pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
Transkript
pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
Editörden TEKSTİL İŞVEREN 393 - Nisan 2013 Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Adına İmtiyaz Sahibi HALİT NARİN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü AV. BAŞAR AY Yayın Danışma Kurulu SEVİL BURSA TUĞRUL BORNOVALI AV. SAMİM ERGENELİ LEVENT OĞUZ Basın Müşaviri MİNE ŞENKUL ERGÜVEN Yayın Kurulu LERZAN ÖZTÜRK AV. ÇİĞDEM SUBAŞI AV. ÖMER EMRE KAYNAK BORA KOCAMAN CEREN ERMİŞ ÇİĞDEM YILDIZ İdari Merkezi TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI Metrocity A Ofis Blok Büyükdere Cad. No: 171 K.19 34330 1. Levent-İstanbul Tel: (0212) 344 07 77 (pbx) Fax: (0212) 344 07 66-67 İnternet Adresi www.tekstilisveren.org.tr Grafik Tasarım ve Uygulama ALİ BAYRAM Ofset Hazırlık ve Baskı DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. “Globus Dünya Basınevi” 100. Yıl Mah. 34440 Bağcılar-İstanbul Tel: (0212) 440 27 37 Basıldığı Tarih: 14 Nisan 2013 Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın ISSN: 1307-6566 Tekstil İşveren Dergisi, Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası tarafından aylık olarak yayınlanır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Dergide bulunan imzalı yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. AB İÇİN HERŞEY SERBEST Türkiye AB'ye tam üyelik hedefini 54 yıl önce koydu, 54 yıldır da AB’ye girmek için uğraşıyor. AB’ye üyelik başvurusunu 1959 yılında yaptık. Tam üyelik hedefini ortaya koyan Ankara Anlaşması ise 1964'te yürürlüğe girdi. 1978 yılına kadar ise Gümrük Birliği’ne uyum için çalıştık. Bir dizi yükümlülüğü yerine getirdik ancak yaşanan bazı sıkıntılar nedeniyle 5 yıl erteleme istedik. Bu sürecin sonunda ise Gümrük Birliği, 1 Ocak 1996 tarihinde resmen başladı. Gümrük Birliği ile şüphesiz Avrupa pazarlarının Türkiye'ye açılması, gerçekten Türk tekstil ve hazır giyimcisine yol gösterici oldu. Korkarak girdiğimiz Gümrük Birliği, tekstilciye dünya ile rekabet gücü kazandırdı. Üretim kapasitesiyle ve üretim kalitesiyle artık tüm dünyada kendisinden söz ettiren bir tekstil ve hazır giyim sanayii yapısı oluştu. Üstelik sanayici vizeler, geçiş belgeleri, kotalar ve çeşitli engellerle karşılaşmasına rağmen pazardaki gücünü korumayı başardı. Ancak bugün gelinen noktada AB'nin üçüncü ülkelerle serbest ticaret anlaşması (STA) yapıp Türkiye'yi masanın dışında bırakması artık Gümrük Birliği’nin haksız bir rekabet unsuru olarak karşımıza çıkmasına neden oluyor. AB, bugüne kadar birçok ülkeyle serbest ticaret anlaşması imzaladı. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın deyimiyle ‘bıçağın kemiğe dayandığı’ asıl adım ise serbest ticaret anlaşması için ABD ile AB’nin müzakereye başlaması oldu. Türkiye ile kesinlikle anlaşma yapmaya yanaşmıyor. Nitekim AB'nin serbest ticaret anlaşması yapmış olduğu Güney Afrika, Cezayir ve Meksika tüm çabalara rağmen, Türkiye ile STA imzalamaya yanaşmadı. Bu noktada şimdi en büyük korku ise ABD’nin, AB ile STA imzaladıktan sonra bizimle imza atmaya yanaşmaması… O yüzden AB ile ABD arasında 460 milyar Euro’luk dış ticaret hacminin ortaya çıkmasını sağlayacak bu sürece Türkiye’nin şimdiden dâhil olması gerekiyor. Bu noktada çözüm için seçenekler sınırlı. Çünkü Gümrük Birliği sistemi içindeyiz, AB'nin uyguladığı tüm gümrük uygulamalarını biz aynen otomatik olarak kabul ediyoruz. Fakat karar verme mekanizmalarında yokuz. Bu yüzden ilk akla gelen çözüm aynı masada Türkiye’nin de bulunmasını sağlamak. İkinci yol, yoğun bir lobi sonrasında ABD’yi serbest ticaret anlaşması imzalamaya razı etmek. Üçüncü yol ise Bakan Çağlayan’ın dile getirdiği Gümrük Birliği’ni STA'ya dönüştürmek... Ancak bu adım biraz sakıncalı. Bilindiği gibi Gümrük Birliği tam üyelik müzakerelerinde tamamlanması gereken fasıllardan biri. Yani Gümrük Birliği'nden çıkmak AB'ye tam üyelik hedefinden vazgeçmek demek. Bunun da bir yaptırımı var. Sonuç olarak AB ile yaşadığımız süreç aleyhimize işliyor. AB’ye üyelik hedefinden vazgeçmeden bazı şeylerin gözden geçirilmesi artık kaçınılmaz görünüyor. Bilindiği gibi Türkiye, karar mekanizmasında yer almamasına rağmen Gümrük Birliği’nin tüm ikili anlaşmalarına uymayı taahhüt etmiş durumda. Böyle olunca da AB’nin üye olmayan ülkelerle yaptığı anlaşmaları otomatik olarak kabul ediyoruz. Bu yüzden de serbest ticaret anlaşması yapan ülkeler Türkiye’ye mal satarken gümrük vergisinden muaf oluyor. Ancak Türkiye AB üyesi olmadığı için bu ülkelere mal satarken normal ihracat işlemine tabi tutuluyor ve ağır vergi yükleriyle karşı karşıya kalıyor. Bu da Türkiye’nin dış ticaret dengesini çok olumsuz etkiliyor. AB ile anlaşma imzalayan ülkeler ise dış ticarette büyük avantaj sağladıkları için Sayı: 393 - Nisan 2013 1 İçindekiler 14 04 KAPAK GÜNCEL Gümrük Birliği'nden çıkalım mı? Pascal Lamy: Üretimin coğrafyasında büyük dönüşüm yaşanıyor 08 10 FUARLAR 12 FUARLAR Texbridge dünyanın önemli fuarları arasına girme hedefine yaklaşıyor GÜNCEL İstanbul'dan bir moda şöleni geçti DTB/Modint Tedarik Toplantısı Düsseldorf’ta düzenlendi 24 VERGİ DÜNYASI 21 2012’de şirketler ve şahıslar ne kazandı, ne kadar vergi ödedi? GÜNCEL Türk pamuğunda ‘Better Cotton’ dönemi 28 26 EKONOMİK DİYALOG Milli gelir artarken, milletin geliri azalabilir Sayı: 393 - Nisan 2013 2 EKONOMİK DİYALOG Kuşbakışı ekonomi 30 32 ÇALIŞMA HAYATI RİSK/FIRSAT İşadamlarının sigortalılığı Bölge için en zorlu yıl 34 36 38 İhracatta ülkeler liginin mozaiği değişti Tekstil Meslek Lisesi açana öğrenci başına 5 bin liraya kadar destek Bursa, üretimdeki gücünü markalarına da yansıtıyor GÜNCEL GÜNCEL TEKSTİLİN KALELERİ 42 46 TEKNO-TEKSTİL ENERJİ Dijital baskı makinelerinde son teknolojiler Arz güvenliğini sağlayan doğalgazda fiyat baskısı ortadan kalkıyor 54 TASARIM DÜNYASI 52 Şafak Tokur, deneysel tasarımlarıyla hızla ilerliyor MODA Kadınlara özel defile Zeynep Acar´dan 56 KÜLTÜR SANAT 60 GEZİ 62 İNGİLİZCE ÖZETLER Sayı: 393 - Nisan 2013 3 Güncel PASCAL LAMY: ÜRETİMİN COĞRAFYASINDA BÜYÜK DÖNÜŞÜM YAŞANIYOR Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) Genel Direktörlüğü görevini yürüten Pascal Lamy, Türkiye ziyareti kapsamında “Çağımızda Küresel Değer Zinciri: Yatırım ve Ticaret Politikalarına Etkileri” konferansına katılarak küresel değer zincirlerinin uluslararası ticaretin üzerindeki etkileri hakkında bir konuşma yaptı. Dünya ekonomisinde küresel üretim zincirlerinin gelişme kaydetmesi ile mal ve hizmet ticareti farklı ülke ve firmalar arasında yeni bir değer zinciri oluşması sonucunu doğurmuştur. Bu sistem içinde üretim zincirinde daha fazla katma değer sağlayabilen ülkeler daha kazançlı çıkmaktadır. Dolayısıyla, ülkelerin yatırım ve ticaret stratejilerini belirlerken dünya ekonomisinde beliren yeni yönelimleri de dikkate almalarında fayda görülmektedir. Bu kapsamda, İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV), 14 Mart 2013 tarihinde Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) işbirliği ile “Çağımızda Küresel Değer Zinciri: Yatırım ve Ticaret Politikalarına Etkileri” başlıklı uluslararası bir konferans düzenledi. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Genel Direktörü Pascal Lamy, Türkiye ziyareti kapsamında konferansa ka- Sayı: 393 - Nisan 2013 4 tılarak küresel değer zincirlerinin uluslararası ticaretin üzerindeki etkileri hakkında bir konuşma yaptı. Konferansın açış konuşmalarını İKV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu ile TEPAV Ticaret Çalışmaları Merkezi Direktörü ve Türkiye’nin DTÖ Nezdindeki eski Daimi Temsilcisi Büyükelçi (E.) Bozkurt Aran yaptı. Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, konuşmasında, Türkiye-AB ilişkileri alanında uzman bir sivil toplum örgütü olan İKV’nin özellikle Gümrük Birliği çerçevesinde Türkiye ile Avrupa Birliği’nin ticaret politikalarına uzun yıllardır büyük önem vermekte olduğunu ve dünya ticaret sistemindeki gelişmelerin yanı sıra AB ile yapılan Gümrük Birliği’nin getirdiği yükümlülüklerin Türkiye’nin ticaret konumunu büyük ölçüde etkilemekte olduğunu ifade etti. Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yürütülen çok taraflı ticaret müzakerelerinin Doha Turu’nda tıkanmasıyla birlikte, son birkaç yılda bölgesel ve ikili serbest ticaret anlaşmalarının sayısında önemli bir artış gözlenmekte olduğuna dikkat çeken Haluk Kabaalioğlu, ABD, Avrupa Birliği ve Çin gibi küresel aktörlerin gümrük vergilerinin düşürülmesinin yanı sıra kısıtlayıcı düzenlemeler, fikri mülkiyet hakları, devlet alımları gibi konuları da içine alan ve tarife dışı engellerin kaldırılmasını amaçlayan bölgesel/ikili ticaret anlaşmalarıyla küresel pazara erişimlerini iyileştirmeyi amaçladıklarını belirtti. Kabaalioğlu, AB’nin belirlediği ticaret stratejisinin Türkiye için bağlayıcı nitelik taşımakta olduğunu, ancak AB’nin Türkiye’ye danışmadan müzakereler yapmakta ve anlaşmalar imzalamakta olduğunu, Gümrük Birliği’nin bu şekilde idare edi- Lerzan ÖZTÜRK Endüstri Mühendisi İstatistik – Araştırma Servisi lemeyeceğini vurguladı. AB ile üçüncü ülkeler arasında müzakereler yapılırken Türkiye ile de paralel olarak müzakerelerin yürütülmesi, aynı anda tamamlanması ve anlaşmaların aynı anda yürürlüğe girmesi gerektiğine, aksi takdirde ticareti saptırıcı etkiler ve sorunlar ortaya çıktığına dikkat çekti. için yeni istatistiklerin geliştirilmesinin önemini vurguladı. Açılış konuşmasında, TEPAV Ticaret Çalışmaları Merkezi Direktörü Büyükelçi (E.) Bozkurt Aran, günümüzde küresel değer zincirleri kavramının gelişmesiyle yeni ticaret yöntemlerinin kabul edilmesinin önem kazandığını belirtti. Uzun yıllardır ürünlerin farklı bölgelerde üretildiğini, ancak buna ilişkin kavramsal çerçevenin geliştirilmesinin yeni bir olgu olduğunu ifade eden Bozkurt Aran, uluslararası ticari ilişkilere ilişkin istatistiksel çalışmalarda bazı ticari akışların mükerrer defa rakamlara yansıtılabildiğini, bu ticari ilişkilerin daha doğru ölçülebilmesi Pascal Lamy, konuşmasında Türkiye’yi gelişmekte olan bir ekonomik dev olarak tanımladı ve halihazırda küresel değer zincirlerinin bir parçasını oluşturduğunu, bölgede en fazla doğrudan yabancı yatırım çeken ülke olduğunu, gelecek yıllarda istikrarlı siyasi ve ekonomik ortamı, yüksek nüfusu ve önemli işgücü sayesinde küresel değer zincirlerine daha fazla entegre olacağını, coğrafi açıdan Türkiye’nin Doğu ile Batı ve Kuzey ile Güney arasında kesişme noktasında olduğunu, bu sayede de küresel değer zincirlerinin tam merkezinde olmasının mantıklı olduğunu ifade etti. Dünya Ticaret Örgütü DTÖ Genel Direktörü Pascal Lamy, onur konuşmacısı olarak konferansa katıldı ve “Uluslararası Ticaretin Yeni Haritası: Küresel Değer Zincirleri” başlıklı bir sunum yaptı. Küresel değer zincirleri ile ticaret politikası ortamı arasındaki bağlantıya değinen Pascal Lamy, bu küresel değer zincirlerinde aynı ürünün veya hizmetin birden fazla coğrafi konumda üretilmekte olduğuna, dolayısıyla sadece bitmiş ürünlerin veya hizmetlerin sınırları geçmediğine, büyük çoğunlukla yarı mamul ve hizmetlerin sınırları geçmekte olduğuna dikkat çekti. Üretimin coğrafyasında büyük bir dönüşüm yaşandığını, şirketlerin artık temel işleri arasında görmediği işleri önce yerel taşeronlara daha sonra ise uluslararası taşeronlara vermeye başladığını belirten Pascal Lamy, tekstil sektörünü örnek gösterdi. Tekstil değer zincirinde, kumaşın ve hazır giyimin üretilmesi safhalarının üzerinde “orijinal marka üretiminin” en üst seviye olduğunu, orijinal marka üreten ülkenin değer zincirinde alıcı konumuna geldiğini ve tedarik ağını yönetmeye başladığını vurguladı. Sayı: 393 - Nisan 2013 5 Güncel DTÖ ticaret müzakereleri esnasında, uluslararası ticaret kurallarının 21. yüzyıl şartlarına göre modernize edilmesi arayışının olduğunu belirten Pascal Lamy, ticaretin istatistiksel ölçümünün yeni gerçeklere uyarlanması gerektiğini, önemli olan tek şeyin ölçülebilir şeyler olduğunu, sayılamayan bir şeyin dikkate de alınmadığını ifade etti. Türkiye’nin İhracatı Brüt ve Katma Değere Dayalı Olarak Ülkeler itibariyle (toplamın içinde %), 2009 Ticaretin ölçülmesi için yeni ve iyileştirilmiş bir istatistiksel ve analitik sistem oluşturmak üzere, DTÖ ve OECD, diğer birkaç ortak kuruluşla beraber, işbirliği yapmıştır. Geçen sene, bu sistemin yeterli bir olgunluk düzeyine ulaştığı görülerek, uluslararası ticaretin katma değer esasına dayalı olarak ölçüldüğü bir veri tabanı DTÖ ve OECD tarafından müşterek olarak kamuya açıklanmıştır. Pascal Lamy, bu yeni veri tabanına göre, uluslararası ticarette hizmetlerin payının bizim düşündüğümüzden tamamen farklı olduğunun ortaya konduğunu, bilgi teknolojileri, pazarlama, lojistik, montaj ve dağıtım hizmetlerinin gittikçe artan oranda taşeron firmalara verildiğini, bu nedenle de ticaret katma değer esaslarına göre ölçüldüğünde hizmetlerin payının iki katına çıkmasının şaşırtıcı olmadığını belirtti. 2008 yılı rakamlarına göre, hizmet ticaretinin payı geleneksel yöntemlerle ölçüldüğünde yüzde 23 iken, katma değer esasına göre ölçüldüğünde yüzde 45’e yükseldiği görülmektedir. DTÖ Genel Direktörü, bu veriler ışığında, ticaret müzakerecilerinin hizmet ticaretine daha fazla dikkat göstermesi gerektiğine dikkat çekti. Lamy, ayrıca, ticaretin katma değer esasına göre ölçülmesinin, ülkelerin politikalarını gerçekten önemli konulara, diğer bir ifade ile istihdam yaratılmasına odaklamaları için olanak sağladığını vurguladı. Konferansın birinci paneli “Değer Zincirlerinin Etkileri: Kalkınma ve Ticaret Boyutları” başlığı ile düzenlendi ve TEPAV Ti- Sayı: 393 - Nisan 2013 6 Brüt ihracatta yerli katma değerin payı Kaynak: OECD-WTO TİVA caret Çalışmaları Merkezi Direktörü Bozkurt Aran bu panelin moderatörlüğünü yaptı. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) Yatırım ve Gi- rişim Bölümü Direktörü James Zhan, Çin DTÖ Çalışmaları Birliği Başkan Yardımcısı Enheng Li, OECD Ticaret ve Tarım Bölümü Direktör Yardımcısı Raed Safadi ve Av- Avrupa Komisyonu Ticaret Genel Müdürlüğü’nün Ticaret Analizi Birimi’nden Baş Ekonomist Alessandra Tucci, sunumunda küresel değer zincirlerini AB deneyimi açısından değerlendirdi. Katma değere dayalı ihracat verilerine göre, brüt ihracat içerisinde yerli katma değerin payına bakıldığında, AB-27’nin yüzde 85.8 ile en yüksek paya sahip olduğu görülmektedir. Alessandra Tucci, AB firmalarının dâhil olduğu küresel değer zincirlerinden birçoğunun bölgesel özellik taşıdığını ifade etti. İmalatta coğrafi açıdan yakınlığın halen önemli bir rol oynadığını, ancak çok uzak piyasalara hizmet verebilmek için bölgesel değer zincirlerine katılmak gerektiğini vurguladı. rupa Komisyonu Ticaret Genel Müdürlüğü’nün Ticaret Analizi Birimi’nden Baş Ekonomist Alessandra Tucci panele konuşmacı olarak katıldılar. ralarda İngiltere, Almanya ve ABD yer almaktadır. Aynı şekilde ithalat verilerine bakıldığında ilk iki sırada Rusya ve Almanya yer almaktadır. OECD Ticaret ve Tarım Bölümü Direktör Yardımcısı Raed Safadi, sunumunda ticaretin katma değer esasına göre ölçülmesi sistemine ilişkin bilgiler verdi. Ticaretin katma değer esasına dayalı olarak ölçülmesinin, ekonomik faaliyetin etkilerinin, gelir, istihdam ve kâr açısından daha doğru olarak değerlendirilmesini sağlayacağını vurguladı. Raed Safadi, değer yaratma konusunda eski paradigmanın “düşük katma değerli sektörlerden yüksek katma değerli sektörlere geçiş” iken yeni paradigmanın “sektörler içerisinde düşük katma değerli faaliyetlerden yüksek katma değerli faaliyetlere geçiş” olarak değiştiğine işaret etti. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) Yatırım ve Girişim Bölümü Direktörü James Zhan, konuşmasında, küresel değer zincirlerini gelişmekte olan ülkeler açısından değerlendirdi. Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülkeler incelendiğinde, brüt ihracat verilerine göre ilk sıralarda Almanya, Fransa ve İngiltere yer alırken, katma değer esasına göre ihracat verilerine bakıldığında ilk sı- Küresel değer zincirleri, gelişmekte olan ülkelerin küresel pazarlara erişimlerini, ihracatlarını artırmalarını, ekonomik büyümeye ve ülkelerin kalkınmasına katkı sağlanmasını ve teknoloji ile bilgi transferi sayesinde verimliğin artırılmasını sağlamaktadır. Ancak, küresel değer zincirleri, bir ülkenin üretim sürecinde bir değişiklik veya aksama yaşandığı takdirde, bir başka ülkenin üretim sürecini de olumsuz yönde etkileme riskini artırmaktadır. James Zhan, küresel ticaretin kabaca yüzde 80’inin çok uluslu işlemlere, sözleşmeli imalata dayalı olduğunu belirtti. Çin DTÖ Çalışmaları Birliği Başkan Yardımcısı Enheng Li ise Çin’in küresel değer zincirlerinde ticari durumuna ilişkin olarak resmi istatistiki verilere dayalı bir sunum yaptı. Enheng Li, konuşmasında, Çin’in hizmetler sektörünün diğer ülkelerdeki kadar gelişmemiş olduğuna, Çin’in GSYİH’sına en fazla katkıyı sağlayan sektörün yatırım sektörü olduğuna işaret etti. Konferansın ikinci panelinde “Küresel Tedarik Zincirlerinde Türkiye” konusu ele alındı. Galatasaray Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Arda’nın moderatörlüğünü yaptığı panelde Prof. Dr. Çelik Kurdoğlu ile Penti Giyim Yönetim Kurulu Başkanı Sami Kariyo ve Arçelik Resmi ve Sektörel İlişkiler Koordinatörü Uğur Kayalı konuşma yaptılar. Prof. Dr. Çelik Kurdoğlu, konuşmasında, Türkiye’nin katma değer açığının 31.5 milyar dolar değerinde olduğunu, sanayinin erimekte, ara mamullerin ithal edilmekte olduğunu belirtti. Uluslararası ticarette eşit, rekabetçi kurallarla ticaret yapılması gerektiğine işaret eden Kurdoğlu, Türkiye’nin ilerleme kaydetmesi için ülkede iş ortamının iyileştirilmesi gerektiğini vurguladı. Sayı: 393 - Nisan 2013 7 Fuarlar TEXBRIDGE DÜNYANIN ÖNEMLİ FUARLARI ARASINA GİRME HEDEFİNE YAKLAŞIYOR Texbridge İstanbul Kumaş ve Aksesuarları Fuarı her geçen yıl uluslararası hüviyet kazanıyor. Fuara 14 bini aşkın ziyaretçi geldi. Ziyaretçilerin 3 binini yabancı alıcıların oluşturması, Texbridge Fuarı'nı dünyanın en önemli fuarları arasına girme hedefine bir adım daha yaklaştırdı. İhracatta Avrupa üçüncüsü olan tekstil sektörünü, birinciliğe taşımayı hedefleyen Texbridge İstanbul Kumaş ve Aksesuarları Fuarı bu yıl da dünya modasına yön verenlerin buluşma noktası oldu. Dünyanın dört bir yanından alıcıların geldiği Texbridge Fuarı’na bu yıl 14 bin 540 profesyonel ziyaretçi uğradı. Gelen ziyaretçilerin 3 binini ise ABD, Rusya, Kanada, Almanya, Irak, Tunus, Nijerya, İsrail başta olmak üzere dünyanın dört bir yanından alıcılar oluşturdu. 15-18 Mart 2013 tarihleri arasında CNR EXPO İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilen fuarın açılışında konuşan Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, geçen yıl durgunluk nedeniyle Avrupa'ya ihracatın yüzde 7 gerilediğini anımsatarak, "Bu yılın ilk 2 ayında Avrupa'ya ihracatımızda yaklaşık yüzde 6'lık bir artış var, tekstil ihracatımızda da yüzde 11'lik artış var" dedi. Büyükekşi, "Tekstil sektörü 2023 yılında 20 milyar dolar ihracat hedefi koydu. Sektör, Ar-Ge, inovasyon, markalaşma, tasarım ve fuarlara bu şekilde önem vermeye devam ederse hedefine ulaşacak" diye konuştu. Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Başkanı İbrahim Burkay ise son üç yıldır Texbridge Fuarı'nın başarısına odaklandıklarını, fuarın başarısı için birçok etkinliği başlattıklarını belirtti. Burkay, bu yıl 4’üncüsü düzenlenen Texbridge’in, zengin içeriğiyle her geçen gün dünyanın en önemli fuarları arasına girme hedefine yaklaştığını söyledi. Burkay, Texbridge Sayı: 393 - Nisan 2013 8 Fuarı’nı ilk düzenledikleri 2011 yılında katılımcı sayısı 115 firma iken, bu sayının bugün 200’e çıktığına dikkat çekti. Fuarda ayrıca Litvanya Tekstil ve Hazır Giyim Sanayi Birliği (LATIA) ile Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) arasında, karşılıklı işbirliğinin geliştirilmesi için Ortak Niyet Beyanı (MOU) Anlaşması imzalandı. İmza töreni TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, UTİB Başkanı İbrahim Burkay ve Litvanya Tekstil ve Hazır Giyim Sanayi Birliği Başkanı Linas Lasiauskas’ın katılımıyla gerçekleşti. Texbridge'in katılımcı ülkelerini bu yıl Türkiye başta olmak üzere Hollanda, Mısır, İngiltere, Avusturya, Ukrayna, İtalya, Portekiz, Pakistan ve Hindistan oluşturdu. Portekiz tekstil derneği SELECTIVA MODA ise fuara bu ülkenin milli katılımını gerçekleştirdi. Zorlu Tekstil, İsko, Söktaş, Bahariye ve Polsan Düğme gibi Türkiye'nin lider firmalarının yanı sıra Raccagni Group, Bottonificio Bap, Pattern Textiles, Larch Rose, Fusion CPH, Northern Linen, Lenzing AG, Albano Morgado, A-H Floros CO. gibi markaların da aralarında bulunduğu 200 firma fuarda stand açtı. Fuara, ABD, Rusya, Kanada, Almanya, Irak, Tunus, Nijerya, İsrail gibi dünyanın dört bir yanındaki 40 ülkeden 3 bin yabancı alıcı geldi. Dünyaca ünlü modacı ve trend tahmincilerinin katılımıyla gerçekleştirilen fuarda 2014 ilkbahar-yaz kumaş ve aksesuar modası da sektörle paylaşıldı. Yerli-yabancı 200 firmanın katılımıyla gerçekleştirilen fuar, Avrupa ve yurtiçinden ünlü isimlerin katıldığı seminerlere de evsahipliği yaptı. 2014 İlkbahar-Yaz sezonu kumaş trendleri ile ilgili bilgiler veren Inkrit Berbee, kumaşlarda saten ve zengin işlemelerin yoğun olarak kullanılacağını belirtti. "Kumaşlarda lazer kesimler, nostalji, çiçek, gül, Rus ve peri masallarını anlatan desenler kullanılacak" diye konuşan Berbee, fitilli ve kırinkıl kumaşların 2014 ve 2015 yıllarında da devam edeceğini söyledi. Bayan rengi kum, erkek rengi toprak 2014 İlkbahar-Yaz kadın ve erkek giyimi ile ilgili bilgi veren Müjde Abdis Güçlü ise “2014 yılında kadın giyiminde kum rengi önemli bir renk olarak karşımıza çıkacak. Mozaiklerden esinlenmiş baskılar kendini gösterecek. Harem pantolonu daha da şıklaşacak. Erkeklerde de toprak rengi önemli olacak” diye konuştu. Trendi prenses belirliyor Öğrenciler Texbridge için tasarladı 2014 yılının trendleri ve sektörle ilgili bilgilerin paylaşıldığı seminerlere Avrupa'dan Inkrit Berbee, Carola Seybold, Linas Lasiauskas katıldı. Fuarın ilk semineri Yalçın Ayaydın, Osman Benzeş ve Bahar Koçan tarafından verildi. Texbridge Fuarı kapsamında düzenlenen Trend Seminerleri'nde konuşan Carola Seybold, 2013 yılında Michelle Obama, İngiltere Prensesi Kate Middleton'ın da tercih ettiği zümrüt yeşilinin 2014'te de hâkim renk olacağını söyledi. Texbridge İstanbul Fuar’ında trend seminerleriyle yer alan İstanbul Moda Akademisi (İMA), bu sene Moda Tasarımı ve Teknolojisi Lisans Programı 2. sınıf öğrencilerinin fuar için özel olarak tasarlamış oldukları ürünlerini de sergiledi. Verilen bilgiye göre 25 firmadan gelen numuneler arasından, kendi tasarımlarına uygun kumaşları seçen öğrenciler, bu önemli firmaların destek ve katkılarıyla çizimlerini kağıt üzerinden 3 boyutlu ürüne taşıdı, hayallerindeki tasarımı gerçeğe dönüştürdü. Fuar öncesinde öğrenciler Bursa'ya giderek kumaşlarını kullandıkları firmaların, fabrikalarını ziyaret etme ve üretim süreçlerini gözlemleme fırsatını yakaladı. Diğer yandan da sene sonu 'Bitirme Projeleri' için fikir edinip, kumaş seçimi yaptı. Ardından Söktaş, İSKO, Seçen Tekstil, Cenk Tekstil, Esenteks, Burer Tekstil, Anteks firmalarının genç moda tasarımcısı adaylarına sundukları destek ve işbirliği sonucunda gerçeğe dönüşen tasarımlar fuarda büyük ilgi gördü. Sayı: 393 - Nisan 2013 9 Fuarlar İSTANBUL'DAN BİR MODA ŞÖLENİ GEÇTİ New York, Berlin, Sydney, Moskova ve Tokyo Moda Haftası’nı düzenleyen IMG Fashion tarafından organize edilen İstanbul Fashion Week (IFW), bu yıl şölen havasında geçti. Yeniliklerin hakim olduğu moda haftasının ismi de Mercedes-Benz’in resmi sponsor olmasıyla değişti. Bu yıl ilk defa dünyaca ünlü moda haftalarının organizasyon şirketi IMG tarafından yapılan İstanbul Fashion Week (IFW), 5 gün boyunca moda şöleni sundu. 12-16 Mart tarihleri arasında Antrepo 3'te gerçekleştirilen etkinlik bu yıl önemli yeniliklere sahne oldu. Mercedes-Benz’in resmi sponsor olmasıyla moda haftasının önce ismi değişti. Yeni adıyla 'Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul'un en önemli yenilikleri ise değiştirilmiş podyum alanı, modüler tasarımcı atölyesi ve defileye alternatif ‘Studio’ adı verilen sunum alanları idi. Tasarımcılara geleneksel podyum haricinde tahsis edilen, koleksiyonlarını tanıtmak için sunumlar, basın toplantıları, sektörel paneller ve diğer moda etkinlikleri düzenleyebilecekleri alanlar olan Studio’lar, IFW'ye renk kattı. 500 manken podyuma çıktı New York, Berlin, Sydney, Moskova ve Tokyo Moda Haftası’nı düzenleyen IMG Fashion’ın organizasyonunu üstlendiği IFW, moda profesyonellerini, sektör temsilcilerini ve sanat-müzik dünyasından birçok ismi bir araya getirdi. 500'e yakın gazetecinin izlediği etkinliklerde 30 tasarımcı, tasarımlarını sergiledi. Beş günde 500 mankenin podyuma çıktığı moda şöleni, 12 Sayı: 393 - Nisan 2013 10 Mart'ta Karaköy Antrepo 3'te Mehtap Elaidi'nin sonbahar-kış 2013 defilesiyle başladı. Elaidi'nin 'Az' ismini taşıyan ve dinamik şehir kadınının hayatını kolaylaştırmayı ve oluşturulabilecek farklı kombinler aracılığıyla kadınlara az par- çayla birden fazla görünüm yakalama şansı sunmayı hedefleyen koleksiyonu katılımcılar tarafından yoğun ilgi gördü. Aynı gün Ece Gözen, Tanju Babacan, Lady Faith, Songül Cabacı ve Atıl Kutoğlu'nun da defilesi vardı. Ünlü modacı Atıl Kutoğlu, 2013-2014 sonbahar-kış koleksiyonunu 34 mankenin sunumuyla tanıttı. Mercedes-Benz Fashion Week'te ikinci gün ise Begüm Salihoğlu, Jale Hürdoğan, Emre Erdemoğlu, Niyazi Erdoğan, Ayşe Deniz Yeğin ve Simay Bülbül'ün defileleri vardı. IFW'nin ilerleyen günlerinde ayrıca Tuba Ergin, Nihan Peker, Özlem Kaya, Gamze Saraçoğlu, Hakan Akkaya, Cengiz Abazoğlu ve Atıl Kutoğlu'nun yanı sıra Studio Kaprol'ün de defilesi gerçekleştirildi. Kapanış 'Karma' oldu Özlem Kaya ise iddialı koleksiyonunda kapitoneler ve vatkalar ile 90'ların ruhunu yansıttı. Kaya'nın yeni koleksiyonunda altın ve bronz renklerin yanında siyah da ön plandaydı. Kaya'nın yeni koleksiyonunun tanıtımında Tülin Şahin Ayşe Hatun Önal gibi isimler de podyuma çıktı. Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul'da, ünlü tasarımcı Cengiz Abazoğlu da 'Black is Black' adlı 2013-2014 sonbahar-kış koleksiyonunu bir defileyle modaseverlerin beğenisine sundu. Abazoğlu'nun marka adL ile işbirliği içerisinde hazırladığı 2013-2014 sonbahar-kış koleksiyonu, 'zarafetin ve asaletin rengi' olarak tanımladığı siyah ağırlıklı 62 parçadan oluştu. Beş güne yayılan ve medya, perakende ve moda profesyonelleri başta olmak üzere binlerce kişiyi bir araya getiren 'Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul' organizasyonu, tüm tasarımcıların koleksiyonlarının yer aldığı 'Karma Defile' ile sona erdi. Atıl Kutoğlu koleksiyonunu toplam 34 mankenle tanıttı. 1000'e yakın davetli tarafından takip edilen Kutoğlu'nun defilesinde dünya moda haftalarıyla paralel sunulan 2013/14 sonbahar/kış koleksiyonunda 80 kreasyon sergilendi. Koleksiyon; antik çağ, Truva, Astek ve aynı zamanda modern ve şık hippilerden esintiler içerdi. Niyazi Erdoğan ise tarihe damgasını vurmuş olan 'Atilla'yı koleksiyonuna isim olarak seçti. İpekiş ve Palateks'in kumaş sponsorluğunda gerçekleştirilen defilenin trikoları Karaca, ayakkabıları ise İnci imzasını taşıdı. Tasarımcının 2013-2014 sonbahar-kış koleksiyonu, dünyanın en prestijli hazır giyim fuarlarından Pitti Uomo ve Who's Next'te de sergilenerek büyük beğeni toplamıştı. Sayı: 393 - Nisan 2013 11 Güncel DTB/MODINT TEDARİK TOPLANTISI DÜSSELDORF’TA DÜZENLENDİ Hollanda Hazır Giyim Birliği işbirliği ile düzenlenen 7. DTB Tedarik Konferansı, 6 Mart 2013 tarihinde yapıldı. Türk tekstil ve hazır giyim sektörünü anlatmak üzere sendikamız İkinci Başkanı Muharrem Hilmi Kayhan konferansa özel olarak davet edilirken, Türkiye ön plana çıkarılan ülke oldu. Muharrem Hilmi Kayhan, toplantıda Türk tekstil ve hazır giyim sanayiinin güçlü yönlerini, modern üretim kapasitesini, ülke ekonomisindeki önemli payını, uluslararası piyasadaki konumunu ortaya koyan ve uluslararası tedarik zincirinde Türk tekstil ve hazır giyim sanayiinin rekabet gücü avantajlarını vurgulayan bir sunum yaptı. Eğilimler” hakkında bir sunum yaptı. Robin Anson, konuşmasının başlangıcında küresel ekonomik şartların sanayii ne derecede etkilediğini vurgulamak üzere, 2008 ve 2009 yıllarında yaşanan resesyonun göstergesi olarak GSYİH’nın dünyada ve başlıca ülkelerde ne derecede gerilediğini bir tablo ile gösterdi. Global resesyonu takiben, 2010 yılında ekonomide iyileşme yaşandığını ancak bu iyileşmenin geçici ve belirsiz olduğunu anlatan Anson, konferanstaki sunumunda aşağıdaki bilgileri verdi: Toplantıda, Textile Intelligence Outlook editörü Robin Anson, “Küresel Giyim Sanayiinde Makro Sanayiimize bakılacak olursa, 2010 yılında 7. DTB (Dialog Textil-Bekleidung) Tedarik Konferansı bu sene Hollanda Hazır Giyim Birliği MODINT’in işbirliği ile 6 Mart 2013 tarihinde Almanya’nın Düsseldorf şehrinde düzenlendi. DTB/MODINT Tedarik Konferansında ön plana çıkarılan ülke Türkiye oldu. Çin’in kaybettiği pazar payından faydalanan başlıca ülkelerin Bangladeş ve onu takiben Türkiye olması nedeniyle, Alman Tekstil ve Hazır Giyim Tedarikçileri (DTB), Türk tekstil ve hazır giyim sanayiini birinci elden anlatmak üzere Söktaş Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası İkinci Başkanı Muharrem Hilmi Kayhan’ı konuşmacı olarak davet etti. TABLO : DÜNYA ELYAF TALEBİ, 2007-2011 Sayı: 393 - Nisan 2013 12 TABLO : DÜNYADA TEKSTİL ELYAFI TÜKETİMİ, BÖLGELER İTİBARİYLE, 2006-2011 elyaf talebinde tam bir iyileşme yaşandığı ve bu iyileşmenin 2011 yılında da devam ettiği görülmektedir. Dünya elyaf talebi 2007 yılındaki 69 milyon tondan 2008 yılında 64.3 milyon tona geriledikten sonra 2009 yılında 65.6 milyon tona, 2010 yılında 72.7 milyon tona ve 2011 yılında 77.3 milyon tona yükseldiği hesaplanmaktadır. Ancak, talepteki söz konusu iyileşmenin çoğunluğu Asya’da gerçekleşmiştir. Dikkat çekici bir şekilde, aynı dönemde tekstil ve hazır giyim ticaret değerinde keskin bir iyileşme görülmüştür. Bunun başlıca nedenlerinden biri ise hammadde fiyatlarındaki aşırı artıştan kaynaklanmıştır. ve ABD yer almaktadır, onları takiben Çin, Japonya, Vietnam, Türkiye, Meksika, Güney Kore, Endonezya, Bangladeş, Kanada, Brezilya, Rusya ve Hindistan sıralanmaktadır. Dünyanın en büyük tekstil ihracatçısı ülkeleri incelendiğinde, 2011 yılında DTÖ verilerine göre, en büyük tekstil ihracatçıları Çin, AB-27, Hindistan, ABD, Güney Kore, Tayvan, Türkiye, Pakistan, Japonya, Endonezya, Tayland, Vietnam, Meksika ve Malezya olarak sıralanmaktadır. Söz konusu ülkelerin 2005-2011 döneminde yıllık ortalama ihracat artış oranlarına bakıldığında, Vietnam’ın yıllık ortalama yüzde 32 artış ile en büyük gelişmeyi kaydeden ülke olduğu görülmektedir. İhracat artış hızları açısından, Vietnam’ı Çin (yıllık ortalama yüzde 15), Hindistan (yıllık ortalama yüzde 10) ve Türkiye (yıllık ortalama yüzde 7) takip etmektedir. Hazır giyim sektöründe dünyanın en büyük ihracatçı ve ithalatçı ülkeleri incelendiğinde, yine DTÖ verilerine göre 2011 yılında, en büyük hazır giyim ihracatçıları Çin, AB-27, Bangladeş, Hindistan, Türkiye, Vietnam, Endonezya, ABD, Meksika, Malezya, Tayland, Pakistan, Sri Lanka ve Kamboçya olarak sıralanmaktadır. Söz konusu ülkelerin 2005-2011 döneminde yıllık ortalama ihracat artış oranlarına bakıldığında, Bangladeş ve Vietnam’ın yıllık ortalama yüzde 19 artış ile en büyük gelişmeyi kaydeden ülkeler olduğu dikkat çekmektedir. 2011 yılında dünyanın en büyük tekstil ithalatçıları incelendiğinde ise ilk iki sırada AB-27 2012 yılında AB’nin hazır giyim ithalatında ise en yüksek artış kaydeden tedarikçi ülke Kamboçya’dır (yıllık yüzde 20.4 artış). Bu eğilimlerin ardındaki belirleyici nedenler olarak işgücü maliyetlerindeki farklılıklar ve Asyalı tedarikçilerin dikkat çekici yatırımları görülmektedir. 2011 yılında dünyanın en büyük hazır giyim ithalatçılarına bakıldığında, ilk üç sırada AB-27, ABD ve Japonya’nın yer aldığı görülmektedir. AB-27, ABD ve Japonya toplam olarak dünya hazır giyim ithalatının yüzde 72’sini oluşturmaktadır. Söz konusu üç ülkeyi takiben Kanada, Rusya, İsviçre, Güney Kore, Avustralya, Çin, Türkiye, BAE, Norveç, Suudi Arabistan ve Meksika gelmektedir. ABD’nin hazır giyim piyasası incelendiğinde, 2012 yılında hazır giyim ithalatında en yüksek artış kaydeden tedarikçi ülkenin Vietnam (yıllık yüzde 7.3 artış) olduğu görülmektedir. TABLO : DÜNYADA EN BÜYÜK TEKSTİL İHRACATÇILARI, 2011 TABLO : DÜNYADA EN BÜYÜK HAZIR GİYİM İHRACATÇILARI, 2011 Sayı: 393 - Nisan 2013 13 Kapak GÜMRÜK BİRLİĞİ'NDEN ÇIKALIM MI? AB’nin en son serbest ticaret anlaşması için ABD ile müzakereye başlaması bardağı taşıran son damla oldu. Türkiye’ye zarar vermesi kaçınılmaz olan bu anlaşma yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Bakan Çağlayan’ın AB’ye yaptığı “Gümrük Birliği’nden çıkalım, bizimle de serbest ticaret anlaşması yapın” restiyle alevlenen yeni sürecin nereye varacağını kestirmek de şimdiden çok zor. Türkiye, geçtiğimiz ay Gümrük Birliği'ni yeniden müzakere edeceği bir döneme girdi. Türk sanayii, 1996'da AB ile imzalanan Gümrük Birliği'yle dünya ile rekabet edebilecek bir güç kazandı, kalitesiyle kendinden söz ettirdi. Bu bir gerçek... Ancak AB'ye üye olmadan girdiğimiz Gümrük Birliği’ne rağmen vizeler, geçiş belgeleri, kotalar ve engeller artık bu birlikteliği sorgulanır hale getirdi. Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türk sanayicisine en çok zarar veren etkisi ise AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmaları (STA) oldu. Çünkü Türkiye, bu anlaşmalara ‘söz sahibi olmadan uymak’ zorunda. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın her fırsatta dile getirdiği 'ikiyüzlü AB' tanımının temelinde de işte bu haksızlık yatıyor. Avrupa ile STA imzalayan ülkeler AB sayesinde Türkiye’ye gümrüksüz ihracat yapabilir hale gelirken, Türkiye’ye gümrük vergileri uygulamaya devam edebiliyorlar. AB bu şekilde bugüne kadar birçok ülke ile anlaşma yaptı, çoğu ile de masada. AB'nin serbest ticaret anlaşması için masaya oturduğu ülkelere son olarak ABD de eklendi. Şayet AB ile ABD arasında STA imzalanırsa Amerika, Türkiye’ye gümrüksüz mal satacak, buna karşılık bize gümrük vergisi uygulamaya devam edecek. Türkiye-AB ilişkilerinde bardağı taşıran son damla niteliğindeki bu yeni süreç 'Gümrük Birliği’nden çıkalım' tartışmalarını da Sayı: 393 - Nisan 2013 14 beraberinde getirdi. Öyle ki bir anda hem hükümet kanadından hem de iş dünyasından sert açıklamalar peş peşe geldi. Tartışmanın fiti- lini ateşleyen isim ise Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan oldu. Daha önce "Gümrük Birliği'ni masaya yatırabiliriz" diyen Çağlayan, AB'ye bu kez "Ya vizeyi, ürün kotalarını kaldırın ve üçüncü ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarına bizi de ekleyin ya da Gümrük Birliği'nden çıkalım, bizimle serbest ticaret anlaşması yapın" resti çekti. Bu resti büyük yankı bulan Çağlayan, TÜRKONFED'in 30 Mart'taki Genel Kurulu’nda ise 'Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden kazık yemeye başladığını' belirterek AB'nin ABD ile yapacağı serbest ticaret anlaşması müzakerelerinde masada mutlaka Türkiye'nin de olması gerektiğini söyledi. Türkiye yıllarca uyutuldu Zafer Çağlayan'ın kamuoyuna da yansıyan Avrupa Birliği ile ilgili açıklamalarından bazı satır başları şöyle: "Maalesef bunlar riyakardır ve ikiyüzlüdür. Bunu Türkiye'nin AB'ye girmesini her zaman destekleyen biri olarak söylüyorum. AB'den iki bakan 'size pozitif gündemle geldik' dedi. 'Benim insanıma uyguladığın vizeyi mi kaldırıyorsun? Kotaları mı kaldırıyorsun? Serbest ticaret anlaşması yaparken Türkiye'yi masada mı oturtuyorsun?' diye sordum. Onların pozitifi bu. Gelmiş olduğumuz noktada Gümrük Birliği'nden maalesef Türkiye kazık yemeye başladı. Benim derdim bu. Gümrük Birliği Anlaşması'nı yapanlar maalesef geleceği iyi okuyamadılar. Türkiye'nin pazarlık şartlarını iyi kullanamadılar hatta bizi kandırdılar. Bugün geldiğimiz noktada bıçak kemiğe değil, iliğe dayandı. Türkiye, ABD ile AB arasındaki Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması'nın dışında kalırsa vay bizim halimize... Eğer Avrupa centilmense ve zerre kadar vicdanları varsa Türkiye'yi de paralel bir şekilde taraf yapmalıdır. Biz olsak yapardık. Böyle bir vicdansızlığı bizim anlayışımız kabul etmez. Ama bunlar yapmıyor. O zaman bizim de Serbest Ticaret Anlaşması konusunda Avrupa'ya rest çekmemiz lazım. Bu soruna bir çözüm bulacağız. Türkiye'nin bu haksız rekabete tahammül etmesi söz konusu değildir. Türkiye yıllarca uyutuldu, ama şimdi gözümüzü açtık." GÜMRÜK BİRLİĞİ'Nİ, DÜNYA BANKASI DA SORGULAYACAK Türkiye, ABD ile AB arasında serbest ticaret anlaşması (STA) imzalanırken masada olmak istediğini her fırsatta dile getirirken, bir yandan da Gümrük Birliği’ni hakeme götürdü. 1996’da AB ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’nın iki tarafa da etkilerini belirlemek için Dünya Bankası nezdinde çalışma başlatıldı. Tarafsız bir kuruluş olarak kabul edilen Dünya Bankası uzmanlarınca hazırlanacak rapora göre Gümrük Birliği’ne yeni ayarlar gelebilecek. Bu kapsamda Türkiye'nin, özellikle AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarına (STA) taraf olamama şikayeti de dikkate alınacak. Bu inceleme sonrası Türkiye’nin bu yöndeki talebinin belli biçimlerde karşılanması bekleniyor. Gümrük Birliği yürürlüğe girdiği tarihlerde STA’lar fazla yaygın değildi. Tam üyelik gerçekleşmediği için de zamanla AB’nin lehine avantaj yaratan bu anlaşmalar adeta ihracatımızı engelleyen bir unsur haline geldi. İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, Türk ve AB tarafının mutabakatıyla Dünya Bankası’na götürülen Gümrük Birliği konusunu, Brüksel’deki bir toplantıda tesadüfen öğrendiğini söyledi. Raporun Dünya Bankası’ndan 2013 Haziran ayına kadar çıkmasının beklendiğini belirten Kabaalioğlu, şunları söyledi: "Çiller, Gümrük Birliği’ni 4 yıl sonra tam üye olunacak sözü üzerine imzalamıştı. Ama sözler tutulmadı. Şimdi, AB hedefinden taviz vermeden, mali menfaatlerimizi göz ardı etmeden Gümrük Birliği’nin masaya yatırılması doğru." Gümrük Birliği’nin Dünya Bankası’nca masaya yatırılmasının etkinlik sağlayacağını düşündüğünü de kaydeden Kabaalioğlu, "Çıkacak sonuçları AB uzmanları da teyit etmek durumunda. Böylece bizimle serbest ticaret anlaşması yapmayan ülkelerle de aradaki sorun ortadan kalkabilir ve ticaretin önü açılarak elimizi rahatlatabilir" dedi. LOBİLER TÜRKİYE'YE KARŞI HAREKETE GEÇTİ Amerika'da yaşayan Ermeni ve Yunanlılar, ABD ile Türkiye arasında yapılması gündeme gelen serbest ticaret anlaşmasını engellemek amacıyla güçbirliği yaptı. Amerika'daki Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) ve Amerikan Helen Enstitüsü (AHI), ABD Ticaret Bakanlığı'na yaptığı çağrıda ABD ile Türkiye arasında yapılacak yeni bir ticaret anlaşması için Ankara'nın "Kıbrıs'ın işgaline" son vermesi ve Ermenistan'a uygulanan "hukuk dışı" ambargoyu kaldırması şartlarının koşulmasını istedi. ABD Başkanı Barack Obama'nın ticaret temsilcilik vekili olan Demetrios Marantis'e gönderilen 26 Mart tarihli mektupta, AHI Başkanı Nick Larigakis ve ANCA Başkanı Aram Hamparian'ın imzaları bulunuyor. Mektupta şu sözlere yer verildi: "İki toplum prensipte Obama yönetiminin adil ve hukuka saygılı ticaret ve yatırım politikalarını memnuniyetle karşılıyor, ancak konu Türkiye olunca açık ve alçakça bir şekilde bir Avrupa Birliği ülkesini işgal edip Avrupa'daki son kapalı sınırı devam ettirerek küresel ticaret sisteminin bütünlüğünü baltalayan bir ulusu ödüllendirmek bizim ulusal çıkarlarımız, ekonomik refahımız ya da temel değerlerimizi daha ileri götürmeyecektir." Sayı: 393 - Nisan 2013 15 Kapak AB'nin Serbest Ticaret Anlaşması yaptıktan sonra, Türkiye'nin müzakere talep eden taraf olduğu için zaten olaya mağlup başladığına işaret eden Zafer Çağlayan, "Talep eden taraf olduğumuz için, karşı taraf bizden çok daha farklı tavizler isteyebiliyor. Bizim talebimiz, mutlak surette Gümrük Birliği'nin revize edilmesidir. AB ile Gümrük Birliği Anlaşması tamamen Türkiye'nin aleyhine işlemeye başlamıştır. Böyle bir ortamda, o zaman Serbest Ticaret Anlaşması'na geçiş Türkiye'nin daha büyük menfaatine olacaktır. Eğer AB bu samimiyetsiz tavrına devam edecekse, Türkiye'yi sürecin dışında bırakmaya devam edecekse, o zaman Serbest Ticaret Anlaşması yapalım. Zaten sanayi ürünlerimizi karşılıklı sıfırlamışız, hiç olmazsa AB'nin Türkiye'ye Gümrük Birliği'nden dolayı yüklemiş olduğu mevzuat ve diğer mükellefiyetleri ortadan kaldıralım" dedi. Bizim adımıza karar veriyorlar Türkiye'nin kaygıları Zafer Çağlayan'ın açıklamaları ile sınırlı değil. AB ile ABD'nin STA anlaşması yapacağına ilişkin açıklamanın ardından ilk tepki gösteren isimlerden biri de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan olmuştu. Müzakere masasında Türkiye'nin de olması gerektiğini belirten Babacan, "Tedbir almadığımız takdirde tek taraflı olarak ABD'nin de açık alanı haline gelebiliriz. ABD menşeili ürünler ülkemize gümrüksüz girebilir. Bu Gümrük Birliği ayrı bir dert, bu yeni durum ayrı bir dert" açıklaması yapmıştı. Babacan benzer açıklamalarına geçen ay da devam etti. "Sayın Çağlayan 'Biz masada yokuz, bizim adımıza karar alıyorlar' diye haklı olarak feryat ediyor" diyen Babacan'ın bu konudaki görüşleri şöyle: "Gümrük Birliği özellikle en büyük problemimiz bizim için şu anda. Gümrük Birliği sistemi içindeyiz, dolayısıyla AB'nin uyguladığı tüm gümrük uygulamalarını biz aynen otomatik olarak kabul ediyoruz. Fakat biz Sayı: 393 - Nisan 2013 16 karar verme mekanizmalarında yokuz. Bizim şikayetimiz bu. Onlar 27 ülke olarak masa etrafına oturuyorlar, karar veriyorlar. Gümrük Birliği Anlaşması'nın gereği olarak biz onların kararına uymak zorunda kalıyoruz. Biz diyoruz ki (biz de oturalım masada, madem hepimizi ilgilendiriyor ya da bu Gümrük Birliği Anlaşması'na tekrar bakalım). Bunun alternatifi bir serbest ticaret anlaşması olur mu? Bilemiyorum, bunların hepsi konuşulur, test edi- lir. Bu tartışmaların hiçbirisini tabu olarak görmemek lazım, rahat tartışabilmek lazım. Sonuçta da 'kazan kazan' ilişkisini de unutmamak lazım." AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ise "Türkiye büyük bir devlettir. Aynı zamanda, her türlü opsiyonu değerlendirir. Gün gelir jest yapar, gün gelir rest çeker. AB'nin de Türkiye'nin ekonomik potansiyelini dikkate alarak özellikle yeni yaptığı serbest ticaret anlaşmalarında Türkiye'nin de bir Gümrük Birliği üyesi olarak aynı haklardan yararlanabilmesi için gerekli güvencelere kavuşması konusunda adım atması gerekir. Zannediyorum, Ekonomi Bakanımızın çağrısı da, o adımların atılmasına yönelik kendilerini uyarıcı, hatta uyandırıcı niteliktedir" dedi. Fatura kabarıyor Çağlayan’ın Avrupa Birliği ile ilgili yaptığı sert çıkışın altında AB ülkeleriyle Türkiye’nin 1996’dan beri yaptığı gümrüksüz ticaretin Türkiye aleyhine kabaran faturası da bulunuyor. 1996’dan itibaren AB’ye tam üye olmadan ‘Gümrük Birliği’ anlaşmasını imzalayarak AB ülkeleriyle gümrüksüz ticaret yapmaya başlayan Türkiye’nin 1996-2012 arasında AB lehine verdiği ticaret açığı toplamı 210.2 milyar doları aştı. Türkiye 17 yıllık Gümrük Birliği sürecinde AB ülkelerine 608.1 milyar dolarlık ihracat yapabilirken, AB ülkelerinden 818.4 milyar dolarlık ithalat yaptı. Uzmanlar ve iş dünyası Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği’nin Türk sanayisi, turizmi ve dış ticareti için birçok faydası olduğunu ancak bunlara rağmen Avrupa ile dış ticaret açığının bir türlü kapanamadığını belirterek, AB’nin ticaretin gelişmesi için birçok engeli hâlâ kaldırmadığını belirtiyor. İş dünyasını asıl düşündüren ise yakın bir zamanda serbest ticaret anlaşması için Avrupa Birliği’nin dünya devi ABD ile de masaya oturacak olması. Çünkü biz ABD'ye yüzde 40’ı aşan vergilerle mal satarken onlar Türkiye’ye çok düşük vergilerle mal satacağı için büyük bir zarar ortaya çıkacak. Nitekim bugüne kadar Güney Afrika, Meksika ve Cezayir'le AB'nin yaptığı STA'ların Türkiye'ye faturası büyük. Türkiye DTÖ DİREKTÖRÜ LAMY: TÜRKİYE, AB'Yİ BİZE ŞİKÂYET EDEBİLİR Türkiye ile AB arasında yaşanan problemler Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) de dikkatini çekti. Dünya Ticaret Örgütü Genel Direktörü Pascal Lamy, Türk taşımacılık sektörüne kota ve diğer problemler çıkaran Avrupa Birliği'ne (AB) karşı Türkiye'nin DTÖ nezdinde şikâyette bulunabileceğini söyledi. Lamy, haksız rekabeti engellemek ve serbest ticareti geliştirmek için kurulmuş 159 üyeli DTÖ'nün transit sektörü konusunda bir dizi kuralları bulunduğuna işaret etti ve "Türkiye, eğer AB'nin bu uygulamaları karşısında DTÖ kurallarının çiğnendiğini düşünüyorsa, anlaşmazlığın çözümü için bize başvurabilir" dedi. DTÖ'nün yeni bir anlaşma üzerinde çalıştığını aktaran Pascal Lamy, Endonezya'nın Bali kentinde Aralık ayında yapılacak bakanlar konferansında, sınırlarda gümrük işlemlerinin basitleştirilmesini öngören ticareti kolaylaştırıcı bir anlaşmanın kabul edilmesini beklediklerini söyledi. "Eğer bu olursa, 22 trilyon dolarlık dünya ekonomisi üzerindeki yüzde 5 maliyet azalacak" diyen Lamy, bu durumun Türkiye'nin AB karşısındaki konumunu daha da güçlendireceğine işaret etti. "Şu ana kadar ne Türkiye'den AB'ye ne de AB'den Türkiye'ye karşı bir şikâyet dosyası önüme gelmedi" diyen Lamy, Türkiye'nin dünya ticaretinde rolünün artmasıyla beraber hem Türkiye'den diğer ülkelere hem de diğer ülkelerden Türkiye'ye karşı şikâyetlerin hızla arttığını söyledi. Lamy, "Bu durum, diğer hızla gelişen ekonomilerin durumuyla örtüşüyor" dedi ve ticareti artan ülkelerin ticari sorunlarının da doğal olarak arttığını söyledi. Lamy, Türkiye'nin DTÖ kuralları çerçevesinde izin verilen koruma amaçlı güvenlik tedbirlerini de yoğunlukla uygulayan bir ülke olduğuna da dikkat çekti. AB ile Türkiye arasındaki anlaşmazlık konusu olan vize konusunun ise kendi yetkileri çerçevesinde olmadığına dikkat çeken DTÖ Direktörü, "Biz malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı ile ilgileniyoruz, insanların değil" dedi ve bu sorunun Türkiye ile AB arasında ikili bir sorun olduğunu vurguladı. AB'nin de üye olduğu DTÖ'ye üye ülkeler haksız rekabet olduğunu düşündüğü konularda başvurabiliyor. DTÖ kararlarının her üye ülkeyi bağlayıcı özelliği bulunuyor. Sayı: 393 - Nisan 2013 17 Kapak AB İÇİN HER ÜLKE 'SERBEST' OLUYOR ABD ile masaya oturmaya hazırlanan Avrupa Birliği bugüne kadar Güney Afrika, Cezayir ve Meksika gibi birçok ülkeyle STA imzaladı. Avrupa Birliği en son Avrupalı otomobil üreticilerinin taşıdığı endişelere rağmen, Japonya ile de serbest ticaret anlaşması için müzakereler yürütülmesi üzerinde anlaştı. Müzakerelerin birkaç yıl sürmesi bekleniyor. Avrupa Birliği, Singapur ile de serbest ticaret anlaşması şartları üzerinde Aralık 2012'de anlaşmaya vardı. AB, Singapur ile varılan anlaşmanın diğer ASEAN ülkeleri için de emsal olmasını hedefliyor. AB şu anda Malezya ve Vietnam ile de serbest ticaret anlaşmaları için müzakereler yürütüyor. Yine Aralık 2012'de aynı zamanda Kolombiya, Peru ve 6 Orta Amerika ülkesiyle AB arasındaki serbest ticaret anlaşmalarına Avrupa Parlamentosu'ndan onay çıktı. Böylece bu ülkeler AB'nin 500 milyon tüketicisine ulaşabilecek, AB'nin durgunluk içindeki ekonomisi de yeni pazarlar bulabilecek. ABD ile varılacak bir serbest ticaret anlaşmasının da sıkıntıdaki Avrupa ekonomilerine ilaç olacağı belirtiliyor. Söz konusu anlaşmayla 460 milyar Euro’luk dış ticaret hacmine sahip olması bekleniyor. Bu anlaşmadan AB’nin yılda 190 milyar Euro, ABD’nin ise 100 milyar Euro katkı sağlaması hedefleniyor. Verilere göre Türkiye geçen yıl 122.9 milyar Euro'luk ticaret hacmiyle AB'nin 6'ncı büyük ticaret ortağı oldu. Türkiye, AB'ye 2012'de 47.8 milyar Euro ihracat yaptı, buna karşılık yapılan ithalat 75.1 milyar Euro oldu. Türkiye'nin AB kaynaklı dış ticaret açığı ise geçen yıl 24.9 milyar Euro'dan 27.3 milyar Euro'ya yükseldi. 2012'de AB'nin en büyük ticaret ortakları 497.7 milyar Euro'yla ABD, 433.6 milyar Euro'yla hacmiyle Çin, 336,7 milyar Euro'yla Rusya, 237.9 milyar Euro'yla İsviçre ve 150.3 milyar Euro'yla Norveç oldu. Geçen yıl AB'nin toplam ihracatı yüzde 8 artışla 1 trilyon 686 milyar Euro'ya ve ithalatı yüzde 4 artışla 1 trilyon 791 milyar Euro'ya ulaştı. GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN BAŞINDAN BU YANA TÜRKİYE-AB DIŞ TİCARETİ (Milyar $) Yıllar .................İhracat ...............İthalat 1996........................12.5....................24.3 1997........................13.4....................26.1 1998........................14.8....................25.2 1999........................15.4....................22.2 2000........................15.6....................28.5 2001........................17.5....................19.8 2002........................20.4....................25.6 2003........................27.3....................35.1 2004........................36.5....................48.1 2005........................41.3....................52.6 2006........................47.9....................59.4 2007........................60.3....................68.6 2008........................63.3....................74.8 2009........................46.9....................56.5 2010........................52.6....................72.2 2011........................62.3....................91.1 2012........................59.2....................87.4 Toplam..................608.1 .................818.4 Sayı: 393 - Nisan 2013 18 2012 yılında Meksika’dan 867 milyon dolarlık mal alırken ihracat 206 milyon dolarda kaldı. Cezayir’den ithalatımız 2.6 milyar dolarken ihracatımız 1.8 milyar oldu. En kötü tablo ise Güney Afrika ile yaşandı. Bu ülkeden 382 milyon dolarlık satışa karşılık 1.3 milyar dolarlık ithalat gerçekleşti. Hali hazırda ABD’ye ihracatımız 5.9, ithalatımız ise 14.1 milyar dolar. İşadamlarına göre bu ülke ile ticarette zaten büyük bir dengesizlik var. Şimdi bir de AB ile serbest ticaret anlaşması imzalar, Türkiye ile ayrıca imzalamazsa o zaman dış ticaretimiz çok daha aleyhimize olacak. O yüzden de faturanın daha da kabarmaması için bir an önce adım atılmasını istiyor. Çözüm aynı masada olmak Peki ne tür adımlar atılabilir? Bu sorunun çözümüne dönük önerilen ilk adım Gümrük Birliği’nin yeniden sorgulanmasına neden olan tartışmanın temelinde yatan AB ile ABD arasındaki serbest ticaret görüşmelerine Türkiye'nin de dâhil olmasını sağlamak. Bu konuda bugüne kadar birçok sivil toplum kuruluşu çeşitli girişimlerde bulundu. Ancak ABD ile AB arasındaki serbest ticaret anlaşması sürecine dahil olmak isteyen Türkiye'ye Brüksel'den bugüne kadar olumlu bir dönüş olmadı. Ayrıca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı bir mektup da ABD Başkanı Barack Obama'ya iletildi. Mektubun ardından ABD tarafından gelen tek olumlu dönüş ise Türkiye- ABD siyasi ve ticari ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren Amerikan Türk Konseyi (ATC) Üst Yöneticisi James H. Holmes'ten geldi. Holmes, İŞ DÜNYASI: SÜREÇ ALEYHİMİZE İŞLİYOR Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi: Gümrük Birliği anlaşması, AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları nedeniyle Türkiye’nin aleyhine işliyor. Haksız rekabete neden olan ve Türkiye’nin ithalatını körükleyen bu durum nedeniyle, yerli sanayimiz güç durumda kalırken, Türkiye adeta bir ithalat cennetine dönüşüyor. Cari açığımız artarken, dış ticaret açığımız yüksek seviyelere ulaşıyor. Buradaki en büyük problem, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne AB üyesi olmadan giren tek ülke olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden Türkiye, AB’nin, üye olmayan ülkelerle imzaladığı tüm STA’ları, herhangi bir müzakere sürecine girmeden kabul etmek durumunda kalıyor. 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği’ne başlarken yapılan yanlışı şimdi düzeltmemiz gerekiyor. AB tek taraflı taviz tanıdığı Afrika, Karayip ve Pasifik ülkeleri gibi ülkelerle STA imzalayarak durumu dengelerken, Türkiye ise bu ülkelerle eş zamanlı olarak anlaşma imzalayamıyor. Daha doğrusu bu ülkeler Türkiye ile ticaretlerinde büyük bir avantaj sağladıkları için, Türkiye ile STA imzalamaya yanaşmıyorlar. Bir diğer yanlış ise AB ile Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) uygulaması. OGT uygulaması yüzünden büyük dış ticaret açığı veriyoruz. Örneğin Çin’den ithalatımız hızla artıyor. Çin, bizim ihracatımıza yüzde 30-40 vergi uygularken biz Çin’den ithalatımızda AB’nin belirlediği yüzde 3-4 vergiyi uygulamak zorunda kalıyoruz. Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Onatça: Dış ticaretin serbestleşmesi, ticaret hacminin artması ve ülkenin refah seviyesinin yükselmesi açısından çok olumlu sonuçlar doğuran Gümrük Birliği, geçen sürede AB'nin diğer ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) yüzünden Türkiye'nin aleyhine işler hale geldi. Serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye için yarattığı tek taraflı yükümlülükler, Türkiye'nin ticaret dengelerini giderek daha olumsuz etkileyecek boyutlara geliyor. İstanbul Sanayi Odası Başkanı (İSO) Başkanı Tanıl Küçük: GB’nin masaya yatırılması olumlu bir gelişme. Üçüncü ülkelere ticarette AB karşımıza çok büyük haksızlıklar çıkarıyordu. Ayağımızda prangadır bu. Eşit şartlarla rekabet edemiyoruz. Bizim ürünlere yüksek vergiler konuluyordu. Bunun adı da Gümrük Birliği değil vergili ihracat oluyordu. Dolayısıyla pazar kaybediyoruz. Eğer adı Gümrük Birliği ise AB ile eşit şartlarda ihracat yapabilmeliyiz. Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Yücelen: TÜGİAD olarak Avrupa'ya tam üyeliği koşulsuz destekliyoruz. Ancak bu sürecin, bu şekilde sağlıksız uzaması ülkemize ve ekonomimize zarar veriyor. 2023 hedeflerine hızla koşan bir ülkenin girişimcileri olarak Sayın Bakanın, Türkiye'nin serbest ticaret anlaşmalarına taraf olmak da dahil; Gümrük Birliği'nin revize edilmesi gerekliliği konusundaki ifadesini destekliyoruz. AB'nin ABD ile yaptığı serbest ticaret anlaşması uyarınca kısa sürede zaten adaletsiz durumda olan dış ticaret dengesi daha da bozulma riski taşıyor. Bizim bu tepkimize AB ülkeleri de hak veriyorlar; ancak sonuç yok... Türkiye ile aynı gün, 3 Ekim 2005'te AB üyelik müzakerelerine başlayan Hırvatistan, 1 Temmuz'da AB üyesi oluyor. AB bu oyalama taktiğine devam edecekse, Türkiye'yi sürecin dışında bırakmaya devam edecekse, o zaman Serbest Ticaret Anlaşması yapalım. Türkiye'nin, Ortadoğu'ya ve Asya'ya açılan kapı olarak kullanılacağı yerde sürecin yokuşa sürülmesine anlam veremediğimiz gibi TÜGİAD olarak Türk işadamlarının maruz bırakıldığı haksız rekabete dur demenin zamanının çoktan geldiğini düşünüyoruz. Ankara Giyim Sanayicileri Derneği (AGSD) Başkanı Canip Karakuş: Gümrük Birliği’nin, Türk sanayisinin ve dış ticaretinin gelişimi açısında başlangıçta önemli katkıları oldu. Ancak söz konusu ticaretten kaynaklı açık da 210 milyar doları aştı. Bu katkılar, kayıplarımız göz önüne alındığında devede kulak kalmaktadır. AB, aradan geçen bunca yıla karşın halen ticaretin gelişmesinin önündeki birçok engeli kaldırmadığı gibi, Türkiye'nin dış ticaret açığını artırıcı adımlar atmaya da devam etmektedir. Sıkacak diş kalmadı artık ağzımızda. Uygulanan kotalar ve tabi olunan vergi oranları nedeniyle rekabet gücünü kaybeden buna bağlı olarak da kârlılığını minimum seviyede tutan ihracatçı, hayatta kalma savaşı veriyor. AB üyesi ülkelerden yapılan gümrüksüz ithalata bir de AB'nin üçüncü ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmalarına ülkemizin sorgusuz sualsiz uymak zorunda olması büyük vergi gelirlerinden mahrum olunmasının yanı sıra iç piyasada da haksız rekabete sebep oluyor. Gümrük Birliği'nin, Türkiye'ye yararından çok zararı oldu. Başlangıçta lehimize olan Gümrük Birliği, sonuçları itibariyle biran evvel gözden geçirilmeli. Sayı: 393 - Nisan 2013 19 Kapak "Türk medyasında yer alan bütün bu ‘yandık, bittik’ yorumlarını haksız buluyorum. ABD ve AB arasındaki görüşme fasılları henüz açılmadı bile. ABD ve AB arasındaki ticaret anlaşması gerçekleşmesi halinde, buna uygun şekilde, Türkiye ve ABD arasında da yeni anlaşma koşulları ortaya çıkacak" değerlendirmesini yaptı. Holmes'in açıklamalarını değerlendiren uzmanlara göre ABD tarafı Türkiye ile paralel görüşmeler yapabilir. Çünkü Gümrük Birliği anlaşmasına göre Türkiye herhangi bir ülke ile direkt gidip müzakere edemiyor. Önce AB'nin, serbest ticaret anlaşması imzalaması lazım. Onun için ABD ile paralel görüşme yürütülmesi gerekiyor. Bu sürecin de başlaması için Türk lobilerinin Kongre nezdindeki adımları büyük önem kazanıyor. Yoksa ABD, AB ile imzayı attıktan sonra iş işten çoktan geçmiş olabilir. Geçmişte de bunun çok örnekleri yaşandı. AB'nin serbest ticaret anlaşması yapmış olduğu Güney Afrika, Cezayir ve Meksika, Türkiye'nin tüm çabalarına rağmen, Türkiye ile STA imzalamaya yanaşmıyor. Bugüne kadar Güney Kore ile Türkiye arasında anlaşma yapıldı. Bu anlaşma 1 Mayıs’ta yürürlüğe girecek. Japonya ise AB ile serbest ticaret anlaşması müzakerelerini yaparken Türkiye ile de görüşmelere başladı. Ancak henüz bir gelişme yok. İkinci adım Gümrük Birliği’nde revizyon Peki, AB ile çözüm sağlanmaması durumunda alternatif var mı? Bu konuda uzmanların görüşü de Bakan Çağlayan'la paralel. AB ile Gümrük Birliği ilişkisini belirli bir dönemden sonra STA'ya dönüştürmek... Ancak uzmanlar bu alternatifi çok radikal bir düşünce olarak görüyor. Gümrük Birliği'nin yerine bir serbest ticaret anlaşması yapılmasının, Türkiye'nin AB üyelik hedefi açısından son derece sakıncalı olacağı belirtiliyor. Pek dillendirilmese de hükümetin de bunu istemediğini onun yerine Gümrük Birliği’nde diğer revizyonların yapılmasının daha da önemli olduğu savunuluyor. Uzmanlar diğer taraftan AB ile ABD arasındaki STA müzakerelerinin de çetin geçeceği görüşünde. Çünkü Avrupa'da da ABD'de de çok ciddi bir hayvancılık ve genel tarım lobisi var. Bu lobiler arasında büyük bir savaş yaşanması bekleniyor. Sayı: 393 - Nisan 2013 20 ALPTEKİN: İŞ DÜNYAMIZ AMERİKA’DA LOBİ ÇALIŞMASINA BİR AN EVVEL BAŞLAMALI TABA/AMCHAM Genel Başkanı Ekim Alptekin, sendikamıza yaptığı ziyaret sırasında, AB ile serbest ticaret anlaşması imzalamaya hazırlanan ABD’de sadece hükümet değil özel sektörün de içerisinde yer aldığı etkin bir lobi çalışmasının bir an evvel başlatılması gerektiğini vurguladı. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası olarak geçtiğimiz ay içerisinde gündemin en önemli konusu olan AB ve ABD arasındaki serbest ticaret anlaşması hakkında görüş alışverişinde bulunabileceğimiz önemli bir konuğu ağırladık. TABA/AmCham (TurkishAmerican Business Association / American Chamber of Commerce in Turkey) Genel Başkanı Ekim Alptekin, 19 Mart 2013’te sendikamızı ziyaret ederek, Genel Sekreterimiz Av. Başar Ay, Genel Sekreter Yardımcılarımız Av. Samim Ergeneli ve Levent Oğuz ile bir araya geldi. Uluslararası gündemin en sıcak konularından biri olan AB ile ABD’nin serbest ticaret anlaşması imzalamak için çalışmalara başlatılması, AB ile Gümrük Birliği içerisinde olan Türkiye için büyük bir tehlike arzediyor. TABA/AmCham Genel Başkanı Ekim Alptekin’in ziyareti esnasında da görüşmelerin ana maddesini bu konu oluşturdu. Türkiye’nin, AB ve ABD'nin imzalayacağı serbest ticaret anlaşmasının dışında kalmaması gerektiğini vurgulayan Alptekin, bu sürece dâhil olabilmemiz için etkin bir lobi başlatılması gerektiğine dikkat çekti. Alptekin’in konu ile ilgili en büyük çağrısı ise özel sektöre oldu. Bu anlaşmanın AB ekonomisine büyük katkı yapacağını, Amerikan ekonomisinin de bu anlaşmayla dünyadaki rekabet gücünü artıracağını dile getiren Alptekin, “Yeni iş imkânları yaratılarak ekonomi için milyarlarca dolarlık yeni kaynağın oluşacağı bu sürece Türkiye’de dâhil olmalıdır. İş dünyamıza bu konuda önemli görevler düşüyor. Sadece hükümet değil özel sektörün de içerisinde yer aldığı etkin bir lobi çalışmasının bir an evvel başlatılması gerekmektedir” açıklamasında bulundu. Güncel TÜRK PAMUĞUNDA ‘BETTER COTTON’ DÖNEMİ Nike, H&M, Adidas, Marks&Spencer gibi tekstil devlerinin aradığı 'Better Cotton' (Daha İyi Pamuk) üretimi yapan ülkeler kervanına Türkiye de katılıyor. Böylece tekstil sanayicisi ‘Better Cotton Sertifikalı pamuk’ için Mali veya Hindistan'a gitmek zorunda kalmayacak. Türk pamuğunun üretiminde yeni dönem başlıyor. Nike, H&M, Adidas, Marks&Spencer gibi tekstil devlerinin aradığı 'Better Cotton' (Daha İyi Pamuk) uygulamasına geçmek için Türkiye'nin yaptığı başvuru kabul edildi. Türkiye, Ulusal Pamuk Konseyi'nin girişimiyle 2 yıl önce Better Cotton Sertifikası için Better Cotton Initiative'ye (BCI) başvurmuştu. Dünyada pamuk üretiminin standartlarını belirleyen BCI'nın onayını alan Türkiye, böylece 'daha iyi pamuk' üretimi yapan ülkeler kervanına katılacak. Türkiye'ye fason tekstil ürünleri üretimi yaptıran büyük mar- kalar, Türk üreticilere BCI sertifikasını dayattığından, Türk firmaları pamuğu Afrika, Hindistan ve Pakistan'dan almak zorunda kalıyordu. Türkiye'nin bu oluşumun içerisine girmesi hem üreticileri hem de tekstil sanayicilerini sevindirecek. Ulusal Pamuk Konseyi Başkanı Barış Kocagöz, Türkiye'nin 'Better Cotton' uygulaması ile pamuk üretiminde yeni bir sürece gireceğini belirterek hemen çalışmalara başlayacaklarını söyledi. Türkiye'nin Better Cotton üretici ülkeleri arasında yer alacağını anlatan Kocagöz, “Yolumuz çok uzun. İlk etapta pilot olarak belirlediğimiz bölgelerde deneme üretimlerine başlayacağız. Pilot bölgelerde üreticilere eğitimler verilecek. Böylece pilot bölgelerde başlayan çalışmalarımızı Türkiye genelinde yaygınlaştırmayı planlıyoruz. 2 yıl içerisinde 15-20 bin tona, 3-4 yıl içerisinde de 50-60 bin tonlara ulaşmayı hedefliyoruz” diye konuştu. Barış Kocagöz, bu uygulamaya geçmenin Türkiye'ye öncelikle rekabet avantajı sağlayacağını söyledi. Türkiye'nin sıfır gümrükle pamuk ithal eden bir ülke olduğunu, ancak yurtdışında Sayı: 393 - Nisan 2013 21 Güncel çiye yeni olanaklar sunacağını söyledi. Bayraktar, “Özellikle son yıllarda büyük tekstil ve hazır giyim firmaları, müşterileri için daha farklı, daha özel ve daha sağlıklı ürünler sunmayı hedef ediniyorlar. Bu amaçla üretimin ilk basamağı olan pamuk tohumunun üretiminden başlayarak bazı kriterler getirdiler. Bu konseye üye firmalar, toprağı daha az işleyen, daha az su ve gübre kullanan, tarımda çocuk işçi çalıştırılmasının önüne geçen, kadın işçilerin haklarını belirleyen kurallara göre ve adlandırıldığı şekliyle daha iyi pamuk uygulamasıyla elde edilmiş ürünleri, üretim yaptırdıkları firmalardan istemektedirler” dedi. Bayraktar, bu uygulamayla pamuğun Türkiye'de de yetiştirilebilecek olmasının son derece sevindirici bir haber olduğunu ve Birlik olarak desteklediklerini bildirdi. Better Cotton Initiative (BCI) nedir? da kalite ve sertifika konusunda rekabet etmesi gerektiğini anlatan Kocagöz, "Better Cotton, Türk pamuğunu dünyada talep edilen ürün haline getirecek. Yurtdışında büyük markaların Türk tekstil sanayicilerine Better Cotton istedikleri ürünleri dayatması sonucu başka ülkelerden almak gibi bir dezavantajı ortadan kaldıracak” bilgilerini verdi. Kocagöz, Türkiye'nin Better Cotton'a geçmesi için iki yıldır çalışmaların sürdüğünü hatırlattı. Temmuz 2012 tarihinde başvuruyu yaptıklarını, yaklaşık 16 özel şirketin Ulusal Pamuk Konseyi liderliğinde toplandığını anlatan Kocagöz, "Genelde hazır giyim firmaları ve iplik sanayicilerinden oluşan grup olarak bu iş için bir fon yarattık, havuz oluşturduk. Bu havuzda toplanan paralarla bütün bu işin harcamalarını gerçekleştirdik. Türkiye'nin nasıl pamuk yetiştirdiği, neler yaptığı, hangi sistemleri kullandığı ile ilgili hazırlanan raporumuz, BCI'nın meclisi tarafından onaylandı” diye konuştu. Barış Kocagöz, Türkiye'de Better Cotton ile ilgili çalışmaları yürütecek bir dernek kurulacağını söyledi. Çevre dostu ve sosyal boyutlu bir proje olması nedeniyle derneğin üyelerinin pamuk üreticisinden, tüketicisine, çevre kuruluşlarına kadar geniş yelpazede olacağını vurgulayan Kocagöz, bağımsız bir kuruluş olarak derneğin bir an önce kurulmasını ve planlama yapmasını hedeflediklerini dile getirdi. Kocagöz, "Çünkü dünyada büyük markalar Better Cotton'u kurmuşlar, Better Cotton istedikleri ürünleri Türk tekstil sanayicisine empoze ediyorlar, mecbur kılıyorlar. Better Cotton hammadde Türkiye'de olmadığı için Zimbabve, Mali, Hindistan'dan almak zorunda kalıyorlar. Bu girişimin içerisinde olmak Türk üreticisinin ve Türk tekstil sanayicisinin rekabet şansını artıracak. Türk üreticisinin ürettiği pamuk Better Cotton olacak. Dolayısıyla tekstil sanayicisi Türkiye'de arka bahçesinde pamuk yetiştiği halde Mali'den Hindistan'dan pamuk almak zorunda kalmayacak" şeklinde konuştu. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar da uluslararası şirketler tarafından talep edilen 'daha iyi pamuk' (BCI-Better Cotton Initiative) uygulamasının çift- Sayı: 393 - Nisan 2013 22 Dünya çapında milyonlarca çiftçinin daha sağlıklı koşullarda pamuk üretmesini sağlamak için oluşturulmuş gönüllü bir program. Sektörün geleceğini garanti altına almak için 2005’te "Better Cotton Initiative" (BCI) adlı İsveç kökenli ticari amaç gütmeyen bir konsey kuruldu. Konsey, pamuk tedarik zinciri ve ilgili paydaşlarla işbirliği yaparak küresel pamuk üretimini çevresel, sosyal ve ekonomik anlamda sürdürülebilir kılmayı ve uzun vadede bu üretim kalitesini tüm dünyaya yaymayı kendine ilke edindi. Aynı zamanda küçük ve büyük pamuk çiftçileri için sosyal ve ekonomik faydaları iyileştirmeye çalışıyor. Bu girişim bölgesel koşullara bağlı olarak pamuk üretimiyle ilgili oldukça fazla konuyu gündeme getirerek pamuk üretiminin önemli negatif etkilerine işaret etmeyi hedefliyor. Devamlı iyileştirme eylemlerinin daha fazla alana yayılması için belli bölgelerde mücadele ediyor. Bölgelere özgü strateji ve araçlarla uygulanan küresel prensipleri ve kriterleri oluşturmak BCI organizasyonunun yaklaşımını oluşturuyor. BCI uygulama stratejilerinin etkisini ölçmek için de bölgesel tabanlı göstergelerin kullanılması hedefleniyor. DÜNYADA PAMUK EKİM ALANLARI AZALDI FİYATLARDA YÜKSELİŞ BEKLENİYOR Dünya genelinde pamuk üretiminin 2013/2014 sezonunda azalması buna bağlı olarak fiyatların bir önceki yıla göre artması bekleniyor. Tahminlere göre 2013-2014 sezonunda dünya pamuk ekim alanları yüzde 9 ile 15 oranında azalacak. Türkiye’de ise yeni dönemi üretici şekillendirecek. Ulusal Pamuk Konseyi Başkanı ve İzmir Ticaret Borsası (İZTB) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Barış Kocagöz'ün değerlendirmesine göre sezonun kötü geçmesi sebebiyle zarar eden çiftçi, hasat sonunda buğday ekimine yöneldi. Bu da pamuk alanlarının azalmasına yol açtı ancak asıl daralma, önümüzdeki iki ay süresince üreticilerin vereceği karara bağlı olacak. Özellikle mısır ekimlerinin genişlemesi, pamuk üretimini azaltacak. "Ülke olarak fiyatların etkisiyle 'yükselen sene'nin ertesi çok ürün ekme yanılgısına her zaman düşüyoruz” diyen Barış Kocagöz, “Fiyatların düştüğü senelerde de hep üretimi azaltıyoruz ancak bu senelerin takip ettiği sezonlarda fiyatlar toparlanma eğilimine girer. Dolayısıyla fiyatların daha uygun olacağı senelerde ülke olarak yanlış görüşlerle az üretim yapıp tersine çok üretimle fiyatların düştüğü senelere girmek, üreticimizin cesaretinin kırılmasına neden olmaktadır. Bu tip yanılgılara ülke olarak düştüğümüze dikkat çekmiş, fiyatların baskı altında kalması için şişirilmiş stok değerlerine itibar edilmemesi yönünde geçen yıl uyarıda bulunmuştuk. Nitekim o günkü düşürülmüş fiyat değerlerine göre pamuk, bugün daha değerli hale gelmiştir” dedi. Barış Kocagöz, hasat döneminde (EkimKasım) dibe vuran pamuk fiyatlarının Türkiye’de yüzde 25 oranında arttığını, İZTB'de hasat döneminde 2.95 lira olan Ege pamuğunun 4 liraya, 2.5 lira olan Güneydoğu Anadolu pamuğunun ise 3.5 liraya yükseldiğini de bildirdi. Kocagöz, “Dünyada ise buğday ve mısıra olan kayma, pamuk ekim alanlarını azaltacağı beklentisi ve en büyük tüketici Çin'in alımlarını artırmasıyla dünya pamuk fiyatı yılbaşından bu yana yüzde 20 oranında arttı” dedi. Dünya pamuk üretiminin son yıllarda gerilediğini belirten Kocagöz, Uluslararası Pamuk Konseyi verilerine göre 17.4 milyon ton olduğu söylenen dünya stokunun bu kadar olmadığının anlaşıldığına işaret ederek, şunları söyledi: “En büyük tüketici Çin, kritik günler için her zaman stok bulunduruyor. Çin'in stokunda halen önemli miktarda pamuk bulunuyor. Bu yıl için ithalat yerine iç tüketimini stoktan karşılayacağı beklentisi, geçen yıl fiyatları düşürmüştü. Bu sezona geldiğimizde Çin, stoklarını tüketme yerine, hem stokları hem de iç tüketimi için ithalatını artırdı. Bu da dünya pamuk fiyatlarını yükseltti.” Üreticilere 'pamuktan vazgeçmeyin' çağ- rısında bulunan Ulusal Pamuk Konseyi Başkanı Kocagöz, şunları söyledi: “Geçen yıl fiyatların düşük gitmesi nedeniyle birçok üretici pamuk ekiminden vazgeçmişti. Bu fiyat artışı üreticiyi yeniden pamuğa yönlendirebilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın destekleme primini 50 kuruş olarak açıkladığı 2013-2014 sezonu, olumlu bir sene olması garanti edilmese de üreticilerimizi geçen sezon kadar üzmeyecektir. Üreticilerimiz bu nedenle cesaretlerini kırmayarak pamuk üretiminden vazgeçmesin.'' Sayı: 393 - Nisan 2013 23 Vergi Dünyası 2012’DE ŞİRKETLER VE ŞAHISLAR NE KAZANDI, NE KADAR VERGİ ÖDEDİ? Kurumlar Vergisi mükellefi olan limited ve anonim şirketlerin, 2012 yılı ortalama kazançları ile vergi sonrası aylık kazançları belli oldu. Bankalar açık farkla birinci Kurumlar vergisi mükellefi olan şirketlerin sayısı 619 bin 710. Banka sayısı ise 113 olarak gözüküyor. 113 banka, 2012 yılı Nisan ayında toplam 16 milyar 89 milyon lira, safi kurum kazancı bildirmişler. Bu da banka başına ortalama 142 milyon TL kazanç, 28 milyar TL de vergi anlamına geliyor. Demir-çelik imalatçısı şirketler, bankalardan hemen sonra geliyor. Ecza ve ilaç depoları da üçüncü sırada yer alıyor. Diş klinikleri zor durumda Kurumlar vergisi mükellefi olan şirketler arasında, en düşük kazanç beyan edenler, diş klinikleri olarak göze çarpıyor. Bunların vergi sonrası aylık net gelirleri 1.344 TL. Belli ki diş klinikleri zor durumdalar… Az kazananlar arasında ikinci sırada lokanta işleten şirketler geliyor. Üçüncü sırada kürk imal edip, toptan ve perakende satan, dördüncü sırada da altın imalatı ve ticareti ile uğraşan şirketlerin olması dikkati çekiyor. Bunlar vergi sonrası aylık ortalama 2.473 TL kazanç sağlıyorlarmış. Ortak sayısına böldüğümüzde, ortak başına asgari ücretin altında bir rakam çıkıyor! Oteller ve motellerin durumu da ilginç. Vergi sonrası ortalama aylık net kazançları 3 bin 349 lira gözüküyor!.. Sayı: 393 - Nisan 2013 24 TABLO-I: KURUMLAR VERGİSİNDE EN ÇOK KAZANÇ BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Ortalama Ortalama Vergi Sonrası Faaliyet Mükellef Toplam Yıllık Yıllık Net Aylık Grupları Sayısı Matrah Gelir (TL) Vergi (TL) Gelirleri (TL) Tüm Mükellefler 619.710 131.995.624.643 212.995 42.309 14.224 Bankalar 113 16.089.027.938 142.380.778 28.476.155 9.492.052 Demir Çelik (İmalat) 2.435 2.157.408.737 885.999 176.926 59.089 Ecza ve İlaç Depoları 3.147 1.767.760.222 561.729 108.955 37.731 Mensucat Sanayi (İplik ve İmalat) 1.248 440.527.010 352.986 70.237 23.562 Elektrikli Ev Aletleri (imalat) 1.903 642.318.679 337.529 66.386 22.595 Akaryakıt Ticaret 12.073 3.232.583.126 267.753 53.528 17.852 Toprak Sanayi 1.361 357.039.350 262.336 51.836 17.541 Deterjan Sanayi (imalat) 408 96.026.862 235.360 47.072 15.690 İnşaat ve Bayındırlık İşleri 70.663 12.560.129.980 177.747 35.502 11.854 Un İmali ve Satışı 1.785 303.108.217 169.808 33.880 11.327 Not : Ortalama yıllık gelir, toplam matrahın mükellef sayısına bölünmesi ile bulunmuştur. TABLO-II: KURUMLAR VERGİSİNDE EN DÜŞÜK KAZANÇ BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Faaliyet Grupları Diş Klinikleri Lokantalar Kürk İmali Topt. ve Perk. Altın İmalat ve Tic. Sanatsal Faaliyetler Oteller-Moteller Ayakkabı Topt.Perk. Deri Eşya Satışı Konfeksiyon (Toptan) Deri Ticareti Mükellef Sayısı 1.291 11.732 50 6.120 738 997 2.137 932 6.269 694 Toplam Matrah 26.021.478 360.626.892 1.673.844 227.070.926 28.754.804 50.054.648 131.874.161 62.751.956 532.940.604 69.569.824 Ortalama Yıllık Gelir (TL) 20.156 30.739 33.477 37.103 38.963 50.205 61.710 67.330 85.012 100.244 Ortalama Vergi Sonrası Yıllık Net Aylık Vergi (TL) Gelirleri (TL) 4.031 1.344 6.148 2.049 6.695 2.232 7.420 2.473 7.792 2.597 10.012 3.349 12.215 4.124 13.466 4.488 16.827 5.682 19.484 6.730 Kaynak: Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı (2011 dönemine ilişkin 2012’de beyan edilen kazanç) Prof. Dr. Şükrü KIZILOT TABLO-III: GELİR VERGİSİNDE EN ÇOK KAZANÇ BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Faaliyet Grupları Tüm Mükellefler Noter Doktorlar Eczaneler Sanatçılar Avukatlar YMM ve Mali Müşavirler İhracat ve İthalat Akaryakıt Tic. Bina İnşaat Ecza ve İlaç Depoları Mükellef Sayısı 1.757.552 2.126 8.726 24.381 2.668 43.501 40.653 2.190 10.014 3.822 3.790 Toplam Matrah 25.326.355.590 478.128.603 567.819.058 1.485.444.896 135.787.559 1.711.664.787 1.522.232.766 72.988.738 258.330.016 92.753.000 67.246.593 Ortalama Yıllık Gelir (TL) 14.410 224.896 65.072 60.926 50.895 39.347 37.444 33.328 25.797 24.268 17.743 Ortalama Vergi Sonrası Yıllık Net Aylık Vergi (TL) Gelirleri (TL) 3.782 885 74.447 12.537 19.002 3.839 16.592 3.694 16.278 2.885 11.290 2.338 9.529 2.326 9.890 1.953 6.933 1.572 6.529 1.478 4.213 1.127 Not : Ortalama yıllık gelir, toplam matrahın mükellef sayısına bölünmesi ile bulunmuştur. Şahıslar ne kazandı, ne ödedi? 2012 yılında 1 milyon 757 bin gelir vergisi mükellefi tarafından beyan edilen kazançlara göz attığımızda, en çok kazanç bildirenlerin yıllık ortalama 225 bin TL ile noterler, en az kazanç bildirenlerin ise yıllık ortalama 4 bin 386 TL ile lokantalar olduğu, onları yıllık 5 bin 421 TL kazançla seyahat ve turizm işletmelerinin izlediği göze çarpıyor. Niçin Noterler? Noterler, yaptıkları tüm işlemlere belge düzenledikleri ve gider gösterebilecek harcamaları da sınırlı olduğu için, kuruşuna kadar vergilerini ödüyorlar. Yoksa noterlerden daha fazla hatta birkaç katı fazla kazandığı halde, liste başı olmayan ya da ilk 10’da gözüken ve gözükmeyen faaliyet grupları da var. TABLO-IV: GELİR VERGİSİNDE EN DÜŞÜK KAZANÇ BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Faaliyet Grupları Lokantalar Seyahat ve Turizm İşl. Deterjan Tic. Perakende Konfeksiyon Bakkaliye Deri Eşya Satışı Mobilya Ayakkabı Tic. Deri Eşya İmali Kasaplar Mükellef Sayısı 105.589 9.761 5.137 32.581 98.134 3.865 37.935 13.979 2.731 14.656 Toplam Matrah 463.132.690 52.916.085 30.860.317 200.578.056 626.957.247 25.824.228 263.746.058 100.320.959 20.546.123 112.559.865 Ortalama Yıllık Gelir (TL) 4.386 5.421 6.007 6.156 6.389 6.681 6.952 7.176 7.523 7.680 Noterleri, yıllık 65 bin 072 TL kazanç ile doktorlar izliyor. Üçüncü sırada eczaneler dördüncü sırada da sanatçılar var. Tabloya baktığımızda, bir noterin ortalama kazancının; 51 lokantacı, 41 seyahat ve turizm işletmesi, 37 konfeksiyoncu, 34 deri eşya satıcısı, 32 mobilyacının kazançları toplamı kadar olduğunu fark ediyoruz. Düşük kazanç bildirenler Tablo-IV’ten de fark edileceği gibi, birçok meslek grubu vergisini ödedikten sonra ayda 300-400 bilemediniz 500 lira gelirle (örneğin lokantacı ayda 291 TL, seyahat ve turizm işletmesi ayda 361 TL, konfeksiyoncu ayda 406 TL, mobilyacı ayda 351 TL gelirle) yani asgari ücretin altında bir para ile yemiş, içmiş, giyinmiş, kira, elektrik, su ve yakıt parası ödemiş, çocuk okutmuşlar!.. Ortalama Vergi Sonrası Yıllık Net Aylık Vergi (TL) Gelirleri (TL) 890 291 1.085 361 1.260 395 1.287 406 1.184 434 1.429 437 1.532 451 1.509 472 1.429 508 1.544 511 Kaynak: Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı (2011 dönemine ilişkin 2012’de beyan edilen kazanç) Sayı: 393 - Nisan 2013 25 Ekonomik Diyalog MİLLİ GELİR ARTARKEN, MİLLETİN GELİRİ AZALABİLİR Her zaman ve her olayda tam uymasa da ülke ekonomisinde yaşananları, ev ekonomisine benzeterek anlatmak yararlıdır. Bugün böyle bir yöntemle “milli gelir” ile “milli harcamalar” arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışacağım. Dört kişilik bir aile düşünün. Baba maaşla çalışan meslek sahibi bir kişi, anne ev kadını, okula giden iki de çocukları var. Ailenin, babanın maaşından başka bir geliri yok. Babanın maaşı arttıkça, ailenin geliri de artıyor. Ancak babanın 3 bin liralık maaşı, ailenin artan harcamalarını karşılamaya pek yetmiyor. Ama baba işinde çok başarılı ve bir iki yıl içinde daha yüksek ücretli bir mevkie terfi etmesi çok muhtemel. Baba şöyle düşünüyor: Bir bankadan bir yıl vadeli, faizi üç ay sonlarında ödenecek, yüzde 10 faizli 12 bin lira kredi alayım. Her ay bunun bin lirasını aylık harcamalara ilave edeyim. Böylece aylık gelirim artmamış bile olsa, harcama kabiliyetim yüzde 33 artmış olacaktır. Bu da eşimin ve çocuklarımın daha mutlu bir hayat sürmesini sağlayacaktır. İnşallah gelecek yıl terfi edeceğim ve maaşım 4 bin liraya çıkacak. O zaman borç almaya gerek kalmadan aynı hayat düzeyimizi sürdürebiliriz. Böylece daha müreffeh yaşama dönemini bir yıl öne çekmiş olurum. Akıllı bir davranış olur. Sayı: 393 - Nisan 2013 26 Ege CANSEN *** Önce çok basit bir özetleme yapalım. Bir ailenin harcamalar toplamı, gelirinden fazla olabilir. Açıklaması “borç” aldıklarıdır. Ailenin geliri arttığı halde, harcanabilir efektif geliri azalabilir. Bunun da açıklaması, ailenin borç ödemeğe başladığıdır. Gelir artmış, harcama kısılmıştır. *** Baba krediyi alır. Ailenin “geliri” artmamıştır; ama ellerine geçen para artmıştır. Karısı ve çocukları bu durumdan çok memnundur. Eve daha fazla para getiren babanın itibarı ve hayat seviyeleri yükselmiştir. Bir yıl sonra baba, beklendiği gibi terfi eder ve maaşı 4 liraya çıkar. Ancak, kredinin geri ödeme zamanı gelmiştir. Bankaya, 12 bin liralık borcunu, her ay bin lira anapara taksiti ve aylık faiziyle birlikte geri ödemeyi teklif eder. Banka da bunu kabul eder. Birinci ay 4 bin lira maaşını alır ve bankaya gider. Bin lira anapara taksitini ve 300 lira dönem faizini öder. Elinde kalan 2700 lira ile evin yolunu tutar. Karısını ve çocuklarını karşısına alır. Size iki haberim var. Biri iyi, diğeri kötü, der. İyi haber şu: Terfi ettim ve maaşım 4 bin liraya çıktı. Çocuklar, yaşasın, diye bağırırlar. Pekiyi, kötü haber ne? Kötü haber şu: Bankaya gittim, kredinin anapara taksiti ve dönem faizi olarak 1300 lira ödedim, elimde 2700 lira kaldı. Bu ay geçen aya göre harcanabilir gelirimiz 4 bin liradan 2700 liraya düştü. Yani kemerleri sıkmaya mecburuz. Artık eski- si gibi harcama yapmamız mümkün değildir. Ama merak etmeyin önümüzdeki ay ödeyeceğim faiz 92 lira azalacak ve elimizde 2792 harcanacak paramız olacaktır. Şimdi nereden tasarruf edeceğimize karar verelim. *** Yukarıdaki hikâyenin matematiksel kurgusu, ülkeler için de geçerlidir. Son aylarda başta Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta yaşananlar bu örneğe tıpatıp uymaktadır. Pek tabii ulusal ve uluslararası ekonomilerin tabi olduğu başka kurallar da vardır. Aile ekonomisinden kalkarak yapılan benzetimleri fazla da zorlamamak gerekir. İnsan yanlış sonuçlara varabilir. Bir ülkenin yurtdışından borçlanması tamamen “doğru” olabilir. Bu, alınan borçlarla ülkenin döviz gelirlerini arttıracak yatırımların yapıldığı haldir. Borçlanmanın yanlış olduğu hal ise, alınan borçların tüketime gitmesidir. Bunun da göstergesi ulusal tasarruf oranının ülkenin, uzun yıllar ortalamasının altına düşmesidir. Türkiye, uzun yıllar yüzde 20’ler dolayında tasarruf ederken son 10 yılda bu sayı yarıya kadar düştü. Bu kötü ve sürdürülemez halden iyi ve sürdürülebilir hale geçmek için, “ulusal tasarruf oranının” artması, yani cari açığın düşürülmesi “olmazsa, olmaz” bir şarttır. Hedeften sapılmasın. Sayı: 393 - Nisan 2013 27 Ekonomik Diyalog KUŞBAKIŞI EKONOMİ bu adım, öteki ülkeler tarafından sert tepkilerle karşılandı ve “kur savaşları” başlıklarının atılmasına yol açtı. Türkiye’yi, aslında gelişen ekonomiler içinde yer alan bir ekonomi olmasına karşılık, karşılaştırma amaçlı olarak ayrıca gösterdim. Türkiye, 2012 yılını en karışık görünüm içinde geçiren ekonomilerden birisi. +/- işaretinin bolluğu bunu gösteriyor. Örneğin işsizlik, başlangıca göre düşüş göstermekle birlikte sonlara doğru yeniden artış içine girdi. Bütçe dengesi, başlangıçta daha büyük açıklar öngörülürken beklenenden daha düşük bir açıkla kapandı. Cari açık, hızlı bir düşüş sergiledi ve 2013 yılı başında da düşmeye devam ediyor. Buna karşılık oran olarak hâlâ dünyanın en büyük cari açıklarından birisine sahibiz. Bu yıl bizi neler bekliyor? 2012 yılının genel değerlendirmesi 2012 yılı adeta bir Avrupa kriz yılı oldu. Kriz, Yunanistan’la doruk noktasına çıktı ve etkileri 2013 yılında Güney Kıbrıs’ı batışın eşiğine kadar getirdi. Şimdilerde Slovenya’nın benzer bir aşamaya gelmesi en önemli korkuyu oluşturuyor... 2012 yılında küresel sistemin beş büyük parçası ve Türkiye şöyle bir görünüm sergiledi: Tabloya göre 2012 yılının tartışmasız yıldızı yine Çin oldu. Gelişen ekonomiler, bütün olarak ele alındığında Çin’i izliyorlar. Avrupa, bu beş büyük ekonomi arasında en zayıf görünüme sahip olan ekonomi durumunda bulunuyor. Onu Japonya izliyor. Japonya’da örneğin enflasyonun sıfır dolayında olması ve bunun uzun yıllardır devam etmesi artı değer mi yoksa eksi değer mi taşımalıdır? Çünkü bu durum uzun yıllar Japonya’daki resesyonun temel nedenlerinden birisi halini aldı. Ben artı olarak işaretlerken oldukça tereddüt ettim. Onun için yanına ünlem Sayı: 393 - Nisan 2013 28 işareti koydum. Buna karşılık Japonya’da yeniden iktidara gelen Abe ve onun göreve getirdiği Japonya Merkez Bankası Başkanı Kuroda, kur politikası açısından yeni bir yaklaşım sergilemeye ve Yen’e değer kaybettirmeye yönelik politikalar izlemeye başladı. Japonya bu yolla ekonomisini yeniden canlandırmayı planlıyor. Ne var ki 2013 yılında yukarıda sunduğum tabloda ABD, Avrupa ve Japonya açısından çok fazla değişiklik olmayacağını tahmin ediyorum. ABD’nin bütçe sorununu çözememesi, siyasal çekişmeye takılıp kalması halinde toparlanma sürecinde kayıplar yaşayabileceğini de göz ardı etmemek ge- 2012 YILINDA KÜRESEL SİSTEMİN BEŞ BÜYÜK PARÇASI ABD Avrupa Çin Japonya Gelişen ekonomiler Türkiye Büyüme + + + Enflasyon + + + + (!) + + İşsizlik + + + + +/Bütçe Dengesi + + +/Cari denge -/ + +/+ +/-/+ Kamu borcu + + + Genel görünüm + (?) + - (?) + +/Notlar: - / + İyileşmenin ya yeterli olmadığını ya da tekrar bozulmaya başladığını gösteriyor. + / - İyiden kötüye gidişin olduğunu gösteriyor. (!) Japonya’da enflasyonun sıfır dolayında olmasının iyi bir şey olup olmadığının tartışmalı olduğunu gösteriyor. (?) ABD’de mali uçurumun pozitif görünümü bozabileceğini, Japonya’da yeni hükümetin negatif görünümü düzeltme yönünde yeni girişimlerde bulunabileceği olasılıklarını gösteriyor. Dr. Mahfi EĞİLMEZ rektiğini düşünüyorum. Eğer böyle bir olumsuz gelişme olursa bu hem ABD ekonomisi hem de küresel ekonomi açısından daha ileri bozulmalara neden olabilir. Avrupa’nın durumu daha da karışık görünüyor. Her ne kadar Yunanistan sorunu çözülme yoluna girdi gibi bir görünüm ortaya çıkmış olsa da Avrupa’da, Almanya dışında bütün büyüklerin ve bazı küçüklerin durumu kritik düzeyde durmaya devam ediyor. Avrupa’nın borç sorununu aşması çok zaman alacak. Japonya’da yeni hükümet, genişletici bir maliye politikası uygulamaya hazırlanıyor. Ne var ki geçmişte sürekli olarak bu politika uygulandı ve yüzde 10’lara varan bütçe açıklarına karşın sonuç alınamadı. Japonya’nın 2013 yılında toparlanmaya geçmesi ancak yeni izlemeye başladıkları kur politikasıyla mümkün olabilir. Onun da kur savaşları nedeniyle ne kadar yaşayabileceği bilinmiyor. 2013 yılında asıl tehlike, 2012 yılını Avrupa’daki krize karşın rahat geçiren gelişen ekonomilerin krizden etkilenerek düşüşe geçmeleri olasılığıdır. GSYH cari fiyatlarla, yani o yıl içinde geçerli olan fiyatlarla, hesaplanıyor. Bu durumda o yılın fiyat artışlarını da içinde barındırıyor. Sonra bulunan bu tutar o yılın ortalama dolar kuruna bölünüyor ve dolar cinsinden GSYH bulunuyor. 2012 yılında GSYH cari fiyatlarla 1.416,8 milyar TL hesaplanmış. Bu tutarı 2012 yılının orta- lama dolar kuru olan 1,8019’a bölersek karşımıza dolar cinsinden 786,3 milyar dolarlık bir GSYH çıkıyor. Cari fiyatlarla TL cinsinden ekonomi 2002’den 2012 sonuna kadar 4 kattan fazla, dolar cinsinden ise 3,5 kata yakın büyümüş görünüyor. Oysa hesaplamada gerçek büyümeyi bulmak için bu hesapları fiyat artışlarını arındırarak yapmak gerekiyor. 1998 yılını baz alarak yapılan sabit fiyatlarla GSYH serisine bakarsak GSYH’nın 2002’den 2012 sonuna kadar olan büyümesi yüzde 62,5 olarak karşımıza çıkıyor. Gerçek büyüme budur. Yani Türkiye’nin GSYH’sı 2002 – 2012 arasında yüzde 62,5 oranında büyümüştür. Gerisi fiyat artışlarından kaynaklanan sanal büyümedir. Bu hesapları bir kenara bırakıp çevremize baktığımızda ekonominin son on yılda büyüdüğünü görebiliyoruz. İnsanlar daha iyi arabalar, daha iyi konutlar talep ediyorlar, daha fazla sayıda insan beyaz eşya kullanıyor. Yani refah artışı gözle görülebiliyor. Buna karşılık bu refah artışı dolar ya da TL cinsinden cari fiyatlarla GSYH büyümesinin gösterdiği gibi 4 katın üzerinde ya da 3,5 kata yakın bir artışı ifade etmiyor. Olsa olsa sabit fiyatlarla artışın gösterdiği yüzde 62,5’luk artışı ifade ediyor. Ekonomik gelişmeyi ve refah artışını bu şekilde sunmak bize özgü değil. İnsanlık son on yılda hep birlikte kendisini aldatmaya karar vermiş ve sanal büyümeyle reel büyümeyi birbirine katarak konuyu böyle sunmayı tercih etmiş bulunuyor. Bu, gelişme yolundaki ekonomilerin hızla büyüdüğü ve gelişmişlerle arayı kapattıkları gibi bir sanal durum yaratarak gelişme yolundaki ekonomilerin siyasetçilerine itibar kazandırırken aynı zamanda gelişmiş ekonomilere yönelik eleştirilerin de azalmasına yol açıyor. O nedenle de herkes tarafından destekleniyor. 2013 tahminleri 2013 tahminlerimi aşağıda Orta Vadeli Planda (OVP) yer alan tahminlerle karşılaştırmalı olarak sunuyorum (ME benim tahminlerim). Aslında her zaman aralıklı tahmin yaparım ama herkesin beklentisi nokta tahmin olduğu için geçmişte yaptığım aralık tahminlerinin orta noktasını tahmin olarak veriyordum. Bu yıl, belirsizliğin yüksekliği nedeniyle, aralıklı tahminlerimi aynen veriyorum. 2013 TAHMİNLERİ OVP ME Büyüme 4,0 3–4 Enflasyon 5,3 5 - 5,5 Bütçe açığı (%) 2,2 1,9 – 2,2 Cari açık (%) 7,1 6 – 6,5 İşsizlik 8,9 9 - 10 2013 yılı tahminlerimin dayandığı temel varsayımlar: (1) Küresel ekonomiyi ya da Türkiye’yi derinden etkileyecek savaş hali, doğal afetler gibi olağanüstü bir olay yaşanmayacak. (2) Emtia fiyatlarında 2012 yılı ortalamalarından büyük sapmalar olmayacak. (3) Dolar kuru (yıl ortalaması): 1,80. (4) Ham petrol fiyatı (yıl ortalaması): 110 USD/Varil. Sayı: 393 - Nisan 2013 29 Çalışma Hayatı İŞADAMLARININ SİGORTALILIĞI hesabına bağımsız çalışan, anonim şirket yönetim kurulu üyesi olan pay sahipleri, limited şirket ortakları, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları, diğer şirketleri ile donatma iştiraklerinin tüm ortakları, Bağ-Kur’lu olmak zorunda. İşverenin ödeyeceği prim İstihdamın büyük bir kısmını özel sektör sağlıyor. İşadamlarımız, çalıştırdığı personelin sosyal güvenliğini sağlamakla yükümlü tutulmuş. İşverenlerimiz, yasaların koyduğu kurallar çerçevesinde, ciddi maliyetlere de katlanarak çalıştırdıkları kişilerin sosyal güvenliğini sağlıyor. Milyonlarca çalışanın soysal güvenliğini sağlayan işadamının kendisinin sigortalığı da söz konusu. İşadamının kendi sigortalılığını sağlama yükümlülüğü de var. İşverenlerin sigortalılığı ikileme düşülen ve sorun yaşanan bir konudur. So- Sayı: 393 - Nisan 2013 30 runa faklı norm ve standarttaki sosyal güvenlik hakları yol açmaktadır. İşadamının sigortalılığını ve yaşanan sorunları aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz. Daha kolay anlaşılması için, 4/b sigortalılığı yerine eski adı olan “Bağ-Kur”, 4/a sigortalılığı yerine de eski adı olan “SSK” kullanılacaktır. İşveren Bağ-Kur sigortalısı olmak zorunda Vergi mükellefi olarak kendi nam ve Bağ-Kur sigortalı olan işveren, basamak sistemi kaldırıldığından 1 Ekim 2008’den itibaren prime esas aylık kazancın alt sınırı (asgari ücret olup bugün için 978.60 TL’dir) ile üst sınırı (alt sınırın 6.5 katı olup bugün için 6.360.90 TL’dir) arasında belirleyeceği kazanç tutarı üstünden prim ödüyor. Belirlediği kazanç tutarı üstünden; kişileri emekli eden malullük-yaşlılık ve ölüm sigortalarına yüzde 20, kişilerin sağlık yardımı almasını sağlayan Genel Sağlık Sigortası’na yüzde 12.5 ve iş kazası ve meslek hastalığı sigortasına da yaptığı işin tehlike sınıf ve derecesine göre yüzde 1 ile yüzde 6.5 arasında değişen oranda(1 Eylül 2013’ten itibaren tüm işyerleri için bu oran yüzde 2 olarak uygulanacak) olmak üzere toplam yüzde 33.5 ile yüzde 39 arasında prim ödemektedir. Örneğin; Anonim şirket yönetim kurulu başkanı Ahmet Bey’in, 5.000 TL kazanç üstünden prim ödeyeceğini bildirdiğini ve prim oranının da yüzde 34.5 olduğunu varsaydığımızda, her ay 1.775 TL prim ödeyecektir. İşverenin sağlık yardımı alması Bağ-Kurlu işveren 30 gün prim ödedikten sonra kendisi, eşi ve 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim gören 20, yükseköğrenim gören 25 yaşını doldurmamış çocukları ile geçimi işverence sağlanan ana ve babası, sağlık yardımı alabiliyor. Ancak, sağlık yardımı almak için, 60 günden fazla prim borcu olmaması gerekiyor. Ekrem SARISU İşveren sigortalı çalışarak SSK’ya prim ödeyebilir mi? İşverenin sigortalı çalışarak SSK’ya prim ödeyip ödeyemeyeceği eskiden beri tartışma yaratan konu olmuştur. Konu, bu husustaki sıkıntıların giderildiği 1 Mart 2011 den önceki ve sonraki dönem itibariyle farklılık gösteriyor. 1 Mart 2011’e kadar işveren SSK’lı olamıyordu 1 Mart 2011’e kadar sosyal güvenlikte “önce başlayan sigortanın üstünlüğü” prensibi geçerliydi. Bu prensibe göre bir işyerinde sigortalı çalışan kişinin, BağKurlu olmayı gerektiren faaliyete başlaması veya şirket ortağı olması halinde, SSK sigortasına ara vermeden devam ettiği sürece, Bağ-Kurlu olması gerekmiyordu. Ancak, Bağ-Kur sigortalısı olan işveren, faaliyetini sonlandırıp Bağ-Kur sigortasını kapatmadan SSK’lı olarak prim ödeyemiyordu. Ödese de yersiz prim ödemesi oluyordu. Nitekim bu şekilde prim ödeyen ve bu durumu emeklilik işlemleri sırasında ortaya çıkan ve SSK sigortalılığı iptal edilerek mağdur olan ve mahkeme kapılarında hakkını aramaya çalışan çok sayıda işveren bulunuyor. İşveren 1 Mart 2011’den itibaren SSK’lı olabiliyor Kamuoyunda Torba Yasa olarak adlandırılan, prim ve vergi borçlarının yeniden yapılandırılması için çıkartılan 6111 Sayılı Yasa ile yapılan düzenleme sonucu, “önce başlayan sigortanın üstünlüğü” prensibi terk edildi. Yerine “sigortanın üstünlüğü” prensibi getirildi. Bu, 1 Mart 2011’den itibaren işverenlerin faaliyetine veya şirket ortaklığına son vermeden sigortalı çalışarak SSK’ya prim ödeyebileceği anlamına geliyor. Düzenleme işverenlerin önemli bir sıkıntısını gidermiş oldu. Çünkü, işveren haklı olarak Bağ-Kur yerine, kendisini daha erken emekli edecek ve daha yüksek aylık bağlayacak olan SSK’dan emekli olmak istiyordu. 1 Mart 2011’den itibaren sigortalı çalışmaya başlayan işverenin işe girişi yapıldığında, sistem otomatik olarak Bağ-Kur sigortasını sonlandırıyor. Emekliliği hak edene kadar SSK’ya prim ödeyen işveren, SSK’dan emekli olabilecek. Ayrıca işveren isterse hem SSK’ya hem de Bağ-Kur’a prim ödeyebilecek. İki yere prim ödemenin işverene şu yararı olacak: Kazanç tutarına bağlı olarak emekli aylığı yükselebilecek. İşveren kendi işyerinde iş kazası geçirmesi veya meslek hastalığına yakalanması halinde, iş göremezlik geliri bağlanabilecek. İleride SSK’dan emekli olduğunda, gelir ve aylıktan yüksek olanın tamamını, düşük aylığın yarısını alabilecek. İşveren kendi işyerinde sigortalı çalışabilir mi? Yasada açık hüküm olmamasından dolayı, işverenlerimizin önemli bir bölümü kendisini şirketinden veya ortak ol- duğu işyerlerinden, sigortalı olarak bildirmekte ve SSK’ya prim ödemekteydi. 1 Ekim 2008’den itibaren işverenin kendi veya ortağı olduğu işyerinden sigortalı gösterilmeleri yasaklandı. Bu tarihten itibaren işveren, kendi işyerinden veya ortağı olduğu şirket veya işyerlerinden sigortalı olarak bildirilemiyor. Başka bir ifadeyle işveren, kendi işyerinde veya ortağı olduğu işyerlerinde sigortalı olarak çalışamıyor. 1 Ekim 2008’den önce kendi veya ortağı olduğu işyerinden sigortalı gösterilen işveren, ara vermediği sürece kendi işyerindeki sigortası devam edecek. Ara verdiği tarihten itibaren artık kendi işyerinden veya ortak olduğu işyerinden sigortalı gösterilemeyecek. Emekli işverenin sigortalılığı Emekli işveren, emekli aylığını kestirmeden Sosyal Güvelik Destek primine tabi olarak çalışabiliyor. Bağ-Kurlu olmayı gerektiren faaliyette bulunan emekli işadamının, emekli aylığından, emekli aylığının yüzde 15’i oranında destek primi kesiliyor. Kendi işyeri dışında, başka bir işyerinde sigortalı çalışan emekli işadamının, almakta olduğu ücretten yüzde 7.5 oranında destek primi kesiliyor, emekli aylığından kesinti yapılmıyor. Gerek emekli aylığından kesinti suretiyle ödenen, gerekse ücretten kesinti suretiyle ödenen destek priminin emekli işadamına hiçbir faydası bulunmuyor. Sayı: 393 - Nisan 2013 31 Risk/Fırsat BÖLGE İÇİN EN ZORLU YIL Türkiye’nin kritik günlerden geçtiği şu aylarda benim de çok özel gözlemlerim ve tecrübelerim oldu. Şubat ayı içerisinde Genelkurmay Başkanlığı’nın özel izniyle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan TSK birliklerinde çekimler yaptım. Dokuz gün boyunca onlarla beraber yaşadım ve A Haber için röportajlar yaptım. Bugüne kadar yayıncılık anlamında ilk olan birçok şeyi de yapma fırsatı elde ettim. Kurgu yapmadan, o anın gerçeği neyse onu çekme ve anlatma şansımız oldu. Muvazzaf personel ile güncel birçok konuda konuştuk. Özel Kuvvetler dâhil olmak üzere birçok özel birliği eğitim alanlarının dışında da görüntüledik. Şemdinli bölgesinde Temmuz ayında başlayan ve Kasım ayına kadar süren çatışmaların perde arkasını yerinde görme fırsatımız oldu. Bunları Özel Haber dosyaları şeklinde yayınladık. Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızla köylerinde Sayı: 393 - Nisan 2013 32 sohbetler ederek, gelecekle ilgili beklentilerini öğrenmeye çalıştık. Bir kez daha şunu söylemem gerektiğine inanıyorum: Ayağınızı basmadığınız, gözünüzle görmediğiniz hiçbir şeyle ilgili asla yorum yapmayın. Kendi vatanımızda yaşananlarla ilgili ne kadar cahil olduğumuzu bir kez daha farkettim. Gözlemlediğim bir diğer nokta da bu hızlı bilgi çağında, bilgi kirlenmesinin su kirlenmesinden de daha hızlı olduğudur. Bilgiye ulaşma hızı arttıkça yanlış bilgide takılıp kalma, dahası o yanlışın, yangın gibi yayılması ihtimali de o kadar artmaktadır. Açıkçası orada gördüklerimi burada anlatmaya çalışmayacağım. A Haber’de SINIRSIZ adıyla yayınladığımız özel haber serisini internetten de izleyebilirsiniz. Benim anlatacağım, önümüzdeki dönemde yaşanacak "Çözüm sürecinin" nasıl olacağıdır. Daha önce de denenen ve sonuçları beklenen gibi olmayan çözüm süreci diğerinden daha zorlu bir şekilde ilerleyeceğe benziyor. İlkinde o dönemki konjonktürel faktörler gereği, sınır komşularımız süreci desteklerken iç konjonktür buna müsait değildi. Bugün ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Güneydeki sınır komşularımızın süreci baltalamak adına bir seneden beri yaptıkları ortadadır. Özellikle Şemdinli bölgesinde yaptığımız incelemelerde bunu net olarak gördüm. Şemdinli’de yaşananların asıl hedefi, Türkiye’de Suriye benzeri bir ortamı yaratmaktı. Bunun için de silah, lojistik destek, istihbarat, barınma ve eğitim dâhil her şey başka ülkeler tarafından sağlanmıştı. İşte biraz da bu nedenle bugün dile getirilen sürece Türkiye’de yaşayan büyük bir kesim sorunun çözümü için gerekli desteği verse de, bu desteği “komşu” ya da “müttefik” olarak tanıdığımız ba- Mete YARAR zı ülkelerden göremeyeceğimiz kesindir. Sürecin baltalanması anlamında Türkiye topraklarında her türlü provakatif eylem yapılabileceği beklenmelidir. Bu tür eylemlerden sonra dış politikada gerginlik artabilecektir. Yaşanabilecek olaylar neticesinde, yakın dönemde güneydeki komşularımızla ekonomik anlamda da bazı sorunlar olabilecektir. Şimdiden hazırlıklı olmak gerekir ki, yaşanabilecek birtakım sorunlar neticesinde ithalat ve ihracat göstergeleri anlamında ülke sıralamalarında bazı değişiklikler olacaktır. Risk yönetimi anlamında, şirketlerin bu değişime hazırlık yaparken, ülke çeşitliliğini artırırken yatırımları anlamında dikkatli olmalarını tavsiye ediyorum. 2013 yılından başlayarak yıllar boyunca devam edecek yeni bir dönüşüm süreci maalesef bölgemizde yaşanacak gibi gözükmektedir. Bu değişimlerin demokratik bir şekilde olacağını ummak çok iyi niyetli bir yaklaşım olacaktır. Etnik ve mezhepsel anlamda bir ayrışma ve çatışmaların yaşanabileceğinin işaretleri Suriye’deki olayların arkasından artmaya devam etmektedir. Bu çatışmalar, sıcak çatışmaya dönüşmeye ve ülke sınırlarının değişmesine kadar gidebilecek bir potansiyeli içerisinde barındırmaktadır. Devlet olarak çatışma ortamında ihracatın kesilmemesi adına alternatif rotaları şimdiden belirlemeli ve açık tutmaya başlamalıdır. Ticaret anlamında önemli rotalara sahip Suriye, Irak ve İran’a alternatif rotalar şimdiden oluşturulmalıdır. Suriye’deki iç savaş başladığında alternatif rotaların oluşturulması altı ay sürmüş, bu da büyük ekonomik kayıp ve insani sıkıntılar yaratmıştı. Türk iş âlemi, yıllardır süren bir çatışmanın sonuna geldiğimiz umudunu canlı tutmakta haklıdır. Ama yatırımlarını ve gelecek risk planlamasını da en az bu kadar titizlikle ve kararlılıkla yapmalıdır. Bölgemizin daha uzun yıllar boyu çalkantı içinde olacağı gerçeği, iş dünyasının senaryolarının en tepesinde durmak zorundadır. Sayı: 393 - Nisan 2013 33 Güncel İHRACATTA ÜLKELER LİGİNİN MOZAİĞİ DEĞİŞTİ Arap Baharı sırasında keskin bir düşüş gösteren Libya ve Mısır gibi pazarlar yeniden yükselişe geçti. Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ilk 20 ülke içinde Libya, Mısır, Suudi Arabistan ve Irak her yıl basamak atıyor. Türk malları, Arap Baharı'ndan sonra yeniden yapılanma sürecine giren ülkeler için yeniden gözde olmaya başladı. Devrimler sırasında Libya ve Mısır gibi pazarlara yapılan ihracat keskin bir düşüş gösterirken, şimdilerde tekrar yükselişe geçti. Benzer bir tablo Türk yatırımcıların gözdesi olan Irak pazarında da yaşanıyor. Bu durum "Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler ligi"ne de yansıdı. Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler sıralamasında 2011'in Mart ayında 4. olan Irak, bu yılın mart ayında Almanya'nın hemen ardından 2. sıraya yerleşti. Irak'ın Türkiye'nin toplam ihracatındaki payı ise yüzde 5.6'dan yüzde 7.54'e çıktı. 2011 yılında listede bulunmayan Libya ise Mart 2013'te 12. sıradan listeye girerken, Türkiye'nin toplam ihracatındaki payı ise yüzde 1.99 oldu. Mart 2011'de yüzde 1.55'lik payla Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 17. ülke olan Mısır ise geçen 2 yılda payını yüzde 2.64'e çıkardı. Mısır, Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ilk 20 ülke içinde ise 9. sıraya yükseldi. Suudi Arabistan ise Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler liginde 2 yılda 5 basamak atlayarak 11. sıraya çıktı. Benzer tablo tekstil ve hazır giyimde de yaşandı. Türkiye'nin AB'ye tekstil ürünleri ihracatı yüzde 7.6 düşerken, bu ülkelerin tekstil ihracatındaki payı da yüzde 47.17den yüzde 44'e geriledi. Tekstilde eski Doğu Bloku ülkelerine ihracat yüzde 9.4, Afrika ülkelerine ise yüzde 8.5 arttı. Ortadoğu ülkelerinden İran'a ihracat yüzde 9.9 düşerken, Suudi Arabistan'da yüzde 13.7, Irak pazarında yüzde 43, Ürdün'de ise yüzde 33.7 artış oldu. 2012'de Suriye'deki karışıklık nedeniyle bu ülkeye yapılan tekstil ihracatı ise yüzde 70.4 düştü. Hazır giyim ürünleri ihracatında da rotanın AB pazarından başka ülkelere kaydığını gösteren gelişmeler yaşandı. Türkiye'nin AB'ye hazır giyim ihracatı 2012'de yüzde 5.3 düşerken Ortadoğu ülkelerine yüzde 23.5 arttı. Ortadoğu ülkelerinin toplam hazır giyim ihracatından aldığı pay ise yüzde 5.7'den yüzde 7.1'e çıktı. Ortadoğu ülkeleri içinde Türkiye'nin en fazla hazır giyim ihraç ettiği ülkeler Irak, Suudi Arabistan, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri olarak sıralandı. Hazır giyimde ihracat artışı eski Doğu Bloku ülkelerinde yüzde 20.8, Afrika ülkelerinde yüzde 35.9 oldu. En fazla artış ise yüzde 59.9'la Türk Cumhuriyetleri’nde gerçekleşti. En fazla hazır giyim ihracatı yapılan ilk 10 ülke içinde ihracatın en fazla arttığı ülke ise yüzde 52.1 ile Irak oldu. 2012'de Almanya'nın Sayı: 393 - Nisan 2013 34 hazır giyim ihracatındaki payı yüzde 24.6'dan yüzde 21.4'e düşerken, Irak'ın payı yüzde 1.7'den 2.6'ya çıktı. Hazır giyimde Libya'nın payında 0.3, Mısır'ın payında 0.1, Suudi Arabistan'ın payında ise 0.4 puan artış yaşandı. Suudi Arabistan'a yapılan hazır giyim ihracatındaki yıllık artış yüzde 36 oldu. Türkiye Moda ve Hazır Giyim Federasyonu Başkan Yardımcısı İsa Dal özellikle Suudi Arabistan'daki artışı ev tekstili ürünlerindeki ihracat patlamasına bağlıyor. Dal, özellikle kutsal topraklarda Suudi Arabistan yetkililerinin inanç turizmi için otellerin yatak kapasitesini artırmaya gitmesiyle, ev tekstilinde Türk çarşaf, havlu ve bornozuna önemli bir pazar imkânı doğduğunu belirtiyor. Arap ülkeleriyle yaşanan iyi ilişkilerin ekonomik ve birçok açıdan Türkiye'ye olan ilgiyi artırdığına da dikkat çeken Dal, şunları söylüyor: "Bunun yanı sıra vatandaşlarımızın inanç turizmine yönelik Suudi Arabistan'a yaptıkları seyahatlerle ilişkilerin olumlu bir yönde ilerlediğini görüyoruz. Özellikle önümüzdeki 5 yıl içerisinde Suudi Arabistan'da inanç turizmine yapılan yatırımların yanı sıra yeni 70 adet beş yıldızlı otel yapılacak. Bunlar da yaklaşık 30 bin yatak kapasitesi anlamına geliyor. Bunun sektöre yansıması da Türkiye'ye bakan yönü ile 1 milyar doların üzerinde bir alım hacmi oluşuyor. Bu fırsatları iyi değerlendirmemiz ve bu pastadan payımızı almamız gerekir. Bu da bizim önümüzdeki yıllarda bölgeye olan ihracatımızı artıracak, bölgedeki ticaret hacmimizi geliştirecek." Türkiye'nin ihracatında geçen yılın yıldızı ise Irak oldu. Hem tekstil ve hazır giyim hem de genel ihracatta Irak, şimdiden Almanya'nın yerini alacak gibi görünüyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin (Betam) yaptığı bir araştırmaya göre Irak üç yıl içerisinde Almanya'yı geçerek Türkiye'nin en büyük ihracat pazarı olacak. Aynı araştırmaya göre Arap Baharı'yla kesintiye uğrayan Libya ve Mısır gibi pazarlar da yeniden kazanılmaya başlandı. Araştırmada, Kaddafi'nin devrilmesinin ardından yeniden yapılanma sürecine giren Libya'ya yapılan ihracatın yüzde 186 artarak Arap Baharı öncesindeki seviyenin üstüne çıktığına dikkat çekildi. Mısır'a yapılan ihracatta da güçlü artışların görüldüğü ve bu artışlara paralel olarak Kuzey Afrika'ya yapılan toplam ihracatın bir yılda yüzde 41 artarak 9.4 milyar dolara ulaştığı belirtilen araştırmada, şu değerlendirmelere yer verildi: "Irak'a yapılan ihracat, Ortadoğu'ya yapılan ihracat artışındaki itici güç olmaya devam ediyor. Bu eğilim devam ederse Irak, üç yıl içerisinde Almanya'yı geçerek Türkiye'nin en büyük ihracat pazarı olacak gibi görünüyor. AB'nin Türkiye ihracatındaki payı 2008'den beri düşüyor. Borç Krizi bu eğilimi daha da güç- İHRACATTA İLK 20 ÜLKE NASIL DEĞİŞTİ? (Milyon $) Ülke 1. Almanya 2. İtalya 3. İngiltere 4. Irak 5. Fransa 6. Rusya 7. ABD 8. İspanya 9. Hollanda 10. Romanya 11. Belçika 12. İran 13. BAE 14. İsrail 15. Suriye 16. S. Arabistan 17. Mısır 18. Çin 19. Azerbaycan 20. Polonya 2011 İhracat (İlk 3 ay) 3.355 2.162 1.818 1.763 1.676 1.434 1.098 1.010 788 681 658 854 880 591 411 577 487 480 441 439 Pay (%) 10.66 6.87 5.77 5.60 5.32 4.55 3.49 3.21 2.50 2.16 2.09 2.71 2.80 1.88 1.31 1.83 1.55 1.53 1.40 1.40 2013 İhracat (İlk 3 ay) 1.Almanya 3.253 2. Irak 2.658 3. İngiltere 1.961 4. Rusya 1.721 5. İtalya 1.692 6. Fransa 1.571 7. ABD 1.382 8. İspanya 1.039 9. Mısır 931 10. Hollanda 972 11. S. Arabistan 935 12. Libya 700 13. Çin 858 14. Belçika 665 15. BAE 587 16. İsrail 607 17. Azerbaycan 631 18. Romanya 615 19. Bulgaristan 456 20. Polonya 505 Ülke Pay (%) 9.23 7.54 5.57 4.89 4.80 4.46 3.92 2.95 2.64 2.76 2.65 1.99 2.44 1.89 1.67 1.72 1.79 1.75 1.30 1.43 lendirdi. 2012 yılında yüzde 0.3 küçülen AB'ye Türkiye'nin yaptığı ihracat yüzde 5 azalarak 62.3 milyar dolardan 59.2 milyar dolara geriledi. Buna paralel olarak Kuzey Afrika, Yakın ve Ortadoğu'nun Türkiye ihracatındaki önemi ise daha da arttı." Bu arada Türkiye'nin tekstil ve hazır giyim ihracatında yüzde 1.5 paya sahip olan İsrail'e de ihracat geçen yıl yüzde 3 arttı. Bu artışın İsrail'in Türkiye'den özür dilemesiyle daha da artması bekleniyor. Ancak asıl olumlu etkinin diğer Ortadoğu ülkelerinde yaşanması öngörülüyor. Bu konuda bir açıklama yapan Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay, İsrail'in Türkiye'den özür dilemesinin, ülkenin pozitif algısını yukarılara taşıyan bir hamle olduğunu belirterek şunları söylüyor: "Arap Baharı ile Ortadoğu'daki pazarlarda ciddi sıkıntılar yaşıyorduk. Bu özür Türkiye'nin var olan pozitif algısını o ülkelerde yukarılara taşıyan bir hamle oldu. Buralarda Türkiye'ye yapılan pozitif ayrımcılık artacak. Türk malları tercih ediliyordu, bu tercih daha da artacak. 'Made In Turkey' etiketi yüzde 10-15 katma değer sağlıyor bize. Daha önce bu İtalya mallarında olurdu. Sırf, İtalyan malı, diye onlarınki yüzde 20 oranında daha fazla fiyata satılırdı. Biz de bunu kıskanırdık. Şimdi Türkiye bu konuma geldi. Mallarımıza 'Made In Turkey' yazdığımız zaman, ürününe göre yüzde 20'ye yakın katma değer alıyoruz. Bu tip adımlar, Türkiye'nin imajını, katma değerini, bilinirliğini artıran önemli gelişmeler. Haklı davamızda Sayın Başbakanımız ve hükümetimiz çok kararlı bir şekilde dik durdu. Bu duruş bizim bölgemizdeki algımızı da çok etkiledi. Ben bunun dış ticarette olumlu yansımalarını yakın zamanda göreceğimize inanıyorum." Sayı: 393 - Nisan 2013 35 Güncel TEKSTİL MESLEK LİSESİ AÇANA ÖĞRENCİ BAŞINA 5 BİN LİRAYA KADAR DESTEK Sendikamızın yıllar öncesinden METEM'leri kurarak çözüm bulmaya çalıştığı kalifiye eleman sorununun bugün ulaştığı boyut devleti de harekete geçirdi. Milli Eğitim Bakanlığı, özel sektörün organize sanayi bölgelerinde meslek ve teknik okul açabilmesi için öğrenci başına destek verecek. Verilecek teşvik tutarı tekstil teknolojileri için 4 bin lira olacak. Türkiye’de özellikle tekstil ve hazır giyimde kendisini daha da çok hissettiren kalifiye eleman sıkıntısı öyle bir hal aldı ki devlet sonunda eleman yetiştirmek için teşvik mekanizması geliştirdi. Milli Eğitim Bakanlığı, özel sektörün organize sanayi bölgelerinde meslek ve teknik okul açabilmeleri için öğrenci başına destek verecek. İş dünyasının kalifiye eleman sorununa çözüm için, organize sanayi bölgelerinde eğitim merkezi açacak olan özel sektöre, öğrenci başına 5 bin liraya kadar teşvik verilecek. Verilecek teşvik tutarı tekstil teknolojileri için 4 bin lira olacak. Sendikamızın yıllar öncesinden METEM'leri kurarak çözüm bulmaya çalıştığı kalifiye eleman sorununun bugün ulaştığı boyutun, gelecek için acilen birtakım önlemler alınmasını zorunlu hale getirdiğini Tekstil İşveren Dergisi birçok kez gündeme taşımıştı. Bugüne kadar birçok platformda gündeme taşınan bu sorun yeni bir destek mekanizmayla aşılmaya çalışılacak. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Kurumları Genel Müdürlüğü'nün 'OSB'lerdeki Özel Mesleki ve Teknik Eğitim Okullarına Eğitim Öğretim Desteği' başlıklı yönetmeliğine göre bakanlık, organize sanayi bölgelerinde açılan özel mesleki ve teknik eğitim okullarında öğrenim gören öğrenci başına 3 bin 500 liradan 5 bin liraya kadar teşvik verecek. Eğitim ve öğretim desteği tutarları sadece 9'uncu sınıflarda her alan 3 bin 500 lira olarak belirlendi. Destekler 10, 11 ve 12'nci sınıflarda alanlara göre ayrı ayrı olmak üzere 4 bin, 4 bin 500 ve 5 bin lira olarak belirlendi. Bakanlık, makine teknolojisi EĞİTİM VE ÖĞRETİM DESTEĞİ TUTARLARI Alan adı ........................Destek tutarı (TL) Tekstil teknolojisi..................................4.000 Makine teknolojisi................................5.000 Metal teknolojisi...................................4.500 Elektrik elektronik teknolojisi..............5.000 Mobilya ve iç mekân tasarımı ..............4.000 Plastik teknolojisi..................................4.500 Motorlu araçlar teknolojisi...................5.000 Gıda teknolojisi ....................................4.500 Kimya teknolojisi..................................4.500 Endüstriyel otomasyon teknolojileri....4.500 9'uncu sınıf...........................................3.500 bölümünde okuyan bir öğrenciye 5 bin lira destek verirken bu rakam metal teknolojisi öğrencisi için 4 bin 500 ve tekstil teknolojisi öğrencisi için ise 4 bin lira olarak belirlendi. Teşvikler 16 Kasım 2012 tarihinden önce kayıt yaptıran ve halen öğrenime devam eden öğrenciler için verilecek. Bu yıl için ödenecek destek tutarının yüzde 75'i şubat ayı içinde ödendi. Kalan yüzde 25'i ise Haziran ayı içerisinde ödenecek. Söz konusu okullar, okullarına 16 Kasım 2012 tarihinde ve bu tarihten sonra eğitim ve öğretim desteği kapsamındaki okullar dışındaki okullardan naklen gelen öğrencileri için destek talebinde bulunamayacak. Okul Sayı: 393 - Nisan 2013 36 müdürlükleri belirlenen desteği alabilmek için bakanlıkça gönderilen öğrencilerin adı-soyadı, sınıfı, alanı, okula kayıt tarihi bilgilerini yer aldığı formu dolduracak. Formun hem elektronik ortamda hem de yazılı olarak il veya ilçe müdürlüğüne teslim edilmesi gerekiyor. Gerçek dışı beyanda bulunan ve böylece fazladan ödeme alan kurumlardan ödenen tutarın iki katı ve kanuni faizi alınacak. Okul yetkilileri gerçek dışı beyanı tekrarlamaları halinde ayrıca kurum açma izinleri ve işyeri açma ve çalışma ruhsatları iptal edilecek. Türkiye'de halen irili ufaklı 268 organize sanayi bölgesi bulunuyor. Bu bölgelerde okul açılmasının yolu ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan protokolle atıldı. Bu protokol doğrultusunda başta Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) olmak üzere birçok kurum ve kuruluş OSB'lerde meslek liseleri açmak için harekete geçti. Hatta yap-işlet-devret yöntemiyle kurulacak Türkiye'nin ilk özel teknik meslek lisesinin Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulması da karara bağlandı. Adana Hacı Sabancı OSB Başkanı Bekir Sütçü, "Okulumuz Türkiye'de ilk olma özelliğini taşıyor. 48 derslikten oluşacak okulumuz bin 200 öğrenci kapasiteli. Lisemizi 2013-14 eğitim ve öğretim yılında faaliyete geçireceğiz. Hem sanayicimizin personel sorunu var hem de memleketimizde istihdam sorunumuz var. Memleketimize hizmet edebilecek, memleketimizin alt yapısını oluşturacak, memleketimizin temel taşlarını oluşturacak, bileğinde altın bileziği olan bireyler yetiştirmek için okulumuzu inşa ediyoruz. Okula kayıt yaptıran öğrencilerimizden para alınmayacak. Devlet, özel eğitim kurumuna, bölümüne göre değişen oranlarda öğrenci başına 4 bin ile 5 bin lira arasında para verecek" dedi. Anketten tekstil çıktı Meslek lisesindeki bölümlerin, sanayi bölgesindeki işletmelerin üretim alanları dikkate alınarak açılacağına dikkati çeken Bekir Sütçü, işletmelerin hangi alanlarda nitelikli elemana ihtiyacı olduğunun belirlenmesi için anket İŞLETMELER 215 BİN NİTELİKLİ ELEMAN ARIYOR Türkiye genelinde yaşanan nitelikli eleman sıkıntısı istatistiklere de yansıdı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, cumhuriyet tarihinin en büyük iş gücü piyasası araştırmasını yaptıklarına dikkat çekerek, araştırma kapsamında 81 ilde 53 bin iş yerini bizzat ziyaret ettiklerini söyledi. Araştırma neticesinde 215 bin işgücü açığı tespit ettiklerini vurgulayan Bakan Çelik, "Eğer 215 bin açık işi, işsizler tarafından doldurulabilseydik, o aranan nitelikte eleman olsaydı, bugün 9.1 düzeyinde olan işsizlik oranı 8.1 düzeyinde gerçekleşecekti. 1 puanlık bir işsizlik düşüşü olacaktı. Ama Türkiye'nin işsizlikten önceki ana sorunu, mesleksizlik sorunu. İşgücü talebi var ama bu talebi karşılayacak nitelikli çalışacak insanı bulamama sorunu ile iş dünyamız karşı karşıya" dedi. Araştırma neticesinde bin 800 meslekte açık tespit ettiklerini vurgulayan Faruk Çelik, eğitim ile istihdam uyumunun son derece önemli olduğuna dikkat çekti. Bunu başarmak için yoğun bir çaba içerisinde olduklarını ifade eden Çelik, lise ve üniversiteden mezun olanların aldıkları bilgiler ışığında işgücündeki açık bu okullardan mezun olanlar tarafından karşılanmasının önemine işaret etti. Bu konuda mesleki yeterlilik kurumunun çalışmaları olduğunu ifade eden Çelik, kurumun meslek standartlarını belirlediğini belirterek, belirlenen standartlar çerçevesinde eğitim vermeye başladıklarını dile getirdi. Çelik, işverenlerin yüzde 54'ünün yeterli niteliğe sahip eleman bulamamaktan şikâyetçi olduğunu bildirdi. Hükümetin çalışmaları arasına aldığı meslek liselerinin sanayi bölgelerinin içine alınması konusuna da değinen Çelik, "Bunlar önemli adımlar. Sanayi ile eğitimi bütünleştirdiğimiz zaman bilgiler yalnız teoride kalmıyor. Onun için hükümetimizin attığı önemli bir adımdır. Oradan çıkacak elemanın iş arıyorum sınıfında değil, iş aramadan işin kendisine sunulması noktasına kavuşturmak önemli. Bunun yanında müfredatı da önemli. Mesleki standartlara göre eğitim verilmesi için müfredat değişiyor. Bir taraftan pratik ile teori birleştiriliyor, bir taraftan da müfredat değişiyor. İstihdam eğitim ilişkisi fiziki olarak da kuruluyor" şeklinde konuştu. çalışmaları yaptıklarını ifade etti. OSB'de, en fazla tekstil sektöründe faaliyet gösteren firma olduğunu belirlediklerini dile getiren Sütçü, lisede tekstil başta olmak üzere makine, elektrik, elektronik ve kimya bölümlerinin bulunacağını anlattı. Üniversitelerin bazı bölümlerinden mezun olanların uygulamada ciddi sıkıntılar çektiklerini vurgulayan Sütçü, şöyle devam etti: "Devletimizin yetkili organları da bu eksiği gördüğü için bu yönde adım attı. Burada okuyacak öğrencilerin en büyük avantajı meslekle alakalı fiili olarak çalışabilecek durumda mezun olabilmeleri. Meslek Yüksek Okulu'nda bölüm birincisi olan öğrencileri çeşitli hediyelerle ödüllendiriyoruz. Yazları boş geçirmemeleri için buradaki firmalarda çalışmaları konusunda telkinlerde bulunuyoruz. Meslek Yüksek Okulu'ndaki bu uygulamanın aynısını lisede de yapacağız. Kapasitemiz bin 200'ü bulduktan sonra mezun olan bin kişiye organize sanayi bölgesinde staj yaptırarak buradaki şirketlerde iş vermeyi hedefliyoruz. Öğrencilerimiz daha liseden mezun olduklarında başka yerlerde iş aramadan bölgemizdeki firmalarda çalışabilecekler." Ülkenin en büyük sorunlarından birinin işsizlik olduğunu, buna karşın sanayicinin çalıştıracak nitelikli eleman bulmada sıkıntı çektiğini ifade eden Bekir Sütçü, uygulamayla bu tezatlığın ortadan kaldırılmasını hedeflediklerini sözlerine ekledi. Sayı: 393 - Nisan 2013 37 Tekstilin Kaleleri 16 BURSA, ÜRETİMDEKİ GÜCÜNÜ MARKALARINA DA YANSITIYOR Bursa tekstil sektörü üretimdeki gücünü yaptığı teknoloji yatırımları ve markalaşma alanındaki hamleleriyle koruyor. İplikten kumaşa geniş bir alanda Türk tekstil sektörünün ihtiyaçlarını karşılayan Bursalı tekstilciler, markalaşma konusunda da önemli adımlar atıyor. Yine BTSO tarafından yapılan 250 büyük firma içinde Bursa tekstil sektörü 57 firma ile önemli bir konumda bulunuyor. Sektör yaklaşık 80 bini bulan istihdam kapasitesiyle de Bursa’nın istihdamına önemli oranda katkı sağlıyor. T ürk tekstil sektörüne hem iplik hem de kumaş üretimiyle önemli oranda destek veren Bursa, üretimdeki gücünü markalarına da yansıtmış durumda. Bugün itibarıyla Bursa’da yer alan 250 büyük firma içinde tam 57 adet tekstil ve konfeksiyon firması bulunuyor. Bu durumu markalaşmanın yanı sıra hiç durmayan yatırım atağına bağlayan sektör aktörleri, Bursa’nın önümüzdeki yıllarda da üretim anlamında Türk tekstil sektöründe lokomotif görevi göreceği fikrinde birleşiyor. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’na (BTSO) kayıtlı üyelerin sektörel dağılımına bakıldığında, ilk sırada yüzde 16.9’luk payla tekstil ve konfeksiyon sektörü görülüyor. 4 bin 200’e yakın BTSO üyesi sektördeki yatırımlarıyla, Bursa’da 78 binden fazla kişiye istihdam sağlıyor. Yine kentteki 2011 yılı, 250 büyük firma içinde otomotiv ana ve yan sanayi firmaları 65 firma ile ilk sıradayken, tekstil ve konfeksiyon firmaları ise 57 firma ile ikinci sırada yer alıyor. Buna ilave Türkiye İhracatçılar Mec- Sayı: 393 - Nisan 2013 38 lisi (TİM) verilerine göre de Bursa’dan yapılan tekstil ve hazır giyim konfeksiyon ihracatı, 2012 yılı itibarıyla 1.6 milyar doları bulmuş durumda. Coats Türkiye İplik Sanayi A.Ş. Genel Sekreteri İlhami Öztürk: “COATS TÜRKİYE, ÖZEL İPLİKLERDEKİ PAYINI ARTIRACAK” Mevcut veriler itibarıyla Bursa, hâlâ tekstildeki gücünü koruyor ve günün gelişen şartlarına uygun olarak da dönemin gerektirdiği ürün tipi ve kalitede imalat yapmaya devam ediyor. Markalaşma konusunda da ciddi çaba sarf eden Bursalı tekstilci, ev tekstilinde de önemli adımlar atıyor. Yine bu alanda da ciddi ihracatlar yapılıyor. Öte yandan Bursa, bugün ürettiği hazır giyim ve konfeksiyon ürünlerini dünyanın çok önemli markalarına da doğrudan ihraç ediyor. Bursa’da sektör pamuklu dokuma, suni ve sentetik iplik üretimi, yünlü dokuma, fantezi iplik üretimi, örme ve trikotaj, havlu, boya-apre-emprime, konfeksiyon ve hazır giyim şeklinde alt sektörlere ayrılmış durumda. İplik üretiminde Çin’e kadar mal gönderen sektör, kumaş alanında önemli bir açığı kapıyor. “Bursa’nın tekstil geçmişi İpek Yolu öncesine dayanıyor” Bursa’daki tekstil sektörünün mevcut durumu hakkında değerlendirmelerde bulunan Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Başkanı Celal Sönmez, bu alanda imalat yapan firmaların etkin Ar-Ge çalışmalarıyla öne çıktığını belirtiyor. “Bursa’da tekstilin geçmişi İpek Yolu öncesine dayanıyor” diye konuşan Sönmez, günün şartlarına uygun olarak imalat yapan bu alanın ilin istihdam yükünü çektiğini belirtti. Bursalı tekstilcilerin üretim gücüyle hem Türkiye hem de dünya genelinde markalar üstünde söz sahibi olduğunun altını çizen Sönmez, ev tekstilinde de sektörün öne çıktığını belirtiyor. Sönmez, “Ev tekstilinde Bursa son yıllarda biraz daha söz sahibi olmaya başladı. Bu alanda da ciddi ihracatlar gerçekleştiriliyor. Öte yandan Bursa bugün ürettiği hazır giyim ve konfeksiyon ürünlerini dünyanın çok önemli markalarına da doğrudan ihraç ediyor. Bursa tekstil alanında kalite çizgisini hep yukarılara taşıdı. Dünya markalarına üretim yapabilecek kalite ve kapasiteyi yakalayan üreticilerimizin bundan Sendikamızın üye işyerleri arasında yer alan ve Türkiye’de 1952 yılından beri faaliyet gösteren Coats; Drima, Gun, Anchor, Domino markalarıyla dikiş, nakış dantel ipliği, Opti markasıyla fermuar üretimi ve Dual Duty, Astra, Gral, Epic markalarıyla da sanayiye yönelik endüstriyel üretimler yapıyor. İstanbul’da başlayan üretimini 1968 yılından itibaren Bursa Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikasına taşıyan Coats, 45 bin metrekaresi kapalı, toplam 72 bin metrekarelik alanda 800 çalışanla üretimlerini sürdürüyor. Son yıllarda otomotiv, ayakkabı, beyaz eşya, enerji gibi sektörlere yönelik yapılan özellikli iplik üretimine yoğunlaşan Coats Türkiye, bu yılın ilk çeyreğinde geç tutuşma özelliğine sahip olan aramit ipliklerinin üretimine başlamayı hedeflerken, yılın ikinci çeyreğinde de fiber optik kabloların içinde yer alan koruyucu iplikleri Bursa’daki fabrikasında üretmeye başlayacak. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Danışma Kurulu Üyesi ve Coats Türkiye İplik Sanayi A.Ş. Genel Sekreteri İlhami Öztürk, Coats’ın stratejik olarak baktığı teknik tekstillerde özel iplikler alanında öne çıktığını söyledi. Toplam ihracat içerisinde 16 milyon dolarlık kısmı özel ipliklerin ihracatının oluşturduğunu kaydeden İlhami Öztürk, otomotiv sanayine yönelik emniyet kemeri, koltuk kılıfı ve hava yastığında kullanılan iplikler gibi özel üretimler yaptıklarını hatırlattı. Bu tip özellikli üretimlerin artacağını vurgulayan Öztürk, ağırlıklı olarak Avrupa’ya ihracat yaptıklarını dile getirdi. Öztürk, “Amerika ünitemizde Amerika pazarı için devam eden fiber optik kablolarda kullanılan ipliklerin üretimine bu yılın ikinci yarısında Türkiye’de de başlayacağız. Bu alanda Avrupa pazarı ve iç piyasanın ihtiyaçlarını karşılamayı hedefliyoruz. Fiber kablolar bazı ülkelerde deniz altına döşeniyor. Orada da kırılmadan dolayı bir sıkıntı olduğunda tamiri çok zor oluyor. Bu özel bir iplik, suyla etkileşime girdiğinde kablo içerisinde şişerek koruyucu bir özellik sağlıyor” aktarımını yaptı. Sayı: 393 - Nisan 2013 39 Tekstilin Kaleleri DURAK TEKSTİL ÇİN’DEKİ FABRİKAYI GELİŞTİRECEK Yaklaşık 4 yıl öncesinde 15 milyon dolarlık bir yatırım ile Çin’e fabrika kuran Durak Tekstil, Ar-Ge’de geliştirdiği yeni ürünleriyle ihracatını güçlendiriyor. 2008 yılından bu yana her geçen gün artan bir ivmeyle Çin fabrikasında üretimlerini sürdüren Durak Tekstil, 420’si Türkiye’de olmak üzere 600’ü aşkın kişiye istihdam sağlıyor. Bursa’daki üretim tesisinin yanında sahip olduğu tekstil teknolojisini ihraç ederek Çin’de de bir üretim tesisi kuran Durak Tekstil, dünya markalarına yönelik yüksek mukavemetli dikiş nakış ipliği üretiyor. Kaliteli hammaddeye sahip dünya standartlarındaki endüstriyel ipliği entegre bir şekilde üreten firma, polyester iplik üretiminin tüm aşamalarını tek çatı altında birleştirerek yüksek mukavemetli ve düşük genleşmeli ürün elde ediyor. 2006 yılında Çin’in Changxing kentinde dikiş-nakış ipliği üretim tesisi kuran ve ardından küresel ekonomik krizin olumsuz etkilerine maruz kalan Durak Tekstil, bugün gelinen noktada Çin’deki satışlarını oldukça hızlandırdı. Bölgede 8 bin metrekare kapalı alana sahip tesislerindeki üretim sistemini önemli bir noktaya taşıyan firma, son olarak 2011 yılında ikinci etap yatırımlarını hayata geçirerek 3 bin metrekare kapalı alan ilave etti. Toplamda 11 bin metrekareye ulaşan ve kapasitesini artıran Durak, çalışan sayısını da 200’e çıkardı. Bursa’da da 18 bin metrekarelik üretim alanında 420 personelle çalışmalarına devam eden firma, aylık 120–150 ton arasında iplik üretiyor. Üretiminin yaklaşık yüzde 30’unu ihraç eden Durak’ın en büyük pazarı ise Orta Avrupa ülkeleri. Durak Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Durak, 2013 için öncelikle Çin’deki fabrikayı geliştirmeyi amaçladıklarını söyledi. Durak, “Orada üretip Türkiye’ye getirme dönemimizi bittirdik. Çin’deki işçilik maliyetleri son dönemde ciddi oranlarda artış göstermeye başladığı için iç piyasa hızlı gelişti. Bu sebeple Çin’in orada üret, yurtdışına sat cazibesi hayal oldu. Çin lokal piyasasında 2011’den bu yana hızla ilerliyoruz, büyüme hedeflerimizi koruyoruz. Oradaki hedefler Türkiye’yi geçecek gibi görünüyor” ifadeleriyle uzun dönemli hedeflerini aktarıyor. REKOR DOKUMACILIK, KADİFE KUMAŞ ÜRETİMİNE AĞIRLIK VERECEK Döşemelik, perdelik ve tül üretimi yapan Rekor Dokumacılık A.Ş., toplam yatırım bedeli 50 milyon TL olan ve Türkiye’de bir benzeri daha bulunmayan kadife tesisi yatırımı için harekete geçti. Yeni yatırım programı kapsamında 45 bin metrekare kapalı alana sahip ek bina inşa edecek olan firma, Belçika’dan sipariş ettiği son teknolojiye sahip kadife tezgâhlarından 8’ini mevcut fabrikasında devreye aldı. Rekor, önümüzdeki dönemde kadife kumaş ağırlıklı çalışmayı ve cirosunu ikiye katlamayı planlıyor. Türkiye’de benzeri bulunmayan bir kadife tesisi yatırımı için düğmeye bastıklarını söyleyen Rekor Dokumacılık Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Necati Kurtcan, “Kadife kumaş üretimi için 45 bin metrekare kapalı alana sahip ek tesis inşa ediyoruz. Belçika’dan sipariş ettiğimiz son teknolojiye sahip kadife tezgâhlardan 8’ini mevcut fabrikamızda devreye aldık. İlave tesisin tamamlanmasıyla birlikte kadife üretimini tamamen oraya kaydıracağız. Toplam 50 milyon TL’lik bir yatırım planlıyoruz. Bu yıl içinde faaliyete geçmesini hedeflediğimiz tesisimizde yüzde 100 koton kadife üretimi gerçekleştireceğiz” açıklamasını yapıyor. Sayı: 393 - Nisan 2013 40 sonraki adımı model, tasarım konularında da gelişerek markalaşmayı sağlamalarıdır. Tekstil Bursa’dan hiçbir zaman çıkmayacak bir konumda bulunuyor. İpek Yolu’nu biz icat etmedik. Ancak Bursa’nın tekstil geçmişi İpek Yolu öncesine dayanır. Bursa bu sektörde var olmaya devam edecek güçlü bir altyapıya sahip. Biz çağın gerekleri doğrultusunda dönüşümü de sağlıklı bir şekilde yaparak, bu güçlü yapımızı korumayı hedefliyoruz” dedi. “İstihdamın yükünü çekiyor” Tekstilin Türkiye ekonomisinin temel taşlarından biri olduğunu belirten Celal Sönmez, "Toplam istihdamın yaklaşık yüzde 20'si, tekstil ve hazır giyim sanayisi tarafından sağlanıyor. Bununla birlikte tekstil, en çok sorunla karşılaşılan sektördür. Bu sorunların nedeni, sektörün öneminin gereği gibi anlaşılamaması ve ekonomik potansiyelin iyi değerlendirilememesidir" aktarımını yaptı. Sektörün son yıllardaki yatırımlarıyla teknik alandaki yetersizliklerinin hızla azaldığını anlatan Sönmez, "Gelecek yıllarda teknoloji yatırımlarına daha da hız verilmek suretiyle rakip ülkelerle Türkiye arasındaki fark kapanacaktır. Bu farkın kapanmasına Bursa da öncülük edecektir. Birçok yabancı ülkede, 'Made in Turkey' yazılı mallar özellikle talep ediliyor. Profesyonel kadrolara duyduğumuz ihtiyaç kadar, bu kadroların istihdamına da gereken önemi vermek gerekiyor” aktarımını yaptı. Bursa’da dahil olmak üzere Türkiye’de tekstil sektörünün üretim kapasitesinin etkin kullanılmasında sıkıntıların da bulunduğunu sözlerine ekleyen Sönmez, "Özellikle üretimde kullanılan makine ve hammadde tedarikinde dışarıya bağımlıyız. Ülkemizde bütün sektörlerin ortak sıkıntısı olan üretim maliyetlerinin yüksek olması da bir diğer zayıf yanımızı teşkil ediyor. Hammadde tedarikindeki sıkıntılarımız, enerji maliyetlerinin yüksekliği ve bunun yanında devlete ödenen sigorta primlerindeki yüksek oranlar, sektöre ilerleme hususunda ciddi sıkıntılar yaşatıyor” şeklinde görüş bildirdi. İplikten kumaşa firmalar yatırıma devam ediyor Bursa’da imalat yapan iplik ve kumaş üreticilerinin yaptığı çalışmalar ise kentte sektörün sürekli bir devinim niteliğinde olduğunu doğruluyor. Örneğin iplik üretici Durak Tekstil, bu yıl Çin’deki tesisine yatırım yapmayı planlıyor. Yine Coats Türkiye, özel ipliklerdeki payını artırmak için yoğun bir Ar-Ge çalışması içinde. Söz konusu firmaların ortaya koydu- NUY TEKSTİL, FRANSIZ PARFÜMÜNÜ KUMAŞA HAPSETTİ Nuy Tekstil Sanayi, tekstil fabrikalarına yönelik satışa sunduğu kimyasallar ile sektöre yenilik kazandırıyor. Kurulduğu günden bu yana tekstil sektöründe kullanılmak üzere organik kimyasal ürünler ile hammadde ve boya ithalatı gerçekleştirerek ihracat ve ithalat yapmak isteyen firmalara danışmanlık hizmeti veren Nuy Tekstil, son olarak da mikro kapsüllerden oluşan tekstil kokuları ile adını duyurmaya başladı. Ev tekstili ve giyim ürünlerine zenginlik katmak amacıyla 20 yıkamaya kadar kokusu kaybolmayan mikro kapsül tekstil kokuları ürettiklerini anlatan Nuy Tekstil Sanayi Genel Müdürü Kimya Yüksek Mühendisi Ulviye Yahya, sektöre çevre dostu bir yenilik kazandırdıklarını söyledi. Kokusunu Fransa’dan, enzimlerini ise Finlandiya’dan temin ettikleri tekstil kokusunu geçtiğimiz yıl satışa sunmaya başladıklarını ifade eden Yahya, bu kimyasalı çeşitli kumaşlara, havlu ve bornozlara, koltuk döşemelerinden otomobil koltuğu döşemelerine, perdelere kadar pek çok farklı alanda kullanıldığına dikkati çekti. Kokunun sürtündükçe yayılması ve kumaşta kalıcı olma özelliklerinden bahseden Ulviye Yahya, “Bu kokular fabrika içerisinde kumaşa enjekte ediliyor. Mikro kapsüller kumaşın bünyesine giriyor, her hareket edildiğinde mikro kapsüller dağılıyor ve koku yayılıyor. Lavanta kokusu, gül kokusu ve nar, bergamot, portakal çiçeği, elma, amber, ardıç, misk çiçeklerinden oluşan karışımdan elde edilen koku çeşitleri mevcut” dedi. ğu bu çaba firmaların Ar-Ge çalışmalarına da yoğunlaşması olarak algılanabilir. Yine Nuy Tekstil’in Fransa’dan getirdiği çiçek özünü kumaşa aktarması, kentin teknolojiyi kullanma noktasında geldiği noktayı da doğruluyor. Sayı: 393 - Nisan 2013 41 Tekno-Tekstil DİJİTAL BASKI MAKİNELERİNDE SON TEKNOLOJİLER Tekstil sektöründe dijital baskı sistemleri yıllardır kullanılıyor ve günümüzde neredeyse üretim baskısına yakın sonuçlara ulaşılabiliyor. Bir yandan gelişen teknolojiye uyum, diğer yandan daha fazla desen istenmesi ve bu desenlerin artan renk ve varyant sayısı ya da üretim maliyetlerini azaltacak teknolojilerin geliştirilmesi gibi nedenlerle baskı firmaları, makine parklarını yenilemek/güncellemek zorunda kalıyorlar. Tekstil İşveren Dergisi’nin geçmiş sayılarında, tekstil sanayisinin bu alt sektörüne ilişkin bir inceleme yapmıştık. Bu kez ise dijital baskı sistemlerindeki son teknoloji ürünü makinelere odaklanacak ve yeni makineleri sizlere tanıtmaya çalışacağız. Günümüzde, özellikle kumaş ve tekstil firmaları artık dijital baskıyı tercih ediyorlar çünkü dijital sistemler özellikle “zaman” konusunda inanılmaz bir avantaja sahipler: Numuneler için günlerce kalıp, şablon hazırlanmasını beklemedikleri gibi kalıp ve şablon maliyetlerinden de kurtulmuş ve böylece maliyet avantajı sağlamış oluyorlar. Teknolojinin nimetlerinden yararlanarak geliştirilen yeni nesil dijital baskı sistemlerinin de ağırlıkla eğildiği nokta zaman ve enerji tasarrufu olarak öne çıkıyor. Daha birkaç yıl önce saatte 100 metrekare üretim yapabilen makineler, günümüzde bu kapasiteyi 10 katına kadar çıkarmayı başarmış durumdalar. Örneğin Spot Ltd.’nin ithal ettiği markalardan biri olan Konica Minolta Nassenger Pro1000, 1000 m2/saat hızı ile dünyanın en hızlı baskı makinesi olarak lanse ediliyor. Yeni geliştirilmiş, yüksek hızla idare edilen ve yüksek yoğunluklu mürekkep püskürtmeli baskı kafasına sahip olan Nassenger Pro1000, ileri teknolojili ve güvenilir bakım sistemi; kumaş Sayı: 393 - Nisan 2013 42 aktarma problemlerini engellemek üzere tasarlanmış besleme/sarma sistemi; yüksek kaliteli dokuz renk boya haznesi ve her renk için 40 litre hacminde yüksek boya depolama kapasitesi ile çalışma performansını artırmak üzere tasarlanmış kolay kullanım özellikleriyle dikkat çekiyor. Hız, istikrar ve zengin renkler Yeni tasarlanan araba sistemi ile 540 x 360 dpi çözünürlükte 1000 m2/saat, yüksek kaliteli baskıda ise 600m2/saat KONICA MINOLTA NASSENGER PRO1000’İN ÖZELLİKLERİ Model Adı: Nassenger PRO 1000 Teknoloji: 1024 düşeli, su bazlı mürekkep püskürtmeli baskı kafası x 81 adet Baskı Kafası: Drop on-demand (Gerektiğinde damla atan) Piezo Mürekkep Püskürtmeli Boya Setleri: Reaktif Boya (Sarı, Ekstra Magenta, Cyan, Siyah, Turuncu, Mavi, Pembe, Gri ve Açık Mavi) Asit Boya (Sarı, Magenta, Cyan, Siyah, Açık Magenta, Açık Cyan, Açık Siyah, Turuncu ve Mavi) Dispers Boya Baskı Eni: 1,850 mm Baskı Modu: 540 x 360 dpi (1000 m2/ saat) 540 x 720 dpi (600 m2/ saat) 900 x 360 dpi (730 m2/ saat) 900 x 720 dpi (420 m2/ saat) Minimum Çözünürlük 360 dpi, Maksimum Çözünürlük 1440 dpi Çalışma Ortamı: Mekanik Çalışma Koşulları (15~30°C 40~70% Bağıl Nem) En iyi baskı sonucu için çalışma koşulları (20~28°C 40~70% Bağıl Nem) Baskı Kafası Bakım Sistemi: Kafa Temizlik Sistemi Yaş Temizleme Düşe Hata Tespit Sistemi Lazer Sistemi ile Kapalı Düşe Tespiti Kapatma Sistemi-Capping Yaş Kapama Boya Besleme Sistemi: Yapı Motor tahrikli pompa ile besleme Boya Tankı 20 litrelik tanklar, renk başına iki adet Boya Tankı Renk Başına 40 Litre tank Ebatlar: Plotter W 6,140 x D 3,940 x H1,720 mm Boya Besleme Ünitesi: Renk Başına 40 Litre tank Ağırlık: Plotter Yaklaşık 3,500 kg Boya Besleme Ünitesi Yaklaşık 400 kg - Boya dâhil değil RIP: RIP yazılımı gereklidir Güç Gereksinimi: AC 200~240 V Mono-faz 50 / 60Hz 60A hıza ulaşabilen Nassenger Pro1000’in bağımsız sürücü kanallı baskı kafasının her biri ise 1024 düşeye ve 360 dpi yoğunluğa sahip. Mürekkep püskürtmeli kafalar hem yüksek kaliteli hem de yüksek hızlı üretimi sağlarken, sadece Konica Minolta’ya özel bir baskı kafası ile bakım sisteminin yanı sıra istikrarlı baskı da sağlanabiliyor. Bu sistem, baskı kafalarının düşelerini düzenli olarak kontrol ediyor ve kayıpsız/duraksız baskı yapılmasını sağlıyor. Baskıyı izlemek için operatör gereksinimini ortadan kaldırarak işçilik maliyetinden tasarruf da sağlayan Nassenger Pro1000, ek olarak sisteme uzaktan erişim fonksiyonuyla da uzaktan sistem yönetimi ve uzaktan yardımı mümkün kılıyor. Ürünün kumaş kırışıklık sensörü ve konkav baskı kafası ise düşe yüzeyi gibi özelliklerle kumaşın baskı yüzeyine değmesinin engellenmesini sağlıyor. Yine Nassenger Pro1000’in dikkat çekici bir diğer özelliği ise klasik sekiz renkli sistemi dokuz renge çıkarması ve tekstil sektörünün ihtiyaç duyduğu zengin renkleri elde etme konusunda rakiplerinin bir adım önüne geçmiş olması. Yükseltilmiş ana renk sayısı, renk uzayının büyümesini sağlarken, renk eşlemeyi de kolaylaştırıyor ve baskı sonrasındaki kumlu görüntünün en aza indirilmesine olanak sağlıyor. Bununla birlikSayı: 393 - Nisan 2013 43 Tekno-Tekstil sek çözünürlüklü baskı kalitesine (1056x600 dpi) ulaşabiliyor. Kappa 180, modanın sık sık değiştiği, bütçelerin daraldığı ve siparişlerin azaldığı dönemde mutlak esnekliği sağlamak amacıyla geliştirilmiş ve bu anlamda, limitsiz tasarım ve renk seçeneği sunmasının yanında talebe dayalı üretime de olanak sağlıyor. Herşey tek bir kaynaktan Kappa 180, baskı öncesi işleme gerek duymaması, kaynakları idareli kullanması, siparişlerin basit ve doğrudan çoğaltılabilir olması gibi özellikleriyle geleneksel sistemlere kıyaslandığında önemli bir ekolojik ve ekonomik evrim olarak değerlendirilebilir. Bu da şirketlerin yüksek müşteri memnuniyeti ve yeni pazarlara açılma fırsatı yüksek, esnek hizmet sağlayıcı olarak çalışmasını sağlıyor. Durst Kappa 180, rakipsiz fiyat/performans oranının yanı sıra tek bir kaynaktan elde edilen ve ödün verilemeyen yüksek seviye teknoloji sunuyor. Saatçioglu A.Ş.’nin Türk tekstil sektörüne satışını gerçekleştirdiği Durst Kappa 180 ise teknolojinin tüm nimetlerini üzerinden barındıran ve bu nedenle de dikkatleri üzerine çeken bir ürün. Fotoğraf teknolojileri alanında öncü olarak kabul edilen Durst’un geliştirdiği ürün, tekstil endüstrisi için flatbed ekran baskı sistemine gerçek bir alternatif olacak yüksek performanslı mürekkep püskürtmeli yazıcısıyla, dijital tekstil baskısı sektörüne saatte 600 metrekare’den fazla baskı hızına ve yük- Durst tescilli Quadro baskı kafası teknolojisi Kappa 180’e uygun olarak şirketin Kufstein Geliştirme Merkezi’nde geliştirilmiş. Böylece “QuadroZ” tekstil sektörünün özel ihtiyaçlarını karşılayan modifiye edilmiş Durst QuadroZ Array te ürün, geleneksel rotasyon baskı ile karşılaştırıldığında düşük enerji tüketimi ve düşük CO2 salımı ile çok daha düşük atık oluşturuyor. Sayı: 393 - Nisan 2013 44 sistemi, 7-21 piko litrelik damla boyutuna sahip aşınmaz meme başlıkları ile su bazlı boyaların tekstil baskılarında kullanılmasına olanak sağlıyor. Otomatik meme temizleme sisteminin kesintisiz çalışması ile renk başına düşen 6144 jet sayesinde 1680 dpi kadar çözünürlük üretebilen ürün, CMYK, turuncu, kırmızı, mavi ve gri tonlarında modülasyon ve yoğunluk dalgalanması olmaksızın baskı yapabilir. Buradaki kilit rolü ise ozmos filtreleme sistemine sahip mürekkep dağıtım sistemi oyuyor ve mürekkepteki anlık gaz kabarcıklarını ortadan kaldırarak, baskının düzgün ve hatasız olmasını sağlıyor. Dijital baskı sistemlerinde, bilindiği üzere, baskı makinesinin yanı sıra RIP sistemleri de büyük önem taşıyor. Baskı işlemi sırasında en çok hata eğilimine sahip bileşenlerden biri olan RIP sistemleri, Kappa 180’de geliştirilmiş GrandRIP+ kullanılarak üst seviyede gerçekleştirilmiş. Bu yazılım, siparişlerin üretimi ve yönetimi için gerekli tüm işlevleri hızlı, güvenilir ve yüksek per- DURST KAPPA 180’İN ARTILARI • • • • • • Yüksek performans ve verimliliğe sahip dijital baskı, Flatbed ekran baskısına alternatif, Pazardaki gelişmelere hızlı tepki, Limitsiz tasarım ve renk seçeneği, Önemli ölçüde azaltılmış kurulum süreleri, Düşük üretim maliyeti, • • • • • Düşük yer gereksinimi, Çevreci bir teknoloji, Her şey tek kaynaktan, Yeni pazar olanakları, Yatırımın daha hızlı dönüşü. formanslı bir iş akışı çözümü ile kapsarken, döşeme, gömülü renk profilleri, ICC uyumlu çıkış, tekstil baskı verisinin renklendirme ve renk koordinasyonu için eklentiler, ön izleme fonksiyonuna ve baskı siparişlerine hızlı erişim sağlayan bir pano, dağınık baskı makineleri için çoklu görev kontrolü ve gelişmiş mürekkep yönetimi, ürünün önemli özellikleri olarak öne çıkıyor. Düzenleme ve birleştirme fonksiyonu sayesinde dijital baskı verilerinin harmanlanabildiği ve konfigüre edilebildiği sistem, standart resim formatlarının tümünü de destekliyor. Sayı: 393 - Nisan 2013 45 Enerji ARZ GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAN DOĞALGAZDA FİYAT BASKISI ORTADAN KALKIYOR ABD’deki son kaya gazı keşfiyle petrol türevi karşısında 30’da bir oranında fiyat avantajı sunan doğalgaz ve doğalgaz türevi yakıtların Türkiye’de kullanım alanlarını yaygınlaştırmak artık daha mümkün görünüyor. Bugün binek otomobilden toplu taşımaya, ısıtmadan aydınlatmaya kadar birçok alanda kullanılan doğalgaz ve yan ürünleri maliyetler bakımından da avantaj sunma iddiasında. Türkiye’ye doğalgaz girişi sağlayan boru hatları, dünyadaki rezervin yüzde 70’ine denk geliyor. Farklı bir ifadeyle Türkiye, dünyadaki 20 büyük doğalgaz rezervinin 14’ünden doğrudan besleniyor. Arz güvenliği sayesinde doğalgaz sektörü büyüme potansiyelini de koruyor. Bu durum yeni yatırımların yanı sıra tüketim artışını da beraberinde getiriyor. Aynı zamanda doğalgazın petrol karşısında fiyat bakımından da avantajlı konuma geçmesini sağlayan arz güvenliği, enerji üretiminde yeni çalışmaların hayata geçirilmesi gibi konuları da akıllara getiriyor. Doğalgazdaki fiyat baskısı ise bugüne kadar yedi yıllık gaz stoğu kaldığını açıklayan ABD’den kaynaklanıyordu. 2000’li yıllardan başlayarak doğalgazın petrole göre fiyat bakımından yedide birlik bir avantaj sunduğuna dikkat çeken uzmanlar, yeni gelişmelerle birlikte son iki yılda bu oranın arttığı fikrinde birleşiyor. ABD’nin son kaya gazı keşfiyle stoğunu 128 yıla çıkardığını açıklaması doğalgaz üstündeki fiyat baskısını da ortadan kaldırdı. 2013 yılı itibarıyla doğalgazın petrol türevi alternatif enerji kaynaklarına karşın fiyatı 30’da birlik bir avantaj sunuyor. ABD’nin kendi kaynaklarına yönelmesi sonucunda dünya genelindeki mevcut gaz rezervinin 200 yıllık stoğa işaret etmesi bir bakıma fiyat baskısını ortadan kaldırmış bulunuyor. LPG, elektrik üretimine alternatif olur mu? Türkiye’nin yıllık 5.2 milyar metreküp LNG dâhil olmak üzere, 67.8 milyar metreküp doğalgaz alım anlaşmasına sahip olduğunun altını çizen uzmanlar, tüketimin ise ortalama 36 milyar metreküp seviyesinde bulunduğunu belirtiyor. Bu noktada CNG tüketimini artırarak, yıllık doğalgaz alımının yükseltilebileceğine vurgu yapan uzmanSayı: 393 - Nisan 2013 46 lar, otogaz kullanımı sayesinde artan LPG tüketimi ve doğalgazla çalışan toplu taşıma araçlarındaki yükselmenin de tüketime destek olacağını belirtiyor. Sektörde arz güvenliğinin güvence altında olması ise yatırım araçlarını artırmış durumda. Bugün kentlerde özel sektör doğalgaz dağıtımı yaparken, LPG satışları da sayısı her geçen gün artan otogaz istasyonlarıyla tavan yapmış durumda. Ancak bunlar bile Türkiye’nin gaz alım kotasını doldurmaya yetmiyor. Bu noktada elektrik üretiminde LPG’nin yedek yakıt olarak kullanılması önerisinde bulunan uzmanlar, artık petrol türevi yakıtlarla çalışan otomobillerin de tüplü yani LPG’li yakıta geçmesi gerektiğinin altını çiziyor. Yine dünya doğalgaz rezervlerinde yeni bulunan sahalarla birlikte, 200 yıla yaklaşan bir stoktan söz eden uzmanlar, ABD’nin rezerv ömrünün artmasıyla, sektörün fiyat baskısından kurtulmasının, önemli bir gelişme olduğunu vurguluyor. ABD rezervinin, son kaya gazı keşfiyle, yedi yıldan 128 yıla yükseldiğini anlatan uzmanlar, bu rezerv ile birlikte ABD’nin, doğalgaz üzerindeki talep kaynaklı fiyat baskısının ortadan kalktığına inanıyor. Bu durum sonrasında, Uluslararası Enerji Ajansı’nın gelecek beş yılda, doğalgaz fiyatlarında arz fazlası ve fiyat düşüşü tahminini 2010 raporunda belirttiğinin altını çizen uzmanlar, artık gazyakıt ürünlerinin elektrik üretiminin bir alternatifi olacak konuma geldiği fikrinde birleşiyor. LPG pazarı, otogazla büyüyor Doğalgaz ve türevlerinin farklı bir ifadeyle gaz-yakıt ürünlerinin var olan potansiyelini görmek için Türkiye’deki LPG pazarına da göz atmak gerekiyor. Bu kapsamda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Türkiye LPG Meclisi’nden edinilen bilgilere göre, Türkiye LPG pazarı 3.7 milyon tonluk yıllık tüketim ve 12 milyar dolarlık iş hacmi ile 450 bin kişiye iş imkânı sunuyor. LPG sektöründe 68 lisanslı dağıtıcı firma faaliyet gösteriyor. Ayrıca 80 depolama, 44 taşıma, 9 bin 862 otogaz bayilik, 10 imalat ve 112 tamir bakım lisansına sahip firma bu alanda yer alıyor. Meclis yönetimine göre, son kaya gazı keşifleriyle doğalgaz arzı LPG açısından gelecek vaat ediyor. LPG’nin önemli bir bölümünün doğalgaz kuyularından elde edildiğini, dolayısıyla yakın gelecekte LPG’nin arzındaki artışın da tüketimine paralel olarak süreceğini öngören meclis yönetimi, sektördeki yatırımların artmaya devam edeceğini belirtiyor. Dünya LPG tüketimi ise 269 milyon ton seviyesinde. Bu tüketimin yaklaşık yüzde 47’sini evsel LPG kullanımı oluşturuyor. Bunu petrokimya, endüstri, otogaz, rafineri ve tarım alanlarındaki kullanımlar izliyor. Pazar çok büyük görünse de dünyada LPG ile henüz tanışmamış 1 milyardan fazla kişi bulunuyor. Türkiye’de bugün 12 milyona yakın ev ve işyeri LPG kullanıcısı bulunuyor. Ayrıca Türkiye’nin LPG tüketiminin yüzde 70’lik dilimini otogaz oluşturuyor. Bu oran yaklaşık 2.7 milyon tonluk bir hacme denk geliyor. Yani Türkiye’deki 17 milyon aracın 3 milyon 569 bini otogazı kullanır oldu. Elektrik üretiminde yedek yakıt olarak kullanılabilir Elektrik üreten santrallerdeki doğalgaz ekipmanlarının LPG ile uyumlu olduğunu, bu nedenle kombine çevrim santrallerinde, LPG’nin yedek yakıt olarak değerlendirilebileceğini söyleyen uzmanlar, dünyada 50 MW’a kadar ana yakıt olarak LPG’nin kullanıldığı pek çok santralın bulunduğunu hatırlatıyor. Bu santrallerin farklı bütan ve propan karışım oranSayı: 393 - Nisan 2013 47 Enerji larında da çalışabildiğine dikkat çeken uzmanlar, elektrik üretiminde kullanılan fuel-oil’e yedek yakıt olarak LPG’nin düşünülebileceğini belirtiyor. LPG’ye Türkiye’nin enerji politikalarında hak ettiği yerin verilmesi önerisinde bulunan uzmanlar, bunun Türkiye’de enerji havuzunun çeşitlendirilmesi ve temin güvenliği için de son derece önemli olduğunu vurguluyor. Kolay bulunan, kolay taşınan ve kolayca depolanan LPG’nin ulaşımdan ısınmaya, pişirmeden aydınlanmaya kadar kullanım alanlarının çeşitliliğiyle de ön plana çıkacağını belirten uzmanlar, deprem ve doğal afetlerde altyapı olanaklarının kullanılamaması durumunda LPG’nin hazır ve hızlı çözüm sunarak, pek çok acil ihtiyacı giderebileceğine değiniyor. Tüm bu seçeneklere ortadan kalkan fiyat baskısını da ekleyen uzmanlar, artık Türkiye’nin arz bakımından güvenli alternatif bir yakıt kaynağına sahip olduğuna işaret ediyor. “Toplu taşımada daha çok CNG kullanılmalı” Doğalgazda arz güvenliği ve çeşitliliğini sağlayan Türkiye’de, yakıt tasarrufu ve çevre için, özelikle toplu taşımada CNG kullanımının yaygınlaştırılması gerektiğine dikkat çeken Oto Doğalgaz İstasyonları Derneği (ODİDER) Genel Sekreteri Osman Kâhyaoğlu, şu an 10 olan CNG istasyonu sayısının da artırılması gerektiğini kaydetti. Kâhyaoğlu, son yıllarda spekülasyonlardan beslenen petrol fiyatlarının da etkisiyle sürdürülebilir yük ve yolcu taşımacılığı için çevresel etkileri düşük ve istikrarlı fiyat yapısı olan yakıta talebin arttığını belirterek, bu noktada sıkıştırılmış doğalgazın (CNG), önemli bir alternatif olacağını söyledi. Dünya genelinde artan CNG’li araç uygulamaları ve istasyonları uygulamasına karşılık, Türkiye’de istasyon yaygınlığının henüz sağlanamadığına dikkat çeken Kâhyaoğlu, “Kamuda CNG kulSayı: 393 - Nisan 2013 48 lanımını artıracak uygulamaları talep ediyoruz” dedi. Türkiye’nin doğalgazda arz güvenliğini sağlamasının yanı sıra çeşitliliğe de kavuştuğuna dikkat çeken Osman Kâhyaoğlu, “Halen Türkiye’ye doğalgaz girişi sağlayan boru hatlarımız dünya rezervinin en büyük 20 sahasından 14 sahasına ve rezervin yüzde 70’ine işaret ediyor. Türkiye, yıllık 5.2 milyar metreküp LNG dahil olmak üzere, 67.8 milyar metreküp alım anlaşmasına sahip. Tüketimimiz ise ortalama 36 milyar metreküp seviyesinde. Bu noktada CNG tüketimini artırarak yıllık doğalgaz alımını yükseltebiliriz” diye konuştu. CNG kullanımında öne çıkan ve hızlı hareket eden ülkelerde, önce CNG istasyonlarının kurulduğunu, sonra da araç alımlarının yapıldığını anlatan Kâhyaoğlu, CNG kiti montaj işleriyle ise sürecin tamamlandığını bildirdi. Kâhyaoğlu, “Son yıllarda atağa geçen Almanya’da 864 istasyona ulaşılırken, araç parkı 110 bin adedi buldu. Petrol ihraç eden İran’da bile, araç sayısı hızla arttı. Şu an bu ülkede, 1.8 milyon adet CNG yakıtlı araca ulaşıldı” bilgisini verdi. Türkiye’de 10 istasyon var CNG uygulamaları noktasında dünya genelinde yaşanan gelişmeler ışığında Türkiye’deki durumu değerlendiren Osman Kâhyaoğlu, 1993 yılında İETT’nin girişimi ile Türkiye’nin CNG yolculuğunun başladığını hatırlattı. Kâhyaoğlu, şöyle konuştu: “Bugün gelinen noktada bin 90 adetlik CNG otobüs filosu ile Ankara’da bulunan EGO, Avrupa’nın ikinci büyük toplu taşıma filosuna sahip. Kayseri’de bulunan minibüsçüler de önemli bir girişime imza attı. Özel sektör filosu olarak önemli bir toplu satın alma kararı ve belediyenin teşviki ile 192 adet CNG otobüsü, Kayseri’de temiz ve ekonomik taşımacılığa başladı. Kocaeli Belediyesi’nde de 45 adet CNG otobüsü çalışıyor.” Bu yıla ilişkin CNG tüketimini artıracak gelişmeler hakkında da bilgi veren Osman Kâhyaoğlu, “EGO, İETT ve Kocaeli Belediyesi ilâve alımlar planlıyor. EGO çöp kamyonları, yol süpürgeleri ve otobüs gru- bunda belediyeler başta olmak üzere, birçok firma ve kuruluş çalışmalarını sürdürüyor” dedi. Türkiye’de yerli otobüs firmalarının 10 modelde tam CNG yakıtlı şehir içi otobüs, iki modelde ise panelvan ürettiğini söyleyen Kâhyaoğlu, “İthalatçılar da pazara her tip ve modelde CNG yakıtlı araç sunmaya hazır bekliyor” dedi. CNG araç tanklarının ağırlıkları hakkında teknik bilgi de veren Kâhyaoğlu, tankların ağırlığının üçte bire kadar azaltılması ve yüksek basınçlı bu tanklara, 20 yıl ömür garantisi verilebilmesinin, CNG’nin yaygınlaşması için teknik ve ekonomik destek olacağını ifade etti. “CNG, fiyat avantajı sunuyor” Toplu taşımada bilet fiyatlarında ekonomik güçlükler nedeniyle artış yapmanın zor olduğunu ve CNG’nin yakıt maliyeti sağlayacağını savunan Osman Kâhyaoğlu, şöyle devam etti: “CNG, sıfıra yakın partikül miktarı ile kamu sağlığına hizmet ederken, taşımacılıkta önemli fiyat avantajı sağlıyor. Bugün CNG ile şehiriçi otobüslerde yaklaşık yüzde 50 oranında, yıllık 100 bin TL’ye denk gelen bir oranda yakıt tasarrufu sağlamak mümkün. Bu durum CNG için gerekli yatırımın, bir yıldan az bir sürede geri ödenmesi anlamına geliyor.” “Doğalgaz rezervleri 200 yıllık stoğa işaret ediyor” “Dünya doğalgaz rezervlerinde, yeni bulunan sahalarla birlikte, 200 yıla yaklaşan bir stok var” diye konuşan Osman Kâhyaoğlu, ABD’nin rezerv ömrünün artmasıyla, sektörün fiyat baskısından kurtulmasının, önemli bir gelişme olduğunu vurguladı. ABD rezervinin, son kaya gazı keşfiyle, yedi yıldan 128 yıla yükseldiğini anlatan Kâhyaoğlu, “Bu rezerv ile birlikte ABD’nin, doğalgaz üzerindeki talep kaynaklı fiyat baskısı kalktı” dedi. Kâhyaoğlu, şunları kaydetti: “Bu durum sonrasında, Uluslararası Enerji Ajansı, gelecek beş yılda doğalgaz fiyatlarında arz fazlası ve fiyat düşüşü tahminini 2010 raporunda belirtiyor. Uluslararası fiyat oluşum kriterlerine göre yapılan tedarik anlaşmalarında, doğalgazın petrole endeksli fiyat formülündeki korelasyon kırılmış durumda. Ham petrol fiyatlarına göre, doğalgazın aynı enerji değeri bazında fiyatı, geçen uzun yıllarda yedide bir oranında kaldı. Ancak son rezervlerle birlikte bu oran 30’da bire çıktı.” Sayı: 393 - Nisan 2013 49 Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi İŞLETMELER FUARLARDA YENİLİKÇİ ÜRÜNLERİ GÖRME FIRSATI BULUYOR Fuarlara katılan ziyaretçiler işin doğası gereği ‘yenilik’ görmeyi bekler. Yenilik, fuara katılan işletmeler için de çok önemlidir. Çünkü fuardan elde ettiği bu yeni bilgiler o işletmenin geleceğine yön verir, yeni ürünlerini ona göre şekillendirir. Sendikamızın 2006 yılından bu yana yürüttüğü ‘Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi’ de bu anlamda üyelerimize önemli bir fırsat sunuyor. Bu proje sayesinde fuara katılan işletmeler yeni müşteriler bulmanın yanında yeni ürün ve gelişmelerle de karşılaşma fırsatı buluyor. Bu noktada yeniliklerin hâkim olduğu fuarlardan biri de 5-7 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Munich Fabric Start Fuarı oldu. Bu fuara ilk kez katılan Pisa Tekstil yetkilileri, 35 ülkeden 800 katılımcının yer aldığı fuarı 20 bin kişinin ziyaret ettiğini belirterek, “Fuarda ön plana çıkarmak istediğimiz kumaşlarımızı sunmanın yanı sıra kendi sektörümüzdeki gelişmeleri de görme fırsatı bulduk. Dolayısıyla bir taraftan potansiyel müşteri kazanma imkânı doğdu, diğer taraftan da ulaşılması gereken hedefler anlamında fuar bize vizyon kazandırdı” dediler. Pisa Tekstil yetkilileri şunları söylediler: “Fuarda ayrıca fason olarak hizmet sunduğumuz müşterilerimizin alıcıları da bizleri ziyaret etti. Onlarla birebir iletişim kurma fırsatı yakalandı. Fuarda özellikle Almanya, Avusturya başta olmak üzere İtalya ve İspanya’dan ziyaretçilerimiz oldu. Standımızda en çok ilgi gören ürünlerimiz yüzde 100 keten, yüzde 100 tencel, yüzde 100 pamuk ve bunların elestanlı karışımları ile yüzde 100 ipek ve ipek karışımlı kumaşlar oldu. Alman katılımcılar ise özellikle özel apre uygulamaları olan 3XDRY, Bionic Finish ve ColdBlack’a ilgi gösterdi.” Fuarın genel anlamda verimli geçtiğini de anlatan Pisa yetkilileri, standlarına fiyattan çok kalite odaklı müşterilerin uğradığını söylediler. Yetkililer fuarın hemen sonrasında talep edilen numuneleri müşterilere yolladıklarını da belirterek bundan sonraki süreç için de şu değerlendirmede bulundular: “Ziyaretçi firmaların hemen hepsi için en önemli kriter, katılımcı firmaların sürekliliğidir. Bu süreklilikle birlikte aynı zamanda her fuarda birtakım yenilikler görmeyi beklemektedir. Dolayısıyla Ar-Ge ve Ür-Ge faaliyetlerimizi bu fuarlardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında yönlendirerek bir sonraki fuarlara sunacağımız ürünlerimizi şekillendireceğiz.” 3-6 Şubat tarihleri arasında düzenlenen ISPO Munich Fuarı’na katılan Öztek Tekstil yetkilileri de fuarda birçok yenilikle karşılaştıklarını anlattılar. Spectra markasıyla üretim yapan Öztek’in yetkilileri, fuarla ilgili şu tespitlerde bulundular: Sayı: 393 - Nisan 2013 50 “Teknik tekstillerin önemli bir özelliği olan ‘su ve yağ iticilik’ özelliklerinde konvensiyonel ‘fluorocarbon’ teknolojisi yerine çevreyi hiç kirletmeyen çevre dostu değişik preparatlar kullanılmakta olup aynı neticeyi vermektedir ve son kullanıcı firmalar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda biz de konuyu araştırıp bu sahada Ar-Ge’mizi başlatmak durumunda olacağız. İki ve üç katlı, su geçirmez, rüzgâr geçirmez, soğuk iklim kumaşlarında nefes alabilirlik çıtası yükseltilmiş. Ayrıca sportif alanda kullanılan, terletmeyen, soğuk hava, yağmur ve soğuğa karşı koruyan kumaşlarda da kalite çıtasının yükseldiğini gördük. Sırt çantaları alanında daha yüksek kopma-yırtılma ve su geçirmez özellikli HT poliamid kumaşların, poliester kumaşlar yerine daha çok kullanıldığı görülmüştür. Uzakdoğu firmalarının poliester kumaşlı, daha ucuz sırt çantaları yerine Batılı kullanıcı artık daha pahalı olmasına rağmen HT poliamid esaslı dayanıklı Batı markalı ürünleri tercih etmektedir. Yani ‘ucuz mal alacak kadar zengin değilim’ düşüncesi teknik tekstil alanında Avrupa’da da yerleşmektedir. Sonuç olarak ISPO’da iki önemli gelişmeyi gördük. Birincisi Batılı tüketici yavaş yavaş pahalı ve dayanıklı ürünlere yönelmekte. Bu önemli bir değişimdir. İkincisi de koruma amaçlı kumaş sistemlerinde kalite ve özellikler çıtası yükselmektedir.” FUAR TAKVİMİ (MAYIS-HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2013) TARİH FUAR MAYIS 15.05.2013-19.05.2013 İstanbul (Türkiye) İstanbul Ev Tekstili Fuarı 16.05.2013-19.05.2013 Doha (Katar) IWED-International Weeding-Gelinlik Fuarı 22.05.2013-23.05.2013 Paris (Fransa) Denim By PremierVision-Konfeksiyon Fuarı 24.05.2013-26.05.2013 Floransa (İtalya) Pitti Immagine Modaprima-Giyim ve Moda Fuarı 24.05.2013-26.05.2013 Doha (Katar) Mother Baby Kids Expo-Bebek ve Çocuk Ev Tekstili Fuarı 29.05.2013-01.06.2013 İstanbul (Türkiye) Uluslararası İstanbul İplik Fuarı 29.05.2013-01.06.2013 İstanbul (Türkiye) ITM TEXPO-EURASIA 2013 29.05.2013-01.06.2013 İstanbul (Türkiye) HIGHTEX 2013-İstanbul Teknik Tekstiller, Nonwoven ve Dokuma Teknolojileri Fuarı HAZİRAN 11.06.2013-13.06.2013 Frankfurt (Almanya) TECHTEXTIL-Teknik Tekstil ve Kumaş İşleme Teknolojileri Fuarı 12.06.2013-15.06.2013 Erbil (Irak) 2. Irak Furn Expo-Mobilya, Halı ve Ev Tekstili Fuarı 15.06.2013-18.06.2013 Essen (Almanya) MODATEX FASHION 2013-Moda Fuarı 18.06.2013-21.06.2013 Floransa (İtalya) Pitti Immagine Uomo-Erkek Giyim ve Moda Fuarı 18.06.2013-20.06.2013 Atina (Yunanistan) Femmina Pret A Porter-Bayan Hazır Giyim Fuarı 22.06.2013-26.06.2013 Milano (İtalya) Milano Moda Uomo-Hazır Giyim Fuarı 27.06.2013-29.06.2013 Floransa (İtalya) Pitti Immagine Bimbo-Çocuk Giyim ve Moda Fuarı TEMMUZ 14.07.2013-16.07.2013 New York (ABD) TEXWORLD-Tekstil Fuarı 22.07.2013-23.07.2013 New York (ABD) Premiere Vision-Tekstil Fuarı 22.07.2013-23.07.2013 Sao Paulo (Brezilya) Premiere Brasil-Brezilya Tekstil Fuarı AĞUSTOS 04.08.2013 - 06.08.2013 Londra (İngiltere) PURELONDON-Hazır Giyim Fuarı 22.08.2013 - 25.08.2013 İstanbul (Türkiye) 25. Uluslararası Anne Bebek Çocuk Ürünleri Fuarı 31.08.2013 - 02.09.2013 Seul (Kore) Tekstil ve Tekstil Ürünleri Fuarı Sayı: 393 - Nisan 2013 51 Moda KADINLARA ÖZEL DEFİLE ZEYNEP ACAR’DAN İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından organize edilen '4'üncü Kadın Festivali'nin açılış defilesini Zeynep Acar yaptı. 7 Mart'ta düzenlenen defilede Zeynep Acar'ın 'Çağdaş Sultanlar 2013' adını verdiği kreasyon, mankenlerce tanıtıldı. Osmanlı motiflerini taşıyan 'Sultan' kos- tümleri ve yine hanedanlık döneminden esinlenerek oluşturulan gelinlikler büyük beğeni topladı. 8 TASARIMCI/8 MARKA İLE İTALYA’DA TÜRK RÜZGÂRI Türkiye, 3-6 Mart tarihleri arasında Milano’da düzenlenen ayakkabı fuarı theMICAM’da bu yıl ilginç bir tanıtım yaptı. Deri Tanıtım Grubu tarafından yürütülen “8 Tasarımcı/8 Marka” işbirliğinde oluşturulan proje, ilk kez bu fuarda sergilendi. Her biri Türkiye’yi yurtdışı moda platformlarında başarıyla temsil eden Türk tasarımcılar Bora Aksu, Mehtap Elaidi, Gamze Saraçoğlu, Hatice Gökçe, Studio Kaprol, Zeynep Tosun, Ahmet Baytar ve Elif Cığızoğlu bu proje kapsamında, firmalarla eşleşerek, özel birer koleksiyon üretti. Farklı modellerin yer aldığı koleksiyonlar, theMICAM’ın ardından Türkiye’de de sergilenecek. Projeye katılan firmalar aynı zamanda, fuar süresince bu koleksiyonlarına sipariş de aldı. Sayı: 393 - Nisan 2013 52 KADINLAR GÜNÜNDE ‘SELÇUKLU KIYAFETLERİ’ DEFİLESİ Kayseri Kız Teknik Olgunlaşma Enstitüsü tarafından 'Selçuklu Dönemi Kıyafetleri' hazırlandı. 17 Kız Teknik Olgunlaşma Enstitüsü öğrencisinin mankenlik yaptığı defilede, Selçuklu dönemine ait 28 kıyafet tanıtıldı. Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi'nde Selçuklu döneminin anlatıldığı ve Selçuklu motiflerinin kullanıldığı defilede en çok alkışı, Erciyes dağını sembolize eden 'Erciyes' kıyafeti aldı. HİNDİSTAN’DAN SARİ DEFİLESİ Hindistan'ın Ankara Büyükelçisi Susmita Gongulee Thomas, kadın sığınma evlerini destekleyen kuruluşlara yardım etmek ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamak amacıyla defile düzenledi. Defilede Hindistan'ın geleneksel kıyafeti olan "Sari"ler görücüye çıktı. Sari'ler hakkında bilgi veren Büyükelçi Thomas, Hindistan, Sri Lanka, Nepal, Pakistan ve Ortadoğu ülkelerinde de kullanımı yaygın olan "Sari"nin, ortalama 8 metre uzunluğunda olduğunu, genelde kısa kollu, sırt dekolteli ve omuz üzerinden bağlanıp aşağıya dökülerek kullanıldığını söyledi. Thomas, Hindistan'da 100 kadar "Sari" çeşidi olduğunu belirtti. Thomas, günümüzde fabrika üretimi "Sari"lerin kullanımının yaygın olduğunu söyledi ve fiyatlarının en yüksek 50 ABD doları olduğunu, elde yapılanların ise 5 bin dolara kadar çıktığını belirtti. En şık ve göz alıcı "Sari"lerin, altın suyuna batırılmış ipliklerle işlendiğini söyleyen Büyükelçi Thomas, ünlü modacılar tarafından tasarlananların ise 17 bin dolara kadar çıktığını ifade etti. Sayı: 393 - Nisan 2013 53 Tasarım Dünyası ŞAFAK TOKUR, DENEYSEL TASARIMLARIYLA HIZLA İLERLİYOR rından olan bu koleksiyon, Şafak Tokur ismini geniş kitlelere de tanıttı. Deneysel tasarımlar Yine İstanbul Moda Haftası’nda sergilediği, 2013 ilkbahar-yaz koleksiyonu ise üç ana gruba ayrılıyordu; “Deniz, Bağlama ve Zaman”. Deniz temalı koleksiyonunda derinlik ve özgürlük kavramlarına vurgu yapılıyordu. Koleksiyonun mavi tonları, akıcılığı, dalgıçlardan esinlenen deniz gözlüğü gibi aksesuarlar, sportif detaylar, kısa paça ve dar pantolonlar ağırlık kazanıyordu. Bağlama temalı koleksiyonunda Anadolu, Güneydoğu esintili motifler, toprak ve kahve tonlu renkler ile bol kesimler, aksesuar olarak kullanılan bağlamalardan yapılan başlıklar ön plandaydı. Başarısıyla dikkat çeken moda tasarımcısı Şafak Tokur, farklılığı ve özgün duruşu ile global anlamda ismini marka yapmak üzere emin adımlarla ilerliyor. Son yılların başarısıyla dikkat çeken moda tasarımcıları arasında yer alan Şafak Tokur, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümü’nde eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’deki çeşitli kurumsal tekstil markalarında tasarımcı olarak çalıştı. Onun adını marka yapmasında birçok yarışmada kazandığı ödüller önemli rol oynadı. 1996’da Beymen Academia’da finalist oldu, 1997’de Ulusal Ayakkabı Yarışması erkek ayakkabı kategorisinde mansiyon ödülüne layık görüldü. Ardından, 1998 yılında Beymen Academia genç giyim kategorisinde ilk üç tasarımcıdan biri seçildi. 2001 Asia Makuhari Grand Prix Tokyo/Japonya Yarışması’nda Türkiye finalisti oldu. “Selam” ile moda dünyasına kuvvetli bir giriş yaptı 2006 yılında Moda Tasarımcıları Derneği’ne üye olmasının ardından, İstanbul Moda Haftası kapsamında 2012 ilkbahar/yaz sezonuna ait “Selam” temalı ilk koleksiyonunu sundu. Mevlevi kültüründen esinlenen ve büyük ilgi gören “Selam” koleksiyonunu devamı niteliğindeki “Selam2” izledi. Allah’a duyulan sonsuz aşka bir gönderme yapan Selam 2 koleksiyonu, ruhun bedenden ayrılışı ve inançlarımıza olan sahiplenme duygusu çerçevesinde yeni bir yolculuğa çıkmak için tasarlanmış, erkek ve kadın avangard koleksiyonu idi. İstanbul Moda Haftası’nın dikkat çekici çalışmala- Sayı: 393 - Nisan 2013 54 Zaman temalı koleksiyonunda ise iş ve sosyal yaşama vurgu yaparak, siyah takımlar içerisinde, pardesüler, uzun-kısa yelekler, anorak kumaşlar ile görsel bir show gerçekleştirdi. Zaman gurubunda şehir hayatının karmaşasına ve içinde bulunduğumuz sosyal ilişkilerin kurgularına gönderme yapılarak bu süreçte kimliklerin birbirleriyle nasıl bir yarış içinde olduğunun altını çiziyordu. Aylin SARAÇOĞLU Deneysel tasarımlarıyla dikkat çeken tasarımcı, print baskıların kullanıldığı kıyafetler kadar kullanılan aksesuarlar ile de çok konuşuldu. Denim ve yelek tasarımları yanında kareli pantolonlar ise öne çıkan parçalar oldu. İlham kaynakları “Koleksiyonlarınızı yaratma sürecinde nelerden ilham alıyorsunuz?” sorusuna ise şu cevabı veriyor; “Hayatın kendisi aslında sizin nasıl bir yolculuğa çıkmanız gerektiğinizin sinyallerini vermekte oluyor ilkin... Bu anlamda asıl önemli olan sizin kim olduğunuz, hayalleriniz, bilgi birikimleriniz, heyecanlarınız geçmişten bugüne izlediğiniz yollar ve nasıl bir donanıma sahip olduğunuz çok önemli.“ Koleksiyonlarını kendi deyimiyle “ruhlarını bedenlerinde özgürce taşıyabilen tüm kimlikler” için tasarlıyor. Bu anlamda erkek veya kadın belli yaş aralıklarına adapte bir duruşu benimsemeden tüm kimlikler için uygunluğu düşünüyor. Ona göre, “modada yükselişte olan şey, tüm bireylerin kendileri olabilme hareketine karşı oluşturduğu duruşları” özelikle artık erkek modasına bakıldığı zaman daha özgün, karakterli ve kendisi olabilme başarısındaki duruşunu sergileyen kimliklerle karşılaşabildiğimizi vurguluyor. Bu yaz çok renklilik geliyor Kişinin kimlik algısına uygun bütünlere odaklanmasının en önemli unsur olduğunun altını çiziyor ve giyim önerilerini şöyle sıralıyor; “Doğrular herkeste ayrı anlam kazanır. Kişinin kendisini tümüyle tanıyıp, hareket özgürlüğünü kendi öğretileriyle oluşturması benim için en mantıklı olanı. Şu ya da bu, diye isimlendirip ona sahip olmalısın düşüncesi bana çok doğru gelmiyor.” 2013 ilkbahar/yaz sezonu için çok renkliliği müjdeliyor. Sportif modellerin yanı sıra klasik algıdaki tüm detayların içinde renk algısının yerini alacağı bilgisini veriyor; “Özellikle neon renklerden oluşan yelpaze içinden her kesim faydalanacak. Baskı ve desenlerin oldukça fazla olduğu bir döneme giriyoruz. Özellikle hayvan derisi baskılarını göreceğiz. Yaz için diğer bir ayrıntı da takım elbise mantığının şortla birlikte hayata geçiriliyor olacağı.” Koleksiyonlarını kendine güvenen ve kendi olabilme başarısındaki kimlikler için tasarlıyor. Herhangi bir yaş grubunda kendisini sınırlandırmıyor. Türkiye’deki moda algısı “Türkiye’deki moda algısını nasıl görüyorsunuz?” sorusu üzerine şu cevabı veriyor; “Gelişmekte olan bir ülkeyiz, ilk başta bu yüzden bu konuda eğitilmeye, öğrenmeye ve şekil değiştirmeye istekli bir harekete odaklanmamız lazım. Çıkılan yolculuklar nereye olursa olsun, kim olduğumuz öncelikle hassas bir şekilde belirlenmeli ve gelişim süreçlerinde de buna odaklı bir yolculuk planı oluşturulmalı. Ülkemizde İstanbul Moda Haftası’yla başlayan ve daha da güçlenerek devam edeceğini düşündüğümüz bu tür oluşumlar moda algımıza yeni keyifli anlatımlar ve öğretilerde bulunuyor ki, her geçen dönemde bu gelişimi rahatlıkla görebiliyorum.” Uluslararası yolculuk Uluslararası alanda da adını duyuruyor. En son Zagrep Moda Haftası’na katıldı. Şu an için teklif aldığı moda haftalarını değerlendiriyor. Bu konuda sağlam adımlarla ilerlemeyi tercih ediyor. Kris van Assche, Junya Watanabe, Rick Owens farklı oldukları için beğendiği tasarımcılar arasında… Bu isimleri kendisine yakın da buluyor. Kumaş ve renk seçimini ise koleksiyonunda anlattıkları doğrultusunda yapıyor. Koleksiyonun anlattığı hikâyeye uyan kumaş ve renklerin peşine düşüyor. Genç tasarımcılara “önce eğitim” diyor. Sonrasında kendilerini en iyi şekilde tanımalarını öneriyor. Özgün olmayı, kendin olmayı, iyi bir moda tasarımcısı olabilmek için şart koşuyor. Şafak Tokur markasının daha anlamlanması ve bilinirliği için çalışmalarını sürdürüyor ve global anlamda bilinir bir marka olabilmeyi hedefliyor. Uluslararası alanda birçok lokasyonda tasarımlarını farklı bireylerle buluşturmak üzere ilerliyor. Farklılığı ile dikkat çeken tasarımcının başarılarını yakın zamanda daha da çok duyacağız. Sayı: 393 - Nisan 2013 55 Kültür-Sanat SİNEMALARDA NE VAR, NE YOK... İNSANLIĞIN KADERİ YİNE CRUISE’UN ELLERİNDE Günümüzün en sevilen aktörlerinden biri olan Tom Cruise, yeni filminde yine aksiyon peşinde. Özellikle “Görevimiz Tehlike” (Mission Impossible) serisiyle aksiyon sevenlerin gönlünde taht kuran aktör, 12 Nisan’dan itibaren “Oblivion” ile sinemalarımıza konuk olacak. Joseph Kosinski’nin yönettiği “Oblivion”da Tom Cruise’a Olga Kurylenko, Morgan Freemann, Andrea Riseborough ve Nikolaj Coster eşlik ediyor. Bilimkurgu aksiyon tarzındaki filmde; Jack Harper, dünyadaki birkaç insansız uçak teknisyeninden biridir. Jack’in görevi neredeyse bitmek üzeredir. Yerden binlerce metre yukarıdaki göklerde devriye gezen Jack’in sürdüğü yaşam, iniş yapmış bir uzay mekiğindeki güzel bir yabancıyı kurtarınca alt üst olur. Yabancının gelişi, Jack’in her şeyi sorgulamasına yol açar ve insanlığın kaderini Jack’in ellerine teslim eder. “Oblivion”, sinemaseverlerin “Tron” ile tanıdıkları Joseph Kosinski’nin kendi çizgi romanından uyarladığı bir yapıt. STEVE JOBS’UN HİKÂYESİ BEYAZPERDEDE Apple’ın efsanevi CEO’su Steve Jobs’un 2011 yılında hayatının kaybetmesinin ardından hem onun yaşamına hem de gerçekten ilginç başarı öyküsüne odaklanan pek çok kitap yayınlandı. Sinemanın da günümüzün en önemli dehalarından biri kabul edilen Jobs’a kayıtsız kalması beklemezdi kuşkusuz. Joshua Michael Stern’in yönettiği “Jobs”, sinemalarımızda bu ay izlenebilecek yapıtlar arasında yer alıyor. İkonik Silikon Vadisi’nin ileri görüşlü mucidi Steve Jobs’u, Ashton Kutcher’ın canlandırdığı biyografik film onu ve özel hayatının kesitlerini tanımlıyor, motivasyonlarını ve onu yönlendiren kişileri anlatıyor. Filmde buluşları ile dünyayı değiştiren Jobs’un ilk zamanları, gençlik yılları, ilk başarıları, düşüşü ve tekrar yükselişi anlatılıyor. Yapıtta Ashton Kutcher’ın rol arkadaşları Dermot Mulroney, James Woods ile Matthew Modine. Film, özellikle Jobs’un karşılaştığı zorluklara rağmen nasıl da yılmadan hedeflediği yolda ilerlediğini anlatması açısından enteresan. BİR BRAIN DE PALMA LABİRENTİ Günümüzün en önemli yönetmenlerinden biri Brian De Palma. İmzasını attığı “Carlito’nun Yolu” (Carlito’s Way), “Görevimiz Tehlike” (Mission Imposible) ve “Cehennem Çiçeği” (Black Dahlia) gibi yapıtlar bugün artık klasik mertebesine eriştiler. 72 yaşındaki yönetmenin son filmi “Öldüren Tutku” (Passion), pek çok özelliğiyle bir Brian De Palma klasiği olmaya aday. Rachel McAdams, Noomi Rapace, Paul Anderson ve Karoline Herfurth’u bir araya getiren “Öldüren Tutku”da; Isabelle, Müdürü Christine’ye delicesine hayran olan hırslı bir iş kadınıdır. Isabelle’nin parlak proje fikirleri Christine tarafından çalınınca intikam almaya karar veren Isabelle, farkına varmadan Christine tarafından tehlikeli bir oyunun içine çekilecektir. Suçlu ile kurbanın sürekli yer değiştirdiği film, izleyiciyi labirentlerle dolu bir zihin oyununa davet ediyor. Film, bir Hollywood klasiği olan ve Bette Davis ile Anne Baxter’ı buluşturan “All About Eve”i konu olarak andırsa da, olayların gelişimi bakımından 2000’li yılların kadınları daha hırslı ve daha tehlikeli dedirtiyor seyircilere. Sayı: 393 - Nisan 2013 56 KİTAP KURTLARI İÇİN... MARK LEVY’DEN YENİ BİR ROMAN Özellikle filme de çekilen “Keşke Gerçek Olsa” romanıyla tanınan Marc Levy’nin yeni eseri “Dönmek Mümkün Olsa”, Can Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Yeni eseri, yazara uluslararası ün getiren ve kitaplarının tüm dünyada 45 dile çevrilerek milyonlarca satmasına neden olan “Keşke Gerçek Olsa”yı andırıyor. Dilimize Can Belge’nin kazandırdığı “Dönmek Mümkün Olsa”nın konusu kısaca şöyle: New York Times’ın genç ve başarılı muhabiri Andrew Stilman gençlik aşkıyla yeni evlenmiş, bir yandan da hayatının en önemli haberinin izini sürmektedir. Ancak sabah sporunu yaptığı parkta bıçaklı saldırıya uğrayarak ağır yaralanır. Gözlerini açtığında zaman içinde iki ay öncesine gitmiştir, hem araştırmasını sona erdirmek hem de kendisine vahşice saldıran kişiyi bulmak için altmış günü vardır. New York’tan Buenos Aires’e uzanan amansız yarış başlamıştır artık... Daha önce yaşadığı o altmış günü yeniden yaşamaya başladığında, kıskançlık ve intikam güdüleriyle onu öldürmek isteyecek insanların sayısının epeyce kabarık olduğunu fark eder. Peki kimdir saldırgan: Karısı mı, barda tanıştığı esrarengiz kadın mı, çocuğu elinden alınan aile mi, yoksa başbelası meslektaşı Olson mu? RICKANDS “KUR SAVAŞLARI”NI YORUMLUYOR James Rickands’ın dünyada büyük yankı uyandıran kitabı “Kur Savaşları”, Scala Yayıncılık tarafından Ak Portföy’ün katkılarıyla yayınlandı. Dünya ekonomi ve finans gündeminin en sıcak konusunu bütün yönleriyle ele alan kitap, bizi savaşın bütün cephelerine götürüyor ve bu yolun tehlikeli sonuçlarına dikkat çekiyor.Uluslararası iktisatta en yıkıcı ve korkulan sonuçlardan biri kur savaşları. En iyi koşullarda ticari ortaklarından büyüme çalan ülkelerin üzücü manzarasını sunabilir. En kötü koşullarda ise ardışık enflasyon, durgunluk, misilleme ve fiili şiddet nöbetlerine dönüşürler. Başıboş bırakıldığında, bir sonraki kur savaşı 2008 paniğinden çok daha beter bir krize yol açabilir. Doların değerinin düşürülmesi, Avrupa’daki kurtarmalar ve Çin’in parasını manipüle etmesine ilişkin gazete manşetleri büyüyen çelişkilerin göstergesi. James Rickards’ın “Kur Savaşları”nda öne sürdüğü gibi, bu yalnızca iktisatçıların ve yatırımcıların sorunu değil... ZAMANLARARASI BİR DİYALOG 1 Mart 1908’de on dokuz yaşındaki bir göçmen; Lazarus Averbuch, anarşist bir suikastçı olduğu iddiasıyla Chicago polis müdürünün evinde öldürüldü. Bir yüzyıl sonra, Saraybosna’dan göçüp Amerika’ya yerleşmiş genç yazar Brik, çocukluk arkadaşı fotoğrafçı Rora’yı da yanına alarak Lazarus’un hikâyesinin peşine düştü. Bir hikâyeyi kovalayan bir diğer hikaye Balkanlar’ın ortasında bir yerde birbirine karıştı ve ortaya Aleksandar Hemon imzalı “Lazarus Projesi” çıktı. “Lazarus Projesi” göçmen ruhların acılarından kararsız kahramanların komik serüvenlerine uzanan, siyah beyaz fotoğrafların soldaki sayfalardan bir tanık sandalyesine oturur gibi olanları izlediği, zamanlar arası bir diyalog. Kitap için The New Yorker’dan James Wood şu yorumu yaptı: “Hemon’un yazını yer yer Nabokov’u hatırlatsa da, anlatımı yeniden icat edişindeki marifet Rusları geride bırakacak nitelikte. Şaşırtıcı bir yetenek. Görkemli... İlginç... İddialı...” Sayı: 393 - Nisan 2013 57 Kültür-Sanat SERGİLERİ GEZERKEN... NEŞ’E ERDOK’UN YENİ RESİMLERİ EVİN’DE Türk resim sanatında kendine özgü üslubuyla ayrı bir yeri olan Neş’e Erdok’un Evin Sanat Galerisi’ndeki altıncı kişisel sergisi, 4 Nisan Perşembe günü açıldı. Otoportrelerinin yanı sıra portreler, iç mekânlar, Gölköy ve gece yolculuğu temalarından oluşan sergi, 4 Mayıs Cumartesi gününe kadar izlenebilir. Neş’e Erdok, 1963 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Neşet Günal Atölyesi’nden mezun oldu. 1966 yılında İspanya’da İspanyol Dili ve Edebiyatı, Uygarlığı ve Sanat Tarihi üzerine çalışmalar yaptı, ardından Paris’ te Ecole Nationale Supérieure des Beaux-Arts’ da Prof. Chaplain Midy ve Prof. Pierre Matthey de Etang yanında resim çalışmaları yaptı. İlk kişisel sergisini 1972 yılında Maison Des Beaux-Arts’da açtı. 1981 yılında profesörlük unvanını alan Neş’e Erdok, 2008 yılına kadar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. Sanatçı İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor. Neş’ e Erdok Sergisi, 4 Nisan – 4 Mayıs 2013 tarihleri arasında Pazar hariç hergün 11.00 – 19.00 saatleri arasında Evin Sanat Galerisi’ nde görülebilir. KADIN GÖZÜYLE EN YENİ KARELER Anadolu Hayat Emeklilik tarafından bu yıl yedincisi düzenlenen Kadın Gözüyle Hayattan Kareler Fotoğraf Yarışması sonuçlandı. Bu sene de ‘Hayata Dair’ temasıyla fotoğrafseverleri buluşturan yarışmada Nurten Öztürk, “Modern Yalnızlıklar” adlı fotoğrafıyla birinciliğe layık görüldü. Seyhan Babal, “Sınırsız” adlı fotoğrafıyla ikinci olurken Tuğba Yüksel ‘İsimsiz’ fotoğrafıyla üçüncü oldu. Kadın Gözüyle Hayattan Kareler Fotoğraf Yarışması’na bu sene bin 134 yarışmacı 5 bin 143 fotoğrafla katıldı. Yarışmanın sergisi, 9 Mayıs itibariyle İstanbul Tepe Nautilus Alışveriş Merkezi’nde fotoğrafseverlerle buluşacak. Fotoğraf sanatına ilgi duyan 18 yaş üzeri amatör ve profesyonel kadın fotoğrafçıların katılımına açık olan ve bu yıl da “Hayata Dair” temasıyla düzenlenen Kadın Gözüyle Hayattan Kareler Fotoğraf Yarışması, Türk kadınının sosyal, kültürel ve toplumsal gelişimine katkıda bulunmayı hedefliyor ve kadınlara kendilerini ve hayata bakışlarını özgürce ifade edebilecekleri bir platform sunuyor. Anadolu Hayat Emeklilik’in Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF) danışmanlığında yürüttüğü yarışmanın bu yılki jüri üyeleri arasında; Arel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Güler Ertan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Nihal Kafalı, fotoğraf sanatçısı Cengiz Karlıova, fotoğraf sanatçısı Mehmet Kısmet ve Anadolu Hayat Emeklilik İletişim Müşaviri Nihan Güney yer aldı. Yarışmanın birincisi 5 bin TL, ikincisi 3 bin TL, üçüncüsü ise bin TL ile ödüllendirildi. Ayrıca sergilenmeye değer bulunan her esere de 250 TL telif ödenecek. Yarışmada dereceye giren ve sergilenmeye değer bulunan eserler 9 Mayıs itibariyle İstanbul Tepe Nautilus Alışveriş Merkezi’nde fotoğrafseverlerle buluşacak. Yarışmada Nurten Öztürk, “Modern Yalnızlıklar” adlı fotoğrafıyla birinci oldu. TOMURCUK VAKFI’NA DESTEK Tomurcuk Vakfı Resim Eğitmenleri Günsu Saraçoğlu ve Esra Şentuna yeni koleksiyonlarını zihinsel engelli çocuklara destek veren Tomurcuk Vakfı yararına birleştiriyorlar. Yaklaşık 30 eserin yer alacağı sergi, 12 Nisan-17 Nisan tarihlerinde Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde. Tomurcuk Vakfı Resim Eğitmenleri Günsu Saraçoğlu “İki Ruhtan Biri: Şaman İzleri” koleksiyonu ile Esra Şentuna “Mühürlü Düşler” koleksiyonunu, 12-17 Nisan 2013 tarihinde Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde “Bir Parça Sanat / A Piece Of Art” adlı sergide sanatseverlerin beğenisine sunuyorlar. Yaklaşık 30 eserin yer aldığı sergiyi, 17 Nisan Perşembe gününe dek Maltepe’deki Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde izlemek mümkün. Sergi kapsamında sanatçıların eserlerinin yer aldığı sergi kataloglarının satışından elde edilen gelir, Tomurcuk Vakfı’na bağışlanacak. Sayı: 393 - Nisan 2013 58 ETKİNLİKLERDEN... İSTANBUL’DA FİLM MARATONU SÜRÜYOR İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Akbank sponsorluğunda düzenlenen ve yaklaşık 150 bine ulaşan takipçisiyle Türkiye’nin en büyük sinema etkinliği olan İstanbul Film Festivali’nin 32’ncisi 30 Mart’ta başladı. Festival sponsorluğunu dokuzuncu kez Akbank’ın üstlendiği İstanbul Film Festivali, programındaki filmlerin niteliği ve çeşitliliğiyle öne çıkıyor. İstanbul’da 14 Nisan’a kadar devam edecek olan etkinlik, sinemaseverlere 20’nin üzerinde bölümde 200’ü aşkın filmin yanı sıra usta sinemacıların katılacağı söyleşiler, atölye çalışmaları ve sinema dersleriyle dolu iki hafta sunuyor. Festival bu yıl 2012 ve 2013’ün parlak filmlerinden unutulmaz sinema klasiklerine, usta yönetmenlerin başyapıtlarından Ocak ayında Sundance ve Şubat’ta Berlin Film Festivali’nde prömiyeri yapılan filmlere, Altın Lale ve FACE yarışmalarından belgeseller ve çocuk filmlerine uzanan bir yelpazede izleyiciyle buluşuyor. Festival programında “Kadın Hikâyeleri” gibi yeni bir bölümün yanı sıra uzun bir aranın ardından yeniden canlandırılan “Edebiyattan Beyazperdeye”, Eylül’de başlayacak 13. İstanbul Bienali işbirliğiyle hazırlanan “Ben-Kentli Vatandaş Değil miyim?” ve “Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas” gibi özel bölümler yer alıyor. 32. İstanbul Film Festivali’nin “Uluslararası Yarışma” bölümünde festivalin büyük ödülü Altın Lale için, sanat ve sanatçı temasını işleyen ya da bir edebiyat eserinden uyarlanan 12 film yarışacak. Şakir Eczacıbaşı anısına verilen Altın Lale Uluslararası Yarışma Ödülü, bu yıl da Eczacıbaşı Topluluğu tarafından 25 bin Euro’luk para ödülüyle desteklenecek. Bu ödülün 10 bin Euro’su Altın Lale’nin sahibi olacak filmin yönetmenine, 10 bin Euro’su filmin Türkiye’deki dağıtımını üstlenecek firmaya, 5 bin Euro’su Jüri Özel Ödülü’nü kazanan filme verilecek. Film Festivali Altın Lale Uluslararası Yarışma Jürisi’nin başkanlığını Peter Weir üstlenirken, ödül için yarışacak filmler şöyle sıralanıyor: Yılmaz Erdoğan’dan “Kelebeğin Rüyası”, Aslı Özge’den “Hayatboyu”, Bruno Dumont’dan “Camille Claudel, 1915”, Tony Krawitz’ten “Dead Europe”, Yaron Zilberman’dan “A Late Quartet”, Laurent Cantet’den “Foxfire”, Lenny Abrahamson’dan “ What Richard Did?”, David Tosh Gitonga’dan “Nairobi Half Life”, Nanouk Leopold’den “It’s All So Quiet “, Cafer Panahi’den “Closed Curtain”, Ziar Doueiri’den “The Attack”, Eva Neymann’dan “House With A Turret” ve Darezhan Omirbayev’den “Student”. Bruno Dumont’un “Camille Claudel, 1915” isimli filmi de Altın Lale için yarışıyor. MARINELLA’YLA EGE RÜZGÂRI Yunanistan’ın dünyaca ünlü sesi Marinella, İstanbul’da müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Yunan diskografisinin en çok satış yapan albümü “Resital” ile efsaneleşen şarkıcı, 18 Nisan’da İş Sanat’ta sahne alıyor. Bugüne kadar 66 albüm yayınlayan ve “Şarkıların Yüce Tanrıçası” lakabıyla anılan Marinella, şarkılarını tüm dünyaya taşımaya devam ediyor. 1967 yılında yayınladığı “Stalia Stalia” şarkısıyla yaptığı çıkışı yeni yüzyıla kadar hiç ara vermeden taşıyan Marinella, Ege'nin kokusunu İstanbul’a da getiriyor. İş Sanat’taki konserinin biletleri Biletix kanallarından temin edilebilen Marinella, Selanik doğumlu. İstanbul’dan Yunanistan'a gelen Rum bir ailenin çocuğu olan şarkıcı, çok küçük yaşta radyo programlarında, reklamlarda şarkılar söyleyerek ve çocuk tiyatrosunda sahne alarak sanat yaşamına başladı. Marinella o gün bugündür tüm dünyanın en sevdiği şarkıcılar arasında yer alıyor. Hatta Marinella’yı izleyen Frank Sinatra, “Eğer uluslararası kariyer yapmayı seçseydi, bütün dünyanın onun hakkında konuşması için iki hafta yeterli olurdu” demişti. Sayı: 393 - Nisan 2013 59 Gezi DOĞANIN RENK PALETİ bir iklime sahiptir. Dolayısıyla önce havasına âşık olacağınızı söyleyebiliriz. Yeşil ise bu coğrafyanın ana rengi, hakkını yemeyelim kış aylarında ise bu renk beyaza dönüyor ve Maşukiye’den ulaşabileceğiniz Kartepe, Türkiye’nin en iyi kayak pistlerine evsahipliği yapıyor. Samanlı Dağları’nın eteklerindeki Maşukiye ve Sapanca, insan ve doğanın uyum içinde olduğu nadir coğrafyalardan birisi. Eğer kalabalıktan ve büyük şehrin stresinden uzaklaşıp nefes almak istiyorsanız, Maşukiye ve Sapanca’nın bahar havası size mutlaka iyi gelecektir. Kocaeli-Sakarya sınırındaki Sapanca Gölü, Kartepe’nin eteklerinde uzanıyor ve çevresine gerçek anlamda hayat veriyor. Hemen yanı başındaki Maşukiye ise yeşil bir cennet. Ne yazık ki insan elinin değdiği her doğa parçası gibi Maşukiye ve Sapanca da geçmişteki ihtişamını giderek yitiriyor ama yine de halen şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz: Maşukiye ve Sapanca, sahip olduğu güzellikler, yeşil ve mavinin her tonu ile insan ve doğanın (olabildiğince) uyum içinde olduğu nadir yerlerden birisi. Dolayısıyla, büyük şehirlerin stresi ve kalabalığından kaçıp huzur ve dinginlik arayanların ilk adreslerinden biri de yıllardır burası. Çoğunlukla hafta sonu tatilleri için tercih edilen Maşukiye ve Sapanca, İstanbul’dan yapılan günübirlik gezilerin de en sık kullanılan rotası olarak öne çıkıyor. Üstelik böyle bir günübirlik gezi, sandığınızdan çok daha hesaplı olabilir… Kendi aracınızla gelecekseniz de yol tarifi çok basit: İstanbul-Ankara Otoyolu üzerindeki Sapanca çıkışını kaçırmayın yeter. Maşukiye ise Sapanca’ya otomobil ile bir on dakikalık mesafede bulunuyor. Halen devam eden hızlı tren hattı çalışmaları nedeniyle ne yazık ki tren ile ulaşım şansımız artık yok ama bu çalışma da tamamlandığında, eskisinden çok daha hızlı bir şekilde bu cennet coğrafyaya ulaşabileceğiz. Neden Maşukiye, neden Sapanca? Gelelim Maşukiye ve Sapanca’da neler yapabileceğimize… Bir kere bu coğrafyanın en güzel iklimi bahar aylarıdır ve son derece yumuşak Sayı: 393 - Nisan 2013 60 Az önce de söylediğimiz gibi Maşukiye ve Sapanca’nın yeşil ile bir sorunu yok, burası bir gerçek. Her yer meyve ağaçları, kestane, ıhlamur, kayın, gürgen ve çınar ağaçlarıyla bezenmiş. Neredeyse her bir kilometrede karşınıza çıkan dereler, sadece Sapanca Gölü’nü beslemiyor, bu coğrafyaya da hayat katıyor. Ama… Keşke bir “ama”mız olmasaydı ancak hemen her yerde karşımıza çıkan beton örtüler, yavaş yavaş bu bölgeyi de ele geçirmeye başlamış. Geçmişte meyve bahçesi olan bağların yerinde artık yazlık siteler yükseliyor. Medeniyet refah getiriyor doğru, ancak karşılığında doğadan da büyük bir parçayı götürüyor… Yine de keyfiniz kaçmasın, garanti ediyoruz ki yeşilin, temiz havanın ve nefis lezzetlerin tadına doyamayacaksınız. Nesi meşhur? Elbette yeşili ve mavisi… Ama Maşukiye’nin alabalığı ve huzuru, Sapanca’nın işkembe çorbası ve meyve bahçeleri, hele de mevsimiyse eriğinin çok meşhur olduğunu da vurgulamalıyız. Maşukiye’nin biraz yukarısındaki Alabalık Vadisi, Aygır Deresi’nin coşkulu suları- nın yanı sıra nefis alabalık restoranlarına da evsahipliği yapıyor. Kimi ağaçların altında, kimi Aygır Deresi’nin üzerindeki ahşap cumbalardaki masalarda, bir yandan yaz kış azgın suyun sesini dinlerken bir yandan da kiremitte alabalığın tadını çıkarabilirsiniz. Üstelik sofranın kralı sadece alabalık da değil, taze otlardan hazırlanan salatalar, kiremitte köy peyniri ya da kiremitte mantar, halis tereyağı ve köy ekmeğinin her biri aslında başlı başına bir lezzet çağlayanı olmaya aday… Yani, Maşukiye’ye sakın tok gitmeyin, üzülürsünüz. Alabalık Vadisi’ndeki yemeğin ardından, Aygır Deresi boyunca yukarı doğru yürürseniz, doğal olmayan iki setin oluşturduğu şelalelerin ardından, yaklaşık yarım saatlik bir parkuru takiben nefis bir manzaraya ulaşacaksınız. Geçmişte bu manzarayı oluşturan doğal şelalelerin altındaki gölette suya girmek mümkündü. Ancak ne yazık ki artık göletlerin suyu çoğunlukla bulanık. Bunda Aygır Deresi’nin coşkun debisi kadar vadi boyunca süren inşaatların da etkisi olduğu çok açık… Neyse ki yol boyunca ıhlamur ve kestane ağaçları size eşlik etmeye devam ediyor ve vadiyi sağlı sollu, karış karış kaplayan doğal yeşil örtü ve temiz hava, keyfinizin kaçmasına müsaade etmiyor. Maşukiye sadece Alabalık Vadisi’nde ibaret değil elbette. Maşukiye çevresinde pek çok özel kamp ve piknik alanı ile country kulüpler de bulabilir, bu tesislerde yemeğinden hamağına, sporundan eğlencesine kapsamlı aktivitelere de rastlayabilirsiniz. Özellikle Kirazlı Yayla’ya mutlaka uğramanızı tavsiye ediyoruz. Dev bir piknik alanı olarak özetleyebileceğimiz Kirazlı Yayla’nın vadettiği manzara ise harika; solunuzda İzmit Körfezi, sağınızda ise Sapanca Gölü… Sokak isimleri bile doğadan… Biraz da Sapanca’da söz edelim, Maşukiye Sapanca yolu boyunca sıralanmış meyve bahçeleri, özellikle bahar aylarında çiçeklerle bezeniyor. Yakında pahalı fiyat etiketleriyle marketlerimizde göreceğimiz meşhur Sapanca Eriğini, eğer mevsiminde buraya gelirseniz yok MUTLAKA YAPILACAKLAR • Kiremitte Alabalık denildiğinde akla gelen ilk yer Maşukiye’dir. Dolayısıyla Maşukiye’de mutlaka yapılacak ilk şey kiremitte alabalık siparişi vermektir. • Sapanca’da göle karşı içilecek demli bir bardak çay, serin bahar havasına birebirdir. • Çevredeki seraları gezebilir ve eviniz için envai çeşit çiçek satın alabilirsiniz. • Maşukiye-Sapanca arasındaki Mahmudiye Köyü’nün kaynak suyu da meşhurdur. Mutlaka bir bardak için ve içme suyunun tadına varın. • Mevsimi ise erik ve kestane, bu bölgenin en lezzetli meyvelerindendir. Bulursanız kaçırmamanızı tavsiye ediyoruz. • Kirazlı Yayla’da yapılacak bir piknik, midenize olduğu kadar manzarasıyla gözlerinize de bayram ettirebilir. pahasına satın alabilirsiniz. İsterseniz bir bahçenin kenarında durabilir, bir avuç eriği ağacından da toplayabilirsiniz. Buna “göz hakkı” diyorlar, tabii ki abartmamak koşuluyla… Maşukiye ile Sapanca arasındaki, otomobil ile on dakika süren yolculuğa yeşilin her tonu kadar adım başı karşınıza çıkacak dereler de eşlik ediyor. Bu bölge su açısından çok zengin, bölgeden çıkarılan kaynak suları ise bir o kadar güzel… Sapanca’dan hemen önceki Kırkpınar, Sapanca Gölü kıyısındaki kafeleri, kameriyeleri ve seralarıyla da göz dolduruyor. Sapanca Gölü, bölgenin en büyük şansı elbette… Göl, bir yandan turizm, bir yandan da su sporlarına uygunluğuyla Sapanca’yı ekonomik olarak besliyor. Bölge, Sapanca Gölü’nün yarattığı doğal zenginlik nedeniyle tarih boyunca da yerleşim için tercih edilmiş. Osmanlı döneminde yapılan demiryolu hattı ve sonrasında 1990’lı yıllarda açılan İstanbul-Ankara otoyolundan sonra Sapanca’da hızla zenginleşmeye başlamış. Sapanca’ya dair dikkatinizi çekecek ufak bir ayrıntı ise sokak isimlerinin tamamının doğadan alınmış isimler olması: Kayın, Ardıç, Mazı, Mandalina, Ortanca, Adaçayı gibi… Ayrıca eğer konaklamak isterseniz, Sapanca’da ucuz pansiyonlardan beş yıldızlı otellere kadar çeşitli seçeneklere de sahipsiniz. Sayı: 393 - Nisan 2013 61 Summaries in English SHALL WE LEAVE THE CUSTOMS UNION? Last month, Turkey entered a period in which it will renegotiate the Customs Union. With the Customs Union signed in 1996 with the EU, Turkey became strong enough to compete with the world and earned a reputation for quality. This is a fact. However, the visas, transit documents, quotas and barriers that have been erected in spite of the customs union we joined without EU membership have brought this partnership into question. The most damaging effect of the Customs Union agreement on the Turkish industrialist has been the free trade agreements (FTA) that the EU has made with other countries because Turkey is forced to comply with these agreements even though it is not involved in the decision-making process. This is the injustice that lies at the heart of the “hypocritical EU” expression that Minister of Economy Zafer Çağlayan uses at every opportunity. While it is possible for countries that sign FTAs with the EU to export duty-free to Turkey because of the EU, they can continue to impose customs duties on Turkey. The EU has made these agreements with many countries to date, and most are still on being ne- gotiated. Most recently, the USA was added to the list of countries with which the EU is negotiating a free trade agreement. Should the EU sign an FTA with the USA, America will sell goods to Turkey without any customs duty, but will continue to apply customs duties to us. This latest development is the straw that broke the camel's back in EU-Turkish relations and has sparked the “Let’s-leave-the-customsunion” debate. In fact, this was followed immediately by strong statements from both the government and the business community. The person who lit the fuse in this debate was Minister of Economy Zafer Çağlayan, who had previously said, "We could put the Customs Union on the negotiating table." This time he drew a line in the sand and told the EU, "Either eliminate visas and the product quotas and include us in the free trade agreements with other countries, or we’ll leave the Customs Union and you can conclude a free trade agreement with us.” ISTANBUL ENJOYS FESTIVAL OF TRADE SHOWS AND FASHION Istanbul hosted two important events in March. This year the world-renowned fashion-week management company IMG organized Istanbul Fashion Week (IFW) for the Sayı: 393 - Nisan 2013 62 first time and put on a five-day feast of fashion. This year the event was held on March 12-16 at Antrepo 3 and featured important new changes. First of all, the name of the fashion week was changed because Mercedes-Benz became the official sponsor. The new name is Mercedes-Benz Fashion Week Istanbul, but the most important changes were the modified catwalk area, the modular designer workshop and the ‘Studio’ presentation areas, which are an alternative to the fashion parade. The Studios are areas outside of the traditional catwalk so that designers can make presentations to promote their collections, hold press conferences, and organize sector panels and other fashion activities. They certainly added color to IFW. Another event held in Istanbul was the Texbridge Istanbul Textile and Accessories Fair that took place on March 15-18, 2013. Buyers from around the world came to the Texbridge Trade Show, which attracted 14,540 professional visitors this year. Three thousand of the visitors were international buyers from primarily USA, Russia, Canada, Germany, Iraq, Tunisia, Nigeria and Israel. DTB/MODINT SOURCING CONVENTION HELD IN DÜSSELDORF The 7th DTB (Dialog Textil-Bekleidung) Sourcing Convention was held this year in Düsseldorf, Germany on March 6, 2013 in close cooperation with the Dutch Apparel Associa- tion MODINT. The country spotlight at the DTB/MODINT Sourcing Convention was on Turkey this time. The German textile and apparel suppliers (DTB) invited Muharrem Hilmi Kay- han, the Vice Chairman of the Söktaş Board of Directors and the Vice President of the Turkish Textile Employers’ Association to give a firsthand insight into the Turkish textile and apparel sector, because next to Bangladesh, Turkey has been one of the main beneficiaries of attracting sourcing volumes that left China. At the convention, Muharrem H. Kayhan gave a presentation that described the strengths of the Turkish textile and ready-made apparel industry, its modern production capacity, its significant share of the national economy, and its position in the international market, highlighting the competitive advantages of the Turkish textile and ready-made apparel sector in the international supply chain. Robin Anson, editor of Textile Intelligence Outlook, also gave a presentation on “Macro Trends in the Global Apparel Industry” at the convention. In his remarks, Robin Anson explained the impact of the global economic conditions on the industry and the trends in the global fiber, textile and apparel industry. BURSA REFLECTS MANUFACTURING STRENGTH ON ITS BRANDS Bursa makes a significant contribution to the Turkish textile sector due to the production of both yarn and fabric, and it reflects its manufacturing strength on its brands as well. Of the 250 large companies currently located in Bursa, 57 of them are textile and ready-made apparel companies. Actors in the sector attribute this to not only branding but to its unceasing investment offensive, and all agree that Bursa will be the driving force behind the Turkish textile sector in terms of production in coming years. When the members of the Bursa Chamber of Trade and Industry (BTSO) are examined by sectoral distribution, we see that the textile and apparel sector is number one with 16.9% share. With their investments in the sector, the approximately 4,200 BTSO members provide employment for more than 78,000 people in Bursa. In 2011, the automotive and supply industry was the largest sector with 65 out of 250 large corporations, but textile and readymade apparel companies ranked second with 57 companies. In addition, the export of textile and ready-made apparel manufactured in Bursa reached 1.6 billion dollars in 2012 according to data from the Turkish Exporters Assembly (TİM). In his assess- ment of how far the sector has come, Bursa Chamber of Industry and Commerce (BTSO) President Celal Sönmez explained that they had begun to play an important role, particularly in household textiles. Sayı: 393 - Nisan 2013 63 Tebessüm Sayı: 393 - Nisan 2013 64 Gülşen KARAGÖZ