YAZAN: LOVRET, Fredrick John ÇEVR: KARATOPRAK, Erinç (6.Kyu
Transkript
YAZAN: LOVRET, Fredrick John ÇEVR: KARATOPRAK, Erinç (6.Kyu
YAZAN: LOVRET, Fredrick John ÇEVİRİ: KARATOPRAK, Erinç (6.Kyu) İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Fakültesi AİKİJUTSU ve JUJUTSU 22 Temmuz 2005 Teori Bir milyon yıl önce, dünyanın ilk insanı oturdu, yemeğini yedi; sonra dünyanın ikinci "Homo Erectus" unun kafasına bir taşla vurdu ve yemeğini aldı ve böylece 800cc’lik beyin dokusunun ezilmesiyle ego ve kendine hükmetme kavramı ortaya çıktı. Daha sonraki bir milyon yıl boyunca bu kişisel zıtlaşma teorisi “çabuk ve faydalı sonuçlar almak için kuvvetin doğrudan uygulanması “fazla değişmedi. Her nasılsa herhangi bir yerde herhangi birisi farklı bir fikir ortaya attı. Kuvvetin dolaylı olarak uygulanması. Sabır ve mantık gerektiren bu teorinin sonuçları doğru uygulandığında daha az güçle daha etkili sonuçlar verdi. Bu başarılar daha derin araştırmaları tetikledi. Yeni tekniğin en büyük sorunu çok zor olmasıydı. Kaba bir silahın kafaya vurulmasıyla kuvvetin doğrudan uygulanması gayet işlevselken; kuvveti dolaylı uygularken çok fazla dikkat ve sabır gerekiyordu. Daha sonraki yüzyıllarda ve bin yıl boyunca, planlı olmasa da şansla bazı başarılar elde edildi. Kuvvetin direk uygulandığı metoda göre, bu yeni dolaylı teknikler adeta büyülü gibiydi. Bundan sonra jujutsu olarak adlandıracağım birçok dolaylı teknik yazılı tarih öncesine dayansa da, iç yapısı ve geliştirilmesi üzerine derin çalışmalar için görece olarak daha yerleşmiş ve daha barışçıl bir toplum yapısı oluşması gerekiyordu. Bu gecikme zaman yetersizliğinden - araştırmalara göre klasik bir avcı toplumda bir avcının haftalık çalışması 7 saatti—ya da ihtiyaç duyulmadığından değildi. — aktif bir savaşçı bariz olarak elde edebileceği bütün avantajlara ihtiyaç duyardı.Teknik gelişimde ki gecikmenin sebebi ihtiyaç duyulmaması ya da zaman azlığından değildiyse neydi? Medeniyet beraberinde üretimi getirir ve barışçıl bir medeniyette üretimde miktar ve çeşit artışı olur. Aynı zamanda, yeni ve daha iyi malların oluşmasıyla, insanda bu yeni malların en iyisine ve fazlasına sahip olma isteği oluşur. Bu istek "statü" kelimesine yeni bir anlam kattı. İlkel ve vahşi bir kültürde, statü kas gücüyle kazanılır. Yaşlı birey de uzun süre hayatta kalabildiği için bir statü sahibidir. Kültür daha medenileştikçe, mühendislik ön plana çıkar, yeni şeylere ihtiyaç vardır ve mühendis onları oluşturur. Medeniyet geliştikçe, asker ve mühendis herhangi bir yardımcıdan daha çok önem kazanır. Artık o bir üretici ya da koruyucu değildir, sosyal bir öneme sahiptir. Konfüçyüs ve Lao Tsu'nun öğretilerinin Japonların Jujutsu tarzı sanatları Çin ve Okinawa tarzı vuruşa dayalı tekniklere tercih etmesinde göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir rol oynamasına rağmen, Japonya’daki Tokugawa döneminin de en az bu öğretiler kadar bu tercihte etkisi olmuştur. Her zaman söylenen " tarih çalışmaları çoğunlukla askeri tarihten ibarettir" lafı hiçbir yerde Japonya’dan daha fazla doğru değildir. Her zaman savaşçılar var olmuştu ve her zaman en az birkaç tane, savaşçılardan oluşan devlet olmuştu. Fakat Japonya, beşyüz yıl boyunca yoğun bir savaşçı etkisi altında yaşadı, bunu üçyüz yıllık bir savaşçı yönetimi takip etti. Bu durum savaşçılığın fiilen ve kanunen bir kast olmasına sebep oldu. Statünün, devam etmesi için korunması gerekir ve buda ciddi bir şekilde olmalıdır. Sıradan insanlar vurur, bu yüzden vurmak Samuraylara göre değildi. Onlara, kendilerini kitlelerden farklı kılacak bir metod gerekliydi ve Jujutsu teknikleri bunu sağladı. Daha önce bahsedildiği gibi; doğru uygulandığında büyülü gibi görünür ve teknikleri uygulayan insanı kitlelerden üstün kılar. Tokugawa dönemi, savaşçılara bu tür sanatları çalışmaları ve geliştirmeleri için gereken zaman ve sosyal statüyü sağlamıştı, sonuçlar onlarında hayallerinin ötesindeydi. Tekniğin karmaşıklığı güç kullanmadan kontrol sağlıyordu. Efsaneye göre; Minamoto Yoshiie'nin kardeşi Shinra Saburô Minamoto Yoshimitsu (1057-1127) atemi ve kansetsu vaza tekniklerinin derinliklerini savaşta ölen askerlerin cesetleri üzerinde çalıştı.(atemi waza = hayati noktalara yapılan vuruş teknikleri, kansetsu waza = eklem kırış teknikleri) Aynı efsane Yoshimitsu'nun bir örümceğin avını ağında yakalamasını izleyerek aydınlandığı da söyler. Öğretileri daha sonra Minamoto ailesinin Takeda koluna aktarılır ve bugünün "aikido"sunun çekirdeğini oluşturur. Aktarılan sadece bir grup teknik değildi. En azından aynı oranda önemli olan yöntem bilgisiydi. "Uygun teknik, bilimsel araştırmayla ortaya çıkar." Jujutsu teknikleri Yoshimitsu'dan öncede vardı ve o öldükten sonrada var olmaya, gelişmeye devam etti. Eklem manevraları; hiç bir savaş sanatında, Takeda evinin geleneksel sanatında olduğu gibi derinlemesine çalışılmamıştır. Diğer stillerde, doğru ve başarılı olarak yapılan teknikler tatmin edici bulunsa da, Takeda sanatında bilimsel araştırmaya dayalı bir gelenek vardı. Yediyüz yıl boyunca, sayısız öğrenci her tekniği en ince detayına kadar çalıştı. Sonuçlar en iyi Morihei Ueshiba nın Daito-ryu'dan bahsederken ki sözleriyle açıklanabilir : " birçok tekniği var ve teorisi çok derin." İnsan vücudunda sınırlı sayıda hareketi yaratan, sınırlı sayıda kas ve sınırlı sayıda kas-kemik bağlantısı vardır. Bu gerçek ışığında; insan vücudunun belirli yönlerde uygulanan kuvvetlere karşı dayanamayacağı açıktır. Bu yönlere doğru enerji uygulayarak, çok az bir güçle bir insanın kontrol altına alınabileceği keşfedildi ve daha da ileri giderek, belirli şekillerde, insanın kendi ağırlığının karşısındakini kitleyebilmesi için gereken enerjiyi sağladığına varıldı ve bu da jujutsunun bir dalı olan "gölge kitlemeleri" kage-osae olarak bilinen tekniklerin keşfini sağladı. Güç harcamadan yapılan kontrol zihnin gelişmesini sağlar. Bu gelişmiş savaş tekniklerinin fizyolojik faydaları açıktır: az güç gerektirdiği için yaşlı bir daimyo(feodal lord) genç bir savaşçıyı fiziksel olarak kontrol edebilir ve bu da daimyo’nun statüsünün korunmasıdır. Teknikleri yapmak için gereken tecrübe ve kesinlik için yıllarca çalışılması gerekliliği genç savaşçıların gerekli fiziksel prensipleri bilseler bile teknikleri yapabilmelerini imkânsız hale getiriyor ve buda daimyo'nun statüsünü daha korunaklı kılıyordu. Teknik mükemmelliğe giden yolda ilginç birşey oldu. Vücut bir tekniği çok az bir güç harcayarak ya da hiç güç harcamadan yapabilir hale geldiğinde, teknikte gereken zihinsel eforda oransal bir azalma olduğu ortaya çıktı. Zihin farklı şeyler düşünebilecek şekilde özgür kaldığında dikkati düşmanın üzerine değil de düşmanın ötesine yoğunlaştırmanın çok daha güçlü bir teknik yarattığı ortaya çıktı. Bu durum aiki-jujutsu olarak adlandırıldı. Aiki kelimesi "bir olan ruhlar" olarak tercüme edilebilir. Aiki kelimesinin kullanılması saldıranın ve savunanın ruhlarının; eşitlik üzerine değil fakat savunanın, saldıranın zihninde tam bir kontrole sahip olduğu bir şekilde birleştiği anlamına gelir. Savunan artık rakibinin vücudu üzerindeki mutlak kontrolü yeterli görmüyor, onun ruhunu kontrol ediyordu. Bu tamimiyle nüfuz sahibi bir insanın bu nüfuzu koruması için gereken şeydi. Zihnin yukarıda bahsedilen gelişmesi aikijutsu ve jujutsuyu birbirinden ayıran ilk önemli noktadır. Zihin; teknik ve bu tekniğin saldıran üzerindeki etkisine yoğunlaştığı sürece yapılan şey jujutsudur. Zihnin gelişmesi benliğin yokluğuna götürür. Ben kavramını yaratan, kişiliğin sayısız öğelerinden biri olan ego; insanın varlığında merkezi bir noktadır. Tepki ya da kendiliğinden olsun insanın her türlü hareketi bu noktadan çıkar. İnsanların büyük çoğunluğu kendisinden başka birşeyi düşünmez, her türlü hareketi ve tepkisi bencilliğinin bir fonksiyonudur. Zihin ki-nobashi ile serbest kaldığında, kendi kendinin farkındalığını da kaybeder ve bu da bensiz bir varlık yaratır. Durum hakkında kendi kişisel fikirlerine göre öznel davranmak yerine durumun gerektirdiği şekilde nesnel davranabilen bir insan yaratır. Ortaya çıkan zihin durumuna "mushin" denir. Çok bilinen bir Zen öyküsünde şu sorulur: " Eğer ormanda bir ağaç devriliyorsa ve onun sesini duyacak hiç kimse yoksa hala ses var mıdır?" Aynı soruyu bensizlik kavramına uyarlarsak " Eğer varsan ve bunun farkında değilsen hala var mısındır?" İleri düzey aiki-jujutsu çalışanlar bu soruya büyük bir hayır derler çünkü onlar bahsettiğimiz anlık benlik yitimini tecrübe etmişlerdir. Bir teknik kazara da olsa mükemmele yakın yapıldığında, her zaman anlık bir benlik yitimi oluşur. Boşluğa benzer bir bensizlik. Birşeyiniz var iken onu atın ve geriye bir boşluk kalır. Saldırıya fiziksel mücadeleyle karşılık verecek biri yerine, benliğini kaybetmiş biri tarafından kontrol edilmenin çok daha ezici bir etkisi vardır. Tıpkı karanlıkta merdiven çıkarken, olmayan bir basamağa ayağını uzatıp ta sendelemek gibi, saldıran da tekniğin içine düşer. Sonuç Aikido Şakası olarak nitelenen, saldıranın ne olduğunu anlayamadığı, sinirlendiği ve haline güldüğü bir durumdur. Çok eski efsanevi haritalarda " Ejderhaların yaşadığı yerler" i gösteren simgeler bulunur. Boşluk olma, benliğini yitirme üzerine araştırmalar da buna benzer sonuçlara vardı. Bensizlikten, boşluktan gelen kuvvet. Benliğin farkındalığı varlığın bilincine ulaştırır. Bu bilinç, bilinçaltı olabilir, fakat insanın her zaman farkında olacağı sınırlar yaratır. Yapabileceklerinin sınırlarını bileceği için, bu sınırları aşmayı denemeyecektir. Bensizlikte, bu tür sınırlamalar yoktur ve sonuç olarak enerji sonsuzdur. Bu yeni güç kaynağı, nefes gücü (kokyû-chikara) olarak adlandırıldı çünkü insanın esrarengiz bir kaynaktan güç solurmuş gibi, fiziksel kabiliyetlerinin ötesine geçmesini sağlıyordu. Doğada ki besin zincirinde yukarıya çıkıldıkça, enerji yoğunluğu daha da artar, bu yüzden bir otobur tüm gününü otlanarak geçirirken, etoburların haftada bir ya da iki kez beslenmesi yeterlidir. Japonlar, tüm canlılarda bulunan bu yaşam gücüne "ki" derler. "Ki" bir varlıkta kabul edilen sınırlardan da fazla yoğunlaştığı zaman "kiai" olarak adlandırılır."Ai" ; ai fiilinin bağlaç kökünün burada "birleşmek" anlamına gelmediğine dikkat edilmelidir; "ai" nin bileşik bir kelimede ikinci parça olarak kullanılması vurgu yapmak içindir. Kiai bu yüzden "birleşmiş ruh" yerine "ruh" olarak tercüme edilmelidir. Benliğin bensizliği; bir çelişkidir. Benlik kavramından kurtulmuş bir varlık, elde edebileceği gücü idrak ettiğinde, hayata bakış açısı tamamen değişir. Bu farkındalık nasıl mümkündür? Bu sorunun cevabı, mutlak gerçeklik kavramında; Taocu felsefede yatmaktadır. Bu kelimelerle ifade edilecek rasyonel bir bilgi değildir, bu akla aykırı Zen farkındalığı; sadece tek elle yapılan alkışlamayı anlamaktır. Bu tür ifadeler, okurun yeterli çalışmadan sonra anlayabileceği şeklinde çekici hale getirilebilecek bir tür kaçış, filozofik uydurma, anlaşılmaz teknik dil, fiziksel kabiliyetleri mistik çağrışımlarla doldurmak için kullanılan yabancı terimler gibi görünse de, Takeda sanatının çekirdeğini oluşturan bilimsel araştırma geleneği unutulmamalıdır. Anlatım gizemli gelebilir, fakat sonuçlar bilimin; "tekrar edilebilir ve ölçülebilir" olabilme şartını sağlar. Güç "kiai"yi oluşturur, "kiai" de "aiki" yi. Evren etki tepkinin bir ölçütüdür. Kişisel savaş evreninde, bu etki ve tepki kafaya kaba bir silahla yapılan basit bir vuruşla başlar, "aiki" ile biter. "Aiki rakibi tek bir bakış, hareket ile etkisiz hale getirmektir" sözleriyle Takeda Sôgaku Minamoto Masayoshi (1860–1943) bunu açıklar. Kişi, bu basamaklarda yükselince, "jujutsu" dan "aiki-jujutsu" ya, "aiki-jujutsu" dan "aiki-jutsu" ya ulaşınca kendisinde bir güç yaratır. Bensizlikten gelen, saldırıyı henüz gerçekleşmeden engelleyebilen bir güç. Bilimsel olarak ölçülemediği halde, bilimsel metodlar kullanılarak yaratılmış olan bu güç, bir kez hissedildi mi yok olması söz konusu değildir. Aiki olmak, çok ve çekici dayanılmaz bir tecrübedir. Karşısındakine mani olmaya çalışır, fakat yumruk havaya kalktığında garip fakat güçlü bir boşluğa dönüşür ve zayıf ses fısıldamaya devam eder "Ejderhaların yaşadığı yer"... Ahlak ikilemi. Aikinin fiziksel eğitimin son noktası olarak çalışılması sadece Daito-ryu ve türevleriyle sınırlı değildir, özellikle kılıç sanatları olmak üzere, birçok diğer sanatta buna ulaşmaya çalışır ya da en azından kabul eder, fakat sadece Takeda ailesinin gizli sanatında (hijutsu=gizli sanat) aiki üzerine çalışmalar bu kadar titizlikle yapılmıştır. Öğretinin sonuçları; askeri bir diktatörlük için tahmin edilemez bir değerdeydi. Yöneten kast; alt sınıfların ölüm ve yaşamlarına karar verme hakkına sahipti ve toplumun büyük bir kısmı insan olarak sayılmıyordu, böylesine vahşi ve sınırsız bir enerji 20. yüzyılda bir ahlak ikilemi yarattı. Nesnel bir değerlendirme açık bir şekilde bu tür felsefi bir ikilem yaşayan insanın aiki olamadığı sonucunu doğurur, benliğini yok edebilmiş bir insanda ahlak yoktur çünkü ahlak bir bireyin davranışlarının, diğerlerini nasıl etkileyeceğinin farkında olmasına bağlıdır. Bununla birlikte aiki yolunda büyük ilerlemeler kaydedebilmiş insanlar da bu sanatın yarattıklarıdır. Bunun da en iyi örneği Morihei Ueshiba(1883-1969)dır. Ueshiba'nın Daito-ryu bilgisi ve yüksek fiziksel seviyesi Deguchi Onisaburo'nun kendisini Omoto Tapınağında ders vermesi için davet etmesini sağlamıştı. Ortaya atılan; Ueshiba’nın eğiteceği öğrencilerden oluşacak bir ordunun din yayma amacıyla kullanılacağı iddiası çok yersizdir. Tapınakta yaşamaya başladıktan sonra bu yeni din Ueshiba'yı çok derinden etkiledi. Omoto-kyo dinine yakında bir "ütopya" geleceği inancı hakimdir ki bu da çiftçi bir ailenin bireyi üzerinde dayanılmaz bir çekiciliğe sahiptir. Sonuç olarak, bu öğretiler kısa sürede Takeda gelenekleriyle kaynaştı ve ortaya birbiriyle çelişir gibi görünen, bensizlik kavramından gelen güç ve evrensel bir ahlak anlayışını birleştirdi. Ueshiba’nın amacı Aikido; kişinin bensizlikle elde ettiği etrafını tamamen kendi kontrolüne veren sınırsız güç yerine, kişinin hareketlerinin ütopik bir idealle harmoni haline getirmesidir. Bu açıdan bakıldığında Aikido, temelde yapılan bir düzenleme olarak düşünülebilir: saf sanatın getirdiği psikolojik gücün sınırlandırılması ve yeni bir hedefe yönlendirilmesi; bir kişinin durumunu düzeltmek yerine tüm toplumun durumunu düzeltme hedefine yönlenmesi. Ahlak olarak bakıldığında Aikido, Aiki-jutsu ya göre çok üstün olmasına rağmen, bu doğal sınırlandırma kimi insanlara rahatsız edici gelebilir. Gerçekten de birçok insan eski olma ve kaliteyi karıştırarak daha eski olduğu için eski yolu izlemeyi tercih ediyor. Kimisi de sınırsız gücünün çekiciliğine kapılıp bu yolu tercih ediyor. Ahlak tartışmasını yaparken, aiki tekniklerinin hiçbirşey yapmayıp karşımızdakini de hiç birşey yapmamaya zorlayarak sorunu çözmek olduğunu unutmamalıyız. Sonu olmayan yol. Birçok kez katledilmiş; Temel Jujutsudan, saf Aiki’nin ruhani dünyasına kadar olan uzun bir yol. Kimisi kafaya basit bir darbe vurmaktan öteye gidememiş, kimisi bir kaç adım daha atıp kendisini yolda kaybetmiş. Fakat sihir hala orada. Öyle bir sihir ki, bir kez yaşandı mı, çok ufak bir an için bile olsa, kişiyi ipekten bir ağla tuzağına düşürür. Yolun sonu nerede? Bu sorunun cevabını ancak her insan için kendisi için bulabilir. Henüz amacı görebilecek kadar yol alamamışlar, amaca ulaşmış ve kaybolmuş olanlar... Mükemmel bir aiki ustasının ilahi tekniği, bir kılıcın altına yatıp kafasının kesilmesini beklerken ölümü ve olacakları umursamamaktır. Böyle bir ustanın kafasına kılıç darbesi vuracak bir insanı hayal etmek bile zordur...
Benzer belgeler
masakatsu agatsu - İstanbul Teknik Üniversitesi
Beden, bir tekniği çok az bir güç harcayarak ya da hiç güç harcamadan yapabilir hale geldiğinde, teknikte gereken zihinsel çabada oransal bir azalma olduğu ortaya çıktı. Zihin farklı şeyler düşüne...
Detaylımasakatsu agatsu - İstanbul Teknik Üniversitesi
Beden bir tekniği çok az bir güç harcayarak ya da hiç güç harcamadan yapabilir hale geldiğinde, teknikte gereken zihinsel çabada oransal bir azalma olduğu ortaya çıktı. Zihin farklı şeyler düşünebi...
Detaylı