soz 4

Transkript

soz 4
‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹
KASIM-ARALIK 2006
ISSN: 1306-634X
Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi
Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu
Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7
Üsküdar 34668 ‹stanbul
Telefon ve Faks: 0216 495 88 65.
Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul
tfisekci@gmail.com;
www.sozcukler.com; www.soezcuekler.blogspot.com
fi‹‹R
Gülten Ak›n, 5; Cevat Çapan, 7; Vecihi Timuro¤lu, 24,25;
Süreyya Berfe, 26; Murathan Mungan, 39-41; Hüseyin Ferhad, 42-43;
Roni Margulies, 44-45; Ferruh Tunç, 68; Mete Özel, 69;
Onur Caymaz, 111; Selahattin Yolgiden, 112; Mehmet Çak›r, 112;
Levent Sevi, 114.
ÖYKÜ
8 Ferit Edgü
N‹J‹NSK‹ ÖYKÜLER‹
OLTACI 14 Adnan Binyazar
MOR KÂBUS 31 Deniz Kavukçuo¤lu
Y‹RM‹LERDEN B‹R ANI 101 Woody Allen
TAfiTAN ÇIKARKEN BAfiTAN 104 O¤uzhan Akay
TELAFER 106 Esra A.
ROMAN
AM‹DA, E⁄ER GER‹ GELEMEZSEM...
46 Özcan Karabulut
DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI
ET‹K ÜSTÜNE NOTLAR
KARANLI⁄IN YÜRE⁄‹
KADINSIZ DEMOKRAS‹ OLMAZ!
SÖZCÜKLERE SI⁄INMAK
BRECHT, TAM ELL‹ YIL SONRA
1920’LERE “GÜLEREK” BAKIfi
B‹R FOTO⁄RAFIN DÜfiÜNDÜRDÜKLER‹
CAH‹T SITKI VE DANTE
ZAMANA YAZILAN SÖZLER
BO⁄AZ’IN DE⁄ER‹
“EV KUfiU ODA BÖCE⁄‹”
TAR‹HTE B‹R GÜN
27
70
79
84
89
95
116
123
127
132
137
140
Semih Gümüfl
fiavkar Alt›nel
Server Tanilli
Emin Özdemir
U¤ur Kökden
Alev Bulut
Besim Dalgݍ
Gürhan Tümer
Feridun Andaç
Mehmet Serdar
Müslim Çelik
Aliflan Çapan
Bask› ve Cilt: Birmat Matbaac›l›k Ltd. fiti, Mas-Sit Matbaac›lar Sitesi
Yüzy›l Mah. 4. cad. No: 122 Ba¤c›lar-‹stanbul. Tel.: 0212 629 05 59
Yay›n Türü: Yayg›n Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL.
Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas›
Levent fiubesi 24807 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin
gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da tfisekci@gmail.com’a bildirilmelidir.
Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur.
Merhaba,
Yeni ç›kan dergilerin ilk say›lar› genellikle daha çok ilgi görür. Sonralar› bu ilgi ayn› düzeyde sürmez ve kal›c› okur say›lar›
daha afla¤›larda oluflur.
Sözcükler ’in 4. say›s›n› yay›mlarken her yeni say›s›yla sat›fl›
biraz daha yükselen, yani daha çok paylafl›lan ve okunan bir dergi
yay›mlaman›n da sevincini duyuyoruz.
Asl›nda süslerden, yapay çekiciliklerden uzak, saf bir edebiyat
ürünleri dergisi ç›karmaya karar verdi¤imizde do¤rusu ne okurlardan ne de yazarlardan böyle bir ilgi beklemiyorduk.
Bu ilgi, edebiyat›n bir tüketim meta›na dönüfltürülmesi, magazinlefltirilmesi e¤ilimlerine karfl› duruflun okurlar ve yazarlar kat›nda ne denli güçlü oldu¤unun da bir göstergesi.
Edebiyat›n temel de¤erlerini öne ç›karma, savunma çabam›z,
dergimizin yay›n hayat›nda hep yolgösterici olacak.
Bu say›m›zda Semih Gümüfl’ün “Etik Üstüne Notlar”› yine
günümüz edebiyat ortam›n›n sorunlar›na temel yaklafl›mlar getirmesiyle öne ç›k›yor.
Sözcükler ’in bu say›s›nda günümüz edebiyat›n›n farkl› kuflaklar›ndan pek çok usta yazar›n yeni ürünlerini okuyacaks›n›z. Her
yarat›c›n›n baflka ve özgün bir dünya sundu¤unu düflünürsek, otuz
dört ayr› dünyan›n kap›lar› sizi bekliyor.
Yeni yazarlara yol açman›n da görevimiz oldu¤unu biliyoruz.
Bu say›da ilk kez bir öyküsünü okuyaca¤›n›z Esra A., mimarl›k ö¤renimi gördükten sonra yaz›da karar k›lan, yan› s›ra resim sanat›yla da ilgilenen bir yazar. “Telafer”de, yak›n›m›zdaki insanl›k öykülerini çarp›c› bir bak›flla anlat›yor. Gelecek say›lar›m›zda da öyküleriyle karfl›n›zda olacak.
‹yi okumalar.
3
Gülten Ak›n
AfiK VE SILA
Olsam küçük bir k›z olsam
Denize bakan evlerde
Düfllerimden ç›k›p gelse
Beyaz yelkenliyi görsem
Yanaflmak istese yanaflamasa
K›y›lar›m çekildikçe çekilse
‹flte bu.
Olsam olsam a¤aç olsam
Çekirdekten bitme erik a¤ac›
Dallar›m yapra¤›m çiçe¤im
Budansam, sahibim efendim
Kay›s›ya çevirmek istese beni
Ba¤›rsam ba¤›rsam sesim ç›kmasa
Rüzgâr bile sesimi tafl›masa
‹flte bu.
Tayl›eli’de tay olsam
Uzansam limana de¤sem
Tutsak gemileri salsam deryaya
Isl›¤›mla f›rt›nay› durdursam
Uyansam ki aya¤›m buka¤›da
‹flte bu.
Yak›n›mda çok yak›n›mda sesine konan kufllar› duyuyorum
Dokunamad›kça vars›n, ordas›n
Elimi uzatsam yok olacaks›n
S›lams›n.
5
6
Cevat Çapan
YAZ B‹TMEDEN
Rodos’tan Bodrum’a geçerken
kay›¤›mla,
Dante’yi okudum, demiflti Bal›kç›,
ay ›fl›¤›nda.
Paluko teknenin burnunda
sular›n derinli¤ini ezberliyordu
mavi gözlerinde bat›k bir dünya.
*
Anlatt›¤›n o uzak denizlerin
kumsallar› da ›slanm›fl olmal› bu sabah
birden boflalan sa¤anakla;
belki kayalar bile yumuflam›flt›r
ya¤murlu dalgalarla.
*
Co¤rafyac› Strabon anlat›yor,
çok p›narl› ‹da’n›n eteklerinden
Ege’ye akan ›rmaklar›n k›y›lar›ndaki
yeflil ovalar›.
Sonra da Zeus’un, kendine flarap sunucusu
yapmak için,
bir kartala dönüflüp pençeleriyle
Kral Tros’un yak›fl›kl› o¤lu
Ganymides’i
nas›l kaç›rd›¤›n›.
7
N‹J‹NSK‹ ÖYKÜLER‹
Ferit Edgü
“Ben gerçek olmayan
hiçbir fley yazmam.”
V.Nijinski
SUNU
O bir dansç›yd›, ama Nietzsche’lerin, Hölderlin’lerin, Van Gogh ve
Antonin Artaud’lar›n, Nerval’lerin ve kendisiyle ayn› dönemde, bir baflka ‹sviçre t›marhanesinde yaflay›p ölen Robert Walser’in soyundand›.
Onu sahnede görecek yaflta de¤ilim. Gördü¤üm, dönemin birkaç siyah-beyaz filmi, dans sanat›n›n, gelmifl geçmifl en büyük efsanesini yans›tmaktan uzak filmlerdi.
Onun dans›n›, daha çok, gözlerimi kapay›p düflledim ve bu dansla
Rimbaud’nun (yaln›z onun) fliiri aras›nda bir koflutluk kurdum.
Yok eden ve yücelten, karartan ve ›fl›ldayan, susan ve gürüldeyen insano¤lu yaflam›n›n o, en yo¤un karanl›k noktas›nda p›r›ldayan ve susarken konuflan, hayk›ran bir dans.
Vaslav Nijinski’nin trajik yaflam›, dans sanat›yla uzaktan yak›ndan
bir iliflkisi olmayan benim, tâ gençlik y›llar›mdan beri niçin ilgimi çekmifl?
Aç›klamakta güçlük çekiyorum.
Frans›zcas› ilk kez 1953 y›l›nda yay›mlanan günlü¤ünü, 1958 ya da
59’da Paris’te al›p okumuflum. Kezâ Françoise Reiss’in, 1957’de yay›mlanan tezi (La vie de Nijinski, Plan Yay›nevi, Paris 1957, iki cilt) ile
1993’te yay›mlanan Peter Oswald’›n Vaslav Nijinski, un saut dans la folie’sini de.
Y›llar sonra, 1995’te Actes Sud Yay›nevi, Nijinski’nin ard›nda b›rakt›¤› dört defteri bir arada yay›mlad›.
Böylece gördük ki, Gallimard’›n yay›mlad›¤› “Günlük”, Nijinski’nin
yak›nlar› taraf›ndan kufla çevrilmifl, be¤enmedikleri bölümleri makaslanm›fl bir metinden baflka bir fley de¤ilmifl.
(Ne yaz›k ki, bir süre önce, YKY aras›nda ç›kan Günlük, bu eksik ve
çarp›t›lm›fl kitab›n çevirisi.)
Nijinski’nin Defterler’ini okurken, Beckett’in kahramanlar›n›n h›s›m-akrabalar›ndan biriyle karfl› karfl›ya oldu¤um duygusuna kap›ld›m.
8
1918-19 y›llar› aras›nda, ‹sviçre’nin Saint-Moritz kentinde kar›s› ve
k›z›yla birlikteyken yazd›¤› bu dört defter, bir flizofrenin abuklamalar›
olarak da okunabilir, bir tan›kl›k olarak da., Ya da yaz›nsal bir yap›t olarak da.
Ben bu sonunculardan›m.
Resim merakl›lar› bilir: Rönesans’tan günümüze, ressamlar, zaman
zaman kendilerinden önceki ustalar›n yap›tlar›na baflvurmufllard›r, kopya ederek onlar›n yaratma süreçlerini izleyip sanat› ö¤renmek ya da yorumlay›p (bir yap›ttan yola ç›k›p) kendi resmini, resimlerini yaratmak
için.
Picasso, birçok konuda oldu¤u gibi bu konuda da ola¤anüstü bir örnektir:
Rembrandt’›n, Goya’n›n, Manet’nin bir resminden yola ç›k›p yüzlerce Picasso yaratm›flt›r.
Yaz›n alan›nda da, antikiteden bu yana, böylesi esinlenmeler eksik
de¤il. Dünya yaz›n›n›n baflyap›tlar› Don Kiflot’lar, Gargantua’lar ve Shakespeare’in hemen hemen tüm oyunlar› bunlar›n bafl›nda gelir.
Benim, Nijinski Öyküleri bafll›¤›n› verdi¤im bu metinlerde izledi¤im yol, ne Picasso’nun Manet’nin Çay›rda Ö¤le Yeme¤i tablosuna bakarak yaratt›¤› altm›fl küsur resim, ne de Melih Cevdet’in G›lgam›fl Destan›’ndan yola ç›karak yaratt›¤› Ölümsüzlük Ard›nda G›lgam›fl’ta izledi¤i
yol.
Benimki daha alçakgönüllü bir yol. Karfl›s›ndaki resmi yorumlayan
ressamdan çok, karfl›s›ndaki resme bakan, elindeki büyüteci resmin belli “bölgelerine” odaklay›p ordan ayr›nt›lar al›p büyüten bir yöntem benim izledi¤im.
Dolay›s›yla, bu metinlerde, e¤er deyifl yerindeyse, bir ayr›nt›y› seçip
çerçevelemekten baflka bir fley yapmad›m. Hemen hemen.
Bu nedenle de onlara, gerçek sahibinin ad›n› verdim: Nijinski Öyküleri.
F.E.
Kandilli, A¤ustos 2006
9
1/ KAN ‹ZLER‹
Kardaki o kan izlerini unutam›yorum. Onlar› izlemifltim. Beni vurulan ama hâlâ yaflayan insana ulaflt›racaklar›na inan›yordum. Bir ara yitirir gibi oldum. Baflka bir yola sapt›m. Orda da kan izleri vard›. Korktum.
Ama gene de izlemekten al›koyamad›m kendimi, tâ ki yol bir uçurumla
sonuçlanana de¤in. Orda gördüm ki benim kan izi sand›¤›m fley, me¤er
gübreymifl. Kanl› hayvan d›flk›s›. Ama onlara bak›fl›k kayak izleri vard›
kar üstünde. Yoksa yan›l›yor muyum? Birileri, öldürdükleri insan› buraya de¤in sürükleyip gömmüfl olamazlar m›?
Korktum. Ne yapabilirdim ki? Gerisin geri, yalpalaya yalpalaya anayola var›p ç›kt›¤›m noktaya döndüm.
2/ KURU
‹yi bir kahvalt› yapt›m. Rafadan iki yumurta, patates k›zartmas› ve
bakla. Baklay› severim, kuru olmazsa. Kuru bakla sevmem, çünkü içinde
yaflam yoktur.
‹sviçre hasta, çünkü da¤l›k, kuru bir ülke. ‹sviçre’de insanlar kupkuru, çünkü içlerinde yaflam yok.
Bir oda hizmetçim var, o da kuru, kupkuru. Daha önce çal›flt›¤› yerde iyice içini boflaltm›fl.
Zürih’i sevmiyorum, kuru bir kent. Çok fabrika var burda. Fabrikadan da çok ifl adam›. Kuru insanlar› sevmem, bu nedenle sevmiyorum ifl
adamlar›n› ve Zürih’i.
10
3/ NEGR‹
Uzun bir süre üst katta kald›m. Biraz kestirdim. Sonra kalk›p giyindim. Giyindikten sonra terzime gittim. Terzim iflini iyi yapm›flt›. Demek
istediklerimi anlam›fl. ‹yi biri. San›r›m beni seviyor. Ben de onu. Kocas›
için bir hediye verdim. Onlara yard›m etmek istiyorum. Elimden geldi¤ince. Çünkü o hasta. Üstelik hekimlerden hofllanm›yor. Bir tabibe gitmesi için zorlad›m. “Korkma, dedim, vizite ücretini ben öderim, kocana
da bir don ve gömlek almam›fl m›yd›m eskiden?
Söz aras›nda, hediyelerini verdin mi kendisine?”
Vermifl.
Ah bu Negri! Çok iyi bir kad›n. Onu gerçekten seviyorum.
Elinde avcunda bir fley yok. Evlerine girerken elektri¤i kapad›m.
Çünkü boflu bofluna yan›yordu. ‹flini iyi yapt›¤›n› söyledim kendisine.
Kocas› Palace Hôtel ’de viola çal›yor. Geceleri. Zavall›.
4/ KARIM
Tüm param› kar›ma verdim. Biraz tutumlu davranmas›n› söyledim.
Bu kadar et yemezsek çok para art›raca¤›m›z› söyledim. Beni dinler gibi
yap›yor, sonra da kafas›n›n dikine gidiyor. Birçok kez s›nad›m, bu böyle.
Beni seviyor. Kuflku yok. Ona, “Yapt›klar›m› sevmiyorsan, boflanabiliriz”
dedim. Ona iyi yürekli ve zengin bir koca bulurum. Ona böyle yaflayamayaca¤›m›z› söyledim. “‹stersen sana iyi yürekli, zengin bir koca bulurum” dedim.
Sabr›m tafl›yor.
Masan›n üstündeki cevizlerden birini ald›m
Bir yumrukta da¤›tt›m.
Kar›m çok korktu. A¤lamaya bafllad›.
Onu böyle görünce yaz› masam›n bafl›na oturdum. Yazmaya bafllad›m.
11
5/ DOLMAKALEM
Tessa hediyeye bay›l›r. Ben de ona çok hediyeler al›yorum. Tessa,
müzi¤i ve dans› içinde duyan biri.
Bu nedenle de tüm yapt›klar›m› anl›yor. Romala, tasar›mla ilgilenmiyor, ama para getirecek ne varsa hemen görüyor. Romala kar›m›n ad›.
‹talyanca bir ad, babas› Charles de Pulszki’den ötürü. Çok zeki bir adamd› ve eski ‹talya’y› çok severdi. Ben geçmifl yüzy›llar› sevmem, çünkü ben
yaflayan bir canl›y›m.
Bu mürekkeple yazamam, çünkü onu duymuyorum. Dolmakalemi
niçin ald›m bilmiyorum. Kurflunkalemle de yazabilirdim. Güzel bir yaz›m yok. Hazneli dolmakalemi anlam›yorum. Hazneli dolmakalemi seviyorum, çok pratik. Cepte tafl›nabilir, mürekkebiyle. Hazneli dolmakalemi sevmiyorum, çünkü pratik de¤il. Ama bu kalemle yazaca¤›m, çünkü
Noel’de kar›m arma¤an etti.
Dolmakalemin üstünde “‹deal” yaz›yor, ama benim kalemim ideal
de¤il. Yetkin bir fley için söylenir bu sözcük. Dört dörtlük bir fley için söylenir bu sözcük. Benim ideal bir dolmakalemim var, bu nedenle çok para kazanaca¤›m, bir bröve alaca¤›m. Görsünler bakal›m. Dolmakalemin
hatalar›n› çok iyi biliyorum. Amerika’ya gitti¤imde bir bröve alaca¤›m.
Markas› Tanr› olacak. Ad›m›n Tanr› olmas›n› istiyorum, Nijinski de¤il.
Bu nedenle dolmakalemimin markas› Tanr› olacak. Görsünler bakal›m.
6/ PARA
Ben ellerimle ve ayaklar›mla ve bafl›mla ve gözlerimle ve burnumla
ve dilimle ve saçlar›mla ve derimle ve midemle ve ba¤›rsaklar›mla çal›fl›yorum. Ben kanatlar› çelikten bir hindi de¤ilim. Ben kanatlar› Tanr›’dan
bir hindiyim. Bir hindi gibi glu-glu yap›yorum ama glu-glu yaparken ne
dedi¤imi çok iyi biliyorum. Ben bir buldog köpe¤iyim.
Kocaman gözlerim var. Bir glu-buldogum ben. Çünkü ‹ngilizleri severim. ‹ngilizler John Bull de¤il. John Bull’un karn› para ile dolu. Benimki ise ba¤›rsakla dolu. Ba¤›rsaklar›m›n durumu iyi, çünkü ben para
yemiyorum. John Bull çok para lüpletiyor, bu nedenle karn› davul gibi.
Davul gibi fliflmifl kar›nlar› sevmiyorum. Böyle kar›nla dans edilmez. ‹ngilizler dans etmeyi sevmiyor. Kar›nlar› para dolu. Bacak bacak üstüne
atm›fl oturmay› sevmiyorum, ama arada bir yap›yorum. Benden korksunlar diye.
12
7/ ‹STEK
Borsada oynamak istiyorum. Bir h›rs›z olmak istiyorum. Zengin birini öldürmek istiyorum. Bedenini de¤il, akl›n›, zekâs›n›, her neyse. Ak›l
benim. Ak›l yoluyla zekâ yolundan daha çok fley elde edece¤im. Bir bale
kurgulad›m. Bu balede, zekây› ve akl› et insanlar›n tüm yaflam›n› sergileyece¤im. Ama yard›ma ihtiyac›m var. Vanderbilt’i düflündüm bu konuda.
Ama sonra cayd›m. Vanderbilt tefecilik yap›yor. Tefecilerden hofllanmam. Kendi balem için kendim para kazanaca¤›m.
8/ ÇÜK
Onun al›flkanl›klar›n› biliyorum. Gençlere öpücükler da¤›t›yor. Kad›nlara de¤il, genç erkeklere, delikanl›lara, çünkü arad›¤› bir erkek. Çükü seviyor o. Bir çüke ihtiyac› var. Benim tan›d›¤›m çükler var ki o onlar› sevmiyor. Ben onun sevmedi¤i bir çüküm. Biliyorum, herkes bu sözcükten utan›r, bu nedenle yaz›yorum, çünkü herkesin hayat nedir bilmesini istiyorum. ‹kiyüzlü yaflam› sevmiyorum. Hayat nedir biliyorum. Hayat bir çük de¤il. Çük hayat de¤il. Çük Tanr› de¤il. Tanr› tek bir kad›ndan çocuklar yapar. Bir çük. Yirmi dokuz yafl›nday›m. Kar›m› seviyorum,
çocuklar›m› ço¤altmak için. Zeki çocuklar istemiyorum. Kyra zeki bir küçük k›z. Ben akl› bafl›nda bir adam›m. Onun zeki olmas›n› istemiyorum.
Salaklardan hofllan›yorum ben. Salakl›kta duygu görmedi¤im için. Salakl›k insana özgü bir duygu de¤il. Salak insanlar.
13
ÖLÜMÜN SES‹
Adnan Binyazar
Erdal Öz'e...
Sabaht›.
Üstelik bahard›.
Ölümün sesini duydum.
Oysa çok de¤il, bir ay önce, gün ›fl›¤›n›n k›z›l ayd›nl›¤›n› güleç yüzünde b›rakm›fl, bafl›bofl y›ld›zlar›n sevinciyle ayr›lm›flt›m odas›ndan.
Göç davulu vurmay›nca, ›fl›¤›n sonlu oldu¤u bilinmiyor!..
Oda...
Haberi radyoda duyunca, mutfa¤› banyosuyla ancak otuz metrekarelik odamda elimi kitaplara att›m, televizyonu açt›m, ortal›¤› toplamaya
kalkt›m, dilime dolanan a¤›tlar m›r›ldand›m... Ne yapsam olmuyordu;
elim kolum benim de¤ildi, sesim içimde eriyordu.
Ölüm sessizlik istiyor; televizyonu kapatt›m; ekranda görüntüleri oynaflan sinema sar›fl›n› yosmay›, sat›r yüzlü kara kad›n›, medya soytar›s› ars›z herifi, politika cambazlar›n›, ekonomi simsarlar›n›, spor 盤›rtkanlar›n›, kirli çamafl›r sat›c›s› flark› saksa¤anlar›n›... gözümden kovdum.
Semaverin c›z›rt›s›na bile dayanamad›m, bafl›m› yast›klara gömdüm.
Yata¤›m› yapacakt›m, yapmad›m. Elimdekileri sa¤a sola f›rlat›p can›m›
soka¤a att›m.
Sokak...
K›fl› henüz üzerinden atamam›fl topraklarda otlar gö¤eriyordu.
Gök aç›l›p kapan›yor, çiçe¤e durmufl a¤açlar›n yapraklar›na ya¤mur
ya¤›yordu.
Günefli gören böcekler ortaya ç›k›yor, günefl gidince deliklerine kaç›fl›yorlard›.
Sar› ar›lar burunlar›n› taze çiçeklerin göbe¤ine dald›rm›fl, esrik v›z›lt›larla yarat›l›fl›n kokusunu ar›yorlard›.
Anaokulu çocuklar›, küçük elleri annelerinin s›cak avuçlar›nda,
okula gidiyorlard›.
Gün ›fl›¤›, onca çocu¤un içinde tombul bir o¤lan›n yüzüne vurmufltu; o¤lan ›fl›¤›n rengini soluyordu.
14
Karfl› inflaat›n, kazd›klar› topra¤›n üstünde birer demir y›¤›n› hantal
makineleri bahardan habersizdi. Az sonra yengeç a¤›zl› kepçelerini topra¤›n etine dald›racak, parlak uçlu kaz›c›lar›n›n ucunda parçalanm›fl köstebek ölüleri salland›racaklard›. Bir yavru köstebe¤in berrak kan› ya¤mur sular›na kar›fl›rken, onun ac›s›n› can›nda duyan olmayacakt›...
Yüre¤im köstebek ölülerinin kanl› yüzleriyle sars›l›rken, gövdeleri
küçük, gagalar› ma¤ara a¤z› bahar kufllar› evin önündeki erik a¤ac›na
üflüfltü. Bir cay›rt›yla kondular, ayn› cay›rt›yla ok gibi f›rlay›p gök bofllu¤unda bir kara leke oldular.
K›rm›z› küpelerini salland›rarak bir k›z geçti sokaktan. K›zdan yay›lan kad›n kokusu kufl seslerine kar›flt›.
Patlayan bahar da, kufl flamatas› da, k›zdan yay›lan koku da; içimde
katranlaflan kara ölüm duygusunu bast›ramad›. Genifl çay›rlar düflledim,
çay›rlarda ilk sevgilinin elini tuttum, havuzlardan f›flk›ran berrak sularda
y›kand›m... Ne olacaksa o oldu; batarken kan rengini alan günefl, dingin
akflamlar›n da¤ doruklar›nda can verdi.
Kanal boyu...
Kalabal›klardan, otomobil gelifl gidifllerinden, gö¤ün mavili¤ini karartan puslu havalardan kurtulay›m, ameliyatl› kalp damarlar›ma esneklik kazand›ray›m diye, her gün olmasa da haftada bir iki, evimizin yak›n›ndaki kanal boyunda yürürdüm. Oraya yöneldim. Yar›fl flaflk›n› bisikletliler, giydiklerinin aras›ndan etleri pörtlemifl menopozlu kad›nlar, soluklar› can çekiflen yafll› emekliler, dal boyunlu genç k›zlar, kas budalas› delikanl›lar, çocuk arabalar›n› iteleyen zarif anneler... Yüre¤imin kap›s› nas›l daralm›flt›! Ne yapt›msa, kanal boyunun iki yan›n› saran a¤açlar›n ›fl›kl› gölgesinde yürüyenlerin aras›nda bir yer bulamad›m. Kanal›n, caddenin öbür yakas›nda kalan uzant›s›na, befl on metre yürününce gür a¤açlarla koyulaflan dar yoluna girdim. Üç befl ad›m atm›flt›m ki, gösteriflli
banklar›n yerlefltirildi¤i küçük bir alanda buldum kendimi. A¤açlar›n
aras›na k›vr›lan yolun sonundaki y›ld›zs› ›fl›k yan›lsamas›, içimde sevince
benzer bir ürperme yaratt›. O ürpertiyle, usul ayakl› ölümün yolumun
üzerinden çekildi¤i duygusuna kap›lm›flt›m ki, a¤açlar›n derinliklerinde
a¤lamakl› bir ses duydum. Yere pat diye bir fley düfltü. Koca bir çaylak
gökten mermi gibi indi, yerde can çekiflen bir kufl yavrusunu kap›p havaland›. Yavru kuflun ölüm solu¤u a¤açtan a¤aca çarpt›, kanl› telekleri
ayaklar›m›n dibine düfltü.
Ölüm, yaflam dal›m›za tünemifl bir konuktur; ölümün yolumun üzerinden çekildi¤i yan›lg›s›n› tez kovdum kafamdan. A¤açlar›n koyulaflan
karanl›¤›na do¤ru daralan yolun, beni suyun, orman›n, güneflin kaynaflt›¤› genifl bir alana ulaflt›raca¤› umuduyla, yan yana iki kiflinin zor s›¤›flabi15
lece¤i toprak yola yöneldim. Yol, beni kanal›n geniflleyip göle dönüfltü¤ü
yere götürene dek çayla¤›n kapt›¤› kuflun can sesi kula¤›mdan gitmedi.
Sonunda umdu¤um ayd›nl›¤a ç›kt›m. Önüme birden gölün koca sessizli¤i serildi. Sessizlik, sevdam›n ac›l› günlerine götürdü beni; sular› fl›r›ldayan o dere k›y›s›na... O günden sonra ac›, hayat›m olmufltu. Yaln›z
ben vard›m o hayatta, bir de her gün yolunu bekledi¤im; o!
O!.. O!.. Ooooooo!..
Yaz ortas›d›r. Tepemizde kayalar› eriten k›zg›n bir günefl. Da¤larda
kuflsuz böceksiz kuru bir sessizlik. Yeflilliklerin aras›na süslü bir y›lan gibi kayan derenin fl›r›lt›s›ndan baflka ses yok. Uzaktan uza¤a karfl› evlerin
alt›nda buz gibi sular›n kaynad›¤› gözenin bafl›ndan k›zlar›n sesi geliyor.
O yafllarda k›z sesi, sevdan›n sesidir, duygu yaln›zl›¤›d›r.
K›zlar dereyi geçip, suyun gözesinden sitillerini doldururlard›. O, s›ca¤›n en sessiz kimsesizli¤inde geçerdi dereden. Sitillerinin fl›ng›rdamas›ndan onun oldu¤unu bilirdim. A¤açlar›n aras›ndan süzülüverirdi. Bacaklar›na sürtünen ete¤inin sesini duyard›m. Öyle yak›n geçerdi ki, kokumuz birbirine kar›fl›rd›.
Ah, bir kez olsun, kirpiklerinin ucuyla baksayd›;
ya¤mur sonras›n›n toprak kokusu yay›l›rd› bütün anakaralara...
Yan›mdan geçerken, utançtan kor atefle dönerdi yüzü.
Bakmazd›...
Bakmay›nca, yüre¤imin uzun ötüfllü kufllar› iç çekerdi.
Konuflmazd›...
Kokusunun diliyle söylerdi söyleyece¤ini.
Zar kanatlar› güneflten kavrulan a¤ustosböcekleri 盤r›fl›rd›;
ince sular fl›r›lt›dan ça¤layana dönerdi;
dili kilitliydi;
konuflmazd›...
O, flimdi içimde uzun ötüfllü bir kuflun hüznüdür.
Ötüflünü duydu¤um nas›l bir kufltur, hiç bilemedim! Nerdeysem
hep orada oldu da, bana hiç görünmedi. Bu gölün duru ayd›nl›¤›nda,
a¤açlar›n yeflil karanl›¤›n› delip ne tez gelip buldu beni?.. Yola düflen gölgelerden mi esinlenir, neleri görür, nelerin kokusunu al›r da, kendi belirledi¤i aral›klarla öter!.. Ah, Süleyman oldum, kufl ötüfllerinin s›rr›na
eremedim! Ötüfl de¤ildir onunki, görüntüsüz sessizliktir... Ölümün sesi...
16
Ölüm...
Bir yan› sevda, bir yan› yokluk...
Aynalara bakt›¤›mda göz bebeklerimin derinli¤inde ›fl›klar görürdüm. Bak›fllar›m›n sevdas›na âfl›kt›m. Gün boyu o ince dere suyunun k›y›s›nda sevday› beklerdim. Gözlerimde ›fl›¤›n› gördü¤üm sevday›...
Dereden geçifli gün gün gecikiyordu.
Sitilinin fl›ng›rt›lar› gecikiyor, ete¤inin h›fl›rt›s› gecikiyor, görüntüsü
gecikiyordu. Zaman, kokusunu yutmufltu. Geçiktikçe, derenin sessiz
kimsesizli¤i içimi oyuyordu. Kimi günler hiç geçmedi. Bir ay, iki ay, üç
ay geçmedi¤i oldu. Ben hep orada bekledim. Öbür k›zlar›n suya giderken
nemli gözlerle bana bak›fllar›ndaki belirsizli¤i uzun süre onlar›n ac›ma
duygular›na yordum.
O uzun ötüfllü kufl, bilinmezliklerden sesini duyurunca, ne sitillerinin sesini duydum, ne ete¤inin h›fl›rt›s›n›; ne kokusunu ald›m...
Aylar sonra... Nerden süzülüp geldiyse bir gün karfl›ma ç›k›verdi.
Mecalsiz görünüyordu. Dudaklar› birbirine yap›flm›flt›.
Her gördü¤ümde bir fleyini yitiriyordu. Yanaklar›n›n al› soldu, ellerinde mor oluklar olufltu, benzi k⤛da döndü... Onun gün gün eridi¤ini
gördükçe yüre¤imin uzun ötüfllü kuflu durmadan iç çekiyordu.
Bir y›l görünmedi. Ben onu her an bekledim.
Bir gün...
Bir gün a¤açlar›n aras›ndan ç›k›verdi. Ne sitillerinin fl›ng›rt›s› kalm›fl, ne eteklerinin h›fl›rt›s›... Kokusu gö¤e savrulmufltu.
O gün konufltu...
“Biliyor musun,” dedi, “bu iflin sonu yok. K›zl›¤›m›, iffetimi, sular
gibi akan sesimi bedenimin hazlar›n› sana saklam›flt›m ben, olmad›...
Ötüflü duyulan, kendi görülmeyen kuflu gördüm ben, ölümün sesini duydum...”
“Ben seni çok sevdim!” dedim.
“Ben az m› sevdim!”dedi.
Göçük gözlerine, pörsümüfl bedenine, büzüflmüfl kollar›na bakt›m;
yüzümü günefle döndüm;
sevdamdan günefl tutufltu!..
O gün...
O gün a¤açlar›n aras›ndan ç›k›p geliflini,
sitillerinin fl›ng›rt›s›n›,
ete¤inin bacaklar›ndaki h›fl›rt›s›n›,
teninin menekfle kokusunu,
b›rak›p gitti...
Ölüm nas›l kimsesizlefltiriyor sevday›!..
17
Kanal gölü...
Ayaklar›m suya de¤ecek kadar yaklaflm›flt›m kanala. Kanal burada
kanall›ktan iyice ç›km›fl, fliflkin bir göl olmufltu. Göl soluk ald›kça sular
yükseliyor alçal›yordu. Yol boyu ötüflünü duydu¤um kufl susmufltu. Sular›n k›y›ya vurufluyla kabarc›klar oluflup an›nda sönüyordu. Gölde kabarc›klar›n sönüflünün sesinden baflka ses yok!
Günefl bulutlar›n aras›ndan görününce üç befl günlük ördek yavrular›, bir telafl bir telafl, karfl› k›y›dan bu yana sökün ettiler. Sessizli¤i bozan onlar oldu. Ördeklerin hafif vakvaklarla süzüldükleri gölün k›y›s›nda olta atan iki kifliyi o s›rada gördüm. Iss›zl›¤a s›¤›nma duygusuyla kendimizden kaçsak da, avuntuyu yine bir insan›n oldu¤u yerde ar›yoruz;
onlar› görünce, 'Benim gibi, ölümün vurgununu yemifller de mi gelmifller bu ›ss›z göle?' dedim içimden, oltac›lar›n yan›na yaklaflt›m. Birinin arkas› dönüktü. Öbürünü yandan görüyordum. Yüzünü yandan gördü¤üme selam verdim. Oral› olmad›. Onlar›n ortas›na düflecek bir yere, eski
bir kay›¤›n suda kalmaktan kadavraya dönmüfl kal›nt›s›n›n karaya vurmufl ucuna oturdum.
Buralar›n havas› de¤iflkendir; bir anda ayd›nl›k karanl›¤a, karanl›k
ayd›nl›¤a dönüflebilir. Göl, günefl gidince dalgalan›yor, gelince durgunlafl›yordu. Ö¤le s›ca¤›nda, tepeden vuran k›zg›n günefl alt›nda, buz tutmuflças›na k›p›rt›s›zd› göl. Yaln›zca oltalar›n düfltü¤ü yerde hafif k›p›rdanmalar oluyor, su k›y›ya vurunca, k›p›rt›lar, birbirini büyüten yar›m dairelerle geniflleyip kayboluyordu.
Oltac›lar...
Karfl› k›y›da, uzaktan yafl› bafl› belli olmayan bir adam, flezlongunda
kitap okuyor, yandan gördü¤üm genç oltac›n›n yan›nda da kümbet irili¤inde bir kad›n oturuyordu. Arkas› dönük yafll› oltac› ise, canl› olmaktan
çok, oraya birinin getirip bir daha kalkmamacas›na kondurdu¤u a¤açtan
oyulmufl bir yontuyu and›r›yordu. Ördekler, gölün yüzlek yerlerinde sünepe dilenciler gibi büzüflüp kalm›fllard›. Nemli hava öylesine uyuflturmufltu ki onlar›, onca zaman geçti de, birinden biri, bir su böce¤i yakalar›m diye tüylü k›ç›n› kald›r›p suya dalmad›. F›rlamalar›yla a¤›zlar›ndan kabarc›klar püskürtüp suyun diplerine dalmalar› bir olan bal›klar›n, durgun gölün ölüm aday› olduklar›n› oltac›lara belli ettiklerinden haberi yoktu. Gözleri göldeki k›p›rt›lara dikili oltac›lar, naylon iplerini bir anda k›p›rt›lar›n
oldu¤u yerlere uçuruyor, dua papazlar› gibi, avlar›n› bekliyorlard›.
Yafll› oltac›, etten gövdesini koltu¤umsu bir sandalyeye yerlefltirmifl,
elektronik donan›ml› olta düzene¤ini önüne dizmiflti. Oturufluyla, lüks
18
arabas›n›n direksiyonu bafl›nda pipo tüttüren kalantor patronlara benzeyen adam, önündeki ekranda hangi dü¤meye bas›yorsa, olta ayg›t›n›n
ucunda flaha kalkan misina gölün ortas›ndaki yerini buluveriyordu. Ayg›t sinyal verdi¤inde, oltan›n ucuna bal›k dokundu¤unu san›yor, baflka
bir dü¤meye basarak misinay› h›zla geri çekiyordu.
Ayg›t üç kez sinyal verdi. Adam üç kez ayn› ifli yapt›. Üçünde de, -oltaya çarpan bal›klar, bir teknik harikas› say›lan bu düzene¤e al›flmam›fl
olmal›yd›lar-, misina sudan bal›ks›z ç›kt›. Yans›tt›¤› k›rm›z› ›fl›k çizgileriyle suyun yüzünü tarayan çocuk kafas› irili¤indeki ›fl›lda¤›n ne ifle yarad›¤›n› bir türlü çözemedim. Sudaki k›p›rdan›fllar› görüp ›fl›¤›n odaklaflt›¤›
yere niflan alan adam, ne yaz›k ki oltas›n›n ucunda kendi takt›¤› küçük
bal›k görünümündeki yemlerden baflka bir fleyle karfl›laflam›yordu.
Üstü soyunuk genç oltac›n›n s›rt› güneflten k›zarm›flt›. Kollar›n›n arkas›ndaki kas büzüflmeleri de, kalça kemiklerini saran et y›¤›nt›s› da, oltac›n›n trapezci görünümünü bozmuyordu. Ucu esnek olta çubu¤una ekli makaray› eliyle döndürüyor, nas›l bir beceriyle f›rlat›yorsa, misina durgun kanal gölünün nerdeyse ortas›n› buluyordu. Elektronik oltal› adam
suda k›p›rdanmalar beklerken, öbürü, oltaya tak›lan bal›¤› misinadan ç›karm›fl, kovan›n yan›ndaki yayvan kaba b›rakm›fl oluyordu. Sonraki ifl
kar›s›na kal›yordu.
Kad›n, oturdu¤u sandalyeyi çat›rdatarak yerinden k›m›ldad›, yayvan
bir kapta can veren bal›¤›, solungaçlar›na parmaklar›n› geçirip içini boflaltt›ktan sonra, yar›s›na kadar su dolu kovaya att›. Bu arada adam, tuttu¤u baflka bir bal›¤›, a¤z›n› parçalarcas›na oltadan çekti, yayvan kaba
koydu.
Bal›¤›na göre, kimi, kapta bir iki ç›rp›n›yor, kimi bir solukta can veriyordu.
‹ri ya da ufak, ister a¤z› parçalans›n, ister solungaçlar›na parmak sokulsun, bal›k sessiz ölüyor. Ölüm, bal›klar›n önce göz çevrelerindeki
pembeli¤i al›yor, sonra onlar› tepeden kuyru¤a beyazlaflt›r›yordu. Adam›n difle gelmez bulup geri suya att›¤› bal›klar suyun yüzünde bir süre
ç›rp›n›yor, gümüflsü renkleri solup buruflmadan, ördeklerin kursa¤›ndaki yerini buluyordu.
Kad›n, kocas›n›n en son tuttu¤u bal›¤› elinden al›p yerine koyduktan sonra, koca kalças›n› bir o yana bir bu yana yat›rarak yola park ettikleri arabaya gitti. Biraz sonra elinde bir tava, iki tabak, bir piknik tüpü,
bir ya¤ fliflesiyle döndü.
Kad›n haz›rl›k yaparken, adam, oltas›na düflecek iri bal›¤› bekliyordu. Yafll› oltac›n›n k›rm›z› ›fl›lda¤› hâlâ bir ifle yaram›yordu. Genç adam,
suyun dibini gören bak›flsal bir sezgiyle oltay› gölün ortas›na savuruyor,
en küçük k›p›rdamada makaray› h›zla döndürüyordu.
19
Gün akflama dönerken oltaya iri bal›klar tak›lmaya bafllad›. Ama hiçbiri onun umdu¤u irilikte de¤ildi. Adam, yine de oltas›na biraz iri bir bal›k düfltü¤ünde, koluyla tenisçilere özgü zafer iflareti yap›yor, belli etmeden bunu benim görmemi de istiyordu. ‹lk tuttu¤u bal›¤›n zafer coflkusuyla sa¤a sola bakarken, ondan irisini de tuttu. Ne yaz›k ki o da istedi¤i irilikte de¤ildi. Vakit gelmifl olmal›yd›; adam, gözleri k›y›ya çekti¤i bal›kta,
kar›s›na bir fleyler söyledi. Kad›n, ayn› devinimsizlikle kalk›p küçük tüpü
yakt›, içine ya¤ döktü¤ü tavay› tüpün üstüne koydu. Oltada birden oynamalar oldu. ‹ri bir bal›k düfltü¤ü san›s›yla kolu h›zla çevirdi adam. Misinan›n ucunda el ayas› yass›l›¤›nda, ölüme dünden raz› bir bal›¤›n ç›rp›nd›¤›n› görünce, oltan›n çengelini bal›¤›n a¤z›ndan sertçe çekti, a¤z› parçalanan bal›¤› geri suya att›. Ard›ndan iki küçük bal›k daha tak›ld› oltaya. Belki yenemeyecek kadar küçük olduklar›ndan, belki hastal›kl›yd›lar; 'Nas›l
olsa ölecekler bunlar,' anlam›nda bakarak onlar› da ayn› biçimde suya b›rakt›. Oltas›na tak›lan bir yass› bal›¤› eline al›nca, bir Alman'dan beklenmeyecek taflk›nl›kta güldü. '‹fle bak!' dedi gülmesini sürdürerek, 'Ne yemmifl be! Göle att›¤›m bal›k, yemin lezzetine doyamad›, yine oltaya düfltü...'
Mayosundan taflan etleriyle bir transatlantik kadar iri görünen kad›nla kocas› aras›na sanki bir duyars›zl›k duvar› örülmüfltü. Hiç el ele tutuflmam›fllar, bak›flmam›fllar, dudak duda¤a gelmemifller, ayn› yata¤a girip bir hazz› paylaflmam›fllar gibi birbirlerinden uzakt›lar. Adam söylenirken, kad›n,
y›llarca sönük kalm›fl kör bir konsol fanusu donuklu¤uyla bafl›n› çevirip
gölün bofllu¤una bak›nca adam›n esprisi a¤z›nda söndü. Esprisini duyup
benim uzaktan bak›fl›m da bir ifle yaramad›.
Adam bu arada, yosunlarla kapl› yüzlek bir yerden bir bal›k daha ç›kard›. Dama¤›na saplanm›fl oltay› çekerken bal›k, adam›n elinden kay›p
suya düfltü. Kelebek avc›lar›n›n kulland›¤› sarmal bir a¤la bal›¤›n kaç›fl
yolunu tuttu, ötesine berisine bakt›ktan sonra, çürü¤e ç›kar›lan bir civciv gibi, onu yosunlar›n aras›na f›rlatt›. Bal›k, can›n› gölün duru sular›na
atmaya çabalarken, uyufluk bir ördek, en etli yerinden kaparak onu bir
solukta yuttu.
Tavada ya¤ c›z›rd›yor, tutulan bal›klar istenen büyüklükte olmad›¤›
için tüpün alevini k›s›yordu kad›n. Belki befl kez öyle oldu. Adam, suda
büyük bir k›p›rt› görüp makaraya as›ld›. Kad›n, an›nda tüpün alevini harlatt›. Adam, fliddetli kuyruk sallamalar›yla kurtulmaya çal›flan tombul bal›¤›n gövdesine parmaklar›n› geçirdi, solungaçlar›yla birlikte içini d›fl›na
ç›kard›ktan sonra onu k›zg›n ya¤a bat›rd›. Ya¤ etrafa kabarc›klar f›rlatarak daha çok c›z›rdad›. Kad›n kocaman bir somunu ikiye böldü. Mayonezle ya¤lanm›fl ekme¤in içine koydu¤u nar gibi k›zarm›fl bal›¤› parmaklar›n› yalaya yalaya yerken, adam c›z›rdayan ya¤›n içine bir bal›k daha at20
t›. Oltac›n›n be¤enmeyip suya att›¤› baflka bir bal›k kurtulufla ermenin sevinciyle atlay›p z›plarken, k›y›ya yak›n yerlerde ani bir ördek uçuflmas›
oldu. Bal›¤›n üstüne üflüflen ördekler bir anda her biri bir yerinden gagalad›, didik didik ettiler bal›¤›.
Ördeklerin bo¤az savafl›, dedem yafl›nda ufarak bir akrabam› an›msatt› bana. Bir gün, kasaban›n do¤usuna düflen ›rma¤a bal›k tutmaya giderken beni de yan›na alm›flt›. Bal›k tutmak, bal›klar› kabu¤u s›yr›lm›fl
sö¤üt dallar›na geçirip ya¤›n› ak›ta ak›ta çal› ç›rp› ateflinde piflirmek hayaliyle yaflard›m. Akrabam bal›k tutmakta birebirdi. Gözümle görmemifltim ama, onun, bal›¤› diri diri yuttu¤unu da duymufltum. Öyle bir an'›
bekliyordum. Nenemin 'çok ufak' anlam›nda 'Örmece' dedi¤i akrabam
bir ara, ›rma¤›n çevresindeki ma¤aralardan birine girdi, gözden kayboldu. Belki üç befl dakika görünmedi. Bo¤uldu¤unu san›p a¤layacakt›m ki,
elinde gümüflsü s›rt› parlayan irice bir bal›kla bafl›n› sudan ç›kard›. Parmaklar›n›n aras›nda ç›rp›nan bal›¤›, 'Helal olsun bu bal›k sana, Halil ‹brahim!' demesiyle yutmas› bir oldu. Fare yutan y›lan gibi, birden gözleri
pörtledi, fliddetli ö¤ürtülerle kusmaya bafllad›. Da¤da do¤um yapan geyik, yavrusunu vajinas›ndan nas›l f›rlat›rsa, bal›k da, kusmuklar aras›nda
ç›rp›narak onun a¤z›ndan öyle f›rlad›.
O gün bal›k yutan akrabam›n pörtleyen gözlerinde ölümü görmüfltüm.
Nefis...
Do¤an›n doymak bilmez a¤z›!..
Ördeklerin bo¤az dalafl›, her canl›n›n birbirini yuttu¤u bir cehenneme düflürdü beni. Öyle bir ölüm ›ss›zl›¤›na düflmüfltüm ki, do¤aya s›¤›nd›¤›ma piflman oldum. Masmavi gö¤ün alt›nda, bal›k soluksuzlu¤u yaflamak gibi bir duyguydu bu.
Adam›n elinde ç›rp›nan bal›k, o zamana kadar tuttuklar›n›n en irisiydi. Koluyla daha kuvvetli bir zafer iflareti yapt›. Bal›¤›n içini hoyratça
ç›kard›¤›n› görsem de, onu k›zg›n ya¤a at›fl›na bakamad›m. Yafll› oltac›n›n ayg›tlar›n› toplay›p gitti¤inin fark›nda bile olmam›flt›m.
Cebimden küçük defterimi ç›kard›m. S›ca¤› s›ca¤›na bir fleyler yazmaya koyuldum. Yaz› budur; defteri sat›rlarla doldurursun, çorak tarlalara ekin ekti¤ini bilemezsin! Yaz› diye, deftere karmakar›fl›k çizgiler çizmifltim. Yazmak iste, yazama!
Karfl›mda bir gölgenin dikildi¤ini görünce irkildim. Oltac›, yerinden
kalk›p yan›ma gelmiflti.
“Yazar m›s›n›z siz?” diye sordu.
Selam›m› bile almayan oltac›n›n sorusu flaflk›na çevirdi beni. Ne diyece¤imi bilemedim. Oysa üç befl dakika içinde herkesle kaynaflan ben,
21
flimdi bir iki sözcük bulup onu yan›tlayam›yordum. Adam, donuklaflt›rd›¤› gözlerini dikmifl ne diyece¤imi bekliyordu. Çürük tahtan›n üstünde
uyuflan bacaklar›m› toparlay›p aya¤a kalkam›yordum. Duymad›¤›m san›s›yla, sesini yükselterek yineledi sorusunu:
“Duymuyor musunuz, size 'Yazar m›s›n›z?' diye sordum...”
Sesini yükseltince toparland›m.
“Hay›r, de¤ilim. Ördeklerin hayat›n› merak ederim; onlara iliflkin
notlar al›yordum.” dedim.
“Hayretle beni izleyip durdunuz; ben de sizi yazar sanm›flt›m. Roman›n›za malzeme toplad›¤›n›z› sand›m da; size bal›k tutmaktaki ustal›¤›m› anlatacakt›m...” dedi, kar›s›n›n yan›na yürüdü.
Kad›n k›r masas›na bal›klar› dizmifl, k›rm›z› flarab› bardaklara doldurmufltu.
'Prost!' dedi kad›n...
'Prost!' dedi adam...
Bo¤az'dan geçen gemiler...
Kanaldan uzun mu uzun bir ›rmak gemisi geçti. Gemi, sular› yararken ard›nda geriye do¤ru geniflleyen su aç›l›mlar› b›rakt›. Ördekler dalgalanan suyun yüzünde bir süre sallan›p durdular. Öylesine yak›n geçti
ki gemi, kaptan dönüp bakar m› diye gözümü kaptan köflküne çevirdim.
Kim bilir bu kanaldan kaç kez geçmifl olan kaptan, piposu a¤z›nda, yerine çivi gibi çak›lm›flt›. Etrafta ne var ne yok diye gözünün ucuyla bile
bakmad›. Güvertedekiler, bal›ktan da, oltac›dan da, tombul kar›s›ndan
da habersiz; bafllar›n› gazetelerinden kald›rmadan geçip gittiler. Oysa
bizde gemiler Bo¤az'dan yal›lara sürtünerek geçer, güvertede ne flenlikler yaflan›rd›. Yolcular güverteye f›rlay›p el sallarlar, ‹stanbul'un böceklerini, kufllar›n› görecekmiflçesine Emirgân'›n koruluklar›na, Belgrad Ormanlar›'n›n gür yeflilliklerine bakarlard›. K›y› çocuklar› nas›l ç›rp›n›rlard› gemiler geçerken! Oyunlar›n› keser, küçücük elleriyle güvertedekilere
öpücük gönderirlerdi.
Bulutlar›n günefli örtmesiyle, teni okflarcas›na esen yel, kuzey ülkelerine özgü serinli¤e b›rakt› yerini. Uzun sürmedi esinti. Biraz sonra bulut kümeleri da¤›ld›, tepemizin üstünde masmavi gökten bir dam olufltu.
Oltac›yla kar›s›, oltalar›n›, tüplerini, tavalar›n› toplay›p gittiler. Geldi¤imde selam›m› almad›klar› gibi, önümden geçerken de yüzüme bakmad›lar.
‹nsan günden güne nas›l yaln›zlafl›yor!..
Ördek, esintisiz havalar›n kufludur; daha yel esmeden gölün dalgalanaca¤›n› sezmifl, yerini kimsenin belirleyemeyece¤i kuytuluklara çekil22
mifllerdi. Ya¤mur boflal›nca esinti kesildi. Gölün üstüne, batmakta olan
güneflin okflay›c› ›fl›klar› düfltü. Göl birden ördekle doldu. Biri, diflice sal›narak, oltac› san›p bir iki bal›k art›¤› bulur mu diye oturdu¤um yere yöneldi.
Gölün karfl› k›y›s›nda kitap okuyan adam da gitmiflti.
Gökte yine bir pat›rt› kütürtü. fiimflekler çakt›. Ya¤murlar bofland›.
Ördekler kovuklar›na kaç›flt›. Kumlar›n savruldu¤u ›ss›z çöllere dönmüfltü göl. Düfle kalka küçük bir aile motoru geçti kanaldan. Sular patlad›, k›y›da köpükler olufltu. Suyun dibinde, kimi ölü, kimi sa¤, bal›klar rüzgârs›zl›¤a, iklimsizli¤e, mekâns›zl›¤a ermifllerdi. Ölümün sessizli¤ini orada
yaln›z b›rakmad›m, ya¤mura yafla ald›rmadan onu ruhuma sokup yola
koyuldum. Gün inerken a¤açlar›n yaprak h›fl›rt›s›n› da, kufllar›n gizli 盤›rt›s›n› da duymad›m.
Sokak...
Evin önünde ne dallara konup kalkan kufllar, ne anaokulu çocuklar›, ne ›fl›lt›l› küpelerini sallayan oynak k›z... Bütün böcekler deliklerine
kaçm›fllar, kazma makinelerinin yengeç a¤›zl› kepçelerinin parlak uçlar›na bulaflan köstebek yavrular›n›n kan› kurumufl...
Oda...
Odamda, söndürdü¤üm televizyonun kör gözü bana bak›yordu. Barda¤›mda yar›m kalan çay irine dönmüfltü. Tabakta ölü peynir parçalar›,
kararm›fl elma dilimleri kalm›flt›. Yata¤›mda sanki azg›n köpekler bo¤uflmufltu. C›z›rt›s›z semaverde parmak izlerimi görüyordum.
Garip bir umutla televizyonun dü¤mesine bast›m. Ekranlar›n, yüzü
bahar gülüfllü kad›nlar›ndan biri ç›ksayd›, biçimli dudaklar›yla, 'Yanl›fll›kla bir ölüm haberi verdi¤imiz için Say›n izleyicilerden özür dileriz...
Öldü¤ünü bildirdi¤imiz Gülünün Soldu¤u Akflam'›n yazar› flimdi söyleflimize kat›lacak...' deseydi...
Gecenin kör karanl›¤›na günefl do¤maz m›yd›,
patlayan tomurcuklar katmer güller açmaz m›yd›,
yeryüzünün sevinç kufllar› yüre¤imde 盤r›flmaz m›yd›?..
‹nsan;
flu zavall› umut mahkûmu...
Berlin, 17 May›s - ‹stanbul 10 Ekim 2006
23
Vecihi Timuro¤lu
MADIMAK 2006
Bahar’a
‹ki ›rmak akar Sivas’›n içinden
Biri M›sm›l Irmak biri Murdar Irmak
M›sm›l Irmak’›n bak›r tozlu sular›nda
Selçuklu’nun çiçekli kilimleri y›kan›r
Murdar Irmak’ta Timur’un kanl› elleri
Sivas meydan›nda kuruldu Cumhuriyet
Mustafa Kemal’in elleri çiçekli sularda
Günefllidir Mustafa Kemal’in elleri
Bulutsuz sabah gö¤üdür gözleri
Halk rengiyle açar bahar çiçekleri
‹ki Temmuzlar’da kan gülleri açar Sivas’ta
Derin koyu bir duman Gökmedrese’de
Yaflama küsmüfl bütün tutkular
Umutlar sevdalar bo¤ulur dumanlarda
Mustafa Kemal’in elleri karar›r
Ey kederli M›sm›l Irmak
Ey kanl› Murdar Irmak
Ey onurlar ve kanl› öyküler kenti
Sen befli¤imin kuruldu¤u diyar
Y›ka tafllar›n› sokaklar›n kan kokar
Sana geldim iflte 2006 Temmuz’unda
Bir eflitlikçi özgürlükçü kardefllikçi yetimim
Yang›nlar›n yalazlar›nda flairlerimin
Yazarlar›m›n k›zlar›m›n o¤ullar›m›n a¤›t›n› unutmaya
Ali Baba Park›’nda yeniden dost olmaya
24
Unutulmufltu Pir Sultan’›n kanl› Sivas’›
‹ki Temmuz’da maviydi gök ve duruydu K›z›l›rmak
Nas›l birden yak›ld› cehennem atefli
Nas›l birden girdi kara bulutlar›n ard›na
Ans›yor musun Cumhuriyet günefli
Yak›n›p s›zlanm›yorum yalazlar›ndan yang›nlar›n
Zalimler sab›r nedir bilmezler
Ba¤›flla diyor sev diyor kutsal kitap
A¤layan tan›klar döksünler içlerini
Ifl›ktan korkanlar bilsinler kapanmaz bu hesap
Bizi yakan fleytan›n de¤il mi bu karanl›k
De¤il mi bu zulmün do¤urgan karn› fleriat›n
Sanki kuduran gecelerde uluyan kurtlar
Sald›r›yor eflitli¤e özgürlü¤e kardeflli¤e
En çok gömlek de¤ifltirmifl y›lanlardan korkar›m
Güzel yüzler telli duvakl› k›zlar
Henüz kimseleri yakmadan yak›ld›lar
Bilemediler döl veren yata¤› bitek topra¤›
Direnmenin özgürlü¤ün flairleri
Tatt›lar bunca kolay bunca zor ölümü
Sen kallefl ölümlere tan›k
Sevgiyi ve cesareti bo¤an Mad›mak
Devrimler tarihine kara yaz›ld› ad›n
Unutma insan›n sömürüldü¤ü her yerde
Bir flairin gülüflü vard›r
Metin Alt›ok, Behçet Aysan, U¤ur Koçak
Ölümü aramadan yi¤itlik gösterdiler
25
Süreyya Berfe
KIRLANGIÇLAR ARTTIRDI
rüzgâr›n h›z›n›.
Seni
burada görüp flafl›ran k›rlang›çlar.
Y›kay›p ast›¤›n ev
daha çabuk kurudu.
Kalbinde uyudu
hayata bast›rd›¤›n kalbim.
Kalbinde uyudu y›llar.
Rüzgâr›m›z›n h›z›n› art›rd› k›rlang›çlar.
K›rlang›çlar art›rd› rüzgâr›m›z›n h›z›n›.
‹ÇÇEK‹fiLER
havadan oluflur
havaya döner.
Gözyafllar› sudur
bulut olur
geri döner.
Aflk› göremezsek
ne zaman kaybolur
nereye gider?
26
ET‹K ÜSTÜNE NOTLAR
Semih Gümüfl
Belki bir bafl›na etik bile neden sonra yaflad›¤›m›z zaman›n bir geçmodernite olarak kendini gösterdi¤ini anlat›yor. Birey ile yaflad›¤› toplum aras›ndaki davran›fl biçimlerini felsefenin içinden yorumlayan bir
kavram olarak etik, geçmiflte flimdiki anlam›yla yoktu hayat›m›zda, sonra buldu yerini. Ahlak, vazgeçilmez bir boyuttu ve onsuz de¤il ötekinin
karfl›s›nda bir kimlik edinmek, insan›n eviçinde bile yaflayamayaca¤› düflünülürdü. Sonra etik geldi, ç›kageldi ve onsuz ad›m atamaz olduk. Hiçbir zaman onunla iliflki kuramayaca¤› bilinen politikac›n›n hayat›nda da
aran›r oldu etik, top peflindeki futbolcunun davran›fl›nda, bilimadam›n›n
yazd›¤› kitapta, yazar›n piyasan›n çekim merkezleri karfl›s›ndaki duruflunda da. Bu genifl yelpazenin aras›nda biz de var›z.
fiimdi ç›karamayaca¤›m›z kadar uzun zamanlardan beri insan›n koflullanmaya çal›fl›ld›¤› bir durum, almaya zorunlu tutuldu¤u bir konum
var: olumsuza karfl› olumluyu savunma. Olumsuz ile olumlunun ne oldu¤uysa, hiçbir zaman aç›k olmad›. ‹kisi de görece, ona bana, düne ve bugüne göre de¤ifliyor ama belirsizleflip yok olmuyor. Olumlunun her durumda varl›¤›n› koruyan özü, etik olan› da kuflaktan kufla¤a tafl›yor. ‹nsan›n
ötekiyle yaflama biçimini her zaman olumlu tuttu¤u yerde belirir etik.
Peki öteki insanlarla birlikte yaflamak yerine, bir ömür boyunca ›ss›z adada yaflayan insan›n etikle iliflkisi nedir? Davran›fl biçiminde etik
aramaz bu insan, ama kendi kendine düflünürken, kendiyle tart›fl›rken
ald›¤› ölçütler etik ile anlat›lmaz m›? Iss›z adada zehir zemberek yaz›lar
yazan yazar, sözcüklerle k›r›p döktü¤ü insanlar› görmüyor, tan›m›yor,
onlarla birlikte yaflama duygusunu tafl›m›yorsa, sözün k›sas› etik iliflkiler
içinde de¤ilse, yaln›zca kendine karfl› duydu¤u sorumlulu¤a ne kadar
ba¤l›d›r?
Eski kuflaklar›n elefltiri anlay›fl›n›n yazar› nesne olarak gören köfleye s›k›flt›rma tutum ve al›flkanl›klar› da etik ile iliflkinin geçmiflte daha zay›f oldu¤unu gösterir mi? Bunun da pay› var: etik, toplumsal iliflkilerin
s›n›rl› ve az geliflmifl biçimlerinde ve daha geri kültürler içinde daha zay›f bir insanal boyut bulundu¤unu, dolay›s›yla hayata onun bir parças›na
dönüflemeyecek kertede zay›f ba¤larla tutundu¤unu gösterir ama zaman
da toplumsal iliflkileri özellefltirip insanlar aras›ndaki iliflkileri öne ç›kar›rken, etik iliflkinin önemini ad›m ad›m, kendili¤inden vurgular.
Anayurt Oteli ’nin Zebercet’i otelin içinde d›flardaki dünyay› yaflam›yor, insanlar› hiç umursam›yorken, eline geçirdi¤i kad›na hoyratça aba27
nacakt›r elbette: çünkü Zebercet, iç dünyas› bir kurmaca kahramanda az
bulunacak derinlikte ve tuhafl›ktayken, d›fl dünya ile etik ba¤lar›n› kesmifl bir yaban›ld›r - ama kendini ipe ast›ran nedir? Orada aranmas›n etik;
çünkü Zebercet'in hiçleflmeye as›l›fl›nda eti¤i söz konusu etmek yerine,
bütün bir geçmiflin içini çürüten yaras› vard›r.
Alain Badiou Etik’te, “Her halükârda özneleflme ölümsüzdür ve insan› insan yapar,” diyor.
Edebiyat dünyam›zda büyük ço¤unlu¤un her sabah kalkt›¤›nda kendine yapt›¤› ilk telkin budur. Badiou’nun çok aç›k, az sözcükle, özlü ve
kendine özgü biçimde dile getirdi¤i bu telkini tek ayaklar› üstünde yineleyenleri ay›rt etmek gerekir mi? Sorunun bu konufl biçimiyle, elbette hay›r. Sorunlar› ve düflünceleri kifliler üstünden tart›flmak eski bir çocukluk hastal›¤›d›r (eski kuflaklar bunu çok yapm›flt›r) ve modernist tutumun günümüzde ald›¤› biçimler içinde kesinkes yanl›flt›r da.
Özneleflti¤ini, dolay›s›yla bireyli¤ini bütün topluma dayatabilecek
kertede kazand›¤› için ölümsüzleflti¤ini düflünmek, kendi do¤rulu¤unu
sorgulamaktan kaç›nanlar›n iç sorunudur. Biliniyor: özneleflmek için önce bütün kurumlardan ba¤›ms›z durmak gerekir: Sözgelimi yarat›c› yazar›n, yay›nc›s›n›n piyasa beklentileri karfl›s›nda konumunu de¤ifltirmemesi ya da kitab›n›n tan›t›m› için gerekli k›l›klara girmesi iste¤i karfl›s›nda
kendi öznel duruflunu korumas›, bir iç etik kayg›s›n› sürer ortaya.
Yazd›klar›na daha çok telif ücreti verildi¤i için ne düflünme biçimi,
ne yaflam biçimiyle aras›nda ortakl›k görmedi¤i yerlerden ald›¤› çekici
önerileri düflünmeden kabul ettikten sonra günlük hayat›n gereksinimleri için yenik düfltü¤ünü belirtmek de var.
Asl›nda düflünce ve davran›fllarda hiçbir fley de¤iflmemifl gibi gösterilmesine karfl›n, yeni konum ve iliflkiler yüzünden ba¤lan›lan yere kendini uydurmak: sözgelimi, yazd›¤› gazetenin kemikleflmifl düflüncelerini
de¤ifltiremedi¤i için kendini de¤ifltirmek de girilecek yollardan.
Yazar olarak kendili¤inden tafl›d›¤› ayd›n, belki de entelektüel kimli¤ini hiçe sayarak, yazar ve ayd›n kimli¤iyle yöneticisi oldu¤u flirketin
kurumsal sözcüsü olmaya gönül indirmek de...
Buna benzer örnekleri kendi çaresiz toplulu¤umuz içinde yaflarken
elefltirileri sak›narak, yap›c› biçimde ve anlamaya çal›flan bir tutum içinde yapmak, elbette etik bir durufl biçimidir ve kesinkes etik olmayan yukardaki durumlar karfl›s›nda bile vazgeçmemesi gereken iç sesidir insan›n. ‹ç ses, ses de¤il, insan› insanlaflt›ran yap›tafl›d›r.
Toplumsal kültür içinde etik, insan›n bir bafl›na düflünmek zorunda
olmad›¤› sorunlar karfl›s›nda bir durufl biçimi almas›n› gerektirir. Alain
Badiou Etik’te buna benzer bir saptamayla flu aç›kl›¤› da getiriyor:
28
“Bugün eti¤in savunucular›, fark›nda olsunlar olmas›nlar, iflte bu
düzenleniflten (configuration) yola ç›karak eti¤in, (ötekini inkâr eden ›rkç›l›¤a karfl›) 'ötekini tan›mak' demek oldu¤unu, (göçmenleri d›fllayan tözcü milliyetçili¤e karfl› ya da kad›n varl›¤›n› inkâr eden cinsiyetçili¤e karfl›) 'farkl›l›klar eti¤i' demek oldu¤unu, (de¤iflmez bir davran›fl modeli ve
düflünsel yaklafl›m dayatmalar›na karfl›) 'çokkültürcülük' demek oldu¤unu ya da, düpedüz, baflkalar›n›n senden farkl› biçimlerde düflünüp davranmalar›ndan rahats›z olmamaktan ibaret olan o bildik, eski moda 'hoflgörü' demek oldu¤unu aç›klarlar.”
Burada savunulan düflünce insan› toplumsal bir varl›k olarak görme
zorundal›¤›n› anlat›yor. Sonunda içinde yaflad›¤›n toplumun parças› olarak varoluyor, onunla birlikte soluk al›p veriyorsan, hiç de¤ilse do¤ru yaflayabilirsin.
Yaln›zca senin yazd›klar›n› elefltirdi¤i için öteki yazara sald›rmadan;
Kürtleri etnik az›nl›k gibi görmeden; kendine biz, yurttafl›n olan Ermenilere siz demeden; hayvanlara tekme atmadan, çocuklar› küçük görmeden... Çok mu zordur böyle yaflamak?
Eflcinsellere tahammülle yaklaflmadan, “Türklü¤e hakaret” safsatas›n› ciddiye almadan, kendini üstündekilerin alt›nda, alt›ndakilerin üstünde görmeden düflünüp davranmak ya da komflunun k›l›k-k›yafetinin
ya da Afrikal›n›n davran›fl biçiminin seninkinden yaln›zca farkl› kültürleri anlatt›¤›n› içine sindirebilmek zor mu?
Etik, toplumsal hayvan› tam insana dönüfltüren bir iç ses ve gizilgüç
yarat›r ki, onsuz yaln›zca aile de yaratamaz modern insan›, e¤itim de. Burada sanat›n ifllevi niçin önem tafl›r ve öne ç›kar?
Yarat›rken hep ötekinin yaratt›¤›n› okuyup, kendi birikimini yans›t›rken hep ötekinin birikiminden yararlanmak, hoflgörü ve demokratik
ruh kazand›r›r. Yaln›zca okur olmakla yetinip hep ötekinin yazd›klar›n›
okuyup de¤erlendirmek de insan›n hoyrat do¤as›n› e¤itir.
Bu iliflkiyi ben’in hoflgörüsüne s›k›flt›rmak, sonunda kazan›labilecek etik görgüyü geciktirir, belki büsbütün silebilir de. Hoflgörünün de¤il de, kiflili¤in do¤al uzant›s› olarak durabilmektir etik tutarl›l›k, ama bu
da kazan›lmas› en zor erdemlerden biri. Postmodernin modernite karfl›s›ndaki hoflgörüsü ya da çok satan yazara ço¤unlu¤un gösterdi¤i hoflgörü, hoflgörürleri yukar› ç›karmak yerine afla¤› indiriyor, ama bunu düflünecek zaman› yok kimsenin. Tersine, sözgelimi popüler ve ünlü yazar›n
kendini elefltirenleri ayn› edebiyat anlay›fl›na çekmek istemesi biçiminde
bir horgörü uç veriyor.
Edebiyatç›lar, birbirine dayanmas› olanaks›z bireylerin bir arada bulunduklar› en ilginç kesimlerden. Edebiyat, sürekli düflünme, de¤erlendirme, yorumlama, yaratma alan› oldu¤u için, say›lamayacak çoklukta
29
halkan›n birbirine eklenerek oluflturdu¤u bir zincirdir. Bütün olarak korunmas› olanaks›z ve bu anlafl›labilir; bu yüzden koptukça daha küçük
halkalar oluflturarak yan yana gelir. Sorun flu ki, iki yazar aras›ndaki farklar toplumsal hayat içinde ayn›l›klardan yok denecek kadar azsa, yarat›m
düzeylerinde de o denli çoktur. Öyleyse insan› yaflayan bir varl›k olarak
ayakta tutan edebiyat de¤il de hayatsa, edebiyatta farkl›l›klar üstüne düflmanl›klar kurmak da saçmad›r.
De¤il mi ki sonu gelmeyecek çoklukta özgünlü¤ün bir arada yaflad›¤› bir dünyad›r edebiyat, orada da hoflgörüden söz etmek anlams›zlafl›r.
Edebiyat baflka türlü bir dünya, efltürden, birbirine benzer romanlar›n,
fliirlerin yaz›ld›¤› bir dünya olarak düflünülebilir mi?
Hoflgörü, hayat›m›zdan büsbütün ç›kar›lmas› gereken bir kavram
da de¤il. Yaln›zca kime, neye karfl› ç›kar›laca¤›nda anlafl›lmal›.
Belki hoflgörünün, kötü’ye karfl› savunulabilecek bir etik olarak toplumsal ifllev tafl›d›¤› söylenebilir. Kötünün ve kötülü¤ün çözümlenmesi
her ad›mda iyiye götürür ve sonunda flu bütün bütüne aç›l›r ki, iyi olmadan kötü olmaz, kötü de varl›¤›n› iyiden al›r. Demek ki kötüyü toplumsal ya da bireysel bir kimlik, kiflilik ve durum olarak yaratan, iyiyle birlikte varolan etik’tir. Etik olmadan kötünün kötü oldu¤u sonucuna var›labilir mi?
Alain Badiou’nun, okundu¤unda onaylanacak ama akla pek gelmeyen flu önermesi kula¤a küpe olmal›:
“‹yi, ancak dünyay› iyi k›lmaya heves etmedi¤i sürece ‹yi’dir.”
Bu yal›n, ama ola¤anüstü önermeyi ard›ndan gelen flu çok önemli
iki tümceyle tamamlayal›m:
“Tek varl›¤›, tekil bir hakikatin konumlanm›fl beliriflidir. Yani bir
hakikatin gücünün ayn› zamanda bir tür güçsüzlük olmas› gerekir.”
Bunu öteleyen yirminci yüzy›l›n insanl›¤a neler yaflatt›¤›n› ve yirminci yüzy›l›n etik ile her türlü iliflkiyi yok etti¤i için etik’in önemini gösterdi¤ini de ekleyelim buna. Siyasal (kurumsal) iktidar›n yaflatt›¤› ac›lar
Birinci Savafl’tan Nazizme, Stalin diktatörlü¤ünden Bosna ve Kosova’ya,
etik ile insan›n varolufl dayanaklar› aras›ndaki iliflkiyi daha sa¤lam temeller üstünde kurman›n zorunlulu¤unu gösterdi. Küba'da yar›m yüzy›l boyunca bütün bir ulusun içinden baflka bir tek kiflinin bile yönetme becerisinin olabilece¤ini yok saym›fl, refah ve demokrasiyle ilgisi oldukça yetersiz bir yönetim anlay›fl›n›n savunulmas›, etik sorununun siyasal hayattaki karfl›l›klar›n›n adamak›ll› sorgulanmas› gerekti¤ini gösterir.
Etik de¤erler belirsizlik içinde herkesin kendi için koydu¤u de¤erler de¤ildir elbette. Yoksa etikten söz edilemeyece¤i gibi, kötü ile etik
aras›nda s›k› bir köprü kuruluverir. Etik=de¤er: demek ki etik de¤er,
onu içsellefltiren insan için vard›r ve ötekinin umursamamas› o de¤erin
niteli¤ini de¤ifltirmez.
30
MOR KÂBUS
Deniz Kavukçuo¤lu
Sat›c›, yirmi dakikad›r özenle hizmet etti¤i müflterisinin, “Yeter art›k, istemiyorum, istemiyorum!” diye ba¤›rarak kendini ma¤azan›n Taksim Alan›’na aç›lan kap›s›ndan kald›r›ma at›p koflarcas›na uzaklaflmas›na
bir anlam verememiflti. Peflinden gidip bir süre arkas›ndan bakt›ktan
sonra içeri girdi¤inde, ma¤azadaki öbür sat›c›lar›n, paketleme tezgâh›ndaki k›z›n, patronun kasada duran kar›s›n›n, raflardaki k›fll›k kazaklara
bakan genç çiftin soran gözleriyle karfl›laflt›. Ma¤azadaki herkes susmufl,
merakla ona bak›yordu. Ondan bir aç›klama bekliyor gibiydiler. Ne söyleyebilirdi? Müflteri, spor ekose bir gömlekle rengi ona uyacak bir de V
yaka kazak sorunca raflardan birkaç gömlekle dört kazak indirip göstermiflti. Adam konuflmas›yla, davran›fllar›yla be¤eni sahibi bir insan izlenimi b›rakm›flt› üzerinde. Bu tür insanlara hizmet etmek bir zevkti, o da
adam›n gösterdiklerini be¤enmemesini anlay›flla karfl›lam›fl, gömlekleri,
kazaklar› yenileriyle de¤ifltirmiflti. Adam›n yeni ürünler aras›ndan bir
gömle¤i be¤enir gibi oldu¤unu görünce, raftan mor bir kazak al›p o gömle¤in üzerine koymufltu.
“Ne kadar uydu, öyle de¤il mi?”
Fakat sorusuna olumlu bir yan›t almay› beklerken tam tersi bir davran›flla karfl›laflm›flt›.
“Hemen kald›r›n bunu” diye sertçe bir ç›k›fl yapm›flt› adam.
Bir hatas› varsa, tam bu noktada yapm›fl olabilirdi; çünkü müflterinin iste¤ine uyup o kaza¤› kald›raca¤› yerde,
“Sar› ile gülkurusu pembe bak›n morla ne kadar uyumlu” diyerek
üstelemiflti çünkü.
Adam, tepkisini dile getirecek bir çift söz bulamam›fl gibi, bo¤uk bo¤uk sesler ç›karm›fl, gözleri fal tafl› gibi aç›lm›fl, mor kaza¤› tutup yere f›rlatm›flt›. ‹kisi, ma¤azan›n deneme kabinlerinin bulundu¤u en kuytu köflesinde olduklar›ndan, adam›n bu davran›fl›na baflka kimse tan›k olmam›flt›.
“Ne yapt›m ben size?” diye sormufltu adama yerdeki kaza¤› al›rken.
Adam kaza¤› görünce yeniden deliye dönmüfl, ba¤›rarak kendini d›flar› atm›flt›.
Tüm bunlar›, merakl› gözlerle kendisine bakanlara anlatsa kimseyi
inand›ramayacakt›.
31
“Deliydi herhalde” deyip o s›rada kap›dan giren yafll›ca bir kad›na
do¤ru yöneldi.
Tolga Artun, ‹stiklal Caddesi’ne girip bir süre koflar ad›m yürüdükten sonra Saray Muhallebicisi’nin önüne geldi¤inde sa¤ bald›r›na kramp
girdi. Yürümekte zorlan›yordu. Muhallebicide kramp geçene kadar oturup dinlenmek, bu arada da bir fleyler yemek hiç fena olmayacakt›. Verdi¤i karardan hoflnut, sa¤ baca¤› aksayarak içeri girdi, kendini karfl›layan
garsona bir keflkülle bir flifle su söyleyip bofl bir masaya oturdu.
Ma¤azadaki sat›c›ya ay›p etmiflti. Bir ara yar› yoldan geri dönüp delikanl›dan özür dilemeyi bile düflünmüfl; fakat çocu¤un bilmeden gene
ters bir fley söyleyip sinirlerini altüst etmesinden korktu¤u için bu düflüncesinden vazgeçmiflti. Bir baflka gün u¤ray›p gönlünü alabilirdi o¤lan›n.
Bu “mor kâbusu” bafl›na bir gün daha büyük ifller açacakt›. Fakat elinden bir fley gelmiyor, gördü¤ü mor renkli her fley, ç›lg›na dönmesine yetiyordu. Uzun zamand›r hava karar›p da ma¤aza vitrinleri ›fl›kland›r›ld›¤›nda mor ›fl›kla karfl›laflabilirim korkusuyla vitrinlere bakamaz olmufltu.
Mor ›fl›k yüzünden diskoteklerden, gece kulüplerinden elini aya¤›n› çekmiflti. Bir kaçama¤›nda yeni tan›flt›¤› genç bir kad›nla Tepebafl›’nda yeni
aç›lan kulüplerden birine gitti¤inde salon bir anda mora bürününce kad›n›n koluna yap›flt›¤› gibi kendini d›flar›ya zor atm›flt›. Kad›n, bu davran›fl›n› büyük bir kabal›k olarak alg›lam›fl, belki de uzun erimli bir iliflkiye dönüflebilecek birliktelikleri orac›kta son bulmufltu. Ertesi gün Niflantafl›’nda muayenehanesi olan psikiyatr bir arkadafl›n›n kap›s›n› çalm›fl,
ondan yard›m istemiflti. ‹ki haftada dört seans yapm›fllar, son seans›n bitiminde arkadafl›,
“Benim yapabilece¤im fazla bir fley yok; çünkü senin rahats›zl›¤›n›n
kayna¤› belli, bundan sonra ifl sana düflüyor” demiflti.
“Mor kâbusu” ad›n› verdi¤i rahats›zl›¤›n›n kayna¤›n›n mor âfl›¤› bir
kad›n oldu¤unu biliyordu; bunu ilk seansta söylemiflti doktor arkadafl›na.
Nitekim dört seansta da arkadafl› baflka bir bulguya rastlamay›nca kaynak
t›bben onaylam›flt›.
“‹nsan›n bafl›na neler geliyor” diye geçirdi kafas›ndan.
O pazar günü Moda’daki, o zamana kadar ve ondan sonra hiç gitmedi¤i, bundan sonra da gidece¤ini hiç sanmad›¤› Calipso Café’deki rastlant› gerçekleflmemifl olsayd›, bu durumlar› yaflamayacakt›. Ne var ki “kader”in önüne geçilmiyordu.
“Han›mefendi, çakma¤›n›z› kullanabilir miyim?”
Her fley yeryüzünde her gün on binlerce, belki de yüz binlerce insan›n birbirine sorduklar› bu masum soruyla bafllam›flt›.
32
“Tabii; ama izin verin ben yakay›m” demiflti kad›n fluh bir sesle.
Sesinin etkisiyle mi ne, önce gözlerine bakm›flt› kad›n›n. Allah için
çok güzel gözleri vard›, menekfle gözler… Uzun, siyah, k›vr›k kirpikler…
fiark›c› kad›nlar›n estetik cerrahlara avuç dolusu para verip yapt›rd›klar›
o “standart” burunlardan de¤il, gerçe¤i… Etli, k›rm›z› dudaklar; fakat
küçücük bir a¤›z…
Yerine geçtikten sonra da gözlerini alamam›flt›, en fazla otuz beflinde gösteren kad›ndan. Alt›nda siyah bir pantolon, üstünde mor ipek bir
bluz vard›. Çoraps›z ayaklar›nda da burnu sipsivri, uzun topuklu, arkas›
aç›k o terlik-iskarpinlerden… Hem fl›k, hem de zarif bir kad›nd›. Bafl›n›
her sa¤a çevirdi¤inde onunla göz göze geliyordu. Bir, iki, üç… Tamam;
ama her seferinde göz göze gelmek rastlant› olamazd›. Sütlü kahvesini
yar›lad›ktan sonra kalk›p kad›n›n masas›na gitmiflti.
“E¤er birini beklemiyorsan›z masan›za oturabilir miyim, en az›ndan karfl›m›zdaki manzaray› paylafl›r›z…” Bunu söylerken eliyle karfl›daki Fenerbahçe Burnu’nu göstermiflti.
“Buyurun, oturun…” demiflti kad›n.
Ondan sonra konuflmalar› “Bilin bakal›m, ben ne ifl yap›yorum? Bakal›m, mesle¤imi tahmin edebilecek misiniz?” türünden karfl›l›kl› sorularla çocukça bir bilmece-bulmaca oyunu biçiminde sürmüfltü. Ünlü bir
petrol flirketinde Kurumsal ‹liflkiler Yönetmeni olan kad›n Tolga Artun’un hem bekâr, hem de bir iletiflim dan›flmanl›k flirketinde genel müdür oldu¤unu ö¤renince, “Ne güzel” diyerek hafif bir 盤l›k atm›flt›.
Bu 盤l›k, aray›fl içinde olan iki çocuklu dul bir kad›n›n sosyal statü
sorununun engel oluflturmayaca¤› uyumlu bir birlikteli¤e gönderdi¤i bir
selamd› asl›nda.
O geceyi Tolga Artun’un Suadiye’deki evinde seviflerek geçirmifllerdi. Tolga Artun ertesi sabah da her zamanki gibi erkenden kalkm›fl, balkonda güzel bir kahvalt› sofras› haz›rlam›fl, iki saatten fazla kad›n›n
uyanmas›n›, duflunu al›p giyinmesini, sofraya oturmas›n› beklemiflti.
“Bilemezsin, bir erke¤in haz›rlad›¤› sofraya oturmayal› ne kadar oldu, çok özlemiflim…”
Tolga Artun bir iltifat m›, yoksa bir özlem vurgusu mu oldu¤unu anlayamad›¤› bu sözleri gülümsemekle geçifltirmiflti. Kad›n›n davran›fllar›nda ona nedense abart›l› gelen bir özgüven vard›. Kad›n, kahvalt›dan sonra salona geçmifl, bir üçlü koltu¤a uzan›p onun sofray› toplamas›n›, toplad›klar›n› mutfa¤a tafl›mas›n› izlemiflti.
“Mükemmel bir erkeksin, tatl›m.”
Sofra kurup sofra kald›rmakla “mükemmel” olman›n ne ilgisi olabilirdi? Bir de o “tatl›m” sözcü¤üne tak›lm›flt› kafas›. Tan›flmalar›n›n üzerinden daha yirmi dört saat bile geçmemiflti; seviflmesine seviflmifllerdi
33
de bu “tatl›l›k aidiyeti” nereden kaynaklan›yordu? Sofra tafl›ma iflini bitirdikten sonra CD-çalara bir Latin Amerika diski koyup kad›n›n uzand›¤› üçlü koltu¤un karfl›s›ndaki berjere oturmufltu. Bir süre ne konuflacaklar›n› bilemediklerinden bak›flmakla yetinmifllerdi. Neden sonra kad›n,
“Derli toplu bir evin var” demiflti.
“Evet, öyledir. Haftada bir kad›n gelip temizlik yap›yor.”
“Ama herhalde sen de çok düzenlisin.”
“Öyleyimdir.”
“Benim kocam da¤›n›k adam›n tekiydi…”
Tolga Artun, birlikte oldu¤u kad›nlar›n eski kocalar›ndan, sevgililerinden, yatt›klar› erkeklerden söz etmelerinden hofllanmazd›. ‹rkildi. Fakat kesin bir ifadeyle konuyu orada kesece¤i yerde bofl bulunarak,
“Ben efllerin birbirlerine ev ifllerinde yard›mc› olmalar›ndan yanay›m” diye talihsiz bir yorumda bulundu.
Bu yorum kad›ndaki bast›r›lm›fl “feminist” duygular› bir anda harekete geçirmifl olmal› ki, konuflma Tolga Artun’un “Ya öyle mi?.. Hakl›s›n… Olmamal›… Teflekkür ederim…” gibisinden k›sa “müdahaleleri” d›fl›nda uzun, ama çok uzun bir monologa dönüflmüfltü. Kad›n yeryüzündeki tüm erkekleri yerin dibine bat›r›yor, bir tek Tolga Artun’u göklere
ç›kart›yordu. O ise bunlar› dinlemekten yorgun düflmüfltü. Ö¤lene do¤ru
kad›n› u¤urlad›¤›nda kendini yata¤a atm›fl, gözlerini tavan›n beyazl›¤›na
dikip hiç k›m›ldamadan ve hiçbir fley düflünmeden bir saatten fazla öylece, bir heykel gibi kalm›flt›.
Aradan bir hafta geçmesine karfl›n aramam›flt› kad›n. Tolga Artun
da onu aramad›. O bir gecelik maceran›n ertesi sabaha sarkan finalini
her akl›na getirdi¤inde bo¤ulacak gibi olmufltu. Hafta, yo¤un bir tempoda geçmifl, ifl toplant›lar›, akflamlar› yemek ça¤r›lar›, kofluflturmalar…
Yorgun düflmüfltü. Hafta sonu eve kapanacak, biraz müzikle, biraz kitapla, en fazla da futbolla zaman geçirip dinlenecekti. Cumartesi ö¤leden sonra al›flverifle ç›kt›, birkaç flifle beyaz flarap ald›. Eve dönünce üstünü de¤ifltirip eflofmanlar›n› giydi. Aflç›l›k yan› iyiydi Tolga Artun’un;
mutfa¤a girdi, flaraplar› buzdolab›na yerlefltirdikten sonra akflam için
brokoli, ›spanak, ince dilimlenmifl patates ve parmesan peynirinden oluflan bir f›r›n yeme¤i haz›rlad›. Saat 20.00’de bafllayacak Galatasaray maç›ndan yar›m saat önce f›r›na sürecekti. CD-çalara Mozart’›n flüt sonatlar›ndan bir seçki koydu, salondaki üçlü koltu¤a uzan›nca bir süre sonra içi geçti.
Bela geliyorum demezmifl ya; uykusunun en tatl› yerinde zil sesiyle
uyanm›fl, daha do¤rusu s›çram›flt›. Kim olabilirdi? Bir koflu gidip apartman›n otomati¤ine basm›fl, gözleri asansörün kap›s›nda, içinden ç›kacak
olan› beklemeye bafllam›flt›. Gelen oydu. Üzerinde bu kez mor jarse bir
34
elbise vard›; makyaj›, saçlar› belle¤inde kalm›fl olan›n ayn›s›yd›, elinde de
üzerinde lüks giyimevlerinden birinin ad› yaz›l› bir poflet…
“Bu ne sürpriz böyle” diye karfl›lam›flt› kad›n›. Asl›nda olabilecek
sürprizlerin en kötüsüydü; ama bunu nas›l söyleyebilirdi ki…
“Telefon numaran› kaybetmiflim, arayamad›m; ama senden de ses
ç›kmad›, neyse, ben de hay›rs›z sevgilime sürpriz yapay›m dedim,” diyerek kollar›n› iki yana açan kad›n› yanaklar›ndan öpmüfltü.
Birlikte salona girmifllerdi. Mozart’›n flütleri çoktan susmufltu. Üçlü
koltuktaki yast›¤› gören kad›n,
“Uyuyor muydun, yoksa;” diye sormufltu.
“Müzik dinlerken dalm›fl›m.”
“Uyand›rd›m seni, özür dilerim…”
“Yo, hay›r… Gerek yok özür dilemene…”
“Benim ince ruhlu sevgilim çok anlay›fll›d›r.”
‹kidir yinelenen bu “sevgilim” sözcü¤ünden rahats›z olmufltu. Ama
pat diye gelen kad›n›n a¤z›n› kapatamaz, ona bu sözcü¤ü yasaklayamazd› da…
“Bak, sana ne ald›m?” Bunu söylerken pofletten mor bir tiflört ç›kartm›fl, parmaklar›n›n uçlar›yla omuz bafllar›ndan tutup sallam›flt›, “Hadi giy, bakal›m üstünde nas›l duracak?”
Tolga Artun’un itiraz etmesine olanak b›rakmadan onu kolundan
tutmufl, çeke sürükleye yatak odas›na götürmüfltü.
“Sevgilimi ben soyup, ben giydirece¤im…”
Sahiplenmenin bu kadar› da fazlayd›. Bir fley yapmal›, bu sarmaldan
kurtulmal›, diye düflünüyordu. Ama nas›l, nas›l? O bunu düflünürken, kad›n eflofman›n üstünün fermuar›n› açm›fl, kollar›n› onun ç›plak bedenine dolam›fl, dudaklar›n› dudaklar›na yap›flt›rm›flt›. E, ne de olsa sa¤l›kl›
bir erkekti o... ‹kisinin de ç›r›lç›plak kalmalar› bir dakika bile sürmemifl,
kendilerini ateflli bir seviflmeye b›rakm›fllard›. Bunun “büyük bir hata”
oldu¤unu daha sonra anlayacak, piflmanl›k duyacak; fakat ifl iflten geçmifl
olacakt›. Kad›n yatakta mükemmeldi. Hiçbir tabu tan›m›yordu. Böyle bir
kad›n› reddetmek hiç kolay de¤ildi; o da reddedememiflti. Gönlü, mant›¤› istemese de kad›n›n “sevgililik” ›srar›na karfl› ç›kabilecek bir gerekçesi kalmam›flt› art›k. Cinselli¤e tutsak olmak denen “fley” bu olmal› herhalde, diye geçirmiflti içinden.
Kad›n, – art›k ona “Buketçi¤im” diyordu Tolga Artun – f›r›n yeme¤ini nefis bulmufl, iki kez doldurmufltu taba¤›n›. Bir buçuk flifle de flarap
içmifllerdi; her fley “normal” denilebilecek bir çizgide ilerlerken, ifller,
Tolga Artun’un maç› izlemek için televizyonun dü¤mesine basmas›yla
birlikte bir anda kar›flm›flt›.
35
“Ben buradayken sen maç m› izleyeceksin, yoksa?”
“Bunda ne var Buketçi¤im, sen de izlersin…”
“Ben o maço sporundan nefret ederim.”
“Ne maçolu¤u yaa, futbolu seven birçok kad›n tan›yorum ben, stadyumlara bile gidiyorlar…”
“Ben o kad›nlardan de¤ilim, sevgilim. O zaman kendine onlardan
birini bul!”
“Bu kadar öfkelenmeni gerçekten anlayam›yorum.”
“Anlamaya çal›fl, ben seni bu erkek egemen dünyada farkl› bir insan
olarak tan›d›m. Arkadafllar›ma da ‘Nihayet feminist bir erkekle karfl›laflt›m’ diye anlatt›m. Ne olur dünyam› karartma benim…”
“Ben kad›n-erkek eflitli¤inden, kad›n haklar›ndan yana bir insan›m,
bunu biliyorsun; ama feminist filan de¤ilim.”
“Bu da ne demek oluyor, flimdi?”
O akflam gerçek bir “flok” yaflam›flt› Tolga Artun. Art›k, “Ben feminist falan de¤ilim!” diye binlerce kez yinelese de Buket’i saplant›s›ndan
kurtarmay› baflaramayaca¤›n› anlam›flt›. Üzerindeki mor tiflörtün anlam›n› da çözmüfltü, feministlerin rengiydi bu. Ama ah, cinsellikteki o s›n›r
geçmeler, tabu k›rmalar, karfl›s›ndakini uçuran, bulutlar›n üzerine ç›kartan o doyumlar yok mu?
Televizyon kapanm›fl, üçlü koltukta bitkin düflene kadar seviflmifllerdi.
Haftan›n en az üç günü buluflmaya bafllam›fllard› art›k. Tolga Artun,
Buket’in feminizme iliflkin monologlar›n› duymamak; ama onu dinliyor
gibi yapmak do¤rultusunda çeflitli – belki refleks demek daha do¤ru olacak – yöntemler gelifltirmiflti. Sözgelimi Buket, “erkek egemen toplumda
bast›r›lm›fl kad›n›n savafl›m yollar›” gibi bafll›bafl›na bir akademik seminer konusu olabilecek konulara girdi mi, akl›na ifliyle ilgili sorunlar› getiriyor; ama arada bir söze girip “Yaaaa öyle mi” türünden mekanik müdahalelerde bulunuyordu. Her araya giriflinin Buket’in monologlar›n›
uzatt›¤›n› anlam›flt›. Söz tükenince kendilerini yata¤a at›yor, uzun uzun
sevifliyorlard›.
Zaman içinde Tolga Artun’un neredeyse tüm giysileri morlaflm›flt›.
Tiflörtleri, kazaklar›, gömlekleri, kravatlar›, çoraplar›… Buket’le soka¤a
birlikte ç›kt›klar›nda mosmor bir görüntü sergiliyorlard›. Onu, mosmor
giysiler içinde gören arkadafllar› Tolga Artun’un yeni rengini birbirlerine
gülümseyerek, gülerek anlat›yorlard›. ‹flyerinde de ad› “Mor Tolga Bey”e
ç›km›flt›. Tolga Artun, çevresindeki alayl› bak›fllar›n, ard›ndan söylenenlerin fark›ndayd›, için için öfkeleniyor, öfkesini kime yönlendirece¤ini
bilemiyordu. ‹fl bu noktaya geldikten sonra ona yaflam› boyunca tatmad›36
¤› yatak güzelliklerini sunan kad›ndan de¤il; ama bu mor renkten kurtulmal›yd›. Bunun bir yolu olmal›yd›, mutlaka olmal›yd›.
Yine bir cumartesi günü Hac› Salih’te bir ö¤le yeme¤i sonras›nda ‹stiklâl Caddesi’ne ç›km›fllard›, Vakko’nun önünden geçerlerken vitrinde
mor bir erkek ceketi gören Buket,
“Bunu alal›m” diye tutturdu. “Sana çok yak›flacak.”
Caddenin ortas›nda tart›flamazlard›, Buket’in iste¤ine çaresiz boyun
e¤di, girip o pahal› mor ceketi ald›lar. Bu mor ceket, Tolga Artun için
barda¤› tafl›ran son damlayd›. Buket’le konuflmay›, bir an önce bu morarmalara son vermeyi düflündü.
“Gel karfl›ya geçip Kaktüs’e bir u¤rayal›m.”
“Tamam, çok iyi olur.”
‹mam Adnan Soka¤›’ndaki kafe, haftan›n öteki günlerinin tersine
cumartesileri tenha olurdu. Bofl masalardan birine oturup garsona iki
espresso söylediler, Tolga Artun kendine bir de sert bir ‹talyan içkisi,
grappa ›smarlad›.
“Duble olsun, lütfen.”
Sert içkinin kendisini yüreklendirece¤ini düflünmüfltü; ay›kken Buket’le tart›flman›n deveye hendek atlatmaktan daha zor oldu¤unu biliyordu. ‹lk yudum midesine inerken içini ›s›tt›, üçüncü yudumda da konuflmaya bafllad›.
“Buketçi¤im, benim giyim kuflam›mla ilgilenmen hofluma gitmiyor
desem yalan olur. Fakat bu morlar giderek bay›yor beni. Ceketi de sen istiyorsun diye ald›m; ama giyebilece¤imi hiç sanm›yorum.”
“Niçin giymeyecekmiflsin, sanatç›lar, yazarlar, gazeteciler, herkes
mor giyiyor bugünlerde… Senin arkadafllar›n da giyiyor...”
Buket’in, son zamanlarda mor bir ceketle televizyona ç›kmay› al›flkanl›k haline getiren gazeteci arkadafl›ndan söz etti¤ini anlad›.
“Arkadafl›m da olsa, baflkalar›n›n ne giydi¤i beni ilgilendirmez. Salt
o ceketi de¤il, mor tiflörtlerimi, kazaklar›m›, çoraplar›m› da giymeyece¤im art›k. Ortal›kta mosmor dolaflmaktan s›k›ld›m. Bu renkten nefret
ediyorum.”
Bunlar› söyledikten sonra içkisinden büyük bir yudum ald›. ‹çini
dökünce rahatlam›fl, fakat Buket’in bekledi¤i tepkiyi göstermemesine de
bir anlam verememiflti. Kad›n, hiçbir fley söylemeden d›flar›ya, soka¤a bak›yordu. Neden sonra,
“‹çimi ac›tt›n, sevgilim” dedi, alçak bir sesle. “Oysa ben mor bir yuva haz›rlam›flt›m bize…”
“Ne yuvas›?” diyerek sözünü kesti kad›n›n.
“Ne yuvas› olacak, sevgilim? Bizim yuvam›z, ikimizin yuvas›…”
37
Tolga Artun’un anlamaz gözlerle bakt›¤›n› görünce aç›klama gere¤i
duydu.
“Benim Etiler’deki dairemi bafltan sona elden geçirttim. Kaç gündür ustalar çal›fl›yor evde, hal›lar de¤iflti, duvarlar bafltan afla¤›ya yeniden
boyand›… Hele yatak odam›z…”
“Yoksa her yeri mora m› boyatt›n?”
“Baflka hangi renge olabilir? Tabii ki mora, o renk bizim rengimiz
de¤il mi? Dünyaya bak›fl›m›z›n simge rengi de¤il mi?”
Birileri, Tolga Artun’un kafas›ndan kaynar sular döküyordu sanki.
Sahiplenmenin “yuva kurma” noktas›na gelmesi, ilk kez bu kadar derinden korkutmufltu onu. O güne kadar hiç gitmedi¤i, gitmeyi de hiç düflünmedi¤i, Buket’in duvarlar› mor evini getirmeye çal›flt› gözlerinin önüne.
Dehflet verici bir görüntüydü. Buket’le birlikte yerdeki mor hal›n›n üzerine uzan›p mor duvarlar› seyrediyor olmak… Dayan›l›r fley de¤ildi! Bir
an Buket’in çocuklar› oldu¤unu an›msad›. O mor yuvada onlar da olacakt›. Akflamlar›, Tolga Artun iflten döndü¤ünde mor giysili iki çocuk,
“Babam›z geldi, babam›z geldi…” diyerek karfl›layacaklard›, mor ceketli babalar›n›.
Sonra gece olacak, Buket’le birlikte onun mor bir aflk tap›na¤›na
dönüfltürdü¤ü yatak odas›nda, mor çarflaflar›n üzerinde sevifleceklerdi.
Bunlar› düflünürken Tolga Artun’a ter basm›flt›, üzerindeki mor kaza¤›
ç›kart›p masan›n yan›ndaki bofl sandalyenin üzerine koydu. Garsona bir
duble grappa daha söyledi, kadeh önüne konur konmaz, içkiyi bir yudumda indirdi midesine. Bafl› dönmeye bafllam›flt›.
“Ben lavaboda yüzümü y›kayaca¤›m” dedi Buket’e.
Kalkt›, bodrum kat›ndaki tuvalete indi, önce yüzüne su çarpt›, sonra tuvalete girip ifledi. ‹flerken vermiflti karar›n›, bitirecekti bu ifli. Yukar› ç›kt›¤›nda, dalg›n dalg›n oturur buldu Buket’i. Yan›na gitti, oturmadan
bir ç›rp›da söyledi söyleyeceklerini.
“Buraya kadarm›fl, Buketçi¤im. Bu maceray› noktal›yorum ben, ba¤›flla, gidiyorum.”
Bunlar› söylerken ter basm›flt› bedenini. Buket’in a¤z›n› açmas›na
olanak b›rakmadan h›zla uzaklaflt› yan›ndan; ç›karken tezgâhtaki barmene bir elli milyonluk b›rakt›. Kaza¤›, ceket torbas› kafede kalm›flt›. Üzerindeki gömlek terden s›r›ls›klamd›, yüz metre kadar yürüdükten sonra
üflümeye bafllad›, ilk rastlad›¤› giyimevine girdi, gülümseyerek yan›na gelip “Buyurun…” diyen genç sat›c›ya,
“Bir gömlekle bir kazak bakmak istiyorum” dedi.
Silivri, Mart 2006
38
Murathan Mungan
Perde, rüzgâr
Perdeyi görünür k›lan rüzgâr
bize geçmifli aralar
bir anda koltukla kap› aras›na s›¤ar
zamanlar
zehirdeki tedbir
rüyas›n› bekleyen tabir
ne kadar geçse de
hiç geçmemifl gibi
hayat
ve hayal
dinmifl perde
ama içimizde bir rüzgâr
bir rüzgâr
28 May›s 2005
39
S›z›m
s›z›m s›z›m
aflks›z›m
geçen gün Figen telefonda bana:
“aflk var m›?” dedi
“yok,” dedim
“aflk sana çok yak›fl›yor,” dedi
sesi yalans›z, saydam
bu nedenle daha çok iflleyen s›z›
“keflke olsa,” dedim
olacak yerlerim azald›kça
s›z›m s›z›m
telefonu kapatt›ktan sonra
bütün aflklar›mla yaln›z kald›m
2 A¤ustos 2006
El radyosu
Kornerde durdu zaman
kula¤›na yap›flt›rd›¤› el radyosunda
taflrada
y›llar önceydi
top döndü¤ünde kornerden
y›llar sonra
taflradan uzaktayd›
kendinden ve birçok fleyden
uzakta
kula¤›nda el radyosuyla gezen adam
birdenbire akflamüstü
Mannheim’da bir sokakta
bu fliirin ›fl›¤› yüzüne vurdu¤unda!
5 Kas›m 2005
40
Tabela
Haf›zas› lanetli evi
lanetli ev san›yorlar
hayalet kira
zamande¤er san›yorlar
m›knat›s›n› unutmufl ruh
sen diye her gece
beni ça¤›r›yorlar
hayali ç›kan kirac›da
kalm›fl hayalet
ev de¤iflince hayat de¤iflir
san›yorlar
geride eflyalar, kokular
siyah haf›za
eksiliyor, kaybolmuyorlar
7 A¤ustos 2006
Korku hayalet
Yaln›zca ölenlerin
onu gördü¤ünü
anlad›¤›nda
kendi ad›n› koydu:
Hayalet!
Çocukken en korktu¤u fley
Olmufltu!
20 A¤ustos 2003
41
Hüseyin Ferhad
AMA GEL DE ANLAT
‹ki yol, ‹pek ve Baharat
nerde kesiflir? ve hangi nehir
hangi nehirle çiftleflir
onlar›n zifaf döfle¤inde?
Bildimdi: Hayal ve Hâkikat
kutsal bir denklem ve hayat
o denklemin fl harfidir
‹ki yol, ‹pek ve Baharat
kalbimde kesiflir, ve gölgem
Asya’n›n Ön’üne düfltü¤ünde
e¤nimle yer de¤ifltirir.
Sordumdu: Akl›n yolu bir
ise neden gülflen-i ‹rem
cehennemden beter bir halde
‹ki yol, ‹pek ve Baharat
kalbimde kesiflir, ve nerde
sevifltiyse Asl›’yla Kerem
orada, asl›n›n kanad›¤› yerde.
Yas›n›z› tutmam dedimdi
ça¤›rmay›n beni gelmem
dedimdi ama gel de anlat
42
‹ki yol, ‹pek ve Baharat
kalbimde kesiflir, ve ossaat
bütün çöl ve stepler yeflerir.
Nedir fl harfinden maksat
unuttumdu, hat›rlad›m flimdi:
Da¤ ol, ‘larca ol flair,
diye bafllar ol hikâyat
SUNU
Velev ki lâl oldun, sesine muhacir,
yürüdün yek bafl›na o zilsiyah
o som sessizli¤e. Bir kitap
Çocuk ve Allah
okudun ve flerh düfltün izle¤ine:
fliirdir, iki cihan›n dirli¤idir
ama diyeti bir defada ödenir
ve çözüldün haznesine o yafll› kurdun:
art›k ses bayra¤›n de¤ildir Türkçe
yurdundur
yurdun
43
Roni Margulies
B‹R DAHA
Bir deste mektup. Bilgisayarda yazm›fl,
ç›k›fl alm›fl›m her ihtimale karfl›.
Kitap aran›rken dün akflam raflar›mda
ç›k›verdiler hiç yeri de¤ilken karfl›ma.
Oturdum gerek yokken okudum hepsini.
Ve flaflt›m kendi ustal›¤›ma! Ne kelimeler,
ne ince ifadeler bulup kullanm›fl›m.
Ne diller dökmüfl, ne ayr›nt›l› savlar
sürmüflüm ileri. Yeniden ikna oldum okurken
sevdi¤ime onu. Hiç ifle yaramam›flt› ama.
An›msad›m sonra, bozuktu o aralar aram›z.
Aylarca görüflmemifltik. Nedendi acaba?
Y›llar geçti son görüflmemizden bu yana.
Onca kelime, onca ac›, onca çaba,
boflunaym›fl, olmayacakm›fl zaten, biliyorum.
Bir daha görmek için her fleyi verebilirim ama.
44
YEN‹ B‹R GÜN
Ahflap bir masa, kaç yaz›n tuzuyla
soyulup gitmifl cilas› çoktan;
bir a¤açtan bir a¤aca, anlams›zca
uçup duran karga sürüleri;
kalenin arka taraf›nda bir yerlere
süzülüp nihayet giden günefl.
Çok s›cak bir günün sonunda flimdi,
›l›k, yumuflak, bafll›yor akflam.
‹lk alkol: Ter döken dört bardak.
Esin önündeki konya¤a uzan›yor,
acelesiz, düflünmeden, öylece,
bir düflte bir perdeyi çeker,
uykuda m›r›ldanarak döner gibi;
Akdeniz dillerinden birinde,
bir gitarla sevifliyor yafll› bir kad›n.
Hiçbir fley hiçbir fleyi gerektirmiyor.
Ve her birimiz ayr› ayr› biliyoruz
kimse dillendirmemekle birlikte,
yar›n yepyeni bir gün do¤acak
ve geri gelecek gereklilik yine.
45
“AM‹DA,
E⁄ER SANA GELEMEZSEM…”
Özcan Karabulut
Özcan Karabulut y›llard›r üzerinde çal›flt›¤› roman›n› 2007’de
yay›mlamay› tasarl›yor. Afla¤›da bu roman›n ilk bölümünü sunuyoruz.
B‹R
Hayat rastlant›lara aç›k, hayat olmad›k fleylere gebe. Hayat›n böyle
bir fley oldu¤unu yolculuklarla biriktirilmifl deneyimlerinden biliyor.
Ama günlerdir hayat›nda ne bir yolculuk, ne bir serüven, ne de bir heyecan var. Son yolculu¤undan bu yana haftalar geçmifl, günler uzad›kça
uzam›fl, yaflad›¤› kent çöle dönüflmüfl. ‹mdad›na Bükrefl yetiflmese kum
f›rt›nas›na yakalanacak, gitmedi¤i kentlerin ad›n› say›klayacak, serap
görmeye bafllayacak.
Cebinde lacivert kapl› pasaportu, pasaportunda Shengen Vizesi’nin
verdi¤i güven, her zaman yolculuklara haz›r. Yolculuklara olan açl›¤› doyurulacak gibi de¤il, her yolculuk baflka bir yolculu¤a ça¤›r›yor onu. Denebilirse zamane gezginlerinden; elinden gelse evde durmaz, uzun yollara gider, farkl› co¤rafyalar›, farkl› insanlar› keflfetmekten hiç b›kmaz.
Mart ortas›nda, bir akflamüstü geliyor Bükrefl’e. Havaalan›nda ad›n›n yaz›l› oldu¤u kartonla bir görevli karfl›l›yor onu. Görevlinin ad› Constantin; konuflmay› sevmeyen, surats›z bir adam. Araba kullan›rken radyodan müzik dinliyor, çat pat ‹ngilizcesiyle zoraki konufluyor. Constantin’in tek görevi onu karfl›lamak ve oteline götürüp yerlefltirmek, sordu¤u sorular yan›ts›z kald›¤›na göre daha fazlas› de¤il. Akflam program› konusundaki belirsizlik can›n› s›k›yor, ama bu tür belirsizlikle ilk kez karfl›laflm›yor ki. Adam›n surats›zl›¤› da dahil, bunda can›n› s›kacak ne var?
Complex Floreasca, Bükrefl’in hemen d›fl›nda, alçak yap›lar aras›ndaki sokakta kasvetli bir otel. Arabada gelirken gözüne çarpm›flt›; yak›n›nda bir göl var. Otel iki katl›, resepsiyondan bahçeye, bahçeden de odalara ç›k›l›yor.
Oda küçük ve kirli, televizyon siyah beyaz, dolaptan da t›k›rt›lar duyuluyor sanki. Anadolu’daki herhangi bir misafirhane bile Komünist Romanya dönemini ça¤r›flt›ran bu otelin yan›nda lüks kal›r. Kötü otellerde
kald›¤› olmufltu, daha kötüsünü hayal edemiyor. Yine de, iki y›ld›zl› otelin en ucuz odalar›ndan birini seçti¤i için flikayet etmeye hakk› yok. Sun46
du¤u bildirilerden para kazand›¤› oluyor, ama bu kadar yüksek miktar›
(üç günlük seminer için 1500 dolar) ilk kez alacak. ‹htiyac› oldu¤undan
Bükrefl’ten parayla dönmek istiyor, mümkün oldu¤unca harcamalar› k›smaya kararl›.
Otel odas›nda bir süre dinlendikten (kendi kendini dinledikten)
sonra karanl›¤›n çöktü¤ü bahçeden yürüyerek resepsiyona geliyor. Çevresine bak›n›yor; resepsiyondaki yafll› adam›n d›fl›nda kimse yok. Adama
akflam yeme¤ini yiyebilece¤i bir yer soruyor. Adam anlamad›¤› bir fleyler
söylüyor. Derdini anlatmaktan vazgeçip d›flar›ya ç›k›yor.
D›flar›s› çepeçevre karanl›k, so¤uk, iç karart›c›. Otelden uzaklaflmas› iyi bir fikir de¤il. Geriye dönüp odan›n yolunu tutuyor. Resepsiyonda,
bahçede, merdivenlerde kimseyle karfl›laflmamas› tuhaf: bulundu¤u yer
otel olmasa, burada tek bafl›na kald›¤›na inanacak. Nereye geldi böyle?
Onu özgürlefltiren otel odalar›na ne oldu? Uçakta da¤›t›lan sandviçi yiyor, banyodaki musluktan su içiyor. Yata¤a uzan›yor, yan›nda getirdi¤i
gazetelere göz at›yor. Bir süre sonra yorgun düflüyor, yorgan›n içinde
dertop olup uyuyor.
Sabah k›z›l saçl› fliflman bir kad›n geliyor. Ad› Rodica; cana yak›n,
konuflkan bir kad›n. Havalardan, Bükrefl’ten, seminerden konufluyorlar.
Araba kentin sokaklar›ndan, caddelerinden geçiyor. Yaflayabilece¤i bir
kent izlenimini vermiyor Bükrefl. Seminerin Amerikan Kültür Merkezi’nde yap›laca¤›n› ö¤renmek can›n› s›k›yor, ama insan içine ç›kt›¤› için
s›k›nt›s› dün akflamki kadar de¤il. En kötüsü akflam otelde yaflad›¤›yd›.
Düflünecek olursa, önünde üç uzun gece var daha.
S›k› aramadan ve kimlik kontrolünden sonra ço¤unlu¤unu kad›nlar›n oluflturdu¤u toplant› salonunda yerini al›yor. Konfederasyon baflkan›yla, yönetim kurulu üyeleriyle, bölge sendika liderleriyle tan›flt›r›l›yor.
Seminere Romanya Çal›flma Bakanl›¤›’ndan ifl müfettifllerinin de kat›ld›klar›n› ö¤reniyor. Çeviri dilleri Türkçe ve Rumence. Çevirmeni Münevver Han›m, Köstenceli bir Türk. Bu beklemedi¤i bir fley. Oysa günümüzde her yerde bir Türk’le karfl›laflmak mümkün.
Romanya, çocuk iflçili¤i program›na yeni kat›lan bir ülke. Ülkesi,
1992 y›l›ndan bu yana çocuk iflçili¤inin önlenmesine yönelik projeler uyguluyor. Bükrefl’te olmas›n›n nedeni kendisinin ve ülkesinin bu konuda
deneyimli olmas›.
Üç gün boyunca, masalar›n u düzeninde dizildi¤i salonda konufluyor. Çocuk yoksullu¤undan bafll›yor, çocuklar›n çal›flma nedenlerini temel sorunlarla iliflkilendirerek anlat›yor. Çocuk iflçili¤i konusunda sendikalar›n taleplerinin neler olmas› gerekti¤ini s›ral›yor. Kurum ve kurulufllar›n gelifltirip uygulad›klar› projelerden örnekler veriyor. Çocuklar›n çal›flt›klar› alanlardan uluslararas› sözleflmelere kadar pek çok konuya giri47
yor. Kendisine yöneltilen sorular› cevapl›yor. Son gün sendikac›larla
grup çal›flmas› yap›yor (iflçi sendikalar› üyelerini çocuk iflçilik konusunda
nas›l daha duyarl› hale getirebilir?), konfederasyon taraf›ndan Romanya’da uygulanmak üzere proje gelifltiriyorlar.
Sendikac›lar›n istekli, heyecan dolu çal›flmalar›na bak›p projenin
baflar›yla uygulanaca¤›na inan›yor. Deneyimleri ve seminerdeki izlenimleri, Romanya’n›n çocuk iflçili¤i sorununu Türkiye’den daha önce çözece¤ini düflündürüyor ona. Çünkü ülkesinde sefalet diz boyu, batakl›k çok
genifl. Çocuk iflçili¤iyle mücadeleyi sürdürmek, çocuklar› korumak pek
çok etkene ba¤l›.
Seminer aralar›nda, ö¤le yemeklerinde Alba, Braflov, Covasna, Murefl, Timifl, Bihor gibi Romanya’n›n çeflitli bölgelerinden gelen sendikac›larla k›sa sohbetler yap›yor, f›rsat buldukça Münevver Han›m’la da konufluyor. Semineri tatmin edici buluyor. ‹yi bir e¤itim vermeye çal›flt›.
Proje baflar›yla uygulan›rsa, kendisine pay ç›kar›r, mutlu olur.
Tüm bunlar kentin hayat›na kat›lmas›na yetmiyor ama. Zaman›n›n
büyük bölümünü seminer al›yor, günün sonunda yoruluyor, akflamlar›
oteline dönüyor. Bu arada odas›na al›flt›, otelin kasvetli havas›ndan kurtulman›n da yolunu buldu: Kitap okuyor, televizyon izliyor, ucuz votka
içiyor.
Son akflam onuruna yemek veriliyor. Yemekte üçü erkek (kendisi,
daha önce görmedi¤i sar›fl›n adam ve konfederasyon baflkan›), befli kad›n
olmak üzere sekiz kifliler. Kad›nlardan biri Münevver Han›m, di¤erleri
sendika yöneticileri. Sar›fl›n adam Amerikal›, ad› Robert. fiiflman, özgüvenli bir adam. Tan›flt›r›l›rken verilen bilgiye göre, Bükrefl’te faaliyet gösteren Dayan›flma Merkezi’nden. Demek ki her yerde bir Amerikal›yla da
karfl›laflmak mümkün.
Baflta konfederasyon baflkan› olmak üzere kad›n sendikac›lar Robert’a afl›r› ilgi gösterip iltifatlarda bulunuyorlar. ‹flinin tam olarak ne oldu¤unu söylemiyor Robert, buna karfl›l›k insanda soru iflaretleri uyand›ran olaylar, öyküler anlat›yor. Lübnan’dan Polonya’ya, ‹stanbul’dan Kudüs’e pek çok ülkede, pek çok kentte bulunmufl. Ülkelerin yemeklerinden, gezilip görülecek yerlerinden, kad›nlar›ndan konuflmaktan büyük
keyif al›yor, konuflmas›n› esprilerle, f›kralarla, an›larla süslüyor. fiakalafl›yor, gülüp güldürüyor ve her iki yan›nda oturan sendikac› kad›nlarla
(kad›nlardan genç olan› konuflmalar› Rumenceden ‹ngilizceye çeviriyor)
samimi pozlar vermekten çekinmiyor.
Sendikac›lar›n ilgisinden bunald›¤›nda ‘Kürt Sorunu’yla, Saddam’la
ilgileniyor Robert, ülkesi hakk›nda sorular soruyor ona. Bu eski Do¤u
Avrupa ülkesinde karfl›s›na dayan›flmac› s›fat›yla ç›kan Amerikal›n›n sorular›n› k›sa yan›tlarla geçifltiriyor: Evet, kabul etmeli ki ülkesinde sorun
48
çok, ülkesinin bir ‘Kürt Sorunu’ da var. Saddam hakk›nda ne mi düflünüyor? Diktatörlerin dünyas›nda bir diktatör!
Konuflma biçimini, yüz ifadesini ilk bak›flta sevmedi¤i bu Amerikal›ya a¤z›n›n pay›n› vermemek için zor tutuyor kendini. Duygular›n› kontrol alt›na almas› gerekiyor, yoksa kendi pay›n› da baflka birinin vermesi
gerekecek. Çünkü son gün anl›yor ki, çocuk iflçilerle ilgili deneyimlerini
anlatmak üzere Bükrefl’te bulunmas›n›, ald›¤› dolarlar›, akflam yeme¤inde içti¤i flarab› bafl›nda Robert’›n bulundu¤u Dayan›flma Merkezi’ne
borçlu. Bunu daha önce fark edememifl olmas›na hay›flan›yor. Fark etse,
seminere gelmeme gibi bir karar alabilir miydi? Çok zor.
Her fleyi bir biçimde etkileyen, içine alan küresel güç bir yana, öncelikle çal›flt›¤› örgüt kendi bafl›na karar almas›na engel, ama düflünmeye, elefltirmeye de¤il henüz. Uluslararas› Çal›flma Örgütü’nün çocuk iflçilerle ilgili program›na parasal destek sa¤layan ama sözleflmelerini onaylamayan bir ülke, baflka bir ülkenin kötü durumdaki çocuklar›na niçin yard›m eder? ‹çinden tam da flu geçiyor: Çifte standart: En çok geliflmifl ülkeleri veya süper devletleri sorgulan›r hale getiriyor.
Bir masada iki erkek konuflursa gerilim olur, hele bu iki erkekten
biri Robert olursa k›yamet kopar. K›yametin kopmas›n› istemiyor, kendini ne kadar frenleyebilece¤ini bilmiyor. fiarap içiyor, susuyor.
Neyse ki flark›lar var, Robert’›n gevezeliklerinden kurtaran: Türkiye’den gelen konuk için ‹stanbul flark›s›. Hay›r, “‹stanbul’dan gelen konuk için Türkçe flark›.” fiark›c› k›r›k Türkçe’yle lokantadakilere bu flekilde sunuyor. Lokantada bir Türk (hay›r, iki Türk) oldu¤unu flark›c›ya kim
f›s›ldad›? Her kim f›s›ldad›ysa, flark›n›n keyfini ç›kar›yor. fiark› onu Bo¤az’a, Beyo¤lu’na götürüyor. ‹stanbul’u çok özledi¤ini fark ediyor. fiark›yla özlemini hafifletebilir mi? Eh, biraz. Kendini flark›ya kapt›r›p efllik
ediyor
Beyo¤lu’nda gezersin
Gözlerini süzersin
Mavi boncuk takars›n
Çok canlar› yakars›n
fiark›s›n› bölen, böldü¤ü yetmezmifl gibi sordu¤u sorularla özel hayat›n› eflelemeye çal›flan bir kad›n var flimdi de: Carmen. An›ms›yor; seminer aras›nda kahvesini içerken tan›flt›r›ld›, çevirmeni arac›l›¤›yla Romanya’daki çocuk iflçiler üzerine bir süre sohbet etti. Kad›n›n geldi¤i bölgeyi de an›ms›yor: Romanya’n›n bat›s›nda, Arad diye bir yer. Carmen sa¤›nda oturuyor; beyaz bir yüzü, siyah saçlar› var. Orta yafllarda, güzel say›l›r.
49
Sendikac› kad›n›n sorular›n› yan›tlamaya çal›fl›yor: çok gezdi¤im
söylenebilir; evet, evliyim; çocu¤um yok; mutlu say›l›r›m; aflk diye bir fley
var tabii. Evlili¤i aflkla sürdürmeye gelince, susuyor, sorulardan bunal›yor. Bafl› flaraptan hafifçe dönüyor. Carmen’in özel ilgisine ne kadar dayanabilece¤ini kendi de merak ediyor.
Sendikac› kad›n›n yeni sorusu çevirmenin yüzünün k›zarmas›na,
masadakilerin dikkat kesilmelerine neden oluyor. “fiey,” diyor çevirmen, “Carmen Han›m yemekten sonra sizi otelinize b›rak›p b›rakamayaca¤›n› soruyor.”
“Hay›r, buna gerek yok,” diyor. Bu sözlerin biraz kaba kaçt›¤›n› görüyor. Kad›nlara hofl görünmek için çaba göstermez, yine de inceli¤i elden b›rakm›yor. “Ben taksiyle giderim. ‹lgisine teflekkür ederim.”
Carmen reddedilmesine ald›rmay›p koluna giriyor. Seni oteline b›rakmam› neden istemiyorsun der gibi yumuflak bir sesle “Arad!” diyor
(yabanc›lar taraf›ndan ad›na Arad denilmesine al›fl›k, ama böylesine, ad›n›n bir bölge ad›yla birlefltirilip söylenmesine de¤il). Sonra Münevver
Han›m’a dönüp Rumence bir fleyler söylüyor. Çatal b›çak sesleri kesiliyor, Rumence ‹ngilizce konuflmalar, iki dilde çeviriler aras›nda k›s›k gülüflmeler duyuluyor. Masadakilerin bak›fllar› alt›nda Münevver Han›m yine “fiey,” diyor, “Carmen Han›m sizden hofllanm›fl. Bu gece sizi kaç›racakm›fl. Hiç flans›n›z yokmufl.”
Yüz ifadesinden flaflk›n oldu¤u anlafl›lan Münevver Han›m o kadar
ince bir kad›n ki çevirdi¤i sözlerden dolay› neredeyse özür dileyecek.
Carmen çetin ceviz. Belaya çatt›m, diye geçiriyor içinden. Yüzünün
k›zard›¤›n› hissederek, “Bu H›ristiyan Demokrat sendikac›lar çok rahat,” diyor. Münevver Han›m bu sözlerin dertleflmek amac›yla söylendi¤ini, çevirmemesi gerekti¤ini biliyor, çevirmiyor. “Carmen flaka yap›yor
olmal›,” diye ekliyor. Bu sözlerin çevrilmesinde sak›nca yok. Ama hay›r,
bu sözleri de çevirmiyor, yorum yap›yor: “Hiç sanmam Arat Bey. Carmen’e baksan›za, flaka yapar gibi bir hali var m›?”
Masadakilerin iki Türk aras›nda geçen k›sa konuflmadan rahats›z olduklar› yüz ifadelerinden belli. En çok rahats›z olan da Carmen; hafifçe
yüzünü buruflturup kafllar›n› çat›yor. Arat’tan kolunu çekerken, bak›fllar›yla Münevver Han›m’› protesto edip ona görevini an›msat›yor sanki.
Münevver Han›m görevini yapaca¤›na kadehine uzan›yor. Bu da onun
Carmen’i protesto etme biçimi.
fiarap keyifli anlar yaflatt›¤› kadar s›k›nt›lara katlanmay› da kolaylaflt›r›r, insan› hafifletip yumuflat›r. fiarab›ndan bir yudum al›p dalg›n bak›fllarla kendisini süzen Carmen’e bak›yor. Romanya’daki ticari seks iflçisi
k›z çocuklar, çocuk tüccarlar üzerine sohbet etti¤i Carmen’in gözlerine,
ta gözlerinin içine.
50
Yo, o zaman kad›n›n gözleri böyle bakm›yordu. Hay›r, yan›lm›yor;
Münevver Han›m taraf›ndan Türkçe’ye çevrilen sözlerinde Carmen’in
kendisiyle ilgilendi¤ine dair en küçük bir fley sezdi¤ini an›msam›yor.
Kim bilir, belki arzu vard› da, konunun dramatik oluflundan fark edememifl olabilirdi. Ama flimdi Carmen’in arzulu bak›fllar›, kendisini ayart›p
kaç›rmaya yönelik sözleri kuflkuya yer vermeyecek kadar aç›k. Münevver
Han›m hakl› galiba: Carmen’in flakas› yok!
Masada so¤uk bir rüzgâr esiyor. K›sa ama so¤uk. Konfederasyon
baflkan› iyi bir ev sahibi olmaya çal›fl›p konuyu e¤itim seminerinin baflar›s›na getiriyor. Robert e¤lendirici konuflmas›na devam ediyor. Kad›nlar
yüzlerine yap›flt›r›lm›fl gülümsemeyle so¤uk rüzgâr› da¤›tmaya çal›fl›yorlar.
Kadehlerdeki flaraplar bitiyor, müzik susuyor; art›k gitme vakti. Masadakiler sessizce birbirlerine bak›yorlar. Aya¤a ilk kalkan Amerikal› oluyor. Robert’› konfederasyon baflkan›yla sendikac› kad›nlar izliyor. Sandalyesinde do¤rulan Carmen’in bak›fllar› alt›nda kendisiyle Münevver
Han›m da. Sabah ‹stanbul’a, oradan da Ankara’ya uçacak, oteline gidip
uyusa iyi olur.
Konfederasyon baflkan›yla, sendikac› kad›nlarla tek tek vedalafl›yor.
S›ra Robert’la vedalaflmaya gelince, “Ülkenizin çocuk iflçili¤inin önlenmesine yönelik küresel programlara olan katk›s›n› biliyoruz” diyor, diplomatik dilin incelikleri içinde. “Beni ba¤›fllaman›z› diliyorum, ülkeniz
138 ve 182’yi neden onaylam›yor, merak ediyorum do¤rusu.”
Robert uzatt›¤› eli s›k›ca tutup sallayarak, “Amerika’da çocuk iflçilik
yok denecek kadar az. Bizde çocuklar e¤itimlerine devam ederlerken hafif ifllerde çal›fl›p meslek ö¤reniyorlar. Amerika çocuklar› tehlikeli ifllerde
çal›flt›rm›yor dostum. Biz insan haklar›na, çocuk haklar›na sayg›l›y›z,” diyor ve yüzünde sinsi bir gülümsemeyle sald›r›ya geçiyor: “Ama ülkenizde çocuklar›n kölelik koflullar›nda çal›flt›r›ld›klar›n› biliyoruz. “
Köle çocuk iflçiler! Ülkesinde henüz köle çocuk iflçilere rastlanm›yor, do¤ru de¤il bu, do¤rusu kiral›k çocuk iflçiler olmal›yd›. Bunu biliyor,
Robert da biliyor olmal›.
Ülkesindeki çocuk iflçilerin durumunu bilerek çarp›tan ya da bilmeyerek kar›flt›ran Robert’a anlatabilece¤i, verebilece¤i o kadar çok örnek
var ki, hangi birinden bafllasa? Karadeniz bölgesinde, aileleri taraf›ndan
baflka ailelere f›nd›k toplamak üzere kiral›k verilen çocuk iflçilerden mi?
Yoksa baz› Asya ve Afrika ülkelerinde görüldü¤ü gibi fuhuflta, madenlerde, tu¤la ocaklar›nda, tekstil fabrikalar›nda köle iflçi olarak çal›flt›r›lan çocuklardan m›? Fransa’dan, ‹talya’dan, ‹ngiltere’den, Portekiz’den örnekler verse, Amerikal› nas›l karfl›lar acaba? fiöyle bir Amerika’ya uzansa; yabanc› göçmen iflçilerin yaflad›klar›, çal›flt›klar› koflullar› gözler önüne ser51
se, hatta sorsa, sorabilse: Uykular›nda yang›na zincirlenmifl bir halde yakalanan, feci flekilde yanarak hayatlar›n› kaybedenler kimlerdi? Çocu¤uyla, yetiflkiniyle Latin Amerikal› iflçiler de¤il miydi? Olay ‹talya’da m›,
yoksa Amerika’da m› geçiyordu?
Tamam, ülkesini korusun, bilgisini konufltursun, ama flimdi gecikmifl bir hesab› sorman›n, Amerikal›y› bozman›n, dahas› geceyi berbat etmenin ne anlam› var? “Kiral›k çocuklar,” diye düzeltiyor, dilini o kadar
tutabiliyor.
Biraz önce Carmen k›zarm›flt›, daha sonra Münevver Han›m, flimdi
k›zarma s›ras› Robert’da, ama o olabildi¤ince piflkin, kahkaha atarak omzundan tutuyor, “Bu konular böyle ayaküstü konuflulacak konular de¤il
dostum, umar›m baflka bir zaman bunlar› konuflup tart›flacak f›rsat›m›z
olur” diyor ve arkas›n› dönüp uzaklaflmadan önce ciddi bir yüz tak›narak
ekliyor. “Çocuk ‹flçili¤inin Sona Erdirilmesi Uluslararas› Program›’nda
görev yap›yorsunuz. Çal›flmalar›n›za kimin destek verdi¤ini unutmay›n
lütfen!”
fi›mar›k bir Amerikal›n›n diplomatik dili bu kadar olur. Söylenebilecek tek fley var: Baban›z›n hayr›na desteklemiyorsunuz, çocuk iflçileri
de çok sevdi¤iniz söylenemez, çocuk eme¤iyle üretilmifl mallar›n ülkenize girip kendi üretti¤iniz mallarla rekabet etmesini önlemek istiyorsunuz.
Bu sözleri de söyleyemiyor tabii. Düflünüyor, bir an gözlerini kapat›yor ve art›k bu gecenin bitmesini istiyor.
Kafas›nda Robert’›n söyledikleri, vedalaflmak için Carmen’in yan›na yaklafl›yor. Tokalaflmak üzere uzatt›¤› eli bofllukta kal›yor. Carmen,
Münevver Han›m’a dönüyor, titrek sesle bir fleyler söylüyor. Sendikac›
kad›n kendisine karfl› ne hissediyor da sesi bu kadar titriyor?
“Arabas›yla sizi otelinize b›rakmakta kararl›ym›fl,” diyor Münevver
Han›m. “Hiç de¤ilse bunu kabul etmenizi rica ediyor.” Münevver Han›m’›n da m› sesi titriyor ne?
Carmen, art›k kabul et dercesine kollar›n› iki yana aç›yor. Kad›nlarla nereye kadar mücadele edilebilir ki? Erkekler önünde sonunda kad›nlarla girdikleri mücadeleleri kaybederler. Çaresiz bir flekilde, “Peki,” diyor çevirmene, sendikac›yla u¤raflacak hali yok. “Ama benim de bir ricam olacak, siz de bizimle gelin.”
“Ama Arat Bey,” diyor Münevver Han›m k›r›lgan bir sesle . Arat
Bey, o kadar, gerisini getiremiyor.
“Lütfen,” diye ›srar ediyor Arat. “Beni otelime b›rakt›ktan sonra sizi evinize b›rak›rlar.”
Münevver Han›m’›n evinin Köstence’de oldu¤unu sözcükler a¤z›ndan ç›kt›ktan sonra an›ms›yor, ama otelinize ya da kald›¤›n›z yer her ne52
reyse oraya b›rak›rlar diye düzeltmiyor. Münevver Han›m gönülsüz biçimde kafas›n› sall›yor.
Her üçü de mutsuz. Üç kifliyi ayn› anda mutlu edecek sihirli bir formül var m›? Bilmiyor, galiba yok. O zaman üç kiflinin de biraz mutsuz olmas›nda bir sak›nca yok.
Amerikal›yla sendikac›lar kendi aralar›nda konuflarak arabalar›na
binip uzaklafl›yorlar. ‹ki kad›n›n›n aras›nda, Münevver Han›m’› düflünerek arabaya do¤ru yürüyor.
Carmen’i düflünece¤ine, kad›n›n baflka sürprizlerine haz›rl›kl› olup
buna kafa yoraca¤›na, alabilirse onun yeni sürprizlerine önlem alaca¤›na
Münevver Han›m’› düflünüyor. Sol taraf›nda yürümekte olan soydafl›ndan ald›¤› bir elektrikle heyecanlan›yor. Anlamland›ramad›¤›, tan›mlay›p
bir yere koyamad›¤›, bir fleye ba¤layamad›¤› tuhaf bir elektrik al›yor kad›ndan. Cinsellikten öte bir elektrik, ama cinselli¤in olmad›¤›n› söyleyemez.
Üç gündür çevirmenli¤ini yapan Münevver Han›m, yani Münevver
Reflit hakk›nda ne biliyor? Eski zamanlar›n bir ‹stanbul han›mefendisi
olarak gözünün önüne getirdi¤i kad›n›n Köstence’de do¤mufl olmas›ndan, babas›n›n Rumen ordusunda astsubay olarak görev yapmas›ndan,
son befl y›lda annesini ve babas›n› kaybettikten sonra tek bafl›na yaflad›¤›ndan baflka. Seminer aralar›na, kahve molalar›na s›k›flt›r›lm›fl bir iki
bilgi k›r›nt›s› daha: Hiç evlenmemifl, bir de do¤du¤u kasabada ilkokul ö¤retmenli¤i görevinde bulunuyormufl.
Bükrefl’te küçük bir yazg›y› paylaflt›¤› çevirmeni Münevver Reflit’le
yapt›¤› k›sa sohbetlerden bu kadar›n› biliyor. Ya gözlerindeki derin hüzünden? Ac› dolu bu yüz hakk›nda ne biliyor? Dokunsa, dokunabilse hep
uzaklara bakan yüzüne, hüznüne dokunabilse… Dokunmad›¤› için üzgün, dokunmak için art›k çok geç. Bir sürü gereksiz adres kartlar›n›n aras›nda Münevver Han›m’›n telefon numaras› ç›kar m›? Tam bir duygusal
altüst olufl.
Araba sokakta, lokantan›n karfl›s›na park edilmifl. Genç bir adam
bekliyor onlar›. Kap›lar aç›l›p yerlerine oturduktan sonra, siyah Volga,
Bükrefl’in ›fl›kl› caddelerinden otele do¤ru hareket ediyor. Münevver Han›m ön koltukta floförün yan›nda, kendisi arka koltukta Carmen’in yan›nda oturuyor. Korktu¤unun aksine Carmen konuflmuyor. Sigara yak›yor, bir iki nefes çekiyor ve kesik kesik bir flark› m›r›ldanmaya bafll›yor.
‹nsan›n içini ac›tan, dokunakl› bir flark›. Bu iyi. Yo, hay›r, belki de kötü.
Münevver Han›m, ›fl›klar içinde yüzen beyaz devasa bir binay› iflaret
ediyor. Volga yavafll›yor. Dikkat kesilerek iflaret edilen yöne, a¤açl›kl› genifl bulvar›n sonundaki beyaz binaya bak›yor. “Buras› Halk Saray›,” diyor Münevver Han›m. “Çavuflesku döneminde yap›ld›.”
53
Herhangi bir tepki vermiyor, yorum yapm›yor, bir fley söylemiyor.
Otomobildeki hava a¤›r olmasa soracak bir fley bulur. Örne¤in flu soruyu
sorabilir: Nikolay Çavuflesku’nun trajik sonu hakk›nda ne düflünüyorsunuz? 1980’lerin sonunda Do¤u Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar› Türkiyeli her solcu merak eder. Salt sormufl olmak için olsun bu soruyu sorabilir.
Sormuyor ama, televizyon görüntülerinden Çavufleskular›n trajik
sonunu an›ms›yor. ‘Diktatör’ün saraylar›n›n özel uçaklar›yla gelenlere
aç›ld›¤›n› da an›ms›yor elbette, devlet töreniyle karfl›lanan zengin turistlere Çavuflesku’nun en sevdi¤i yemeklerden ikram edildi¤ini, Halk Saray›’nda bir gece kalman›n 4000 dolar oldu¤unu ...
Kurfluna dizilerek ölmek trajik bir fley, göstericilerin üzerine atefl açt›rmak da öyle. Halk Saray›’n›n zengin turistlere pazarlanmas› nas›l bir
fley acaba? Sormuyor, bak›yor ve düflünüyor. fiarap gece boyunca olanlara katlanmas›n› sa¤lad› belki, ama yeterince hafifletip yumuflatamad›.
Volga otele yaklafl›yor, yavafll›yor, duruyor. fioför arabadan inip Carmen’in kap›s›n› aç›yor. Carmen arabadan inmiyor, kimseyle vedalaflm›yor, kimseye iyi geceler dilemiyor, hiç ama hiçbir fley söylemiyor. fioför
kap›n›n önünde ayakta bekliyor. Masada bafllayan, yol boyunca süren gerilim otelin önünde doru¤a ç›k›yor. Gerilim arabada oturmakta olan bedenleri dolafl›yor, her geçen saniye Bükrefl gecesini a¤›rlaflt›r›yor.
Nihayet Carmen ön koltu¤a do¤ru e¤ilip Münevver Han›m’a k›s›k
sesle bir fleyler söylüyor. Münevver Han›m flaflk›n, dehfletle Carmen’e bak›yor. Dili tutuluyor sanki; çevirmiyor, çeviremiyor.
Bir süre sessizlik oluyor.
Sonunda dayanamay›p, “Carmen,” diyebiliyor Münevver Han›m’a.
“Carmen ne dedi?”
Soru Münevver Han›m’›n dilini çözüyor, sözcükler a¤z›ndan bir ç›rp›da ç›k›yor. “Kad›nlar senin için ölsün dedi.”
Bir vedalaflma an› için bu sözlerin ne kadar uygun oldu¤unu bilmiyor. Dahas›, kendisi için bunun ne anlama geldi¤ini, iyi mi yoksa kötü
mü oldu¤unu, neye yoraca¤›n› bilmiyor. Carmen’e uzatt›¤› eli ikinci kez
bofllukta kal›yor. Yine de inceli¤i elden b›rakm›yor, arabadan inerken
“Good night,” diyebiliyor.
Olup biteni izlemekte olan Münevver Han›m “Üzgünüm,” diyor.
“Gerçekten çok üzgünüm.”
“Ben de çok üzgünüm,” diyor. “Carmen beni flafl›rtt›. Gecenin böyle bitmesini istemezdim.”
“Carmen’den korktum,” diyor Münevver Han›m. “Bu sözler hiç hofluma gitmedi.”
“Benim de,” diyor. “Benim de hofluma gitmedi.”
54
“Carmen tuhaf bir kad›n... Kad›nca bir sezgi diyebilirsiniz… korkar›m kad›nlar sizi çok üzecek.”
Münevver Han›m’›n bu sözlerini sessizlikle karfl›l›yor.
Kendisini tan›d›¤› için çok mutlu oldu¤unu söylüyor Münevver Han›m. “Lütfen kendinize iyi bak›n.”
Münevver Han›m, onun Carmen taraf›ndan kaç›r›lmas›na izin vermedi¤inden dolay› da mutlu olabilir mi? Arat’›n elini saran elleri, Carmen’i reddetti¤i için ona sunulan küçük bir ödül olabilir mi? S›cak bir biçimde elini s›kmas›na bak›l›rsa, evet.
Geç fark›na varm›fl olsa da, Münevver Reflit’i tan›maktan o da mutlu. Kad›nla vedalafl›p odas›na ç›kacak, ama vedalaflam›yor, ben de mutlu
oldum diyemiyor. ‹yi akflamlar diyemiyor. A¤z› kilitleniyor sanki. ‹çinden ayaklan›p dilinin ucuna gelen baflka sözcükler var. Kilitlenmesinin,
normal koflullarda söylemesi gerekeni söyleyememesinin nedeni bu.
‹çindeki sesi dinleyip lütfen burada kal›n diyecek nerdeyse, saçma oldu¤unu bile bile. Dilinin ucuna geliyor, diyemiyor. Diyebilse diyecek, hem
de kendisine karfl› tek tarafl› buyurgan arzusuyla Carmen’in önünde, ona
karfl›n. Burada kal demesine ramak kal›yor, ama demiyor. “Ben de çok
memnun oldum,” diyor, içinden gelen sözcükleri bast›rabiliyor. “Siz de
kendinize iyi bak›n.”
Münevver Han›m arabadaki yerini al›nca Volga hareket ediyor. Carmen, uzaklaflmakta olan otomobilden dönüp kendisine bak›yor. Münevver Han›m da bak›yor galiba. Emin de¤il, öyle san›yor, bakt›¤›n› düflünüyor. Volga karanl›kta uzaklafl›yor. Tuhaf, kendini Münevver Reflit taraf›ndan terk edilmifl hissediyor, terk edilmifl ve yapayaln›z.
Gece otel odas›nda valizini haz›rlay›p bedenini duflun s›cak sular›na
b›rak›yor. Her zaman yorgunlu¤unun, huzursuzlu¤unun ilac› olan dufl
bu kez ifle yaram›yor. Dufl yapmak bedenini gevfletmiyor, kafas›n› boflaltm›yor. “Kad›nlar senin için ölsün!” sözleri beynini kemirip duruyor. Bütün bunlar›n Bükrefl’te bir geceye s›¤mas›na inanam›yor. Ak›l yürütemiyor, mant›kl› bir yan›t bulam›yor. Uyumak için okumakta oldu¤u romana s›¤›n›yor. Birkaç sayfa okuyor. “Neden hepimiz hayatta kal›p mutlu
olam›yoruz?”
fiimdi de bu cümleye tak›l›yor. Evet, neden ha? Cümlenin alt›n› çiziyor. Ani bir hareketle kitab› f›rlat›yor. Kitap gürültüyle aynaya çarp›p
düflüyor, sayfalar› aç›k bir flekilde yerde duruyor.
Yata¤›nda bornozuyla oturmufl dalg›nl›kla odada gezdiriyor bak›fllar›n›. Aynada kendisine bakan yabanc› bir yüzle karfl›lafl›yor bir an. Yüz
yabanc› de¤il, Carmen’in Volga’daki sar› yüzü. Carmen’in hayaleti bu!
Ürperiyor, kalp at›fllar› h›zlan›yor, gö¤sü s›k›fl›yor. Tavanla döfleme
yer de¤ifltiriyor, duvarlar üzerine yürüyor. Carmen siyah Volga’yla uzak55
laflm›flt› oysa. Münevver Han›m da onunla birlikte gitmiflti. Carmen yok,
Münevver Han›m yok. Elbette ki kimse yok. Bir yan›lsama olmal›, belle¤in bir oyunu bu.
Kafas›n› yast›¤›n alt›na sokuyor, dakikalarca hareketsiz kal›yor.
Kalp at›fllar› düzeliyor. Duygular›n›, düflüncelerini bilincinin denetimi alt›na almaya bafll›yor. Tavan, duvarlar, eflyalar eski düzenine kavufluyor.
Aynadan kendisine bakan adam› tan›yor. Gerçeklikten kopman›n efli¤ine gelen, belki de gerçekli¤in bilinmeyen taraf›na girip ç›kan bu adam
kendisi, daha do¤rusu kendisinin sureti. Yata¤›nda bornozuyla oturmufl,
odadaki asl›na bak›yor.
Uyumaya çal›fl›yor, uyuyam›yor. Hay›r, Galatasaray taraftarlar›n›n
tribünlerde söyledi¤i flark›n›n sözlerine benzemiyor. “Seni sevmeyen ölsün” demiyor Carmen, senin için ölsün diyor, kad›nlar, senin için.
Karmafl›k duygular içinde: Carmen’in a¤z›ndan ç›kanlar birlikte olmay› reddetti¤i kad›n›n duas› m›, yoksa bedduas› m›, karar veremiyor.
Cümle bir parça gönlünü okflam›yor de¤il, okfluyor okflamas›na, ama daha çok bir beddua gibi geliyor ona, Münevver Reflit’in sezgisinin de etkisiyle bir kehanet gibi. Carmen’in sözlerinin bir fleyin, kötü bir fleyin bafllang›c› olmas›ndan korkuyor.
Carmen’in ›srar›ndan, üzgün görünümünden, son sözlerinden kendisinden hofllanm›fl oldu¤unu, kendisiyle seviflmek istemesini do¤al karfl›lamas› gerekti¤ini düflünüyor. Ama aylar önce Bursa’da yaflad›klar›ndan, bir gecelik iliflkilerin insan›n yaln›zl›¤›n› art›rmaktan baflka bir ifle
yaramad›¤›n› ö¤rendikten sonra Carmen’le nas›l seviflebilir?
Ah evet, Bükrefl’teki son geceden, otelin önündeki son sahneden,
Carmen’in, sözlerinden çok etkileniyor. Bu an›y› kovam›yor, bu sözleri
akl›ndan ç›karam›yor.
56
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
Erdal Alova
Anadolu fliiri yedi yüzy›l arayla iki büyük flair yetifltirdi: Yunus ile
Nâz›m. (“Büyük”ten, epik söyleyifle ulaflan fliiri kastediyorum.) ‹kisi de
toplumsal yaflay›fl›n en temel gerçe¤ine, Anadolu gelene¤ine yaslanarak
büyük flair oldular. Anadolu topra¤›n›n Hattiler’den Selçuklu’ya, oradan
günümüze uzanan tar›msal deneyimi, ifadesini en yayg›n biçimiyle köylülükte buldu. Yüzlerce y›l›n birikimiyle zenginleflen bu ilginç kültürü
görmezden gelerek Anadolu’nun büyük bir flairi olmak olanaks›zd›. Yunus zaten köylüydü. Nâz›m ise köylülük gerçe¤ini, onun kültürünü, Anadolu insan›n› y›llarca yatt›¤› hapisanelerde tan›m›fl, özümsemiflti. Yunus
ile Nâz›m: ‹ki aflk flairi. Bir baflka söyleyiflle, iki flair de dünya görüfllerini
insanlara aflk’la söylediler. ‹ki flairi birlefltiren bir baflka özellik, mesiyanik söylemleridir. Yunus’un ve Nâz›m’›n yaflad›¤› dönemler, Anadolu
toplumunun korkunç ac›lar, y›k›mlar yaflad›¤› y›llara rastlar. 13. yüzy›l›n
ikinci yar›s› ve 14. yüzy›l›n bafllar›, Mo¤ol istilalar›n›n Anadolu’yu kas›p
kavurdu¤u, halk›n açl›ktan insan eti bile yedi¤i, umutsuzlu¤un, belirsizli¤in egemen oldu¤u bir dönemdi. Nâz›m’›n fliirinin boyverdi¤i y›llarsa
iflgal alt›ndaki Anadolu halk›n›n yaflad›¤› felaketlere tan›kl›k eder. Umars›zl›¤›n, ihanetin, teslimiyetin, umutsuzlu¤un içinden kristal bir p›nar gibi f›flk›ran bu iki büyük flair, fliirin en temel ödevlerinden birini; insanlar› sevgiyle, avunçla, bilinçle gelece¤e yönlendirmeyi bildiler.
Yunus tasavvuf anlay›fl›na ba¤l›yd›. Panteizme (heptanr›c›l›k) dayanan bu anlay›fl›n temelini Vahdet-i Vücûd (Varl›k Birli¤i) oluflturur. Buna
göre, tanr›yla do¤a bir tek varl›kt›r; bu varl›ksa Mutlak Varl›k olan tanr›d›r. Bütün evren, do¤a, nesneler bu Varl›¤›n görüntülerinden baflka bir
fley de¤ildir. Mutlak Varl›k, ayn› zamanda Mutlak Güzellik’tir. Bu güzellik kendini evrende do¤a ve nesneler halinde gösterir. ‹nsan bu evrenin
bir parças› oldu¤undan, Tanr› güzelli¤inin bir görüntüsüdür ve en kusursuzudur. Öyleyse bir güzele duyulan aflk Tanr›’ya da duyulmufl demektir.
Bunun için Yunus:
Aflks›z âdem dünyada belli bilin ki yoktur
der. Ya da “aflks›z âdem hayvan”d›r.
Materyalist Nâz›m’da Tanr› aflk›n›n yerini memleket, dâvâ, kavga,
do¤a, insanlar, mufltu (“güzel günler görece¤iz”, “güneflli elleriyle kap›57
m›z› çalacak olan”) k›sacas›, dünyevi kayg› al›r. Pirâye’ye duyulan aflkla
memlekete, kavgaya duyulan aflk bir ve ayn› fleydir. T›pk› sevgiliye duyulan aflk ile tanr›ya duyulan aflk›n Yunus’ta bir ve ayn› olmas› gibi. fiiirsel
varoluflta, Yunus’un panteizmiyle, Nâz›m’›n materyalizmi bir tek aflkla
devinir.
Gurbeti, hasreti, umudu, sabr›, a¤›d›; k›z kaç›rmalar›, kanl› dü¤ünleriyle aflk yüzy›llar boyunca Anadolu insan›n›n en heyecanl› yaflam biçimlerinden biri olmufltur. Ayn› zamanda hem köylülü¤ün, hem fütüvvet
ehlinin tarihsel deneyimi, örgütlenme biçimi; duyufl, sezifl ve alg›lay›fl nitelikleri ve bütün bunlar› günlük yaflam›n bir parças› olarak, fliirle, türküyle dile getirme al›flkanl›¤› biri arkaik, öbürü modern dile yaslanan iki
büyük flairin sanatlar› aç›s›ndan belirleyici oldu.
Afla¤›daki karfl›laflt›rma, ilk bak›flta flematik görülebilir; bense, Yunus ile Nâz›m’›n hem yaflamlar›nda, hem poetikalar›nda izledikleri hareket çizgisi üzerine bir bilgi verece¤i kan›s›nday›m.
YUNUS
Târik
Kardefller, yârenler
Sülûk
(Gerçek yolculu¤u)
Varl›k Birli¤i (Panteist)
Bizlik
Gurbet
‹lim-irfan
‹rflad (ça¤r›)
Babalar
Medrese
Dervifl
Melâmet (öz-k›nay›fl)
Miskinlik
Dört Kitap vs.
NÂZIM
Yol
Yoldafllar, kardefller
Kavga yolu
Varl›k Birli¤i (Materyalist)
Bizlik
Hasret / Gurbet
Bilim / Duymak-anlamak
Davet / Ça¤r›
Ustalar
Parti okulu
Kavga eri
Öz-elefltiri
Mutlak özveri (Öz-aday›fl)
Literatür
•
Ça¤dafl ‹spanyol fliirini yeniden gözden geçirirken 1920’li y›llarda
“‹mgelem fiiiri mi, Esin fiiiri mi?” konulu yapay bir tart›flma ç›kar›ld›¤›n› gördüm. Bu tür tart›flmalar, genellikle konu s›k›nt›s› çeken edebiyatç›lar›n uydurmalar› gibi gelmifltir bana.
Esin ya da etkilenim, fliir sanat›n›n bir ç›k›fl noktas›d›r. Durup dururken, ben flu olay›n, flu adam›n fliirini yazay›m, demek has bir flaire yabanc› bir tutumdur. Bir fliir, yo¤un bir zihinsel faaliyetle bafllar, ça¤r›fl›m58
sal mant›¤›n peflinde, kendini fliir düflüncesi’nin ritmik ak›fl›na b›rak›r.
Bu serüvende imgelemin rolü, kuflkusuz büyüktür. Esin ile imgelemi,
birbirinden ba¤›ms›z iki ayr› kategoriye sokmak yanl›flt›r. Esin, imgelerin ak›fl sürecinde de devreye girer. fiiir düflüncesi dizeler yoluyla dönenirken, her dize bir öncekinin ve daha öncekilerin verdi¤i esinle ivme
kazan›r, yeni anlam katmanlar›na ulafl›r. Bu düflünsel ak›flta, flair ummad›¤› yerlerde bulabilir kendini.
Esin ile imgelem, fliir gövdesini oluflturan yap›fl›k ikizlerdir.
•
Rasyonalizasyon: Yafllanman›n Anayasas›
•
“Büyük bir sanat yap›t› yaratmak istiyorum,” demek, mazoflizmin
doruklar›nda dolaflmakt›r.
•
Hiçbir fley, insan yüzü kadar yorucu de¤il.
•
Dönekler, konformistler, Fukuyamac›lar, Marks-öldü’cüler, FOR
SALE kalemflörler; “Morales” denince, moralleri s›f›r oluyor hepsinin.
Reyting: Kan barometresi.
•
•
Befl buçukta uyand›m. Cemal Süreya’n›n, baflucumda duran, Beni
Öp Sonra Do¤ur Beni fliir kitab›n›, o sabah kafas›yla, bir kez daha, bafltan sona okudum. Nâz›m’dan sonra Anadolu’yu koklad›¤›m flair, dedim
içimden.
•
“Gerçekçi Olman›n Befl Yolu” adl› yaz›s›nda Bertolt Brecht, olmazsa olmazlar› flöyle s›ralar:
“Kabiliyet
Cesaret
Zekâvet
Basiret
Maharet” (Can’cas›)
59
Gerçekli¤in örtük yüzünü gösterebilme ve onu insanlara estetik bir
bütünlük yoluyla iletebilme Kabiliyet’i olmadan, öbür dört özellik, Maharet’in bafl› çekti¤i bir gösteriye dönüflür. Divan Edebiyat›’nda nice örne¤i vard›r bunun. Meçhule yönelen sanatç›, istedi¤ince cesur ve zeki olsun, Kabiliyet’sizse çarpar gemiyi kayal›klara. Arkas›ndan Cesaret gelir.
‹ki yönlüdür gerçekçi sanatç›n›n Cesaret’i. Birincisi, yap›t›n yarat›l›fl sürecinde gösterdi¤i s›n›rs›z gözüpeklik. ‹kincisi, sanatç›n›n toplum içindeki duruflu. Cesaret, Kabiliyet’in yap›fl›k ikizidir.
Basiret, yani sa¤görü, Kabiliyet ile Cesaret denen koçbafllar›na hangi kap›ya dayanacaklar›n› gösterir. Brecht’e göre, gerçekçi olabilmek için
bütün bunlar yetmez. Okurun, seyircinin, vd. ilgisini çekebilmek, yakalad›¤› flimfle¤i onlar›n gözlerinde de çakt›rabilmek için Zekâvet gerekir.
Zekâ; ironiyle, neolojizmlerle, mizahla ve baflka yollarla okurun akl›nda
yepyeni ufuklar açmal›d›r.
Kabiliyet’in küçük kardefli Maharet türlü teknik ve sanatlar yoluyla,
Gerçeklik a¤ac›n› kökünden yapraklar›na, damarlar›na dek, al›c› öznenin daha önce hiç bakmad›¤› aç›lardan ya da düzlemlerden gösterebilme
e¤ilimlerinin topudur. Aval okur, en çok Maharet’e avlan›r.
•
fiiirin para etmemesi fliir için iyi, flair için kötü.
•
“Birleflik kaplar gibidir bu filozoflar,” demiflti Selâhattin Hilav bir
gün, “gün gelir, yukar›dakiler afla¤› iner, afla¤›dakiler yukar› ç›kar.”
Kab›n birinde, Sartre’›n gittikçe yükseldi¤ini hissediyorum.
•
Sözcükler’in 3. say›s›nda Demir Özlü, Prof. Sevinç Özer’in flu görüflüne yer veriyor (ve ard›ndan, kat›ld›¤›n› söylüyor): “Türkiye ça¤dafllaflamaz, çünkü özünde, baflta ba¤nazl›k ve faflizm olmak üzere, fakirlik, cehalet, dini fanatizm, flarlatanl›k gelecek kuflaklar›n önüne setler çekmekte, yarat›c› beyinler körletilmekte, bask› alt›na al›nmakta ve suçluluk
duygular›yla törpülenmektedir.”
S. Özer’in “çünkü”süne ekler:
– Kad›n›n toplumsal konumu: Türban, dayak, töre cinayeti vd.
– Üç açl›k: Kafa, bel, (*) kar›n. Aralar›ndaki görece doyumsuzluklar,
çat›flmalar: nevroz, umutsuzluk, fliddet.
(*) “Gövdesinde devrim yapamayan öbür devrimleri de yapamaz.” (Paz).
60
– Köylülük ruhu: düflünce tembelli¤i, toplumsal amnezi, “her iflte
bir hay›r vard›r” teslimiyeti, tevekkül. (ki bu ruh, ayd›nlara, entelektüellere dek bütün topluma belirli yo¤unluklarda sinmifltir.)
– Toplumsal tepkisizlik, göz yumma, beleflçilik.
– Adalet sistemi. Vs.
Bütün bunlar, asyatik-arkaik parantezinin içinde yer al›r.
Bu bak›mdan, Bat›l› anlamda bir ça¤dafllaflma, hele AB’ye eflit koflullarda üye olma, iç dinamiklerle var›labilecek ufuklar de¤il, kuflkusuz.
Ama flu da bir gerçek ki, “ça¤dafllaflma” dedi¤imiz düzey evrensel boyutta olacaksa üç k›tan›n bu dev iskelesi geliflmelerin d›fl›nda kalmayacakt›r.
•
Ayn› yaz›da D. Özlü, Yunus Emre’nin “yaflayan halk›n düflünce dünyas›na” iflleyemedi¤ini söylüyor. Anadolu’da Yunus’un birden fazla mezar›n›n bulunmas› gerçe¤i bile bu görüflün karfl›s›nda durur. Soru flöyle
sorulabilir: “Anadolu halk› Yunus’un panteizmini tam olarak anlam›fl m›d›r ya da benimsemifl midir? Yoksa, ona bir flair-eren, bir evliya gözüyle
mi bakm›flt›r?” Bu, bafll›bafl›na bir inceleme konusudur.
Bir de flu aç›dan bakal›m: Yunus’un ölümünden bu yana, yaklafl›k
yedi yüz y›l geçmifltir. Hiçbir fleyle ilgilenmeyen son bir-iki kuflak d›fl›nda, bir soruflturma yap›lacak olsa, Anadolu insan›n›n önemli bölümünün
Yunus’tan bir iki dize okuyaca¤› görülecektir.
Bir flairden geriye birkaç fliir, y›llar sonra da birkaç dize kal›r, o da
kal›rsa.
Elli altm›fl y›l önce ölen Orhan Veli’den, Nâz›m’dan bile kaç fliir ezberimizde kald› flunun fluras›nda. Ama “dizeler” denince, hepimiz birkaç dize söyleriz. O. Veli’nin halka malolmufl, “Yaz›k oldu Süleyman
Efendiye” dizesi bile kaç y›l yaflayabildi? Bu aç›dan bakt›¤›m›zda yedi
yüzy›l sonra, hâlâ akl›m›zda Yunus’tan dizeler kald›ysa, daha önemlisi,
onun fliirleri dipdiri içerikleriyle hâlâ canl›ysa, bu az fley de¤ildir:
Dinlemeden anlad›k anlamadan eyledik
dizesi, biraz da son elli y›l›n entelektüel yaflam› için söylenmifl de¤il mi?
•
Gelelim flu “hayvan sevgisi”ne. Üç bölük insan var. Birincisi, “Bardot Sendromu”na u¤rayanlar. Bunlar, genellikle, belirli bir yafl›n üstündeki han›mlardan olufluyor. Erkeklerden umudu kesmeyi, insanlardan
umudu kesmekle ayn› fley sayan, hemcinslerine de pek yanaflmayan; bu
61
dünyada bekâ’y› hayvanlara, genellikle kedilere ba¤layan Kedistler. Bir
de a-Kedistler var ki, bu muhteremler hayvan-tan›maz erkeklerden olufluyor genellikle. Onlara kal›rsa her fley varsa yoksa insanda. Bu bölüktekiler, genellikle Kedist han›mlara âfl›k oluyor.
Bir de, üçüncü bölük insan var, kad›n›yla, erke¤iyle, insan› hayvandan ay›rmaz; yeryüzü varl›klar›n› ayn› sevgiyle sever. Yukar›dakilerin sorunlar› yoktur onlarda. Yine bu insanlar denizi de, a¤açlar› da insandan,
hayvandan ay›rmaz. Bir tür Yunus panteizmi; Tanr›’ya inansalar da,
inanmasalar da.
Bana gelince, ben Bethoven’den yanay›m: “Bir a¤ac› bir insandan
çok severim.”
•
Eski fliirimizin ola¤anüstü güzellikte dizeleri, beyitleri, san›r›m bizim kuflaktan sonra ancak üniversite edebiyat ö¤rencilerinin ilgi alanlar›
kapsam›nda kalacak. Koskoca Divan deneyinden dizeler, beyitler kald›
geriye. Yap›lacak ifl bunlar› bir araya toplamak, hatta kimilerini günümüz Türkçesiyle yeniden yazmak. Bu noktada D›ranas’›n Fikret’i “K›r›k
Saz” ad›yla Türkçelefltirmesini bir kez daha sayg›yla an›yorum. Böyle bir
çal›flma, vezni bir yana b›rakarak, ama eday› koruyarak (ne kadar zor bir
ifl!) yap›lmal›, yap›labilir. Hâflim’i bile anl›yor mu yeni kuflaklar? Bu fasl›
birkaç flah-beyitle bitirelim.
Bir mevsim-i bahâr›na geldik ki âlemin
Bülbül hâmûfl havz tehî gülsitân harâb
(‹zzet Molla)
(Öyle bir ilkbahar›na geldik ki âlemin
Bülbül susmufl, havuz bofl, gülbahçesi harap)
***
Vukufum yok bu rütbe hahiflin hâyrân›y›m Galib
Gönülden de nihan bir matlab-i dil-hah var dilde
(fieyh Galib)
(fiimdiye dek bilmiyordum; böylesine bir iste¤in hayran›y›m Galib.
Gönülde gönülden de gizli bir istek varm›fl.)
***
62
Gel gel beru ki savm ü selâtun kazas› var
Sensüz geçen zamân-i hayatun kazâsu yoh.
(Nesîmî)
(Gel gel beri ki oruçla namaz›n kazas› var
Sensiz geçen yaflam süresinin kazas› yok.)
***
Bir flu’lesi var ki flem’-i cân›n
Fânusuna s›¤maz âsmân›n
(fieyh Galib)
(Bir alevi var ki can mumunun
Gökyüzünün fânusuna s›¤maz)
•
Deneme ile fliir, ayn› limandan “meçhule kalkan” iki gemi gibidir.
Ne ki, enerjileri farkl›d›r. Deneme imlerle, fliir imgelerle hareket eder.
fiiirde imgeler birbirine gelberi ederken, denemede düflünceler birbirinden esinlenir. fiairin ça¤r›fl›m silsilesiyle, okurun ça¤r›fl›m dominosu
hem örtüflebilir, hem örtüflmeyebilir. Hatta, flair ile okur ayn› imgesel düzende ya da fliir olay›’nda ters yerlere de düflebilir. Bu durum hem flans›,
hem flanss›zl›¤›d›r flairin.
Denemede yazarla okurun ça¤r›fl›m dominosu eflleflmese bile, ayn›
mant›ksal düzende ifller. ‹kisinin bulufltu¤u semantik tutarl›l›k denemecinin varmak istedi¤i yerdir.
Böyleyken, çok parlak bir deneme hem yazar›n›, hem okurunu aflar.
Onda, her zaman, yar› karanl›k mekânlar kalmal›d›r.
•
Kolomb büyük yolculu¤a ç›kmadan, y›llarca eski denizcilerden, limanlardan, sahaflardan çok de¤erli haritalar, portalanlar toplar. Hepsi
evinin duvar›nda as›l›d›r. Bütün paras›n› haritalara, gemici gereçlerine yat›ran Kaptan s›f›r› tüketmifltir. Bir gün eve geldi¤inde, kar›s›yla küçük çocu¤unun birbirlerine sar›lm›fl, tir tir titrediklerini görür. Sobada yakacak
odun yoktur. Kolomb, hiç düflünmeden gözü gibi bakt›¤› haritalar› sobaya atar ve oday› ›s›t›r. Bu öyküyü duydu¤umda, tendonlar› incinmesin diye, çocuklar›n› kollar›na almayan ünlü bir kemanc›m›z geldi akl›ma.
63
Resmi düflüncenin e¤itim anlay›fl›, her zaman korkuya dayand›. Çocuklar okulun solgun duvarlar›ndan, törenlerden, tarihten, matematikten, afl› kuyruklar›ndan, disiplinden, spordan korktu her zaman.
Resmi düflünceye sözde alternatif olan görüfl de çocuklar› korkutarak büyütüyor, eskiden beri olageldi¤i gibi: Cehennemde cay›r cay›r yanars›n, gökten bafl›na tafl ya¤ar, vs.
Biri foto¤raf›n beyaz›ysa, öbürü arab›.
•
Deniz k›y›s›nda, k›rda, ormanda tan›fl-bilifl olanlar kentte birbirini
görmezden geliyor.
•
“Neden Latin rakamlar› kullan›yorsun?” diye sorduklar›nda, “Kapitalizmden ne kadar uzak kal›rsam, o kadar iyi,” diyorum.
•
“Güzel bir geceydi”, “Çok hofl iki saat geçirdik”, “Hoflça kal” vs. bütün bu yaflamc›l sözlerde ölümcül bir fley var.
•
Geçende bir soruflturma aç›ld› “70’li y›llar›n fliiri” ya da “70 Kufla¤›”n› konu alan. “70’li y›llar denince, ilk elde, 71 ve 80 darbeleri geliyor
akla, yani iki darbe aras›. 1950 sonras› fliirimizin tarihi bir bak›ma darbelerin tarihi de¤il mi? Yoksa bir fliirin geliflimi say›lara göre, onarl› y›llar halinde belirlenemez. “70’li y›llar›n flairleri” denince genellikle 195057 y›llar› aras›nda do¤an flairler akla geliyor do¤al olarak. Böyle bir kuflak elbette var; ama bu kufla¤› belirleyen, büyük ölçüde, poetika de¤il,
politikad›r. Bu kufla¤›n flairleri 70-80 aras›ndaki siyasal ve toplumsal karmafladan, önemli boyutlarda etkilendi. Ama ’70’li y›llar›n flairlerini bir
kufla¤a sokmak, ortak bir poetikalar› oldu¤unu söylemek do¤ru de¤il;
sözgelimi, bir O. Veli ve arkadafllar›n›n ç›k›fl›, bir 2. Yeni gibi. Böyle bir
fliir kufla¤› yoktur. 1972’den bafllayarak, fliirlerini yay›mlatan flairlerin ortak yönleri, politik yönelimleridir. Bir Yaflar Miraç’la bir Ahmet Erhan’›n
fliirleri aras›nda nas›l bir ortak yön bulunabilir? Ama ikisi de sol politika
içinde yer ald›lar. Bu da fliirlerine farkl› planlarda yans›m›flt›r. Bir de baflka aç›dan bakal›m: Abdülkadir Bulut, Mehmet Taner gibi flairler, daha
önceki yafl kufla¤›ndan olduklar› halde ’70’li y›llar verimli dönemleridir.
Keza, hem bu sat›rlar›n yazar›, hem baflka flairler fliirlerini 80’li, 90’l› y›llarda da sürdürdüler, sürdürüyorlar. Hangi döneme koyaca¤›z onlar›?
64
Sorunu flöyle koymak do¤ru olacak san›r›m. ’70’li y›llar›n bafl›nda
bir bölük flair, özellikle Yeni Dergi’de fliir yay›mlatmaya bafllad›, onlar›
baflka flairler izledi. Bunlar, politik havadan etkilenseler de, ç›k›fl noktalar› farkl›yd› ve nitekim, fliirlerini ayr› yollarda gelifltirdiler. Kimi, fliir damar› tükenip yar› yolda kald›, kimi geçim gailesinde kayboldu. Sürdüren
sürdürdü.
fiiirde ak›mlar, hareketler, manifestolar, öyle ha! deyince olmaz. Bütün sanat alanlar› için geçerlidir bu. Estetik k›p›rdanmalar, ak›mlar vs.
toplumsal geliflmelerle ilgilidir. ’70’li y›llarda fliirlerini yay›mlatan flairler,
toplumsal çalkant›n›n olanca yo¤unlu¤una karfl›n, bir ak›m içinde de¤ildiler. Öte yandan, 70’li y›llarda bir bölük flair, Divan fiiirinde oldu¤u gibi, birtak›m mazmunlar, simgeler kullanarak (güvercin, yürek vs.) birbirlerini and›ran fliirler yazd›lar. Ama bu, bir hareket de¤ildi. Nitekim bu
e¤ilimi “fiiirimizde Ortak Simgecilik” bafll›kl› bir yaz›da elefltirmifltim.
fiunu da ekleyeyim, bu kuflak flairleri 盤›r falan açmam›fllard›r. Kendilerinden önce gelen flairlerden, özellikle Nâz›m Hikmet’ten etkilenmifller, daha sonra bu etkileri özümseyerek kendi fliirlerini gelifltirmifllerdir.
Bütün flairlerin yapt›¤› gibi.
Yineleyecek olursak, 20. yüzy›l Türk fliirinde dört önemli olay oldu.
Birincisi, Yahya Kemal’in fliirle Türkçe’yi buluflturmas›. ‹kincisi, Nâz›m
Hikmet’in muazzam ç›k›fl›. Üçüncüsü, O. Veli’nin her iki flaire tepkisinin
sonucu do¤an ve “1. Yeni” denen olay ve sonuncusu 2. Yeni. “60 Kufla¤› fiairleri” diye de bir kuflak yoktur. Bunlar›n da ortak yönleri, ilk baflta
politik tutumlar›yd›. Bir Refik Durbafl’la bir ‹smet Özel’in fliirleri nerde
kesifliyor ki!
•
Bundan böyle, bir konu¤u olacak “Notlar”›n: Çarpanbal›k. Dizelerle dokundurup çarpan bir bal›k!
ÇARPANBALIK
NAZDROVYE ‹NTEL‹REJENS‹YA!
Duydum
‹smini çakt›r›yormufl fluara
Herdaim oturdu¤u masaya
Beyaz Rus lokantas›nda.
det flu ki
Öldükten sonra çak›l›r
‹smi fluaran›n masaya.
65
Demek, bu zevat
Kendi ölüsünü seyrediyor
Her akflam ayn› masada.
“B‹R fi’‹R‹ SURET GÖRÜNMÜfi B‹R HAYAL OLMUfi SANA”
Olmayan saçlar›n› düzeltiyor durmadan
Ona sorarsan, Türk fliirini onar›yor
EMEKL‹ B‹R fiA‹RE
Bütün gün bekliyor oltada
Belki bir fliir vurur diye
Küfrediyor bir yandan
A¤lar› dopdolu
fiiirden dönen bal›kç›lara
REKLÂM‹YE
Bafllang›çta KELÂM vard›
Sonra REKLÂMLAR bafllad›
Tekel votkas›ndan SM‹RNOFF’a
Diyalektik
Ve hain
Bir sݍramayla!
Ossaniye
Tüh! dedi Brecht’in biras›na.
Ondan gayr›
Gitsin diyalektik
Gelsin PERMAT‹K!
.................
(Bu fliir de, esinleyen gibi, kendini yar› yolda b›rakt›.)
KELEKTRA
Bir bahartesi rastlad›m size
Günlerden H›yarflembe’ydi
Yafll› ve ölü bir flâire âfl›kt›n›z
Sakall› bir çilek gibi
Batm›flt›m düfllerinize.
66
Size göre ben bir toy
Oysa Tolstoy.
Gerçekte
Ne ben vard›m, ne de o
Bu oynanmayan oyunda.
Yatt›kça Hayalhanenizde
Pijamal› bir karpuz gibi baban›z.
REDD-‹ M‹RAS
“Art›k sevmiyorum flu Brahms’›” demifl
Rays’› mezar›ndan dinleyen Brahms
ALAYLI
Sabahtan u¤rad›m ben bir güzele
Dedi: A¤am ben feministim
Dedim: “Bakhalar”› okudun mu?
Dedi ki: Yoh, yoh!
AB DAYISI
Kaç yazar, omuz düflürsen
Bir tüyden bile korkarken?
B‹R ÖNER‹
Gâvur ad› diye
Biny›ll›k MENDE’ye: Gökçea¤aç
M‹DYE’ye: K›y›köy
T‹R‹LYE’ye: Zeytinba¤›
Deyip de BARBAROS’a: (Mesela) Bahrî Dede
Demezsek hat›r› kalmaz m› Hayrettin Pafla’n›n?
HOROZ S‹KLET
“Yine kap›flm›fl” dediler “fluara kad›s›”
Dedim: “Müteflair güreflidir.”
67
Ferruh Tunç
YOR, YOR ISRAEL
Her fley sonra gerçek oluyor
her gerçek sonra hakl› ç›k›yor
hakl› ç›kan yasa koyuyor
yasa koyan boyun vuruyor
boyun vuran doymuyor.
– Anla flair, Orta Do¤u’da neler oluyor?
NA‹F ÇÖZÜM
Bat›dan tümen, tümen Türk
sevk edilsin Do¤u’ya
bu sorunu çözmek için
B›rak›p ifllerini bir süre için yurtseverler
harcay›p kefenleri için saklad›klar› son liralar›n›
tozu tepeye, bulutu dereye, köyü flehre katarak yürüsün
Bir ordu bu, yurdu sevenlerden kurulu
Trenlerle gidilsin
inflaat iflçilerini de tafl›yan
Haval› kornal› otobüslerle, düfller ço¤altan
Uçaklarla, kanatlar›nda alt›n flovalye yüzü¤ü
Posb›y›kl› kamyonlarla, yak›t depolar› geniflletilmifl
Ama seleleri silme gül
cepleri tarç›n ve tütün
yüklü olsun.
68
Mete Özel
UZUN GECE
bir gecesi bitti eteklerimin
sisi da¤›ld›
art›k konuflmal›y›m
yükünü kald›ramayan asker
ler eziyor ruhumu
çalacaklar tarç›n›m› huflumu
kan›yor eteklerim günle güneflle
kan›yor
günle
güneflle
yetmifl iki göz bir kez görmez miymifl
körlük mercekle bakmaktan
unutufl rengârenk afifllerdeymifl
ça¤l›yor derelerim
morarm›fl 盤l›klar›
eteklerime ça¤›rmal›y›m k›rk tan›¤›
k›rk ozan›
k›rk›n›n da kan› yerde kalan›
konuflmal›y›m
69
KARANLI⁄IN YÜRE⁄‹
fiavkar Alt›nel
Yaz biteli neredeyse bir ay olmas›na ra¤men, uçaktaki ‹talyanlar›n
ço¤u bronz tenli ve tabii fl›kt›. Soluk yüzüm ve eski pantolon ve gömle¤imle kendimi hantal bir kuzeyli, E. M. Forster’›n romanlar›ndan ç›kma,
Akdeniz’e ayak uyduramayacak kadar renksiz ve tutuk bir ‹ngiliz, ya da
Venedik’te ölüme gitti¤ini bilmeyen Gustave von Aschenbach gibi duydum. Ama gerçekte ölüme do¤ru giden ben de¤ildim, Venedik’ti. Nüfusunun 1966’daki büyük selden beri sürekli olarak düflmekte oldu¤u flehrin 2050 y›l› gelmeden tamamiyle metruk hale gelip turistlerin para ödeyerek girece¤i bir aç›k hava müzesine dönüflece¤i, ekonomisinin de flimdiden kötü oldu¤u, ünlü Murano camlar›n›n bile art›k gizlice ucuza
Çin’de yapt›r›l›p sahte etiketlerle piyasaya sürüldü¤ü yollu karanl›k söylentiler vard›.
Gene de, bu yolculu¤a kadar S.’yle birlikte flehre hep trenle geldi¤imiz için, son olarak yirmi y›l önce yaln›z bafl›ma yapt›¤›m bir yolculukta,
iyice gecikmeli kalkan bir charter uça¤›ndan flafak sökerken indi¤imde
gördü¤üm küçücük havaliman›, bu dedikodular› yalanlamak istercesine,
çeki düzen verilip büyütülmüfltü. Gösteriflli yeni terminalden ç›kt›¤›m›zda, o uzak May›s sabah›nda beni karfl›layan bofl alanda bu sefer bir kat
otopark› buldum. Ard›ndan, Venedik’in ulaflt›rma kurumu ACTV’nin,
numaras› hâlâ 5 olan, ama o da körüklenip büyümüfl otobüsü geldi. Binip oturduk, camdan bakmaya bafllad›m.
Yollar boyunca uzanan limon, portakal, nar a¤açlar›, panjurlu villalar ve küçük kald›r›m kahveleri, tan›d›k bir yere uzunca bir aradan sonra geri döndü¤ümde her zaman içime dolan, bir hastal›ktan kalk›p dünyay› yar› titrek bir flekilde yeniden keflfetmeye bafllam›fl oldu¤um duygusunu bir defa daha tatmam için haz›rlanm›fl gibiydi. Anakaray› Venedik
adas›na ba¤layan doldurma yoldan geçerken, hemen yan›m›zdan uzanan
demiryolunda ilerleyen bir trenin üstündeki yaz›dan, eski Devlet Demiryollar› Ferrovie dello Stato’nun – büyük olas›l›kla, özellefltirme sonucu –
Trenitalia’ya dönüflmüfl oldu¤unu gördüm. Sonra otobüs, adan›n k›y›s›nda, Venedik’te motorlu kara tafl›tlar›n›n girmesine izin verilen tek yer
olan Roma Meydan›’na ulaflt›. Çantalar›m›z› al›p meydan›n hemen öbür
ucundaki iskeleden bu sefer de ACTV’nin vaporettolar›ndan birine bindik ve bir anda kendimizi Büyük Kanal’›n iki yan›nda s›ral› yüzlerce y›ll›k, sütunlu, oymal›, kabartmal› tüccar konaklar›n›n, mermer kapl› kilise70
lerin ve gondol ba¤lamak için yap›lm›fl k›rm›z›-beyaz çizgili ahflap direklerin oluflturdu¤u beylik kartpostal manzaras›n›n ortas›nda bulduk. Venedik, her köflesine da¤›lm›fl yüzlerce hediyelik eflya dükkân›nda sat›lan
karnaval maskelerinden de büyük ve de¤iflmez bir maske takm›fl, her fleyin her zamanki gibi oldu¤unu söylüyordu.
***
Bu Venedik yolculu¤unu bütün öncekilerden ay›ran özellikle bu defa otelde de¤il, bir haftal›¤›na tuttu¤umuz bir apartman dairesinde kalacak olmam›zd›. Vaporettodan inince ‹ngiltere’den getirdi¤imiz haritaya
bakarak, arada bir büyükçe bir meydana da aç›lan, ama ço¤u birbirinden
dar olan sokaklara sapmaya bafllad›k. Venedik’teki bu s›k›fl›kl›k küçük bir
adada fazla yer olmamas›ndan kaynaklan›yor olabilirdi, ama her yerin neden alabildi¤ine eski ve harap da oldu¤unu hiçbir zaman ç›karamam›flt›m. Büyük Kanal’›n k›y›s›ndakiler ve bir iki baflka bölgedekiler d›fl›nda,
çürümekte olmayan tek bir yap› yokmufl gibiydi. Birbirini izleyen kirli
tu¤la yüzler ve s›valar› dökülmüfl, çatlak duvarlar Venedik’in neredeyse
tümüne baflka flehirlerin en yoksul kesimlerine özgü görünümü veriyordu. Bu benim gibi gelip geçici bir ziyaretçi için Büyük Kanal’›n biraz fazla alacal› “görkem”inden belki daha ilginçti, ama burada sürekli oturanlar› rahats›z etmemesi garipti. Her tarafta su olan bir yerde rutubet ciddi bir
sorun olsa da, y›prat›c› etkilerinden korunman›n bir yolu yok muydu? Ya
da kimse ölmekte olan bir flehre hiçbir yat›r›m yapmak istemiyor muydu?
Sonunda, sokak bile denemeyecek, iki kiflinin yan yana yürümesi imkâns›z olan bir geçitte, kalaca¤›m›z yeri bulduk. Duvarda, Venedik’te her
yerde görülen türden, içbükey yuvarlak bir yüzeyin ortas›nda bir dü¤meden oluflan alt› büyük pirinç zil, üçlü iki s›ra halinde alt alta diziliydi, ama
d›fl kap› bizi bekleyerek aç›k b›rak›lm›flt›. Apartman›n, d›flar›daki soka¤›n
aksine, genifl ve tertemiz olan holünden geçip merdivenlerden ç›kt›k. Birinci kattaki iki daireden hangisinin bizimkisi oldu¤u belli de¤ildi. Ama
kap›lardan birisini rastgele çald›¤›m›zda beliren genç kad›n, aksanl› ama
ak›c› ‹ngilizcesiyle kendini emlak flirketinden Signorina Zocalli olarak tan›t›p bize evi gezdirdi, mutfaktaki beyaz eflyalar›n nas›l kullan›laca¤›n›
aç›klad›, sonra da evsahibinin üst katta yaflad›¤›n›, ama bir sorun olursa
onunla de¤il, cep telefonundan kendisiyle ba¤lant› kurmam›z› söyleyerek
evsahibinin, bir suç iflleyecek olursak hemen görecek kadar yak›n, ama rahats›z edilemeyecek kadar da önemli oldu¤unu vurgulay›p gitti.
Merdivendeki ayaksesleri dinince çevremi bir de kendim gözden geçirdim. Neredeyse befl metre yüksekli¤indeki tavanlar, genifl odalar ve
dar bir kanala bakan, tepesi yar›m ay biçiminde, ince, uzun, yeflil kepenkli pencereler buras›n›n da bir zamanlar hem ev, hem de depo ifllevi
71
gören bir tüccar kona¤› ya da, ‹talyanca’da kullan›lan kelimeyle, palazzo
oldu¤unu söylüyordu. Bafllar›m›z›n üstünde gizli varl›¤›n› sürdüren evsahibi, Büyük Kanal’›n k›y›s›nda olmasa da, böyle bir konut yapt›rtacak kadar varl›kl› olan, ama zamanla bir ölçüde yoksullafl›nca bu konutu dairelere bölüp apartmana çevirmeyi seçen eski bir tüccar ailesinin son üyelerinden biri olmal›yd›. Bu evle ve ailenin kalan servetiyle birlikte, art›k
kullan›lmamas› gereken, ama ‹talya’da sahip olan herkesin gene de kulland›¤› bir soyluluk payesini de devralm›fl bir baronessa ya da hatta contessa olmas› bile mümkündü. Venedik’te art›k temelde yaln›zca yafll›lar
oturdu¤u ve içlerinde en büyük alt grubu da, genelde erkeklerden daha
uzun yaflayan kad›nlar oluflturdu¤u için, kad›n oldu¤una emindim.
Oturma odas›ndaki büyük hal›, deri kanepeler, a¤›r büfe ve küçük
iskambil masas›yla dört sandalye de, fazla abart›l› bir flekilde olmadan,
bir palazzoya yak›flacak düzeydeydi. Sonra, gölgede kalan bir köflede bir
caml› dolap görüp içindekilere bakmaya gittim. Raflardakilerin büyük
ço¤unlu¤u 40’l› y›llar›n sonlar› ya da 50’li y›llar›n bafllar›ndan kalm›fl gibi duran dil ö¤renme k›lavuzlar›yd›: English Grammar, Le Français du
Jour, Metodo Razionale per lo Studio della Lingua Tedesca. Bu sonuncusunun ad›n› çözebilmek güçtü. “Lingua Tedesca”n›n “Alman dili” demek oldu¤unu biliyordum, ama “razionale” ne anlama geliyordu? Almanca ö¤renmenin rasyonel olmayan yöntemleri de mi vard›?
Ayn› dönemden kalma, on iki ciltlik bir ‹talyanca sözlük dil izle¤ini
sürdürüyordu, ama bir befl-on y›l daha genç olan öbür kitaplar baflka bir
k›lavuz türünün örnekleri, ‹zlanda’dan Kenya’ya, Arjantin’den Tayland’a
kadar ülkelerle ilgili gezi k›lavuzlar›yd›. Kitap olmayan bir rafta da çevrelerine birer lastik bant geçirilmifl üç deste eski kartpostal duruyordu.
Bunlar›n en tepesinde yer alan kartpostallardan birinin üstünde “Jaipur”, yan›ndakinin üstünde de “Denver” yaz›yordu; büyük bir meydan›
gösteren üçüncüsünün ise nerede edinildi¤i belli de¤ildi. Dil ö¤rencisi,
rasyonel ya da irasyonel yöntemlerle ö¤renimini tamamlad›ktan sonra,
pek az insan›n seyahat etme f›rsat› bulabildi¤i bir dönemde dünyay› dolaflmaya ç›km›fl, sonra da gördüklerinden memnun kalmay›p gezileriyle
ilgili her fleyi bu dolapta b›rakm›fl gibiydi. Bunu yapan evsahibi mi, yoksa baflka birisi miydi? Elimi dolab›n kap›s›na uzat›p kilitli oldu¤unu görünce, baflkalar›n›n hayatlar›na her zaman merak duydu¤um ve diller ve
yolculuklarla da özellikle ilgilendi¤im için, önce Signorina Zocalli’nin b›rakt›¤› anahtarlar›n, sonra da ‹ngiltere’deki kendi ev anahtarlar›m›z›n
içinde uygun olabilecekleri tek tek denedim; ama hiçbiri ifle yaramay›nca vazgeçmek zorunda kald›m. S. yol yorgunu oldu¤unu söyleyip çoktan
yatm›flt›. Ben de yatakodas›na gidip yan›na uzand›m ve çok geçmeden
uyuyakald›m.
72
Saat befle do¤ru kalk›p soka¤a ç›kt›k, ama fazla dolaflmad›k. Saçlar›
boyal›, yüzleri makyajl› ‹talyan kad›nlar›n›n, al›flverifl sepetlerini tafl›mak
yerine, uzun saplar›ndan tutup köpek gezdirir gibi arkalar›ndan sürükledikleri bir marketten hafta boyunca yiyeceklerimizle birkaç flifle ucuz flarap ald›k ve elimizdeki torbalarla kendimizi Venedikliler gibi duyarak, y›llard›r otuyormuflcas›na çoktan “ev” demeye bafllad›¤›m›z yere döndük.
Yapt›¤›m›z türlü haz›r olup flaraplardan birini açt›¤›m›zda, hepsi
aç›k olan, kanala bakan pencerelerin ötesinde derin bir akflam durgunlu¤u çökmüfltü. Hâlâ tükenmemifl olan gün›fl›¤›nda mutfa¤›n yan›ndaki yemek odas›nda sessizce yeme¤imizi yedik, sonra da flarab›n kalan›n› al›p
oturma odas›na geçtik.
Arada bir, Venedik’te taksi olarak kullan›lan motorlardan birinin
kanal›n iki yan›ndaki yap›lar›n yo¤unlaflt›rd›¤› sesi birkaç yüz metre öteden duyuluyor, yaklafl›p yükseliyor, ard›ndan da motorun pencerelerin
alt›ndan geçip gitmesiyle oda gene sessizli¤e gömülüyordu. Giderek motor sesleri tümüyle dindi, ama bir yar›m saat kadar sonra bu sefer de bir
müzik sesi duyunca gidip d›flar› bakt›m.
Bir grup Japon turist k›z iki gondola dolmufllard›. K›çtaki has›r flapkal› gondolcular ince uzun küreklerini suya bat›r›p ç›kar›rken, öndeki
gondolun burnunda oturan fliflman bir akordiyoncu çalg›s›n›n körü¤ünü
aç›p kap›yor, arkas›nda ayakta duran, kel kafal›, gözlüklü bir adam da,
yüzü k›zlara dönük olarak, inan›lmaz derecede tatl› bir baritonla, nakarat› ma è finito, è finito (ama bitti, bitti) olan bir flark› söylüyordu. Bitenin sevgi mi, gençlik mi, hayat m› oldu¤unu anlayabilecek kadar ‹talyancam yoktu. K›zlar, beni görünce, tatilde olan insanlar›n mutlulu¤uyla gülerek el sallad›lar. Ben de karfl›l›k verdim ve a¤›r a¤›r uzaklafl›rlarken arkalar›ndan bakt›m. ‹çlerinden biri, y›llar sonra, Tokyo’nun uçsuz bucaks›z banliyölerinde bir efl ve anne ya da yaln›zca ortayafll› bir kad›n oldu¤unda bir gün ans›z›n bu k›sa su yolculu¤unu hat›rlayacak ve kel adam›n
kararan kanal›n üstünde ma è finito, è finito diye yükselen sesini duyacak m›yd›?
Dönüp yerime geçtikten sonra bir daha d›flar›dan bir fley duyulmad›
ve odada sessizlikle birlikte karanl›k da yo¤unlaflt›. Ama yar›m ay tepeli
ince uzun pencerelerin gri siluetleri d›fl›nda her fley gözden silinene ve
sonra onlar da kaybolana kadar, ›fl›klar› yakmadan, flarab›m›z› içerek
oturduk.
***
Sabah uyand›¤›mda S. hâlâ uyuyordu. Oturma odas›na gidip kepenkleri açt›m. Akflam çöken büyük sessizlik sürüyordu. Gün boyunca, o
anda kendi içinden bir tekne geçiyor olmasa bile, ba¤l› oldu¤u öteki ka73
nallardan geçen teknelerden gelen küçük dalgalarla k›p›rdan›p duracak
olan kanal henüz öylesine durgundu ki karfl›daki yap›lar› bir ayna netli¤iyle yans›t›yordu. Kald›¤›m›z palazzonun iki benzerinin aras›nda uzanan bahçe duvar›n›n ötesinde görülen, daha uzak bir sokaktaki evlerin
harap yüzleri dinginlik içindeydiler. Yeni mavileflmeye bafllayan gök yukar›da temiz ve bombofltu. Bir an bu hareketsiz sabah resmine bakt›m,
sonra mutfa¤a yöneldim, kendime çay yap›p kahvalt› ettim ve ceketimi
al›p dolaflmak için usulca d›flar› ç›kt›m.
Otobüs gar›yla birlikte Büyük Kanal’›n kuzey ucunun iki yakas›na
bekçilik eden tren istasyonuna vard›¤›mda flehir art›k güne bafllam›flt›.
‹lk trenlerle Venedik’te çal›flmaya gelenler istasyonun genifl beyaz basamaklar›ndan iniyor, zaman zaman da birileri kalabal›ktan ayr›l›p, ön yüzündeki heykellerle daha çok bir Roma tap›na¤›n› and›ran Santa Maria
di Nazareth kilisesine dua etmeye giriyordu.
Vaporetto iskelelerinin ötesinde bafllayan, iki yan›nda küçük otellerin oldu¤u soka¤›n öbür ucundaki meydanda, bir zincirin parças› oldu¤u
izlenimini veren, biraz özelliksiz yeni bir kitapç› aç›lm›flt›. Önünden geçerken, vitrinde sergilenen klasikler aras›nda bir Conrad çevirisi de oldu¤unu gördüm: Cuore di Tenebra.
Çocuklu¤unda kuzenlerinden birinin dad›s› sayesinde birkaç ay
içinde anadili gibi Frans›zca konuflmaya bafllayan, yirmi bir yafl›nda ö¤rendi¤i ‹ngilizceyle de bu dildeki önde gelen romanc›lardan biri olan
adam›n Cuore di Tenebra’n›n Karanl›¤›n Yüre¤i anlam›na geldi¤ini ç›karmas› herhalde zor olmazd›. Conrad kendime en yak›n buldu¤um birkaç yazardan biriydi, ama, en ünlü yap›tlar›n›n önemli bir bölümü gibi,
Karanl›¤›n Yüre¤i de bence en iyi yap›tlar› aras›nda de¤ildi. Bu k›sa roman›n, boyundan beklenmeyecek ölçüde karmafl›k oldu¤u yads›namazd›. Bafll›kta sözü edilen karanl›k “balta girmemifl” Afrika’n›n karanl›¤›
de¤il, sömürgecili¤in Afrika’da yaratt›¤› karanl›kt›. Buna karfl›l›k, kitap
dar bir anlamda “siyasi” de¤ildi; sömürgecili¤in ard›nda, dünyay› ele geçirmek isteyen insan yüre¤inin karanl›¤›, onun ötesinde de, bütün insan
isteklerine karfl› kay›ts›z olan dünyan›n daha da büyük karanl›¤› yat›yordu. Bütün bunlara elbette hiçbir itiraz›m yoktu, ama, unutulmaz sahneler içerse de, Karanl›¤›n Yüre¤i sonunda a¤dal› ve melodramatikti. Conrad söylemek istedikleri için gerekli olan tonu tam bulamam›fl ya da okurun anlamas›n› sa¤lamak için kas›tl› olarak afl›r›l›¤a gitmifl gibiydi. Çeflitli diller bilen, dünyan›n büyük bölümünü dolaflan, ama hiçbir yere ait olmayan yazar›n, bütün insan çabalar›n›n bofluna oldu¤unu gören yabanc›laflm›fl bak›fl›n› köklü ama bir o kadar da sessiz bir melankoliyle kahramanlar›na çevirdi¤i Gençlik ve Almayer’in Ç›lg›nl›¤› gibi daha az tan›nan
yap›tlar› bana göre büyüklü¤ünün çok daha kesin kan›tlar›yd›.
74
Conrad’› düflünürken gezimi epeyi uzatm›flt›m. Ayn› yolu izleyerek
yar›m saat sonra geriye döndü¤ümde S. kalkm›flt›. Turist sezonu geçmekte oldu¤u için oldukça bofl olan bir vaporettoyla, Büyük Kanal’la birlikte
birçok insan›n kafas›ndaki Venedik’i oluflturan San Marco Meydan›’na
indik. Ama Doç’un saray›na, garip kubbeleriyle peri masallar›ndan ç›km›fl gibi duran katedrale, ayr› bir yap› olan sivri daml› çan kulesine ya da
sütünlu geçitler üzerinde meydan›n üç taraf›n› çeviren eski gri yap›lara
bakmak yerine, bunlara bakanlara bakt›k. Sonra Arsenale’ye do¤ru yürüyüp iki y›lda bir biyenalin düzenlendi¤i parkta gezindik, ö¤le yeme¤imizi oldukça geç olarak küçük bir lokantada yiyip saat üçe yaklafl›rken geriye do¤ru yola ç›kt›k ve sonunda biz de Venedik’te turist oldu¤umuz için,
akflam kendimizi gene San Marco’da bulduk.
Venedik en yo¤un oldu¤u dönemlerde bile bir saatten sonra durgunlaflt›¤› için, ortal›kta gündüz gördü¤ümüzün en ço¤u üçte biri kadar insan vard›. Doç’un saray›n›n pembe-beyaz duvarlar› karanl›kta donukça
parl›yordu. Meydan›n iki yan›ndaki sütunlu geçitlerin önüne karfl›l›kl›
olarak masa ve sandalyelerini yerlefltirmifl iki rakip aç›k hava kahvesinde
her zaman oldu¤u gibi birer küçük orkestra çal›yor, ama aradaki uzakl›¤›n büyüklü¤ünden sesleri birbirine kar›flm›yordu. Quadri’in önünden
geçip bakt›k, ama sonra Florian’da oturmay› seçtik.
Ço¤u genç, bir yolculuk s›ras›nda bir defa yap›lacak bir harcama olarak bile bir fincan kahveye on befl euro verecek durumda olmad›¤›ndan,
masalardakilerin önemli bir bölümü de Venedik’te oturdu¤u söylenenler
kadar yafll›yd›. Orkestra da, müflterilere uygun bir flekilde, altm›fl y›l öncesinin dans müzi¤i içinde bir tura ç›km›flt›. “Son Vals”in ortas›nda ›smarlad›¤›m›z çaylar›m›z “‹yi Geceler Sevgilim” biterken geldi, ard›ndan
da “Yanak Yana¤a” bafllad›.
Bundan sonraki parçay› tan›mad›¤›mdan çevreme bakmaya bafllay›nca yak›nda oturan beyaz saçl› bir kad›nla orta yafll› bir adam gördüm ve
müzi¤in aras›nda kula¤›ma gelen konuflmalar›ndan ‹ngiliz olduklar›n› anlad›m. Bir buz kovas›n›n içinde aralar›nda duran flampanya fliflesi buraya
bir fleyleri kutlamak için gelmifl bir ana-o¤ul olduklar› izlenimini veriyordu. Belki annenin yetmifl befl ya da sekseninci do¤umgünüydü, o¤lu da arma¤an olarak onu, gençk›zken görüp çok sevdi¤i Venedik’e getirmiflti.
Adama bakarken akl›ma, çocuklu¤umda radyoda dinledi¤im, ama ya
kay›plar bafl edilemeyecek kadar ço¤ald›¤›ndan ya da bulanabileceklerine
iliflkin iyimserli¤imiz yok oldu¤undan, kendileri de çoktan kay›plara kar›flan “Kay›p Mektuplar›” gelmiflti: On yafl›ndayken ‹stanbul’da bir aileye
evlatl›k olarak verilmifl, bir daha kendisinden haber al›namam›flt›r. On-on
bir yafl›ndayken ‹ngilizlerin büyük okullar›ndan birine – aksan›na bak›l›rsa en az Marlborough’ya – verilmifl ve son derece iyi bir e¤itim alm›flt›.
75
Belli bir s›n›ftan ‹ngilizler için bu, temelde edebiyat e¤itimi demek oldu¤undan, edebiyattan nefret etse bile, baflka bir kökenden gelen bir edebiyat profesöründen daha fazla fliiri ezbere okuyup daha fazla al›nt›y› hemen tan›yabilece¤i kuflkusuzdu. Ama bu e¤itimle birlikte, duygular›n› gizlemeyi, her fleyi içine gömmeyi, kendisinden “ben” de¤il, “insan” olarak
söz etmeyi (“‹nsan böyle fleylerden konuflmaktan hofllanm›yor”), hayat ve
ölümle ilgili bütün düflüncelerini beyninin en uzak köflelerine sürmeyi ö¤renmiflti. Arada bir, inci kolyesini düzelten annesi de, o¤lundan çeyrek
yüzy›l önce, benzer bir k›z okulunda, Roedean ya da Cheltenham Ladies
College’da ayn› e¤itimin yaln›z biraz daha az s›k› olan bir biçiminden geçti¤i için o kadar farkl› de¤ildi. fiimdi, biri hayat›n›n ortas›nda, öteki de sonunda, burada oturmufl, bu ucuz müzi¤i dinleyerek o pahal› flampanyay›
içiyorlard› ve birbirlerine söyleyecek hiçbir fleyleri yoktu.
Kendimi zorlay›p bafl›m› çevirdim. Orkestra bu aflamada belki özellikle çald›¤› “Gene Buluflaca¤›z”› bitirip k›sa bir dinlenme için da¤›lm›flt›. S.’yle ben de kalkt›k, vitrinlerine “Mallar›m›z›n Hiçbiri Çin’de Yap›lmam›flt›r” yazan k⤛tlar yap›flt›r›lm›fl dükkânlar›n durdu¤u karanl›k arka sokaklardan geçerek “ev”e döndük.
***
Ayn› yaz›larla iki gün sonra Lido’da, ertesi gün de Murano’da karfl›laflt›k. Tatil, bir haftan›n bir apartman dairesinde de yaln›zca bir oteldeki kadar sürdü¤ünü kan›tlarcas›na, h›zla ak›p gidiyordu. Bir ö¤le sonras›nda, Venedik’te her zaman yapt›¤›m›z gibi Guggenheim Müzesi’ne gitti¤imizde son günü gelmiflti.
Ciddi bir güvenlik kontrolünden geçtikten sonra, ‹kinci Dünya Savafl›’n›n ard›ndan ‹talya’ya yerleflen Amerikal› milyoner Peggy Guggenheim’›n sa¤l›¤›nda yaflad›¤› palazzoya girip, sanatç›larla düflüp kalkarak
geçen hayat›nda biriktirdi¤i modern tablolara göz att›k. Magritte’lerin,
Dali’lerin, Pollock’lar›n ötesindeki küçük bir odada “esrarengiz koflullar
alt›nda ölen yetenekli k›z›m”›n elinden ç›km›fl, daha önce görmedi¤im
iki resim as›l›yd›. Bu “esrarengiz” ölümün genç kad›n›n 1967’de Paris’te
lüks bir apartman kat›nda intihar etmesiyle gerçekleflti¤i belirtilmemiflti.
Ama Peggy’nin an›lar›nda büyük bir aç›kl›kla anlatt›¤› çalkant›l› hayat›ndan, 1912’de Titanic’le birlikte sulara görülen babas›, kendisini sokaklarda dövüp bir defas›nda da banyo küvetine bat›r›p bo¤maya çal›flan ilk
kocas› ve onlarca kad›n ve erkek sevgilisi gibi baflka ayr›nt›lar da belki zamanla bir flekilde bu müzeye girecekti.
Sonra d›flar›daki “Heykel Bahçesi”ne ç›k›p buraya gerçekte görmeye geldi¤imiz fleye, Peggy’nin Hong Kong, Sir Herbert ve Gypsy gibi adlar› olan köpeklerinin, sahiplerinin mezar›n›n yan›nda, “Sevgili Bebekle76
rim Burada Yat›yor” diyen bir tafl›n alt›nda gömülü oldu¤u toprak parças›na bakt›k. Hem gülünç, hem de ac›kl› olmay› becermifl bir ömrün içinde, bu hayvanlara duyulmufl olan sevgi belki de tek gerçek fleydi, ama
“Sevgili Bebeklerim”in duygusall›¤› sonunda onu da zedeliyor gibiydi.
O gece, S. ertesi gün gene yorulaca¤›n› söyleyerek erkenden yatt›ktan sonra, art›k “ev” olmad›¤›n› bildi¤im evi, devrald›¤›m de¤il terk edece¤im bir yer olarak son bir defa dolafl›p oturma odas›ndaki hal›ya, deri
kanepelere, iskambil masas›na ve kap›s›n› açamad›¤›m, dil kitaplar› ve
kartpostallarla dolu caml› dolaba bakt›m. Ard›ndan da, yapacak baflka bir
fleyim olmad›¤› için ben de yatt›m.
Sabah on bire do¤ru Signorina Zocalli gelip evsahibinin anahtarlar›n› geri ald›. Uça¤›m›z gece on buçukta kalkaca¤›ndan, havaliman›na
gitmek için yola ç›kana kadar daha sekiz saatimiz vard›. Ama, Venedik’teki zaman›m›z›n o noktaya kadar geçen k›sm› gibi, önce onlar, sonra da
terminale var›p uçufla kaydolduktan sonraki süre çabucak geçti.
Yaln›zca yolcular›n al›nd›¤› bölüme girdi¤imizde, bizimkisi günün
kalan tek uça¤› oldu¤undan, ortal›k tenhalaflm›fl, dükkânlar›n ço¤u kapanm›flt›. ‹ndirilmifl kepenklerin aras›ndaki büyük ›fl›kl› reklam panolar›
bir terk edilmifllik havas› yay›yordu. Venedik, günlerdir oynad›¤› rolün
umutsuzlu¤unu kavray›p, tükenmekte oldu¤unu itiraf etmeye karar vermifl gibiydi. ‹ngiltere, Avrupa Birli¤i içinde belgesiz dolafl›m› kabul etmedi¤inden, pasaport kontrolünden geçip ikinci bir bölüme al›nd›¤›m›zda
hayattan daha da yal›tlanm›fl oldu¤umuz duygusuna kap›ld›m.
Bir saat sonra çoktan havalan›p flehrin ›fl›klar›n› ard›m›zda b›rakm›flt›k. Ço¤u kendi koltuklar›nda uyuyan öteki yolcular gibi, S. de bafl›n›
omzuma dayay›p uyumufltu. Uçak monoton v›nlay›flla a¤›r a¤›r Alpler’i
geçiyordu. Karanl›¤›n içinde güçlükle seçilen afla¤›daki karl› doruklara
bakt›m. Gece uçufllar›n› hep sevmifltim, ama bu seferki k›sac›kt› ve ‹ngiltere’de günlük hayat›mla k›fltan baflka beni bekleyen bir fley yoktu. ‹çime
garip bir yorgunluk çökmüfltü. Bak›fl›m› camdaki belirsiz yans›mama çevirip m›r›ldand›m: “Bütün hayat›n› yolculuklarda geçirdin. Ama dolafl›rken gördü¤ün sahnelerden o özledi¤in çarp›c› kurmacalar› türetebilece¤ini, gondollar›n›n içinde geçip giden Japon k›zlar›n›, San Marco Meydan›’nda annesi ile oturan adam›, Peggy Guggenheim’›n ç›lg›n hayat›n› hüzünlü ama mesafeli bir havayla anlatarak, belli vurgu ve motiflerle donatarak, y›llard›r kendine ö¤retti¤in bütün o hilelerle iflleyerek onlar› da,
kendini de gerçekte oldu¤unuzdan daha derin, karmafl›k, ilginç k›labilece¤ini sanma; durmadan imparatorlu¤unu kurmaya çal›flan, yaz› denilen
yarat›¤›n haris yürek vurufllar›na kulak vermeyi b›rak; senin de, herkesin
de yaflad›klar›n›n, hiçbir dil dersinin ya da kelime y›¤›n›n›n de¤ifltiremeyece¤i bir dizi anlams›z kartpostaldan baflka bir fley olmad›¤›n› kabullen;
her fleyi tozlu bir dolaba kilitleyip unut art›k.”
77
KADINSIZ DEMOKRAS‹ OLMAZ!
Server Tanilli
Art›k biliniyor: Kad›nlar üstüne imgeler, kimi kez ana, kimi kez bafltan ç›karan, aras›ra cadaloz ve ço¤u kez zay›f olarak, zihniyetlerde kök
salm›fl haldedir. Reklamlar›n hiç vazgeçmedi¤i bu çarp›k malzeme, f›rsat›n› yakalad›¤›nda sineman›n, spor ya da politikan›n da ifline gelir. Maçoluk ve kad›n düflmanl›¤›, flu son y›llarda gerilemifl iseler de, feminizme
karfl› olufl kaybolmad›; sadece, baflka biçimlere giriyor.
Öte yandan, kad›n haklar› mücadelesi, feminizm, temel haklar›n kazan›lmas›nda yollar açt›. Bununla birlikte, ilerleme çok a¤›r gitti ve gidiyor. Son y›llarda, siyasal iktidar› kad›nlarla erkeklerin eflitçe paylaflmalar› (parite) yolunda geliflmeler buna bir örnektir. ‹ktisadi, sosyal ve kültürel örgütlerde y›¤›nla meslek kad›nlar›n oldular; öyle de olsa kad›n kadrolar yine de az›nl›k halindeler.
Görülüyor ki, kazan›lacak daha çok savafl ufukta.
Ama flimdiden belli olan da flu: Kad›nlar, kimi dinsel inançlar ad›na,
ya da feminist hareketler ve sivil örgütler sayesinde, kendilerini kuflat›p
bask› alt›na alan kurulu düzene karfl› koyuyorlar. Afrika’da, Ortado¤u’da, Birleflik Amerika’da, Avrupa’da, nerede olurlarsa olsun, kad›nlar,
savafla girmifller ve köprübafllar›n› da tutmufllard›r. Kimi zaman, mücadeleleri erkeklerin mücadeleleri ile iç içe oluyor ve mevzileri kazanmakta
yarar› da oluyor.
Özetle kad›nlar, her fleye karfl›n savafl›yorlar...
Türkiye’ye bak›ld›¤›nda görülen nedir?
*
Bir genel hat›rlatma ile bafllamal›: Bat›’da “Kad›nlar›n Devrimi”ne,
özellikle erkek-kad›n eflitli¤i gerçe¤ine, gecikerek de olsa Türkiye de kat›lm›flt›r; ve bu, Bat›’daki “Ayd›nlanma”n›n – ak›lc› ve laik – devriminin,
sonunda Türkiye’ye ulaflmas›n›n bir sonucudur. Bu süreçte, kesin ve radikal ad›mlar› atan da, ba¤›ms›z, laik ve demokratik Cumhuriyet olmufltur. Söz konusu uyan›fl› yaflayan, bütün Müslüman dünyada tek ülke de
bizimkidir.
Ne var ki Türkiye’de, yar›m yüzy›l› aflan bir süredir, laik ve demokratik devrime karfl› güçler, baflta da ‹slamc›lar, erkek-kad›n eflitli¤ine direniyor; “kad›n sorunu”nun çözümünü yokufla sürüyorlar. Böyle bir or79
tamda, Cumhuriyet Ayd›nlanmas›’n›n kad›nlar›n davas›na açt›¤› ufuklar›, özellikle de Medeni Yasa Devrimini, Bat›l› toplumlarda eflitlik do¤rultusunda at›lan ad›mlar› da göz önünde tutarak ve onlarla zenginlefltirerek, her zaman savunmal›y›z!
Öte yandan, ülkemizde, kad›n özgürlük hareketinde, 1980’lerde
bafllayan ve Avrupa’daki rüzgârlara duyarl› de¤iflimin getirdi¤i zenginli¤e de sahip ç›kmal›!
Gerçekten, Türkiye’de o y›llarda tart›flmalar, çetin koflullarda yap›lm›flt›r: 70’li y›llarda, ülke bir tür savafl içindeydi; 80’li y›llara girdi¤imizde ise, bu savafl, sonunda bir faflizm getirmiflti: 12 Eylül 1980’de, ülkede,
insan hak ve özgürlükleri ortadan kald›r›l›yordu; sol düflünce korkunç
bir darbe yiyor ve sa¤c›, dahas› fleriatç› düflünce ve güçlere – iktidara kadar – bütün kap›lar aç›l›yordu. Türkiye’de bu koflullarda, kad›n hareketi
ve feminist düflünce yeni ve de¤iflik bir ivme kazanm›fl ise, baflta kad›nlar›n direnifli ve yarat›c›l›klar› rol oynam›flt›r; hepsi de, ça¤dafllaflma ideolojilerinden yola ç›k›yorlar ve birbirlerini tamaml›yorlard›.
Sonunda, korkulan da bafla geldi: Kas›m 2002’de Adalet ve Kalk›nma Partisi (AKP) iktidara geçti. “Muhafazakârl›k”›n alt›nda dinci/fleriatç› bir ideoloji; liberalizm alt›nda da, ulusal birikimi tasfiye ve bireysel kazanç bulunuyordu; “muhafazakârl›kla uyutup liberallikle soymak” da
çok geçmeden gerçekleflti.
Böyle bir iktidar›n, kad›n hareketimizin, 1980’lerle gerçeklefltirdi¤i
de¤iflimi daha ilerilere götürmesi, ilerici ve gelece¤e aç›k yürüyüflüne
omuz vermesi düflünülebilir mi?
Ayr›ca hat›rlatmal›: Ülkemiz, kahredici çeliflkiler içinde. Kabaran
yoksul kitleye, gitgide ço¤alan iflsiz milyonlar eklenmifltir. Ekonominin
sürekli büyüdü¤ü haberleri bu insanlar› doyurmuyor. Bir de, afl›r› nüfus
art›fl› ve köylerden kentlere akan denetimsiz göç korkutuyor. Böyle bir
ortamda, yükün a¤›rl›¤›n› tafl›yacak olanlar kad›nlar›n omuzlar› de¤il midir?
Tar›m kesimindeki kad›nlar›n derdine kentlerde baflkalar› ekleniyor.
Kimi konulara da de¤inece¤iz.
Toplumumuzda kad›n, ailenin içinde olsun ya da olmas›n, aç›k bir
sömürünün, korkunç bir cinsel açl›¤›n, bu arada dinmez bir fliddetin sultas› alt›ndad›r. Kad›n, kaçma ile de kurtulam›yor; “töre cinayetleri”, kendisini aray›p buluyor ve insanl›¤› da afla¤›l›yor. Olaylar›n incelenmesinde
erkeklere ç›kar›lan “zimmet” gerçekten korkunçtur. Bu zimmete karfl›
ceza yasalar›n›n söyleyece¤i vard›r, ama bir noktaya kadar! Olsun, cezan›n y›ld›rma gücüne baflvurmak da gerekiyor. Özellikle “töre cinayetle80
ri”ni – yürürlükteki sistemle – birkaç y›ll›k bir infaz hikâyesiyle kapamak i¤rençtir. Öte yandan, “aile içi fliddet”, elbette Türklere özgü de¤ildir; ama bunu söylemekle yetinmemeli! Nitekim, sorunun temellerine
indi¤imizde, toplumumuzda aksayan kimi nedenleri de hemen buluyoruz. Örne¤in, çocuklar›n ailede gördüklerini daha sonra kendi efl ve çocuklar›na karfl› uygulad›klar›n› söyleyen uzmanlar› tan›yoruz (Bkz. Hürriyet, 24 Ocak 2006). Özetle, aile içi fliddet ço¤u kez, çocukken aile içinde yaflanan fliddetten kaynaklan›yor. Böylece, e¤itimi aileden bafllayarak
sorgulamak gerekmiyor mu?
Kad›nlar›n verdi¤i eme¤i de hat›rlamal›: Kad›nlar, ne koflullarda ve
ne pahas›na çal›flmaktad›r ülkemizde? Kalk›nmayla birlikte, kad›n, hem
e¤itim olanaklar›na daha kolay ulaflabilmekte, hem de edindi¤i donan›m
sonucu ekonomik özgürlü¤ünü kazanma flans›n› yakalamaktad›r. Ne var
ki, ö¤renim düzeyi yükseldikçe ifl bulma olanaklar› artsa da, evlilik, kad›nlar için sosyal güvence ve statü kazand›ran bir kurum olma niteli¤ini
bugün de korumakta; dolay›s›yla, evlendikten sonra çal›flmama hâlâ yüksektir. Bu arada, yürürlükteki ö¤retim sistemi, ifl yaflam›n›n ihtiyaç duydu¤u nitelikte emek sunulmas›n› engellemektedir. Öte yandan, kentleflmeyle birlikte kad›n›n ev d›fl› dünyayla ba¤lant›s› art›yorsa da: Kad›n›n
birincil görevinin efl ve anne olmas›; kad›nlar›n gebelik, do¤um nedeniyle süreli izin kullanmalar›; eve olan aidiyetlerinin yüksekli¤i; çal›flma yaflam›n›n çocuklara ayr›lan zaman› k›s›tlamas› biçimindeki de¤er yarg›lar› geçerlili¤ini korumaktad›r.
Türkiye gibi geliflme yolundaki ülkelerde kad›n, ne olursa olsun, ülkenin kalk›nmas›nda “potansiyel bir güç”tür. Profesör Türkel Minibafl,
son eserinde (Bu Kez Düflman›n Ad›: Terör, 2005, s. 539-554), kad›nlar
için flu konular›n da alt›n› çiziyor: Küreselleflme ve demokrasi kad›nlar›
etkiliyor; kad›n eme¤inin gücü gittikçe kendini belli ediyor. Ne var ki,
küreselleflmenin gözü kad›n eme¤inde. Böyle bir ortamda, dikkat etmeli: Kad›nlar, bu kez de küreselleflmeye kurban olmas›n!
Yaflamsal bir uyar› de¤il mi!
Cumhuriyet devriminin, milli e¤itimde açt›¤› 盤›r› biliyoruz. Cumhuriyet, 1940’lara kadar dönemde, erkeklere de kad›nlara da elinden geleni yapm›flt›r. Sonraki y›llar ise bir sapma y›llar›d›r ve sonucu da fludur:
Kad›nlar›n e¤itim olanaklar›ndan yararlanmada bir eflitsizlik aç›kt›r. Bu
eflitsizlik ise, s›n›fsal, bölgesel ve k›r-kent aras› farkl›l›klardan geliyor; onlara tutucu ideolojilerin etkilerini de katmal›. ‹ktidarlar›n bugüne dek gideremedikleri e¤itimde cinsel eflitsizlik, k›rsalda, özellikle de Do¤u’da ve
Güneydo¤u’da korkunç boyutlardad›r ve günah›n› da baflta k›z çocuklar
çekmektedir. K›z çocuklar ise, her yönden yaln›z ulusal de¤il, uluslararas› bir sorundur: O sorun ise, çocuk eme¤inin ekonomik sömürülmesini
81
yok etmekten, k›z çocu¤u toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlar hakk›nda e¤itmeye kadar uzan›yor; k›z çocu¤unun statüsünü yükseltmek
için aileyi güçlendirmek de gündemde. Bu sorumluluk ve yükümlülüklere bak›p Türkiye’yi ne denli çetin görevlerin bekledi¤i aç›k de¤il mi?
Dava, k›zlar› okula bafllatmakla bitmiyor!
Bunun yan› s›ra, Cumhuriyet’i kuranlar›n, kad›nlar›n e¤itimine
devrimlerin temeli olarak bakt›klar›n›; k›z çocuklara, e¤itimlerinin her
aflamas›nda insan olduklar› bilinci verildi¤ini biliyoruz. Kad›nlar›n, her
alanda etkin olmalar› özendiriliyor; bafl› dik, e¤itim görmüfl, meslek sahibi “yurttafl kad›n” simgesi iflleniyordu ders kitaplar›nda. Ne var ki
1945’ten bafllayarak, ders kitaplar›nda bafl› dik, e¤itimli hattâ bilim dünyas›na haz›rlanan kad›n görünmez olur; onlar›n yerine görünen, art›k bilgisiz, mesleksiz, tüketici ve sürekli ev içi alanda dolanan tiplerdir. Bunun
gibi, ders kitaplar›nda ayd›nlanmac›, laik, halkç›, ba¤›ms›zl›ktan yana kifliler yer almaz olur; düflünen, tart›flan, araflt›ran, “ba¤›ms›z kad›n ve erkek” imgesinin yerini, inanan ve boyun e¤en insanlar al›r. Cumhuriyet’in kazan›mlar›ndan bu denli uzaktaflt›¤›m›z bir noktada, ülkemizin
yar›m kalm›fl ayd›nlanmas›n›n tamamlanmas› için e¤itimde ciddi ad›mlar
atmak elbette gerekli. Yap›lacak ifller aras›nda ders kitaplar›n›n yeniden
yazd›r›lmas› da yaflamsal de¤il mi?
Son bir konu, erkeklerin kad›nlarla iktidar› eflitçe paylaflmalar›na
gelince... Bat›’da kad›nlar›n siyasal haklar›n› elde etmeleri, ilk aflamada,
seçme ve seçilme aç›s›ndan eflitsizli¤in kald›r›lmas› olarak bafllad› ve 20.
yüzy›l›n ilk yar›s›nda baflar›yla noktaland›. Ne var ki, Bat›’da bile, kad›nlar e¤itim, meslek seçimi ve çal›flma olanaklar› aç›s›ndan daha iyi koflullara sahip olsalar da; gerek özel, gerek kamu kesimlerinde yönetimin yukar› katlar›na gelemedikleri gibi, siyasal yaflamda da pek bir varl›k gösteremiyorlar. Özetle, kad›nlar için, ‹skandinav ülkelerinin d›fl›nda, “temsil
edilmeme” gibi bir durum vard›r ve onu aflma konusu tart›fl›l›yor; engelin giderilmesi ise, baflta demokrasinin yeniden kurulmas›nda ve e¤itimden geçiyor. Bat› ise, “cinslere eflit temsil” olanaklar›n› ar›yor ve “kota
uygulamas›” da bulduklar›ndan biridir.
Türkiye de bu tart›flmalar›n içindedir.
“Kota” denen, partilerin seçimlerde, anayasal ve yasal olarak, kad›nlara ay›rmak zorunda olduklar› – yüzde 25, ya da 30’luk – bir pay, bir
kontenjan. Bu fikir, Türkiye’de, siyasal partilerden çok, sivil toplum kurulufllar› aras›nda yer buldu ve köklefliyor. Ancak siyasal partiler de uyanmal›d›rlar: Atatürk Türkiye’si – kuflkusuz – daha ileriydi; Türk demokrasisinin bu alanda da eksikli¤ini kapatmas›, parlamentomuza yeni bir kimlik kazand›racak ve bir canl›l›k getirecektir. Son olarak, 3 Kas›m 2002 seçimlerinden ç›kan “kad›ns›z ve kasvetli bir Meclis”, bir “Maçolar Mecli82
si” ne getirmifltir? Getirmedikleri, baflka nedenlerin yan› s›ra, bu niteli¤inden de ileri gelmiyor mu?
Kad›ns›z demokrasi olmaz!
“Türban”a gelince... Ça¤dafl dünyada kad›n-erkek eflitli¤i art›k tart›flma d›fl›d›r ve kad›na da yarafl›r. Onu sar›p örtme bahaneleri ile, türban, kad›na karfl› düpedüz bir hakarettir. Türkiye’de, 1923 Devrimi laik
Cumhuriyeti yarat›rken – belki – baflta kad›na verdi¤i yerle sentezini tamamlar. Türban ise, iflte bu senteze karfl› giriflilmifl – ve y›llard›r süren –
genel sald›r›n›n bir parças›d›r; gerici anlamda da, bir “politik simge”dir
kuflkusuz. Avrupa Birli¤i’ne girmek “aflk”›yla tutuflmufl AKP’nin, Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi’nin karar› karfl›s›ndaki tavr›, gericilik ve çeliflmelerle dolu olmufltur.
AKP’nin “türban açmaz›” sürüyor...
‹flte kad›n sorununda gelip durdu¤umuz nokta!
Her fleye karfl›n söylemeli, Türkiye’de kad›n hâlâ “ikinci s›n›f”;
olumlu önlemlerin hayata yans›mas› için de, bir “zihniyet de¤ifliminin”
h›zlanmas›ndan baflka çare yoktur. Bu zihniyet de¤iflimi de kendi kendine gerçekleflecek de¤ildir; verilecek mücadelede erkeklerin pay› da
önemlidir. Ancak, yollar› açacak olan, kad›nlar›n bilinçlenmesidir. Türkiye’de kad›nlar, ne olursa olsun savafl›yorlar...
SÖZCÜKLERE SI⁄INMAK
Emin Özdemir
Gazetelerdeki ölüm duyurular›n› atlar geçerdim eskiden. Ya flimdi?
Tak›l›p kal›yorum. Hele yak›n çevremden biri, bildi¤im, tan›d›¤›m bir
adsa kendi ölümümü düflündürüyor bana. Dostlar›m›n omuzlar›nda tafl›nan tabutumu, dönüflü olmayan yola u¤urlan›fl›m› görür gibi oluyorum.
Betimlenmesi güç bir ac› dolduruyor içimi. Üflüyor, ürperiyorum. Art›k
Montaigne’in y›llar y›l› belle¤imde tafl›d›¤›m ölümden korkmam›z› ö¤ütleyen, “Ölüm size ne sa¤ken kötülük eder, ne ölüyken: Sa¤ken etmez,
çünkü hayattas›n›z; ölüyken etmez, çünkü hayatta de¤ilsiniz” sözleri de
üzerimdeki etkisini yitirmifl gibi. Ölümü güzellefltirmeye, katlan›r k›lmaya yönelik baflka sözler, baflka ürünler de öyle. Bunlar›n yerine Cemal Süreya’n›n flu dizelerini an›ms›yorum s›k s›k.
Ölüm geliyor birden akl›ma ölüm
Bir a¤ac›n gövdesine sar›l›yorum.
Peki, nedir ölüm? Niye ac›, korku ve ürküntü veriyor bize? Söylemeye bile gerek yok, ilk kez sorulmuyor bu sorular. Ça¤lar boyunca sorulagelmifl. ‹nsano¤lunun varoluflsal serüveni üzerinde düflünenler, bu sorular›n insano¤luyla yafl›t oldu¤unu söylerler. Derler ki kendi varl›¤›n›n bilincine varmas›yla birlikte “ölüm nedir?” sorusu da uyanm›fl insano¤lunun kafas›nda. Bu sorunun üzerinde düflünmeye, ölümü sorgulamaya
bafllam›fl insan. Ölümün, bir tür yok olufl, karanl›klar içinde yitip gidifl,
bitimsiz bir ayr›l›k oldu¤unu anlam›fl. Böylesine bir anlam yüklemifl ona.
Bu anlam, korkunun sarmal›na düflürmüfl insano¤lunu. O günden sonra
da ard›na düflmüfl ölümsüzlü¤ün. Ça¤lar boyunca kendini ölümsüz k›lman›n yollar›n› aram›fl durmufl.
‹nsano¤lunun ölümü yenmek, ona direnmek için önceleri tek güç
varm›fl elinde: Sözcükler. ‹nsana ›fl›k tutan bir güçmüfl bu. Yuhanna’n›n
‹ncil ’inin bafl›nda bu güç flöyle betimleniyormufl:
Bafllang›çta söz vard›,
ve söz Tanr›dayd›,
ve söz Tanr›yd›.
O, bafllang›çta Tanr›dayd›,
84
Her fley onunla yap›ld›,
ve onsuz yap›lamad›
var olanlardan hiçbiri.
Onda hayat vard›,
ve hayat insanlar›n ›fl›¤›yd›.
S›n›rland›r›lamaz bir gücü varm›fl sözcüklerin. Denebilir ki insano¤lu, duygu ve düflünce evrenini, bu evrenin de¤iflik katmanlar›n› bu güçle kurmufl, oluflturmufl. Kestirmeden söyleyeyim, yaflam›n› yönlendiren
en büyük güç olmufl sözcükler. Yaflam gerçeklerinin ayr›m›na varmay›,
onlara karfl› direnmeyi kazand›rm›fl insano¤luna. Tolstoy’un dedi¤i gibi,
“Sözcüklere dökülebilen, onlarla biçimlendirilen gerçek, insan yaflam›n›
besleyen, vars›llaflt›r›p güzellefltiren en büyük güçtür,” çünkü.
‹nsano¤lunun, yaflam› alg›lamas›nda, ona yeni boyutlar kazand›rmas›nda sözcükler, en temel ö¤e olmufl, dedim. Kendi var oluflunun bilincine ulaflmas›nda da. Duygular›n, düflüncelerin en uç noktalar›na sözcüklerle ulaflmay› denemifl. Yaflan›lanlar›, yaflan›lacaklar› adland›r›p anlamland›rmada da.
Sözcüklerin, insano¤lunun yaflam›ndaki yerini, sözcüklerle kendi
aras›nda varoluflsal bir etkileflim kuruflunu düflünürken bir kitap ad› beliriyor kafamda. Tezer Özlü’nün yerleflik yaz›nsal türlerin hiçbirine kolayca yerlefltirilemeyen Yaflam›n Ucuna Yolculuk adl› yap›t›. Tezer Özlü’nün kitab›n›, aray›p buluyorum kitapl›¤›mda. Yaflam›n anlam›n› sorgulamada olsun, ona yeni anlamlar yüklemede olsun sözcüklerin önemini sezdiriyor Tezer Özlü. Kitab›n›n anlat›c› kiflisine flunlar› söyletiyor:
Her an› ölüdür.
fiimdi sen de bir an›s›n. Sen de ölüsün. Her zaman benimle birlikte
olan, birlikte tafl›d›¤›m, yaflad›¤›m sözcüklerime dönmem gerek. Sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nas›l dayanabilirdim. O caddeye, o geceye,
gecelere, uykuyla uyan›kl›k aras›nda öylesine yat›p uyuyamad›¤›m için sinirlendi¤im ve her fleyi düflünüp, kalk›p düflündüklerimi sözcüklere çeviremedi¤im gecelere. Ya da uykunun ölümsü derinli¤inde varoluflumuzun küçüklü¤ünü alg›lad›¤›m gecelere. Bu yaflam, beni ancak içimde
esen rüzgârlar›, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taflmak isteyen yaflam›, sözcüklere dönüfltürebildi¤im zaman ve sözcükler,
o rüzgâra, o ölüme, o sevgiye yaklaflabildi¤i zaman dolduruyor.
Sözcüklere s›¤›nd›ktan sonra yaflam gibi, ölüm gibi birbirini hem
tüketen hem besleyen kavramlar›n ard›na düflmüfl insano¤lu. Masallar,
söylenceler, destanlar, a¤›tlar yaratm›fl. Duygular›n›n, düflüncelerinin
85
evi olmufl sözcükler. ‹lkellerden bu yana de¤iflmemifl bu. Ölüm karfl›s›ndaki konumunu, ölümsüzlük ard›ndaki serüvenini dile getirmeye çal›flm›fl.
Yaflam›n Ucuna Yolculuk ’u yerine koyuyor, bir baflka yap›ta, Sait
Maden’in çevirdi¤i, daha do¤rusu Türkçede yeniden söyledi¤i insano¤lunun befl bin y›ll›k fliir serüvenini örneklerle anlatan fiiir Tap›na¤› ’na uzan›yorum. K›z›lderililer, Eskimolar, Pigmeler gibi ilkel, yaban›l diye nitelendirdi¤imiz topluluklar nas›l alg›lam›fllar ölümü? Ölüm, onlar›n yüreklerinde bir korku çan› gibi çalm›fl durmufl. Bu çan›n sesini söze a¤d›rm›fllar. Bilinmezli¤in karanl›¤›, dondurucu so¤u¤u saym›fllar ölümün ülkesini. Pigmelerin söyledi¤i flu fliirin say›p dökmeli dokusu ne güzel gösteriyor bunu:
Ölüm Üstüne ‹ki Sesli Türkü
– Hayvan koflar, ça¤ geçer, ölür. O ne so¤uktur o!
– O ne so¤uk gecedir o, ne karanl›kt›r!
– Kufl uçar, ça¤ geçer, ölür. O ne so¤uktur o!
– O ne so¤uk gecedir o, ne karanl›kt›r!
– Bal›k yüzer, ça¤ geçer, ölür. O ne so¤uktur o!
– O ne so¤uk gecedir o, ne karanl›kt›r!
– ‹nsano¤lu yer, uyur, ölür. O ne so¤uktur o!
– O ne so¤uk gecedir o, ne karanl›kt›r!
– Gök ›fl›r, gözler söner, y›ld›z par›ldar.
– So¤uk afla¤›dad›r, y›ld›z yukar›da.
– Geçti insan, yitti gölge, kurtuldu tutsak.
Hmvum! Sana do¤ru sesleniflimiz.
Ölümün al›p götüren gücü, bir korku yeli gibi esip duruyor içlerinde. Hayvan, kufl, bal›k, insano¤lu eylemleriyle veriliyor ilkin; ard›ndan
da zaman›n ak›p gidifli içinde “so¤uk gecenin karanl›¤›”nda nas›l yitip
gittikleri gösteriliyor. fiiirin söylenifl düzeni, kurgusuyla bu yitip gidiflin
yans›t›m› aras›nda devinimsel bir örtüflüm ç›k›yor ortaya. Yinelemelerin
yaratt›¤› ça¤r›fl›mlarla da yans›t›lan görüntü zenginlefliyor. Böylece ilkellerin ölüm karfl›s›ndaki korkular›n› içimizde duyumsuyoruz.
‹lkeller için her zaman, yüreklere korku salan “karanl›k, so¤uk bir
gece” midir ölüm? De¤il elbette. Kuca¤›na s›¤›n›lacak bir dost gibi görüldü¤ü günler de olmufl; beklenilen, özlenilen bir kurtar›c› say›ld›¤› günler
de. Ancak burada flu soru sorulabilir: Kimler, bir dost, bir kurtar›c› saym›fl, özlemle beklemifl ölümü? Yeryüzünde tutunacak dal› kalmam›fl
olanlar; daha do¤rusu umars›zl›¤›n çölünde debelenip duranlar.
86
Sa¤alt›m› olmayan sayr›l›klar›n pençesinde k›vrananlar için bir kurtulufltur ölüm. Ac›lar›n, a¤r›lar›n dindi¤i bir s›¤›nakt›r. Gelin, M.Ö. 2000
y›l›nda M›s›r’da söylenmifl flu dizelere kulak verelim. Neler söylüyor bu
fliirde konuflan kifli? Nas›l bir duygusal dalgalanma içinde?
Umars›z›n Türküsü
Ölüm iflte karfl›mda bugün
sayr›ya sa¤l›k gibi,
sayr›l›¤› bitmifl, d›flar› ç›karm›fl gibi
Ölüm iflte karfl›mda bugün
mürrisafi kokusu gibi.
çad›rda oturur gibi rüzgârl› bir günde
Ölüm iflte karfl›mda bugün
ya¤mur sonras› gibi,
evine dönmesi gibi bir insan›n denizafl›r› yolculuktan.
Ölüm iflte karfl›mda bugün
gök aç›l›r gibi,
evini özleyen insan gibi uzun bir tutsakl›k sonunda.
Nas›l biri konufluyor bu dizelerde? Niye böyle yak›c› bir özlemle, sevinçle karfl›l›yor ölümü? Onu böyle konuflturan nedenleri düflünüyor,
aç›mlamalara yöneliyorum. Kim bilir hangi umars›z sayr›l›¤›n pençesinde, dayan›lmaz ac›lar›n içinde k›vran›p durmufl? Gün gelmifl, çekileri,
çektikleri tak demifl can›na. Belki de “Nerdesin, hangi da¤›n ard›ndas›n
ölüm! N’olur ç›k da gel, gel de al can›m›” ça¤r›s›yla günlerce yalvar›p yakard›¤›n› duyuyor gibiyim. Ne var ki ölüm, duymam›fl bu ça¤r›y› da, yalvar›fl yakar›fllar› da gecikmifl geciktikçe. Gelmemifl bir türlü.
Sabahlardan bir sabah gelece¤i tutuyor. Geciken ölümünü karfl›s›nda görünce fliirdeki umars›z kiflinin ruh hali de¤ifliyor birden. Büyük bir
de¤iflimdir bu. Ölümünü karfl›s›nda görme, fliirde konuflana sayr›l›k sonras›nda aç›k havada yürüyüfl yapan bir kimsenin duyaca¤› hazz› duyumsat›yor. Denizafl›r›, uzun bir yolculuktan evine dönen bir insan›n duygular›n› tatt›r›yor ona. Çünkü günler, geceler boyunca bekledi¤i gecikmifl
ölümü, gelmifltir, karfl›s›ndad›r iflte. Ölüme, yaflama tatlar katan, onu güzellefltiren duygular›n içinden bak›fl› bundand›r. Ölümün gelifliyle ac›lar›n›n, çekilerinin sona erece¤ini bilmesindendir.
87
fiiirin has›, duygular› sözcüklerin özsuyunda eritendir. Yeni düfller,
yeni öyküler kurdurand›r. Sözcüklere, kullan›ld›¤› ba¤lam içinde yeni
ça¤r›fl›mlar kazand›rand›r. ‹ki bin y›l önce söylenmifl bu dizeler, “ölüm”
sözcü¤ünün içerdi¤i olumsuz, ürkütücü ça¤r›fl›m› siliyor, yeni ça¤r›fl›mlar yüklüyor ona. Bugün de tazeli¤ini korumas›n›, etkileme gücünü yitirmemesini buna ba¤l›yorum. Bir de somutlay›c› yönüne; elbette fliir kiflisinin duygular›ndaki yo¤unlu¤u yans›tan benzetimli söyleyiflin etkisine
de.
Önce de söyledim, var oluflunun bilincine ulaflt›ktan sonra insano¤lu, ölüm üzerine nice düflünceler üretmifl. De¤iflik boyutlar›yla alg›lamaya çal›flm›fl ölümü. Seneca’ n›n flu sözündeki gibi: “Ölüm kimi zaman bir
ceza, bazen bir arma¤an ya da iyilik oluyor.”
Sözcüklerin anlam› da yaflad›klar›m›za, tan›kl›klar›m›za göre de¤ifliyor besbelli. Ölümün bir iyilik oldu¤u ya da kötülük etti¤i durumlar da
yok mudur? Vard›r elbette. Ölümle yaflam›n kesiflti¤i çizgide bulunanlar›
düflünelim. Umars›z sayr›l›klar›n elinde günlerce can çekiflenleri… Ölümün, onlar›n yan›na u¤ramas› bir iyilik, gecikmesi de bir kötülük say›lmaz m›?
Yan›t› “evet” olan sözde sorular bunlar. Bunun böyle oldu¤unu biliyorum. Sorular› bir de yaflamla ölümün kesiflti¤i noktada bulunanlar,
ölümlerine ça¤r› ç›kar›lanlar aç›s›ndan sormak gerek. Varsayal›m ki bu
hastalar bir anl›¤›na uyan›yor, yaflama dönüyorlar. Ne derler acaba? Bafllar›n› bekleyenlerin duyumsad›klar›n› duyarlar m›? Kendileri ad›na ölüme ça¤r› ç›karan yak›nlar› için ne der, ne düflünürlerdi? ‹sterler miydi
ölümün gelmesini? Sanm›yorum.
Hangi yaflta, hangi durumda olursak olal›m korkar›z ölümden. Bizi
yaflama ba¤layan adland›r›lmas› güç ba¤›n ne oldu¤unu düflünüyorum.
Bunu sezdirmeye, anlatmaya çal›flan yaz›nsal yap›tlar, yarat›lar geliyor
akl›ma. Tafl›yamayaca¤›m›z kadar a¤›r dertler, s›k›nt›lar da yüklese s›rt›m›za yine de kopmak istemiyoruz yaflamdan. Temel bir yönseme bu. ‹nsano¤lunun sözcüklere s›¤›narak oluflturdu¤u düfllerin, düfllemlerin yan›
s›ra tüm sanatsal yarat›lar da gerçekte bu yönsemenin ürünüdür.
88
BRECHT, TAM ELL‹ YIL SONRA
U¤ur Kökden
Ne tuhaf, aç›klanmas› güç rastlant›!
Kahverengi y›llar›n üç ünlü sürgünü, arka arkaya, yan› s›ra erken
bir güz tafl›yan flu a¤ustos ay›nda ölmüfltü. Üstelik, ikisi, s›¤›nm›fl oldu¤u
‹sviçre topraklar›nda. Thomas Mann, 12 A¤ustos’ta Kilchberg’de; Ignazio Silone 22 A¤ustos’ta Cenevre’de. Brecht ise, 14 A¤ustos’ta Berlin’de.
Geçen y›l, Mann’›n ölümünün ellinci y›l›yd›; bu y›l ise, Brecht’in.
So¤uk savafl dönemine ve gerginli¤ine denk gelmiflti, onun ölümü. Oysa,
do¤umu, tam yüzy›l sona ererken gerçekleflti... Hem tafl›d›¤› a¤›r yüküyle, hem de – ayn› zamanda – yak›n gelecekteki nice umars›z ac›n›n habercisi say›labilecek kimli¤iyle o u¤ursuz On Dokuzuncu yüzy›l!..
***
Augsburg Askeri Hastanesi.
Bir hastane ve bir ‘kiflilik’in oluflumunun kaç›n›lamayan zorunlu evreleri! Ancak sözkonusu hastanenin gerisinde askerlik, askerli¤in gerisindeyse savafl var. Büyük ac›lara yol açm›fl, Birinci Dünya Savafl›!
Brecht, savafl›n son y›l›nda – 18 ‹lkyaz›’n›n son aylar› – askere al›n›yor. On yedi yafl›ndakiler ve daha yafll›lar olarak. Bir ömrün en güzel y›llar›n› sürerken… Bununla birlikte cephede de¤il, hastanede yerine getirecektir askerlik hizmetini. ‘Sa¤l›k görevlisi’ kimli¤iyle. ‹lkin Augsburg
Askeri Hastanesi’ne, daha sonra da gezici bir askeri hastaneye atan›r.
Denilir ki, Augsburg’daki savafl sakatlar›n›n korkunç durumunu
Brecht hiçbir zaman unutamad›. Dolay›s›yla renksiz duvarlar›n arkas›nda gördükleri, yaflad›klar›, o genç insan›n yaflam› boyunca sürecek olan
‘savafl karfl›t›’ tutumunun da temellerini oluflturdu. Kiflili¤inin ana çizgileri, böylece, bu kaygan ilk gençlik döneminde köfleli bir belirginlik kazand›.
Ama, daha 1917’de, t›p ö¤rencisi s›fat›yla Münih Üniversitesi’ne yaz›lm›fl. Ancak, askerlik görevi bu ö¤renimi yar›da kesiyor. Kim bilir, belki de tan›k oldu¤u askerlik deneyimi, belki savafl sonras›nda da do¤a bilimleri ve t›p okuma gereksinimini bileyledi. Ta ki, annesinin ölümüne
dek. Sonra da, bitiremedi ö¤renimini.
Oysa, o, daha savafl›n ilk iki y›l›nda, fliirlerini yaflad›¤› kentin bir gazetesinde (Augsburgen Neueste Nachrichten) yay›mlayan bir genç ozan!
89
Bu yüzden olmal› ki, ilk oyunu Baal (1918), topluma uyum sa¤layaca¤›na ölmeyi ye¤ tutan serseri bir ozan› konu alm›fl.
Bu arada dikkate de¤er bir nokta, Baba Brecht’in kentte yer alan k⤛t sanayinde a¤›rl›kl› konuma sahip bir ifladam› kimli¤i tafl›mas›. Zaten,
savafl öncesinin Kaiser Wilhelm döneminde, Augsburg’un ‘burjuva’ karakteri ve ticaret bilinci de bir hayli a¤›r basmakta. Kent, böyle bir ‘bilinç’in yaflama yans›m›fl somut merkezi!
Dolay›s›yla, yazar, orta s›n›f kültürünü yak›ndan tan›d›¤› için, daha ilk yap›tlar›nda bile, içinden ç›kt›¤› s›n›fa ve onun burjuva de¤erlerine baflkald›r›r. Duydu¤u ‘tiksinti’yi dile getirir. Dolay›s›yla, küçük
insanlar›n savunmas›n› üstlenir. Bu nedenle de, Brecht tiyatrosu, daha bafllang›ç dönemlerinde dahi “anti-burjuva” niteli¤iyle dikkati çeker.
***
Münih’de geçen zaman›n ard›ndan, Deutsches Teater ’›n Yönetmeni Max Reinhardt ve tiyatro yazar› Carl Zuckmayer’le birlikte geçen Berlin günleri geliyor. Bu isimlere, kuflkusuz Kurt Weill’le efli oyuncu Lotte
Lenya’y›, Eisler’i, Fritz Lang’›, Marlene Dietrich’i de eklemek gerekir.
Feuchtwanger’le tan›flmas› da, gene bu döneme rastlamakta.
Zaten, Weimar Cumhuriyeti döneminde, yani 1933 öncesinde, bu
kifliler, ayn› zamanda ‘Berlinli Sanatç›lar Yaflam›’n›n da temel direklerinden birisi olmufl durumdalar.
Her fleyden önce, Haflek’in roman› Aslan Asker fivayk ’› tiyatroya
uygulad›. Onu, do¤rudan do¤ruya kendisinin kaleme ald›¤› ‹nsan ‹nsand›r (1927) oyunu izledi. Ama, Almanya’da as›l ününü, On Sekizinci yüzy›lda yaflam›fl – Dilenci Operas› ’n›n (Bagger’s Opera) yazar› – ‹ngiliz
John Gay’in etkisi alt›nda yazd›¤›, besteci Kurt Weill’›n müzi¤iyle zenginleflmifl Üç Kuruflluk Opera’ya borçlu say›l›r. Sözkonusu yap›t›nda J. Gay,
toplumsal bir elefltiri getirmektedir. Dolay›s›yla, Brecht de, 1929 Büyük
Bunal›m›’n›n etkisi alt›nda – 1930’dan bafllayarak – ö¤retici oyunlar yazmay› deniyor. Örne¤in, Mahagoni Kenti’nin Yükselifl ve Düflüflü (1928)
de, onlardan biri!
Öte yandan, Gorki’nin Ana’s›ndan yararlanarak yazd›¤› Cesaret
Ana ve Çocuklar› (1932), Brecht’in sanat›nda yeni bir aflamaya iflaret
eder. Öyle ki, Nazizmin iktidara geliflinden önce bile, Brecht’in yap›tlar›
Almanya’da yasaklan›yor. Sözgelimi, Mezbahalar›n Ermifl Johanna’s›
(1929-30) gibi…
Yazara ün getiren ilk yap›tlar›ndan Gecenin ‹çindeki Tambur
(1922), özellikle bu durumu aç›k seçik yans›tan bir örnek de¤il mi?..
90
Daha o y›llar›n Brecht’ine göre, tiyatro yap›t›n›n - insan› büyülü bir
dünyaya sürüklemek yerine – yaflam gerçeklerinin ortaya koydu¤u sorunlar› kavrayacak bir bilince ulaflt›rmas› gerekir.
Öte yandan, son özgür dönemde (1932-33), yazar hem Üniversite’de
Karl Korsch’un derslerini izler; hem de, Erwin Piscator’la iflbirli¤i yapar.
Böylece, kendi alan›nda yeni bir görüfle ulaflm›fl olur.
***
Ozan, oyun yazar›, tiyatro yönetmeni ve kuramc›s›. Kuramsal yaz›lar› ve uygulamaya getirdi¤i yeniliklerle de, XX. yüzy›l tiyatrosuna yön vermifl öncülerden, dönemin en etkin dramaturglar›ndan biri. Gerçi onun
“ça¤d›fl›” oldu¤unu ileri sürenler olsa bile, flu an dahi, Alman sahnelerinde – Shakespeare ve Grimm Kardefller’den sonra – oyunlar› en çok oynanan yazar!
Bununla birlikte, Almanya’da, son yap›lan bir soruflturmaya göre,
2005 y›l›ndan bu yana, soruflturman›n öznelerinin nerdeyse yar›s› (yüzde
42) Brecht’in hiçbir kitab›n› okumam›fl.
Bununla birlikte, bu y›l, 12 A¤ustos’la 3 Eylül aras›nda, deneme tiyatrolar›n›n önde gelenlerinden - üstelik, Brecht’in de kurucusu oldu¤u
– Berliner Ensemble Tiyatro Toplulu¤u – daha sonra, bir Alman TV kanal›nda da ayr›ca yay›nlanacak olan – özel bir ‘tiyatro festivali’ düzenlemifl bulunuyor.
Aritmetiksel ve istatiksel bir nitelemeyle, Brecht, 48 tiyatro oyunuyla 2334 fliirin – ve de nice düzyaz›n›n – yazar›.
Ama, her fleyden önce ve sonra, o bir sürgün! Dolay›s›yla, 1933-48
y›llar› aras› da, uzun bir sürgün dönemi!
Alman Millet Meclisi’nin (Reichstag) yak›l›fl›n›n ard›ndan, Brecht,
tam zaman›nda s›n›r› geçerek Prag üstünden Viyana’ya ulaflmay› baflar›r. Almanya’n›n bozulan siyasal dengesi, art›k uzun süre düzelemeyecektir. Dolay›s›yla, bir süre Prag, Viyana, Zürih kentlerinde dolafl›p durur.
“Moldav Irma¤›’n›n durmaz akar tafllar› / Prag: üç Kayzeri gömmüfl
flehir / Ne büyüklük ne küçüklük kal›c›, / Dolar gecenin saati, elbet gün
gelir.”
Daha sonra, bir gün, – herkesin bir yana da¤›ld›¤› s›rada – Zürih’te
bir otelde ‘dostlar’ bir araya gelir. Orada kimler yoktur ki? Anna Seghers,
Heinrich Mann, Walter Benjamin, Ernst Toller ve Kurt Kläeber.
Ard›ndan gelen, Kläber çiftinin oturdu¤u Lugano Gölü k›y›s›ndaki
Caron Köyü’nde geçen günler (Tessin Kantonu’nda küçük bir yerleflim
birimi). Gürültüsüz, dingin bir çal›flma ortam›…
91
Böylece, Brecht’in ‹sviçre’ye yönelen üç giriflimi bafllam›fl olur. ‹lki,
1933 tarihli; ‹sviçre’den ‘sürekli bir s›¤›nma yeri’ iste¤inde bulunur. Ne
ki, ancak Konfederasyon topraklar›ndan bir ‘geçifl izni’ alabilir. Ancak,
yazar›n dostu Kurt Kläeber ‹sviçre’de kal›r. Tessin’de, Caron Köyü’nde.
‹sviçre yaflam›, kimi sürgünlere pahal› gelse bile…
Bu arada, birbirini izleyen k›sa süreli bir Moskova yolculu¤u (1935)
ile Paris’te (1937, ‹spanya ‹ç Savafl› nedeniyle toplanm›fl olan Uluslararas› Yazarlar Kongresi’ne kat›l›fl) geçen ortak eylem günleri,
Ard›ndan, göreceli bak›mdan uzun say›labilecek – 1939 nisan›na
dek sürmüfl olan – Danimarka ikameti. Svenborg yak›nlar›nda (Skovsbo
k›y›s›), bir köy evinde geçen sürgün y›llar› ve aylar›n› yans›tan bu çok verimli yarat›c›l›k dönemi, Svendborg fiiirleri (1939) ad›yla yay›mlan›r. O
dönemi, Brecht, “Buras› elbette e¤lenceli de¤il, ama çal›flmak için çok
daha fazla zaman buluyorum” diye tan›mlam›flt›r. Böylece, 1933-38 y›llar› aras›nda, en önemli birçok oyununu burada yazma f›rsat› buldu: Galilei’nin Yaflam›, Cesaret Ana, Sezuan’›n ‹yi ‹nsan› ve de Lukullus’un Sorgusu gibi …
Ayn› zamanda da, inatla ve sab›rla, anavatan›ndaki geliflmeleri izliyor, bir gün oraya geri dönmeyi hayal ediyor: “Duvara tek çivi çakma, /
Ceketini sandalyenin üstüne at! / Ne gerek var, dört gün için haz›rl›¤a?
/ Yar›n geri dönüyorsun ya!”
Svendborg y›llar›nda, Brecht, aç›kça, “insanl›¤›n mutlulu¤u ad›na
varolan düzenin y›k›lmas› gerekti¤i düflüncesine ulaflm›flt›. Böylece, dünya görüflü belli ölçüde bütünleflti, yetkinleflti. Sezuan oyununda karfl›lafl›lan soruya, herkesin doyurucu bir karfl›l›k aramas› gerekir: “Yeni bir insan m› yaratmal›? Yoksa, yeni bir dünya m›?” Brecht, yazd›¤› bu oyunun
metnini ‹sviçre’deki dostlar›na da yolluyor.
Danimarka’n›n iflgalinden az önce Finlandiya, oran›n iflgalinin ard›ndan sonra da, Moskova ve Vladivostak yoluyla ABD’ye geçifl!
Brecht’in sürgün yaflam›, böylece, üç anakarayla on befl ülkeye yay›lm›fl
olur ister istemez. Kendi deyimiyle, “ayakkab›dan çok ülke de¤ifltirir.
Ama, bu yolla da, içinde bulundu¤u kar›fl›kl›k ortam›nda dünyay› ve yaflam› de¤erlendirme f›rsat›n› yakalam›fl olur. O tarihte, bilime dayanan
bir ça¤›n sahnesini yaratmak amac›na yo¤unlaflm›flt›r. “Akla inanca”!..
Sonunda, Hollywood yak›nlar›nda, belki biraz da kendili¤inden
‘Santa Monica Uluslararas› Toplulu¤u’ oluflur. L. Feuchtwanger, H. Eisler, H. H. Mann, E. Piscator, sonra A. Huxley, W.A. Auden ile buluflan
Brecht, bu arada Charlie Chaplin’le de dostluk kurdu. Özellikle, Chaplin’in pandomime dayal› gösteri sanat›ndan etkilendi.
Senaryosu Fritz Lang’la birlikte haz›rlanm›fl olan, Brecht’in tek ve
son yap›t› Cellâtlar da Ölür, 1942’de filme al›n›r.
92
Ne ki, bu arada, 1947’de, tam da ‹sviçre’ye gitmeye haz›rlan›rken,
Brecht “ABD’ne Karfl› Etkinlikleri Soruflturma Komitesi”nce sorguya
ça¤r›ld›. Komite önünde hesap vermek zorunda b›rak›lan – C. Chaplin’den sonraki – ikinci yabanc›yd›.
Özgür kal›r kalmaz, ‹sviçre’ye hareket etti. El yazmalar›n›, kitap taslaklar›n› ve kitaplar›n›, ancak dostlar› ABD’den d›flar› ç›karabildi. Kuflkusuz, cebinde tafl›d›¤› mikrofilmler d›fl›nda…
Avrupa’ya dönüflünde, Almanya’ya geçebilmek için bir ara istasyon
olan ‹sviçre’ye ikinci kez u¤rayan Brecht, ‹sviçre Yazarlar Derne¤i’nin
de olumlu katk›lar› yard›m›yla, belirli bir ‘resmi gözyumma’ kolayl›¤› elde eder. Ancak, Konfederasyon polisinin özel – dahas›, bir hayli abart›l›
– gözetimi alt›ndad›r. Sonunda, iki ‹sviçre milletvekilinin katk›lar› – ayn› zamanda uzun bir bekleme – sonucu, ‘vatans›zlara özgü bir kimlik ve
yolculuk belgesi’ elde etmeyi baflar›r.
Kuflkusuz, yine de sahip oldu¤u, So¤uk Savafl döneminin kay›tlar›na ve hesab›na geçecek türden bir utanç belgesi niteli¤indedir!
Bu dönemde, Zürih yak›nlar›nda (‹sviçre’nin Almanca konuflulan
bölgesinde), Zürihberg eteklerinde Göl’e bakan bir ev kiralar; dostlar›
(Max Frisch, Dürrenmatt, Weisenborn vb.) arkadafllar› ve ziyaretçileri
onunla birlikte olurlar.
Ne ki, ‹sviçreli yazar›n an›lar›na (Stoffe-Malzemeler) bak›ld›¤›nda,
Brecht’le iki kez karfl›laflm›fl Dürrenmatt. Birinde yaln›z tokalaflm›fllar.
Öbürü, Basel kentinde gerçeklefliyor. Büyük Romulus oyununun bir gösteriminden (1949) sonra, birlikte yeme¤e gidilmifl. Kuflkusuz, baflkalar›n›n da bulundu¤u bir yemek.
“Brecht’in marksizmi bana çok ‘doktriner’ görünüyordu,” diyor
Zürih’li yazar. “O s›rada onun benimsedi¤i siyasal ö¤retinin bir ‘k›yafet
de¤ifltirme’ gereksiniminden ibaret oldu¤unu henüz tam bilmiyordum.
Bu durum, bilgeli¤inin bir hilesiydi; ya da, hilesinin bilgeli¤i!”
Ard›ndan, “Korkunç bir dönem yafl›yorduk” diye ekliyor Dürrenmatt. O koflullarda, bir kez de, 1955’te, Baden-Baden’de karfl›laflm›fllar.
Almanya’da. Bununla birlikte, kendisinin iki oyunu – Fizikçiler ve Beflinci Frank – var ki, onlarda Brecht etkisi aç›k ve tart›flmas›zd›r denir.
***
Danimarka’da yazd›¤› Galilei oyununun (1938) ilk örne¤inde, tüm
engellemelere karfl›n bilime hizmeti savunan bir ‘kahraman’ tipi canland›r›l›r.
Daha sonraki Galilei’nin Yaflam›’nda ise, ne olursa olsun bilime hizmeti de¤il, bilim adam›n›n insanl›k karfl›s›nda tafl›d›¤› sorumlulu¤u iflle93
di. Bulufllar›n›n egemen güçlerin – burada, Kilise – eline geçmesinde sak›nca görmeyen, kendi be¤enileri ve korkular› u¤runa “insanl›¤› satan”
bir bilim adam› olarak ‘Galilei’yi yarg›lad›.
Asl›nda, Galilei’nin Yaflam›, – gerçi, o y›llar›n sürgün edebiyat›n›n
temel özelliklerinden biri bu olmakla birlikte – bir çeflit ‘tarihe kaç›fl’ de¤il; tersine, XVII. yüzy›ldan çekilip al›nm›fl böyle bir malzemeden yararlanarak Nazi Almanyas›’yla hesaplaflma; dönemin siyasal sorunlar›n›n üstüne daha iyi gidebilmenin bir bak›ma somut ‘araçlar’›ndan biri. Zaten,
1943’de de Zürih’te sahneleniyor. Daha sonra ABD’de ve en sonra da,
Berlin’de.
Uzun sürmüfl bir yaz mevsimi boyunca, Brecht hep ‹sviçre’de, Bat›
Almanya’ya girme izninin ç›kmas›n› bekler. Ama, böyle bir belge hiç gelmez. O da, ancak Prag’dan sa¤lanm›fl bir pasaportla, Çekoslovakya üstünden Do¤u Almanya’ya geçer...
‹flte, bu dönemde, Zürih Tiyatrosu’nda Puntila ile Ufla¤› oyunu sahnelenir. Sonra, yazar, Komün Günleri oyununun yaz›m›n› da burada tamamlar. Ve, yay›mlar.
Brecht’in ‹sviçre’ye üçüncü gelifli, 1949 y›l› güzüne rastl›yor. Erginlik yafl›ndan daha küçük olan k›z› da, üstelik, o tarihte ‹sviçre’de okumakta. Tüm bu koflullara karfl›n, o tarihte Konfederasyon, yazar›n “de¤erli kimlik kart›” yenileme iste¤ini geri çevirir.
Mücadeleyle, alçakgönüllülükle geçen uzun y›llar›n getirdi¤i önlenemez düflk›r›kl›klar›, geliflmeler karfl›s›nda – koflullar› de¤ifltiremeyen –
bireyin yetersizli¤i, ona “Bahçenin Sulanmas›” isimli fliiri yazd›r›r: “Yeflili yüreklendirmek için bahçenin sulanmas› gerek / Susuz a¤açlara su
vermek; (…) Fundalar› unutma!/ Meyve vermeyenleri, bitmifl tükenmifli
de… / Ve, gözden kaç›rma çiçeklerin aras›ndaki yaban otlar›n›, onlar da
susuz! / Ve bir de / taze çimenleri sula ya da yaln›zca kurumuflu /
“Ç›plak topra¤› da serinletmeyi unutma!”
Evet, gerçekten k›raç topra¤›; gelece¤in umutlar›n›n tafl›y›c›s› k›raç
topra¤›!
“Bilge olmak isteyen” Brecht’in mezar›, evinin hemen yan›nda (Dorotheen); Hegel’in mezar›n›n yan›bafl›nda. Vasiyetinde öngördü¤ü gibi
de ‘yaz›s›z’!
94
1920’LERE “GÜLEREK” BAKIfi:
GERTRUDE STEIN WOODY ALLEN’IN USTASI SAYILIR MI?
Alev Bulut
‹ki Amerikal› yazar: yirminci yüzy›l›n bafl›ndan ve sonundan iki yaz›n ustas›. Bafll›kta kurdu¤um iliflki flafl›rt›c› gelebilir ama Amerikal› yazar Gertrude Stein’›n 1933’de bas›lan Alice B. Toklas’›n Özyaflam Öyküsü (The Autobiography of Alice B. Toklas) adl› e¤lenceli an› kitab› ile yine Amerikal› mizah yazar›, oyuncu, yönetmen Woody Allen’›n Getting
Even adl› öykü seçkisinde yer alan “Yirmilerden Bir An›” (“A Twenties
Memory”) adl› öyküyü bir arada düflününce ilk flaflk›nl›k bende yerini büyük bir ilgiye b›rakm›flt›. Bir keflifte bulunmufltum kendimce, paylaflmaya de¤er bir keflfe benziyordu bu. ‹lk paylaflt›¤›m kifli olarak, Gertrude
Stein’›n Alice B. Toklas’›n Özyaflam Öyküsü adl› eseri üzerine araflt›rmalar› olan Sema Bulutsuz’a bir teflekkür de bu yaz›da ederek söze bafllayabilirim.
‹ki yazara ve eserlerine bakmadan önce Gertrude Stein’›n neden
Woody Allen’›n ustas› olabilece¤i konusuna girifl yapay›m. Woody Allen’›n 1990’larda kaleme ald›¤› “Yirmilerden Bir An›” adl› öyküsü, Amerika ve Avrupa entelektüel yaflam›n›n 1920’li parlak y›llar›n›n bir parodisidir. Onun için de Gertrude Stein’›n ve onun ça¤dafllar›, yak›n dostlar›
Henri Matisse, Pablo Picasso, George Braque, Sherwood Anderson, Ernest Hemingway ve efllerinin, sevgililerinin birlikte oluflturduklar› sanat
halesinin ayr›nt›lar›n› bilmek zaten Allen’›n öyküsünün esin kayna¤›n›
büyük ölçüde çözmek demek. Ben ek olarak bir de Allen’›n yaln›zca bir
dönemin olaylar›n›n de¤il yaflam öyküsü kitab›n›n yaz›l›fl biçiminin de
parodisini yapt›¤›n› göstermek amac›nday›m.
Gertrude Stein 1874-1946 y›llar› aras›nda yaflam›fl Amerikal› bir yazar. Roman, deneme, oyun, fliir, yaflamöyküsü türlerinde eserler vermifl.
Wars I have Seen (1945), Three Lives (1909), Tender Buttons (1914),
Lectures in America (1934), Geographical History of the United States
(1935), Picasso (1938), The Autobiography of Alice B. Toklas (1933),
Everyone’s Autobiography (1938), The Making of Americans (19061908) bafll›ca eserleri. 1903’te tafl›nd›¤› Paris’te Fleurs Soka¤›’ndaki
evinde geçirdi¤i y›llarda kentin, dolay›s› ile Avrupa’n›n, entelektüel yaflam›na büyük katk›lar› olmufl. Ünlü ressam›m›z Fahrelnisa Zeid de Paris’te geçirdi¤i y›llarda bu entelektüel çevrenin önemli bir üyesiymifl. Fle95
urs Soka¤› özellikle 1920’lerde Amerika’dan göç etmifl sanatç›lar›n u¤ra¤› konumundaym›fl. Stein, Pablo Picasso’nun resimlerinin, Virgil Thomson’›n müzi¤inin, Gustave Flaubert’in romanda gerçekçilik anlay›fl›n›n
etkisinde kalm›fl. Stein’›n kardefli Leo ile birlikte oluflturdu¤u ve ölümünden sonra sevgilisi Alice Toklas’›n himayesine geçen resim koleksiyonu 1967’de Toklas’›n ölümü ile da¤›lm›fl. 1933’de yay›nlanan Alice B.
Toklas’›n Özyaflam Öyküsü adl› kitap Gertrude Stein’›n Alice Toklas’›n
gözünden ve a¤z›ndan kaleme ald›¤› kendi an›lar›d›r. Kitab›n metni önce The Atlantic Monthly dergisinde yay›nlan›r. Stein'›n kitab› Parisli sanatç› ve ayd›nlar aras›nda huzursuzluk yarat›r. Onlar da 1935’te Testimony Against Gertrude Stein adl› kitab› ç›kar›rlar. Alice Toklas da an›lar›n› What is Remembered? ad›yla 1963’te yay›nlam›flt›r.
Alice B. Toklas, 1877 San Francisco do¤umlu. ‹yi e¤itim alm›fl ayd›n bir kad›nd›r. Bafll›ca eserleri The Alice B. Toklas Cookbook (1954),
What is Remembered? (1963), Aromas and Flavors: of Past and Present
(1997’de bas›lm›flt›r) ve mektuplar›n›n derlendi¤i Staying alone: Letters
of Alice B. Toklas (1973) oldu¤u halde ünü büyük ölçüde ad›na yaz›lan
sahte (!) özyaflamöyküsü kitab› The Autobiography of Alice B. Toklas kitab›na dayan›r. Hayat›n› de¤ifltiren olay, Gertrude Stein’›n erkek kardefli
Leo Stein’›n daveti üzerine Paris’e gidip yerleflmesidir. Bir yandan Gertrude Stein’›n yazd›klar›n› düzeltip temize çekerek ona sekreterlik yapt›¤›, bir yandan da kendi yemek kitab› çal›flmalar›n› sürdürdü¤ü yirmili ve
otuzlu y›llarda Paris’te yaflayan Amerikal› yazar ve sanatç›lar baflta olmak
üzere, pek çok entelektüel ile yak›n dostlu¤u olmufltur. Stein’la paylaflt›¤› evde yemek, dikifl ve bahçe ifllerini keyifle üstlenmifl, tam bir ev kad›n› olmufltur. Stein’›n sevgilisi olman›n d›fl›nda kendisi de önemli bir kifliliktir. Alice B. Toklas’›n Özyaflam Öyküsü’nde Stein, Toklas’› flöyle konuflturur: Ben çok iyi bir ev han›m›y›m, bahçe ifllerinde çok iyiyim, çok
iyi dikifl dikerim, çok iyi bir sekreterim, çok iyi bir editörüm, köpek bak›m›nda çok iyiyim, bunlar›n hepsini yaparken bir de çok iyi bir yazar olmakta zorlan›yorum… (s. 252)
Ernest Hemingway, Paris’in 1. Dünya Savafl› sonras› sanat yaflam›na
›fl›k tutan ve A Movable Feast (1964) ad› ile yay›nlanan an›lar›nda Gertrude Stein ve Alice Toklas’tan da çokça söz eder. Stein’›n bütün o sert ve
yönlendirici görüntüsüne karfl›n ikilinin özel yaflamlar›nda as›l yönlendirenin Toklas oldu¤undan söz eder. Alice B. Toklas’›n Özyaflamöyküsü flu
sat›rlarla biterken kitapla ilgili büyük s›r ve itiraf da en sona saklanm›fl
olur: Alt› hafta kadar önce Gertrude Stein bana, senin yaflam öykünü yazaca¤›n yok, dedi. Ne yapaca¤›m biliyor musun? Senin yerine ben yazaca¤›m. Defoe’nun Robinson Crusoe’yu yazd›¤› gibi yal›n yazaca¤›m. Yazd› iflte, elinizde. (s. 252)
96
Woody Allen’a, yani as›l ad›yla Allan Stewart Konigsberg’e, gelirsek;
Allen 1935’te New York’un Manhattan adas›nda do¤mufl. O zamanlar
Manhattan’›n Bronx bölgesinde Allen’›n ailesi gibi çok say›da Avrupa
göçmeni Musevi aile yaflamaktaym›fl. Allen’›n hiçbir zaman çok parlak olmayan ö¤renim hayat› New York’ta devam etti¤i yüksekokuldan at›lmas›
ile son bulmufl. Böylece gece kulüplerinde komedyen olarak çal›flmaya
bafllam›fl. Bu kulüplerde ve ç›kt›¤› televizyon programlar›nda ilginç ve yeni bir güldürü anlay›fl› ile yapt›¤› flovlar ilgi görmüfl. Ard›ndan yazd›¤›
güldürü öyküleri, yaz›p yönetti¤i ve oynad›¤› filmlerle 1970’ler ve sonras› Amerikan güldürü anlay›fl›n›n yap› tafllar›ndan biri haline gelmifl. Bu
güldürü anlay›fl›n›n etkisi günümüzde de sürmektedir. Üretmeye hiç ara
vermeyen ve kendini yinelemeden sürekli denemeler yapan sanatç›n›n
kemikleflmifl hayran kitlesi hiçbir kitab›n›, filmini, hatta klarnet performans›n› kaç›rmazken ondan ve temsil etti¤i felsefeden beslenen gerçekçi ama “so¤uk” güldürü anlay›fl›ndan hofllanmayanlar da yollar›n›n kesiflmemesine özen göstermekteler. Allen’›n yaz›n ve anlat› dehas› modern
flehir yaflam›n› anlat›rken özellikle o yaflam› temsil eden entelektüellerin
hiçbir kusurunu gizlemeden günlük olaylar içinde s›radan insanlar olarak yans›tabilmesinde. E¤itimli, ayd›n ama olabildi¤ince “insan” Allen’›n karakterleri, karars›zl›klar›, kuruntular›, meraklar›, çekindikleri
ve korktuklar› fleylerle bütün ç›plakl›klar› ile göz önündeler. ‹zleyenleri,
okuyanlar› bezdiren ama güldüren zay›fl›k ve tak›nt›lar› var. Gerçekler,
bu nedenle de varl›klar› ile belli bir kesimi temsil ediyor ve özellikle o kesimden kabul görüp sahipleniliyorlar. Allen’›n yap›tlar› – öyküleri, senaryolar› – gerçekçi karakter çizimlerinin yan›nda uçucu, gerçeküstü, “zaman makinesi”ne girmifl gibi her döneme, en çok da Allen’›n özel ilgi alan›na giren dönemlere, 1920’lere, 30’lara tafl›nan, hattâ “›fl›nlanan”, öykü kiflileri ve kurgular› ile dikkat çeker. Neredeyse her filminde müzikler sanatç›n›n kendi caz müzisyenli¤ine de damga vuran 1920’lerin “dixie” türünde, jenerik yaz›lar› sineman›n 1900’lerin bafl›ndaki siyah-beyaz tekni¤indedir.
John Baxter, Allen’›n yaflam öyküsünü anlatan Woody Allen (1999)
adl› kitab›nda yazar›n ününün büyük ölçüde kendisi gibi New York’lu bir
elefltirmen grubunun gerek “stand-up” güldürülerinde, gerekse güldürü
öykülerinde ve film senaryolar›nda kulland›¤› “nükteli diyaloglara” yönelik olumlu elefltirileri ile bafllad›¤›n› söyler. Allen, bafll›calar› Side Effects, Without Feathers, Getting Even olarak say›labilecek güldürü seçkilerinde karakter çözümlemesi ve psikanaliz odakl› yöntemler kullan›r.
Karakterler, anlat›c›lar olaylar›n derinine indikçe konu önemsizleflir,
“incir çekirde¤ini doldurmaz” ama “insani” boyutu artar. Zaten Allen’›n
öykü kiflilerinin güldüren özelliklerinden biri de kendilerini bir tür kifli97
lik ve kimlik bozuklu¤u sonucu iyi ifade edemedikçe farkl› durumlarda
ve kimliklerde bulmalar›, dolay›s› ile öykülerinin de durum komedisine
dönmesidir. Örne¤in Zelig adl› senaryo metninde ve filminde Leonard
Zelig adl› çok kimlikli bukalemun benzeri kahraman sürekli farkl› tarihsel dönemlerde ünlü ve etkili kiflilerle birlikte olur ve onlar› etkiler. T›pk› “Yirmilerden Bir An›” öyküsünde ad›n› bilmedi¤imiz ama Allen’›n
kendisi oldu¤u izlenimine kap›ld›¤›m›z anlat›c›n›n 1920’lerin Paris sanat çevresine do¤all›kla eklemlendi¤i ya da “Viva Vargas” öyküsünde
(Bananas-Muz Cumhuriyeti filminin senaryosuna da koflut olarak) Allen’›n birinci tekil kiflili anlat›m›yla tam yazar›n kendisi olarak gözümüzün önünde canlanan öykü kiflisinin Latin Amerika’da bir devrime birinci elden tan›kl›k etmesi gibi. Getting Even (Yüzleflme) seçkisinde “Yirmilerden Bir An›” öyküsüne benzer bir teknikle yazd›¤› “E¤er Empresyonistler Diflçi Olsayd› (Karakter De¤iflikliklerini ‹nceleyen Bir Fantezi)”
öyküsünde de ressam Vincent van Gogh ile kardeflinin mektuplaflmalar›n› güncel bir difl tedavisi format›nda verir. Yine ayn› seçkide, “GossageVardebedian Mektuplar›” adl› satranç öyküsünde, “Helmholtz ile Söylefliler” adl› Freud ve psikanaliz uygulamalar› odakl› öykünün format› da
ayn›d›r.
Bu yaz›ya konu olan öykü ve özyaflam öyküsü metinleri aras›nda
buldu¤um konu ve biçem benzerliklerinin örnekleri afla¤›daki al›nt›lardan izlenebilir. Yal›nl›k, aç›kl›k ve bu iki özelli¤in güldürü format›na katk›s› görmeye de¤er. ‹ki ayr› metinden ald›¤›m örnekleri s›ralarken önce
hangisinin öyküden, hangisinin gerçek yaflam öyküsünden al›nd›¤›n›
yazmamay› düflündümse de sonra Gertrude Stein’dan seçip çevirdi¤im
bölümleri sayfa numaralar› ile verdim, Woody Allen’dan çevirdiklerim
ise numaras›z:
Gertrude Stein hep kübizmin bütünüyle ‹spanyol alg›s›na dayand›¤›n›, yaln›zca ‹spanyollar›n kübist olabileceklerini ve gerçek kübizmi yaln›zca Pablo Picasso ve Juan Gris’nin temsil etti¤ini söyler… ‹spanyollar›
en iyi Amerikal›lar anlar, der hep. Soyutlamay› anlayan iki Bat›l› ulus
vard›r, der. Amerikal›lar’da yaz›nda ve endüstride bedensizlefltirme oldu¤u için, ‹spanya’da ise soyut geleneksellikle ifade edildi¤i, onca soyutluk
gelenekten baflka bir fleyle ifade edilemedi¤i için, der… (s.91)
Picasso o s›ralar sonradan “mavi dönem” olarak adland›r›lacak dönemine bafll›yordu, fakat Gertrude Stein ve benimle bir kahve içince dönemin bafllamas› on dakika gecikti. Dönem dört y›l sürdü¤ü için on dakikal›k bir gecikmenin laf› olmad›.
98
‹spanyol kübistlerden Juan Gris, Alice Toklas’› bir natürmortu için
poz vermeye ikna etmiflti, nesnelere iliflkin o meflhur soyut alg›s›yla tam
kad›n›n yüzünü ve vücudunu baz› geometrik flekillere ay›rmaya bafllam›flt› ki polisler gelip götürdü. Gris tam bir ‹spanyol köylüsüydü. Gertrude
Stein gerçek bir ‹spanyol böyle davran›r, yani ‹spanyolca konuflur ve arada ‹spanya’daki ailesine döner, diyordu.
Matisseler Saint-Michel bulvar›n›n hemen üstünde nehir k›y›s›nda
bir evde oturuyorlard›. Notre Dame’a ve nehre bakan üç odal› küçük bir
dairenin en üst kat›ndayd›lar. Matisse manzaran›n resmini k›fl›n yapm›flt›. Merdivenleri ç›k ç›k bitmiyordu. O günlerde her yerde merdiven inip
merdiven ç›kmak gerekiyordu… Matisse’te o s›ralar ufak bir Cezanne’la
ufak bir Gaugin vard›… Matisse sonralar› zengin oldu¤unda da tablo almaya devam etti… (s. 37)
Picasso’nun stüdyosu Matisse’inkine hiç benzemiyordu; onunki ne
kadar özensizse Matisse’inki de o kadar düzenliydi. ‹flin tuhaf› bunun
tam tersi do¤ruydu. O y›l Eylül ay›nda Matisse bir soyut resim siparifli ald› ama kar›s›n›n hastal›¤› yüzünden bitiremedi, sonunda eser duvar ka¤›d› olarak kullan›ld›.
Gertrude Stein’› sonraki görüflümde bana küt diye, Fernande küpelerini takm›fl m›, diye sordu. Bilmiyorum, dedim. Bak o zaman, dedi.
Gertrude Stein’› sonraki görüflümde, evet, Fernande küpelerini takm›fl,
dedim… Baflka bir hafta görüfltü¤ümüzde, Fernande küpelerini takmam›fl, diyebildim. Tamam o zaman, dedi, demek ki paras› kalmam›fl... Ben
Fernande’ye bir kimono verdim, Pablo da bana güzel bir tablo verdi… (s.
27-28)
Hemingway’e yeni ç›kacak roman› ile ilgili tak›ld›m, çok güldük, e¤lendik, sonra da boks eldivenlerini takt›k, Hemingway burnumu k›rd›.
Zil çald›, içeri Leydi Rothermere ile T.S. (Eliot) girdi. Eliot ve Gertrude Stein ciddi bir tart›flmaya girdiler, konu ço¤unlukla bölünmüfl mastar yap›lar› ve baflka baz› dilbilgisel yap›larla Gertrude Stein’›n neden bu
yap›lar› kulland›¤› idi. Sonunda Leydi Rothermere ve Eliot giderlerken
Eliot, Criterion’da Gertrude Stein’›n bir çal›flmas›n› basacaksa bunun en
son çal›flmas› olmas› gerekti¤ini söyledi. Gittiler… ve Gertrude Stein T.S.
Eliot ile ilgili bir fley yazmaya bafllad›, üstüne de o günün tarihini, Onbefl
Kas›m olarak att›, yani en son yazd›¤›n›n bu oldu¤u kesindi….T.S. Eliot’a
gönderdi, Eliot metni ald› ama tabii ki yay›nlamad›… (s. 201)
Alice Toklas’›n özyaflam öyküsü iki yüz elli iki sayfa oldu¤u için örnekler artabilirdi, ne var ki “Yirmilerden Bir An›” öyküsü üç sayfac›k.
Ben de öykünün s›n›rlar› içinde yukar›daki örneklerle yetindim. ‹ki metin aras›ndaki en kayda de¤er fark birinin gerçek bir yaflam›n öyküsü,
öbürünün ise güldürü öyküsü, yani kurgusal olmas›. ‹flin en hofl yan› ise
gerçek an›lar›n yer yer güldürü öyküsü ile yar›flan, belki de onu geçen, etkisi. Bu arada, Toklas’›n tam da Stein taraf›ndan yaz›lan “öz” yaflam öyküsünde çizilen tipe ve yal›n konuflma biçemine sahip oldu¤u biliniyor.
Yani bir anlamda Gertrude Stein var olan bir biçemi ve de¤eri oldu¤u gibi aktarmakla sessiz bir dahiyi dillendirmifl. O zaman, Woody Allen’›n,
daha do¤rusu “Yirmilerden Bir An›” adl› öykünün esin kayna¤› gerçekten Gertrude Stein m›? Yoksa Allen’›n dalga geçerek anlatt›¤› olaylar›
“komik” k›lan “konuflur gibi yaz›lm›fl” yal›n metnin, yani Alice B. Toklas’›n Özyaflamöyküsü’nün yazar› Gertrude Stein’a esin veren ve o y›llarda kendi yaflam›n› henüz kaleme almam›fl olan “sessiz cevher” Alice Toklas m›? Stein’›n ustal›¤› iyi bir gözlemci olarak hayat arkadafl›n›n gerçek
anlat›m özelliklerini bu kadar iyi aktarmas›na dayan›yorsa Allen’›n esin
kayna¤› elbette Stein oluyor. Stein olmasa Toklas’› böyle bilemeyecektik.
Zaten yaz›nsal kurgu ile can bulan bütün kifli ve olaylar için geçerli de¤il
mi bu? O yazarlar ve kurgular olmasa sessizli¤e mahkûm de¤il mi o kifliler ve olaylar? Güldürü yaz›n›n›n hem öyküleri hem de senaryolar› ile s›ra d›fl› ismi Woody Allen’›n biçemi Charlie Chaplin’den Bob Hope’a, Peter Sellers’tan, Alfred Hitchcock’a kadar pek çok kaynaktan beslenmifl
olabilir ama dönem parodisi format›nda yazd›¤› “Yirmilerden bir An›” ve
benzeri “an›-günlük” öykülerinde Gertrude Stein gibi bir yazar›n “gizli”
etkisi güldürü dozunu oldukça artt›ran bir esin kayna¤› olarak yerini alm›fl görünüyor.
100
Y‹RM‹LERDEN B‹R ANI
Woody Allen
Chicago’ya ilk yirmili y›llarda bir boks maç› izlemeye gittim. Ernest
Hemingway’le gitmifl, Jack Dempsey’nin antrenman kamp›nda kalm›flt›k. Hemingway boks maçlar›n› konu alan iki k›sa öyküsünü yeni bitirmiflti, Gertrude Stein da ben de öyküleri be¤enmifltik ama üzerlerinde biraz daha çal›flmas› gerekti¤ini düflünüyorduk. Hemingway’e yeni ç›kacak
roman› ile ilgili tak›ld›m, çok güldük, e¤lendik, sonra da boks eldivenlerini takt›k, Hemingway burnumu k›rd›.
O k›fl, Alice Toklas, Picasso ve ben Fransa’n›n kuzeyinde bir villa kiralam›flt›k. Ben o s›ralar ünlü bir Amerikan roman› olaca¤›na inand›¤›m
bir metin üzerinde çal›fl›yordum, ne yaz›k ki puntolar› çok küçük tuttu¤um için sonunu getiremedim.
Ö¤leden sonralar›, Gertrude Stein’la çevredeki dükkanlarda antika
eflya keflfine ç›k›yorduk, bir keresinde ona “Sence yazar olsam m›?” diye
sordum. Hepimizin hayran oldu¤u o tuhaf gizemli edas› ile “Hay›r,” dedi. Ben bunu evet olarak al›p ertesi gün gemi ile ‹talya’ya hareket ettim.
‹talya, özellikle Venedik, bana Chicago’yu hat›rlat›yordu, çünkü iki flehirde de kanallar vard›r, sokaklar Rönesans döneminin en büyük heykelt›rafllar›n›n yapt›¤› heykeller ve katedrallerle doludur.
O ay Picasso’nun Arles’daki stüdyosuna gittik, Frans›zlar 1589’da,
Anlafl›lmaz Louis döneminde Arles’a gelene kadar flehrin ad› Rouen ya
da Zürih’mifl (Louis on alt›nc› yüzy›l›n kötülükleri ile herkesi bezdiren,
babas› belli olmayan kral›d›r). Picasso o s›ralar sonradan “mavi dönem”
olarak adland›r›lacak dönemine bafll›yordu, fakat Gertrude Stein ve benimle bir kahve içince dönemin bafllamas› on dakika gecikti. Dönem
dört y›l sürdü¤ü için on dakikal›k bir gecikmenin laf› olmad›.
Picasso k›sa boyluydu, yürüyüflü çok komikti, bir aya¤›n› öbürünün
önüne yerlefltirerek “ad›m” dedi¤i fleyleri atmaya u¤rafl›rd›. Hepimizi
güldüren hoflluklar› vard›, ama 1930’lar›n sonunda faflizm art›nca pek
bir fleye gülemez olduk. Gertrude Stein ile Picasso’nun yeni eserlerini
büyük bir dikkatle inceliyorduk, Gertrude Stein “sanat›n, bütün sanat›n,
yaln›zca bir fleylerin ifadesi oldu¤u” görüflündeydi. Picasso ise buna karfl› ç›km›fl, “Beni rahat b›rak›n, yeme¤imi yiyorum,” demiflti. Bence Picasso hakl›yd›. Yeme¤ini yiyordu.
Picasso’nun stüdyosu Matisse’inkine hiç benzemiyordu; onunki ne
kadar özensizse Matisse’inki de o kadar düzenliydi. ‹flin tuhaf› bunun
101
tam tersi do¤ruydu. O y›l Eylül ay›nda Matisse bir soyut resim siparifli ald› ama kar›s›n›n hastal›¤› yüzünden bitiremedi, sonunda eser duvar k⤛d› olarak kullan›ld›. Bütün bunlar› çok iyi hat›rl›yorum, çünkü o s›ralar hepimiz ‹sviçre’nin ya¤murlar›n bir anda ya¤›p bir anda kesildi¤i kuzey bölgesinde ucuz bir apartman dairesinde kal›yorduk. ‹spanyol kübistlerden Juan Gris, Alice Toklas’› bir natürmortu için poz vermeye ikna etmiflti, nesnelere iliflkin o ünlü soyut alg›s›yla tam kad›n›n yüzünü ve vücudunu baz› geometrik flekillere ay›rmaya bafll›yordu ki polisler gelip götürdü. Gris tam bir ‹spanyol köylüsüydü. Gertrude Stein ancak gerçek bir
‹spanyol böyle davran›r, yani, ‹spanyolca konuflur, arada da ‹spanya’ya
ailesine döner, diyordu. Harika vakit geçiriyorduk.
Bir ö¤leden sonra Fransa’n›n güneyinde bir eflcinsel bar›nda taburelerimizde, ayaklar›m›z Fransa’n›n kuzeyinde, keyif çat›yorduk ki, Gertrude Stein “midem bulan›yor,” dedi. Picasso bu durumu komik buldu, Matisse ise Afrika’ya gitmek için bahane sayd›. Yedi hafta sonra Kenya’da
Hemingway’le karfl›laflt›k. Yanm›fl, sakal b›rakm›flt›, gözlerine ve a¤z›na
o ünlü dümdüz yaz› biçimini vermeye bafllam›flt›. Keflfedilmemifl karanl›k k›tada Hemingway’in dudaklar› iyice çatlam›fl ve hofl görünüyordu.
“N’aber Ernest?” dedim. Ölüm ve macera konusunda tam kendisine yak›fl›r ustal›kta laflar s›ralad›, uyand›¤›mda çad›r› kurmufl, büyük bir
ateflin bafl›nda hepimize yemek için etli lezzetli bir fleyler haz›rl›yordu.
Yeni sakal›yla dalga geçtim, güldük, konyaklar›m›z› yudumlad›k. Sonra
boks eldivenlerini takt›k, burnumu k›rd›.
O y›l Paris’e ikinci gidiflim zay›f, heyecanl›, karga burunlu, cin bak›fll› bir Avrupal› besteciyle görüflmek için oldu. Bu adam bir gün Igor
Stravinsky, sonra da onun en iyi arkadafl› olacakt›. Man ve Sting Ray’in
evinde kald›m. Salvador Dali de birkaç kere yeme¤e geldi. Dali sonra tek
kiflilik bir flov yapmaya karar verdi, yapt›, çok da baflar›l› oldu, çünkü tek
kifli geldi, çok hofl ve güzel bir Frans›z k›fl› geçiriyorduk.
Bir gece Scott Fitzgerald’la kar›s› verdikleri yeni y›l partisinden eve
dönüyorlard›. Aylardan Nisan’d›. Son üç ayd›r flampanyadan baflka fley
tüketmemifl, bir hafta önce de üzerlerinde parti giysileriyle limuzinlerini
büyük bir gözü karal›kla yirmi metrelik bir uçurumdan okyanusa sürmüfllerdi. Fitzgerald’lar›n önemli bir özelli¤i vard›; de¤erleri çok sa¤lamd›. Öyle alçak gönüllü insanlard› ki; Grant Wood daha sonra onlar› “Amerikan Goti¤i” için poz vermeye ikna etti¤inde nas›l sevindiklerini hat›rl›yorum. Her gelifllerinde Zelda bana Scott’un bahçe t›rm›¤›n› sürekli düflürdü¤ünü anlat›yordu.
Sonraki y›llarda Scott’la çok s›k› dost olduk, ço¤u arkadafl›m›z son
roman kahraman›n› yazarken benden esinlendi¤ini, benim hayat›m›n da
onun bir önceki roman›ndan esinlendi¤ini düflünüyordu, sonunda bir ro102
man kahraman› taraf›ndan mahkemeye verildim.
Scott’›n ciddi bir disiplin sorunu vard›, hepimiz Zelda’ya hayrand›k
ama Scott’›n çal›flmalar›n› olumsuz yönde etkiledi¤ini düflünüyorduk, y›lda bir roman yazan adam art›k arada deniz ürünleri yeme¤i tarifi ve bir
y›¤›n virgül d›fl›nda bir fley yazmaz olmufltu.
Sonunda 1929’da hep birlikte ‹spanya’ya gittik. Hemingway bizi
orada bir kad›n duyarl›l›¤›na sahip, hatta kad›ns› bir adam olan Manolete ile tan›flt›rd›. Darac›k matador tayt› ya da bal›kç› pantolonu giyiyordu.
Manolete büyük, çok büyük bir sanatç›yd›. Bo¤a güreflçisi olmasayd› dünyaca ünlü bir muhasebeci olacak incelikteydi.
O y›l ‹spanya’da harika zaman geçirdik, gezdik, yazd›k. Hemingway
beni orkinos av›na götürdü, dört konserve kutusu tuttum, güldük. Alice
Toklas Getrude Stein’a âfl›k olup olmad›¤›m› sordu, çünkü ona bir fliir kitab› ithaf etmifl, her ne kadar fliirler T.S. Eliott’›n olsa da, ve sevdi¤imi
söylemifltim ama birlikte olmam›z olanaks›zd› çünkü bana göre fazla zekiydi, Alice Toklas da ayn› düflüncedeydi, sonra boks eldivenlerini takt›k,
Gertrude Stein burnumu k›rd›.
Çeviren: Alev Bulut
103
Foto¤raf: Gökalp Gökulu
TAfiTAN ÇIKARKEN BAfiTAN
O¤uzhan Akay
fiimdi say desen, sayamam. Ama hepsi orada duruyor iflte. Anlat dersen, anlatabilir miyim? An›msar m›y›m anlat›rken her fleyi? Keflke birer
numara verseydik onlara. Da¤›lsalar bile toplanabilirlerdi. Gerçi toplanm›fl
halleri de da¤›lm›fl hallerinden farkl› olmazd›, o da var. Her numarada
hangi an› gizli, hangi an› anlat›yor diye de kaydederdik bilgisayar›m›za. Ç›kard›klar› seslere göre de s›n›flayabilirdik tabii onlar›. Henüz program› yaz›lmasa da Japonlar’a ›smarlard›k program›n› ya da Hintliler’e anlat›rd›k
derdimizi. Farkl› müzikleri, efektleri olurdu her birinin. Arflivleme sorunlar› bunlar, geçelim. Aslolan anlamlar›. Sahildeki, flu yandaki tafl, ilk tart›flmam›za benziyor, yamulmufl. Bu, zil zurna sarhofl olup uzanmam›za s›rt
üstü, flu ya¤murda sarmafl dolafl öpüflmemize, yap›fl›k. Bak, en irice olan›n› gördün mü? Bafl›m›za düflmüfltü ayr›ld›¤›m›zda. Yüzü¤e benzeyeni evlendi¤imiz günkü kadar saydam. Ya da bana öyle geliyor. Görünüfle aldanm›yorum da görünüflünü yorumluyorum. Öyle düflün iflte... Oyun gibi bafllad›, zamanla birikti. Her yer kum diyordum sana onlar benim uykum deyip kaç›yordun gülerek. Ben de peflinde. Biraz da Türk filmlerinden kalma kareleri taklit ediyorduk galiba. K›z önde, erkek arkada hani. Erkek yakalar ve yuvarlan›rlar yerde kahkahalarla. Sonra da öpüflürler, ne oldu¤u
anlamadan. Öyle de bir safl›k içerir görüntü. Zaten kaç ülkede, bir adam
bir kad›n›n ard›ndan gidip, onu gizliden sevdi¤ine dair bir mektubu vermeye çal›fl›r ve o s›rada yanl›fl anlafl›l›r ki? Broflür san›p, çöpe atm›flt›n az
104
ilerde. Mektup aç›ktayd› ve pembeydi tabii, bunu yapman do¤al. Niye
mektup yazm›flt›m ki? Mant›k yok. Henüz o zaman sana niye âfl›k oldu¤umun stratejisini, fikrini, zikrini anlatam›yordum çabucak, ondand›r. Dinlemezdin yani ve ba¤›rmaya da bafllayabilirdin. Tutuklan›rd›m muhtemelen. Ya da linç edilirdim... Sonra kolayca tan›flt›k zaten o sahilde.
2
Bunu da bir taflla anlatamazd›k. Bir kucak dolusu tafl döktük o yüzden. Öyle böyle derken, sahilde ne kadar çok tafl birikmifl onca y›lda, görüyor musun? Ço¤u bizim. Baz›lar› da bizden görüp taklit edenlerin, aflklar›na derman arayanlar›n, evlenmek isteyenlerin. ‘Sahile tekke muamelesi yapm›fllar’ benzetmesine sar›lmas›n kimse. Biz buna efsane diyoruz,
sevgilimle. Denizde tek bafl›na biri var ya orada. Solda oynaflanlar› demiyorum. Kafas› d›flarda olan hani. Son tafl› b›rakan ve denize giren o. Yani Onur. Ben de birkaç öyküdür tan›fl›yorum. An›lar›nda boflluklar varm›fl, öyle söyledi. Elinde bir foto¤rafla, bir lokantay› ar›yordu. Foto¤raf›n
lokantayla ilgisi var m›yd›? Vard› da lokanta yoktu foto¤rafta.
Bir gün yemek yemifl orada, ertesi günlerden birinde, yeniden gitti¤inde bulamam›fl. Yerinde bir depo varm›fl. Hiç lokanta olmam›fl oras›, öyle demifl biri. Foto¤raf› da orada bulmufl. Fantastik bir olay diyelim, geçelim. Memleket nerden filan dedim. ‹stanbul’danm›fl, bir gece yar›s› kendisini Datça’da bulmufl. Nas›l yani? Bilmiyormufl. Karn› aç da söyleyemiyor
diye düflündüm. Foto¤raf numara yahu. Tuttum bir lokantaya götürdüm,
yedik içtik bununla. Kafam›z dumanlanm›flt› ki, flark›lara geçmeden önce,
tafll› sahili anlatmaya bafllad›m. Belki anlatt›klar›n›n alt›nda kalmamak
için. Belki laf olsun diye. Hangi sarhofl bilir ki? Yüzünde bir flaflk›nl›k ifadesiyle elini cebine att›. Ceviz büyüklü¤ünde bir tafl ç›kard›. Tafl, daha çok
bir midyeye benziyordu. Midye olmas›na ramak kalm›flt›. Kula¤›ma tuttu
tafl›. Seslerin hepsini duydum, hayat›na dair. Ya da bana öyle geldi.
Dedim ya sarhofltum. Bu tafl, fazla gelecek diyemedim sahile. A¤›rl›k ve boyut olarak de¤il. Sesi kar›fl›kt›, kesik kesikti ve iyi bir miksaja ihtiyac› vard›.
Onur’a tafl›n burada merak etme iflareti yapt›m, denizdeyken. Biraz
Woody Allen’vari bir hareket oldu. Asl›nda iflaret ‘abece’sinde bilinen bir
hali de yoktu iflaretin. Olmas› da gerekmiyor san›r›m. Bunu tart›flacak de¤ilim.
Herkes, kendi iflaretini b›rak›r. Herkes kendi tafllar›n› yapar. Ya da
iki cümlenin yüklemlerini de¤ifltirir.
Yoksa denize de atmay› bilirdik tafllar›. Kayd›rarak.
Biz sevgilimle baflka bir fley yapal›m deseydik, kayd›rmazd›k.
Avuçlar›m›zla su tafl›rd›k, deniz olsun diye.
Onu da birileri yapt› ki, orada duruyor zaten.
4 Ekim 2006/Teflvikiye
105
TELAFER
EsraA
Yapmalar› gereken tek fley birbirlerine ba¤lan›p küçül, z›pla, hedefi
yakala, afla¤› sak›n bakma oyunu oynamakt›. HAD‹ 3, HAD‹ 2, HAD‹ 1
demekti. Ama onlar nedense o kritik karar an›nda keder olmay› de¤il trigonometri’yi seçmifllerdi.
Bir gece sabaha karfl› Irak- Türkiye s›n›r›n› Silopi yak›nlar›ndan geçerken çocukluktan kalma bir al›flkanl›kla oyun oynar gibi davrand›lar;
k⤛ttan çok belle¤i ciddiye ald›lar. Gecenin karanl›¤›nda rüzgârda savrulan a¤açlar›n ürpertisiyle sürünerek Türkiye içlerine do¤ru dikkatlice
ilerlediler. Rahatlam›fllard›. Görünürde hiçbir sorun ç›kmam›flt›…
N‹TEL‹K NED‹R S‹ZCE YA DA ÜSTÜN OLMA HAL‹ H‹Ç DÜfiÜNDÜNÜZ MÜ?
NE NEYE GÖRE ÜSTÜN MESELA VE NEYE GÖRE DAHA N‹TEL‹KL‹?
Küçükken anneannem – Evi korkut! Evi korkut! – diye tembihlerdi; olur mu öyle fley? Evin hali içler ac›s›yd›; sanki ucu körelmifl bir kurflun kalemle çizilmiflti; yar›m yamalak, k›r›k döküktü; yüzü gözü boya istiyordu; ama san›r›m güçleri yoktu. ‹yilik, güzellik, do¤ruluk, erdem hâlâ bir insanl›k hazinesi olsa böyle tam ihtiyaç duyuldu¤u bir anda birden
kaybolur muydu?
‹stemektir merhamet, m›zm›zl›k de¤ildir ki; yakas›n› b›rakmadan ›srar etmektir, gözün kör, kula¤›n duymad›¤› and›r. Pembe siyah kadar yak›nd›r bazen; ne istedi¤ine ba¤l›… Yani tutkulu bir avc›ysan e¤er ve hâlâ
sevgilinin ad›n› unutmad›ysan çölden bulup getirdiklerinde, hâlâ bir yerlerde saklayabildi¤in yedek kelimelerin varsa… gerçekle masal ayn›...
Benim dedi¤im flu asl›nda: birey olarak özgür müsünüz? Dünyada
en son neye sar›l›p da huzur buldu¤unuzu düflünmeye hiç zaman›n›z oldu mu? Çekirde¤iniz ne diyor geceleri bir bafl›n›za yata¤›n›za uzand›¤›n›zda?
Tam köfleye geç ‹brahim abi, orada arkandaki g›c›rdayan eski ‹ngiliz koltu¤a oturabilirsin, rahat ol... Yooo tam da öyle de¤il; abart›yorum
belki de kim bilir?
106
Sen kimsin, Kimsinsen’i tan›m›yorum dedi.
Türkmen oldu¤unu daha ilk karfl›laflt›¤›m›zda söyledi. Sahte pasaport yapt›r›p Polonya’ya geçtim dedi, sonra da gerisin geri Türkiye… ve
film bafllad› dedi... Herkesin ekme¤i yaflad›klar›ndan ç›kar ve insanlar
bunu her zaman pahal› bulur dedi. Hayat bu yüzden giderek bozk›rda bir
armut a¤ac›na benzer dedi.
Kaç zamand›r kulak hapsindeyim. Ne olur ad›m› oldu¤u gibi yazma.
Hatta geldi¤im yeri de yazma. Hikâyeyi yaz ama, çocuklar okusunlar dedi. Elinde iki kelime vard›. Birini bofllu¤a b›rakt›, ötekini uzat›p avucuma koydu. Küçük harflere bir dahaki sefer dikkat ederim; söz dedi...
Ya olacak, ya olacak... hiçbir fley bilmiyorum daha. Her fley iki saat
sonra netleflecek. Ahhhhhhhhhh ödümü patlatt›n Telafer! Hiç sesin ç›km›yor. Yafl›yor musun ölü müsün; ac›n buradan belli olmuyor.
Benim de¤il, benim de¤il, onun... o geceyi hiç yazmamal›yd›n.
Sadece yazd›¤›n› hayal etmifl olamaz m›yd›n? Bu mümkün mü? Onu
ben öldürmedim, onu ben öldürmedim! O bir düflteydi sadece, kendi
u¤ultusunda öldü...
X’in niceli¤i bütün x niceliklerine eflit olsun.
X so¤u¤a eflit olsun..
Aral›k so¤uktur.
So¤uk aylar kas›mdan flubata kadar olan aylara eflittir.
Dört so¤uk ay ve dört s›cak ay vard›r. Geriye dört belirli olmayan s›cakl›kta ay kal›r.
fiubatta kar ya¤ar. Martta göl buzdan bir göldür.
Eylülde ö¤renciler geri döner ve kitapç›lar dolar.
X, dolu kitapç›lar›n ay›na eflit olsun.
So¤uk aylar›n say›s› dörde yaklafl›rken kitaplar›n say›s› sonsuza yaklafl›r.
fiu anda asla gelecekteki kadar üflümeyece¤im.
So¤u¤un gelece¤i sonsuzdur. S›ca¤›n gelece¤i so¤u¤un gelece¤idir.
Kitapç›lar sonsuzdur; o yüzden eylül d›fl›nda asla dolu de¤ildirler. *
S›ca¤›n gelece¤i, so¤u¤un gelece¤i, insanl›¤›n gelece¤i… bu ne kar›fl›k matematiksel ifllemdir... Irak s›n›r› matemati¤e kapal›d›r bilmiyor
musun? Bir halk›n gelece¤i tarihinden kopmuflsa kimya ile fizi¤i üst üste koyup da durumu dengelemeye çal›flmak, e¤er olmazsa bir de çarpmay› ve bölmeyi denemek neyi çözer?
107
Bu ne; bölünce Erol topu at yaz›yor; “ben kendi elimle bölmem gel
sen böl” diyor... bölünce Erol Erol topu at yaz›yor, “bölmem istersen gel
sen böl” diyor... bölünce Erol Erol Erol topu at yaz›yor, “ben bölmem buyur gel sen böl” diyor... her sorulana soru ile cevap veriyor...
Ölmek korkutmuyor.
Makyaj yapabilir...
Manikür de yapabilir...
Saç›m› tarayabilir...
Fön çekebilir...
Boyayabilir...
Örebilir...
‹zin var?
Biliyorsun…
Haberim yok, keflke bilebilsem.
Hey hey! Aralar›ndaki en küçük cüce sen misin?
Hey hey! Aralar›ndaki en küçük cüce sen misin?
1729’uncu hafta, 10’un küpü ve 12’nin karesi ve anneannemin sabah namaz›... Ne ifle yarar ki bunlar? 1 çok can s›k›c› bir rakam; 2 ile yan
yana yaflanmaz; 10 fazla titiz, her zaman birlikte olunmaz. Ars›zlar›n iyice azd›klar› bir dünyada korkmaz da ne yapars›n? Al›n bakal›m bu mühür çözülür mü bu akflam? Su yollar› çok hareketli... lanet olsun! Yani
sistem çal›fl›yor. Silahlar tafl›n›yor ‹skenderun liman›ndan; Akdeniz’den
tüm dünya atefle kesiyor…
Sen kimsin? Kimsinsen’i tan›m›yorum dedi.
Türkmen oldu¤unu daha ilk karfl›laflt›¤›m›zda söyledi. Ve film bafllad› dedi... tenim son bir y›ld›r inceldi dedi. Herkesin ekme¤i yaflad›klar›ndan ç›kar ve insanlar bunu her zaman pahal› bulur dedi. Hayat bu yüzden giderek bozk›rda bir armut a¤ac›na benzedi dedi. Kaç defa köfleye
kadar gidip gidip geri döndü ve ayn› laf› söyledi: Hayattan daha ekspres
bir fley görmedim!
Geri dönüflü olacak bir gidiflse evet her yere giderim.
Henüz erken bir aflamada yafl›yorlar...
Kimler?
Bilmek istiyor musun gerçekten?
Bitti¤imi mi düflünmüfltüm... affedersin tanr› aflk›na... al!
108
Çok kabaca: Senin yaz›n de¤il bu! Uyuma ifl yap, uyumu ç›kar ortaya.
fiiflirilmifl obez bedenlerin arkalar›nda çok büyük boflluklar var. Sakin, flehvetli ihtiflamlar… kendi kendine bile yetemeyen bitkin formlar.
Baflka bir deyiflle renk, hacim, çizgi, perspektif, ritim, gerçe¤in görünen
kabul edilmifl, daha do¤rusu gasp edilmifl halleri. Ama bir yandan da gizli bir uysall›k söz konusu. Kilolu halleri ile gözlerimizin gördükleri, di¤er tüm öz ve maddelerden ar›nd›r›l›p fantezimize sunuluyor. Bir an
için bu figürleri karfl›laflt›racak bir fley aransa bu kesinlikle insanl›k olmamal›d›r.
Bana verdi¤iniz numara düflmüyor bay›m!
Ben size o numaradan bilgi al›n demifltim!
H››› düflmüyor dedim!
Anlad›m... … pasaporttaki resminiz de¤ifltirilmifl kesin. O
günden beri 1000 kelime ö¤rendim; art›k kendi kendime konufluyorum.
Herkes haftada 100$ al›rken, ben 250 $ al›yorum. Bu yüzden s›n›r› geçince t›rnaklar›m ç›kmaya bafllad›...
Seni ve sevdiklerini seviyorum yaz›yor elindeki buzlu barda¤›n bu¤ulanm›fl cam›nda.
Ve bir dipnot: Waltz'in üç imgesi... insan do¤as›… devlet yap›s›… sistem çat›s›…
Ve bir koltuk: tek kiflilik beyaz keten kapl› en derini kavrayan bir
koltuk.
Bebek safl›¤› kokan ellerini çocuklara uzat›yor… k›rm›z› k›rm›z›
akan kana bak›yor... gözleri kayboluyor... sonra kekeler gibi se-ni s-eviyorum, se-ni s-eviy-orum diyor... sonra gül annesini b›rak›p gidiyor...
Topla zarlar›n› gitme vakti art›k...
Yazar bizi nereye götürüyor umurunda m›?
Kaçal›mmmmmmmmmmm yoksa…
Yoksa ne?
Heyy..! sen...! haz›r m›s›n...!
Neye haz›r m›y›m?
Elinde oyuncak yok çocuklar›n… belinde hep silah… belki ‹stiklal
y›k›k, dökük... Ben do¤ru yolday›m ya sen.? Zor bulunur dedi¤in… daha
yaflarken yaflad›¤›n› hissettirenler...
En sevdi¤im oyun 1, 2, 3 TIP! Hayat âlemi mi? Gerçekler mi? Ne flifl
yans›n ne kebap…. @@@999@000… Kim demifl ki daha do¤ar do¤maz
düflünürüm?
Sen kimsin? Kimsinsen’i tan›m›yorum dedi.
Türkmen oldu¤unu daha ilk karfl›laflt›¤›m›zda söyledi. Telafer’i
Amerikan askerleri iflgal etmeden 2 saat önce terk etmifl.Türkiye s›n›r›ndan geçerken çok korkmufl. Yüzünde tikler oluflmufl; flu para denen meret var ya dedi en yetkili o bence…
Gavur aya¤a kalkt› sahnenin önüne do¤ru ilerledi... Al dedi bunu senin için yakt›m dedi. Kutsa beni dedi… ve elindeki yapay meflaleyi gökyüzüne do¤ru kald›rd›¤› an tüm yer, gök alev ald›... en arka s›rada evet
evet elinde meflale tutan flu gavur! Sen ellerini ateflin üzerinde gezdir sadece!
Ol demifl olmufl
Ol diyecekmifl olacakm›fl
Olsun istemifl sonunda oldurmufl.
Her ifl olup bittikten sonra olaca¤› varsa olsun diye gaipten bir ses
duyulmufl:
Oldu olacak gel demifl...
Önce karanl›¤›n ortas›nda Asl› gibi görünmüfl zihnine.
Sonra do¤udan, ›fl›¤›n oldu¤u yerden ikinci kez duyulmufl ayn› ses:
Telafer, u¤ursuz bir gece olacak sak›n uyuma! Terli yüzler elin tersiyle silinmeli diye düflünmüfl o an; yoksa elin kiri her yere yay›l›yor. Söz vermifl
kendi kendine: bir dahaki sefere daha bafltan ol diyecekmifl… olacakm›fl...
Elindeki zar› sallad›, sallad›, sallad›
Y‹NE M‹ DÜfiEfi dedi.
Yerde gökyüzü!
Nerede ova, da¤, tafl!
Sen yeni do¤mufl çiy tanesi, sana b›rak›yorum tüm yetkilerimi!
Güvenli bir k›lavuz bul kendine, sak›n unutma!!!!
Yalan oldun saadet!
Ifl›¤› aç
görmen için flart!
(*) David Auburn’ün Pulitzer ödüllü oyunu Proof (Kan›t) filminden…
110
Onur Caymaz
KASIMPATI
kas›mpat› seni çok düflünmüfltüm dal›mdayken
kufllar›n uykusuna da¤›lan yapraklar›
bir gün ay›lacak olman›n korkusunu…
ayr›lacak olman›n, bunu bir de.
o piyanonun sesini nas›l unuturum, yakamda eylül.
u¤ultulu ya¤murlar›, yang›n tarihleri ezberlemifl adamlar›
soldu¤um tarifelerde beni bul, yakamda eylül
celplerde ad›m geçmiyor, aflk mektuplar›nda
tutanaklarda, davetiyelerde… rüzgârda ad›m geçmiyor.
foto¤raflarda yafllan›yor annem, babam nerde.
nerde ay›ld›yd›m, uyand›¤›m nerde, ilk ses kimden geldi,
kim uydu suya ak›p giderek dupduru en önce?
bunu bir de.
seslerden vapurlar geçiyor, dudaklar iskelesine.
t›n›y› biliyorum. eski bir kasabaya tayinim ç›k›yor
faytonlar uçufluyor, pencere kenar›na tafl›n›yor yataklar
kimse hat›rlam›yor beni bu yaz. sürgün, gözlerine
ah kas›mpat› bazen yorgun fleyler düflünüyorum,
elimi aln›ma koyuyorum sözgelimi bir k›r kahvesinde.
gonca’ya bak›yorum boynuna bahar gelmifl,
donuyor ama içimdeki sinema perdesi.
çok eskiden bir gün seçiyorsak ikimiz için
onu, sadece…
evet güzlere do¤ru sar› bir yolcuyum iflte
çardaklar›n serinli¤ine b›rakm›fl›m gönlümü,
k›fl› unutuyorum, pencereleri, uzuyor tafl merdivenler,
benim yerime baflkas› seçiyor flark›lar›. kas›mpat›
apartman aralar›n› düflünüyorum yaln›z kal›nca
kalorifere yak›n perdelerin hüznünü
en çok bir kad›n›n ömrüme de¤en ayak parmaklar›n›
ürperip geri çekilen,
çekilirken atefle verdi¤i flehirlerde
yanan yerlerimin yang›n› ne çok sevdi¤ini bilse!
sadece bunu, bir bilse!
fiubat haziran -2006
111
Selahattin Yolgiden
YANGIN
“süreyya berfe için…”
o büyük yang›ndan sonra
saat kulesinin yerini de¤ifltirdiler.
herkes gitti ard›ndan, nice sonra
düzeldi her fley.
bir kad›n su çekti kuyudan,
köfleden döndü birisi aylak ad›m,
avareler çiçek toplamaktan vazgeçtiler
sevgililerinin simsiyah saçlar› için.
kalabal›kla kar›flt›m ben günlerce
içlerinden biriydim, a¤lad›m durdum
her giden geri geldi de sonra
bulamad›m, markos nerde?
bir çocuk doland› bir kad›n›n ayaklar›na
bir kuflun kanatlar›n› ba¤lad›lar uçmas›n diye
anneler masallar anlatt› gerçekle ilgisiz
kent yanm›flt›, uzun sürmüfltü yang›n.
nerde, markos nerde?
nerde o akflamlar rak› kadehinde oynayan
gece bir gelinin evden ç›k›fl› gibi nazl›
gelip durunca kentin üstünde
her giden geri geldi de
ah, markos nerde?
“hayat zordur pasamu, bana bak da
gelece¤ini gör vre. ne bir ad›m önündesin
hayat›n, ne bir ad›m gerisinde
ne kand›racaks›n kendini, ölüp gidece¤iz iflte”
günler geçti, geceler, birbiri ard›na
markos’u buldular sonra kül içinde
ben bakamad›m, bir atefl yand› içimde
markos’u buldular sonra evinde
annesinin resmine s›ms›k› sar›lm›fl halde.
112
Mehmet Çak›r
HAYIRSIZ CANLAR
biz ana kuzusuyduk
uzak yerlerin cüceleri
geceleri dev uykusuyduk
ö¤retirdik korurduk
ve iyilefltirirdik geceleri
göçtü düfllerimiz
ayn› gecelerden biri
biz yar›n yolcusuyduk
söndü yaflam feneri
iyi ki öldük
bir avuç toprak olduk
Gözeler köyüne
yaflasayd›k
ifle yaramazd›k
en çok hakim olurduk
Elaz›¤ iline
Bingöl’de, 1 May›s 2003 tarihinde meydana gelen depremde, Çeltiksuyu
Pansiyonlu ‹lkö¤retim Okulu’nda e¤itim gören 84 ö¤renci ve 1 ö¤retmen yaflam›n› yitirdi. Çocuklar›n› depremde kaybeden aileler, 2004 y›l›nda Malatya ‹dare Mahkemesi’ne baflvurarak Milli E¤itim Bakanl›¤› aleyhinde maddi ve manevi
tazminat davas› açt›; dosyalar yetkisizlik nedeniyle Elaz›¤ ‹dare Mahkemesi’ne
gönderildi. ‹ki y›l sonra, mahkeme heyeti bilirkifli raporunu kabul ederek, maddi tazminat davas›n› reddetti ve ailelere 40 bin YTL manevi tazminat ödenmesini kararlaflt›rd›.
113
Levent Sevi
BALYOZ
Çocuktuk, ben ve arkadafllar›m:
Aren, Yorgo, Yuda…
ve daha bir sürü sima, flimdi isimlerini hat›rlamad›¤›m.
Misket oynard›k bütün gün Büyükada'da.
Kavgalar›m›z politik de¤ildi o zamanlar.
ilk kim atacak kavgas›yd› bizimki.
Sonra hepimiz atard›k teker teker,
bafllard› duvara en yak›n olan b›lyesi.
Bafl belirlenirken,
m›z›kç›l›k yapard›k s›r›tarak.
Biz doldururken ceplerimizi,
sallan›rd› balyoz, sallan›rd› Donanma Sokak.
Kula¤›mda hâlâ sesleri:
Dobiler, aynalar,
sütler, çin kemikleri.
Kap›fl›rd›k hayat bundan ibaretmifl gibi.
Kare as sorguluyor art›k bütün kumarlar.
ve yenik düflüyor politikaya az›nl›k hayatlar.
Büyükada yitmifl, Büyükada kepilmifl,
misketleri çal›nm›fl bel çantas›ndan.
Saatin önünde buluflanlar›n da
art›k çok geç oldu¤undan yok haberleri.
Dünün çocuklar› büyümüfller de,
sorguluyorlar nedenleri.
Bak yavrum, Rumlar gitti, ada bitti.
dedi¤i gibi babaannemin.
Ama nas›l olur?
Hâlâ içinde misketlerim, ceplerimin.
A¤ustos 2004, Hisarüstü
114
115