bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını şubat
Transkript
bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını şubat
B BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI ŞUBAT 2015 SAYI 203 OĞAZİÇİ ESI: N PORTR I N I N R A S M İN AT DEMI H A M E BIR BILI S IT L E R L . SIDDIKA DEN KES R İSTANBU Ü PROF. DR E M D Ö O R G I : B S JAN GEÇEN INDAKI A D KALPLE R A N I IN N ÇIZ GIS BÜMED’I UMUT Yazıma Şubat 2015 sayımızın hazırlık aşamasında bizi derinden etkileyen bir alıntı ile başlamayı arzu ederim: “Sonuç olarak, kalp esasen bir kas yapısı ve bir emme basma tulumbadır. Onu yaşatan ve değerli kılan, içindeki paylaşma arzusu, adalet duygusu, başkalarını mutlu etme isteği, ülkenize ve insanlarına olduğu kadar bütün insanlığa duyulan sevgidir.” Prof. Dr. Aydın Aytaç 2 Bu sayıda insanda kendisini en çok hissettiren parçalardan birine, kalbe odaklandık. Elbette ona anlam katan duygular, olaylara bakış açıları, yaşama karşı duyulan şevk, aşk gibi başlıklar yol gösterici oldu. Bizi çok derinden etkileyen çalışma ise Kalple Geçen Bir Ömürden Kesitler başlıklı yazımız idi. Bu yazının hazırlık aşamasında bir kez daha gördük ki kalbi dolduran aşk, sadece yakın çevreye değil tüm insanlığa, yaşama, topluma faydalı olma eylemine karşı duyuluyorsa, bu uğurda çalışılıyorsa, kişisel hırslarla değil ulvi duygularla yaşam sürdürülüyorsa, işte o zaman tam manası ile aşktır. Aynı zamanda fark ettik ki eğer böylesi bir aşk hissedebiliyorsa insan, o zaman insanlığa gerçek bir miras bırakabiliyor. Diğer dosyalarımızı hazırlarken aşkın her canlıya, bilime, kavramlara da duyulabileceğini gördük. Bunun yanında modern ve hızlı hayat akışında basite indirgenmiş duyguların bizleri sarıp sarmaladığına şahit olsak da, esas değerli olanın eninde sonunda yerini bulduğunu gözlemledik. Çalışmalarımızı sürdürürken kalp denildiği zaman içini dolduran onlarca anlamın ortak ve temel olarak niteleyebileceğimiz bir noktası olduğunu fark ettik: Umut. Daha mutlu olma, daha mutlu etme, yaşama daha derin bir anlam katma umudu... Özenle beslenip büyütülen ama tam manasıyla erişkinliğe ulaşmayan... Belki de umudun umut olabilmesi için hiç büyümemesi, hiç olgunlaşmaması gerekir. Hiç sona yaklaşılmamalıdır. Yapılacak, yaşanacak çok şey, aşılacak uzun yollar var duygusunu hissetmese insan, umudu görmezden gelebilir; ama umudu korumak da bir aşktır. Özetle, çalışmalarımızı sonlandırırken vardığımız nokta şu idi: Kalbi dolduran duygular, ona anlamını veren yaşantılar çevreye, insanlığa faydalı olabiliyorsa, umutla, şevkle yaşanabiliyorsa, yaşamın bireyin kendinden ve/veya yakın çevresinden ibaret olmadığı fark edilebiliyorsa, hırslar törpülenebiliyorsa ve bu uğurda insan kendini umudunu yitirmeden sürekli geliştiriyorsa, işte o zaman gerçek aşka ulaşılabilir. Bu sayı da o halde kalbi çarptıran umutla sonlansın... Aylin Buran ’02 54 70 BOĞAZİÇİ Dijital Talks ‘14 Büyük Bir Katılım İle Tamamlandı Digital Talks Sonbahar’14, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde altı hafta boyunca 1.000 kişiden fazla katılımcıyı misafir ederek, dijital dünyanın gelişimi, işlevi ve geleceği yönündeki fikirlerin farklı alanlarda tartışılmasını sağladı. Bizler de altı haftanın güncesini sizler için derledik. 48 26 Bir Bilim İnsanının Portresi: Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir 1989 senesinden itibaren kalp ve beyin üzerine birçok araştırma yapan İstanbul Kültür Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir '91 ile hem Türkiye’deki hem de yurtdışındaki deneyimleri, bilimsel çalışmaları ve Robert Kolej ile Boğaziçi Üniversitesi’nin yaşamına etkileri hakkında gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizinle paylaşıyoruz. BÜMED'in Çizgisinin Ardındaki Ajans: GODE İSTANBUL İki senedir BÜMED'e gönüllü hizmet veren GODE İSTANBUL’un ortaklarından ve aynı zamanda BÜMED Yönetim Kurulu Üyelerinden Sayın Hülya Cesur '06 ile reklamcılık, iletişim sektörü ve müşterilerin yaklaşımı hakkında bir röportaj gerçekleştirdik Kalple Geçen Bir Ömürden Kesitler Kalp temasını işlediğimiz bu sayımızda, başarıları dünyaya mal olmuş, kalp cerrahisi alanında birçok ilki gerçekleştirmiş olan Sayın Prof. Dr. Aydın Aytaç’ın yaşamından kesitleri sizlerle paylaşıyoruz. Hayatının her anı bizler için öğretici olan ve yaşam öyküsünün okurlarımız için de öğretici olacağını temenni ettiğimiz Sayın Aytaç’ın engin dünyasının izini sürmekten onur duyduk. 60 Tasavvuf ve Aşk Filmlerden tiyatro oyunlarına, müzikten romanlara pek çok alanda sıkça karşılaştığımız tasavvuf ve aşk kavramları hakkındaki sorularımızı, üniversitemizin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Zeynep Sabuncu yanıtladı. BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED) TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. ŞUBAT 2015 SAYI 203 YÖNETİM KURULU ADINA SAHİBİ: HAKAN ZİHNİOĞLU-BÜMED YÖNETİM KURULU BAŞKANI YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: AYLİN BURAN aylinburan@bumed.org.tr YAYIN KURULU: TUNÇEL GÜLSOY, MURAT ÖNGÖR, MUSTAFA UYAL, SAVAŞ YAŞAR IÇERIK HAZIRLIK: PS MEDYA YAYINCILIK VE PAZARLAMA SERVISLERİ LTD. ŞTİ. EDİTÖRLER: DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT YAZI KURULU: GÜNEŞ BAŞAT, CÜNEYT BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, EMRE KAZANCIOĞLU, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH TEKTEN, PINAR TÜREN KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, ESRA BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, MELİS ERTÜRK, MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, HANDE ORTAÇ, SEVGİN AKIŞ RONEY, GÖNENÇ TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, BURCU ÜNLÜTABAK, OKANER ERTUĞRUL FOTOĞRAFLAR: YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATIH ÖZTÜRK TEŞEKKÜR EDERİZ: ÖNDER BAHAR, SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN, BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR, EYLEM TAŞDEMIR, ÖZLEM GERÇEK, TUĞBA KARA TASARIM : EMRE SENAN TASARIM VE DANIŞMANLIK esenan@gmail.com REKLAM SATIŞ VE SPONSORLUK: TUĞBA ALARSLAN tugbaalarslan@bumed.org.tr 0212 359 58 16 YÖNETİM YERİ: BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, LOJMAN KAPI YANI 34342 BEBEK-İSTANBUL TEL: (0212) 359 58 00 FAKS: (0212) 257 35 68 BASKI: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş. KAĞITHANE BİNASI, HAMİDİYE MAHALLESİ, SOĞUKSU CAD. NO:3 KAĞITHANE-İSTANBUL TEL: 0212 294 10 00 FAKS: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055 www.masmat.com.tr B 3 yönetim kurulundan 0 si livan ’0 Kurulu Üye h e P Özlem m Yönetim ne 14. Dö Duygulara Dair... B 4 Temamız kalp olunca, ben de içimden ne geldiyse onları yazmaya çalıştım sizlere. Hepinize çok sağlıklı, çok huzurlu, sevgi dolu bir yeni sene dileyerek başlayayım isterim. Ümitlerle doludur her yeni senenin ilk ayları; daha sağlıklı olmayı, aşık olmayı, çok başarılı olmayı, sevdiklerimizle birlikte mutlu bir ömür yaşamayı dileriz birbirimize. Krizleri ve zorlukları bir önceki senede bırakmış olmayı temenni ederiz. İyileri kötülerin yerine koyabilmeyi umut ederiz; kırgınlıklar geride kalsın isteriz. Kendimiz, ailemiz ve arkadaşlarımız için kalpten gelen iyi dileklerimizi yazıya ve söze dökeriz. Ben de artık parçası olduğum ve haklı gururunu hepinizle birlikte yaşadığım bu başarının her daim artması ve sürdürülebilmesi için neler yapabilirim, bunu düşünmeliydim, buna kafa yormalıydım. Bana burs verenlere binlerce şükran duyup, ihtiyacı olan öğrencilere burs verebilmek için daha çok çalışmalı ve tüm bunları kendim gibi bu camianın üyeleri ile birlikte güçlerimizi birleştirerek yapmalıydım. İşte o günden bu yana aidatını ödeyen bir BÜMED üyesiyim. Bir mentorum ve bu değerli kurumun yönetim kurulunda bir yer edindim. Ne mutlu bana! Boğaziçi’nde Okumak... Okuluma olan tutkum henüz onu görmeden başlamıştı, belki bir çoğumuz gibi. Sevgili babamın benim için en çok istediği ve bana da benimsettiği bir dilekti. Boğaziçi Üniversitesi, Türk Akademisi’nin İstanbul’da atan kalbi idi ve ben de aranızdan bazıları gibi, her şeyden çok bu okulda okumak isteyenlerdendim. Boğaziçi camiasının ve bu başarının bir parçası olmaya hak kazandığım andan bugüne dek her daim çok şanslı olduğumu hissettim. Fakat bu tutkumu adeta bir çığ gibi büyüten şey daha başkaydı ve çok değerliydi; okulun biz mezunlarına ilerisi için neler kattığını okulu bitirdikten sonra hayata atıldığımda fark ettim. Okulumuzun akademik hayatta olduğu gibi iş dünyasında da tartışılmaz bir saygınlığı ve üstünlüğü olduğunu; bunun önemli bir nedeninin aldığımız eğitim, edindiğimiz kültür ve vizyon, küçük bir kısmının ise aldığımız dersler olduğunu yaşayarak görüyordum. Aidiyet Duygusu... Bizler, fikri hür, vicdanı hür birer dünya bireyi olarak yetiştirildik ve yetiştiriliyoruz. Böylelikle okulumuz mezunlarının sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde, akademik dünyada ve iş dünyasında elde ettiği başarılar ile rektörümüz ve ekibinin değerli çalışmalarıyla da birlikte, üniversitemizin ismi hak ettiği üst seviyelere hızla tırmanmakta. Okuluma Vefa Borcum Var... Sadece, hayatı içinde yaşadığım dört senelik dönemde değil, okumak istediğim için öncesinde ve okuduktan sonraki her dönemde, benim değerlerimi paylaşan, kalbimi birçok kez çarptıran, hayatıma güzellik katan birçok şeyi ve daha fazlasını -dostlarım, hocalarım, kitaplarım, öğrendiklerim ve öğrenmek istediklerim- bu okula borçlu olduğumu biliyorum. Hayatı onlarla birlikte çok daha kaliteli yaşadığımı biliyorum. Bazılarımızın en yakınındaki arkadaşlarını, kimimizin eşini ama hepimizin hayata karşı nerede olursa olsun güvenini veren bir okulda okuduk. Ayrıcalıklı olduğumuzu hayatımızın farklı evrelerinde hep hissedebildik. Birçoğumuzun çocuklarımızı bu okulda okutabilmeyi yürekten, kalbimizin en derinliklerinden istediğini biliyorum. Bugün ülkemizdeki eğitim kurumlarının çoğunun özelleşmiş olmasına rağmen, okulumuzun sahip olduğu imajı koruyabilmesinden büyük memnuniyet duyuyorum. Bunda önemli payı olduğuna inandığım biz mezunların çok değerli desteklerini de sevgi ve şükranla karşılıyorum. Her Daim Güçlü Bir Boğaziçi İçin... Bu konuda bizlere düşen en önemli görevin, sahip olduğumuz bu çok önemli değeri anlamak ve toplumsal olarak onu sahiplenmek olduğunu düşünüyorum. Çocuklarımızın bizlerin okuduğu okulda okuyabilmeleri ve bu zengin kültürü yaşayıp yaşatabilmeleri kanımca tek bir şeyle alakalıdır, o da bizlerin camianın canlı bir parçası olabilmemizle ve okulumuzu desteklememizle mümkün olacaktır. Hem sadece Boğaziçi'nin değil, ülkemizdeki tüm okulların mezunlarının değerlerine sahip çıkıp onları yaşatabilmek için desteklerini esirgememeleri önemli. Böylelikle bizler daha güçlü ve refah bir Türkiye yaratabiliriz. Hayatımın geri kalanında da Boğaziçi’ni sahiplenmeye devam etmek ve imkânlarım çerçevesinde maddi veya manevi olarak olabildiğince desteklemek benim hem borcum hem de dileğim. camiadan haberler TAVANARASI “Bellek dediğiniz tavanarasında özgürce dolaşamadığınız sürece, kör kuyulardan çıkamaz, ruhunuzdaki sökükleri dikemedikçe, iyileşemezsiniz.” Makine Mühendisliği Bölümü mezunumuz Sayın Ali Gür’ün (’83), yedi senede tamamladığı ilk romanı Tavanarası, Doğan Kitap tarafından yayımlandı. "Yaşamın bütünlüğü" temalı bu çalışma, ülkenin yarım asırlık (1946-1991) kırılgan bir dönemini ve genç kuşakların kimlik arayışlarını "hafıza" tazeleyen bir "tavanarası" yolculuğu şeklinde ele alıyor. B 6 PERG EFSANELERİ VE ŞAMANLAR DİYARI'NIN 15 YILLIK YOLCULUĞU SONA ERİYOR Barış Müstecaplıoğlu'nun (’99) 1999'da yazmaya başladığı Perg Efsaneleri serisi, 2002'de yayımlanan ilk roman “Korkak ve Canavar" ile Türkçe edebiyatı diyar fantazyası türüyle tanıştırmıştı. Engin bir yaratıcılık içeren Perg Efsaneleri, zaman içinde Bulgaristan, Sırbistan, Çin ve Almanya'da da yayımlanarak dünyaya açılma başarısı gösterdi. Perg Efsaneleri'nden sonra Şamanlar Diyarı isimli yeni bir fantastik seriye başlayan ve bu seriyi Perg ile birleştiren Müstecaplıoğlu, "Şamanlar Diyarı" ve "Keşifler Zamanı" isimli romanlardan sonra, üçüncü ve son kitap "Özgürlük Uğruna" ile her iki seriye de ortak bir son kaleme aldı. Bu kitaplarla 14. yüzyılda yaşamış Şamanist ressam Mehmet Siyah Kalem'in yılan kuyruklu yaratıkları da ilk defa bir romanda karakter olarak yer aldılar. Perg Efsaneleri ve Şamanlar Diyarı iç içe geçmiş yedi romanlık bir seri olarak da Türkçe edebiyatta nadir bir yere sahip. Tamamlanması 15 yıl süren ve dünyaya açılan ilk Türkçe fantazyanın görkemli sonu "Özgürlük Uğruna", yine İthaki Yayınları aracılığıyla okurla buluştu. Üç İki Bir KAYIT Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunumuz Hande Ortaç’ın (’03) ikinci öykü kitabı 8 Ocak 2015'te Ayizi Yayınları tarafından yayımlandı. Uçsuz bucaksız hayatın dört bir yanından hikâyeler anlatıyor Ortaç. Kitapta, bazen gülerek, bazen hüzünle, bazen ilenerek ya da kızgınlıkla, en çok da şaşarak "Hay Allah!" dedirten hikâyelerle karşılaşıyoruz. SOFTHAN MULTIMEDYA Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü mezunlarımızdan Bilgehan Bayram ‘11, 2011 yılında kurduğu Softhan Multimedya yazılım şirketi ile başarılı girişimcilerimizden biri. Birçok kurumsal şirkete yazılım desteği sağlayan Softhan Multimedya kurumsal yazılım, web yazılım ve mobil uygulama alanında hizmet vermekte. Bunun yanı sıra turizm ve online radyo sektörlerine yönelik ürünleri de bulunan Softhan Multimedya sosyal sorumluluk projesi olarak “Softhan Hızlı Okuma Programı"nı ücretsiz olarak kullanıcılarına sunmakta. Softhan Multimedya’nın hedefi geliştirdiği ve geliştireceği projelerle birlikte büyüyerek yazılım sektöründe lider bir firma haline gelmek. Detaylı bilgi almak için www.softhan.com adresini ziyaret edebilirsiniz. BİRİ VARMIŞ BİRİ YOKMUŞ Kipat ve Aşk Yüzünden adlı kitaplarıyla geniş bir okur kitlesine ulaşan ve kendi dilini oluşturan genç yazar Evren Yiğit’in (’00) yepyeni kısa öykülerinden oluşan kitabı Biri Varmış Biri Yokmuş, Artemis Yayınları’ndan çıktı. Masalsı bir dille aktarılan bu çarpıcı öyküler, alışılmışın dışında imgeler, sıra dışı kahramanlar ve akıcı bir üslupla aklın alışkanlıklarına edebi bir hücum gerçekleştiriyor. BAYLO RESTAURANT Mezunumuz Güldal Seçener'in ('85) ortaklarından olduğu Baylo Bistro & Bar, Şişhane’de Kamondo ailesine ait bir 19. yüzyıl binasında yer alıyor. Romantik, sıcak, samimi atmosferi ile menü, her ay düzenli olarak gelen Mykonos'un ünlü bir İtalyan lokantasının şefinin danışmanlığıyla hazırlanıyor. 863 34 BU 1 DANS GECESİ Dancing Nights İlkini Aralık ayı içerisinde gerçekleştirdiğimiz dans gecesini, katılımcıların yoğun talebi sebebiyle 07 Şubat Cumartesi akşamı saat 21:30’da Club House BÜMED’de tekrarlıyoruz. Latin dansları hocamız Margarita ile birlikte, farklı ritimler eşliğinde dans edebileceğiniz, ufak sürprizler ve yarışmalar ile renklenen geceye katılmanız için profesyonel dansçı olmanıza gerek yok. Müzik başladığı zaman içinizde dans etme isteği duyuyorsanız, sizleri de bu keyifli geceye bekleriz. Rezervasyon: etkinlik@bumed.org.tr 0212 359 5821 • Salsa • Rumba •Cha Cha • Bachata @Club House BÜMED February 7th, Saturday From 21:30 on Be prepared for surprises! Entrance: BÜMED member : 25 TL* Guest : 30 TL* *One drink included. For more info&reservation: 212 359 58 21 etkinlik@bumed.org.tr /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr B 10 SociaLINK Vol. 21 “SEV, KABULLEN, BARIŞ” Boğaziçililer SociaLINK ile buluşmaya devam ediyor. Yılın ilk buluşması 21 Ocak akşamı yoğun katılımla W Lounge’da gerçekleşti. Çalışma hayatının ve gündelik yaşamın yoğunluğuna ara vererek Boğaziçili dostlarla zaman geçirmeyi, sohbet etmeyi özleyen tüm mezunlarımız SociaLINK etkinlikleri ile bir araya geliyor. Şubat ayı buluşması 20 Şubat’ta Billionaire Club’ta. Feng Shui Dünyası’ndan Ferda Ünsal ‘81 ve Işıl G.Alfar’ın (‘89), “Sev, Kabullen, Barış” sloganıyla gelen ve Çin zodyağında Keçi Yılı’na rastlayan 2015’i anlatacakları seminerleri, 14 Şubat 2015 tarihinde BÜMED’de gerçekleşecek. Konuşmacılar, bu yıl yaşamlarını kolaylaştırmak isteyenlerle, önemli ipuçlarını paylaşacak. Sunumda, konuk konuşmacı olarak Silk and Cashmere’in kurucusu Ayşen Zamanpur ‘80, “Kaşmir Yolu” ile yer alacak. Tarih: 14 Şubat Cumartesi Saat 12:00 Yer: BÜMED AVUSTRALYA’DA NİTELİKLİ GÖÇMENLİK Ilıman iklimi, kaliteli yaşam standartları, düşük suç oranları ile yurtdışında yaşam denildiği zaman akla ilk gelen ülkelerden Avustralya’da nitelikli göçmen olmak için şartlar, başvurular, oturma ve çalışma izinleri, yatırımcı vizeleri için gerekli süre ve şartların neler olduğunu merak ediyorsanız, sizleri 15 Şubat, Pazar günü BÜMED Mustafa Kemal Atatürk Salonu’nda gerçekleşecek ücretsiz seminerimize davet ediyoruz. Detaylı bilgi için: etkinlik@bumed.org.tr -0212 359 5821 in /bumed BÜMED ANKARA’DAN 11 Ocak 2015 Pazar günü Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nin Ankara’daki üyeleri Ayrancı semtindeki Dafne Restoran’da neşeli bir brunchta bir araya geldiler. Brunch ayrıca yeni yıla merhaba demek için organize edilmişti. Her yaştan Boğaziçili’nin katıldığı etkinlik çok keyifli geçti. VEFAT BÜMED Kurslar kapsamında yer alan şan derslerinin değerli hocası Sayın Haluk Tolga İlhan'ın annesi ve Boğaziçi Dergisi editörlerinden çalışma arkadaşımız Sayın Duygu Cankılıç İlhan’ın kayınvalidesi Sudiye İlhan'ın vefat haberini üzüntüyle öğrendik. Merhumeye Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyoruz. BÜMED İzmir 863 35 BU 1 YILBAŞI YEMEĞİ B 12 BÜMED İzmir Şube'nin her yıl düzenlediği Yılbaşı Yemeği etkinliğimizi bu yıl 19 Aralık 2014 Cumartesi günü gerçekleştirdik. Yılbaşı yemeğimizde Mavişehir Egepark’ın ikinci katında yer alan My Maya Restaurant’taydık. Sahnedeki Caz ve Latin şarkıları söyleyen müzik grubu ile oldukça keyifli bir gece geçirdik.40 kişinin katıldığı yemekte yine dostlar bir aradaydı. Müzik öncesi hep birlikte sohbet ettik, başkanımız Burak Günday aramıza yeni katılan arkadaşlarımızla herkesi tanıştırdı. Müzik başladığında hep birlikte şarkılar söyleyip dans ettik. Çocuklarımızdan da bizimle birlikte olanlar vardı. Burak Günday ve Murat Sezer kızları ile dans ederken çok mutluydular. Ayrıca o akşam sekreterimiz Yelda Akıncı’nın da doğum günüydü, hep birlikte onu da kutladık. İstanbul’dan yemeğimize katılmak için gelen Muhsin Bilge Güler bizi çok mutlu etti. Aramıza hoş geldin Muhsin. Bizimle olan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederiz. BÜMED İzmir Şube'nin 2015 yılı ilk etkinliği ,15 Ocak 2015 tarihindeki Swissotel İzmir’deki Viski Tadım Kursu olacaktır. Özel Günler: 11 Aralık, mezunlarımızdan Yelda Zoral’ın (’91) doğum günü. Kendisini kutluyoruz. 19 Aralık 2014, yönetim kurulu üyemiz Zeynep Gün ‘87 ve eşi Nihat Gün’ün evlilik yıldönümleri. Kutluyoruz. 21 Aralık, mezunlarımızdan Erinç Arıkan’ın (’03) doğum günü. Kendisini kutluyoruz. 24 Aralık 2014’te yönetim kurulu üyemiz Sevgili Tijen Doğan Seratlı’nın (’95) minik kızı Elif dünyaya geldi. Hoş geldin Elif bebek. 28 Aralık 2014 başkanımız Burak Günday ve eşi Pınar Doğan Günday’ın evlilik yıldönümleri. Kutluyoruz. 02 Ocak 2015’te üyelerimizden Sevgili Tolga Ülkücan ‘94 ve mezunlarımızdan Sevgili Gül Özateşler ‘02 nişanlandı. Kendilerine bir ömür mutluluklar diliyoruz. 06 Ocak, mezunlarımızdan Moris Crespin’in (’87) doğum günü. Kendisini kutluyoruz. üniversiteden haberler Development) projesinin Türkiye temsilcisi oldu. Avrupa’daki 33 ülkeden 55 kurumu bir araya getiren UE4SD projesi, Erasmus Akademik Ağı “Yaşam Boyu Eğitim” programı kapsamında Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilecek ve üç yıl sürecek. 2015 HRANT DİNK İNSAN HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KONFERANSI ÜNİVERSİTEMİZDEN DÜNYADA BİR İLK B 14 Sürdürülebilir kampus olma yolunda önemli adımlar atan Boğaziçi Üniversitesi, Kilyos Sarıtepe Kampusu’na kurulan rüzgâr enerji santrali ile kendi elektriğini kendi üretecek. Boğaziçi Üniversitesi Rüzgâr Enerji Santrali (BÜRES) projesi dâhilinde kurulan rüzgâr türbini, 27 Aralık 2014’te elektrik üretmeye başladı. Kilyos Sarıtepe Kampusu 1 MW’lık rüzgâr türbini sayesinde yıllık elektrik tüketiminin %40 fazlasını üreterek bir yılda yaklaşık 900 ton karbon, 1 milyon kWh enerji ve 400.000 TL bütçe tasarrufu gerçekleştirecek. Konferans kapsamında bu yıl ünlü insan hakları savunucusu Angela Davis konuk edildi. Davis konuşmasında insan hakları, kölelik ve ırkçılık konularında dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu ve Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in de birer konuşma yaptığı konferansta, eşitlik, adalet ve barış mesajları verildi. BÜKOOP (BOĞAZIÇI MENSUPLARI TÜKETIM KOOPERATIFI), DOĞAYLA DOST TARIM YAPAN ÜRETICIYI BOĞAZIÇI ÜNIVERSITESI MENSUBU TÜKETICILERLE BULUŞTURUYOR UE4SD 2013-2017 döneminde Avrupa Üniversiteler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi olan Boğaziçi Üniversitesi, Avrupa'daki ilişkilerine bir yenisini daha ekledi. Boğaziçi Üniversitesi Sürdürülebilir Kalkınma ve Temiz Üretim Merkezi (BU-SDCPC), yükseköğrenimde sürdürülebilir gelişme yönündeki çalışmaları desteklemek amacıyla Avrupa Birliği projesi olan UE4SD (University Educators For Sustainable Irmak’ın konuşmacı olarak katıldığı konferans 15 Ocak’ta Rektörlük Konferans Salonu’nda düzenlendi. Nâzım Hikmet Konferansları dizisi, şairin yapıtlarını, edebi ve düşünsel kaynaklarını, yarattığı etkileri, içinde yaşadığı sosyal ve siyasi atmosferi ve tarihsel bağlamı kuşatacak nitelikte olacak ve önümüzdeki aylarda farklı disiplinlerden konuşmacılarla ilerleyecek. NÂZIM HİKMET KONFERANSLARI DİZİSİ 15 OCAK’TA BAŞLADI Bundan altı sene önce Boğaziçi Üniversitesi’nde bir grup akademisyen ve kampus çalışanının Türkiye’deki tarım aleyhine şiddetli dönüşüm üzerine duydukları kaygılarla ortaya çıkmış olan kooperatif, Kuzey Kampus’ta hizmet veriyor. Nâzım Hikmet Konferansları dizisinin ilk etkinliğinde Nâzım Hikmet'in en fazla ilgi gören ancak çoğu kez edebi niteliğinden çok siyasi içeriğiyle tanınan metinlerinden Kuvâyi Milliye ele alındı. Erkan *Üniversiteden Haberler bölümünde yer alan haberlerin derlenme aşamasında okulumuzun sosyal medya kanallarından destek alınmaktadır. Bugüne kadar biricik kızınız için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadınız. Bugün de farklı olmayacak. Kızınızı evlendirmek hem duygusal hem maddi olarak zor bir aşamadır. HSBC Premier’in size özel Müşteri Temsilcileri bireysel ekonominizi en küçük ayrıntısına kadar mercek altına alır, finansal ihtiyaçlarınıza uygun yatırım seçenekleri sunar. Siz biricik kızınızın mutluluğu için hep yanında oldunuz, biz de sizin yanınızdayız. Birikim yönetiminde uzman Premier Müşteri Temsilcileri Optimal fonlardan hisse senedi işlemlerine kadar geniş yatırım seçenekleri Birikim yönetimi hizmetlerimiz hakkında ayrıntılı bilgi için “Birikim” yazın 4477’ye gönderin, sizi arayalım. Ayrıntılı bilgi: premier.hsbc.com.tr | 0850 211 0 112 HSBC Bank A.Ş. tarafından yayımlanmıştır. Premier, HSBC Bank A.Ş.nin sunduğu bir hizmet/ürün paketidir. HSBC Premier müşterisi olmak için bankamızda en az 100.000 TL veya muadili para cinsinden bakiyenizin bulunması yeterlidir. SECTORS TOGETHER, 2015’İN İLK ETKİNLİĞİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ B 18 BÜMED’in geçtiğimiz Eylül ayında lansmanını yaptığı Boğaziçi Network markasının en önemli projelerinden olan Sectors Together, 2015 yılının ilk ayında gerçekleşen muhteşem bir etkinlikle açılışını yaptı. AKBANK’ın ana sponsorluğunda gerçekleşen Sectors Together etkinlikler dizisinin ilki 15 Ocak Perşembe günü finans sektörü kapsamında BÜMED Mustafa Kemal Atatürk Salonu’nda gerçekleşti. Sayın Burhan Karaçam'ın ('72) ve AKBANK Ödeme Sistemleri ve Kurumsal İletişim Genel Müdür Yardımcısı Sayın Mehmet Sindel'in ('92) konuşmacı olarak katıldığı etkinliğin detaylarını önümüzdeki sayıda Sectors Together dosyamızda sizlerle paylaşacağız. Mehmet Sindel Burhan Karaçam DIGITAL TALKS ‘14 B 26 Digital Talks Sonbahar’14, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde altı hafta boyunca 1.000 kişiden fazla katılımcıyı misafir ederek, dijital dünyanın gelişimi, işlevi ve geleceği yönündeki fikirlerin farklı alanlarda tartışılmasını sağladı. İlki İlkbahar’14 döneminde gerçekleşen ve büyük bir ilgi ile takip edilen Digital Talks’un sonbahar programında Fırat İşbecer, Haluk Sicimoğlu, Sarantis Katsikis, Oya Canbaş, Soner Canko, Deniz Güven, Pavel Slavov, Alp Köksal, Prof. Dr. Ayşegül Toker, Dr. Özgür Bolat, Nazım Salur, Oğuzhan Poyrazoğlu, Ebru Özgüç, Erol Bilecik, Sina Afra ve Elbruz Yılmaz gibi değerli isimler konuşmacı olarak katıldılar. Üniversitemiz mezunlarından Ozan Tatar ’03 (PayU Türkiye Pazarlama Müdürü & Boğaziçi Üniversitesi Misafir Öğretim Görevlisi), etkinliğin içerik koordinasyonu konusunda destek verdi. Bizler de altı hafta boyunca takip ettiğimiz programın güncesini tuttuk. Her haftanın konu başlıkları ve değerlendirmelerini sizler için derledik. Detayları www. digitaltalks.org sitesinden takip edebilirsiniz. 18 KASIM 2014 Mobil İnovasyon Bizi Nereye Taşıyor? Bu Değişimde İyi Uygulama (Execution) Nasıl Yapılır? Digital Talks’un ilk hafta etkinliğinin ilk konuşmacısı Fırat İşbecer idi (Monitise, MEA COO). İşbecer konuşmasına eski telefonlardan bugünkü akıllı telefonlara, eski bilgisayarlardan tablet uygulamalarına kadar gözle görünen değişimlerden bahsederek başladı. Gelecekte asıl inovasyonun donanım sistemlerinde olacağını savunan İşbecer, başarılı bir geçmişi olan Windows’a karşı Android sisteminin elde ettiği başarının alt yapısı hakkındaki görüşlerini Fırat İşbecer paylaştı. Dijital uygulamaların internet kullanımı ile birleşerek, yaşamın her alanına sirayet eden değişimlere dikkat çekti. Kişisel tecrübenin yanında sosyal bir deneyime dönüşen dijital kullanımın kişilerin teknolojiyi, teknolojinin ise birey ve toplumu derinden etkilediği yönündeki fikirlerini belirtti. Sosyal medya ve dijital platformlar ile gündelik yaşamımızın farklı uygulamalar ile birkaç farklı şekilde ilerlediğini belirten İşbecer, daha az konuşan bir toplum olduğumuz tespitinde bulunurken, telefonlardan ziyade, gelişimin, bireyin kendi vücudundaki değişimleri, değerleri takip edebileceği uygulamalarda gerçekleşeceğini savundu. Gelecekte her bir aracın birbiri ile bağlantı halinde olacağını da ekleyen İşbecer inovasyonun başarısının ise ancak execution ile gerçekleşebileceğini belirtti. B 27 Bana Ekranını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim Haluk Sicimoğlu Haluk Sicimoğlu (BBDO Turkey, Chief Strategy Officer) 18 Kasım oturumunun ikinci konuşmacısıydı. Sicimoğlu teknolojinin bireylerin ve toplumların yaşamındaki yönlendirici gücüne dikkat çekti. Teknolojik aygıtlar ile bireylerin kurdukları duygusal ilişki hakkındaki tespitleri ilgi ile dinlendi. Kullandığımız birçok araca isim vermemiz, bir sahiplenme duygusu ile bu araçlarla bağ kurmamız gündelik yaşamımızın işleyişinde rol oynayan tüm dijital aygıtların yaşamımıza etkide bulunması açısından önemli örneklerdi. Diğer taraftan dijital dünyanın bir hükümdar olarak yaşamlarımızdaki konumlanışı konuşmanın temel noktalarından biriydi. Sicimoğlu kullandığımız uygulamalara göre hareket ettiğimiz, karar verdiğimiz, zamanımızı bu kullanımlara göre kullandığımız tespitlerinde bulundu. 25 KASIM 2014 Fiyat Karşılaştırma Siteleri Alışveriş Alışkanlıklarını ve e-Ticaret Sitelerini Nasıl Etkiliyor? Sarantis Katsikis (Alve.com, Ülke Müdürü) fiyat karşılaştırma sitelerinin e-ticaret üzerindeki etkilerinden bahsettiği konuşmasına ilgi büyüktü. Avrupa’daki internet kullanıcılarının alışveriş yapmadan önce fiyat karşılaştırma sitelerini kullandıklarını belirten Katsikis Yunanistan ve Türkiye arasındaki müşteri alışkanlıklarını karşılaştırmalı olarak değerlendirdi. Her iki ülkede de kredi kartı kullanım oranının yüksek olduğunu, ancak Türkiye’de online alışveriş oranının daha düşük olduğunu ifade etti. Tüketicinin İzinden… Hızlı Tüketim Markaları İçin Dijital İletişim Kanallarının Önemi B 28 Sarantis Katsikis Oya Canbaş Oya Canbaş ‘98 (P&G Türkiye Marka Operasyonları Direktörü) internet kullanımının son birkaç yıldır kullanıldığı mecraların da ilerisine giderek çok farklı platformlarda kullanılmaya başlanmasına dikkat çekti. Canbaş konuşmasında farklı dijital aygıtların internet kullanımı ile daha da yoğunlaşacağı tespitinden yola çıkarak, tüketicilerin taleplerine, beklentilerine göre yeni pazarlama yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Reklamların dünü, bugünü ve geleceği hakkında genel bir değerlendirmede bulunan Canbaş, P&G markalarındaki pazarlama stratejilerine de değindi. 02 ARALIK 2014 Dijitalleşme Ödeme Sistemlerini Nasıl Etkiliyor? Soner Canko (Bankalararası Kart Merkezi, CEO) ödeme sistemlerinde teknolojinin etkileri üzerine deneyim ve öngörülerini paylaştığı konuşmasında, akıllı telefonlar, internet ve temassız ödeme biçimlerini gündeme alarak 2023’te tüm tüketici ödemelerinin nakitsiz gerçekleşmesi hedeflerinden bahsetti. 2005 senesinde dünyada ilk temassız kartla ödeme yapan ülkenin Türkiye olduğunun altını çizen Canko, Android için geliştirilen ödeme teknolojisi (Host Card Emolation) ve mobil ticaretteki ödeme yöntemlerinde gelinen noktanın gelecekte geliştirilecek uygulamalar için önemli girişimler olduğundan bahsetti. Görünmez Para Soner Canko Deniz Güven (Garanti Bankası, Şubesiz Bankacılık Birim Müdürü) dijital gelişmenin bankacılık sistemlerindeki etkisi üzerine gerçekleştirdiği konuşmasında banka web sitelerinin kullanılması ve mobil bankacılık yatırımı üzerine edindiği veriler üzerinden değerlendirmelerde bulundu. Güven, akıllı telefonlardan bankacılık uygulamalarının kullanılma sıklığından, Android, IOS ve Windows uygulamalarından bahsederken, müşterilerin beklentileri ve bu yönde geliştirilmesi planlanan yeni uygulamalar hakkında bilgi verdi. Deniz Güven 09 ARALIK 2014 B 30 Paylaşım Ekonomisi Hayatımızı Nasıl Değiştirecek? Ozan Tatar ‘03 (PayU Türkiye Pazarlama Müdürü & Boğaziçi Üniversitesi Misafir Öğretim Görevlisi) 9 Aralık etkinliğinin ilk konuşmacısı olarak paylaşım ekonomisinin yaşamlarımızı hangi yönde etkileyeceği üzerine bir konuşma gerçekleştirdi. Bu ekonomi sistemi içerisinde bir ürünü fiziksel olarak paylaşmanın yanında sosyalleşmenin ve yeni networkler edinmenin de kavramın içini dolduran bir yaklaşım olduğundan bahsetti. Zira kısa dönemli kullanmak istenilen bir araç için yeni bir ürün almanın ekonomik olmadığını (Örn: bir-iki kez kullanmak için matkap almak, birkaç kez binmek için bisiklet satın almak, yazlık satın almak gibi) bu nedenle paylaşmak ya da kiralamak için oluşturulacak platformların öneminin altını çizdi. Bu açıdan hiç tanımadığınız kişilerle ilişki kurduğunuz için paylaşım ekonomisi için anahtar kelimenin “güven” olduğunu ekledi. Paranızla satın alınan bir hizmette karşılaşamayacağınız samimiyet ve diyalog biçimlerini paylaşım ekonomisi içerisinde bulabileceğimize değindi. Tatar, tüm bunları bir arada değerlendirdiğimizde ise paylaşım ekonomisinin hem tasarrufu sağlayacağı hem de dijital ortamdaki sosyal ilişki deneyimlerinin değişeceği yönündeki fikirlerini katılımcılar ile paylaştı. Türkiye Girişimcilik Ekosistemi – Panel Moderatörlüğünü Elbruz Yılmaz’ın (3TS Capital Partners, Investment Manager) üstlendiği oturumun ikinci bölümünde Sina Afra (Girişimcilik Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı, Markafoni Kurucu Ortağı) ve Erol Bilecik (Index Grup CEO) konuşmacı olarak yer aldılar. Afra, yatırımcılığın 2006 yılında yabancıların pazara girmesi ve 2011 senesinde Gitti Gidiyor, Markafoni ve Trendyol gibi büyük yatırımların gerçekleşmesi ile girişimciliğin de altın dönemlerini yaşadığını anlattı. Bu alandaki gelişmelerin, birçok yatırımcıyı ve girişimciyi hareketlendirdiğini belirtti. Bireysel Katılım Sermayesi gibi ağların da girişimcilerin ve yatırımcıların desteklenmesinde önemli rol oynadığına değindi. Ozan Tatar Türkiye’deki büyük maliyetli girişimlerin yabancı yatırımcı aramak zorunda kalmasının da değişmesi gerektiğine dikkat çekti. Erol Bilecik, ise yatırımcı olmanın ve girişimci olmanın dünyadaki ve ülkemizdeki durumunu kıyas ederek, şeffaf ve disiplinli çalışmaların bu girişimleri olumlu ve verimli sonuçlara ulaştıracağını ifade etti. Sina Afra, Erol Bilecik, Elbruz Yılmaz Ozan Tatar, Nazım Salur, Oğuzhan Poyrazoğlu 16 ARALIK 2014 Türkiye’deki İşletmelerin Dijital Dönüşümü Ebru Özgüç (Vodafone Türkiye Kurumsal Pazarlama Direktörü) 16 Aralık etkinliğinin ilk oturum konuşmacısı olarak yerini aldı. Günümüzde mobil simkart satışları yerine farklı uygulamaların daha etkili olacağını savunan Özgüç, B 31 geleceğin teknolojiyi satmak üzerine şekilleneceğini, bu anlamda elle tutulmayan fakat hayatın tüm alanına giren bu sistemin önemine dikkat çekti. Özellikle kobilerin dijitalleşmesini sağlamak amaçlı geliştirilen yeni projelerden söz ederken, dijitalleşen sektörlerin kâr oranlarındaki yükselişi gösteren verileri de katılımcılar ile paylaştı. Dijitalleşmenin aynı zamanda Türkiye ekonomisine de büyük katkıda bulunacağını belirtti. Pazaryerlerini (Marketplaces) Yönetmek – Panel Ebru Özgüç Ozan Tatar’ın (PayU Türkiye Pazarlama Müdürü & Boğaziçi Üniversitesi Misafir Öğretim Görevlisi) moderatör olarak yer aldığı oturumun konuşmacıları Nazım Salur ‘86 (BiTaksi Kurucusu & CEO) ve Oğuzhan Poyrazoğlu idi (Gitti Gidiyor Ürün ve Teknolojiden Sorumlu Direktör). Nazım Salur, BiTaksi projesinin ortaya çıkışı, gelişim süreci ve uygulamanın içeriğinden bahsederken, dijital uygulamaların daha pek çok farklı alanda kullanımına olan ihtiyacın altını çizdi. Oğuzhan Poyrazoğlu ise Gitti Gidiyor’un 2014 senesi içinde sektördeki konumu üzerine genel bir değerlendirmede bulunurken, satıcılar ile alıcılar arasındaki dengeyi sağlayan platformların oluşturulmasında dijital aygıtların ve gelişmelerin önemine değindi. 23 ARALIK 2014 Neden Teknoloji Bağımlılık Yaratıyor? Eğitimde Teknoloji Nasıl Doğru Kullanılır? DigitalTalks etkinliğinin son hafta konuşmacılarından birisi de Dr. Özgür Bolat ‘02 idi (Köşeyazarı, Akademisyen). Bolat, konuşmasını insanlar neden zamanlarının çoğunu teknolojiye ayırıyorlar ve insan ne ister soruları üzerine şekillendirdi. Çocukların günde 5,5 saatlerini bilgisayar başında geçirdikleri günümüzde okula gitme, okulda bulunma ve öğrenme isteğinin neden teknolojiye olan ilgi kadar olmadığı soruları tartışıldı. Bu sorunun yanıtı ise insanın mutlu olmak için ne istediğinin yanıtında arandı. Bolat, bireylerin sohbet ettiklerinde neden mutlu olduklarını, kişinin hangi zaman dilimlerinde mutluluk duyduğunu B 32 tartıştı. Kişinin sevdiği işi iyi yaptığı değil, iyi yaptığı işi sevdiği yönündeki tespiti üzerine bireylerin, gelişim ihtiyacının karşılanmasında ise okuldan çok evdeki teknolojik aygıtların etkisinin büyük olduğunu ekledi. Kitlesel Açık Online Dersler (MOOC) Eğitim Sistemini Nereye Taşıyor? – Panel Digital Talks’un son oturumu Ozan Tatar’ın (PayU Türkiye Pazarlama Müdürü & Boğaziçi Üniversitesi Misafir Öğretim Görevlisi) moderatörlüğünde, Prof. Dr. Ayşegül Toker (Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı), Alp Köksal ‘06 (Khan Academy Türkiye Direktörü) ve Pavel Slavov’un (’11) (RTB Eğitim Çözümleri, Eğitim Sistemleri Tasarımcısı) konuşmacı olarak katıldığı panel ile son buldu. Prof. Dr. Ayşegül Toker, eğitim sistemi içerisinde dijitalleşmenin nasıl bir değişiklik getireceğinin çok iyi analiz edilmesi gerektiğinin Özgür Bolat altını çizdi. Üniversitemizdeki MOOC komisyonunun çalışmalarından bahsederek, bilgi üretmek, dışarıda üretilmiş olan bilgiyi de alarak, öğrenciye süzgeçten geçmiş bilgi akışını sağlamanın önemine değindi. Alp Köksal, hem öğrencilere kaynak sunan hem eğitmenler için teknolojik özellikler barındıran bir eğitim aracı olan online ücretsiz platformların gelişimine işaret ederken, bu alandaki zengin içeriğin gelecekteki online eğitimler için çoğalacağını ve eğitim yöntemlerinde ciddi bir değişiklik gözleneceğini belirtti. Uzaktan eğitim ve okuldaki eğitim birlikteliği ve verimliliği için ise bu dönüşümlerin gerekliliği üzerine konuştu. Pavel Slavov RTB Eğitim Çözümleri ile eğitim teknolojisi ihtiyaçlarının nasıl belirlendiği ve karşılandığı üzerine bir konuşma gerçekleştirdi. Özellikle lise ve üniversitelerde AR-GE çalışmaları yapılarak gerekli çözümlerin en doğru şekilde üretilmesi gerektiğini ifade etti. Sponsorlar: www.alve.com, BKM Bankalararası Kart Merkezi, Vodafone ve www.gittigidiyor.com Destekleyenler: BUBA (BUMED Business Angels), Bloomberg Businessweek, The British Chamber of Commerce of Turkey, Doğadan, Marketing Talks, Nestle Pure Life, Pazarlamasyon, Şirket Ortağım Melek Yatırımcı Ağı ve Tadelle Tüm sponsorlara ve destekleyenlere teşekkürlerimizi sunarız. Ozan Tatar, Alp Köksal, Prof. Dr. Ayşegül Toker, Pavel Slavov Başarıyla yetişen nesiller 45 yıldır Eyüboğlu’nda Eyüboğlu Tanıtım Günü ve Düzey Belirleme Sınavı: 14 Mart 2015 Atatürk ilkeleri doğrultusunda, uluslararası programlarla desteklenen eğitim sistemimizle 45 yıldır, akademik kariyerleri ve sosyal becerileriyle geleceğe güvenle bakan, başarılarıyla hayatta öne geçen bireyler yetiştiriyoruz. 14 Mart 2015, Cumartesi günü 4., 5., 6. ya da 7. sınıfa başlayacak olan çocuğunuz Düzey Belirleme Sınavı’na girerken sizi de anaokulu ve ilkokul düzeyindeki çocuğunuzla birlikte Çamlıca veya Kemerburgaz kampüslerimizde keyifli ve öğretici bir tanıtıma davet ediyoruz. Düzey Belirleme Sınavı için son başvuru tarihi: 11 Mart 2015, Çarşamba Okullarımızdan veya web sitemizden bilgi ve randevu alın, Eyüboğlu Eğitim Kurumları ile neden gurur duyduğumuzu yerinde anlatalım. Çocuklarımızı sınava, velilerimizi onların parlak geleceği için eğitime adını veren okulumuzu keşfetmeye bekleriz. Eğitim: Eyüboğlu eyuboglu.k12.tr 0216 522 12 12 COME TOGETHER DEVAM EDIYOR 2014 yılının Ekim ayında başlangıcı yapılan Come Together etkinliği, mezunlar ve öğrenciler arasındaki bağı güçlendirmeye devam ediyor. BÜMED tarafından ilki Endüstri Mühendisliği Bölümü öğrencileri ile düzenlenen Come Together (Bölüm Buluşmaları) etkinliğinin ikincisi, İşletme Bölümü öğrencileri için 17 Aralık tarihinde gerçekleştirildi. Öğrencilerimizin özellikle kendi bölümlerinden mezun olanların şu an hangi işle meşgul olduklarını öğrendikleri ve gelecekte kendilerini nelerin beklediği yönündeki sorularına cevap buldukları bölüm mezunları ile buluşma etkinliği keyifli anlara sahne oldu. B B 34 34 İşletme Bölümü mezunlarımızdan Vodafone’dan Tansal Kurtuluş/ Trade Marketing Senior Manager, L’Oreal’den Özgür Çolak/Perfumery Channel Indirect & Direct Sales Manager ve Finansbank’dan Elsa Pekmez/ Director- Enpara.com etkinliğe konuşmacı olarak katıldılar, deneyimleri ve keyifli sohbetleriyle akşama renk kattılar. Vodafone ana sponsorluğunda gerçekleştirilen etkinlikte hazırlık, 1., 2., 3. ve 4. sınıf İşletme Bölümü öğrencileri hem deneyimli mezunlar ile buluşup onların terübelerini dinlediler hem de etkinlik boyunca katılımcı firmalar ve BÜMED tarafından verilen sürpriz hediyeler kazandılar. İşletme Bölümü mezunları ve öğrencileriyle iletişim ve dayanışmayı artıran etkinlik, katılımcıların iletişim ağlarını geliştirmelerine yardımcı oldu. Ayrıca İşletme Bölümü mezunlarına ait istatistikler Boğaziçi Network birim yöneticisi Melek Ülkü Melek Ülkü Arısoy, Özgür Çolak, Elsa Pekmez, Tansal Kurtuluş Arısoy '07 tarafından katılımcılara sunuldu. Oldukça keyifli ve bol sohbetli geçen akşam için tüm konuklarımıza teşekkür eder, bir sonraki organizasyonun 11 Mart 2015 tarihinde Ekonomi Bölümü öğrencileri için düzenleneceğini duyurmaktan onur duyarız. Siz de firma olarak katılımcı olmak isterseniz bogazicinetwork@bumed. org.tr adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. "MERAK EDEN ÇOCUK"UN PENCERESİNDEN HER GÜN SEVGİ GÜNÜ Damla Usta Birtane BÜMED MEÇ Okulları Okulöncesi Öğretmeni 1800lü yıllardan sonra Amerika’da Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana, günümüzde pek çok insanın kutladığı toplumsal bir olay haline gelmiştir Sevgililer Günü. Kimimiz bu toplumsal olaya ayak uydurup hediye alıp vermek isteriz sevdiklerimize, kimimiz de "Bir gün değil her gün sevdiğim, her gün sevgi günüm," deriz. Deriz de sevgimizi ne sıklıkta söyler, nasıl hisseder ve hissettiririz? B 36 "Peynirli poğaçayı seviyorum", "Mavi rengi seviyorum", "Kahvemi sütlü seviyorum", "Romantik film izlemeyi seviyorum." Ne çok kullandığımız bir kelimedir aslında "seviyorum." Pekiyi, ya "seni seviyorum?" Bu iki kelimeyi de sevdiklerimize söyleyebiliyor muyuz? Hangi coğrafyada olursak olalım bir şeyi, birini sevmek ve bir arkadaş, bir dost, bir eş tarafından sevilmek isteriz; duymak isteriz o iki kelimeyi. Tüm çıkarlardan arınmış, beklentiler olmadan, menfaat amacı gütmeyen bir sevgi ile sevilmek ve sevmek isteriz. Şarkılarda sıkça geçen, sanat yapıtlarına konu olan, düşlerimizi dolduran sevgiyi, Psikanalist Erich Fromm "karşılık beklemeden sevebilme sanatı" olarak ifade eder ve koşulsuz sevgiyi tanımlar. İşte bu, en çok ebeveynçocuk arasındaki sevgiyi getirir aklımıza. Çocuğun model aldığı ilk bireyler olan anne-babanın sevgi sözcükleriyle, hoşgörüyle ve sıcacık temasla çocuğuna yaklaşması; bir çocuğun duygusal gelişiminde büyük yer tutar. Çocuk, gördüğünü ve duyduğunu öğrenecek, öğrendiğini kullanacaktır. Tutumlarını, becerilerini girdiği sosyal ortamlarda geliştirecek, ailesinden gözlemlediği yaklaşımları bir bir deneyecektir. Sevgiyle büyüdüğünden mutlu, sevmeyi bilen, iyimser yaklaşımlarını gösterecektir. Dokunulan ve sevilen çocuk, olumlu kişilik geliştirmekle beraber fiziksel olarak da hastalığa karşı direnç geliştirdiği, aile sevgisinden uzak büyüyen ya da sevgiyle büyüyemeyen çocuğun bağışıklık sisteminin gelişmediği araştırmacılar tarafından gözlemlenmiştir. Kucaklanan, öpülen çocuk, kendisine hiçbir şey söylenmese dahi sevildiğini ve değer verildiğini bilecek, hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı gelişecektir. Sevgi sözcüklerini duymak kadar hissetmek de önemlidir. Psikoloji dünyasında gerçekleştirilen ilginç deneylerden biri Harry Harlow adındaki ABD’li psikoloğun ebeveyn sevgisinden uzak kalan bebeklerde ne tür davranışsal değişiklikler olabileceği ile ilgilidir. Bu deneyde, denek olarak kullanılan maymunların, biri sert tellerden diğeri yumuşacık kumaştan yapılmış iki yapay anneye karşı davranışları gözlemlenmiştir. Tellerden yapılan anneye yavrunun acıktığında beslenmesini sağlayacağı biberon eklenmiştir. Yavrunun beslenme gereksinimini karşılayan tellerden yapılmış anneyle daha çok zaman geçirmesi, sevgisini göstermeye çalışması beklenmiştir. Ne de olsa doğal ihtiyacı bu anne tarafından karşılanıyordu. Ne var ki durum hiç de beklendiği gibi gelişmemiştir. Yavrular beslenme gereksinimlerini karşılayıncaya kadar telden anneyle birlikte olmuş, zamanlarının geri B 37 kalan kısımlarında daha güvende daha mutlu hissettiğinden yumuşak ve sıcak bir yapısı olan kumaş anneyle birlikte olma eğilimi göstermişlerdir. Çocuklar da böyle değil midir? Sevgi ile bakan gözleri hissettiği, sıcacık gülüşü gördüğü ve "seviyorum"u duyduğu yeri ve kişileri tercih etmez mi? Bizler de böyle değil miyiz? Güleryüz gördüğümüz restoranı daha sık tercih edip, sıcacık sevgisini hissettiğimiz arkadaşımızı daha çok aramaz mıyız? Sevgi ile bakan gözler, içten gülüşlerle kendimizi mutlu hissetmez miyiz? Ve "Seni Seviyorum"u her duyduğumuzda en zor günümüzde bile sevdiklerimize tebessüm etmez miyiz? O halde; alın kucağınıza çocuğunuzu, tutun sevdiklerinizin elini, gidin dostunuzun yanına ya da her zamanki restorana ve deyin ki "seviyorum." Göreceksiniz gülen gözleri ve duyacaksınız bu güzel kelimeyi siz de. Her gününüz sevgi günü olsun, Sevgililer Gününüz kutlu olsun! KAYNAKÇA: Arık, M. Bilal. İletişim Yazıları: Bir Kültür Endüstrisi Ürünü Olarak Sevgililer Günü,2006. Davranış Bilimleri Enstitüsü. ‘Güvenli Bağlanma’ (2007) Fromm, Erich. (Sevme Sanatı) İstanbul: Payel Yayınevi,10.Basım. DANSIN ADIMLARI BİRLİKTELİĞİMİZİ GÜÇLENDİRİYOR İcranın, hangi sahada olursa olsun -sadece izleyici bile olunsa- birleştirici gücü yadsınamaz. Beraber sunulan bir performansın kenetleyici gücü ise su götürmez. Bu, oynanan bir tiyatro oyunu, çalınan bir oda müziği eseri veya bir dans performansı olabilir. Katılımcıların birlikteliklerinden doğan ortaklığın eğlendirici yönü kadar, kuvvetlendirici yönü de söz konusudur. B 38 BÜMED olarak hem eğlenmek hem beraber olduğumuz ortamları sıklaştırmak hem de birlikte ortaya konan/ konabilecek performansların birleştirici gücünden faydalanmak için 27 Aralık Cumartesi akşamı Latin Dansları hocamız Sayın Margarita Nesterova eşliğinde Club House’da bir Latin Dans Gecesi düzenledik. Geceye dair göze çarpan anlar şunlardı: Geceye özel Latin Dansı kursiyerlerimiz kısa bir şov hazırlamışlardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde hocamız basit birkaç dans adımı öğreterek herkesin geceye dâhil olmasını sağladı. Ardından küçük bir yarışma yapıldı. Geceye katılan çiftler arasından seçilen altı çift, vals, Rock’n Roll ve Can Can olmak üzere üç kategoride yarıştılar. Yine katılımcılar tarafından oluşturulan jüri tarafından gecenin en iyi dansçıları seçildi. Katılımcıların çok keyif aldığı ve yoğun ilgi gören dans gecemizin devamı gelecek. Bir sonraki dans gecemizin tarihi 7 Şubat Cumartesi. Tüm mezunlarımızı BÜMED’e dansa davet ediyoruz. B 39 YALEGALE - YALE GLOBAL ALUMNI LEADERSHIP FORUM @NEW HAVEN, CT Emre Kazancıoğlu ’95 BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği olarak, 12-15 Kasım tarihleri arasında New Haven’da AYA tarafından düzenlenen Yale Global Alumni Leadership Forum 2014’e davet edildik. B 40 Yale Üniversitesi Mezunlar Derneği, AYA tarafından düzenlenen Yale Global Alumni Leadership Forum, her sene Amerika'nın ve dünyanın dört bir yanındaki 189 Yale Club’dan gelen 500’ü aşkın Yale mezununu dört gün süresince bir araya getiriyor. Gönüllü faaliyetlerinde aktif rol alan mezunların, deneyimlerini ve en iyi tecrübelerini paylaştıkları bu çalışmalara, Amerika dışındaki mezun dernekleri temsilcileri de davet edilerek atölyelere katılma ve deneyimlerini paylaşma fırsatı yaratılıyor. İlki 2008 yılında İstanbul’da organize edilen YaleGALE, 2013 yılına kadar sırasıyla Pekin, Tel Aviv, Paris, Vilnius ve Riga’da, 100’den fazla üniversitenin katılımı ile toplandı. 2013 yılında ilk kez kendi evi olan New Haven Connecticut’ta gerçekleştirilen bu prestijli foruma, 2014 yılı ile birlikte BÜMED olarak bizler de davet edildik. Üç kıta ve sekiz farklı ülkeden,14 mezun derneğinin 29 temsilcisi arasında, BÜMED’i, Yönetim Kurulu Başkanımız Hakan Zihnioğlu ’91 ile birlikte temsil ettik. 9 ve 10 Kasım günleri New York programımız sonrası, 11 Kasım akşamüstü trenle geldiğimiz New Haven’da hızlıca otele yerleşmemiz sonrası, ilk ziyaretimizi yapmak üzere, AYA Direktörü Mark Dollhopf’un özel davetlisi olduğumuz konutuna gittik. Mark Dollhopf’un konutu, New Haven’da hemen hemen birbirinin tıpkısı, hepsi yüz yaşına yakın, filmlerde görmeye alışık olduğumuz klasik müstakil Amerikan evlerinin güzel bir örneği. Eşi Marjo ile konuklarını çok sıcak bir şekilde karşılayan ve ağırlayan Mark, geçtiğimiz seneki ziyaretimiz ve sonraki temaslarımızın verdiği tanışıklıkla bizlere daha farklı ve yakın bir ilgi gösterdi. Seminere bir gece öncesinden gelen konukların katıldığı davet, gayet samimi bir hava içerisinde sohbetlerle devam etti ve önümüzdeki birkaç gün için güzel bir başlangıç oldu. Ertesi sabah, Yale Old Campus’un tam göbeğindeki Dwight Hall’da, AYA Direktörü Mark Dollhopf’un (’77) iki saate yakın süren eğlenceli ve öğretici açılış sunumu ile başlayan YaleGALE 2014’ün ilk günü, akşam saatlerine kadar, gönüllü faaliyetleri, genç mezunlarla etkileşim, B 41 liderlik, ortak ilgi grupları, seyahat, kadın faaliyetleri gibi başlıklara ayrılmış çeşitli atölye ve panellerle devam etti. İlk gün çalışmaları, mihmandarımız Isadora Italia’nın rehberlik ettiği küçük bir kampus turu ile sona erdi ve akşam düzenlenecek resepsiyona kadar tüm katılımcılar olarak serbest kaldık. İlk gecenin sonunda organize edilen resepsiyon yemeği, Old Campus’e çok yakın, Church Street üzerindeki Quinnipiac Club’ta gerçekleştirildi. Yale bölge başkanlarının ve temsilcilerinin bir araya geldiği bu resepsiyona bizler de 29 misafir olarak davet edildik. Birer birer masalara dağıtıldığımız bu yemekte, Amerika’nın dört bir yanından gelmiş, mesleklerinde olduğu kadar gönüllü faaliyetlerinde de oldukça başarılı Yale temsilcileri ile bir araya gelme, tanışma ve sohbet etme fırsatını bulduk. 13 Kasım sabahı çalışmalar, York Street üzerindeki mezunlar derneği binası Rose Alumni Center’ın hemen yanındaki Üniversite Tiyatrosu’nda düzenlenen AYA Kongresi ile başladı. Sonrasında tekrar Dwight Hall’a geçerek, ikinci gün programlarına devam ettik. YaleGALE’deki ikinci günümüz BÜMED adına bizler için oldukça yoğun ve verimli geçti. Yönetim Kurulu Başkanımız Hakan Zihnioğlu ’91 ile gerçekleştirdiğimiz bir sunum ile katılımcılara, Boğaziçi Üniversitesi, BÜMED ve faaliyetleri konusunda çok önemli bilgiler aktardık. Forum öncesi karşılıklı yazışmalarımız sonucu, bizlerden gelen talep üzerine organizasyon komitesinin ilk defa olarak BÜMED’e tanıdığı bu sunum fırsatı, hem Yale temsilcilerinden hem de diğer katılımcı mezun derneklerinden büyük bir beğeni ve takdir aldı. Bizlerden gelen bu ilk öneri sonrasında, organizasyon komitesi yetkilileri, bundan böyle katılımcıların da bu tür sunumlar yapabileceği özel bir panel ihtiyacı olduğunu not ettiler. Yoğun ikinci gün programımızın bir sonraki önemli durağı, Belediye Başkanı Toni Harp ile özel bir görüşme yapmak için New Haven Belediye Binası oldu. Old Campus’un hemen karşısında, yürüme mesafesindeki randevumuzda, Başkan Harp ile birlikte, Kültür B 42 ve Turizm Yetkilisi Andrew Wolf ile Başkan’ın Özel Kalemi Laurence Grotheer da hazır bulundu. BÜMED adına en faydalı temaslarımızdan birisi olan bu toplantıda, karşılıklı bilgilendirmeler sonrası üniversite ve çevresi ile olan ilişkiler resmi ağızlardan dinlendi ve ileriye dönük bir takım ortak çalışmalar için ilk adımlar atıldı. Amerika’nın üç farklı şehrindeki ziyaretlerimiz yüzünden oldukça sıkışık olan programımız sebebiyle, dört günlük YaleGALE 2014’ün sadece ilk iki gününe katılabilme fırsatımız oldu. Yine de bu iki gün, gerek BÜMED gerekse kişisel olarak bizler açısından çok verimli, çok öğretici, hayatımızın en önemli deneyimlerinden birisi oldu. İki gün boyunca, dünyanın dört bir yanından gelmiş, seçkin okulların seçkin temsilcileri ile birlikte panellere, tartışmalara, atölyelere katılma fırsatına sahip olduk. Harvard ile birlikte, Amerika’nın ve dünyanın en prestijli üniversiteleri olarak kabul edilen, son 33 yıldaki altı ABD Başkanı’ndan dördünü çıkartan Yale kampusunda geçirdiğimiz bu müthiş iki gün, bizlere Yale Üniversitesi'nin mottosu olan ‘’Lux et veritas’’ yani ışık ve gerçek hakkında biraz daha bilgi sahibi olma fırsatı verdi. New Haven’da oldukça yoğun geçen ikinci günümüzün sonunda, ertesi günkü Harvard ve MIT randevularımız için tren istasyonunun yolunu tuttuk. Gece geç saatlerde vardığımız Boston’da bizi oldukça soğuk, hatta bir ara karlı bir hava karşıladı. Bir hafta süren Amerika ziyaretimizin YaleGALE 2014 ayağı dışında kalan kısımlarında, New York’ta Fordham ve Columbia, Boston’da da Harvard ve MIT gibi, Amerika’nın ve dünyanın en önde gelen üniversiteleri ile temaslarda bulunma ve önümüzdeki günlere yönelik karşılıklı görüş alışverişlerinde bulunma fırsatları yakaladık. New York’taki Fordham ve Columbia ziyaretlerimiz ile temaslarımızın detaylarını geçtiğimiz ay sizlerle paylaşmıştım. Boston’daki Harvard ve MIT ziyaretlerimizle ilgili detayları da, önümüzdeki ay, dergimizin dünya üniversiteleri temalı sayısında sizlerle paylaşacağım. BÜMED adına, uluslararası düzeyde bir ilk olan bu çalışmalar bizlere, bu tür temasların ne kadar önemli ve faydalı olduğunu bir kez daha gösterdi. BÜMED’in 30. kuruluş yıldönümünü kutladığımız 2015 yılı ile birlikte, bu tür temas ve faaliyetlerimizin yoğunluğunu ve çeşitliliğini artırarak devam ettireceğiz. RÖNESANS’IN VE ŞARABIN VATANI, DOĞA ILE IÇ IÇE GEÇMIŞ BIR AÇIK HAVA MÜZESI Emre Kazancıoğlu '95 BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi B 44 Hani hepimizin görür görmez etkilendiği yerler vardır. Şüphesiz doğa ile iç içe geçmiş bir açık hava müzesi olan Toskana da onlardan biridir. Etrüsklü geçmişinden günümüze kadar, insanın her duyusuna akıl almaz bir zarafetle hitap eden büyülü Toskana’da, daha önce hiç yaşamadığınız bir deneyime hazırsanız, BUgezi’nin bu yeni destinasyonu için bavulunuzu şimdiden hazırlamaya başlamanızı öneriyorum. BÜMED olarak 30. kuruluş yıldönümümüzü kutladığımız 2015 yılı ile birlikte, önce Küba ve hemen ardından da Bansko ile yurtdışı organizasyonlarını birbiri ardına gerçekleştiren BUgezi, şimdi de sizleri, Ortaçağ’dan kalma katedralleri, Rönesans’ı günümüze taşıyan binaları ve sayısız sanat eseriyle insanı etkisi altına alan Toskana’ya davet ediyor. Adeta birbiri üzerine yuvarlanan tepeleri, daracık kır yolları, göz alabildiğine uzanan üzüm bağları ile her göreni kendine hayran bırakan Rönesans’ın vatanı Toskana, doğa harikası manzaraları ve şirin köyleri ile sizi unutulmaz bir tatile çağırıyor. Toskana, bünyesinde barındırdığı derin kültür ve sanat ile aklımızı, ruhumuzu beslerken, gastronomisi ile de midemize adeta şölen yaptıran bir yöre. Chianti'si, Rosso ve Brunello Di Montalcino'su, Vino Nobile Di Montepulciano'su ile tanrılara layık şarapları; pecorino peyniri, salamı, kestanesi, trüf mantarı, zeytinyağı ile eşsiz mutfağı bizi fethetmeye çoktan hazır. Toskana’da payınıza düşen, sadece bu enfes coğrafyanın sunduklarına kendinizi bırakmak olacaktır. Seyahatiniz süresince duyacağınız Toskana hikâyeleri, günlerce dinleseniz bile bitmeyecektir. Cosimo'su, Piero'su ve Lorenzo'suyla B 45 Medici Ailesi, onların şehre ve tüm insanlığa bıraktığı etkileyici Uffizi Koleksiyonu, Brunelleschi ve akıllara durgunluk veren Duomo Kubbesi, o kubbe yapılırken Ghiberti ile aralarında geçen sürtüşme ve Cennet Kapıları, Botticelli ve Venüs'ün Doğuşu'nda model olarak kullandığı Portovenere’li dilber Simonetta, Dante ve ilahi aşkı Beatrice, Leon Battista Alberti ve mimarlığın yeni kanunları, Giotto ile öğrencileri, aynı anda yükselen devasa yapılar Santa Maria Novella, Santa Croce, Duomo ve sayamayacağımız daha niceleri! UNESCO Dünya Mirası listesine altı farklı isim veren Toskana’nın başkenti Floransa, İtalyan Rönesansı’nın doğduğu ve geliştiği, sanat ve mimari açısından büyük bir zenginliğin sembolü olarak bilinmektedir. Ponte Vecchio, Arno Nehri, Duomo, Vaftizhane, Repubblica Meydanı, Signorlar Sarayı Floransa’da görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Dünyanın en önemli resim müzelerinden biri olan Uffizi Galerisi ve Fransisken mezhebinin en önemli ibadet yeri olan,aynı zamanda da Michelangelo, Machiavelli, Galileo, Rossini gibi İtalyan kültürünü şekillendirmiş en önemli şahsiyetlerin mezar yeri olan Santa Croce Bazilikası da mutlaka ziyaret edilecek yerler arasında yer alır. Toscana Bölgesi şarapçılığının merkezi olan Chianti bölgesinde, yerel bir şarap üreticisinin malikânesinde şarap degüstasyonu B 46 molası da, olmazsa olmazlar arasına not edilmelidir. Ortaçağ kuleleri ve villalarıyla göz alan, yöreye özgü Vernaccia şarabıyla ünlü UNESCO Miras Listesi’ndeki San Gimignano, surlarıyla ünlü bir köy olan ve Dante’nin İlahi Komedyası’nda birkaç kez bahsettiği Monteriggioni, insanı adeta zaman tünelinde bir yolculuğa davet eder. Bologna’da Piazza del Nettuno, Neptün Çeşmesi, Piazza Maggiore, St. Pietro Katedrali, Avrupa’nın en eski üniversitesi olan Bologna Üniversitesi; şarabı, bağları, zeytinyağı ve balı ile ünlü Montepulciano; yine UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki, Pecorino peynirinin üretim yeri Pienza, Toskana’nın listelere sığmayacak çekim noktalarından sadece birkaçıdır. Hakkında yüzlerce kitap yazılmış, filmlere, tablolara, romanlara, operalara konu olmuş Toskana yöresi anlatmakla bitmez. Sadece birkaçını sıralamaya çalıştığım bütün bu özelliklerini alt alta eklediğimizde, bizler de doğa ile iç içe geçmiş bir açık hava müzesi olan büyülü Toskana’yı, BUgezi’nin bir sonraki yurtdışı noktası olarak kararlaştırmakta hiç zorlanmadık. BÜMED’in 30. Kuruluş Yıldönümü’nü kutladığımız 2015 senesi ile birlikte, geçen sene başlattığımız BUgezi faaliyetlerimizi, birbirinden cazip yeni programlar ile sunmaya devam edeceğiz. Eğer hâlâ BUgezi ile tanışmadıysanız, 2015 ile birlikte sizleri BUgezi faaliyetlerimizi yakından takip etmeye ve eğlenceli gezilerimize katılmaya davet ediyoruz. Bir kez daha, yeni yılın sizlere mutluluk getirmesi dilekleriyle birlikte sizleri, 30 yıldır tek amacı Boğaziçi markasını çok daha yukarılara taşımak olan BÜMED’in faaliyetlerinde daha fazla görmek isteriz. Gezi faaliyetlerimizle ilgili olarak, ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için: 0212 359 58 13 Tuba Taşyürek 0212 359 58 20 Emine Çavak bugezi@bumed.org.tr Rönesans’ın ve şarabın vatanı, doğa ile iç içe geçmiş bir açık hava müzesi TOSCANA BU gezi & işbirliği ile Tarih: 22 Nisan - 26 Nisan 2015 4 Gece / 5 Gün İstanbul / Bologna / İstanbul THY ekonomi sınıfı uçak bileti Özel otobüs ile ulaşım Müze giriş ücretleri İki adet degüstasyon Üye Fiyatı: İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1250 Euro / Tek Yatak Farkı:180 Euro Misafir Fiyatı: İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1400 Euro / Tek Yatak Farkı: 220 Euro Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / bugezi@bumed.org.tr /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr in /bumed Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir BİR BİLİM İNSANININ PORTRESİ: PROF. DR. SIDDIKA SEMAHAT DEMİR Aylin Buran ’02, Yasemin Dut ’10 Lise eğitimini Robert Kolej'de, yüksek lisans eğitimini ise Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği'nde tamamlamış olan, İstanbul Kültür Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir'i ('91), 1989 senesinden bu yana kalp ve beyin üzerine gerçekleştirdiği çalışmaları hakkında bilgi almak amacıyla ziyaret ettik. Demir ile yurtdışındaki deneyimleri, bilimsel çalışmaları, Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi yıllarının yaşamındaki etkileri üzerine konuştuk. Çalışma sahanız hakkında bilgi verebilir misiniz lütfen? Benim çalışmalarım, kompüter similasyonu ile matematiksel denklemler yaratarak, beyindeki ve kalpteki biyolojiyi kompüterde tekrarlamak ve hücreler seviyesinde beyin ve kalbe ulaşabilen bilgileri entegre etmek üzerine. Bu, disiplinlerarası bir bilim dalı; mühendislik, biyomedikal mühendisliği, matematik, denklem çözümü, fizik… Bunun bir kısmı biyofiziktir, fizyolojidir. Tıp biliminden kardiyoloji veya nörolojidir. İngilizce’de bir tabir vardır: “From Cell to Bedside.” Hücreden hasta yatağına kadar bütün o bilgilerin entegre edilmesi lazım. Bu çok detaylı bir bilim. İki ayrı alanım var: Kalp ve beyin. Fakat matematiği de kapsıyor. Her şeyi oluşturan hücredir. Hücreler dokuyu oluşturur, doku organı oluşturur. Hücrelerin yapıları benzerdir. Orada da önemli bir elektrik aktivitesi var. Ben elektronik mühendisi olarak bu elektrik aktivitesini matematik ile çözüyorum. Yaptığım da “Kalpte ve beyinde ne tip hastalık oluşuyor, bunları tedavi etmek için -gerek ilaç tedavisi olsun gerek diğer tedaviler olsun- ne yapmak gerekiyor?” sorularına cevap bulmak. Bu, temel bilim seviyesinde ama bu işin uygulaması klinik seviyesinde oluyor. Ben 1989 yılından beri çalışıyorum. Tabii ki bilim zaman istiyor. Benim en çok çalıştığım konu kalbin elektriğidir. Defibrilatör dediğimiz kalbin atışı üzerine olan aletler birçok yerde var. Kişinin elektriksel olarak kalp atışında bir bozukluk varsa, o anda defibrilatör kullanmak lazımdır. Bu aletler günümüzde çok gelişti. Kalbin içine konulan kalp pilleri de kalbin elektriksel aktiviteleridir. Bu bozuksa kalp pompalama da yapamıyor. Yani o mekanik aktiviteyi yapabilmek için bir elektrik aktivitesinin başlaması gerekiyor. Bunların matematiği üzerinde çalışmak çok heyecan verici. Bu denklemler başka alanlara da uygulanabilir. Ben biyolojiyi, kalbi ve beyni anlamak için kullanıyorum; ama aynı denklem sistemini hava durumunda, uçakların türbülansında kullanabilirsiniz. Tabii orada parametre ve denklemleri matematikçinin, mühendisin bakış açısıyla değiştirmek gerekir. Ben 1989 yılından beri bu konular üzerinde çalışıyorum, bu alanlarda müthiş ilerlemeler olduğunu söyleyebilirim. Vücudu anlarken de genlerden moleküllerden başlayıp hücre, doku, organa kadar incelemek, sonra da bütün insanı anlamak lazım. Ülkemizde bazen “hızlıca uygulamaya geçelim,” diye bir atak oluyor. Temel bilimsiz uygulama çok zor. Her bilimde, sosyal bilimlerde de böyledir ki terminolojisi neyse ona göre bir temel oluşur, ona göre uygulamalar ortaya çıkar. Fen bilimlerinde de büyük bir temel bilim sistemi var. Açtığınız pek çok program, yönettiğiniz fonlar var. Bu çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz lütfen? Benim eğitimde çok kullanılan bir “software”im var: Interactive cell modeling resource. Bunu 1998 yılında hazırladığımda on dokuz ayrı ülke kullanıyordu. Bu çalışma, tıpçıların kalp ile beyni kompüter simülasyonu ile internet üzerinden anlamaları açısından çok değerli bir kaynaktı. Amacım bilimle eğitimi entegre etmek aynı zamanda. Tıp fakülteleri üzerinden tabii. Elbette daha önce de söylediğim gibi temel bilimde zaman gerekiyor. Dört yüz ayrı üniversiteyi Amerika’da fonlarla yönlendiriyordum. National Science Foundation’da biyomedikal mühendisliğinin ve yirmi ayrı bilim dalının fonlarını yönetirken, beyin üzerine pek çok program açtım. Çünkü kendim beyin üzerinde çalışan bir bilim insanı olarak ne kadar az bilgimiz olduğunu görünce, beyin üzerine bilim dalları -mesela biri Brain Computer Interfaceoluşmasını istedim. Beyindeki düşünce ile aletleri kontrol etmek, aynı zamanda kol, ayak gibi organları çalışmayan kimselerin beyin işaretleri ile ampute oldukları B 49 B 50 andan itibaren yapay uzvu kontrol edebilmeleri gibi konuları ele alan programlar başlattım. Amerika’da bu kimseler için çok büyük destek fonları çıkardım. “Brain Computer Interface” aynı zamanda insanın öğrenme yeteneğini artırması için de önemli. Öğrenme, algılama, yabancı dil konuşma, duygu ve bağlılık gibi beynin o kadar büyük fonksiyonları var ki. Bunların yanında nöro-teknoloji adı altında bir bilim dalı açtım. Aslında beynin hesap yapma yeteneğini öğrenebilsek, daha iyi bilgisayarlar yaparız veya robot yaparken, daha iyi algılayan, hem hissedebilen hem motor aktivasyonuna sahip cihazlar yapabiliriz. Bunları daha çok filmlerde görürüz; ama ufuk var. Onun için 10-15 yıl sonraya böyle bilim dalları ortaya çıkarmalıyız. Bir söyleşinizde beynin ve kalbin matematiğinin çözülmeye çalışıldığından bahsetmiştiniz. Beyin ve kalp çalışmaları şu an ne aşamada? Bu alandaki en son bulgular olarak bizlere neler söyleyebilirsiniz? Kalple beyin arasında bir karşılaştırma yapmam gerekirse, kalp daha çok tanınıyor ve matematiksel olarak çözülebiliyor. Beyin ise o kadar değil. Çünkü kalbin bir özelliği var, “pacemaker” kısmında bir elektrik aktivitesi oluyor, bu aktivite dağılıyor ve kalp sonunda kanı pompalıyor. Görevi aslında oldukça basit: Kanı pompalamak. Fakat o bir elektrik aktivitesini mekanik aktiviteye çevirip kanı pompalıyor ve bütün vücudumuzda çeşitli yerlere dağıtıyor. Sistem olarak kalp daha kolay ve bu pompalama sistemi daha çok çözülebiliyor. Fakat beyin, anlaşılması çok zor bir organ. Zaten en büyük organımız. Onun %1’ini tanımamız bile büyük bir şans. Beynin yaptıkları, kontrol merkezli; kollarımızı, ellerimizi, duygularımızı beyin ile kontrol edebiliyoruz. Beynin öğrenme, konuşma gibi çıktısı kalpten o kadar farklı ki onun için kalpte daha öte düzeyde bilgilerimiz var. Ben, matematiksel olarak aynı denklemi ikisine de uygulayabiliyorum; fakat beyindeki bilgimiz daha az. Onun için beyne katkılarımız daha az oluyor. “Beynin %1’ini anlamamız bir şans,” dediniz. Bu çok ürkütücü bir veri değil mi? İnsanın duygularını, kişisel yeteneklerini, psikolojisini insan beynini anlamadan ya da tam manasıyla kavramadan ne derece anlamlandırabiliriz? Gerek biyomedikal mühendisliği olsun, gerek tıbbi durumlarda olsun bunlar hep teşhis tedavi amaçlıdır. Zaten hep bu açıdan çalışılmıştır. Beyni anlamamız tabii ki zor; kumanda merkezimiz beyin, her şeyin entegre olduğu yer beyin. Beyinde iyi tanıdığımız yer şu: Bir şeye dokunuyorsunuz, hissediyorsunuz, onun bilgisini alıp beyne gönderebiliyorsunuz. Hem hissetme halini hem de motor halini iyi tanıyoruz. Ama diğer kısımlarını pek tanımıyoruz. Mesela “addiction” çok önemli bir konu. Hem batı hem doğu ülkelerinin çok büyük sosyal problemleri var. Teşhis, tedavi olarak kişi bazında bakıldığında, birçok defa bu konunun beyin etkisinde olduğunu görüyoruz. Ağrıların da beyinden kontrolü söz konusu. Evet, komplike fakat problemler zaten komplikedir. Onları disiplinlerarası yaklaşımlarla, temel bilimlerden uygulamalı bilimlere kadar çözüm metotlarını bir araya getirerek anlamak lazım. Bir grup bilim insanı değil, birçok grup bunun üzerinde çalışmalı. Kalbin organ olarak bir pompa vazifesi gördüğünü söylüyorsunuz. Kalbin bilinmeyeni var mı? Görüntüleme imkânımız kolay olduğu için kalp beyne göre daha açık bir organ. Kardiyoloji ve kalp cerrahisi olarak da çok gelişmiş bir bilim dalı var. Belki kalpteki bir zorluk, pediatrik kardiyoloji kısmında olabilir; çünkü gelişen sistemler bu alanı çok rahat tanımıyorlar. Ayrıca kalpte kadın erkek farkı da var. Çalışmaların çoğu erkek popülasyonlarda yapılmakta. Fakat araştırmalarda kadın erkek farkına bakmak da aynen çocuk gelişimi gibi kalp açısından çok önemli. Yani her şey çözülmüş durumda değil; ama çalışmaların devam ettiği sahalar var. Bir de tıbba önleyici tıp çerçevesinden bakmak lazım. Problem olduğunda teşhisten, tedaviden ziyade, çocuk doğduğunda gerekli testleri yaparak vücudun ne gibi hastalıklara eğilimi olduğunu önceden saptamak gerek. O halde aslında mekanik bir organ olan kalp duygusallığıyla öne çıkmış durumda ama aslında başrolde beyin var. Duyguları kontrol eden organ beyin. Kalbin pili var ise, elektriksel aktivite ile hızlı ya da yavaş atıyor. Beyin bunu yavaşlatıyor ya da hızlandırıyor. Çok sevinçli olduğunuzda veya çok büyük bir sevgi yumağı içindeyken, kalp hızlı atar. İşte o zaman sinir sistemimiz de hızlıdır. Fakat vücutta öyle bir denge var ki kalp hep hızlı atsa, durmaz ve titrer. Bu titremeler ölüme bile sebebiyet verebilir. Fakat beyinden başka bir sinyal “Bunu yavaşlatmam lazım,” diyor. Heyecan, korku gibi durumlarda sinir sisteminin kontrolü altındasınızdır. Dolayısıyla beyin ile kalp arasında büyük bir uyum var. Öyle mi? Evet, daima bir ilişki söz konusu. Kalbi beyinden bağımsız düşünemiyoruz. Fakat kalbin en önemli işlevi kanın her yere pompalanması, bu olmasa hiçbir hücre beslenemeyecek. Hücrelerin yaşaması için de kan gerekiyor tabii. Böylece kalp dolaşımı sağlamış oluyor. Biraz da eğitim alanındaki görüşlerinizi öğrenmek isteriz. Türkiye’deki akademik çalışmalar ile yurtdışındaki akademik tecrübenizi kıyas edecek olursanız tespitleriniz nelerdir? Çalışma disiplini, olaylara yaklaşım, verilen eğitim, sunulan olanaklar bakımından kendi alanınız perspektifinde buradan ve yurtdışından bahsettiğinizde bizlere neler söylemek istersiniz? Ben Robert Kolej mezunuyum. Bir Amerikan sistemiyle ortaokul ve liseyi bitirdim. Kardeşlerim de aynı şekilde. Orada öğrendiğimiz temel unsurlar bizi çok etkiledi. Okulumuzun liderlik yeteneklerimizi fark etmemizi sağlayan bir ortamı vardı. Robert Kolej bize genç yaşlarda neye yeteneğimizin olduğunu, hangi konuda lider olabileceğimizi sundu. Bazı eğitim sistemleri kişinin kendini tanımasını sağlıyor. Bizim ortaokul ve lise eğitimizde bu vardı. İTÜ’de Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde okudum. Çok güzel, sıkı, denetimli bir mühendislik eğitimiyle yetiştim. Sonra Boğaziçi’nde Biyomedikal Mühendisliği Bölümü’ne geçtim. Orada yine Amerikan ekolüyle karşılaştım. Ve ben oradan direkt endüstriye geçtim. Almanya’da tıbbi lazerlerle çalışmaya başladım, röntgen cihazlarıyla çalıştım. Benim için bu farklı sistemlerin eğitimi yani İTÜ’nün kuvvetli mühendisliği, Boğaziçi’nin daha Amerikanvari, kendini keşfetmeye yönelik sağladığı katkılar önemli oldu. Daha sonra Amerika’ya gidip yüksek lisans ve doktora yaptım ve her zaman dedim ki “Uygulamayı görmek ve üzerinde çalışmak çok önemli.” Onun için eğitim sistemlerinin, öğrencilerin uygulamaya yaklaşmalarını sağlamaları lazım. Amerika’daki öğrenciliğimde her gün ödev yapıyordum. Uygulamaya yaklaşmak için bu ödevler çok önemliydi. Burada da ders veriyorum, öğrencilerime hep ödev veriyorum. Onun için karşılaştırma yaparken, gerçek iş hayatına öğrencileri ne kadar çabuk kazandırıyoruz, diye sormalıyız. Projeler, ödevler ve uygulamalarla ve gerekiyorsa stajlarla bu iş halledilmeli. Ben mesela İTÜ’deyken Siemens’te staj yaptım ve orada mühendis olarak çalıştım, Almanya’ya gittim. Ve bunlar beni uygulamaya hep yaklaştırdı. Eğitimde teoride kalmamak lazım. Öğrenciler ne yetenekler geliştirecek diye bakmak lazım. Çünkü geleceğe dönük yatırımda yetenekleri keşfetmek de çok önemli. Ben üniversitemizde kariyer geliştirme, yönetme ve planlama dersini veriyorum. Sınıfımda 107 öğrencim var. Onlara her zaman “Kariyeriniz başladı. Elli atmış yıl da devam edecek ve siz onları yöneteceksiniz,” diyorum. Kişi kendini çok iyi tanımalı. Bunu da uygulama dersleri veya projelerle başarabilir. Üniversitelerin kariyer yerleştirme merkezleri de bu anlamda çok önemli. B 51 Pekiyi, Türkiye’deki bilimsel çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? B 52 Türkiye’de güzel ilerlemeler var. TÜBİTAK’ın bayağı maddi imkânı var. TÜBİTAK, Amerika’da çalıştığım National Science Foundation’ın Türkiye’de var olan iyi bir modelidir. Birebir her şey aynı olmasa da kuruluş misyonu benzerdir. Çünkü National Science Foundation 1950 yılında Amerika’da kurulmuş, büyük bir birikimi var. TÜBİTAK’ın çok farklı bir fon mekanizması var. Fakat bilim insanlarının o fonlara başvurması lazım, birçok gönderimde bulunmak gerek. Tabii başvurmak ve o maddi imkânlara ulaşıp, devamlılık sağlamak, yayın yapmak, fikirleri patente geçirmek lazım. Hayal ettiğiniz fikirden araştırmayı yapıp, oradan üretmeye devam etmeyi sağlamak gerek. Tabii bu arada maddi destek verilecek bir firma veya kuruluş bulmak önemli. Bu, sabır gerektiren uzun bir süreç. Avrupa Topluluğu’nun da bu tarz projeleri var. Ben üniversitemde Proje Geliştirme Koordinasyonu kurdum. Yürüttüğümüz TÜBİTAK projelerimizin sayısı arttı. Avrupa projelerine başladık. En başta istemek lazım. İyi ve güzel çalışma hep emek gerektirir. Beş yıl sonra TÜBİTAK, imkânları da artan araştırmacılardan dolayı rekabet meydanına dönecektir. Onun için şu anda imkân varken başvurmak lazım. Amerika’da onlara başvuran çok fazla bilim insanı var, dolayısıyla fon alma başarı oranı çok daha düşüktür. Bilim insanlarının sayısı bizde de artacak. Bunun için de maddi destek sağlayan kurumların fonları dengelemesi zorlaşacaktır. Bir de uluslararası iş birlikleri lazım. TÜBİTAK da bunu sunmakta. Örneğin National Science Foundation’dan ve buradan bilim insanları ortak projeler yapabiliyorlar. Türkiye esasında bilimde çok değerli bir yerde. Türkiye ve Amerika arası 16 yıldır imzalanmamış bir bilim teknoloji antlaşması vardı. Amerikan Dışişleri Başkanlığı bunu imzalamak istiyordu. Ben de bilim diplomatı olarak seçilince, o bilim antlaşmasının imzalanmasını istedim. Bir rapor hazırladım. Ben bilime bakarken şöyle bakıyorum: Temel bilimler, sosyal bilimler, uygulamalı bilimler ve sanat bilimleri. Bütün bunları toplayıp 2010 yazında altı haftalık bir süre içerisinde Türkiye’nin farklı yerlerinde 26 sunum, 31 soru cevap, 16 beyin fırtınası yaptım. Ve iki ülke arasında 19 alanda iş birliği yapılması gerektiği sonucunu çıkardım. Türkiye’nin de lider olduğu konularda (örneğin sağlık bilimlerinde, moleküler biyoloji ya da tıp olsun, veya obezite, beslenme gibi konular olsun) iki ülke arasındaki iş birliği çok önemli göründü. Ve Türkiye’de bu konularda beyin gücü çok önemli. Yenilenebilir enerji, deprem mühendisliği, güvenlik ve savunma, bunlar da çok önemli. Amerika’da Savunma Bakanlığı tarafından Türk dili oldukça önemli kabul ediliyor. Arkeoloji, genetik antropoloji, hukuk, şehir planlaması, çevresel politikalar (tabii bunun içinde çevre kirliliği, orman yangınları, geri dönüşüm gibi alt başlıklar var) uzaktan eğitim, organik tarım, hava trafiği, lojistik gibi birçok konu mevcut. Ben bunları 2010 yılında çıkardım ve dört konu üzerinde de iki hükümet çalışmaya başladı. Fakat benim bu raporum 24 sayfalık bir rapordur ve 20 Ekim 2010’da Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye Dışişleri Bakanlığı’yla bilim- teknoloji antlaşması imzalamasının temelini oluşturur. Fakat benim için önemli olan, bu raporla Türkiye’nin bilimde beyin gücünü göstermektedir. Biyografinize bakıldığında akademik olarak oldukça köklü bir aileden geldiğiniz ve mentorunuzun babanız olduğu dikkati çekiyor. Bu anlamda bizlere neler söylemek istersiniz? Babam İstanbul Teknik Üniversitesi’nden İnşaat ve Deprem Mühendisliği emekli profesörü. O da Türkiye Cumhuriyeti’nde farklı üniversitelerde üst yönetimde kurucu dekanlık, vekil rektörlük yapmıştır. Ben tabii akademik hayatı tanıma noktasında babamdan faydalandım. Onun mentorum olduğu diğer bir konu ise biyomedikal mühendisliğini seçmemdir. Çünkü Türkiye’de imtihanlara girerken elektronik mühendisi olup sonrasında yüksek lisans ve doktorada daha özel araştırma yapacağım zaman biyomedikal mühendisliğine yönelme fikrini bana o verdi. Kendisi 1959 yılında Amerika’da, daha önceden, disiplinlerarası mühendisliğin tıbba uygulanması gibi yeni bir bilim dalı açıldığının farkında olmuş ve bu alana yönelmemde yönlendirici olmuştur. Tabii ki annem de mentorum. O da iktisatçı ve zaman yönetimi, proje yönetimi gibi konularda bana yardımcı olmuştur. Çocukların yetişirken gördükleri aile içi rol modelleri onlar için çok önemli. Ayrıca kardeşlerim de mentorlarımdır. Kız kardeşim, benim küçüğümdür. Onunla da Kadın Mühendisler Derneği çatısı altında çalıştık. Ağabeyim de üst düzey bir yöneticidir. Hepimiz mühendisiz; ama hepimiz de çalışmalarımızı esasen sağlık sektörüne yönlendirdik. Tabii olarak çocuğun aile çevresi onun gelecek hayatında etkili oluyor. Ben de akademik olarak böyle ilerlememde ailemle etkileşimde bulundum. Bu bakımdan şanslıyım. B 53 Boğaziçi ve Robert Koleji hakkında eklemek istedikleriniz var mı? Boğaziçi Üniversitesi ve Robert Kolej benim için benzer yapıdadır. Gerçekten oralarda okurken liderlik yeteneklerimi fark ettim, anladım, işleyebildim ve geliştirdim. Mesela Robert Kolej’de öğrenci kurul başkanıydım ve nerede bir liderlik pozisyonunda olsam, oraya hep geri döner ve o anları hatırlardım. Çok hızlı karar veririm; çünkü gençlik yıllarımda basketbol oynadım ve nöronlarım belki daha hızlı hareket ediyor. Kaptan oldum ve bir takım yönetmeyi öğrendim, fakat basketbol insanı fizyolojik olarak da gelişmeye yönlendiriyor. Hatta şu an en çok kullandığım kavramlar, “big picture”ı görmek, sahayı görmek ve “relax under pressure.” Bunlar hem bilim için hem de yönetim hayatı için de çok önemli. Hatta gönüllü çalışmayı da ben Robert Kolej’de öğrendim. Amerika’ya gittiğimde STK’larda gönüllü çalışmaya başladım. Ben Kadın Mühendisler Derneği’nin başkan yardımcılığını yaparken, kardeşim başkanıydı. Kız çocukları matematik, fen ve mühendislik alanlarında var olsun diye Amerikan Kongresi ile görüştüm ve onları bu konuda eğittim. Esasen kanun yapıcıları eğitmek lazım. Orada büyük çabalarla çok güzel programlar yaptık. Amerika “Rekabet ve inovasyonda neredeyiz?” diye hep düşünüyordu o yıllarda. Şimdi herkes onu konuşuyor. Kız çocukları da bu konularda eğitim görürse inovasyona katkıları olur. Hatta aynı zamanda bir Barbie bebeğine mühendislik mesleği edindirdik. Doktor, hemşire oyuncak bebekler var. Bilgisayar mühendisi olan, laptoplu, gözlüklü bir Barbie oyuncağı yaptık. Eğitimde herkesi eğitmeniz lazım. Bunun bir ucu kanun yapacakları doğru eğitmek, bir ucu da çocuklara doğru eğitimi vermektir. Benim için güzel bir süpriz: Biyografim Türkiye’deki 3. sınıf hayat bilgisi kitabında yer alıyor. Bilim insanı olarak benim adım geçiyor. Ve başlığa da şöyle demişler: Bir zamanlar onlar da çocuktu. Onun için 3. sınıflar beni hep ziyaret eder. Onlarla hep konuşurum. Bilim insanı nasıl olunur, bir fikrim var, şunu keşfettim gibi o kadar güzel duygularla geliyorlar ki... Bu konuda örnek olup hayatlara dokunmak çok güzel. BÜMED’IN ÇIZGISININ ARDINDAKI AJANS: GODE İSTANBUL Hakan Zihnioğlu ’91 B 54 İki senedir BÜMED'e gönüllü hizmet veren GODE İSTANBUL’un ortaklarından ve aynı zamanda BÜMED Yönetim Kurulu Üyelerinden Sayın Hülya Cesur '06 ile reklamcılık, iletişim sektörü ve müşterilerin yaklaşımı hakkında bir röportaj gerçekleştirdik. "Reklamcılığı bir iyi niyet mesleği olarak tanımlıyorum kendim için. Sorumluluğunu üstlendiğimiz markalar için her gün ‘Daha güzel ne yapabilirim?’ diye düşünüyorum ve o markayı geleceğe taşımanın sağlam adımlarını atmaya çalışıyorum," diyen Sayın Hülya Cesur’un bizim için verdiği yanıtlar ile sizleri baş başa bırakıyoruz. Aynen, diyebiliriz. Reklam verenlerin çoğu, alışkanlık olarak, ajansını seçerken referanslarını daha çok önemser ve geçmişte hizmet vermiş olduğu markaları gözden geçirir. Elbette ajansın geçmişte yaptıkları önemli bir göstergedir; ancak söz konusu ihtiyaç döneminde göstereceği performans sahip olduğu güncel ekibin kalitesiyle ve her bir üyesinin geçmiş deneyimiyle doğru orantılıdır. Reklam sektöründe üretimi yapan beyinlerdir; kaliteli iş çıkartmak istiyorsanız, kaliteli beyinleri istihdam etmeli ve üretkenliği besleyen bir çalışma ortamı yaratmalısınız. Ajansımızın varlık sebebini doğrudan etkileyen en önemli özvarlığımızın ekibimiz olduğunun bilincinde olarak en büyük yatırımlarımızı da insan kaynaklarına yapıyoruz. BÜMED olarak çok yakından tanıdığımız ajansımız GODE İSTANBUL’un reklamcılıktaki başarısının ve özgün işlerinin sırrı nedir? Genel olarak iletişim sektöründe iş değişikliğinin çok olduğunu duymuştum, iki yıldır bize gönüllü olarak hizmet veriyorsunuz ve aynı yüzleri görmeye devam ediyoruz, bunu istikrar olarak adlandırabilir miyiz? Kesinlikle sahip olduğu gelenek ve bu geleneği en iyi şekilde uygulamaya koyan beyin gücüdür diyebilirim. Yaklaşık beş yıl önce ortağımla sektörümüzdeki en yetenekli reklamcıları bir araya getirerek kalıcı bir takım kurmak yönünde bir karar almıştık. İnce eleyip sık dokuyarak oluşturduğumuz ekipte birbirinin benzeri iki kişiyi bile bulmanız zordur. Farklı renklerin uyum içinde var olduğu ve herkesin birbirini beslediği bir mozaik gibidir GODE; işlerinin tadı bu yüzden güzel olur. Bir ajansın en önemli özvarlığı sahip olduğu beyinlerdir diyebilir miyiz o halde? Yaklaşık beş yıl önce ortağım Kaan Uskanlı ile bir karar aldık. Öyle bir ajansa dönüşelim ki ne müşterilerimizden ne de ekibimizden kimse bizden ayrılmak istemesin, dedik. Her iki grubun da mutluluğunu önemsediğimiz, güvene dayalı ilişkiler inşa ettik. Doğa Koleji ile 13 yıldır, OKI, Sofra Grup ve Aydın Group ile altı yıldır, Türk Hava Yolları Teknik ve Turkish Ground Services ile dört yıldır, Abdi İbrahim, Biota ve Philips ile üç yıldır, Pastel ile iki yıldır devam eden iş birliklerimizin en büyük dayanak noktası şu: Kalıcı bir ekibe sahip olmamız, bilgi birikiminin ve kalitenin her yıl daha da arttığı bir sistem kurgulamamız. Bir de ekibe eklenenler var, GODE büyüyor mu? Yeni takım arkadaşlarınız arasında başka Boğaziçililer de bulunuyor mu? Evet, çok dikkatli bir şekilde büyüyor. Kurulduğu günden bu yana, GODE’nin bir parçası haline gelmiş çekirdek ekibimizin yanı sıra her yıl artan markalarımıza kusursuz hizmet verebilmemiz için aramıza katılan yeni takım arkadaşlarımız oluyor. Bu profesyonellerin bir kısmını takip ettiğimiz ve transfer ettiğimiz uzman reklamcılar oluştururken, diğer kısmını da yeni mezun ve yetenekli kişilerden seçmeye ve sektöre kaliteli insan kaynağı yetiştirmeye de özen gösteriyoruz. Bu yıl aramıza katılanlardan üçü yeni mezun Boğaziçili. Boğaziçililerin reklam sektörüne ve ajansımıza ilgisi her geçen yıl biraz daha artıyor ve bu durum bizi çok mutlu ediyor. Pekiyi, bir ajans için ideal büyüklük nedir? Reklamcılık, doğası gereği, kişiye/ markaya özel yapılan bir iştir. Fabrikasyon yapamazsınız. Bir müşteriye yapılan işi başka müşteriye kullanamazsınız. Dolayısıyla her marka yakından ilgi gerektirir. Aklınızın bir köşesinde markalarınız her an yaşar, siz dünyaya aynı zamanda onların gözüyle de bakmalısınızdır. Konsantrasyon ve ilgi gücümüz sınırlı olduğundan zihninizde taşıyabileceğiniz marka sayısı da sınırlıdır. Biz iki ortak olarak yaklaşık 40 kişilik bir ekiple 30 kadar markaya hizmet veriyoruz. Markalara hak ettikleri ilgiyi gösterebilmek GODE’deki Boğaziçililer B 55 adına 50 kişinin üzerine çıkan yapılarda daha geniş bir ortaklık yapısının gerekliliğine inanıyoruz. Biz de buna bağlı olarak, büyümemiz devam ettikçe, daha önceki yıllarda değerlendirmemeyi tercih ettiğimiz yabancı ortaklık tekliflerine 2015 itibariyle daha sıcak bakmaya başladık. Ajans denildiğinde akla yaratıcılık gelir. Yaratıcılığı nasıl besliyorsunuz? Biz yaratıcılığı zıtlıklarla besliyoruz. Ajansımızda markaların ve ekip arkadaşlarımızın yarattığı çeşitlilik en büyük hazinemiz. Farklı sektörlerin çözümleri birbirine uygulandığında başarılı sonuçlar doğurabiliyor. Tek sektöre konsantre olmak yerine; havacılıktan eğitime, inşaattan kozmetiğe, finanstan tekstile birçok markaya hizmet veriyoruz, bu durum zihinlerde sürekli bir tazelik hali yaratıyor. Bu taze zihinleri elbette eğitimle de destekliyor ve müşterilerimizin iş stratejilerine parallel olacak şekilde yaratıcılık sınırlarımızı zorluyoruz. İş stratejisi demişken, reklamcılık sadece yaratıcılık değildir, diyebilir miyiz? Sen reklamcılığı nasıl tanımlıyorsun? GODE olarak çok önemsediğimiz konulardan biri, ekibimizin satış farkındalığı yaşayan pazarlama donanımlı bir şekil almasıydı. Yaratıcılık şart; ama tek başına yeterli değil. Günümüz koşullarında markalar var olabilmek için sadece güçlü hikâyelere ihtiyaç duymazlar, aynı zamanda akıllıca kurgulanmış stratejilerle desteklenmelidirler. Biz öncelikle çok iyi dinleyen bir ekip olabilmeyi başardık. Müşterilerimizin iş hedeflerini çok iyi anladıktan sonra onlara en doğru kreatif yolları çiziyoruz. Bir de çok kişisel bir yaklaşım olacak ama eklemeden edemeyeceğim: Ben reklamcılığı bir iyi niyet mesleği B 56 olarak tanımlıyorum kendim için. Sorumluluğunu üstlendiğimiz markalar için her gün “Daha güzel ne yapabilirim?” diye düşünüyorum ve o markayı geleceğe taşımanın sağlam adımlarını atmaya çalışıyorum. Reklamcı olmak konusunda nereden ilham aldın? Boğaziçi’nde aldığın eğitimin katkısı ne oldu? Bir gün Dans Kulübü’nde festival yapılacak dendi, ben de bir afiş yaptım amatör bir fotoğraf programında. “Bu iş çok zevkli!” diye düşündüm. Sonra hayaller, araştırmalar, planlar… Ve bir de baktım ki gerçek olmuş. Boğaziçi’nde, aslında hiç de farkında olmadan, iyi bir reklamcı olabilmek adına birçok hazırlık da yapmışım. Öncelikle Psikoloji Bölümü’ndeki derslerim insan doğasını, algılarını ve ihtiyaçlarını anlamak adına anlamlı bir içerik oluşturdu. Kişilik, nörobilim, organizasyonel psikoloji, istatistik ve araştırma metotları gibi konularda sağlam bir teorik altyapıya sahibi olmak, reklam sektöründe paha biçilmezdi. Bir süre deneyim kazandıktan sonra yine Boğaziçi’nde tamamladığım Executive MBA programı da iş dünyası dinamiklerini anlamam ve iyi bir genel müdür olabilmem için gerekli donanımı sağlamış oldu. Ama bütün bunların da ötesinde reklamcılık mesleğimde çok işe yarayan seçmeli derslerim vardı: Mitoloji, Sinema, Güzel Sanatlar, Asya Tarihi, Afrika Tarihi, Avrupa Tarihi, Antik Metinler, Kritik Okuma, Shakespeare Çalışmaları… Boğaziçili’nin en büyük farkı beraberinde getirdiği bu zengin entelektüel donanım oluyor hiç şüphesiz. Neden GODE? GODE, kapısından içeri girdiğim ilk andan itibaren bana çok büyük bir güven verdi. Ne küçük diyebileceğimiz kadar küçüktü ne de insanın içinde kaybolacağı kadar büyük… Herkesin, her şeyin kendi yeri ve değeri vardı. Çok eski olmasına rağmen bir network ajansı olmayı hep reddetmiş, fark yaratan işler üretmişti. Şablonların dışına çıkabileceğim, sürekli öğrenerek kendimi büyütebileceğim, aynı zamanda katkılarımı görebileceğim bir yer olduğunu düşündüm. Yaklaşık beş yıl büyük özveri ile çalıştıktan sonra ajansın ortağı oldum. Yetenek avcısı Hülya Cesur, Hakan Zihnioğlu, Kaan Uskanlı B 57 Ekibe yeni katılan Boğaziçililerle diye tanımlayabileceğimiz ajans başkanımız Kaan Uskanlı sadece benim değil, ajanstaki herkesin içindeki cevheri işleyebilen biri. Bana sonuna kadar güvenen bir ortak oldu ve büyük uyum içinde çalıştık. Yolculuğun hiçbir noktasında kararımdan şüphe etmedim. Şu an kendimi ait hissettiğim ve zevkle çalıştığım bir yer GODE. Ne kadar güzel tarif ettin. Bu işlerinize de yansıyordur, başarı hikâyeleri var mıdır GODE’nin? Gode tam 13 yaşında. Bu 13 yıl boyunca hep hayal ettik, yeni fikirlerin peşinde hayata başka pencerelerden baktık ve her gün mesleğimize daha çok aşık olduk. Markalarımızın marka olarak kalması için değil, onların sıra dışı hikâyelerle rakipleri karşısında büyük başarılar elde etmesi için çalıştık. Her mecrada yer almaları için değil, hedef kitlelerinin kalbinde hak ettikleri yeri almaları için en doğrusunu ve en iyisini aradık. Eğitim sektöründen, herkesin en çok bildiği başarı hikâyelerimizden biri, Doğa Koleji. İletişimiyle hep çok cesur, özgün, fark yaratan, konuşturan, sektör açan bir marka oldu. Kendi kategorisinde Türkiye’de açık ara lider, dünyada ilk üçte yer alan bir eğitim kurumu. Bizim ilk müşterimiz; GODE de, Doğa’nın ilk reklam ajansı. İstikrarın başarı getirdiğinin de güzel bir hikâyesi. Logosunun tasarımından itibaren bugün gördüğünüz son kampanyasına kadar iletişimi GODE tarafından kurgulanmış bir marka. Sıfırdan bir marka inşa etmek her ajansın sahip olduğu bir yetkinlik değildir. Reklamcılık başarılarının dışında stratejik başarılarından da bahsedebiliriz. Satış ve kârlılık farkındalığı yüksek olması sebebiyle GODE şirket birleşmeleri öncesinde markalarının değerini artıran bir ajans olmuştur. Türkven’in Doğa’yı, Daikin’in Airfel’i, Compass Group PLC’nin Sofra Grup’u, BDR Thermea’nın Baymak’ı satın aldığı süreçlerde sözü edilen markalar uzun süredir bizimle çalışmaktaydı. Ajans müşteri ilişkisinde yeni trendler var mıdır? Ajans müşteri ilişkisi dediğimiz şey oldukça dinamik bir süreçtir. Trendler markaların ihtiyaçlarına göre şekil alır. Benim son dönemde gözlemlediğim; markalar fabrikasyon iş yapılan çok kalabalık ajanslarda yeterince B 58 ilgi görmedikleri için insan kaynağı eşdeğer olan, daha az sayıda markaya sahip ama aynı kalitede iş üretebilen, butik gibi görebileceğimiz daha orta ölçekli ajanslara yöneliyorlar. Bu durum daha özgün ve ayrıştırıcı işlerin de üretilmesine sebep oluyor. Psikoloji teorileriyle konuşacak olursak, konsantrasyonumuzun sınırlı bir nicelik olduğuna dayanarak, ben de bu yaklaşımı markalar adına doğru buluyorum. Türkiye şartlarında iletişim sektörüne baktığında ne görüyorsun? İletişim sektörü hem kendi doğası hem de ülke ekonomisi gereği hep çok hareketli oldu. Aynı zamanda büyüyen bir sektör. Yer yer vahşi olabilen tropikal bir orman gibi canlanır hep gözümde. Sağda solda açmış rengârenk kampanyalar dururken, ekonomik krizler deprem gücüyle sallar bu büyük kara parçasını. Bir yandan da bu fırsatlar coğrafyasına giriş yapan yabancılar var. Reklamcıların sürekli öğrenen ve adapte olabilen doğalarıyla yeni şartları ve yabancı markaları iyi kucaklayabildiklerini düşünüyorum. Krizlerle baş etme reflekslerimiz de oluşmuş durumda… Tüm iletişim kurgularını ve yarattığımız kampanyaları farklı ekonomik koşullara göre yeniden dizayn edebiliyor ve güçlü bir etki yaratabiliyoruz. Türk reklamcıların global düzlemde de çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Bizim de Philips için yaptığımız bir kampanya en iyi örnek seçilerek globalde de kullanıldı. Çok da şık bir ajansınız var. Hep merak etmişimdir, ajansın fiziksel koşulları müşteriler için önemli midir? İletişimle şöyle ya da böyle bir şekilde uğraşan insanların çoğu oldukça açık algılara sahiptir. Bu açık algılardan içeriği ne kadar beslerseniz o kadar iyi. Şıklıktan da öte kimliği olan yerlerde daha huzurlu olurlar. Biz aslında öncelikle ekibimizin çok rahat çalışıp, güzel işler üretecekleri bir mekân tasarlamaya çalıştık. Aydınlık, yoruculuktan uzak, tüm pencereleri bahçeye açılan, şeffaf ve doğal bir mekân… Mobilya seçimlerimizde de hem tasarımcı imzalı hem de ergonomik ürünler seçmeye özen gösterdik. Büyük bahçemiz adeta bir açıkhava çalışma alanı ve toplantı odası işlevi de görüyor. Görsel şıklığın yanı sıra yarattığı his hem GODE ekibi hem de müşterilerimizin vazgeçemediği bir özelliği oldu ofisin. Özellikle yaz aylarında -lokasyonun da Levent olması sebebiyle- işten çıkan, trafiğe takılan, brieflerini akşamüzeri vermek isteyen müşterilerimizin favori buluşma noktası haline geliyor ajans. Zaman zaman kendi ofisinde konsantre olamadığını söyleyen ve ajansta huzur bulan müşterilerimizi de daha uzun saatler misafir ediyoruz. Keyifle… KALPLE GEÇEN BİR ÖMÜRDEN KESİTLER Prof. Dr. Aydın Aytaç'a Saygılarımızla Bu yazının hazırlanmasında büyük emeği olan Sayın Prof. Dr. Işık Aytaç’a, Efe Demirsipahi’ye, Dr.Tijen Alkan-Bozkaya’ya, Prof. Dr.Tufan Paker’e, Prof. Dr. Halil Türkoğlu’na, Dr. Atıf Akçevin’e ve Prof. Dr. Akif Ündar’a teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunarız. “Sonuç olarak, kalp esasen bir kas yapısı ve bir emme basma tulumbadır. Onu yaşatan ve değerli kılan, içindeki paylaşma arzusu, adalet duygusu, başkalarını mutlu etme isteği, ülkenize ve insanlarına olduğu kadar bütün insanlığa duyulan sevgidir.” Prof. Dr. Aydın Aytaç B 60 Dergimizin bu sayısındaki teması “kalp” olduğu için benim de aklıma gelen ilk isim; ünü Türkiye sınırlarını aşmış, dünyada ve ülkemizde kalp cerrahisi konusunda birçok “ilk”i gerçekleştirmiş Sayın Prof. Dr. Aydın Aytaç olmuştu. Kendisiyle röportaj yapmaya, duygularını paylaşmaya kesinlikle kararlıydım. Kendisini şahsen tanıma şansım olmamıştı ama gazete, dergilerde yayımlanmış o kadar çok haber ve röportajını okumuştum ki, tanışıyormuşuz gibi hissediyordum. Planladığım röportaj öncesi Kalbe Adadığım Bir Hayat-Anılarım kitabını (Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2011) bir kez daha büyük bir zevk ve heyecanla okudum ve sanki kendisini daha da iyi anlayabildim, tanıyabildim. “Kalp” kelimesinin, kalp cerrahisinin geçtiği bir dergide ya da herhangi bir yayında Prof. Dr. Aydın Aytaç’ın yer almaması düşünülemezdi ve bizler için de bu röportaj zorunlu bir sorumluluktu. Sorularımı, paylaşmak istediğim konulardaki notlarımı, her şeyi ama her şeyi hazırlamıştım. Tamamen hazırdım ve röportaj için randevu alabilmek için kızı, Sayın Prof. Dr. Işık Aytaç’ı aradım (Üniversitemiz, Sosyoloji Bölümü’nde görevine devam etmektedir). Işık Aytaç: “Babam adına size ve tüm dergi kadronuza teşekkür ediyorum. Ancak babam, rahatsızlığı nedeniyle talebinizi karşılayabilecek, sizlerle röportaj yapabilecek durumda değil ne yazık ki, üzgünüm,” dedi. Bu cevap beni çok derinden yıprattı. Çok geç kalmıştım. Şimdi ne yapabilirim diye düşünürken, çözüm yine Işık Hanım’ın sunduğu alternatiflerden doğdu. “Babamın yanında öğrencilik-asistanlık yapmış, ilklerin gerçekleştirildiği ameliyatlara katılmış, şimdi her birisi kalp cerrahisi konusunda otorite olan değerli profesörlerle ve hastalarıyla sizleri buluşturabilirim. Babamı ilk kez, tıbbi başarılarının yanında, bambaşka bir perspektiften tanıyabilme ve tanıtabilme şansınız da olabilir,” dedi. Haklıydı; çünkü zaten hazırladığım, tıp ve kalp cerrahisi konusundaki sorularımın tüm cevaplarını Aydın Bey’in kitabında bulabilmiştim. Daha sonra, önümdeki sözlüğü açtım ve “kalp” kelimesine tekrar baktım. Birinci madde tabii ki, organın tanımıydı. Mecazi anlamda kullanılanlar ise: Sevgi, gönül, duygu, his, yürek, cesaret gibi deyimlerdi. Çok iyi anladım ki bu duyguları hissedemeyen bir hekimin mesleğinde başarılı olması mümkün olamazmış. Ben satırlarımda sizlere özellikle bunları aktarmaya çalışacağım. Bu noktada, tıbbi konulara, kalp cerrahisine teknik bakışı, uzmanlığı, onun bilimsel serüvenini bütünüyle dışta bırakmak niyetinde değilim elbette... Gerçekleştirdiklerini hatırlatmadan, bir sonraki paragrafı yazabilmem de zaten mümkün olamazdı. İşte, dergimizin tamamına sığamayacak kadar başarılarla dolu bir yaşam ve benim ufacık kısaltma ve anımsatmalarım... Aydın Aytaç, 23 Nisan 1931, İstanbul doğumludur. 1942’de TED Ankara Koleji’nde ilkokul öğrenimini tamamlamış, anne ve babasının mesleki tayinleri dolayısıyla değişik şehirlerde eğitimine devam etmek zorunda kaldıysa da 1948’de sınıf birincisi olarak Ankara Atatürk Lisesi’nde lise eğitimini tamamlamıştır. Üniversite eğitimi için aklında ve gönlünde sadece ve sadece tıp olsa da, annesinin “Aydın’cığım, sen çok yumuşak kalpli bir insansın, hastaların hepsinin derdiyle dertlenip üzüleceksin. Gel bu sevdadan vazgeç, yüksek mühendis ol,” demesi üzerine annesini kıramayıp, İstanbul Üniversitesi’nde mühendislik eğitimine başlamıştır. Ancak tıbba duyduğu sevgiden hiç kopamamış ve ilk sömestr tatilinde Ankara’ya anne-babasının yanına gelerek İstanbul Tıp Fakültesi’ne geçmeyi çok arzuladığını belirtimiş. Bu arada, annesini de kırmamak için “Anneciğim, istediğin takdirde iyi bir mühendis olabilirim; fakat doktor olmama izin verirsen çok daha büyük bir başarıya ulaşacağımdan eminim,” diyerek onları ikna etmiş; 1955 yılında da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştur. Üniversitedeki son senesinde, dahiliye ve kardiyoloji hocası olan Dr. Frank bir dersine (kendisi her ders bir vaka takdim eder ve detaylarını anlatırmış) 11 yaşında hasta bir kız çocuğu getirmiş, kıza teşhisi koymuş ve kız sınıftan ayrıldıktan sonra “Teşhisim PDA (Patent Ductus Arteriosus). Ne yazık ki, Türkiye’de bu ameliyat yapılamayacağı için çocuğu tedavi etmemiz mümkün değil,” demiş. Aydın Aytaç’ın, kalp-damar cerrahisine karar vermesindeki en önemli neden bu olmuştur. Çünkü 1938’de Amerika’da yapılmaya başlanan bu basit ameliyatın, 1954’te Türkiye’de halen yapılamıyor olması onu derinden üzmüş, “Amerika’da bütün kalp ameliyatlarını öğrenip derhal ülkeme döneceğim,” diye kesin Prof. Dr. Aydın Aytaç kararını vermesini sağlamıştır. ABD’de ihtisas yapabilmek için hemen yaptığı başvurular ve Wichita-Kansas’ta bulunan St. Francis Hastanesi’nin kabulü ile artık Amerika yılları başlayacaktı. Şükran Aytaç’la henüz üç aylık evliydi. ABD’de, kalp cerrahi ihtisası yapmadan önce genel cerrahi ihtisası yapmak da zorunluydu. B 62 Aydın Aytaç, ihtisasını yapmak üzere eşiyle birlikte çıktığı ABD yolculuğu sırasında, annesinin gizlice defterine yazdığı bir mektupla karşılaşır. Mektubun tamamını Aydın Aytaç’ın kitabında bulabilirsiniz (s.16-17). O güzel mektuptan bir paragrafı sizlere aktarmadan geçemeyeceğim. “Canım Oğlum, Senden istediğim, herkese, en basite, en zavallıya kadar parçalanan bir kalp, en kudretliye karşı, hakkı, adaleti savunacak cesaret ve bütün menfaatleri bu uğurda küçümseyecek bir ahlaktır.” (1955) Aydın Bey’le birlikte çalışmış kişilerle yaptığım sohbetler sırasında, o mektubun çerçevelenmiş halde ve tüm çalışma hayatı boyunca hep masasının üstünde yer aldığını ve onu her sabah işine, ameliyatlarına başlamadan önce bir kez daha okuduğunu öğrendim. Daha genel cerrahi ihtisasının ilk yıllarındayken, hedefi kalp ve damar cerrahisi olduğu için bu konudaki uzmanlar; Prof. Dr. Clarence W. Lillehei, John H. Gibbon, Dr. John Kirklin, Dr. John Shellito gibi Amerika'nın en büyük kalp cerrahlarıyla çalışma şansı olmuştur. Şüphesiz Aydın Aytaç’ın çalışkanlığı, öğrenme merakı, kalp cerrahisine duyduğu olağanüstü sevgi ve ilgisi hocalarını da etkilemiş olmalı ki o dönemde, o hastanedeki tek yabancı, tek Türk asistan Aydın Bey olmasına rağmen her zaman en güzel teklifler kendisine sunulmuş. Bir gece hocası ve aynı zamanda Midwest Medical Research Foundation’ın başkanlığını sürdüren Dr. Shellito telefonla arayarak, yeni keşfedilmiş “Suni Akciğer-Kalp Makinesi” konusunda tecrübe kazanmak amacıyla bir köpek laboratuvarı kurulacağını, kendisinin de dâhil olduğu üç kalp cerrahı ve bir anestezistin çalışmaya karar verdiğini, ayrıca bütün işleri üstlenecek bir de genel cerrahi asistanına ihtiyaçları olduğunu kısaca anlattıktan sonra “Kalp cerrahisiyle ilgisi en fazla olan sensin, onun için ilk teklifi sana yapıyorum, düşün,” demiş. Aydın Aytaç’ın cevabı anında “Kabul ediyorum,” olmuş. Dr. Shellito, Aydın Bey’in biraz daha düşünebilmesi için “Burası vakfa ait bir laboratuvar olacak. Her Cumartesi, Pazar 07.3019.30 arası çalışacaksın ve hiç para alamayacaksın,” diye devam etmiş. Aydın Bey’in yine anında verdiği cevap “Hocam bu teklifi ilk bana yaptığınız için minnettarım ve kararım kesindir, mutlulukla kabul ediyorum,” olmuş ve çalışmalar, araştırmalar, ameliyatlar başlamıştır. Yaklaşık bir sene sonra Dr. Shellito’dan bir telefon daha gelmiştir. “Aydın, Amerika’nın en önemli kalp cerrahı Dr. Dwight Harken, laboratuvarımızda çok önemli ve başarılı ameliyatlar yaptığımızı duymuş ve yarın öğle saatlerinde gelip, suni akciğer-kalp makinesi kullanılarak yapılacak bir köpek ameliyatı izlemek istiyor. Aydın, en büyük tecrübeye sen sahipsin, bizler gelmeyeceğiz, bu ameliyatı sen yapabilir misin?” diye sormuş. Cevap elbette “Evet.“ Oradan çok mutlu bir şekilde ayrılan Dr. Harken, o akşam bölgenin tüm kalp cerrahlarına vereceği konferansa başlarken “Bugün ülkemizin bu yöresinde, çok başarılı bir suni akciğer-kalp makinesi kullanılarak yapılan bir köpek ameliyatı izledim. Öncelikle, bundan duyduğum memnuniyeti ve tebriklerimi sunmak istiyorum,” dedikten sonra tabii ki, 26 yaşındaki, henüz kalp cerrahi ihtisasına başlamamış Aydın Aytaç’a tebrik ve teşekkür mektupları yağmaya başlamıştır. İnanılması çok zor değil mi? Yıl 1959, Aydın Aytaç genel cerrahi son sınıfını bitirmek üzeredir ve yine Dr. Shellito’dan gelen bir telefon ve “çok zor(un)lu” bir teklif daha... “Aydın, köpekler üzerindeki ameliyatlarda çok başarılı olduk, artık insan ameliyatlarına başlayacağız, yarın seninle bir çocuk hastayı görüştüreceğim ve lütfen iki gün sonra bu ameliyatı da sen yap,” teklif cümlesidir! Aydın Aytaç’ı sizlere tanıtabilmek için yaptığım tüm araştırmalar boyunca, ilk kez rastladığım “Hayır” kelimesine sadece bu konuda denk geldim. Ama “Hayır,” cevabını niye verdiğini, hocaları olan üç profesöre çok net bir şekilde, “Ben daha genel cerrahi ihtisasımı bile tamamlamadım. Şu anda böyle bir kalp ameliyatı yapma yetkim de yok, hem eğitimimi hem de mesleğimi bırakmak zorunda kalırım,” diyerek aktarmış olduğunu kendi kitabındaki satırlardan biliyoruz. Aydın Aytaç’ın, kitabını niçin Dr. Shellito’ya ithaf ettiğini bu noktada anladım. Çünkü Dr. Shellito bu cevabı kesinlikle reddetmişti. “Aydın, şimdiye kadar laboratuvarımızda kaç ameliyat yaptık, toplam 150 küsur. Bunların en az 100’ünü sen yaptın, geri kalanları da üç profesör olarak bizler paylaştık. Yani bu konuda en büyük tecrübeye sen sahipsin. Biz üç profesör olarak yapacağın ameliyata senin asistanın olarak katılacağız. Başaracağından eminiz; ama bir aksilik olursa, tüm sorumluluğu üstlendiğimi ve mesleğimi bırakacağıma dair mektubu sana ve ilgili tüm makamlara yazdım, gönderdim. Lütfen kabul et,” demiş. İki gün sonra, 23 Nisan 1959 sabahı, ilk kez bir çocuk üzerinde denenecek kalp ameliyatı başlamıştır. Bu paragrafı Aydın Aytaç’ın kitabındaki satırlardan aktaracağım: “Kanülasyon safhası ve pompaya geçiş son derece muntazam ve kolay oldu. Nihayet, çalışan kalpte sağ atriumu açtım. Koroner sinüsten gelen kan aspire ediliyor, ben de karşımdaki acayip manzaraya bakıyordum. Donakalmıştım! Bir “sekundum ASD” beklerken karşımda bir “septum primum tipi defekt” vardı. Bir “septum primum tipi defekt”le ilk karşılaştığınızda bunun insana ne kadar ürkütücü geldiğini bütün kalp cerrahları bilir. Henüz 28 yaşındaydım ve cerrah olarak ilk defa bir insan kalbinin içini görüyordum. Neticede ameliyat başarıyla sonuçlandı.” Ardından Başkan Robert P. Norris, resmi bir takdir mektubuyla, (ABD’nin o eyaletinde ilk kez denenen ve başarıyla neticelenmiş ameliyat dolayısıyla) Aydın Aytaç’ı onurlandırmıştır. Aydın Aytaç, genel cerrahi ihtisasını bitirmesine birkaç ay kalmışken babasının felç geçirdiğini öğrenir ve eğitimini bırakıp, Türkiye’ye dönmeye karar verir. Ancak babasının yazdığı “Varmak istediğin hedefe varmadan dönmen, benim için bu hastalığın yarattığı üzüntüye ilave en büyük üzüntü olacaktır,” satırlarıyla başlayan mektup (s. 27) sonrası eğitimine devam etmiş ve 1959’da genel cerrahi ihtisasını tamamlamıştır. Sıra kalp cerrahisi ihtisasına gelmiştir ve en çok girmek istediği yer, sadece altı kişinin alınacağı ancak yüzlerce başvurunun olduğu Atlanta’daki Emory Üniversitesi’dir. Çünkü bölüm başkanı o dönemin en meşhur cerrahlarından Prof. Osler Abbott’tur ve en çok kalp ameliyatı orada gerçekleştirilmektedir. İsteği gerçekleşir. 179 kişi başvurmuştur, Aydın Bey dışında hepsi Amerikalıdır ve Aydın Aytaç seçilmeyi başarır. Kitabında Abbott’la birlikte yaptığı ameliyatların kendisine çok büyük tecrübe kazandırdığını aktarmıştır. Emory’deki ihtisasının son senesini, yine aynı üniversiteye bağlı olan Grady Hospital’da geçirmiştir. Üniversitenin uyguladığı bu sistemin amacı, ihtisasını tamamlamak üzere olanların daha çok tecrübe kazanmalarını sağlamaktır. Hastanenin de en büyük özelliği bütün ameliyatların başasistan ya da en kıdemli asistan tarafından ya da onun denetimi altında yapılması, hocaların gerekli olmadıkça ameliyat yapmamaları, sadece izlemeleridir. Aydın Aytaç, hocası Abbott’a başasistanlık için başvuruda bulunmak istediğini aktarır; ancak Abbott “Başasistan olarak şimdiye kadar Amerikan vatandaşı olmayan birinin alınmadığını biliyorum ama umarım bunu da başarırsın,” der. Aytaç, o son bir yılda en az üç dört yıllık tecrübe kazandığını, hocalarının bile denemediği tekniklerle gerçekleştirdiği ameliyatları kitabının ilgili bölümünde aktarmıştır. Aytaç’ın kalp cerrahisi ihtisası bittiğinde Amerika’da dünyaya gelen çocukları (Işık ve Demir) ve eşiyle birlikte Türkiye’ye dönme zamanı gelmiştir. Amerika’nın her yerinden, en önemli hastanelerinden çok cazip teklifler yağmasına rağmen, onun tek dileği bir an önce ülkesine dönüp orada öğrendiklerini ülkesinde gerçekleştirmektir. Dönüş hazırlıkları yapılırken eski hocası Shellito arayarak bir haftalığına Wichita’ya gelmesini rica eder. Aydın Bey de dönmeden önce çok sevdiği hocasını bir kez daha görebilme mutluğu içinde Wichita’ya gider. Dr. Shellito ise, Aytaç’ı sürpriz bir hediye ile onurlandırmak üzere çağırmıştır. Aydın Bey’e verilebilecek en güzel hediyeyi seçmiş ve gerekli makamlardan da tüm izinleri almıştır. “Aydın, burada çok başarılı ve ilk kez denenen ameliyatlar gerçekleştirmiş bir cerrah olarak, bu ameliyatların henüz hiç yapılmadığı Türkiye’ye dönüyorsun. Bizler de orada kullanman için sana bir suni akciğerkalp makinesi hediye etmeye karar verdik, ülkene kadar göndermeyi de vakıf olarak biz üstleniyoruz,” der. Bir saniyeliğine kendinizi Aydın Bey’in yerine koyup, neler hissettiğini düşünür müsünüz lütfen? Bence, hayatı boyunca aldığı ve onu en çok mutlu eden hediye bu olmuştur. Amerika’daki hemen hemen tüm gazetelerde bu haber yer almıştır. Dr. Shellito “Lütfen mütevazı davranma ve ülkende gerçekleştirdiğin her vakayı bana yaz. Sen yazmasan da ben karar verdim, iki senede bir Türkiye’ye gelip ameliyatlarını izleyeceğim,” demiş ve vedalaşmışlardır. Aydın Aytaç, Ankara’ya ilk geldiği gün, Hacettepe’nin Kurucusu ve Başkanı İhsan Doğramacı kendisini telefonla arayarak “Çok rica ediyorum, hiçbir hastaneyle görüşmeden önce ilk bana uğra,” demiştir. Bu kısmı kısaca Aydın beyin satırlarından aktaracağım: “İhsan Doğramacı’nın ismini duymuştum ama kendisini şahsen tanımıyordum. Ertesi sabah ziyaretine giderken bir yandan da düşünmeden edemiyordum. Ankara’dan, benim ABD serüvenimi bu kadar detaylı BB 63 63 B 64 takip edip, üstelik anne-babamın ev telefonunu bulup, geldiğim ilk günü de bildiğine göre, acaba beni mi yoksa bana hediye edilen suni akciğer-kalp makinesini mi istiyor, diye düşünmüştüm. Görüşmemiz sabah 09.00’da başladı ve akşamın geç saatlerinde bitti. Israrla “Seni Hacettepe’ye istiyorum, hakkındaki tüm bilgilere sahibim, bunca şeyi hiçbir yerde rahat uygulayamazsın, burada sana kimse karışmayacak, tüm yetki sende olacak,” diyordu. Teklifi çok cazipti ama ben de aklıma takılan soruyu sormadan karar veremiyordum. “Hocam güzel teklifinize teşekkür ederim ancak suni akciğer-kalp makinesini Ankara Tıp Fakültesi’ne vermeye söz verdim, bilginiz olsun,” dedim. “Sen nereye gelirsen, sana hediye edilmiş makine de oraya gelir,” deseydi teklifi kabul etmeyecektim ama Doğramacı bir saniye bile duraksamadan “Makineyi hemen oraya gönder, ben çok daha iyisini ABD’den hemen getirteceğim,” dedi ve Ocak 1962’de Hacettepe günlerim başladı”(s. 45-46). Yeni makine ABD’den gelinceye kadar (1962’nin ortası), Aydın Aytaç iki ay içinde makinesiz beş önemli ameliyat, sonra da kendisinin “normal” olarak tanımladığı ameliyatları yapmıştır. (Makine kullanılmayan ameliyatlarda cerrahın süresi en fazla dört – dört buçuk dakikadır. Uzarsa hasta kaybedilir. Üstelik, atışı devam eden bir kalbin içine girip, gerekli düzeltmeleri yapıp, iki kalp atışı arasında bir dikiş daha atabilmek ve dört dakikada ameliyatı tamamlamak...) Sizce de çok “normal” değil mi? Aynı yıl içinde 18 adet de ASD ve Pulmoner Sentez ameliyatı yaparak seri halindeki kalp ameliyatlarının başlanmasını sağlamış ve tüm hastaları da sağlıklı olarak taburcu olmuştur. Aynı yıl, Amerika’da 1960’ta bir defa, Avrupa’da iki defa yapılmış bir operasyonu uygulayarak, ülkemizde ilk kez bir hastaya kalp pili takmıştır. Türkiye’de bir ilk olan bu kalp pili operasyonu basının da çok ilgisini çekmiş ve o dönemin tüm gazetelerinde baş sayfada yayımlanmıştır. Bu defa aktaracağım ise bir kalp ameliyatı değil, ani verdiği bir kararla yarattığı başka bir mucize... Aydın Bey ameliyatları sonrası hastalarının başında nöbet tutuyormuş. Acil servise, evde oyun oynarken susayıp su diye çamaşır suyu içmiş ve yemek borusu tamamen erimiş, ölmek üzere olan 6 yaşındaki Nuriye adlı bir kız çocuğu getirilmiş. Acil servistekiler kızın annebabasına yapılabilecek hiçbir şey yok, üzgünüz demişler ve aile hastaneyi terk etmiş. Acil servis ekibi Aydın Bey’in hastanede olduğunu öğrenince, çocuğa son bir kez daha bakması için yardım istemişler. Aydın Bey “Çocuğu derhal bir ameliyathaneye alın, hemen geliyorum,” demiş. ABD’de genel cerrahi eğitimi de aldığı için, bir anda kararını vermiş ve kızın kalın bağırsağından aldığı bir parçayla ona yeni bir yemek borusu yapmış ve mucizevi şekilde küçük kızı yaşama döndürmüş. Ailesi kızlarını kaybettiklerini zannettikleri için hastaneye bir daha uğramamışlar. Küçük kız hastanenin maskotu olmuş, Aydın Bey kendi kızının oyuncak ve kıyafetlerini sürekli ona götürmüş ve neticede evlat edinmeye karar vermiştir. O sırada basında çıkan haberler sonrası aile ortaya çıkmış ve kızlarını almıştır. Nuriye’nin, nikah şahitliğini de tabii ki, Aydın Bey yapmış. Aydın Aytaç’a dair duygusal, her insana örnek olabilecek bir anısını daha aktarmadan geçemeyeceğim. Aydın Aytaç’ın, kalp cerrahisi ihtisasına başlamak üzere Emory Üniversitesi’ne başvurduğunu önceki satırlarımda yazmıştım. İlk etapları geçmişti ve son aşama, efsane kalp cerrahı Prof. Abbott’la yapacağı görüşmeydi. Abbott önce İngilizcen çok güzel vs. gibi kelimelerle asıl konuya girecekken, duvarında asılı bir fotoğrafı göstermiş ve “Bu adamı tanıyor musun?” diye sormuş. Aytaç da “Elbette tanıyorum; Evart Ambrose Graham,” diye yanıtlamış. Aytaç’ın ilk cevabı, Abbott’u etkilemiştir; çünkü tıbbi kitapların hemen hepsinde orta adı sadece “A” ile geçmektedir. Graham, Abbott’un da en sevdiği, hayran olduğu bir hocasıdır ve resmi onun için her çalışma odasında asılıdır. Aytaç onun hocası olduğunu ve hayranlığını o dönemde bilmemektedir. Abbott’tan bir cümle daha gelir: “Pnömoektomi ameliyatını yapan ilk cerrahtır.” Aydın Bey’in verdiği cevap, Abbott’u çok daha derinden etkilemiştir. “Efendim, Graham 1933 yılında kanser hastası bir çocukta Pnömoektomi ameliyatını yapmıştır. Ama 1931 yılında, Rudolf Nissen Pnömoektomi ameliyatını bir kız çocuğunda başarıyla gerçekleştirmiş dünyadaki ilk kişidir,” demiştir. Hemen yüksek sesli tonlu bir soru daha gelmiştir: “Sen nereden biliyorsun?” Oysa Aydın Aytaç, verdiği ilk cevabın ardından, Abbott’un yaklaşık 100 metrekare civarında olan ve tüm duvarları kitaplarla dolu odasının raflarına bakmaktadır. Gelecek sert soruyu tahmin ettiği için, defalarca okuduğu ünlü cerrah Thorek’in üç ciltlik kitabını bulmaya çalışmaktadır ve görür! “Efendim, benim eğitim aldığım İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin kurucusu Dr. Nissen’dir. Ben tıp eğitimime başladığımda kendisi emekli olmuştu, tanışamadım ama onun hayatını ve üniversitemiz için yaptıklarını çok iyi biliyorum. Thorek’in yazdıklarına inanıyorsanız size de gösterebilirim,” demiş ve Dr. Abbott’un “Hemen göster o zaman,” demesi üzerine raftan kitabı almış ve ilgili sayfayı hemen açarak Abbott’un önüne koymuştur. “Ek olarak da Dr. Graham’ın, Dr. Nissen’e yaptığı örnek bir davranışı da izninizle paylaşmak istiyorum: Prof. Dr. Tufan Paker VKV Amerikan Hastanesi, Kalp-Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı B 66 Hatırımda kalanlardan bazılarını paylaşayım: Çok çalışkandı. Her zaman bilimin gösterdiklerinden yana oldu.Yeniliklerin öğrenilmesine her zaman öncülük etti. “Ben asistanımdan yeni bir şey öğrenmezsem onun süresini verimli geçirmediğini düşünürüm,” derdi. Beni çok etkileyen bir olay: Tahminen 2008 yılında Antalya’da Ulusal Kalp ve Damar Cerrahisi Kongresi’nde idik. Bir toplantı arasından yeni dönmüştük. Yerime oturdum. İlk konuşmacı slidelarına başlamıştı ve salon hafifçe loştu. Kenardan Aydın Bey’in geldiğini gördüm. Birisini arar gibi idi. Beni seçince, gelmem için işaret etti. Kalktım, sıradan çıkarak birlikte firmaların fuar alanına geçtik. Merak etmiştim. Önemli bir şey olduğunu düşündüm. Bir şey konuşmadık. Bir iki adım sonra bir firmanın standının önüne geldik. “Tufan bak sana ne göstereceğim,” demeye kalmadan bir bey neredeyse Aydın Bey’in ayaklarına kapanırcasına Hocam diye önünde sevgi gösterisi yaptı. Tahminen 40-45 yaşlarında, saçları yanlardan hafifçe kırlaşmış, saçlarının ön tarafı dökülmüş ve hafifçe sakalları beyazlaşmış ancak sağlıklı görünümlü bir beydi. Aydın Bey nezaketle beyefendiyi yerden kaldırdı ve ona çok mutlu olduğuna dair sözler söyledi. Bana, “Tufan bu hasta Fallot Tetralojisi (mavi hastalık) idi, onu 40 yıl önce bebekken ameliyat etmiştim. Sonrasında birkaç defa kontrol muayene yapmıştım. Son 20 senedir ilk defa burada karşılaştık,” dedi. Gerçekten tablo çok muhteşemdi.1960lı yıllarda bu tür komplike bebek ameliyatlarının başarı ile yapılabilmesi ve bu umutsuz kabul edilen bebeklerin hayata dönmeleri, iş ve aile sahibi olmaları beni çok duygulandırmıştı ve her türlü onura fazlası ile layıktı. Amerika Tıp Kurumu, yaptığı ameliyat dolayısıyla Dr. Graham’a bu şeref mektubunu sunmuş olsa da, Graham mektubu reddederek unvanın Dr. Nissen’e verilmesinin şart olduğunu belirtmiş ve bunu sağlamıştır. Bence bu davranış; kalp-göğüs cerrahisi konusunda insanlığa en büyük başarıları hediye eden iki büyük bilim insanının, bütün bilim insanlarına örnek olması gereken müstesna bir değer taşımaktadır,” demiştir. Abbott, çok sevdiği hocası konusunda bunları duymaktan üzüntü duymuş olsa da “Aydın, seni kesinlikle almaya karar verdim; ama diğer adaylarla da görüşmeden açıklamam uygun olmaz, sana en kısa sürede cevap gelecektir. Ama sen buraya bize bir şeyler öğretmek için mi ya da bizden bir şeyler öğrenmek için mi başvurdun,” diyerek güzel şekilde kendisini uğurlamıştır. İşte Sayın Aytaç’ın ilk 30 yılını kısalta kısalta böylece tamamlayabildik. Aydın Aytaç’ı dergimize sığdırmak çok zor derken yanılmamışım. Tıbbi kısımları madde madde anımsatarak geçmeye çalışacağım. İlgi duyanlar lütfen kitabından okusunlar. l Ekstrakorporeal dolaşımla açık kalp ameliyatlarına dair Türkiye’deki ilk tebliği, Milli Türk Tüberküloz ve Toraks Kongresi’nde sunmuştur. l“Glenn Operasyonu” adıyla bilinen ameliyatı başarıyla sonuçlandırması yine Türkiye’de bir “ilk”tir. l Türkiye’deki ilk suni akciğer-kalp makineli ameliyatları başlatan Sayın Aytaç’tır. l “Fallot Tetralojisi” adıyla bilinen teknikle bir gence hayat kazandırmıştır. Bu da Türkiye’de bir “ilk”tir. l 1965’te yaklaşık 10 yaşındaki bir erkek çocuğa yaptığı “pulmoner arter sol atriyal bağlantı yetmezliği” ameliyatı Türkiye’de yine bir “ilk”tir ve aynı zamanda dünyada başarıyla sonuçlanan üçüncü ameliyat olmuştur. l “Transpozisyonda Mustard” ameliyatını da Türkiye’de ilk kez gerçekleştirmiştir. l 1969’da Türkiye’nin ilk ve tek Pediatrik Kalp Cerrahisi Departmanı'nı kurmuş ve başkanlığını yapmıştır. l 1964 yılında Doçent, 1969’da da 38 yaşında Profesör olmuştur. l Dünyada bir “ilk”... 1972’de Aydın Bey’in St. Francis Hastanesi’ndeki hocaları Türkiye’ye gelmek istediklerini bildirirler. Bir hafta kalacaklardır ve bir günlerini de Aydın Bey’in yapacağı ameliyatları izlemek üzere ayırdıklarını aktarırlar. Aydın Bey’in hocaları önünde yaptığı birinci ameliyat Fallot Tetralojisi ameliyatıydı ve kısa sürede tamamlamıştı. İkincisi için yandaki ameliyathaneye geçerler. Hastaya kardiyologlarca konulmuş teşhis Aorta-Pulmoner Window’dur. Aydın Bey’in satırlarıyla devam ediyorum: “Pulmoner arteri açtım ancak teşhis ne yazık ki doğru değildi. Aortayı açtım ikisi arasında ilişki yoktu. Amerikalı hocalarım heyecanlanarak ‘Aydın çok büyük bir zorluk çıktı sana,’ dediler. Düşünmek için beş dakika izin istedim, sonra aorta dibinde küçük bir delik bularak içine soktuğum aletin sağ kalbe kadar uzandığını hissettim. Sonra kalbi açarak aorta ile sağ ventrikül arasında bir tünel buldum her ikisindeki delikleri kapatıp ameliyatı tamamladım.” Böylece dünyadaki ilk Aorta Sağ Ventriküler Tünel ameliyatı gerçekleşmiştir. Dr. Shellito Aydın Bey’e “Dünyada daha önce hiç yapılmamış bir ameliyatı ilk defa yapan cerrah kolunu bile vermeye razı olur. Bir daha hiç ameliyat yapmasa da gerekli ismi almış olur,” diyerek ona tebriklerini ifade etmiştir. Dünyada bir ilk olan bu ameliyat tüm dünyada geniş yankı doğurmuştur. l 1974 yılı Şubat ayında ilk “koroner by-pass” ameliyatını gerçekleştirmiştir. Aynı yıl Siyami Ersek de İstanbul’da bir by-pass ameliyatını başarıyla gerçekleştirmiştir. Üniversite arşivlerinin yetersizliği dolayısı ile ortaya iddialar çıkmaya başladığı noktada, Aytaç Bey mütevazılığı ile “Bence kimin önce yaptığı hiç önemli değil. En önemlisi iki meslektaşın birbirinden habersiz ülkemiz insanına sunabildiği tedavi şekli olmuştur,” diyerek tartışmaları sonlandırmıştır. l 1976’da bu kez ünlü Prof. Lillehei konferans vermek için Ankara’ya gelir. Hocası olarak, Aytaç Bey’in bir ameliyatını izlemek istediğini söyler. İzleyeceği bir “Tof” ameliyatıdır ve bu ameliyatı dünyada en iyi yapan cerrah Lillehei’dir. Aytaç da o güne kadar en az 300 Tof ameliyatı yaptığı için operasyon kısa sürede başarıyla tamamlanır. Üç saat sonra, Lillehei konferansına başlamış ve “Sizlere yaptığım bir Tof ameliyatı ile ilgili kısa bir film izlettirmek istiyorum,” demiş. Ama filmi başlatmadan önce izleyicilere dönerek “Ama ben filmde izleyeceğiniz ameliyattan daha iyisini bu sabah izledim,” sözleriyle Aytaç’a iltifatta bulunmuştur. l 1979’da, çocuklara kalp kapakçığı takılması konusundaki araştırmasıyla Sedat Simavi Vakfı Sağlık Bilimleri Ödülü’nü almıştır. Türkiye’de ilk kalp kapakçığı takma ameliyatını da Aydın Aytaç gerçekleştirmiştir. l 1984 yılındaki Türkiye Kardiyoloji Derneği Kongresi’nde, 0-16 yaş arasında, suni akciğer-kalp makinesi kullanarak ameliyat yapılan en büyük beş hastaneden vaka sayılarını bildirmeleri istenir ve ilgililerce sonuçlar tebliğ edilir. Konuşmalar bittikten sonra Aytaç, “Sunumlarınız çok iyiydi; fakat 0-4 yaş arasında hiç vaka duymadım, acaba atladım mı?” demiş ve hepsinin cevaplamasını rica etmiş. Hepsi de sırasıyla 0-4 yaş arasında hiç ameliyat yapmadıklarını beyan etmişler. Bunun üzerine, ülkemizde bu grupta ilk ameliyatları yapmış bir cerrah sıfatıyla Aydın Aytaç’ın da açıklamasını istemişler. Aytaç’ın sunduğu liste şöyledir: “0-4 yaş arasında 596 vaka, 0-2 yaş arasında 192 vaka.” l 1984’te artık İstanbul’dadır ve önce İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Kalp Cerrahisi Bölümü’nü kurar ve 10 yıl başkanlığını sürdürür. O dönemde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı bir vakıf hastanesi olarak hizmete giren Florance Nightingale’de de Kalp Damar Cerrahisi Bölümü’nü kurmuştur. İlerleyen yıllarda da Aydın Aytaç ameliyatlara aralıksız ve çok yoğun bir tempoda devam etmiş, 1992’de bir günlük bebeğin kalbini 55 dakika durdurarak, sağ ventrikül tünel ile akciğer arasındaki iletişimi sağlamış ve böylelikle Türkiye’deki ilk Dr. Atıf Akçevin İstanbul Medipol Üniversitesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi Türkiye'de kalp cerrahisi hele çocuk kalp cerrahisi deyince Prof. Dr. Aydın Aytaç ismi hemen ilk hatırlanandır. Sayısız ilklere imza atmış olmanın yanı sıra önder kişiliği bu konuya gönül vermiş ve verecek olanlara daima ışık olmuştur ve olmaya devam edecektir. Prensiplere bağlılık, insan sevgisi, yılmadan elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmak ve önce saygı kavramları Prof. Dr. Aytaç'ın her zaman örnek aldığımız temel öğretileri olarak ön plana çıkar. Saygın kişiliği, her zaman serinkanlı yaklaşımının bizlerde yarattığı hayranlık daima itici gücümüz olmuştur. Uzun yıllar omuz omuza çalıştığımız bu değerli bilim adamı, bir hoş sadanın ötesinde derin ve anlamlı izler bırakmış gözüküyor. Akif Ündar, PhD Professor of Pediatrics, Surgery, and Bioengineering Founder & Director, Penn State Hershey Pediatric Cardiovascular Research Center Founder & President, International Society for Pediatric Mechanical Cardipulmonary Support Sayın Prof. Dr. Aydın Aytaç Hocamızla, Houston’da Baylor Tıp Fakültesi, konjenital kalp-damar cerrahisi bölümü ve Texas Çocuk Hastanesi Pediyatrik Kalp-Damar Araştırmaları Merkezi'nin kurucu üyesi genç bir bilim insanı iken, Sevgili Kardeşim Yrd. Doç. Dr. Tijen Alkan-Bozkaya aracılığı ile tanışma onuruna eriştim. Sayın Aydın Aytaç Hocamızın genç bilim insanlarına verdiği değeri bizzat yaşama onuruna sahip onlarca şanslı bilim insanından biri olarak, Amerikan Hastanesi’ndeki ilk tanışmamızda konuştuğumuz konuları bugün de çok net hatırlıyorum. Özellikle Houston’daki araştırma merkezimizde yaptığımız konjenital kalp-damar cerrahisi araştırmalarının sonuçlarını dikkatlice dinleyip, sayısız soru cevaptan sonra “Bu yaptığın projelerin Türkiye’ye nasıl uygulanacağını hiç düşündün mü?” diye sormasını unutmam mümkün değil. Daha sonra da kendi bilimsel hayatından örnekler ile özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yaptığı araştırmaları ve bunları Türkiye’ye nasıl uyguladığını anlatıp, bana yaptığı tavsiyeler her zaman aklımda olmuştur. Birlikte çalıştığı cerrahi ekibini (Sayın Prof. Dr. Atıf Akçevin, Prof. Dr. Halil Türkoğlu, ve Prof. Dr. Tufan Paker) tek tek tanıştırıp, “Nasıl ortak projeler üretebiliriz?” diye yaptığı öneriler hâlâ hatırımda. Sayın Aydın Aytaç Hocamız, ülkemizdeki araştırmacılar ile bugüne kadar yaptığımız onlarca konjenital kalp-damar araştırmalarının başlamasının da temeli olmuştur. Kendisinden 42 yaş küçük ve bilimsel araştırmaların henüz başında olan bir gence “Değerli Meslektaşım” diye başladığı iletiler ile verdiği değeri unutmam mümkün değil. Sayın Aydın Aytaç Hocamız ile tanışmaktan her zaman onur duyacağım. “Pulmoner Atrezi” ameliyatını da başarıyla gerçekleştirmiştir. l 1993’te henüz İstanbul Üniversitesi’ndeyken bir yandan da kurmayı kabul ettiği Amerikan Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü için gerekli hazırlıkları yapmaya devam etmektedir. l 1992’de Rahmi Koç teklifini sunduktan sonra “Bizimle çalışmak için şartlarınız nedir?” diye sorduğunda, Aytaç “Bir tek şartım var. Ameliyat ettiğim hasta bu hastanenin kapısından çıkarken, Amerika’nın en mükemmel yerine gitseydim ancak bu kadar mutlu çıkabilirdim diyecekse gelirim,” olmuştur. Rahmi Koç da verdiği talimatla, Aydın Bey’in istediği tüm teknolojik yapının kurulmasını sağlamıştır. l Dünyada bir ilk daha: 1995’te sağ pulmoner arteri olmayan hastaya yaptığı ve başarıyla sonuçlanmış ameliyat da dünyada bir ilktir. l Aydın Aytaç’ın meslek hayatı boyunca aldığı ödülleri, “Onursal Başkanlık”ları burada sıralayamayacağız. Ancak, Avrupa B 67 Dr. Tijen Alkan-Bozkaya İstanbul Medipol Üniversitesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi B 68 Sayın Hocamız, çocuk kalp cerrahisinde, gerek ülkemizde, gerekse dünyada duayen bilim insanlarındandır. Kendisi, Minnesota eyaletinde, St Francis Hospital’de 1959 yılında ilk kez kalp içi bir defekt olan “atriyal septal defekt”li hastayı opere eden kişidir aynı zamanda. Bu operasyonu, tarihin güzel bir denk düşümüyle bir 23 Nisan sabahı yani doğum gününde gerçekleştirmiştir. Bu gurur verici olay ve yıllar sonra bir konferans nedeniyle aynı eyalete ziyareti sırasında kendisinin büyük tören ve tezahüratla karşılanması Hocamızın, her zaman çok gururla anlattığı ve bizim de aynı gururu paylaştığımız güzel ve çok özel bir anıdır. Kalp cerrahisi asistanlığına başladığım yıl, Hocamın ekibinde olmak biz genç cerrahlar için bir ayrıcalıktı. Her “visit”, her ameliyat bizim için çok kıymetli birçok bilginin en değerli Hoca tarafından bize aktarılması sayesinde çok önemli anılara eşlik etmekteydi. İlk dikkatimi çeken bu kadar büyük, bu kadar üst düzey bir Hoca tarafından bize iletilen ilk şeyin “Benim için en kıymetliniz, bana her gün “visit”te ya da ameliyatta yeni bir bilgi aktaran asistandır,” deyişi olmuştur. Bu kadar komplekssiz, yenilikçi ve tam bir bilim insanı olan kıymetli Hocamızın bize öğrettiği en önemli “hayat mottosuydu” bu, “daima yeni bir şeyler öğren ve öğret, yeni bilgiye açık ol.” Daima kendini yenile, bilgiyi ara, bul ve paylaş! Hep daha iyi, en iyi olmak için kovala bilgiyi. Hocam’la ihtisasım bittiğinde V.K.V. Amerikan Hastanesi’nde 2000-2008 yılları arasında, tekrar birlikte çalışmak şerefine eriştik ihtisas arkadaşım Dr. Ahmet Şaşmazel ile birlikte. Bize hep ”Daima bilgilerinizi taze tutun, artırın, multidisipliner toplantıları kaçırmayın, değişik disiplinlerin size katacağı pek çok değişik bakış açısı ve katkı olacaktır, sizin gözünüzden farklı bir görüş açısını size katar bu toplantılar,” derdi Hocamız. Bilimsel toplantılara mutlaka katılımımızı ister, bizi teşvik eder, sunumlarımızı takip eder ve her konuda destek verirdi kendisi. Bizler kendisini sanki Mustafa Kemal Atatürk’ün son dönemine erişmiş, onunla konuşup tecrübelerinden yararlanma şansına erişmiş şanslı azınlık gibi hissederdik. Hocamızın en belirgin özelliği, tam bir İstanbul Beyefendisi olup her hareketinde bu zarifliği hayatına katmış, güler yüzlü, esprili, güzel anekdotlarını bizimle paylaşan, çok zeki, hiçbir hastasını unutmayan, hep yazan, kaydeden, hayatına, meslek yaşamına, meslektaşlarına, öğrencilerine, arkadaşlarına ve özellikle de sevgili ailesine büyük ve derin sevgiyle bağlı olmasıdır. Aydın Hocamıza sağlıklı yıllar diliyor, kendisine, eşine ve tüm ailesine sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Çok teşekkürler Hocam bizlere, kalp cerrahisine ve ülkemize kattıklarınız için! Prof. Dr. Halil Türkoğlu İstanbul Medipol Üniversitesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Sayın Aytaç, benim Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde hem öğrenciliğimde hem de Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi ihtisasım sırasında hocam oldu. Kendisi, öğrenciliğimde beni en çok etkileyen insandı. Hocam, bilimsel kişiliği, genç yaşta Türkiye’de Çocuk Kalp Cerrahisi’nin öncüsü olması, saygın kişiliği nedeniyle benim gibi genç cerrah arkadaşların bu dala gönül vermesine neden olmuştur. Pediyatrik kalp cerrahisinin ülkemizde bugünkü seviyeye gelmesinde kendisinin yetiştirdiği bilim adamlarının ülkemizin değişik noktalarında merkezler kurarak yeni bilim adamları yetiştirmesi, bizleri sürekli bilimsel gelişmeye teşvik etmesi sayesindedir. Kendisi gerek ulusal gerekse uluslararası pek çok bilimsel dergi ve derneğin kurucu üyelerindendir. Hocamızla ihtisasım bittikten sonra, önce 1985-93 yılları arasında İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü’nde ve daha sonra V.K.V.Amerikan Hastanesi’nde 1993-2008 yılları arasında birlikte çalışmak onuruna da nail oldum. Kendisi her zaman dürüst, iyi bir doktor, iyi bir hoca, iyi bir aile babası olarak hepimize örnek teşkil etmiştir. Hocamla ameliyatlara girmeye başladığım ihtisas yıllarımda ben de kendi düşüncelerimi rahatça ifade eder ve düşündüğüm yeni modifikasyonları kendisine aktardığımda bunu dikkatle dinler ve uygulatırdı. Biz genç cerrahlara verdiği, hâlâ hatırladığım ve kendi öğrencilerime tavsiye ettiğim en güzel öğüt “ Yarın yapacağınız ameliyata iyi hazırlanın, çok okuyun ve kafanızda ameliyatı gerçekleştirecek şekilde oluşturun ve rüyanızda ameliyatı yaparak sabah gelin,” idi. Hocama saygılarımı iletir, sağlıklı bir ömür dilerim. Kalp Damar Cerrahisi Derneği’nin (ESCVS), 2004 yılı Haziran ayında Slovenya’nın başkenti Lübyana’da düzenlenen 53. Kongresi’nde Aydın Aytaç’a verilmiş olan “Şeref Üyeliği” çok önemlidir. Aydın Bey’in satırlarından aktaracağım: “Bu toplantıdan iki ay önce bana 54 yıl içinde seçilmiş olan 10 şeref üyesine ilaveten 11. şeref üyesi olarak seçildiğimi bildirmişlerdi. İki ay sonraki ödül töreninde takdim edilen belgeyi aldıktan sonra, o yıl yeni başkan olarak seçilmiş Fransız cerrah Edouard Kieffer’i tebrik etmek için elimi uzatırken o birdenbire gülerek ‘Asıl benim sizi tebrik etmem lazım. Bizim başkanlıklarımız bir yıl sürer ama size verilen ödül ömrünüzün sonuna kadar ve sonra da devam eder,’ diyerek beni kutlamıştır.” Bu ödülü aktarmak istememin sebebi, Aydın Aytaç’ın bu ödülü almış ilk Türk olmasıdır. Neticede Aydın Aytaç meslek hayatı boyunca 12,000’in üzerinde ameliyat yapmıştır. Ancak onu en çok mutlu eden ameliyatlar bir günlük bebeklerde başlattığı ve devam ettirdiği ameliyatlar olmuştur. Kitabında bu duygusunu “Çocuklarda, bebeklerde ve özellikle bir günlük bebeklerde yaptığım ameliyatların başarılı şekilde sonuçlanmasının benim için çok ama çok önemli yeri olmuştur. Erişkinlere yaptığınız bir ameliyatla onlara 10-15 yıl kazandırabilirsiniz. Ama daha birinci gününü doldurmamış, henüz üç - beş kiloluk bir bebeğin, küçücük ceviz büyüklüğündeki kalbini açıp, o incecik narin damarlarına attığınız, yarım milim bile hata affetmeyecek ve sadece en yakınınızdaki başasistanın görebileceği dikişlerden sonra tamamlanan ameliyatlar ile onların yaşamına ekleyebileceğiniz 70-80 yılın verdiği mutluluğu düşünebiliyor musunuz? Kalpleri hep kalbimde yaşıyor,” satırlarıyla aktarmıştır. Ülkemiz ve dergimiz adına kendisine en güzel duygularımızla teşekkür ederiz. Doç. Dr. Zeynep Sabuncu TASAVVUF VE AŞK Emine Çavak Filmlerden tiyatro oyunlarına, müzikten romanlara pek çok alanda sıkça karşılaştığımız tasavvuf ve aşk kavramları hakkındaki sorularımızı, üniversitemizin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Zeynep Sabuncu yanıtladı. "Tasavvuf"u nasıl tanımlamalıyız? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle tasavvuf teriminin insana ait birçok alanda kullanıldığını vurgulamak gerekir. “Tasavvuf” terim olarak bir düşüncenin olduğu gibi tüm bir inanç sisteminin, bir yaşam biçiminin de adıdır. Tasavvuf teriminin bu alanlara ait tanımları birbiriyle etkileşim halindedir. Dolayısıyla, tasavvuftan bir “fikir” olarak söz ederken, bu fikrin beslendiği dinleri, inanç sistemlerini, yaşam deneyimlerini de dikkate almak gerektiğini düşünüyorum. Tasavvufun, İslamiyet’in bünyesinde oldukça erken bir dönemde zaman içinde farklılaşan ve ayrışan bir inanış ve yaşam biçimi olarak ortaya çıktığı ve sonraları aynı zamanda başlı başına bir düşünce sistemi haline geldiği biliniyor. Tabii bu farklılaşma ve ayrışma tasavvuf teriminin her alana ortak bir tanımını yapmayı da güçleştiriyor. Yine de ilk dönemlerdeki tasavvufi inanış ve yaşama biçiminin bu terimi açıklamada belirleyici bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre tasavvufu, İslami inanç çerçevesi içinde gizemci unsurlar içeren, yaratan ve yaratılan arasındaki manevi bağı odak noktası alan bir deneyim ve varoluşsal bir öğreti olarak tanımlayabiliriz. Tasavvufun düşünsel cephesinin,12. yüzyılın mutasavvıfı ve düşünürü İbn-i Arabi’nin varlık görüşünde son biçimini bulduğu kabul edilir. Bu görüş, tasavvufun biraz önce söylediğim tanımını bir metafizik, bir yaratan bilgisi (ilm-i ilahi) haline dönüştürmüştür diyebiliriz. İlahi aşk, sevgi ve sevgili kavramlarını nasıl okumalıyız? Birincil anlamlarının ötesinde tasavvuf anlatısında ifade ettikleri nelerdir? Bu soruyu da yukarıdaki tanımı temel alarak cevaplandırmaya çalışayım. Bu tanımda yaratan ve yaratılan arasındaki bağdan söz ettim. Bu bağ, tasavvufun temelini oluşturan varlık birliği (vahdet-i vücud) öğretisinde ifadesini bulur. Tasavvuf, tevhid (Allah’ın birliği), nübüvvet (peygamberlik) gibi İslam inanışının temel dogmalarını, yaratan (mutlak varlık) - yaratılan ilişkisini açıklamakta kullanır. Bazı ayet ve hadisleri bu bağlamda yorumlayarak yaratma sürecini, bir sevgi ve aşk ilişkisi çerçevesinde açıklar. Yaratılmış olanın yaratanın bir parçası, yansıma biçimi olduğu ön kabulünden hareket ederek, yaratanın özelliklerinin (sıfatlarının) bütün yaratılmışlarda çeşitli şekillerde var olduğu görüşüne varılır. Tanrı’nın yarattıklarında var olmasını, onlara duyduğu sevgiyle açıklar mutasavvıflar. Varlığın nedeni aşktır. İlahi sıfatların en çok göründüğü yaratılmışın insan olduğu inancı da, bu ilahi özellikleri taşıyan insan (insan-ı kâmil) ile yaratan arasında özel bir ilişkinin olduğu düşüncesini getirir. Bu ilişkinin adı da aşktır. Dolayısıyla, tasavvuf dünyevi yaşamda insanın, yaratılışın nedeni olan aşk yoluyla ilahi gerçeğe ulaşabileceğini kabul eder. Bu gerçeği arama sürecinde geçirdiği değişimler sonucu bir “âşık” a dönüşen insan, son noktada “maşuk”la (aşık olunan, sevgili) yani yaratanla birleşir (vahdet) ve kendisini onda yeniden var eder. Tasavvuf unsurlarının popüler kültürde kullanımı hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Edebiyattan müziğe, danstan tiyatroya pek çok farklı sanat dalında tasavvuf öğelerini görüyoruz. Bu ifade biçimlerini değerlendirir misiniz? Başta edebiyat olmak üzere çeşitli sanat dallarında tasavvuf öğelerine rastlanması veya ana tema olarak işlenmesi sanırım ilk soruya verdiğim cevapta da vurgulamaya çalıştığım üzere, tasavvufun aynı zamanda bir yaşam biçimi olmasından ileri geliyor. Eski kültürde toplumu şekillendiren moral değerlerin tasavvuftan beslendiği görülür. Dünyanın ve dünyevi olan her şeyin geçici olduğu, maddi olana duyulan isteklerin kişiyi gerçeğe ulaşmaktan alıkoyacağı, azla yetinmenin hissi ve zihinsel olgunlaşmayı sağlayacağı, sabır ve tevekkül gibi tasavvufi yaşamı biçimlendiren inanış ve kavramların insanın yaşam sürecinde karşılaştığı zorluklara çözüm olarak sunulduğu malumdur. Dolayısıyla asırlar boyunca toplumsal ve siyasal yaşamı da etkilemiş bir inanç sisteminin, bu yaşam alanlarının ifade biçimi olan sanat dallarında da varlığını sürdürmesi doğal bir olgudur. Gündelik dile “çile çekmek” , “elini eteğini çekmek” gibi tasavvuf deyimlerinin yerleşmiş olması bu B 71 B 72 kültürel etkinin göstergelerinden biridir. Diğer sanat dallarında tasavvufi unsur ve temaların varlığıyla ilgili bir inceleme yapmadım ama edebiyatla ilgili şunu söyleyebilirim: Osmanlı Dönemi edebiyatı temel tasavvuf bilgisi olmadan anlaşılamayacak kadar bu sistemle iç içe geçmiştir. Tasavvufi anlayışı ve kavramları konu edinmiş çok sayıdaki metni bir tarafa koyuyorum; bu tarihi döneme ait, ister düzyazı ister manzum olsun değişik konularda yazılmış hemen her metinde tasavvuf terimlerinin, kavramlarının kullanıldığını veya bunlara gönderme yapıldığını görebiliriz. Çağdaş edebi metinlerde de özellikle postmodern edebiyatta, tasavvufi edebiyattaki anlamın tekrar tekrar üretilebilme özelliğini gözlemleriz. Şeb-i Arus'u yakın geçmişte bıraktığımız günlerde siyasi makamların sık sık tasavvuf fikirlerine referans vermelerine tanık olduk/oluyoruz. Tasavvuf literatürüne ülkemizdeki siyasi faaliyetler içerisinde yer verilmesi hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Sanat eserlerinde tasavvufi unsurların görülmesi konusunda söz ettiğim hemen tüm olguların tasavvufun siyasi alanda kullanılması konusunda da geçerli olduğunu söyleyebilirim. Tasavvuf alanındaki inanış biçimlerinin günümüzde de kitleler ve toplumsal düzen üzerindeki etki ve gücünün farkında olan değişik ideolojik ve siyasi yapıların, toplulukları hedef alan propagandalarını tasavvufi kavramlar ve inançlar üzerinden temellendirmeye çalışmaları, bireysel bir arayış süreci olan, ruhsal olgunlaşmayı hedefleyen, böylelikle ümmet içinde bireyi öne alan tasavvuf anlayış ve dünya görüşüyle çelişen bir olgudur. Tasavvufta varış yöntemleri farklı fakat varılmak istenen hedef ortaktır. Aslen içsel bir arayışa ve bireyin deneyimine dayanan, bu yönüyle de siyasetten çok farklı bir noktada duran tasavvuf anlayışının bu farka rağmen, altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihinde bünyesindeki, merkezi iktidara, resmi ideolojiye karşı duran veya onun yanında yer alan yapılanmalar yani tarikatler yoluyla siyasi alana da girdiği bir gerçektir. Bugün siyasi kişi ve yapıların dini, tasavvufi kavram ve unsurları kendi görüşleri doğrultusunda kullanmalarını veya yeniden yorumlamalarını bu tarihsel olgunun bir devamı veya bu olguyu doğuran koşulları ihya etme çabaları olarak görmek yanlış olmaz sanıyorum. Osmanlı sonrası dünyada ve ülkede meydana gelen siyasi, toplumsal, bilimsel değişimler ışığında günümüzde siyasi olanın, inanç veya bireylerin özelinde kalması gereken herhangi bir başka alana girmesinin ve bu alanları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasının her anlamda olumsuzluklar doğuracağı açıktır. "BİRBİRİNİZE KALBİNİZİ VERİN AMA KARŞILIKLI KİLİTLEYİP SAKLAMAK İÇİN DEĞİL!" Yasemin Dut ’10 Psikolog Leyla Navaro ’79 kalbe yüklediğimiz anlamları, kalp-beyin ilişkisini, duyguların cinsiyete göre ayrımını ve bağımlılık-bağlılık-aşksevgi kavramlarını psikoloji perspektifinden bize anlattı. B 74 "Kalp" fiziksel olarak kan pompalayan bir organ olarak tanımlanıyor. Ancak biz kalbi hislerimizin merkezi olarak görüp, ona birçok anlam yüklüyoruz. Bu konudaki görüşlerinizi paylaşır mısınız? Heyecanlandığımız, korktuğumuz zamanlar “kalbimiz küt küt atar”, strese girdiğimizde “kalbimiz sıkışır”, güzel bir müzik veya film izlediğimizde “kalbimiz ferahlar...” Bu gibi halk diline geçmiş terimler, aslında hissettiklerimizin ne kadar kalbimizin işleyişini ve kalp atışlarını kontrol ettiğini belirliyor. Duygular kan dolaşımını hızlandırır, yavaşlatır veya dengeler, böylelikle kalbin daha hızlı, daha yavaş veya dengeli çalışmasını doğrudan etkiler. Özellikle kalp rahatsızlığı olan kimseleri şiddetli duygulardan korumak halk arasında bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla hislerle kalp arasında doğrudan bir ilişkiden söz ediyoruz. Psikoloji perspektifinden beyin-kalp ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz? Beynin algıları doğrudan kan dolaşımını ve kalbi etkiliyor. Ancak her insanın psikolojisi doğmuş olduğu aile, kültür ve çevresiyle yapılandığından, kimimize zorlayıcı olan duygular, kimimize basit gelebilir. Herkes aynı durumdan aynı şekilde etkilenmez. En basit örneğiyle, köpekten korkmayı öğrenmiş bir insanın beyni bir köpek gördüğünde anında korku alarmı sinyali gönderir, korku duygusu kan dolaşımını hızla artırır, kişinin kalbi çarpmaya, terlemeye başlar. Oysaki köpekten korkmamayı öğrenmiş, köpeğe alışkın bir insan bir köpek gördüğünde bu gibi tepkileri göstermediği gibi, eğer ciddi bir köpek severse, köpeği okşamaktan, onunla oynamaktan keyif alır, kalbi ferahlar. Bu durumlar, insanın psikolojisi ve beyin algılarıyla doğrudan bağlantılıdır. Duyguların kadınlarda ve erkeklerde deneyimlenme farkı ile ilgili neler söylemek istersiniz? Duygular toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde öğrenilir. Erkeklerin sert addedilen duygulara (korku, endişe, saldırganlık, öfke, vb.) dayanıklı olması, “yumuşak” yani “kadınsı” addedilenleri (şefkat, sevgi, üzüntü, vb.) hissetmemesi veya göstermemesi istenir. Tam tersi de kadınlar için geçerlidir. Dolayısıyla duygular erkekler ve kadınlar arasında paylaştırılmıştır. En basitiyle, kadınlar ağlar, erkekler ağlamaz; ama erkekler üzüntüsünü psikosomatik diye adlandırdığımız bedensel arızalara dönüştürür; migren, ülser, gastrit, kalp rahatsızlıkları gibi...Veya dışa vurum yapmaya yeltenerek içki içmeye, hızlı araba kullanmaya, seks bağımlılığına dönüştürebilir. Bunun gibi kızgınlık ve öfke de erkeklerde kışkırtılmış, kadınlarda yasaklanmış duygulardır. Bu nedenle öfke ve saldırganlığın dışa vurumu erkeklerde mazur görülürken, kadınlarda yasaklanmıştır. Öfkesini dile getiremeyen kadınlar bu duygularını içe vurum yapar, kendine zarar veren davranışlara ve depresyona dönüştürür. Aslında kadın veya erkek, her birimiz tüm duyguları hisseder; ancak bunları farklı şekillerde ve cinsiyetimize göre belirtir ya da belirtmeyiz. Aşk, sevgi, bağlılık, bağımlılık kavramlarını ve aralarındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz? Toplumumuzda bağlılık ve bağımlılık ne yazık ki çok karıştırılıyor. Bağlılık adına bağımlılıklar kuruluyor ve buna sevgi ya da aşk denebiliyor. Oysaki bağlılık=bağımlılık değildir. Bağımlılık ilişkiyi boğar, içindekileri geliştirmez, büyütmez. En basitinden anne/ B 75 Leyla Navaro çocuk ilişkisinde bile, sevgi adına kurulan bağımlılıklar gerek anneyi, gerekse çocuğu tutsak hale dönüştürür, her iki tarafın da sağlıklı gelişmesini durdurur. İlişkilerde bağımlılık kaçınılmaz olarak çatışmalara gebedir. Yakın ilişkide olduğumuz kişiyle sürekli aynı şeyleri yapıp, aynı yerlere gitmek, Siyamlı ikizler gibi hiç ayrılmamak sevgi değil, bağlılık da değil, bağımlılıktır. Şair Khalil Cibran'ın dile getirdiği gibi: "Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil! Sadece hayatın eli o kalbi saklar! Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir! Ve unutmayın; meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler..." En çok hangi konularda size danışılıyor? Şu sıralarda en çok danışılan konular şunlar: İlişki çatışmaları, iş veya ilişki depresyonu, yalnızlıkla baş etmek, yaşam dönemlerindeki kaygılar, boşanma, ayrılık, tükenmişlik, geleceğini planlama, öfke ve çatışmalarla başetme, kıskançlık, haset ve rekabetle baş etme. BÜMED BUSINESS ANGELS (BUBA) ENTREPRENEURSHIP 2.0 Cem Ener '13 Dergimizin her sayısında bundan böyle BÜMED Business Angels kapsamında, bir girişimci grup ile gerçekleşecek röportajları sizlerle paylaşıyor olacağız. Dosyamızın ilk röportajında "Segmentify" ismi ile girişimlerini adlandıran Murat Soysal ve Barış Yurduseven'e ('07) sorularımızı yönlendirdik. Başarılı mezunlar olarak, profesyonel kariyer yerine girişimciliği tercih etmeniz çok heyecan verici. Pekiyi, girişimci olmayı neden tercih ettiniz? B 76 Ekip olarak girişimciliğe adım atmadan önce, Moskova’da satış ve kanal yönetimi üzerine çalıştık, ayrıca TÜBİTAK‘ta Avrupa Birliği projeleri yaptık. Değişik tecrübeler edinmiş olmak bizi epeyce cesaretlendirdi. Murat Soysal, Barış Yurduseven Yenilikçi teknoloji anlayışımızı ticari bir başarıya dönüştürmek, bu yolda ilerlerken güçlü bir ekip yaratarak beyin göçünü tersine çevirmek ve bilgi ihraç eder hale gelmek bizim temel motivasyon kaynağımızdı. Infoowl, start-up dünyasında yeni bir girişim. Sizden şirketiniz hakkında bilgi alabilir miyiz? Infoowl’u Mart 2014'te kurduk. “Big Data” ve “Gerçek-zamanlı Operasyonel Zekâ” ekseninde dünya kalitesinde yazılım ve teknoloji çözümleri üretmek amacıyla şirketimizi kurduk. Aslında bir Software House olarak konumlandırdığımız Infoowl’da bugün alanında uzman analistlerden, yazılımcılardan ve danışmanlardan oluşan 15 kişilik bir ekip çalışıyor. Infoowl’un sunduğu “Segmentify” çözümünü ayrı bir girişim haline getirdiniz. Bize Segmentify hakkında detaylı bilgi verebilir misiniz? Davranış temelli segmentasyon, yüz yüze tanışma ve satış yapma imkânınız olmayan müşterilerinizi internet ortamında tanıyabilmenizin bir yolu olarak karşımıza çıkıyor. Segmentasyonunuzu ne kadar iyi yapabilirseniz müşterilerinizi o kadar iyi tanıyabilir ve sonrasında yapacağınız kişiselleştirilmiş önerilerle gelirinizi artırabilirsiniz. Segmentify, cloud üzerinden servis olarak sunulan ve temel olarak web sayfası ziyaretçilerinin tıklamalarını analiz etmenizi sağlayan (Click Stream Analysis) bir ürün. Segmentify ile, müşterilerinizin/ziyaretçilerinizin geçmiş davranışlarından yola çıkarak ayrıntılı analizler yapmanızı, ve davranışını anlayabildiğiniz yani artık "tanıdığınız" müşterilerinize ise kişiselleştirilmiş içerikler veya ürünler önererek gelirinizi artırmanızı sağlıyoruz. Günümüzde web sitelerindeki anonymous (kimliği bilinmeyen/ isimsiz) kullanıcı çok fazla ve conversion rate’ler (KPI dönüşüm oranları) çok az. Genel yaklaşım reklam verip yaratılan trafiğin ciroya dönüştürülmesi. Bizim sağlamaya çalıştığımız katma değer ise, ürünün yetkinliği ve sahip olduğumuz uzmanlık dâhilinde upsell ve cross-sell gibi yetkinlikleri kullanıp müşterilerimize net faydalar sağlamak. Bu alanda benzer ürünler olduğunu biliyoruz. Segmentify'ı rakiplerinden ayıran en temel özellik nedir? Segmentify’in en temel farkı kolay uygulanabilir ve herkesin anlayabileceği ortak bir dile sahip olması diyebiliriz. Biz bu ürünü kurgularken sadece yazılımcıların anlayıp kullanabileceği bir teknoloji ürünü geliştirmek istemedik. Müşteri davranışlarını anlamak için bilimsel bir yaklaşımdan ötesine ihtiyaç olduğuna inanıyoruz. Segmentify aracılığıyla topladığımız veriler ile milyonlarca kişiselleştirilmiş senaryo oluşturmak mümkün. Ancak, tam da bu noktada nicelik ve nitelik arasında bir seçim yapmamız gerektiğini düşündük; çünkü milyonlarca senaryo opsiyonu ile müşterilerimizi baş başa bırakmak uygulanabilir bir strateji olmayacaktı. Bu amaçla, ekibimize sektörel deneyimi olan, verileri yorumlayıp uygulanabilirliğini değerlendirebilecek ve sunacağımız çözümleri derinleştirmemize yardımcı olacak danışmanlar kattık. Bu bakış açısı sayesinde Segmentify’ın ve ürettiği senaryoların rakiplerinden oldukça farklılaştığını söyleyebiliriz. Segmentify girişimini büyütmek için BÜMED Business Angels ile işbirliği yapıyorsunuz. Bu işbirliği hakkında neler söylemek istersiniz? Segmentify, Türkiye pazarında çok güçlü bir konumda. Biz bu başarıyı yurtdışı pazarlara da taşımak istiyoruz. Bu sebeple, yurtdışı pazarlara açılmak ve buralarda büyümek için finansal gücümüzü BUBA’nın destekleriyle artırmayı hedefliyoruz. Aynı zamanda, BUBA ile yapmış olduğumuz stratejik iş ortaklığı çerçevesinde, satış ve pazarlama konularında BUBA’nın ve BÜMED’in geniş ağından da destek alıyor olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Buradan müjdeyi verelim, Segmentify’ın globalleşmesi için ilk adım olarak İngiltere temsilciliğimizi açtık. Türkiye’de yazılım sektörünün gidişatını nasıl buluyorsunuz? Türkiye’de yazılım sektörü halen gelişen bir sektör. 2013 yılında 6,8 milyar dolar ticaret hacmine ulaşmış olması sektörün ve ülkenin geleceği açısından çok büyük bir önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra girişimcilik ekosistemi de Türkiye’de büyümekte olan bir ekosistem. Melek yatırımcılar, yerli ve yabancı girişim sermayesi fonları ve devlet teşvikleri ile de bu büyüme önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Bizim açımızdan tüm bu gelişmeler çok olumlu ve umut verici. BUBA'DAN HABERLER BUBA, 12-13 Aralık tarihlerinde, Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’da gerçekleşen Junior World Entrepreneurship Forum’da “Mobile Technologies and Entrepreneurship” panelini düzenledi. Forumda BUBA’nın portföyünden Segmentify, WellnessTR ve Whispto girişimleri stant açarak tanıtım yaptı. -BUBA, Boğaziçi Üniversitesi Teknoloji Transfer Ofisi’nin düzenlediği “İşteBU Yenilikçi Girişimci Projesi Yarışması” kapsamında finalist ekiplerinden birini Silikon Vadisi gezisi ile ödüllendirdi. -BUBA, Avrupa Melek Yatırım Ticaret Örgütü EBAN’a akredite oldu. BUBA Yönetim Kurulu Başkanı Timuçin Bilgör ’94, 15-16 Aralık tarihlerinde EBAN tarafından İstanbul’da düzenlenen European Business Angels Forum’a konuşmacı olarak katıldı. -BUBA, 40 melek yatırımcı ile 2015 yılına hazır! 2014 yılının Mart ayında kurulan ve henüz ilk yılında 105 yatırımcıdan üyelik başvurusu alan BUBA, üyelik başvurusunu kabul ettiği 40 yatırımcı ile 2015 yılına hızlı bir giriş yapmayı hedefliyor. BUBA’nın melek yatırımcı ağına katılan isimler arasında Türkiye’nin tecrübeli melek yatırımcılarından Aslanoba Capital’in kurucusu Hasan Aslanoba da yer alıyor. B 77 Doç. Dr. Haluk Bingöl İLİŞKİLERİN DİJİTAL HALİ Yasemin Dut ’10 Teknolojinin etkisiyle dönüşen iletişim ve ilişki biçimlerine dair “Asymmetries of Men and Women in Selecting Partner” çalışması çerçevesinde Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Haluk Bingöl ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz. Çalışmanın içeriğini bizler için anlatır mısınız? Benim bir öğrencim bir arkadaş bulma sitesinde çalışıyordu. Çalışmamızı onunla yaptık; büyük, kapsamlı bir iş oldu. Böyle çalışmalar tabii çok hassas, bunun için önce şirketten izin almanız ve özel yaşam konusuna çok çok dikkat etmeniz gerekiyor. O açıdan veriler şirketten dışarı çıkmadı. Bütün hesaplamalar şirketin bilgisayarlarında yapıldı. Bize kişi bazında bilgi gelmedi. İncelediğimiz sitenin “business modeli”ne göre kadınlar para vermiyor, erkekler para veriyor. Kadınlar ve erkekler girip, kendilerini tanıtıp, aradıkları partnerin kriterlerini belirtiyorlar. Bizim elimizde de kişinin nerede oturduğu, eğitim durumu, gelir durumu belki kilosu, boyu gibi fiziksel özellikleri, ne tür müzikten hoşlandığı gibi bilgileri var. Sitede belirli aralıklar söz konusu: Mesela 1.70 -1.80 arası birisini arıyorum gibi ya da şu tip müziği seviyorum ama şundan hoşlanmam gibi. Sistem sizin söylediğiniz özellikte birisini bulmanıza yardımcı oluyor. Bu noktadan sonra iş size kalmış, eğer isterseniz temasa geçerseniz. Temasa geçmenin de birkaç yolu var. Mesela kişiye “Merhaba” diyebilirsiniz. Onun da birkaç yöntemi var: 1. Baştan tanımlanmış cümleler var, bu cümleyi gönderiyorum diyebilirsiniz. 2. İsterseniz kendiniz bir şey yazabilirsiniz. Beklenti de karşı tarafın size bir cevap veriyor olması. Burada kritik noktalardan birisi fotoğraflar. Sisteme kendi fotoğrafınızı koyabilirsiniz. Birisi size mesaj gönderdiğinde onun profilinden resimlerine, özelliklerine bakabiliyorsunuz. Eğer siz de onaylarsanız, karşılıklı yazışmaya başlıyorsunuz. Bir noktadan sonra sanaldan fiziksel buluşmaya geçme söz konusu olabilir. Fiziksele geçince tabii biz ne olup ne bittiğini görmüyoruz. Bizim tek görebildiğimiz kısım sanal kısmı. Bizim elimizde sanal taraftaki veriler var. Ne gibi sonuçlara ulaşıldı? Mesela ilginç verilerden bir tanesi şu: İnsanlar boylarıyla ilgili bilgi verirken hep beşin katlarına yuvarlayarak söylüyorlar. Örneğin kişinin boyu 1.73 ise 1.75 diyor. 1.70 var, 1.71, 1.72 yok; ama 1.75 var. Bunun kadın ve erkeklerde bir parça farklı olduğunu da gördük. Kadın ve erkekler arasında ciddi bir boy farkı var. Erkekler daha yukarı, kadınlar daha aşağı tarafta. Hatta bu ayrım o kadar ki, siz bana sadece boyunuzu söyleseniz ben kişinin kadın mı erkek mi olduğunuzu söyleyebilirim. Neredeyse 1.80 boyunda hiç kadın yok. 1.60’lardan bahsediyorsanız, siz kadınsınız, diyebilirim. Sosyal ortamlardaki araştırma konularından bir tanesi kişinin cinsiyetini tahmin etmek üzerine. Adı bildiğiniz dildeyse, bir şey söylenebilir; ama bilmiyorsanız sadece bu parametreyle bile bir şey söylenebilir. Yaşla ilgili ilginç noktalar da bulduk: Diyelim benim yaşım 25. Hangi aralıkta bir karşı taraf istendiği söylendiği zaman, erkekler kendi yaşının altında kadın isterken, kadınlar tam tersini istiyor. Sadece buna bakarak da cinsiyet ayırımı tahmin edilebilir. Ortalama bir erkek kendinden 10 yaş küçük birisini arıyor, ortalama kadın da beş yaş büyük birisini arıyor olsun. Bu durumda uyumsuzluk olur diye düşünüyorduk; ama ilginç bir şekilde olmadı. Erkekler beş yaş küçük istiyorlarsa, kadınlar da beş yaş büyük istiyorlar. Gayet dengeli bir tablo ortaya çıktı. Benzer tablo boy farkında da var. Bunların sorun oluşturmadığını gördük. Yaşta beş, boyda da 10 cm fark üzerinden oluşuyor aralıklar genelde. Tabii bu bir dağılım; yirmi yaş fark da isteyebilirim, yirmi cm fark da isteyebilirim. Şunu da hesaba katmak lazım: Böyle bir sistemde gerçek fiziksel özelliklerinizi söyleyip söylemediğiniz bilinmiyor. Siz ne söylerseniz, biz onu öylece alıyoruz. Ben 70 yaşında olup 20 yaşında yazabilirim, karşı taraf da bunu bilemez. Vücut yapısı olarak da kadın ve erkekleri karşılaştırdık. Orada da erkekler karşı cinsin bir birim aşağıda olmasını bekliyor. Kadınlar da yine tersi. Gelir durumunda da benzerlik var. Kadınlar bir kademe yukarı, erkekler bir kademe aşağı istiyor. Bu kültürel bir durum olabilir. Bütün dünyada böyledir diyemeyiz. B 79 konuşursanız şansınız daha da artıyor. Bunları bulduk ama tabii en başta söylediğim gibi genelleme yapmak için çok dikkatli, çok tedbirli gitmek lazım. Bu bütün dünyada böyledir diye bir durum yok. Kadın ve erkeklerin siteye girme saatleriyle ilgili farklı bulgularınız da var sanırım. Bunlardan da bahsedebilir misiniz? Örneğin kadınlarda şöyle bir alışkanlık olduğunu gördük. Akşam 21:00’den sonra siteye giriliyor. Niye öyledir? Bunu belki şöyle açıklayabiliriz: Geleneksel Türk yapısında yemek saati diye bir şey var, ortalığı toparlayayım sonra oturayım noktası kadınlar için akşam 21.00’den sonra. Geç saatlere, 02.00’lere 03.00’lere kadar çevrimiçi kalınabiliyor. Ama kadın ve erkekler arasında böyle bir zamanlama farkı söz konusu. B 80 Ama Türkiye toplumu için genelde böyle. Genellemelere de dikkat etmek lazım. İstanbul’da geçerli ama Ankara’da geçerli olmayabilir. Bunlara da hep dikkat ederek gitmek lazım. Standart gönderilen mesajların hangisinin daha çok tercih edildiğine baktık. Mesela “ I love your photo,” mesajı çok kullanılıyor. Arkadaş bulma sisteminin içinde şöyle bir uygulama yapmışlar: Birisine çiçek gönderiyorsunuz. Tabii gerçek çiçek değil, sanal bir çiçek. Fakat şirket “Çiçek göndermek istiyorsanız para vermeniz lazım,” diyor. Burada çiçek gönderimine göre kişinin beğenilip beğenilmediğine dair de çıkarım yapılabiliyor. Bir değer de söz konusu; karşı taraf benim için para harcadı düşüncesi oluyor. Sistemdeki herhangi bir kişi başkasının profiline bakabiliyor. Kime teklif göndereceksiniz bu anlamda açıklayıcı olması lazım. Her şeyi görmüyorsunuz ama belli bir kısım açık. Bu profilde kişiye kaç tane çiçek gittiğini de görüyorsunuz. Biz bu çalışmayı yaparken çiçek işi yeni devreye girmişti, bir yılı yoktu ama bu bir değer haline gelmiş. Bazı insanlar çiçek alıyorlar, ama kendilerine gönderiyorlar ve kendilerine gönderdikleri zaman kendi değerlerini biraz daha yukarıda konumlandırıyorlar. Bunlar da ilginçti. Ben size teklifte bulunuyorum ya da önce çiçek gönderip teklifte bulunuyorum. Size teklifte bulunuyorum, red alıyorum, tekrar teklifte bulunuyorum. Israr ediyorum, olmadı bırakıyorum. Mesela bu durumlarda ne oluyor ona baktık. İlk teklifte reddedildikten sonra ikinci ve üçüncü defa ısrar etme yoluna gidince bir yerden sonra kabul alma şansı artıyor. Bunu tahmin etmemiştik. Israrcı olmak iyiye gidiyor, tabii riskleri de var. Hesabını yapmak lazım. Eğer çiçek gönderip, Gelir gruplarıyla ilgili şunları gördük: Yüksek gelir grubundaki kişiler gece çok geçlere kalmıyorlar. Bunu şöyle yorumladık. Bu kişi ofiste çalışıyor dolayısıyla gündüz iş saati içinde de siteye girebilir, dolayısıyla geç saatlere kadar oturmak zorunda değil; ama daha düşük gelirdeki insanların gündüz oturup bilgisayar açmaya imkânları pek yok, o yüzden geç saatlere kalıyorlar. Ücret ödeme konusunda erkekler ödeme yapıyor ama kadınlar yapmıyor dediniz. Bu nasıl oluyor? İlk başta, kadınlardan da erkeklerden de para alınmıyor. Ama sistemin belli olanaklarını da kullanmaya izinleri olmuyor. Eğer paralı üye olursanız, o zaman sistemin bütün bileşenlerini kullanabilirsiniz. Böyle bir sistemde birilerinden para alınmak zorunda. Pekiyi ilişkilerde sonuç nasıl oluyor? Sistem dışına, reele geçince ne olup bitiyor bilmiyoruz ama bazen “Sizin sayenizde tanıştık, evlendik, mutluyuz, teşekkür ederiz,” diyerek sisteme kendileri deklare edebiliyorlar. Bazen de şu oluyor: Siz giriyorsunuz, üç ay para ödüyorsunuz, sonra birisiyle tanışıp çıkmaya başlıyorsunuz. Abonelikten vazgeçiliyor, üyeliğinizi yenilemiyorsunuz. Araları bozulunca kişiler yine geliyorlar, üye oluyorlar. Sonra bir süre yine yok oluyorlar. Kişi ihtiyacı olunca geliyor, istediğinde çıkıyor. Bir ilginç nokta daha vardı. Sisteme ilk defa gelen kadına karşı bazı kişiler strateji geliştirmişler. Onu hemen fark ediyorlar ve ilgi gösteriyorlar. Şöyle ki: Sisteme yeni gelen birinden olumlu cevap alabilme olasılığınız yüksek. Birileri bir şekilde bu durumu fark etmiş ve bir strateji olarak bunu uyguluyorlar. Bu kişiler için hiç duygusal değerlendirme yapma olanağınız oldu mu? Tabii duyguları bu şekilde anlamak pek mümkün değil ama size fikir verebilen bir veri oldu mu? 3.000 yeni kullanıcı sisteme giriyor, bir o kadarı da çıkıyor. Günde 50.000 kullanıcı sisteme giriyor. Bir de genelde standart mesajlar gönderiliyor, bunlar kişinin yazdığı şeyler değil zaten, buradan duygusal bir içerik çıkartmak mümkün değil. Bu standart mesajlar arasında hangisini en çok seçiyorlar, diye düşünecek olursak burada yedi numaradaki “Hoş, komik bir adam arıyor musun?” gibi bir mesaj var. Bu yedi numaralı mesaj, erkekler tarafından dominant bir şekilde tercih ediliyor. Ve neredeyse gelen iki mesajdan bir tanesi bu. Diğer taraftan kadınların en çok kullandığı ise bir numaralı mesaj: “I love your photo. You’re cool.” tanışmam çok daha kolay. İkincisi kişisel olmaması. Sanalda reddedildiğimde hissettiğim duyguyla gerçekte “Gel sinemaya gidelim,” dediğim zaman reddedildiğimdeki his aynı değil. Ben net başında otururken yirmi kişiye istek göndersem, bunlardan beşi kabul etse çok daha kârlı bir iş oluyor. Onlardan birini seçebilirim. Bu çok kolay yapabileceğim bir şey; ama gerçek, fiziksel bir ortamda bu kadar kolay olmaz. Seçmem, karar vermem, risk almam lazım. Burada daha az risk var. Red cevabı alsam çok canım yanmaz. Tabii belki çok derinliği olmayan konulardan bahsediyoruz; ama belki onlar da o kadar da derinlik istemiyorlardır. İnsanların ilişki kurma biçimlerinde dijital platformaları sıklıkla tercih etmelerinin altyapısı hakkında sizin görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Belki insanlar duygulardan uzaklaşmayı tercih ediyor olabilirler. Bu sistemin uygulamaları ve aslında birçok çeşidi var. Biz bu alanda çalışma yapmadık. Bununla uğraşmak zordu. 4.5 milyon kullanıcıdan bahsediyoruz. Bu çok büyük bir rakam, bu kişilerin hepsi her gün aktif değil ama günde 0.12 0.35 Male Female 0.25 frequency 0.08 frequency Male Female 0.3 0.1 0.06 0.04 0.2 0.15 0.1 0.02 0 −25 Evet bu bir tanesi. Elektronik ortamı kullanarak ben sizin yalnız kalmanızı engelleyecek ortamı sağlıyorum. Ama buradaki yalnız kalmamak ne? Sevgili mi, arkadaş mı, derinlik mi, dostluk mu? İnternetteki ilişkileri erkeklerin kahve muhabbeti, kadınların da kahve muhabbeti gibi bol laflı ama çok da derinliği olmayan ilişkiler gibi de görebiliriz. Bu anlamda internet çok iyi, Bu platformlar daha kolay, daha ekonomik. “Bir bara gideceğim, birisiyle tanışacağım,” diye düşünürsek çok masraflı sonucuna ulaşırız. Ama sadece para değil, zaman olarak da daha ekonomik. “Bir kitapçıya gideceğim de orada birisiyle tanışacağım,” dersek bu çok zaman alır. Elime kahvemi alıp, internet başından birileriyle 0.05 −20 −15 −10 −5 0 5 age difference(year) 10 15 20 25 0 −6 −4 −2 0 2 education difference 4 6 B 81 0.35 Male Female 0.3 frequency 0.25 0.2 0.15 0.1 0.05 0 −5 0 salary difference konuşuyorsunuz. Ama gerçekte bir şey öğretiyor musunuz, öğreniyor musunuz bunu bilemem. Gerçek hayatta da böyle, yüz kişiyle tanışıyorsunuz ama bir kişiyle evleniyorsunuz. Bu web siteleri temelde ekonomik kaygılarla mı oluşturuluyor? Tabii ki, sonuçta ben para kazanmak için bu işi yapıyorum. Sizi birisiyle tanıştırmak benim derdim değildir. Ayrıca mesela benim dedem, anneannem zamanındaki evlilikler hep görücü usulü. Hatta çöpçatanlığı iyi beceren kişiler de var o zaman. Sizinle onu tanıştırıyor bir şekilde. Buradaki yapı ondan da çok uzak değil düşününce. Benim annem benim için birini beğenmiş, bir göreyim bakayım düşüncesi bugün Türkiye’de hâlâ çok yerde var. Burada da bir profil var, ben şuyum, şurada okudum gibi bilgiler var. Ve o zamanki değerlendirme kriterlerinden çok da uzak değil. Bize dolayısıyla çok da yabancı değil. Ama tabii seçenek çok. Orada belki hayatınızda en fazla yirmi seçenek çıkarken burada çok fazla tercih var. Gittikçe bireyselleştiğiniz zaman yalnızlaşmaya başlıyorsunuz. Siz evde oturursanız dışarı çıkmazsanız birileriyle de tanışamazsınız. Bireyselleştikçe bu zorlaşıyor. Elektronik ortamlara ihtiyaç artıyor. 0.08 Türkiye’de her tarafta değil ama özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar gece geç saatlere kadar çalışıyor, saat 20.00’de eve ancak gidebiliyorlar, dolayısıyla zaman yok, böyle bir ortam olmayınca çarpışma yaratacak ortam da yok. Bence bu iş çok negatif değil. Eğer kötü bir şey olsaydı, ben denerdim vazgeçerdim, siz denerdiniz vazgeçerdiniz ve sistem batardı. Uzun süre bu sektör var olamazdı zaten. Ama demek ki bazı insanların işine yaradığı için sistem devam ediyor. Bu sisteme çok da ön yargılı bakmamak lazım, bu da birilerinin işine yarıyor. e em e 0.12 0.06 0.1 frequency 0.05 0.04 0.03 0.08 0.06 0.04 0.02 0.02 0.01 0 −40 Bireyselleşen toplumlarda “Merhaba” deyip, merhaba almak çok zor bir şey. Bunu hiç değilse internet üzerinden almak hoş bir deneyim oluyor. 0.14 e em e 0.07 frequency B 82 Kalbi hissetme bakımından internetteki tanışmalar çok teknik, yüzeysel kalıyor. Gerçek hayattaki ilişkilerdeki yıkımlar, iniş çıkışlar, reddedilme hissi pek yaşanmıyor. Dolayısıyla daha az acı verici oluyor. Bunu internette oynanan oyunlar gibi düşünün. Oğlum günde elli altmış adam öldürüyor oyunda. Onun için bir şey değil, ne olacak bundan diye düşünüyor. Hiç canı acımıyor, kapattığın da bitiyor her şey. İşte duygusallıktan uzaklaşıp kendinizi daha güvenli bir noktada konumlandırma isteği bu alanda herhalde var. 5 −30 −20 −10 0 10 height difference(cm) 20 30 40 0 145 150 155 160 165 170 175 180 height (cm.) 185 190 195 200 Roma İmparatorluğu’nun en görkemli kentlerinden biridir Sagalassos… Burdur’un Ağlasun ilçesinin 7 kilometre kuzeyinde yükselerek Toroslarla buluşur. Antik kentin merkezine, restorasyonunu kısa süre önce tamamladığımız Antoninler Çeşmesi hayat verir. Çeşmenin de bulunduğu Yukarı Agora, kentin kalbinin attığı ve hayatın da aktığı bir anıtsal meydandır. Aygaz olarak, Antoninler Çeşmesi restorasyonunun ardından şimdi, yaklaşık 1400 yıllık bir aradan sonra, Anadolu’nun en eski çarşılarından birini, Yukarı Agora’yı geleceğe kazandırmak için çalışıyoruz. Hedefimiz, Anadolu’nun gizli kalmış bir hazinesini daha ortaya çıkarmak, sizi yüzyıllardır bekleyen bir Anadolu şehrinde tarihle yeniden buluşturmak… ÇEVRE DOSYASI BU BEBEK HEPİMİZİN... Bebek Semt Girişimi B 84 1863 - Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert Kolej mirasçısı olarak benimsediği kuruluş tarihi. Kurucu Cyrus Hamlin ileri görüşü ile hayalindeki üniversiteyi kurmak için, İstanbul’da onca yer içinden Boğaziçi’nin incisi Bebek’i seçmiş. O zamanki şehirden hayli uzak Bebek köyünde, daracık bir sokakta, ilkin küçücük bir okul açmış, sonra Bebek sırtlarına o eşsiz manzaralı BÜ kampusunu kurmuş. 150 yıl sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin köyü Bebek artık mega Istanbul şehrinin ve de Boğaziçi’nin gözde semtlerinden biri. Ama ne yazık ki artık ne eski sakin, huzur verici havası, ne de vapur iskelesini ve denizini her gün kullanabilenler var. Her Bebeklinin bir kayığı olduğu, denizle içiçe yaşadığı günler geride kalmış. Şimdilerde ise Bebek denizle bağını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi 26 yıl önce Bebek’te bir marina yapma sevdasına kapılmış. Bebekliler ilk kez 1989’da, ikinci kez de 2008’de bu projeyi önleyebilmişler. Ama şimdi bu sevda yeniden canlanmış ve bu kez Bebek’in tümünü tehdit eder bir durum almış. İSPARK karalardaki otoparkçılık görevini belki tamamlamış, ama gene de gözünü Boğaziçi’nin sularına dikmiş. Bebek’te 300 tekne bağlanacak bir Tekne Park, bu yapılanmaya hizmet edecek 150 araçlık da otoparkı, denize kazıklar çakarak yapma projesi geliştirmiş. Şirket web sitesinde ve 36. Istanbul Boat Show’da maketlerini sergileme ve gerekli bakanlıklardan projesini onaylatma aşamasına gelmiş. Bebek Semt Girişimi (BSG) ne diyor? Bebek Semt Girişimi, Doğal Sit Alanı olarak tescilli olan Boğaziçi sahillerini, Bebek özelinde, korumak üzere 2014 sonbaharında kuruldu. Doğaya daha fazla müdahale istemeyen çevrecilerin çıkış noktası: “Bebek hepimizin. Bebek’te yaşayanlar, Bebek’e gezmeye gelenler, Bebek severler, İstanbullular olarak biz nefes almak, doğaya ve denize yakın olmak istiyoruz. Nefes alabileceğimiz Bebek sahilinde veya Boğaziçi’nin herhangi bir kıyısında 300 teknelik bir Tekne Park ve onun 150 araçlık otoparkı türü yapılaşma istemiyoruz.” Çevre Dikkate Alınmıyor Bebek’te kıyı şeridinden başka kara yolu bulunmamakta ve halen l Bebek’te kara trafiği çekilmez halde. Sadece bir gidiş, bir geliş olan Bebek yolu, deprem riski olan bu kıyı yerleşimine yetmeyen, güya bir ANA ARTER. Bu yol, Tekne Park’ın Bebek kara trafiğine getireceği ek yükü kesinlikle kaldıramaz. l Bebek’te yapılması düşünülen proje denizdeki akıntı ve hidrolojik yapı açısından son derece yanlış ve sakıncalı. Aslında açık deniz niteliğindeki Bebek Koyu’nda, bu yanlış proje nedeniyle, hiçbir boy tekne dolaşamayacak ve/veya vapur iskelesini kullanılamayacaktır. l Bebek’te yapılması düşünülen Tekne Park çevre kirliliği yaratacaktır. Tekneler sadece deniz kirliliği yaratmayacak. Güzelim Bebek sahilinden ne deniz, ne de karşı sahil görülebilecek. Onlarca tekne ve park etmiş otomobil görüntü kirliliği yaratacak. Karada çoğalan otomobil trafiği de hava kirliliğini artıracaktır. l Deniz kazası riskleri: İstanbul Boğazı, Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile uluslararası trafiğe açık bir alandır. Boğaz’dan her yıl ortalama 50.000 gemi geçmektedir. Bu gemilerin yaklaşık 10.000’i tehlikeli madde taşımaktadır Her gün onlarca tankerin geçiş yaptığı bir rotada, üstelik Boğaz’ın en dar noktasının yakınında, güzergâhı daraltır şekilde denizde plansız bir yapılaşma, yüksek olan kaza riskini daha da artırmaktadır. Uzmanlar, Boğaz trafiğinin her zaman riskli olacağı konusunda hemfikir. İnsan hatası, kötü hava koşulları, akıntılar ve dümen kilitlenmesi gibi mekanik arızalar, radar sistemi ile bertaraf edilemediğinden, Boğaziçi deniz trafiği daima riskli olarak kalacaktır. (2TRT belgeseli) http:// www.youtube.com/watch?v=w_ lT2aVFHcc Boğaziçi’nde geçmişte pek çok kaza yaşanmış, defalarca facianın eşiğinden dönülmüştür. Bebek’teki en son kaza 2000 senesinde Boğaziçi Üniversitesi sahil kapısının önünde olmuştur ve çarpan geminin bir tanker değil de bir konteyner gemisi olması çevreyi faciadan ramak kala kurtarmıştır. Bebek’te Tekne Park yapılması halinde, bir tankerin, bağlı duran 300 tekneye çarpması durumunda yaşanılacak felaket çok ciddi can ve mal kaybına neden olacaktır. l Bebek’te altyapı sorunları had safhadadır. Çok sık elektrik ve su kesintileri olmaktadır. Bebek bu haliyle daha fazla insan, daha fazla otomobil veya daha fazla tekne yükü kaldıramaz durumdadır. l 2008 yılında Sayın Kadir Topbaş, Bebekliler ile “marina” konusunu görüşmeye geldiğinde, “Bebekliler istemezse, marinayı yapmayız,” demişti. Gerçek Katılımcı Belediyecilik, BM Habitat II, Gündem 21 çerçevesinde, belediyelerin projelere yerel vatandaşlarla birlikte karar vermesi demektir. O zaman acaba şimdi neden Bebeklilere danışılmadan bir Tekne Park dayatması yapılmaktadır? l Evet, BSG olarak biz de Bebek sahiline Belediye’nin bir düzen getirmesini istiyoruz. Belediye’nin kıyılara düzen vermesi onun zaten asli görevidir. l Çok büyük ticari tekneler Bebek sahiline bağlanmasın. Daha küçük teknelerin iskeleleri ve Belediyece verilen elektrik, su hizmetleri görsel ve fiziki olarak daha iyi bir şekilde, tek bir tarzda verilsin. l Küçük tekneler kıçtan bağlansın. l Bebek Feneri civarı doğal halinde bırakılsın. l Her boy tekne koyda serbestçe dolaşabilsin. l Bebek Vapur İskelesi, eskiden olduğu gibi, toplu taşımacılıkta kullanılsın. l TEKNE PARKA HAYIR, BEBEK İÇİN BİRLEŞMEYE EVET! www.change.org/Tekneparkahayir Facebook : Bebek Semt Girisimi Twitter@ BebekSemt B 85 ÇEVRE DOSYASI RESTORANLARDA YENI DÖNEM: YEŞIL NESIL RESTORAN HAREKETI BAŞLADI B 86 Atık üretiminin yoğun olduğu yemeiçme sektörüne bilinçli bir tüketim anlayışı kazandırmak, atık miktarını azaltırken oluşan atığı dönüştürmek ve enerji verimliliği sağlamak hedefiyle ilk olarak İstanbul’da pilot restoranların katılımıyla ‘Yeşil Nesil Restoran Hareketi’ başlatıldı. tarafından ‘Yeşil Nesil Restoran’ olmaya hak kazanan La Mancha, Frankie, Sunset, Fenix, Tom’s Kitchen ve Kanyon Kitchenette’e sertifikaları takdim edildi. WWF-Türkiye ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından, TURYİD ve Beşiktaş Belediyesi işbirliği, Unilever Food Solutions’ın desteğiyle hayata geçirilen proje kapsamında, sürdürülebilir olmayı hedefleyen restoranlar denetlenecek ve kriterleri karşılamaları halinde ‘Yeşil Nesil Restoran’ olmaya hak kazanacak. Yeni ve sürdürülebilir restorancılık anlayışını benimseyen restoranlar, WWF-Türkiye tarafından 95 ayrı kriter üzerinden denetlenecek ve sınıflandırılacak. Restoranlar, enerjisu kullanımı, atık Yeme-içme sektöründe bilinçli bir tüketim anlayışıyla gıda ve ambalaj atığını azaltmak, sertifikalı ve yerel gıda kullanmak, enerji verimliliğini sağlamak için yola çıkan ‘Yeşil Nesil Restoran Hareketi’, gelecek nesillere sürdürülebilir bir dünya bırakmayı hedefliyor. 2015 sonuna kadar 100 Yeşil Nesil Restoran hedefleniyor Uğur Bayar: “Yeme-içme sektöründe bir ilki başlatmak için bir araya geldik ve Yeşil Nesil Restoran hareketini başlattık.” WWF-Türkiye ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından, Turizm Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği (TURYİD) ve Beşiktaş Belediyesi işbirliği, Unilever Food Solutions desteğiyle başlayan ‘Yeşil Nesil Restoran Hareketi’nin lansman toplantısı, projeye ilk katılan ve ‘Yeşil Nesil Restoran’ sertifikası almaya hak kazanan La Mancha Kuruçeşme’de gerçekleştirildi. Lansman gecesinde, WWF-Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar yönetimi, kirlilik ve kimyasal azaltımı gibi başlıklar altındaki kriterlere göre yapılacak değerlendirme sonucunda 1, 2 veya 3 yıldızlı ‘Yeşil Nesil Restoran’ sertifikası almaya hak kazanacak. Menüde mevsim ürünlerinin kullanılmasından garnitür seçimine, gıda atığından kompost (doğal gübre) ve enerji üretilmesine kadar uzanan çok kapsamlı uygulamaları olan projeyle restoran müşterilerinde de davranış değişikliği yaratılması hedefleniyor. 2015 sonuna kadar 100 restoranın ‘Yeşil Nesil Restoran Hareketi’ne katılımı öngörülüyor. Uğur Bayar: “Yeme-içme sektöründe bir ilki başlatmak için bir araya geldik ve Yeşil Nesil Restoran hareketini başlattık.” WWF-Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar, Yeşil Nesil projesi ortaklarına verdikleri destek için teşekkür ederken, israf oranı en yüksek endüstrilerden biri olan yemek endüstrisinde büyük bir değişime öncülük etmek, daha sürdürülebilir ve doğa dostu bir dönüşümü başlatmak için harekete geçtiklerini belirtti. Bayar, “BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun iyimser tahminlerine göre üretilen gıdanın üçte biri yenmeden önce ya kaybediliyor ya da israf ediliyor. Yılda 10 milyon kişinin açlıktan öldüğü dünyamızda, 1,3 milyar ton gıda çöpe gidiyor. Dünyada ve tabii Türkiye’de israf oranı en yüksek endüstrilerden biri olan restoran ve yemek endüstrisinde büyük bir değişime öncülük etmek, daha sürdürülebilir ve doğa dostu bir dönüşümü başlatmak için Boğaziçi Üniversitesi’yle ‘Yeşil Nesil Restorancılık’ sertifika programını başlattık. Program dahilinde restoranlar 95 farklı kriter üzerinden değerlendirilip 1, 2 veya 3 yıldız almaya hak kazanacaklar. Menülerde mevsim ürünlerinin kullanılmasından, garnitür seçimine, gıda atığının azaltılmasından, azaltılamayan kısmı ile kompost (doğal gübre) yapımına kadar uzanan çok kapsamlı uygulamaları olan bu çalışmada, restoran müşterilerinde de davranış değişikliğini tetiklemeyi hedefliyoruz,” dedi. B 87 Fikret Adaman: “Yeşil Nesil Restoran Hareketi ile restorancılık daha bilinçli ve çevreye dost bir hale gelecek.” Fikret Adaman: “Yeşil Nesil Restoran Hareketi ile restorancılık daha bilinçli ve çevreye dost bir hale gelecek.” Boğaziçi Üniversitesi Rektör Danışmanı Fikret Adaman, Yeşil Nesil Restoran Hareketi ile yemeiçme sektöründe önemli bir adım atıldığını belirtti. Adaman, “Restoranlarda tabakları gereksiz değiştirmemek, şişe sular yerine sürahide su tercih etmek, masa örtüsü kullanmamak, paketli şeker kullanmamak gibi kendi başına oldukça küçük gözüken ama doğaya katkısı büyük olan eylemlerle restorancılık daha bilinçli ve çevreye dost bir hale gelebilir. Restoranlardan toplanan veriler ışığında yaptığımız çalışmalar gerçekleştirdiğimiz her hareketin doğada ne kadar büyük ayak izleri bıraktığını açıkça ortaya seriyor. Örneğin, bir restoran su servisinde sürahi kullansa yılda 10 bin ton plastik ve cam şişe atığını önleyebiliyor ya da gereksiz tabak değişimi yapmazsa 15 ton su tasarrufu sağlayabiliyor. Bu proje ile yeme-içme sektöründe sürdürülebilir yaşam için ufak bir adım atılmış oluyor. Umuyorum ki restoran sahipleri ve müşterilerin farkındalığı arttıkça ufak adımlar büyük kazanımlara dönüşecektir. Yeşil kampus konseptini benimseyen ve sürdürülebilir kampus yaşamı için çalışmalar yapan Boğaziçi Yeşil Nesil Restoran hareketine ön ayak olan Aslı Durukan Pasinli '94 geceye ev sahipliği yaptı. durumu sonuç almada son derecede önemli bir adım olacak. Bilinçli tüketim ve bilinçli tüketici bir araya gelerek gıda atığı, ambalaj atığı minimuma indirilecek ve en önemlisi dışa bağımlı olduğumuz enerji kaynakları, atıkların geri dönüşümü ve proje kapsamında uygulanacak enerji tasarrufları ile son tüketiciye geri dönüş sağlayacak. TURYİD olarak, bu hareketin yayılmasında öncülüğü ele aldık. Sektörde öncü rolü üstlenen üyelerimizin desteğiyle hareket hızla büyüyecek. Bu hareketin 2015 sonu itibariyle 100 restorana ulaşmasını hedefliyoruz,” dedi. Önder Arsan: “Gıda atığını azaltmak konusunda önemli tecrübelerimiz var, tüm sektörle paylaşmak için sabırsızlanıyoruz.” B 88 Üniversitesi Yeşil Nesil Restoran Hareketi’nin de bir parçası olmaktan mutluluk duyuyor,” dedi. Murat Hazinedar: “Pilot restoranlarda oluşan yemek atıklarından yılda 6 ton gübre üreteceğiz.” Beşiktaş Belediye Başkanı Av. Murat Hazinedar, Yeşil Nesil Restoran Hareketi’nin Beşiktaş’ta yaratmaya çalıştıkları kamu-yerel-özel birlikteliğinin güzel örneklerinden biri olduğunu açıkladı. Hazinedar, “Yeşil Nesil Restorancılık projesinin, çevre dostu bir teknolojiyi Beşiktaş’a taşımak adına yapılıyor olması, bizler için ayrı bir anlam taşıyor. İki restoranda (La Mancha ve Sunset) pilot olarak başlatılacak çalışmada, buradan çıkan yemek atıklarından yılda 6 ton gübre üreteceğiz. Bu gübreyi Beşiktaş’ın parklarında kullanacağız. Daha da önemlisi bu atıkları çöpe atmayarak yılda 36 ton karbondioksitin salınımını engelleyeceğiz. İki restoranla başladığımız çalışma, Beşiktaş’taki diğer restoranların, otellerin ve hastanelerin katılımıyla genişleyecek,” dedi. Kaya Demirer: “Yeşil Nesil Restoran Hareketi, restorancılığa bakış açısını değiştirecek bir hareket olarak TURYİD’in sahiplendiği bir olgudur.” TURYİD Başkanı Kaya Demirer, TURYİD’in kurulduğu tarihten itibaren Türk yeme-içme sektörünün ileri taşınmasına ve Türk turizmine hizmet etmek amacına odaklı olarak, öncü fikir ve hareketleri yaratmaya çalıştığını belirtti. Demirer, “Yeşil Nesil Restoran Hareketi, restorancılığa bakış açısını değiştirecek bir hareket olarak TURYİD’in sahiplendiği bir olgudur. Tüketicilerin desteklediği yaşam felsefesi ve bunu hayata geçiren işletmelerin tercih edilmesi Unilever Food Solutions Türkiye, Orta Asya ve İran Genel Müdürü Önder Arsan, sürdürülebilir bir gelecek için ‘Yeşil Nesil Restoran Hareketi‘nin destekçisi olmaktan çok mutlu olduklarını söyledi. Arsan, “Unilever Sürdürülebilir Yaşam Planı’nın bir parçası olarak önemli bir ajanda yürütüyoruz. Son iki yıldır da ‘Gıda Atığını Önleyelim’ projesiyle hem ev dışı tüketim sektöründeki gıda atığını azaltmayı hem de profesyonel mutfakları daha verimli hale getirmeyi amaçlıyoruz. Birçok müşterimizle etkin işbirliği yaparak atık miktarlarını azaltmayı başardık. Edindiğimiz önemli tecrübe ve veriler var. Bugün de Yeşil Nesil Restoran Hareketi’nin bir parçası olarak, bu deneyimlerimizi tüm sektöre aktarmak için sabırsızlanıyoruz,” şeklinde konuştu. Yeşil Nesil Restoran Hareketi hakkında detaylı bilgi için: WWWF-Türkiye: 0 212 528 20 30 BÜMED'IN OBJEKTIFINDEN Bu ay dördüncüsünü yayımladığımız BÜMED’in Objektifinden dosyamızda, okulumuza dair birbirinden güzel kareleri görüyoruz. Sizler de önümüzdeki sayılarda BÜMED’e ya da okulumuza ait çektiğiniz fotoğrafların dergide yer almasını istiyorsanız, bizimle iletişime geçebilirsiniz. İletişim: bogazicidergisi@bumed.org.tr B 89 STİLİYLE GÖNLÜMÜ ÇALANLAR Ezgi Kırmızı ‘14 Ben güzelliğin göreceli olduğu tanımına pek katılmayanlardanım. Bence güzelliği çok basit formlarda bulup, çok kolay şekilde ifade ediyor olabilmeli kişi. Güzeli güzel yapan da bu sadelik, yalınlıkla birleşen asalet ve zarafet oluyor zaten çoğu zaman. Mesela bence güzelin tanımı şu: Bir kişiye, kıyafete, objeye üzerinden zaman, trendler, akımlar, olaylar geçtikten sonra bile tekrar baktığında güzel buluyor ve hissediyorsan, işte o “şey” güzeldir. B 90 Kendimi bildim bileli moda dergileri karıştırır, kıyafetleri çok severdim. Eskiden güzel olanın kıyafetler olduğunu düşünürken zamanla anladım ki; bütün iş onu taşıyanda aslında. Yine eskiden birçok insanı ve stili güzel bulurken zamanla bunlar da sadeleşti, elendi, azaldı. Azı, özü, en güzeli kaldı. En beğendiklerim, yani kalbime en çok dokunanlar kaldı. Bazı stiller ve sahibelerine denk geldiğimde onları en acımasız moda facialarından bile o savaştan yara almadan çıkmış görüyorum. Instagram’da gördüğüm her an fotoğrafa çift tıklayıp kalpler dağıtacaklarımın ortak noktası ise her zaman güzel kalacak olmaları. Bianca Jagger Onu cool yapan özelliklerin başında Mick Jagger’ın karısı olması gelmiyor tabii ki. Karakteristik ve erkeksi yüz hatları, düğününde giydiği beyaz smokin, maskülen giyim stiliyle bugün bile hâlâ adından söz ettirmeye devam ediyor. Beyaz incileri, saçına taktığı aksesuarlar ve melon şapkalar, Andy Warhol’la partilediği efsane dönemler her zaman efsane olarak kalacak. Leandra Medine Kendim de bir blogger olarak; takip ettiğim dünya kadar blog sayabilirim aslında. Bazılarını gerçekten çok beğeniyorum ve evet, açıkçası bazılarını da yalnızca meraktan takip ediyorum. Ama sanırım şu ana kadar hiçbir blogger’ı Leandra Medine kadar gerçekten kalpten bağlanarak, çok severek takip etmedim. Hiç kimseyi umursamayan fırlama tavırları ve esprilerinin yanı sıra; bol pantolonlara olan düşkünlüğü, abartılı gözüken; ama kalbinden, içinden nasıl geliyorsa öyle giyindiği için kimliği olan stiliyle her gördüğümde gülümseyip özgüvenini bir daha sevdiğim kadın. Man Repeller olması onu hiç ama hiç ilgilendirmiyor gibi gözüküyor. Ne mutlu! B 91 Sarah Jessica Parker Aslında belki de Carrie karakterini yazmalıydım. Ama o zaman da SJP’ın kendisine büyük bir haksızlık etmiş olurdum diye düşündüm sonra. Sarah Jessica Parker’ın herhangi bir fotoğrafını gördüğümde bile gözlerimde kalpler beliriyor diyebilirim. Bir kadın düşünün; “güzel kadın” stereotype’ına çok uzak (bunun için çok mutluyum!). Yani ne uzun boylu, ne hokka burunlu, ne müthiş bir fiziği var, ne de dünya güzeli elleri… Bunların hiçbiri yokken ışıl ışıl parlayan başka kimseyi izlediğimi söyleyemeyeceğim. Birbirinden absürt kılıklara bile girse hep güzel, en güzel bulduğum kadınlardan biri Sarah Jessica Parker. Onun da sırrı tüm kalbiyle kendisi olmak sanırım. B 92 Konca Aykan Türkiye’de stil sahibi kadın olmak, görmek eskisine göre daha kolay olsa da millet olarak her şeyin fazlasını sevmek gibi bir huyumuz var. Sade, zarif, asil, gerektiği kadar feminen, kendine yakışanı bilen ve asıl önemlisi kendine yakışanı giyebilen kadın sayısı pek de fazla sayılmaz aslında. Şahsen beğendiğim pek çok isim var; ancak Konca Aykan bu kişilerin başında geliyor. Özgür, kaygısız, sade ve zarif... Kıyafetlerinden çok karakterini yansıtan stiliyle Konca Aykan her zaman “Stiliyle Gönlümü Çalanlar” listesinin en üst sıralarında. Instagram: @esgilim B O Ğ A Z İ Ç İ Ü N İ V E R S İ T E S İ YAY I N E V İ Yaygın olarak kullanılan yaklaşık 3000 kelime içeren bu sözlükte, kelimelerin anlamlarını ve kullanım biçimlerini açıklamak, Japonca öğrenenlerin kendi kendilerine cümle kurmalarını sağlamak amacıyla her kelimeyle ilgili çeşitli örnek cümleler, deyimler ve sözcük takımları yer alıyor. Kelimeler, örnek cümleler ve deyimler önce Japoncanın kendi standart yazı sistemi olan kanji ve kana sistemleriyle yazılıyor sonra da Latin harfli telaffuzlar metne eklenerek herkese sözlüğü rahatça kullanma imkânı sağlanıyor. Sözlüğün sonunda Japonca dilbilgisi kurallarına ilişkin bir özet de yer almakta. iLETİŞİM Japonya’nın ticari ilişkiler yoluyla dışa açılması toplumun genelini, kültürünü ve dilini de etkiledi. Dil devrimi ve çeviri faaliyeti sayesinde Batı edebiyatıyla tanışan Japon yazarlar farklı akımların etkilerini eserlerinde yansıttılar. Bu geçiş döneminde dünyaya gelen Shiga Naoya’nın öyküleri de yaşanan değişimin bir aynasıdır. Şimdiye kadar Türkçeye çevrilmemiş fakat Japonya’da son derece saygın bir isim olan Shiga Naoya’yı tanıtmak için öykülerinden bir derleme yapan Oğuz Baykara, hem yazarın yaşamı hem de onu inşa eden kültürel geçmiş ve modern Japon edebiyatının doğuşu hakkında doyurucu bir çalışmaya imza atıyor. BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ bupress@boun.edu.tr Telefon/Faks: 0212 257 87 27 www.bupress.org SİPARİŞ www.pandora.com.tr Telefon/Faks: 0212 230 09 62-63 www.bupress.org www.idex.com www.prex.com.tr www.emekkitap.com Mert Taner ‘96 ile MİMAR SİNAN’IN İSTANBUL’UNU YENİDEN KEŞFEDİYORUZ! Daha yaşarken kendi efsanesine sahipti Mimar Sinan. Yüzlerce anıtsal yapı, yüz yıla yakın bir hayat, imparatorluğun zirve döneminde geçen bir ömür. Bugüne kadar hep bu efsanevi yönleriyle ele alınan Sinan’a farklı bir yaklaşımla, sadece İstanbul şehrine kazandırdıklarını BUgezi ayrıcalığı ile keşfedeceğiz…. BU gezi GEZİLECEK YERLER •Ayasofya Müzesi önünde buluşma ve tanışma. •Caferağa Medresesi , çay kahve ikramı ve Mimar Sinan Sohbeti •Haseki Hürrem Sultan Hamamı •Sokollu Mehmet Paşa Camii •Süleymaniye Külliyesi ve yemek için serbest zaman •Rüstempaşa Camii •Mısır Çarşısı Tarih: 21 Şubat 2015, Cumartesi Saat: 09.00 – 15.00 Katılım 25 kişi ile sınırlıdır. Buluşma Yeri Saati: Ayasofya Müzesi girişi, 09.00 KATILIM BEDELİ Üye: 90 TL Misafir:110 TL (Öğle yemeği fiyata dahil değildir.) Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / bugezi@bumed.org.tr /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr in /bumed