Siyaset Biliminin Siyaseti
Transkript
Siyaset Biliminin Siyaseti
Siyaset Biliminin Siyaseti Örsan Ö. Akbulut * Özet: Siyaset bilimi, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılarak, somutlaştırıldığı bir bilimleşme sürecinin bilim siyasetini yansıtır. Bilimleştirilerek konumlandırılan siyaset, kapitalist-modern toplumda, siyasal olanın siyasal alanda sınırlandırılmasıyla yapılandırılmış ve bu, bilimleşme süreciyle aynı tarihsellik kapsamında oluşmuştur. Siyasal olanın, siyasal alan kapsamında sınırlandırılması ve buna bağlı olarak dönüştürülmesi, siyasetin formel bir konumlanış temelinde yapılandırıldığını göstermektedir. Formel bir ilişki olarak siyaset, siyasal olandan farklılaştırılarak, farklı tarihsel dönemlerde farklı form görünümleri elde etmiştir. Formlardaki farklılaşma, siyaset biliminin oluşma ve gelişmesinde etkili olmuş, özellikle de davranışsal akım ile birlikte, formda niteliksel bir farklılaşma olmadan, incelenen nesne olarak siyaset somutlaştırılarak sınırları belirginleştirilmiştir. Bu sürecin temel karakteristiği, bilimsel meşruluk tartışmalarının ötesinde, siyasal kuramın bilim etiketi dışına itilmesi olmuştur. Yeni formalizm örneği olarak yorumcu yaklaşımlarla yeniden siyasal kuramın bilim etiketine dayanmaksızın meşrulaşma arayışı ise, sürecin formel içeriğinin sürekliliğinin korunduğunu göstermektedir. Siyaset bilimi, siyasal olanın siyaset olarak tanımlanıp, sınırlandırıldığı bir siyasallığın bilimleşme siyaseti olarak yine bu siyasalla yapısal- içsel bir konumlandırmanın unsuru olarak belirginleşmektedir. Anahtar Sözcükler: Siyaset bilimi, siyaset, siyasal olan, davranışçılık, formalizm, yorumcu yaklaşım. The Political, Political Science Abstract: Political science reflects a scientification process, where politics is positioned and concretized as an object of examination. In the capitalist modern society, the scientified and thus, concretized politics has been structured by restricting the political one in the political sphere, and this has occurred within the scope of same historicity with the scientification process. The restriction and thus the transformation of the political one in the political scope denotes that the politics is structured based on a formal positioning. The politics, as a formal relationship, has been differentiated from the political one and has appeared in different forms in different historical periods. The differentiation in forms has been influential in the emergence and development of the political science, formation and development of political science, and the politics, as an object of investigation, has been concretized and its boundaries have been made clear particularly with behavioralism, without being any qualitative formal difference. The basic characteristic of this process, beyond the debates on scientific legitimacy, is that the political theory has been excluded from the label of science. The political theory’s search for legitimacy via interpretive approaches as an example of new formalism without being based on the label of science indicates that the continuity of the formal content of the * Doç. Dr., Türkiye ve Orta Doğu Amme Đdaresi Enstitüsü (TODAĐE) Öğretim Üyesi. Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44, Sayı 4, Aralık 2011, s.1-32. 2 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 process is still preserved. The political science, as the scientification policy of a politicization, where the political one is defined and limited as politics, becomes apparent as the element of a structural-internal positioning again with this politic. Key Words: Political science, politics, the political, behaviouralism, formalism, interpretive theory. Kapitalist-modern toplumsal gerçeklikte, insanın kendi doğallığı, doğayla ilişkisi ve toplumsallığına ilişkin bilginin üretilmesi, bir başka ifadeyle insanın türsel ve toplumsal bir varlık olarak kendini yeniden üretmesinin bilgisi, sadece bilime indirgenerek, sistematik bilgi biçimine dönüştürülüp, uzmanlık alanı haline getirilerek; daraltılmış ve sınırlandırılmıştır. Böylece, insanın tikel olarak türsel varlığı üzerindeki bilgi tekeli büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu aynı zamanda, insanın toplumsallığına ilişkin bilginin de daraltılması ve uzmanlaştırılması sonucunu doğurmuştur. Böylelikle, insanın varoluşuna ilişkin, gerek türsel gerek toplumsal olarak bilgi üretmesi ve bu bilgiyi kullanması sınırlandırılmıştır. Bilimin modern toplumsal yaşamdaki bu ayrıcalıklı konumu, sosyal bilimler alanında doğrudan olmasa da dolaylı bir biçimde geçerlilik kazanmıştır. Bu dolaylı geçerlilik konumu, sosyal bilimlerin genel olarak, varolan toplumsallığı veri olarak kabul eden ve bu kapsamda bilgi üreten niteliği ile bağlantılıdır. Bir başka ifadeyle, sosyal bilimlerin, insanın toplumsallığına ilişkin bilgi üretme konumu, insanın türsel ve toplumsal varlığına ilişkin bir bilgi tekeli oluşturmaktan çok, kanı oluşturma, varolan değer sistemlerini yeniden üretme ya da sorgulamama üzerine yapılandırılmıştır. Bunun tipik örneği, işlevselci bilim yaklaşımı ve bu temele dayalı genel sosyal bilim paradigmasıdır. Bu paradigmada, toplum ve topluma ilişkin olan tüm kurumlar, işlevsel bütünün bütünlüğü temelinde değerlendirme zeminine oturtulmaktadır. Bu zemin, toplumsal olanın, işlevselci mantık kalıpları içinde eritilmesi kapsamında yapısallık kazanmıştır. Bu yönüyle, genel sosyal bilim paradigmasının, insanın toplumsallığını baskılayan ve bir adım öteye türsel niteliğini toplumsallığına indirgeyen bir boyutu olduğu açıktır. Genel olarak siyaset biliminin de, bu sosyal bilim paradigması dışında olduğu söylenemez. Üstelik ilgili literatürde, siyasetin bir toplumsal eylem olduğu (Heywood, 2004: 2; Stoker ve Marsh, 2002: 9), güçle ilgili olduğu (Leca, 2010: 525), toplumsal tavrın-conduct- bir bölümünü oluşturduğu (Lipson, 1981: 4) belirtilmekte ve yaptığımız her şeyde siyasal bir boyut olup olmadığı sorulmaktadır (McAuley, 2003: 4; MacKenzie, 2009: 3, 7). Buradan hareket edildiğinde, toplumsal olanın aslında siyasal olduğu gibi kestirme bir sonuca varılarak, sosyal bilim paradigmasının aynı zamanda siyasal-ideolojik içeriğine sözde vurgu yapılmış olunur. Đnsanın türsel ve toplumsal bir varlık olması onun ne’liği ile ilgili olduğundan, siyasal varlık niteliği, kim’liği ile ilgilidir. Dolayısıyla, en azından bu yazı kapsamında, insanın siyasal varlık olma niteliğinin, türsel ve toplumsal varlık olmasının bir türevi olduğu iddia edilebilir. Nitekim insanın Siyaset Biliminin Siyaseti 3 ne’liği, toplumsallığını da kapsayan varlık olarak insanın türsel-toplumsal konumunu ifade etmekte iken, kim’liği, türsel-toplumsallık üzerine inşa edilmiş olana denk düşmektedir. Bu yazıda, insanın siyasal varlık olma niteliği tartışılmayacaktır. Bu yazının temel sorunsalı, siyaset bilimi olarak adlandırılan disiplinin, inceleme nesnesi yani siyasetle olan ilişkisini tartışmaktır. Bu tartışma, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılışının ortaya konulmasını kapsamaktadır. Tartışma üç düzlemde yapılacaktır: Siyaset biliminin “bilimi”, siyaset biliminin “siyaseti” ve siyasetin “bilimi”. Bu tartışmanın temel sorusu, bir disiplin olarak siyaset biliminde, siyasetin konumlandırılışı disiplinin bilimsel içeriğini siyasal temelde yapılandırmakta mıdır? Bu sorudan hareketle yazının temel iddiasısavı, siyaset biliminin siyaseti ve biliminin niteliğini, toplumsal gerçeklik zemininde yapılandırılmış ve tanımlanmış bir siyasetin oluşturduğudur. Bu siyaset, bir yandan, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılmasına ilişkin bir bilim siyasetini diğer yandan ise, incelenen siyasetin belli bir siyasal olanı içermesini kapsamaktadır. Dolayısıyla, yazıda önce, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılışındaki bilim siyasetinin bir ürünü olarak siyaset biliminin bilimleşme süreci daha sonra ise, incelenen nesne olarak siyasetin, siyasal olan içeriğinin saptanması ve tartışması yapılacaktır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, siyasal kuram bu yazının kapsamı dışındadır. Siyasal kuram başka bir çalışmada ele alınacaktır. Siyaset Biliminin “Bilimi” Klasik siyaset bilimi kitaplarında sorulan klasik soru, siyasetin bilim veya sanat olup olmadığıdır (Dillon vd., 1958: 2). Bu soru, siyasetin bir yandan öğrenilebilen bir bilgi; diğer yandan ise, elde edilebilen veya doğuştan edinilmiş bir beceri olduğu ön-kabulüne dayanmaktadır. Dolayısıyla soru, Eski Yunan’daki siyaset etkinliği temel ve hatta model alınarak sorulmuştur. Bu yönü itibariyle, kapitalist-modern dönemdeki siyasetin “incelenmesi” etkinliğinden somut düzlemde farklılaşmaktadır. Nitekim soru, siyasetin öğrenilme-öğretilme ya da edinilme-edinmiş olma boyutlarının dışında, bir inceleme konusu olma niteliğine vurgu yapmamaktadır. “Bilim” niteliği belirtilmiş olsa da, bu, bir olgu veya nesnenin incelenmesini kapsamamakta, sadece öğrenme-öğretme etkinliği kapsamında bir içeriği yansıtmaktadır.1 Buna karşılık, Eski Yunan’da gerek sofist biçimde gerekse de Platoncu anlamda siyaset etkinliği ile kapitalist-modern toplumlarda siyasetin bilimsel incelenmesi, siyaset biliminin belli bir siyaseti öngörmesi ya da belli bir siyasal zemin üzerinde yapılandırılmış olduğu varsayımı doğru kabul edildiğinde, soyut-niteliksel düzlemde farklılaşmaz. Bunun tartışmasını aşağıdaki son başlıkta yapacağız. Ancak, burada belirtmek gerekir ki, il1 Nitekim Haas, Eski Yunan’da siyasetin, özerk bir incelemenin öznesi olarak tanımlanmasına ihtiyaç olmadığını belirtir (Haas, 1970: 9). 4 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 gili literatürde hatta gündelik yaşantıda, siyaset biliminin ortaya çıkışı ya da kökeni Eski Yunan’a kadar götürülmektedir. Bununla birlikte, Batı literatüründe yapılan, siyaset bilimi ve siyaset kuramı ayrılığını temel aldığımızda, siyaset biliminin, akademik bir disiplin olarak, ABD’de ortaya çıktığı ve Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yayıldığı kabul edilmektedir (Berndtson,2009: 1). Bu kabuldeki ana unsur, siyasetin bilim ile birlikte anılmaya başlanması ve siyasetin bilim ile olan birlikteliğinin, onun incelenen bir nesne olarak konumlandırılması anlamına geldiğidir. Bu da yukarıda kısaca yapmaya çalıştığımız tartışma kapsamında, siyasetin, öğrenme-öğretme etkinliği olarak bilim (bilgi) niteliğinden çok, incelenen nesne niteliğine ilişkindir. Siyasetin, kapitalist-modern döneme özgü niteliklerinden birini de bu boyut oluşturmaktadır. Nitekim siyaset bilimi, iktidarın özünü oluşturan özne ile nesne ayrılığında aktif rol oynamaktadır (Holloway, 2003: 61). Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılması, özne-nesne ayrılığının yeniden üretilmesi bakımından, siyaset biliminin dayandığı bilim siyasetinin toplumsal gerçeklik içindeki yapılanışının bir sonucudur. Kapitalist-modern toplum yapısında, ekonomik alan ile siyasal alan arasındaki formel ayrılık, sosyal bilimler kapsamında ve özel olarak da siyaset biliminin ürettiği bilgi ile yeniden üretilmektedir. Genel olarak bilimin ve sosyal bilimlerin, kapitalist-modern toplumdaki konumlanışı, belirtilen formel ayrılık kapsamında bilgi üretmek olarak karakterize edilmektedir. Özne-nesne ayrılığı da, bu formel niteliğin sürekliliğinin sağlanması üzerine kurulmuştur. Siyaset “biliminin” ABD merkezli olarak bilimleştirilmesi süreci, siyasetin bir form olarak, incelenen nesne konumuna dönüştürülmesidir. Bu ise, siyasal olanın siyasal alanın sınırları içinde siyaset olarak sınırlandırılıp, yapılandırılışıdır. Bu yapılandırma, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılması ile içsel ilişkilidir. Kısacası, kapitalist-modern toplumda, siyasal olanın siyaset formunda yapılanışı ile siyaset biliminin bilimselleştirilerek konumlandırılması birbirinden tamamen kopuk süreçler değildir. Bu bağlamda, siyaset biliminin “bilimi”, veri-siyaseti inceleyen bir bilim disiplini olarak, belli bir bilim siyasetine dayanıldığını ifade etmektedir. Siyasetin incelenen nesne olarak konumlanışı, bağımsız/akademik bir disiplin olma ile bilimselliğine ilişkin meşruluk elde etmenin tarihselliği kapsamında şekillenmiştir. Literatürde, disiplinin bağımsız ve bilimsel olma niteliklerinin ABD patentli olmasından dolayı, siyaset biliminin ABD bilimi olduğu da iddia edilmektedir (Berndtson, 2009: 1,2).2 Ancak, aşağıdaki satırlarda da görülebileceği gibi, disiplinin Avrupa’daki gelişimi, ABD’dekinden çok farklı değildir. 2 Kimi yazarlara göre de, siyaset bilimi üzerinde ABD’lilerin etkisi büyüktür (Stoker ve Marsh, 2002: 2). Bu iddiayı doğrulayıcı yönde araştırmalar da bulunmaktadır. Goodin ve Klingemann’ın bibliyografik araştırmasına göre, alanda en fazla referans verilen yazarlar ile en fazla referans verilen kitaplarda ABD kökenli yazar ve yayınların baskın olduğu ortaya konulmuştur (Goodin ve Klingemann, 1996: 29-43; Marsh ve Savigny, 2004: 159,160). Siyaset Biliminin Siyaseti 5 Bir başka ifadeyle, disiplinin “bağımsız” ve bilim olma süreçleri benzer gelişme yapılarına dayanmaktadır. Hatta, literatürde, 19.yüzyılda Alman üniversitelerindeki Wissencshaft geleneğinin, ABD’ye siyaset bilimi olarak ithal edildiği belirtilmektedir (Goodin ve Klingemann, 1996: 9). Ayrıca, Alman-Yahudi göçmenlerin siyaset biliminin gelişmesine katkı yaptıkları (Ball, 2007: 16); Avrupa’dan göç eden bilim adamlarının3 yeni bilimsel yöntemler kullanarak, siyaset biliminin bilim olma sürecinde etkili oldukları da kabul edilmektedir (Johnson ve Reynolds, 2005: 41). Dolayısıyla, siyaset biliminin oluşumunda ABD ve Avrupa karşıt iki geleneği genel olarak oluşturmaz ancak, siyasal kuram ve siyaset bilimi ayrılığı veya karşıtlığından yola çıkıldığında böyle bir sonuca varmak olanaklıdır. Ancak tüm bunlar, siyaset biliminin, ABD merkezli oluştuğu ve geliştiği ile yaygınlık kazandığı gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Genel olarak siyaset biliminin “bilim” olarak gelişim süreci ya da tarihinin beş aşamaya ayrılarak incelenmesi, aynı zamanda, incelenen nesne olarak niteliğinin belirginleşmesini de tarihsel olarak ortaya koymaktadır. Buna göre: Apriori ve tümdengelimsel boyutun baskın olduğu, tarih, hukuk ve felsefeyle içiçe olunan, 1850 ve sonrası dönem; karşılaştırmalı incelemelerin baskın olduğu, 19.yüzyılın ikinci yarısı; psikoloji ve sosyoloji ile ilişkinin kurulduğu 1920 sonrası dönem; ölçme ve gözlemin baskın olduğu ve davranışsal “devrim” olarak da adlandırılan, Đkinci Dünya Savaşı sonrası dönem ile matematiksel yöntemlerin kullanılmaya başlandığı 1970 sonrası dönem (Dryzek ve Leonard, 1988: 1252,1253; Almond, 1996: 50).4 Bunlara altıncı bir dönem olarak, yorumcu yaklaşımların baskın olduğu 1990 sonrası dönemi de eklemek gerekir. Bu dönemlerin bütünlüğü temelinde, aşağıda, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılmasını tartışmaya çalışacağız. Yasacı- Formalizmden Davranışçı- Formalizme Geçiş Ana akım paradigmada bilimsel düşünmek bütün toplumsal olguları bütünüyle toplumsal ilişkilerin formları/biçimleri olarak algılamaktır. Toplumsal ilişkiler formların içinde katılaşmaktadır. Bu formlar verili olarak kabul edildiğinden kapitalist toplumun değişmezliğine katkıda bulunurlar. Bilimsel düşünme ise, onların form olduğunu kavramaktır (Holloway, 2003: 130). Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılması da, siyasal olanın siyaset biçimi içinde katılaştırılması ve belli bir bilim siyaseti çerçevesinde konumlandırılmasıdır. 3 4 Paul Lazersfeld, Kurt Lewin, Wolfang Kohler, Hans Speier, Karl Deutsch, Leo Strauss, Herbert Marcuse, Franz Neumann, Otto Kirchheiner bunlardan bazılardır (Almond, 1996: 76). Literatürde, siyasal kuramı kapsayan ve Comte’un Haller Yasası’nı anımsatan bir başka dönemlendirme de yapılmaktadır. Buna göre ana kabul, siyaset biliminin gelişimiyle, siyasal düşüncenin gelişme aşamalarında örtüşme olduğu ve bu kapsamda: Devletin, Tanrının hukuku ile düzen ve adaletinin bir uygulayıcısı olduğu din aşaması. Bu aşamada, siyasal olgu, doğaüstü nedenlere dayandırılır. Devletin insan kurumlarının en mükemmeli olarak görüldüğü, metafizik aşama ve devletin, görgül gözlem ve deneyin gelişmesine bağlı olarak, insani bir kurum olarak değerlendirildiği, pozitif aşama (Jacobsen ve Lipman, 1965: 13,14). 6 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 Dolayısıyla bu süreç, tarihsel olarak, formalizmin farklı görünümleri şeklinde oluşmuş ve gelişmiştir. Bu anlamda, siyaset biliminin bilimi, amprisistpozitivist epistemoloji ekseninde bir bilim siyasetine dayanır.5 Bu bilim siyaseti ise, toplumsal olan biçimlerin açıklanması ve kuralsallaştırılmasıdır. Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılma süreci, belli tarihsel zorunluluklar kapsamında, farklı formlar şeklinde gelişmiştir. Bu kapsamda olmak üzere, 1800-1870 arası dönem ile literatürde “devrim” olarak nitelendirilen davranışçı dönem arasında, form açısından önemli farklılıklar olmakla birlikte, niteliksel farklılaşma çok büyük değildir. Çünkü, toplumsal kurum ve oluşumların, inceleme nesnesi olarak konumlandırılışının formel boyutu, belli bir siyasal içeriğe hatta siyasete denk düşmektedir. Davranışçı yaklaşımda, siyaset felsefesi ve yasacı yaklaşımın reddedilmesinin en önemli gerekçesi, değer yüklü nitelik taşındığı iddiasıdır. Oysa ki, yasacı ve davranışçı formalizmler, değer-olgu ayrılığı temelinde birbirinden formel olarak farklılaşmaktadır. Bu formel farklılaşmanın belli bir tarihsel zorunluluğa denk düştüğü ayrıca açıklanacaktır. Sürecin iki boyutu vardır. Đlki, incelenen nesne olarak siyasetin, yasacı-formalizmden, davranışçı-formalizme geçiş kapsamında formel farklılaşması; ikincisi, bu farklılaşmanın olgu-değer ayrılığı temelinde yeniden yapılaşması anlamında, siyasal kuramın “bilim” etiketi dışına itilmesidir. 1800’ler sonrasında, ABD ve Avrupa’da devlet ve onunla ilgili yasal ve kurumsal boyutların, tarih, hukuk ve felsefe bağlamında ele alındığı görülmektedir. Bu dönem kimi yazarlarca, geleneksel siyaset biliminin baskın olduğu dönem olarak da adlandırılır ve temel karakteristiği, yasacı-legalist- ve kurumsalformel- konular üzerine yoğunlaşılma olarak belirlenmiştir6 (Johnson ve Reynolds, 2005: 40,41). Yasacı-formalizm, temel olarak devlet ve devlet kurumlarının, yasal nitelikleriyle sınırlı olarak incelenmesidir. Nitekim devlet toplumsal ilişkilerin katılaşmış ya da fetişleşmiş bir biçimidir (Holloway, 2003: 130). Ancak bu dönemin belirgin bir başka özelliği de, siyaset bilimi ile siyasal kuram arasındaki ayrımın davranışçı “devrime” gelinceye kadar, çok net çizil(e)memesinden (Ball, 2007: 2,10) dolayı, siyaset “bilimi”nin tarih ve felsefeyle özellikle de felsefeyle iç içe olması oluşturmaktadır. Klasik siyaset metinlerinin incelenmesi, hem felsefe hem de tarihle ilişkili görülmüştür. Ayrıca belirtmek gerekir ki, disiplinin çalışma konularının biçimlenmesinde literatürün bu tip kendi içindeki kısmen otonom gelişimi önemli olmakla birlikte, ulusdevletlerin ortaya çıkması ve bununla birlikte, egemenlik, haklar, görevlerin önem kazanmasıyla, siyasetle ilgili düşüncenin yasal bir çerçeve ekseninde ve hukukla da bağlantılı olarak şekillendiği açıktır (Haas, 1970: 10). 5 6 Nitekim siyaset biliminin temelleri 17.yüzyıl amprizmine kadar geri götürülmektedir (Heywood, 2004: 6). Kamu hukukunun, ABD’de siyaset biliminin gelişiminde önemli role sahip olduğu kabul edilmektedir. Bunda, disiplinin öncülerinin hukuk eğitimi almış olmaları etkili olmuştur (Berndtson, 2009: 18). Siyaset Biliminin Siyaseti 7 Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılma sürecinin olgusal olarak üç temel boyutu vardır. Bunlar, akademik eğitime konu olma, yayın olarak sunulma ve dernekleşerek örgütlenme. Bu süreçler, birbirinden farklı tarihlerde oluşsa da, ABD ve Avrupa’da benzer biçimde gelişmiştir. Nitekim 1800’lü yılların başında, ABD kolejlerinde, siyaset, etik felsefesi kapsamında ele alınmış; South Carolina College’da, 1825’de Politik Ekonomi bağımsız bir eğitim konusu olmuştur.7 1800’lerin başından itibaren gelişen süreçte, siyasetin incelenen nesne olarak doğrudan konumlandırılmadığı görülmektedir. Konumlandırma açısından önemli olan, nesne belirleme ve nesne belirleme yöntemlerini oluşturma, 1870’lerden itibaren biçimlenmeye başlamıştır. Bu sadece siyaset “bilimine” özgü bir gelişme olmamış, 1870 sonrasında, ABD Üniversitelerinde yaşanan yapısal dönüşüm, siyaset bilimini de etkilemiştir. Büyük araştırma üniversitelerinin ortaya çıkmasını ifade eden bu yapısal dönüşümle birlikte, disiplin “bağımsız” nitelik kazanmıştır (Berndtson, 2009: 7,8).8 Chicago Üniversitesi, siyaset biliminde ilk görgül incelemelerin başladığı yer olması bakımından önemlidir (Almond, 1996: 66; Parsons, 1968: 13). ABD’de siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılış sürecinin diğer ayağını dergiler oluşturmaktadır. ABD’deki ilk siyaset bilimi dergilerinden biri, 1882 yılında yayınlanmaya başlayan, John Hopkins University Studies in History and Political Science’dır. Daha sonra, 1906’da, American Political Science Review (APSR) yayınlanmaya başlamıştır (Berndtson, 2009: 5, 6).9 Konumlanışın son ayağı ise, dernekleşmedir. Bu kapsamda, 1903 yılında American Political Science Association(APSA) kurulmuştur (Almond, 1996: 72).10 Siyasetin incelenen nesne olarak Avrupa’da konumlanışında özellikle Almanya farklı bir yer tutar. Literatürde, Avrupa’da siyaset öğretimi, 14.yüzyıl’a kadar götürülüp, Viyana ve Prag Üniversiteleri ile 15. yüzyılda Leipzig ve Erfurt Üniversitelerine dayandırılmaktadır. Bu gelenek ya da kök arama çabasının ya da siyasal kuram ile siyaset biliminin birlikte değerlendirilmesinden kaynak7 Francis Lieber’in History and Political Economy profesörü olarak, ilk Amerikan siyaset bilimcisi olduğu kabul edilir. Lieber, South Carolina’dan Columbia Üniversitesine geçtiğinde unvanı, History and Political Science’olmuştur (Berndtson, 2009: 3). 8 Siyaset biliminin kurumsallaşmasında, John Hopkins ve Columbia Üniversitelerinin etkisi büyük olmuştur. 1880’de, Columbia Üniversitesi’nde, ilk siyaset bilimi lisans programı Faculty of Political Science; 1881’de John Hopkins Üniversitesinde, Department of Historical and Political Science kurulmuştur. Columbia’daki okulda 3 bölüm vardır: Economics and Social Science, History and Political Philosophy ve Public Law and Comparative Jurisprudence. Cornel ve Michigan’da yine 1881’de, Yale’de 1886 yılında siyaset bilimi bölümleri kurulmuştur. ABD’de 1914 yılına kadar, 38 siyaset bilimi bölümü kurulmuştur (Berndtson, 2009: 6). 9 1886’da ise, Columbia Üniversitesi, Political Science Quarterly’yi; 1890’da, Pensilvania Üniversitesi, Annals of the American Academy of Political and Social Science’ı yayınlamaya başlamıştır (Berndtson, 2009: 13). 10 APSA’nın kuruluşunda 200 olan üye sayısı, Đkinci Dünya Savaşından sonra 3.000’e, 1960’ların ortasında 10.000’e ulaşmıştır. Şimdi ise, 13.000’den fazla üyesi vardır (Almond, 1996: 72). Yine, 1990 yılında oluşturulan, International Political Science Association ise, uluslararası bir üst yapılaşma olarak dikkat çekmektedir (Almond, 1996: 78). Political Studies Association of the UK ise, 1950’de kurulmuştur (Stoker ve Marsh, 2002: 2). 8 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 lanan yorumlar bir yana, 17 ve 18. yüzyıllarda, Alman Üniversitelerindeki Politikwissenschaft kürsüsü, siyasal topluluğun refahını artırmayı hedefleyen bir içerikle öne çıkmıştır. Bu kapsamda olmak üzere, Staat Swissenschaftliche Fakultoten, 1814’te Münih, 1817’de Tübingen ve 1822’de Würzburg Üniversitelerinde kurulmuştur. Kurumsal değişme, ABD’de olduğu gibi, 19.yüzyılda başlamıştır. Avrupa’daki eğitim ideolojilerinden biri olan,11 Humbolditionism, Almanya’da gelişmiştir ve araştırma ile öğretimin birlikteliğini kapsamaktadır. Bir başka ifadeyle, araştırma olgusu sürece dahil edilmiştir. 20. yüzyılda da, siyaset bilimi enstitüleri kurulmuştur; 1871’de Ecole Libres des Science Politiques in Paris, 1895’de London School of Economics and Political Science.12 Avrupa’da özellikle, Ecole Libre siyasetin “bağımsız” incelenmesinin ya da incelenen nesne olarak konumlandırılışının öncüsü olmuştur. ABD’ de siyaset bilimi sosyal bilim alanında, Avrupa’da ise, hukuk alanında gelişmiş olsa da, konu açısından birbirlerinden farklarının olmadığı görülmektedir. Bu yıllarda ABD’de olduğu gibi, Avrupa’da da siyaset, hukuk, tarih ve felsefeyle birlikte incelenmiştir (Berndtson, 2009: 7,13-15). Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılışında ana unsuru, hem ABD hem de Avrupa bakımından, araştırmanın öne çıkması oluşturmuştur. Bu, yasacı-formalizmin inceleme nesnesi olan, devlet ve kurumlarının, yasacı-kurumsal bakış açısından değil de, görgül olarak incelenmesi anlamına gelmektedir. Böylece, siyaset, kurumsal/biçimsel içeriği ile tanımlanmaya devam edilmekle birlikte, nesne görgül araştırma yoluyla somutlaştırılmıştır. Davranışçı akımın ortaya çıkışına kadar, siyasetin somutlaştırılarak, incelenen nesne olarak konumlandırıldığı bir sürecin geliştiği iddia edilebilir. Yine bu süreçte, öğretimin ve yayınların kurumsallaşması da, nesnenin somutlaşmasını sağlayan unsurlardandır. “Devrim” olarak da nitelendirilen, davranışçı akım,13 siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılış sürecinin tamamlanma aşamasıdır. Bu süreçte, siyaset biliminin siyasal kuramdan kopuşu kesinleşmiş ve disiplinin bilim olma niteliği tartışılmaya başlanmıştır. Hatta kimi yazarlar, 1950’lerde davranışsal “devrimin” ortaya çıkışını, siyasal kuramın çöküşü olarak değerlendirmiştir (Ball, 2007: 10). Davranışçı akımın bir başka özelliği ise, siyaset bilimi üzerin- 11 Avrupa’daki üç yüksek öğretim ideolojisinden diğer ikisi şunlardır: Toplum için iyi üyeler yetiştirmek amacına dayanan, liberal eğitim düşüncesi. Bu düşünce daha çok Đngiltere’de gelişmiştir. @apoleonic ideoloji ise, öğretim ve araştırmayı birbirinden ayırmıştır. Araştırmalar, üniversite-dışı kurumlar tarafından yürütülmüştür (Berndtson, 2009: 7). 12 London School of Economics’in ilk siyaset bilimi profesörü, Graham Wallas’dır. Wallas’ın, 1908 tarihli kitabı, The Human @ature in Politics’dir (Berndtson, 2009: 14). 13 Davranışsal “devrim”in temeli, 1908 tarihli, Arthur Bentley’in The Process of Government adlı kitabına dayandırılır ve bu kitapta siyasal araştırmalarda davranışın gözlemlenebileceği tartışmasının yapıldığı belirtilir (Ethridge ve Handelman, 2004: 21). Siyaset Biliminin Siyaseti 9 de ABD hegemonyasının artık tamamen kurulmuş olmasını simgelemektedir.14 Çünkü, hem savaş sonrası dönemin koşulları hem de araştırma olanakları bakımından bu olgu tarihsellik kazanmıştır. Bu süreçte pek çok faktör etkili olmuştur. Nitekim davranışçılığın geleneksel siyaset biliminden ani kopmasının nedenlerinden biri olarak, savaş sonrası dönemde ABD’de kıt olan araştırma fonlarından yararlanma isteği gösterilmektedir. Bu kapsamda davranışçıların siyasal kurama doğrudan karşı olmadıkları, doğa bilimleri ile sosyal bilimlerin fon için yarışmasının, bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olduğu belirtilmektedir (Ball, 2007: 19). Bu bağlamda sürecin gelişiminde ve kurumsallaşmasında, ABD’de kurulan araştırma fonları ile ABD kökenli sermayenin desteklediği araştırma fonları etkili olmuştur. Nitekim ABD’de 1961 yılında, Interuniversity Consortium for Political and Social Research (ICPSR); 1970 yılında ise, Ford Vakfının desteği ile, European Consortium for Political Research (ECPR)15 kurulmuştur (Almond, 1996: 70, 78). Yine, ABD’nin, soğuk savaş döneminde, Sovyetlere karşı üstünlük elde etme yarışında, savaşla ilgili sosyal bilim araştırmalarını desteklemesi (Johnson ve Reynolds, 2005: 41) ile ABD bilim yaşamındaki profesyonelleşme dinamiklerinin etkili olduğu da ileri sürülmektedir (Ball, 2007: 17). Ayrıca, Marshall Planı ile birlikte, Amerikan bilim adamları, Avrupa biliminin yenilenmesinde misyoner rolü oynayarak, Amerikan görgül ve niteliksel araştırma yöntemleriyle, Avrupa bilimini asimile etmiştir. Yine, bu süreçte Amerikan vakıfları da etkin rol oynamış ancak süreç tek taraflı bir bağımlılık ilişkisi temelinde gelişmemiş, Nazi yönetimi altında Avrupa’nın ulusal kültürleri büyük zarar gördüğünden, 1960’lara kadar, eski üniversiteler de yeniden yapılanmış ve yenileri kurulmuştur (Almond, 1996: 78). Davranışçı akımın, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılmasında son aşama olmasının en temel özelliği, daha önce de belirtildiği gibi, siyasal kuramdan kesin ayrılığın gerçekleşmesidir. Aslında ilgili literatürde, davranışçı akım ile ilgili tüm yazı ve tartışmalarda öne çıkan boyut, siyaset biliminin bilimselliği sorunudur.16 Oysa ki, bu tartışma kendi içinde belli bir sonuca vardırılamamakla birlikte en önemli somut sonuç, siyasal kuramın “bilim” etiketi dışına atılmasıdır. Böylece siyaset bilimi, ABD merkezli, “bağımsız” bir inceleme alanı olmak niteliğini kazanmıştır. Bu süreç, siyaset biliminin bilimselliği eksenindeki tartışmalar odağında gelişmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi, siyaset biliminin bilimselliği sorunu, 1950’li yıllarda ABD’de ortaya çıkmıştır (Heywood, 2004: 10). Doğa bilimcilerine göre, siyaset bilim değildir çünkü, siyaset biliminde kullanılan değişkenler ölçme14 Almond, Amerikan siyaset biliminin, Avrupa ve uluslararası siyaset bilimi üzerindeki etkisinin kanıtı olarak, American Political Science Association’ın yabancı üyeleri ve American Political Science Review’da yayınlanan makalelerdeki yabancı yazarların sayısını göstermektedir (Almond, 1996: 78). 15 1989’a kadar, 140 siyaset bilimi bölümü, ECPR’nin üyesidir (Almond, 1996: 70, 78). 16 Nitekim Easton için, 20.yüzyılın ilk yarısında ABD’de siyaset biliminin temel sorunu, bilimsel itibardır (Dryzek ve Leonard: 1988: 1251). 10 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 ye uygun değildir, tamamı özneldir ve siyaset bilimciler deney yapamazlar, asla kesin tahminler yürütemezler (Bealey, vd., 1999: 12). Yine siyaset biliminin bilim olmadığı yönündeki bir başka gerekçe ise, konularının değer yüklünormative- olması ve siyasal olgular arasındaki ilişkinin bir yer ve zamandan diğerine değişmesi gösterilmektedir (Godwin ve Wahlke, 1997: 5). Siyaset biliminin, doğa bilimlerinden çok felsefeye benzediği çünkü siyaset biliminin kuramlarının tarihsel olduğu (Dryzek ve Leonard: 1988: 1251, 1257) bir başka gerekçe olarak ileri sürülmektedir. Sonuç olarak, siyaset biliminde insan eylemlerinin tahmin edilememesi ya da genel yasalara göre betimlenememesi durumunda bir ölçme probleminin ortaya çıktığından söz edilmektedir. Çünkü, siyaset biliminde kullanılan kavramlar, örnek olarak çıkar kavramı, soyut ve değer yüklüdür (Johnson ve Reynolds, 2005: 27, 38).17 Bu bakış açısından, siyaset biliminin bilim olabilmesi için, olgu ve değer birbirinden ayrılmalı, değer yüklü açıklamalar yerine, görgül açıklayıcı yöntem geliştirilmeli; fiziğin de tarihi olmadığı saptaması temel alınarak tarihte meşruluk aranmamalı ve bu kapsamda olmak üzere Locke veya Platon’un incelenmesine gerek olmamalıdır (Ball, 2007: 6,7). Bu kriterler kapsamında, davranışçılığın, modern siyaset biliminin kuruluşunda anahtar bir gelişme olarak görülmesinin (Stoker ve Marsh, 2002: 4) zemini de ortaya konulmuş olmaktadır. Bu zemin, siyasal kuramın “bilim” alanından dışlanmasıdır. Tüm bunların sonucunda, ilgili literatürde; geleneksel siyasal kuramın pozitivist18 kriterlerle uyumlu olmadığı (Ball, 2007: 7); davranışçı akımın, siyasal kurama açık bir tepki olduğu çünkü siyasal kuramın, değer yüklü konularla ilgili olduğu (Marsh ve Furlong, 2002: 23) ve siyasal kuramın bilimsel olmaması tartışması sonucunda kuramcının, gerçek dünyadan veri çıkartmayan ya da niceliksel veya istatistiki yöntem analizlerini kullanmayan kişi olduğu belirtilmektedir. Kuramcılar, siyasal düşünceler tarihini incelerler. Dolayısıyla tarih bölümüne aittirler. Pratik siyasal felsefe konularını incelemelerinden dolayı da, felsefeye aittirler (Ball, 2007: 1). Tüm bu tartışmalar, bir yandan yöntem ağırlıklı olmakla birlikte, olgu-değer ayrılığı eksen alındığı için ve amprisist-pozitivist geleneğin tanımladığı olgunun, değer yüklü bir başka ifadeyle, kapitalist-modern toplumsal gerçekliğin yapılanışının ideolojik formu olduğundan, bilim olup olmama sorunu, belli bir bilim siyasetini yansıtmaktadır. Dolayısıyla, bu tartışmalar, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılış sürecinde, somutlaşmayı sağlayıcı niteliktedir. Buna karşılık, ilgili literatürde, siyasetin bilim olup olmamasının, bilim tanımına yüklenen anlama bağlı olduğu iddia edilmektedir (Goodin ve Klingemann, 1996: 9). Kimi yazarlara göre ise, siyaset biliminin bilimselliği, bilim eğer, sistematik incelemeye dayalı düzenli bilgi olarak kabul edildiğinde bir bilimdir çünkü siyaset bilimi siyasetle ilgili 17 18 Nitekim kimi yazarlara göre, ordu, siyasal parti, monarşi, kapitalist ekonomi, demokrasi belli inanç veya kuramlar tarafından oluşturulmuştur (Dryzek ve Leonard: 1988: 1250). Davranışçı yaklaşımın felsefi kökeninin pozitivizm olduğu kabul edilmektedir (Sanders, 2002: 46, 47). Siyaset Biliminin Siyaseti 11 sistematik bilgi üretimidir (Stoker ve Marsh, 2002: 11). Bu kapsamda, siyaset biliminin, toplumsal tercihleri anlamak için ve gelecek tercihlerini tahmin etmede insanlara yardım etmesi gerektiği dolayısıyla da, siyaset biliminin ürettiği görgül bilginin, siyasa tercihlerini değiştirebileceğine vurgu yapılarak (Godwin ve Wahlke, 1997: 4, 5) hem bir yandan siyaset biliminin siyasa yapım sürecinde işlevsel konumunun olduğu ya da olabileceği hem de bu konumun gereği ve sonucu olarak uygulamaya yönelik bilgi üretebileceği ve bu niteliğe sahip olduğu temenni boyutunda olsa da ileri sürülmektedir. Bazı yazarlara göre ise, siyaset bilimciler her şeyin genel kuramının olması gerektiğini düşünme eğiliminde oldukları (Shapiro, 2002: 609) bir başka ifadeyle, siyaset bilimi, evrensel olarak uygulanabilir genel kuram arayışında olduğundan, bilimcidir-scientist- (Adcock ve Bevir, 2005: 1). Özellikle, ABD siyaset bilimi, tarihsel bağlam ve ulusal kültürden bağımsız nesnel bilim19 olma iddiasındadır (Adcock ve Bevir, 2005: 11). Tüm bunların sonucunda siyasal kuram, ABD siyaset biliminde, siyaset biliminin bir alt alanı20 haline getirilmiştir. Kimi yazarlara göre, siyasal kuram, fikir ve doktrinlerin analitik incelenmesi (Heywood, 2004: 10) kimilerine göre de, toplumsal yaşamın boyutlarından birini, devlet- birey ilişkileri oluşturduğundan, toplumda birlikte nasıl yaşanıldığının incelenmesidir (McKinnon, 2008: 2). Bu niteliklerinden dolayı, siyasal kuramın, normatif bir içeriğinin olduğu sıkça dile getirilmektedir (McKinnon, 2008: 4). Kimi yazarlar siyaset felsefesini siyasal kuram olarak da adlandırmakta ve siyasal yaşamın incelenmesinin, felsefenin bir alt alanı (Ethridge ve Handelman, 2004: 21) ve bu incelemeyi yapan, siyaset felsefesinin de, ortak insan hareketleriyle ilgili ilk doktrinleri formüle etme çabası olduğu kabul edilmektedir (Jacobsen ve Lipman, 1965: 6). Kimi yazarlara göre de, siyaset felsefecileri, siyasetin felsefi doğasını incelemelidirler (MacKenzie, 2009: 3). Siyasal kuramın değer alanına itilmesi, kapitalist toplumun siyasal olanının, siyaset formunda konumlandırılıp, somutlaşmasına katkı sağlamıştır. Böylece, geleneksel-normative- siyasal kuram ile sistem kuramı yer değiştirmiş; devlet kavramı bilimsel kullanım için uygun bulunmamış ve siyasal sistem kavramıyla yer değiştirmiştir (Ball, 2007: 10). Bu kapsamda olmak üzere, davranışçı yaklaşımda,21 değerlerin değil olguların incelenmesine odaklanılmıştır. Çünkü değerler özneldir ve bilimsel olarak kanıtlanamaz (Magstadat, 2006: 11,12). Dolayısıyla, siyasetin incelenmesinde, bilimsel olan, gerçeği bilmek, olguları keşfetmek ve neden-sonuç ilişkilerini kurmayı bilmektir (Lipson, 1981: 26). Bu kapsamda, siyasal kuramcılar, normatif siyaset bilimci olarak nitelendirilmiş (Shapiro, 2002: 597) ve görgül siyaset bilimi yöntem-yönelimli 19 Pozitivizmin ABD’de Đngiltere’den daha baskın olduğu iddia edilmektedir (Marsh ve Savigny, 2004: 159). Kimi yazarlara göre ise, siyasal kuram, siyaset biliminin ilk-alt ve alt alanıdır (Haas, 1970: 9; Jacobsohn, 1998: 6). Diğer alt alanlar ise, karşılaştırmalı siyaset, siyasal ekonomi, kamu siyasaları ve kamu yönetimidir (Goodin ve Klingemann, 1996: 25, 26). 21 Birinci kuşak davranışçılar, Robert Dahl, David Easton, David Truman ve Heinz Eulau siyasal kuram eğitimi almışlardır (Ball, 2007: 3). 20 12 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 method-driven-, kuramsal araştırmalar ise, sorun-yönelimli -problem-drivenolarak tanımlanmıştır (Shapiro, 2002: 597-599). Böylece, siyaset, davranışçılık akımının katkısıyla, incelenen nesne olarak konumlandırılmıştır. Davranışçı yaklaşımla birlikte, yasacı-tarihselci yaklaşım kırılarak; çıkar grupları, seçimler, kamuoyu, iletişim konularının çalışılmaya başlanması (Almond, 1996: 78); siyasal kurumlar ve anayasaların, formel-yasacı incelenmesinden uzaklaşılmasının sağlanması (Stoker ve Marsh, 2002: 4); davranışçı araştırmalarda, oy verme incelemeleri ile temel olarak, seçmenlerin toplumsal profilleri, partizan kimlikleri, ideolojik konumları, siyasa tercihleri ve ekonomik algıları üzerine yoğunlaşılması (Sanders, 2002: 53), davranışçı yaklaşımda, geleneksel siyaset kuramı gibi geçmişle değil şimdi ile ilgilenilmesi (Ball, 2007: 4), hatta davranışsal “devrim”in devletin etkinliğini geliştirmeyi amaçlamanın ötesinde bir anlam taşıdığının belirtilmesi (Haas,1970: 14), formalizmin aşıldığını göstermektedir. Oysa ki, tamamen görgül araştırmalara dayanılması, davranışçılık odaklı olarak siyaset bilimini formalist niteliğinden kurtarmaz. Çünkü, siyasal olanın niteliğinde bir değişme olmaksızın ve siyasal alan sınırları içinde yani veri bir siyaset tanımı temelinde siyasal “olan” davranışlarda aranmaya başlanmıştır. Davranış, tanımlı bir hareket biçimi olarak değer-yüklü bir nitelik taşımaktadır. Söz konusu değer, siyasal davranışın, verili-tanımlı siyasal içeriğidir. Dolayısıyla, davranışçılık, bu siyasal içeriğin görünümleri olan davranışı ele alır, dolayısıyla da formalisttir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, davranışçı akım siyaset biliminin bilimsel meşruluğu tartışmaları kapsamında, bir bilimsel meşrulaşma arayışının sonucu olarak değerlendirilmiştir. Oysa ki, bu tartışmaların başlangıç amacı ve varılan sonuç, siyasal kurama dayalı bir siyaset biliminin bilimsel meşruluğunun, siyasal kuramın değer-yönelimli boyutunun baskın olmasından dolayı geçersiz olduğu ve siyasal kuramın dışlanmasıyla bu sorunun çözüleceği, çözüldüğüdür. Ayrıca, siyasal ve ekonomik çeşitli makro değişkenleri kullanarak seçim sonuçlarını tahmin etmeye dayalı çalışmaların, bir genellemeden çok, siyaset biliminde bir sanayi yarattığı haklı olarak belirtilmiştir (Shapiro, 2002: 610). Bununla birlikte, günümüzdeki davranışçı yaklaşımlarda, tanımlar ve görgül olarak sınanabilen hipotezlerden oluşan soyut açıklamalar arasında bir bağlantı kurularak, olgu ve olgu gruplarının nesnel bir açıklamasının yapılabileceğini kabul edilir (Sanders, 2002: 46, 47). Dolayısıyla, yeni davranışçılar, kuramsal analizin, görgül araştırma için, başlangıç noktası olması gerektiğini reddetmezler. Kuram, post-davranışçı görgül analizde kaçınılmaz bir rol oynar çünkü farklı kuramsal bakış açıları farklı gözlemler üretir (Sanders, 2002: 62, 63). Yine bu kapsamda, mantıksal pozitivizmin, siyasal incelemede, normatif ve görgül arasında yapmış olduğu ayrımın aşılması gerektiği çünkü siyasal değerlerin, çevredeki siyasal gerçekliğin anlaşılmasından ayrıştırılmayacağı iddia edilmektedir (Bellamy, 1993: 13). Yeni-davranışçılığın, yeni konumu, eski konumdaki ön-kabul veya varsayımlarla niteliksel bir farklılık göster- Siyaset Biliminin Siyaseti 13 mediğinden, yeni olmak form değişikliğinin ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Çünkü, olgu-değer ayrılığı kendi içinde bir zıtlık varsayımını barındırmaktadır. Yeni-davranışçılıkta ise, bu zıtlık, aşılmaktan ya da yeni bir bütünlük temelinde yeniden kurulmaktan çok, zıtlığın tarafları ya yer değiştirilmekte ya da dengede oldukları varsayımına dayandırılmaya çalışılmaktadır. Siyaset biliminde, davranışçılıktan sonra ikinci devrim, rasyonel tercih kuramı olarak kabul edilir (Goodin ve Klingemann, 1996: 24, 25). Rasyonel tercih kuramı, kolektif eylemle ilgili ve genellemelere dayalı bakış açısına dayanmaktadır. Davranışçılıkla pek çok benzer kabulleri vardır. Bunlardan en önemlisi, değer-yansızlığı –value-free- benimsemeleri ve siyasal kuramı normatif olarak görmeleridir (Ward, 2002: 68). Ekonomik kuramdan beslenen rasyonel tercih kuramı, aşırı-basitleştirmeci olmakla eleştirilir (Ethridge ve Handelman, 2004: 23). Ancak bu kuramın konumuz açısından en önemli özelliği, davranışçılık ile birlikte bu kuramla disiplinde profesyonelleşmenin artmasıdır (Marsh ve Savigny, 2004: 156). Dolayısıyla, rasyonel tercih kuramının, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılmasını güçlendiren ve somutlaşmayı görgül olarak pekiştiren bir niteliği vardır. Formalizm Eleştirisi Olarak Yeni-Formalizm Hermeneutic gelenekten beslenen ve kimi açılardan da farklılaşan (Bevir ve Rhodes, 2002: 138) yorumcu yaklaşımlar, davranışçı yaklaşım başta olmak üzere, amprisist- pozitivist temelli siyaset biliminin eleştirisi olarak öne çıkmıştır. Önceki başlıkta, davranışçılık ve rasyonel tercih kuramı ile siyasetin incelenen nesne olma niteliğini kazandığı ve artık siyaset biliminin bu temelde bir bilim siyaseti ekseninde oluştuğunu ortaya koymuştuk. Yorumcu yaklaşımlarla, alternatif ve hatta bir adım öteye muhalif bir paradigma kurulmaya çalışılsa da, yeni bir formalizm olmaktan öteye geçilememiştir. Çünkü, bu kez toplumsal olan daha doğrusu kültürel olan otonom bir bütünlük olarak tanımlanmış ve kendi içinde nedensellikten çok anlam bağlamında yorumlanılması gerektiği iddia edilmiştir. Burada, kültürel olan, yasacı ve davranışçı formalizmdeki, siyasal olanın yeni formu olarak görünüm kazanmıştır. Böylece, yorumcu yaklaşımlarla birlikte siyaset biliminin incelenen nesne niteliği yeniden-konumlandırılmıştır. Kültür, otonom görünümü ve indirgenemez boyutu ile yeni-siyasetin zemini olarak sunulsa da, küresel kapitalist ilişkilerin tarihselliği ve olgusallığının yeni formu olarak inşa edilmiştir. Dolayısıyla, kültürel olan formel olarak, bir yandan nesnel tarihsel koşulların bir gereği olarak, diğer yandan öznenin bilinçli bir tasarımı olarak yeni-formalizmin görünümü olmuştur. Bu yenidenkonumlandırmanın eski konumlandırılıştan epistemolojik ve yöntemsel olarak farklı pek çok yönü bulunmaktadır. Bunlardan en belirgin olanı, incelenen nesne olarak siyasete, yorumlanan bir “değer” niteliğinin kazandırılmasıdır. Ancak bu, incelenen nesne olarak siyasetin bütüncül dönüştürülmesinden çok, siyasete 14 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 “ilişkin” ve “içkin” olduğu iddia edilen “değer” unsurunun, siyasal kuram etiketinde baskın konuma gelmesinden öte bir anlam taşımamaktadır. Nitekim yorumlayıcı yaklaşımların, ana akım siyaset biliminin gelişim ve oluşum sürecindeki asıl konumu, davranışçı akım ile birlikte, “bilim” alanından ve siyaset “bilimi” kapsamından dışlanan siyasal kurama yeniden meşruluk kazandırılmasıdır. Böylece, siyaset biliminin pozitivist açıklama yönüne karşı, yorumsamacı yaklaşımların öne çıktığı ve bunun sonucunda siyasal kuramın siyaset biliminden bağımsızlaştığı belirtilmektedir (Ball, 2007: 3). 22 Dolayısıyla, konu ve sorun, siyasal alanın, siyasal olanın nesnel antagonistik konumunda bir değişiklik olmaksızın, formel değişiminin bir sonucu olarak, paradigmasal bir değişme ve çeşitlenmedir. Yeni yorumlayıcı yöntemlerin, bir yandan siyaset biliminin bir kurgu olduğunu ortaya koydukları (Carver, 1997: 15) diğer yandan ise, siyasal metodolojide, postmodern bir aşamaya girildiği; genelden özele, tikele bir yöneliş olduğu kabul edilmektedir (Goodin ve Klingemann, 1996: 22). Dolayısıyla, günümüzde siyasal analizin merkezi konularını, siyasal yaşamın öznel yönleri, siyasal aktörlerin inanç, niyet ve değerlerden oluşan içsel yaşamları oluşturmaktadır (Goodin ve Klingemann, 1996: 22 ). Sosyal bilimcilerin bir gelenek ve söylem içinde hareket ettikleri (Marsh ve Furlong, 2002: 26) ve siyasal kuramların, moral, felsefi ve ideolojik olduğu kabulünden yola çıkılarak, yani moral ilke ve ideallerden temellenen bir değer kalıbına dayanıldığı, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi siyasal değer örnekleri temelinde değer ve olguların birbiriyle bağlantılı olduğu (Heywood, 2004: 4); görgül sorunlar ve kavramsal tartışmaların tarihsel ve sosyal olarak inşa edildiği; siyaset biliminin nesnelerinin de, toplumsal aktörlerin kendi kendilerini anlamlandırmaları tarafından oluşturulduğu iddia edilmektedir (Dryzek ve Leonard: 1988: 1250). Yine benzer kapsamda olmak üzere, tarihsel kurumsalcılar, davranışçılığın formalistliğine karşı, tarihsel duyarlılığı öne çıkartmaktadırlar. Bunlara göre siyasal aktörler, tarihsel olarak oluşmuş uygulamalar temelinde hareket ederler.23 Siyaset bilimi bunların eylemlerini yorumlar (Adcock ve Bevir, 2005: 2). Literatürde, yeni yorumsamacıların, davranışçı ve rasyonel tercih kuramlarına karşı güçlü bir meydan okuma sağladığı kabul edilmektedir (Bevir ve Rhodes, 2002: 138). Davranışçı yaklaşım, yeni-davranışçılık biçiminde varlığını korurken yeniyorumsamacılığın siyasal kuram destekli alternatif bir paradigma olarak öne çıkmasıyla birlikte günümüzde siyasetin nasıl inceleneceğiyle ilgili bir uzlaş22 23 Özellikle de, Rawls’un, siyasal kuramı yeniden canlandırdığı kabul edilmektedir (Ball, 2007: 13). Literatürde, siyaset biliminin tarihsel bir bilim olduğu da iddia edilmektedir. Çünkü siyaset biliminin tarihi toplumun tarihi ile sınırlıdır. Siyaset biliminde, sorun tanımlama, dışsal toplumsal güçlerden otonom olarak yapılamaz. Bu sadece siyaset bilimine özgü bir nitelik olarak da kabul edilmez. Sosyal bilimlerde görgül sorunlar, dışsal olarak tanımlanmış, toplumsal olarak dolayımlanmış ve tarihsel olarak konumlandırılmıştır (Dryzek, 1986: 315, 318). Hatta kimi yazarlara göre, “tarih siyaset bilimi olmadan beslenemez, siyaset bilimi tarih olmadan temelsizdir” (Lipson, 1981: 18 ). Siyaset Biliminin Siyaseti 15 manın olmadığı kabul edilmektedir (Magstadat, 2006: 9). Bu kapsamda olmak üzere, siyaset biliminin disiplin olarak gelişiminde, bir yandan farklılaşmanın artmasından bir başka ifadeyle alt disiplinlerin sayısının çoğalmasına bağlı olarak uzmanlaşmanın belirginleşmesi diğer yandan ise, alt disiplinler arasında bütünleşme sorununun ortaya çıkmasından söz edilmektedir (Goodin ve Klingemann, 1996: 3; Stoker ve Marsh, 2002: 3, 4). Siyaset bilimindeki bu, yöntem ve yaklaşım çoğulculuğu,24 eklektik ve interaktif olarak nitelendirilir (Almond, 1996: 89; Parsons, 1968: 5). Kimi yazarlar ise bu durumu, siyaset biliminin geniş bir alan-broad church- olmasına bağlamaktadırlar (Marsh ve Savigny, 2004: 166). Tüm bunlar, siyaset biliminde baskın bir bakış açısı var mıdır? sorusunu gündeme getirmektedir (Marsh ve Savigny, 2004: 159). Soruyu gündeme getiren yazarlar, siyaset biliminde pozitivist yaklaşımın baskın olmakla birlikte, disiplinin pluralist bir nitelik taşıdığı sonucuna varmışlardır (Marsh ve Savigny, 2004: 164). Bunu saptamak için pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların birinde, siyaset bilimi literatüründe sıklıkla kullanılan kelimelerden yola çıkılarak, 1950 ve 1960’larda, nedensel düşünmede artış varken, 1980’lerden sonra, anlatısal –narrative- ve yorumcu –interpretive- terim kullanımında artış görüldüğü saptanmıştır (Steffensmeier, vd., 2008: 11). Marsh ve Savigny ise, ikisi ABD (American Political Science Review-APSR-, American Journal Of Political Science-AJPS-) ikisi Đngiliz (British Journal of Political Science-BJPS-, Political Studies-PS-) olmak üzere alanın önde gelen dört dergisinde yapmış oldukları araştırmada, davranışçı akımın alanda baskın konumunu giderek yitirdiği ve yorumcu yaklaşımların önemli bir gelişme sergilediklerini ortaya koymuşlardır. 1975-1979 dönemi arasında, AJPS’de yayınlanan makalelerin % 73’ü davranışçı yaklaşımı temel almışken, normatif kuram temelli makalelerin oranı % 4; APSR’de, davranışçı yaklaşımı temel alan makalelerin oranı % 61 iken, normatif kuram temelli makalelerinin oranı %11; BJPS’de, davranışçı yaklaşımı temel alan makale oranı % 64, normatif yaklaşım temelli makale oranı % 6 ve PS’de davranışçı yaklaşımı temel alan makalelerin oranı % 73 ve normatif kuram temelli makalelerinin oranı %4’tür. 1997-2002 döneminde ise, AJPS’deki davranışçı yaklaşımı temel alan makalelerin oranı % 56’ya inmiş, normatif yaklaşımı temel alan makale oranı % 6, diğer-pozitivist olmayan kategorideki makale oranı % 23 olmuş; APSR’de davranışçı yaklaşımı temel alan makale oranı % 46’ya düşmüş, normatif yaklaşımı temel alan makale oranı % 20’ye çıkmış, diğer-pozitivist olmayan kategorideki makale oranı ise %13 olmuş; BJPS’de, davranışçı yaklaşımı temel alan makale oranı % 63 olurken, normatif yaklaşımı temel alan makale oranı % 11, diğer-pozitivist olmayan kategorisindeki makale oranı % 17 olmuş ve PS’deki davranışçı yaklaşımı temel alan makale oranı 24 Siyaset biliminde, davranışçılık ve rasyonel tercih kuramının dışında, kurumsalcılık –institutionalism-, feminizm, yorumcu kuram –interpretive theory-, Marxism ve normatif kuram diğer yaklaşımlar olarak sayılmakta ve kabul edilmektedir (Stoker ve Marsh, 2002: 6). 16 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 %38’e düşerken, normatif yaklaşımı temel alan makale oranı % 31, diğerpozitivist olmayan kategorideki makale oranı ise % 25 olmuştur (Marsh ve Savigny, 2004: 162, 163). Tüm bunlar, siyaset biliminde bir paradigma değişimi yaşandığını ortaya koymaktadır. Ancak bu değişim, siyaset biliminin incelenen nesne olarak konumlanışında köklü bir değişiklik yaratmamış, 1950’li yıllarda dışlanan siyasal kuramın yeniden, siyaset bilimi alanına geri dönmesi sağlanmıştır. Ancak, bu dönüş yorumcu yaklaşım odaklı siyaset kuramı ekseninde olmuştur. Yorumcu paradigma beraberinde, varolan siyaset tanımının eleştirisiyle birlikte reddini de gündeme taşımıştır. Fakat bu ret, siyasal olana yönelik olmaktan çok, siyasal alanın formları odaklı olmuştur. Dolayısıyla bu ret, bir yandan nesnel bir değişme zorlamasının sonucu iken diğer yandan bu zorunluluğa ilişkin farklı ve çeşitli öznelliklerin inşa çabalarını da ifade etmektedir. Paradigmasal farklılaşma, nesnel zorunluluk eksenindeki öznel inşa konumlarını göstermekte olduğundan, siyasal olanın kapitalizm bağlamındaki nesnel antagonistik niteliği kapsam dışı tutulmuş, tutulmaktadır. Bu başlık altında sonuç olarak şu söylenebilir; siyaset biliminin bilimi, kapitalist-modern toplum eksenli bir bilim siyaseti kapsamında bir bilimselleşme sürecini içermiş, yorumcu paradigmalar, bilim siyaseti anlamında bir değişiklikten çok sadece bir paradigma değişimi olarak farklılaşmışlardır. Siyaset Biliminin “Siyaseti” Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılma süreci, siyasetin disipliner olarak yapılandırılmasını kapsamaktadır. Bu süreçte belirginleşen iki boyut vardır. Bunlardan biri yukarıda ele alınan, siyaset biliminin belli bir bilim paradigması, hatta daha basit ifadeyle, belli bir bilim tanımı ya da yaklaşımından hareketle bilimleştirilmesidir. Diğeri ise, bu bilimleştirme sürecinde incelenen nesne olarak konumlandırılan siyasetin niteliğidir. Đki boyut, siyasetin belli bir bilim siyaseti ve siyasetin de belli bir ideolojik konumlanış temelinde yapılandırıldığı sonucunu doğurmaktadır. Bu sonuç, siyasetin içeriği ve siyasete ilişkin bilginin niteliğine ilişkin ipuçları sunmaktadır. Bu kapsamda olmak üzere, siyaset biliminin ürettiği bilginin niteliksel olarak belli bir siyaseti yansıttığı iddia edilebilir. Siyaset biliminin inceleme nesnesi olan siyaset, günümüzde, hem postmodern hem de post-Marxist yaklaşımlarda eleştirilmekte ve yerine farklı bir siyaset önerilmektedir. Aslında, günümüzdeki bu eleştirilerden önce, genel olarak Marxism’de, siyasetin kapitalizm içinde konumlandırılışı saptanarak, hem bir reddiye ortaya konulmuş hem de sosyalizmin sınırları kapsamında olmak üzere, eleştirel bir alternatif siyasi strateji üretilmiştir. Ancak günümüzde, Marxism de, eleştirilen bu siyaset kapsamında belli bir yere oturtulmakta hatta bu siyasetin yapısal konumlanışı ile ontolojik benzerlikleri kurulmaktadır. Söz konusu siyasetin, iddia edildiği gibi, siyasetin inceleme nesnesi olarak bilimsel- Siyaset Biliminin Siyaseti 17 leşme sürecinin bir söylemi mi olduğu yoksa kapitalizmin yapısal ayrışmasının bir unsuru olarak, bu unsurla aynı tarihsellik kapsamında konumlandırılıp mı, somutlaştırıldığının tartışılması gerekmektedir. Siyasetin Siyasal(ı) -OlanıSiyaset bilimi, siyaset kavramını üç yönde25 açımlamış ve geliştirmiştir. Bunlardan, ilki, siyasal kamunun kurumsal düzeni, toplumun kendini örgütlemesi olarak siyaset-polity - (Beck, 1999: 160). Bu siyaset, siyasetin biçimsel unsurunu oluşturmakta ve odağında da devlet bulunmaktadır. Nitekim ana akım literatürün, siyaset biliminin devleti ve insanların hükümetle olan ilişkilerini incelediği yönünde genel kabulü vardır (Jacobsohn, 1998: 4). Ana akımın önde gelen isimleri, siyasetin temel olarak değerler arasında bir seçim olmasından dolayı devleti gerektirdiğini çünkü bu yapıların tercih ettiğimiz değerlerle işlerlik kazandığını savunmaktadırlar (Lipson, 1981: 13). Lipson, bu siyaset kabulünden hareketle, siyasetin özünü beş temel konunun oluşturduğunu belirtir: 1. Eşitlikeşitsizlik temelinde, yurttaşlığın dışlayıcı mı yoksa kapsayıcı mı olduğu? 2. Çoğulcu-monist devlet ikilemi temelinde, devletin eylem alanının sınırının ne olduğu? 3. Özgürlük-diktatörlük karşıtlığında, otoritenin hükümet veya halktan mı kaynaklandığı? 4. Otoritenin yapısından hareketle, gücün yoğunlaştırılması ya da dağıtılmasının gerektiği? 5. Devletler yığını ve evrensel devlet ikileminde, bir devletin optimum büyüklüğünün ne olması gerektiğidir? (Lipson, 1981: 1418). Lipson her ne kadar, otorite ve özgürlük sorunlarına vurgu yapmış olsa da, tüm siyasal etkinliği devlet ekseninde yorumlayıp, kavradığı açıktır. Siyaset biliminin siyaset kavramını geliştirdiği ikinci yön, toplumsal ilişkilerin biçimlendirilmesine yönelik siyasal programların içeriklerinin belirlenmesi anlamında siyaset-policy- (Beck, 1999: 160). Bu siyaset ise, ilkinden çok da farklı olmayan biçimde, siyasetin bir başka biçimsel yönü olan, karar alma süreçlerine ilişkindir. Üçüncü ve son yön ise, iktidardan pay almaya ve iktidar konumlarına yönelik, siyasal tartışma süreci olarak siyaset-politics-(Beck, 1999: 160). Aslında, diğer iki unsur temel olarak bu son unsur üzerinde yükselmektedir. Siyaset biliminde, iktidar daha çok devleti ve iktidar mücadelesi de devletteki konumları seçim yoluyla ele geçirmeyi içermekte ve bu konumlar yoluyla bir pay dağıtımı etkinliği yürütülmektedir. Nitekim siyasal kararların çoğu kaynak tahsisiyle ilgilidir (Ethridge ve Handelman, 2004: 10).26 Burada, siyaset-devlet özdeşliği bir yandan olgusal bir durum iken diğer yandan bu olgusallık temelinde öznel bir 25 Đlgili literatürde, farklı sınıflandırmalar da yapılmaktadır. Bunlardan birinde, siyasetin dört farklı boyutuna vurgu yapılır: Siyasetçilerin işi anlamında bir aktivite olarak siyaset; güncel işler -current affairs- olarak siyaset; hükümetin eylemleri olarak siyaset ve çatışma ve çatışmaların çözümü olarak siyaset (Bealey, vd., 1999: 4, 6). Siyasal kararların etki ve güç içermesinden dolayı, siyaset, negatif ve kötüleyici anlamda da kullanılmaktadır (Ethridge ve Handelman, 2004: 4). 26 1896 tarihli Introduction to Political Science kitabında, siyaset biliminin sadece medeni devletlerle ilgili olduğu “vahşi” ve “barbarların” oluşturduğu birliklerin kapsam dışı olduğu belirtilmiştir (Ford, 1905: 204). 18 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 içeriği de barındırmaktadır. Yasacı-formalist siyaset bilimi, hem siyasetin bu konumlandırılışını somutlaştırmakta hem de yeniden üretilmesini sağlayıcı nitelikte bilgi üreten bir siyasallılık içermektedir. Davranışçı formalizmde, devletle özdeşlik aşılmış olsa da, siyasal olan davranışa indirgenerek, siyasal alan içinde somut bir nesne konumu üzerinde yapılandırılmıştır. Siyasetin bu açıklanış biçimleri, siyasetin devlet ile özdeş olduğu sonucunu doğurmaktadır.27 Bu aynı zamanda, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılışını belli bir somutu referans almasından dolayı kolaylaştıran bir kavramlaştırmadır. Ancak, Carl Schmitt’in, bu kavramlaştırmanın sınırlarını aşmaya yönelik olarak kullandığı siyasal (olan) kavramı- the political- siyasetin siyasalını ortaya koymak bakımından sınırlı da olsa yol göstericidir. Schmitt’e göre, siyasal kavramını açıklamak için iktidarı esas alan tanımlarda, iktidar devlet iktidarı olarak anlaşılmakta böylece devlet siyasal bir şey, siyasal olan da devlete ilişkin bir şey olarak görülmektedir. Siyaset- devlet özdeşliğinin sonucunda, devlete ilişkin olmayan her şey apolitik kabul edilir (Schmitt, 2006: 40, 41). Schmitt’in temel tezi, siyasal kavramının, devlet kavramından önce geldiğidir (Schmitt, 2006: 39). Siyaset biliminin inceleme nesnesi olan ve pratik yaşantıda da eylemliliğin konusu olan siyaseti, Mouffe, öncelikle liberal siyaset olarak adlandırmakta ve rasyonel, evrenselci, bireyci niteliklerinden dolayı eleştirmektedir (Mouffe, 2008: 14). Mouffe’un liberal siyasetin niteliğini saptamaya ilişkin en önemli katkısı, bu siyaseti toplumsal yaşamdaki antagonizmaların yerini kavrayamamak olarak açıklamasıdır. Mouffe’a göre, liberalizmde siyaset, bireyler arasındaki rasyonel bir mücadele olarak tanımlandığından, siyasetin antagonizma ve iktidar boyutu ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla, liberal düşüncede antagonizmasız bir çoğulculuk vardır (Mouffe, 2008: 14, 190, 209). Mouffe’a göre de, siyaset belirli bir kurum tipiyle sınırlandırılamaz. Toplumun belirli bir alanının ya da düzeyinin inşa edicisi olarak düşünülemez. Siyaset, her insan toplumuna içkin olan ontolojik koşulu belirleyen bir boyut olarak algılanmak zorundadır (Mouffe, 2008: 15). Böylece, Mouffe, liberalizmin siyaseti araçsal bir etkinliğe indirgediği sonucuna ulaşır (Mouffe, 2008: 57). Bu araçsal nitelik, Mouffe’a göre, liberal demokrasinin gücünü oluşturur. Çünkü, husumet potansiyelini zararsız hale getiren bir yöntemle düşmanlık öğesini biçimlendirebilen kurumlar sağlar. Bu kurumlardan en önemlisi, yurttaşlıktır. Modern kamusal yurttaşlık alanı, bölünme ve antagonizmanın tanınmasını engelleyerek bütün öznellikleri ve farklılıkları özel alana indirgeyen evrenselci ve rasyonel tarzda inşa edilmiştir. Modern yurttaşlık, kamusalı homojen ve evrensel alanına sokarak, farklılığı özele taşımaktadır (Mouffe, 2008: 18, 126, 129). Giddens da, temsili demokrasinin liberal demokrasi olduğunu vurgulayarak, bunun karakteristi27 Nitekim ana akım kitaplarda, siyaset biliminin devlet bilimi olduğu ve temel amacının devletle ilgili olguları toplamak ve sınıflandırmak olduğu belirtilmektedir (Jacobsen ve Lipman, 1965: 2). Siyaset Biliminin Siyaseti 19 ğinin, demokrasinin siyasal alana hapsedilmesi olduğunu kabul eder. Liberal demokrasilerde parlamentoların siyasal konularda uzlaşmanın sağlandığı kamu alanları olmaları beklenir (Giddens, 2002: 65, 117). Tüm bu tartışmalar, siyasetin, siyasal alanın devlet olarak somutlaştırılmasının olgusallığını dolaylı da olsa onaylamaktadır. Bu olgusallık, siyasal olanın siyaset biçiminde araçsallaştırılması ile öznel bir konumlanışta yapılandırılıp, inşa edilerek ideolojik bir içeriğe de büründürülmüştür. Dolayısıyla, Schmitt, Mouffe ve Giddens’ın saptamaları, eleştirellik ve reddiye içerse de, belli bir olgusallığı ihmal etmemekte ya da edememektedir. Bununla birlikte, özellikle Schmitt ve Mouffe’un varolan somutluk dışında ve bu somutluğu açıklamaya yönelik olarak siyasal (olan) kavramını kullanmaları, siyasetin konumlanışını kavrama olanağı sağlamaktadır. Ancak, siyasal (olan)a verilen içerik tartışmaya açıktır. Schmitt ve Mouffe’da siyasal kavramının içeriğini, antagonizma ya da dostdüşman ayrılığı oluşturmaktadır. Schmitt’e göre, siyasal eylem ve saikleri açıklamakta kullanılabilecek özgül siyasal ayrım, dost-düşman ayrılığıdır. Dostdüşman ayrımının işlevi, bir bağın ya da ayrılığın bir birleşme ya da ayrışmanın en uç yoğunluk derecesini ifade etmesidir. Bu ayrımda siyasal düşmanın, ahlaken kötü, ekonomik olarak rakip olması gerekmez. Önemli olan, siyasal düşmanın öteki, yabancı olmasıdır. Düşmanlık ötekinin varoluşsal olumsuzlanmasıdır (Schmitt, 2006: 47, 53). Benzer biçimde Mouffe da, antagonizmaların kurucu dışsal rolü oynayacak ötekinin belirlenmesiyle ortaya çıktığını; onların sınırlandırmasının bizi yarattığını belirtir. Onlar boyutu, antagonizmanın inşa edici yönüdür. Biz boyutu da, dostun kuruluş cephesidir (Mouffe, 2008: 15, 21). Mouffe’a göre, siyasal yaşam, kollektif kamusal eylemle ilgili olduğundan, bir farklılık ve çatışma bağlamında biz’in inşasını amaçlar. Ancak biz’in kurulması için onlardan ayırt edilmesi gerekir. Bu da bir sınır kurmak bir düşman tanımlamak anlamına gelir (Mouffe, 2008: 106 ). Mouffe iki tür antagonizma ortaya koyar. Tam anlamıyla antagonizma diye adlandırdığı, ortak paylaşılan bir sembolik alanın olmadığı, düşmanlar arasındaki antagonizma ve paylaşılan bir ortak sembolik alanın olduğu muarızlar arasında bir çekişme-agonism- olarak antagonizmadır (Üstüner, 2007: 322). Schmitt, dost-düşman ayrımını, dini, ahlaki, hukuki ve ekonomik alanlara dayandırmaz. Siyasal kavramının özerk bir kavram olduğunu ve siyasal olanın kendine özgü bir alanı olmadığını vurgular. Yine, Schmitt’e göre, dost-düşman ayrılığı ortadan kalkarsa siyasal yaşam da ortadan kalkar (Schmitt, 2006: 48, 56, 58, 71).28 Dolayısıyla, Schmitt, tüm diğer toplumsal “kategorileri”-“boyutları” özerk siyasal kavramı ekseninde inşa etmektedir. Nitekim dinsel, ekonomik karşıtlıklar insanları dost-düşman olarak ayrıştıracak kadar güçlü olmaları halinde, siyasal bir karşıtlığa dönüşeceklerdir ve bir sınıfın 28 Beck’e göre ise, her şeyin siyaset olduğu düşüncesi, aynı zamanda her şeyin iktisat ya da kültür olduğu düşüncesiyle tamamlanmadıkça bizi yanlış yola götürür (Beck, 1999: 199). 20 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 bir başka sınıfsal karşıtını gerçek bir düşman olarak gördüğünde, salt ekonomik bir kategori olmaktan çıkıp, siyasal bir birime dönüşecektir (Schmitt, 2006: 57). Ayrıca, Schmitt her ne kadar, siyaset-devlet özdeşliğini eleştirse de, en yoğun ve uç karşıtlık olarak nitelendirdiği siyasal karşıtlıkta; dost ve düşmanın kim olduğuna karar verenin yine devlet olduğunu belirtir. Bunu ise, bir bireyin siyasal düşmanı olamayacağına dayandırır (Schmitt, 2006: 50, 71). Siyasal birlik düşmana ilişkin gerçek bir olasılığı yani varolan başka bir siyasal birliği gerektirir. Siyasal olan her durumda daima kriz anına odaklanmış gruplaşmadır. Kriz anına odaklanmış bir gruplaşma daima tayin edici, insani bir gruplaşma yani siyasal birliktir (Schmitt, 2006: 58, 74). Siyasi birliğin tayin edici ve kriz anında belirleyici olan birlik olması (Schmitt, 2006: 62, 63), Schmitt’in, siyaset-devlet özdeşliğine yönelik eleştirisinde, siyasi birliğe tayin edici konum biçerek, bir anlamda devleti, totalite olarak siyasal olana içkin ve liberal olmayan bir nitelikte yeniden inşa etmektedir. Bu aşamada, Schmitt’in siyasal kavramının siyasalı ortaya çıkmaktadır. Nitekim Schmitt, savaşı en uç siyasal araç olarak nitelendirir ve her türden siyasi tasavvurun temelinde yatan dost-düşman ayrılığı olasılığını açığa vurduğunu vurgular (Schmitt, 2006: 55). Mouffe da, liberal demokraside, siyasetin, ekonomiye indirgenmiş olduğunu, bütün etik bileşenlerinden soyulduğunu vurgulayarak özel ahlak alanı ile kamusal siyaset alanı arasındaki bölünmenin, tüm normatif yönleri bireysel ahlaki alana indirgediğini saptar (Mouffe, 2008: 167). Oysa ki Mouffe, ekonomik eşitsizlikleri siyasalın oluşturuculuğuna havale ederek, kapitalizmi görünmez kılmaktadır (Üstüner, 2007: 335). Geleneksel olarak adlandırılan siyaset eleştirilirken kullanılan siyasal (olan) kavramı, antagonistik ilişkiler temelinde tanımlandığında, siyasetin formalistliği ortaya konulmaktadır. Nitekim antagonizmanın tanımlanışı, siyasal olanın niteliğini görünür kılar. Ancak, Schmitt ve Mouffe’un antagonizmayı içeriklendirmesinin, siyasal olanın yine, siyasal alanın olgusallığının sınırları kapsamında farklılaştırıldığını göstermektedir. Bunun en önemli kanıtı, Mouffe’un, dostanedüşman tanımlamasıyla, siyasalın içeriğini oluşturduğunu iddia ettiği antagonizmayı, demokrasinin gerçekleşeceği alan olarak öngördüğü siyasette varlığını koruduğunu ileri sürerek, silikleştirmesidir (Üstüner, 2007: 322). Siyasetin araçsal niteliğine farklı bir siyasal ve yöntemsel konumdan, Marxism’den yaklaşan Holloway, devrimci mücadelenin devleti ele geçirmek üzere kurgulanmış siyasetinin, ontolojik anlamda Marxism’le çeliştiğini iddia etmektedir. Holloway’e göre, dünyayı devlet aracılığıyla değiştirmek, devrimci düşünce üzerinde yüzyıl boyunca baskın olmuş bir paradigmadır. Bu paradigma çerçevesinde, reform seçim kazanarak değişimi parlamenter yöntemlerle kabul ettirmek iken, devrim, devlet iktidarını ele geçirerek radikal değişiklikleri ani gerçekleştirmek anlamına gelmektedir (Holloway, 2003: 25, 26). Oysa ki Holloway’e göre, devlet, iktidar ilişkiler ağında bir düğüm, para ve sermaye gibi toplumsal ilişkilerin şeyleşmiş bir biçimi, dolayısıyla da, kendi içinde bir şey Siyaset Biliminin Siyaseti 21 değil, toplumsal bir form, kapitalist toplumun toplumsal ilişki bütünlüğünün bir öğesi olduğundan, sadece kapitalist toplumun devleti değil, kapitalist devlet niteliğinden dolayı, devlet iktidarını ele geçirmek amacı, devletin kapitalist doğasına karşı araçsal bir bakışı yansıtır (Holloway, 2003: 28, 36, 115, 130-132). Araç ifadesi ise, devlet ile kapitalist sınıfın ilişkisinin dışsal olduğu anlamını taşır. Bu devletin kendi toplumsal koşullarından izolasyonu ve otonomizasyonu anlamına gelir. Nitekim eyleyişi bölmeye karşı mücadeleyi devlet aracılığıyla gerçekleştirmek devletin kendi varlığının bu eyleyişi ayırma sürecinin bir toplumsal ilişki biçimi olmasından ötürü anlamsızdır. Tüm bunlar, iktidarı ele geçirmek için alınan görevleri, doğal olarak iktidarın kendisi için alınan görevler haline getirir (Holloway, 2003: 29, 31, 286). Devletin kapitalist niteliğinden hareket eden Holloway, iktidar olarak, iktidar-dışı ilişkiler üzerine kurulu bir toplum yaratılamayacağı sonucuna varır (Holloway, 2003: 33). Beck de, siyaset kavramı yerine siyasal olandan hareket ederek, siyasal olanın insani varoluşun evrensel temel koşulu olduğunu iddia eder. Siyasi olan, biçimsel yetki alanlarını ve hiyerarşileri parçalayıp geçer ve onların ötesine taşar. Beck’e göre, basit modernliğin ulusal devlet demokrasisi anlayışı içinde siyasal olan, yalnızca partilerin iktidar arpalıkları ve kumanda mevkileri uğruna belli kurallara uygun olarak yürüttükleri bir mücadeleden ibarettir. Basit modernliğin siyaset kavramı, bir yönü sağ-sol kutuplarının, diğer yönü kamusal-özel kutupları doğrultusunda uzanan bir eksen sistemine dayanır. Siyasal oluş, insanların özel alanı terk edip kamusallığa doğru ilerlemesi ya da tersine partilerin hükümetin yürüttüğü siyasayı özel alanın her tarafına yayma talebidir. Yurttaş siyasete gelmezse siyaset yurttaşa gider (Beck, 1999: 66, 154, 203, 227, 228). Bauman da siyaset ile siyasal olanı özdeş olarak kullanmayan düşünürlerdendir. Ona göre de, siyaset salt siyasi olandan, yani iktidarın uygulanmasıyla ilgili olandan farklıdır. Siyaset fiili geçerliliği ile övünen kurumları meşru geçerlilik sınavına tabi tutmaya çalışan etkin ve pratik bir çabadır (Bauman, 2000: 94). Đncelenen nesne olarak siyasetin niteliğini yine bu siyasetten yola çıkarak ortaya koymak olanaklı değildir. Çünkü, varolan veri-siyasette, kendine dönük bir inceleme ve sorgulama, devlet veya davranışın tanımlı sınırları ile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bu nesneye dışarıdan bakış ya da inceleme, nesnenin konumlanışını belirlemek değil, nesnenin yeniden üretimini kapsamaktadır. Dolayısıyla, siyasal (olan) kavramı, siyasetin niteliğini ondan yola çıkmadan, onun konumunu saptamak olanağı vermektedir. Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılması, siyasal olandan hareketle ortaya konulabilir. Ancak burada, hem olgusal referansı olan hem de siyaset ve siyasal olan arasında farklı antagonizma tanımlamalarının öznel niteliği dışında nesnel antagonistik konumu ortaya çıkaran bir ara kavram olarak siyasal alana gereksinim vardır. Siyasal alan, siyasal olanın tarihsel somutluğu olarak, bu somutluk temelinde, formların inşa edildiği gerçekliktir. Siyaset biliminin siyaseti, siyasal alan kapsamında inşa 22 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 edilmiştir. Siyasal olan da bu alanla sınırlandırılmıştır. Siyasal alan, kapitalizmin karakteristiklerindendir. Ancak, mutlak olarak devletle özdeş bir nitelik taşımaz. Kapitalizmde, siyasal olan, siyasal alan ile sınırlandırılmış nesnel antagonistik konumdur. Ancak, bu konum, siyasal alan kapsamında değil, onun dışında sınırlandırılmıştır. Siyasal ve Olan Günümüzde, post-modern ve post-Marxist yaklaşımlarda, siyaset kavramının ve olgusunun eleştirildiğinden bahsetmiştik. Bu eleştirilerde, Schmitt’in siyasal olan kavramının yeniden gündeme getirildiğini ve geleneksel olarak adlandırılan siyaset kavram ve olgusunun konumunu sorgulamada elverişli bir araç olarak kullanıldığını ele aldık. Tüm bu tartışmalarda, yeni bir siyasal olan da önerilmektedir. Nitekim post-modernizm, yeni bir siyaset projesine temel oluşturmakta, siyasetin temel örgütlerinin ya da öznelerinin yeniden tanımlanmasını öngörmektedir (Çitçi, 2008: 4). Ancak bu siyasalın, olan ile ilişkisinin nasıl kurulduğu, bu bağlamda siyaset kavramından farklılaşmanın hangi düzey ve içerikte oluştuğu çok fazla ele alınmamıştır. Yazının genel amacı kapsamında, siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılmasında, siyasal olana ilişkin eleştiri ve önerilerden yola çıkılarak, siyaset biliminin siyasetinin niteliğinin ortaya konulması gerekmektedir. Küresel dönemin siyasetinin niteliğini saptamak çok kolay değildir. Bunun en önemli nedeni, bu siyasetin nesnel koşullar kapsamındaki konumu ile bu siyaseti inşa etmeye dönük önerilerin öznel niteliğinin şizofrenik düzeyde birbirine karıştırılmış olmasıdır. Nitekim literatürde, siyasal kurumların hükümetle sınırlı olmadığı, toplumda güç uygulamasının sadece devlet tarafından yapılmadığı, “geleneksel siyaset” tanımlarında, kadınlar, etnik azınlıklar gibi belli grupların dışlanarak, onların iyi tanımlanmış bir özel alanla sınırlandırıldığı, dolayısıyla da “geleneksel siyasal” incelemenin, yurttaş ile devlet arasındaki ilişkinin sorunları üzerine yoğunlaştığına vurgu yapılır (McAuley, 2003: 4, 12, 13). Bu açıklama biçiminde, günümüzde oluşmaya başlayan siyasetin ön-kabullerinden yola çıkılarak, mevcut siyasetin yetersizlikleri vurgulanmaktadır. Kadın veya etnik azınlıkların siyasetten dışlanmasının neden şimdilerde gündeme geldiği, gündeme gelmesinin koşullarının ne olduğuna ilişkin bir soru sorulmamaktadır. Bir başka açıklama biçiminde ise, soğuk savaş sonrasında düşman imgesinin son bulmadığı, düşman imgelerinin başka düşman imgeleriyle ikame edildiği, düşman imgelerinin dışa değil içe dönük olduğu ve yeni-milliyetçiliğin içe dönük düşman imgesine dayandığı belirtilir (Beck, 1999: 220, 222). Bu açıklama biçiminde ise, somut bir duruma/olguya referansla, etnik kimlikler sorunu açıklanmaya çalışılmaktadır. Siyasetin dönüşmesi veya yeniden yapılandırılması konusu da, siyasala verilen anlam ve siyasalın olan ile ilişkisi kapsamında ortaya konulmalıdır. Siyaset Biliminin Siyaseti 23 Siyasetin niteliğine yönelik bu eleştiriler tek başına söylemsel bir içerik taşımaz hatta tersine olandan yola çıkılarak açıklanmaya bir bakıma da meşrulaştırılmaya çalışılır. Bauman’a göre, zamanımızın en belirgin özelliği iktidarın siyasetten kopuşudur. Bu kopuş, küreselleşme ile ilişkilendirilmekte; iktidar ve siyaset farklı mekânlarda ikamet etmeye başlayarak, siyasetin evi fiziksel coğrafi mekân olarak kalırken, sermaye, fiziksel mekânın nötralize edildiği sibermekânda ikamet etmeye başlamıştır. Bir başka ifadeyle, sermaye mekân-dışı kalmıştır. Süreci iktidarın akması olarak yorumlayan Bauman’a göre, iktidar, üzerindeki kısıtlamaların azalması nedeniyle mekân-dışılaşmıştır (Bauman, 2000: 83, 84, 129, 130). Aynı süreci Beck, birleştirici düşman imgesinin yok olmasına bağlayarak, sağ-sol ayrımında kesinliklerin bulanıklaşmasını belirsizliğin geri dönüşü anlamına geldiğinden; büyük partileri, sınıfı, ulusu, sona eren bir sanayi çağının dinazorları görüntüsünde, iktidardaki müzeler olarak tanımlar (Beck, 1999: 217). Yine Beck’e göre, artık seçimler onaylayıcı bir çoğunlukla yani daha iyi aday ve programlar sunmasından dolayı değil, bir partinin kendine oy vermeyecek seçmen potansiyelini düşük tutması sayesinde, başarısızlıklarının diğer partilerden daha az olmasıyla kazanılmaktadır. Yerleşik rakip partilerin sıfır toplamlı oyunu artık yürümemektedir. Hem iktidar hem muhalefet oy kaybına uğramıştır (Beck, 1999: 213, 214). Mouffe’a göre de, komünizmin çökmesiyle birlikte, bununla oluşan dost-düşman sınırı, eski etnik, ulusal, dinsel antagonizmaların yeniden canlanmasına neden olmaktadır (Mouffe, 2008: 16). Giddens’a göre ise, sağ ve solun anlamlarını yitirmesi29 ve her türlü siyasal bakışın tükenmesinin nedeni, modern toplumun değişmesiyle ilişkimizin değişmiş olmasıdır (Giddens, 2002: 82). Tüm bu süreçle birlikte artık, sanayi çağının siyasal dizilimi bir yandan siyasal olmaktan çıkarken diğer yandan sanayi ideolojisinde siyasal bir nitelik taşımamış olanlar siyasallaşır. Siyasal olanın kategorileri değişime uğrar. Sanayi kapitalizminde siyasal olanın menzili dışında kalan karar verme alanları, özel yaşam, siyasal tartışmaların hücumuna uğrar. Bir anlamda, siyasallık özel alanın ortasında yuvasını kurmuş, kuluçkaya yatmıştır (Beck, 1999: 154, 229 ). Bu değişimin en önemli özelliği, “mahremiyet” hakkına dayalı özel alanın şimdi “aleniyet” hakkına sahip alan haline gelmiş olmasıdır. Böylece kamusalın tanımı da değişmiş, özel meselelerin ve tek bir kişiye ait mülklerin sergilendiği alan haline gelmiştir. Kamusal olanın kendi ayrı içeriğinden boşaltılması ona ait bir gündemin olmadığı anlamına gelmektedir. Kamusal alan, artık özel dertler, kaygılar ve sorunlardan oluşan bir yığından ibarettir. Süreç, kamusalı daraltıp, yeniden yapılandırırken, özel hayat, siyasi alanın görüş, görüşme ve uzlaşma işlevine göre şekillendirilerek kamusallaştırılmaktadır. Gündem ve kod belirleme işlevi, siyasi kurumlar dışındaki güçlere devredilmiştir. Piyasa baskıları başlıca gün29 Ayni yönde; sağ-sol ayrımı artık anlamsızlaşıyor (McAuley, 2003: 2). 24 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 dem belirleyicileri olarak siyasi yasamanın yerlerini almaktadır (Bauman, 2000: 74, 75, 77, 83, 84). Bu süreç bir olan olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka ifadeyle, kapitalizmin, refah devleti kapitalizmi aşamasının sona ermesi ile birlikte siyasetin biçim değiştirmesi bir zorunluluk olarak kendini dayatmıştır. Dolayısıyla, küresel kapitalizm aşamasında, siyasal olanın dönüştüğünden söz etmek olanaklı değildir. Daha çok siyasetin formu değişmiştir. Bu çerçevede bir yeniden yapılandırılmadan söz edilebilir. Bu aşamada, nesnel değişime yön vermeye yönelik değişik siyaset önerileri de ortaya atılmıştır. Bunlardan en dikkat çekenlerden biri, radikal demokrasi önerisidir. Radikal demokraside siyasetin varlık nedeni, çokluk, çoğulculuk ve çatışma olarak açıklanır. Bu kapsamda olmak üzere, işçilerin çıkarlarının, kadınların, göçmenlerin hakları pahasına savunulması yerine, bunların birlikte eklemlenmesini sağlayacak yeni özne pozisyonlarının yaratılması önerilmektedir (Mouffe, 2008: 37). Bu önerinin iki temel gerekçesi vardır. Đlki, üniter özne fikrinin sorun kabul edilmesi ve özcü toplumsal bütünlük kavramını reddediş (Mouffe, 2008: 40, 41). Bu gerekçeler temelinde, radikal demokraside, farklı mücadeleler arasında eşdeğerlilik zinciri oluşturmak amaçlanarak, özne konumları arasında, önsel ve zorunlu bir bağın varlığını reddetmek yoluyla aralarında tarihsel, olumsal ve değişken bağlar kurmaya yönelik çabalar oluşturulmaya çalışılır. Yurttaşlığın yasal bir statü olarak değil, bir siyasal kimlik biçimi olarak yeniden yapılandırılması önerilmektedir (Mouffe, 2008: 118, 101). Beck ise siyasallığın icadı kavramıyla, kuralları uygulayan değil, kuralları değiştiren bir siyaset, sadece siyasetçi siyaseti değil, toplum siyaseti ve iktidar siyaseti değil, biçimlendirici siyaset önermektedir (Beck, 1999: 17). Yine Beck’e göre, kurallar tarafından yönlendirilen siyaset ile kuralları değiştiren siyaset arasında fark vardır. Kurallar tarafından yönlendirilen siyaset, ulusal devletçi sanayi ile refah toplumunun, yani basit modernliğin kapsamındadır. Kuralları değiştiren siyaset ise, siyasetin siyasetine yöneliktir. Günümüzde siyasetin çekirdeği kendi kendini örgütleyebilme yetisidir. Kendi kendini örgütlemek, özgür güçlerin toplumun en derin katmanlarında yani iktisadi, yerel ve siyasal eylemsellik içinde yeniden birleşmesidir. Statüko siyasetinin koyduğu çerçevenin dışına çıkmak, bunu genişletme değişik biçimde yeniden yapılandırma zorunluluğu vardır. Siyasal olanın icadı bunu hedefler (Beck, 1999: 201, 203, 209, 210). Leca’ya göre ise, tüm bu süreç kosmopolitik’in yeniden canlanmasıdır (Leca, 2011: 95). Holloway farklı bir konumdan konuya yaklaşarak, yapma-gücünü özgürleştirme ve insan eyleyişini sermayeden serbestleştirmenin bir siyaset değil, anti-siyaset olduğunu belirtir. Tek yol, iktidarın fethi değil çözülüp yok edilmesidir (Holloway, 2003: 37, 285). Siyasetin incelenen nesne olarak konumu, nesnel-yapısal süreçler ve antagonizmaların niteliği ve fail sorunu ekseninde ortaya konularak, siyaset biliminin siyasetinin niteliği tartışılabilir. Bu kapsamda olmak üzere, siyaset, siyasal alan ve siyasal olan kavramlarının ayrıştırılması ve içerik sınırlarının açıklanması ge- Siyaset Biliminin Siyaseti 25 rekmektedir. Siyasetin ve siyasal olanın ne olduğuna ilişkin yukarıda konuyla ilgili birçok tartışmaya yer verdik. Ancak burada şunu yeniden belirtmek gerekir ki, siyasal alan, kapitalizmin tamamlayıcı bir unsuru olarak tarihsel zeminde oluşmuştur. Bu oluşum, farklı tarihsel dönemlerde farklı formlara bürünmüştür. Dolayısıyla, siyasal alan, ekonomik alanın yanında biçimsel olarak ayrışmış ancak yansıma ya da belirlenmiş bir kategori değil, tersine ekonomik alanla içsel bağlantısı olan bir gerçeklik niteliğindedir. Bu yönüyle de kapitalizme özgüdür ve bu niteliği aynı zamanda kapitalizmin özgünlüğünü oluşturur ve yeniden üretir. Kapitalizmde, siyasal alan, modern/ulus-devlet şeklinde somutlaşmıştır. Dolayısıyla, belli tarihsel sınırlılıkları kapsamında olmak üzere, kapitalist toplumda, siyasal alan ile devlet arasında kısmi bir özdeşlik olduğundan söz edilebilir. Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılmasında, konumlandırılan siyaset siyasal alan kapsamında formlaşmıştır. Siyaset bilimi ise, bu yönüyle, bir form olan siyaseti siyasal alan sınırları içinde incelemektedir. Bir başka ifadeyle, siyaset biliminin, siyaset bilimsel niteliği, incelediği nesnenin niteliğinden ayrışmaz. Tüm bunlara karşılık siyasal olan kavramı, doğrudan doğruya ne siyasete ne de siyasal alan kavramına denk düşer. Bunu aşağıda ele alacağız. Burada, yeni post-modern siyasetin, devlet merkezli siyasete ilişkin eleştiri ve retlerinin, siyasetin incelenen nesne konumunu temelde değiştirmediği söylenebilir. Çünkü, siyasal alan, devlet biçiminde somutlaşabileceği gibi başka bir somutluk zemininde de eylemlilik kazanabilir. Dolayısıyla, yeni siyaset ya da postmodern siyaset, siyasal alanın devletle özdeş tanımlaması yerine başka bir alternatif önermesi bakımından, siyasetin incelenen nesne niteliğini değiştirmemiştir. Bu yaklaşımlar, siyasal alanın içeriğini oluşturan siyasal olanın konumuna yönelik bir alternatif ya da eleştiri içermezler. Nitekim Mouffe, siyaseti, siyasal bir cemaati inşa etmeyi ve bir birlik yaratmayı amaçladığı; antagonistik güçlerin hiçbir zaman ortadan kalkmayacak olmasından dolayı çatışma ve bölünme olarak tanımlar. Anlaşma olsa da kısmi ve geçicidir. Çünkü, konsensüs zorunlu olarak dışlama eylemine dayanır (Mouffe, 2008: 106). Mouffe, içeriğini antagonizmaların oluşturduğu bir siyasal olan tanımı yapmakla birlikte, antagonizmaların çoğulluğunu, bir başka ifadeyle, siyasal olanın sadece sınıfa dayalı antagonizmalardan değil, din, etnik kimlik gibi kültürel antagonizmaları da kapsadığını iddia etmektedir. Mouffe, sınıfa dayalı antagonistik siyaseti eleştirirken, siyasal alandan hareket ederek siyasal olanı tanımlamaktadır. Bir başka ifadeyle, soyutlama düzeylerindeki farklılaşmayı göz ardı etmektedir. Kapitalizm koşullarında, sınıf siyasetinin, siyasal alan ekseninde yapılandırılması kaçınılmazdır. Bu yapılandırma, sınıf olgusunun, siyasal olan niteliğini, siyasal alanın nitelikleri kapsamında sınırlandırmaktadır. Mouffe bunu göz ardı ederek, sınıf siyasetini siyasal alandaki sınırlılıklarıyla birlikte, kültürel antagonizmalarla eşdeğerleştirmektedir. 26 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 Bauman’a göre ise, siyasi sürecin günümüzdeki krizi, herhangi bir değerler kümesini ya da tutarlı ve bütünlüklü herhangi bir seçenekler gündemini meşrulaştıracak, yerleştirecek ve ona hizmet edecek kadar etkili bir failin olmayışıdır. Nitekim Bauman, modernliğin en büyük yeniliğinin, düzenin yaratılması, korunması ve sürekliliğinin sağlanmasını bir görev, hedefin bilincinde hep birlikte ve kararlı bir biçimde hareket eden insan eylemi olmaksızın gerçekleştirilemeyecek bir amaç olarak sunması olduğunu belirtir. Düzen kurmak artık bir görev olarak görülmediğinden, bütünlüğün varlığının sürdürülmesi artık bir görev olmaktan çıkmıştır. Büyük görevler yoktur demek ki büyük fikirlere de gerek yoktur. Geleneksel failler etkili eylemlerde bulunmaya muktedir değillerdir (Bauman, 2000: 84, 109, 110). Bauman, fail sorunundan hareketle, siyasal olandaki değişmeyi açıklamaktadır. Ancak, Bauman’ın da temel aldığı siyaset, siyasal alanın sınırlarını aşamayan ancak bu alanın yeniden yapılanmasını veya form değiştirmesini içeren bir siyaset önerisi olmaktan öteye gidememektedir. Nitekim Bauman, siyaset, siyasi olarak denetlenemeyen mekânda serbestçe dolaşabilmek için kendini ondan koparmış güçlere yetişebilmelidir diyerek (Bauman, 2000: 201), siyasal alanın, ekonomik alanla tamamlayıcılık ilişkisinin yeni bir formda kurulmasını istemektedir. Giddens’ın sürekli vurguladığı, artık bir sağ ve solun olmadığı (Giddens, 2002: 54, 55) saptaması da, benzer kabulleri içermektedir. Beck, siyasal olan hem kutuplaştırıcı hem de biçimlendirici ütopik niteliğini yitirdiği şeklindeki saptamanın bir kategori hatasından kaynaklandığını, dolayısıyla da siyaset ve devlet ile siyasetin ve siyasal sistemin eşit sayıldığını; siyasetin bunun için öngörülen arenalarda, buna yetkin kılınan aktörler (parlamento, siyasal partiler) tarafından yapılacağına dair bir beklenti kapsamında olduğunu belirtir (Beck, 1999: 153). Böylece, siyasal alanı, devletle özdeş görmediğini ortaya koymakla birlikte, eski siyaset anlayışıyla ilgili mutabakatın bittiği ve siyasetten özel alana kaçıldığı (Beck, 1999: 157) şeklindeki saptamasıyla, tıpkı Bauman gibi, Batı siyaset geleneğinin tarih-üstüleştirilmiş kategorileri olan, oikos-polis, imperium-dominium ve piyasa-devlet veya ekonomik alan-siyasal alanın dışına çıkamadan ve bu alanla sınırlı bir siyasal olan kavrayışı olduğunu göstermektedir. Buraya kadar olan tartışmalarda, siyasetin bir form olduğundan ve yasacı, davranışçı, yorumcu formalizmler olarak farklılaşabildiğinden söz ettik. Đlgili literatürde de, siyaseti form olarak inceleme nesnesi olarak alan yaklaşımlardan bahsedilmektedir. Nitekim siyaseti bir arena veya belli kurumları referans alarak incelediklerinden dolayı, davranışçılık, rasyonel tercih okulu ve kurumsalcıların, siyasetin formel yönü üzerinden yoğunlaştıkları belirtilir (Stoker ve Marsh, 2002: 9, 10). Temel hareket noktamız aynı olmamakla birlikte ve yorumculuk hariç olmak üzere, bu üç yaklaşımın siyaseti formel olarak ele aldıkları konusunda benzer sonuçlara varmaktayız. Buna karşılık, siyaseti toplumsal bir süreç olarak kavrayan yaklaşımlar da, siyasetin devletin neyi tercih edip etmediğinden Siyaset Biliminin Siyaseti 27 daha fazla bir anlam taşıdığı, doğrusal olmayan bir iktidar tanımından hareket edildiği ve kaynak dağıtımı ile buna ilişkin iktidar üzerindeki mücadele ile ilgili oldukları iddia edilir. Bunlara örnek olarak ise, kadın ve erkek arasındaki güç ilişkilerini inceleyen feminizm, toplumsal gruplar arasındaki mücadeleye yoğunlaşan Marxism30 ve anlatılar arasındaki mücadeleyi ele alan yorumcu yaklaşımlar verilmektedir (Stoker ve Marsh, 2002: 9, 10). Bu saptamalarda, siyaset toplumsal bir süreç olarak nitelendirilip, formun karşıtı olarak toplumsal olan görüldüğünden, yorumcu yaklaşımlar da bu kapsamda değerlendirilebilmiştir. Ayrıca, Marxism’de, siyaset bilimi-kuramı ayrımını önemsemeksizin, ana akım siyasal felsefe, siyasal normların ekonomik temelleri üzerine yoğunlaşmayarak, gerçeği görmemizi engelleyen ideolojik aracın bir parçası olarak yorumlanmasından dolayı (MacKenzie, 2009: 15), Marxism’in yorumcu yaklaşımla sadece “toplumsal” süreçlere odaklanmak bakımından aynı kategoride değerlendirilmesi tartışmalıdır.31 Hem form hem de toplumsal kavramlarının, veri-siyaset, veritoplum ve veri-ekonominin nesnel tarihsellikleri kapsamında öznel inşa nitelikleriyle birlikte tartışması yapılmadan, farklı yaklaşımları aynı kategoride sınıflandırmak sorunludur. Siyasetin “Bilimi” Shapiro, siyaset bilimcilerin, kabul edilmiş bir gerçekliği ortaya koyma ve araştırma gündeminde bulunan yeni sorunların yeniden yorumlanması söz konusu olduğunda sürekli bir role sahip olduklarını (Shapiro, 2002: 616); Laswell ise, siyaset bilimi literatürünün, büyük ölçüde, uygulama görevinde bulunanların mesleki çıkarlarını yansıttığını belirtir (Lasswell, 1963: 24). Johnson ve Reynolds ise, siyaset biliminde yoksulların görüşlerinin ihmal edildiğini, varolan kurumları güçlendirmeye yönelik bir amaç taşındığını iddia etmişlerdir (Johnson ve Reynolds, 2005: 44). Bu saptamalar, siyaset biliminin siyasetinin incelenen nesne olarak konumlanışını yansıtmaktadır. Dolayısıyla, siyasetin bilimselleştirilerek, siyaset bilimi olarak oluşturulma ve inşa edilme süreçlerine göndermede bulunulur. Siyasetin bilimleşme süreci, olgu-değer ayrılığı temelinde, siyasetin tanımlı-veri bir olgu olarak konumlandırılmasıdır. Buna karşılık, Mouffe, siyasetin normatif yönünün geri getirilmesini talep etmektedir (Mouffe, 2008:167). Bundan da görülebileceği gibi, Mouffe, olgu-değer ayrılığı temelinde ve pozitivizmde tanımlı haliyle olguyu temel alarak, en baştan onun pozitivizm dahilindeki yansız nitelendirilmesinin veriliğinde, değerin geri getirilme30 Bilindiği gibi, ana akım literatürde Marxism, araştırma geleneğinden çok ideoloji olarak kabul edilir. Ancak, Marxism, bir araştırma geleneğinde olması gereken üç unsura da sahiptir: Toplumsal ve siyasal ilişkilerin üretim biçimleri tarafından oluşturulması yani ayrı bir ontolojiye sahip olmak. Eleştiri başlığı altında sınıflandırılabilecek, yani bir metodolojisinin olması. Emperyalizm, yabancılaşma, devrim gibi belli kuramlarla ilişki kurulması (Dryzek, 1986: 315). 31 Buna karşılık, “modern” Marxistler’in düşüncelerin bağımsız bir rolü olduğunu kabul ettikleri ve agentların anahtar rolüne vurgu yaptıkları belirtilir (Marsh, 2002: 161, 162). 28 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 sini talep etmektedir. Oysa ki, olgu, kapitalist toplumsal gerçeklik zemininde bir değerselliğe içkindir. Bauman ise, özelin kamusala tercümesi olarak tanımlayıp bilimden çok sanat sıfatını verdiği siyaseti yeniden oluşturmak gerektiğinden bahsetmektedir. Çünkü, özel dertleri toplumsal meselelere dönüştürme sanatı kullanılmaz olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Küresel dönemde, özel dertler bir araya toplanmalarını ve böylece yoğunlaşıp siyasi bir güç haline gelmelerini güçleştiren bir biçimde tanımlanmaktadır. Bauman’a göre, siyaset sanatı, yurttaşları bireysel ve kollektif olarak kendi bireysel ve kolektif sınırlarını koymaya teşvik edebilmek için özgür kılmakla ilgilidir. Bireysel özgürlük ancak kolektif çalışmanın ürünü olabilir. Bugün bireysel özgürlüğü garanti/ emniyet altına alacak araçların özelleştirilmesi yapılmaktadır. Şu anki özgürlük, bireysel seçimlerin zorla sınırlanmasının dayattığı kısıtlamalardan kurtulma yani negatif özgürlüktür (Bauman, 2000: 13, 15, 82, 117). Tüm bu tanımlamalar, siyaset ve siyasal alan ekseninde siyasallık olgusuna yaklaşmaktadır. Siyasal olan da yukarıdaki tartışmalarda da görüldüğü gibi, siyasal alanın sınırları kapsamında içeriklendirilmektedir. Bu süreçlerin incelenmesi, sanat olarak nitelense dahi, siyaset biliminin bilimi dahilinde olacaktır. Bunun ise, siyasal alan merkezli ve formel bir çözümleme olduğu sonucuna varmıştık. Bu kapsamda olmak üzere, siyasetin bilimi sorunu ortaya çıkmaktadır. Bunu tartışabilmek için, siyasetin, norm-yönelimli insan etkinliği olduğunu, tüm insan eylemlerinin siyasal olmayıp ancak insanın siyasal bir varlık olduğunu (MacKenzie: 2009: 7) kabul etmek ya da insan tercihlerini konumlarının rasyonel bir işlevi olarak açıklamak (Parsons, 2007: 18) veya siyasetin, siyasal kurumların, değişmez doğa yasalarından türetilmiş değil, icat edilmiş olduklarını (Beck, 1999: 18) ya da Lipson’un sorduğu, insan doğasıyla ilgili bir düşüncemiz olmadan nasıl siyasetin doğasını anlayabiliriz? (Lipson, 1981: 2) sorusunun haklılığını kabul etmek yetmez. Nitekim siyasal olan, insanın üretim etkinliğindeki konum farklılaşmasına dayalı bir antagonistik ilişkidir. Bu ilişki, feodalitede, bütünleşik siyasal eylem formunda, kapitalist toplumda ise, siyasal alan içinde ortaya çıkmakta, dönüştürülmektedir. Çünkü, siyasal olanın üretim etkinliğine dayalı nesnel içeriği, farklı formlarda dönüştürülerek inşa edilmektedir. Bir başka ifadeyle, siyasal olanın her bir konumlandırılışı bir ideolojik yönlendirmeyi barındırır. Bundan dolayı, siyasetin biliminin bilimi söz konusu olabilir. Siyasetin bilimi ise, bir yönüyle, siyaset biliminin bilimselleşme sürecinin saptanması iken diğer yönüyle, insanın kim’liğine ilişkin inşaların nesnel içeriğinin saptanmasıdır.32 32 Goodin ve Klingemann, siyaseti toplumsal güç kullanılmasının sınırlandırılması olarak tanımlamakta ve siyasetin incelenmesini de, bu sınırlılıkların kaynağı ve doğasının ile bu sınırlılıkların kapsadığı toplumsal güç kullanımı tekniklerinin incelenmesi olarak saptamaktadırlar (Goodin ve Klingemann, 1996: 7). Siyaset Biliminin Siyaseti 29 Sonuç Yerine… Siyasetin incelenen nesne olarak konumlandırılıp somutlaştırılması, insanın türsel-toplumsal varlık olarak, “toplumsal”a indirgenmiş varoluşunun, veritoplumsallık bağlamında yeniden, ama bu kez “toplumsal” üzerinden tanımlanması, sınırlandırılmasıdır. Siyasetin bilim olarak bilimleştirilme süreci aynı zamanda siyasetin biçim olarak yapılandırılmasının tarihselliğini paylaşmaktadır. Bu kapsamda siyaset bilimi, olgusal olanın mutlaklığına dayalı ve varolan toplumsal ilişkilerin veri kabul edilerek incelendiği bir bilim siyaseti temelinde yapılandırılmıştır. Bu yapılandırma, salt söylemsel düzlemde ve öznelerin tesadüfi ya da keyfi tercihleri bağlamında olmaktan çok, belli bir tarihsellik zemininde, nesnel antagonistik konumların zorunlulukları ve bu zorunluluklar kapsamındaki çeşitli inşaların farklılaşması ile, bu zorunluluğa direnen öznelliklerin karşı çıkışlarıyla oluşmaktadır. Dolayısıyla, kapitalist-modern toplumsal gerçeklikte, siyasetin ve siyaset biliminin konumlanışı birbirini kapsar. Bir başka ifadeyle, incelenen nesne olarak siyaset ile siyaset biliminin siyaseti, kapitalist-modern toplumun formel yapılarının oluşması ve biçimlendirilerek, yeniden üretilmesini içermektedir. Bu bağlamda olmak üzere, siyaset biliminin bilim siyaseti, siyasetin siyasal alan kapsamındaki konumlanışının siyasetiyle örtüşmektedir. Ancak bu örtüşme, siyaset biliminin ürettiği bilginin göreli olduğu anlamına gelmekten çok, belli bir tarihsellik kapsamında, varolan yapının yeniden üretilmesine dönük bir nitelik taşımaktadır. Yorumcu paradigmada, her ne kadar, varolan siyaset, çoklu antagonizmalar temelinde içeriklenen bir siyasal (olan) kapsamında eleştirilip yine bu kapsamda yapılandırılsa da, olduğu varsayılan göreli zemin, kamu-özel, sivil-siyasal ayrılığının üstü örtük olarak veri konumunun benimsendiğini saklayamamaktadır. Çünkü, kamusal olan ya da siyasal olan, özel veya sivil olana göre red ya da kabul edilmekte ve bu kutbun herhangi bir tarafındaki konumlanışa göre ve bu kutbun veri alınmasıyla sınırlı olarak, “yeni” siyaset önerilmektedir. Eski forma göre önerilenin yeni olduğu kuşkusuzdur. Buna karşılık, yeni olanın, bir form olarak yapılandırıldığı da belli bir tarihselliğin sonucudur. Üstelik, bu form konumu, otonom dahi olsa ya da öyle olduğu iddia edilse bile, kendiliğindenlik olarak holistik bir meşrulaştırmayı aşamaz. Tüm toplumsal hatta kültür bilimleri içinde, siyasete ve yine bu belirtilen paradigmaların içeriklendirmesiyle sınırlı olarak siyasal olana ve bir toplumsallık biçimi olarak siyasala, farklı bir konum biçmek veya varolan farklılığı kutsamanın ötesinde, siyaset, insanın ne’liğine, türselliğine rağmen ve onu aşarak katkı sağlayamaz. 30 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 KAY!AKÇA Adcock, Robert - Bevir, Mark (2005), “The History of Political Science”, Political Studies Review, Vol. 3, s.1-16. Almond, Gabriel (1996), “Political Science: The History of the Discipline”, A @ew Handbook of Political Science, Ed. Robert E. Goodin - Hans-Dieter Klingemann, Oxford University Press, Oxford. Ball, Terence (2007), “Political Theory and Political Science: Can This Marriage Be Saved?”, Theoria, August (doi:10.3167/th.2007.5411302). Bauman, Zygmunt (2000), Siyaset Arayışı, (Çev. T. Birkan), Metis Yayınları, Đstanbul. Bealey, Frank - Chapman, Richard A. - Sheehan, Michael (1999), Elements in Political Science, Edinburg University Press, Edinburg. Beck, Ulrich (1999), Siyasallığın Đcadı, (Çev. N. Ülner), Đletişim Yayınları, Đstanbul. Bellamy, Richard (1993), “The Demise and Rise of Political Theory”, Theories and Concepts of Politics, Ed. Richard Bellamy, Manchester University Press, Manchester. Berndtson, Erkki (2009), “Schools of Political Science and the Formation of Discipline”, Prepared for Presentation at the XXI st World Congress of the International Political Science Association, 12-16 July, Santiago de Chile. Bevir, Mark - Rhodes, Rod A.W. (2002), “Interpretive Theory”, Theory and Methods in Political Science, Ed. David Marsh ve Gerry Stoker, Palgrave-Macmillan, New York. Carver, Terrell (1997), “Identity and Narrative in Prime-time Politics: The Hill-Thomas Hearings”, Interpreting the Political @ew Methodologies, Ed. Terrell Carver ve Matti Hyvarinen, Routledge, London. Çitçi, Oya (2008), “Yeni Siyaset: Neoliberalizm ve Post-Modernizmin Siyasal Projesi”, Yakın Doğu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt. 1, Sayı: 2, Ekim, s.1-32. Dillon, Conley H. - Leiden, Carl - Stewart, Paul D. (1958), Introduction to Political Science, D. Van Nostrand, Princeton. Dryzek, John S. (1986), “The Progress of Political Science”, The Journal of Politics, Vol. 48, s.301-320. Dryzek, John S. - Leonard, Stephen (1988), “History and Discipline in Political Science”, The American Political Science Review, Vol. 82, No: 4, December, s.12451260. Ethridge, Marcus E. - Handelman, Howard (2004), Politics in a Changing World, Thomson-Wadsworth, California. Ford, Henry Jones (1905), “The Scope of Political Science”, Proceedings of the American Political Science Association, Vol. 2, Second Annual Meeting, s.198-206. Giddens, Anthony (2002), Sağ ve Solun Ötesinde-Radikal Politikaların Geleceği-, (Çev. M. Sözen ve S. Yücesoy), Metis Yayınları, Đstanbul. Siyaset Biliminin Siyaseti 31 Godwin, Kenneth R. - Wahlke, John C. (1997), Introduction to Political Science Reasons, Reflection and Analysis, Harcourt Brace College, Orlando. Goodin, Robert E. - Klingemann, Hans Dieter (1996), “Political Science: The Discipline”, A @ew Handbook of Political Science, Ed. Robert E. Goodin ve Hans-Dieter Klingemann, Oxford University Press, Oxford. Haas, Michael (1970), “The Rise of a Science of Politics”, Approaches to the Study of Political Science, Ed. Michael Haas, Henry S. Kariel, Chandler Publishing, Scranton. Heywood, Andrew (2004), Political Theory, Palgrave-Macmillan, New York. Holloway, John (2003), Đktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek, (Çev. P. Siral), Đletişim Yayınları, Đstanbul. Jacobsen, G.A. - Lipman, M. H. (1965), Political Science, Barnes-Noble Books, New York. Jacobsohn, John A. (1998), An Introduction to Political Science, West/Wadsworth, London. Johnson, Janet Buttolph - Reynolds, H.T. (2005), Political Science Research Methods, CQ Press, Washington. Lasswell, Harold D. (2006), The Future of Political Science, Aldine Transaction New Brunswick, Second Printing (Original published 1963, Prentice-Hall). Leca, Jean (2010), “Political Philosophy in Political Science: Sixty Years On”, International Political Science Review,Vol. 31, No:5, November, s.525-538. Leca, Jean (2011), “Political Philosophy in Political Science: Sixty Years On Part II: Current Features of Contemporary Political Philosphy”, International Political Science Review, Vol.32, No:1, s.95-113. Lipson, Leslie (1981), The Great Issues of Politics, Prentice-Hall, London. MacKenzie, Iain (2009), Politics-Key Concepts in Philosohy-, Continuum, London. Magstadt, Thomas M. (2006), Understanding Politics, Thomson-Wadsworth, California. Marsh, David (2002), “Marxism”, Theory and Methods in Political Science, Ed. David Marsh ve Gerry Stoker, Palgrave-Macmillan, New York. Marsh, David - Savigny, Heather (2004), “Political Science as a Broad Church: The Search for a Pluralist Discipline”, Politics, Vol. 24, No:3, s.155-168. Marsh, David - Furlong, Paul (2002), “A Skin, Not a Sweater: Ontology and Epistemology in Political Science”, Theory and Methods in Political Science, Ed. David Marsh ve Gerry Stoker, Palgrave-Macmillan, New York. McAuley, James (2003), An Introduction to Politics, State and Society, Sage, London. McKinnon, Catriona (2008), Issues in Political Theory, Oxford University Press, Oxford. Mouffe, Chantal (2008), Siyasetin Dönüşü, (Çev. F. Bakırcı ve A. Çolak), Epos Yayınları, Ankara. 32 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 4 Parsons, Craig (2007), How to Map Arguments in Political Science, Oxford University Press, Oxford. Parsons, Malcolm B. (1968), “Perspectives in the Study of Politics”, Perspectives in the Study of Politics, Ed. Malcolm B. Parsons, Rand McNally, Chicago. Sanders, David (2002), “Behaviouralism”, Theory and Methods in Political Science, Ed. David Marsh ve Gerry Stoker, Palgrave-Macmillan, New York. Schmitt, Carl (2006), Siyasal Kavramı, (Çev. E. Göztepe), Metis Yayınları, Đstanbul. Shapiro, Ian (2002), “Problems, Methods and Theories in the Study of Politics or What’s Wrong with Political Science and What to do about it”, Political Theory, Vol. 30, No: 4, August, s.596-619. Steffensmeier, Janet M. Box - Brady, Henry E. - Collier, David (2008), “Political Science Methodology”, Political Methodology, Ed. Janet M. Box Steffensmeier, Henry E. Brady ve David Collier, Oxford University Press, Oxford. Stoker, Gerry - David Marsh (2002), “Introduction”, Theory and Methods in Political Science, Ed. David Marsh ve Gerry Stoker, Palgrave-Macmillan, New York. Üstüner, Fahriye (2007), “Radikal Demokrasi:Liberalism mi, Demokrasi mi? Evet, Lütfen!”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Cilt.34, Aralık, s.313-336. Ward, Hugh (2002), “Rational Choice”, Theory and Methods in Political Science, Ed. David Marsh ve Gerry Stoker, Palgrave-Macmillan, New York.