Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.
Transkript
Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.
Düşük yoğunluklu savaş A V. D R . M E H M E T S A V A Ş ÖZDAĞ AHMET DİNÇ F. C E R E N T Ü R K M E N Dolaylı Saldırı İdeolojik / Psikolojik Savaş Mankurt Aydınlar Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ (**) Hayat, zıt kuvvetlerin kesintisiz mücadelesidir. En basit organizmadan en gelişmiş forma kadar tüm canlı hayatında, bu mücadele gözlemlenir. Mücadelenin hedefi, hayatta kalabilmektir. Hedefe giden yol; rakibe, hasma, düşmana; sahip olunan gücü, iradeyi kabul ettirmekten geçer. Zıtlaşan iradeler, kuvvetler arasında çatışma kaçınılmaz olduğunda; insanoğlunun tarihi de farklı bir manzara sunmaz. Primitif topluluklardan, millet aşamasına gelmiş ve devlet olarak teşkilatlanmış modern toplumlara kadar insanın olduğu her yerde; aynı temelde ve fakat kimi zaman diğer canlı âlemi ile kıyaslanamayacak kadar vahşî ve tahripkâr bir mücadele/savaş mevcuttur. Rakibi, hasmı, kuvvet ve şiddet kullanarak mağlûp etmek; savaşın en bilinen ve yaygın şekli olduğu için rakip güçlerin ordularının karşı karşıya gelmesi, savaşın olmazsa olmaz özelliği gibi algılanmaya müsaittir. Ne var ki, hasım gücü, savaş alanına sürülen ordular marifetiyle yok etmek veya etkisizleştirmek; savaşın amacı değil, yaygın ve klâsik yöntemidir. Gerçekte, savaşın amacı; hasmın, düşmanın direncini, iradesini, karşıt gücünü etkisizleştirmek, engel olmaktan çıkarmak, uyumlu ve bağımlı hale getirmektir. Bu amaca, doğrudan ve görünür şekilde kuvvet kullanmadan erişme faaliyeti; rakip güçlerin karşılaşmasını, gerçek bir savaş olmaktan çıkarmaz. Bu itibarla; hasmın, direnmesini, engel çıkarmasını, güç kullanma yeteneğini önlemeye matuf her türlü faaliyet; bir şiddet unsuru içermese dahi, özünde bir savaş eylemi, savaşın bir parçasıdır. (*) Hukuk doktoru. Avukat. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Anayasal Düzen, Hukuk ve Adalet Araştırmaları uzmanı. [73] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ Şiddet unsuru taşımayan bu tip savaş etkinliklerinin en önemli özelliği, hukuken barış olarak görünen devreyi de kapsamasıdır. Bir başka deyişle; ateşkesi, mütarekesi olmayan bir özel savaş söz konusudur. Örtülü, dolaylı saldırı, ideolojik, psikolojik savaş olarak da isimlendirilen bu özel savaş etkinliği; yalnız düşman kabul edilen devleti değil; potansiyel bir rakip olarak, gelecekte takınabilecekleri hasmâne tavırları engelleyebilmek adına, dost ve müttefik bilinen devletleri de, hudutlu bir çerçeve içinde hedef alır. İnsanı yönlendiren, sahip olduğu fizikî güç ve entellektüel kapasiteyi hayata geçiren şey; dimağı, bilinci, iradesidir. Rakibin fizik varlığı, bedeni üzerinde kuvvet ve şiddet tatbiki; tüm varlığına yön veren bu iradeyi teslim almaya yöneliktir. Ancak, rakip beden üzerinde Şiddet unsuru taşımayan bu amaçla fizik hâkimiyet kurmak; her hâl ve bu tip savaş etkinlikleri- şart içinde yeterli olmayabileceği gibi kimi zaman zorunlu da değildir. Zira beden üzerinde nin en önemli özelliği, doğrudan fizikî güç tatbiki, hasmın savunma inhukuken barış olarak gö- siyakını, karşı koyma iradesini harekete geçirerünen devreyi de kapsa- cek; bu açık karşılaşma ve çatışmanın, saldıran masıdır. Bir başka deyiş- güç için de bir maliyeti olabilecektir. Üstelik beesir alınsa dahi, irade alt edilmediği sürece le; ateşkesi, mütarekesi den her zaman bir direniş potansiyeli ve tehlikesi oolmayan bir özel savaş lacak, bu potansiyeli dizginlemek, tehdit ve tehsöz konusudur. likeyi kontrol edebilmek için daimi kuvvet tahsisi gerekecektir. Oysa, doğrudan kuvvet kullanmadan, uygun teknikler ile hasmın şuuru bulandırıldığında, dimağı ele geçirildiğinde; bedeninin zincirlenmesine, hareketlerinin kontrolü için baskı ve nezarete ihtiyaç kalmaz. Direnme potansiyeli, başkaldırma tehlikesi bu suretle ortadan kaldırılmış rakip güç; artık hasım olmaktan çıkarılmış, biyonik bir robot, sadık bir hizmetkâr haline getirilmiş olur. Rakip güç ile çatışma riskine girmeden, az bir emek ve düşük bir maliyet ile bu neticeye erişmek mümkündür. Çin askeri düşünürü ve devlet adamı Sun Tzu(Sun Zu şeklinde okunur ) “Devlet Yönetme Sanatı” adlı eserinde şöyle der: ”Yüksek savaş sanatı; düşmanın mukavemetini, meydan savaşlarında kazanılacak zaferler ile değil, meydan savaşına başvurmadan kırabilmeyi gerektirir. [200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 Dolaylı Saldırı - İdeolojik / Psikolojik Savaş - Mankurt Aydınlar Savaşın bir doğrudan doğruya olan metodu, bir de dolaylı metodu vardır. Doğrudan doğruya metod, düzenli ordular ile savaşmayı gerektirir. Dolaylı metod ise silahlı birliklerin meydan savaşı yapmasını gerektirmez. Gerçek galibiyet, dolaylı savaş metodu ile kazanılır.” Çin askeri düşünürlerinin, dolaylı savaş metodunu, büyük bir ehliyetle hayata geçirdikleri; bu cümleden olarak, iç isyanlar çıkarma, yöneticilerini birbirine düşürme, manevî ve kültürel değerlerini tahrip etmek suretiyle rakip güçleri eritmeyi, yok etmeyi başardıkları bilinmektedir. Kullanılan dolaylı savaş tekniklerinin en az maliyetli ve yıkıcı olanlarından birisi ve belki de birincisi; rakip gücün tebaasını, vatandaşlarını, fertlerini, Truva Atı muharipleri gibi kaleyi içeriden teslim alma operasyonunda, kendi yönetimine, devletine karşı kullanma yeteneğidir. Rakip gücün mensuplarının, böyle bir ihanet çizgisine getirilişi; Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un, “Gün Olur Asra Bedel” isimli eserinde, “Mankurtlaşma” terimi ile adlandırılır. Aytmatov'un adı geçen eserinde, Mankurtlaşma tekniği şöyle anlatılır: Kullanılan dolaylı savaş tekniklerinin en az maliyetli ve yıkıcı olanlarından birisi ve belki de birincisi; rakip gücün tebaasını, vatandaşlarını, fertlerini, Truva Atı muharipleri gibi kaleyi içeriden teslim alma operasyonunda, kendi yö“Juan Juan isimli bir hanedan, tutsak ettiği netimine, devletine karşı insanları, köleleştirmek için belleklerini siler- kullanma yeteneğidir. miş. Bunun için esirin başı iyice kazınır, kesilen bir devenin, derisinin en kalın yeri olan sırtından alınan parça, esirin başına sıkı sıkıya yapıştırılırmış. Kuruyan deri, başı mengene gibi sıkarken, uzamaya başlayan saçlar, başı saran deriyi delemediği için ters dönmeye ve beyne baskı yapmaya başlarmış. Esir, başını yere vurmaması için kütüğe bağlanır, çığlıkları duyulmasın diye ıssız bir yerde birkaç gün aç ve susuz bekletilirmiş. Esirlerin büyük bölümü, bu işkenceye dayanamaz ölür, sağ kalabilenler ise belleklerini kaybederlermiş. Belleğini kaybeden esir, anasını babasını dahi hatırlayamaz, bilinci ve benliği olmadığı için kaçmayı düşünmeyen zararsız bir köle olarak, eğitimli bir hayvan gibi artık efendi bildiği güce, mutlak itaat ve hizmet edermiş.” Çinliler, yukarıdaki parçada geçen tekniği, gerçekten uyguladılar mı bilinmez. Ancak, Mankurtlaştırmak, kişiyi, kumanda edilebilen bir biyonik robot haline getirmek için; günümüzde böyle bir baskı ve işkenceye ihtiyaç yoktur. Temin edilen menfaat; hercaî bir ruh, özentili, zayıf bir kişilik üze21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 [201] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ rinde etkili bir propaganda; ideolojik/psikolojik savaşa maruz kalan toplumlarda, aynı neticeye hizmet eder. Varlık kavgasında, böyle bir özel savaşa karşı tedbir almada geciken devletler, milletler; hudut boylarında yalnız toprak ve kan kaybı ile karşılaşmaz. Kendi evlâtlarını da, düşman saflarında görme bahtsızlığı yaşarlar. Türkiye, böyle bir özel savaşın, uzun yıllardır hedefi durumundadır. Kimliği, kişiliği, hafızası silinerek robotlaştırılan; yeniden programlanarak ajan haline getirilen kendi fertleri kullanılarak Türkiye'ye karşı yürütülen bu savaşa, dolaylı saldırıya en uygun örnek; ismi, her vesile ile gündeme gelen Nâzım Hikmet vak'asıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türk Emniyetini, Türk Adliyesini meşgul eden bu zâtın; mâhud ihaneti neticesi çıkartıldığı vatandaşlığa iadesi için muhtelif tarihlerde imza kampanyaları düzenlendiği, vatandaşlıktan çıkartma işleminin iptali için davalar açıldığı, bunlardan birinin Danıştay'da hâlen derdest bulunduğu malûmdur. Şu günlerde de doğum yıldönümü münasebeti ile hakkında programlar yapıldığı, medyanın tüm kanallarının bu amaca tahsis olunduğu görülmektedir. ”Büyük vatan şairi”, “Türk diline ve şiirine emsalsiz bir saygınlık kazandıran uluslar arası kıymet”, “Evrensel Değerimiz” gibi unvanlarla takdim ve tebcil edilmek istenen Nâzım Hikmet'in, okuyucuyu yormayacak biçimde hayatına ve özellikle de kamuoyundan gizlenen şiirlerine göz [200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 Dolaylı Saldırı - İdeolojik / Psikolojik Savaş - Mankurt Aydınlar atmak; objektif bir tahlil için elzemdir. Dışişlerinde memur olarak çalışan Hikmet Bey ile ressam Celile Hanımın çocuğu olan Nâzım Hikmet Ran, 20 Kasım 1901'de Selânik'te doğar(40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih, 15 Ocak 1902 olarak kaydedilir). Anne tarafından dedesi Enver Paşa, dilci ve eğitimcidir. Baba tarafından dedesi Mehmet Nâzım Paşa ise valilik hizmetlerinde bulunmuş, şairliği de olan bir zâttır. Ailede, Polonya ve Almanya'dan gelen ve İslamiyeti benimseyerek, imparatorlukta vazife alan eski paşalar bulunmaktadır. Gazi Mustafa Kemal'in sınıf arkadaşı olan ve İstiklâl savaşında önemli vazifelerde bulunan Ali Fuat Cebesoy, Türkiye İşçi Partisi'nin bir dönem başkanlığını yapan Mehmet Ali Aybar, şair Oktay Rıfat, ailedendir.1 Fransızca öğretim yapan bir okulda tahsiline başlayan, daha sonra Taşmektep'e geçen, ilkokulu bitirince Mekteb-i Sultaniye'ye devam eden Nâzım; anne tarafından dedesi Mehmet Nâzım Paşa'nın Mevlevî tarikatına mensubiyetinden etkilenir, Mevlevî sohbetlerinde bulunarak, havayı koklar. Aynı dönemde, Nâzım'ın, Tevfik Fikret'i, Gazi Mustafa Kemal'in, milli şairimiz olarak andığı Mehmet Emin Yurdakul'u da okuduğunu öğreniriz. Nâzım'ın bu erken döneminde kaleme aldığı ilk şiirler; nereden nereye geleceğini, ruh ve zihin dünyasının, bir başka iklimde daha sonra nasıl şekillendiğini, yeniden formatlandırıldığını görmek ve anlamak bakımından, öğreticidir. Balkan Savaşı'na katılan ve Çanakkale'de şehit olan dayısı Mehmet Ali için 1915'te yazdığı “İntikam” isimli şiirinde; İntikamın almak için İnleyecek semalar İntikamın almak için Kükreyecek denizler İntikamın alınacak Şehit dayım inleme İntikamım alın diye bağırıyor Haç asılmış camiler İntikamım alın diye bağırıyor Süngülenmiş masumlar 1 Bu konuda geniş bilgi için bakınız. Memet Fuat, Nâzım Hikmet, Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri, Adam Yayınları, İstanbul, Ekim 2000 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 [201] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ İntikamım alın diye bağırıyor Öksüz kalmış yetimler Sen ey ulu neslin evlâdı Bu feryada susacaksın öyle mi? diyen Nâzım'ın, Mevlânâ isimli şiirinde de; Sararken alnımı yokluğun tacı Gönülden silindi neşeyle acı Kalbe muhabbette buldum ilacı Ben de mürîdinim işte Mevlâna Ebede set çeken zulmeti deldim Aşkı içten duydum Arş'a yükseldim Kalbden temizlendim huzura geldim Ben de müridînim işte Mevlânâ diye yakardığını duyarız. Nâzım'ın, Bahriye Mektebi'ne girmesine yardımcı olan Bahriye Nâzırı Cemal Paşa'yı etkileyen “Bir Bahriyelinin Ağzından” isimli şiirine de burada yer vermek gerekir: Musikim düdük Hayatım deniz Biz deryada gezeriz Bize derler Turgutoğlu Yakarız yıkarız biz cihanı Ölüm karşımızdadır anbean Vatan uğrunda ederiz fedâ-yı can Topumuzdan çıkan gülle Eder her tarafı tarümar Vatan uğrunda fedâ-yı cana Benim gibi çok kişiler var 1917'de girdiği Bahriye Mektebi'nden iki yıl sonra mezun olup, Hamidiye Kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atanan Nâzım'ın, askerlik hayatı uzun sürmez. Yakalandığı zatülcenp rahatsızlığı; esasen askerliğe yatkın görülmeyen Nâzım'ın, araya giren hatırlı dostların da yardımıyla, çürüğe çıkmasını sağlar. Türk Milletinin topyekûn ölüm kalım savaşı verdiği, Kuleli talebeleri, Harbiye talebeleri, yüksek okul öğrencileri gibi akranlarının öğrenimlerini [200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 Dolaylı Saldırı - İdeolojik / Psikolojik Savaş - Mankurt Aydınlar yarıda bırakarak istiklâl için kanını, canını ortaya koyduğu bir tarih kesitinde, Ankara'ya gelen Nâzım; beklediği iltifatı görmez. Huzuruna çıktığı Mustafa Kemâl ile görüşmesinden hoşnutsuz ayrılır. Yine hatırlı dostları sayesinde, Ankara hükümetine yakın çevrenin, kendisine iltimasla bulduğu öğretmenlik vazifesini dahi yerine getirmeyen Nâzım; İnebolu'da tanıştığı ve Marksizm konusunda ilk bilgileri edindiği Alman Komünist örgütü Spartak'ın, Türkiye'de taraftarlığını yapan şahısların telkini ile Ekim Devrimini yerinde görme arzusuna kapılır ve gizlice Sovyetler Birliği'ne gider. Moskova'da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne(KUTV) kaydolan Nâzım, Sovyetler Birliği'nde kurulan ve tüm dünyaya nizam verme iddiası taşıyan yeni rejimin; değişik ülke ve uluslardan gelen genç öğrencilerin kimliklerini, kişiliklerini, hafızalarını, özel yöntemler ile silip, beyinlerini, milletlerine, yurtlarına yabancılaşacak şekilde yeniden programladığı eğitim sürecine tâbi olur. Değerli okuyucu, bu satırların yazarının, yukarıdaki paragrafta geçen anlatımını mübalâğalı bulabilir. Şu halde, Nâzım'ın günümüzdeki versiyonu, Nobel ödüllü romancı(mız) Orhan Pamuk'un dâhil olduğu eğitim sürecini hatırlamakta fayda vardır. Nâzım gibi tanınmış, aristokrat bir ailenin mensubu olan Orhan Pamuk'un dedesi, cumhuriyetin ilk mühendislerindendir. Onuncu Yıl Marşında dile gelen Atatürk, İnönü döneminin demiryolu hamlesinde büyük ihaleler kazanarak servet sahibi olmuştur. Nâzım gibi tanınmış, aristokrat bir ailenin mensubu olan Orhan Pamuk'un dedesi, cumhuriyetin ilk mühendislerindendir. Onuncu Yıl Marşı’nda dile gelen Atatürk-İnönü döneminin demiryolu hamlesinde büyük ihaleler kazanarak servet sahibi olmuştur. Yale ve Berkeley gibi önde gelen Amerikan üniversitelerinde eğitim gördükten sonra Türkiye'ye dönen ve üniversitede hocalığa başlayan ağabeyi Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi'nde uzman olarak tanınmaktadır. Orhan Pamuk ise 30 yaşına kadar iki okul değiştirmiş, sırf askerliğini kısa dönem yapabilmek için gazetecilik okumuş bir insan olarak karşımıza çıkar. Önce ressam olmak isteyen Pamuk, daha sonra yazarlığa karar kılar. Kendi ifadesi ile “Bir kursa gittim, hayatım değişti” demesi için Amerika'yı görmesi gerekir. Orhan Pamuk, 1985 ilâ 1988 yılları arasında kaldığı Amerika'da, Iowa Üniversitesi bünyesinde verilen International Writing Program( IWP ) isimli bir kursu bitirir. Finansörü, Amerikan Dışişleri Bakanlığı olan kursun 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 [201] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ amacı, resmi ifadeler ile şöyle açıklanmıştır: “Programa katılan yazarlar, Batılı bir anlayışın düşünce şekillendiricileri olarak vatanlarına geri dönerler..”2 Evet, Orhan Pamuk'tan 60 yıl kadar önce bir başka emperyal sistemin programından geçen Nâzım da, kızıl maske takmış Rus faşizminin kiralık kalemi olma bedbahtlığına düşer. Bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinden yalnızca iki tanesi dahi, bu gerçeği belirlemeye yeterlidir. Bu şiirlerden 28 Kanunîsani(28 Ocak) başlıklı olanı, Türkiye Komünist Partisi'nin kurucu-su Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının, 28 Ocak 1921'de Trabzon açıklarında öldürülmeleri üzerine 1923 yılında Moskova'da kaleme alınmıştır: Ta ata aa ta ta Ha ta tta ta Tarih Sınıf-ların mücadelesidir 1921 Kanunîsanî 28 Karadeniz Burjuvazi Biz Onbeş kassap çengelinde On beş kesik baş Yoldaş Bunların sen İsimlerini aklında tutma Fakat 28 kanunîsanîyi unutma! Siyah gece Beyaz kar Rüzgâr Rüzgâr Trabzon'dan bir motor açılıyor Sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Motoru taşlıyorlar Son perdeye başlıyorlar! 2 Banu Avar, “Hangi Avrupa”, Truva Yayınları, 2. B, Ekim 2007, s. 35 [200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 Dolaylı Saldırı - İdeolojik / Psikolojik Savaş - Mankurt Aydınlar BURJUVA, KEMAL'İN OMZUNA BİNMİŞ KEMAL, KUMANDANIN KORDONUNA KUMANDAN KÂHYANIN CEBİNE İNMİŞ KÂHYA ADAMLARIN DONUNA ULUYORLAR HAV..HAV..HAK..TU Yoldaş unutma bunu Burjuvazi ne zaman aldatsa bizi HAV..HAV..HAK..TU 3 Gördün mü ikinci motörü İçinde kim var Arkalarından gidiyorlar İkinci motör birinciye yetişti Motörler sarsılıyor Bordoları bitişti Motörler sarsılıyor Dalgalar sallıyor Sallıyor dalgalar Hayır, iki motörde iki sınıf çarpışıyor Biz Onlar! Biz silahsız Onlar kamalı Tırnaklarımız Kavga son nefese kadar Kavga Dişlerimiz ellerini kemiriyor Kamanın ucu giriyor Girdi.. Yoldaşlar, ey! Artık lüzum yok fazla söze Bakın göz göze Karadeniz 3 Tarafımca harflerle yazılmıştır(Savaş Özdağ). 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 [201] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ On beş kere açtı göğsünü, On beş kere örtüldü On beşlerin hepsi Bir komünist gibi öldü Dikkate şâyân husus; yukarıdaki şiirde, Gazi Mustafa Kemal Atatüek'e sarf edilen, dile getirmekte teeddüp ettiğimiz satırların, Türk Milletinden gizlenmek istenmiş olmasıdır. Bu gün Türk okuyucusu, bu şiiri, Nâzım ile ilgili piyasaya sürülen kitaplarda ya hiç göremez ya da sansür edilmiş şekli ile bulur. Örnek olarak, Milliyet yayınlarınca 1997 yılında yayınlanan, Ekber Babayef’'in “Ustam ve Ağabeyim Nâzım Hikmet” isimli kitabı ile 2007 yılında Yapı Kredi Bankası'nca yayınlanan Nâzım Hikmet Külliyatı gös4 terilebilir. Vatan şairimiz olarak takdim edilmek istenen Nâzım'ın; seciyesini, ruh ve fikir dünyasını belirleyen Arpa Çayı’nın İki Yanı başlıklı şiirini de, burada okuyucu ile paylaşıyoruz Parlayan bir bıçak gibi bölmüştür ortasından Arpa çayı iki düşman medeniyeti Bir yanda kan sızıyor işçilerin Parçalanan kafatasından Öbür yanda fahlelerin hâkimiyeti5 Arpa çayı ayırmış ortasından İki düşman medeniyeti Bir yanda kuru bir çınar gibi toprağından sökülen köylülerin sarı paslı dişlerinde ölüm kenetlidir! Öbür yanda toprağın efendisi Fakir kentlidir 6 Arpa çayın bir yanı Çöken bir Karadağ gibi içinden çatlamada, 4 Okuyucu, bu satırların yazarının, sansür edilmemiş şekli ile Nâzım'ın şiirlerine nasıl ulaştığını haklı olarak merak edebilir. Kullandığımız kaynak, Bulgar Komünist Partisi'nce, Sofya'da 1967 yı-lında Türkçe olarak bastırılan “Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri” isimli 8 ciltlik çalışmadır. Ek-ber Babayef tarafından derlenen, Abidin Dino tarafından resimlenen ve kapak çalışması da Ivan Kosef'e ait söz konusu kaynak; tarafımızca Azerbaycan'dan getirtilmiştir 5 Azerbaycan Türkçesi'nde sanayi işçisi 6 Azerbaycan Türkçesi'nde köylü anlamına gelir [200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 Dolaylı Saldırı - İdeolojik / Psikolojik Savaş - Mankurt Aydınlar Öbür yan Mavi göklerinde taze ve genç güneşler Yüzen ufuklara atlamada. Parlayan bir bıçak gibi bölmüştür ortasından Arpa çayı iki düşman medeniyeti! Bu gün kan yüzüyorsa da bir yanda işçilerin Kafatasından doğacaktır orada yarın Şuralar İttihadının7 Yeni bir cumhuriyeti Moskova'da 1928 yılında yayınlanan yukarıdaki şiirde, Nâzım; Kars İlimizin hudutları içindeki Arpa Çayı'nın diğer yanındaki Sovyetler Birliği'ni, sanayi işçisinin hâkimiyetinde, köylünün, toprağın efendisi olduğu bir rejim şeklinde tasvir ederken; henüz beş yaşındaki gencecik Türkiye Cumhuriyeti'ni, parçalanan kafatasından kan sızan işçilerin yaşadığı, köylünün de ölüme mahkûm edildiği bir devlet olarak görmekte, göstermektedir. Oysa o tarihte Türkiye'de ne sanayiden ne de oluşmuş bir işçi sınıfından söz edilebilir. Köylü ise aziz Atatürk'ün ifadesi ile Milletimizin efendisidir. “Bu kadar da değil, Nâzım'a haksızlık ediyorsunuz.. Nâzım, Kurtuluş Savaşımızı destanlaştıran şairimizdir..” diyecek olan okuyucuya, Kuvâyi Milliye isimli şiiri, baştan sona dikkatlice okumasını salık veririz. Emperyalizmin kiralık ordularına karşı yapılan İstiklâl Harbi ve akabinde kurulan Cumhuriyet ; 400 milyonunun 387 milyonu esaret altındaki İslâm Dünyasına ve Batının tahakkümü altındaki diğer mazlum milletlere, bağımsızlıklarını kazanmada model ve rehberlik teşkil ederken ; Nâzım Hikmet Ran, Çarlığı tasfiye etmekle yetinen Rus elitinin yeniden yapılandırdığı kızıl imparatorluğu, esir milletlerin tutsak edildiği bu damsız cezaevini ; hür ve müreffeh insanların bir arada yaşadığı bir yeryüzü cenneti olarak gösterme gayretindedir. Yukarıdaki şiirin son mısralarında, Türkiye Cumhuriyeti'nin, 16.ncı Sovyet Cumhuriyeti olması temennisinin dile getirilmesi ; vatan şairi olarak tanıtılmak istenen bu bedbahtın, Türk Milletinin kanı, canı pahasına verdiği bağımsızlık mücadelesine, gerçekte ruhen ne kadar uzak ve yabancı olduğunu ortaya koymaktadır. 7 Sovyetler Birliği 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 [201] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ “Bu kadar da değil, Nâzım'a haksızlık ediyorsunuz.. Nâzım, Kurtuluş Savaşımızı destanlaştıran şairimizdir..” diyecek olan okuyucuya, Kuvâyi Milliye isimli şiiri, baştan sona dikkatlice okumasını salık veririz. 22 milyon kilometrekarelik hâkimiyet alanında ezmediği, çiğnemediği, kanını dökmediği, esir etmediği topluluk, millet kalmamış iken, ordusu ile kısmî işgal altında tuttuğu Viyana'da utanmadan kurduğu ve amacını; sözde, harbe karşı savaşmak, halklar arasında barış propagandası yapmak olarak tarif ettiği Dünya Barış Konseyi’ne, Nâzım'ı da üye yapmakta gecikmeyen Sovyet rejiminin propaganda birimleri; “Komünist Dünyanın usta şairi” nitelemesinin, Nâzım'ı, Türk milletine benimsetmek için yeterli olmadığını görünce, onu, Kurtuluş Savaşını destanlaştıran şair olarak sunmanın etkisini fark eder. Böylece, ihanet belgesi olan şiirler gizlenirken, Nâzım'ın 19391941 yılları arasında Bursa cezaevinde yazdığı Kuvâyi Milliye adlı şiiri öne çıkartılır. Bir çoğu okumadan, kulaktan dolma bilgilerle konuşan Nâzım hayranlarına, bu şiirin 60.000'i aşan mısradan oluştuğu, emsalsiz bir eser olduğu fısıldanır. Bununla yetinilmez. Nâzım Hikmet'in en büyük karşıtlarının dahi, bu şiirdeki anlatıma teslim olduğu belirtilir. Gerçek şudur: Kuvâyi Milliye 1725 mısradan ibarettir. Nâzım, içinde bulunmaktan kaçındığı bir bağımsızlık savaşını, her nasılsa şiirine konu etmiş gözükmektedir. Ancak, seçici bir göz ; anılan şiirde, İstiklâl Savaşının da Marksist ideolojiye göre şekillendirilme arzusunu keşfedecektir. Bu cümleden olarak, şiirde muvazzaf subay - yedek subay hemen hiç görülmez. Atatürk de, tüm şiirde yalnızca iki mısradan ibarettir. Bağımsızlık mücadelesi, ırgatlar ile verilmiş gibi gösterilmek istenir. İhanet belgesi olan şiirler gizlenirken, Nâzım'ın 1939-1941 yılları arasında Bursa cezaevinde yazdığı Kuvâyi Milliye adlı şiiri öne çıkartılır. Şu anda Türk Televizyonlarında gösterilmekte olan bir dizi filme konu “Kara Yılan” isimli Antepli bir ırgatla şiire başlanır. Köylerde ırgatlık yaptığı ve bir tarla faresi kadar korkak olduğu ileri sürülen Kara Yılan'ın, sonra silkinip Antep halkının başına geçtiği resmedilir. Aslında, Nâzım olanı değil, olmasını istediği şeyi, bir başka deyişle, gerçekleri tahrif etme pahasına kafasındakini yazmaktadır. Zira, Kara Yılan, ırgat olmayıp tahsili bulunduğu ve köy hocalığı da yaptığı için kendisine molla denilen bir aşiret çocuğudur. Gerçek adı, Mehmet'tir. Korkak hiç değildir. [200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 Dolaylı Saldırı - İdeolojik / Psikolojik Savaş - Mankurt Aydınlar Birinci Cihan Harbinin arifesinde askere alınmış ; Erzurum'da Ruslara karşı yapılan savaşta yararlılık gösterip çavuş rütbesi ile ödüllendirilmiştir.8 Ankara'nın doğusuna geçmeyen, Anadolu köylüsünü de, kendi ifadesi ile ilk kez İnebolu'da gören Nâzım'ın, gerçekte Türk Devrimine hiç inanmadığı ve zerrece saygı göstermediği; yakın arkadaşı Zekeriya Sertel'in anılarında kayıtlıdır. Moskova'da zaman zaman hayal kırıklıkları yaşayan Nâzım'ın ; “Ben buraya gelmeyecektim” diye yakındıktan sonra, “o halde ne yapacaktın” şeklindeki soruya verdiği cevap, bu kabildendir: “Elbette hükümete teslim olacak değildim. Dağa çıkacaktım, dağa... Etrafıma köylüyü toplayıp şehre inecektim ve devrimi onlarla 9 yapacaktım(Türkiye'de )” Nâzım yukarıdaki sözleri savururken, 20'li yaşlarda, başında kavak yelleri esen şımarık genç bir paşazâde değil, kemale ermiş olması gereken yaşta, ömrünün son demlerindedir. Dolayısıyla, çoluk, çocuk, yaşlı, genç demeden eli ayağı tutan herkesin cepheye koştuğu bir ölüm kalım mücadelesinden kaçarcasına Sovyetler Birliği'ne gidişini, orada yazdığı ilk şiirleri masumane bulmak, gençlik hatası olarak görmek isteyecek di-mağların; bu Nâzım için gösterebilecekleri bir mazeret yoktur. İstemeyerek de olsa bu faslı uzatmamızın sebebi, sözde proleter Rusya'da burjuva hayatı yaşayan10 kendisine tahsis edilen daçada(villa) Nataşalar ile gönül eğlendirmesine göz yumulan Nâzım'ın; Sovyet propaganda mekanizmasının, ideolojik mücadele içinde olduğu toplumlardan koparıp Rus Komünist Partisi'nin emri altında özel olarak eğitip yetiştirdiği, uluslararası sahneye çıkartıp ödüllere boğdurduğu, kiralık kalem olarak kullandığı bedbahtlardan biri olduğu apaçık sabit iken; dolaylı saldırıya, özel sa-vaşa hedef ülkelerin yarım aydınlarının, çeyrek aydınlarının, şaşkın entelleri-nin, aymaz yöneticilerinin; hasım rejimin sadık hizmetkârı haline gelen bu bahtsız soydaşlarını, kendi uluslar arası değerleri sayma, onlara sahip çıkma gafletine nasıl düşürüldüklerini değerli okuyucuya göstermektir. Gerçekten, devletler, ideolojiler ve medeniyetler arasındaki varlık ve üstünlük kavgasında tedbir almada geciken, ihmal ve hataya düşen milletler; sadece savaş alanlarında ölçüsüz şekilde kan sarfiyatına ve toprak kaybına 8 Mehmet Solmaz: Gaziantep Savaşı'nın Gerçek Bayrak Şehidi Kara Yılan, 5. B, İstanbul 1999, s. 19 9 Zekeriya Sertel, Nâzım Hikmet'in Son Yılları, Milliyet Yayınları, Ekim 1978, İstanbul, s. 235236 10 Zekeriya Sertel, age., s. 77 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 [201] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ uğramazlar. Daha da önemlisi, gönülleri çalınan, hafızaları silinen, boş beyinleri yanlışa programlanan, hıyanete yönlendirilen, mankurtlaştırılan zayıf yurttaşlarını, evlâtlarını da kaybederler. Bu evlâtlarının, müstevli gücün öncü kuvveti, beşinci kolu, Truva Atı muharipleri gibi ön safta kullanıldıklarını görme talihsizliğine uğrarlar. Bu kadarla da kalınmaz. Türkiye örneğinde ol-duğu gibi hıyanete alkış tutma kadersizliğini de yaşarlar. Değerli okuyucu, Sovyet İmparatorluğunun tasfiye olduğu yıllarda ülkemize gelen ve Türkiye'nin en seçkin beyinlerinin eğitildiği okullardan biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ni ziyaret eden, Glasnost ve Perestroika politikalarının mimarı Mihail Gorbaçov'un, bir kısım öğrenci tarafından Marksizme ihanet etmekle suçlanıp protesto edilince, şaşkınlığını “Buradaki aptal İvan sayısı, Rusya'dakinden bile daha fazla!” sözleri ile ifade ettiğini hatırlamalıdır. Evet, Nâzım'ı kullanan rejim yıkılmış, ideolojisi iflâs etmiştir. Ama Çernobil'in yaydığı radyasyon gibi bu müflis ideolojinin zehirli artıkları da, kültür şokuna maruz bırakılan Türk toplumu üzerindeki etkisini yer, yer devam ettirmektedir. Özellikle medya içinde mevzilenmiş kalemler, Türk toplumuna karşı yürüttükleri bu zehirli saldırıda, Nâzım'ı bayrak olarak kullanmak istemektedirler. İstihbarat dilinde “kuş yumurtası üretmek” denilen metod ile uzun vadeli operasyonlar için hasım devletin yetenekli ama geleceği parlak olmayan zayıf karakterli yumurtaları arasından seçilenlerin; Nâzım Hikmet ya da günümüz örneklerinde olduğu gibi devşirilip parlatıldıkları, ülkede sözü dinlenen insanlar haline getirildikleri, gerekirse tüm araştırma ve kitapların, ellerine hazır olarak verildiği, ustalıkla hazırlanmış propaganda metinlerini, sanat eseri kisvesi altında sunmalarının sağlandığı, böylece kuluçka aşamasını bitiren yumurtanın çatlayıp güzel bir kuş haline gelmesinin temin olunduğu bir hakikattir. Belirlenen zamanda, radikal açıklamalar ile ülkeyi karıştırmaya programlı bu kuşlara kazandırılan şöhretin, kendilerine verdirilen uluslar arası ödüllerin; emniyet güçlerine ve adlî mercilere karşı bir koruma kalkanı, deyim yerinde ise entelektüel zırh oluşturduğu da sabittir. Bu noktada, müteveffa Aziz Nesin'in, Almanya'dan aldığı bir ödül üzerine “Benim uluslar arası ödüllerim, benim Türkiye'deki kavgamda, benim silahlarım, benim topum, benim tüfeğim, benim atom bombam oluyor. Almanlar, yabancılar sağolsunlar, verdikleri ödüller ile bana yeni görevler ve silahlar veriyorlar. Yargıçlar, benim uluslar arası ünümden, gücümden, konumumdan çekinirler.” şeklindeki söz[200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 Dolaylı Saldırı - İdeolojik / Psikolojik Savaş - Mankurt Aydınlar lerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini; değerli okuyucunun izanına, irfanına bırakıyoruz. Yerimizin mahdut olması sebebiyle yayınlayamadığımız Mektup isimli hayli uzun bir başka şiirinde de Kore'de çarpışan Mehmetçiği, vebalı fareden de ucuz bir ölüm âleti gibi gösteren; Kore'de Yağmur mu yağıyor Dinecek. Ya defolup gideceksiniz Ya denize dökecekler sizi Ne halt edeyim deme Ahmet Teslim ol Teslim ol ananın başı İçin Teslim ol Türk Halkı adına Ahmet kardeşim Kardeşlerine teslim ol mısralarıyla düşman kuvvetlerine katılmaya çağıran, “Beni, yaratan odur “ dediği, tarihin en büyük insan kasabı Stalin'in ölümünün ardından; Yoldaşlarım acınızı duyuyorum Sizin duyduğunuz gibi, tıpkı Aynı şiddetle Kardeşlerim Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden diye mersiye düzen, Kruşçev'in yönetime gelmesi üzerine ise bu sefer; Taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâğıttandı İki santimden yedi metreye kadar Şehrin bütün meydanlarında Yok oldu bir sabah Yok oldu çizmesi meydanlardan Gölgesi ağaçlarımızın üstünden Çorbamızdan bıyığı Odalarımızdan gözleri 11 Aziz Nesin, Onursal Doktor Olamamanın Büyük Onuru, İstanbul 1997 ; Sora Sora Cennet Bulunur, İstanbul 1997 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008 [201] Av. Dr. Mehmet Savaş Özdağ Ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın, Tuncun, alçının ve kâğıdın 12 mısraları ile Stalin'i yerin dibine sokan ; milletine ihanet ettiği gibi beraber olduğu kadınlara da sadık kalmayarak onları bir paçavra gibi atan Nâzım Hikmet için Türkiye'de “Affet bizi Nâzım” isimli bir piyesin kapalı gişe oynayabilmesi, heykelinin yapılıp üstelik de Atatürk Kültür Merkezi'nin bahçesine, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanının iştiraki ile dikilebilmesi; heykelin kaidesine de, esen rüzgâra göre yaşadığı halde, bir dava adamı, idealist kişilik, hayatı ve fikirleri ile Türk gençliğine sözde bir rehber, bir önder gibi gösterilecek şekilde “Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam” sözlerinin yazılabilmesi; yarım aydınımızın, çeyrek aydınımızın toplu hipnoz seansında olduğunu ortaya koymaktadır. Cenk Başlamış - Vladimir Jarov ikilisince 21 Mart 1992 tarihli Milliyet gazetesinde “SBKP Belgelerinde Türkiye Başlığı” altında yayınlanan 7 Aralık 1961 tarihli mektubunda, Sovyet lideri Nikita Kruşçev'e; “19 yaşımdan beri yalnızca kalbim ve kafamla değil, geçmişimle de Sovyetler Birliği'ne bağlıyım. 10 yıldır Moskova'da yaşıyorum. Ailem de yanımda. Bütün Sovyet halkı gibi buradaki yaşama alıştım. Yardım edin, ben Sovyet Vatandaşı olmak istiyorum..” diye hitap ederek, vatandaşlıktan çıkartılma işleminin gerekçesini oluşturan yabancı bir devletin hizmetine girme fiilini gönüllü olarak işlediğini ikrar eden Nâzım'ın, son vasiyeti kabul edilmesi gereken yukarıdaki mektubunda dilediği ve lâyık olduğu şekilde bu gün Moskova'da medfûn(gömülü) bir Sovyet vatandaşı olduğunu kabul etmek gerekir. Mankurtlaştırılan evlâtları kullanılmak sureti ile devletlerin içeriden çökertilmek istenmesine çarpıcı bir örnek olan Nâzım Hikmet vakasına ilişkin açıklamalarımıza burada son veriyor, Aziz Atatürk'ün aşağıdaki veciz ifadesi ile sözlerimizi bitiriyoruz : ”Türk Milleti, kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız, milliyetsiz beyinlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir heyet değildir.” 12 Ergun Göze, Yaşasın Hatıralarım, İstanbul 2007, s. 75-77 [200] 21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008