ministre de la transition Monsieur Béji Caid Essebssi47 mais aussi de juristes comme le 42 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/8883-la-constituante-entrelengouement-pour-linstrument-democratique-et-les-craintes-pour-la-duree-duprocessus.html 43 www.tap.info.tn/fr/fr/partis/14206-le-pdm-appelle-ennahdha-et-ettakatol-a-respecterleurs-engagements-concernant-la-duree-du-mandat-de-la-constituante.html 44 www.lapresse.tn/08122011/41655/la-troika-en-rangs-serres.html 45 idem 46 www.lapresse.tn/07122011/41586/ennahdha-fait-marche-arriere.html 47 “Le gouvernement va perdre sa légitimité électorale, mais il n'y aura pas de vide institutionnel. Cette date marque un tournant. Vu les circonstances, le gouvernement ne pourra pas gouverner, puisqu'il a failli à sa mission. Il lui faudra chercher un consensus”, Jeuneafrique.com, Tunisie - Béji Caïd Essebsi, "La transition Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 283 Doyen Sadok Belaid48 ou le Professeur Rafâa Ben Achour49. Le raisonnement juridique réfuté par les alliés d’Ennahdha est que l’accord moral pré-électoral était clair et non équivoque et il a été concrétisé par le décret de convocation des électeurs qui a été à la base de l’organisation des élections, des résultats et de la prise du pouvoir par les composantes de la troïka. Celle-ci brandit l’article premier de la loi constituante resté muet sur la durée du mandat et qui est à leurs dires supérieur à un simple décret antérieur qu’il abroge implicitement. Il ne restait qu’un pas à faire de la part de l’opposition pour déclarer qu’après le 22 octobre 2012, la légitimité de l’ANC et des pouvoirs qui en son issus se termine. “La légitimité n’est pas un chèque en blanc”, pouvait-on lire comme titre de certaines réflexions sur les journaux en ligne50. Et Ridha Ben Slama de revenir sur le contre argument fallacieux des mentors d’Ennahdha relatif au décret de convocation aux élections qui est à leurs dires: “nul et non avenu, car il s’agit d’une décision administrative émanant d’un pouvoir illégitime !”. Cette situation de crise conduisit à des déclarations qui se succédèrent de la part aussi bien de la coordination de la troïka que des dirigeants du mouvement Ennahdha mais aussi de l’opposition autour de la date probable des élections qui présuppose que la constitution soit déjà prête. L’ancien président de l’organe de gestion électorale Monsieur Kamel Jendoubi déclarait en septembre que “La confusion règne autour de la date des prochaines élections en Tunisie. Il faut dire que l’échéance est liée à la date de l’adoption d’une Constitution elle-même incertaine. Depuis mardi, les déclarations cacophoniques se sont multipliées et les spéculations vont bon train entre le 20 mars et le 8 septembre 2013, deux dates respectivement avancées par Mustapha Ben Jaâfar et Habib Khedher”51. Plus tard, lestrois partis de la coalition s’accordèrent pour "proposer la date du 23 juin 2013 pour la tenue des prochaines élections législatives et présidentielle, un deuxième tour de la présidentielle devant se tenir le 7 juillet"52. Rapidement des avis s’élevèrent pour démocratique est mal engagée" | Jeuneafrique.com - le premier site d'information et d'actualité sur l'Afrique, www.jeuneafrique.com/Article/JA2700p058-64.xml1/ 48 www.africanmanager.com/142846.html 49 CF. Développements très intéressants sur la question, Rafaâ Ben Achour, La presse d’aout 2012. Publié sur la page www.urdiji.fsjpst.rnu.tn/htmlfr/artrafaaanc.htm 50 www.mag14.com/national/40-politique/1010-tunisie--la-legitimite-nest-pas-uncheque-en-blanc.html 51 www.lecourrierdelatlas.com/323006092012Tunisie-Exclusif-Kamel-Jendoubi-Joueravec-la-date-des-elections-est-tres-dangereux.html 52 www.lemonde.fr/tunisie/article/2012/10/14/tunisie-accord-sur-la-constitution-deselections-generales-le-23-juin_1775271_1466522.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 284 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie indiquer que cette date “devient l’objet de manipulations et de pressions. Dans ce contexte, elle ne peut qu’être maladroitement choisie”53. Monsieur Béji Caied Essebssi déclara dans ce sens à l’AFP que c’était “une bonne nouvelle”54, par contre le membre du Bureau politique du Parti républicain Issam Chebbi a estimé que "la date des élections fixée par la Troïka n'est pas pragmatique et ne tient pas compte de la situation générale du pays"55, ce qui a été confirmé par l’ancien président de l’ISIE qui considérait qu’il fallait au moins huit à dix mois, une fois que l’instance électorale a été mise en place, pour que l’opération soit réellement possible56. Enfin le premier ministre tunisien, Monsieur Hamadi Jebali, secrétaire général d’Ennahdha, à la surprise générale, sort de son mutisme en se déclarant “inquiet du retard dans la rédaction de la nouvelle Constitution et la programmation des élections en juin 2013 … [ce qui] reflétait celle de tout un peuple et que cette période de transition ne pouvait pas durer plus longtemps [il estime] qu’il n’y avait aucune raison objective pour ce retard et notamment dans la création de l’Instance indépendante des élections57. Il avança que c’est à la troïka de “trouver un consensus à sa composition”.Son conseiller politique déclara même que “cette situation n’a que trop duré” et que “la période transitoire prolongée nuit à l’économie de notre pays et n’encourage nullement les investisseurs à lancer leurs projets”58. 3. Un travail opaque et un manque de transparence Le centre Carter59invitaiten mai 2012, six mois après le début des travaux de l’ANC, à plus de transparence et de participation publique dans l’élaboration de la Constitution en Tunisie. Cet appel était suscité par l’autarcie et l’enfermement qui caractérisait le travail de l’ANC. Des organisations de la société civile se mobilisèrent pour pousser le président de la constituante à rendre public tous les documents issus des 53 www.mille-et-une-tunisie.com/accueil/magazine/3799-tunisie-les-consequences-duchoix-de-la-date-des-elections-sur-le-tourisme.html 54 www.tunistribune.com/tunisie-lopposition-satisfaite-de-lannonce-de-la-date-deselections/27024.html 55 www.afriquinfos.com/articles/2012/10/24/tunisie-elections-date-juin-2013-nestpragmatique-211911.asp 56 www.leaders.com.tn/article/kamel-jendoubi-8-a-10-mois-necessaires-pour-organiserdes-elections?id=9899 57 http://francophone.sahartv.ir/news/tunisie--le-pr%C3%A9sident-inquiet-du-retarddans-la-r%C3%A9daction-de-la-nouvelle-constitution-2108 58 www.africanmanager.com/144903.html 59 www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 285 commissions constitutionnelles. C’est là sans conteste une revendication légitime dans le cadre d’une transition démocratique surtout que depuis mai 2011, la Tunisie a édicté un décret-loi sur l’accès aux documents publics qui oblige les administrations à ouvrir au public ses documents et de manière proactive. L’ouverture des portes de l’hémicycle aux journalistes et citoyens est effective, la présence d’observateurs et des journalistes aux travaux des commissions est réelle.Ceci rend inexplicable le mutisme du site officiel de l’assemblée quant à la publication des documents issus des différentes commissions. En effet, le règlement intérieur de l’ANC exige la publication sur son site des rapports des rapporteurs des commissions. C’est ainsi que des députés ont pris l’initiative devant ce mutisme et black-out institutionnel de de publier ces documents sur leurs blogs ou page Facebook. Le groupe opengov.tn lancé le 4 novembre 2011 “milite pour la consécration des principes de la transparence totale et la participation citoyenne dans la gestion des affaires publiques, afin de garantir le droit à une société juste, démocratique et prospère”60. Deux actions ont été entreprises pour pousser l’ANC à s’ouvrir avec un slogan “la constitution s’écrit à huit clos”61. La situation va continuer dans le même sens pour aboutir à ce que l’avant-projetde constitution soit rendu public suite à des fuites au sein de la constituante. Le rapporteur général réuni les copies des six commissions, les collationne et avec une présentation datée du 13 aout 2012 les communique aux députés par mail. Tout de suite les copies numériques empruntant les canaux de communication numérique se répandent dans la société tunisienne62. La société civile se penche dessus et à leur tête l’association tunisienne de droit constitutionnel. La table ronde organisée le 22 aout est un franc succès: le verdict tombe, copie en dessous de la moyenne63. Certains sans ménagement déclarèrent à ce propos que “si l'ANC avait été un étudiant en droit, elle aurait été méchamment recalée”64. D’autres journalistes rapportèrent que l’avant projet était brouillon et liberticide65 et en deçà des acquis tunisiens66. 60 www.opengov.tn http://7ell2.info/ 62 Une traduction non officielle réalisée par Demcracyreporting international est en ligne sur le lien suivant: www.venice.coe.int/docs/2012/CDL-REF(2012)035-f.pdf 63 Rapport de la table ronde réalisé par l’association Bawsala: www.albawsala. com/uploads/documents/CR_table_ronde_1ere_lecture_de_lavant_projet_de_constit ution_Hotel_Africa_par_Al_Bawsala.pdf 64 http://fr.allafrica.com/stories/201208230902.html 65 http://kapitalis.com/fokus/62-national/11420-tunisie-un-avant-projet-de-constitutionbrouillon-et-liberticide-.html 61 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 286 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie La pression de la société et des acteurs politiques et des médias poussera l’ANC à faire un effort sur ce plan. Les procès-verbaux ou au moins les rapports des commissions furent mis en ligne sur le site de l’ANC67. Mais si la volonté a été claire de s’acheminer vers plus de transparence, la pratique ou les anciens reflexes ressurgissent. C’est ainsi que le projet de la commission chargée des libertés a été élaboré et était donc datée du premier novembre 2012, mais ne fut mis en ligne sur le site officiel que le 30 du même mois68. Et ceci n’a été possible que suite aux réactions virulentes de certains observateurs de la société civile et des spécialistes qui avaient vent de la disponibilité de ce rapport tellement attendu, édicté en interne, mais pas encore mis à la disposition du public. B. Les partis politiques, des acteurs du processus démocratique en continuelle reconfiguration Les partis politiques constituent dans chaque opération de transition démocratique les acteurs principaux. En Tunisie, la morphologie de ses intervenants s’est complètement métamorphosée depuis janvier 2011. Jusqu’à sondépart, Ben Ali présidait le parti politique du Rassemblement Constitutionnel Démocratique (RCD), formation historique qui a milité pour l’indépendance du pays sous le commandement du président défunt Habib Bourguiba sous la dénomination du Parti Socialiste Destourien (PSD). Ce parti accaparait seul la scène politique tunisienne depuis l’indépendance jusqu’à l’année 1981. Il futun parti dominant jusqu’à janvier 2012 configurant l’exemple type du parti-Etat dévoyant toutes les normes constitutionnelles et les techniques démocratiques de gouvernement qui y prenait place à commencer par la défunte constitution du premier juin 1959. Le parti-Etat accaparait tous les rouages de l’Etat et les organes politiques consacrant la confusion totale entre le parti et l’Etat aménageant une place à des partis fantoches de pacotille69 qui soutenait le RCD et quémandait des strapontins dans les instances représentatives. 66 www.kapitalis.com/63-fokus/12871-l-avant-projet-de-la-nouvelle-constitution-endeca-des-acquis-des-tunisiens-estime-article-19.html 67 www.anc.tn 68 www.anc.tn/site/main/AR/docs/rapport_final/rapport_final_5_4.pdf 69 Les déclarations des chefs des partis d’opposition à la veille des élections présidentielles de 2009 sont la preuve de cet état de chose: “Le MDS est fier d’avoir soutenu la candidature de Ben Ali, adhère totalement à son programme électoral et se mobilise pour participer à sa mise en œuvre”, la Presse du 11/11/09. Khammasi Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 287 Après le 14 janvier 2011, le ministre de l’intérieur en sa qualité d’autorité autorisant la création et contrôlant l’activité des partis politiques, suspend les activités du RCD le 6 février et charge un avocat d’introduire une action judicaire en dissolution du parti-Etat.Le tribunal de première instance de Tunis décide la dissolution du RCD le 9 mars 2011 et ses biens sont transférés au domaine de l’État. La scène politique et la République perd le pilier sur lequel tout s’agençaitet qui accaparait la scène pendant plus d’un demi-siècle. En même temps et sans attendre la décision de dissolution, le ministre de l’intérieur, ”ouvra les vannes” en application du même texte qui empêchait dans la pratique la création aisée des partis politiques, la loi organique de 1988, et permit à un flot interminable de partis de voir le jour. La quasi-totalité des demandes d’autorisation de partis politiques réussirent à obtenir le visa de la part du ministère y compris le mouvement Ennahdha malgré sa notoire référence religieuse incompatible avec les conditions prévues par l’article 8 de la constitution de 195970repris par la loi organique du 8 mai 1988 sur les partis politiques. Ainsi, la société politique tunisienne vit le nombre des partis passer du 14 janvier de neuf partis à 28 formations en mars, 68 en avril, 89 en mai, 97 en juin, 105 en juillet, 117 en aout, 123 en octobre date d’organisation des élections. Pourtant seules 77 formations y présenteront des listes de candidats. Mais cette échéance freinera le mouvement inflationniste: On en dénombra seulement 124 en novembre, 125 en décembre, 126 en janvier, 130 en février et 135 en mars. Devant ce foisonnement des formations, le citoyen tunisien post révolutionnaire ne sutplus pour quel saint se vouer. Les dénominations des partis politiques portaient parfois les mêmes termes et notions accentuant le désarroi du spectateur politique. La campagne électorale montra des dirigeants de partis très peu rodés aux techniques de communication et dont les programmes politiques avaient la principale caractéristique d’être populiste voulant principalement plaire à l’électeur. Le résultat de cet amateurisme politique ne se fit pas attendre puisque les résultats furent décevants pour la grande majorité des formations. La plupart du temps leurs listes obtenaient rarement 2 ou 3 % des voix et se situaient en dessous de l’unité71. (PVP): “Ben Ali est résolument l’homme de l’étape à venir, l’homme de l’avenir de la Tunisie”, La Presse, 13/11/2009. 70 Version consolidée de la constitution du premier juin 1959: www.atdc.org.tn/ telecharger_constitution-tunisienne-du-premier-juin-1959_fr_55_pdf et plus spécialement l’alinéa 5 qui disposait qu’ “Un parti politique ne peut s’appuyer fondamentalement dans ses principes, objectifs, activité ou programmes sur une religion, une langue, une race, un sexe ou une région” 71 Pour de plus amples détails consultez le site de l’instance électorale, www.isie.tn Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 288 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie A partir du mois de novembre 2011 jusqu’à aujourd’hui une dizaine seulement de formations ont continué à faire parler d’elles. Toutes les autres disparurent de la scène médiatique comme par enchantement exactement comme elles prirent vie en s’installant dans la course des élections. Au lendemain des résultats, les formations furent confrontées à leursmédiocres résultats qui permirent d’en faire un classement. Après quelques semaines de réflexions et de débats internes, la leçon commune est que l’effritement des formations ne peut plus continuer et qu’une restructuration de la scène politique s’imposait de manière urgente. C’est ainsi que les formations se rapprochèrent les unes des autres suivant leurs affinités pour constituer des coalitions et la plupart du temps des fusions72. Trois autres formations, le Mouvement du renouveau, le Parti des travailleurs tunisiens et des indépendants du Pôle démocratique moderniste, au cours d’un congrès constitutif tenue les 31 mars et premier avril 2012, créèrent le parti de la voie démocratique et sociale connue sous la dénomination d’Al Massar73. Le rapprochement entre le PDP, le parti Afek, le parti républicain74, Irada, Bledi, PJSD ainsi que parti Al Karama donnera lieu le 9 avril 2012 au Parti Républicain appelé en arabe Al Jomhouri75. Une autre coalition de partis regroupant sous la dénomination de front populaire76 plus de dix formations de gauche et nationalistes a vu le jour le dimanche 7 octobre 2012. Il regroupe entre autre les partis suivants: parti de l’action nationale démocrate, le mouvement des patriotes démocrates, le parti du leadership arabe démocratique, le parti des travailleurs, le mouvement Baath, le mouvement Echaab, la ligue des travailleurs de gauche, la parti Tunisie verte, le front populiste 72 www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-opposition-se-reorganise-14-04-2012-1451570_ 24.php 73 www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html www.investir-entunisie.net/index.php?option=com_content&view=article&id=17238 74 www.espacemanager.com/politique/politique-tunisie-presentation-du-partirepublicain.html 75 www.espacemanager.com/politique/tunisie-liste-des-adherents-au-parti-republicaingrand-parti-du-centre.html 76 http://directinfo.webmanagercenter.com/2012/10/07/tunisie-politique-front-populairehamma-hammami-president/ Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 289 unioniste, les patriotes démocrates, le parti populaire pour la liberté et le progrès, le parti du militantisme progressiste77 … Une alliance démocratique est aussi en cours de création sous la dénomination de Tahalouf watani78. Elle prévoit de tenir son assemblée constitutive au cours du mois de février 2013. Elle comprend le parti de la réforme et du développement, le Courant réformiste, ainsi que des personnalités politiques, des membres de l'Assemblée nationale constituante, élus sur des listes d'autres partis avec lesquels ils ont rompu entre-temps, des syndicalistes et des défenseurs des droits de l'homme. Une autre coalition est en cours de constitution. C’est ainsi que la porte-parole officielle du parti “L'initiative” a révélé au mois de novembre que six partis à référentiel constitutionnel envisagent la fusion en une seule coalition.79 Enfin le 2 décembre 201180, le premier ministre du gouvernement de transition sortant Béji Caïd Essebsi déclara envisager la création d’un parti qui réunit les forces centristes sous une même bannière. La formation pris forme sous la dénomination de Nidaa Tounes, l’appel de la Tunisie. Il reçu son autorisation légale le 6 juillet 201281. Le parti engorgea en l’espace de quelques semaines des dizaines de milliers d’adhérents. Il organisa des meetings très médiatisés et sa popularité grimpa dans les sondages d’opinion. Son leader pris la première place des personnalités politiques au cours du mois de novembre 2012. Des députés de la constituante quittent leur formation d’origine pour s’y rallier. Ce parti devient la première formation non présente aux élections du 23 octobre capable aujourd’hui de constituer un groupe parlementaire au sein de la constituante. Le dernier sondage organisé par le bureau 3C, le 27 octobre 201282, donna les intentions de vote suivants: Ennahdha 31, 4% (+0, 583) Nida Tounes 29, 6% (+1, 5) Front Populaire 6, 9% (+1, 3) AlJomhouri 6, 4%(- 5, 4) 77 www.babnet.net/cadredetail-53094.asp www.kapitalis.com/63-fokus/12742-tunisie-un-nouveau-front-d-opposition-pourquoi-faire.html et www.kapitalis.com/63-fokus/12774-tunisie-l-alliance-democratiquetiendra-son-1er-congres-en-fevrier-2013.html 79 www.espacemanager.com/politique/tunisie-six-partis-et-une-coalition.html 80 www.letemps.com.tn/article-61225-02122011.html 81 www.espacemanager.com/politique/tunisie-lappel-de-la-tunisie-de-bce-legalise.html 82 www.espacemanager.com/politique/tunisie-sondage-ennahdha-et-nidaa-tounes-dansun-mouchoir-de-poche.html 83 Evolution par rapport au sondage organisé 45 jours avant. 78 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 290 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie Al Aridha 4, 7% (-0, 9) CPR 4, 6% (-0, 4) Ettakatol 3, 8% (+0, 4) UPL 2, 7% (-0, 1) Al Moubadara 1, 9% (-0, 4) Hizb Ettahrir 1, 6% Achaab 1, 1% (-0, 1) Le classement des personnalités pour qui les tunisiens voteraient aux présidentielles, le même sondage donna le classement suivant84: Béji Caïed Essebssi 10, 9% Moncef Marzouki 7, 2% Mustapha Ben Jaafar 3, 6% Taïeb Baccouche 2, 5% Hamadi Jebali 2, 3% Hamma Hammami 2, 1% Samir Dilou 1, 9% Mohamed Abbou 1, 4% Ali Laarayedh 1, 3% Zine El Abidine Ben Ali !! 1, 2% Ahmed Nejib Chebbi 1% Rached Ghannouchi 1% Abdelfattah Mourou 0, 9% Le 7 décembre un accord de principe de coalition est conclu entre sept formations, en l’occurrence, Nidaa Tounes, El Massar, Al Joumhouri, le Parti socialiste et le Parti du Travail Patriotique et Démocratique, sous la dénomination de “l’union pour la Tunisie”85. Une opération qui permettra certainement si elle se concrétise de “simplifier la donne et aider le tunisien à savoir choisir au moment de donner sa voix”. La scène politique est ainsi en continuelle mutation, chaque jour, chaque semaine, les évènements modifient la carte et permettent aux tunisiens, même s’ils restent plus de 42% indécis quand à leur vote futur, plus outillés à comprendre grâce à l’action de vulgarisation et d’apprentissage amorcée par la société civile et les médias et de ce fait à pouvoir mieux choisir la formation adéquate le jour venue. 84 www.espacemanager.com/politique/tunisie-ennahdha-sent-le-souffle-de-nida-tounesmarzouki-detrone-par-caid-essebsi.html 85 www.tunisienumerique.com/tunisie-naissance-imminente-de-lunion-pour-latunisie/156279 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 291 C. La société civile, catalyseur jeune et hétérogène du processusdémocratique La création des partis politiques après le 14 janvier 2011 a fait passer leur nombre de 9 à 130, mais le résultat obtenu suite à l’échéance électorale les obligea à se regrouper et dissuada les plus téméraires, sauf exception, à en créer d’autres. L’évolution des associations de la société civile a été toute autre et bien différente. Sortie de sa torpeur et de son activisme soit clandestin soit freiné par le pouvoir autoritaire, les composantes de la société donnèrent vie à de nombreuses formations, variées dans leur importance, domaine d’intervention et programme86. Depuis janvier 2011 jusqu’à l’échéance électorale plus de 1700 associations virent le jour dans toutes les régions du pays. Si la création de nouveaux partis tarit, celle des associations ne subit pas le même sort. Ainsi depuis novembre 2011 jusqu’en mars 2012 on enregistra plus de 600 autres créations d’associations de tout genre. Le nouveau cadre juridique plus libéral mis en place par le décretloi 88-2011 de septembre 2011 encouragea les initiatives et l’activité de ses formations. L’autorité de tutelle de ses formations devient le secrétariat général du gouvernement et la procédure de création réduite à sa plus grande simplicité.Il suffit dorénavantd’envoyer le dossier de création par la poste avec constat d’huissier, attendre le délais légal et si aucune opposition n’est soulevé par l’administration, publier l’avis de création au journal officiel. Les associations fleurirent un peu partout sur tout le territoire de la République, enrichissant le paysagecivique auparavant morose. Mais les études entreprises par les organisations internationales bailleurs de fonds de l’activité civique en Tunisie démontrent que beaucoup de ses structures sont encore “à un stade de développement rudimentaire, avec très peu demembres, des capacités d’action réduites en termes de ressources humaines, finances etmoyens matériels, une vision très conjoncturelle de leur rôle, et une pérennité qui ne semblepas assurée”87. Les associations en relation avec les droits de l’homme ont une action assez importante sur la scène politique88. Une autre catégorie d’acteur de la société civile prend encore plus de place dans le processus 86 Voir avec intérêt le rapport portant sur la société civile en Tunisie datée de mars 2012 http://eeas.europa.eu/delegations/tunisia/documents/projets/rapportdiagnostic_stecivi le_mars2012_fr.pdf 87 Idem, page 12 88 http://observatoiretunisien.org/upload/file/Jeblaoui(1).pdf Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 292 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie transitionnel: l’union générale des travailleurs tunisiens (UGTT)89 syndicat historique en Tunisie ainsi que l’union tunisienne de l’industrie, du commerce et de l’artisanat (UTICA)90. La première organisation a été un acteur important dans le changement politique en Tunisie en poussant à des grèves générales locales qui acculèrent, le 14 janvier 2011, le dictateur à quitter le pays. Mais la centrale syndicale ne se retirera pas de la scène politique dans la période post révolutionnaire. Elle fut un catalyseur entre autre des sit-in de la kasbah qui poussèrent vers la mise en place de la constituante. Par la suite la centrale syndicale a été parmi les acteurs de la société civile qui présentèrent un projet de constitution. Constatant la rupture du dialogue entre les acteurs politiques, la centrale syndicale pris l’initiative de les inviter à un congrès de dialogue national. Celui-ci se tiendra le 16 octobre 2012 en présence des représentants de plus de 50 partis politiques et plus de 600 journalistes et de personnalités politiques. Pourtant cette initiative fut boycottée par Ennahdha et le CPR. Le président de la République, le président de l’ANC et le chef du Gouvernement d’ennahdha y prirent quand même part91. La déclaration finale déclara son “regret pour l’absence des partis Ennahdha et le Congrès pour la République pour ne pas avoir répondu à l’invitation d’assister au congrès” met en exergue la “nécessité de parvenir, dans les plus brefs délais, aux consensus que nous estimons urgents”92. Ceux-ci sont en relation avec l’instance supérieure indépendante des élections, la promulgation de la Constitution, du Code électoral, la détermination du régime politique et du calendrier électoral. La place prise par cette organisation nationale de premier plan fit de l’ombre au parti Ennahdha. Le torchon brule entre les deux structures jusqu’à ce que la crise éclate ouvertement à la suite des évènements en date du 4 décembre 2012. Des membres d’une association proche du mouvement Ennahdha sous la dénomination de ligue de protection de la révolution attaquent verbalement puis matériellement le siège de l’union générale tunisienne du travail en marge de la commémoration du 60ème anniversaire de l’assassinat du leader syndicaliste Farhat Hached93. Le leader du parti Ennahdha jette de l’huile sur le feu dans une déclaration publique que “l’UGTT est un mouvement radical et extrémiste de gauche qui pousse le gouvernement vers des affrontements qui ne sont 89 www.ugtt.org.tn/fr/ www.utica.org.tn/website/index.php 91 www.lapresse.tn/16102012/56873/hamadi-jebali-et-mustapha-ben-jaafar-assisteronta-la-conference.html 92 www.ugtt.org.tn/fr/2012/10/25/declaration-finale-du-congres-de-dialogue-national/ 93 www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAWEB20121204174836/ 90 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 293 pas dans l’intérêt du pays”94. La centrale syndicale suite à la réunion de son bureau décrète la deuxième grève générale de son histoire pour le jeudi 13 décembre 201295. Choix à double titre symbolique puisque la dernière grève générale qui a été réalisée le 26 janvier 1978 a mis le pays à feu et à sang s’est déroulé un jeudi, l’avènement malheureux est d’ailleurs connu dans la mémoire collective comme étant le “jeudi noir”96. La deuxième symbolique est que le 13 décembre la Tunisie prévoit d’abriter la neuvième session du “Forum pour l’avenir” qui verra la participation d’organisations de la société civile régionales et internationales mais aussi de Madame Hillary Clinton97. D’autres associations plus jeunes et de moindre envergure même si aussi actives, furent présentes dans l’encadrement des électeurs par un travail de vulgarisation dans un premier temps et par un travail d’observation des élections dans un deuxième temps.Elles continuent aujourd’hui et plus d’une année après les élections à développer leur action citoyenne. On peut ainsi dénombrer des formations telles que l’association tunisienne pour l’intégrité et la démocratie des élections (ATIDE)98, le bus citoyen99, l’association mouwatana oua wakadha touensa100 mais aussi l’association tunisienne de droit constitutionnel101. D’autres associations se sont impliquées dans le processus transitionnel pour pousser à une plus grande transparence de l’action des intervenants politiques et administratifs. Des formations moins formelles prirent place dans la société civile telle que l’opengov qui doit être citée comme exemple de structure très active “pour une plus grande transparence et participation citoyenne”102. L’association Bawsala103, autrement dit boussole, mis en place le projet marsad104 témoin de l’activité de la constituante. Sur leur site web on retrouve tous les documents produits par la constituante et gardés 94 www.tunisienumerique.com/tunisie-rached-ghanouchi-lugtt-est-un-mouvementextremiste-qui-veut-faire-tomber-le-gouvernement/156022 95 www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-L%E2%80%99UGTTd%C3%A9cr%C3%A8te-la-gr%C3%A8ve-g%C3%A9n%C3%A9rale-pour-le-13d%C3%A9cembre-2012, 520, 34958, 3 96 http://cgtt.wordpress.com/2008/01/31/memoire-collective-26-janvier-1978-%C2% AB-le-jeudi-noir-%C2%BB/ 97 www.tunisienumerique.com/tunisie-hillary-clinton-risque-de-subir-les-aleas-de-lagreve-du-13-decembre/156082 98 www.atide.org 99 www.buscitoyen.com 100 http://touensa.org 101 www.atdc.org.tn 102 www.opengov.tn/fr/ 103 www.albawsala.com/fr/ 104 http://marsad.tn/ Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 294 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie secrets dans les méandres de l’administration de l’assemblée ainsi que des informations publiés sur les blogs ou les pages Facebook ou tweeter de certains députés. D. Les médias, témoin critique catalyseur du processus démocratique Les médias ont une évolution qui les métamorphosa radicalement après le 14 janvier 2011. Jadis tous les journaux, chaines de télévision, radios mais aussi les espaces médiatiques virtuels sur le réseau internet étaient sous contrôle du pouvoir autoritaire et despotique. L’actionétait orchestrée par l’omnipotente agence de communication extérieure qui avait pour tâche de faire des canaux médiatiques des outils de la propagande officielle du gouvernement en place. C’est en rapportant cet état de chose qu’une étude entreprise pour le compte de la délégation Wallonie-Bruxelles à Tunis105 déclare que “les médias classiques n’ont joué aucun rôle dans la révolution tunisienne jusqu’au 13 janvier au soir, date où le président Ben Ali a aboli la censure que son gouvernement exerçait sur ceux-ci. Jusque-là, l’espace médiatique de la révolution était occupé par Internet (Facebook et les blogs) et la téléphonie mobile. Toutefois, à partir de cette date, en l’espace de quelques jours, voire de quelques heures pour certains, les médias ont graduellement pris conscience de leur liberté retrouvée et ils ont ouverts leurs pages ou leurs temps d’antenne à de nombreuses sensibilités politiques du paysage politique tunisien”. Les évènements de janvier 2011 et le départ de Ben Ali, ayant décapité le régime, libéra la scène médiatique en une seule soirée. Le rejet des tunisiens, frôlant le dégout, des médias, cantonnés pour les meilleurs à une autocensure et pour la plupart à une politique de soutien du régime en place, s’est transformé en quelques jours en un regain d’intérêt. L’exode médiatique tunisien vers les journaux, revues, télévisions étrangers ainsi qu’internet cessa comme par miracle. Le tunisien se réconcilia rapidement avec ces médias nationaux reconvertit comme par enchantement. La chaine de télévision nationale perdit sitôt son chiffre fétiche, le 7, ainsi que sa couleur mauve et atteignît la première place dans le classement de l’audimat. Les tunisiensvirent la naissance, en l’espace de quelques mois, de cinq chaines de télévision, de douze nouvelles radios et l’explosion du 105 Note sur l'état des médias en Tunisie, réalisée par Alexandre Delvaux, expert attaché à la Délégation Wallonie-Bruxelles à Tunis intitulée Médias tunisiens et transition démocratique, disponible en ligne à l’adresse: www.wbi.be/cgi/objects3/ objects/media/0/1/3/6/9/0136937_media/media0136937_media_1.doc Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 295 nombre des journaux et revues où jusqu’à la fin du mois de novembre les autorités autorisèrentquelques 228 nouvelles créations. Des chiffres très importants au vu de la taille d’un si petit pays comme la Tunisie qui compte, d’après les dernières statistiques de l’INS, moins d’onze millions d’habitants106. Deux rapports sont disponibles sur la situation des médias en Tunisie pendant cette période et sont utiles pour brosser le tableau de la situation évolutive et encore critique à certains égards de ce domaine:Celui du syndicat national des journalistes tunisiens107 d’un côté et de l’INRIC108 de l’autre. Un article brosse un tableau exhaustif de la situation et m’éviterais dans ce cadre à revenir sur trop de détails propres à ce domaine109. On y lit que “Après la Révolution du 14 janvier, la presse et les journalistes tunisiens se sont libérés de la censure et des lourds interdits de la dictature de Ben Ali. La période postrévolution a vu la naissance de nouveaux médias avec la création de nouvelles radios, chaînes de télévision, titres de presse et sites internet. Les journalistes de tous les médias avaient alors appréhendé cette liberté nouvelle d’informer les Tunisiens sur tous les sujets, sans véritables limites. Aujourd’hui, la liberté des journalistes est menacée par des atteintes à la liberté d’expression. La parole s’est bien libérée mais la presse subit des pressions alarmantes”. Le cercle médiatique a vu pendant la première étape de transition l’édiction de deux textes fondamentaux datés du 2 novembre 2011: Le décret-loi numéro 115 de la même année relatif à la liberté de la presse, de l'impression et de l'édition (code de la presse)110 et le décret-loi numéro 116 de l'année 2011, portant création de la Haute Autorité indépendante de la communication audiovisuelle (HAICA)111. L’actuel gouvernement a toujours une fois aux commandes du pays ne se montra pas soucieux de l’application de ses textes qui garantissent l’indépendance et le respect d’une certaine déontologie et de professionnalisme de la part des journalistes. Ceci s’expliquait par le fait 106 www.ins.nat.tn/indexfr.php www.snjt.org/images/snjt/rapport-3mai-final1.pdf 108 Un résumé de son rapport a été réalisé par l’instance: www.inric.tn/fr/résumé.pdf, le texte complet: www.inric.tn/INRIC_Rapport_final_fr.pdf 109 www.opinion-internationale.com/2012/11/02/tunisie-la-liberte-de-la-presse-souspression_11491.html mais aussi un autre article fort révélateur de la situation intitulé la liberté de la presse entre la loi et la réalité: http://cahiersdelaliberte. org/blog/?p=604 110 En version française: http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre2011-sur-les-medias-tunisie-14721386 111 http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre-2011-sur-les-mediastunisie 107 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 296 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie qu’il voulait clairement garder en main le pouvoir de nomination et de contrôle du quatrième pouvoir. L’instance nationale pour la réforme de l'information et de la communication (INRIC)112 exigea avant de s’auto-dissoudre l’application des deux décrets lois considérant que la non application de ces deux textes par le gouvernement est le signe de l’absence de volonté politique pour instaurer l’indépendance du quatrième pouvoir. C’est ainsi que l’organisation de l’article 19 résumait dans un communiqué la situation critique des médias en Tunisie après janvier 2011. En effet, on pouvait lire que “Article 19 rappelle que la période écoulée a été marquée par une succession de nominations et de changement de dirigeants à la tête des médias publics, opérés en l’absence de critères clairs et précis, et sans concertation avec les instances représentatives de la profession, ce qui a contribué à attiser la tension au sein du secteur … La période écoulée a été aussi marquée par une série de procès intentés contre des journalistes, des blogueurs et des dirigeants des médias ainsi que par des agressions physiques contre les journalistes et les professionnels du secteur, comme en témoigne le dernier rapport annuel du SNJT, publié le 3 mai 2012”113. La situation est jugée anachronique surtout après les bouleversements dont la scène politique et sociale tunisienne ont été témoins depuis une année. Cette situation devenant critique, poussa le syndicat national, sous la direction de son enthousiaste et très active présidente Madame Najiba Hamrouni, à déclarer une grève générale des médias le 17 octobre 2012. Les professionnels et spécialistes de ces domaines en étaient arrivés à se poser la question: “les décrets lois 115 et 116 serontils appliqués un jour?”114. Le chercheur dans le domaine du quatrième pouvoir en Tunisie ne peut se contenter de se pencher sur les médias classiques mais doit aussi inclure dans ses investigations les médias virtuels qui jouèrent un rôle important et continuent à le faire dans le départ du dictateur, l’encadrement de la première période de transition et dans l’évolution de 112 www.tunisiait.com/article.php?article=9294#.UML1veTM2jU www.article19.org/resources.php/resource/3482/fr/ARTICLE%2019%20salue%20le %20courage%20 des%20journalistes%20Tunisiens%20et%20se%20f%C3%A9licite%20de%20la%20 d%C3%A9cision%20du%20gouvernement%20d%E2%80%99appliquer%20les%20 d%C3%A9crets%20lois%20115%20et%20116 114 http://nawaat.org/portail/2012/11/29/medias-les-decrets-lois-115-et-116-seront-ilsappliques-un-jour/ 113 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 297 l’actuelle période115. Plusieurs réflexions ont été menées sur la période 2011 - 2012 en Tunisie et l’influence des réseaux sociaux et les médias virtuels sur la réalisation de la transition démocratique et constitutionnelle116. La Tunisie a dépassé aujourd’hui le chiffre de trois millions d’abonnés à Facebook pour une population de onze millions d’habitants. Ce média a constitué indéniablement la pièce maitresse du soulèvement populaire qui permit d’informer les citoyens mais aussi d’organiser le mouvement de désobéissance civile qui poussa le dictateur à la fuite. On explique d’ailleurs le passage sous silence du soulèvement de septembre et octobre 2008 connu sous le nom du soulèvement du bassin minier par le musèlement des médias classiques et le peu de poids des réseaux sociaux dans la société tunisienne de l’époque: seulement 28000 abonnés à Facebook. Pourtant tous les acteurs de la société civile et à leur tête la famille syndicale considèrent que la chute du régime de Ben 115 Voir notre présentation au cours des sixièmes journées tuniso-françaises de droit constitutionnel sur la transition en Tunisie et les réseaux sociaux: www.chawki. gaddes.org/Transition_RS.pdf 116 Consultez avec intérêt les articles publiés sur le net et traitant de cette problématique fort édifiante sur l’apport de ces médias sur les transformations en Tunisie: www.sentinelle-tunisie.com/videos/zapping/item/lina-ben-mhenni-sur-canal, http://observatoiretunisien.org/upload/file/Kerrou(1).pdf, http://kapitalis.com/fokus/62-national/2456-tunisie-facebook-fait-il-la-revolution.pdf, http://archivesic.ccsd.cnrs.fr/docs/00/67/84/40/PDF/cyberactivisme.SMihoub.publiA_.pdf, www.medmediatunisie.com/medias/upload/MED_NEWS_SPECIAL_Janvier%2020 11.pdf, http://ict-dfg-lfa.eu/1ere/Arab%20revolutions/Students%20works/Media.pdf, http://revueaverroestest.files.wordpress.com/2011/08/art-kc3bcbler-revueaverroc3a8s-n4-5-aoc3bbt2011.pdf, http://papers.ssrn.com/sol3/Delivery.cfm/SSRN_ID2161774_code1912659.pdf?abstr actid=2161774&mirid=1, http://nawaat.org/portail/wpcontent/uploads/2012/07/IDM-Tunisie-Version-1-0-09-07-12.pdf, www.sciencespo.fr/ceri/sites/sciencespo.fr.ceri/files/art_phasc.pdf, http://arabicmeeting.com/en/component/content/article/782.pdf, http://hal.archivesouvertes.fr/docs/00/67/52/90/PDF/SeveroGiraud_CyberactivismeArabe_2011.pdf, www.decolonialtranslation.com/francais/la-revolution-tunisienne-ne-vient-pas-denulle-part.pdf, www.cites-unies-france.org/IMG/pdf/CP_revolution20_KB.pdf, www.coe.int/t/dg4/nscentre/LisbonForum/LF2011conclusions_en.pdf, www.irisfrance.org/docs/kfm_docs/docs/2011-04-04-facebook-twitter-al-jazeera-et-leprintemps-arabe.pdf, www.irmcmaghreb.org/IMG/pdf/Lettre%20IRMC%208.pdf, www.revuehemispheres.com/documents/No1pdf/Hemispheres1_DossierReseaux_p86-87_Printempsarabe.pdf, http://hal-confremo. archives-ouvertes.fr/docs/00/61/50/04/PDF/EconomiaGaminsFacebook.pdf, www.ndi.org/files/conversations-with-tunisia-youth-apr-2011-french.pdf, www.ifex.org/tunisia/2011/06/22/scarsofoppressionrundeeptmgdelifex_fr.pdf, http://rime.to.cnr.it/2012/RIVISTA/N8/2012/articoli/11_Annabi.pdf, www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Ulises-Mejias.pdf, www.acatfrance.fr/medias/files/courrier_acat/C312-PrintempsArabe-dossier.pdf, www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Evgenyi-Morozov.pdf Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 298 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie Ali a commencé avec les évènements du bassin minier qui ont été étouffés dans le sang sans que personne ou presque ne s’en soucie117. Les réseaux sociaux et les médias en ligne ont joué un rôle évident. Combler l’absence des médias classiques dans son rôle d’un côté d’information des citoyens et d’un autre côté dans le la critique de la situation et de la réflexion autour des voies à entreprendre pour sortir des situations critiques dans lesquels la société se trouvaient. C’est ainsi que l’internet en Tunisie et donc ce que l’on a pris l’habitude de dénommer le monde virtuel est venu au secours de la transition démocratique en Tunisie. Dans un premier temps, le webpermit de jouer le rôle de catalyseur, de déclencheur de la transition démocratique en Tunisie en aboutissant garce au travail des cyber-activistes à isoler le dictateur et à faire monter la tension sociale en poussant et organisant les manifestations et les actions de désobéissance civile. Dans un deuxième temps le web servit avec ses réseaux sociaux, dont les acteurs ont découverts l’intérêt avec l’expérience passée, à se reconfigurer pour jouer un second rôle. Il permit aux formations politiques d’y faire leur propagande électorale mais aussi aux structures officielles telle que l’instance électorale118 et au gouvernement119 d’y exposer leur actions et leur projets. La société civile n’est pas restée à l’écart dans l’utilisation de ses médias, puisqu’elle les exploita dans une action d’information du public et de vulgarisation des notions politico juridiques relativement nouvelles pour les tunisiens non aguerris à ces données120. Après les élections du 23 octobre et la réussite de la troïka à prendre les rênes du pouvoir, les acteurs politiques reconfigurèrent le paysage médiatique virtuel pour s’en servir à leur action politique. On a pu ainsi lire que “Désormais conscients de l’importance des réseaux sociaux, les responsables du gouvernement, de l’administration et les représentants des partis politiques y sont beaucoup plus présents, pour 117 www.centerblog.net/politique/384814-1433-incidents-et-emeutes-autour-du-bassinminier-de-gafsa-# et www.europe-solidaire.org/spip.php?article19786 et plus spécialement http://hal.archives-ouvertes.fr/docs/00/41/06/22/PDF/ Chouikha_Gobe_ Tunisie_Gafsa_elections_2009.pdf 118 www.isie.tn pour le site web et www.facebook.com/isietn?ref=ts&fref=ts pour la page Facebook. 119 www.facebook.com/ministere.interieur.tunisie?fref=ts 120 www.facebook.com/pages/ATIDE/247362811949969?ref=ts&fref=ts, www.facebook.com/pages/Association-Tunisienne-de-DroitConstitutionnel/270119053038985?ref=ts&fref=ts, www.facebook.com/femmesdemocrates?ref=ts&fref=ts, www.facebook.com/pages/Bus-Citoyen/118884958204729?ref=ts&fref=ts Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 299 présenter leurs idées, leurs projets, mais aussi pour rendre compte aux citoyens”121. Les partis continuèrent à l’utiliser comme canal de communication aussi bien avec leurs adhérents que leurs détracteurs. Les associations de la société civile y revendiqueront plus de transparence de l’action politique122. Les acteurs politiques en profitèrent pour y réaliserune manipulation de l’opinion publique, comme cela a été le cas pour l’affaire connue sous le nom de la Abdellia123. Enfin, les réseaux sociaux servirent à témoigner de la réalité du terrain et l’exemple a été l’affaire du “meurtre” de Lotfi Nakdh124 et dernièrement de l’attaque du siège de l’union syndicale125. Les vidéos mis en ligne sur les pages Facebook et Youtube permirent de donner l’information réelle aux internautes et les gens des médias. Entretemps les partis politiques et à leur tête le mouvement Ennahdha lancent des actions d’envergure sur les pages de Facebook et plus spécialement celles qui ont du succès auprès des internautes. Tekiano titre en avril 2012: L’armée virtuelle d’Ennahdha sur Facebook. On peut y lire “Si Ben Ali avait la mainmise sur les médias, Ennahdha a depuis un an, quasi monopolisé Facebook pour en faire une machine de propagande. Les pages se multiplient et se structurent. Une véritable armée virtuelle intoxique le réseau social...”126. 121 Romain Lecomte, Cyber-activistes et société civile, http://orbi.ulg.ac.be/bitstream/ 2268/107441/1/20.-Entretien-avec-Romain-Lecomte.pdf 122 “Le temps de la délégation aveugle et passive du pouvoir … semble sur le déclin, face aux nouveaux pouvoirs dont dispose les citoyens internautes. Ces “cibertoyens” sont en train de fabriquer, peut-être même sans le savoir, une nouvelle relation au politique”, KerimBOUZOUITA, ” Les coulisses de la révolution tunisienne: Au cœur de la cyber-guerre”, Géostratégies, n° 32, p. 161 123 www.lapresse.tn/22062012/51650/le-gouvernement-apres-la-crise-de-la-abdellia-lamauvaise-gouvernance-est-encore-de-mise.html, www.lecourrierdelatlas.com/287420062012Tunisie-Exclusif-Affaire-du-PalaisAbdellia-Les-artistes-ripostent.html www.kapitalis.com/afkar/68-tribune/10553-elabdellia-une-affaire-cousue-de-fil-au-service-dun-projet-de-theocratie-entunisie.html 124 www.tunisienumerique.com/tataouine-lotfi-nakdh-decede-de-mort-violente-ou-decrise-cardiaque/150090 www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-AffaireLotfi-Nagdh--Le-rapport-d%E2%80%99autopsie-de-Sfax-r%C3%A9v%C3%A8lel%E2%80%99existence-d%E2%80%99%C5%93d%C3%A8mes-sur-tout-le-corps, 520, 34714, 3 125 www.tunisienumerique.com/tunisie-ugtt-photos-ce-qui-sest-passe-place-mohamedali/155720 www.tunisienumerique.com/tunisie-bras-de-fer-ugttennahdha-entre-ruptureet- mediation/156270 www.tunisienumerique.com/tunisie-video-lugtt-attaquee-parla-ligue-de-protection-de-la-revolution-en-marge-de-la-journee-de-commemorationde-la-mort-de-farhat-hached/155639 126 www.tekiano.com/ness/reseaux-sociaux/5037-tunisie-larmee-virtuelle-dennahdhasur-facebook-.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 300 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie III. Transition démocratique, quel mode de prise de décision? La transition démocratique dans ses deux périodes n’aura pas, comme exposé, les mêmes caractéristiques, ce qui entraînera nécessairement la mise en place de deux modes de prise de décision. L’absence de légitimité populaire des structures de la première période imposera le mode consensuel. L’organisation des élections du 23 octobre et l’installation d’une assemblée élus par le peuple bénéficiant de la légitimité populaire permettra d’instituer en vue de la prise des décisions, la règle du vote majoritaire qui fera basculer la transition vers une dictature de la majorité dans le cadre d’un régime d’assemblée. Mais suite à des remous dans la société politique et civile, les leaders de la majorité au pouvoir se résolurent à revenir au consensus pour mener à bien la mission de transition démocratique et constitutionnelle dont ils ont la responsabilité. A. Le consensus, mode consacré de prise des décisions pendant la première période de transition Depuis le début de la période de transition et à défaut de légitimité des structures la conduisant, il fut très rapidement fait recours au seul mode de prise de décision possible dans des conditions similaires: le consensus.Celui-ci est la “procédure qui consiste à dégager un accord sans procéder à un vote formel …”127. Ce choix est difficile à utiliser car il présuppose un essai continu à rapprocher les points de vue et à défaut à convaincre les personnes qui sont contre la décision à prendre à se contenter d’un mutisme pour ne pas dire abstentionnisme qui donne l’impression d’une unanimité. L’ancien porte-parole de la haute instance a déclaré à ce propos en juillet 2011 que “la légitimité consensuelle” est le fondement de tous les pouvoirs et des institutions. Ainsi il en tire la conséquence logique que “toute partie qui se retire du cadre consensuel général cherche à entraver le processus de la révolution”128. Pour commencer, très top au cours du mois de février 2011 il était question de choisir les membres de l'instance supérieure pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique. C’est ainsi que le Doyen Ben Achour commença par proposer une composition que le premier ministre édicte par arrêté du 14 avril 2011. La haute instance comme on a pris l’habitude de l’appeler était composée initialement de 69 membres. Mais 127 www.larousse.fr/dictionnaires/francais/consensus/18357 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5451-gherairi-qtoute-partie-qui-seretire-du-cadre-consensuel-general-cherche-a-entraver-le-processus-de-larevolutionq.html 128 Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 301 ses premières réunions qui se déroulèrent dans la salle d’audience du conseil économique et social suscitèrent des réactions de protestation de la part de la société politique et sociale. On critiqua sa composition du fait de l’absence des jeunes, de représentants des familles des martyrs de la révolution ainsi que du nombre trop réduit de la représentation des partis politiques et de la société civile. La concertation du Doyen Ben Achour avec les acteurs de la transition pris place pendant presque un mois. On remarqua le manège incessant des auditions au siège de l’instance à l’avenue Kheireddine Pacha. Le nombre des membres passa suite à cette étape de 69 à 155 membres129. Un arrêté du premier ministre daté du 5 avril 2012 détermina la liste nominative des membres issus du consensus autour de cette question. La salle du conseil économique et social se révéla trop exiguë pour contenir tous ses membres. La recherche d’un nouveau lieu réunion permis de choisir alors l’ancien siège de la deuxième chambre législative désertée de ses conseillers. Quant au mode de prise des décisions au sein de cette structure, ilest déterminé par l’article 5 du décret-loi numéro 7 en date du 18 février 2011. Il y est stipulé que “les décisions de l’instance sont prises par consensus et à défaut par la majorité”. C’est ainsi que fonctionna l’instance pendant les mois qui suivirent. Plusieurs projets de textes ont été discutés au sein de la structure après leur élaboration par le comité d’experts. Mais l’instance Ben Achour, comme on a pris l’habitude de la dénommer, transmettais les projets ainsi approuvés au gouvernement qui le discutait et modifiait en conseil de ministre. Si le projet est approuvé, le projet est transmis au chef de l’Etat pour signature et publication sur le journal officiel. Ainsi et grâce à ce mode de prise de décision, l’instance proposera une suite de décrets lois tel que ceux portant sur: les associations130, les partis politiques131, la liberté de la presse de l’impression et de l’édition132, l’instance nationale indépendante pour la réforme du secteur de l'information et de la communication133, la liberté de l’audio-visuel et 129 La composition de la haute instance était ventilée comme suit: 36 membres représentants des partis politiques, 33 de la société civile, 72 des personnalités civile, 12 des régions et 2 des martyrs. 130 Seulement en langue arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132473500 131 Seulement en arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132451421 132 Seulement en langue arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132873453 133 Dans les trois langues: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_ 120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132680546 Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 302 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie l’institution d’une instance supérieure indépendante de communication audiovisuelle134, l’élection de l’ANC135, l’ISIE136. A ce propos, cette dernière instance s’est vue consacré dans son texte de création le même mode de prise de décision. C’est ainsi que le décret-loi numéro 2011-27 du 18 avril 2011 en son article 12 dispose que: “… ses décisions sont prises par consensuset à défaut, à la majorité des deux tiers de ses membres”. Cette tâche d’organisation des premières élections démocratiquement disputées imposait pour les rédacteurs de ce texte le mode de prise de décisions par consensus entre les seize membres élus par la haute instance. Il s’est avéré dans la pratique que le consensus était difficile à obtenir. Les dissensions au sein de l’instance n’empêchèrent pas d’aboutir à des élections relativement réussies et surtout dont les résultats ne sont contestés par personne mais conduiront à une séparation des membres entre deux locaux géographiquement séparés. Mais le consensus est aussi le mode erqui a permis à la Haute instance d’arriver à adopter le vendredi 1 juillet 2011 le “Pacte républicain”137 qui constituerait une charte, à valeur morale, pour la période transitoire comprenant dix points138. Le texte débute avec une reprise de l’article premier de la constitution de 1959 qui énonce que la Tunisie est une République qui a l’islam pour religion et l’arabe pour langue. Disposition qui sera reprise par plusieurs programmes de partis politiques candidats aux élections et par la suite par les constituants dans le projet de constitution, sans oser en changer une virgule. C’est là la consécration typique d’un consensus entre les partenaires dans la transition démocratique. Le pacte républicain comprend toutes les règles de base sur lesquels devraient être bâtie la république, la deuxième dans l’histoire de la Tunisie. On y retrouve des points successifs réservés à l’identité arabo musulmane du peuple, la souveraineté populaire et les caractéristiques modernes du suffrage universel, les droits fondamentaux de la personne humaine et la séparation entre le politique et le religieux qui doivent être garanties par l’État, le principe d’égalité et de non discrimination entre les citoyens, les droits des femmes, le rôle incontournable des jeunes 134 Seulement en langue arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_ 120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132883406 135 Dans les deux langues: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_ 120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132632015 136 Dans les deux langues: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_ 120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132673593 137 www.lecourrierdelatlas.com/39004072011Tunisie-Les-principaux-points-du-pacterepublicainLiberte-de-conscience-separation-du-politique-et-du-religieux-etquelques-surprises.html 138 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5258-adoption-du-projet-du-pacterepublicain.html Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 303 dans tous les domaines, le mode de développement régional juste et équilibré, la position de la langue arabe et l’indépendance de la Tunisie et ses relations internationales. Toujours dans un esprit consensuel, le président de la haute instance, le Doyen Yadh Ben Achour, lança une initiative personnelle, la Déclaration du processus transitoire139. Du 5 août au 6 septembre 2011 il réussi à mettre autour de la tabledouze partis représentés au sein de la Haute Instance.Le but était de mettre au point un document consensuel qui permette à la classe politique de se mettre d’accord sur les étapes à suivre et leur timing ainsi que les principes qui doivent être à la base du processus transitoire. C’est ainsi que le 7 septembre la déclaration a été signée et comprenait principalement les points consensuels suivants: le respect de la date du 23 octobre fixée par l’ISIE pour les élections ainsi que le code de conduite élaboré par la même instance, le mandat de l’ANC est fixé à une année pour la rédaction de la constitution, transfert pacifique te souple des pouvoirs après les élections, toutes les règles de continuité du pouvoir dans les différentes passations ont été prévus. Le CPR refusa de signer la déclarationprincipalement pour désaccord autour de la durée de la constituante. Ces dirigeants et à leur tête son président considèrent qu’il est utopique de prévoir moins de trois ans pour la rédaction de la nouvelle constitution. Cette question suscitera des désaccords profonds dans la classe politique plus tard au cours de la transition politique. La règle consensuelle va laisser la place après les élections et l’élection de l’ANC à la règle majoritaire dans la prise des décisions politiques. B. Le vote majoritaire, mode imposé de prise des décisions pendant la deuxième période de transition L’assemblée nationale constituante installée, les politiciens au pouvoir s’accoudant à la légitimité issue des élections commencèrent par rejeter le consensus et revendiquer l’application de la loi majoritaire. Ils revendiquèrent cela en se fondant sur une mauvaise compréhension de la démocratie qui est loin d’être seulement le respect de la majorité mais surtout de ou des minorités. C’est ainsi que ce nouveau mode de prise de décision s’imposa aussi bien pour le choix des personnes qui doivent occuper les fonctions politiques que pour l’adoption des textes qui allaient gérer la période à venir de transition. Pour mieux saisir ce basculement dans le comportement des politiciens, il faut commencer par présenter le poids des différentes 139 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 304 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie forces politiques en présence. Ainsi les élections du 23 octobre 2011 donnèrent le résultat suivant en répartition des sièges au sein de l’ANC: Ennahdha ................................................................. 41.01 % CPR .......................................................................... 13, 36 % Ettakatol ................................................................... 9, 21 % Total Troïka ........................................................... 63, 58 % Ainsi la troïka au pouvoir obtient sans aucun problème la majorité des voix au sein de l’ANC et frôle les deux tiers, ce qui dans la pratique des votes n’a jamais constitué un problème pour faire passer les décisions. Les autres formations se partagèrent un pourcentage des sièges minime: Al Aridha 12, 44 %, le PDP 6, 91 %, le PDM 2, 30 % et la Moubadara 2, 30 % … Cette structure est le fruit du mode de scrutin retenu mais surtout de l’éparpillement des voix démocrates entre différentes formations qui refusèrent toute coalition électorale140 arguant que l’on ne pouvait en l’absence de réelle élections précédentes jauger le poids de chacun dans cette course. La morphologie de l’ANC titulaire de la légitimité populairedémontre la mainmise de la Troïka sur la prise des décisions en son sein. Cette situation est évidente aussi bien dans le processus d’adoption des textes que le choix des personnes. 1. La Troïka pèse de tout son poids dans l’adoption des textes A la suite de la première séance de l’Assemble Nationale Constituante qui s’est tenue en grande pompe le 22 novembre 2011 au Palais du Bardo, banlieue de Tunis, il a été décidé de procéder en priorité à la rédaction de deux textes fondamentaux nécessaires à la poursuite de la transition démocratique: Un texte portant organisation provisoire des pouvoirs publics qui doit remplacer celui de mars 2011 et le règlement intérieur de cette structure qui est chargée non seulement de rédiger la constitution de la deuxième république mais aussi de légiférer et de contrôler le gouvernement dans son action de gestion provisoire du pays. L’assemblée se fixa ainsi comme priorité la mise sur pied de deux commissions qui travaillèrent d’arrache-pied. La discussion en plénière suivie en direct sur la deuxième télévision nationale intéressa au plus haut point les tunisiens avides de pratiques démocratiques. Mais il en ressortis en fin de compte la conviction que la Troïka au pouvoir a le pouvoir et la volonté de faire passer les textes et les options qui lui 140 Consulter avec intérêt notre étude sur les modes de scrutins et l’élection du 23 octobre paru sur les pages du journal le Maghreb: www.chawki.gaddes.org/ simulation.pdf Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 305 conviennent en restant surtout hermétique à toute proposition venant de l’opposition. Le spectateur des séances télévisées de discussion du projet aussi bien du projet de loi sur l’organisation des pouvoirs publics que portant sur le règlement intérieur de l’ANC constate que toute contreproposition de la part de l’opposition conduisait directement le président de séance à proposer de passer au vote pour trancher la question. Opération couperet, qui se soldait presque exclusivement en un désaveu de la proposition et la confirmation du texte initial. Par la suite, le fonctionnement normal et quotidien de l’ANC, va confirmer cette constatation.Les occasions de discuter les lois ordinaires n’ont pas été nombreuses et ont à 96% portés sur des lois de ratification de conventions internationales et d’accords de prêts. Les lois ordinaires sont, aux termes de l’article 4 de la loi constituante numéro 6 du 16 décembre 2011141, adoptés par l’Assemblée nationale constituante à la majorité des présents, ce qui permet à la troïka dans tous les cas de passer le texte qui lui convient. L’autre exemple est le récent texte de création de l’instance supérieur des élections. La discussion de la trentaine d’articles qui le compose a demandé à l’ANC un mois(du 9 novembre au vendredi 7 décembre). Le texte n’a été adopté que suite au boycott des membres de l’ANC du groupe démocratique qui ont désertés l’hémicycle suite aux évènements du 4 décembre réduisant la présence à un quorum nécessaire pour la discussion et l’adoption du projet. La vice présidente de l’ANC, Madame MahrziaLaabidi, du parti Ennahdha a même relevé publiquement au cours des séances que le texte est passé à une adoption si rapide grâce à l’absence de l’opposition. Quant au texte tant attendu qui est la constitution, l’organisation provisoire des pouvoirs publics en son article 3 prévoit l’adoption de la constitution suivant la procédure suivante:Article par article à la majorité absolue des membres, en totalité à la majorité des deux tiers des membres, à défaut, une deuxième lecture doit approuver le texte avec la majorité des deux tiers des membres, à défaut le projet est soumis dans sa totalité au référendum populaire pour adoption à la majorité des votants. C’est ainsi un texte où le consensualisme au sein de l’ANC et de la classe politique devra reprendre ses droits. A défaut, la Tunisie ira vers l’inconnue de la consultation populaire qui si elle s’avère négative fera entré la Tunisie dans une autre période de tourmente dont personne ne peut en prévoir l’issue. 141 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 306 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie 2. La Troïka imposeses choix dans la nomination aux fonctions politiques C’est le décret portant convocation des députés à la séance inaugurale de l’ANC qui régit ces procédures142 de choix du président de l’ANC, du chef de l’Etat ainsi que le chef du Gouvernement. C’est ainsi que la nomination aux portes clefs de l’État se sont déroulés comme suit: La présidence de l’ANC143s’est déroulé le jour de début de ses travaux, le 22 novembre 2012. Conformément à l’article 5 de la loi constituante numéro 6 du 16 décembre 2011144, dispose que l’ANC l’élit à la majorité absolue des présents, mais ne peut le démettre qu’avec un vote de la majorité absolue de ses membres. Ainsi Mustapha Ben Jaâfar obtint 145 voix donc 68% des membres, alors que sa concurrente Madame Maya Jribi n’a obtenue que 68 voix. Les deux vice-présidents seront élus de la même façon, ils appartiennent à la Troïka: MeherziaLabidiMaïzad’Ennahda etLarbi Ben Salah Abiddu CPR. Le président de la Républiquea été élu conformément àl’article 10 de la loi constituante numéro 6 du 16 décembre 2011145, qui dispose que l’ANC élit le président de la République avec un vote de la majorité absolue de ses membres. La même majorité est requise par l’article 13 pour le démettre. Le candidat de la146 troïka Monsieur Moncef Marzouki obtint 153 voix sur les 202 exprimés . En ce qui concerne le chef du Gouvernement, sa nomination est prévu147par l’’article 15 de la loi constituante numéro 6 du 16 décembre 2011 , qui dispose que l’ANC donne sa confiance au Gouvernement composé par le premier ministre à la demande du chef de l’Etat à travers un vote de la majorité absolue de ses membres. Pour ce qui est des deux commissions d’élaboration du règlement intérieur et de l’organisation provisoire des pouvoirs 142 En langue arabe seulement: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_119032-235-pqRUZfecfQ/RechercheTexte/SYNC_2142690984 mais une traduction non officielle en français de ces deux textes sont disponibles à l’adresse http://www.fichier-pdf.fr/2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/ 143 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13390-mustapha-ben-jaafar-presidentde-la-constituante.html 144 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf 145 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf 146 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/14558-moncef-marzouki-qje-suisconscient-de-lampleur-de-la-responsabilite-et-de-la-confiance-placee-en-mapersonne-par-le-peupleq.html 147 www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis ie.pdf Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Chawki Gaddes 307 publics148. Le vote au sein de l’ANC grâce à la mainmise de la troïka permet de désigner dans leurs rouages importants (président, viceprésident, rapporteur et rapporteur adjoint) des membres de ces formations laissant la seule qualité de membres aux partis d’opposition. C’est ainsi qu’en ce concerne la commission de rédaction de la loi sur l’OPPP, elle sera présidée par Ennahdha et seulement le rapporteur adjoint appartiendra au POCT une formation d’opposition. Même scénario pour la commission du règlement intérieur qui sera présidée par Ennahdha mais sans aucune place dans ses postes clefs à un membre de l’opposition. Enfin, en ce qui concerne les commissions constituantes, l’article 42 du règlement intérieur prévoit qu’elles sont composées par représentation proportionnelle des coalitions au sein de l’ANC. Cette règle permit de maintenir une majorité au profit de la troïka. Mais une commission rste axiale dans le processus constituant, c’est celle chargée de la coordination et de rédaction de la constitution qui est présidé par le président de l’ANC et dont la fonction clef a été suite à un vote serré attribuée à un membre d’Ennahdha. Les autres commissions constituantes ont toutes été présidées par des membres de la troïka à part la commission de la justice qui est revenu au Doyen Fadhel Moussa du pôle démocratique. Il paraît ainsi évident que la troïka a pesé de tout son poids pour maintenir sa position dominante dans le choix des personnes aux postes clefs de la transition démocratique et constitutionnelle.Le tableau suivant permet de mettre cela en évidence. % Ennahdha CPR Ettakatol Aridha Démocrates Autres Élections 23 oct. 37 8, 7 7 6, 7 4, 7 35, 9 Sièges ANC 41 13, 3 9 12 9, 2 15, 5 3 présidences 33 33 33 0 0 0 Gouvernement 45 14 14 0 0 26 Commissions const. 50 14, 3 21 0 14, 3 0 16, 6 16, 8 3, 7 5, 6 15, 5 Moyenne 41, 2 75 % 25 % 148 www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13408-debut-des-travaux-de-latroisieme-seance-de-lassemblee-nationale-constituante.html Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 308 Réflexions Conclusives a Propos de la Transition Democratique et Constitutionnelle en Tunisie IV. QUE CONCLURE? La transition démocratique et constitutionnelle en Tunisie en est actuellement à sa deuxième étape. Ce rapport de synthèse n’est que l’instantanée de la situation d’aujourd’hui, donc de décembre 2012. Mais nous somme dans la situation d’un peintre qui veut rendre compte d’une situation mouvante et dont l’évolution future lui reste inconnue. Il doit de ce fait, la douleur au cœur et au ventre redessiner tous les jours et parfois toutes les heures son œuvre afin d’être le plus fidèle à la réalité des choses. L’évolution de la transition démocratique dépendra de plusieurs éléments parfois incertains et flous. Personne ne peut donner aujourd’hui une réponse claire et même probable à l’avenir de la Tunisie. Tellement d’inconnus peuvent faire basculer la situation d’un coté ou d’un autre. Et à supposer que ce processus amène la Tunisie vers la démocratie tant rêvée, il va falloir mettre en place les garanties pour rendre ce processus irréversible. Le leader du “printemps arabe”, arrivert-il à passer avec succès l’hiver qu’il traverse? Seul l’avenir nous le dira. BIBLIOGRAPHIE www.espacemanager.com/politique/les-dates-phares-de-la-transitiontunisienne.html http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/benali-retour-sur-une-fuite- chaotique.html www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/0100320110115ARTFIG00402-tunisie-le-president-ecarte-definitivement-dupouvoir.php www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/ www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituanteentame-ses-travaux-22-11-2011-1399177_24.php www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23juin-seront-elles-reportees- a-octobre-2013.html www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituantepour-passer-a-la-deuxieme-republique.html www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-ue-tunisie2011_fr.pdf (http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Ra pport_de_Mission_DEF.pdf) ve özellikle Carter Merkezi’nin hazırladığı rapor (www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/peace_publications/ele ction_reports/tunisia-final-Oct2011-fr.pdf) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 YAZILI ANAYASA – YAŞAYAN ANAYASA, ANAYASAL SÜREÇTE KİMLİKLER (WRITTEN CONSTITUTION-LIVING CONSTITUTION, IDENTITIES IN THE CONSTITUTIONAL PROCESS) Sibel İnceoğlu Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi/ Professor of Constitutional Law at the University of Bilgi ÖZET Akdeniz havzasındaki Anayasal tartışmalar Anayasadan beklentilerin çok yoğun olduğunu göstermektedir. Oysa yazılı Anayasalar her zaman uygulamaya geçmemektedir. Bu konuda Türkiye tecrübesine dikkat çekilmiştir. Yine bu bölgedeki Anayasal tartışmalar grup kimliklerini ön plana çıkarmaktadır. Grup kimlikleri üzerinden hakları tartışmanın bireyin özgürleşmesine olumsuz etki edebileceğinin altı çizilmiştir. Anayasa yapım sürecinde kadınların katılımının eksikliğine dikkat çekilmiştir. Anahtar Kelimeler: Türkiye’de anayasal beklentiler, grup kimlikleri, kadınların katılımı ABSTRACT Discussions on the constitution in the Mediterranean Region show that the expectation from the constitution is extremely high. In reality it is experienced that written constitutions are not always implemented. In this respect it is drawn attention to the experience of Turkey. Discussions on constitution in the Mediterranean Region bring social group identities in the foreground. It is placed emphasis the possible negative effect of discussion on the group rights basis to the emancipation of individual. In addition, it is put an emphasis the lack of participation of women to the constitution making process. Keywords: The expectation from the new constitution of Turkey, group identities, participation of women *** 310 Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler Bu toplantıda bulunmaktan son derece mutluyum. Açıkçası çok merak ettiğim ve ilgilendiğim konularda önemli ölçüde bilgi edindim. Bu açıdan, Sayın Kaboğlu’na teşekkür ederim. Bu toplantının düzenlenmesi konusunda çok büyük bir emek harcadı. Dolayısıyla kendisine şükranlarımızı sunmamız gerekli, diye düşünüyorum. Bu oturumda Sempozyumun genel değerlendirmesini yapmamız bizden talep edildi. Değerlendirme açısından baktığımızda, benim işim biraz daha zor. Sempozyum öncesinde değerlendirme işini yüklenen bizlere, hazırlanan bildirilerin tamamı olmamakla birlikte çoğu gönderildi, ama maalesef gönderilenlerin çok büyük bir çoğunluğunun dili, Fransızcaydı. Sadece bir bildiri İngilizceydi; Fransızca hakimiyetim olmadığından ancak tek bir bildiriyi önceden okuma fırsatı bulabildim ama o da buraya gelemedi; Tania Groppi’den bahsediyorum. Dolayısıyla maalesef ön bir bilgilenmeyle gelemedim; bu aşamada sizin izleniminiz ne kadarsa benim de o kadar izlenimim var diyebilirim. Bu kapsamda değerlendirme yapmaya çalışacağım. Benim dikkatimi çeken önemli meselelerden biri şu: Özellikle Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’e baktığımızda -tıpkı bizde olduğu gibisanıyorum Anayasa’dan çok fazla şey bekleniyor. Ben bu açıdan biraz farklı düşündüğümü söylemeliyim çünkü teorik olarak Anayasa’da var olanlarla; “yaşayan Anayasa” her zaman aynı olmuyor. Hatta büyük çoğunlukla aynı olmuyor; en azından Türkiye tecrübesi açısından bunu söyleyebilirim. Bizim gelişim sürecimize bakıldığında “82 Anayasası’ndan bu yana kapsamlı değişiklikler” dediğimizde; üç başlık altında bunu konumlandırabiliyoruz. 1-Bunlardan ilki, 1995 Anayasa değişiklikleridir. 1980 darbesiyle “siyaset” çok ciddi ölçüde törpülenmişti, siyaset yapma yolları kısıtlanmıştı. 95 değişiklikleriyle ne yapılmak istendi? Temel hedef neydi? diye bakacak olursak, temel hedef siyaset yapma önündeki anayasadaki engelleri kaldırmaktı diyebiliriz. 95 değişiklikleriyle genel olarak siyaset yasakları; özel olarak da dernekler, vakıflar, kooperatifler, sendikaların önündeki siyaset yasakları kaldırılmak istendi. Ama “bu hedef yaşayan Anayasa’da gerçekleşti mi?” diye soracak olursanız; bence “hayır”. “Yaşayan Anayasa” ile kastettiğim şey şu; “uygulamada baktığımızda toplum 95 değişikliğinden sonra, daha fazla siyasetle iç içe oldu mu?” Hayır; çünkü 80 darbesiyle, Türkiye’de çok ciddi bir erozyon yaşandı. Yani siyasetin üzerinde ciddi bir baskı yaratıldı ki bu sadece Anayasa’dan kaynaklanmıyordu. Bu nedenle Anayasa’da bulunan siyasetin önündeki engellere yönelik hükümler değiştirilmesine rağmen toplumda siyasetten korku oluşmuştu. Dolayısıyla bazı konuların, Anayasa’ya yazmakla çözülmediğini görmemiz gerekiyor. Çünkü toplumun o günkü koşulları Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Sibel İnceoğlu 311 çok daha önemli hale gelebiliyor. Nitekim 95 sonrası Türkiye’de bunu gördük. 2- Yine 2001, 2004 değişikliklerine baktığımızda burada da ana hedefin -en azından benim temel olarak tespitim-, Anayasa’da hak ve özgürlükler bakımından uluslararasılaşmayı sağlamak olduğu söylenebilir. Yani; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ndeki pek çok ölçütün Anayasa’ya 2001 değişikliğiyle monte edilmesi, 2004 değişikliğiyle Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeleri yasaların üzerine çıkarmak. Özellikle hak ve özgürlüklerin sınırlama ve güvence sistemi bakımından baktığımızda, yine 2001’de; 13. maddenin değiştiğini görüyoruz. Burada da yine insan haklarına ilişkin uluslararası belgelere uyum sağlanmaya çalışıldı. Ama uygulamaya, “yaşayan Anayasa”ya, baktığımızda; acaba bu değişiklikler somut olarak bize geri döndü mü? Diğer bir deyişle acaba uluslararası belgelerdeki hak ve özgürlüklere yönelik standartların bir kısmını Anayasa’ya dahil etmek somut olarak bize ne sağladı? Örneğin az önce söz ettiğim 13. maddeyle ilgili değişiklik bu açıdan çok önemliydi, uygulamada biz bu maddeye acaba ne kadar yer verdik? Anayasa Mahkemesi bu maddeyi ne kadar gördü, yasama organı ne kadar dikkate aldı? Çok az, çok çok az. Dolayısıyla yaşama geçme bakımından aynı güçlü iradeyi göremedik. 3- Benzer şeyi 2010 değişikliği için de söyleyebiliriz. 2010 değişikliği nasıl süregeldi? Farkı nerede? Daha önceki Anayasa değişikliklerinde siyasetle ilgili Anayasa’daki yasaklar kaldırılmıştı, ardından hak ve özgürlüklerle ilgili bir dizi değişiklikler yapılmıştı ama kurumlarla ilgili ciddi değişiklik olmamıştı. 2010’da temel olarak yargı değişti. Esasına baktığınızda; 2010 Anayasa değişikliğinde yargının bağımsız ve tarafsız hale getirilmesiydi ana hedef, en azından “sunulan”, “iddia edilen” hedef buydu. “Sunulan”, “iddia edilen” diyorum, çünkü ben o dönemki yazı ve konuşmalarımda söz konusu değişikliklerin böyle bir sonuç yaratmayacağını çeşitli vesilelerle belirtmiştim. Fakat şu anda bunun detaylarına girmeye imkan olmadığını düşünüyorum. Sonuç olarak 2010 değişikliklerinde siyasi iktidar tarafından yargının bağımsızlaştırılması, tarafsızlaştırılması hedefi sunuldu topluma fakat uygulamaya baktığınızda; evet, yargıda bir değişiklik oldu ama yargı bağımsız ve tarafsız hale gelmedi, sadece siyasi bakış açısı değişti. Yani belirli bir siyaset anlayışından başka bir siyaset anlayışına geçildi. Dolayısıyla bu son değişiklikler yargının bağımsızlık ve tarafsızlığı, çoğulculuğu yönünde bir değişimi yaşama geçirmedi. Şimdi tekrar ilk söylediğime, başa dönecek olursam; “yazılı Anayasa” ile “yaşayan (uygulamadaki) Anayasa” her zaman birbiriyle uyumlu olmuyor. Bu konu üzerinde, Lübnan örneğinden bahsederken de sayın konuşmacı durmuştu. Cumhurbaşkanının; “Anayasa’daki konumu” ile “uygulamada ortaya çıkan konumu” arasındaki farklardan söz etJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 312 Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler mişti… Türkiye deneyimiyle birleştirildiği zaman; bu durumun belki biraz daha ciddiyetle ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Peki, Türkiye’de yaşanan ya da bugün dinlediğiniz Kuzey Afrika’da veya Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan Anayasa değişimi, daha genel anlamda Anayasa değişiklikleri ya da yeni bir Anayasa yapma süreci acaba bize ne getiriyor? Başka bir deyişle bu söylediklerim; yaşayan Anayasa - yazılı Anayasa arasındaki fark, bizi umutsuzluğa mı sürüklemeli? Yeni bir anayasa yapma konusunda acaba çok umutsuz mu olmalıyız? “Nasıl olsa bunun sonucunda uygulamada bir şey değişmeyecek” diye mi düşünmeliyiz? Hayır; elbette böyle düşünmememiz lazım. Anayasalar, -kendi başına- hayatı birden bire değiştirmiyorlar. Ama toplumun algılayışı, Anayasa’ya bakışı, bilgilenme düzeyi değişebiliyor. Bu nedenle Anayasa yapım süreçleri son derece önemli. Bir anlamda, kurucu meclislerin oluşması ve anayasa yapım süreçleri bir “toplumsal bilgilenme”, “bilinç düzeyini yükseltme” sürecine dönüşüyor. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye için çok önemli bir sorundan söz edebiliriz. Şu andaki Anayasa yapım süreci, ne yazık ki şeffaf olarak işlemiyor. Sempozyumdaki konuşmalar sırasında Tunus’ta şeffaf bir biçimde Anayasa yapım sürecinin işliyor olmasını öğrenmem beni çok etkiledi açıkçası. Doğru olanın, bu olduğunu düşünüyorum. Türkiye bakımından da bu örneğin dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. İlk başlarda, Uzlaşma Komisyonu’ndaki siyasi parti temsilcileri arasındaki görüşmelere geçmeden önce, daha şeffaf bir süreç izleniyordu, fakat şu anda tamamen bilgi akışı kesilmiş durumda. Daha açıkçası ne olup ne bittiğini toplum olarak bilmiyoruz. Tamamen kapalı kapılar arkasında süreç işliyor ve ne zaman şeffaflaşacağına yönelik de hala herhangi bir açıklama olmadı; bu gerçekten ciddi bir problem. Belirttiğim gibi Anayasa yapma süreci; aynı zamanda toplumun bilgilenme süreci yani öğrenme, Anayasa ile ilgili sorunları tartışma sürecidir. Hatta bu, belki sonuçta çıkacak Anayasa’dan daha da önemli. Çünkü bireylerde oluşmuş demokratik ve çoğulcu Anayasa bilinci, kötü yazılmış bir Anayasa’yı dahi başka yerlere sürükleyebilir, “yaşayan Anayasa” başkalaşabilir. Diğer yandan Türkiye bakımından bakıldığında önemli bir eksikliği; “Anayasa yapım sürecinde kadınların temsilindeki eksikliği”, özellikle bir kadın olarak dile getirmeden geçmem mümkün değil. Bu çerçevede, Cezayir’de kadın kotasının öngörülmüş olması, bizim için oldukça etkileyici. Şu anda, Türkiye’deki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda, 12 üyenin sadece biri kadındır; bu gerçekten de çok üzücüdür. Sadece Anayasa Uzlaşma Komisyonu değil; Meclis’teki kadın oranın da son derece düşük olduğunu burada belirtmem gerekir. Kadın milletvekili sayısı, Meclis’in ancak %14’ünü oluşturuyor. Dolayısıyla bu da ciddi bir sorun. Biz kadınlar olarak Anayasa yapım sürecinde sıklıkla bunu dile getirdik. Uzlaşma Komisyonu’nun oluşturulması öncesinde ve oluşturulduktan sonra da kadınlarla ilgili gerek yasama meclisindeki, gerek Anayasa Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Sibel İnceoğlu 313 Uzlaşma Komisyonu’ndaki eksikliği sıklıkla vurguladık. Fakat ne yazık ki bir sonuç alamadık. Son olarak şunun da altını çizmek isterim; Türkiye’ye baktığınızda bugün “Anayasa neyin üzerinden tartışılıyor?” diye soracak olduğunuzda en ciddi biçimde gündeme getirilen konuların özellikle; “etnik kimlik meselesi” ve “inanç kimliği meselesi” olduğunu söyleyebilirim. Elbette kurumsal bakımdan baktığımızda da: “Yargı”. Başka bir deyişle bugün Türkiye’nin, anayasal açıdan en fazla tartıştığı üç konuyu bu şekilde toparlamak mümkün. Bu çerçevede baktığımızda, özellikle “etnik kimlik” bakımından; bir şiddet ortamının olması da tabii bu tartışmanın fitilini daha fazla ateşliyor. “İnanç kimliği” bakımından baktığımızda; özellikle mezhepsel farklılıklar sıklıkla gündeme getiriliyor. Yani Alevi kesimin talepleri var, Sünni kesimin talepleri var. “Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, çoğulculuğu” bakımından ise; herkesin talebi olduğunu söyleyebiliriz. Yani tüm toplumun talebi var. Fakat yapılacak olan Anayasa’da, bu konuda bir adım atılıp atılmayacağı konusunu da merakla bekliyoruz. Şimdilik fikir beyan etmeyeyim çünkü güçlü kuşkularım var. Toparlayacak olursam: Türkiye bakımından itici üç konu, herhalde Türkiye’nin önümüzdeki yıllarını da meşgul edecektir. Umarım bu anayasal tartışma sürecinde; ortaklaşa, birlikte yaşamaya uygun bir anayasal düzenleme yapılabilir. Elbette kimlikler tartışılırken üzerinde durulması gereken bir noktanın altını çizmek lazım, o da; kimlikleri cemaatler üzerinden, -sadece dini cemaati kastederek söylemiyorum- yani sosyolojik anlamda toplumsal grupların hakları üzerinden ya da etnik grupların hakları üzerinden tartışmaktansa; bireysel olarak “kişilerin hakları” üzerinden tartışmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. “Toplumsal gruplar” üzerinden tartışmak, ne yazık ki “birey”i zayıf duruma düşürüyor. Bugün bildirilerin sunuluşu ve tartışılması sırasında da örneğin din - devlet ilişkisi bakımından, dinsel cemaatler üzerinden tanımlamaların ağırlıkta olduğunu gördüm. Özellikle Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki Anayasa tartışmaları sırasında bunu gözlemlemek mümkün oldu. Dinsel toplulukların ya da etnik toplulukların “grup hakları” üzerinden konular tartışıldığı zaman, bunun dışında kalan, diğer bir deyişle güç dengeleri dışında kalan, güçlü toplumsal sınıflar dışında kalan bireylerin her zaman zarar göreceği düşüncesindeyim. Diğer yandan belli bir toplumsal gruba aidiyet hissi olanların da ait olduğu grubun baskısı altına sokulacağını ve gerçek anlamda bir özgürleşmenin mümkün olamayacağını da eklemek isterim. Türkiye bakımından da bu eksenden tartışmanın, Türkiye’yi daha demokratik hale getireceği konusunda ciddi kuşkularım bulunJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 314 Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler makta. Bu nedenle; “toplumsal grup hakları”ndan çok, “birey hakları” üzerinden tartışmaya girmek daha etkili olur, diye düşünüyorum. Sabır ve ilgiyle dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. KAYNAKÇ İnceoğlu S., “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa”, Demokratik Anayasa, Yayına Hazırlayanlar: Ece Göztepe-Aykut Çelebi, Metis yay. İstanbul 2012. İnceoğlu S., “İnsan Hakları Hukuku Bakımından Türk Usul Hukukundaki Değişim ve Sorunlar”, Uğur Alacakaptan’a Armağan, C. 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi yay., İstanbul 2008. İnceoğlu S., “Turkey”, Encyclopedia of World Constitutions, Vol. II, Ed. Gerhard Robbers, Facts on File publ., USA, 2007. İnceoğlu S., Devlette Etikten Etik Devlete: Yargıda Etik, TÜSİAD yay., İstanbul 2012. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 PAN-AVRUPA AKDENİZ ANAYASAL HAVZASI VE YENİ ULUSALÜSTÜLÜK* (PAN-EUROPEAN CONSTİTUTİONAL MEDİTERRANEAN BASİN AND THE NEW SUPRA-NATİONALİSM) Pasquale Policastro* Avrupa Anayasa Hukuku Araştırma ve Yüksek Öğretim Uluslarötesi Merkezi Koordinatörü “ECONET”/ Centre Coordinator transnational investigative training and high European constitutional law "ECONET" ÖZET Bu rapor 27 Nisan 2012’de Marmara Üniversite’sinde gerçekleştirilen sempozyumun sentez raporudur. Sempozyum Türkiye’deki anayasal dönüşüm sorunu üzerinde düşünerek ve herşeyden önce yeni bir Anayasanın onaylanması sürecini Güney Akdeniz kıyı ülkelerinde söz konusu dönüşüm bağlamında ve aynı zamanda özellikle kamu maliyelerinin içinde bulundukları mevcut krizde Avrupa’yla bütünleşme çerçevesinde sorulan önemli anayasal sorunlarla birlikte ele almayı hedeflemektedir. Böyle bir görev çerçevesinde yazar ilgili bir çok soruna değinmektedir: anayasalcılığın semerelerinin evrensel değeri, değerler sorunu, bir değer olarak hukuk devleti. Sunulan farklı tebliğlerde işlenen, anayasalcılık ile hukuk devletinin semereleri belirgin kılması, katılımcıların gözünde bir kenara atılacak bir konu değildir. Hukuk devletinin bir değer olarak anlaşılması insan haklarına saygı, anayasal erkler arasındaki denge ile yeterli hukuksal teminatlarda ifadesini bulan yapılar aracılığıyla oluşan ber gerçekliktir. Bu haklar toplumun tek tek her bir üyesine ve tümüne ait haklardır. Bu nedenle her konuya ayni önemde açılan laiklik de, değerlerin yerleştiği ve hukuk aracılığıyla korunduğu önemli bir çerçeve olarak değerlendirilebilir. Sempozyum Güney, Doğu ve Kuzey * * Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel. Barselona (İspanya), Monpelye (Fransa), Milano (İtalya), Şçeçin (Polonya) Üniversiteleri Avrupa Anayasa Hukuku’na bağlı Üniversitelerarası Mastır Eş Başkanı İkincil görevi: Avrupa Anayasa Hukuku Araştırma ve Yüksek Öğretim Uluslarötesi Merkezi Koordinatörü “ECONET”: Gojuv’daki Vielkopolski Devlet Üniversitesi Uygulamalı Bilimler. Bu raporu bitirdiğim dönemde Milano Üniversitesi ekonomistlerinden Prof. Oscar Garavello aramızdan ayrıldı. Oscar bir ekonomist olarak araştırmalarının önemli bir kısmını hukukumuzun ve aynı zamanda birlikte yaşamamızın buna bağlı olduğuna inanarak Akdeniz havzasına ayırmıştı. Bu mütevazi sayfaları onun bizi aydınlatan sevgili anısına ithaf ediyorum. 316 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük Akdeniz kıyılarındaki ülkelerin, dayanışma eksikliklerine ilişkin değerlendirmelerin gösterdiği gibi, değerlerin yerleştirilmesi konusunda önemli bir gelişmeye ihtiyaç duyduklarını göstermektedir. Bu nedenle yazar günün sentezi olarak, tek başına devletlerin yeteneklerinin ötesine gidebilecek bir çözüm imkânı olarak değerlendirilmeye değer görülmese bile, sorunu ortaya koymaktadır. İnsan eylemlerinin kendine özgü içbağımlılıkları dikkate alındığında kamunun yararını hedefleyen – cankürenin iyileştirilmesinden başlayıp toplulukları kendi kendilerine yeterli olmaya götürecek- ortak eylemleri geliştirebilecek sivil toplum örgütlerinin desteklenmesi önemli bir yaklaşım olabilir. Enerji kaynaklarının denetimi, enerji ve hammadde kaynaklarını israf eden bir ekonominin dünya dağıtımı ile savaş risklerinin baskıcı tehlikelerini de beraberinde taşıyan uyuşmazlığın üstesinden gelmek gerçekten de kaçınılmaz olacaktır. Böylesi bir meydan okuma Türkiye’deki siyasi güçlere, genel yararı hedefleyen faaliyetlere dayalı uluslarüstü bir vatandaşlığı geliştirmesini sağlayan önemli bir ölçüt sağlayarak Akdeniz’in bir ilişkiler merkezi olmasına ilişkin olarak kalmaktadır. Bu faaliyetler cankürenin iyileştirilmesi (ör. Buna paralel olarak, sivil toplum örgütlerinin desteğiyle tamamlanan Afrika Birliği’nin inisiyatifi “Yeşil Sed” şimdiye kadar Senegal’deki sonuçları teşvik ettiğini göstermektedir) yerel imkânlarla yenilenebilir enerjinin üretimi gibi yerel hizmetlerin geliştirilmesi ya da doğayla iç içe ve şehirler arasında adil ticarete önem veren kendine yeter ziraate ilişkin olabilir. Yeni ekonomik dolaşımın ekonomik önemini çoğaltmak yalnızca değerlere yaklaştıkça mümkün, anayasalcılığın semereleri ile dayanıklı olabilir. Değerlendirdiğimiz tüm hükümetlerde mevcut olduğu üzere değerlerin eksikliğinin ötesine gidebilir. Bu nedenlerle değerler, insan haklarına saygıda, açıklık olarak anlaşılan laiklikte ve Akdeniz’in etrafında birlikte yaşayan kültürlerin tarihleriyle oluşmuş ortak bir miras olarak korunabilecek dengelenmiş iktidarda somutlaşmaktadır. Bunca unsura farkındalık Türk anayasakoyucusu için aynı zamanda davet edildiği model rolünü oynayabilmesini sağlamaya kesin bir karar vermesine yardımcı olabilir ki tüm Avrupa kimliği ancak kişi haklarına saygıya dayanan böyle bir nedenin etrafında şekillenebilir. Anahtar Kelimeler: Anayasa ve İçbağımlılık (Constitution and Interdependence); Avrupa ve Akdeniz’de Değerler, Anayasalar ve Dönüşümler (Values, Constitutions and Transformations in Europe and in the Mediterranean region); Laiklik, Hukuk Devleti ve değerler (Laicity, rule of law and values); Ulusalüstü Vatandaşlık, Anayasacılık ve Dayanışma (Transnational citizenship, constitutionalism and solidarity); Tutumlu Ekonomik Dolaşım ve Yeni Ulusalüstücülük (Non-dissipative economic circulation and New supranationality) Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 317 ABSTRACT The paper develops as a concluding report of the conference held at the University of Marmara on April 27th 2012. The conference aimed at considering the question of the constitutional transformation in Turkey, and first of all the process of approval of a new Constitution, within the context of the transitions, which are taking place within the countries in the Southern shores of Mediterranean, as well as with the significant constitutional questions posed by the European integration, especially in the framework of the present crisis of the public finances. In addressing such a task, the author points out a number of problem concerning: the universal value of the achievements of constitutionalism, the question of the values, the rule of law as a value. For what concerns the different contributions presented, constitutionalism and the rule of law appear achievements which, in the eyes of the contributors may not be set aside. The understanding of the rule of law as a value stems from the fact that, it is only through the structures expressed by the respect of human rights, the equilibrium between the constitutional powers, and sufficient jurisdictional guarantees, that rights may be considered as belonging to all and to each member of the societies. For this reason also laicity, which opens for an equal importance of each subject, may be consider as an important frame, within which values may be implemented and protected through law. The conference has been showing that all the countries looking at the Southern, at the Eastern and at the Northern shores of Mediterranean need to develop of significant progress in the field of the implementation of the values, as the reflexions concerning the deficit of solidarity have been showing. For this reason the author poses the problem on whether, as a synthesis of the day, it would not be worth considering the possibility of solution, which may go beyond the capabilities of the states alone. Taking into account the intrinsic interdependence of human actions, the support to the civil societies which may develop common actions addressed to the common good, starting from recovering the biosphere and to render communities self-sustained, may be an important approach. It would be indeed indispensable to overcome the conflict related to the control of the sources of energy and the world diffusion of an economy dissipating energies and raw materials and carrying with itself the dangers of hegemony and the risks of war. Such a challenge rests, for what concerns the Mediterranean as a center of relations, in a significant measure to the ability to the political forces in Turkey to permit the development of a transnational citizenship, based upon activities addressed to the common good. These activities may be related with recovering of the biosphere (for example in a parallel way, with respect to the “Great Green Wall” an initiative of African Union, which so far is Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 318 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük showing encouraging results in Senegal, achieved with the support of civil society), developing local services such as the ones related to the production of renewable energies basing upon local skills, sustainable agriculture in symbioses with the nature and equitable trade among the cities. To enhance the economic importance of the new economic circulation, which may derive, may be possible only through an approach to the values, which may be consistent with the achievements of the constitutionalism, and may go beyond the deficits of value, which characterize at the present all the governments we considered. For this reasons the values embodied in the respect of the human rights, the laicity understood as openness, and the balanced power ought to be guarded as a common heritage, which developed throughout all the history of the cultures which coexist around Mediterranean. The awareness of such elements may be deciding for Turkish constitution makers, also to permit Turkey to play that role of model to which it is now called, and which may reshape around a reason based upon the respect of the person, all the European identity. Keywords: Constitution et Interdépendance (Constitution and Interdependence); Valeurs, Constitutions et Transformations dans l’Europe et la Méditerranée (Values, Constitutions and Transformations in Europe and in the Mediterranean region); Laïcité, état de droit et valeurs (Laicity, rule of law and values); Citoyenneté transnationale, constitutionnalisme et solidarité (Transnational citizenship, constitutionalism and solidarity); Circulation économique non dissipatrice et nouvelle supranationalité (Non-dissipative economic circulation and New supranationality) *** Giriş; 2. İlk değerlendirme: Sivil Toplumun geldiği yer neresidir?; 3. İkinci değerlendirme: Anayasacılığı başka bir şey ile ikâme edebilir miyiz?; 4. Üçüncü değerlendirme: Yasama kişiyi derhal değiştirebilir mi?; 5. Anayasalcılık ve geçişler. 6. Değerler ve kural güçleri. 7. İç bağımlılık, bir topluluğun içerisindeki dayanışma, hukuk. 7. 1. Aynı topluluğun bireyleri arasındaki içbağımlılıklar [interdépendences – ç.n.] ve dayanışma; 7.2. Aynı devletteki topluğun içerisindeki gruplararası içbağımlılıklar ve dayanışma; 7.3. Farklı devletler arasındaki içbağımlılık ve dayanışma; 8. Yeni bir ulusalüstücülüğün 3 ayağı; 8.1. Cankürenin [biyosfer – ç.n.], ulusalüstü bir anayasal değer olarak korunması; 8.2. Eylem seçenekleri olarak vatandaşlık görevine ilişkin diğer seçenekler; 9. Türkiye: kendisine ait denge kimliğinin diğerleri vasıtasıyla aranması; 9.1. Anayasal kimlik ve dönüşüm. 9.2. Özgürlük ve yeni bir anayasanın nedenleri; 9.3. Değerler ve dönüşüm; 9.3.1. Savurgan bir Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 319 ekonominin kurumlarının önüne geçilmesi gerekliği: Kayıtsız bir ekonomik dolaşımın yetersizliği; 9.3.2. Örnek bir Türkiye için: haklar, ulusalüstülük, vatandaş, canküre ve yaratıcı dolaşım 1. GİRİŞ: Akdeniz ve Avrupa Birliği arasındaki birleştirme noktası olarak Türkiye. 1. Bayanlar ve Baylar, Türk Anayasa Hukuku güçlerinin değerli üyeleri, sevgili meslektaşlarım ve bugün Avrupa Anayasa tartışmalarının esin kaynaklarından sevgili dostum Prof. İbrahim Kaboğlu, Önce sempozyuma katılan sevgili öğrencilerimizi selâmlamama müsaade ediniz. Bize burada ilginizi, eleştirel bakışınızı, bazen gençlik vergisi olan hayalin de üstündeki gelecek sağgörünüzü taşıyorsunuz. Aynı zamanda geldiğiniz kültürel ortamları, arkadaşlarınızı, ailelerinizi ve hocalarınızı temsil ediyorsunuz. Belki de, araştırmamızı ve araştırmaya devam çabamızı bu ilginiz meşrulaştırıyor. Bu sempozyum önemli artçılarlarıyla kültürel olduğu denli, sosyal ve çok önemli siyasi bir bağlamda gerçekleşti: ilki Türk Anayasasının dönüşümü, ikincisi Akdeniz bölgesinin dönüşümü, üçüncüsü Avrupa Birliği’ndeki kriz ve dönüşüm, dördüncüsü ise siyasi ve temel hukuksal kurumlara dair yaptığımız bu tartışma. Prof. Bertrand Mathieu’nün sempozyumun başında belirttiği üzere temel yöntem sorunu, özellikle şu an krizde olan maddi hukuk kuralları arasındaki ilişki sorunu ile söz konusu düzenlemeleri de meşrulaştıran evrenselleştirilmeleri sorunudur. Öyleyse bu düşünce hattını izleyerek şu soruyu sorabiliriz: Anayasalardaki kriz anayasacılığı, toplumlardaki kriz özgürlükleri gözden düşürecek midir? Ekonomilerdeki kriz sosyal hakları, siyasi sistemlerdeki krizse hükümetler için –o kadar da gerekli olmayan- önemsiz bir kavrama indirgeyerek, demokrasiyi gözden düşürecek midir? Bunun aksine tek el [otokratik - autocratique – ç.n.] hükümetlerdeki kriz bizi her zaman tek el yöneticilerden [otokrat autocrate – ç.n.] kurtaracak mıdır? Bu temel sorular problemin karmaşıklığını göstermektedir. Ve yanıt arayışları sempozyum boyunca sunulan tebliğlerle yapılan fikir alışverişleri üzerinden olacaktır. Sempozyum çalışmalarını üç ana hatta ayırabiliriz: ilki, (İstanbul’dan baktığımızda) sol yakadaki –diger bir deyişle Akdeniz’in güneyindeki-, ikincisi sağ yakadaki –diğer bir deyişle Akdeniz’in kuzeyindeki anayasa bilimcilerinin (hatta bazen anayasal kurum temsilcilerinin) tebliğleri ile üçüncüsü, sivil toplum temsilcilerinin tebliğleri. Kılgısal açıdan, ortak bir hedef için bu ayrımın yapılmasının gerekliği yeni işbirliği biçimlerinin bulunmasına sıkı sıkıya bağlıdır ki, bu, Profesör Mathieu’nün önerdiği paradigmanın ruhuna uygun olarak diğer mevcut oluşumlarla bütünleşmiş ve hatta Akdeniz havzasındaki tüm sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinin kendi bütünlüğü ve karmaşıklığıyla dahil ederek ulusalötesi bir şekilde Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 320 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük yeni bir Avro-Akdeniz Anayasa Hukukçuları Ağı’nın geliştirilmesini sağlayacaktır. İlk değerlendirme: Sivil Toplumun geldiği yer neresidir? Hemen herşeyden önce Akdeniz’in “sinir merkezi” olduğu kabul edilen sivil toplumun yeterince temsil edilmediğini görüyoruz. Şu var ki diğer ülkelerin siyasi temsilcilerinin davet edilmesinin sorunu çözebileceğini söylemek işin kolayına kaçmak olacaktır: tam tersine tartışma konusunun eksikliğiyle eş anlamlıdır. Özellikle ulusalötesi düzlemde siyasetin direnişçilerle bir olup içini daha da boşalttığı- kof koşullar ileri sürdüğünü sıklıkla gözlemledik. Avrupa Birliği içerisinde dahi söz konusu olan, sivil toplumu –gerekli olsa bile- siyasi parti ve işçi sendikalarından hareketle geliştirmeye çalışmanın zorluğu, akıldışı olarak nitelendirebileceğimiz bir çıkmaza işaret etmektedir. Öte yandan sivil toplumu profesörlerden hareketle geliştirmeye çalışmak ise –mümkün olsa dahi- siyasetçiler ile “kendi çıkarlarını düşünen” ekonomik seçkinlerin tavırlarından daha fazla haklı gösterilemez. Gene gördüğümüz üzere; sosyal paylaşım grupları gibi önemli ikâmeleri, mutsuzluklarını sanal bir mekânda siyasetin ve bilimin katkısı olmaksızın gerçeklikten kopuk bir şekilde gösterdiklerinden ötürü doğurabilecekleri de en fazla sanal güçler olacaktır. Yaşayan toplum siyasetle, siyasilerle bütünleşmelidir ki bu da her zaman diğerlerine saygılı dolayısıyla diğerlerinde saygıyı özendiren bir dili korumanın gerekliği anlamına geliyor. Bununla birlikte, görevini tam olarak yerine getirebilmesini garanti altına alabilmek için özerkliğini koruması gereken bilimce, sivil toplum ve sorunları en iyi şekilde incelenmelidir. Demek ki bilim, hukuk, siyaset ve toplum arasındaki ilişki bu sentezin temelini oluşturacaktır. İkinci değerlendirme: Anayasacılığı başka bir şeyle ikâme edebilir miyiz? Güneydeki özellikle Doğu Akdeniz’den katılan hukuk bilimi temsilcilerinin çoğunun sundukları değerlendirmelerde bu bilimin anayasacılığı temel bir gerçeklik ve gereklik olarak koruduğunu görüyoruz. Öyleyse anayasalcılık bir ideolojinin ya da bir kültürün aracı değil, o olmaksızın hiçbir hükümet biçiminin dengelenemeyeceği bir ilkeler ve kurumlar bütünüdür. Otoriter kararlar yasama işlemlerinin yetersizliğine ya da siyasi dengelerin iğretiliğine karşı duramazlar. Kitlelerin desteğine rağmen, hakların ve kurumların uygunluğu, yerel durumun kendine özgü ihtiyaçlarına cevap veriyor olsa bile etik değerler tek başlarına ne siyasi sorumluluk taşıyan kararları ne de hakları hiçbir şekilde değiştiremezler. O hâlde eğer radikal bir laiklik, kişiye ilişkin siyasetler ile reformlara tâbi tutulursa, değerlerin uçlaştırılması hakkın güvenliğini tehlikeye atabilecek ve ekonomik olarak daha fakir kişiler ile kadınlara ilişkin olanlar gibi daha zayıf konuların çoğulluğunu zedeleyebilecektir. Gerçekten de “sol yaka”dan katılımcılar tarafından ortaya konulan sorunlar herşeyden önce yeni anayasaların hazırlanış süreçlerinin biçemlerini korumaya ve Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 321 geçiş sürecindeki hukuk devleti kurumlarını teminat altına almaya çalışmanın henüz yeterli bir koşul olmadığını, bununla birlikte en azından tartışmacı [diskürsif – ç.n.] temeli talep eden bir demokrasi için gerekli olduğunu gösterdi. Sayın Prof. Yadh Ben Achour tarafından bu yönde ifade edilen düşünceler, yalnızca taleplerini sunmaktan çok; geçiş sürecinde, ister insan haklarına uyulmasına ister hukukun gerekçelerini görüşmeye götürecek bir tartışmayı sağlamaya yönelik çözümler aramanın, topluluklar içerisinde hukukun meşruluk kazanmasını sağlayan bizâtihi bir değer olduğunu göstermektedir. Sayın Prof. Fadhel Moussa’nın yaklaşımı da aynı yöndedir: Anayasayı hazırlayan usûller veya bir adalet modeli arayışı yabancı ülkelerdekine nazaran meşruluk gerekliklerini cevaplamamakta ve fakat kişinin anayasal imajına uygun olarak bireyselleştirilmiş kesin ve makul hukuksal bir konuma sahip olması gerekliğine cevap veren öznenin varlığına dair tezahürlerini korumaya yaramaktadır. Bu çerçevede, farklı akıl yürütmeleri kavuşturmaya yönelik bir üst dil olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin uygulamasını dikkate alarak, karşılaştırmalı çalışmalar yöntemi akli hukuka gerçek bir ilgiyi işaret etmektedir. Yoğun katılımın olduğu bir çerçevede, anayasalcılığın bitimleriyle bir sistem tutarlılığı arayışı, gene yoğun bir şekilde hissedilen içsel bir gereğin sonucuymuş gibi görünmektedir. Bu bakışa dair, eğer anayasalcılık kavramına bağlı değilse tamamen geçerliğine odaklanmış eleştirel bir soru ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de altını çizmek gerekir ki, vâde üzerine kurulmuş anayasal süreç kavramı merkez bir kavram olsa da toplumda kök salmış gizli anlaşmalar ile karakterize edilen bir rejimde ortaya çıkan sorun, yalnızca “bağımsız” denetim temelli araçların kullanılmasıdır. Sayın Prof. Neji Baccouche’un geçiş döneminin 3 komisyonuna dair ortaya koyduğu sorun budur: Özellikle yüksek “makam” olarak kurulan Devrimin, siyasi reformların ve demokratik geçiş hedeflerinin gerçekleştirilmesi komisyonu, Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal komisyonu ile 17 Aralık 2010’dan amacını gerçekleştirinceye kadarki dönemde kaydedilen yolsuzlukların araştırılması ulusal komisyonu. Bağımsız komisyonların araçsal ve siyasi kullanımından başka bir şey bilmeyen siyasi kültür, her seferinde kimi etkileri hissettirmekten de geri kalmamaktadır. Bu durumda siyasi kültür; modernleşme konusunda toplumun bir etkisi veya yalnızca önceki iktidara bağlı -hatta yargısal- grupların güdümündeki bir direniş gibi görünmektedir. Üçüncü değerlendirme: Yasama kişiyi derhal değiştirebilir mi? Kimi olguların boyutlarının yolsuzluklara bağlı olduğu daha önce gösterilmiş olsa dahi Tunus’tan iki tebliğ üzerinde düşünerek, erkler ayrılığ prensibinin gizli işbirliklerine dayandırıldığı kurumsal “sapma”sının şu an itibariyle Devletin gerçekleştirebilecek durumda Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 322 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük olmadığı faaliyetleri gerektirdiğinin altını çizebiliriz. Her ne olursa olsun, faal ve tam “özerk” düşünme yetisinden yoksun bir sivil toplumun eksikliği, kurumların gücünün şekli hukukta “alternatif düzen”e dönüşerek, hukukla kendisini meşrulaştıran bir topluma geçişi zora sokmaktadır. Sempozyumun başından itibaren dikkatimizi çeken sorun; ya postmodern bir anahtar gibi gelenekten, ya da önceki rejimlerin karakteristiği gizli anlaşmalardan kaynaklanan farklı etkiler karşısında “özerk” sivil bir toplumun gelişimine yönelmiş dinamik bir anayasal siyaset sorunudur. Bu sorunlar diğer Akdeniz ülkelerinde de ortaya çıkacaktır. Sivil toplumun karmaşıklığı ve Lübnan örneğinde olduğu üzere farklılıkların araçsal kullanımları, Sayın Prof. Georges Charaf’ın altını çizdiği üzere, sofistike bir federalizme bağlansa dahi biçimsel basit dönüşümlerden hareketle birleştirilmesi zor olan toplumda bir parçalanma yaratmaktadır. Cezayir anayasal değişikliklerindeki belirsizlikler biçimsel olarak Avrupa anayasal kurumlarına benzer bir şekilde giyinmiş olsa dahi Sayın Prof. Bachir Yelles Chaouche’un altını çizdiği üzere siyasi partilerin işlev zenginliği, katılımcılara göre bir kez daha ihmal edilmiştir. Anayasa, güçler arasında bir pakt hâline gelmektedir: Bu pakta uyulması için hazır ve işlevsel bir hukuku vermekte ve fakat öte yandan toplumdan çıkan ve bu hukukta kendisini bulan kamusal bir boyut eksik kalmaktadır. Zorluk içinde çoğalan büyük dönüşümün başından itibaren hukuk ile kendisini meşrulaştırmayı ve sınırlamayı kabul eden kamusal bir çevrenin gelişimini ve otoriter, özgürlük karşıtı ve özellikle iktidardaki kişilerin ve onlara bağlı grupların çıkarlarını kamu yararının üstünde tutan rejimleri desteklemeye devam etmeyi düşünmenin zorluğu açıktır. Gerçekten özgürlükler ve usûller olmaksızın kamu yararını tanımlamak güçtür. Her halükârda usûl çözümlerine olan tek ilgi doğrudan ifade edilen kurucu sözleşmenin biçimsel korunmasına bağlı olsa da, Sayın Prof. Nadia Bernoussi’nin Fas örneğinde gösterdiği üzere, gerçek sorunlar çıkartmaktadır. Erkler dengesine gösterilen dikkat bizzat temelinden yoksun bir sözleşmede toplanmaktadır ki bu, sivil toplumun siyasi yaşama katılımı sorunudur. Yeri gelmişken herşeyden önce, sivil toplumun siyasi sürece katılımı ile toplumun seferber edilmesi arasındaki kavramsal karşıtlık üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Kamusal bir şekilde çıkarlarını tartışan vatandaşların oluşturduğu tek bir siyasi alan üzerine kurulmuş bir demokrasiyi genel olarak düşünmenin mümkün olup olmadığını sormak gerekir. Anayasalcılık ve geçişler. Çağdaş anayasa tarihini karakterize eden diğer geçişleri dikkate aldığımızda bunda bireylerin değil de grupların baskın rol oynadığı gerçeği herkesin bildiği bir şey olarak ortaya çıkacaktır. Her hâlükârda, hüAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 323 kümet darbesi ile geçiş arasındaki fark tam da bu olguda görülebilir: Geçişlerin, devletin yeniden kuruluşu proje ve programlarına bağlı bir halk hareketi olgusuna bağlı olduğunda. Elbette tüm hareketler, anayasalcılığın belirlediği anlamıyla, demokratik dönüşümlere götürmeyebilir: Yani; bireyin yasal statüsünü ve bunu koruma biçimini, katılım ve temsil arasındaki ilişkiyi ve de sayesinde bireysel işlem hâline gelen kuralların yeniden inşa edildiği mekanizmaları belirleyen bir anayasaya dayanan sivil toplum hükümetine (anayasalcılığın paradigmaları). Demek ki demokratik geçiş Aristo’nun halk yönetimine (Politia) benzer, gerektiğinde çoğulcu, dengeli ve karşı ağırlıklı bir hükümete yönelmelidir. Bu, diğer sorunlarla birlikte, tam da Akdeniz’in güneyinden katılımcıların ortaya koydukları kuşkusuz modern karakterdeki soruna karşılık gelmektedir: Hükümet dengesinin açık bir hukuksal tanımı ile hukukun temel öznesi olarak özellikle kişinin hiç kimseyi dışarda bırakmadan tanınması. Sayın Prof. Yousri Elassar tarafından çok güzel özetlenen Mısır’daki tartışmalar, bu konuda en temel prensiplere dair sorulan soruların yarattığı tehlikeyi göstermektedir. Bununla birlikte bu ilkeler, Sayın Prof. Elassar’ın anayasaüstü olduklarını işaret ettiği gibi birer değer olarak anlaşılacaksa, geçiş sürecinde anayasalcılığa atfedilebilecek bir hukuksal arabulucuk çerçevesinde nitelendirilebilir bir katılım seferberliğinin dönüşümünü görme olanağından da söz edebileceğiz demektir. Söz konusu dönüşüm böylelikle, herşeyden önce herkese eşit ve orantılı bir şekilde tanınacak hakları tam olarak öngören bir çerçevenin çizilmesini gerektirecektir. Bu dönüşüm aynı zamanda; bireyin kişisel, sosyal veya inançsal durumundan bağımsız bir şekilde siyaset yapmaya katılımını sağlayan dağıtım kurallarına göre iktidarın kullanım tercihlerini belirlenmesini de gerektirecektir. Böylece, topluluğun temel hukuksal kurallarını, -bu temel kuralları kaldıracak şekilde kötüye kullanmadan- kabul eden yeni gruplandırmalara da izin verilecektir. Özgürlük, sosyal adalet, eşitlik, dayanışma, toplululuk ve bireyin tüm tezahürlerine saygı gibi siyasi, etik ve sosyal temel değerler ile diğer etitk değerler gerek topluluğun kendi içine gerekse dışına yönelmiş birçok ayırt edici özellik göstermektedir. Bunlar; kurallar kadar yorumları için de, kesin bir hukuksal çerçevede açık bir şekilde ifade edilmek şartıyla bir diyalog ve diğer topluluklarda gelişimlerine bir temel oluşturabilirler. Doktrinde uyandırdığı ilgiyle topluluğun, dayanışmanın ve topluluk içi adaletin önemini gösteren İslami banka örneği; kişilerin bu ilkeleri yasakoyucu karşısında desteklemelerini özendirebilmesi, için kesin hukuksal esaslara sağlam bir şekilde dayanmamız şartıyla, ulusalüstü bir diyaloğa temel olabilir. Ancak bütün insanlığın varlığı olarak kabul edilen etik değerlerin anayasaüstülüğünü desteklemek üzere bu örnekten hareket etmenin gerekliği, aynı zamanda anayasa hukuku ya da siyaset ve toplum alanlarındaki biçimsel kavramların birer anayasal geçiş sorunu olarak düşünülebilmesi için yeterli olup Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 324 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük olmadıklarını incelemeye götürebilir. Gerçekten de jeopolitik sorunların gözlemcileri “Müslüman Kardeşler”i “Hıristiyan Demokrasi”ye (“Democrazia Cristiana”) benzer şekilde tasnif etmeye çalıştılar (yani İtalya’yı demokratik istikrar ile geçişi sağlayarak 40 yıl boyunca yöneten parti bkz. Limes 2/2012, p. 199-200). Burada Akdeniz’in güney yakasındaki, şeriat ile demokrasi arasında bir çelişki olmadığını söyleyen aynı Tunus’taki En Nahda hareketinin başkanı Raşit Gannuşi gibi siyasi aktivistlerin düşüncelerine atıfta bulunuyorlar. Gannuşi’nin demokrasi anlayışı halkın, temsilcileri vasıtasıyla halk için yönetimidir. Bu durumda şeriat değiştirilemeyecek şekilde koyulmuş kurallar niteliğinde değildir, zira, islami sistemde din, kurallarını siyasete, ekonomiye ve din’e uygulayabilmek için akademisyenler ve aydınlarla etkileşim hâlindedir. Aynı düşünceye göre islamcılık sosyal demokrasi kavramıyla kıyaslanabilir çünkü islamcılığın amacı alternatif bir gelişim sistemi yaratabilmek için sosyal adaleti ekonomik bir sisteme sokmaktır (bkz. yukardaki kaynak). Değerler ve kural güçleri. Şu soruyu soruyoruz: Aynı değerlerin doğru bir şekilde uyarlanmasının teminatını Anayasanın kural gücünde bulamayacaksak nerede bulacağız? Buna karşın anayasa fikrine dayanması gereken, anayasal yan anlamıyla birlikte değerler sorunudur, ki kendine özgü bir normatif temeli olan anayasa fikri, anayasal kuralın bizzat kendisidir. Sonradan onaylanan anayasalar aslında gerek paktlara, gerekse iç ya da dış uzlaşmalara dayanıyordu. İçerde söz konusu olan ve iktidarın sahibi ile iktidarı destekleyen gruplar arasındaki bu pakta göre, zenginlik kaynaklarının ve nüfuzun dağılımı, pakta katılanlara sağlanıp katılmayanlara sağlanmıyordu. Dış boyut ise bu ülkenin siyasi faaliyetine ve zenginlik kaynaklarından yararlanmaları iktidardakiler ile iktidarı kontrol eden güçler arasında yapılan bir pakta dayanıyordu. Gerçekten otoriter Devlette paktın hakemleri de iktidarı tutanlar ile aynı idi, sonuç olarak da bu ya ciddi bir yolsuzluğa ya da gruplar arasında gizli anlaşmalara yol açıyordu. Anayasal dönüşümler Anayasanın normatif gücüne dayanmaktan çok paktlara dayandığında paktların değiştirdiği sürece büyük değişikliklere götürebilecekti. Buradan çıkan sonuçları şöyle sıralayabiliriz: Genel anayasal çerçevenin, döù+nüşümün her kazanımını tehlikeye sokabilecek bir uyarlaması. Gerçekten 1947 İtalyan Anayasasının tehlikelerini göstereceği 1918 Vaymar Anayasası–ve savaş öncesinin aklîleştirilmiş diğer anayasaları- olsun yahut da bir pakta dayalı olarak kurulan bir Anayasanın belirsizlikleri. Tebliğimizi uzatmadan, İtalya Cumhurbaşkanının anayasal rolünde şekli anayasada hiçbir değişiklik yapılmaksızın birçok değişiklik yapıldığını hatırlatalım (bkz. Arcidiacono, 2012). Ve gene eklemek gerekir ki, eğer Anayasa “anayaAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 325 sallık sorununu” dahil ettiği kurulu bir pakt kültürüne dayandıkta o kadar işe yaramayacaktır. Şöyle ki: Bizzat sorunun kendisi ne tüm anayasal kuralların doğru bir şekilde uygulanmasını denetleyebilecek konumda olabilecek, ne de aynı anayasa bir sistem olarak uygulamaya sokulabilecektir. 1956’dan bu yana, bu kurumun italyan deneyimi hakların korunmasındaki tüm gizil olanaklarını gösteriyor olsa da, yasakoyucunun olumlu ya da olumsuz seçeneklerini ve hatta kendine özgü durumlarda karmaşıklığını denetlemekten uzak olacaktır. Hakların korunmasına dair başvurunun yaygınlaşması, son olarak Fransa ve hatta Fas’ta sisteme dahil edilmesi, önemini de göstermektedir. Ne var ki bunun aynı zamanda varlık nedeninden kaynaklanan [ontolojik – ç.n.] sınırlarını da çizmek gerekir; Anayasaüstü bir siyasi pakttan hareket eden bir anayasa anlayışının kullanımı adalet, eşitlik, temel haklar ile topluluk değerlerine saygı gösterilmesi ve nihayet kamusal faaliyette dürüstlük gibi ahlâki diğer anayasaüstü değerlerin uygulamaya sokulmasını tehlikeye atacaktır. Buna karşın hukukun bağlayıcı özelliğini (kuralgücünü), topluluğun temel değerlerini doğru bir şekilde uygulamaya sokabilmek için bir değer olarak dikkate almak gerekecektir. 1989’dan itibaren geçiş süreçlerini tamamlayan Orta ve Doğu Avrupa anayasaları hakların kuralgüçlerinin önemini vurguladılar. 1997 tarihli Polonya Anayasası bu konuda ülkenin gelişmesinin önemli bir temeli olan demokratik bir dönüşümü perçinlediği ve değerlere büyük önem verdiğinden Anayasanın (teminat altına aldığı değerlerin - ç.n.) “bir son nokta ancak en azı değil” saydığından ilginç bir Anayasa olarak incelenebilir. Her halükârda Güney Akdeniz’deki katılımcıların düşüncelerine döndüğümüzde şekli çözümlere gösterilen büyük ilgi dikkat çekici bir şekilde kuralgücünün teminat altına alınması sorununa da götürmektedir. Kurucu süreçlerin tamamlanmalarına dair sunumlarında söz konusu; gerçekleştirilen reformların taraflılığı, geçmişin kötü uygulamalarının kökünün nasıl kazınacağını düşünmekteki zorluk ve hatta yeni anayasaları uygulamaya sokmaktan doğabilecek persepektifleri kavrama problemleri işte bu endişeden doğmaktadır. Bunun içindir ki, bu sorun genel bir önem taşımakta ve nihayet, izlenen siyasetlerden bağımsız önerilen biçimsel anayasal çözümlerin öneminin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Hiper-akılcılık olarak adlandırdığım, anayasaları geliştirecek bu eğilim 1949 Alman Anayasası ile başlamıştı ve Anayasanın kuralgücünün temel bir siyaset paktıyla teminat altına alınmasını önlemek içindi. Anayasaya bu şekilde yaklaşıldığında; ya anayasal kuralların daha ayrıntılı ifadesi ya da Anayasanın farklı bölümlerine uyulması için gereken teminatlar söz konusu olduğunda, kendine özgü kuralgücü (bağlayıcı) Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 326 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük olan bir tekniği de beraberinde getirecektir. Burada, Anayasaların genişlemek ve gelişmek eğilimi gösterdiklerini de not etmek gerekir. Siyasi koşulların çeşitli toplulukların -özellikle seçkinlerin- hukuk yolu ile görev denetimlerine şartlanmış ve siyasetlerin gelişimini sağlayamayan siyasi koşullarda, Rusya örneğinde olduğu üzere bazı demokratik geri adımların atıldığını söylemek gerekir. Önemli bir fikir yürütmeyi hak eden bir başka sorun ise “tarih” sorunudur. Anayasalcılık paradigmalarının en iyi şekilde gerçekleştirilmesine karşın kuşkular ortaya koyan Anayasal gelişmelerin, lehindeki kitle hareketleriyle birlikte yaşayabildiğini görmekteyiz. Şöyle ki: burada; anaysalcılıktan niteliksel olarak ayrılan hukuksal arabuluculukları sağlayabilecek olan anayasanın harekete geçirme işlevini, toplulukların bu konudaki rollerini, kitlelerin desteğiyle de olsa dönüşümlerini dikkate almak gerekir. 7. İç bağımlılık, bir topluluğun içerisindeki dayanışma, hukuk. Bu sempozyum, geçişi, olabildiğince genel olarak aldığından büyük önem arz etmektedir. Gerçekten bilimsel açıdan bakıldığında, meslektaşımız ve dostumuz Prof. Kaboğlu tarafından düzenlenen anayasaların dönüşümlerine ilişkin bu sempozyum ile Uluslararası Anayasa Hukuku Derneği arasında tam bir devamlılık olduğunu görmekteyiz. Anayasaların dönüşümleri hakkındaki bu sempozyumda ele alınan sorun, Anayasaların nasıl değişebilecekleri ve hangi yöne doğru gitme eğiliminde olduklarına bakmaktır. Bu sempozyumda ele alınan sorun dönüşüm’e, yani, anayasaların nereye yönlendirilmesi gerektiği ve umulan sonuçları verip vermeyeceğine ilişkindir. Akdeniz’in güney, doğu ve kuzey kıyılarının anayasalarının problemleri birbirinden farklı görünmektedir: Doğu kıyısı, mümkün olduğunca bir başka baskının boyunduruğu altına girmeden bir baskının boyunduruğundan kurtulmaya çalışıyor. Doğu kıyısı, özellikle Türkiye, hakları ve gelişmeleri geçmişiyle aşırı bir kopukluk olmaksızın koruyabilecek bir anayasal biçim bulmaya çalışıyor. Akdeniz’in kuzey kıyısı ise, özellikle Avrupa Birliği, tüm deneyimiyle hesaplaşmalı ve, ya tüm deneyimini gerçekten perçinleştirmeli ya da üye devletlerin menfaatlerinin doğrultusunda “günübirlik” bir yönetim biçimi seçmelidir. Paradoksal bir şekilde düşüncemiz, sorunun ortak ve dayanışma’ya bağlı olduğu yolundadır. Gerçekten bağımsızlıklar ile karakterize edilebilecek bir dünyada yaşıyoruz. Her bireyin, her birliğin, her bölgesel ya da devlet toplumunun gelişimi, içbağımlılıkları bağlamında yerini almaktadır. 7.1. Aynı topluluğun bireyleri arasındaki karşılıklı bağımlılık ve dayanışma. Aynı topluluklar içerisindeki bireyler arasında herşeyden önce içbağımlılıklar söz konusudur. Etik denli hukuk da herbiri kendi alanında bu içbağımlılıkları düzenlemekle uğraşmaktadır. Dikkatli gözAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 327 lemcilerin, temelde tam bir birlik bulacakları, Akdeniz’in kuzey, doğu ve güney yakalarının din tarihleri denli kültürleri ve hukukları da, aynı topluluk içindeki bireylerarası içbağımlılıklara nazaran dayanışmanın farklı görünümlerine ilişkin soruna bağlı olduğunu gösteren önemli örnekler vermektedirler. Aynı şekilde dayanışma değeri, farklı tartışmalara rağmen Avrupa’da ahlâkçı hareketlere ilham vermiştir. Ör. Orta Çağ’da “Üstad Ekhart”a [Meister Eckhart – ç.n.] “sahip olan toplum”dan [société de l’avoir – ç.n.] çok “olan toplum”u [société de l’être – ç.n.] gerçekleştirmeye teşebbüs ettiği değerlendirmesinin yapılması (Fromm). Hristiyan düşüncede olduğu kadar sosyalist düşüncede de farkedilen dayanışma en azından 1848’den beri anayasal reformlara ilham olmuştur. Anayasaların hiperakılcı anayasalara evrimleri çerçevesinde, aynı topluluğun bireyleri arasındaki içbağımlılıklar 1948 İtalyan Anayasası’ndaki “tüm vatandaşların eşit sosyal onuru” gibi hukuk yapılarıyla tam olarak düzenlenmişlerdir. Almanya Anayasasındaki temel haklar yapısı da bu yöndedir, ki bu hakların arasında “kişiliğini geliştirme hakkı”nın altını çizmek istiyoruz. Her seferinde, bu yapıların dinamik önemi yabancılara uygulanmaları sırasında yabancı işçilere alman vatandaşlığını reddetme raddesinde ölçüsüz sınırlamalara maruz kaldı: Almanya’daki türklerin durumu bu açıdan çarpıcıdır. Aynı şekilde İtalya’da göçmen yabancılara karşı takınılan tavır sıklıkla, iktidarların, yabancıları –yalnızca ortaya çıktığında değil- kişilik haklarına saygı içerisinde kabullerindeki yetersizliklerini göstermiştir: gerçekten de genel hoşgörüsüzlüğe karşı çıkabilecek, bir tek etik güçler kalmıştır. Profesör Massimo La Torre’un iç ve dış vatandaşlık teorisi bir hukuksal kurum olarak tam da vatandaşlığın (vatandaşlık kavramının) aynı hakları sağladığı düşünülen inşaasını vurguluyor. Profesör La Torre, İtalyan ve Alman anayasalarının “dışlayan” yapılarına itiraz ediyor. Hiç kuşkusuz profesör’ün gerekçeleri Medeni Hukuk’tan kaynaklanan birçok kavramı kullansa da, bir çok sorunu anayasal nitelikte kabul ediyor. Fransa’da özellikle “kapsayan” vatandaşlığın evrimi, yargısal boşluğun yabancılar tarafından “ithâl edilmiş” birçok hukuksal kurumun tanınmasına nazaran iç kamu düzenine saygı sorununu denetleyememesinden ötürü hesaba katılmıyor. 7.2. Aynı devletteki topluluğun içerisindeki gruplararası içbağımlılıklar ve dayanışma. Fransa’daki yabancılar açısından değerlendirdiğimiz “bütünleşmeci” [“intégrationniste” – ç.n.] çözüm sorunlu kısımları gösteriyor, ki her seferinde İngiltere’de, kişisel statü ve kültürel kimlik sorunlarınının geniş ölçüde tanınmasında olduğu üzere topluluk ruhuyla bir çözüm bulamıyor. Gerçekten de bu çözüm bütünleşmeyi [“intégration” – ç.n.] sağlamıyor tam tersine “dışlama”ya götürüyor. Doğu ve Orta Akdeniz’i gözlemlediğimizde; bazı toplulukların etnik ya da dini nedenlerle diğerleri üzerindeki tahakkümlerine yahut da Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 328 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük siyasi iktidarın yönlendirdiği bir kriz hâline rastlıyoruz. Bu uyuşmazlıklar Türkiye örneğinde olduğu üzere siyasi söylemde, bazen aşırı bir bütünleşmeyle yani topluluk ve etnik kimliklerinin tezahürünün imkânsızlığını zorlayarak çıkmaktadır. Bu yaklaşım toplumdaki uyuşmazlık eğiliminde kendisini göstermektedir. Şöyle ki söz konusu yaklaşım; toplumdaki insan hakları ihlâllerine sebebiyet veren ve gerek ordu gibi kendine özgü kurumsal pozisyonu olan bölünmüş grupların, gerekse yarısı örgütlü suçlardan diğer yarısı şiddet kümelerinden müteşekkil gruplaşmaların varlık nedeni olmuştur. Diğer durumlarda ise dini, sosyal, etnik topluluklar arasındaki uyuşmazlıklar, bir yandan sosyo-ekonomik gücün kendine özgü yönetimi öte yandan ordu gibi ayrık kurumsal grupların baskısı, tahakkümü ve zulmüyle karşı karşıya kaldı. Ortaya konulan sorunları gözönünde tuttuğumuzda, Devlet içerisindeki dayanışmada, farklılıkların belirlenmesinde dahi iki temel zorluğu görmekteyiz: a) Devletlerin, bireylerin baskın ölçütlerin ötesine taşan birbirinden farklı varoluş tezahürlerini eşitlik kriterleriyle düşünmesindeki zorluk; ki sosyal devletin, “iç” hukuk öznelerini (dışardaki ya da) dışardan gelen kişilere karşı birleştiren bir etken olmasından ötürü bu konuda yardım etmemektedir. b) grupların, bir arada yaşamalarını sağlamak koşuluyla yataylamasına ortak bir hukuksal arabuluculuk modelinin geliştirilmesindeki zorluk. 7.3. Farklı devletler arasındaki içbağımlılık ve dayanışma. Daha önce altını çizdiğimiz üzere anayasaların gelişimindeki hiperakılıcılğı gözlemlemiştik. Yani hukuksal arabuluculuğun anayasal hükümlere; onaylarına götüren siyasi rızaya dayanmaktan çok, dilsel ifadelerine dayandığı anayasalar… Gerçekten bu eğilim; farklı devlet toplulukları arasındaki içbağımlılıklara değin farklı alanları ilgilendiren kuralları öngörerek devletlerarası ilişkilere yardımcı olabilirdi. Fakat o noktada, Avrupa Birliği’nin genişlemesi sürecindeki temel hakların1 yorumlanmasından çıkan sorumları saptayabilmiştik. Her halükârda, Devletlerin gerçek “dayanışma”ya2 götüren dönüşümünü en iyi şekilde açıklamasını bilen süreci en fazla ilgilendiren unsurların incelenmesiyle başlamak gerekir. A vrupa bütünleşme süreci belki de Devletlerarasındaki bir kaynaşma sürecidir ki kanımızca teknik açıdan (biçime geldiğimizde) uluslararası hukukta bilinen tekniklere nazaran tam manasıyla devrimci unsurlar içermektedir. Gerçi gümrük birliği denli rekabet hukuku da en çok kayrılan ulus muamelesi [traitement de la Nation la plus favorisée – ç-n.] olarak uygulanan en çok kayrılan ulus kuralı [la clause de la Nation la plus favorisée – ç-n.] genel prensiplerin ötesine gideme1 2 P. Policastro, 2005. Schuman’ın “fiili dayanışma” bildigesinde bahsettiği. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 329 yecektir. Bu kayıttan çıkan haklar üye devletler arasındaki ilişkilerde aynı zamanda milliyete bağlı ayrımcılık yapılmaması gibi diğer değerleri de teminat altına alarak- eşit bir şekilde ve “kendiliğinden uygulanmalarını” sağlayan bir sistem oluşturmaktadırlar. Açıklık ilkesine göre, asıl olarak Schuman planında da istisnasız tüm dünya ülkelerinin üretimini geliştirmek, yaşam standardını artırmak ve barışı sağlamak amacıyla ifadesini bulan Avrupa bütünleşme süreci özellikle Afrika’ya verilecek desteğe ilgiyle yeniden kurgulanmıştır. Bu mânâda değerlerin ulusalüstülüğü karinesinin sınırsız genişleyeceği anlamına gelmeyecek fakat bütünleşme -özellikle Birliğin kurulması-, gelişimi, ve dış siyasetinin temeli olan genişlemesi sürecinden doğan dayanışma gibi ilkelerin dış ihlâllerine işaret edecektir. Her halükârda dayanışmaya temel olarak hâlâ uluslararası düzeyde yardım sistemlerini düşünmenin imkânsızlığı ve genel olarak bu sistemlerin beraberlerinde getirdikleri gerek babaç [paternaliste – ç.n.] gerekse sorumlulukları ile şeffaflıkları açısından yüzeyselliklerini göz önünde bulundurduğumuzda; Avrupa Birliği üyesi devletler için hiç olmazsa Akdeniz’in öte yakasındaki ülkelerin istikrarına katkıda bulunan bir anayasal ilişkiler sistemi geliştirmenin gerekliliğini düşünmekten kaçınamayız. Gerçekten de Avro-Akdeniz derneklerinin anlaşmaları; karşılıklı ilişkilere, içbağımlılıklara ve karşılıklı bütünleşme hedeflerine atıflıdır. Türkiye’yle olan anlaşmalar daha da ileri gitmektedir. Bu açıdan –Türkiye örneğinde, kabulün eşiğine kadar götürecek- önemli bir ekonomik bütünleşme seviyesiyle en çok kayrılan ulus kaydının hazırlanışındaki karmaşıklık, kendisiyle birlikte Viyana Konvansiyonu’yla kabul edilen iyiniyet kuralının hem uygulamada hem de yorumlardaki gerekliğini taşımaktadır ki aynı anlaşmalarda kendisini bulan bütünleşme niyetlerine ve metinsel önemine sıkı sıkıya bağlılığına işaret etmektedir. Aslına bakılırsa aynı şekilde Uluslararası Adalet Divanı da iyiniyetin önemini birçok olayda hatırlatmıştı. Burada Mahkemenin Gabcikovo-Nagymaros projesi hakkındaki kararına atıfta bulunabiliriz. Macaristan ile Slovakya arasında vuku bulan söz konusu uyuşmazlıkta Mahkeme anlaşmayı iyi niyetle uygulama zorunluğunun, makul bir şekilde uygulanmasından ibaret olduğunun altını çizmiştir (25 Eylül 1997 tarihli kararı). Mahkemenin Başkan yardımcısı Christophe Weeramantry neredeyse kararın tamamıyla görüş birliğinde olduğunu belirterek, sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin sorunun herkese yönelik [erga omnes – ç.n.] sonuçlarının altını çizmiştir. Öyle ki bu sorunlara bağlı ödevler farklı kültürlerde söz konusu olgunluğa göre yorumlanacaktır. Yaşanan kriz karşısında, elbette gerekçelendirme, Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile Güney ve Doğu Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişkilerde bağlam değiştirebilir. Doçent Benoit Jean-Antoine ile Prof. Jean Rossetto’nun Fransa, Prof. Angel Rodriguez’in ise İspanya için verdikleri tebliğler paralel Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 330 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük sonuçlara ulaşmakta ve Anayasa ve istikrar arasındaki ilişki konusunda hemfikirdirler. Fransa’nın, kuralgücü üstünde arabuluculuğa dayanan bir anayasa modeline sahip çıkma teşebbüsü gerçekte kamu harcamaları meseleleri söz konusu olduğunda daha çok zayıflamış görünmektedir. İspanya örneğinde tebliğ sahibi aynı şekilde Avrupa’yla bütünleşme fikrinin; 1978 Anayasasıyla sonuçlanan anayasal geçiş süreci ile az ama öz 1992 reformunda olduğu üzere, Avrupa bütünleşmesine bağlı harcamaların sınırlarını çizen 135. maddeyi getiren 2011 İspanya anayasal reformunda da, meşruluk açısından önemli olsa da daha çok tartışma gerektirmeyen boş bir rol oynadığını gözlemlemiştir. Gözlemlemek istediğimiz bu tartışmalar hassas durumlar üzerine konuşmaktan çok, anayasaüstü bir bütünleşmeye sosyal katılımın tezahürü için önemlidirler. Özellikle değerler üzerine bir siyasetin, herşeyden önce dayanışmanın değerinin eksikliği burada açıktır. Aslında halka yapmaya zorlanan fedakârlıklar ile buna bağlı eleştiriler sorunu şimdilik herkesin bildiği bir gerçekmiş gibi görünüyor. Her seferinde tehlikelerin varlığı aşikârdır. Yunanistan Başbakanı maliyelerin ayarlanması için süre isteyerek şu anki hoşnutsuzlukların Vaymar Almanya’sındaki denli şiddetli tepkilere yol açabileceğini belirterek uyardı. Şurası açıktır ki değerler üzerine kurulmuş bir tasarı anayasaların ötesinde bir bağlılığı da sağlayabilir. Burada; diğer topluluklarla işbirliği önerileriyle genişleterek, haklara “değer”ini veren kamusal eylemlerle kollanmadığında, hakların anayasal karakterlerinden doğan zorlukları görüyoruz. Bu manada Birlik seviyesinde, birleşik yetkilerin yaratılması ilginç bir paradigma gibi görünmektedir. Ve özellikle para ve kamu maliyesi alanlarında bir yetki devri bağlamında gizil olanaklarıyla durumunda, içbağımlılıklar [potentiellement – ç.n.], hukuksal olarak, üretilmiş bir “değer ölçüsü”nü tanımlamaya götürebilecek bir alan bulmaktayız. Oysa sağ yakanın tebliğleri Anayasanın kuralgücünün zayıfladığını göstermektedir. Ki bu zayıflama; her “kendine düşen” bedelin düşünülmesi –yani, belli bir zamanla sınırlı göreceli bir şekilde tatmini- ya da bir içbağımlılıklar bağlamına bağlı ortak bir çerçevede ortak yararın belirlenmesine karar verilmesinde söz konusu olmaktadır. Gerçekten de 2 Mart 2012’de Brüksel’de imzalanan ve sıkılaştırılmış [mesure fiscales compactées – ç.n.] mali tedbirler istikrarı daimi mekanizmasının yaratılmasını düzenleyen “İstikrar, İşbirliği ve Yönetişim Anlaşması” [Traité sur la stabilité, la coordination et la gouvernance (TSCG) – ç.n.] daha yakın bir işbirliği ile -herşeyden önce para birimi Avro olan- Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ekonomi politikalarının hukuki açıdan daha zorlayıcı olmasını düzenlemektedir. Söz konusu Anlaşma; devletlere destek için doğrudan müdahale imkânını sağlarken ne -2008’deki gibi- krizlerden sakınmayı sağlayan ekonomik faaliyetlerin seçimini ne de gerek kamu kaynaklarının israfına gerekse mevcut hâliyle savurgan bir ekonomiye bağlı olduğu Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 331 düşünülebilecek bir tür sosyal devleti sürdürme şeklini öngörmektedir. Almanya Federal Mahkemesinin “Anlaşma”ya dair kararı da Parlamentonun iznini ya da istikrar mekanizması kredilerinin Avrupa Merkez Bankası’nca finansmanı için olan yasağını aramaksızın yalnızca biçimsel koşullar ile Almanya’nın ödediği miktarı belirtmiştir. Bu değerlendirmeyi tamamlamak üzere, Anayasaların içbağımlılık yani “fiili” dayanışma konusunda öngörü eksikliği gösterdiğini belirtmeliyiz. Avrupa bütünleşmesi düzeyinde ise bu zorluklar hep istikrar mekanizmalarının geliştirilmesi teşebbüslerinde kalmaktadır. Başka bir deyişle kurumsal nitelikteki mekanizmalar değerlere nazaran sınırlı görünmektedirler. Bunlar yalnızca kendilerine, elverişli kurumsal mekanizmalar ve uygun garantiler ile toplum tarafından getirilmiş olmaları şartıyla değerlerin gerçekleştirilmesinden vazgeçilemeyecek biçimsel temeller oluşturabilirler. Yeni bir ulusalüstücülüğün 3 ayağı. Bu düşüncelerin ardından içbağımlılıklar meselesinin değerlere ihtiyaç duymasını ele alabiliriz. Söz konusu mesele aynı zamanda değerlerin taşıyabilmesini sağlayacak, özgürlüklere dair kurumsal garantiler bütününü de talep etmektedir. Bu yüzdendir ki Hukuk Devletine tanıdığımız; gerek var olan devlet tecrübesinde, gerekse Anlaşmalar nezdinde devletlerden birinin diğerleriyle birlikteki göreceli tecrübesindeki olsun birincil garantinin işlevini “bütünleşme” olarak adlandırabiliriz. Bunun için Hukuk devletinin ve bütünleşme kurumlarının aynı ilkeye dayalı tecrübeleri bir hazırlık bilgisi teşkil etmekte ve fakat değerlerin farklı toplulukların ötesinde gelişimi için yetersiz kalmaktadır. Bu çerçevede kişiler ve gruplar arasındaki içbağımlılıkları değerlerle zenginleştirme yükümlülüğü sivil toplumda olacaktır. Bu değerlendirmeyi temel aldığımızdadır ki, hukuk devletini koruma yükümlülüğüyle sağlamlaştırılmış bir anayasal yükümlülükler teorisi geliştirilebilecek, bu ise aynı zamanda hukukun şekli bağlamından kaynaklı zorlukların ötesine geçmeyi sağlayacaktır. 8.1. Cankürenin, ulusalüstü bir anayasal değer olarak korunması. Sivil toplumun; toplulukların ve toplumların ötesinde geliştirmekle yükümlü olduğu değerler, gerek kişinin bizatihi insan olmasının önemine gerekse el ve gönül birliğinin geliştirilmesi amacıyla varlığının tezahür biçimlerinin korunmasına bağlıdır. Bu nedenle aynı zamanda, ortak yaşamın tüm insanlık için canküre düzeyinde mümkün olabilmesi, onu bugün ve gelecekte tüm topluluklar için koruma ve kollama zorunluluğunun dikkate alınmasını gerektirir. Toplumların, herkesin doğa ve insanlık karşısındaki yükümlülüklerinden hareketle sürdürmesi gerekeceği yükümlülükleri herşeyden önce, seçimleri olacaktır ki bizce temel seçim, doğa ve toplumlar karşısında varlığımız için gerekli mal ve hizJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 332 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük met üretim sürecinin asli amaçlarının neler olduğunu belirlemek olacaktır. Söz konusu seçim; ekonomik sürecin, savurgan ve kayıtsız mı yoksa cankürenin yeniden dengesini gözönünde tutan bir seçim olup olmadığıdır. Savurgan ekonomik süreçten; bir yandan enerji kaynaklarını ölçüsüz bir şekilde kullanan bir dolaşımı, bir yandansa çok hızlı bir tüketimle karakterize edilen kullanımlara yönlendirilen, gerek kitle tüketimine dayalı toplumların sivil, gerekse askeri amaçları için yeniliğe ve üretime dayalı bir depolamayı anlıyoruz. Bu depolama modelinde, hem hammaddelerin çıkartıldığı bölgelerin, hem de pazarların mahreçlerinin denetim altında tutulmasına açık bir gereksinim vardır. İçte; had safhada kültürel bir sertlikte ifadesini bulan kamu oylarının gelişimini desteklemek üzere ekonomik, siyasi ve kültürel hegemonyalarla karakterize edilen içbağımlılıklar üreten bir eğilim söz konusudur. Savurgan ekonomik süreçte dağıtılan maaşlar yüksek gibi gözükse de, bu maaşların gerçek kazançları dünya ölçeğindeki istihdam edilen işin yalnızca küçük bir parçasına karşılık gelmektedir. Öte yandansa, dünya ekonomisinin bu makro alanını ifade eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlık çok yüksek bir seviyede gerçekleşmekte; savaş, sivil ve askeri üretim için hammaddelere ve pazarlara ulaşmanın tek yolu hâline gelmektedir. Uyuşmazlıklarda silah kullanımı zaman içinde, çoğun dağıtılan maaşlarla üretilen ekonomik yararlardan daha büyük ölçekte ve kalıcı doğal, insani, ahlaki ve maddi zararları doğurmaktadır. Savurgan makro alanın dünya ölçeğinde büyümesi de kanımızca, gelirlerin dünya ölçeğinde dağılımındaki değişimin, yani gelirin büyük kısmının dünya nüfusunun oldukça küçük bir kesiminde toplanmasının da asıl nedenidir. Bu savurgan makro alandan yararlanacak tek kesim aynı zamanda onu koruyacak sistemli etkiyi de yerleştirecektir. Gerçekten de, IMF’ye göre 2011 yılında dünya nüfusunun en zengin kesimi genel zenginliğin %14’ünü elde ederken en fakir kesimin %20’si, bu zenginliğin %1’ini alıyordu.3 Bu ölçü, bu tip dolaşımın verimlilikten yoksun olduğunu göstermektedir ki bu da aşırı tüketim diye adlandırılan bir başka olguya bağlıdır. Böylesi bir dolaşım her halükârda bazı sosyal grupların kendi mantıklarını diğerlerine kabul ettirmelerine yönelik çatışmalı bir vatandaşlıktan [citoyenneté conflictuelle – ç.n.] doğmaktadır. Buna bağlı olarak teknolojilerin sivil uygulamalarına yoğunlaşan bir dolaşım söz konusudur ki bu da tüketimcilikten [consumérisme – ç.n.] kaynaklanmaktadır. Tüketime bağlı hayat; mal sahibi olmaya dayalı edilgen bir vatandaşlığı kurgulayarak neticede kişinin kendi dışındaki gerçekliği unutturacak alışkanlıkların gelişimini sağlamaktadır. Hayat standardının tüketim açısından devamı ya da yükseltilmesi sıklıkla 3 http://www.imf.org/external/pubs/ft/survey/so/2011/new091211a.htm Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 333 elektronik araçlar ya da veb kaynakları gibi ıvır zıvırlar şekilnde görünmektedir. Tüketimle güdülü bu yeni yaşam biçimi, çoğun bu dolaşım biçimine bağlı kişilerin siyasi tercihlerinde temel bir etken olmaktadır ki, bunu içbağımlılık bilincindeki bir vatandaşın değerlerinden yoksunluğu karşısında “kayıtsızlık” olarak nitelendirebiliriz. Bizce burada aynı zamanda, kişiler, topluluklar ve canküre arasındaki dengeyi gözeten bir üçüncü tip ekonomik dolaşım söz konusudur. Böylesi bir dolaşım, merkezine içbağımlılıkları, kişileri, toplulukları ve canküreyi koymasından ötürü asli seçimlere dönüklük olarak değerlendirilebilir. Bu seçimler; kendi doğallığında yaşadığımız içbağımlılıklarımızdan doğduğu için, insani eylemlerin ulusalüstü nitelikteki bilincine dayalıdır: her topluluğun ve her bireyin eylemleri aynı zamanda diğer topluluklar ile diğer bireyleri etkilemekte ve bu da zaman ve mekândan bağımsız olarak gerçekleşmektedir. Enerji, hammadde ve çevre kaynakları ile cankürenin israfı kadar toplu ya da bireysel düşmanlıklara yol açan özellikle silahlı eylemler şimdiki nesiller kadar gelecek nesilleri de etkilemektedir. Bunun için dengeli bir vatandaşlık, herkesin iyiliğine yönelmiş bir bilinç ve genel iradeye dayanmalıdır. Bu vatandaşlık diyaloğu, karşılıklı tanımayı, gelişmeyi, canküreye saygıyı, gelecek nesiller ile özgürlüğü ama özellikle de barışı sürdüren bir vatandaşlık olmalıdır. Bunun içinse bu vatandaşlık, gerek gerçek hukuksal gerekse ulusal -hatta devletlerüstü- garantilerle teminat altına alınmış değerlerin makul bir şekilde uygulanmasıyla hayata geçirilmelidir. Böylelikledir ki, bireylerin ve grupların faaliyetleri devletlerüstü bir nitelik taşımaktadır. Bu temel seçimde vatandaşlık; böylece, kendi kendisini yöneteceği düzenlemeleri de ortaya çıkartabilecek, farklı siyasi aktörlerin işbirliğiyle gerçekleştirilebilecek eylemleri geliştirebilecek yetenekte olmalıdır. Daha önce de altını çizdiğimiz üzere Güney Akdeniz ile Ortadoğu’daki bir dayanışma eksikliği enerji kaynaklarının kontrol altında tutulmasını amaçlayan sürekli bir dış hegemonyaya eşlik etmektedir.4 Bu nedenle, kimi grupların diğerleri üzerindeki tahakkümünü temin etme teşebbüsü üzerine kurulan bir anayasa, dıştan gelen bir hegemonyayı sağlama teşebbüsünün sadece iç yansımasından başka bir şey olmayacaktır. 8.2. Eylem seçenekleri olarak vatandaşlık görevine ilişkin diğer seçenekler Eğer vatandaşlık, iktidar ile ilişkisinde soyut bir konuşma konusu olacak ise o hâlde; aynı zamanda gerçek eylem önerileriyle uzlaşmacı bir katılıma dayalı bir temsili başarıncaya değin, hükümet eden4 P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional interdependences through society-based supranationality as a path for the European and Mediterranean transformation, 2012, à venir. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 334 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük lerin son seçimlerine de boyun eğmesi gerekecektir. Eylem önerilerinin karşı karşıya kalacakları gerçek bir hesaplaşmanın yokluğunda basit bir uzlaşmayla katılım; çoğunluk yönteminin kullanılacağı yerde söz konusu olacaktır ki bu da kamusal faaliyetlerin kullanılmasına bağlıdır. Türk katılımcılar sempozyum boyunca diğer katılımcıları, tebliğleri esnasında olduğu kadar tartışma ve konuşmalar sırasında da çoğunlukçu ve basit uzlaşmaya dayalı bir siyasi yaşamın tehlikeleri üzerinde uyardılar. Demek oluyor ki; kökleri gerçekten koparılmış pratik eylemlere atıftan yoksun metafizik kavramlara dayalı siyasi ve ahlaki değerlere bağlı bir katılım bir yanda; kişinin hukuksal haklarının korunmasına ama aynı zamanda şeffaflığa ve kurumlar arasındaki dengelere ve toplulukların barışçıl birlikte yaşamalarına dayanan bir katılım öte yanda… Ölçü ya da değerlerin Anayasaya taşınıp taşınmamasına ilişkin sorunların altını çizmek istiyoruz. Hukuk açısından gerçek sorun, hangi değerlerin hangi ölçüde hukuksal garantilerinin sağlanacağıdır. Bir ilke hâline gelmekte olan ama hukuksal açıdan tatmin edici gerçek teminatlardan yoksun değerlerden başka, daha geniş bir dava yolunun kabulü hakkındaki etik tartışmaya da dikkat çekmek gerekir. Söz konusu yaklaşımın kabul edilebilirliği siyasi açıdan da bardağı taşırmaktadır. Bu nedenle, değerlerin seçiminin eyleme ve pratik gerekçeye bağlılığının tam olması gereğine inanıyoruz. Afrika Birliği’nin Dakar’dan Cibuti’ye kadar “Yeşil Set” gibi doğayla dengeyi kurmayı hedefleyen 15 km.’lik bir ağaçlandırma şeridini üstlenmesi tarzı faaliyetlerin; aynı zamanda barış, dayanışma ve vatandaşlık değerlerinin yeşillendirilmesine de imkân sağlayıp sağlamayacağını kendimize soruyoruz. Aslında vatandaşlığın temel çekirdeği, birlikte yaşama düzeyinin iyileştirilmesini sağlayan değerlerin el ve gönül birliğiyle uygulanması arayışına bağlıdır. Modern vatandaşlığın tarihi bize muhakkak olumlu örnekler verecek ve bize dünyanın büyük kültürlerine atıfta bulunacaktır. Her seferinde kapalı bir vatandaşlık modelini doğrulamaya götüren eğilimleri bir kenara bırakmak gerekir. Bunun içinse açgözlülükle çölleştirilmiş ya da kirletilmiş bölgelerin arındırılmasına gönüllü katkı, yıkmadan ve umutsuzluğa düşmeden umut etmek için iyi bir çare olarak gözükmekte. Özellikle de eğer toplum; gelişmeye istekli şehir ve köylerde temel kamu hizmetlerinin -bizzat kendi- insan kaynağını değerlendirerek, elektrik üretimi, güneş mutfağı [la cuisine solaire – ç.n.], atık su arıtımı gibi birbirine bağlı daha bir çok girişimi geliştirmek üzere bundan faydalanmayı bilirse. Gerçek şu ki, kendi köşesinde yürütülen deneyimler yerel imkânları kullanarak ve herhangi ayrı bir eğitim almaksızın “Barefoot College” eğitiminden hareketle gerçekleştirilen deneyimlerle kıyaslandığında mütevazi görünmeleri fazla bir şey ifade etmemektedir. Şu var ki yerel girişimlerden, gerçek yerel ağlardan, yerel şirketlerden başlayan girişimler gerçek anlamıyla demokrasinin temelini oluşturmaktadırlar. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 335 Yeniden ağaçlandırmayla birlikte parselleme faaliyeti yerel ziraat ile de ilgili bir konudur. Sosyal devletin tümden zayıfadığı an, vatandaşlığın en temel faaliyetinin yani sivil sosyal teşebbüslerin de doğduğu andır. Şu var ki sempozyumlar; Kuzey Akdeniz kıyısı ülkelerinin ekonomik dayanışmasındaki zorluklara işaret ederek, refahı bir serap olmaktan çıkartmanın yollarından birisinin belki de bu onurlu yaşam seçeneği olduğunu göstermektedirler. İçbağımlılıklara açık sosyal bir eylemle gerçekleşecek denli basit bir seçenektir de bu. Türkiye: kendisine ait denge kimliğinin diğerleri vasıtasıyla aranması. Bu sempozyumda Türkiye’nin rolü karmaşık bir işaret noktası teşkil etmekte. Herşeyden önce, Türk anayasa ve siyaset kültürünün, kendi karmaşık dönüşümlerinde oynadığı rolden söz etmek gerekir. İkincisi Türkiye, Güney Akdeniz kısıyı ülkelerini de ilgilendiren birçok zorluğun sentezini oluşturmakta. Üçüncüsü Türkiye, atılımları ve karmaşıklığıyla ya bir değer olarak hukukun önemini, yahut da hukuku yalnızca kılgısal değerden yoksun şekli bir arabuluculuk mekanizması olarak doğrulatan zorluğu temsil eden bir örnek teşkil ediyor. Hiç olmazsa siyasi atıfları dikkate alındığında ana hatlarıyla Avrupa Birliği; gerek yılan hikâyesine dönen Birliğ’e giriş sürecinde, gerekse Güney Akdeniz kıyısı açısından Türkiye’de demokratikleşme için bir tutamak arıyor ve fakat insan hakları sorununa ve insanın mutluluğu için kaçınılmaz olan farklı değerlere davet ediyor. Üçüncü ana hat Rusya’dır ki Türkiye hem bir ekonomik gelişmeyi yürütmek üzere hem de gerçek bir istikrar unsuru olmak üzere Rusya’yla yüzleşmeye çağrılmaktadır. 9.1. Anayasa kimlik ve dönüşüm. Türk anayasal kimliği ve dönüşümler arasındaki ilişkiye geldikte, Türkiye’nin özellikle akılcı bir anayasa hukukuna ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Bu ihtiyacı yalnızca 82 Anayasasının aşılması gereği üzerine olan uzlaşmada değil, ama aynı zamanda, kurumlar nezdinde çoğunluk prensibini yumuşatması bildirilen gereklilikte de buluyoruz. Buysa, az farkla çoğunluk partisi olan AKP’nin, yürürlükte anayasaca öngörülmüş usûllere göre anayasayı değiştirmek için yeterli desteğinin olmamasından kaynaklı bir siyasi gerçekçilik sonucudur. Tek meclisli yasama organına giriş bile, yüzde on baraj nedeniyle sınırlıdır. Bu indirgenmiş temsil, kurucu süreci de etkilemektedir. Gerçekten Anayasa Uzlaşma Komisyonu da meclis partileri temsilcilerinden oluşarak ulusal meclisin temsil modelini dikkate almaktadır. Burada getirebileceğimiz eleştiri basittir. Gerçekten de Anayasanın tüm halkın anayasası olması gerektiğini ve kurucu iktidar aracılığıyla gerçekleştirilen derinlemesine anayasal dönüşüm sürecinin de yasama erkinin kullanılmasından farklı olduğunu söyleyebiliriz. Ve bu eleştiri aynı zamanda Anayasayı değiştirme amacını güden parlamento seçimlerine de getirilecektir. Ne var ki ilkenin Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 336 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük bu değerlendirilmesi, ne toplumun ne de toplumdaki sosyo-politik hareketlerin yapısını hesaba katmaktadır. Gerçekten, barajsız seçilen bir kurucu meclisin oluşturulması temel siyasi yapı ile “karmaşıklığın azaltılmasını” sağlayan bir teşkilât prensibini gerektirmektedir. Örneğin, 1946 İtalyan Kurucu Meclis seçimleri 50’den fazla partinin katılımını gördü. 556 milletvekiliyle oluşturulan temsil 4-5 siyasi güçte yoğunlaşmış idi. Bununla birlikte Anayasa taslağının hazırlanması ve sunulması görevi, Kurucu Meclisin içerisinde tüm siyasi grupları temsil eden 75 Kurucu Meclis üyesinden oluşan bir Anayasa Komisyonuna bırakılmıştı. Ancak Komisyonun içerisinde dahi çalışmalarının etkinliğini sağlama almak üzere herhangi bir şekle bağlı olmaksızın çalışmaları not etmeden çalışan 18 redaktörden oluşan bir komite oluşturulmuştu; buna karşın çalışmaların ayrımcı niteliğindeki dilemma sorunu, hükümetin ana ayaklarından birisinin yalnızca hukukun işaret ettiği hukukla sınırlanmış hükümet değil (Ortaçağ’da Bracton’un ifadesiyle iurisdictio –modern zamanlarda MacIIwain tarafından kullanılmıştır) ama aynı zamanda ayrımcı hükümet (gubernaculum) olduğunu da gösterdi. Gerçekten 1787 Filadelfiya Sözleşmesinin başında da çalışmaların gizli yapılacağı kararlaştırılmıştı. Aslına bakılırsa kamuya açık görüşmeler farklı siyasi duruşları şiddetlendirebilir. Her halükârda Türk Anayasa Uzlaşma Komisyonu, özellikle 1980’li yılların sonundaki anayasal dönüşümü de dahil önceki deneyimlerine nazaran farklı bir yerde durmaktadır. Şu var ki Türkiye’deki sorun siyasi, ekonomik ve sosyal düzenler arasındaki kesinti üzerinde değil fakat bütünü üzerinde toplanmaktadır. Siyaset üzerindeki nüfuzların dağıtımı ilkesini, iktidardaki Anayasaya ilişkin pozisyonlarını önceden belirlemiş az sayıdaki partiyle değiştirmek zor görünüyordu; ekonomi üzerindeki nüfuzların dağıtımı ilkesi de iktidardaki güçler ile ekonomik seçkinler arasındaki anlaşmalara ve dahi Türkiye’nin ticari olduğu denli enerji açılarından yararlandığı stratejik pozisyonuna dayalı bir sosyal desteğe bağlıydı. Demek ki sorun sosyal perspektif üzerinde ortaya çıkmaktadır: Anayasayı değiştirmek siyasi ve sosyal bir kimliği, bir yandan tanınmamış sosyal bir kimlikten diğer yandan siyasi açıdan önemli, bütüncül [üniter – ç.n.] bir kimlikten -söz konusu kimlik yapay bir sosyal bütünlükten yararlanan farklı gruplar ve hareketlerin gelişiminden doğmuş ve gerçekleşmiştir- oluşan karmaşık bir yapıda teminat altına almaya bağlı görünmektedir. Böylesi bir bütünlük şiddet ve aleni insan hakları ihlâlleriyle kolkola gitmektedir. Bu ihlâller bir öz-cumhuriyetçi ilkeyi [reel cumhuriyetçi/un principe républicain réel – ç.n.] doğrulama zorluğunun belirtisidir. İnsan haklarına saygı; birey için olduğu kadar bireyselliğin geliştiği topluluklarda, gerek Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve sosyal istikrarına tam katılımı için, gerekse Güney Akdeniz kıyısı ülkelerinin siyasetlerinin modernleştirilmesinde olumlu bir öneri olarak, bir anahtar kurum teşkil etmektedir. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 337 9.2. Özgürlük ve yeni bir anayasanın nedenleri. Burada söz konusu olan; Türkiye’de Anayasanın dönüştürülmesine ilişkin tartışmanın özgürlük ve otorite, bütünlük ve adem-i merkeziyet, devletin laikliği ve çoğunluğun dini duyguları, demokrasi ve çoğulculuk arasındaki gerilimlerden kaynaklı sorunlar üzerine yoğunlaşan bir tartışmaya dönüşmesidir. Anayasa Uzlaşma Komisyonunun farklı sosyal grupların görüşlerini almakta gösterdiği iyiniyetin dahi; AKP’yi herkesin görüşünden hareketle bulunması gereken “sağduyu”ya ikna edemediğini, daha çok çoğunluk vasıtasıyla korunmak istenen siyasi sürecin bütünleşme niteliğini aradığını muhalif parti temsilcileri açıkça ortaya koymuştur. Bu görüşün yankısı Prof. Rıza Türmen tarafından Türkiye’nin siyasi koşullarında “çoğunlu(ğ)”un bir diktatörlüğe götürme riski taşıdığını doğrulamasıyla beraber gelmektedir. Gerçekten, sürecin koşulları; düşünce özgürlüğünün yürürlükteki ceza veya terörle mücadele kanunlarıyla sıkı bir şekilde sınırlandırıldığı ve kişilerin kendi gelişimleri üzerine kurgulu eleştirel bir düşünceyi oluşturmak için gerçek imkânların olmadığı bir çerçevede gerçekleşmektedir. Bunun içindir ki, çoğunluk dininin değerleriyle ifadesini bulan ortak bir destekle meclis çoğunluğundan hareket ettiğinden şüphe edilen bir uzlaşmanın tek başına kullanılması yetersiz görünmektedir. Bu yetersizlik aynı zamanda çoğunluk partisinin çoğunluğun değerleriyle hukuk devleti arasındaki dengeleme konusundaki çabalarında da görülmektedir. Ki bu denge çoğulcu bir bağlamda, hakların korunmasına dayalı siyasi dönüşümlülüğe [l’alternance politique – ç.n.] bir açıklığı da gerektirmektedir. Değerler sorununda da, gerçek korunmaları, hukuk devletinin anayasal yapılarına gereksinim duyar. Aslında her kişi hukukun aynı zamanda o anın dengelerine ve yerindeliklerine göre koruması gereken koca bir değerdir ki, çoğulculuğun gelişimi de laik devletin mirasından doğmaktadır. Bu miras Türkiye’de farklı siyasi tercihlerin ötesinde kişiye saygı kavramını hedefleyen anayasal yapının gelişimini sağlamıştır. Şurası gerçek ki Türkiye hâlâ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en fazla mahkûmiyeti alan ülkedir. 2011 yılında Türkiye’nin 159 davada en az bir Sözleşme ihlâli söz konusu iken bu sayı Rusya için 121, Ukrayna içinse 125’tir. Bu da insan haklarına saygı sorununun tamamen öncelikli bir sorun olduğunu göstermektedir. Az farkla çoğunluk partisinin, hatta liderinin, karmaşık durumu dengelemek konusundaki tam yeterliği öncelikleri değiştirmemektedir; özellikle çoğunluk değerlerinin hükümet sürecine dahil edilmesi tüm Akdeniz ülkeleri için önemli hâle gelmektedir. Türkiye’nin sorumluluğunun, aynı zamanda insan haklarına saygıyı sağlayan kurumsal çözümler önermesi olduğu da dikkate alınmalıdır: laikliği içeren bir anayasal devletin geliştirilmesi, değerler üzerine yapılan tartışmanın insan hakları ihlâllerinin nedeni değil de bir kontrol faktörü olarak kullanılabileceğidir. Bunun için, insan hakları dernekleriyle Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 338 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük istişarenin önemi de göz önünde bulundurulmalıdır. Gerçekten de çoğunluk dininin -islâm’da olduğu üzere- hiyerarşik kurumsal bir yapıya dayanmadığı toplumlarda, bireyin ve dolayısıyla sivil toplum örgütlerinin sorumlulukları, değerlerin ve denetim rollerindeki “olguda karşıtlığın” [contrafactualité – ç.n.] can alıcı bir tezahürü olarak kabul edilmelidir. Katolik kilisesinde olduğu üzere, çoğunluk din değerlerinin hiyerarşik bir yapıda kendisini gösterdiği toplumlarda dahi insan hakları tarihi, dışlananların haklarını teminat altına almayı hedefleyen sivil hareketlerin önemini göstermektedir. Türkiye örneğinde, insan hakları ihlâllerinin yapısı da idarenin ve erkler arası ilişkilerin baştan aşağıya değiştirilmesi gereğini göstermektedir. Kurumların usûl ve diline ulaşma sorunu da, hakların kötüye kullanılması sorunu denli önemli bir rol oynayacaktır. Burada, insan hakları ihlâllerini gösteren ve altını çizen gruplarla kamusal bir tartışma olmaksızın bizzat bu hakların lehine yapılan basit açıklamaların ne etik ne de hukuksal bir değerleri olacaktır. Değerler ve dönüşüm. Değerler sorunu mevcut olguların durumlarının yapacakları ihbarlarla yetinmese bile kendisini nedenlere göre düzenlemesi ve önerilere uyması gerekir. Ekonomik, siyasi ve sosyal ilişkilerin bir bütün olarak karmaşıklığı dikkate alınmadan nedenler değerlendirilemez. Daha önce belirtme fırsatı bulduğum üzere (bkz. Constitution and conflict... 2012 – yayınlanacak) Güney Akdeniz yakası ile Akdeniz’in doğu kıyısı ülkelerini karakterize eden siyasi istikrarsızlık iç iktidar ilişkilerinin sıklıka savurgan bir ekonomi bağlamında enerji ve pazarların denetimiyle ilgilenen uluslararası ilişkiler sistemine sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye savurgan dolaşıma sıkı bağımlılığı nedeniyle, kısa vadede bundan faydalansa bile uluslararası beklentiler karşısında modelinin saygınlığının çöküşüyle bölgenin büyüyen istikrarsızlığını önleyemeyecektir. Bu, insan haklarına saygıdaki eksikliklerin yanında Türkiye’yi bölgede gerçek bir istikrar faktörü olmasını engelleyen ikinci nedendir. 9.3.1. Savurgan bir ekonominin kurumlarının önüne geçilmesi gerekliği: Kayıtsız bir ekonomik dolaşımın yetersizliği. Görüldüğü üzere savurgan dolaşımın dışında iki tip ekonomik dolaşım daha mevcuttur: Kayıtsız dolaşım ve yeniden denge dolaşımı. Kayıtsız dolaşım, sıklıkla ya askeri sanayi ya da onla uyumlu teknolojik gelişmelere bağlı olmaktadır. Yüksek teknolojiler ya savurgan bir biriktirme modelinin türevi yahut da bu modelle ortaklaşa hareket etme özelliğini göstermektedirler. Yansız dolaşım ise aslında üretim fazlasının savurgan dolaşımda kullanılmasına yaramaktadır. “Kayıtsız” üretimin sosyal çöküşüne geldikte; askeri sanayiye yönelmediği durumlarda dahi Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 339 savurgan dolaşımın özelliklerini taşıyan büyük şehirleşme, şirket yoğunlaşması ve sosyal bağımlılıkla birlikte yaşadığı görülmektedir. Söz konusu dolaşıma geldikte ise; gerçekte yoğun bir şekilde tüketime yönelmiş, ve dolayısıyla, -konjonktürel olduğu denli yapısal ekonomik dönemlerin azalması karşısında- sosyal açıdan zayıf bir modelle karakterize edilmektedir. Üstelik bu model; dünyanın yalnızca belli yerlerindeki yeniliğe nazaran gerekli sermayenin kitle üretimi gelişiminin yoğunlaştığı bir model olarak da görünmekte. Belki de, Türkiye’nin Akdeniz’de ne istikrarlı gerçek bir rol oynamasını ne de bağımlılıklarının üstesinden gelmesini bu model dahi sağlayamamaktadır. 9.3.2. Örnek bir Türkiye için: Haklar, ulusalüstülük, vatandaş, canküre ve yaratıcı dolaşım. Kanımızca, Türk katılımcılar denli diğer katılımcıların da dikkatlerini yoğunlaştırdıkları özgürlük ve otorite üzerine olan tartışma; özgürlükler dengesinde mevcut içbağımlılıklar bilincinden doğan anayasalar kavramına yaklaştırabilecektir: Devletlerin ekonomik imkân dengeleri, gelişmenin elverişlikleri dengesi, canküreyle uyum ve diğerlerinin gelişim hakları arasındaki denge, toplulukların eylemlerini oluşturan kılgısal etik değerler arasındaki bütünleyicilik dengesi. Bu bakımdan; toplum, siyaset, üretim ve -gerçekleştirilen/yapılan- mal ve hizmetlerin yeniden paylaştırılması üzerindeki nüfuzların dağıtımından hareketle farklı deneyimleri söyleyen bir unsur olarak Anayasayı muhafaza etmenin gereği de bundandır. Bu yaklaşım yatay ve dikey geçişmeler sorunu yaratmaktadır: örneğin “kendi”nin kurduğu iç etik kanununun hayatı, kültürel alışkanlıkların veya “kurumların” hayatı, devlet toplulukları arasındaki ilişkileri düzenleyen kişi hukuku –uluslararası kamu, özel ve ticaret hukuku-, bu toplulukların şekli anayasa hukukları, hukukun farklı dalları ve nihayet federe devletlerin, özerkliklerin, bölgelerin farklı yerel hukukları ile yerel hükümetlerin farklı merciilerinin hukukları arasında. Anayasanın dağıtımcı unsurları somut hukuksal karakterlerini, normların farklı seviyelerindeki geçişmeleriyle farklı hukuksal düzlemlerde söz konusu geçişmeler esnasında almaktalar. Bu yüzdendir ki insan eylemlerinin ulusötesi unsuru, maddi olarak içinde bulunduğu anayasa hukuku ilişkilerinin tanımında gözden düşürülemez. Bunun içinse anayasal siyasetin organik tarım önerileri bir kenara atılamaz. Aynı şekilde dengeli bir anayasa için içte olduğu denli dışta da canküreyi unutmaksızın bu yeni ulusalüstülüğün gelişimine yönelmiş faaliyetleri izleme imkânına sahip kişisel olduğu denli şirket ve dernekler ile kurumların teşebbüslerine dayanan akılcı bir ekonomik dolaşıma [circulation économique vertueuse - ç.n.] yönelerek uyumlu değerlere dayalı ulusalüstü yeni projelerin desteklenmesi gerekir. Zira bu yeni ulusalüstülük insan topluluklarını kendi aralarında olduğu kadar onlarla canküre arasında da yeniden dengelemeye yönelmiştir. Bu yaklaşım; değerlerin Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 340 Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük ulusalüstülüğünü -bu değerlerden her birisine verilen sorumluluk olarakkorumak açısından yeni bir vatandaşlığın da kurucusudur. Bu vatandaşlık bir çok faaliyet üzerine inşa edilebililir: toplulukların pratikte kendilerine ve diğerlerine yönelen faaliyetleri (ör. cankürenin yeniden ağaçlandırma ile yeniden inşası); merkez şirketlerden kimi hizmetlerin maliyetini kaldırmaya yönelik cumhuriyetçi faaliyetler (ör. -Barefoot College’in taşra deneyimlerinden Almanya’daki karmaşık “Stadwerke” birliğine değin- imkânlarıyla orantılı olarak kendi hizmet ağlarının gelişimi…); gözle görünür bir şekilde karbonun etkisiyle besin bağımlılığını azaltan ekonomide ve doğayla iç içe yaşamadaki zirai faaliyetler yerel aktivizmi teşvik etmektedir; bu faaliyetlerin yanısıra ekonomik aktivizmi artırdığı denli siyasete katılımı da artıran topluluklararası “adil ticaret”i de eklemek gerekir. Gerçekten Türkiye için, bu ulusüstü vatandaş dönüşümünün yerindeliğinin anlaşılmasının tüm anahtarı, kendi geçmiş bilincinden ve hepimizin geleceği için geçmişinin yararından doğmaktadır. Afrika Birliği nezdindeki faaliyetleriyle, Senegal örneği, ülke için çalışılabileceğini ve doğru olanın da bu olduğunu göstermiştir. Ataları modern çağı açan Türkiye, İstanbul’u, efsane bir teşkilât yeteneğinin tezahürüyle artık hukukun ve avrupa kültürünün başkenti olduğu gösterebilir. Ki İstanbul 16. Yüzyılda Akdeniz’in farklı kıyılarını birleştiren bir imparatorluğun başında yalnızca geçmişin değil aynı zamanda geleceğin de başkentidir. Bunu gerçekleştirmek için herşeyden önce insan haklarının dışardan gelen bir zorlama değil ama bizzat kendisi ve diğerleri için bir yerindelik ve gereklik olduğu bilincine sahip olmak gerekir: insan haklarına saygı ve teşvik Türkiye’yi bir örnek olarak tutmaya devam edecektir. KAYNAKÇA P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional interdependences through society-based supranationality as a path for the European and Mediterranean transformation, 2012, à venir. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 L’ESPACE CONSTITUTIONNEL PAN-EUROPÉEN ET MÉDITERRANÉE ET NOUVELLE SUPRA-NATIONALITÉ Pasquale Policastro Coordinateur du Centre transnationale d’investigation et de haute formation en droit constitutionnel européen “ECONET” RÉSUMÉ L’article aborde les processus constitutionnels dans le basin méditerranéen sous l’optique du pan-européanisme constitutionnel. Il dépasse les clivages entre la sphère politique et le domaine économique d’une part et, entre le niveau national et le niveau supranational d’autre part. Une reflexion sur le constitutionnalisme supra-national nous invite également à développer une approche euro-méditerranéenne qui ne serait pas limitée par un regard du constitutionnalisme eurocentrique. En envisageant les défies et enjeux dus aux ressources énergétiques et au développement soutenable, l’article essaye de décrire la complexité des processus constitutionnels dans le basin méditerranéen. Mots-clefs: Constitution et interdependence, constitutions et transformations dans l’Europe et la Méditerranée, la laîcité, l’Etat de droit et les valeurs, la citoyenneté tarnsnationale, le constitutionnalisme et la solidarité, la circulation économique non dissipatrice et la nouvelle supranationnalité. Rapport de synthèse Pasquale Policastro, co-directeur du Master inter-universitaire conjoint en droit constitutionnel Européen: U.A. Barcelone, U. de Montpellier I, U. de Milan I, U. de Szczecin (affiliation principale)1 1 Affiliation secondaire: Université d’Etat de sciences appliquée à Gorzów Wielkopolski. Dans la période que je terminée la rédaction de ce rapport, le professeur Oscar Garavello, économiste de l’Université de Milan, a laissé cet monde. Oscar a dédié une partie signifiante de sa recherche en tant qu'économiste distingué à la Méditerranée, dans la sincère croyance, de notre droit, et au même temps, de notre obligation pour un meilleur déroulement de notre vie ensemble. Je voudrais dédier à sa lumineuse et chère mémoire ces simples pages. 342 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité SOMMAIRE 1. Introduction; 2. Une première considération: la société civile, où se trouve-t-elle?; 3. Une deuxième considération: est-ce nous pouvons remplacer le constitutionnalisme?; 4. Une troisième considération: est-ce que la législation peut changer immédiatement la personne?; 6. Valeurs et normativité; 6. Interdépendance, solidarité à l'intérieur d’une communauté, droit; 7. Interdépendance, solidarité à l'intérieur d’une communauté, droit; 7.1. Solidarité et interdépendances entre individus dans la même communauté; 7.2. Solidarité et interdépendance entre groupes dans la même communauté étatique; 7.3. Solidarité et interdépendance entre différent Etats; 8. Les trois piliers d’une nouvelle supranationalité; 8.1. La protection de la biosphère en tant que valeur constitutionnelle à caractère supranational; 8.2. Les autres choix comme des choix d’action qui concernent le rôle de la citoyenneté; 9. La Turquie: la recherche, à travers les autres, de sa propre identité d’équilibre; 9.1. Identité constitutionnelle et transformation. 9.2. Liberté et raisons pour une nouvelle constitution; 9.3. Valeurs et transformation; 9.3.1. La nécessité de dépasser les institutions d’une économie dissipatrice: l'insuffisance d’une circulation économique indifférente; 9.3.2. Droits, supranationalité citoyenne, biosphère et circulation créatrice: pour une Turquie comme modèle; *** 1. Introduction: La Turquie, charnière entre Méditerranée et l’Union européenne. Mesdames et Messieurs, honorables Membres des forces constituantes turques, chers collègues, cher ami professeur Ibrahim Kaboglu, l’un des grands inspirateurs des débats constitutionnels européens d’aujourd’hui. Permettez-moi une attention particulière en saluant, surtout, nos chers étudiantes et étudiants qui participent à ce colloque. Vous nous apportez ici votre attention, votre esprit critique, votre vision du futur qui est parfois au-delà du rêve, lequel est le don le plus grande de votre jeunesse. Dans le même temps vous représentez vos milieux culturels, vos amis, vos familles, vos enseignants. Sans doute votre attention légitime notre recherche et nos efforts de poursuivre la recherche. Le colloque de cette journée s’est déroulé dans un contexte autant culturel, que social et politique de grande importance, caractérisé par d’importants épigones: le premier est la transformation de la constitution turque, le deuxième est la transformation de la région Méditerranéenne, le troisième est la transformation et la crise au sein de l’Union européenne, le quatrième portant le présent débat concernant les institutions politiques et juridiques fondamentales. Comme M. le professeur Bertrand Mathieu a bien souligné dans son avant-propos du colloque, la question méthodique fondamentale est la question du rapport entre les règles du Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 343 droit positif, qui sont notamment en crise, et la question de l’universalisation des questions qui légitiment les même régulations. Et donc tout en suivant cette ligne de réflexions, nous pourrions nous demander: est-ce que la crise des Constitutions, mettra au ban le constitutionnalisme, et est ce que la crise des sociétés, mettra au ban les libertés? Est-ce que la crise des économies pourra elle mettre définitivement au ban les droits sociaux et la crise des systèmes politiques la démocratie, tout en la réduisant à un concept contingent, mais non nécessaire, du gouvernement? Et par contre la crise des gouvernements autocratiques, pourra t-elle nous libérer par toujours des autocrates? Ces questions de base nous présentent la complexité du problème, qui nécessite une réflexion, laquelle devra être justement fondée sur les contributions qui ont été présenté au cours de cette journée. Nous pourrions scinder la ligne directrice de cette journée en trois fragments: celle des représentants de la science constitutionnelle et parfois des institutions - de la rive gauche (en observant d’Istanbul), autrement dit méridionale, de la Méditerranée; celle des représentants de la rive droite, autrement dite septentrionale de la Méditerranée; celle de la société civile. 2. Une première considération: la société civile, où se trouve-telle? Et nous trouvons, avant tout, ici, que la société civile, qui est appelée à être le “centre névralgique” de la Méditerranée, est sous représentée. Mais il serait trop facile de dire que d’avoir invité des représentants de la politique d’autres pays aurait pu résoudre le problème: au contraire - il y aurait comme manque l’objet du débat. Très souvent nous avons observé que la politique, surtout au niveau transnational, a posé des conditions vides de contenus, accompagné par des résistances, qui, si possible, furent encore plus vides. La difficulté, même au sein de l’Union européenne, de faire développer la société civile a partir des partis et des syndicats ouvriers, même si nécessaire, montre une impasse qu’on pourrait définir comme irraisonnable. D’un autre côté, développer la société civile à partir des professeurs est encore moins justifié que l’attitude des politiciens et des élites économiques “de penser à leurs propres affaires”. Et, comme nous avons vu, dans les portails sociau se manifestent les mécontentements dans un espace virtuel qui, sans la contribution de la politique et de la science. Ainsi pourraient se développer que des forces, qui ne seront que virtuelles, parce qu’elles seront toujours détachées de la réalité. La société vivante doit être intégrée par la politique, ce qui signifie la nécessité, pour les politiciens, de garder toujours un langage qui soit respectueux des autres, et qui encourage à respecter les autres. La société civile et ses problèmes devront être, pourtant, toujours bien considérés par la science, qui, pour garantir l’accomplissement de son service, devra garder son autonomie. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 344 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité Le rapport entre science, droit, politique et société sera donc la fondation de cette synthèse. 3. Une deuxième considération: est-ce nous pouvons remplacer le constitutionnalisme? À propos des réflexions qui ont été présentées par la plupart des représentants de la science du droit de la côte méridionale et celle orientale de notre Méditerranée, nous voyons que cette science garde le constitutionnalisme comme une réalité profonde et nécessaire. Donc le constitutionnalisme, ce n’est pas le véhicule d’une idéologie, d’une culture, mais d’un ensemble de principes et d’institutions sans lesquels aucune forme de gouvernement ne pourrait être organisée. Les décisions autoritaires ne pourront pourtant faire face à l’insuffisance des législations ou à la précarité des équilibres politiques. Les seules valeurs éthiques, malgré le soutien en provenance de la masse, ne pourront jamais remplacer ni des délibérations politiquement responsables ni les droits; même si la conformité des droits et des institutions doivent répondre aux besoins spécifiques de la situation locale. Donc si une laïcité radicale peut être reformée à travers des politiques adressées à la personne, un radicalisme des valeurs pourrait mettre en jeu la sureté du droit et affaiblir la position d’une pluralité de sujets plus faibles, comme les femmes et les personnes économiquement plus pauvres. En effet, les questions posées par les rapporteurs de la “rive gauche” ont montré qu’avant tout préserver les formes du processus de production des nouvelles constitutions, et essayer de garantir les institutions de l’Etat de droit dans le processus de transition, n’est pas encore une condition suffisante, mais néanmoins nécessaire pour une démocratie qui souhaite avoir au moins un fondement de caractère discursif. Les considérations exprimées à cet égard par M. le professeur Yadh Ben Achour montrent que rechercher, dans le processus de transition, les solutions soit pour mieux respecter les droits de l’homme soit pour permettre un débat qui permet de discuter les raisons du droit, plutôt que présenter seulement des instances, est une valeur en soi, qui permet la légitimation du droit dans les communautés. Dans la même direction se positionne la vision présentée par le professeur Fadhel Moussa, selon lequel les procédures constituantes, ou la recherche du modèle de justice, ne répondent pas à l'exigence de se légitimer par rapport aux autres (à l'étranger) mais servent à protéger les manifestations existentielles de la personne qui répondent à la nécessité d’avoir une position juridique du sujet, individualisé, certaine et raisonnable conformément à l’image constitutionnelle de la personne. Dans ce cadre, la méthode des études comparatives, à l’attention de l’application de la Convention européenne des droits de l’homme, qui est un métalangage invitant à rejoindre des raisons différentes, indiquent une attention réelle au droit raisonnable. La recherche d’une cohérence systémique avec les achèvements du Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 345 constitutionnalisme, dans un cadre de forte participation, semble pourtant le produit d’une exigence endogène fortement sentie. Une question critique se pose concernant cette manière de voir et si elle n’est pas fortement liée à une conception du constitutionnalisme, qui est tout à fait centrée sur la validité. C’est vrai, et il faut le souligner, que la conception du processus constituant fondé sur la validité, est une conception qui a une signification centrale, mais la question qui se pose dans un régime caractérisé par des attitudes collusoires bien enracinées dans la société, porte sur l’utilisation des seuls moyens fondés sur un contrôle “indépendant”. Ceci est le problème posé par M. le professeur Néji Baccouche à propos des trois commissions de la transition, et notamment, la commission crée en tant qu’instance “supérieure” pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la transition démocratique, la commission d’investigation sur la corruption et la malversation, et la commission d’investigation sur les abus à partir du 17 décembre 2010. La culture politique, qui ne connaissait qu’une utilisation instrumentale et politique des commissions “indépendantes”, n’a pas toutefois manqué de faire ressentir certaines influences. Dans ce cas-là, elle est apparue comme une influence de la société, à propos de la question de la modernisation, ou alors comme une résistance qui semble motivée uniquement par la résistance des groupes, même judiciaire, liée au pouvoir précèdent. 4. Une troisième considération: est-ce que la législation peut changer immédiatement la personne? Même si l’ampleur de certains phénomènes liés à la corruption ont été montrés; on peut souligner, tout en réfléchissant sur les deux contributions tunisiennes, que la “dérive” institutionnelle d’un principe de répartition du pouvoir fondée sur la collusion, nécessite des activités que l’Etat, dans l'immédiat, n’est pas en condition de réaliser. En tout état de cause, le manque d’une société civile active et dénuée d’un jugement pleinement “autonome”, rend difficile le passage des institutions en tant “ordre alternatif” au droit formel, à une société qui se légitime à travers le droit. La question qui s’est donc présentée à notre attention, à partir du début du colloque, est la question d’une politique constitutionnelle dynamique, dirigée vers un développement d’une société civile “autonome” vis-à-vis des différentes influences qui dérivent soit de la tradition, même en clé postmoderne, soit des collusions caractérisant les régimes précédents. Ces problèmes se poseront aussi dans le cas des autres pays de la Méditerranée. La complexité de la société civile et les utilisations instrumentales des différences dans ce cas, comme dans celui du Liban qu’a souligné M. le professeur Georges Charaf, produisent une fragmentation de la société, qui est difficile à composer à partir des simples transformations formelles, même si liées à un fédéralisme sophistiqué. Les ambiguïtés des réformes constitutionnelles algériennes Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 346 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité tient à ce qu’elles se vêtissent de structures formellement semblables à celles du constitutionnalisme européen. Le professeur Bachir Yelle Caouche a souligné la richesse de la fonction des partis politiques, qui, selon les rapporteurs a été encore une foi ignorée. La constitution devient un pacte entre forces: elle rend le droit prêt et fonctionnel pour le respect de ce pacte, de l’autre côté il manque une dimension du publique, qui part de la société et qui se retrouve dans le droit. Il est clair qu’il est difficile de penser à un développement d’une sphère publique qui accepte de se légitimer et de se limiter à travers le droit dès le début d’une grande transformation, générée par la difficulté à continuer de supporter des régimes autoritaires, liberticides et surtout centrés sur l’opposition des intérêts des individus et des groupes liés à eux, à l'intérêt public. Justement il est difficile de définir l'intérêt public sans des libertés et des procédures. De toute façon la seule attention aux solutions de procédure, même si formellement attachée à la protection du pacte constituant directement exprimé, pose des problèmes réels même dans le cas du Maroc, bien souligné parMme le professeur Nadia Bernoussi, où l’attention aux équilibres des pouvoirs, reste sur un pacte, où en effet il manque la fondation du pacte même, c’est-à-dire une société civile qui participe à la vie politique. À ce propos, il faut se concentrer avant tout sur l’opposition conceptuelle entre participation de la société civile au processus politique et mobilisation de la société. Il faut se demander s’il est possible en général de penser à une démocratie fondée sur un espace politique unitaire composé par des citoyens, qui discutent de ses intérêts d’une façon publique. 5. Constitutionnalisme et transitions. Tout en considérant les autres transitions qui ont caractérisé l'histoire constitutionnelle contemporaine, l’affirmation que ce sont les groupes, et non pas les individus qui ont un rôle prédominant, pourrait apparaître comme un truisme. De toute façon, la différence entre la domination d’Etat et la transition pourra être vue justement dans le fait, que les transitions sont liées à une mobilisation du peuple liée à des programmes et projets de reconstruction de l’Etat. Bien entendu, toutes les mobilisations ne peuvent mener à des transformations démocratiques, dans le sens de démocratie définie par le constitutionnalisme, c’est-à-dire par le gouvernement de la société civile appuyé sur une constitution qui détermine le statut légal de l'individu et la façon de le protéger, la relation entre participation et représentation et les mécanismes au travers desquels les normes sont reconstruites et deviennent des actes individuels (paradigmes du constitutionnalisme). Donc la transition démocratique doit se porter sur un gouvernement pluriel, équilibré et balancé, de préférence semblable à la “politia” d’Aristote. C’est justement le problème posé par les auteurs qui représentent la côte sud de la Méditerranée, avec les autres problèmes, de nature décidément Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 347 moderne, qui sont la définition juridiquement claire de l’équilibre du gouvernement et une reconnaissance du sujet fondamental de droit, notamment la personne, n'excluant personne. Le débat qui s’est produit en Egypte, qui a été efficacement résumé par M le professeur Yousri Elassar, met en évidence le danger du questionnement sur les principes suprêmes posés à ce propos. Si ces principes sont à comprendre comme des valeurs et ils sont pourtant à peu près comme des principes auxquels M. le professeur Elassar se réfère en les indiquant comme supraconstitutionnels, alors nous pouvons parler de la possibilité de voir, à travers le processus de transition, une transformation de la mobilisation à la participation, qualifiable dans le cadre d’une médiation juridique qu’on peut référer au constitutionnalisme. Ainsi cette transformation demandera d’aboutir, avant tout, à un cadre d’une prévision certaine des droits à reconnaître à tout et à chacun, d’une façon égale et proportionnée. Elle demandera aussi d’aboutir au choix de l'exercice du pouvoir selon des règles de distribution qui permettent à tout individu, indépendamment de son état personnel, social ou confessionnel, la participation à l’exercice de la politique. Également il sera accordé à chaque regroupement, qui accepte les règles juridiques fondamentales de la communauté sans en abuser pour supprimer ses principes juridiques de base. Les valeurs politiques, morales et sociales de base comme la liberté, la justice sociale, l’égalité, la solidarité, la communauté et le respect de toutes les manifestations de l’individu et autres valeurs morales présentent en effet plusieurs caractéristiques, orientées tant à l'intérieur qu’à l'extérieur des communautés. Elles peuvent devenir une base pour le dialogue et pour leur épanouissement dans d’autres communautés à conditions qu’elles soient exprimées distinctement dans un cadre juridique sûr pour toutes les normes et aussi pour leur interprétation. L'exemple de la banque islamique, qui montre l’importance de la communauté, de la solidarité et de la justice entre la communauté, avec tout l'intérêt qui cette institution suscite dans la doctrine, peut bien être considérée comme la base pour un dialogue transnational, à condition que nous nous appuyons solidement sur des bases juridiques sûres, qui seules peuvent encourager les particuliers à soutenir ces principes vis-à-vis du législateur. Mais la nécessité de partir de cet exemple pour soutenir la supra-constitutionnalité des valeurs éthiques, aux fins de leur considération comme patrimoine de toute l’humanité, porte à considérer aussi la question, de savoir si les concepts formels, soit en droit constitutionnel, soit dans le domaine la politique et la société, peuvent être suffisants pour considérer la question de la transition constitutionnelle. En effet, les observateurs des questions géopolitiques ont essayé de classifier “Les frères musulmans” comme un parti semblable à la “Democrazia Cristiana” (... c’est à dire le parti qui a gouverné en Italie pour environs 40 ans, tout en gérant la stabilisation Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 348 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité démocratique et la transition, voir Limes 2/2012, p. 199-200). À ce propos, ils se réfèrent à l’opinion des mêmes activistes politiques de la côte méridionale de la Méditerranée, tel que Rasid al-Gannusi, leader du mouvement tunisien de Enhanda, selon lequel il n’y a pas de contradiction entre sharia et démocratie. Sa conception de la démocratie est le gouvernement du peuple pour le peuple à travers des représentants. À ce propos la Sharia n’as pas le caractère des règles établies une fois pour toute, parce que dans le système islamique la religion interagit avec les académiciens et les intellectuels pour appliquer ses règles dans la politique, l'économie et la religion. Selon la même opinion, l’islamisme est comparable au concept de social-démocratie, car son but est d’introduire la justice sociale dans le système économique, pour créer un système de développement alternatif (ibidem). 6. Valeurs et normativité. Mais nous nous demandons, où est ce qu’il faut trouver la garantie de l'adaptation correcte des mêmes valeurs si non dans la normativité de la constitution? C’est pourtant la question des valeurs, avec sa propre connotation constitutionnelle, qui doit se poser sur l’idée d’une Constitution où la base normative modale est la norme constitutionnelle même. En effet les constitutions, approuvées antérieurement, s’appuyaient sur des “pactes”, des “compromis” à caractère soit interne qu’extérieur. À l'intérieur, il s’agissait de pactes entre le titulaire du pouvoir et les groupes qui le soutenaient, permettant une distribution des richesses et des influences en faveur des participants au pacte, et excluaient les autres. La dimension extérieure se fondait sur un pacte entre les forces au pouvoir et les puissances qui le maintenaient, tout en se garantissant une position privilégiée par rapport à l’activité politique de ce pays, et à l’accès aux richesses. En effet dans l’Etat autoritaire, les arbitres du pacte étaient les mêmes forces que celles qui détenaient le pouvoir, en conséquence cela permettait soit une sérieuse corruption, soit de profondes collusions entre groupes. Les transformations constitutionnelles, si appuyées sur des pactes plutôt que sur la force normative de la Constitution, pourrons porter vers de grands changements au fur et à mesure que les pactes changeront. D’ici découlent des conclusions: 1) L'adoption de seules trames constitutionnelles générales pourra mettre en danger chaque acquis de la transformation. En effet, tant la Constitution de Weimar du 1918 - et les autres constitutions rationalisées de l‘avant-guerre- que la Constitution italienne de 1947 montreront les dangers, ou bien les ambiguïtés d’une Constitution fondée que sur un pacte. Sans vouloir ici allonger notre exposé, rappelons-nous seulement les changements qui ont eu lieu dans le rôle constitutionnel du Président de la République en Italie, sans aucun changement dans la Constitution formelle (voire à ce propos Arcidiacono, 2012). Et nous voudrions aussi Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 349 ajouter ici, que si la constitution s'appuie sur la culture d’un pacte constitué, introduisant la “question de constitutionnalité”; elle ne servira pas tellement, parce que la question même ne permettra pas de contrôler la correcte application de toutes les normes constitutionnelles, ni l'implémentation de la même constitution en tant que système. L'expérience italienne de cette institution, à partir de 1956 montre tout son potentiel dans la protection des droits, mais aussi toutes ses limitations, car il est difficile de contrôler les choix positifs et négatifs du législateur, mais aussi dans des cas spécifiques, sa complexité. La diffusion de ce recours pour la protection des droits, dernièrement introduit en France et aussi au Maroc, montre son utilité, mais il faut dans le même temps aussi souligner ses limitations ontologiques; 2) L’utilisation d’une approche à la constitution à partir d’un pacte politique supra-constitutionnel, pourra donc mettre en jeux l'implémentation d’autres valeurs supra-constitutionnelles comme les valeurs suprêmes de justice, égalité, respect des droits fondamentaux, respect des valeurs de la communauté, et enfin des bonnes mœurs comme l'honnêteté dans l’action publique. Il faudrait pourtant tenir bien compte de la normativité du droit, en tant que valeur qui permettra l'implémentation correcte des valeurs de base de la communauté; 3) Les constitutions de l’Europe centrale et centre oriental, qui ont caractérisées l'accomplissement des transitions à partir de 1989, ont bien soulignées l’importance de la normativité et des droits. La Constitution polonaise de 1997 peut être, à ce propos, considérée comme une Constitution intéressante du fait qu’elle a permis de consolider une transformation démocratique en étant la base d’un développement significatif du pays, et “dernier point mais non des moindres” parce que la Constitution polonaise donne une grande importance aux valeurs. De toute façon, tout en reprenant les réflexions des différents rapporteurs de la côte méridionale de la Méditerranée, la grande attention montrée aux solutions formelles, s’ouvre aussi d’une façon signifiante à la question de la garantie de la normativité. C’est de cette préoccupation que dérivent, dans les présentations des achèvements des processus constituantes, les doutes sur la partialité des reformes entreprises, la difficulté à penser à comment déraciner les mauvaises pratiques qui viennent du passé, et aussi les problèmes à concevoir les perspectives qui puissent dériver de l'implémentation des nouvelles Constitutions. Pour cela cette question a une portée générale et finalement permettra de considérer la portée des solutions constitutionnelles conçues d’une façon formelle, indépendamment des politiques poursuivies. Cette tendance à développer des Constitutions que j’appelle hyperrationalisée a été initiée par la Loi Fondamentale allemande de 1949 et Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 350 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité ceci pour empêcher que la normativité de la Constitution soit garantie qu’à travers un pacte politique fondamental. Cette façon d’approcher la Constitution s’accompagne par une technique normative spécifique, soit à propos de la formulation plutôt détaillée des normes constitutionnelles, soit quant aux garanties du respect des différentes parties de la Constitution. Il faut noter, que même les Constitutions présentent une tendance à s’étendre et à se développer. Il faut dire, que dans le cas où les conditions politiques n’ont pas permis le développement des politiques conditionnant le contrôle à travers le droit du rôle des groupes et surtout des élites, il y a eu de certaines régressions démocratiques comme dans le cas de la Russie. La question qui mérite ici une réflexion critique est la question de l’histoire, nous trouvons que des développements constitutionnels qui posent des doutes par rapport à une meilleure réalisation des paradigmes du constitutionnalisme, peuvent coexister avec des manifestations de masse en sa faveur: ici il faut tenir compte de la fonction de mobilisation de la Constitution, des rôles des groupes à ce propos, mais aussi des transformations, même avec le soutien de la masse, peuvent aboutir à des médiations juridiques qui diffèrent qualitativement du constitutionnalisme. 7. Interdépendance, solidarité à l'intérieur d’une communauté, droit. L'importance de ce colloque est cruciale, parce qu’il considère la question de la transition d’une façon assez générale. En effet, du point de vue scientifique, je trouve qu’il existe une profonde continuité avec le colloque, concernant la transformation des Constitutions, organisé également par notre collègue et ami Prof. Kaboglu avec l’Association Internationale de droit constitutionnel. La question considérée dans le colloque sur la transformation des Constitutions regardait comment les Constitutions peuvent changer et vers quelle direction elles tendent à se diriger. La question considérée dans ce colloque concerne la transition, donc où les Constitutions doivent s’orienter et si elles peuvent nous porter aux résultats que nous espérons. Les problèmes des Constitutions de la rive méridionale, de la rive orientale et de la rive septentrionale de la Méditerranée semblent différents: la rive méridionale essaye de se libérer du joug d’une domination, préférablement sans devoir se soumettre à une autre. La rive orientale, notamment la Turquie, essaye de trouver une forme constitutionnelle qui puisse garder les droits et développements sans une excessive rupture avec son passé. La rive nord de la Méditerranée, notamment l’Union européenne, doit se confronter avec son acquis et choisir soit de le consolider réellement soit de glisser complètement dans une gouvernance dominée par les intérêts des Etats. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 351 Paradoxalement, à notre avis, le problème est commun et il est lié à la solidarité. En effet, nous vivons dans un monde caractérisé par des interdépendances. Le développement de chaque individu, de chaque communauté, de chaque société étatique ou régionale prend place dans un contexte d'interdépendances. 7.1. Solidarité et interdépendances entre individus dans la même communauté. Nous avons avant tout des interdépendances parmi les individus dans les mêmes communautés. Autant la morale que le droit s’occupent, chacun dans son domaine, de régler ces interdépendances. Tant l’histoire de la religion, que des cultures et du droit de la côte septentrionale, orientale et méridionale de la Méditerranée, dans lesquels tout observateur attentif trouvera une grande unité de fond, montre de grands exemples liés à la question des différents aspects de la solidarité par rapport aux interdépendances entre individus dans une même communauté. L’obligation de la Umma de prendre soin des pauvres est sans doute un exemple qu’il faut admirer et suivre dans les différentes cultures. Aussi en Europe, malgré les différentes controverses, la valeur de la solidarité a inspiré des mouvements de nature morale, par exemple, dans le Moyen Âge, autour de “Meister Eckhart” pour lequel il est traité de la tentative de réaliser une société de l’être plutôt que celle de l’avoir (Fromm). La solidarité a été aperçue dans le cadre de la pensée socialiste que chrétienne qui ont inspiré les réformes constitutionnelles à partir au moins de 1848. Dans le cadre de l'évolution des Constitutions à des Constitutions hyperrationalisées, les interdépendances entre les individus de la même communauté ont été bien réglé à travers des constructions de droits comme celui de l’égale dignité sociale de tous les citoyens” dans la Constitution italienne de 1948, mais aussi par la construction des droits fondamentaux dans la Loi Fondamentale allemande: parmi eux, nous voudrions souligner le droit de la personne “au développement de sa propre personnalité”. Toutefois, la portée dynamique de ces constructions a trouvé des limites démesurées quant à son application par rapport aux étrangers, et cela s’est présenté d’une façon évidente en refusant aux travailleurs étrangers la citoyenneté allemande: le cas des turcs est éclatant à cet égard. Pareillement en Italie, le traitement des étrangers migrants a souvent démontré l’incapacité des pouvoirs à affronter la question de leur accueil tout en respectant les droits de la personne et cela pas seulement dans le cas de l'émergence: en effet à s’opposer à l'intolérance généralisée il n’est resté souvent que les seules forces morales. La théorie de la citoyenneté inclusive et exclusive du professeur Massimo La Torre, pose justement l’accent sur la construction de la citoyenneté, comme en institut juridique qui semble fonder les mêmes droits. Il objecte à la construction italienne et à la construction allemande de la citoyenneté d’être “excluantes”. De tout Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 352 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité évidence l’argumentation suivie, par l’auteur cité, utilise plusieurs concepts qui dérivent du droit civil, mais elle considère plusieurs questions de nature constitutionnelle. En France, notamment, l’évaluation de la citoyenneté comme “incluante” ne tient pas compte du fait, que le déficit juridictionnel des droits ne permet pas de contrôler la question du respect de l’ordre public intérieur par rapport à la reconnaissance de plusieurs institutions juridiques “importés” par les étrangers. 7.2. Solidarité et interdépendance entre groupes dans la même communauté étatique. La solution “intégrationniste” que nous venons de critiquer par rapport aux étrangers en France présente des éléments problématiques, qui toutefois, ne trouvent pas une solution à travers le communautarisme, comme pratiqué en Angleterre par une plus ample reconnaissance de la question du statut personnel et de l’identité culturelle. En effet, elle n’aboutit pas à l'intégration, mais elle conduit à “exclure”. Quand nous observons la côte orientale et méridionale de la Méditerranée, nous trouvons aussi une situation de crise générée par la domination de certains groupes sur d’autres, qui peuvent être motivée par des motivations ethniques, religieuses ou bien par le pouvoir politique. Ces conflits ont été affrontés parfois avec une intégration extrême, c’est-à-dire en imposant l’impossibilité de manifester des identités communautaires et ethniques de groupe au niveau du discours politique dans le cas de la Turquie. Cette approche fonctionne à travers la tendance à une grande tendance au conflit dans la société, qui ont porté à plusieurs violations des droits de l’Homme et ont été la raison d’être soit des groupes divisés dans la société et avec une position institutionnelle qui leur est propre comme l’armée, soit des “groupes” souvent composé par une moitié en provenance de la criminalité organisée et l’autre d’escouades violentes. Dans les autres cas, les conflits entre groupes religieux, sociaux, ethniques ont toujours été affrontés dans un cadre de domination, d’hégémonie et de persécution qui s’est accompagnés par des gestions particulières du pouvoir économique et politique, mas aussi par le rôle institutionnel des groupes séparés comme l’armée. Tout en considérant les questions posées, nous voyons, même dans les différences, deux difficultés fondamentales pour la solidarité à l'intérieur d’un État: a) la difficulté des Etats à considérer avec des critères d’égalité les différentes manifestations existentielles des individus qui présentent des éléments qui vont au-delà des critères dominants; l’Etat social n’aide pas à ce propos, parce que il devient un facteur qui unit les sujets de droit “à l'intérieur” de la communauté contre les personnes, (qui sont ou) qui viennent de l’étranger; b) la Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 353 difficulté à faire développer un modèle de médiation juridique qui soit en condition de permettre la coexistence des groupes avec un modèle de bien commun transversal par rapport aux groupes. 7.3. Solidarité et interdépendance entre différent Etats. Comme nous avions déjà souligné, nous avons observé une tendance au développement de constitutions hyper-rationalisés, c’est-à-dire des constitutions où la médiation juridique s'appuie sur le contenu des dispositions constitutionnelles en tant qu’expressions linguistiques, plutôt que sur l’accord politique qui a porté à leur approbation. En effet, cette tendance aurait pu aider les relations entre les Etats en prévoyant des règles, qui concernent les différents domaines relevant des interdépendances entre les communautés étatiques. Mais à ce niveau, on a déjà pu constater des problèmes relevant au sujet de l'interprétation des droits fondamentaux2 dans les processus d'élargissement de l’Union européenne. En tout état de chose, il faut commencer par l’analyse des éléments les plus relevant du processus qui a su le mieux exprimer la transformation conduisant à une “solidarité” réelle de Etats3, (Schuman parlait dans sa déclaration “de solidarité de fait”). Le processus d'intégration européenne est sans doute un processus d'intégration entre les Etats, qui du point de vue technique ne présente pas, à notre avis, des éléments véritablement révolutionnaires (quant à la forme) par rapport aux instruments techniques du droit international déjà connus. En effet tant l’union douanière que le droit de la concurrence ne vont au-delà des principes généraux à travers desquels la clause de la Nation la plus favorisée est appliquée. Ils forment un système qui permet aux droits dérivant de cette clause d’être appliqués de manière égale et “selfexecuting” dans les relations entre les Etats membres, en permettant dans le même temps de garantir d’autres valeurs telle que la nondiscrimination par rapport à la nationalité. Le processus d'intégration européenne s’est aussi initialisé selon le principe d’ouverture, qui originairement dans le plan Schuman était formulé avec l’intention d’offrir au monde entier le développement de la production au monde entier, sans exceptions ou distinctions, afin d’augmenter le standard de vie et assurer la paix, mais avec un intérêt adressé spécifiquement au soutien à l’Afrique. Dans ce sens, le postulat d’une supranationalité des valeurs, qui n’impliquerait pas son élargissement sans fin, mais qui signifie la dérogation à l'extérieur des principes qui ont inspiré le processus d'intégration et notamment le processus de création de l’Union, de son développement et élargissement qui constituent aussi la base de son action extérieure; parmi eux la solidarité. De toute façon, 2 3 P. Policastro, 2005. Schuman parlait, dans son déclaration de la “solidarité de fait”. Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 354 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité tout en considérant qu’il est impossible de penser encore à des systèmes d’aide au niveau international comme base de la solidarité, soit en raison de leur caractère paternaliste, soit en raison de la superficialité par rapport à la responsabilité et à la transparence que ces systèmes ont généralement porté avec eux, nous ne pourrions pas éviter de penser à la nécessité pour les Etats membres de l’Union européenne de développer un système de relations constitutionnelles qui contribue au moins à la stabilité des pays de l’autre côté de la Méditerranée. En effet, les accords d’association Euro-Méditerranéen se réfèrent aux liens mutuels, aux interdépendances, aux objectifs d'intégration mutuelle. Les accords avec la Turquie vont encore plus loin. En effet, l’élaboration complexe de clauses de la nation la plus favorisée avec un degré signifiant d'intégration économique, et dans le cas de la Turquie en allant jusqu'au seuil de l’admission, porte avec soi la nécessité de donner à la bonne foi demandée par la Convention de Vienne, soit dans l’application que dans l'interprétations, une signification bien liée à la portée textuelle et aux intentions d'intégration qui sont manifestées dans les mêmes traités. En effet, la même Cour Internationale de Justice a rappelé l’importance de la bonne foi dans plusieurs situations. À ce propos, on peut se référer à la décision de la Cour concernant le projet Gabcíkovo-Nagymaros. Dans ce litige entre Hongrie et Slovaquie, la Cour a souligné que l’obligation d’appliquer le traité en bonne foi consiste dans l’application d’une façon raisonnable (jugement du 25 septembre 1997). Le Vice-président de la Cour Christophe Weeramantry, tout en manifestant son accord pour la plupart de la décision, a souligné que la question, qui concerne le développement soutenable, a des implications “erga omnes” (envers tous) qui nécessitent qui les obligations liées à ces questions soient interprétées selon la sagesse qui découle des différentes cultures. Bien entendu, l’argumentation peut être transposée à la question des relations entre les pays membres de l’Union européenne et les pays de la Méditerranée méridionale et orientale par rapport à la crise courante. Les rapports présentés par le Maître de conférence Benoit JeanAntoine et le prof. Jean Rossetto pour la France et par le professeur Ángel Rodriguez pour l’Espagne, arrivent à des résultats parallèles, mais concordent au sujet du rapport entre Constitution et stabilité. La France montre que la tentative de s’approprier un modèle de constitution qui appuie sa médiation sur la normativité même apparaît, en effet, plutôt affaibli au niveau des questions de dépense publique. Dans le cas de l’Espagne, le rapporteur a observé que pareillement au processus de transition constitutionnelle qui a abouti à la Constitution de 1978 et à la réforme “succincte” de 1992, aussi dans le cas de la réforme Constitutionnelle espagnole de 2011, qui a introduit à l’article 135 la mention des limites de dépense liées à l'intégration Européenne, l’idée de l'intégration Européenne a joué un rôle important de légitimation, Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 355 mais plutôt “en blanc”, c’est-à-dire, sans être liée à la nécessité des débats. Ces débats, que nous voudrions observer, furent importants en réalité pour manifester une participation sociale à une intégration supranationale, plutôt que de discuter seulement sur les positions critiques. Le défaut de la politique et surtout des valeurs, avant toutes choses la valeur de la solidarité est ici évidente. En effet, la question des sacrifices imposés à la population et les critiques liées à cela apparaissent comme un truisme. Les dangers sont évidents. Le premier Ministre de la Grèce en demandant des délais pour l'ajustement des finances a mis en garde que les phénomènes de mécontentement actuels peuvent mener à des réactions virulentes comme celles que l’Allemagne a vécu au temps de Weimar. Mais est aussi évident la manque d’un projet fondé sur des valeurs, qui pourrait permettre une cohésion au-delà des Constitutions. Ici on voit les difficultés qui dérivent du caractère constitutionnel des droits, lorsqu’ils ne sont pas accompagnés par des activités publiques qui donnent de la “valeur” au droit en les élargissant avec des propositions de coopération aux autres communautés. Dans ce sens la création de compétences réunies au niveau de l’Union semble un paradigme intéressant. Et surtout dans le cas d’un transfert de compétences dans le domaine de la monnaie et des finances publiques, nous trouvons un domaine qui potentiellement peut aboutir à définir juridiquement la “mesure de la valeur” produit, dans un contexte d'interdépendances. Or les rapports des pays de “la rive droite” montrent que la normativité de la Constitution s’affaiblit lorsqu’il s’agit de décider de définir le bien commun dans un cadre commun lié à un contexte d'interdépendances. En effet, le “Traité sur la stabilité, la coordination et la gouvernance (TSCG)” qui unit la création d’un mécanisme permanent de stabilité de mesure fiscales, signé à Bruxelles le 2 mars 2012 permet une coordination plus étroite et juridiquement plus contraignante des politiques économiques entre les pays de l’Union européenne, et avant tout, qui ont comme devise l’Euro. Le Traité, tout en permettant une possibilité d’interventions directe pour le soutien des Etats, ne prévoit pas une sélection des activités économiques à poursuivre permettant d’échapper aux crises économiques, comme celle de 2008, ou d’une façon de garder à l’Etat social, qui peut être considéré comme lié soit à la dilapidation des ressources publiques soit à une économie de dissipation en tant que telle. En effet, même la décision de la Cour Fédérale d’Allemagne sur le “Traité” n’a spécifié que des conditions formelles et le niveau des sommes qui peuvent être payées par l’Allemagne sans la nécessité d’obtenir l’autorisation du Parlement ou l’interdiction pour la Banque Centrale Européenne de financer les crédits du mécanisme de stabilité. Pour conclure cette analyse, nous avons trouvé que les constitutions ont bien montré un déficit de prévision concernant Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 356 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité l'interdépendance et donc de prévisions en matière de solidarité “de fait”. Au niveau de l'intégration européenne, ces difficultés restent encore sur les tentatives de développer des mécanismes de stabilisation. Autrement dit, les mécanismes de nature institutionnelle apparaissent limités par rapport aux valeurs. Ils peuvent uniquement constituer des bases formelles desquelles on ne pourra renoncer pour l'implémentation des valeurs, mais à condition que les valeurs même soient portées par la société à travers des mécanismes de nature institutionnelle adéquats et de garanties pertinentes. 8. Les trois piliers d’une nouvelle supranationalité. Après ces réflexions nous pouvons conclure, qu’affronter la question des interdépendances nécessite des valeurs. Mais réclame aussi un ensemble de garanties institutionnelles et relatives aux libertés, qui permettront aux valeurs de pouvoir être véhiculées. C’est en cela que la fonction de garantie primaire qu’on reconnait à l’Etat de droit, soit dans l'expérience étatique en tant que telle soit relative à l'expérience de l’un des Etats conjointement aux autres, au sein des Traités que nous pourrions appeler “d'intégration”. Pour cela, les expériences de l’Etat de droit et des organisations d'intégrations, fondées sur le même principe, deviennent propédeutiques, mais elles ne sont pas suffisantes pour garantir un épanouissement des valeurs au-delà des différentes communautés. En ce sens c’est la société civile, qui aura l’obligation d’enrichir, par les valeurs, les interdépendances entre personnes et groupes. Sur la base de cette considération, on pourra développer une théorie des obligations constitutionnelles tout à fait consistante avec les obligations de protection de l’Etat de droit, mais qui permettra d’aller au-delà des contraintes de la conception formelle du droit. 8.1. La protection de la biosphère en tant que valeur constitutionnelle à caractère supranational. Les valeurs, que la société civile aura l’obligation de faire épanouir au-delà des groupes et des sociétés sont liées soit à l’importance de la personne humaine et à la protection des manifestations de son existence qui ont pour but les développements de la connivence humaine. Pour cela, il faudrait tenir compte également du fait que la vie en commun pour l’humanité est possible au sein de la biosphère, qu’il faut la sauvegarder et préserver pour toutes les communautés possibles dans le présent et dans le futur. Les obligations des sociétés humaines, qu’il faudra poursuivre en partant des obligations de tous vis-à-vis de la nature et de l’humanité en tant que telle, seront avant tout des choix. Le choix fondamental est, à notre avis, de déterminer quels sont les buts primaires du processus à travers le quel, nous produisons les biens et les services nécessaires à notre existence par rapport à la nature et aux sociétés humaines. Il s’agit d’un choix fondamental du processus économique dissipateur, indifférent, ou Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 357 poursuivant le rééquilibre à travers de la biosphère. Par processus économique dissipateur, nous entendons une circulation qui utilise des ressources énergétiques à outrance, et où la recherche, l’innovation, la production, et par conséquent l'accumulation sont dirigés vers des emplois caractérisés par une haute vitesse de consomption soit pour des buts civils liés à des sociétés fondées sur la consommation de masse, soit pour des buts militaires. Dans ce modèle d’accumulation, il y a là une constante nécessité à se procurer un contrôle tant sur les régions d’où les matières primaires proviennent que sur les débouchés des marchés. La tendance à générer des interdépendances caractérisées par des hégémonies économiques, politiques et culturelles au niveau intérieur pour soutenir le développement des opinions publiques caractérisées par un haut degré de rigidité culturelle. Les salaires distribués dans le processus économique dissipateur sont élevés, mais les bénéfices réels de ces salaires ne touchent qu’une petite fraction du travail employé sur l'échelle globale. D’un autre côté, l’instabilité politique et économique qui caractérise ce macro-domaine de l’économie mondiale est assez haute. La guerre devient souvent le moyen de se garantir l'accès aux matières premières et des débouchés pour la production civile et militaire. L’emploi des armements dans des conflits génère des dommages naturels, humains, moraux et matériaux qui sont généralement beaucoup plus grands en magnitude et durables dans le temps, que les bénéfices économiques générés par les salaires distribués. Aussi l’élargissement à l’échelle mondiale du macro-domaine dissipateur est, a notre avis, la cause principale du changement de la distribution des revenus à l'échelle globale qui a permis la concentration de la plus grande partie du revenu mondial dans une section assez petite de la population mondiale; la seule à pouvoir bénéficier de ce macrodomaine dissipateur, tout en déployant une influence systémique pour le garder. En effet, selon le FMI, en 2011 la partie la plus riche de la population mondiale recevait environs 14% de la richesse globale, tandis que 20% des plus pauvres ne recevaient que 1% 4. Cette mesure montre le manque d’efficience de ce type de circulation, qui est lié aussi à un autre phénomène qui est appelé la surconsommation. Ce type de circulation de toute façon est aussi lié à une citoyenneté conflictuelle visant à imposer la logique de certains groupes sur les autres. En lien avec cela, il y a une circulation qui se concentre sur des applications civiles des technologies, cependant liés au consumérisme. La vie en fonction de la consommation permet de développer des habitudes qui à la fin oublieront la réalité au-delà de chacun, tout en développant une citoyenneté passive dédiée à la possession des biens. Le 4 http://www.imf.org/external/pubs/ft/survey/so/2011/new091211a.htm Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 358 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité maintien ou l’augmentation du standard de vie en terme de consommation, souvent des gadgets comme des bien électroniques, des ressources web. Ce nouvel mode de vie est motivé par la consommation et elle devient souvent la motivation fondamentale pour les choix politiques des personnes liées à ce modèle de circulation, qu’on pourra pourtant définir, par rapport au manque de valeurs de citoyenneté consciente de l'interdépendance, comme “indifférente” Il y a, à notre avis, aussi une troisième typologie de circulation économique qui est dirigée à poursuivre l'équilibre entre les personnes, les communautés et la biosphère. Ce type de circulation pourrait être considéré comme tourné vers des choix primaires, qui mettent en son centre les interdépendances, les personnes, les communautés et la biosphère. Ces choix sont fondés sur la conscience du caractère transnational des actions humaines, qui dérive du fait, que nous vivons dans des interdépendances tout à fait naturelles: les actions de chaque collectivité et les actions de chaque particulier influencent aussi les autres collectivités et les autres particuliers et cela au-delà des confins du temps et de l’espace. Les actions de dissipation des ressources énergétiques, des matières premières, des ressources environnementales et de la biosphère ainsi que les actions dirigées au soutien de hostilités individuelles et de groupe, spécialement s’il s’agit des actions armées, influencent tant les générations présentes que les futures. Pour cela une citoyenneté bien équilibrée devra être fondée sur une conscience et une volonté générale qui seront orientées vers le bien de tous. Cette citoyenneté doit perpétuer le dialogue, la mutuelle reconnaissance, le développement, le respect pour la biosphère, les générations futures et la liberté mais surtout la paix. Pour cela elle pourrait être réalisée à travers une application raisonnable des valeurs garanties, tant parmi des garanties juridiques réelles qu’au niveaux national voir au-delà des Etats. C’est ainsi que les activités, des particuliers et des groupes, deviennent supranationales. Dans ce choix fondamental, la citoyenneté devrait ainsi être capable de manifester aussi des dispositions à se gouverner et de développer des actions, qui pourront être réalisées par une coordination des différentes instances politiques. Nous avons déjà souligné que dans la Méditerranée du Sud et dans le Moyen Orient, le défaut de solidarité s’accompagne par une tentative constante d'hégémonie extérieure pour le contrôle des ressources énergétiques5. Pour cela une constitution fondée sur une tentative d’assurer une prédominance de certains groupes sur d’autres ne sera que 5 P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional interdependences through society-based supranationality as a path for the European and Mediterranean transformation, 2012, à venir. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 359 le reflet intérieur d’une tentative d’acquérir l'hégémonie en provenance de l'extérieur. 8.2. Les autres choix comme des choix d’action qui concernent le rôle de la citoyenneté. Si la citoyenneté doit, quant à elle, devenir l’objet d’un discours abstrait sur sa relation avec le pouvoir, et par conséquent, qu’elle soit soumise aux choix finaux des gouvernants jusqu’à aboutir à une représentation fondée sur une participation de consensus et sur une participation qui s’articule, dans le même temps, à travers de véritables propositions d’action. Le simple consensus sera présent là où la méthode majoritaire sera utilisée en l’absence d’une véritable confrontation des propositions d’action; c’est-à-dire qu’elle est liée à l'exercice des activités publiques. Les rapporteurs turcs, tant dans leurs interventions que dans les débats et le dialogue qui s’en sont suivis tout au long de ce colloque, ont mis en garde les participants sur le danger d’une participation à la vie politique faite de simple consensus et de mécanisme majoritaire. C’est-à-dire, une participation s’appuyant sur des concepts métaphysiques déracinés de la réalité sans référence à des actions pratiques liées à des valeurs morales et politiques ainsi que s’appuyant raisonnablement sur la protection juridique des droits de la personne, mais également sur la transparence et l’équilibre entre les institutions ainsi que la coexistence pacifique des groupes. Nous voudrions aussi souligner les questions concernant si et la mesuredans laquelle les valeurs doivent être importées dans la constitution. Le problème véritable est, pour le droit, de savoir quelles valeurs et dans quelle mesure leur protection juridique va être garantie. La discussion morale sur l’acceptation d’un recours ample et différentié aux valeurs en voie de devenir un principe, mais sans de véritables garanties juridiques appréciables; cette approche déborde, également, sur l’admissibilité de cette approche aussi sur le plan politique. Pour cela nous croyons, que le choix de valeurs doit être correctement lié à l’action et à la raison pratique. Nous nous demanderons donc si des activités adressées à rétablir l'équilibre avec la nature, comme la “Grande Muraille Verte”, qui par une initiative de l’Union africaine, a pris en charge de supporter la plantation d’une bande de 15 kilomètres d’arbres de Dakar à Djibouti, ne seront pas des opportunités pour reverdir aussi les valeurs de la paix, de la solidarité et de la citoyenneté. En effet, le noyau fondamental de la citoyenneté est lié à la recherche de l’application, toute a fait volontaire, de valeurs qui permet une amélioration du niveau de la coexistence. L’histoire de la citoyenneté moderne, pourra donner des exemples qui sont surement positifs, et qui se réfèrent aux grandes cultures mondiales. Il faut toutefois surpasser les tendances qui ont mené à affirmer un modèle de citoyenneté fermé. Et pour cela, la contribution volontaire à l'assainissement des régions qui ont été désertifiées où polluées par Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 360 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité l’avidité, apparaisse comme un bon remède pour agir sans détruire et pour espérer sans désespérer. Et surtout si la société saura profiter de cette occasion pour développer des initiatives conjointes pour permettre aux villes et aux villages intéressés de développer, à partir de la valorisation de leur capital humain des services publics de base, comme la production d'énergie électrique, la cuisine solaire, l’épuration de l’eau et tant d’autres. Le fait que les expériences isolément menées pourront paraitre modestes, à une échelle comparable à celles réalisées à partir de la formation du “Barefoot College”, qui utilise les capacités locales sans une instruction spécialisée de base, ne signifiera rien. Ils se seront produits, à partir des initiatives locales, des véritables réseaux locaux, des entreprises locales, qui sont la base de chaque véritable démocratie. L’activité de parcellisation, qui accompagne le reboisement, est lié aussi à l’agriculture locale. Au moment où l’Etat social montre toute la faiblesse, c’est le moment, durant lequel, des initiatives sociales de citoyennetés actives de base émergent. En effet les colloques, tout en pointant les difficultés de la solidarité économique des pays de la côte septentrionale de la Méditerranée, montrent aussi que l’une des voies pour s’extirper du mirage du bien être peut être cette alternative d’une vie digne mais simple avec un activisme social ouvert aux interdépendances. 9. La Turquie: la recherche, à travers les autres, de sa propre identité d’équilibre. Le rôle de la Turquie dans le colloque a été celui d’un point de référence complexe. Avant tout pour ce qui concerne le rôle que la culture constitutionnelle et politique turque a joué dans ces complexes transformations. Secondement, en ce que la Turquie se fait la synthèse de plusieurs difficultés qui concernent aussi les autres pays de la côte méridionale de la Méditerranée. Troisièmement la Turquie, représente avec ses élans et sa complexité, la métaphore soit de l’importance du droit en tant que valeur, soit la difficulté à faire affirmer le droit seul en tant que mécanisme de médiation formelle, sans valeurs pratiques. Est egalement prise en compte l’Union européenne, qui cherche dans la Turquie une référence pour une démocratisation, mais fait des appels sur la question des droits de l’homme et des différentes valeurs indispensables à l'épanouissement de l’être humain. Une troisième référence sera la Russie, avec laquelle la Turquie est appelée à se confronter soit comme sujet capable de générer un développement économique, soit comme un véritable élément de stabilité. 9.1. Identité constitutionnelle et transformation. Concernant le rapport entre l'identité constitutionnelle turque et les transformations, on trouve que la Turquie a besoin surtout d’un droit constitutionnel raisonnable. On retrouve ce besoin pas seulement par le consensus sur la nécessité de dépasser la Constitution du 1982, mais aussi sur la base de Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 361 la nécessité qui fut signalée au sein des institutions de tempérer le principe majoritaire; et cela pour des raisons de réalisme politique, car le parti de majorité relative, l’AK, n’a pas le nombre suffisant de soutien pour modifier la Constitution selon les procédures prévues par la constitution en vigueur. De toute façon, un rôle signifiant du parlement dans le processus de transformation du modèle constitutionnel même fondé sur une séparation des pouvoirs qui est relativement concentrée (avec une vieille terminologie on pourrait dire “rationalisée”) par exemple, à travers une seule chambre parlementaire, est aussi un barrage pour l‘admission au Parlement. Ce choix de représentation réduite influence aussi le processus constituant. En effet, la Commission de Réconciliation Nationale tient compte de ce modèle de représentation en étant composée que par des représentants des parties composants l’Assemblée nationale. La critique qu’on pourra faire à ce propos est simple. On pourrait en effet dire qu’une Constitution doit être la Constitution de tout un peuple, et qu’un processus de transformation constitutionnel profond à travers le recours au pouvoir constituant, est différent de l'exercice du pouvoir législatif. Et cela s’appliquera même dans le cas, où les élections parlementaires, ont comme but déclaré de réviser la Constitution. Mais en effet, cette considération de principe ne tient pas compte de la structure de la société ni de la structure des mouvements sociaux et politiques dans la société. En effet, la création d’un constituant élu proportionnellement sans barrages, nécessite une structure politique de base et un principe d’organisation, qui permet la “réduction de la complexité”. Par exemple, le constituant italien, les élections de 1946 ont vu la participation de plus de 50 parties aux élections. La représentation, qui été fondé sur 556 députés, était concentrée sur 4-5 forces. Toutefois, à l'intérieur de la Constituante, la mission d'élaborer et de proposer le projet de la Constitution a été assignée à une Commission pour la Constitution formée par 75 membres du constituant choisis parmi les représentants de tous les groupements politiques au sein de la Constituante. Mais au sein même de la Commission, il fut formé un comité de 18 rédacteurs qui a opéré d’une façon non formalisée, sans prendre note de ses travaux, permettant de garantir une grande efficacité de ses travaux; pourtant la question du dilemme sur le caractère discrétionnaire des travaux montre, en effet, que l’un des deux piliers du gouvernement, n’est pas seulement le gouvernement à travers le droit et limité par le droit (iurisdictio, selon la conception médiévale de Bracton, présentée aux modernes par MacIlwain), mais aussi le gouvernement discrétionnaire (gubernaculum). En effet, au début de cette même Convention de Philadelphia de 1787, il fut convenu que les travaux auraientt lieu secrètement. En effet la discussion publique peut conduire à exacerber les différentes positions politiques. De toute façon la Commission de Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 362 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité réconciliation nationale turque, se positionne d’une façon différente par rapport aux plusieurs expériences précédentes et parmi elles les transformations constitutionnelles de la fin des années ’80 du dernier siècle. En effet, la question en Turquie ne se posait pas en termes de rupture entre l’ordre politique, économique et sociale, mais elle était considérée comme un ensemble. Le principe de distribution des influences sur la politique semblait difficile à changer avec un petit nombre de partis au pouvoir, qui avaient en plus déjà déclaré leurs positions sur la constitution; le principe de distribution des influences sur l’économie, aussi lié aux accords entre les forces au pouvoir et les élites économiques et à un soutien social lié au fait, que la Turquie arrive profiter de sa position stratégique du point de vue tant commerciale qu'énergétique. Donc la question se pose d’une perspective sociale: changer la Constitution semble lier à garantir une identité politique et sociale dans une structure complexe composée d’un côté d’identités sociales non reconnues, une identité unitaire politiquement importante, mais qui a été construite et réalisée à travers le développement de groupes séparés et de mouvements qui ont profité de l’unité sociale artificielle. Une telle unité s’est accompagnée par de la violence et par des violations flagrantes de droit de l’homme. Ces violations sont le symptôme d’une difficulté à affirmer un principe républicain réel. Le respect des droits de l’homme, tant pour l’individu que dans les communautés où l’individualité se développe, semblerait l’institution clé, soit pour une participation définitive de la Turquie à la stabilisation politique, économique et sociale de l’Union européenne, soit comme proposition positive pour la modernisation des politiques sur la côte méridionale de la Méditerranée. 9.2. Liberté et raisons pour une nouvelle constitution. Pour cela, le débat qui est relatif à la transformation de la Constitution en Turquie devient un débat concentré sur des questions comme la tension entre liberté et autorité, entre unité et décentralisation, entre laïcité de l’État et sentiments religieux majoritaires, entre démocratie et pluralisme. Même la bonne volonté montrée par la Commission pour la réconciliation nationale de prendre en compte l’opinion des différents regroupements sociaux, bien mis en évidence par les représentants des partis d’opposition, ne convainc pas le parti AK que la “raison” doit être trouvée à partir de l’opinion de tous, mais plutôt que le caractère d'intégration du processus politique peut être protégé à travers une majorité. L’écho de cette opinion a été accompagné par l’affirmation du professeur Riza Türmen que “la majorité” dans les conditions politiques de la Turquie risque de porter à une dictature. En effet, les conditions de processus constituent, où la liberté d’opinion est fortement limitée par le droit pénal en vigueur ou par la loi anti-terrorisme, où il n’y a de possibilité réelle pour les personnes de se former une opinion critique Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 363 fondée sur leurs propres évaluations. Pour cela la seule utilisation d’un consensus à partir de la majorité parlementaire, manifesté par un soutien commun exprimé par les valeurs de la religion majoritaire, n’apparaissent pas être suffisantes. N’apparaissent pas suffisants aussi les efforts du parti majoritaire de balancer entre valeurs majoritaires et état de droit, car ce balancement nécessite une ouverture à l’alternance politique, qui s’appuie sur la protection des droits dans un contexte de pluralisme. Aussi concernant la question des valeurs, leur protection réelle met en jeu les structures de l’Etat constitutionnel de droit. En effet, chaque personne est une valeur immense que le droit doit protéger, aussi selon les équilibres et les convenances du moment, le développement du pluralisme ne pourra provenir que de l'héritage de l’Etat laïque, car il a permis, en Turquie le développement d’une structure constitutionnelle qui a permis d’envisager le concept du respect de la personne au-delà des différentes préférences politiques. Le fait, qu’encore la Turquie est le pays qui dans les jugements de la Cour européenne des droits de l’homme reçoit la majorité de condamnations - en le 2011 il y avait 159 cas concernant la Turquie où au moins une violation de la Convention était déclarée, contre 121 dans le cas de la Russie et 105 dans le cas de l'Ukraine – montre que la question du respect des droits de l’homme a un caractère tout à fait préalable. La bonne capacité du parti de majorité relative, ou mieux de son leader, de gérer la complexe situation ne change pas les priorités; surtout au moment où l’inclusion des valeurs majoritaires dans le processus du gouvernement devient importante pour tous les Pays de la Méditerranée, il faut tenir compte, du fait que la responsabilité de la Turquie est aussi de proposer des solutions institutionnelles qui permettent le respect des droits de l’homme: le développement d’un Etat constitutionnel à travers une laïcité incluante pourra permettre au débat sur les valeurs de servir comme facteur de contrôle des violations des droits de l’homme et non le contraire. Pour cela, il faut tenir compte de la valeur importante de la consultation avec les associations qui s’occupent des droits de l’homme. En effet, dans une société où la religion majoritaire ne s'appuie pas sur une structure institutionnelle hiérarchique, comme dans le cas de l’Islam, la responsabilité de l’individu et donc des associations de la société civile doit bien être considérée comme la manifestation primordiale de la “contrafactualité” des valeurs et de leur rôle de contrôle. Même dans les sociétés où les valeurs religieuses majoritaires sont manifestées par une organisation hiérarchiquement structurée, comme l’Eglise catholique, l’histoire des droits de l’homme montre l’importance des mouvements civils menés pour garantir les droits aux exclus. Dans le cas de la Turquie, la structure des violations des droits de l’homme montre une nécessité de réformer profondément l’administration et les relations entre les pouvoirs. Aussi la question de Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 364 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité l'accès à la procédure et du langage des institutions auront un rôle fondamental ainsi que la question de l’abus des droits. Ici, sans un débat public avec les groupes qui peuvent montrer et souligner les violations des droits de l’homme, les simples déclarations en faveur des droits même n'auront ni valeur morale ni juridique. 9.3. Valeurs et transformation. La question des valeurs quand bien même elle ne pourra se limiter à la dénonciation des situations des fait existants, mais doit bien se calquer sur les causes et se rapporter aux propositions. Les causes ne peuvent pas être considérées sans tenir compte de toute la complexité des relations économiques, politiques, sociales. Comme j’ai eu déjà l’occasion de souligner (Constitution and conflict... 2012 à venir) l’instabilité politique qui caractérise les pays qui se trouvent du coté méridional et sur la côte orientale de la Méditerranée dérivent du fait, que les relations de pouvoir intérieur sont souvent liées fortement au système des relations internationales, qui sont intéressées au contrôle de l'énergie et des marchés, dans le contexte d’une économie dissipatrice. La Turquie, en raison de sa forte dépendance de la circulation dissipatrice même si elle arrive dans le court terme à en bénéficier, ne peut pas empêcher par cette approche l’augmentation de l’instabilité de la région avec une chute réelle de la crédibilité de son modèle par rapport aux attentes internationales; à côté des fautes dans le respect des droits de l’homme, elle est la deuxième raison qui empêche la Turquie de devenir un véritable facteur de stabilisation dans la région. 9.3.1. La nécessité de dépasser les institutions d’une économie dissipatrice: l'insuffisance d’une circulation économique indifférente. Comme nous avons vue, outre que la circulation dissipatrice, il existe aussi deux autres types de circulation économique: la circulation indifférente et la circulation de rééquilibre. La circulation indifférente dérive du fait que le développement des technologies est souvent lié soit à la filière militaire, soit en compatibilité avec elle. Les hautes technologies ont surtout la caractéristique d’être soit dérivée d’un modèle d’accumulation dissipateur, soit en forte association avec lui. La circulation neutre permet en effet d’utiliser le surplus produit dans la circulation dissipatrice. Quant à la chute sociale de la production “indifférente”, même si elle n’est pas orientée vers la filière militaire, coexiste avec la grande urbanisation, la concentration d'entreprise et la dépendance sociale qui caractérisent la circulation dissipatrice. Quant à cette circulation, elle est en effet caractérisée par un modèle de développement fort orienté sur la consomption et donc socialement faible par rapport aux baisses des cycles économiques tant conjoncturels que structurels. En plus ce modèle apparait aussi fortement concentré par rapport à l’innovation, qui a lieu seulement dans certains endroits du monde, où le capital nécessaire au développement de la production de Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 365 masse se concentre. Sans doute, même ce modèle ne permet pas à la Turquie de jouer en véritable rôle de stabilisation ni de dépassement des dépendances dans la Méditerranée. 9.3.2. Droits, supranationalité citoyenne, biosphère et circulation créatrice: pour une Turquie comme modèle. Le débat sur la liberté et l’autorité, qui est l'élément principal, à notre avis, de l’attention tant des rapporteurs turcs que des autres rapporteurs, pourra être rapproché d’une conception des constitutions qui dérive de la conscience des interdépendances qui existent entre balance des libertés, balance des possibilités financières des Etats, balance des opportunités de développement, balance des compatibilité avec la biosphère et le développement des autres, balance de complémentarité entre les valeurs morales pratiques qui fondent les actions des communautés. D’où la nécessité de garder la constitution, à cet égard, comme un élément qui articule les différentes expériences à travers lesquelles la distribution des influences sur la société, sur la politique, sur la production et la répartition des biens et des services est conçue et réalisée. Cette perspective pose aussi un problème d’interactions verticales et horizontales, par exemple entre la vie de la loi morale intérieure conçue par le “soi”, la vie des habitudes culturelles où “institutions”, le droit des gens - droit internationale public, privé et commerciale - qui règlent les relations entre les communautés étatiques, le droit fondamental formel de ces communautés, les différentes branches du droit et enfin les différents droits territoriaux, des Etats d’une fédération, des autonomies, des régions, des différents niveaux du gouvernement local: à travers ces interactions, les éléments distributifs de la constitution prennent leur caractère juridique concret dans les différents ordres juridiques par rapport à l’interaction entre les différents niveaux des normes. C’est en cela que l'élément transnational naturel aux actions humaines ne pourra pas être exclu de la description des rapports de droit constitutionnel substantiellement compris. Pour cela aussi que les propositions asystémiques de politique constitutionnelle ne pourront pas être mises de côté. Pour cela également qu’il faudrait penser une constitution balancée, tant à l'intérieur qu’à l'extérieur sans oublier la biosphère, pour soutenir de nouveaux projets de supranationalité fondés par l’action créatrice des individus, des sociétés, des associations et des institution ayant la possibilité de poursuivre des activités tournés vers le développement d’une nouvelle supranationalité, fondée sur des valeurs pratiquement compatibles en tant qu'adressées à une circulation économique vertueuse, car dirigée à rééquilibrer les communautés humaines tant entre elles qu’entre elles et la biosphère. Dans cette perspective il Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 366 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité convient de garder à la supranationalité les valeurs, en tant que responsabilité confiée à chacun, une valeur, qui est fondatrice d’une nouvelle citoyenneté. Cette citoyenneté, qui peut se fonder sur plusieurs activités comme: les activités des communautés dirigées pratiquement vers les autres et soi-même, par exemple la reconstruction de la biosphère à travers le reboisement; les activités républicaines dirigées à soulever les sociétés centrales des coûts de certains services, comme le développement de ses propres réseaux de services proportionnellement à ses possibilités (à partir des expériences rurales du Barefoot College jusqu’aux complexes corporations “Stadtwerke” d’Allemagne); les activités d’agriculture en économie et en symbiose avec la nature, qui réduisent sensiblement l'empreinte carbone et la dépendance alimentaire favorisent l'activisme local; à coté de ses activités on peut ajouter que le “commerce équitable” entre communautés, augmente tant l'activisme économique que la participation à la politique. En effet, toute la clef de la compréhension de l’opportunité de cette transformation citoyenne et supranationale pour la Turquie dérive de la conscience de son passé, et de l’utilité de son passé pour le futur de tous. Le Sénégal a montré, à travers ses activités au sein de l’Union africaine, qu’on peut et que c’est convenable de travailler pour le pays. La Turquie, dont les ancêtres ont inauguré l’Age moderne à travers la manifestation d’une capacité organisatrice légendaire peut maintenant montrer que la grande capitale du droit et de la culture européenne, Istanbul, qui pour XVI siècles a été à la tête d’un Empire qui a réuni les différentes rives de la Méditerranée, n’est pas seulement la capitale du passé, mais du futur. Pour réaliser cela, il faut avant tout avoir conscience que les droits de l’homme ne sont pas une imposition en provenance de l’extérieure, mais une nécessité et une opportunité pour soi-même et pour les autres: leur respect et leur promotion, maintiendront la Turquie comme modèle. BIBLIOGRAPHIE P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional interdependences through society-based supranationality as a path for the European and Mediterranean transformation, 2012. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 LES PROCESSUS CONSTITUTIONNELS DANS LE BASSIN MEDITERRANEEN - 27 Avril 2012 Journée organisée dans le cadre de la coopération trilatérale : Association des recherches en Droit constitutionnel (Turquie), Association française de Droit constitutionnel, Association tunisienne de Droit constitutionnel Lieu : Université de Marmara Haydarpaşa Kampüsü, 34688 Haydarpasa – Istanbul Salle : Ord.Prof.Dr. Reşat Kaynar Salonu Tel:+ (90) 216 349 84 00 / 1202 - 1203 8.30 Discours d’ouverture Zafer Gül, Recteur de l’Université d’Ankara 8.45 – 9.45 Rapports introductifs : Vers le constitutionnalisme en Méditerranée - “La Turquie face au constitutionnalisme en méditerranée ” İbrahim Kaboğlu, Professeur de droit constitutionnel à l’Université de Marmara, Président de l’Association des recherches en Droit constitutionnel - Présentation d'un projet de réseau de constitutionnalistes du bassin méditerranéen". Bertrand Mathieu, Professeur de droit constitutionnel à l’Ecole de Droit de la Sorbonne – Paris – Président de l’Association française de droit constitutionnel, Membre du Conseil Supérieur de la Magistrature - “Présentation de la transition démocratique en Tunisie” Yadh Ben Achour, Professeur de Droit public à l’Université de Carthage, Président de l’Instance Supérieure pour la Réalisation des objectifs de la Révolution, de la Réforme politique et de la transition démocratique 368 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité -I 10.00-11.40 : Maghreb - Afrique du nord Président de séance : Dr. Rıza Türmen, Député du CHP, Membre de la Commission compromissoire pour la (nouvelle) constitution, Ancien juge de la CEDH “La constitution marocaine de juillet 2011 entre continuité et ruptures" Nadia Bernoussi, Professeur de droit constitutionnel à la Faculté de droit de Rabat et à l'Ecole nationale d'administration (ENA), viceprésidente de l'Association internationale de Droit constitutionnel « Les trois commissions de la transition démocratique en Tunisie » Néji Baccouche, Professeur de droit public à la Faculté de droit de Sfax, Rapporteur général de la commission nationale d'investigation sur la corruption et malversation. « Les réformes institutionnelles et politiques en Algérie, entre espoir et déception". Bachir Yelles Chaouche, Professeur de Droit public à l’Université d’Oran « La rédaction de la constitution au sein de l'ANC” Fadel Moussa, Doyen de la Faculté des Sciences juridiques, politiques et sociales à l’Université de Tunis, Membre de l’Assemblée constituante - II 11.55 – 13.10 : Machrek -Méditerranée orientale Président de séance : Aslı Aydıntaşbaş, éditorialste au Journal Milliyet ” Les évolutions constitutionnelles en Egypte depuis la révolution du 25 janvier 2011 ». Yousri Ellassar, Professeur à la Faculté de Droit de l’Université du Caire - "Les sources fondatrices du régime politique libanais” Georges Charaf, Ancien doyen de la Faculté de Droit, des Sciences Politiques de l'Université Libanaise, professeur de sciences politiques à la dite faculté. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 Pasquale Policastro 369 - III 14.00 -15.30 : Le processus pour une nouvelle constitution en Turquie : avancées et difficultés Président de séance : Altan Öymen, Editorialiste au Journal Radikal, ancien député Ahmet İyimaya, Député de l’AKP, Président de la Commission de Justice, Membre de la Commission compromissoire pour la (nouvelle) constitution Atilla Kart, Député du CHP, Membre de la Commission compromissoire pour la (nouvelle) constitution Faruk Bal, Député du MHP, Membre de la Commission compromissoire pour la (nouvelle) constitution Ayla Akat Ata, Députée du BDP, Membre de la Commission compromissoire pour la (nouvelle) constitution - IV – -15.30-17.00 : Méditerranée du Nord : constitutionalisme dans la période de crise Président de séance : Sedat Ergin, éditorialiste au Journal Hürriyet "L'Europe et le processus constitutionnel en Espagne". Angel Rodriguez, Professeur de Droit constitutionnel à l’Université de Malaga - "Les conséquences constitutionnelles de la crise financière en Italie ” Tania Groppi, Professeur de Droit public à la Faculté d'Economie de l'Université de Sienne « Les incidences constitutionnelles de la crise financière en France » Benoit Jean-Antoine, Maitre de conférence de Droit public, Faculté de Droit de l’Université de Rouen - VI 17.15 – 19.00 Débat général et conclusion Président : Jean Rossetto, Professeur à l'Université François Rabelais de Tours - Doyen honoraire de la Faculté de Droit Chawki Gaddes , Professeur de Droit constitutionnel à la Faculté des Sciences juridiques, politiques et sociales de Tunis - Secrétaire général de l'Association tunisienne de Droit Constitutionnel Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012 370 L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et Nouvelle[0] Supra-Nationalité Sibel İnceoğlu, Professeur de droit constitutionnel à l’Université de Bilgi – Istanbul, Vice-Présidente de l’Association des recherches en Droit constitutionnel Pasquale Policastro, Professeur de Droit constitutionnel et de Droit européen à l’Université de Szcczecin (Pologne) et à l’Université de Milan Dicours de cloture- “ L’évaluation du processus pour la nouvelle constitution en Turquie” Cemil Çiçek, Président de la Grande Assemblée Nationale de Turquie et Président de la Commission compromissoire pour la (nouvelle) constitution La journée a été organisée avec le concours de l’Ambassade de France à Ankara et de l’Association des Recherches en Droit constitutionnel ainsi que de LEGAL (maison d’édition et librairie juridique) La traduction franco-turque simultanée sera assurée. Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012 LEGAL HUKUK DERGİLERİ SİPARİŞ FORMU ORDERING FORM FOR THE LEGAL LAW JOURNALS LEGALBANK ABONELİK FORMU SUBSCRIPTION FORM FOR THE LEGALBANK LAW DATABASE