PDF formatı için tıklayınız.
Transkript
PDF formatı için tıklayınız.
2014 eylül•ekim edaktüel 1 edaktüel içindekiler Yıl 3 • Sayı 14 Ocak - Şubat 2015 İmtiyaz Sahibi EDAK Adına Ecz. Emre Bacanak emre.bacanak@edak.org.tr Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ecz. Ayşem Jale Kıhtır jale.kihtir@edak.org.tr Yayın Koordinatörü İ.Hakkı Kesirli hakki.kesirli@shift-izmir.com Genel Sağlık Editörü Ecz. Meltem Kortel meltem.kortel@edak.org.tr Genel Koordinatör Yeşim Erdemir yesim.erdemir@edak.org.tr Ürün/Reklam Koordinatörü Burcu Yaylacık burcu.yaylacik@edak.org.tr Yayına Hazırlayanlar • A. Nedim Atilla • Alpay Sönmez • Deniz Çaba • Elif Aydoğdu • Nezlihan Acu • Handan Korhan • Nazlı Beste Çetinasker 10Etkinlikler… 16 Sevgililer Günü'ne hazır mısınız? 18 Soğuk havalarda yapılacaklar listesi Dosya: Giysilerden, psikolojiye, spordan, kış eğlencelerine... 44 Yeni Ürünler Edak'tan yeni ürünler 48 Ağız Kokusu nasıl giderilir? Diş Hekimi K. Tümay İmre yazdı 50 Ardına kadar açılan Levant Kapıları 1900'lerde ilk demiryolu macerası 24 Düşe kalka büyürken Ecz. Meltem Kortel yazdı 26 Sömestr tatili Çocuklara keyifli tatil önerileri 28 Keşif: Davras'ta kayak keyfi Isparta Davras Kayak Merkezi 56 Ağrı'dan Katmandu'ya Ecz. Selçuk Erdoğan'ın zirve tutkusu Bu sayıda katkıda bulunanlar 58 Karaciğer Nakli • Doç. Dr. A. Serhat Gür • Psk. Nilgün Palulu • Ecz. Reyhan Akay • Doç. Dr. Çağlar Çallı • Diş Hekimi K. Tümay İmre • Doç. Dr. Murat Kılıç Doç. Dr. Murat Kılıç yazdı 60 Çocuklar bilinçleniyor Çekoop kampanyası sürüyor 62 Eczanede alışveriş Eczanede alışveriş güvenlidir 66 Antik kent Aizonoi Ege, tarih hazineleri ile dolu... Yönetim ve İletişim EDAK S.S. İzmir Eczacılar Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi Ortaçağı kapattı, rönesansı başlattı Karacaoğlan Mahallesi 6173 Sokak 4, 35030 Işıkkent İzmir • 232.488-1919 edak@edak.org.tr 32 Meme kanseri İçerik ve tasarım Shift-İzmir Hürriyet Bulvarı 10, Hür Han Kat:7 35210 Çankaya İzmir • 232.445-3055 34 Çocuk ve Uyku Baskı Metro Matbaacılık Yahya Kemal Beyatlı Cad. 94, BEGOS 3. Bölge 35400 Buca İzmir • 232.290-3311 10 Ocak 2014 tarihinde basılmıştır Edaktüel Dergisi EDAK Ecza Kooperatifi ücretsiz yerel süreli yayınıdır. İki ayda bir yayınlanır. Dergi tüm yayın hakları EDAK Ecza Koop'a aittir. Yayınlanan yazı ve fotoğraflar tamamen veya kısmen dahi olsaizinsiz kullanılamaz, çoğaltılamaz. Yayınlanan yazıların ve ilanların sorumluluğu sahiplerine aittir. Edaktüel Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı kabul ve taahhüt eder. 4 70 Gotik akımı edaktüel ocak•şubat 2015 Doç. Dr. A. Serhat Gür yazdı Genç bedenler de risk taşıyor. Psikolog Nilgün Palulu yazdı 36 Unutamadıklarımız Tarık Akan ile söyleşi 40 Sağlıklı yaşam ve Buğday Ruşeymi 74 HobiTime Hobi edinme, edindirme yeri 76 Treking Doğa ve sağlıkla randevunuz var 80 Organik ürün alırken Organik, ne kadar organik? 82 Şekerli lezzetler Avrupa'da pasta kültürü Ecz. Reyhan Akay yazdı 84 Sinema 42 Horlama ve uyku apnesi 74 Kitap Doç. Dr. Çağlar Çallı yazdı Mila Kunis ve "Jüpiter Yükseliyor" Bu sayıda kitap seçkileri edaktüel başkandan Ecz. Emre Bacanak EDAK Yönetim Kurulu Başkanı Doğrular ve yanlışlar.... Sevgili EDAKTÜEL Okurları, Ülkemizde gün geçmiyor ki bizi şaşırtacak “hadi canım bu kadar da olur mu?” dedirtecek bir haber çıkmasın. Artık çarpıcı, dikkat çeken haberler hayatımızın bir parçası olmaya başladı ki, bence asıl korkmamız gereken de bu. Hiçbir şeye şaşırmayan başkasının başına geldiği sürece ne kadar kötü olursa olsun bunu olağan karşılayan bir toplum olmaya başladık. Bu durum bizim toplumsal değerlerimizin erozyona uğradığının ve giderek asosyal olmaya başladığımızın bir göstergesidir. Her geçen gün ekonomik kaygılara hapsolmuş ve birbirinden bir adım daha uzaklaşan bireyler oluyoruz. Hayatımızın neredeyse her karesinde bir ekonomik yaklaşım var artık. Daha iyi bir evde oturmak, daha iyi bir arabaya binmek, daha iyi şartlarda yaşamak, çocuklarımıza daha iyi imkânlarda bir eğitim sunmak hayallerimiz son derece insani beklentilerdir. Ancak farkında mıyız, etrafımızda kümelenen bütün satıcılar bu beklentilerimize oynuyor. Sistem bize daha iyi yaşamamız için sürekli bir şeyler satmaya çalışırken diğer taraftan sattığı şeyin seçenekler içindeki en ucuzu olduğu iddiasıyla etrafımızı sarıyor. Bizlerin algısı bir taraftan tüketim yönünde pompalanırken diğer taraftan fiyat hileleri ile yönlendiriliyoruz ve kafamız karışıyor. Sürekli yayınlanan bu çarpıcı haberler, etrafımızdaki her şeyin büyük bir hızla değişiyor olması başımızı döndürüyor. Tüm bunların sonunda doğrular ve yanlışlar birbirine karışıyor ve bizim için dünya artık daha güvensiz bir yer haline geliyor. Bu korku ise bizi içimize kapanmaya itiyor ve yalnızlaşıyoruz. Bu tünelin ucu pek de aydınlık değil. İçinde bulunduğumuz bu girdaptan kurtulmak için her birimiz aniden durup kendimize “Ne yapıyorum ben?” 6 edaktüel ocak•şubat 2015 diye sormak zorundayız. Biz gerçekten de zengin ama yalnız yaşamak mı istiyoruz ki, o yöne doğru koşuyoruz? Kaldı ki, bu sistem içinde zengin olabilme ihtimaliniz nedir? Yok, eğer amacımız zengin olmak değil, sadece ekonomik olarak ayakta kalabilmek ise yalnızlaşarak ayakta kalma ihtimalimiz var mı sizce? Değerli Okurlarımız, Dünyada hüküm süren bu ekonomik düzende eğer siz küresel bir şirketin sahibi değilseniz, ister zengin olmayı hedefleyin ister ayakta kalmayı, ister mutlu olmayı hedefleyin, isterseniz huzuru; etrafınızda dayanışabileceğiniz insan sayısı azalıyorsa yanlış yöne gidiyorsunuz demektir. Tünelin aydınlık ucu diğer tarafta… Lütfen, aniden durun gittiğiniz yöne bir bakın… Sakin olun, sonrada başınızı diğer tarafa çevirin… Etrafınızda size yakın olan ya da aynı yöne koşan insanlarında aniden durmasını sağlayın... Şimdi onlarla el ele tutuşun… Birlikte sakin adımlarla aynı hedefe doğru yürümeye başlayın… Göreceksiniz ki artık daha güvende ve daha mutlusunuz… Bu bahsettiğim şeyin adı KOOPERATİFLEŞMEDİR. Ve hemen her alanda kooperatifleşme olabilir… Saygılarımla. edaktüel sunuş Ecz. Ayşem Jale Kıhtır EDAK Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Yeni yıl, yeni umutlarla gelsin! İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için. Shakespeare 8 edaktüel ocak•şubat 2015 Aslında hepimiz bir şeylerden korkuyoruz. Yeni bir yıllı karşılarken bile içimizdeki umut kadar korkuda kaplıyor yüreğimizi, çoğu kez hepimiz geçmişin mirasını geleceğe taşırken bugünü, yaşadığımız anı unutuyoruz... Yaşamı ıskalıyoruz aslında, bazen ıskaladıklarımız yağmur altında ıslanmak, bazen en sevdiğimize sevdiğimizi söylememek, bazen de bir çocuğun yüzündeki gülümsemeyi kaçırmak oluyor… Birbirimize en çok sevgi mesajları söylediğimiz, en çok iyi niyetlerde bulunduğumuz, hayatımızla ilgili kararlar verdiğimiz bugünler, aslında takvimden kopan sayfaların hayatımızdan çalınan günler olduğunu daha iyi hissettiğimiz günler… Hep beraber daha güzel yaşamayı öğrenmek için bu sayımızda, soğuk kış günlerinde içimizi sıcacık ısıtacak bir sayı hazırladık sizler için… Soğuktan bedeninizi ve kendimizi nasıl korumalıyız? Yılbaşı, Sevgililer Gününü kutlarken neler yapalım? Dostlarla keyifle bir arada olmak güzel şey ama yediğimize içtiğimize de dikkat edelim, karaciğerimizi nasıl koruyacağız ipuçları biz de … Sağlıklı uykunun sırrı ne? 4 Şubat Kanser haftası ve biz de meme kanserinin bilinmeyen yönlerini, kimlerin risk altında olduğunu araştırdık yazdık… Çocuklu aileler ve çocuklarımız için sömestr geldi, iyi ki geldi, iyi tatil alternatifleri neler sizin için araştırdık bulduk… İyi bir dinlenmeyi hak ettiniz. Çocuk demişken sevgili meslektaşım Eczacı Meltem Kortel “Eczacı Gözüyle” köşesinde “çocuk yaralanmaları” konusunu işledi. Kortel yazısında, her annenin bilmesi gereken ufak tefek tedbirler ve yardım istenmesi gereken durumları anlatıyor. Yararlanacağınızı umuyoruz. Şu sıralar en çok duyduğumuz kavramlardan biri de organik, doğal ürünler biz de meslektaşımız eczacı Reyhan Akay’ın kaleminden buğday ruşeymini bizim için ele almasını rica ettik. Bu ve bunlar gibi hayata dair ne varsa bulacağınız bir sayı hazırlamaya çalıştık sizler için… Hayatı beraber paylaşmak ve bu yolda beraber yürümek için… Tüm edaktüel ailesi olarak, yeni yılınızı kutlarken ne varsa sevgiye ve umuda dair hep hepimizle olsun… Sevgilerimle… edaktüel etkinlikler 14. !f İstanbul Paco Pena 12 Şubat 2015, 20:00, İş Sanat Kültür Merkezi, İstanbul 40 yıldan uzun bir zamana yayılan kariyeriyle bugün en büyük Flamenko gitaristlerinden ve bestecilerinden biri olarak kabul edilen Paco Peña, Flâmenko’nun gerçek ruhunu yaşattığı çığır açan gösterileriyle tüm dünyada izleyenlerin hayranlığını kazanıyor. Özenle seçmiş olduğu dansçı, gitarist ve şarkıcılardan oluşan topluluğu ile 1970 yılından beri düzenli olarak performanslar veren sanatçı, prömiyerini Nisan 2013’te gerçekleştirdiği yepyeni projesi Flamencura ile ilk kez İş Sanat’ta! 12 Şubat 2015 !f 2013’ün Keş!f yarışmasında da Sinema Yazarları Birliği (SİYAD) Ödülü’nü alan “The Act of Killing”in devamı niteliğinde sayılan Joshua Oppenheimer belgeseli “The Look of Silence” Türkiye’de ilk kez !f İstanbul’da gösterilecek. “The Look of Silence” Endonezya’da yaşanan katliamı bu kez mağdurların ağzından anlatıyor. Buzlar Çözülmeden 29 Ocak 2015, 20:00 Tayyare Kültür Merkezi Bursa Bilim Tüneli 12 Şubat 2015'e kadar açık Mall Of İstanbul, İstanbul Cevat Fehmi Başkurt'un ayrı adlı romanından uyarlanan, kar yüzünden yolları kapalı kasabaya gelen yeni kaymakamın hikâyesini anlatan oyun Bursa Nazım Hikmet Kültür Evi tarafından sahneleniyor ve Nurhan Tekerek tarafından yönetiliyor. Küreselleşen bilim, bilim iletişiminde yeni nesil, multimedya sergi içerikleri ve çok daha fazlası sizi bekliyor! Bilim ve teknolojinin geleceği nasıl değiştireceğini gösteren Bilim Tüneli Sergisi’nde büyüleyici bir deneyim yaşayacak, evren, madde, yaşam, karmaşıklık, beyin, sağlık, enerji ve toplum konularında gelecekte neler olacağını bugünden öğreneceksiniz. Fettah Can 24 Ocak 2015, 21:00 Jolly Joker, Antalya Üçüncü solo albümü Yalanlar Cumhuriyeti'ni yayımlayan Fettah Can, 24 Ocak 2015'te Jolly Joker Antalya'da hayranlarının karşısına çıkıyor. Jolly Joker Antalya İsmet Gökçen Caddesi Lider Plaza No:10/b 10 edaktüel ocak•şubat 2015 8. Çukurova Kitap Fuarı 13-18 Ocak Adana TÜYAP Adana Fuarcılık A.Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle, Çufaş Çukurova Fuarcılık Anonim Şirketi, Adana Valiliği ve Adana Büyükşehir Belediyesi desteği ile düzenlenen Çukurova 8. Kitap Fuarı, 13-18 Ocak 2015 tarihleri arasında TÜYAP Adana Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde açılıyor. Bu yıl 250 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla gerçekleştirilecek olan Çukurova Kitap Fuarı’nda 60 kültür etkinliği düzenlenecek. 6 gün süresince düzenlenecek imza günleri ve etkinliklerde onlarca yazar okurlarıyla buluşacak. Fuarın geçmiş yıllarda olduğu gibi kitapseverlerin yoğun ilgisi ile karşılaşması bekleniyor. edaktüel etkinlikler Flying Superkids / Uçan Yumurcaklar 23 Ocak - 28 Ocak, TİM Show Center, İstanbul Hayal Kahvesi Shining Stars Sunar: Shantel & Bucovina Club Orkestar 4 - 11 Şubat, Ankara , İzmir , İstanbul , Adana , Gaziantep Balkan müziğinin süperstarı Shantel ve Bucovina Club Orkestar, Hayal Kahvesi Shining Stars etkinlikleri kapsamında sizlerle buluşuyor. Türkiye'de Balkan ve geleneksel Güneydoğu Avrupa müziği dinleyen oldukça geniş bir kitlenin tek bir süperstarı var: Shantel! 2000'lerin ortalarında Türkiye'deki ilk konserlerini vermeye başladığında hızla sevilen ve vazgeçilmez müzisyenlerden biri olan Shantel, aynı dönemde Avrupa coğrafyasını da baştan aşağı fethetmeyi başardı. "Disko Partizani" adlı şarkısını listelere gönderdiğinde ise dönüşü olmayan zirveye bayrağını dikmeye hazırlanıyordu. Çılgın komedyen Ali G'nin canlandırdığı Borat'ın film müziklerine de imza atan Shantel, boyutlararası Balkan ritimlerini kendine has bir tutkuyla müziğe dönüştürmesiyle tanınıyor. Elektronik müzikten de olabildiğince beslenen bu deli dolu adam, en az kendi kadar enerjik orkestrası ile tüm konserlerinde tozu dumana katmaya devam ediyor! Romeo e Giulietta 21 - 25 Şubat, İstanbul Shakespeare’in 420 yıl önceki hayali, bugünün hayal gücüyle İstanbul'da... Cesur bir prodüktör, çılgın bir yönetmen ve 45 eşsiz oyuncu, dansçı ve akrobat; Shakespeare'in o günlerde hayal bile edemeyeceği 3 boyutlu dijital bir sahnede bu unutulmaz hikayeye yeniden hayat veriyor. Tüm dünyada kendi türündeki tek şov olarak bilinen ve TİM Show Center'da daha önceki yıllarda 2 kere sergilenip büyük beğeni toplayan "Uçan Yumurcaklar", yer çekimine meydan okuyor, sahnede adeta uçuyor, şarkıları ve danslarıyla sizi bambaşka bir hayale sürüklüyorlar... Gösterileri tüm dünyada sabırsızlıkla beklenen bu süper çocuklar bugüne kadar 35 ülkede milyonlarca seyirci karşısında şarkı söyledi, dans etti, akrobasi yeteneklerini sergiledi. 8 Kadın 31 Ocak 2015, 20.00 1 Şubat 2015, 16.00 Sahne Tozu Tiyatrosu Haldun Dormen Sahnesi SGK Blokları Konak İzmir 1950 yılında Fransa'daki taşra kasabalarından birinde Noel gecesi etrafı karlarla çevrilmiş, ulaşıma kapanmış bir evde geçiyor. Baba Marcel öldürülmüştür, katil ev halkından biridir. Oyun, başından sonuna kadar katilin kim olduğunun araştırılmasıyla geçer ve finalde çözülme yaşanır. Sevgililer Günü Fuarı 6-15 Şubat 2015 CNR Expo Yenişehir Fuar Alanı hediyelikler ve yöresel ürünler sizi bekliyor. 12 edaktüel ocak•şubat 2015 edaktüel 14 şubat sevgiliye özel GOLDEN ROSE LIPGLOSS LUXURY 17,50 TL Yoğun renk veren ve nemlendiren özel tekstüre sahip bu lipgloss dudaklarınızda olağanüstü parlak ve renkli bir görünüm yaratarak uzun süre çekici ve seksi dudaklara sahip olmanızı sağlar. DOVE MEN 17,50 TL GOLDEN ROSE RUJ RICH COLOR Metalik (metallic), mat (creamy) ve ışıltılı (shimmering) olarak aynı seride sunulmakta olan özel içerikli bu ruj serisi, içeriğindeki E Vitamini ve Shea Butter sayesinde dudaklarınızı besler ve nemlendirir, uzun süre gerçek güzellik ve bakım sağlar. 5 TL GOLDEN ROSE DOVE MAGNETIC NAIL LACQUER 22,50 TL DERİ ÇANTA HEDİYELİ 3'LÜ ÜRÜN SETİ Duş Jeli Extra Fresh 250 ml (1 adet) Micro-Moisture teknolojisi ile cildinizi temizlerken bakım da yapar. Kolayca durulanır. Cream Bar Extra Fresh 90 gr (1 adet) Kolayca durulanan, temizlik ve ferahlık hissi veren ürün, cildi derinlemesine temizler. Sprey Deo Extra Fresh 150 ml (1 adet) Ter kokusuna karşı 48 saat etkili olan ürün, 1/4 nemlendirme teknolojisi sayesinde cildi tahrişe karşı korur. 27,50 TL MAKYAJ VE BAKIM ÇANTASI Original Vücut Spreyi (1 adet), Original Body Silk 75 ml (1 adet) Purely Pampering Duş Jeli (1 adet), Original Cream Bar (1 adet) Çizgili, yıldızlı ve balıksırtı olmak üzere 3 farklı magnet serisinden oluşan oje serisi ile tırnaklarınızda göz alıcı ve olağanüstü desenler yaratın. JAGLER BAYAN PARFÜM SET 60ML EDT GOLDEN ROSE 25,90 TL GOLDEN FOND COMPACT Deodorant Hediyeli Jagler Eau de Toillette, şık şişesinde size lüksü yaşatıyor. Üst notalarda baharat karşılıyor, orta notalar çiçeksi, gül ve menekşenin eşsiz birlikteliği ile açılıyor, alt notalar odunsu ve misk ile teninize yerleşiyor. 23 TL Kapatıcı dokusu ve formülündeki E vitamini ile cildi korur, nemlendirir ve yumuşaklık kazandırır. Uzun süre kalıcı makyaj için son derece idealdir. GOLDEN ROSE 3D FANTASTIC LASH 15 TL 3D Fantastic Lash Mascara geliştirilmiş yeni formülü ve özel tasarım esnek fırçası ile kirpikleri dipten uca tarayarak maksimum kıvrılma, uzun ve dolgun bir görünüm sağlar. İçeriğindeki yoğun siyah micro-black pigmentler kirpiklerinize gün boyu daha siyah, uzun ve gür bir görünüm kazandırır. 14 edaktüel ocak•şubat 2015 GOLDEN ROSE 25 TL TOP ALLIK Fırçayla uygulaması kolay rengarenk sihirli minik toplar, yumuşak ve ipeksi dokusuyla parlak, kadifemsi ve doğal bir görünüm verir. GOLDEN ROSE GOLDEN FAR WET&DRY 35 TL Uzun süre kalıcı etkisiyle gözlerinizde harika bir görünüm yaratır. Birbiriyle uyumlu farklı renk çeşitlerine sahiptir. Çekici bakışlar için kuru, kalıcı ve dramatik etki için ıslak uygulanabilir. edaktüel sevgililer günü Sevgililer Günü'ne hazır mısınız? Sevdiğiniz kişiyle bugünü nasıl geçireceksiniz karar verdiniz mi? Peki, ya hediye? En romantik strese hazırlıklı olun… İnsanı hayata bağlayan, sıcacık bir duygu aşk. Ona duyduğunuz sevgiyi bir güne ya da bir ömre değil, sonsuzluğa taşımanın en anlamlı hali… Ünlü düşünür Augustinus’un da dediği gibi “Sevgi ruhun güzelliğidir.” Siz nasıl görmek isterseniz aslında öyle görünür size aşk. Genellikle aşk denilince pembe bulutlar akla gelir ama hepimizin de bildiği gibi aşk aslında birazda acıdır. Aristo da bu görüşe “Sevmek acı çekmektir” diyerek katılır. Filozof bu sözün ardından “Sevmemek ölmektir” diyerek ekler: “Sevmek zevktir ama yalnız sevilmenin hiçbir zevki yoktur.” İki kişi arasında oynanan bu oyunda mutluluk kadar acı da aşka dairdir. Yalan bile olsa aşk, inanmak istediğimiz en güzel hikayedir. Her aşk farklı yaşanır ama tek bir dille anlatılır. Aşkın en iyi anlatımı da hangi dilde olursa olsun “Seni seviyorum”dur. Yakup Kadri’nin de dediği gibi, “Hiçbir kadın yoktur ki ‘Seni seviyorum’ sözü karşısında hissiz kalsın.” Sevgilinize kalpten söylediğiniz bu söz, eminiz ki aşkı nızı anlatmanın en doğru yolu olacaktır. Kim ona bundan daha anlamlı bir hediye verebilir ki? Sevgililer Günü için önünüzde birbirinden hoş seçenekler var. Güzel bir akşam yemeğinden, beş yıldızlı otelde konaklamaya kadar her şeyi düşünebilirsiniz. Birini seçin ve onu ne kadar sevdiğinizi söyleyin. Evlere hediye servisi Her sene sevgililerin heyecanla beklediği, kimini “Sevgilime ne alacağım?” derdinin kapladığı Sevgililer Günü eski Roma'dan... Eski Roma’da 14 Şubat günü Roma tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan Juno’ya duyulan saygıdan ötürü tatil yapılırdı. Juno ayrıca Kadınlık ve Evlilik Tanrıçası olarak da biliniyordu. 15 Şubat gününde ise Lupercalia Bayramı başlıyordu. Bu bayram gençler için önemliydi. Genç kızlar isimlerini küçük kağıt parçalarına yazıp bir kavanoza 16 edaktüel ocak•şubat 2015 koyar, genç erkekler ise kavanozdan bu kağıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram eğlenceleri boyunca beraber olurlardı. Bu birliktelikler birbirine aşık olan çiftler için genellikle evlilikle sonlanıyordu. O dönem hükümdar olan İmparator 2. Claudius, ordusunda savaşacak asker bulamıyordu. Ona göre bu Sevgililer Günü için alışveriş telaşı, birbirinden şık ürün alternatişeriyle keyifli hale dönüşüyor. Ayrıntılara olan düşkünlüğünüz, sevginizin gücü konusunda fikir verir. Sevgilinizin yaşam biçimi ve zevkine uygun modeli belirlediğinizde onu mutlu etmekte zorlanmazsınız. Önemli olan onu düşündüğünüzü hissettirmek. Bunun için hediyenin içine koyacağınız özel bir not yeterli olabilir. Büyük alışveriş merkezleri geniş ürün yelpazesiyle hediye seçiminde kararsız kalanlara birçok seçeneği, aynı mekan içinde sunuyor. Aşkın eğlenceli kısmını öne çıkarmak isteyen biriyseniz kalpler, komik grafikler ya da durumun tek sebebi Romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriydi. Bu nedenle Roma’daki tüm nişan ve evlilikleri yasakladı. Aziz Valentine de Claudius’un hükümdarlığı zamanında Roma'da yaşayan bir papazdı. Kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile birlikte yasağa rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam etti. Ancak imparator bu durumu bir süre sonra romantik mesajlarla süslenmiş duvar saatleri ya da masa süsleriyle aşkınızı hem sempatik hem de ekonomik bir yolla ifade edebilirsiniz. Eğer aşka biraz heyecan katarak sevgilinizi şaşırtmak istiyorsanız, yaratıcı olmanız gerekiyor. Ona sevdiği şarkılardan oluşan özel bir CD veya sadece size özel olacak bir web sitesi tasarımını önerebiliriz. 14 Şubat’ta aşkı en mükemmel ve romantik şekilde yansıtmanın bir yolu da takılar. Ona alacağınız yüzük ya da bileklik ile ellerini süsleyebilir; zarif bir broşla şıklığına şıklık katabilirsiniz. Tüm aşıklara klasik bir hediye olarak da “aşkın taşı” pırlanta öneriliyor. öğrendi. Aziz Valentine tutuklandı ve sopa ile dövülerek öldürüldü. MS 270 yılının 14 Şubatı Hıristiyan şehitliğine gömüldü. Bunun üzerine gençler isimlerinin azizlerle birlikte anılmasını istedikleri için Lupercalia Bayramı’nın başladığı günü Aziz Valentine Günü olarak kutlamaya başladılar. O gün bugündür her yılın 14 Şubat’ı Sevgililer Günü olarak kutlanmaya devam ediyor... edaktüel gündem Soğuk havalara karşı yapılacaklar listesi... Değişen hava koşulları ve buz gibi bir soğuk hastalıklara da kapı aralıyor. Peki, kendimizi nasıl sağlam tutacağız? Soğuklardan korunmanın ve hasta olmanın önüne geçmenin pek çok yolu var. Öncelikle giyimden beslenmeye kadar bir dizi kurala dikkat etmemiz gerekiyor. Bu şekilde vücut direncimizi yükseltip, bağışıklık sistemimizi güçlendirebiliriz. Koruyucu ürünler ve bakım ürünleri de kış aylarını hasarsız atlatmanızı sağlıyor. Peki, nelere dikkat etmeliyiz? 18 edaktüel ocak•şubat 2015 Kıyafet seçimi önemli; aşırı kalın giyinmemek lazım Aslında uzmanların söylediği gibi, soğuk hava değil, düşen vücut ısısı hasta ediyor. Kat kat giyinmek hüner değil, örneğin. Çünkü tam tersi terlememize neden olarak daha çok hasta olmamıza sebep oluyor. Bu durumda terin yol açtığı soğuk ortam vücut direncimizin daha çok düşmesine yol açıyor. Önemli olan, aşırı terlemeye veya üşümeye sebebiyet vermemek. Vücut sıcaklığını da sabit tutmaya çalışmak. Bu yüzden uzmanlar, kalın kazak yerine 2-3 kat ince kıyafet giymeyi öneriyor. Soğuklarda yünlü ve pamuklu atletlerden kaçınmakta da fayda var. Yünlü yerine teri dışarı yansıtabilen polyesterler ve likralı atletler, hatta termal özellikli olanlar daha çok öneriliyor. Aslında genel olarak yün yerine kaz tüyü tercih edilmesi gerek. Kaz tüyünden kıyafetler soğuğu geçirmeme ve iyi bir izolasyon oluşturma özelliğine sahipler. Atkıyı, bereyi ihmal etmeyin. Ancak iş atkıya, bereye ya da çoraba gelince iş değişiyor. Vücut ısısının düşmesini engellediği için çorap giyilmesi şart. Ağız, burun ve boğazın atkıyla kapatılması, bere ve şapka takılması da aynı şekilde önemli. Böylelikle solunum yoluyla bulaşan mikrop ve enfeksiyonlardan kendimizi koruyabiliyoruz. Ve yine vücudumuz ile dış ortam arasındaki sıcaklık farkını önleyerek vücut direncimizin düşmesini de engelliyoruz. Vücut ısısı düştüğü anda eller, ayaklar üşümeye başlıyor. Ayaklar üşümeye başladığı zaman, sinir refleksleri aracılığıyla boğaz kurumaya başlıyor ve dolayısıyla vücuda, hastalığa neden olan virüsler giriyor. 2015 ocak•şubat edaktüel 19 edaktüel gündem Faydalı kış içeceklerini mutfağınızda bulundurun Cildinizi koruyun Soğuk havayla birebir temas içinde olan el ve yüz gibi bölgelerinizi nemlendirici ya da güneş koruyucu kremlerle korumanız gerek. Cilt bakımı yazın olduğu kadar kış aylarında da önemli. Çünkü özellikle karlı havalarda güneşe ve soğuğa bağlı olarak yüzde ve ellerde kahverengi lekeler ya da kızarıklıklar ortaya çıkabiliyor. Kışın cilt bakımına dikkat edilmez ise kırışıklık, çatlama ve sarkma gibi problemler de meydana gelebiliyor. Cilt üzerinin ter ve yağ salgısı ile sürekli örtülü olması ise yağ bezi hastalıklarının (akne, kistler) artmasına neden olabiliyor. Bunun için yüz ve vücudumuzda yağlı sabun, jel ve nemlendirici kullanılmalı. Kullanılan ürünlerin yan etkisiz, anti alerjik olmasına dikkat edilmeli. Kuru cilt tipi sabun bileşenleri içermeyen losyonlar ile temizlenmeli. Kışın deri tipine göre sıklığı ayarlanarak peeling ve maskelerle de derinin ölü tabakasının yenilenmesi gerekiyor. 20 edaktüel ocak•şubat 2015 Bitkiler ve C vitamininden faydalanın. Özellikle bu mevsimde bağışıklık sisteminin takviyeye ihtiyacı vardır. Bunun içinde bitkilerden faydalanabilirsiniz. Ihlamur, kuşburnu veya papatya çayı soğuk aylarda hem içinizi ısıtacak hem de sağlıklı bir kış geçirmenizi sağlayacaktır. Vücut C vitamini üretemez, ama özellikle bu vitamine grip mevsiminde ihtiyaç duyar. C vitamini, vücudu virüs ve bakterilere karşı korur, aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir. Vücudun günlük C vitamini ihtiyacını karşılamalısınız. Günde 5 öğün meyve ve sebzelerle beslenirseniz, vücudunuzun ihtiyacı olan C vitaminini karşılamış olursunuz. Fakat her gün bu şekilde beslenmediğinizi göz önünde bulundurursak, C vitamini takviyesi yapmanız önem kazanıyor. Dikkat etmeniz gereken nokta, C vitamini takviyesini gün içinde birden değil, küçük miktarlar halinde yapmanız. Çünkü vücut C vitaminini kolay kolay depolayamıyor. Birden yapılan C vitamini takviyesi de bu durumda pek işe yaramıyor. Ayrıca yeşil çay ve çinko öneriliyor. Bu kombinasyonun bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi var. Çinko; peynir, yumurta sarısı, yulaf ezmesi, tropikal meyvelerde ve tavuk kanadında bulunuyor. Yorgunluğunuz atmak istediğiniz zaman, yarım fincan kaynar süte taze veya kurutulmuş nane yaprakları ekleyin. 3-5 dakika çekmesini bekleyin ve soğumadan için. Eğer sütü fazla sevmiyorsanız, nane yapraklarını koyu çaya da ekleyebilirsiniz. Nane yapraklarını en fazla 3 dakika çayın içinde bırakın. Ihlamur, kış aylarında bağışıklık sisteminin güçlenmesinde ve soğuk algınlığında bire birdir. İçine bir miktar bal karıştırılıp tüketilirse mide ülserine de faydalı. İçinde yüksek miktarda antioksidan bulunduran Ada Çayı da, antibiyotik etkisi yaratıyor, grip ve nezle gibi hastalıklara karşı önleminizi almanızı sağlıyor. İçeriğinde A, C, B1 ve B12 vitaminlerini bulunduran Kuşburnu Çayı ise vücudu kış hastalıklarından koruyup, şeker hastalığına ve göz hastalıklarına iyi geliyor. Ayrıca kanın temizlenmesi, romatizma ağrıları ve bağırsağı yumuşatmaya karşı da faydalı. Mide krampları, safra kesesi, kronik güçsüzlük, bağırsak rahatsızlıkları, romatizma ve sinirsel rahatsızlıklara karşı da Biberiye Çayı etkili. edaktüel gündem Spor yapın Vücut direncinizi korumak ve kendinizi iyi hissetmek için en etkili yollardan biri de spor yapmak. Haftada 2-3 kez 30 dakika yürümeye gayret edin. Hava çok soğuk olsa bile emin olun yürürken ısınacaksınız. Ancak böyle durumlarda başınızı korumayı ve şapka takmayı ihmal etmeyin. Daha fazla vaktiniz varsa bisiklete binmek ya da bir kapalı havuza üye olmak iyi bir seçenek olabilir. Bu tür sporlarla sadece bağışıklık sisteminizi güçlendirmekle kalmaz, vücudunuzun endorfin salgılamasını da sağlarsınız. Birçoğumuz soğuk havaların gelmesiyle kendimizi yorgun hisseder ve hiçbir şey yapmaz hale geliriz. Keyfimiz yoktur, öylece günlerin geçmesine odaklanırız. Oysa yazın olduğu kadar, kışın da keyfini çıkarmak mümkün. İşte size, soğuk kış günleri için birtakım öneriler... Sauna ve masaj seçeneğini göz önünde bulundurun Sauna rahatlama ve bağışıklık sistemi için iyi gelir. Saunada vücut sıcaklığı artıp, ardından alınan soğuk duşun etkisiyle yeniden düştüğü için vücudu da hava değişimine alıştırıyor. Yani sıcacık bir evden soğuk havaya çıktığınızda vücudunuzun yaşadığı ani hava değişiminin etkisini bu şekilde azaltabilirsiniz. Tansiyon problemi olanlar ise, sauna yerine buhar banyosunu tercih edebilir. Vücuda uygulanan her türlü masaj da bizi hem zihinsel olarak rahatlatır hem de konsantrasyon gücümüzü arttırır. Psikolojinizi sağlam tutun Hava kapalı ve pusluysa insan psikolojisi de bir düşüş eğilimine giriyor. Pek çok insan kendini neşesiz, hatta gergin hissediyor. Bu da hastalıklara davetiye çıkartıyor. Gripten korunmak için, ilaçların yanı sıra moralinizi de yüksek tutmanın büyük önemi var. Çünkü ancak zihninizin gevşediği anda mikropların vücudunuza girme şansı azalır. Stresten olabildiğince uzak durmaya çalışın ve uykunuza dikkat edin. Stres vücudu22 edaktüel ocak•şubat 2015 Evde eğlence hayatınızı canlandırın Sokağa çıkmak her zaman içinizden gelmiyorsa evde de yapılabilecek pek çok etkinlik var. Kutu oyunları bunların başında geliyor. İşte size birkaç öneri: nuzun fazla miktarda kortizon üretmesine sebep oluyor ve bu da bağışıklık sisteminizi zayıflatıyor. Stresi en aza indirmek öncelikle sağlığınız için şart. Bunun için en iyi yollardan biri kendinize zaman ayırmaktır. İşiniz ne kadar yoğun olursa olsun sevdiğiniz şeyleri yapmayı ihmal etmeyin. Öncelikle mutlaka bir hobi edinin. Sinir sistemine bağlı sorunlara, çarpıntı, huzursuzluk ve baş dönmesine de Melisa Çayı önerilebilir; çünkü yatıştırıcı özelliğe sahip. Renklerin gücüne inanın Evinizi ve kıyafetlerinizi renklendirmek kış aylarının kasvetini atacak yöntemler arasında. Hiç olmadı kullanacağınız şemsiyeyi renkli olanlarından seçin. Renklerle tedavi uzmanlarına göre; özellikle kış aylarında sıcak ve soğuk tonların arasında kalmanız altı derecelik sıcaklık farkları oluşturuyor. Buna göre öncelikle soğuk renge sahip olan beyaz ampulünüzden kurtulup, yerine daha sarımsı renkleri seçin. Pembe bir yorgan ve mavi bir pijama da size iyi gelecektir. Kendinizi şımartın Kış aylarının ritüellerini ihmal etmeyin. Örneğin kestane kebap, soğuklar için hem eğlence ve hem de faydalı bir besin zincirine dahil olmaktır. Kış aylarının olmazsa olması salep içmeyi de unutmayın. Hazmı kolaylaştıran salep özellikle mide rahatsızlıklarına çok iyi geliyor. Öksürük ve bronşit hastalıklarında da öneriliyor. Bedene ve ruha iyi gelecek başka sıcak içecekler de var. Sıcak -Tabu XL'da: Tabu XL'da tam 4 farklı anlatım şekli var. Burada klasik oyunun yanı sıra çizerek, Tabu kuklasıyla ve en fazla 15 kelime kullanarak anlatımını kurabiliyorsunuz. Bir de Tabu Elektronik var. Tabu Elektronik'te kelimeler ekranda görünüyor; zamana karşı yarışta Tabu kelimelerini kullanmadan en çok kelimeyi anlatan takım oyunu kazanıyor. Oyunun puanlaması da otomatik olarak yapılıyor. çikolata bunlardan biri. Evde kendiniz yapmak isterseniz; 100 gram çikolatayı kırıp eritin. 100 ml çiğ krema, yarım litre süt, biraz tuz, üç yemek kaşığı kakao ve bir çay bardağı tozşekerle birlikte beş dakika pişirin. Kaynayan karışımınıza erittiğiniz çikolatayı ekleyip iyice karıştırın. Bir diğer önerimiz ise elbette sıcak şarap olacak. Derin bir kapta bir litre portakal suyunu kaynatın, birkaç halka dilimi portakal, tarçın ve bir tutam karanfil ve ağız tadınıza göre toz şeker ekleyin. Kaynar kaynamaz bir şişe şarabınızı ekleyin ama şarabı kesinlikle kaynatmayın. -Scrabble: Kelimeleri birbirine bağlama mantığı üzerine kurulmuş bu oyun, bulmaca modasını, Scrabble oyun tahtası üzerinde harflerin sayısal değerlerini kullanarak birçok farklı skor elde etmenizi sağlıyor. Oyunun amacı en yüksek skoru elde etmek. -Cranium: Ödüllü kutu oyunu Cranium, sıra dışı bir eğlence. 16 aktivitenin yer aldığı 600 kartla oyuncular, kimi zaman sahnenin yıldızı, kimi zaman kelimelerin efendisi ya da şaheserler yaratan bir sanatçı olabiliyor. Katlamalı oyun alanıyla oyunun süresi ayarlanabiliyor. -TrivialPursuit: Dünyanın en sevilen genel kültür oyunu Trivial Pursuit, 6 farklı kategoride tam 2400 soru ile karşımıza çıktı. Bilgi dağarcığına güvenenler, gündemi yakından takip edenler, hafızası çok güçlü olanlar ya da güçlendirmek isteyenler için… -My Monopoly: Bu yeni versiyonda kendi Monopoly'nizi tasarlayabiliyorsunuz. My Monopoly uygulaması ile piyonları, oyun alanını, Şans ve Kamu Fonu kartlarını istediğiniz gibi oluşturabiliyor, aileniz ve arkadaşlarınızla kendi Monopoly'nizi oynayabiliyorsunuz. Dilerseniz kutudaki oyun parçalarını değiştirmeden de klasik Monopoly oyununa hemen başlayabilirsiniz. 2015 ocak•şubat edaktüel 23 edaktüel gündem • Eczacı Meltem Kortel • H er çocuğun dünyaya gelişi bir mucize… Anne, baba için dünyanın en değerli varlıkları. İlk kucağımıza aldığımız andan itibaren ona bir şey olacak diye içimiz titrer, gözümüzden bile sakınırız. Oysa en güvenli olarak bildiğimiz evlerimizde bile onları bekleyen tehlikeler vardır. Çocuklar bazen hiç aklımıza gelmeyen şeylerden oyun olarak tehlike yaratır. Anne baba olarak muhtemel tehlikeleri önlemek, hiç beklenmedik kazalara karşı bilinçli olmak zorundayız. Gelin şimdi sizlere kılavuz olacak “yaralanmalartedbirler ve yapılacaklar” konusunda bilgilenelim. Deri yaralanmaları Ev kazalarının en kapsamlı konusu deri yaralanmalarıdır. Deri kesiklerinin her durumunda tetanos kapma riski vardır. Bu nedenle çocuğunuzun tetanos aşısını ihmal etmeyin. Çürükler Soğuk kompres uygulaması şarttır. Buz torbası ya da temiz bir beze sarılı buz ile uygulanır, buz direk deriye sürülmemeli24 edaktüel ocak•şubat 2015 Düşe kalka büyürken… dir. Kompres uygulamasının süresi yarım saattir. Çürükler genellikle 2-4 hafta içinde iyileşir. Çürük renk değiştirerek dağılır, morumsu siyah, kırmızımsı mavi ve en son sarımsı yeşil renk şekline dönüşür. Özellikle ateşle beraber ortaya çıkan berelenmelerde mutlaka hekime başvurulmalıdır. Sıyrıklar Sıklıkla dizler ve dirseklerde görülür. Derinin üst tabakası sıyrılmış, kırmızı ve hassas bir iz bırakmıştır, hafif kanamalı da olabilir. Temiz bir bez veya gazlı bezle su ya da sabunla temizlenmelidir. Eğer çocuğunuz bunu yapmanıza izin vermiyorsa küvete su doldurarak yara olan yerini suya sokun. Kanama varsa ve durmuyorsa hafif baskı uygulamalısınız. Eğer sıyrıklar derin ve kanaması hala durmuyorsa doktora başvurmalısınız, antiseptik veya krem uygulanıp, bandaj uygulaması yapılabilir. Kesikler Derhal basınç uygulayarak kanamayı durdurmanız gereklidir. Yaralanmış bölgeyi kalp hizasından yukarıya kaldırın. 15 dk. İçinde kanama durmaz ise basınç artırılmalı çok sıkı olmayan bandaj uygulanmalı. Yara çok derin ise mutlaka doktora götürülmeli, dikiş atılmasına ihtiyaç duyulabilir. Baş yaralanmaları Baştaki damarların çokluğu nedeniyle küçük bir yaralanmada bile fazla kanama görülebilir ve şişlikle devam eder. Çocukların çok hareketli oyunlarında ufak tefek baş yaralanmaları oluşması her zaman mümkündür. Fakat kafaya ciddi bir darbe geldiğinde çocuğu en az 6 saat gözlem altında tutmak gerekir. Bazen hemen bazen de 2-3 gün sonra ciddi etkiler ortaya çıkabilir. Az sonra sayacağım durumlar olduğunda hekime götürünceye kadar şunları yapın: n Başı bir yöne dönük olacak şekilde sakince yatırın. n Boynun hasar gördüğünden şüpheleniyorsanız kesinlikle hareket ettirmeyin n Soluk alışları veya kalp atışları durursa hemen suni teneffüse başlayın. n Bilinç kaybı, bir türlü dinmeyen baş ağrısı varsa ayılamama halindeyse kusuyorsa kulak veya burunda kanama varsa gözlerin çevresinde kulakların arkasında siyahımsı mavi alanlar beliriyorsa kafatasında çukurlaşma varsa yürüme de güçlük yaşıyorsa çocuk mutlak zaman kaybetmeden doktora götürülmelidir. Zehirlenmeler Yanıklar Elektrik çarpması Temizlik maddeleri ilaçları, bitkiler, yılan, akrep, arı, böcek gibi hayvanlar potansiyel tehlikelerdir. Zehirlenme belirtileri olarak; uyuşukluk, huysuzluk, düzensiz kalp atışı, hızlı soluk alıp verme, ishal kusma, gözlerde sulanma, terleme, ağız suyunun çıkması, derinin sıcak ağzın kuru olması, titreme, çarpıntı, havale, gözbebeklerinin çok küçük ya da büyük olması sayılabilir. Sobalar, mutfakta sıcak su, ocak, fırın, ütü hepsi potansiyel tehlikelerdir. Eğer yanık parmak, el, ayak kol ve bacaklarda oluştuysa ve birinci derece yanıksa yanan bölgeye soğuk su uygulanmalıdır. Gövde ve yüzdekiler için bir bezle soğuk kompres uygulanmalıdır. Uygulama 15-30 dakika boyunca devam ettirilmeli. Buz, yağ ya da yanık kremi uygulayın, deride baloncuklar oluştuysa patlatmayın. Kızarıklık ve acı birkaç saatten fazla sürerse, derinin geniş bir alanı su kabarcığı şekline dönüşmüşse, yanık alan çocuğun elinden büyükse hemen hekime götürülmelidir. Elektrik prizleri, kaçak yapabilecek elektrikli aletler, suyla temas eden elektrikli aletler tehlikeyi oluşturur. Hemen elektrik kaynağının fişi çekilmelidir. n Eğer çocuğunuzda bu belirtiler varsa ve bu belirtilerin başka bir açıklaması yoksa çocuğunuzun tehlikeli bir maddeyi yuttuğunu gördünüzse ya da tehlikeli maddenin boş şişesini elinde/ yakınında gördünüzse hemen 114 numaraları Zehir Danışma merkezini ya da hastaneyi arayın. n Aramayı yaparken maruz kalınan zehirli maddeyle ilgili bilgi vermeye hazır olun. Verilecek bilgiler: Zehirli maddenin adı (ilaç ya da temizlik maddesiyse prospektüsü, şişesi ya da kutusu), bitkiyse tarifi (hastaneye gidilecekse bitkinin yaprağından bir parça), zehirlenmenin zamanı, ne kadar zehirli madde yutulduğu/alındığı, varsa oluşan belirtiler, varsa yapılan müdahale/tedaviler. Çocuğu kuru ve metal olmayan (tahta, plastik bir obje ya da kitap olabilir) bir objeye kaynaktan ayırın. Çocuk suyla temas ediyorsa kesinlikle suya basmayın. Çocuk elektrik kaynağından ayrıldıktan sonra 112 acil’i arayın. Eğer çocuk nefes almıyorsa ya da kalp atışı durmuşsa derhal suni solunum yapılmalıdır. Elektrik çarpmalarında oluşan yanıklara mutlaka doktorun tedavisi gerekir. Sakın müdahale etmeyin. Tabii ki çocuklarımızı her an gözümüzün önünde tutmamız mümkün değil ama evde onlara göre bir düzenleme yaparsak mevcut tehlikeleri mümkün olduğu kadar uzaklaştırırsak ve başlarına bir şey geldiğinde nasıl müdahale edeceğimizi bilirsek onların yaşamlarını sağlıklı bir şekilde sürdürmelerini sağlarız. Onları sevmek, çok sevmek kadar korumamız da gerekiyor. Çocuklarımızla birlikte kazalardan uzak, sağlıklı ve de mutlu zamanlar diliyorum hepinize… n Çocuğunuz bilincini kaybetmişse soluk alıp almadığını ve kalp atışı olup olmadığını kontrol edin. Nefes almıyor ya da kalp atışı durmuşsa suni solunuma başlayın. n Zehirlenmeleri kendi kendinize tedavi etmeye çalışmayın. Zehirlenme durumunda ağızdan bir şey vermeden önce (yiyecek, içecek ya da kusmayı teşvik edecek herhangi bir şey) doktordan bilgi alın. Zehirlenmelerde hatalı müdahaleler çocuğunuza daha çok zarar verir. 2015 ocak•şubat edaktüel 25 edaktüel anne ve çocuk • Deniz Çaba • Çocuklarımız sömestr tatilini nasıl geçirmeli? 26 Ocak-6 Şubat 2015’te okullar tatile giriyor ve çocuklar evde olacak. Bir planınız var mı? Yaklaşan sömestr tatili ile veliler ve çocuklar büyük bir heyecan içinde. Eylül ayının ortalarında açılan okullar ile çocuklar yeni bir eğitim-öğretim dönemine başlamışlardı. Şimdi yoğun geçen ders günlerinin ardından başlayacak tatil ile çocuklar soluklanacak ve dinlenecek bir zamana da kavuşmuş olacaklar. Peki ya biz ailelerin çocuklarımız için bir planı var mı? Tabii buna çocuk ile birlikte karar vermeli. Bilgisayara gömülmesine izin vermeyin ama tamamen de yasaklamayın. Günümüz teknolojisinde hepimiz bilişim 26 edaktüel ocak•şubat 2015 çağının nimetlerine kapılmışken, çocuklarımız da tatillerini interaktif ortamlar üzerinde değerlendirerek geçirmeyi düşünebilir. Çünkü şu an en az maliyet ve en çok seçenekle karşımızda duran bu. Ancak bilinçli ebeveynler buna bir kısıtlama getirmeli ve tatilde hep beraber vakit geçirmeye odaklı planlar yapmalı. Çocukların tatili istediği gibi geçirmeye hakkı var, istediği kadar televizyon izleyip, bilgisayarla oynayabilir. Tek sıkıntı, tüm tatili böyle geçirmemek. Burada da devreye aile giriyor. Birlikte tiyatroya ve sinemaya gidin. Aile olarak birlikte yapılan etkinlikler, hem aile içi iletişim ve tartışma yeteneğini geliştirir, hem de eğlenceli vakit geçirmeyi sağlar. Devlet Opera ve Balesi’nin hemen her yaş grubuna hitap eden gösterileri yanı sıra Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen oyunlar- dan ilginizi çekecek etkinlikler bulmanız mümkün. Her geçen gün yenilenen Türk ve dünya sinemasının çocuklar için vizyona girmeyi bekleyen filmlerini de unutmamak lazım. Ama filmleri seçerken dikkatli olmakta yarar var. Atölye çalışmalarını takip edin. Her çocuğun içinde keşfedilmeyi bekleyen bir yetenek vardır. Bize düşen çocuğumuzun yeteneğinin ne yönde olduğunu keşfetmek ve bu doğrultuda ona destek olmak. Bu nedenle, çocuklarımızı yönlendirebileceğimiz kamplar, kurslar, organizasyon şirketlerinin sömestr tatili için özel olarak hazırladığı programlara göz atmakta fayda var. Ders çalışması için zorlamayın. Bir de dikkat edilmesi gereken noktalar var. Örneğin tatilde çocuklar vakitlerinin ne kadarını ödev yapmaya harcamalılar? Sürekli ders çalışmaları doğru mu? Burada uzmanların söylediği dengeyi kurmak gerek. Çünkü adı üstünde çocuklar tatilde. Dinlenmeleri ve eğlenmeleri gerekiyor ki, ikinci döneme heves içinde başlayabilsinler. Ama pek tabii yaşına uygun bir kitap alıp, birlikte okuyarak konuşabilirsiniz. Hem kitap okuma zevkini hem de paylaşma zevkini birlikte tatmak için güzel bir yol olabilir. Beraber müzeye gitmek de, yaşayarak öğrenme modelinin bir parçası. Öğrenme sürecinin devam etmesi demek sadece okul kitaplarını okumak, alıştırma yapmak ya da soru çözmek anlamına gelmiyor. Bulunduğunuz yerlerdeki müzelere ve tarihi yerlere gitmek, oralara ilişkin internetten birlikte bilgi toplamak hem eğitici, hem sosyalliği geliştirici hem de keyif vericidir. için, okulların yarıyıl tatilinde olduğu 26 Ocak-6 Şubat 2015 tarihleri arasında sanatla dolu, eğlenceli bir program hazırladı. Sanat Atölyeleri’nde çocuklar resim, heykel, yerleştirme, tasarım, mimari gibi disiplinleri içeren uygulamalar yapıyor. Yarıyıl tatili boyunca çocuklara, sabah ve öğleden sonraları için iki program seçeneği sunuluyor. Haftanın her günü, farklı bir program uygulanıyor. Çocuklar iki saat süren programlarda sanat eserlerini inceliyor ve atölye uygulaması gerçekleştiriyor. Müzenin kapalı olduğu pazartesi günleri hariç hafta içi uygulanan programlarda sergi turu yer alıyor. Pazartesi programları ise odaklanılan konularla ilişkili filmlerin kısa gösterimlerini içeriyor. Detaylı bilgi 212.334-7352 numaralı telefonda n Köstebekgiller: Perili Orman Çocuk filmi 23 Ocak 2015’te vizyona giriyor Küçük bir kız çocuğu yeni taşındıkları evin bahçesinde oynarken bir köstebek yuvası keşfeder. Sevimli köstebeklerle arkadaş olup onların dünyasına atılması fazla sürmez! Küçük seyircilerin büyük bir ilgiyle takip ettikleri “Köstebekler” dizisinin, sinema filmi olan beyazperdeye aktarılan yapımın başrollerinde İnci Türkay ve Evrim Akın yer alıyor. Yönetmenliğini Mustafa Kotan'ın üstlendiği filmin çocuk oyuncuları ise Yiğit Ege Yazar ve Reyhan Asena Keskinci. Tatilin bitmek üzere olduğunu hatırlatmayın. Sömestr sonuna yaklaşırken çocuklara tatilin bittiğini sürekli hatırlatmayın. Çocuğunuz okulun başladığı ilk hafta okul sorumlulukları konusunda biraz tembel davranabilir. Bu konuda çocuğunuza anlayışlı olmalı ve biraz zaman vermelisiniz. En önemlisi de çocuğunuza okul konusunu çok önemsediğinizi belli etmemelisiniz. 2015 sömestr etkinlikleri belli olmaya başladı. Size birkaç öneri: n Uçan Yumurcaklar TİM Show Center, İstanbul 23-28 Ocak 2015 Tüm dünyada kendi türündeki tek şov olarak bilinen ve TİM Show Center'da daha önceki yıllarda iki kere sergilenip büyük beğeni toplayan "Uçan Yumurcaklar", 6 gösteriyle yeniden TİM Show Center'da! Yer çekimine meydan okuyan, sahnede adeta uçan, şarkıları ve danslarıyla sizi bambaşka bir hayale sürükleyen Uçan Yumurcaklar'ın muhteşem akrobasi gösterisiyle büyülü bir dünyanın kapılarını açmaya hazırlanın! Temeli akrobasi hareketlerine dayanan bu eşsiz şov, iyi bir sömestr hediyesi. n Yarı Yıl Sanat Atölyeleri 26 Ocak-6 Şubat 2015 İstanbul Modern, 7-12 yaş grubundaki çocuklar 2015 ocak•şubat edaktüel 27 edaktüel keşif • İ. Hakkı Kesirli • Kayak aynı zamanda bir dostluk şöleni, arkadaşlar ve sevdiklerinizle paylaşılacak çok keyifli zamanlarla dolu bir şölen bu Ülkemizde Ocak-Şubat ayları kayak sporunun en yoğun yapıldığı aylar. Biz şimdi sizi Ege ve Akdeniz bölgelerinin birleşme noktasında bir kayak merkezine davet etmek istiyoruz. Anadolu’muzun güzelliklerle dolu “Göller Bölgesi”nde Isparta’daki kayak merkezi Davras’a gidiyoruz birlikte. Yörenin coğrafi güzellikleri ve doğal zenginliği ile büyülenmeye hazırlanın… Görsel bir şölen Isparta kent merkezine 26 km uzaklıkta bulunan, üç ayrı düzgün yoldan ulaşılabilen Davras Karlıyayla Kış Sporları Turizm 28 edaktüel ocak•şubat 2015 Merkezi’nin yer aldığı Davras Dağı, 2635 m zirve yüksekliği ile Göller Yöresinde, Eğirdir ve Kovada Gölleri arasında yükselen ve Isparta Ovası’nı kuşatan dağ kütlelerinden biri. Kayak sporu dışında yamaç paraşütü ve dağcılık açısından da son derece uygun. Ayrıca zengin bitki örtüsü, özellikle ilkyaz mevsiminde ressamlar ve fotoğraf meraklılarını da buraya çekebilecek özellikte. Yola koyulduğunuzda önce bir Eğirdir’e uğramanız özel tavsiyemizdir. Eğirdir’de göl kıyısında balık ziyafetinin yanı sıra zirveye tırmanma öncesinde bu şirin ilçemizin sokaklarında dolaşmak, çarşısında yerel ürünlerden edinmek umarız sizin de hoşunuza gidecek. Davras’a sabah erken saatlerde ulaşmayı planladıysanız mutlaka Çobanisa köyünde kendinize bir kahvaltı ziyafeti çekin. İlkbahar ve yaz aylarında da gelebilirsiniz Davras’a sadece kayak için değil ilkbahar ve yaz aylarında dağcılık, dağ bisikleti, trekking, yamaç paraşütü, jeep safari gibi etkinliklere katılmak için gelebilirsiniz. Yamaç paraşütçülüğü Davraz Dağı Kış Sporları Turizm Merkezi’nde 1.800 m doğu pistlerinden yapılıyor. Davras’ta herkese uygun pistler Kayak sezonu Aralık ayında başlayıp, Nisan ayının sonuna kadar devam eden Davras’ta Davras’ta kayak keyfi Davras Kış Sporları Turizm Merkez Bir dağın zirvesinden kayarak aşağılara süzülmek… Biraz heyecan ve bolca keyif, bazen doğa ile mücadele, denge ve kontrol. Kayak sporunu tarifleyen birkaç kelime. Ancak, dahası var... kar kalınlığı ortalama 50 ila 250 cm arasında değişiyor. Davras Dağı’nın 1650-1970 metreleri arasında 1211 m uzunluğunda, saatte bin kişi taşıma kapasiteli “telesiyej tesisi” ile, 1950-2150 metreleri arasında 624 metre uzunluğunda “tele ski” ve iki adet üç yüzer metre uzunluğunda Baby-Lift yer alıyor. Davras’ta Eğirdir Gölü manzarası eşliğinde kayak yapılabilirsiniz. Davras Kayak Merkezi profesyonel değerlendirmelere göre mükemmel bir kar kalitesine sahip, pistler ise ustaların yanı sıra yeni başlayanlar için de uygun ve tüm kayakçılara kuzey disiplini, alp disiplini, tur kayağı ve snowboard yapma imkanı sunuyor. Ortalama 8 ila 10 km'ye ulaşan parkurların rakımı, mevcut tesislerle ulaşılabilen 1650 m ile 2150 m arasında bulunuyor. Ayrıca çığ ve kaybolma tehlikesi olmaması kayakçılar için büyük bir avantaj... Ulaşım Davras Dağı-Karlıyayla Kış Sporları Turizm Merkezi son yıllarda Türkiye’nin hızla gelişen en gözde kayak merkezlerinden. Kışın hiçbir zaman kapanmayan ulaşım, asfalt yol ile sağlanmaktadır. Isparta’ya 26 km, Eğirdir’e 23 km, Antalya havalimanına 125 km uzaklıkta. Konaklama Kayak Merkezinde, 3 dağ kafeteryası, 3 konaklama tesisi bulunuyor. Kayak Merkezine 8 km uzaklıkta ve Davras’ın giriş kapısı olan Çobanisa Köyü’nde de, doğaya uygun 24 yatak kapasiteli, Davras Dağ Evleri adıyla bilinen bir adet pansiyon yer almaktadır. Ayrıca Eğirdir ve Isparta’da bulunan otellerde kayakçılar için uygundur. 2015 ocak•şubat edaktüel 29 edaktüel keşif Davras mı Davraz mı? Sirene Davras Otel 4 yıldızlı, 122 oda, 280 yatak. Alakart restoran ve kahvaltı salonu, Amerikan bar ve pasta salonu, 300 kişilik çok amaçlı salon, çalışma ve oyun salonu, 3 adet bar, 100 kişilik diskotek, kapalı yüzme havuzu, Türk hamamı, sauna, masaj ve aletli jimnastik salonu, bay-bayan kuaförü, tenis kortu, futbol sahası. Telefon 246.267-2002 www.sirene.com.tr Kulovası Mevkii, Davraz / Isparta İsperia Davras Otel 17 Oda, 55 yatak, 150 kişilik restoran ve 50 kişilik bir barı bulunuyor. Telefon 246.267-2020 www.isperiadavrazhotel.com Kulovası Mevkii, Davraz /Isparta SDÜ Uygulama Oteli Eğitim ve Uygulama Oteli, 42 Oda, 84 yatak. Tüm odalarda uydu yayını, LCD televizyon, minibar, banyo ve saç kurutma makinesi bulunmaktadır. Kar ve pistin en iyi izlendiği suitlerde diğer odalardan farklı olarak jakuzi bulunmaktadır. 60 kişilik kapalı ve 200 kişilik teras restoran bulunmaktadır. Telefon 246.267-2044 www.sdukonukevi.com Kulovası Mevkii, Davraz / Isparta Çobanisa Davras Evleri Pansiyon, 12 Oda, 24 yatak. Tüm odalar kaloriferli, duş ve wc yer almaktadır. 40 kişilik Restoranında şömineli sıcak bir ortam mevcut. Telefon 246.264-2022 www.davrasevleri.com Çobanisa Köyü / Isparta 30 edaktüel ocak•şubat 2015 Davras’ın Ispartalıların dilindeki adı Davraz, yani “s” harfinin yerini “z” harfi alıyor. Davras Kayak Merkezi’nde kayak yapmak, beyazın hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan sonsuzluğunda uçarcasına gitmek büyük keyif. Kayak yapanları izlemek de... Bulunduğumuz zirveye yakın yerlerde bir anda bir bulut kütlesinin içinde kalmak, ardından masmavi gökyüzünü görmek, ardından kuzey tarafına denk düşen yönde Eğirdir Gölü’nün mavi yeşil suyuyla göz göze gelmek ise apayrı bir tat. Doğanın beyaz gelinliği, ilkyazın güzelim yeşilliğini, kır çiçeklerinin can suyunu oluşturuyor. Pist bilgileri Kayak Merkezinde toplam 12 pist vardır. 12 Pistin toplam uzunluğu 23.500 m’dir. 2 Adet mavi renkli pist, yeni başlayan kayakçılar için uygun. 12- 15 eğimli, 4000 – 4500 metre uzunluğundaki mavi pistlerde 750 kayakçı spor yapabiliyor. Orta düzeyli kayakçıların pistleri kırmızı renkliler, 15.000 m uzunluğunda 8 adet. Kırmızı pistlerin eğimleri 15-25 arasında değişiyor ve bu pistleri 1200 kayakçı kullanabiliyor. Siyah renkli pistler ise usta kayakçılar için uygun. Davras’ta 2 adet %25’in üzerinde eğimli usta pisti var. 300 kayakçı kapasiteli bu pistler 4.000 metre uzunluğunda… edaktüel sağlık dosyası Genç bedenler için de risk artıyor Meme Kanseri • Doç. Dr. A. Serhat Gür • Genel Cerrahi ve Cerrahi Onkoloji Uzmanı Özel Tınaztepe Hastanesi Başhekimi Meme kanseri, günümüzde kadınların en büyük korkularından biri olmaya devam etmektedir. Kadınlarda kanser nedeniyle ölümlerin 1. sırasında yer almaktadır. Kanser tedavisi her geçen gün biraz daha ilerlemesine ve daha etkili olmasına rağmen, meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türü olması sebebiyle toplumda önemli bir sorun oluşturmaktadır. Dünya çapında yapılan çalışmalara göre, yaşayan her 8 kadından biri hayatının bir döneminde meme kanseri ile karşılaşacaktır. Bu nedenle kadınların meme kanseri ile ilgili duyarlılığının arttırılması gerekmektedir. Bu hastalık tüm kadınlarda oluşabilecek bir hastalıktır. Toplumda sadece yaşlı kadınlarda ya da menopoz sonrasında görülür gibi yanlış bir bilgi vardır. Oysa ki çok genç yaşlarda dahi meme kanseri görülebilmektedir. Önceleri 40 yaş altında meme kanseri nadir görülürken son yıllarda genç yaşlarda da ortaya çıkmaktadır. 30 yaş altında dahi hastalar görülebilmektedir. Bu nedenle çok genç yaştaki kadınların da bu hastalık konusunda bilgi sahibi olmaları ve kontrollerini yaptırmaları gerekmektedir. 32 edaktüel ocak•şubat 2015 Tüm kadınlar bu hastalık açısından risk altındadır. Ancak doğum yapmamış, emzirmemiş, ilk adet yaşı erken ve menopoz yaşı geç olan, ailesinde birden fazla 1. derece akrabasında (anne, kardeş, kız) meme kanseri olan kadınların daha yüksek risk altında oldukları bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bunun yanında birçok çevresel faktörün (coğrafi bölge, iklim v.b.) ya da beslenme faktörünün (yağlı beslenme, sigara, çeşitli meyve ve sebzeler v.b.) meme kanserini arttırabileceği düşünülerek çalışmalar yapılmış ama hiç birisinin bu hastalığı arttırdığı ispatlanamamıştır. Bunun yanında çok uzun süre kullanılan (10 yıldan fazla) doğum kontrol ilaçları ile menopoz sırasında kullanılan hormon tedavilerinin bu hastalığı arttırabileceği gösterilmiştir. Meme kanserinde de tüm kanser türlerinde olduğu gibi erken teşhis en önemli korunma ve tedavi basamağıdır. Bu hastalık ne kadar erken teşhis edilirse o kadar etkili tedavi edi- lebilmektedir. Temel olarak meme kanseri 4 evrede incelenir. 1. evre en erken, 4. evre de en geç evredir. Ülkemizde özellikle batı kesimlerde hem toplumun bilinçlenmesi hem de tanı araçlarının yaygınlaşması sonucunda, erken evrede tanı koyulan hasta oranları her geçen gün artmaktadır. Ama yine de henüz Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki orana ulaşamamaktadır. Meme kanserinde en önemli erken tanı aracı mamografidir. Tüm bilimsel çalışmalar, 40 yaşından sonra her kadının senede 1 kere çektireceği mamografi ile meme kanserinin erken tanısının mümkün olduğunu ispatlamıştır. 40 yaşından önce mamografi çekilmesi tavsiye edilmemektedir. Çünkü bu yaştan önce çekilecek mamografi meme dokusunun özelliğinden dolayı etkili olamamaktadır. Diğer bir tanı aracı olan ultrasonografi 40 yaşından önce mamografi yerine kullanılan değerli bir yöntemdir. 40 yaşından sonraki hastalarda da mamografi ile birlikte ult- rasonografi genellikle uygulanmaktadır. Herhangi bir risk faktörü olmayan kadınlarda 35 yaşından itibaren ultrasonografi kontrolleri başlayabilir. Risk faktörü yüksek olan kadınlarda ise çok daha erken yaşlarda ultrasonografi ile taramalar başlayabilir. Tüm bunların amacı herhangi bir kanser oluşumu varsa onu en erken aşamada teşhis etmektir. Son yıllarda kullanılan tanı metotlarından biri MR yani Manyetik Rezonans görüntülemedir. Ancak bu yöntem genellikle tanı ve tarama amacıyla değil, var olduğu ispatlanmış ya da çok kuşkulu olan durumlarda memenin daha ayrıntılı görüntülenmesi amacıyla uygulanmaktadır. Bu üç tanı yönteminin yanında son yıllarda daha başka görüntüleme yöntemleri gündeme gelmiştir. Ancak bunlar henüz günlük standart uygulamada yerini almamıştır. Tüm kadınlara tavsiye edilebilecek diğer bir konu kendi kendine meme muayenesidir. Bu yöntem her ne kadar etkin görünmese de kadınların kendi vücutlarını tanımaları açısından değerlidir. Her ay adetin başlangıcının 7-10. günü civarında ayda sadece 1 kere kendi kendine muayene önemli avantajlar sağlayabilir. Meme kanseri tespit edilen hastanın tanı koyulduktan sonra derhal tedaviye başlaması gereklidir. Bu hastalığın tedavisinde temel olarak kullanılan yöntemler cerrahi, kemote- rapi (ilaç tedavisi), radyoterapi (ışın tedavisi) ve hormonoterapi (hap ile tedavi). Bu tedavi yöntemlerinin hepsinin ayrı bir yeri ve etkinliği vardır. Bu yöntemler birbirleriyle el ele dolaşan arkadaş gibidirler ve ayrı düşünülemezler. Bu tedavilerin uygulanma gerekliliği ve zamanlaması, her hasta için, konularının uzmanları tarafından oluşan onkoloji konseylerinde tartışılıp karar verilir. Bu kararlar verilirken dünya çapında kullanılan rehberlerden yararlanılır. Ben genel cerrahi uzmanı olduğum için cerrahi tedaviden biraz daha bahsetmek isterim. Meme kanserinin cerrahi tedavisinde meme ve koltuk altı lenf düğümlerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Günümüzdeki cerrahi yaklaşımda her iki dokunun da mümkün olduğu kadar korunması hedeflenmektedir. Meme kanseri hastalarında %60-70 oranında meme koruyucu cerrahi dediğimiz, memenin sadece hastalıklı olan bölgesi alınan yöntem uygulanmaktadır. %30-40 oranındaki hastamızda ise tümörün yerleşimi, tümörün davranışı ya da kişisel sebeplerden dolayı memenin tamamı alınmaktadır. Koltuk altı için de yine uygun olan hastalarımızda sentinel lenf nodu biyopsisi (bekçi düğüm biyopsisi) dediğimiz, koltuk altı lenf düğümlerinin çeşitli yöntemlerle tespit edilip, çıkarılıp incelendiği yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntem sayesinde de hastaların yaklaşık %50’sinde koltuk altı lenf bezlerinin tamamının alınmasına gerek olamamakta ve böylece kolda oluşabilecek sorunlar engellenmektedir. Bu hastalığın cerrahi tedavisinde kullanılan estetik cerrahi yöntemler de çok yaygınlaşmıştır. Bu konunun ayrıntısına başka bir makalede girmenin daha uygun olacağını düşünüyorum. Meme kanseri erken teşhis edildiğinde, yukarıda bahsettiğim tedavi yöntemleriyle bu hastalıktan %100’e yakın kür yani hastalıktan tamamen kurtulma şansı olmaktadır. Ancak ileri aşamada teşhis edilen hastalarda maalesef hastalıktan tamamen kurtulma daha az oranlarda görülmektedir. Sonuç olarak, meme kanseri kadınların korkulu rüyası olsa da erken teşhis ve gelişmiş tedavi yöntemleriyle üstesinden gelinebilecek bir hastalıktır. Benim tüm kadınlara tavsiyem “meme kanseri olmaktan değil geç kalmaktan korkun ve bu nedenle 40 yaşından sonra yılda bir kere mamografi ve meme kontrolü yaptırın” olacaktır. n Elle Muayene Kendi kendine meme muayenesi iki türlü yapılabilir. Birincisi, yatar pozisyonda elle değerlendirme yöntemidir. Memelerin muayene edilmesi esnasında sert bir zemine veya yatağa yatarak, muayene edilecek memenin olduğu taraftaki kolların yukarıya kaldırıp başın altına koyulması ve memelerin, göğüs duvarıyla ellerin iç kısmı arasında ezilerek muayene edilmesi büyük önem taşıyor. Diğer bir yöntem memelerin ayakta elle değerlendirilmesi yöntemidir. Bu muayenenin duşta sabunlu elle yapılması idealdir. Çünkü su ve sabunun etkisiyle meme dokularındaki muhtemel kitleler daha kolay ulaşılır hale gelirler. Duşta kolların yukarıya kaldırılıp ellerin iç kısmıyla meme dokuları ezilerek bütün meme kadranları kontrol edilebilir. Bu doğrultuda, memenin içinde herhangi bir ur veya sertlik olması durumunda hissetmek mümkün olacaktır. 2015 ocak•şubat edaktüel 33 edaktüel anne çocuk Çocuk ve Uyku • Nilgün Palulu • Klinik Uzman Psikolog B ebeğin ilk aylardaki yaşamı, anne rahmindeki yaşamından pek farklılık göstermez. Günün büyük bir bölümü uykuda geçer. Ancak acıkınca ya da sıkıntısı olunca uyanır. Onun için gece gündüz farkı yoktur. Bu yüzden de sizi yorar. Doyurulup sıkıntısı giderilince, yeniden uykuya dalar. Bu nedenle bebek için uyku, beslenme kadar önemlidir. Zaman içerisinde uyku düzeni sizinkine uyum sağlayacaktır. Uykuyu öğretmek anne ve babaların elindedir. Burada çeşitli uyku eğitim metotları devreye girer. Yanında ve ona destek olarak çocuğun yeni uyku alışkanlıkları öğrenilmesi sağlanabilir. Bu alışkanlıkların korunması için uyku düzenine özen göstermek gerekir. Çocuklar uyku alışkanlıklarını daha ilk aylardan itibaren edinirler. Uyku öğretilebilen bir beceridir, ilk aylarda farkında olmadan öğretmekteyiz. Sürekli memede uykuya dalan bebeğe, bu şekilde uyumak öğretilir. Karnının acıktığını düşündüğünüzde bebeğinizi uyandırmanıza gerek yoktur. Rahatlıkla uykuda da meme emebilir ve bunun hiçbir sakıncası yoktur. n Yeni doğan bebeğiniz ilk günlerde 20 saatlik uykuya ihtiyaç duyar. n 3 aya kadar günlük 17-18 saat uyku süresi vardır. Bu dönemde bebeklere gece gündüz kavramı öğretilmeye çalışılmalıdır. Bunun için gündüz vakitleri bebeğinizle oynamalı, konuşmalısınız, gece ise ışıkları iyice azaltıp ilgisini çekebilecek dış uyaranlardan ve sesten uzak ortam oluşturmalısınız. n 3. aydan sonra bebekler yaklaşık 15 saat uyku uyurlar. Bunun genellikle 10 saati gece, 5 saati gündüz uykusudur. Gece uykusunun ilk 5 saatinde beslemek için uykusunu bölebilirsiniz. 34 edaktüel ocak•şubat 2015 n 3 aylık olduğunda bebeğin kendiliğinden uyuması için beşiğine yatırmalı ve uyutmak için uğraşmamalısınız. Uyku eğitimine devam etmeli, ninniler söylemeli, gece pijamaları giydirerek şartlı refleks oluşturmalısınız. Kış aylarında 20.00 yaz aylarında ise 21.00 uyku için uygun zamandır. 10 saatlik süre sonunda sabah uyandırmak bebekte gündüz algısını güçlendirecektir. n 6 - 9 aylıkken bebeğinizin günlük uykusu 13 saate kadar iner. Sabahları ve öğleden sonra olmak üzere günde iki kez kısa süreli gündüz uykuları uyuması uyku düzeninin sağlanmasında faydalı olacaktır. n 9 -12 aylarda bebeğiniz geceleri 10 saat ve gündüzleri iki kez 1- 2 saat uyuyor olacaktır. Bundan sonra ailenin dikkat etmesi gereken her durumda uyku saatini geçirmemek, dış uyaranları kontrol altında tutmak olmalıdır. n 12 – 24 aylarda bebeğinizin günlük uyku süresi 12-13 saate inecektir. Gündüz uykular azalmıştır. 2 kez 1-2 saat uyuması yeterlidir. Artık dış dünya daha fazla ilgisini çektiğinden uyumamak için direnç gösterecektir. n 3-4 yaşlarındaki çocukların bir çoğu hala tek gündüz uykusu uyumaktadırlar. Ama çocuğunuz gündüz uykusu uyumak istemiyorsa onu zorlamamak gerekir. Uyumak yerine odada sakin vakit geçirmek, kitap okumak, belki de gözlerini dinlendirmek onu rahatlatacaktır. Bu yaşlarda gündüz uykusu ortadan kalktığında akşam çok erken yatılması gerekmektedir. Gece uyanma problemi varsa mutlaka uyku eğitimiyle çözülmelidir. Uykuyla ilgili bir kural koyduysanız, ona sakince yatağında uyuması gerektiğini anlatabilirsiniz. Bu yaşta uyku eğitimi çok daha fazla sabır ister. Genel olarak 2 - 11 yaş aralığındaki tüm çocuklar için geçerli olan uyku saati 21.30. 6, 7 ve 8. sınıflar için, bir saat yukarı çekerek 22.30 sınır olarak düşünülmektedir. Liseye başladığında ise uyku saatini en geç 23.00 olarak belirlemek ortak görüş olarak kabul edilmektedir. Uyku saati kadar uyku ortamı da sağlıklı bir uyku için önemlidir. Tam karanlıkta çocuk korkmaz. Ama flu ortamda çocuk korkabilir. Eşyaların, nesnelerin gölgesi iki katına çıkar. Çocuk bu görüntülerden etkilenip korkabilir. Oysa tam karanlık ortamda, bu söz konusu olamaz. Bu nedenle karanlık ve sessiz bir ortam sağlıklı bir uyku için gereklidir. Uyku düzeni ile ilgili sorun olarak karşımıza çıkan ilk konu çocuğu uyutma konusudur. Anne-babalar bu işi, uyku vakti rutinleri oluşturarak ve çocuğun kendi kendini sakinleştirici yöntemler kullanmasına yardımcı olarak kolaylaştırabilir. Kendi kendini sakinleştirmeye yarayan nesneler beslenme işleminin sonunda bebeğin gevşemesine yardımcı olur. Geçiş dönemi nesneleri denilen kendi kendini sakinleştirmeye yarayan araçlar emzik, parmak, hayvan şeklinde yumuşak bir oyuncak ya da bir battaniye olabilir. Bebekler bu nesneleri ger- gin durumlarda rahatlamak için kullanırlar. Ayrıca, uyanıklıktan uykuya geçerken de faydalanırlar. Bazı anne-babalar bebeklerini kendi yataklarına alırlar. Bu durumda, bebek anne-babanın ritmine alışır, kalp atışı ve solunumunu onlara göre düzenlemeye başlar. Yine de, eğer anne-baba; bebeğin hareket ettiğini ya da döndüğünü fark edemeyecek kadar sesli ya da derin uyuyorsa, bebekle birlikte uyumak yerine yatağın yanına koyabilecekleri bir beşik kullanmalıdırlar. Bebeklerin gece uykuya dalamamasının sebeplerinin en başında aşırı yorgunluk gelir. Doğru saatte yatırılmayan bebek, uykuya dalmakta zorlanır, gece sık sık uyanır. Bebeklerde uyku düzeni bozukluğunu etkileyen uyku hijyenini etkileyen bazı faktörleri şöyle sıralayabiliriz: Dekorasyon: Bebek odalarında parlak renkler, fazla sayıda uyarıcı oyuncak bulunması uykuya geçişi zorlaştıracağından uyku kalitesini olumsuz yönde etkiler. Sıcaklık: Bebeğin uyuyacağı odanın sıcaklığı 18-22 derece arasında değişmelidir, bu uyku için ideal sıcaklıktır. Işık: Parlak ışık melatonin hormonu salgılanmasını engellediğinden ve derin uykuya geçişi zorlaştırdığından, odada koyu renkli bir perde kullanmak gerekir. Yatak: Çok yumuşak pamuk yataklar uyku için uygun değildir, bunun yerine orta sertlikte bir yatak kullanılmalıdır. Televizyon: Gece uykularında yatmadan 1 saat, gündüz uykularında ise yarım saat öncesinden televizyonu kapatmak gerekir. Bütün uyaranlar kontrol edilse de bazen uyum bozukluğuna bağlı uykusuzlukta görülebilir. Uyum bozukluğuna bağlı uykusuzluk, birkaç gece süren uykuya dalma veya sürdürme problemidir. Uyum bozukluğuna bağlı uykusuzluk üç aydan daha kısa sürer. Bu tip bir uykusuzluk genellikle heyecan veya stres altında oluşur. Çocuklar, örneğin, sonbaharda okulların açılmasından hemen önce uykularında çok sık döner ve hareket ederler. Uykusuzluk, önemli bir sınavın veya spor aktivitesinin öncesindeki gece ortaya çıkabilir. Bu durumun geçici olduğu düşünülmeli ve daha önceden oluşturulan uyku düzeni ve ritminde ısrarlı davranılmalıdır. Eczacınız sizi dinliyor Siz sordunuz, eczacınız yanıtladı... n Uçuk nedir? Neden oluşur ve bulaşıcı mıdır? Uçuk sıklıkla dudakta, ağızda, nadiren dişetinde ve sert damakta görülen içi sıvı dolu kabarcıklara verilen addır. Önce ağrı ortaya çıkar, kabarcıklar saatler içinde patlayarak kabuklanır. 7-10 gün sürer. Uçuk, herpes simpleks virüsünün stres, ateş, travma, hormonal değişiklik- ler ve güneş ışığına maruz kalma gibi durumlarda aktif hale geçmesi ile meydana gelir. Virüs gözlerinize, cinsel organlara ve diğer insanlara da bulaşabilir. Ağız içi, burun içi, cinsel bölge gibi mukoz zarlar enfeksiyona karşı korunmalıdır. Uçuğu sıkıştırıp patlatmayın. Emzirmenin sakıncalı olduğu durumlar... • Meme başında mastit veya beze oluşmuşsa. • Annede bazı ciddi ilaç kullanımı antidepresan, tetrasiklin, kanser ilaçları, radyo aktif madde alımı varsa. • Annede alkol ve uyuşturucu kullanımı varsa. • Annede depresyon varsa. • Annede zehirlenme veya böcek sokmaları. • Anne ağır enfeksiyon geçiriyorsa. • Bebeğe şekeri metabolize edememe hastalığı tanısı konmuşsa. Çocuklarda ateş yükselmesine karşı Ateşe karşı ilk 5 önlem; 1- Kıyafetlerine dikkat edin: 38,5 derece civarındaki hafif ateşte çocuğunuzun üzerindeki fazla giysileri çıkartın, ince ve bol bir pijama giydirin. 2- Sıvı alımına özen gösterin: Bol miktarda su ve sulu gıdalar almasını sağlayın. 3- Bulunduğu ortamın sıcaklığını 21-22 derece arasında tutmaya dikkat edin. 4- 29-32 derece ılık suyla duş aldırın veya ılık-ıslak bezlerle pansuman yapın. 5- Hemen ateş düşürücüye sarılmayın: Ateşin 39 dereceye çıkması durumunda doktorunuza danışarak çocuğa ateş düşürücü verebilirsiniz. n Burun kanaması olduğunda ne yapmalı? • Kanaması olan kişiyi sakinleştirmeye çalıştırılmalıdır. Heyecanlı ve panik halinde olanların tansiyonu yükselir ve kanamanın şiddeti artabilir. • Baş hafifçe öne doğru eğilmeli yutularak mideye gitmesi engellenmelidir. Kanama miktarı anlaşılamadığı gibi bulantı ve kusmaya da yol açabilir. • Burnun yumuşak olan kısmını tamamen kavrayacak şeklide başparmak ve işaret parmaklarla 5 dakika sıkıştırılmalı. • Dik oturulmalı veya yatmak gerekiyorsa mutlaka baş yüksekte kalacak şekilde yatılmalıdır. 2015 ocak•şubat edaktüel 35 edaktüel söyleşi Tarık Akan: “Sinemamız sınırların dışına çıktığında çok mutlu olacağım” • Neslihan Acu • Tarık Akan sinemaya 1971 yılında girdi. O yılların meşhur Ses Dergisi’nin düzenlediği yarışmada birinci oldu ve ilk filmi "Solan Bir Yaprak Gibi"yle seyirciyle buluştu. Onu bir süre aşk filmlerinin romantik jönü olarak izledik. 1978 yılında ise Maden filmiyle başka bir kulvara geçti. Antalya’da "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü"nü kazandığı bu filmden sonra, kariyerini politik bir çizgide devam ettirdi. Antalya Film Festivali’nde Suçlu, Maden, Pehlivan, Üçüncü Göz, Karartma Geceleri ve en son 2003 yılında Gülüm filmleriyle tam altı kez En İyi Erkek Oyuncu Ödülü aldı. 1996 yılındaki festivalde ise "Yaşam Boyu Onur Ödülü"nün sahibi oldu. Tarık Akan söyleşi yapmaktan pek hoşlanan bir sanatçı değil. Hatta hiç hoşlanmıyor. Söyleşi isteğimize yanıt alabilmemiz de epey zor oldu. Sahibi bulunduğu Bakırköy’deki Taş Mektep’te gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi için kendisine çok teşekkür ediyoruz. Son dönemlerde adınız sadece polemiklerle gündeme geldi. Sinema filmlerinde göremiyoruz sizi. Neden? Eee! Çünkü doğru dürüst proje gelmiyor. Küçük projeler geliyor. Onları da yapmak istemiyorum. Adam gibi projeler de bana gelmiyor. Bazen aradan çok uzun zaman geçiyor, filmciliği özlüyorum, hadi şu diziyi yapayım da, birazcık özlemi kaşıyalım hiç olmazsa diyorum. Ama diziye başladığımın birinci haftası kendime kızmaya başlıyorum, niye başladı diye. Çünkü çok zor bir iş. Günde 18 saatten fazla çalışıyorsun ve vücut dayanmıyor. Böyle bir şeye de katlanmak bu yaştan sonra artık çok zor. Şimdiye dek üç dizide çalıştım. da olur diye de düşünüyorum. İşte en son "Mutluluk" filminde oynayacaktım mesela, bunu da ilk defa size söylüyorum. Mutluluk fena bir proje değildi. Ama yönetmeniyle profesyonel manada anlaşamadım. Onu bıraktım gittim dizi çektim. En son “Ah İstanbul” dizisiydi. Ama yayından çabuk kaldırıldı. Evet. Olmuyor, tutmuyor. İyi ki de tutmuyor, çabuk bitiyor. Bir de tutsa, demek ki aylarca uğraşacağız. Sayın Akan, senaryosunu da yazdığınız Kara Toprak projesiyle ilk kez yönetmen koltuğuna oturacaktınız. Ama film Bakanlıktan kredi alamadı. Proje tümüyle iptal mi oldu? Sekiz yılımı verdiğim bir senaryo. Şimdilik kaldı. Eninde sonunda çekilecek diye düşünüyorum. Aslında sinemada büyük canlılık var. İyi projeler neden size gelmiyor peki? Projeyi yaratan kafasında seni görmedikten sonra o projede yer almak zordur. Türk Sineması’nın şu andaki durumunu bir değerlendirmenizi istesem... Şimdi, baktığın zaman Türk Sineması’nda çok film çekiliyor gibi görünüyor ama sınırların dışına çıkmayan bir sanat dalı, sınırları içinde kalmış, hapsolmuş. Kendi halkına, kendi toplumuna yönelmiş, yalnızca onların zevk ve anlayışlarına yönelmiş bakış açısı olan filmler var. Bu filmler bir ölçüde sınırların dışına çıkabilseler, ben çok mutlu olacağım... Çekimlere hiç mi başlayamadınız? Başladık. Filmin başını ve sonunu çektim. Sonra parasızlık başladı, film kaldı. Mükemmel bir projeye destek alamadık. Hikâye benim gündemimden düştü. 36 edaktüel ocak•şubat 2015 Yani biraz görünmez mi oldunuz? Birazcık öyledir. Yani sinema dünyasında önlerde olduğun zaman film yapanların seni hatırlamaları daha kolaydır. Ama ben kendimi mümkün olduğu kadar geriye çekmiş bir insanım. Kendi projemi kendim çekeceğim diye uğraştım, o da olmayınca... Bir de yorgunluk ve bıkkınlık var. Olsa da olur olmasa Sanırım profesör rolü teklif edilmişti. Aslında o rolü almanız iyi olurmuş... Yoo, filmi seyrettim. “İyi ki de oynamamışım” dedim kendi kendime. Neden? Beğenmediniz mi filmi? O filmde benim oynayıp oynamamam benim için bir şey değiştirmedi. Film için de bir şey değişmedi. Anlatabildim mi? Ama son yıllarda çekilen filmlerde önemli bir kalite sıçraması var bence. Eskiden festivallerde adı olan işler çıkardı bu ülkede. Şimdi bunların hiçbiri yok. Eskiden sadece sol adına yapılan filmler öne çıkardı festivallerde. Şimdi daha insanı anlatan, evrensel filmler yapılıyor, onlar ön planda diye düşünüyorum. Sinemayı öyle ayırdığın zaman yanlış bir iş yaparsın. Devrimci, sol içerikli filmler çıkıyordu, öbürleri çıkmıyordu diye konuştuğun zaman altından kalkamazsın ki bunun. Böyle de bir şey yok ayrıca. Ama siz o ayrımı yapmışsınız. İlk dönem filmlerinizle diğerlerini ayrı tutuyorsunuz. Öyle değil mi? Hayır yapmadım. Politik filmlerim var. Bir iki tane. Ama hepsi de öyle politik film değildir. Mesela benim çektiğim Sürü filmi politik bir film midir? Hayır. Yol politik bir film midir? Hayır. Politik film olarak, "Maden" vardır çektiğim, "Demiryolu" vardır. "Çark" diye bir film var. Bunlar politik. Bayağı böyle, gözüm parmağına politikayı anlatır. Öbürleri ise hayatın gerçeğini olduğu gibi yansıtır. Siz Türk Sineması’nın daha önceki yıllarda çıkardığı filmleri beğeniyorsunuz. Evet. Ayakları yere basan, insanı ve sevgiyi anlatan, çarpıklığı ve yanlışlığı altını çizmeden gösteren, lafını söylemeden anlatan filmlerdi onlar Politik değilim diyorsunuz. Ama politik sinema denince akla gelen ilk isimsiniz. Tabii ki. O öyle. Ben bir tarafım. Laik, Atatürkçü, demokrat, solun içerisinde. Bir düşüncem, bir dünya görüşüm var. Açık ve nettir bu. Şu ana kadar olanlar umutsuzluğunuzu haklı çıkarıyor mu? Hem de nasıl. Ben kültür sanat konusunda o kadar umutsuz değilim. Çok sayıda kitap basılıyor, sinemada iyi işler çıkıyor. Ülkenin sanatı dediğin zaman yedi tane sanat girer bunun içerisine. Opera, bale, müzik, edebiyattan başlar sinemadan çıkarsın. Ve bunlardan bir Kültür Bakanlığı sorumludur. Bunları dünya ölçeğine taşımak mecburiyetindedir. Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün Kültür Bakanlarından söz ediyorum. Ama o kadar azı bunu yaptı ki. Ben şu anda ülkemde sanat var diyemem. Hiç kimse de bunu iddia etmesin. Edebiyat hangi dönemde, müzik nerde, opera bale nerde, tiyatro nerde? Ee peki bunlar bu haldeyken sinemanın birdenbire dünyanın bil- Türk Sineması sınırların dışına çıkmayan bir sanat dalı, sınırları içinde kalmış, hapsolmuş. Kendi halkına, kendi toplumuna yönelmiş, yalnızca onların zevk ve anlayışlarına yönelmiş bakış açısı olan filmler var. mem neresinde olma ihtimali var mı canım? Olamaz ki böyle bir şey. Anadolu’nun sineması olmayan şehirleri var hâlâ. Kasabalarında sinema yok, tiyatro zaten hiçbirinde yok. Şu anda koskoca 12 milyonluk İstanbul’da kaç tiyatro var? Yunanistan’ın tamamı o kadar ama yalnız Atina’da var olan tiyatro sayısı, Türkiye’de var olan tiyatro sayısından daha fazla. Bir ülkenin tiyatrosu, sineması, edebiyatı, müziği sıfırsa o ülkede sanat yoktur. Biz bunlarda ne yaptıysak yapmışız işte, bundan sonra da çok bir şey olacağına inanmıyorum ben. Muhafazakârlığın, tutuculuğun ve gericiliğin sanatı olmaz. Karamsar bir yaklaşım değil mi bu? Öyle. Ama gerçeği bu. Bakın şimdi her yere çok büyük alışveriş merkezleri yapılıyor. Her yere. İçlerinde en fazla 2-3 tane sinema salonundan başka hiçbir şey yok. Tiyatro salonu, konser salonu asla düşünülmüyor. Çünkü onlar para getirmiyor. Ya devlet olarak sen bunu mecbur tutarsan, kanuna koyarsan, "Sen kardeşim burada bu araziyi kullanıyorsun ama buraya şu büyüklükte, şu ölçekte konser salonu, tiyatro salonu, sergi salonları yapmak mecburiyetindesin" diye 2015 ocak•şubat edaktüel 37 edaktüel söyleşi Anadolu’nun sineması olmayan şehirleri var hâlâ. Kasabalarında sinema yok, tiyatro zaten hiçbirinde yok. Yunanistan’ın tamamı İstabul kadar ama yalnız Atina’da var olan tiyatro sayısı, Türkiye’de var olan tiyatro sayısından daha fazla. kanun koyarsan, hepsi yapacak eli mahkûm. Dünyanın her yerinde de bu böyledir. Fransa’da açmaya kalksan o şartı koyar. Yunanistan’da aynı. Peki, bir aydın olarak, sanatçı olarak ne öneriyorsunuz? Onun için insanların ilkokul dönemindeki eğitiminden neleri alması gerektiği, hangi kültürün hangi anlayışın temellerinin yerleştirilmesi gerektiği, 1924’lerdeki gibi bir anlayışla geriye dönüp bu toplumu ele almakta fayda vardır. Bu okulla (Taş Mektep) eğitimde bir misyon üslenmiş olduğunuzu düşünüyor musunuz? Ya şu anda milyonlarca çocuk var ilköğretimde okuyan. Burada benim küçücük bir okulum var, n’olur onunla? Önemli olan misyonu. Aziz Nesin Vakfı da küçük ama yaptığı iş büyük. Bizimki bir örnektir. Eğitime nasıl bakılması gerektiği, deneyimin çocuğu nasıl birey haline getirebileceği, sistemleri var burada. Ve 600 çocuğa aşağı yukarı 100 küsur öğretmen var. Çok büyük bir orandır bu. Devlet okullarının da böyle olmasını çok arzu ederim. Ve bizde 100 öğretmen de hepsi aynı noktaya bakarlar. Ben eğitimci değilim, ben yalnızca bir sinemacıyım. Pek fazla burnumu sokmam. Ben yalnızca okulun sahibiyim. Eleştirilerim olur tabii, o ayrı. Sinema konusuna dönersek, umarım sizi yakında yeni bir filmle karşımızda görürüz. 38 edaktüel ocak•şubat 2015 Bunun için uğraşıyorum. Yeni bir projenin peşindeyim. Hayata geçirebilirsem mutlu olacağım. Ne kadar hizmet etmiş olurum bilmiyorum. Sinemacılıkta böyle bir şeyin garantisi yoktur. Yaparsın, kimse seyretmeyebilir de, herkes eleştirebilir de. Herkes senin tersine de dönebilir. Gayet doğaldır. Ama mühim olan projeyi gerçekleştirmektir. İsteyen eleştirsin. İş yapıp yapmaması önemli ama yapmazsa çok fazla üzüleceğimi sanmıyorum. İş yapmak deyince, Babam ve Oğlum filmi geldi aklıma. Türk Sineması’nın dönüm noktası aslında o film, değil mi? Onu nasıl değerlendiriyorsunuz? Babam ve Oğlum’u seyrettim. Hoş bir filmdi. Çağan zaten doğru bir yönetmen, daha da güzel işler yaptı ve yapacak. 12 Eylül Dönemi’ni doğru anlattığını düşünüyor musunuz? Çok fazla eleştirilemez. Eleştirmek yanlıştır Babam ve Oğlum’u. Babam ve Oğlum’un her şeyi doğrudur bence. Ben 99’da Atıf Yılmaz’la Bozcaada’da bir film çektim (Eylül Fırtınası). Kızından dolayı üzülen bir dedeyi oynadım. O proje yanlıştı mesela. Onun için tutmadı. Çünkü 12 Eylül Dönemi’nde oğlu çocuğu hapse düşmüş annelerin babaların hiçbiri çıldırmadı ama hepsi hastalıktan, kanserden, üzüntüden dolayı, çoğu zaman hayatlarından beşer onar yıl daha az yaşadılar. Babam ve Oğlum doğru yerden anlattı öyküyü. O dönem içerde o kadar çok acı çeken insanların birkaç yıl sonra hangi hastalıklardan öldüklerinin araştırması tam olarak yapılmadığı için Türkiye’de, tüm bu gerçekler kıyılarda köşelerde kaldı. edaktüel haber Sağlıklı nesiller yetiştirmenin yolu, Buğday’ın ruşeyminden geçer… • Eczacı Reyhan Akay • Günümüz tüketim toplumlarında gıdaların tüketiciye sunuluş biçimi endişe kaynağı olmaya başladı. Ne yazık ki gıdalarımız değerini kaybetmiş, bırakın beslemeyi, insan sağlığına zararlı bir nitelik kazanmış olarak insanlara sunulmakta. Tüketiciye ulaşan gıdaların büyük kısmı raf ömrünü uzatabilmek için, içerikleri yapay koruyucularla zenginleştirilmiş(!) durumda. Ekmekten çalındı hayvan yemi oldu Dilerseniz en çok tükettiğimiz temel besin kaynaklarımızdan birini, ekmeği ve buna bağlı olarak buğdayı ele alalım: Ülkemiz insanları yüzyıllardır enerjisinin yüzde 68’ini tahıllardan almaktadır. Buğdaya besin değerini kazandıran bileşenlerin büyük kısmı buğdayın ruşeyminde bulunmaktadır. Ruşeym, buğday tanesinin embriyo kısmı olup, filizlenme için gerekli tüm enerji ve besin kaynaklarını içerisinde barındırmaktadır. Ancak buğday ruşeyminin raf ömrü çok kısa olduğu için buğdayın işlenmesi sırasında bu değerli bölüm, unun raf ömrünü kısalttığı ve insanımızın beyaz ekmeği tercih etmesi nedeniyle undan kepekle beraber çıkartılarak hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Buğday ruşeyminin hayvanlar üzerinde hiçbir besleyici değeri bulunmamaktadır. Buğday ruşeymi “Tabia” ile tekrar doğdu Ekmeğimizdeki buğday ruşeyminin ticari nedenlerle yok edilmesi ve insanların sağlığıyla 40 edaktüel ocak•şubat 2015 oynanmasından duydukları endişeyle yola çıkan bir grup fikir insanı Aydın- Söke'de bundan birkaç yıl önce bir üretim tesisi kurdular. Doğal Destek Ürünleri Araştırma Sanayi Ve Ticaret A.Ş adıyla kurulan bu tesiste Araştırma Şirketleri, Üreticiler, İnsan Sağlığıyla Görevli Eczacılar ve Tüm Ecza Kooperatifleri Birliği (TEKB) bir araya gelerek bir sosyal sorumluluk projesi başlattılar. Projenin amacı, doğadan geleni, doğallığı korumak için, doğal olarak kullanıma sunmak... Ürettikleri ürünlere doğallığı çağrıştırması bakımından ''TABİA'' adını koydular. Aynı zamanda bu tesis insana ve doğaya olan saygısı nedeniyle ''Sıfır atık'' ilkesi ile çalışıyor. Gelelim ekmekten alamadığımız hayvanlara yem olan buğday ruşeymine... Söke’deki bu tesis beslenmemizdeki eksiklikten yola çıkarak, en çok önem verdiği ürün olan buğday ruşeym yağının üretimini yapmaktadır. Bir ton buğdaydan ancak 20 kg. ruşeym alınabilmesi, 20 kg. ruşeymden de 1 kg. ruşeym yağı elde edilmesi ürü- nün değerini ortaya koymaktadır. Ayrıca üretim, kimyasal çözücü (hekzen gibi insan sağlığına zararlı) ve presleme (merdanenin ısısının zararı nedeniyle) yöntemlerinin dışında Dünya'nın en ileri yöntemi olan ''süperkritik karbondioksit extraksiyonu'' denilen bir yöntem ile yüzde yüz saf olarak yapılmaktadır. Kendilerine danışmanlık yapan değişik fakültelerdeki bilim insanları aracılığıyla, üretilen ürünlerle ilgili kontroller ve bilimsel çalışmalar da standartlara uygun olarak yapılmaktadır. Ayrıca TABİA, çiftçilerimizin hasat sonrası ürünlerini değerlendirme açısından da ülkemiz tarımına yeni ufuklar açmaktadır. Yaşlanma etkilerini geciktiriyor Buna göre; TABİA'nın ürettiği buğday ruşeym yağının yapısında bulunan A, D, E, B1,B2, B3 vitaminleri ve Omega 3, 6, 9 nedeniyle doğal enerji kaynağıdır. Ruşeymde bulunan E vitamini soğuk deniz balıklarında bulunan E vitamini kadar zen- gindir. Bu nedenle yaşlanma etkilerini geciktirmeye, bağışıklık sistemini desteklemeye yardımcı olur. Ayrıca üreme sistemi üzerinde çok olumlu etkileri bulunmaktadır. Omega 3, 6, 9 yağ asitlerinin en iyi etki gösterebilmesi için bilimsel olarak kendi içlerinde bir takım oranlarda bulunması gerekmektedir. Bu istenen oran buğday ruşeym yağında doğal olarak hiçbir müdahaleye gerek duyulmaksızın bulunmaktadır. Zengin içeriği nedeniyle ruşeym yağı, kolesterol düzeyini düşürmede, kalp damar sağlığını korumada, vücut bağışıklık sistemini güçlendirmede, çocuklarda bedensel ve zihinsel gelişimi desteklemede, anne sütünü arttırmada, bağırsak florasını ve mikrobiyal dengenin korunmasında, yüksek enerji gereksinimi olan kişilerin fiziksel performansını arttırmada, sporcularda, sınava hazırlanan gençlerde ve yorgunluk sendromu olan kişilerde günlük beslenme programına dâhil edilebilir. Hem kendiniz hem de çocuklar için tüketin Buğday ruşeym yağı dışında, ürettiği birçok doğal destek ürünü bulunan TABİA'nın ülkemizde sağlıklı nesiller yetiştirilmesine katkı koymak için bir sosyal sorumluluk projesi olarak ortaya çıktığını söylemiştim. Siz de bu projeye ortak olmak istiyorsanız, hem kendiniz hem de çocuklarınızın geleceği için sağlıklı nesiller yetişmesine katkı koymak istiyorsanız, ekmeğimizden çalınan buğday ruşeymini eczacınızdan TABİA haliyle temin edebilirsiniz... edaktüel sağlık dosyası Horlama ve uyku apnesi • Doç. Dr. Çağlar Çallı • ağımızın önemli rahatsızlıklarından biri olarak kabul edilen uyku apnesi, önlem alınmadığı takdirde nadir de olsa ölümle sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla hastalığın erken ve daha önemlisi uygun tedavisinin “Obstrüktif Uyku Apne Sendrom”lu (OSAS) hastalar için hayati önem taşıdığını belirtmemiz gerekir. Bu kadar önemli olmasına rağmen hastalığa yakalananların büyük bir çoğunluğu hastalığı fark etmedikleri ya da önemsemedikleri için genellikle hekime gitmemektedirler. Genelde bu kişiler eşlerinin ya da yakınlarının uyarmasıyla başvuru yaparlar. Ç • Huzursuz bir uyku, uykusuzluk görülür. • Sabahları yorgun uyanma, gün içinde uyuklama ve yorgunluk görülür. • Hastalar hızla, aşırı kilo alma eğilimindedir. • Çoğu hasta konsantrasyon güçlüğü çeker. • Hastalarda davranış bozuklukları ve depresyon belirtileri görülür. • Cinsel istek azlığı, kemik erimesi vardır. • Sabahları ağız kuruluğu ve baş ağrıları olur. • Mide yanmaları ve huzursuzlukları vardır. • Çocuklarda hiperaktivite vardır. • Hastalarda şeker hastalığı riski fazladır. • Kalp krizi ve felç geçirme olasılığı fazladır. • Akciğer damarlarında basınç yüksektir. Uyku apnesi tanımı uyku esnasında hava akımının en az 20 saniye süreyle normal değerinin yüzde 20'sine ve daha altına düşmesi ile tanımlanabilir. Oldukça yaygın olan hastalık, erkeklerde, yaşlılarda, çocuklarda, bayanlarda kısaca her kesimde görülmektedir. Erkeklerde biraz daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Çocuklarda görülen rahatsızlık geniz etine ve bademciğe bağlı olarak gelişebilir. Alkol ve sigara kullananlar, aşırı kilolu olanlar, boynu kısa olanlar, alt çenesi gelişmemiş olanlar, sakinleştirici ve kas gevşetici ilaç kullanan kişiler daha fazla risk altındadır. Uyku apnesinin yarattığı olumsuzluklar arasında ise şunlar görülür: • Bu rahatsızlığı olanlarda yüksek tansiyon görülme olasılığı fazladır. • Bu kişilerde solunum güçlüğüyle birlikte gürültülü horlama görülür. • Rahatsızlığı olanlarda kalp atışlarında düzensizlik ve kalp büyümesi görülür. • Hastalar sıkça idrara çıkar. • Uykuda fazla terleme görülür. Polisomnografi, OSAS için altın standart tanı yöntemidir. Hastalar 1 gece boyunca polisomnografi laboratuvarında yatarak sabaha kadar uykuları takip edilir. Burada, saatlik apne sayısı, kandaki oksijen ve karbondioksit oranları ölçülerek hastalığın boyutu hakkında bilgi sağlanmaktadır. Bu sonuçlara göre hafif, orta ve ileri olarak derecelendirilen hastalık, tedavi metotları ile ilgili olarak bireysel olarak değerlendirilmelidir. Bazı hastalar için en etkin tedavi yöntemlerinden biri olan sürekli pozitif hava yolu basıncı (CPAP) tedavisi önerilirken, baz hastalar için cerrahi tedavi yolu bir çıkış 42 edaktüel ocak•şubat 2015 ve tedavi edici bir metot olabilir. Uyku apnesinin teşhisinden sonra hastanın bir Kulak-Burun-Boğaz uzmanının kontrolünden geçmesi gerekmektedir. Konu ile ilgili anatomik bozukluklar varsa bunlar düzeltilmelidir. Bunlar arasında sıklıkla yumuşak damak sarkması, küçük dil büyümesi, dil kökü büyümesi, burun kemiği eğrilikleri özellikle çocuklarda geniz eti ve bademcik büyümesi sayılabilir. Yapılan cerrahiyle beraber hasta eğer yandaş faktörler olarak kiloyu verip, sigara ve alkol tüketimini bırakırlarsa başarı şansı yükselir. Maskesiz uyuyabilecek bir seviyeye ulaşılabilir. Uyku apnesinin ilaçla tedavisi yoktur. Eğer cerrahi yöntemlerle bir başarı sağlanamıyorsa devreye CPAP (Continious Positive Airway Pressure) cihazı girmelidir. Bu cihazın kullanılmasındaki amaç hastaya devamlı hava basıncı uygulamasıyla uyku sırasında kapanan üst hava yollarını açık tutmaktır. CPAP cihazı hastanın burnuna yerleştirilen, yumuşak silikon bir maske ve bunu cihaza birleştiren hortumdan ibarettir. Cihazın olumlu etkisi birkaç gün içinde görülür. Yorgunluk, uyuklama gibi belirtiler kaybolur; hastanın günlük aktivitesi ve canlılığı artar, horlama kesilir. Artan dinamizm, şişmanların zayıflamasını ve sağlıklı kilolara ulaşmasını sağlar. Normal hava yolu (solda) Obstrüktif uyku apne sendromlu hava yolu. Hava geçişi yok. (sağda) edaktüel yeni ürünler 28,50 TL Bitex Saç Biti ve Sirkeler için Sprey 100 ml BiteX Bit Spreyi bit ve sirkelerin kurutulması ve yeniden oluşuma engel olunması için kullanabileceğiniz etkin bir içeriğe sahiptir. 29,50 TL Fizyo Okyanus Suyu 100 ml 100 ml sterik izotonik deniz suyu çözeltisi. Hava (itici azot gazı) katkı maddesi içermez. Spesifik olarak burun deliklerini tıkayan mukozanın temizlenmesi için kullanılır. 24,50 TL O.K. TENN (Latexsiz) Kauçuk içermez, gerçeğe en yakın hissi verir, daha güzel kokar, paketin içindeki tekli ürünler de tasarımlarıyla farklı hissettirir. 15 TL Active Natural Health Keçi Boynuzu Özü Kids (Bilbiç ve Berraksu) 300 gr Hiçbir katkı maddesi içermez. Natureldir. %100 Keçiboynuzundan imal edilmiştir. Kullanım: • 6 ay - 2 yaş birer çay kaşığı, • 2 - 6 yaş 1 tatlı kaşığı, • 6 - 12 yaş 2 tatlı kaşığı, • 12 yaş ve üzeri 2 yemek kaşığı sabah akşam kullanılması tavsiye edilir. 44 edaktüel ocak•şubat 2015 Biobaby Pembe - Mavi Çanta Set 69 TL Biobaby; doğal, organik içerikli, cilde faydalı ve cilt ile uyumlu formüllere sahip olan geniş bir ürün gamına sahiptir. Probiyotik ve organik içeriklidir. Ürün gamında yenidoğan cilt pH değeri ile uyumlu yenidoğan serisi bulunmaktadır. Ürünler Anzer doğal kaynak suyu ile üretilmiştir. Biobaby ürünleri tamamen hijyenik koşullarda ve GMP kurallarına uygun olarak üretilmektedir. Ürünlerinin güvenilirliği Almanya Dermatest Laboratuvarları tarafından yürütülen klinik testler sonucunda kanıtlanmış ve en yüksek kaliteyi ifade eden 5 yıldız klinik test derecesini almıştır. edaktüel yeni ürünler 21,50 TL Oksizinc Pişik Önleyici Pomat 100ml 14 TL Biolady Probiyotik Kadın Pedi 9'lu Menstruasyon döneminde vajinal mukoza zarının korunmasını, probiyotiklerin en rahat şekilde uygulanmasını, doğal bir sistem oluşturarak vajinal mikro-flora dengesinin onarılmasını sağlar. Kadınların intim sağlığı için özel olarak geliştirilmiştir. Klor kullanılmadan ağartılmıştır. Probiyotik pedler düzenli kullanıma uygun tasarlanmıştır. İçerdiği %20 oranındaki çinko oksit sayesinde pişik oluşumunu önlemeye yardımcı olur. İçeriğindeki pantenol ile cildin nem kazanmasını sağlar. E vitamini cildin nemi tutma özelliğini artırır ve yumuşaklık sağlar. Günlük koruma ve bakım için uygundur. 73 TL Splenda İkiz Ürün 2x100 tablet Aspartam ve Sakarin içermez. Suklaroz içeren, şekerden yapılmış, şeker tadında, devrim yaratacak tatlandırıcı. Şekerden daha az kalori ve karbonhidrat barındırır ve şeker yerine kullanılabilir. 10 TL Cupper Sport Yara Bandı 20 Ad Çocuk ve Taraftar yara bandı çeşitleriyle şık kullanışlı kutuda. 9,95 TL Pepee Diş Fırçası Işıklı Zaman Göstergeli Mavi - Pembe Çocukların en az 60 sn boyunca dişlerini fırçalamalarını özendirmek için düğmesine basıldığında 60 sn led ışıklandırma yapar. Çocuk diş ve damak yapısına uygun olarak yumuşak kıllardan yapılmıştır. Kıllar dünyada en yüksek standartlardan kabul edilen DUPONT-Tynex imalatıdır. Geri dönüşüm değil, orijinal plastik hammaddeden imal edilmiştir. 46 edaktüel ocak•şubat 2015 14,90 TL Wee Burun Temizleyici Bebeğinizin burnunun kolay, güvenilir ve etkili bir şekilde temizlenmesi için tasarlanmıştır. Aparat, mukus kesinlikle ebeveynin ağzına gitmeyecek şekilde tasarlanmıştır. edaktüel sağlık dosyası Kötü ağız kokusu Diş Hekimi • K. Tümay İmre • Tıpta halitozis olarak adlandırılan kötü ağız kokusu, hoş olmayan nefesi tanımlamak için kullanılır. Kötü ağız kokusu, genellikle ağızda ( dişler, dişetleri vb.) bir sorun olduğunun habercisi olmakla birlikte ağız dışında başka sebeplerle de oluşabilir, bu durum bazı sistemik hastalıklarda da görülebilir. Sosyal ve psikolojik açıdan sorunlara neden olabilmekte , hatta evlilik vb. ilişkilerde iletişimi olumsuz etkileyebilecek ciddi sonuçlar doğurabilmektedir. Yapılan bir çalışma, hastaların dişhekimine başvurma nedenleri arasında kötü ağız kokusunun üçüncü sırada olduğunu göstermiştir. Etrafımızdaki kişiler, yakın temas olmaksızın ağzımızda kötü koku olduğunu belirtiyorlarsa ve bu durum belli bir süre (bir kaç hafta) devam ediyorsa, kendimiz bu kötü kokuyu duymasak bile, bu durum kötü ağız kokusu olarak kabul edilmeli ve bir dişhekimine başvurulmalıdır. Sosyal açıdan bireyin toplumdan izole olmasına neden olabilir, bu durum iki taraflı olarak dikkat çeker. Hem bireyin kendisi çevresinin rahatsız olmaması için kendisini geri çeker, hem de toplumdaki kişiler ağız kokusundan rahatsız oldukları için bu kişiyle ilişkiye girmekten çekinirler. Kişide içe dönükleşen, az konuşan, kolay 48 edaktüel ocak•şubat 2015 incinebilen bir yapıya neden olabilir. Kötü ağız kokusunu, fizyolojik (normal) ve patolojik (normal dışı) olarak sınıflayabiliriz. Fizyolojik kötü ağız kokusu, sabah kalktıktan sonra bir kaç saat görülebilen bir durumdur. Genellikle birşeyler yedikten sonra veya diş fırçalaması sonrasında ortadan kalkar, herhangi bir tedaviye ihtiyaç yoktur. Patolojik kötü ağız kokusunu ise ağız kaynaklı ve ağız dışı olarak sınıflandırabiliriz. Ağız kaynaklı kötü ağız kokusu genellikle, çürük dişler, hijyenik olmayan dolgu ve köprüler, dişeti rahatsızlıkları, kronik iltihaplı durumlar, ağız kuruluğu gibi sebeplerden kaynaklanır. Diş fırçalama vb. yöntemler uygulandığında azalsa bile tam olarak geçmez. Kokunun nedeni bulunmalı ve tedavisi gerçekleştirilmelidir. Ağız dışı kaynaklı kötü ağız kokusunu, boğaz ve sinüs kaynaklı, sindirim sistemi kaynaklı ve bazı sistemik hastalıklar olarak üç başlık altında toplayabiliriz. Boğaz ve sinüs kaynaklı kötü ağız kokuları sinüzit, tonsilit, farenjit ve boğaz akıntısına neden olan durumlarda karşımıza çıkar ve mutlaka bir KBB uzmanına başvurulması gerekir. Sindirim kanalı kaynaklı kötü ağız kokusu ise gastrit, ülser, kabızlık, ishal, bağırsak para- zitleri vb. gibi bazı hastalıklarda karşımıza çıkabilir. Bu durumda da bir uzmana başvurmakta yarar vardır. Sistemik hastalıklar arasında ise, böbrek hastalıkları, şeker hastalığı, karaciğer yetmezliği, siroz, dizanteri, kızıl, kızamık ve daha pek çok sistemik hastalıkta kötü ağız kokusu bir bulgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı ilaçların kullanımı sırasında ve/veya sonrasında da kötü ağız kokusu ortaya çıkar, ancak ilaç kullanımı bırakıldıktan belli bir süre sonra kaybolur. Kötü ağız kokusunu giderebilmek için hergün basın-yayın organlarında da gördüğümüz pek çok ürün geliştirilmiştir, bunların kullanımı ile kötü ağız kokusunun geçeceğine yönelik pek çok reklam ve haber görmekteyiz, ancak bu ürünler geçici bir süre ağız kokusunu giderse de kalıcı olarak bir iyileşme sağlayamazlar. Yukarıda da anlattı- ğımız gibi belli bir süre bu durumla karşı karşıya kalıyorsak mutlaka öncelikle bir dişhekimine başvurmamız gerekir. Günde iki kere diş fırçalamayı, bir kere dişipi kullanmayı ve en az altı ayda bir dişhekiminize kontrole gitmeyi ihmal etmeyiniz. Hepinize sağlıklı ve güzel kokulu ağız dileklerimle. edaktüel tarih Ardına kadar açılan Levant kapıları… • A. Nedim Atilla • D ostlarımızla İzmir Alsancak Garı’nda yaptığımız ziyaretlerde Garın denize bakan kapısını onlara gösterir, “Bu kapıya demiryolunun denize açıldığı kapı demek yetmez, bu kapı Batı Anadolu’nun uygarlığa açılan kapısıdır ve daha da ötesinde İzmir’e 19. yüzyıl’da iyi ya da kötü ne geldiyse bu kapıdan gelmiştir” derim… İzmir Aydın Temdidi Demiryolu Hattı’nın merkezi olan bugünkü Alsancak, o zamanların Punta İstasyonu’nun temel atma töreninde İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Lord Stratford de Redcliffe yaptığı konuşmada, “Bu demiryolunun sanayi ürünlerimizin, Türkiye’ye girişini kolaylaştıracak, faydalı bir sermaye yatırımı olacağı kanısındayız. Hepimizin bildiği gibi, Osmanlının yeniden canlandırılmasında, Avrupa’nın her zamankinden daha çok çıkarı vardır. Batı Uygarlığı Levant kapılarına geldi, dayandı. Şimdiye dek geçmeyi başaramadığımız bu kapılar artık ardına kadar açılacaktır.” demişti. 50 edaktüel ocak•şubat 2015 Temel atma töreninin hemen öncesinde sözleşmenin 25. maddesi gereği, şirketin düzenleyeceği ve hükümete sunacağı şirket iç tüzüğü ve nakliye ücret tarifesi sunulmuş ve bir irade ile onaylanmıştı. Sözleşmenin 11. maddesine göre de yolun geçeceği arazilerin değerinin tespiti amacıyla bir komisyon kuruldu. Bu çalışmalar sürerken, yolun inşaası için gerekli araçlar gemilerle İzmir’e getirildi. Orhan Kurmuş’un tespitine göre bölgede arazi fiyatları yüzde 500 oranında artış gösterdi. Özellikle karayollarını takip eden demiryollarının ana sorununun kente girişte gösterdiği sapmalar olduğunu belirten Prof. Çınar Atay, “Osmanlı’dan Cumhuriyete İzmir Planları” adlı kitabında Punta’nın (Alsancak) merkez olarak seçilmesini şöyle değerlendirmektedir: “Bu hatta, güzergah için yapılan araştırmalar, ana karayolunu takip etmiş, kente giriş yaklaştıkça da, Eşrefpaşa’dan giren karayolundan ayrılma zorunluluğu belirmiştir. Engebesiz alan güzergâh olarak seçilirken, Buca bağlantısına da ters düşülmemeye çalışılmıştır. Eşrefpaşa girişi, kent merkezi ile doğrudan bağlıyken, bu kesimde triaj ve istasyon için yeterli alan bulunamamıştır. Bu sistem içinde Punta’ya kayan tesis alanları, bu kesimin sanayileşmiş bir bölge olduğunu da hesaba katmıştır. Zira belirtilen alanlar sanayi bölgesinin yer aldığı kesimdir.” Denize inme arzusu… Prof. Atay bu konuda emperyalistlerin “denize inme arzusu”ndan da söz etmektedir: “Demiryolunda güdülen diğer bir amaç da, çok sayıda yerleşmeye yakın geçme arzusudur. Bu nedenle hat, Punta’ya giderken, Buca – Kızılçukur (Kızılçullu) – Kançeşme - Mersinli yerleşmelerine yakın geçebilecek veya bağlantılar daha az masrafla yapılabilecektir. Düz alanlara yayılma ve rezerv alan gereksiniminin rahat sağlanacağı alanı seçerken bu kesimin kentteki azınlık gruplarının yaşadığı semtlere yakın olması da ayrı bir tercih sebebi olmuştur. Zira tesis alanının batı kesiminde Rum, Ermeni ve Levanten nüfus barınmaktaydı. Denize yakınlık amacına ulaşmakla beraber dışa açılmanın esası olan liman yapabilme imkanının sağlanabilmesiydi... Bilindiği üzere İzmir Liman Gümrüğü, Fransızlar tarafından işletiliyordu ve İngilizler buradan uzak, kendi liman ve gümrüklerini kurma arzusu içindeydiler. Bununla beraber, İstasyon binalarını deniz kenarında yapmaları engellendi. Ve Limana raylarla ulaşmalarına imkan tanındı. Ancak yine de bir Limana sahip oldular. Şimdi 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısına uzanalım ve İzmir’de demiryolunun neleri değiştirdiğine bir bakalım: Aydın Demiryolu, kentin ana girişlerinden biri olan Kervanlar Köprüsü’nün çok yakınlarından geçiyordu. Bunun dışında Bornova ve Karşıyaka yollarının kente girişini kesiyordu. Diğer deyimiyle bu iki yolun kontrolü dışında İzmir’e her yıl mal getiren 100 bin devenin girişini de kontrol edebileceklerdi. Kent merkezine ulaşmak bu alanda diğer kesimlere nazaran daha kolaydı. Zira hem rıhtım inşa edilmesi yolunda çabalar vardı, hem de kentin Borsası hüviyetindeki Büyük Vezir Han’a erişen Sultaniye Caddesi ile doğrudan ilişki kurabiliyorlardı. Ayrıca bu yol Frank Sokağı adıyla anılan ve azınlıkların kullandığı bir ticari alandı. Zaten İstasyonun yapılmasıyla bu yol Punta’ya kadar uzamıştı. 1857 yılı Kasım ayı ortalarına gelindiğinde 1.5 kilometrelik bir yola ulaşılmıştı bile. Yol, hedeflerine hızla ulaşırken, yolun 70 kilometrelik birinci bölümünün 1858 yılının sonuna doğru tamamlanacağı umudu belirdi. Fakat hisse senetlerinde taahhüt edilen taksitlerin zamanında ödenmemesinden dolayı, para darlığı baş gösterince şirket inşaatı 1858 yılının Nisan ayında, 6 ay boyunca durdurdu. Orhan Kurmuş, “İnşaatın aksamasına neden olan konular sadece para ile sınırlı değildi, toprak kayması gibi bazı kazalar da inşaatın ilerlemesini engelliyordu. Nitekim inşaat yeniden başlayınca bu tür bir olay meydana gelmişti” diyor ve ekliyor: “Şöyle ki, bir tepeyi aşmak için 10 metre derinliğinde bir yar açmak gerekiyordu. Ancak her ne kadar, köylüler tepenin yamaçları sağlam olmadığı ve heyelan tehlikesinin bulunduğu gibi nedenlerle mühendisleri vazgeçirmeye çalışmışlarsa da, sözlerini dinletememişler ve 5 ay süren yorucu bir çalışmadan sonra yarma işleminin tamamlandığı gün toprak kayması olmuş, hat toprak altında kalmıştı” Kötü inşaat… Hırsızlıklar… Charles Issawi’nin Chicago’da 1980 yılında yayımladığı “Economic Histroy of Turkey” adlı kitabı da, İzmir-Aydın Temdidi Demiryolu Hattı’nın ilerleyişi sırasında yaşananları dikkatle izleyen bir kitaptır. Ali Akyıldız’ın çevirisinden öğrendiğimize göre, İzmir’deki İngiltere Konsolosu, 1859’da hazırladığı bir raporda, hattın 1860 ilkbaharından önce tamamlanamayacağını belirte- rek karşılaşılan güçlükleri hat üzerinde altı tane köprünün bulunması ve yol kenarındaki setlerin dayanıksız bir şekilde inşa edilmesi şeklinde sıralıyordu. Orhan Kurmuş ise o günleri şöyle anlatmaktadır: “Yapılmış olan köprüler, temellerden çökmeye ve kemerlerden bel vermeye başlamış, baş mühendis tarafından bittiği iddia edilen Buca ve Seydiköyü istasyon binalarının inşasına hiç başlanmamış, tünel delme işlemlerinde de pek ilerleme kaydedilmemişti. Bu durum ise şirketin kredisini sarsmış ve senetleri banka ve tüccarlar tarafından kabul edilemez olmuştu. Bütün bunların yanında başmühendis ve müteahhidin bir takım yolsuzluklar yapmaları üzerine müteahhitle yapılan mukavele feshedilmiş, başmühendis de görevinden alınmıştı”. Şirketin hissedarları hemen bir genel kurul topladılar ve bir danışman mühendisi İzmir’e göndererek, tarafsız bir rapor hazırlamasını istediler. Mühendisin hazırladığı raporda iddiaların doğru olduğu ve 70 kilometrelik ilk bölümün saptanan süre içinde bitirilemeyeceği bildirilerek derhal gerekli tedbirlerin alınması öneriliyordu. Rapor sonrasında alınan en önemli kararlardan biri de Selatin Dağı’nın tünelle geçilemeyeceğine karar verilmesi oldu. Osmanlı Hükümeti de şirkete uzatma süresi verdi. 28 Aralık 1860-İlk tren çalışıyor... Bu sürenin uzatılmasından yararlanan şirket 28 Aralık 1860’da İzmir-Torbalı hattını hizmete açtı. Anadolu topraklarında ilk trenler işte bu tarihten itibaren Torbalı-İzmir arasında sefer yapmaya başladılar. Açılış törenine İzmir Valisi Osman Paşa da katıldı. Antik 2015 ocak•şubat edaktüel 51 edaktüel tarih çağın Metropolis kentinden adının önce Tripolis’e, ardından da Torbalı’ ya dönüşmesi ile önemli bir yerleşim yeri olan Torbalı’da halkın deyimi ile “Şümendüfer” hayatı hemen değiştirmeye başladı. Torbalı’nın tarımsal ürünleri İzmir’e trenlerle taşınmaya başladı ve devecilerden ilk tepkiler de gelmeye başladı. Bu arada gazetelerde yol için yeni bir “Şube Hattı” haberleri çıkmaya başlamıştı. Aydın Hattı’nın ilk şubesi yine önemli bir tarımsal merkez olan Tire’ye döşenecekti. 70 kilometrelik İzmir-Kozpınar arasındaki ilk bölüm hedeflenenden 3 yıl sonra 14 Kasım 1861’de bitirilebildi. Aslında bu çok büyük bir başarısızlıktı ve bunun nedeni İngiltere’nin İzmir Konsolosu’na göre “şirket parasının müteahhit ve taşeronlar tarafından utanmazca yağma edilmesinden” kaynaklanıyordu. 52 edaktüel ocak•şubat 2015 Aydın Demiryolu’nun Kozpınar’a ulaştığı günlerde daha önce önemsenmeyen bazı yerleşimler önem kazandı. Bunları şöyle sıralamak mümkün: Cumaovası: İzmir’in o döneme kadar olduğu gibi şimdi de en lezzetli su kaynaklarının bulunduğu Şaşal’dı. Demiryolunun 1987’de adı Menderes olarak değiştirilen Cumaovası’na ulaşmasından sonra suyu, demir borularla buraya getirmek düşünülmüştü. Türklerin, cuma günleri pazar kurup ibadet ettikleri ova camilerinden adını alan bu köyün adı şimdi sadece tren istasyonunda yaşamaktadır. Develiköy: Punta’dan kalkan trenin bir saat sonra ulaştığı Develiköy’de o zamana kadar deve kervanlarının da İzmir öncesi durdukları bir kervansaray bulunuyordu. Kayas: Eski bir göl alanı olan bu istasyon daha sonraki yıllarda kapatıldı. Kuşçuburun-Arıkbaşı-Çıplak: İzmir’in sebze gereksinimini yüzyıllar boyunca karşılayan bu köylerin ekonomik yaşamı da demiryolunun inşası ile birlikte önemli ölçüde değişti. Torbalı: Bu kasabada da demiryolunun gelmesiyle birlikte her şey değişti. İlk istasyon, halen kullanılmakta olan Tepeköy’e kurulmuştu. Bölgenin en büyük pazarı perşembe günleri Tepeköy’de kurulurdu. Bu yüzden İzmir, Tire ve Ödemiş’ten binlerce insanın Tepeköy’e gitmesi için özel tren seferleri düzenlenmeye başlamıştı. Cellat Gölü: İngiliz demiryolcularının en çok zorlandıkları 4 kilometrelik Cellat Gölü, 1930’lu yıllarda sıtma ile mücadele kapsamında kurutulmuştu. Demiryolu inşaatı sürerken, gölün derinliği 4.5 metre olarak saptanmış, şiddetli yağışlar sonrasında sık sık inşaat durmuştu. Gölün kurutulması öncesinde su rayların 60 cm kadar üzerine çıkmaktaydı. Dönemin yazarlarından biri olayı şöyle anlatmaktaydı: “Demiryolu gölün içinden taşla örülmüş, düzenli bir hattı. Tabanı da kuvvetli olduğu için gölde meydana gelen fırtınalar ve suyun yarım metreyi geçen taşkınlığı hiçbir etki yapmamaktadır. Suların taşkın zamanlarında, rayları görmek mümkün değildi. Gölün yükseldiği zamanlarda trenin büyük bir posta vapuru gibi suları köpürterek geçmesi görülecek bir manzara oluşturmaktadır.” Kozpınar: Aydın hattının ilk bölümü Kozpınar İstasyonu’nda sona eriyordu. Burası deve kervanlarının İzmir’e iki günlük yolunu oluştururken demiryolunun döşenmesi ile birlikte, yol üç saate düşmüştü. Çevredeki cıva ve zımpara madenlerinin ihracatı da Kozpınar İstasyonu’ndan sürdürülmekteydi. 14 Kasım 1861 tarihinde düzenlenen törenle resmi açılışı gerçekleştirilen, İzmirKozpınar arasındaki hatta, hem yolcu, hem edaktüel tarih de ticari taşımacılık başlatılmıştı. Açılış törenine, inşaatı tamamlamayı başaran demiryolu müteahhidi T. R. Crampton ile İzmir Valisi Rıza Paşa, o sırada İzmir’de görev yapan başta İngiltere olmak üzere çeşitli ülkelerin konsolosları katılmıştı. İngiliz Konsolosu, bu kadar hırsızlığa, soyguna ve rüşvete rağmen demiryolunun geldiği noktanın kendisini şaşırttığını söylüyordu. Orhan Kurmuş’un şirket raporlarından edindiği bilgiye göre, şirket paralarını zimmetine geçirerek veya yapılan işin değerinden daha fazla para alarak, müteahhit ve taşeronların büyük servetler kazandığı belirtiliyordu. Daha demiryolu inşaatı başlamadan, Llyod şirketinden 20 kuruş çaldığı için kovulan ve sonra taşeronlardan birinin tercümanı olan bir Ermeni gencinin dört yıl içinde bir çok ev, dükkan ve depo alabilecek kadar para yaptığı söyleniyordu. Konsolosun, merkeze gönderdiği rapor şu sözlerle bitiyordu: “Eğer bu kadar önemsiz bir işte çalışan bu genç bu kadar zengin olabiliyorsa diğerlerinin yolsuzluklar ile neler kazandığını tahmin etmek hiç güç olmasa gerek...” 54 edaktüel ocak•şubat 2015 Vagonlar, birinci, ikinci ve üçüncü sınıf olarak ayrılmıştı. Birinci mevki kompartımanlarda 4 kişi birlikte seyahat ederken, ikinci mevkide yarı kompartıman sayılabilecek bir konforda 6 kişi, üçüncü mevkide ise kompartımansız bir sırada 8 kişi seyahat ediyordu. Ceride-i Havadis, o günler için ilk bilet ücretlerini kişi başına, birinci mevki 43 kuruş, ikinci mevki 28.5 kuruş, üçüncü mevkide 18 kuruşa İzmir’e gidilebiliyordu. 70 kilometrelik bir hat için dünya fiyatlarıyla karşılaştırıldığında hayli ucuz sayılabilecek bir ücretti bu. Binek ve yük hayvanları ise insanlardan daha pahalı taşınıyordu: Her baş hayvan için 60 kuruş. Kozpınar’dan o zamanki adı Ayasuluğ olan Selçuk’a kadar çok kısa mesafe, hiçbir engel olmayan düz bir arazideydi ama istenilen başarıya bir türlü ulaşılamadı. Bu nedenle 11 kilometrelik yolun döşenmesi neredeyse 11 ay sürdü. Ayda bir kilometre demiryolu döşemek, bu işler için yavaştan da öte bir şeydi. 15 Eylül 1862’de Ayasuluğ’a ulaşıldı ve Roma döneminden kalma su kemerlerinin altına bir istasyon inşa edildi. Ayasuluğ İstasyonu, Punta Garı’ndan sonra o güne kadar yapılan en büyük istasyondu. Belki de Selatin Dağı’nın sarp kayaları izin verse tüneller açılacak ve Ayasuluğ unutulmuş bir kasaba olarak kalacaktı. Demiryolunun Selçuk’a ulaşması, hem arkeolojik zenginliklerimizin yurtdışına kaçırılması için yeni fırsatlar yarattı, hem de bugünkü büyük turizm ilçesini yarattı. Demiryolunun kurulmasından hemen sonra İzmir Kordon’da Grand Hotel Huck adında büyük bir oteli olan Huck Ailesi, Selçuk’ta bir otel inşaatı başlattı. Otelde Huck Ailesi ile Aydın Demiryolu Şirketi’nin eşit hisseleri vardı. Bu otel 1950’li yıllara kadar yaşamını sürdürdü. O dönemin yazarlarından biri bu oteli şöyle anlatmaktadır: “Ayasuluğ’da Aydın Demiryolu’nun mükemmel bir bahçe içerisinde her türlü konforu havi yeni bir oteli vardır. Ziyaretçiler evvelce ihbar ettikleri takdirde, otelde istirahatleri temin olunur”. Ve demiryolu Aydın’da… İzmir’i Aydın’a bağlayan 133 kilometrelik yol, 7 Haziran 1866’da bitirildi. Şirket kayıtlarına göre yol ve istasyonlar için tam 1 milyon 350 bin sterlin harcanmıştı. Onca hırsızlığa karşın yine de ucuz sayılabilecek bir maliyetti bu. İngiltere’de yapılan demiryolları mil başına 50 bin sterline mal olurken, Osmanlı hükümetinin de desteği ve ucuz iş gücü nedeniyle mil başına 16 bin sterline mal olmuştu. Bu maliyetlerde arazi fiyatlarının İngiltere’ye oranla daha ucuz olmasının da rolü vardı. Bu arada Kırım’dan getirilen kullanılmış rayların da bedavaya yakın maliyetle döşenmesi de başka bir nedendi. İzmir-Aydın Demiryolu için cehennemi bir sıcak gün olan 1 Ekim 1866’da Aydın’da bir tören düzenlendi. 10 yıl gibi uzun bir zaman sürecinde tamamlanan demiryolu bölgenin hayatında önemli değişiklikler yaratacak ve yolun uzatılması gündeme gelecekti. 1 Ekim 1866’da yeni bir imtiyaz sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşme ile senelik kar garantisinin 1 Temmuz 1866’dan itibaren işlemeye başlaması ve şirketin 300 bin sterlin tutarında imtiyazlı tahvil çıkarması hükümet tarafından kabul edildi. Buna karşılık şirket de iki ay içinde hattın bütün eksiklerini tamamlamayı kabul ediyordu. edaktüel spor Eczacı Selçuk Erdoğan: “En çok etkilendiğim yer Nepal ve Himalayalar” • Deniz Çaba • 1965 Uşak’ın Eşme doğumlu, İzmir Buca Lisesi ve Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu eczacı Selçuk Erdoğan, 1988’de Uşak’ta kendi eczanesini açmış ve o tarihten bu yana serbest eczacı olarak çalışıyor. Ancak nefes aldığı yer başka: Bir dağın zirvesi… Erdoğan lise yıllarından bu yana doğa sporlarıyla ilgileniyor; çünkü “Seyahat etmek, yeni yerler görmek, yeni kültürler tanımak en büyük zevkim. 30 yıldır kara avcılığı, yaklaşık 15 yıldır da atlı cirit sporu yapıyorum” diyor. Dahası da var. Bundan üç yıl önce arkadaşlarından bir dizi tırmanış teklifi gelince tereddütsüz kabul etmiş. Böylelikle tırmanış ve dağcılık serüveni de başlamış. 56 edaktüel ocak•şubat 2015 Ağrı’dan Katmandu'ya Yaklaşık üç yıldır yollarda Erdoğan. Yurt içi ve yurt dışında çok sayıda tırmanış gerçekleştirmiş. İlki 2011’de Doğubeyazıt’ta olmuş. “Yaklaşık 4 gün süren tırmanışımızdan sonra 17 Temmuz’da günün ilk ışıkları ile beraber müthiş bir manzara eşliğinde Ağrı Dağı zirvesi yaptık” diye söze başlayıp, anlatmaya koyuluyor: “İkinci tırmanışımız için Kasım 2011’de Nepal’in başkenti Katmandu’ya uçtuk. Ekibimizle beraber iç hatlardan 20 kişilik pervaneli bir uçakla dünyanın en zor inilen hava alanlarından Lukla Havaalanı’na indik. Bu özel uçuşla beraber 12 gün sürecek olan tırmanışımız yüksek adrenalinle başlamış Eczacı Selçuk Erdoğan oldu. 2 Aralık günü 6180 metre yükseklikteki ‘Island Peak’ zirvesini büyük bir heyecan ve mutlulukla tamamladık. En çok etkilendiğim yer tabii ki dağcıların hayalini süsleyen Nepal ve Himalayalar...” 30 yıldır kara avcılığı, yaklaşık 15 yıldır da atlı cirit sporu yapan eczacı Selçuk Erdoğan, son üç yıldır da dağcılıkla ilgileniyor. Heyecanla başlayan tırmanış zirvede mutlulukla sonlanıyor. Bilinmeyenin korkusu Evli, bir kız ve bir erkek çocuk sahibi olan Erdoğan, şu anda dağcılığı hobi olarak yapıyor. “Mesleğimiz ve şartlar şu anda dağcılığın benim için yaşam biçimi olmasına engel, belki ileride” diyor. Öte yandan çok şanslı bir coğrafyada olduğumuzu da ekliyor: “Ülkemiz dağcılık ve doğa sporları için çok güzel ve şanslı bir coğrafyaya ve iklime sahip. Gerek düz, gerekse teknik tırmanışlar için çeşitli zirveler var... Riskler ve zorluklar hepimiz için korkutucudur ama bu, bilinmeyenin korkusudur.” Elbette bu riskleri en aza indirmenin de yol- ları var. Erdoğan, “Öncelikle temel dağcılık bilgilerini ve tırmanışta kullanacağımız malzemeleri çok iyi öğrenmemiz ve tanımamız gerekir” diyor: “Sonra tırmanış yapacağımız yer ve etaplarla ilgili ciddi bir ön hazırlık yapmamız lazım. Sağlıklı bir zirve için en önemli etkenlerin başında hava koşulları gelir. Uygun şartlar yoksa teknik ekip izin vermez; şansımızı zorlamak çok kötü sonuçlar doğurabilir.” Erdoğan, sağlığı müsaade ettiği sürece tırmanışa devam edeceğini söylüyor ve ekliyor: “Hayatım boyunca yaşadığım en büyük mutlulukların arasında bu zirveler vardır.” 2015 ocak•şubat edaktüel 57 edaktüel sağlık dosyası Organ nakli, yeniden hayat demek • Doç. Dr. Murat kılıç • İzmir Kent Hastanesi Karaciğer Nakil Programı Başkanı Karaciğer nakli; ikinci hayatın kapılarını açar Organ nakilli hastalar kendilerini yeniden doğmuş olarak nitelendirirler, nakille onlara yeni bir hayatın kapıları açılmıştır. Nakil ameliyatının yapıldığı günü “İkinci hayatın başlangıcı” yani yeni doğum günü tarihi olarak kabul ederler. Karaciğer nakli 1988’de başladı Dünyada ilk kez Thomas Starzl tarafından 1963 yılında ABD’nin Denver kentinde gerçekleştirilen karaciğer nakli ülkemizde ilk 1988 yılında Prof. Dr. Mehmet Haberal tarafından başlatıldı. Halen 40 merkezde yılda 1200-1250 civarında karaciğer nakli gerçekleştirilen ülkemizde başarı oranları ortalama yüzde 80-90’a ulaşmıştır. Geçmişte karaciğer transplantasyonu, hastanın hayatını kurtarmak amacıyla son çare olarak başvurulacak bir manevra olarak görülmekteyken, günümüzde karaciğer yetmezliğinin daha erken devresinde hayat kalitesini artırmak amacıyla uygulanması gereken radikal bir tedavi yöntemi olarak görülmektedir. Transplantasyon ameliyatlarının sayısı giderek artarken, karaciğer vericilerinin sayısı göreceli olarak sabit kalmıştır. Organ açığını gidermek amacıyla uygulanan yöntemlerden biri, kadavra karaciğerlerin ikiye bölünerek (split karaciğer) iki ayrı alıcıya takılmasıdır. Diğer bir yöntem de canlı vericilerden karaciğerin bir parçasını çıkararak hasta olan alıcıya nakil edilmesidir. Ülkemizde özellikle son yıllarda canlı vericilerden yapılan karaciğer nakilleri öne çıkmaktadır. 58 edaktüel ocak•şubat 2015 Organ nakli, vücutta görevini yapamayan bir organın yerine canlı bir vericiden veya tıbben ölümü gerçekleşmiş kişiden alınan sağlam organın, organ yetmezliği hastasına nakledilmesi işlemidir. Organ nakli, günümüzde birçok kronik organ yetmezliği hastalarında uygulanan rutin, geçerli ve ileri bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Organ nakillerinde verici kaynağı “canlı ve kadavra” olarak ikiye ayrılmaktadır. Canlı kişilerden organ alınması, organ veren kişinin yaşamını riske sokmayacak çift organların (böbrek, parça olarak karaciğer, pankreas ve ince bağırsak gibi) birini almak ile mümkündür. Karaciğer nakline götüren hastalıklar Akut karaciğer yetmezliği; daha önceden bilinen karaciğer hastalığı olmayan bir kişide ani gelişen ve karaciğer fonksiyonlarının tama yakın kaybı ile karakterize acil bir durumdur. En sık sebepleri, akut viral hepatitler (hepatit A ve hepatit B virüsleri), ilaç entoksikasyonları, mantar zehirlenmeleri, nedeni bilinmeyen viral hastalıklar olabilir. Kronik karaciğer yetmezliği (siroz); Çeşitli nedenlerle uzun dönemde karaciğer hasarına maruz kalan kişilerin geri dönüşümsüz karaciğer yetmezliği tablosuna girmesidir. Bu zeminde gelişmiş karaciğer kanseri nedeniyle de karaciğer nakli yapılabilir. En sık sebepleri; kronik hepatit B virüsüdür (HBV), Hepatit C virüsü, alkol, otoimmün hastalıklar (otoimmun hepatit, primer biliyer siroz, primer sklerozan kolanjit), Wilson hastalığı, Budd-Chiari sendromu, Kriptojenik siroz (nedeni bilinmeyen) olabilir. Kronik karaciğer hastalığının belirtileri; sarılık, koyu renkli idrar, uykuya eğilim, ellerde titreme, bilinç bulanıklığı, koma, kan kusma, vücutta kolayca morluklar oluşması ve kanamaya eğilim, gri ya da kil rengi dışkılar, karında su toplanması, aşırı halsizliktir. Karaciğer sirozu ölümcül sonuçlara yol açabilir. Bu noktada hayat kurtarıcı tek seçenek hastalıklı karaciğerin alınıp yerine sağlıklı bir karaciğeri nakletmektir. Ancak bu şekilde yapılan bir organ nakli ile hastanın hayatı kurtarılabilir. Karaciğer transplantasyonu Size veya çocuğunuza doktorlar tarafından karaciğer nakli gerektiği söylendikten sonra önünüzde iki yol vardır: Kadavradan karaciğer nakli: Trafik kazası, beyin kanaması, beyin tümörü veya kalp krizi sonrası beyin ölümü gelişen kişilerin ailelerinin organlarını bağışlaması sonrası gerçekleşebilir. Yapılan incelemeler, organ veren hastanın herhangi bir bulaşıcı hastalık, kanser veya karaciğer hastalığına sahip olmadığını göstermelidir. Uygun şartlarda çıkartılan ve özel koruma sıvılarında korunan karaciğerin ölen kişiden alındıktan sonra en geç 24 saat içinde takılması gerekmektedir. Maalesef ülkemizde kadavradan organ bağışı, son derece az olduğu için uzun bekleme listeleri vardır. Kadavra organ bekleme listesinde iseniz, size 24 saat ulaşılabilecek telefonunuzu (tercihen cep telefonu) yanınızdan ayırmamalısınız. Ayrıca ameliyat için gerekli kan vereceklerin listesi de sürekli yanınızda olmalıdır. Canlı akraba vericili karaciğer nakli: Karaciğer nakli ihtiyacı bulunan kişilerin akrabalarından alınan parça karaciğer ile gerçekleşen ameliyat biçimidir. Anne, baba, kardeş, eş veya akrabaların gönüllü olması gerekir. Bu gönüllü kişide yapılan tüm testler kişinin karaciğerinin parçasını vermesinde bir sakınca olmadığını göstermelidir. Fabrika gibi çalışan organımız; Karaciğer Bir koniyi andıran karaciğer, yaklaşık 1-2 kilogram ağırlığında, koyu kırmızımsı-kahverengi bir organ, karın boşluğunun üst sağ kısmında yer alır, alt kısmında safra kesesi vardır.Kandaki birçok kimyasal maddeyi düzenleyen karaciğer atık maddelerin taşınmasına yardımcı olan "safra" adı verilen bir ürün salgılar. Mide ve bağırsaklardan çıkan kanın tamamı karaciğerden geçer. Karaciğer bu kanı işler ve besin ve ilaçları parçalayarak vücudun geri kalanı için kullanımı daha kolay olan formlara ayırır. Vücuttaki en karmaşık ve metabolik olarak en aktif organ olan karaciğerin enfeksiyona karşı bağışıklık sağlamaktan, kanı pekçok kimyasal maddeden, ilaç ve alkolden temizlemeye birbirinden yaşamsal fonksiyonları vardır. edaktüel yeni ürünler Sevdiğiniz birine iyilik yapabilmek, ona hastalığından kurtulma şansı vermek, onu hayata döndürmek çok güzel bir duygudur. Ancak, karaciğerinizin bir parçasını vermek düşüncesi sizi ilk anda tedirgin edebilir. İlerdeki yaşamınızda kendi sağlığınızı nasıl etkileyebileceğine dair endişelere kapılabilirsiniz. Unutmayınız ki karaciğeri veren kişinin karaciğeri ameliyattan hemen sonra gelişmeye başlar ve yaklaşık 3 ay sonra ameliyattan önceki büyüklüğüne ulaşır. Aynı şekilde hastanın aldığı parça da büyüyerek 3 ayda normal karaciğer boyutlarına ulaşır. Karaciğer naklinin avantajları Organ nakli; günümüzde birçok kronik organ hastalıklarında uygulanan rutin, geçerli ve ileri bir tedavi yöntemidir. Karaciğerin fonksiyonlarını yerine getirebilecek böbrek yetmezliğindeki diyaliz benzeri bir destek sistemi olmadığı için karaciğer yetmezliği içindeki hastalar zaten hayati tehlike taşımaktadırlar. Karaciğer gibi hayati bir organın nakliyle gerçekleşecek süreç; hastalara ‘sağlıklı’ yeni bir yaşamın kapısını açmaktadır. Karaciğer nakli olmaksızın yaşam oranı %10 ve altında olan hastaların karaciğer nakli ile yaşama tutunma olasılıkları %90 düzeylerindedir. 38 TL Solgar Milk Thistle 50 kapsül 47,50 TL Her kapsülde; Ham devedikeni bitki tozu 350 mg, Standardize Milk Thistle ve tohum ekstresi (silimarin 80 mg (% 80)) 100 mg İçeriği: Cynara scolymus (enginar) ve taraxacum officinale (hindiba) bitkilerinin yapraklarından elde edilmektedir. Kuru Enginar Ekstresi: 150 mg Kuru Hindiba Ekstresi: 200 mg kapsül. Leafy Enginar Yaprağı Çay 20'li 4,25 TL Transplantasyon sonrası yaşam Organ nakilli hastalar kendilerini yeniden doğmuş olarak nitelendirirler ve yepyeni bir hayata başladıklarını düşünürler. Bir çoğu ameliyat gününü ‘Transplant Doğum Günü’ olarak kutlarlar. Transplantınızın başarısı ile birlikte sizi eskisinden çok daha iyi bir hayat beklemektedir. Transplantasyon sonrasında eve gidiş genellikle mutlu ve duygusal bir olaydır, ancak ilk haftalarda bu mutluluk hissine endişe ve hatta hafif bir depresyon eşlik edebilir. İyileşmenin haftalar süren bir süreç olduğunu anlamak büyük önem taşır. Hem hasta, hem de aileler için, yeni yaşam biçimine alışmak biraz zaman alır; bir organ nakli ile yaşamak zaman gerektiren bir öğrenme sürecidir. Çoğu insan, aktif olduğu takdirde, özellikle de uzun rehabilitasyon sürecini atlatmak için kararlı çaba gösterdiğinde bu durumun üstesinden daha iyi gelmektedir. Yaklaşık üç ay süren ilk hassas devrenin son bulmasıyla neredeyse bütün karaciğer transplantasyonlu hastalar eski ve hastalık öncesi yaşamlarına geri dönerler. Nakledilmiş bir organla yaşayanları etkileyecek olası sorunlara rağmen, transplantasyon geçiren hastaların çoğu normal bir yaşam tarzına yeniden kavuşurlar. Çalışırlar, bir aileye sahip olurlar, çocuk yetiştirirler ve toplumda yararlı bir rol oynarlar. Newlife Enginar Özü 40 kapsül İçeriği ; Enginar Yaprağı ( Cynara Scolymus). 1 süzen çay poşeti bir fincana konup üzerine kaynar su eklenir, fincan ağzı kapatılarak 3-4 dakika beklenir. Sepe Natural 34,50 TL Nature's Bounty Milk Thistle 50 kapsül Her bir kapsülde; Deve dikeni tohum ekstresi 175 mg, (Silybum marianum, silimarin 140 mg (%80) içerir. Artichoke 60 Kapsül 28 TL Her Kapsülde; Enginar Ekstraktı (Cynara scolymus) 300 mg, Jelatin Kapsül 80 mg 2015 ocak•şubat edaktüel 59 edaktüel haber Çocuklarımız, ÇEKOOP’ la bilinçleniyor Sağlığımız için vazgeçilmez olan ilaçlar, uygun hastalıkta, uygun zamanda ve dozda kullanılmadığı zaman, aynı zamanda zehirdir de. Günümüzde gereksiz ilaç alım ve kullanımının artmasıyla, evlerimizde ve iş yerlerimizde biriken ilaçlar, hem çevremiz hem de özellikle çocuklarımız için tehlike oluşturmakta. Bu nedenle, akılcı ilaç kullanımı başta çocukların olmak üzere halk sağlığı için önemli bir kavram. Çöplere ve tuvaletlere atılan, lavabolara dökülen ilaçlar ise toprağa ve suya karışarak yediğimiz besinler ve içtiklerimiz yoluyla yine bizi zehirleyen, sağlığımız açısından önemli bir sorun. Bahçeşehir Koleji - Aydın konusunda drama öğretim yöntemi kullanarak eğitimler veriyorlar. Projenin amacı, tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Amaç, çocuklarımızı akılcı ilaç kullanımı ve ilacın doğaya zarar vermeden imhası konusunda bilinçlendirmek ve bu kuralları benimsetmek, çocuklarımızın evsel kaynaklı ilaç zehirlenme oranını azaltmak, evlerimizdeki atık ilaçların ÇEKOOP üyesi eczanelere götürülmesini sağlayarak doğanın zehirlenmesine sebep olan etmenleri azaltmak ve tüm bunlar sayesinde ülkeRota Koleji İzmir mizdeki ilaç giderlerinde tasarruf sağlanmasına yardımcı olmak. Özel Ege Koleji İzmir Çevreci Eczacılar Kooperatifi (ÇEKOOP), evlerimizdeki son kullanma tarihi geçmiş ya da artık kullanmadığımız ilaçları, kendisine üye eczaneler yardımıyla toplayan, bu ilaçları doğaya zarar vermeden, lisanslı tesislerde imha ettiren bir kooperatif olarak yeni bir projeye başladı. “İlaç Dedektifleri” adını verdikleri bu proje kapsamında, öncelikle 5, 6 ve 7. sınıf öğrencilerine akılcı ilaç kullanımı ve atık ilaç 60 edaktüel ocak•şubat 2015 Mavişehir Koleji - İzmir Özel Kocatürk İlköğretim Okulu Turgutlu Projenin formatörlerinden ve aynı zamanda ÇEKOOP Yönetim Kurulu üyesi olan Ecz. Demet Müzehher Toker projeyle ilgili şunları söylüyor: ”İşin en güzel yanı, çocuklarımızın bu bilgileri eğlenerek, rol alarak, yaparak-yaşayarak, oyunlar oynayarak öğrenmesi. Eğitimler, konu hakkında eğitim almış formatör eczacılar tarafından çocuklarımıza veriliyor. Böylelikle çocuklarımız, doğru bilgileri, doğru kişilerden ve günümüze en uygun öğretim yöntemlerinden biri ile edinmiş oluyorlar. Eğitim sonunda tüm çocuklar “ilaç dedektifi” unvanını alıyor.” Ekim ayında başlayan ve İzmir, Manisa, Aydın ve Denizli illerinde yapılan eğitimlerle şuana kadar toplam 962 öğrenciye ulaşıldı. ÇEKOOP web sayfası: www. cekoop.org.tr İletişim için: 0506 147 9083 eczanede alışveriş 4,95 TL 15 TL Tabia Dudak Bakım Yağı Tabia Dudak Bakım Yağı içerdiği A ve E Vitaminleri, doymamış yağ asitleri ve antioksidan özelliği ile dudakları nemlendirmede, beslemede ve canlı bir görünüm kazanmasında yardımcı olur. Vaseline Losyon Aloe 100 ml Aloe ve salatalık özlü Vaseline Vücut Losyonu; cildi kolayca emilen özelliği sayesinde saf ve ince bir nem dalgasıyla uyandırır, böylece tazeleyerek yumuşacık yapar. 4,95 TL Vaseline Nemlendirici Losyon 100 ml Essential için; Vaseline Essential Moisture Losyonu, cilde nüfuz eden besleyici maddeler ve multivitaminler içeren çok işlevli, yoğun bir kremdir. Cildi zengin yapı maddeleriyle besler, her gün canlı ve sağlıklı hissetmenizi sağlar. 39,90 TL 14,90 TL 12,90 TL Arko Nem Soft Touch El ve Vücut Kremi 300 ml Cildi yağlılık hissi bırakmadan nemlendirir. Hızlı emilen yumuşak bir formüle sahiptir. 62 edaktüel ocak•şubat 2015 Neutrogena Norveç Böğürtlenli Vücut Losyonu 250 ml Norveç Böğürtlenli Besleyici Losyon'un benzersiz formülünün, cildinizin doğal yapısıyla uyum içerisinde çalışırken nem seviyesini 3 kat artırdığı klinik olarak kanıtlanmıştır. Hassas ciltler için uygundur. Kaygan ve yağlı bir his bırakmayan formülü, Norveç Böğürtleninin hoş kokusuna sahiptir ve hızlı bir şekilde emilir. Ecologica Gunluk Bakım Kremı 75 ml Ecologica günlük bakım kremi cildi nemlendirirken içeriğindeki UV-A ve UV-B filtreleri ile güneşin olumsuz etkilerine karşı koruyor. Termal mineralli su sayesinde antioksidan özellikleri ile ön plana çıkan ürün cildin onarılmasına da yardımcı. Ürün 75 ml’lik tüpte sunuluyor ve her cilt tipi için uygun. eczanede alışveriş 6,75 TL Maybeline Baby Lips Peach Kiss Dudak Koruyucu 7,50 TL Nivea Lip Care Repair Protection Bisabol ve buğday tohumu yağı ile zenginleştirilmiş formülü ile dudaklarınızı çatlamalara karşı korur ve yoğun nemlendirme sağlar. Dudaklarınızın üzerinde ince bir tabaka halinde yayılan dudak kremi güneşe ve soğuğa karşı sizi korurken aynı zamanda dudaklarınızı nemlendirir ve bakımını yapar. Renkli, şeftali kokulu nemlendirici dudak balmı. Bebeksi yumuşaklıkta dudaklar için yoğun dudak bakımı ve 8 saat nemlendirme. 39,75 TL Dermoskin Active Serum Ürün içeriği Hyroluronik asit, Vitamin C, Vitamin B5 den oluşmaktadır. Nemlendirme, Onarım, sıkılaştırma özelliklerine sahip eşşiz formüle sahiptir. Paraben, Parafin, Sles, Silikon içermez. 13,90 TL Nivea Krem 200 ml 14,95 TL Arko Nem Yoğun Bakım Kremi 300+75 ml Arko Nem Doğal Bakım, %100 doğal zeytinyağı ile zenginleştirilmiş formülüyle, cildinizin ekstra nemlenmesine ve beslenmesine yardımcı olur. Hafif su bazlı yapısıyla cilt tarafından kolay emilen Arko Nem Doğal Bakım kremi cildin doğal nem dengesini sağlamaya ve cildi pürüzsüzleştirmeye yardımcı olur. 64 edaktüel ocak•şubat 2015 Çok amaçlı vücut kremidir. Kakao ve E vitamini ile zenginleştirilmiş formülü kuruluğu giderirken, cildinizi uzun süreli ve derinlemesine nemlendirir. Kakaonun eşsiz kokusu da duyularınızı gün boyu harekete geçirir. 46 TL Ceradolin Losyon Lıpo 200 ml Ceradolin losyon; çevresel etkenler (güneş, ısı, soğuk, deterjan, izotretinoin, topikal kortizon, yüzeysel sivilce, egzama tedavileri, vb.) nedenlerle kurumuş, yıpranmış veya doğuştan kuru olan ciltleri onararak, doğal nem dengesine kavuşturan bir losyondur. edaktüel keşif Fark edilmeyen güzellik "Aizanoi" • İ. Hakkı Kesirli • Y Burada suçu biraz dağıtalım. Ve bu güzel antik kenti tanıtmak için Kütahyalıları ve Çavdarhisarlıları biraz daha gayretli olmaya davet edelim. Olabilir, duymamış olanların çoğunlukta olduğuna inanıyorum. Bulunduğumuz bölge antik medeniyetlerin beşiği olunca ve bunca bolluk içerisinde kalınca, bazılarını bilmemek normaldir. Hele hele anayol üzerinde bulunmayanlara sıra ne zaman gelir bilinmez. Ancak, Afrodisias’ı görmemek ne kadar bir suç ise, Aizanoi’yi görmemek de hafifletici sebeplerle birlikte bir suç olarak kabul edilebilir. Beni umutlandıran bir gelişme de; antik kentlerin toplumumuz için yol üstündeki sarı ya da kahverengi birer levha olmaktan yavaş yavaş çıkmaya başlaması. Olmadık bir zamanda gitsem bile en ücra köşedeki antik kentte birkaç ilgili bulabiliyorum. Yabancıların ülkemizi bizden iyi tanıyor olmasının geride kalmasını dileyerek, gelin birlikte “Aizanoi”nin (Ayzano, Ayzanoy veya Ayzanoyi) günümüze ulaşan değerlerini keşfedelim. olunuz bir gün Kütahya dolaylarına düştüğünde ya da Uşak dolaylarında bir işiniz olduğunda zaman ayırıp “Aizanoi Antik Kenti”ni mutlaka görmelisiniz. Adını hiç duymadınız mı? 66 edaktüel ocak•şubat 2015 Nasıl gidiyoruz? İzmir - Uşak yolunda Uşak’a varmadan 7-8 km. önce yol ayrımından Kütahya yoluna sapacak ve yaklaşık 80 kilometre sonra Çavdarhisar’a ulaşacaksınız. Kent içindeki yönlendirmeler sizi birkaç dakika içinde Aizanoi’ye götürecek. Eğer bir şekilde Kütahya’da iseniz, o zaman Afyon’a doğru yönelecek ve Çavdarhisar sapağından içeri gireceksiniz. Kütahya Çavdarhisar arası yaklaşık 58 km. Yol virajlı ama keyifli, bakımsız değil. Siz yine de hız sınırlamalarına ve özellikle de yol çizgilerinin size koyduğu yasaklara uyun… “Gediz yıkıldı Aizanoi ayakta” Benim üniversite yıllarımdı. 28 Mart 1970 gecesi merkezi Kütahya’nın Gediz ilçesi olan 7,2 şiddetinde bir depremde ilçe merkezi ve köyleri tamamen yıkıldı. Yüzlerce cana mal olan bu felaket sırasında bölgede bulunan tüm ilçeler etkilendi ve binlerce ev yerle bir oldu. Deprem sonrasında fark edildi ki Aizanoi’de bulunan ve yapımına M.S. 2. yüzyılın ikinci çeyreğinde başlanan “Zeus Tapınağı” depremden etkilenmemişti. Tapınağın yapıldığından bu yana kaç deprem geçirdiğini bilemiyoruz ama çevresindeki tüm yapıların da çeşitli felaketlerden etkilenerek yıkıldığını ve onun hala ayakta olduğunu görmek şaşırtıcı. Aizanoi, antik Frigya’ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin kentiydi. Eski adı Penkalas olan Koca Çay’ın iki yakasında kurulmuş alon ve yörede bugün de hakim olan tarımsal üretim ile gelişen Aizanoi, erken Bizans döneminde piskoposluk merkezi olmuş. Milattan sonra yedinci yüzyıldan sonra ise gerileme dönemine girerek önemini kaybetmiş. Selçuklular zamanında yöreye Çavdar Tatarları yerleşmiş. İşte, size Çavdarhisar’ın adının nereden geldiği bilgisi... Aizanoi’nin en görkemli yapısı olan tapınağın yapımı için gerekli olan harcamaların, tarım arazile- rinin kiraya verilmesi yolu ile sağlanmaya çalışıldığı, bir türlü toplanamayan kira gelirlerinin İmparator Hadrian zamanında toplanması ile yapıma başlanabildiği, tapınağın kuzey tarafındaki yazıtlardan anlaşılıyor. Bu yazıtlarda kentin anıtsal yapılarının oluşmasına katkıda bulunan M.Apuleius Eurykles’ten övgüyle söz ediliyor. Tapınağın en önemli özelliği ise bir alt bölüme sahip olması. Bu bölümün bir depo ya da kehanet merkezi olarak kullanıldığı sanılmakta. Bu bölüme girildiğinde yapı sizi daha da çok etkiliyor. Zamanın içinde kaybolduğunuzu hissediyorsunuz. Burada kimler ne için tanrılara yakarmış? Hangi dertlerine 2015 ocak•şubat edaktüel 67 edaktüel keşif Tiyatronun sahne kısmı yıkılmış, oturma bölümlerinde büyük kaymalar olmuş. Sütunlu cadde Aizanoi'de kurulan tarihin ilk borsası. Roma köprüsü hala kullanılıyor. derman bulmak için rahiplerin kehanetlerine koşmuş? Dokunduğunuz taşa binlerce yıl içinde kimler dokunmuş? Sorularını sormasak daha iyi olacak gibi. Tapınağın hemen önünde bulunan kadın büstü ve devasa görüntüyü büyülü kılan İon sütunları önünde resim çekmeye başladığınızda iyi ki geldik diyeceksiniz. Stadyum’a giderken sizi bir hamam kalıntısı karşılayacak. Önünde sütunlu avlusu bulunduğu öngörülen mekanın mermer su kanalları ve mermer kaplamaları bugün bile görülüyor. Yönünüzü Aizanoi’nin Tiyatrosuna çevirdiğinizde önce görkemli bir Stadyum ile karşılaşıyorsunuz. Tiyatro ve Stadyum’un birbirine bitişik olarak inşa edilmesine Aizanoi’nin tek örnek olduğu düşülmüş kayıtlara. Stadyum yazıtları da, Eurykles’in bu kompleksin yapımında da rol aldığını gösteriyor. Stadyum’un en geniş kısmında bir büyük 68 edaktüel ocak•şubat 2015 giriş kapısı kalıntısı görülüyor. Tiyatro ile sınırını ise mermer bir duvar çiziyor. Bu duvarın arka kısmı, aynı zamanda Tiyatro’nun sahnesini oluşturuyor. Tiyatronun sahne kısmının mermer bezemeleri yüzyıllar boyu süregelen çeşitli depremler yüzünden oturma basamaklarının ortasına yıkılmışlar. Bu mermer parçaları arasında av sahnesi betimli kaliteli friz parçaları özellikle dikkat çekiyor. Tiyatro’dan aşağıya iniyor ve Stadyum’un ortasından yürümeye başlıyoruz. Kulaklarımıza kılıç sesleri yankılanıyor. Gladyatör filminin bir sahnesini çekiyoruz burada. Acaba araba yarışları da yapılıyor muydu? Tekerlek gıcırtılarını, atların güçlü kasları ile toprağı dövdüğünü duymak isterseniz biraz konsantre olmanız gerekir. Koca Çay’ın üzerine kurulmuş Roma köprülerinden ikisi, bugün hala kullanılıyor. Bu muhteşem yapıların üzerine konulan korkuluklar ise tam bir facia. Hiçbir özen gösterilmemiş. Yapanların tarihe verdikleri değeri tam olarak yansıtıyor ne yazık ki. Beş kemerli köprü üzerinden geçiyor ve tarihin ilk borsa alanı olarak adlandırılan yuvarlak yapıya geliyoruz. Burası aslında bir gıda pazarı, yazıtlarında ise satılan tüm malların fiyatları yer alıyor. İnsanlar ve hayvanlar ise fiyatların temelini oluşturuyor. “İri kıyım, kuvvetli bir köle, iki eşek ücretine eşdeğer fiyatla satılıyor. Bir at ise üç köle ediyor. Buradan malların satışa sunulduğu dükkanların giriş kapısının da bulunduğu sütunlu caddeye ulaşıyoruz. Tarih kayıtlarında bu caddenin mimari ögelerinin başka mekanlardan sağlandığını öğreniyoruz. Caddenin yapılması için bir Artemis Tapınağı’nın ortadan kaldırıldığı, kuzeydoğu galerisinin görkemli iyon başlıklarının bu tapınağa ait olduğu yine galeri tabanına döşenmiş olarak bulunan iki plakanın aslında tapınağın alınlık üçgenleri olduğu, bunlardan birinde Artemis’in atribüsü olan geyiğin alçak kabartma olarak işlendiği tarihçiler tarafından kaydedilmiş. Kentin iki kilometre güneybatısında Karabulut nekropol alanı var. Koca Çay’ın kuzey yakasında bulunan mezar yapıları, Roma dönemindeki nüfus ile ilgili bilgi veriyor. Buna göre, Aizanoi’nin Roma dönemindeki nüfusunun 30 bin olduğu varsayılıyor. 1990 ve 1991 yıllarında Aizanoi’nin 2 km güneybatısında kutsal yolda, görkemli iki mezar yapısı ortaya çıkarılmış. Bugün Kütahya Müzesi’nin ana salonunda sergilenmekte olan Hellenlerle Amazonlar’ın savaşını gösteren üstün kaliteli lahit, burada bulunmuş. Doğudaki küçük bir Bizans şapeline dönüştürülmüş olan dört kemerli yapıda da Eros betimli mermer lahtin alt kısmı bulunmuş. Bu parça da Aizanoi’den çıkan birçok değerli eser ile birlikte Kütahya Müzesi’nde sergilenmekte. edaktüel sanat Sivri kemerli yapılar gökyüzüne yükseliyor. Büyük pencereler, vitraylar, minyatürler baştacı. Gotik akımın edebiyat ve sinemadaki yansıması ise korku ve karanlık üzerine... • Deniz Çaba • Gotik Ortaçağı kapattı, Rönesansı başlattı Büyük katedral ile kiliseler bu dönemin eseri. O yapılardaki vitray ve minyatürler de. Kilise müziği yine bu evrede yükselmiş; resimde doğa betimlemeleri Gotik akımla gelişmiş. Mimaride sivrilik egemen olmuş; edebiyat ve sinemada ise karanlık sokaklar ile lanetli karakterler... Gotik dönemin 12’inci yüzyıl’da başlayıp Rönesans ile sonlandığı kabul ediliyor. Romanesk sanatının değişmesiyle Latin sanatına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Orta Çağı kapatıp Rönesansı başlatmış olan akım, pek çok sanat dalına hızla etki etmiş ama ilk örneklerini yazı şekli olarak göstermiştir. Gotik yazılar ilk baskı denemelerinde denenmiş, o dönemde çoğunlukla Almanlar 70 edaktüel ocak•şubat 2015 tarafından kullanılmış. Mimaride ilk çıkış yeri için Fransa denilse de aslında Avrupa'nın pek çok yerine aynı zaman diliminde yayılmış olan Gotik akım, adını da Hıristiyanlığın ilk yıllarında Avrupayı istilâ eden Gotlar’dan almış. Bu terimi ilk defa dile döken, İtalyan hümanistler olmuş. Tabii onlar bu sözcüğü “küçümsemek” için kullanmışlar. Yani “Gotik”, klasik uygarlığın merkezi olarak kabul edilen Roma’yı yaktıklarından dolayı güzelliğe karşı duygusuz olarak tanınan Gotlardan yola çıkarak “kaba ve barbar” anlamında tanımlanmış. İtalyanlar Roman sanatının ardından gelen bu üslubu, ilkçağın klasik kurallarından ayrıldığı için aşağılamış ve mimarilerinde kullanmayı reddetmişler. Alevli Gotik Aslında Roman sanatından Gotik üslûba geçiş dört büyük dönemde gelişiyor. 12. yüzyıl’ın büyük bir bölümünü kapsayan birinci dönemin en özgün anıtları Fransa’daki Saint-Denis Manastır Kilisesi ile Sens, Noyon ve Laon Katedralleri... 12’inci yüzyıl sonlarından 13’üncü yüzyıl ortalarına kadar uzanan ikinci evre ise Gotik sanatın doruğuna ulaştığı dönem olarak kabul ediliyor. Chartres, Bourges ve Merveille du Mont-Saint-Michel Katedralleri gibi birbirinden ünlü pek çok anıt bu dönemde yapılıyor. Yine bu çağda Gotik mimari Almanya ve İspanya’ya sıçrayıp, İngiltere’de Canterbury ve Chichester Katedralleri ile daha farklı bir nitelik kazanıyor. “Işınlı Gotik” adı verilen dönemde ise daha ziyade Paris’teki Notre-Dame’ın yan kiliseleri gibi eski yapıların bitirilmesine çalışılıyor. 14’üncü yüzyıl’ın ikinci yarısından sonra Gotik sanat büyük bir diriliş dönemine giriyor. Her ülke akım üzerinde zevkine uygun değişiklikler yapıyor. Örneğin İngiltere'de sütunları çoğaltan ve kubbenin altında onları yelpaze gibi açan dikey bir üslüp benimsenmiş. İspanya'da Gotik sanatının Arap motifleriyle birleşmesinden meydana gelen müdeccer (mudejar) üslubu doğmuş. Fransa ve Almanya’da ise “Alevli Gotik” denilen yeni bir tarz gelişmiş. Vitrayla bezeli cepheler Gotik mimarinin en önemli özelliğine gelince... Tek sözcükle, sivrilik. Roma mimarisindeki yaygın kubbeler yerine dilimli kubbeler, yuvarlak kemerler yerine sivri ve birbirini kesen kemerler... Ön cephelerde genellikle kapıların üstünde içeri doğru kademeli olarak daralan büyük alınlıklar, kademeleri oluşturan silmelerde ise çok sayıda aziz figürü. Orta bölümde vitraylı yuvarlak bir pencere ile iki yanda dar ve yüksek pencereler. Her iki yanda görkemli çan kuleleri. Pencereler bol, camlar renkli, cephelerde vitraylar... Notre-Dame Katedrali cephesindeki “gül pencere”, dönemin vitray sanatının en görkemli örneklerinden biri örneğin. Yapılarda çok sayıda renkli pencere kullanılmasının nedeni, hem iç mekanın aydınlanmasını sağlamak, hem de renkli ışıklarla yapının içinde büyülü bir dinsel atmosfer oluşturmak. Zira Gotik mimarlık ögelerinin en çok tesir ettiği yapılar daha ziyade katedral ve kilise gibi dini mekanlar. 13’üncü yüzyıl’da toplum adeta bütün heyecanını ve zenginliğini katedral yapmaya harcıyor. Amiens ve Reims Katedralleri, Strasbourg Katedrali ve Milano Katedrali bu dönemde inşa ediliyor. Birer kutsal kitaba benzeyen Gotik katedraller, inanmışları eğitmek üzere sayısız sahneyle de süsleniyor. Örneğin Notre-Dame Katedrali’nde 1800’ü aşkın yontulmuş figür, vitraylarında ise 5000’e yakın kişi yer alıyor. Chartres Kilisesi (solda) Milan Katedrali kapısı (altta) Şapellerde fildişinden heykeller Gotik tarzı sadece mimarlıkta değil, resim, yazı ve heykeltıraşlıkta da etkili olmuş. Gotik sanat anlayışında heykel, kilise öğretisinin somutlaştırılması görevini sürdürmüş. Heykeller ana kapıların yanına dingin ve ağırbaşlı diziler halinde sıralanırmış. Kiliselerin dış yüzleri Tevrat ve İncil’den alınmış konuları anlatan heykellerle bezenirmiş. Sanatçılar giderek giysi kıvrımları altından gövdenin yapısını sezdiren bir ustalık elde etmişler. Figürlerin betimlenmesinde de doğa dikkate alınmış. 13’üncü yüzyıl’ın ikinci yarısında İtalyan sanatçı Nicola Pisano, doğayı daha iyi imgeleştirme amacıyla klasik heykel sanatının yöntemlerini incelemiş. 14’üncü yüzyıl heykel sanatının en güzel örnekleri özel şapeller için yapılmış değerli madenden ve fildişinden heykellerden oluşmuş. Figürlere eğim verilerek katılık izleniminden kaçınılması da bu yüzyılda gerçekleştirilmiş. Önceleri donmuş gibi dimdik duran figürler yapılmış. Ardından aziz figürleri kımıldar, donuk yüzlü melekler de gülümser olmuş. Daha doğru bir ifadeyle hareketlerin ve elbiselerin yumuşayan çizgileri günlük yaşamı yansıtmaya koyulmuş. 14’üncü yüzyıl’da Andrea Pisano, Pisa Vaftizevi’ne yaptığı 28 kabartmayla bezeli tunç kapıyla ise, kabartma sanatının gelişimini özendirmiş. Aynı yüzyılda, mermer ahitlerin üzerine kabartmalar yapılmış. Fresk, kitap bezeme ve minyatür Gotik akımın resimdeki yansımasında yine Fransa’nın etkisi büyük. Resimde “doğalcılık”, 15’nci yüzyıl’da Flaman resmiyle çıkış yapıyor ve bu çıkış, Gotik resmin belirleyici özelliği oluyor. Fransa'da çalışmaya gelen bir grup Flaman sanatçının doğacı eğilimleri Paris, Dijon ve Bourges gibi sanat merkezlerinde Gotik sanatın ortaya çıkmasını sağlıyor. Prag, Valencia, Milano ve Hamburg gibi şehirlere de ulaşan bu uluslararası üslup, düşsel bir dünya tasarımıyla gündelik hayattan görünümlerin bir arada ele alınışıyla tarzını oluşturuyor. Gotik dönemde özellikle de fresk tarzı resim öne çıkıyor. Aynı şekilde vitray, kitap bezeme ve minyatür de... Minyatür konusunda en iyi örneklerden biri olarak Limburg Kardeşler’in “Très Riches Heures” adlı eseri gösterilebilir. Giotto di Bondone, Jan van Eyck ile kardeşi Hubert 2015 ocak•şubat edaktüel 71 edaktüel sanat Milano Katedrali Andrea Pisano Floransa Vaftizhanesi’nin Kapısı (altta) Günümüz korku sinemasının temeli bu dönemde atılmış Edebiyatta Gotik akım 1880'lerde yeniden canlanmış. Robert Louis Stevenson ve Oscar Wilde bu dönemde Gotik yapıtlar vermiş. Uzun bir süre yeniden sessizleşen Gotik roman, Daphné du Maurier'in popüler yapıtları ve Robert Bloch'un 1959 tarihli romanı Psycho ile kıpırdandıysa da, “korku romanı” adıyla ortalığı kırıp geçirmeye Stephen King'in 1974'te çıkan Carrie romanı ile başlamış. Anne Rice gibi daha entelektüel Gotik romanlar yazan yazarların yanı sıra, Toni Morrison ve Joyce Carl Oates gibi ciddi yazarlar da bu türün ilginç örneklerini vermeye koyulmuş. Bugün de o etkinin sürdüğü söylenebilir. Örneğin 2006’da İngiltere'de 19’uncu yüzyıl’ın Gotik anlatı van Eyck, Duccio, Hugo Van Der Goes ve Rogier Van Der Weyden de dönemin öne çıkmış diğer temsilcilerinden. Gotiğin müzikte kullanımı, yine dini bir çerçevede karşımıza çıkıyor. İlk uygulama, Gotik mimarinin sağladığı geniş meydan ve yüksek tavanların akustiğini keşfeden kiliseler tarafından başlatılmış. Kiliselerde dini amaçla kullanılan bu sistem, daha sonraları müzik dünyasına da sıçramış ve Gotik müzik “kilise müziği” olarak ortaya çıkmış. İlk örneklere bakacak olursak, Notre Dame Okulu'nun en büyük iki bestecisi olan Leonin'i ve ardından Perotin'i görürüz. tarzına dönüşü simgeleme iddasıyla Diane Setterfield'ın ilk romanı On Üçüncü Hikâye (The Thirteenth Tale) yayımlandı. Frankenstein ve Dracula ile doğan Gotik romanı 18’inci yüzyıl’ın sonuyla 19’uncu yüzyıl’ın başı arasında bir dönemde ortaya çıkan Gotik yazın denince ise akla Mary Shelley'nin Frankenstein'ı, Bram Stoker'ın Dracula'sı ve Edgar Alan Poe geliyor. Hepsinin ortak özelliği korkuyu çağrıştırması. Cem Aktaş 3.3.2006 tarihli Radikal Gazetesi’nde “Gotik Romanın Ürpertici Çekiciliği” adlı yazısında bu süreci şöyle anlatmış: “Gotik sözcüğü, 18’nci yüzyıl’da Protestan Avrupa'da Ortaçağ'ın karanlık, batıl inançlarla dolu, korkulu günlerini ve o çağların mimarisini çağrıştırıyordu. Yazınsal yapıtlar için bu terimin kullanılmaya başlanması da bu özellikler nedeniyle oldu: 72 edaktüel ocak•şubat 2015 Horace Walpole'un 1764'te yayımladığı ‘Otranto Şatosu’ adlı romanı tam da böyle bir mekânda geçiyordu. Eski bir şato, gizli tüneller, unutulmuş bir lanet ve bayılıp duran kadın kahramanlar içeren bu romanın ardından, Ann Radcliffe'in romanı Udolpho'nun Esrarları (1794) bu türdeki ilk çok satan oldu. 1818'de yayımlanan Frankenstein'ın ardından 1840'lara kadar canlılığını koruyan Gotik roman, bu tarihten sonra unutuldu. 1847'de yayımlanan ve bugün İngiliz edebiyatının başyapıtlarından sayılan Uğultulu Tepeler 'in (Emily Bronte) o dönemde hemen ilgi görmemesi, Gotiğin gözden düşmüş olmasına bağlanabilir.” Gotik akımın edebiyata yansıması ile sinemaya izdüşümü aynı. Nasıl o romanlarda şatolar, labirentler ve zindanlar karanlıkla, ruhlarla ve ıstırap çeken karakterlerle yoğruldu ise film kareleri de öyle. Zaten bu açıdan Gotik üslup, günümüz korku sinemasının atası kabul ediliyor. Operadaki Hayalet (The Phantom of the Opera), Frankenstein ve Dracula gibi ilk büyük korku klasiklerinin Gotik türde olması rastlantı değil. Bugün de Gotik korku, küçük bazı modernleştirme hamleleriyle devam ediyor. 1980’lerde Ken Russel’ın “Gotik” ve “Beyaz Solucanın İni” (The Lair of the White Worm) isimli filmleriyle iki önemli örneğini vermiş olan türün son dönem yapıtları arasında Perili Ev (The Haunting) ve Ötekiler (The Others) gibi lanetli ev öyküleri var. Bu kapsamda Universal korku filmlerine bir saygı duruşu niteliği taşıyan Van Helsing’i ve vampirlerle kurt adamların çatışması üzerine kurulu Karanlıklar Ülkesi’ni de (Underworld) sayabiliriz. edaktüel hobi Hobi edinme ve edindirme yeri: HobbyTime • Alpay Sönmez • Y oğun iş temposu, boş zamanlarınızı işgal eden televizyon, son yıllarda hayatımıza giren internet, cep telefonları, sosyal medya derken kendimize ayırdığımız bir zaman ve o zamanı değerlendirdiğimiz bir hobi edinme fikri iyice uzaklaşıyor bizlerden. 74 edaktüel ocak•şubat 2015 Ekonomik olarak kendimizi bir hobi edinmenin uzağında görsek de yeni çıkan bir cep telefonuna binlerce lira vermekten geri kalmadığımızın farkında mısınız? Oysa ortalama bir cep telefonu fiyatına son derece keyif alacağınız bir hobi edinerek hem hoşça vakit geçirip hem de sosyalleşebileceğinizi biliyor musunuz? Neden mi bahsediyorum, mesela model uçak uçurmaktan, helikopter kullanmaktan, araba sürmekten, olmadı odamızda küçük küçük tuğlalarla bir yel değirmeni, bir köy evi yapmaktan, ikinci dünya savaşı araçlarını oluşturmaktan bahsediyorum. uçak gövdesine taşıyabiliyorsunuz. Dedik ya, bu işin ana masrafı ilk başta. Onun ne kadar olduğunu da Bülent Borko belirtiyor, “Elektrikli olanlar 560 TL, yakıtlı yani patlar motorlu olanlar 1200-1600 TL arası. Giriş seviyesi uçağın en önemli özelliği motor sussa bile planör gibi yere indirebileceğiniz bir dengeye sahip, o yüzden başlangıç seviyesi bir uçak amatörler için en ideali.” Aynı şeyler arabalar için de geçerli. Onlar on road ve off road olarak ikiye ayrılıyor, yine elektrikli ve yakıtlı olmak üzere iki tür araba mevcut. Fiyatları ise elektrikli olanlar 350 TL, yakıtlı olanlar ise 800 TL civarında. Bu fiyatların alıcı, verici, kumanda gibi tüm ekipmanları dahil set fiyatları olduğunu da belirtelim. Kocaman bir tren istasyonu yaratmaktan bahsediyorum. Gelin sizi bir hobi dükkanına götürelim, bu dünyanın ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu anlatalım. HobbyTime İzmir Bölge Müdürü Bülent Borko ile dükkanlarında görüştük, bize bir hobi edinmenin hem maliyetlerinden hem de türlerinden bahsetti. Öncelikle model uçak uçurmanın aslında bilindiği gibi pahalı bir hobi olmadığını belirten Bülent Borko, “Orta halli bir cep telefonu parasıyla bu hobiye başlarsınız. Ve sanıldığı gibi her uçağı düşürdüğünüzde büyük masraflar altına girmezsiniz. Tamir edilebilir malzemelerden yapılır uçakların gövdeleri ve evinizde onların tamiratı ile uğraşmak da bu hobiye dahildir.” diyor. 75 liralık bir uçak simülatörü ile evde işinizde arta kalan vakitlerinizde pratik yaparak hobinize giriş için ilk adımı atabilirsiniz, sonrasında ise giriş seviye olarak kabul edilen üstten kanatlı bir trainer sınıfı uçak size bambaşka bir dünyanın kapılarını açacaktır. Ama sanmayın ki yarın daha profesyonel bir uçağa geçtiğinizde yeniden masraf olacak, hayır. İç aksamları istediğiniz her Bu radyo kontrolü modelcilikte en zor araç ise helikopter. Bülent Borko bunun zorluğunu şöyle anlatıyor: ”Tepsi üzerinde bilye tutmaya benziyor bu, sürekli dengede durmak için hareket halinde olmanız, araca müdahalede bulunmanız gerekiyor. Bu yüzden uçak ve arabadan daha zordur. Ancak kimisi direk helikopterden başlamak istiyor ve başlıyor da. Kesinlikle kullanamazsınız diye bir şey yok. Bunların da fiyatları orta hallileri 600700 TL kadar.” Avukattan doktora, işadamından öğretmenine kadar her meslek grubundan, yaş grubundan insanların bu radyo kontrollü modelciliğe gönül vermesinin yanında evinde de hobilerini yaşayanlar var elbette. Mesela minik tuğlaları tek tek yapıştırarak bir ev, bir değirmen yapabilir, sonra şöminenizin üstüne, salonunuzda dolabınızın vitrinine koyabilirsiniz. Sadece bu değil elbette, elektrikli trenlerle bir dünya, bir kasaba bile inşa etme şansınız var. Tabi geniş bir yeriniz varsa. Kocaman bir tren istasyonu, ağaçlar, "Orta halli bir cep telefonu parasıyla bu hobiye başlarsınız. Avukattan doktora, işadamından öğretmenine kadar her meslek grubundan, yaş grubundan insanlar modelciliğe gönül veriyor" yollar, arabalar, binalar inşa ederken her bir parçayı ayrı ayrı alıp kendinizin monte ettiğinizi düşünürseniz bittiğinde dumanı çıkan, sesiyle onun içinde hareket eden bir treni izlemenin ne büyük bir keyif vereceğini şimdiden düşünmeye başlayabilirsiniz. HobbyTime’in vitrininde bulunan o tren dünyasının maliyetinin 2-3 bin lira aralığında olduğunu belirterek aşağı yukarı ne kadarlık bir büyüklükteki bir çalışmanın kaç paraya mal olabileceğini anlayabilirsiniz. Şimdi haydi gelin, o televizyonun karşısından kalkın, çıkması beklenen yeni model telefon için ayırdığınız bütçenizi daha yararlı bir hareket için kullanın, bir hobi edinin. Ama evinizde bir dünya yaratın, ama uçaklarla gökyüzünde süzülün. Haydi... Talatpaşa Bulvarı No:76/B Alsancak Telefon: 232 421 05 20 2015 ocak•şubat edaktüel 3 edaktüel spor Doğanın içinde treking • Handan Korhan • Yaşamın hengamesi içinde bir yerden bir yere, otobüsten taksiye yetişmek dışında yürümeyi bıraktık. Okula yürüyerek gittiğimiz zamanlardan, çocuklarımızı küçük yaşlarda servislere bindirmeye başladığımız zamanlara geldik. Doğanın bize sunduğu muhteşem kokulardan, manzaradan, canlılardan bihaber, trafiğin içinde, beton yığınların arasında olmaya iyice alıştık. Yeşilden, sağlıklı nefes alıp vermekten giderek uzaklaşıyoruz. Hayatın bu karmaşasından en azından birkaç saatlik, birkaç günlük uzaklaşmak isteyenler için harika bir yol var; trekking. Hafif tempolu yürüyüş anlamına gelen trekking, ROTA 35 Dağcılık ve Doğa Sporları Grubu Yetkilisi Ufuk Arıdıcı'ya göre bir gönül meselesi. Ancak bu yolda bizim de sorumluluğumuz var: "Doğada hiç bir hayvana bitkiye zarar vermemeliyiz. Sadece ayak izlerimiz kalmalı. Çünkü karşılaşacağımız hayvanlar, bitkiler doğanın gerçek ev sahipleridir. Biz onların misafiriyiz.” Yer kürenin dağında, ovasında, deresinde, yolunda, patikasında günü birlik veya 3-4 günlük, haftalık ve aylık yürüyüşler ferdi ola76 edaktüel ocak•şubat 2015 Tatil planı denilince akla gelen deniz-kum-güneş üçlüsünden farklı, her mevsime uygun, günübirlik ya da birkaç günlük yeni bir seçenek arıyorsanız, şehrin yorucu yaşamından uzak doğada, tertemiz bir havada yürüyüş size iyi gelecektir. rak yapılabileceği gibi, gruplar halinde de gerçekleştirilebiliyor. Ancak gruptaki yürüyüşçülerin fiziki gücü birbirine denk olmalı. Arıdıcı, “İyi yürüyüşçüler daha hızlı yürüdüğü için arkadan gelenleri beklemek zorunda bırakılmamalı” diyor. Yürüyüşler bireysel yapılabileceği gibi bazı kurumlar aracılığıyla daha profesyonel olarak turlara katılım da olabiliyor. Ülkemizin dört bir yanı trekking yapmaya elverişli parkurlarla dolu; İzmir özelinde ise Karagöl ve Balçova Behzat Tepesi'nden Bergama Kozak Yaylası'na, Yeni Şakran'ın Köseler Köyü‘nden Aigai Antik Kenti‘ne, Tire Kaplan Yaylası'ndan Ödemiş Beydağ ve Bademiye Cevizli Dağ‘a kadar uzanan birçok alternatif rota bulunuyor. Dağcılık ve doğa sporları kulüpleri pekçok güzergahta doğa yürüyüşü, kamp etkinliği ve dağ bisikleti etkinliği düzenliyor. Ancak tekrar etmekte fayda var: Doğada etkin bir yürüyüş için, sağlıklı bir beden yapısı, fiziki kondisyon durumu, arazi ve iklim şartları, psikolojik durum ve beslenme gibi daha birçok etkeni de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Doğa yürüyüşleri öncesinde Doğa yürüyüşüne katılırken ilk etapta bir ön araştırma yapmalı ve bilgi sahibi olmalısınız. Yürüyüş yapacağınız bölge ile ilgili araştırma yapıp hava koşullarını da göz önünde bulundurmak gününüzün daha keyifli geçmesini sağlayacaktır. Normal ayak numaranızdan bir numara daha büyük, sert ve kalın tabanlı, mümkünse ayaklarınızı bileklerden saracak bir ayakkabınız olmasına dikkat edin. Böylece ayak burkulması riskini azaltacaksınız. Tırnak batması veya kırılma gibi sorunlarla karşılaşmamak için ayak tırnaklarınızı bir gün önceden kesilmiş olmasına dikkat edin. Yürüyüş esnasında hareket kabiliyetinizi engellemeyecek bollukta bir pantolon veya polar alt giyinin. Kot pantolon ile kesinlikle faaliyete katılmayın. Giysilerinizi seçerken pamuklu ve keten türler yerine sentetik ve yünlü giysileri tercih edin. Çok kalın ve az kat giymek yerine ince ve çok kat giyilmelidir. Sabah evden ayrılmadan önce mutlaka kahvaltı yapın, ihtiyaç hissetmeseniz de mutlaka bol su için. edaktüel spor Sırt çantanızı mutlaka akşamdan hazırlayın Yürüyüşe katılanlar bel ve göğüs kısmından kavrama tokaları olan 20-30 litre hacimli bir sırt çantası içerisinde; en az iki takım yedek iç çamaşır, yedek çorap, bir adet panço tipi yağmurluk, polar üst veya rüzgarlık mont, bere veya şapka, hava koşullarına göre bir çift uygun eldiven, bir adet su kabı ve yeteri kadar su bulundurmalı. Bir öğünlük yiyecek, ayrıca atıştırmalık ara yiyecekler ve bir adet düdük, bandana, güneş kremi, güneş gözlüğü, küçük bir plastik bardak ve fotoğraf makinesi, özel ilaçlarınız, yara bandı, bir-iki adet ağrı kesici veya kas gevşetici tablet, kolonyalı mendil, bir adet çöp torbası da yanınızda bulunmalı. önlemenin yolu "tembel adımı" atmaktır. Bu yöntem bacakları ve ciğerleri adım aralarında dinlendirmek için kullanılır. Vücudun tüm ağırlığı arkadaki bacağa yüklendiğinde öne atılan bacak kasları gevşetilir. Adım başı nefes alın. Derin nefes almak için bilinçli çaba harcayın. Suyunuzu azar azar için, bir defada fazla su içmek sizi nefessiz bırakabilir. Yamaç aşağı yürürken vücut ağırlığı bacak ve ayaklara biner. İstenmeyen durumlarla karşılaşmamak için inişlerde ayakkabılarınızın bağcıklarını sıkıca bağlayın. Daha yavaş bir tempoyla yürüyün. Ayak darbelerinizi yumuşatmak için dizlerinizi bükün, ayaklarınız acıyormuş gibi hafifçe adımlar atın. Dağ kazalarının, büyük oranda inişler esnasında olduğunu aklınızdan çıkartmayın. Doğru tempo önemli Yürüyüş sonrasında Yürüyüşe başlamadan önce bacak, bel, sırt ve omuz kaslarınızı gerdirme hareketleri yaparak yürüyüşe hazırlanın. Başlangıçta yavaş, daha sonra hızınızı artırarak, vücudunuz açılıncaya kadar temponuzu koruyun. İyi bir doğa yürüyüşçüsünün uygulayacağı en önemli teknik doğru tempoyu ayarlayabilmektir. Yürüyüş sırasında belli bir tempo yakalamaya çalışın. Acemi bir yürüyüşçü, genellikle ya olabildiğinden fazla ya da yapabileceğinden daha az bir tempo ile yürüme hatasına düşer. En sık düşülen hata ise çok hızlı yürümektir. Yürünmesi gereken yolun uzunluğu veya ekip içinde iyi bir performans sergileme isteği böyle yanlış uygulamalara yol açabilir. Eğer uygun zamanınız varsa daha ilk kilometrelerde kendinizi tüketmeniz oldukça anlamsızdır. Sahip olduğunuz enerjiyi, yürüyüş süresince yetecek şekilde kullanmanız daha akıllıca olacaktır. Eğer aynı tempoyu saatlerce sürdüremiyorsanız çok hızlı gidiyorsunuz demektir. Başka bir hata da çok yavaş yürümektir. Vücudunuz, hasar görecek şekilde enerji harcamaya başlamadan çok önce şikayete başlar. Öte yandan 50 dakikalık bir yürüyüşten sonra mutlaka 10 dakikalık bir mola verilmeli. Çok dik ve zorlu etaplarda 2 dakikalık bir nefes molası da verilebilir. Kısa molaların amacı dinlenmek değil nefesi düzenlemek. Yürüyüş teknikleri Dik yamaçlarda yavaş ve düzenli adımlarla yürüyün. Eğim azaldıkça da temponuzu yükseltin. Karlı zeminlerde ve dik çıkışlarda, tempoyu kontrol etmenin ve yorgunluğu 78 edaktüel ocak•şubat 2015 Yürüyüşten dönünce ılık bir duş alın. Kaybettiğiniz enerjiyi en kısa zamanda toplayabilmeniz için vitamin ve mineral takviyesi alın. Faaliyet sonrasında, ayaklarınızın şişmemesi için dinlenirken, ayaklarınızı baş hizasından biraz yükseltin ve bütün yorgunluğunuzu unutun. Gün bittiğinde ise bedenen biraz yorgun, ama ruhen dinlenmiş olarak, unutulmayacak bir gün yaşamış olmanın keyfiyle evinize döneceksiniz. Treking Kulüpleri • Antalya'da Todosk Kulübü doğada yürüyüş etkinliğinin yanı sıra dağların zirvelerini görme imkanı da sunuyor. Beldibi Kanyonu, Gökdere-Tünek Tepe-Sarısu, Termessos Antik Kenti, Saklıkent'te karda yürüyüş gibi birçok rotaları bulunuyor. • Antalya Doğa Sporları Kulübü; Likya, Hisarçandır Fethiye arası, St.Paul, Antalya Aksu’dan başlayıp Isparta Eğirdir'e kadar uzanıp Antalya Beşkonak bölgesi üzerinden Antalya-Belkıs'ta son bulan günübirlik doğa yürüyüşleri düzenliyor. Bunun yanı sıra Konya –Seydişehir ilçesi sınırlarında başlayıp Antalya-Alanya ilçesine kadar devam eden Kervan ve Konya Seydişehir ilçesi sınırlarında bulunan Tınaztepe mağarası çevresinde başlayıp Antalya-Manavgat ilçesi sınırlarına kadar devam eden Melas Vadisi parkurları, Antalya-Demre ilçesi Beymelek mahallesi yakınlarındaki St.Nicholas patikaları ile Antalya ili çevresinde birçok patikada yürüyüş yapma imkanı sunuyor. • Bursa'da Uludak-Uludağ Dağcılık Kulübü; Aralık ayı içerisinde günübirlik ve kamplı yürüyüş rotaları içerisinde; Delmece Yaylası, Fatin Tepe kış eğitimi ve Uludağ yürüyüşü ile programlarını sürdürüyor. • Adana Everest Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü trekking dışında yamaç paraşütü, dağcılık ve rafting gibi birçok etkinlik düzenliyor. • Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü başta İzmir, İstanbul, Ankara olmak üzere; Denizli, Aydın, Muğla, Uşak, Kütahya, Gaziantep, Adana, Niğde ve daha birçok ilde trekking grupları oluşturmuş ve aylık programlarla yeni rotalar belirliyorlar. 2015 etkinlik takviminin bir kısmı hazırlanmış durumda. 2015 Ocak ayı içerisinde Söke'de; Dilek Tepesi, Kudurgan Mezarlığı, Kışla Köyü yürüyüş parkurları arasında bulunuyor. Selçuk'ta; Çınardibi, Mahmut Dağı, Yukarıkızılca Köyü Parkuru, Efes Surları Arkeoloji Yürüyüşü etkinlikleri arasında. edaktüel gündem • Deniz Çaba • Hepimiz organik ürünler yemek istiyoruz ama organik pazarlardaki her tezgah ya da marketlerdeki her etiket ne kadar gerçeği yansıtıyor bilmiyoruz. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya ile konuştuk. Organik ne kadar organik? Organik üretim için belli standartlar var. Örneğin yerli tohum olması, kimyasal ilaç ve gübre kullanılmaması gibi. Ancak sertifikalı üretim yapsa da “organik” tarım işletmelerinin hepsine güvenemiyoruz. Bazıları hibrit tohumları bile kullanabiliyor. Öte yandan organik sertifikanın pahalı olması ve gerek sertifikasyonda gerekse de verilen desteklerde toprak sahipliğinin esas alınması, bağımsız küçük çiftçileri bu sistemin dışında bırakıyor. Uzmanlar ise “topluluk destekli tarım” ile kentli ve köylülerin birlikte dayanışma içinde, sertifikalı tarımın güvensizliğe dayalı sistemine bir alternatif geliştirebileceğini öne sürüyorlar. Denetimi yapacak yeni sisteme de “katılımcı sertifikasyon” deniliyor. Verim düşmesin diye kimyasal gübre Prof. Dr. Tayfun Özkaya mevcut tabloyu yaşadığı bir deneyimle örneklendirerek anlatıyor: “Yıllar önce Manisa’nın bir köyünde köylülerle kahvede konuşuyorduk. Başta çekirdeksiz kuru üzüm olmak üzere organik üretim yaptıklarını söylediler. Ben de ‘çok güzel, kutlarım’ dediğimde, köylüler bana ‘kutlayacak bir şey yok. Organik ürünümüzü satın alan şirketler fiyatları kimyasal ilaçlı ürünlerin fiyatına düşürdüler, şikâyet ettiğimizde, biz de başka köye gideriz diye cevap verdiler’ dediler. Organik tarımın gittiği yönle ilgili ilk uyanışım böyle oldu. Daha sonra İzmir’in bir köyünde yıllardır organik üzüm üreten köylüler, içlerinden bazılarının verim düşmesin diye gizlice kimyasal gübre attıklarını söylediler. Oysa sıra aralarına fiğ 80 edaktüel ocak•şubat 2015 ekerek, yeşil gübre uygulandığında kimyasal gübreye hiç ihtiyaç kalmıyor ve verimin de düşmediğini biliyoruz. Organik ürün alan şirketler bu uygulamayı köylülere öğretememiş.” Organik ürün yeni bir ihraç malı Özkaya, “Sorunlar bunlarla da bitmiyordu. Bir de organik sertifikaları sorunu vardı” diyor: “Organik ürün sertifikası çıkartmak için epeyce bir paranın köylülerce şirketlere ödenmesi gerek. Üstelik çoğu durumda sertifikalar organik ürün alan şirketlerin kasasında duruyor. Sistem, organik üretimi kıskıvrak yakalamış, kendi istediği kanala sokmuş. Bu alanda çalışan bazı profesyoneller için organik üretim sadece bir gelir kapısı. Organik tarımı desteklediklerini ileri sürenlerin bir kesimi de yerel tohumu adeta yasa dışı hale getiren tohumculuk kanununa karşı çıkmıyorlar ve hatta destekliyorlar. Onlar için organik ürün yeni bir ihraç malı, biraz da ülkenin zengince kesimlerinin tüketeceği bir meta.” Endüstriyel organik tarım Organik tarım ile ilgili de pek çok sıkıntı var. Tabii bu sorun sadece üretici ile ilgili değil. Her birimizi yakından ilgilendiriyor. Çünkü marketlerde organik ürünler tüketicilere dört beş misli fiyatlarla satılıyor. Çiftçi sertifikasyon şirketlerine önemli düzeylerde ödeme yapmak zorunda. Sertifikasyon şirketini üretici kendi seçiyor. Bu da güvenilirli- nımının artması ile sonuçlanmış, bu da insan sağlığı üzerine olumsuz etkilerde bulunmuştur. Hayvancılıkta da biyoçeşitliliğin azalması insanlar için zararlı mikropların oluşması ve hızlı yayılması için uygun bir ortam yaratmıştır.” Şirket tohumları ve sebzelerin mineral değerleri Endüstriyel tohumlar nedeni ile; 50 yıllık bu sürede sebzelerde kalsiyum, magnezyum, bakır ve sodyumda, meyvelerde ise magnezyum, demir, bakır ve potasyumda önemli düzeylerde gerilemeler oluştu ği sarsıyor. Organik üretimde kullanılmak üzere ilaç şirketlerinin sattığı ilaçlar da oldukça pahalı. Kısacası sistemin güçlüleri organik tarımı ele geçirmişler. Bu işin adı artık “endüstriyel organik tarım.” Özkaya, kavramı şöyle açıyor: “Büyük tarım işletmeleri şeklinde, çoğunlukla az sayıda türde bitki veya hayvan yetiştirilerek ve daha çok ihracat veya zincir marketler için, ancak kimyasal ilaç ve gübreler kullanılmadan yapılan tarım sistemine ‘endüstriyel organik tarım’ diyoruz. Bu sistem yeterince doğaya saygı göstermediği gibi, köylünün tasfiyesine engel olmayarak ve tüketicilerin ödeyemeyeceği ürünlerin pazarlanmasına neden olarak sosyal yönden de sakıncalar yaratıyor.” “Üzerinde organik logosu olmalı” Peki organik ürünlerin fiyatı daha mı ucuz olmalı? Özkaya, “Şüphesiz organik ürünler endüstriyel ürünlere göre biraz daha pahalı olacaktır. Ancak fiyat farkı çok fazla. Hâlbuki birçoğu endüstriyel ürünlerle aynı fiyattan veya çok az bir fiyat farkı ile köylüden satın alınıyor” diyor. İşin en önemli ayaklarından biri de tüketici. Yani bizler bu ayrımı nasıl yapacağız, organik ürün aldığımızdan nasıl emin olacağız? Özkaya, “Üzerinde organik logoları olması gerekiyor. Pazarda organik yazan her şeyin organik olmadığı açıktır. Sertifikalı olması gerekiyor. Dolayısıyla tüketici gruplar kurarak bildiği ve gerçekten ekolojik üretim yapan çiftçilerden doğrudan alım yapmalıdır” diyor: “Bu bir örgütlenmeyi gerektirir. Bu sisteme ‘topluluk destekli tarım’ diyoruz. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yayılıyor. Türkiye’de İstanbul’da Kısaca BÜKOOP denilen Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi, Ankara’da Bilinçli ve doğal belenme grupları var. Başka gruplar da Çanakkale’de ve Balıkesir’de kuruldu.” “Bitkisel ürünlerin besleyici özellikleri azaldı” Aslında konuya daha genel bir pencereden bakarsak bir zincirleme reaksiyon görürüz. Endüstriyel tarım yüzünden toprak organik maddece fakirleşti, kimyasal gübreler topraktaki faydalı mikro organizmaları öldürdü, bu da zararlı organizmaların hâkim olmasını kolaylaştırdı. Kimyasal gübrelerle otlar daha hızlı gelişti, bu defa bunları öldürmek için herbisitlere (ot öldürücülere) ihtiyaç arttı. Tohum şirketlerinin de etkisi ile biyoçeşitlilik azaldı. Bunların birleşik etkisi ile bitki hastalık ve zararlıları çoğalmış, bu defa tarım ilaçları kullanımı arttı. Süreç kendi kendini besleyen bir kısır döngü halini aldı. Özkaya, “Biyoçeşitliliğin de kaybı ve azalması ile bitkisel ürünlerin besleyici özellikleri azaldı” diyor: “Hayvanların kapalı ve sıkıştırılmış ortamlarda yetiştirilmeleri antibiyotik kulla- Mevcut tablonun yarattığı yıkıcı etkiler pek çok araştırma ile ortaya konuluyor. Özkaya bir örnek veriyor: “Şirket tohumlarından elde edilen sebze ve meyvelerin besleyici özellikleri konusunda İngiltere’de yapılan bir araştırmada 1930’da ve 1980’de sebze ve meyvelerin mineral madde değerlerini içeren analizlerin sonuçları karşılaştırılmıştır. Buna göre 50 yıllık bu sürede sebzelerde kalsiyum, magnezyum, bakır ve sodyumda, meyvelerde ise magnezyum, demir, bakır ve potasyumda önemli düzeylerde gerilemeler oluşmuştur. Değişimin nedeni büyük ölçüde şirket tohumlarının yaygınlaşmasına bağlıdır.” Bu gidişin sonu yok Özkaya’ya göre endüstriyel tarım sistemi ve bu sistemi her alanda güçlendirmek için uygulanan ulusal ve uluslararası tarım politikaları tesadüf değil. Bütün bunlar köylüleri tasfiye etmek, işçiyi merkezi olarak kontrol etmek ve sömürmek, tüketiciyi köşeye kıstırmak ve soymak için yapılıyor. “Bu gidişin sonu yoktur” diyor Özkaya: “Gerek endüstriyel tarımın dayandığı petrolün tükeniyor olması, gerek toprak ve su başta doğal varlıkların tükenmesi, gerekse de bir yandan obezite ile boğuşan bir kesim diğer yandan ise aç, kötü beslenmiş ve topraksız, işsiz kesimin oluşturduğu sosyal ve ekonomik sorunlar çıkışın olmadığını göstermektedir. Bütün bu olumsuz gelişmelere karşı ülkemizde de akademisyenler, profesyoneller, çiftçiler ve halk bir araya gelip çalışırlarsa ve direnirlerse olumsuz gidişi yavaşlatıp tersine çevirmek, doğa ve insandan yana bir gerçek yaratmak olasılığı vardır. Bilimsel bilgi ile çiftçilerimizin yüzyıllardır uyguladığı yerel bilgiyi bir araya getirerek çiftçiye sunmak için ortak bir çabaya ihtiyaç vardır. Sosyal ve ekonomik açıdan ise süpermarketler ve şirketlerin hegemonyasına karşı kooperatifler ve topluluk destekli tarım gibi alternatif kanalların araştırılması, tanıtılması ve yaygınlaştırılması acil ihtiyaçtır.” 2015 ocak•şubat edaktüel 81 edaktüel lezzet keşifleri Ekmeklerin çeşitlenmesiyle ortaya çıkan bir kültür Avrupa'da pasta • Nazlı Beste Çetinasker • Canın pasta çektiğinde… Seyahatler bazen yüzyıllarca değişmeyen tatları keşfetmeye de yarar. Avrupa’da fabrikasyon üretime yenilmeyen ve her zaman el üstünde tutulan birçok pastane hala yaşıyor ve geleneksel tatlarını üretmeye devam ediyorlar. Size lezzetlerini birer sanat eseri olarak görüp sunan birkaç pastane tanıtalım istedik. La Maison Stohrer (Paris) Paris’in en eski pastanesi La Maison Stohrer. XV. Lui’nin Polonya prensesi Marie Leszczynka ile 1725 yılında evlenmesi ve prensesin babasının pasta şefi Nicolas Stohrer’i Paris’e getirmesinden 5 yıl sonra Stohrer, bu pastaneyi açtı. Pastanenin “Binbirgece Masalları” karakterlerinden esinlenerek üretilen “baba au rtum” böreği hala yoğun ilgi görüyor. Bu şehirlere gittiğinizde mutlaka uğrayın ve geleneksel ürünlerini sorun. Sonrasında yaşadığınız keyfi dostlarınızla paylaşırsınız. Hofbackerei Edegger-Tax (Graz) 14. yüzyılda ekmek ile başlayan üretimini 1880 yılından bu yana aynı yerde sürdürüyor. Kemerli ahşap vitrinleri ve üzerinde altın çift başlı kartal bulunan kapısı ile size “işte bana kesinlikle kaliteli ürün sunacak bir mekan” dedirtiyor Hofbackerei EdeggerTax. Kraliçe Sisi’nin adını taşıyan geleneksel “Sissi Busseri” atıştırmalıkları ile ünlü olan mekan son zamanlarda glütensiz ürünler sunarak ayakta kalmayı başarıyor. H. Edegger-Tax, Hofgasse 6, Graz 82 edaktüel ocak•şubat 2015 Pietro Romanengo fu Stefano (Cenova) Cenova’nın meyveli şekerlemeleri ile ünlü pastanesi 1780 senesinde kuruldu. Her yıl Mayıs ve Haziran aylarında bir yıldönümü kutlaması olarak gül şekeri ve gül şurubu üretilen mekanda pek çok unlu mamul bulmak mümkün. P. R. fu Stefano, Via Soziglia, 74/76, Cenova Ruszwurm Cukraszda (Budapeşte) Buda Kalesi bölgesinde bulunan ve 1827’den bu yana hizmet veren bu pastane geleneksel Macar pastalarının unutulmaz mekanlarından… İç ve dış dekorasyonu ile ilgi çeken mekanda müşterilerin favorileri arasında “Dobos Kek” birinci sırayı alıyor. Ruszwurm Szentharomsg utca 7, Budapeşte Confeitaria Nacional (Lizbon) Aynalı tavanı ve altın işlemeli krem rengi duvarları ile ışıl ışıl bir pastane Portekiz’in başkenti Lizbon’da 1829 yılında açılmış ve hala kurucu aile üyelerince işletiliyor. Portekiz’in kralların keki olarak da adlandırılan Noel Keki Bolo-Rei ile ünlü… Bir diğer favori lezzeti “Pasteis de Nata” isimli tart mutlaka denenmeye değer. C.Nacional, Praca da Figueira 18B, Lizbon Antigua Pasteleria del Pozo (Madrid) Adından da anlaşıldığı gibi Madrid’in en eski pasta dükkanlarından birisi Antigua Pasteleria del Pozo. 1830 yılında ekmek fırını ve pastahane olarak hizmet vermeye başlamış. Bizim “torpil” olarak isimlendirdiği- miz “Bartolillos” ürünü en çok tercih edilenler arasında. A. Pasteleria del Pozo, 8 Calle Pozo, Madrid Maison Bertaux (Londra) Londra’nın Soho bölgesinde 1871 yılında Fransız Pastanesi olarak açılan Maison Bertaux, kruvasan ve meyveli tartları İngiltere’ye taşıyan mekan olmuştur. Yıllardır değişmeyen mavi beyaz tenteleri ile ünlülerin uğrak yeri olan mekan pek çok sanatçı için kutlama pastaları üretmiş… M. Bertaux, 28, Greek St., Soho, Londra Kral Pastası Bu tatlı hâlâ bayramlarda Fransa’da popülerdir. Galette des Rois, ya da Kral Pastası. Bu tarif Fransa’da bölgelere göre değişiklik gösterebilir, ama geleneklere göre bu pasta bayramda ikram edilecekse badem karışımının içine küçük, seramik bir biblo saklanır. Geleneğe göre bu biblo kimin diliminde çıkarsa, o kral veya kraliçe olur. Malzemeler: 125 gr toz şeker, 125 gr çekilmiş badem, 125 gr oda sıcaklığında tuzsuz tereyağı, 3 yumurta, 1 çorba kaşığı siyah rom, 500 gr tereyağlı milföy hamuru, Şeker şerbeti Yumurta sosu için: 1 yumurta sarısı, 1 çorba kaşığı süt Yapılışı: Fırını 180 dereceye ısıtın. Şeker, tereyağı ve çekilmiş bademleri birlikte çırpın. Yumurtaları teker teker çırpın, iyice çırpın. Romu ekleyin. Milföy hamurunu iki eşit parçaya bölün. İki parçayı da merdaneyle açın, üzerine 25 cm’lik kelepçeli kalıp yerleştirin. Bademli kremadan 1 cm kalınlığında kalıba dökün, fazla koymayın yoksa pişerken akar. Yumurta sarısını ve sütü çırpın, alt katmanın kenarına gelecek şekilde dökün. Diğer hamuru üzerine kapatın. İki hamuru birbirine ekleyin ve bademli kremanın etrafını kesin. Pastanın üzerine yumurtalı karışımdan dökün. Ortadan başlayarak küçük, keskin bir bıçak yardımıyla üzerine deniz kabuğu ya da güneş ışını deseni yapın. Üzeri kahverengileşene kadar 50 dakika pişirin. Fırından çıkarın ve üzerine şeker şerbeti dökün 2015 ocak•şubat edaktüel 83 edaktüel sinema Jüpiter Yükseliyor “The Matrix” üçlemesinin yaratıcıları Polonyalı kardeşler Lana ve Andy Wachowski’nin yönetmenlik koltuğuna oturup aynı zamanda senaristliğini de yaptığı bilim-kurgu epik macera filmi “Jüpiter Yükseliyor”un kadrosunda şimdiye kadar belli olan isimler; Mila Kunis (Jupiter Jones), Channing Tatum (Caine), ve Eddie Redmayne (Balem). Şikago’nun sokaklarından, uzak galaksilere uzanan filmde şu ankinden çok farklı bir evren göreceksiniz. İnsanoğlunun besin zincirinin en alt basamağını oluşturduğu bir evrende dünyaya gelen Jupiter Jones’un kaderinde çok büyük olayların var olacağına dair birçok işaret vardır. Şimdi bir yetişkin olan Jupiter, her gün başka insanların evini temizleyen bir hizmetçi. Bir gün Jupiter’i bulmak için genetik mühendislik ürünü eski bir asker olan Caine, dünyaya geldiğinde, Jupiter’in onu bekleyen kaderi de ortaya çıkmaya başlar ve genç kadın büyük bir suikastın eşiğinde bulur kendini. Zira evrenin tek hakimi olan ölümsüz Kraliçe, çıkartılan genetik haritalar göre bu genç kadının hükümdarlığının sonu olacağını düşünmektedir... Son filmleri “Bulut Atlası” (Cloud Atlas) ile sıra dışı bilim-kurgu filmlerine imza atmaya devam eden Wachowski Kardeşler'in 175 milyon dolar bütçeli filmi “Jüpiter Yükseliyor”, 6 Şubat 2015 tarihinde vizyona girecek, 25 Şubat’ta da ülkemizin sinemalarında seyircinin karşısına çıkacak. Mila Kunis Filmin başrol oyuncusu Milena Markovna "Mila" Kunis, 14 Ağustos 1983 yılında Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde dünyaya gelmiştir. İki çocuklu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Kunis, 1991 yılında ailesiyle beraber Amerika’ya göç etmiş ve Los Angeles’a yerleşmişlerdir. Okul sonrası gittiği oyunculuk kurslarında keşfedildiğinde henüz 9 yaşındaydı. Reklam filmlerinde ve TV dizilerindeki ufak rollerinin ardından, 14 yaşındayken ilk büyük rolünü “That '70s Show” dizisinde “Jackie Burkhart” karakteriyle oynamıştır. Eylül 1999’da çizgi- dizi olan “Family Guy”da “Meg Griffin” karakterine sesiyle hayat vermiştir. Yoğun bir televizyon kariyerine rağmen film oyunculuğuna da yönelebilmiştir. 2001’de “Herkes Onu İster” (Get Over It) filminde başrolü Kristen Dunst’la paylaşmıştır. “That '70s Show” dizisinin sona ermesiyle beraber filmlere ağırlık veren oyuncunun yıldızı, 2008’de “Aşkzede” (Forgetting Sarah Marshall) filminde canlandırdığı “Rachel Jansen” karakteriyle parlatmıştır. 2010 yapımı “Siyah Kuğu”daki (Black Swan) rolü için 10 kilo veren ve 7 hafta boyunca bale dersleri alan oyuncu, filmdeki performansı için Altın Küre ve SAG ödüllerinde en iyi yardımcı kadın oyunculuğuna aday gösterilmiştir. 84 edaktüel ocak•şubat 2015 edaktüel kitap Kadınlığın 21 Hikayesi Baharatlar Murathan Mungan Kuraldışı Yayıncılık Kadınların çocukluklarından yaşlılıklarına ömürleri boyunca içinde yer aldıkları çeşitli durumları gösteren öyküler; yaşam boyu verdikleri var olma savaşı; anne, eş, kız çocuğu, sevgili, metres olarak sürekli kendilerini bir erkek üzerinden tarif etmenin ağır, uzun yolu... Avrupalıların Amerika’yı keşfine yol açan baharatlar sadece zenginlik kaynağı değildir aynı zamanda birer mucizedir. Durumların bir aradalıklarından, öykülerin art arda dizilişlerinden bir üst cümle kurmak istedim. Dönüp tek tek hikayeleri, durumları yeniden gözden geçirmemizi sağlayacak olan bir üst cümle... Edebiyatın asıl gücünün burada saklı olduğunu düşünüyorum. Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir atmosfer yaratmak, bir dünya kurmak. Öğrenmiş gözlerle bize hayatı yeniden iade etmek. Yazdıklarım bir yana okuduklarımı okurla paylaşma isteğim de bu yüzden... Yazarlar; Roald Dahl, Margaret Atwood, Flannery O'Connor, Judith Hermann, Jean Rhys, Katherine Mansfield, Dorothy Parker, Tama Janowitz, Doris Dörrie, Hanif Kureishi, Charles Bukowski, I. Bachmann, Italo Calvino, V. S. Pritchett, Marta Lynch, Vasco Pratolini, G. G. Marquez, D. Lessing, Alice Walker, Jhumpa Lahiri, Elsa Morante. Kafamda Bir Tuhaflık Penny Stanway Orhan Pamuk En çok kullandığımız karabiber ve kırmızıbiberden başlayarak, tarçın, kimyon, köri, yenibahar, karanfil, zencefil, zerdeçal, ardıç, yabanturpu, kereviz, hardal, rezene, yaban kerevizi, kişniş gibi acı, tatlı, ekşi, tuzlu onlarca baharat hemen her gün ağzımızı tatlandırırken sağlığımıza da katkıda bulunur. Örneğin, üşüttüğümüzde, öksürük tuttuğunda aklımıza ilk gelen şey çeşitli baharatlarla bir çay hazırlamak değil mi? Ama baharatların marifeti sadece basit rahatsızlıklarla sınırlı değildir. Antioksidan, antidepresan, antibakteriyal özellikleri olan baharatlar pek çok hastalık için doğal ilaç olurken bağışıklık sistemini güçlendirirler. Temizleyici ve besleyici özellikleriyle kişisel bakım ürünü olarak da çok kullanışlı olan baharatlar yaşadığımız yerlerin güzel kokması, ferah mekânlar haline gelmesini sağlarlar. Dr. Penny Stanway 50 kadar baharatı ele aldığı bu kitabında ilaç ve lezzetlendirici olarak kullanımı için tarifler veriyor, birçok pratik öneri de sunuyor. Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez. Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor. Dukan Diyeti'nde İstediğiniz Kadar Yiyebileceğiniz 100 Besin Pierre Dukan bilirsiniz. Zayıflamanıza yardımcı olacak, 72 protein kaynağı ve 28 sebzeden oluşan 100 besini hayatınız boyunca istediğiniz kadar yiyebileceksiniz. Dr. Dukan fazla kilolarla mücadele ederken yemek yeme zevkinden de mahrum kalmamanız adına her besin için ağzınıza layık yeni bir yemek tarifi de sunuyor. Dukan Diyeti, dört aşamalı benzersiz bir programdır. İlk iki aşaması istenmeyen kilolardan kurtulmanızı, diğer iki aşaması da ideal kilonuzu hayatınız boyunca korumanızı hedefler. Diyetin her aşamasında bu kitaptaki besinleri özgürce kullana- Fransız Tıp Doktoru Pierre Dukan, otuz beş yıllık meslek hayatını insanların kalıcı bir şekilde kilo vermelerine adamıştır. Dünya çapındaki birçok uzmana göre obezite sorununa son verecek diyet kesinlikle Dukan Diyeti'dir. 86 edaktüel ocak•şubat 2015