KIRIK İĞNE Hasan, stresli bir iş gününün ardından eve alışılmıştan
Transkript
KIRIK İĞNE Hasan, stresli bir iş gününün ardından eve alışılmıştan
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM KIRIK İĞNE Hasan, stresli bir iş gününün ardından eve alışılmıştan erken geldi, duş yaptı ve üzerine temiz bir şeyler giydi. Soğuk duş, gerginliğine birebirdi. Suyun teması vücuduna yapışmış statik elektriği nötralize ediyordu sanki. Atilla'yla eşini, kendi eşi Ayşe'nin, isteksizce de olsa, iznini alarak evlerine yemeğe davet etmişti. Ayşe ikisini de tanımıyordu, Hasan da Atilla'nın eşiyle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Hazırlanmak için fazla vakti yoktu, 19:30'da geleceklerdi. Bu davetin bir maksadı da Atilla'ya sistemini dinletmekti ama açıp ısıtamamıştı bile. Atilla'yla bir ay önce, "ultra hi-end" müzik sistemleri satan SupraUltra Audio'nun demo odasında tanışmışlardı. Atilla reklam ve moda fotoğrafçısı olduğunu söylemişti. Sokak fotoğrafçılığı ise hobisiymiş. Diğer bir merakı da müzik ve müzik sistemleriymiş. Kendi deyimiyle "mütevazi" bir sistemi varmış. Sohbet koyulaşıp sisteminin bileşenleri ortaya çıkınca mütevazi olanın Atilla'nın kendisi olduğu anlaşılmıştı. Müzik zevkleri de benzeşiyordu: İkisi de Patricia Barber'ı çok seviyordu örneğin. Hasan da fotoğrafa meraklıydı ama bir numaralı hobisi müzik sistemleriydi. Yüksek gelir sınıfından bir insan olmamakla birlikte tüm birikimini bu merakı için harcamakta bir sakınca görmüyordu. Müzik sisteminin maliyeti arabasının iki katıydı. Çocuklarının olmayışı da elini kolaylaştırmıyor değildi. Her şeyin en iyisini almak gibi bir zaafı vardı. —1— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM Herhangi bir cihazla ilgili satın alma kararı verebilmek için aylarca dergi okur, forumlarda görüş alışverişinde bulunur, dükkanlarda kıyaslamalı dinletiler yapardı. Oluşturduğu sistemle gurur duyuyordu ve şu ana kadar ziyaret ettiği hiçbir evde daha iyisini dinlememişti. Merakının en olumsuz yönü ise Ayşe'yle aralarında önemli bir zıtlaşma yaratmasıydı. Sonuçta hayat kısaydı ve ertelenmeye gelmezdi, Ayşe'ye yaranmak için kendini yaşama bağlayan bu en büyük zevkinden mahrum bırakamazdı. Atilla'yla aynı mekanda birkaç kez daha karşılaştılar, birlikte öğle yemeği yediler, "siz"ler "sen" oldu, arkadaşlıkları pekişti. Konuları, müzik sistemleri ve fotoğrafla da sınırlı kalmıyordu: Seyahatler, yemekler, kadınlar, futbol, politika, çevre konuları kapsama alanlarına girmişti bile. Hasan'ın bu derece içinin ısındığı, iyi anlaştığı bir arkadaşı daha önce hiç olmamıştı. Belki eşler de tanışıp anlaşabilirlerdi. Hasan ile Ayşe, sekiz yıl önce, talihsiz bir rastlantı sonucu tanışmışlardı. Cep telefonuyla sohbete dalmış olan Ayşe önündeki arabanın kırmızı ışıkta durmuş olduğunu fark etmeyip, arkadan çarpmıştı. Beklenmedik sarsıntı sonrasında arabasından inen Hasan karşısında kalın dudaklı, zarif, entellektüel duruşlu, kadife sesli, uzun bacaklı, hoş bir kadın görünce yüzündeki şok kaynaklı karanlık ifade aydınlanmıştı. Ayşe çok güzel olmayabilirdi ama çekiciydi, en azından Hasan'a böyle gelmişti. Hasan'dan özür dilemiş ve —2— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM zararını tümüyle karşılayacağını söylemişti. Hasan da: "Üzülmeyin, kaza bu, isteyerek yapmadınız ki" diyerek teselli etmeye çalışmıştı. Birbirlerinin telefon numaralarını alıp ayrılmışlardı. Hasan iki gün sonra aradığında Ayşe hemen borcunu sormuştu, Hasan da: "Küçük bir komplikasyon var, sizi bir öğle yemeğine davet etsem, yüz yüze görüşebilir miyiz?" diye cevap vermişti. Bu esrarengiz cevap karşısında meraklanan Ayşe teklifi kabul etmişti. Buluştuklarında Hasan: "Telefonda bahsettiğim komplikasyon, rakamın sizden talep etmeye değmeyecek kadar düşük olması" demişti. Ayşe, Güzel Sanatlar'da resim okumuştu ve bir sanat dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapmaktaydı. Hasan'ın nazik jesti çok hoşuna gitmişti. Bilgisayar yazılımı konusunda kendi firmasını kurmuş olan müzik düşkünü Hasan, Ayşe'nin fiziğinden olduğu kadar sanatçı kişiliğinden de çok etkilenmişti. Buluşmalar buluşmaları, öpüşmeler el ele tutuşmaları izlemiş ve bir yıl sonra nikâh kıyılmıştı. Saat 19:33'te kapı çaldı. 19:30 diye konuşmuşlardı ama genellikle yarım saat geç gelinirdi. Ayşe aceleyle rujunu sürdü, Hasan hole koşup ayakkabılarını giydi ve açmakta geciktikleri kapıyı finiş hattını göğüslemeye çalışan yüz metre koşucuları gibi son bir hamle yaparak açtılar. Birlikte salona geçtiklerinde ilk göze çarpan Hasan'ın haşmetli müzik sistemi oldu. Atilla "Oooooo, müthiş!" demekten kendini alamadı. Atilla'nın eşi Pınar, zoraki gülümsemesiyle tutuk ve çekingen bir görüntü veriyordu. Tabii ilk —3— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM izlenimlere her zaman güvenilmezdi. Atilla'yla Pınar'ı, sistemin karşısındaki iki kişilik rahat divana buyur ettiler. Hasan ile Ayşe ise sisteme yan dönük konumdaki iki karşılıklı koltuğa oturdular. İlk dakikalar hatır sormalar, havadan sudan konuşmalarla geçti. Ayşe içki servisine başlar başlamaz Hasan kalkıp sistemini açtı. Çalmaya başlamadan önce bir süre ısınması gerekiyordu. On dakika sonra plakları arasından Bill Evans Trio'nun "Waltz for Debby" albümünü seçti. 1961 yılında New York'ta Village Vanguard caz kulübünde canlı olarak kaydedilmiş bir albümdü ve basta da, bu kayıttan kısa bir süre sonra ölmüş olan, ünlü Scott LaFaro yer alıyordu. Gerçek bir caz klasiğiydi ve Hasan'ın favorilerindendi. Eşsiz sisteminde biraz volümlü dinlendiğinde kendinizi 1961'in dumanlı kulüp ortamında hissedebilmek için fazla zorlanmanız gerekmiyordu. Plağı kabından çıkartıp pikabının dönmekte olan platosuna yerleştirdikten sonra kolu kaldırıp plağın başına ilerletti ve aşağı inmesini sağlayan küçük levyeyi kendisine doğru hareket ettirdi. Kol ağır bir hareketle aşağı iner inmez hoparlörlerden gök gürültüsünü andırır bir patırtı çıktı ve kol plağın dışına düştü. Hasan panik içinde koşup kolun ucuna yerleştirilmiş olan bir servet değerindeki kafaya baktı ve bir anda başından aşağı kaynar sular döküldü: İğne kırıktı. Şoku atlatamayarak bir süre kırık iğneyi seyretti. Sonra kendisini kontrol etmeye çalışıp misafirlerine döndü: "İğne kırılmış" dedi. Bu katliamın nasıl gerçekleştiğini misafirler gittikten sonra Ayşe'yle konuşacaklardı tabii, hafife alınacak bir olay değildi. Pikabına el —4— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM sürülmemesi konusunda temizlikçi kadını da Ayşe'yi de defalarca uyarmıştı. "Çok aksi oldu, mecburen CD dinleyeceğiz, Atilla'ya sistemin tüm potansiyelini duyuramamış olacağım maalesef. Rahmetli, yedeği tutulamayacak kadar değerli bir kafaydı" dedi. Bütün bunları kendi kendine konuşur bir edayla ve kısık bir sesle söylemişti. Demo değeri taşımasına pek bakmaksızın eline geçen ilk CD'yi çalmaya başladı. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibiydi, keyfi fena hâlde kaçmıştı: Beş bin dolarlık kaybına mı, evdeki insanlara söz geçiremeyişine mi, evine ilk kez gelen Atilla'ya sistemini doğru düzgün dinletemeyişine mi ya da hepsine birden mi yanmalıydı? Sesi soluğu kesildi, köşesinde cezalı gibi oturmaya başladı. Bu arada Atilla ile Ayşe arasında koyu bir sohbet başlamıştı: Ayşe'nin dergisinden, kavramsal sanattan, yeni akımlardan, bienallerden, sergilerden, küratörlerden, galerilerden, meslektaşlarından, fotoğraftan, özetle görsel sanatla ilgili her şeyden konuşuyorlar ve zaman zaman kahkahalar atıyorlardı. Yaz köşesi-Kış köşesi şeklinde bir ayrışma oluşmuştu: Kış köşesinin iki temsilcisinden biri olan Pınar konuşmalarla ilgileniyor gibi görünüyor ve zaman zaman yüzünde hangi konuyla ilgili olduğu pek anlaşılamayan ince bir tebessüm beliriyordu. Sahiplerinin seyahate çıktıkları bir evde yaşanıyor izlenimi yaratmak için farklı odalarında ışıkların belli aralıklarla rasgele yakılıp söndürüldüğü izlenimi veren bir duruşu vardı. Diğer figür ise Hasan'dı: O da dinlermiş gibi yapıyordu ama hiç tebessüm etmiyordu, kışın en karanlık günlerini temsil etme rolünü üstlenmişti. —5— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM Bu görüntü yemek süresince de devam etti. Hasan zaman zaman kalkıp CD'yi değiştiriyor ama kimse müzikle ilgili görünmüyordu. Yemek sonrasında misafirler biraz daha oturup tekrar görüşme dilekleriyle öpüşerek ayrıldılar. Hasan artık konuşabilirdi, yargılama sürecini başlattı: "Söyler misin nasıl becerdin bu işi?" "Hangi işi?" "Bir de anlamamazlıktan geliyorsun, nasıl kırdın bu güzelim iğneyi?" "Ne saçmalıyorsun, haberim bile yok, zaten yanından bile geçmiyorum bu abuk sisteminin." "Temizlikçi kadının yaptığını mı söylüyorsun?" "O da yapmaz, çünkü bin kere tembihli." "Demek kendi kendine oldu." "Belki Ludvig yapmıştır." "Kedinin bir pençesiyle kapağı kaldırıp diğer pençesiyle de iğneye saldırı düzenlediğini iddia ediyorsun yani. Hiç gülecek halim yok, kusura bakma. Bu iğnenin kaç para olduğunu biliyor musun?" dedi ve laflar ağzından çıkar çıkmaz söylediğine pişman oldu. "Bilmiyorum tabii. Bu aletlerin fiyatlarını benden hep gizledin, hadi söyle de öğrenelim o zaman." "Atilla'yla da çok iyi anlaştınız bakıyorum" dedi imalı bir şekilde. Hem zor soruyu savuşturmuş hem de farklı kanattan yeni bir atak başlatmıştı. "Ne demek istiyorsun sen?" "Demek istiyorum ki, bütün gece kıkırdaşıp flört ettin en yakın arkadaşımla." —6— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM "Yetti artık yaaa! Yok iğneyi kırmışım, yok flört etmişim, suçlamalar, suçlamalar, suçlamalar… Kırk yılın başında yaptıklarımla ilgilenen, beni anlayan bir kişi çıktı, biraz sohbet ettik. Bunu da çok mu görüyorsun bana? Senelerdir bana 'bugün neler yaptın' diye sormuyorsun. Hiç ilgini çekti mi benim hayatım? Varsa yoksa o lanet müzik sistemin! İşten gelip dosdoğru karşısına geçip oturuyorsun, tek kelime konuşmuyoruz." "Yine abartıyorsun, senelerdir sormamışım, daha neler!" "Peki söyle bakalım, bu soruyu en son ne zaman sordun?" Hasan kendini köşeye sıkışmış hissetti. Ayşe haklıydı galiba, hatırlamıyordu, demek ki uzun zaman geçmişti. Ama kırık iğneden ötürü kendini mazlum hissettiği anda tali bir tartışmadaki yenilgisini kabullenecek değildi. "Neyse sen yarın temizleyici kadını iyice sıkıştır ve doğruyu söylet. Bu pikaba bir daha kesinlikle el sürmesin, yoksa bir daha bu eve giremez." ********************** Atilla fotoğrafa lise çağında başlamıştı. İlk zamanlarda eline geçen tüm fotoğraf dergilerindeki resimlere uzun uzun bakmış, iyi fotoğrafı anlamaya, tanımaya çalışmıştı. Fotoğraf çekmek hem çok kolay hem de çok zordu. Gözü gören ve düğmeye basmayı beceren herkes fotoğraf çekebilirdi. Günümüzde, teknolojinin gelişimiyle, bu iş daha da kolaylaşmıştı. İnternet alemi ve Atilla'nın çevresi kendisini fotoğrafçı sanan amatörlerle doluydu. —7— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM Kompozisyon, kadraj, tonlamalar, netlik gibi kriterlerin tümünün doğru olması fotoğrafı iyi yapmak için yeterli değildi. Fotoğrafı iyi yapan ama sanatla ilgili bütün konularda olduğu gibi tanımlaması pek de kolay olmayan bazı sihirli özellikler vardı. Örneğin, öpüşen bir çift eğer yaşlı bir kadının meraklı bakışlarıyla birlikte yakalanmışsa veya öpüşmelerinde forma dayalı farklı bir estetik, bir tuhaflık varsa değerli bir fotoğraf oluşturabilirdi. Robert Doisneau'nun ve Henri Cartier-Bresson'un öpüşme resimleri buna iyi birer örnekti. Bu fotoğrafların bazıları yakalanarak çekilmiş, bazıları oluşturulmuş, bazıları da yakalandığı an teknik nedenlerle çekilemediği için sonradan oluşturulmuştu. Robert Doisneau öpüşen çifti görmüş ama o anda yakalayamamış, arkalarından gidip öpüşmeyi tekrar etmelerini rica etmiş ve sanki yakalanmış hissi veren o ünlü fotoğrafını bu şekilde çekmişti. Atilla için fotoğrafta iyi sonuca varan her yöntem mübahtı, çekim sonrası bilgisayarda yapılan iyileştirmeler veya efektler de buna dâhildi. Güzel Sanatlar'ın Fotoğraf bölümünden mezun olmuştu ve hayatını moda ve reklam fotoğrafları çekerek kazanmaktaydı. Hobisini mesleğe dönüştürmüş olması fotoğrafa karşı heyecanını azaltmamıştı: Onun için moda ve reklam fotoğrafları iş, sokak fotoğrafı ise keyifti. Sokak fotoğrafı sokağın fotoğrafı değildi, sokaktaki insanın, onun muhtelif hâllerinin, yaşamın fotoğrafıydı. Doisneau gibi yakalayıp tekrar ettirmediğiniz sürece tekrarı mümkün olmayan o çok özel anın tablolaştırılmasıydı. Her şeyin bir —8— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM sonu olduğuna inandığı için anın dondurulup "sonsuzlaştırılması" betimlemesini kullanmaktan kaçınırdı. Şans faktörü yok değildi tabii ama şansı da kovalamak, yaratmak gerekiyordu. Örneğin güzel bir arka plan yakaladıysanız, hayal ettiğiniz kompozisyonun oluşması için ayakta veya oturarak saatlerce beklemeniz gerekebilirdi. Atilla, deneyimli bir sokak fotoğrafçısıydı ve iyi bir kareyi gördüğü anda tanırdı. Buna rağmen birçok kez hazırlıksız yakalanıp hayatının en güzel fotoğrafını kaçırmıştı. Sokak fotoğrafçılığı sayesinde, farkındalığı artıyor, normalde göremeyeceği şeyleri görüyor, sokakta geçen zamanı anlam kazanıyordu. Özellikle ilk kez ziyaret ettiği bir şehirde elinde fotoğraf makinasıyla kare avına çıkıyor olmak büyük bir keyifti. Atilla, Pazar sabahı omuzuna makinasını asıp sokağa çıktı. Nadiren insansız resim çekerdi ve etrafta fazla insan olmayışı işini kolaylaştırmıyordu. Bir sokaktan diğerine geçerken Hasanların evinin sokağında olduğunu farketti. Üç gün önce evlerine gitmişlerdi. Sokaktan aşağı yürümeye başladı. Hasanların evi biraz ilerdeydi. Arkadaşının evinin önüne geldiğinde kafasını kaldırıp oturdukları kata doğru bakınca birden kalp atışları hızlandı: "İşte hayatımın fotoğrafı" dedirtecek bir kare karşısında duruyordu. Hemen arkasından insan yönü ağır basınca fotoğrafçılık refleksiyle kamerasına giden elini çekti. İlk anda pencerenin dışında duran kadını tanıyamamıştı. Ayşe olduğunu anlayınca çılgına dönmüş gibi bağırmaya başladı: "Ayşeeee… sakın yapma… gir içeri… N'olur vazgeç… Ayşeeee duyuyor —9— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM musun?" Ayşe apartmanın beşinci katındaki pencerenin dış eşiğinde ayakta duruyordu. Ufukta sabit bir noktaya bakıyordu sanki. Sol eliyle açık pencerenin çerçevesine tutunarak dengesini sağlıyordu. Kafasını oynatmadan gözlerini aşağı döndürerek seslenenin kim olduğunu anlamaya çalıştı ve "Atilla sen misin?" dedi. "Evet benim. Yukarı geliyorum. Lütfen vazgeç, içeri gir." "Tamam gel, açıyorum kapıyı" dedi Ayşe ve küçük adımlarla ilerleyerek pencereden içeri girdi. Atilla rahat bir nefes aldı ve üst katlarda duran asansörün gelmesini beklemeden basamakları üçer üçer atlayarak beşinci kata çıktı. Ayşe kapıyı açmış bekliyordu. Atilla, içeri adımını atar atmaz nefes nefese sordu: "N'apmaya çalışıyordun? İntihar mı edecektin?" "Bilmiyorum. Belki intihar denemesi denebilir. Ölüme yakın hissetmek, yaşamla ölüm arasında gidip gelmek nasıl bir şeydir bakıyordum. Henüz cesaret edememiştim. Yalnızca kendimi sınıyordum yapabilir miyim diye." "Neden gerek duydun buna?" "Başıma gelenleri bir bilsen." "Anlatmak istersen dinlerim." "Peki, hadi gir içeri, oturalım. Bir şey içer misin?" ******************* Hasan, Atillaların geldikleri akşam, yatmadan hemen —10— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM önce pikabının kırık iğnesini kafasıyla birlikte söküp, son derece şık bir mücevher kutusu görünümündeki dışı ahşap oyma, içi kırmızı kadife ve saten kaplı kutusuna yerleştirip çantasına koymuştu. Ertesi gün öğle arasında, kırık iğneyi kutusuyla birlikte cebine atıp ofisinden çıktı. SupraUltra Audio'ya gitmeden önce yakındaki AVM'deki İtalyan lokantasına girdi ve boş bir masaya oturdu. Bir pizza yiyip kalkacaktı. Garsonu beklerken, gözü yan masada karşı çaprazda oturan kadına takıldı. Yapılı sarı saçlı, muhtemelen yapılı göğüslü, bol makyajlı, gösterişli bir sahne sanatçısını andırıyordu. Pek tipi sayılmazdı ama gözü kayıyordu ister istemez. Hasan çapkın değildi, karısını aldatmayı aklından hiç geçirmemişti. Bir arkadaşı başka bir kadına bakarken karısı tarafından uyarılınca: "Yemek zorunda değilim ama menüye bakabilirim" demişti. Bu benzetme Hasan'a 'girmeyi hiç düşünmediği bir lokantanın sokağa asılı menüsünü incelemek' şeklinde uyarlanabilirdi. Garsona deniz mahsullü pizzasını sipariş edip beklerken pantolonunu geren gösterişli iğne kutusunu cebinden çıkartıp masanın üzerine koydu. Biraz sonra, yan masadaki kadın kendisine "Nişanlınız çok şanslı olmalı" türünden bir laf atmıştı galiba. Ne dediğini tam anlayamamıştı. "Pardon, çok iyi anlayamadım" dedi. "Mücevher kutusunun ihtişamına bakılırsa, nişanlınız çok şanslı olmalı" diye tekrar etti kadın. Hasan biraz geç intikalle: "Oooo, haaaa, bunu —11— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM kastediyorsunuz galiba" dedi ve kutuyu avucunun içine aldı. "Tabii ki onu kastediyorum, kim bilir ne müthiş bir şey vardır içinde." Hasan gülmeye başladı ve: "Hiç sandığınız gibi değil" dedi. "Ya nedir?" "Bir pikap iğnesi, bakın göstereyim" dedi. Kalkıp kadının yanına gitti ve kutunun kapağını açtı. "Ayol bu ne böyle?" Birlikte kutunun içine bakıyorlardı ki, Hasan omuzunun sırt tarafında bir el hissetti. İri el önce onu geri doğru çekti, sonra yüz seksen derece döndürdü, diğer el yakasına yapıştı ve saliseler sonra burnunun üzerine inen kafa darbesinin verdiği korkunç acıyla bilincini kaybetti. ************************* Ayşe çay yaparken seslendi: "İnternette bir sürü intihar sitesi olduğunu biliyor muydun?" "Hayır, nereden bileyim." "Neler var neler! Farklı yöntemler, en garantili olanlar, acılılar, acısızlar, her bir yöntemin ölüm oranları, ne istersen var." "İnanılır gibi değil. Oturup inceledin galiba?" "Doğumumuza karar veremiyoruz ama istersek sonumuzun kendi elimizde oluğunu bilmek rahatlatıcı değil mi? Bir tür özgürlük hissi." "Öyle diyorsan öyledir ama bildiğim kadarıyla yalnızca depresyonda olan veya psikozu olan bir kişi intihar edebiliyor, normal, sağlıklı bir kafa —12— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM böyle bir karar veremiyor." "Ben de o yüzden atlayamadım zaten." "Peki anlat bakalım neden böyle bir işe giriştin." "Belki inanmayacaksın ama benim Hasan'ın bir sevgilisi varmış. AVM'deki İtalyan lokantasında kadına aldığı mücevheri verirken kocası çıkagelmiş ve Hasan'ı hastanelik etmiş. Adam bununla da yetinmeyip hastaneye gitmiş ve Hasan'ın kayıtlarından benim telefonumu bulmuş. Beni arayıp olup biteni anlattı. Hasan'ın burnunu kırmış ama peşini bırakmayacağım diyor. Tam bir rezalet!" "İnanılır gibi değil!" "Sonra Hasan burnu sarılı bir durumda eve geldi ve bana çok farklı bir hikaye anlatmaya kalktı ama inanmadım tabii." "Eeee, ne yaptın peki? "Eve almadım, topla eşyalarını git dedim. Küçük bir valiz yapıp gitti. Şimdilik bir otelde kalıyormuş. Sonra birkaç kez telefonla aradı ama konuşmadım. Yakında ayrılırız. Hepsi bu. Çok kötü hissediyorum tabii. Bu kadar senelik birliktelik, alışkanlıklarımız, en güvendiğin insan tarafından aldatılıyor olmak… Ayrılık fikrine henüz alışamadım." "Ve ölmek istedin." "Evet." "İnan hiç değmez, çok gençsin, güzelsin, bir mesleğin var, daha kimler gelir geçer. İnişler, çıkışlar, dayanma gücümüzün azaldığı zamanlar da oluyor tabii ama hayat yine de yaşamaya değer. Hayat bize verilmiş bir ödül." "Aman ne ödül, ne ödül!" "Neyse, iyi olmaya bak, ben tekrar geleceğim, yine —13— kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM sohbet eder dertleşiriz, olur mu?" "Tamam olur." "Hadi hoşçakal." "Hoşçakal." —14—