SÖZCÜKLER 9
Transkript
SÖZCÜKLER 9
15 İKİ AYLIK EDEBİYAT DERGİSİ EYLÜL - EKİM 2008 ISSN: 1306-634X Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7 Üsküdar 34668 ‹stanbul Telefon ve Faks: 0216 495 88 65. Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul tfisekci@gmail.com; www.sozcuklerdergisi.com fi‹‹R Cevat Çapan, 5; Alova, 31-34; Ahmet Erhan, 35; Nihat Ziyalan, 42; Müslim Çelik, 49; Hüseyin Ferhad, 50-51; Ferruh Tunç, 52-53; O¤uzhan Akay, 60; Salih Ecer, 61-62; Turgay Fiflekçi, 65; Roni Margulies, 71; Metin F›nd›kç›, 72-74; Zeynep Uzunbay, 75; Memet Arif B., 80-81; Selahattin Yolgiden, 99; Ali Alkan ‹nal, 100; Songül Çelik, 105; Hülya At›lgan, 110; Levent Sevi, 114; Sema Ayöz, 123; Pelin Özer, 124-125; Mahmud Dervifl, 133-134. ÖYKÜ SICAK ÜÇLEMES‹ 28 AKSAK USUL 66 TAfiIN RÜYASI 82 YANLIfi NUMARA 111 Cemil Kavukçu Lütfiye Ayd›n Fadime Uslu Ayfer Coflkun DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI 6 20 25 36 43 54 76 88 90 101 106 115 126 131 135 TAR‹HTE B‹R GÜN 140 K‹TAPLARIN GELECE⁄‹ fiU SÖNEN, GÖLGELENEN DÜNYA... YAZI MASASI D‹N VE POL‹T‹KA SÖZCÜKLER‹N ÇA⁄RIfiIM EVREN‹ PAZAR SABAHLARI YEfi‹LKÖY’DE YAZIN ÇEV‹R‹S‹NDE B‹L‹NÇ AKIfiI EDEB‹YAT VE ÇEV‹R‹ HER fiEY EDEB‹YATLA BAfiLAR... WALTER BENJAM‹N: D‹L VE ÇEV‹R‹ SES‹N/‹N ÇA⁄ILTISI AHMET M‹THAT EFEND‹ - SAFFET‹ Z‹YA GÜNLÜKLER MAHMUD DERV‹fi’‹N ARDINDAN MUAMMER KETENCO⁄LU Umberto Eco U¤ur Kökden Demir Özlü Server Tanilli Emin Özdemir Mehmet Serdar Alev Bulut Bar›fl Özkul Bar›fl Özkul-Murat Belge Gökçen Ezber Feridun Andaç A. Didem Uslu Leyla Fiflek Metin F›nd›kç› Besim Dalg›ç Aliflan Çapan Bask› ve Cilt: Yaz›n Bas›n Yay›n Matbaac›l›k Turizm Ltd. fiti. Çiftehavuzlar mah. Prestij ‹fl Merkezi 27/806 Zeytinburnu-‹stanbul. Tel.: 0212 5650122 Yay›n Türü: Yerel Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL. Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas› Levent Çarfl› fiubesi 60469735 nolu hesaba, ya da 5519864 nolu posta çekine 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin gönderilece¤i posta adresi, mektupla ya da tfisekci@gmail.com’a bildirilmelidir. Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur. Foto¤raf: Besim Dalg›ç FETH‹ NAC‹ (1927 - 2008) “Sosyalizmin insano¤lunun yaratabildi¤i en güzel gerçekleflebilir düfl oldu¤una, dünyan›n gençli¤i oldu¤una inan›yorum. Reel sosyalizmin çöküflünün nedenlerini aç›klayabiliyoruz. Burjuva demokratik özgürlüklerin, evrensel özgürlükler oldu¤unu art›k biliyoruz. fiunu da – nesnel verilere dayanarak – söyleyebiliriz: Türkiye burjuvazisi, b›rak›n insanca yaflanacak bir Türkiye, özgür ve adaletli bir Türkiye kurmay›, Türkiye’yi yönetmekten bile âciz oldu¤unu, 1950’den bu yana bütün iktidarlar›yla ispat etmifltir. Türkiye’nin gelece¤ini kendinde tafl›yan ya da tafl›mas› gereken toplumsal güçler, ne yaz›k ki siyasal bilince, gerekli örgüte ulaflmaktan çok uzak.” Elefltiride K›rk Y›l, 1993 Merhaba, Bu say›m›zda, kitab›n evrensel yolculu¤unu ve günümüzdeki temel sorunlar›n›, ça¤›m›z›n önde gelen yazarlar›ndan Umberto Eco’nun kaleminden okuyacaks›n›z. Ça¤dafl fliirimizin bafllang›ç noktas›nda duran Ahmet Haflim’i, 75. ölüm y›ldönümünde U¤ur Kökden’in denemesiyle an›yoruz. yor. Demir Özlü, yaz› hayat›n›n bafllang›c›n›n 50. y›l›nda o günleri an›Emin Özdemir, hepimize yeniden anadilimiz Türkçe’yi ö¤retiyor. Mehmet Serdar, “Pazar Sabahlar› Yeflilköy’de” adl› denemesinde günlük yaflamdan edebiyata etkili ba¤lar oluflturuyor. Çeviri edebiyat›m›za iliflkin yaz›lar bu say›da da önemli yer tutuyor. Bu yaz›lar›n, alan›n ilgilileri yan›nda genifl okur y›¤›nlar›n› da ilgilendirdi¤ini düflünüyoruz. A. Didem Uslu’nun edebiyat tarihimizin derinliklerine do¤ru araflt›rmalar›ndan bu say›ya yans›yanlar yüz y›l öncesinin iki ilginç yazar›: Ahmet Mithat Efendi ile Saffeti Ziya. Geçen ay ça¤dafl elefltirimizin önde gelenlerinden Fethi Naci ile, ad› Filistin halk›n›n ac›s› ve umuduyla özdeflleflmifl flairi Mahmud Dervifl’i yitirdik. “Bizlerin büyük bir derdi var: umut ad›ndaki dermans›z dert... Özgürlük ve ba¤›ms›zl›k umudu... Çocuklar›m›z›n huzur içinde okullar›na gitme umudu, hamile kad›nlar›m›z›n gürültüsüz, huzur içinde çocuklar›n› do¤urma umudu; hem de arama noktalar›nda de¤il, hastanelerde...” diyen Mahmut Dervifl’in son fliirinin çevirisini de sayfalar›m›zda bulacaks›n›z. Bu say›m›zda Ömer Uluç’un desenleri var. ‹yi okumalar. 3 Ömer Uluç, Alkolle K›r›lma-‹kon Cevat Çapan UZAKLIKLAR Ad›n deliye ç›ksa da al›p bafl›n› gitmifltin uzaklara, çok uzaklara. Biz geride kalanlar, elimizde silik bir harita aray›p durduk seni sessiz o uzak y›ld›zlar›n flavk›nda. *** Bir ortaoyunu do¤açlamas› bizimki. Sözü hep sana b›rak›yorum, sen de o deli rüzgârlara. Savrulup gidiyoruz sonunda flaflk›n seyircilerin bak›fllar› aras›nda ezberimizdeki uzaklara. *** Ne kadar “s” sesi var ad›nda! Sessiz bir flark› gibi f›s›ld›yorum seni ça¤›rmak için kendi gürültülü karanl›¤›ma. Sen ›slak bir mendil sall›yorsun uzaklaflan trenden k›rlarda kalan çocuklu¤una. 5 B‹TK‹SEL VE MADEN‹ BELLEK: K‹TAPLARIN GELECE⁄‹ Umberto Eco ÜÇ ÇEfi‹T BELLE⁄‹M‹Z VAR. Bunlar›n ilki organik olan›d›r. Et ve kandan oluflur, beynimizce yönetilir. ‹kincisi, madeni oland›r. ‹nsano¤lu bu ba¤lamda iki çeflit madeni bellek tan›yor: Biny›llar önce üzerleri oyularak yaz› yaz›lan dikilitafl ve kil tabletler – ki bunlar bu ülkede iyi tan›n›r – ile temsil edilen bellek türüydü. Bununla birlikte, bugünün bilgisayarlar›n›n silikon temelli elektronik belle¤i de yine böyledir. Bir baflka bellek daha biliyoruz: Yine ülkemizde iyi tan›nan papirüsler ve sonras›nda k⤛ttan üretilmifl kitaplar›n temsil etti¤i bitkisel bellek. ‹lk elyazmalar›n parflömenlerinin organik kökenli oluflu ile ilk k⤛d›n odun de¤il keçeden üretilmifl olmas›n› bir anl›k görmezden gelmeme izin verirseniz, bitkisel bellek deyimini yaln›zca kitaplar› tan›mlayacak flekilde basitçe kullanaca¤›m. Buras› geçmiflte kitaplar›n korunmas›na adand›, gelecekte de böyle olmaya devam edecek. Bu yüzden de bitkisel belle¤in mabedi olarak görülebilir. Kütüphaneler yüzy›llar boyu, ortak bilgi da¤arc›¤›m›z› koruman›n en önemli yolu olmufl, unuttuklar›m›za ve bilmediklerimize eriflebildi¤imiz bir tür evrensel beyin görevi görmüfltür. Benzetmem yerindeyse bir kütüphane, tüm evrenin ayn› anda hem izlendi¤i hem de kavrand›¤› tanr›sal akl›n insano¤lunca olabildi¤ince taklit edilmifl halidir. Büyük bir kütüphanenin içerdi¤i bütün bilgiyi zihninde saklayabilecek bir insan, Tanr›sal akl›n bir benzerine sahip olurdu. Baflka bir deyiflle, kütüphaneleri tanr›sal güçlerden yoksun oldu¤umuz ve bu güçlere öykündü¤ümüz için icat ettik. Bugün dünyan›n en büyük kütüphanelerinden birini yapma düflüncesi kula¤a bir meydan okuma, bir k›flk›rtma çabas› gibi gelebilir. Gazetelerde veya akademik makalelerde görüfl bildiren kimi yazarlar›n, bilgisayar ve internet ça¤›nda “kitaplar›n ölümü” olas›l›¤›ndan söz ettikleri s›kça görülüyor. Kitaplar, kadim uygarl›klar›n dikilitafl ve kil tabletlerinin yok oldu¤u gibi yok olsalar da, yine de bu, kütüphaneleri ortadan kald›rmak için iyi bir neden olamaz. Tam tersine, geçmiflin miras›n› koruyan müzeler olarak hayatta kalmal›d›rlar. T›pk› art›k belgelerimizi maden yüzeylere kaz›mad›¤›m›z için Rosetta Tafl›’n› bir müzede tutuyor oluflumuz gibi. 6 Her fleye ra¤men kütüphanelerle ilgili görüfllerim bir parça daha iyimser olacak. Ben bas›l› kitaplar›n hâlâ bir gelece¤i oldu¤una inan›yorum. Yok olacaklar›na dair korkular›n kimi fleylerin – buna dünya da dahil – sonlar›n›n geldi¤ini yank›layan milenyuma özgü endiflelerden biri oldu¤unu düflünüyorum. Birçok söylefli s›ras›nda flu tarzda sorular yan›tlamak zorunda kald›m: “Yeni elektronik medya, kitaplar› yürürlükten kald›racak m›? ‹nternet, edebiyat› ifllevsiz mi k›lacak? Salt metin odakl› uygarl›k yazarl›k kavram›n›n içini tamamen boflaltacak m›? Normal ak›l sahibi, dengeli birine, bunlar birbirinden farkl› sorular gibi gelecektir. Sorulma biçimlerindeki endifleyi de hesaba katarsan›z söylefliyi yapan kiflinin, “Sakin ol, her fley yolunda,” cevab›n› ald›¤›nda rahatlayaca¤›n› düflünebilirsiniz. Yan›l›yorsunuz. Böyle insanlara kitaplar›n, edebiyat›n, yazarl›k kavram›n›n yok olmayaca¤›n› söylerseniz, heyecanlar› yitip gidecektir. Sonuçta bu saptaman›n haber de¤eri ne olabilir ki? Nobel ödüllü birinin ölümü haberdir; hayatta ve sa¤l›kl› oldu¤undan söz etti¤inizde ise, kendisi hariç, kimse ilgilenmeyecektir. BUGÜN baz› sorunlarla iç içe geçmifl bir endifleler yuma¤›n› çözmek istiyorum. Bu sorunlarla ilgili düflüncelerimizi netlefltirerek kitap, metin, edebiyat, tefsir vb. ile genellikle ne anlatmak istedi¤imizi yerli yerine oturtabiliriz. Böylelikle aptalca bir soruya nas›l birçok bilgece cevab›n verilebildi¤ini de göreceksiniz. Galiba, toy söyleflilerin kültürel ifllevi tam da bu. Her ne kadar anlatan bir Yunanl› da olsa, bir M›s›r hikâyesi ile bafllayal›m. Phaedrus’ta Platon’un anlatt›¤›na göre yaz›n›n mucidi Hermes buluflunu Firavun Thamus’a sundu¤unda firavun, insanlara bütünüyle unutacaklar› fleyleri hat›rlamalar›n› sa¤layacak bu duyulmam›fl tekni¤i övgüyle karfl›lam›fl. Ancak Thamus yine de tam olarak memnun de¤ilmifl. “Bellek sürekli çal›flt›rma ile canl› tutulmas› gereken muazzam bir yetenektir. Senin bu icad›nla insanlar art›k belleklerini çal›flt›rmak zorunda kalmayacaklar. Hat›rlama içsel bir çaban›n sonucu de¤il, harici bir arac›n faziletinden ötürü olacak” demifl. Thamus’un endiflesini anlayabiliyoruz. Baflka bir yeni icat gibi yaz› da, yerine geçti¤i insani yetiyi tembellefltirebilirdi. Yaz› tehlikeliydi. Çünkü akl›n yetilerini eksiltiyordu: ‹nsano¤luna tafllaflm›fl bir ruh, karikatürlefltirilmifl bir ak›l, madeni bir bellek sunarak. Platon’un yaz› karfl›t› tezlerini yaz›l› olarak anlatmas› ironiktir; ancak felsefesini hiç yaz› yazmam›fl, düflüncelerini yaz›p yay›nlamad›¤›ndan ölümü de akademik bir anlaflmazl›k konusu olan bir düflünüre, Sokrates’e mal etmekteydi. Bugünlerde hiç kimse Thamus’un endiflelerini pay7 laflm›yor, bunun iki basit nedeni var: ‹lk olarak, biliyoruz ki kitap, baflkalar›n› kendi yerimize düflündürtmekte araç de¤ildir. Tam tersine düflünceyi daha da fazla özendiren bir gereçtir. Proust’un A la Recherche du Temps Perdu’sü (Yitik Zamanlar›n Peflinde) gibi kendili¤inden-do¤açlama bir belle¤in ürünü baflyap›tlar›n ortaya ç›kmas› ancak yaz›n›n bulunuflundan sonra mümkün olabilirdi. ‹kincisi vaktiyle insanlar hat›rlamak için belleklerini yoklama gere¤i duyuyor idiyseler, yaz›n›n icad›ndan sonra, bu kez kitaplar› hat›rlamak için benzer bir gereksinimle karfl›lacaklard›. Kitaplar belle¤i uyuflturmaz, tersine yeni s›navlara sokar ve gelifltirir. Gelgelelim bu örnekte firavun, ebedi bir korkuyu yank›lamaktayd›: Yeni bir teknolojik geliflmenin, k›ymetli ve bereketli gördü¤ümüz fleyleri öldürmesi. Burada öldürmek sözcü¤ünü kullanmam›n nedeni flu: Firavundan afla¤› yukar› bin dört yüz y›l sonra Victor Hugo, Notre Dame de Paris’inde katedralinin kulelerine üzüntüyle bakan bir rahibin, Claude Frollo’nun hikâyesini anlatt›. Notre Dame de Paris onbeflinci yüzy›lda, matbaan›n icad›ndan sonra yaz›lan bir romand›. Bundan önce; el yazmalar›, yaln›zca k›s›tl› bir okur yazar seçkinler toplulu¤unun eriflimindeki kaynaklar iken, kitlelerin ‹ncil hikâyelerini, ‹sa’n›n ve azizlerin hayatlar›n›, ahlak, dahas› tarih, co¤rafya, do¤a bilimleri ilkelerini (bilinmeyen halklar, faydal› bitkiler ve tafllar gibi) ö¤renebilecekleri tek kaynak katedrallerdeki resimlerdi. Bir ortaça¤ katedrali bir bak›ma de¤ifltiremedi¤iniz süreklilikte bir televizyon yay›n› gibiydi, görevi de insanlara ahiretteki kurtulufllar›n› ve günlük hayatlar›ndaki zorunluluklar›n› anlatmakt›. Neyse, Frollo’nun masas›n›n üstünde matbaada bas›lm›fl bir kitap durmaktad›r ve “ceci tuera cela” diye f›s›ldar: Bu, bunu öldürecek. Baflka bir deyiflle, kitap katedrali öldürecek, alfabe de resimleri. Kitap, halk› geleneksel de¤erlerine gömülmekten al›koyacak; gereksiz bilgiyi, kutsal yaz›tlar›n kontrolsüz yorumlar›n› teflvik edecek. Hastal›kl› bir merak› tetikleyecek. Bundan çok sonra, altm›fllarda Marshall McLuhan, Gutenberg Galaksisi adl› kitab›n› yazd›. Kitapta, matbaan›n icad›n›n destekledi¤i çizgisel düflünme biçiminin yerini, televizyon ve baflka elektronik cihazlar arac›l›¤›yla gerçekleflen daha küresel bir ayr›msama ve anlama edimine b›rakman›n efli¤ine geldi¤ini ilan ediyordu. Okurlar›n›n ço¤u ve hatta belki McLuhan’›n kendisi de parmaklar›n› önce bir televizyon ekran›na daha sonra da bas›l› bir kitaba do¤rultmufl ve “bu, bunu öldürecek” demifllerdi. E¤er McLuhan bugün aram›zda olsayd› san›yorum, “Gutenberg geri dönüyor” tarz›nda bir fleyler yazacak ilk kifli olurdu. Her ne kadar bilgisayar›n resimler yaratmak ve düzenlemek için kullan›lan bir gereç 8 oldu¤u ve komutlar›n yaz› de¤il simgeler yoluyla verildi¤i kuflku götürmese de bilgisayar her fleyden önce alfabetik bir cihaz; monitörde sözcükler ve sat›rlar pefli s›ra ak›yor, dolay›s›yla bilgisayar kullanmak için öncelikle okuma yazma bilmeniz gerekiyor. Peki, ilk Gutenberg Galaksisi ile ikincisi aras›nda farklar var m›? Fazlas›yla var. ‹lk olarak, seksenlerin bafl›nda üretilen ve art›k tarih olan sözcük ifllemcilerini saymazsak günümüzde bilgisayarlar çizgisel de¤il, hipermetinsel bir yap› sergiliyorlar. fiuras› ilginç ki bilgisayarlar birer Turing makinesi olarak do¤mufltur. Yani ayn› anda ancak tek bir ad›m atabilirler. Halen de makinenin derinlerine inerseniz dilinin s›f›r-bir, s›f›rbir fleklinde ikili bir mant›kla iflledi¤ini görürsünüz. Buna karfl›n makinenin verdi¤i ürün art›k çizgisel de¤il, semiyotik bir havai fiflek patlamas› fleklinde. Ortaya ç›kard›¤› biçimse düz bir çizgiden çok, herkesin farkl› y›ld›zlar aras›nda keyfi ba¤lant›lar kurarak yeni göksel görüntülere s›çrad›¤› sahici bir galaksiyi and›r›yor. BU NOKTADA ARTIK sözünü etti¤im çözümleme eylemine bafllamal›y›z; zira hipermetinsel yap› dedi¤imizde birbirinden çok farkl› iki olgudan söz ediyoruz. Bunlar›n ilki metinsel hipermetin. Geleneksel bir kitab› soldan sa¤a (farkl› kültürlere göre sa¤dan sola veya yukar›dan afla¤›ya da olabilir) do¤rusal bir flekilde okuruz. Sayfalar› atlamak elbette ki mümkündür; – örne¤in 300’üncü sayfadayken bir fleyi kontrol etmek ya da tekrar okumak için 10’uncu sayfaya dönebiliriz – ancak bu epeyce zahmetli olacakt›r. Buna karfl›l›k hipermetinsel bir metin her nokta ya da dura¤›n baflka nokta ve duraklarla ba¤lant› kurma olana¤›na sahip oldu¤u çok boyutlu bir a¤, labirenttir. ‹kinci olarak da dizgesel hipermetin geliyor. www, bütün hipermetinlerin muazzam kökeni, diledi¤iniz her kitab› seçip alabildi¤iniz (flimdi de¤ilse de yak›n zamanda böyle olacak) dünya çap›nda bir kütüphanedir. ‹nternet halihaz›rdaki tüm hipermetinlerin genel dizgesidir. Metin ve dizge aras›ndaki fark çok önemli, buna geri dönece¤iz. fiu an için s›kça sorulan sorular aras›nda epeyce saf görünen birini aradan ç›kartay›m. Soru flu: “Hipermetinsel disketler, internet, multimedya sistemleri kitaplar› ifllevsiz k›lacak m›?” Bu soruyla, “bu, bunu öldürecek” kabulünün de dibine vurmufl bulunuyoruz. Ne var ki bu sorunun bile biraz kar›fl›k oldu¤u söylenebilir. Soru, iki flekilde formüle edilebilir: a) kitaplar fiziksel objeler olarak yok olacak m›? b) kitaplar sanal objeler olarak yok olacak m›? Öncelikle birinci soruya cevap vereyim. Bask›n›n icad›ndan sonraki dönemde bile kitaplar hiçbir zaman bilgiye eriflmenin tek yolu olmad›. Tablolar, bas›l› imgeler, sözlü ö¤retiler ve daha birçok fley mevcuttu. Ki9 taplar bilgi aktar›m› için en uygun gereç olarak kabul gördüler. ‹ki çeflit kitaptan söz edilebilir: okunmak için, dan›fl›lmak için. Okunmak için ele al›nan kitaplar› okuman›n normal yöntemi “polisiye anlat› yöntemi” olarak tan›mlad›¤›m yöntemdir. Birinci sayfadan bafllayarak, yazar size bir suçun ifllendi¤ini hissettirir. Ard›ndan suçlunun saptanma sürecini izler, en sonunda katilin uflak oldu¤unu keflfedersiniz. Böylelikle kitap ve okuma deneyiminiz sonlan›r. Asl›nda, bir felsefe metni okurken de durum ayn›d›r. Yazar›n istedi¤i, sordu¤u sorular› kitab›n bafl›ndan sonuna dek iyi izlemeniz ve belli ç›karsamalar yapman›zd›r. Elbette ki akademisyenler, elefltirmenler, ilk bölümdeki bir ifade ile son bölümdeki bir baflka ifade aras›ndaki olas› ba¤lant›y› a盤a ç›karmak için kitab› bir sayfadan öbürüne atlayarak tekrar okuyabilir. Bir yap›tta “fikir” sözünün geçti¤i bütün yerleri saptamak isteyen biri de dikkatini kitab›n sadece bu kavramla ilgili k›s›mlar›na odaklay›p pekâlâ yüzlerce sayfa atlayabilir. Bunlar›n “meslekten” olmayanlar›n pek baflvurmayacaklar› okuma yöntemleri oldu¤unu söyleyeyim. Bir de dan›fl›lmak için okunan kitaplar vard›r; örne¤in el kitaplar› ve ansiklopediler. Ansiklopediler zaten tamamen dan›fl›ls›nlar diye tasarlanm›fllard›r. Hiçbir zaman ilk sayfadan sonuna kadar okunmazlar. Britannica Ansiklopedisi ’ni her gece uykuda dalmadan önce sayfa sayfa okuyan birisi ancak bir mizah kahraman› olabilir. Genellikle birisi bir ansiklopedi cildini eline ald›¤›nda bu, Napolyon’un ne zaman öldü¤ünü ya da sülfürik asidin kimyasal formülünü ö¤renmek ya da hat›rlamak istedi¤i içindir. Akademisyenler, düflünürler ansiklopedileri daha sofistike biçimde kullan›rlar. Örne¤in Napolyon ve Kant’›n tan›fl›p tan›flmad›klar›n› ö¤renmek istiyorsam, ansiklopedimin K ve N ciltlerini al›r›m: Napolyon’un 1769’da do¤up 1821’de öldü¤ünü, Kant’›n da 1724’te do¤up 1804’te, yani Napolyon imparator olduktan sonra öldü¤ünü ö¤renirim. Demek ki bu ikisinin tan›flm›fl olmalar› olanaks›z de¤ildir. Bunu teyit edebilmek için olas›l›kla Kant veya Napolyon’un biyografilerine müracaat etmem gerekecektir. Hayat›nda birçok önemli kifliyle tan›flm›fl olan Napolyon’un k›sa bir biyografisinde, Kant’la olas› buluflmalar› görmezden gelinmifl olabilecekken Kant’›n biyografisinde böyle bir buluflmadan söz edilmifl olabilir. K›sacas›, kütüphanemin raflar›ndan birçok kitab› al›p kar›flt›rmam, toplad›¤›m verileri daha sonra karfl›laflt›rabilmek için notlar almam gerekecektir. Bu da tabii ki zahmetli bir bedensel çabaya mal olacakt›r. Oysa hipermetin yard›m›yla tüm “net ansiklopedisi” içerisinde istedi¤im yönde ilerleyebilirim. Metnin bafl›nda sözü geçen bir olay ile metin boyunca saç›lm›fl benzer olaylar dizisi aras›nda ba¤lant› kurabilir, 10 metnin bafl›n› sonuyla karfl›laflt›rabilir, A harfiyle bafllayan bütün kelimelerin listesini isteyebilirim. Napolyon isminin Kant ile birlikte bulundu¤u tüm durumlar› arayabilir, do¤um ve ölüm tarihlerini karfl›laflt›rabilirim. K›saca iflimi birkaç saniye ya da dakika içerisinde bitirebilirim. Hipermetinlerin ansiklopedi ve el kitaplar›n› ifllevsiz k›laca¤› kesin. Dün, bütün bir ansiklopediye bir CD-ROM içinde sahip olmak mümkündü; bugün ayn›s›na internet üzerinde, çapraz at›flar ve çizgisel olmayan bilgi aratabilme avantajlar›yla ulaflma olana¤›m›z var. Bütün kompakt diskler ve bir bilgisayar, bas›l› bir ansiklopedinin kaplad›¤›n›n beflte biri kadar bir yer kaplar. Bas›l› bir ansiklopedi bir CD-ROM kadar kolay tafl›namad›¤› gibi, kolay kolay da güncellenemez. Sonuç olarak evimdeki ve halka aç›k kütüphanelerdeki metrelerce ansiklopedi ile dolu raflar yak›n zamanda ortadan kalkabilir ve bunlar›n yoklu¤undan yak›nmak için de bir neden olmaz. Birçok insan için çok ciltli bir ansiklopediye sahip olman›n olanaks›z bir hayal oldu¤unu hesaba katmak gerek. Ansiklopedilerin maliyetinden dolay› de¤il, – ya da sadece bundan dolay› de¤il diyelim – ansiklopedileri tafl›yacak raflar›n maliyetinden dolay›. Ö¤retim hayat›na bir ortaça¤ uzman› olarak bafllam›fl birisi olarak evimde Migne’in ikiyüzyirmibir ciltlik Patrologia Latina’s›na sahip olmak isterdim. Bu çok pahal› bir yap›tt› ama karfl›layabilir durumdayd›m. Karfl›layamayaca¤›m fley ise ikiyüzyirmibir tane kocaman kitab›, beflyüz tane normal boyuttaki kitab› ortadan kald›rmak zorunda kalmaks›z›n saklayabilece¤im genifllikte yeni bir daireydi. Peki bir hipermetinsel disk ya da www okunmak için olan kitaplar›n yerini alabilir mi? Bu noktada yine sorunun, kitaplar›n fiziksel varl›¤› ile mi yoksa sanal varl›¤› ile mi ilgilendi¤ine karar vermemiz gerekiyor. Yine ilk olarak fiziksel sorun üzerinde dural›m. ‹yi haber: Kitaplar vazgeçilmez olarak kalacak. Hem de sadece edebiyat için de¤il, kiflinin dikkatli bir flekilde okuma yapmas› gereken her durumda ve bilgiyi sadece almak için de¤il üzerinde düflünmek ve tahmin yürütmek için de. fiöyle ki, bir bilgisayar ekran›ndan yaz› okumak bir kitap okumak ile ayn› fley de¤il. Yeni bir bilgisayar program›n› ö¤renme sürecini düflünün. Ço¤unlukla program, ihtiyac›n›z olan her talimat› ekran üzerinde pekâlâ gösterebilir; ama program› ö¤renmek isteyen kullan›c›lar genelde talimatlar› yaz›c›dan bast›r›p kitapm›fl gibi okumay› ya da bas›l› bir el kitab›n› sat›n almay› tercih ederler. Bir kitab›n nas›l bas›l›p ciltlenece¤ini iyi bir flekilde anlatan görsel bir program tasarlanabilir; ama bir bilgisayar program›n›n nas›l yaz›laca¤›n› ya da kullan›laca¤›n› ö¤renebilmek için hâlâ bas›l› bir el kitab›na ihtiyac›m›z var. 11 Bir bilgisayar konsolu bafl›nda 12 saat geçirdikten sonra gözlerim birer tenis topu gibi oluyor ve bir koltu¤a oturup gazete ya da belki iyi bir fliir okuma ihtiyac› duyuyorum. Bu demektir ki bilgisayarlar yeni bir okur yazarl›k biçimi öngörüyor; ama uyard›¤› entelektüel ihtiyaçlar›n tümünü doyurmaktan yoksun. Lütfen hat›rlay›n, hem ‹branî hem de erken Arap uygarl›klar› bir kitap üzerine temellenmifllerdi ve bu, ikisinin de göçmen uygarl›klar olmas›ndan ba¤›ms›z bir gerçek de¤ildi. Antik M›s›rl›lar kay›tlar›n› dikilitafllar üzerine oyarak yapabilirlerdi ama Musa ve Muhammed bunu yapamazd›. E¤er K›z›ldeniz’i geçmek ya da Arap Yar›madas›’ndan ‹spanya’ya gitmek gibi bir derdiniz varsa, ‹ncil ya da Kuran’› yazmak ve tafl›mak için bir parflömen, bir dikilitafltan daha pratik bir gereç olur. Bu yüzden temellerinde bir kitap bulunan bu iki uygarl›k, yaz›ya resimden daha çok önem vermifltir. Kitaplar›n bilgisayar karfl›s›nda bir avantaj› daha bulunuyor: Modern asitli k⤛tlar – ki bunlar yaln›zca yetmifl y›l kadar dayan›r – üzerine bas›lm›fl olsalar bile, manyetik tafl›y›c›lardan daha dayan›kl›d›rlar; üstelik elektrik kesintilerinden etkilenmezler ve darbelere karfl› dayan›kl›l›klar› daha fazlad›r. fiimdilik kitaplar hâlâ en ekonomik, esnek ve pratik bilgi tafl›ma fleklini temsil ediyor. Bilgisayar iletiflimi yetiflemeyece¤iniz kadar h›zl› hareket eder; kitaplar ise sizinle, sizin h›z›n›zda yolculuk eder. Geminiz bilgisayar›n›z› fifle takma olana¤›na sahip olmad›¤›n›z ›ss›z bir adaya çarpt›ysa bir kitap, hâlâ k›ymetli bir gereçtir. Günefl enerjisiyle çal›flan bir bilgisayar›n›z bile olsa, bunu bir hamakta yatarken kolayl›kla kullanamayaca¤›n›z kesin. Kitaplar halen bir gemi kazazedesi için, ya da uzun bir gecenin sabah› için en iyi yoldaflt›r. Kitaplar ilk icat edilifllerinden sonra hiç gelifltirilmemifl olan icatlar s›n›f›na giriyor; çünkü zaten yeterince iyiler; t›pk› çekiç, b›çak, kafl›k ya da makas gibi. BUNUN YANINDA ‹K‹ YEN‹ ‹CAT endüstriyel olarak kullan›ma sunulman›n efli¤inde. Biri “istek üzerine bask›”: okuyucu birçok kütüphane ve yay›nevinin kataloglar›n› tarad›ktan sonra ihtiyac› olan kitab› seçer, operatör bir tufla basar ve makine okuyucunun seçti¤i yaz›tipi ile kitab›n tek bir kopyas›n› basar ve ciltler. Bu, kesinlikle tüm bas›n yay›n piyasas›n› de¤ifltirecek. Muhtemelen kitapç›lar› ortadan kald›racak; ama kitaplar› yok etmeyecek. Kitaplar›n taran›p yeniden bas›lmak için bulundu¤u tek yer olacak olan kütüphaneleri de yok etmeyecek. Basitçe toparlarsak: Her bir kitap al›c›n›n arzular›na göre biçimlendirilecek. Eski elyazmalar›na yap›ld›¤› gibi. ‹kinci icat e-kitap: kitab›n omurgas›na bir mikro kaset yerlefltirerek ya da kitab› internete ba¤layarak gözümüzün önünde bir kitap bast›rabilece¤iz. Bu durumda yine bir kitab›m›z olmufl olsa da; bugünkü kitaplar12 dan biraz farkl› olacak: ayn› bügünkü kitaplar›m›z›n parflömen üzerindeki elyazmalar›ndan farkl› olmas› gibi veya 1623’teki ilk Shakespeare bask›s›n›n Penguin yay›nevinin ç›kan son bask›s›ndan farkl› olmas› gibi. Ekitaplar flu ana kadar mucitlerinin bekledi¤i ticari baflar›y› yakalam›fl de¤il. Bilgisayarla büyümüfl ve kitap kar›flt›rma al›flkanl›¤› olmayan baz› bilgisayar korsanlar›n›n büyük edebi baflyap›tlar› sonunda e-kitaplar üzerinden okumufl olduklar›n› duydum; ama bana kal›rsa fikir oldukça s›n›rl› kalm›fl durumda. Genel olarak insanlar bir fliiri ya da roman› geleneksel yöntemle bas›l› k⤛ttan okumay› tercih ediyorlar. E-kitaplar muhtemelen sözlük ve özel belgeler gibi baflvuru kaynaklar› için faydal› olacak. Okula giderken yanlar›nda on ya da daha fazla kitap getirmek zorunda olan ö¤rencilere de yard›mc› olabilir; ama uykudan önce yatakta okumaktan hoflland›¤›m›z kitaplar›n yerini almayacak. Do¤rusu, gelifliyle eskisini tamamen ifllevsizlefltirmemifl bir sürü teknolojik ayg›t var. Arabalar bisikletlerden daha h›zl› gider; ancak bisikletleri ifllevsizlefltirmemifllerdir ve hiçbir yeni teknolojik geliflme de bisikletleri eskisinden daha iyi yapamaz. Yeni bir fikrin eskisini tamamen yok etmesi, birçok durum için fazla indirgeyici bir düflünce. Foto¤raf›n icad›ndan sonra art›k ressamlar›n; kendilerini, gerçekli¤i aynen kopyalayan zanaatkârlar olarak konumlamak zorunda hissetmedikleri do¤ru; ancak bu Daguerre’in icad›n›n yaln›zca ve yaln›zca soyut resmi teflvik etti¤i anlam›na gelmiyor. Modern resimde fotografik modeller olmadan asla ortaya ç›kamayacak bir ekol mevcut. Örne¤in hiperrealizmi düflünün: Burada gerçeklik ressam›n gözündeki fotografik mercek vas›tas›yla görülmekte. Demek ki kültür tarihinde bir fleyin baflka bir fleyi tam manas›yla öldürdü¤ü görülen bir fley de¤il. Daha çok, yeni bir icat eskisini kökten bir flekilde de¤iflikli¤e u¤rat›yor. Kitaplar›n fiziksel olarak yok olaca¤› fikrinin tutars›zl›¤› konusunu sonuca vard›rmak ad›na, bu korkunun zaman zaman sadece kitaplar› de¤il tüm bas›l› ürünleri genel olarak hedef ald›¤›n› belirtelim. Ne yaz›k ki, bilgisayar ve özellikle kelime ifllemcilerin, k⤛t için kesilen a¤aç say›s›n› azaltmaya katk›da bulunaca¤›n› hayal eden birisi fazla iyimserdir. Bilgisayarlar tam tersine bas›l› gereçlerin üretimini daha fazla teflvik ediyor. Bilgisayar bas›l› belgelerin üretim ve da¤›t›m safhalar›nda yeni olanaklar sunuyor. Bilgisayarda yazmakta oldu¤unuz metni yeniden okumak ya da üzerinde düzeltmeler yapmak için (söz edilen k›sa bir mektup de¤ilse) metni yaz›c›dan bast›rman›z, k⤛ttan yapt›¤›n›z okumadan sonra bilgisayardan düzeltmeleri yap›p tekrar bast›rman›z gerekecektir. Yüzlerce sayfal›k bir metni defalarca bast›rmadan yaz›p düzeltebilecek kimse oldu¤unu sanm›yorum. 13 Bugün bir okuma kitab›n› hatta bir fliiri bile hipermetine dönüfltürülebilme iddias› olan vezin teknikleri var. Bu noktada ikinci soruya dönmüfl oluyoruz çünkü art›k ilgilendi¤imiz yaln›zca fiziksel bir problem de¤il; yarat›c› etkinli¤i, okuma sürecini de kapsayan bir problem. Bu sorular yuma¤›n› çözmek için de önce hipermetinsel ba¤lant› derken ne kastetti¤imize karar vermemiz gerek. fiu noktaya dikkat: E¤er bu soru, okuyucunun bir metin üzerine yapabilece¤i sonsuz ve belirsiz yorumlama olas›l›klar› hakk›nda olsayd›, tart›flmakta oldu¤umuz sorunla pek ilgisi kalmazd›. Daha çok mesela, Finnegans Wake adl› roman›n› uykusuzluk çeken ideal okuyucalarca okunmak üzere yaz›lm›fl bir metin olarak de¤erlendiren bir James Joyce’un vezin teknikleri gibi fleyler bu sorunun alan›na girerdi. Bu soru, yorumlaman›n, yap›bozumcu okuman›n ve afl›r› yorumlaman›n s›n›rlar› hakk›nda. (bu konulara ay›rd›¤›m baflka yaz›lar da var) Hay›r: burada üzerinde kafa yordu¤umuz yorumlama olanaklar›n›n sonsuz ve s›n›rs›zl›¤›n›n sadece okurun inisiyatifine de¤il, metnin yap›sal devingenli¤ine de ba¤l› oldu¤u durumlar. Bu tarzdaki metinlerin nas›l iflledi¤ini anlayabilmek için öncelikle tart›flt›¤›m›z metinsel evrenin sonlu ve s›n›rl› m›, s›n›rl› ama esasen sonsuz mu, sonsuz ama s›n›rl› m› yoksa s›n›rs›z ve sonsuz mu oldu¤una karar vermeliyiz. En baflta sistemler ve metinleri birbirinden ay›rt etmemiz gerekiyor. Bir sistem, örne¤in dilbilimsel bir sistem, belli bir dil taraf›ndan sergilenen olas›l›klar›n tümüdür. Sonlu bir dilbilgisel kurallar kümesi, konuflana sonsuz say›da farkl› cümle kurma flans› verir. Dilbilimsel her eleman baflka dilbilimsel veya semiyotik ö¤eler kullan›larak tan›mlanabilir: bir kelime bir tan›mla, bir olay bir örnekle, bir hayvan ya da bir çiçek bir resimle, ve saire. Ansiklopedik bir sözlük örne¤ini alal›m: Burada köpek, memeli olarak tan›mlanm›flt›r, memeli maddesine gitti¤inizde bunun da hayvan olarak tan›mlanm›fl oldu¤unu görürsünüz, hayvan maddesine bakars›n›z. Bu böyle devam eder. Bunun yan›nda köpeklerin özellikleri farkl› cins köpek resimleriyle örneklenmifl de olabilir; e¤er belli bir cins köpe¤in Laponya’da yaflad›¤› yaz›yorsa, Laponya maddesine gidip nerede oldu¤unu ö¤renmeniz gerekir. Sistem sonludur; ama ansiklopedinin fiziksel s›n›rlamalar› olsa da spiral benzeri ad infinitum bir yol çizerek etraf›ndan dolafl›p bulundu¤unuz yere dönebilece¤iniz için esas itibariyle s›n›rs›zd›r. Bu ba¤lamda, yaz›labilecek tüm kitaplar iyi bir sözlük ve iyi bir gramerden do¤ar ve bunlar› ihtiva eder. E¤er bir ‹ngilizce sözlü¤ü yeterince iyi kullanabiliyorsan›z Hamlet’ i pekâlâ yazabilirsiniz, baflkas›n›n sizden önce yazm›fl olmas› da flanstan ibarettir. Shakespeare’e ve bir okul 14 çocu¤una ayn› metinsel sistemi verirseniz, Romeo ve Juliet ’i ortaya ç›karma olas›l›klar› asl›nda ayn›d›r. Gramerler, sözlükler ve ansiklopediler sistemlerdir: bunlar› kullanarak istedi¤iniz her metni yaratabilirsiniz; ama bir metnin kendisi bir dilbilimsel ya da ansiklopedik sistem de¤ildir. Bir metin, bir sistemin sonsuz ve s›n›rs›z olas›l›klar›n› küçülterek kapal› bir evrene dönüfltürür. “Bu sabah kahvalt›da yedi¤im fleyler...” cümlesini kurdu¤umda örne¤in, sözlük bana cümleyi tamamlayabilecek çok say›da madde (tek flart organik olmalar›) sunacakt›r. Ancak metnimi s›n›rl› bir biçimde oluflturup, cümlemi “Bu sabah kahvalt›da yedi¤im fleyler ekmek ve tereya¤›.” fleklinde kurarsam bu peynir, havyar, past›rma ve elmay› d›flar›da b›rakt›m demektir. Bir metnin yapt›¤›, sistemin sonsuz olas›l›klar›n› k›s›rlaflt›rmakt›r. Binbir Gece Masallar› pek çok farkl› flekilde yorumlanabilir; fakat yine de anlat› ‹talya’da de¤il Ortado¤u’da geçer ve anlatt›¤› da Ali Baba ve fiehrazat’›n maceralar›d›r. ‹çinde bir beyaz balinay› yakalamak isteyen bir kaptanla ya da cenneti, araf› ve cehennemi ziyaret eden Toskanal› bir flairle ilgili bir fley yoktur. Bir çocuk masal›n› düflünün, mesela K›rm›z› Bafll›kl› K›z’›. Metin belirli bir tak›m karakter ve durumlar ile bafllar (küçük bir k›z, bir anne, bir büyükanne, bir kurt, bir orman ve saire) ve sonlu bir ad›mlar dizisini izleyerek bir çözüme var›r. Bir çocuk masal›n› bir alegori fleklinde okuyup geçen olaylar› ahlaki altmetinlerle iliflkilendirmeniz elbette ki mümkün; ama K›rm›z› Bafll›kl› K›z metnini böyle bir okumayla Külkedisi ’ne dönüfltüremezsiniz. Finnegans Wake’in pek çok farkl› flekilde yorumlanmaya aç›k oldu¤u do¤rudur; ama bu metinden Fermat’›n son teoreminin ispat›n›, ya da Woody Allen’›n eksiksiz biyografisini ç›kartman›z da mümkün de¤ildir. Bu çok barizmifl gibi görünen bir fley; ancak birçok yap›bozumcunun düfltü¤ü en büyük hata bir metinle istedi¤iniz her fleyi yapabilece¤inize inanmalar›yd›. Bu apaç›k flekilde yanl›flt›r. Bir de sonlu ve s›n›rl› bir metnin; sözcükler aras›nda ba¤lant›lar kurularak hipermetinsel biçimde düzenlenmifl oldu¤unu düflünün. Bir sözlük ya da ansiklopedide kurt sözcü¤ü, tan›m›nda geçen tüm kelimeler aras›nda ba¤lant›lar olacakt›r. (hayvan, y›rt›c›, bacak, kürk, göz, orman, kurtlar›n yaflad›¤› ülkeler ve saire) K›rm›z› Bafll›kl› K›z hikâyesinde ise kurt sözcü¤ü yaln›zca metnin içinde sözcük olarak geçti¤i ya da at›fta bulunuldu¤u k›s›mlar ile ba¤lant›l› olacakt›r. Olas› ba¤lant›lar dizisi sonlu ve s›n›rl›d›r. Sonlu ve s›n›rl› bir metni “geniflletmek” için nas›l hipermetinsel stratejiler kullan›labilir? ‹lk olas›l›k, metni fiziksel s›n›rlar›ndan kurtarmak olabilir. Hikâye farkl› yazarlar›n pefl pefle kat›l›mlar›yla iki boyutlu ya da üç boyutlu bir 15 flekilde geniflletilebilir. Demek istedi¤im flöyle bir fley: Mesela K›rm›z› Bafll›kl› K›z hikâyesi için, ilk yazar bir bafllang›ç durumu sunar (k›z ormana girer) ve farkl› kat›l›mc›lar hikâyeyi s›rayla eklemeler yaparak gelifltirirler, örne¤in k›z›n kurt ile de¤il de Ali Baba ile karfl›laflmas›n› sa¤larlar, ikisini t›ls›ml› bir kaleye sokarlar, büyülü bir timsahla mücadele ettirirler, böyle giderek hikâye y›llarca sona ermeden devam edebilir. Bunun d›fl›nda metin, her anlat›msal yol ayr›m›nda farkl› yazarlar›n farkl› seçimler yapmalar› suretiyle de sonsuz olabilir. Yazarlardan biri için k›z Pinokyo ile karfl›laflm›flt›r, bir baflkas› için ku¤uya dönüflmüfltür ya da Tutankamon’un o¤lunun hazinesini keflfetmek için Piramitler’e girmifltir. Bugün bunu yapmak mümkün, ‹nternet üzerinde bu tarz yaz›nsal oyunlar›n ilginç örneklerine rastlayabilirsiniz. BU NOKTADA yazarl›k ve sanat eseri kavramlar›n›n bir organik bütün biçiminde hayatta kal›p kalmayaca¤› hakk›nda bir soru ortaya at›labilir. Burada dinleyicilerimi, bunun geçmiflte zaten yap›ld›¤›ndan ve ne yazarl›k kavram›n› ne de herhangi bir organik bütünü bozmam›fl oldu¤undan haberdar etmek isterim. ‹lk örnek ‹talyan Commedia dell’arte’sindeydi: Burada bir canovaccio (ana hikâyenin bir özetiydi bu) üzerine her biri oyuncular›n ruh halleri ve hayal dünyalar›na göre de¤iflen ve birbirlerinden farkl› olan temsiller oynan›rd›. Yani belli bir yazar›n, Arlecchino servo di due padroni ad›ndaki belli bafll› bir eserini ay›rt edip saptamak mümkün de¤ildi. Bir caz do¤açlamas› da bir baflka örnek olabilir. Basin Street Blues’un, eskiden yap›lm›fl ve eserin asl› olarak kabul edilebilecek bir icras›n›n oldu¤una; günümüze ulaflan kayd›n›n da çok sonra yap›lm›fl oldu¤undan, eserin asl›n› temsil etmedi¤ine inan›yor olabilirsiniz; ama bunun do¤ru olmad›¤›n› biliyoruz. Bu eser kaç defa icra edildiyse o kadar farkl› Basin Street Blues vard›r. Gelecekte de iki müzisyen buluflup bu temay› kendi özgün yorumlar›yla yeniden yaratt›klar›nda da bu say› artacakt›r. Demek istedi¤im; eserlerde sahip kavram›n›n yoklu¤una; caz gibi, her kat›l›mc›n›n bir fleyler ekledi¤i popüler kolektif sanattan al›fl›¤›z. Özgür yarat›c›l›¤›n bu flekildeki uygulamalar› memnuniyetle karfl›lanacak fleyler. Bunlar toplumun kültürel dokusunun bir parças›d›r. Yine de, sonsuz ve s›n›rs›z metinler yaratma eyleminin uygulamaya dökülmesi ile fiziksel olarak s›n›rl› da olsa sonsuz farkl› flekilde yorumlanabilecek olan önceden üretilmifl metinlerin zaten var olmas› aras›nda bir fark var. Ça¤dafl kültürümüzde Basin Street temas›n›n da, Beethoven’›n Beflinci Senfonisi’nin de yeni icralar› kabul görür ve belli standartlara göre de¤erlendirmeye al›n›r. Bu bak›mdan ‹nternet üzerinde ortaklafla bir sonsuz anlat› yaratma oyununun bizi edebiyat ve sanattan mah16 rum b›rakmas› için bir neden göremiyorum. Bundan ziyade, özgür yarat›c›l›¤›n, önceden yaz›lm›fl metinlerin yorumlamalar›yla bir arada var olaca¤› daha serbestleflmifl bir toplum olma yolunda gitmekteyiz. Bu hofluma gidiyor. Eski bir fleyi yeni olan baflka bir fleyle de¤ifltirdi¤imizi söyleyemeyece¤imiz bir durum, ikisi de var olmaya devam etmekte. Bir hipermetin kapal› bir metnin s›n›rlar›n›n kalkt›¤› yan›lsamas›na da yol açabilir. Bir polisiye roman, sonunu okuyucular›n tayin edece¤i flekilde de yap›land›r›labilir. Sonunda suçlu olan›n uflak m›, piskopos mu, dedektif mi, anlat›c› m›, yazar m› yoksa okuyucunun kendisi mi oldu¤una kitab› okuyan kifli karar verir. Bu flekilde kendi bireysel anlat›lar›n› yaratabilirler. Bu fikir yeni say›lmaz. Bilgisayarlar›n icad›ndan önce, okuyucular›n›n sonsuz farkl› flekilde yeniden oluflturabilecekleri kadar aç›k bir metnin hayalini kuran flair ve yazarlar vard›. Mallarmé’nin göklere ç›kard›¤› Le Livre böyle bir fikirdi. Raymond Queneau da s›n›rl› say›da m›sralardan milyonlarca fliir yazmaya olanak tan›yan birleflimsel bir algoritma icat etmiflti. Altm›fllar›n bafl›nda Max Saporta, sayfalar›n›n yerleri de¤ifltirildi¤inde farkl› hikâyelerin ç›karsand›¤› bir roman yaz›p yay›mlam›flt›. Nanni Balestrini, bilgisayara birbiriyle iliflkisiz m›sralar girip, makinenin bunlar› farkl› flekillerde birlefltirerek farkl› fliirler yazmas›n› sa¤lam›flt›. Birçok ça¤dafl müzisyen de partisyonlar›n yerlerini de¤ifltirmek suretiyle yeni bestelere dönüfltürülebilecek notalar yazm›flt›. Bütün bu fiziksel harekete olanakl› metinler, okuyucuya mutlak bir özgürlük sa¤l›yormufl gibi görünebilir; fakat bu yaln›zca bir izlenim, bir yan›lg›d›r. S›n›rl› say›da ö¤eden sonsuz farkl› metin üretilmesine olanak sa¤layan bir düzenek biny›llardan beri var: Alfabe dedi¤imiz fley budur. S›n›rl› say›da harf içeren bir alfabeyi kullanarak milyarlarca farkl› metin oluflturulabilir. Homeros’tan bugüne kadar yap›lmakta olan fley de zaten tam olarak bu. Bize harfler ve sözcükler yerine önceden kurulmufl sözcük ve sayfa dizileri veren bir metnin, istedi¤imiz her fleyi yazma özgürlü¤ü sa¤lad›¤›ndan söz edemeyiz. Buradaki tek özgürlü¤ümüz metinsel parçac›klar›n yerlerini de¤ifltirmektir. Bir Calder mobilini cezbedici k›lan fley sonsuz say›da farkl› flekilde harekete izin veriyor olmas› de¤ildir. Hayran kald›¤›m›z fley sanatç›n›n koydu¤u kurala mutlak uygunlu¤u, sadece Calder’in istedi¤i biçimlerde hareket ediyor olufludur. Serbest metinselli¤in son s›n›r çizgisinde, kapal›ym›fl gibi bafllayan bir metine rastlayabiliriz, mesela K›rm›z› Bafll›kl› K›z ya da Binbir Gece Masallar› olsun bu. Benim de, okuyucu olarak metni kendi isteklerime göre de¤ifltirerek yeni bir metin üretebilme özgürlü¤üm oldu¤unu düflünelim. Bu ikinci metin art›k ilkiyle ayn› de¤ildir, yazar› da ben olurum ki; benim bu durum içerisinde ald›¤›m yazar s›fat›, “yazar›n belirli olma17 s›” kavram›na karfl› kullan›labilecek bir sav sa¤lar. ‹nternet bu tarz deneylere olanak sa¤l›yor, bunlar›n ço¤u da güzel ve tatmin edici sonuçlar veriyor. Sonunda, kurdun K›rm›z› Bafll›kl› K›z’› yuttu¤u bir hikâye yazman›za engel olacak hiçbir fley yok. Farkl› hikâyelerden parçalar› birbirine yamalayarak bambaflka bir öykü oluflturman›za da bir engel yok. Gerçi bu kitaplar›n as›l iflleviyle ve derin cazibesiyle ilgisiz bir fley. Bir kitab›n bize verdi¤i metin, farkl› yorumlara aç›k da olsa, de¤ifltirilemeyecek bir fley anlatmaktad›r. Tolstoy’un Savafl ve Bar›fl’›n› okudu¤unuzu farz edin: Natafla’n›n, o sefil ve alçak Anatoliy’in kur yap›fl›na karfl›l›k vermeyece¤ini, muhteflem biri olan Prens Andrey’in ölmeyece¤ini ve Natafla’yla birlikte sonsuza kadar birlikte yaflayacaklar›n› çaresizce umars›n›z. E¤er Savafl ve Bar›fl’a etkileflimli bir CD-ROM üzerinde sahip olsayd›n›z, kendi hikâyenizi arzular›n›za göre tekrar yazabilirdiniz, say›s›z yeni “Savafl ve Bar›fllar” yaratabilirdiniz. Mesela Pierre Bezuhov’un Napolyon’u öldürmeyi baflarabildi¤i veya arzunuza göre Napolyon’un General Kutuzov’u yenilgiye u¤ratt›¤› bir tane. Ne özgürlük, ne heyecan olurdu bu! Her Bouvard ya da Pécuchet bir Flaubert’e dönüflebilirdi! Yaz›k ki, önceden yaz›lm›fl, kaderi yazar›n kararlar›yla bask›n bir flekilde belirlenmifl bir kitapta bunu yapam›yoruz. Bu kaderi kabul etmeye ve yazg›y› bozamayaca¤›m›z› anlamaya mahkûm oluyoruz. Öte yandan hipermetinsel ve etkileflimli bir roman, özgürlü¤ü ve yarat›c›l›¤› eyleme dökme olana¤› tan›yan bir fley ve umar›m bu çeflit etkinlikler gelece¤in okullar›nda uygulan›yor olur. Önceden ve belirli bir flekilde yaz›lm›fl Savafl ve Bar›fl gibi bir roman›n yapt›¤› da; bizi, hayal gücümüzün s›n›rs›z olas›l›klar›yla de¤ilse de, yaflam› ve ölümü belirleyen kat› kanunlarla yüz yüze getirmektir. Benzer flekilde, Victor Hugo, Les Misérables’da Waterloo savafl›n›n göze hofl gelen bir betimlemesini yapar. Hugo’nun Waterloo’su Stendhal’inkinin tam tersidir. Parma Manast›r›’nda Stendhal, savafl› kahraman›n›n gözünden görür. Kahraman da olay›n içinden bakmakta, durumun karmafl›kl›¤›n› anlayamamaktad›r. Halbuki Hugo tam tersine, savafl› Tanr›’n›n bak›fl aç›s›ndan betimler, onu her ayr›nt›s›yla izler ve bütün sahnelerde bu anlat›msal bak›fl› egemen k›lar. Hugo sadece olan› de¤il; olabilece¤i ve asl›nda hiç olmam›fl olanlar› da bilmektedir. O bilir ki e¤er Napolyon Saint Jean zirvesinin ötesinde bir uçurum oldu¤unu bafltan biliyor olsayd›, sonunda General Milhaud’nun süvarileri, ‹ngilizler’in önünde diz çökmezlerdi; ancak Napolyon’un olayla ilgili bilgisi mu¤lâk ve eksikti. Hugo yine bilir ki General von Bulow’a rehberlik eden çoban onu farkl› bir yoldan götürmüfl olsayd›, Prusya ordusu zaman›nda yetiflip Frans›zlar’›n yenilgisine sebep olamazd›. 18 Herhangi birisi bir rol yapma oyununda Waterloo savafl›n›, Grouchy’nin adamlar›yla gelip Napolyon’u kurtard›¤› bir hikâye fleklinde yeniden yazabilir elbet. Hugo’nun Waterloo’sunun trajik güzelli¤i; okuyuculara, olaylar›n kendi arzular›ndan tamamen ba¤›ms›z bir flekilde geliflti¤ini hissettirmesidir. Trajedi edebiyat›n› çekici yapan fley budur: Kahramanlar›n kötü kaderlerinden kaçabileceklerini hissederiz; ama bunu zay›fl›klar›, gururlar› ya da körlükleri nedeniyle baflaramay›fllar›na tan›k oluruz. Hugo bize flöyle diyordu: “Bütün tarihi altüst etmifl olan böyle bir bafl dönmesi, böyle bir hata, böyle bir felaket, böyle bir yenilgi; sebepsiz yere mi oldu bu? Hay›r. O büyük adam›n yok oluflu, yeni yüzy›l›n do¤uflu için gerekliydi. Birisi, hem de kimsenin itiraz edemeyece¤i birisi, o hadiseye müdahale etti: Tanr› geçti oradan, Dieu a passé.” Bütün büyük kitaplar›n bize anlatt›¤› fley de budur, oradan Tanr›’n›n geçmifl oldu¤u, hem de inananlar kadar kuflkucular için de geçmifl oldu¤udur. Bunlar bafltan yazamayaca¤›m›z kitaplard›r çünkü ifllevleri bize mecburiyeti ö¤retmektir. Bize bu bilgeli¤i geçirebilmelerinin tek yolu da var olduklar› flekilde sayg› görmeleridir. ‹çerdikleri bu sert ders, daha üstün bir entelektüel ve ahlaki noktaya eriflme gayretimiz için vazgeçilmezdir. ‹skenderiye Kitapl›¤›’n›n bunun gibi kitaplar› bar›nd›rmaya devam edece¤ini ve yeni okuyuculara bunlar› okuman›n yeri doldurulmaz deneyini yaflataca¤›n› umuyorum ve diliyorum. Bitkisel belle¤in bu mabedine uzun bir ömür dilerim. Çeviren: fiafak Gezer Yazar›n 1 Kas›m 2003 günü ‹skenderiye Kütüphanesi'nin aç›l›fl›nda yapt›¤› konuflma. 19 fiU SÖNEN, GÖLGELENEN DÜNYA... U¤ur Kökden Yurtsuz bir insan›n kökleri, vatan›, ailesi, dostlar›, yak›nlar›, geçmifli, gelece¤i ne olabilir ki? Bir bak›ma, sevdiklerinin mezarlar›ndan bile uzak olduktan sonra... Ahmet Haflim’in babas› Hikmet Bey, eme¤iyle yaflayan bir devlet görevlisi; bir mülkiye kaymakam›: görevi gâh flurada, gâh burada. Bununla birlikte, yine de Ba¤dad’›n eski, bilinen ailelerinden biri. Ancak ne Ba¤dat’da, ne ‹stanbul’da... Öte yandan, o¤ul da can›n›, eme¤ini sürerek ortaya öyle yafl›yor. Çal›flmas›yla hep varolmufl. Bir gün savafl cephesinde, öbür gün ifl kendisini nerede ça¤›r›yorsa, orada. Oralarda. Orta ö¤renimini ‹stanbul’da (Galatasaray Sultanisi) yap›yor; daha sonra da Reji (Tekel) ‹daresi’nde – muhasebe bölümünde – iki y›l süreyle memuriyet ve o arada Hukuk Mektebi’ne yaz›l›fl. O s›rada, genç flair yirmi iki yafl›nda. “Ben, bugüne kadar, ifl aramak vaziyetinde kalmam›flt›m. Bunun nas›l yap›laca¤›n› bilmiyorum. (...) Benden alâkan›z› kesmemenizi ve bu tan›mad›¤›m yolda bana rehber olman›z› sizden rica edece¤im. Bunu kemal-i hicap ile soruyorum” diyor, Abdülhak fiinasi Hisar’a. Bu arada, ‹zmir’de de iki y›l lise ö¤retmenli¤i devresi var. Daha sonra da, Maliye Bakanl›¤› Özel Kalemi’nde çevirmenlik. Kuflkusuz, kapitülasyonlar›n zorunlu bir sonucu olsa gerek. Birinci Dünya Savafl›, onu yirmi dokuz yafl› içinde yakal›yor. Çanakkale cephesinde Beflinci Ordu emrinde savaflan, topçu “yedek subay vekili”, Ba¤dadl› Ahmet Haflim! 1915 y›l› güz aylar›nda, “Büyük Türk flairi Mehmet Emin (Yurdakul)”, ona, üstelik karargâh adresine, yazd›¤› Ordu Destan› ’n› yollar. Haflim’in kendisi de, o y›llarda bir ‘Çanakkale destan›’ yazsayd› nas›l olurdu acaba? fiöyle ya da böyle, yazm›fl olabilir mi? Kim bilir? Belki de, Âkif’ten sonra yay›nlamak istemedi. Yaln›z, daha sonra, Ruflen Eflref’le olan görüflmesinde, ona askerlik yaflam›ndan sahneler anlat›yor (Diyorlar ki, 1918). Savafl ufkunun ve 20 Anafarta denizlerinin k›rm›z› günbat›mlar›n› aktarmay› deniyor. Fikret’in ölümünü bile, Ahmet Haflim cephede ö¤reniyor. “O gün karargâh bir matem durgunlu¤una bürünmüfltü” diyor, çok sonra. Ne ki, savafl›n üçüncü y›l›nda, Haflim, yedeksubayl›ktan gezici iafle müfettiflli¤ine aktar›l›r. Bu görevin de¤iflik sahneleriyle de¤iflik özelliklerini, yak›n arkadafl› Refik Sevket ‹nce’ye yazd›¤› mektuplarda görmek olas›. Gerçi, kimi zaman da, bu görevi “menhus bir meslek” olarak nitelemekten geri kalm›yor. Orta Anadolu bölgesi denetlemelerinin bafllang›ç devresinde sözgelimi. Savafl içindeki y›llar›n yoklu¤u ve ac›lar›yla, yaflam›n a¤u yeflili renkleriyle boyanm›fl bu denetim haritas›, Haymana, Ankara, Konya, Uluk›flla, Ni¤de, Arapsun, Bor ve Ürgüp olarak sürüp gidiyor. Bununla birlikte, zaman içinde, yavafl yavafl genç flairin de¤iflti¤i; do¤adan, insanlardan ve tarihten gelen nice zenginlikle, önceki tepkilerinin ad›m ad›m yumuflad›¤› görülüyor. Yaflam›n görünen d›fl yüzeyinin derinliklerinde yatan kat› gerçeklerle kendisi aras›nda birtak›m ortak noktalar yakalamaktan geri kalm›yor. Uluk›flla ona sevimli gelir, özellikle övdü¤ü armutlar›yla Ni¤de’yi “güzel bir flehircik” olarak niteler. Ancak “yoksulluk, yoksunluk ve açl›kla geçen üç günlük öfkeli Haymana-Ankara yolculu¤u”, k›sa bir süre sonra Türkiye’nin baflkenti olacak kasabay›, ona “yalç›n kayalar üstüne da¤›lm›fl fare renkli bir harabe” olarak göstermekten çekinmez; dahas›, “hayal edilecek bir cehennem için bundan daha uygun bir örnek bilmiyorum” bile dedirtir. Ancak o s›rada, yaz›n dünyas›n›n bir ünlüsü – ve Haflim’in yak›n dostu – olan Sakall› Celâl’in de orada yaflamakta oluflu – Ankara Sultanisi’nde ikinci müdür – Haflim’i bir ölçüde dizginleyecektir. Ara ara Ayd›n’daki, “o güzel, küçük ve harap evi”ni özlemekle birlikte, Konya’da yaflam›n› sürdüren Selçuklu varl›¤›yla aflinal›¤› artt›kça, Sultan Alaaddin Keykubat için, “Bu ne büyük bir hükümdar!” demekten geri durmaz. Ayr›ca, Selçuklular’› “derin bir olgunluga ulaflm›fl, yaflam ve sanat hakk›nda vakurâne kanaatler sahibi” bir devlet (toplum) olarak övecektir. Daha sonra, Konya’dan Ni¤de’ye geçince de, Selçuklu Sultan› Rükneddin’in k›z›n›n türbesini ziyaretinin sonucunda, mezar›n yal›n ‘zarafet’inin insan yüre¤ini nas›l sevgi ve sevecenlikle doldurdu¤unu söylemeden edemez. Ahmet Haflim’in besbelli ilk kez karfl›laflt›¤›, iki savaflaras› döneminin ‘Anadolu gerçe¤i’, onu saflk›na çevirmifl görünüyor. Dolay›s›yla, yazd›¤› o sat›rlar›n baflka türlü kaleme al›nabilece¤ini düflünmek olas› de¤il. 21 Anadolu Türkleri’nin midelerinin kurtlarla dolu oldu¤unu ve insanlar›n kanlar›nda da bu kurtlardan ç›km›fl asalaklar›n kaynaflt›¤›n›; ülkenin tek ulafl›m arac›n›n ‘ka¤n›’ oldu¤unu, ahalinin ekmek yapmay› bile bilmedi¤ini, bütünüyle temizlikten yoksun bulunduklar›n›, halk›n bafltan afla¤› frengili oldu¤unu; bafll›ca becerinin de ancak öküz teze¤inin imalinde ortaya ç›kt›¤›n›, zaten öküzün burada genel yaflam›n zenberegi durumunda bulundu¤unu yazabilmifl. “A¤açs›zl›ktan dolay› müthifl bir günefl alt›nda yanan” bu halk›n oturdu¤u yerlerin de, “köy ve kasaba denen birtak›m renksiz harabe y›¤›nlar›”ndan baflka bir fley olmad›¤›n› ileri sürebiliyor. Hiç kuflku yok, henüz o tarihte, Haflim tohumsuz, gübresiz, topraks›z, hayvans›z ya da evsiz ve iflsiz köylüleri; ülkesini b›rak›p el yurduna kap›lanmaya çal›flan milyonlarca umutsuz ve yar›ns›z kentliyi görmemiflti. Göremezdi. Böylesi bir yokluk ve özveri altyap›s› üstüne oturmufl olan Kurtulufl Savafl› bile, çünkü, daha o y›llarda bafllamam›flt›. Dolay›s›yla, böylesine kaba – o ölçüde de ac›mas›z ve yüzeysel – bir de¤erlendirme, belki, koflullar hesaba kat›ld›¤›nda, bir bak›ma hofl görülebilir. *** Sonunda, ‹afle Müfettiflli¤i kurumunun çal›flmas›na son verilir (1918); Haflim de elli liral›k iflinden olunca, baflkentte bile kalamayaca¤›n› anlar. Ancak, bu zorlu dönemi, Sanayi-i Nefise Yüksek Okulu’na Estetik ve Mitoloji ö¤retmeni kimli¤iyle atanmayla atlatm›fl olur. 1920 A¤ustosu’nda, ‹stanbul’da, Düyûn-u Umumiye’ye yazd›¤› o üzücü ifl isteme mektubu, bir bak›ma, 1917/18 Orta Anadolusu’na iliflkin ‘gerçekler’in hem nedeni hem sonucu say›labilir. Bu, tek bir bireyin kendisi için ifl istemesi de¤il; tüm bir ulusun onu sömürenlerden hesap sormas› say›lmal›, asl›nda. Cumhuriyet’in çal›flmas›na son vererek s›n›r d›fl› etti¤i Düyûn-u Umûmiye’nin Ca¤alo¤lu’ndaki görkemli binas›nda (günümüz ‹stanbul Erkek Lisesi), Pul fiubesi’nde, Göl Saatleri (1921) flairine sonunda bir ifl verilir. Haflim’in, o y›llarda – Kurtulufl Savafl›’n›n süregittigi y›llar – ayn› zamanda Dergâh dergisinde de yaz›lar› yay›mlanmakta. ‹ç Anadolu yolculu¤unun üstünden alt› y›l geçince, onu, bu kez Paris’te görüyoruz. Baflkentin ö¤renci mahallesi olan Beflinci Bölge’de, Gay-Lussac Soka¤›’ndan Abdülhak fiinasi Hisar’a seslenir: “Size Paris hakk›nda bilmedi¤iniz ne söyleyebilirim?” 22 Kald› ki, bir yazar kimli¤iyle de, benzer bir kan›ya sahip: “Avrupa yolunda okurlara anlat›lacak öyle ola¤anüstü fleyler yok!” demekte. Dolay›s›yla da, “E¤er ola¤anüstülükler ard›nda olsayd›m, flu kötü Avrupa’ya de¤il yeryüzünün el de¤memifl bölgelerine gitme yolu arard›m,” demekle yetiniyor. Kuflkusuz, bu k›sa süreli bir gezi olmal›. As›l bu tarihten dört y›l sonra, 1928 güzünde, vapurla gerçeklefltirilmifl uzun denebilecek bir Paris yolculu¤u girer, flairin yaflam›nda. “Gidilecek yollar› evvelden belli, görülecek fleyleri herkesce malûm, çi¤nenmifl, usaresi al›nm›fl, posa haline gelmifl bu Avrupa seyahatine neye ç›kt›¤›m›, vapur Galata r›ht›m›ndan hareket ederken bile pek iyi bilmiyordum” der kendisi de. Haflim, bu yolculu¤a Frans›z ‘Lotus’ gemisiyle ç›k›yor. Onun terimleriyle, “bir tüccar ve hasta gemisiyle”! Oysa, daha iki y›l önce, Cumhuriyet’in ve dönemin Adalet Bakan› Mahmut Esat Bey’e soyad›n› kazand›rm›fl olan ‘Bozkurt’ gemisinin bat›fl›nda rol oynayan Lotüs, sak›n ayn› gemi olmas›n? Ama, yine de, “seyahati, hele deniz seyahatini, ruhun bütün dertlerine deva” sayabilir miyiz? Sözgelimi, ‹talya’dan ayr›l›nca, flair, öz yurdundan ayr›lm›fl gibi duyumsam›fl kendini. Renkleri, kokular›, lezzetleri, çiçekleri, meyveleri, a¤açlar› ve kad›nlar›yla, o ‘bütün’ü öylesine güzel bir tablo – sanki, Rönesans sonras› bir ‹talyan resmi – gibi sunuyor ki... Böylece Napoli, Marsilya ve ard›ndan, uzun, yorucu bir tren yolculu¤u sonras›nda ulafl›lan Paris! Bir Seyahatin Notlar›, on yedi k›sa denemeden oluflmakta. Ço¤unlu¤u, ‘kent’ – yani, Paris – üstüne. Ancak, gitti¤i her yabanc› büyük kentte, yazar›n mevsimleri, do¤ay›, hayvanlar› (Hayvanat Bahçelerini, “hayvanla insan›n güzel arkadafll›¤›”n›); öte yandan, daha o zaman bile yaln›z sebzeyle beslenenleri incelemesi dikkat çekici. Böylesi bir yaklafl›m, Paris’te oldu¤u kadar Frankfurt’ta da kendini göstermekte. Özellikle, Frankfurt ve dolaylar›nda, Paris’te, Napoli’de yaflad›¤› o denli k›rm›z›, o denli sar› Avrupa güzü, bir fliire dönüflmüfl onun albenisi yüksek denemelerinde. Yine de, Haflim, kendini sorgulamadan duram›yor: “Paris’te ne yapt›m? Hiç!” Yaln›zca aktarmaya de¤er gördü¤ü, özellikle alt›n› çizdi¤i, geceleri evine dönerken Seine Irma¤›’n›n r›ht›mlar› üzerinde gerçeklefltirilmifl tek kiflilik gezintiler! Bu arada, dikkatlerden kaçmayan önemli bir nokta, Haflim’in tüm alçakgönüllü tutumuna karfl›n, bir akflamüstü Parisi’nde, Montparnasse’da, Genç Lacan’la olan uzun ve ayr›nt›l› görüflmesi. Ona sordu¤u sorularla ald›¤› karfl›l›klar: sözgelimi Frans›z yaz›n›n›n o y›llardaki durumu, 23 “bir a¤ac›n ayr› dallar› fleklinde havayla ›fl›¤› ayn› zamanda özümseyen, özellikle sembolizmin ayr›flmas›yla ortaya ç›km›fl de¤iflik sanat ak›mlar› (kübizm, fütürizm, dadaizm, sonra gerçeküstücülük vb.,)”, ve bu ak›mlara karfl› – Lacan’›n deyimiyle – Frans›z ulusunun kös dinlemiflli¤i... *** Bir baflka dört y›l sonra, bu kez sa¤l›k nedenleri, Ahmet Haflim’e Almanya yolunu açar. Üstelik, Naziler’in iktidara gelifline çok yak›n günlerde. Yirmi bir denemeden oluflan ünlü gezi notlar›n› (Frankfurt Seyahatnamesi) da, iflte bu döneme borçluyuz. Gerçi, onun için, “flair ve gezgin birbirinin akrabas›d›r”. Dolay›s›yla, “gezi notlar› da, fliir kitab›n›n kardeflidir”. Ama, gerçekten, yazar›n›n niteledigi gibi, Frankfurt Seyahatnamesi “renksiz ve vakas›z bir küçük kitap” m›yd›? Asl›nda, “rüzgârl›, karanl›k bir sonbahar gecesi, Sirkeci’den yola ç›kan zifirî karanl›k bir tren”, yan› s›ra, yavafl yavafl kararan bir al›nyaz›s›n› da kendi do¤al sonuna do¤ru sürükleyip götürür. Böylece de, ister istemez, bir hastan›n yol notlar› kayda geçecektir. Acaba yolculu¤un her çeflidinde mi, yoksa yaln›z bu son yolculukta m›, Haflim, “hep gizli bir ac›n›n içini ›s›rd›¤›n› duyageldi?” Sonuçta, iyi ya da kötü an›lardan, yaflananlardan, umutlardan, gerçek ve hayallerden geriye tek elde kalan – Ahmet Haflim’in do¤rudan kendi sözcükleriyle – yaln›zca bir ‘an›msay›fl tad›’: “Bize bir zevk-i tahattur kald› / flu sönen, gölgelenen dünyadan...” 24 YAZI MASASI Demir Özlü Babam›n yapt›rd›¤› üç katl› apartman›n zemin kat›na tafl›nd›m. Bo¤az’›n öte yakas›nda oturan niflanl›m yan›ma tafl›n›ncaya kadar, orada yaln›z bafl›ma oturacakt›m. Yukar›da, üçüncü kattaki kütüphaneyi bu zemin kata, soka¤› gören odaya yerlefltirmifltim. Biraz daha büyük olan odayla bu oda – aradaki genifl caml› kap› aç›l›nca – içinde koltuklar›n da yerlefltirilmifl oldu¤u, birbirini tamamlayan (L) biçiminde geniflçe bir oturma odas› olacakt›. Zemin kat›n arka taraf›ndaki, holden geçilen, tek penceresiyle bahçeye bakan oda da yatak odamd›. Zemin kat daire üçüncü kata göre befl-alt› metrekare kadar küçüktü. Diyece¤im apartman›n girifl kap›s›ndan üst katlara ç›kan merdivene ulaflan koridor ölçüsünde. Mutfa¤›n da bahçeye aç›lan bir kap›s› vard›. Henüz bak›ms›z olan, arkadaki küçük bahçeye. Güneflin do¤rudan do¤ruya vurmad›¤› daireleri severim. Zemin katlar, yar› bodrumlar ya da birinci katlar... ‹flte aylarca, belki de birkaç y›l kendi bafl›ma yaflayaca¤›m yer buras›yd›. Çünkü niflanl›l›k en belirsiz süresi de¤il midir yaflam›n? Tâ Ege’nin bir ilçesinden sürüklenerek buralara kadar gelmifl olan üçüncü kattaki kocaman yaz› masas›n› bu dairede koyacak yer yoktu. Bu katta kullanabilece¤im baflka, küçük bir yaz› masas› da bulamam›flt›m. Yaz›lar›m› nerede yazabilece¤imi bilemiyordum. Buydu içimde büyüyüp duran rahats›zl›k. Geceyar›s›na do¤ru odama döndü¤ümde, yere, döflemenin üzerindeki hal›ya uzanarak yazm›yorsam, mutlaka o genifl, kiremit rengi masan›n üzerinde yaz›yordum: Gençlik yaz›lar›... korkulu düfller, kiflinin derinden tatmad›¤› tensel hazz›n verdi¤i ürperti imgeleri... Anadolu kasabalar›nda dolafl›rken çok uzak hayallerini gördü¤üm, gölgeli caddeleri, gri yüzlü yap›lar›yla bazen sisler alt›nda kalan, bazen de güneflin ç›plak yüzüne, tepelerde ardarda s›ralanm›fl evlerine vurdu¤u ‹stanbul’dayd›m art›k. Bu gri kentte. Burada, baflka bir yükseltide bofl arsalar›n ortas›nda infla edilmifl bir yerde. Rahat, sessiz bir zemin katta. Bu gri kenti küçük bir çocukken terketmifltim. On y›l sonra yeniden denizlerin birleflti¤i, liman›nda vapur düdüklerinin birbirine kar›flt›¤› ye25 re dönmek üzere. On y›l! Çocuklu¤un o uzun y›llar›. Önce Bo¤az k›y›s›ndaki yat›l› bir liseye, sonra Gümüflsuyu’ndaki bir ö¤renci yurdunun – sanki Taksim’le Talimhane’nin a¤açl›kl› yollar›nda bir bafl›na gezintilere ç›kmak üzere – özel bir bölümüne. Sonra da bu yakaya, Fatih’e. Babam›n yapt›rd›¤› apartmana. On y›l süren yolculukta düflümde hep fiiflhane yokuflunu güçlükle ç›kan, ard›ndan da, yap›lar› yüksek Meflrutiyet Caddesi’nin koyu gölgesine sapan tramvaylar vard›. Yaz› yazmaya oturunca hep kalemimin ucuna gelen onlard›. fiimdi bir çocukluk düflü haline dönüflmüfl olan V. Daire’nin yak›n›ndan büyük bir g›c›rt›yla caddeye inen tramvaylar... Elimi b›rakmayan anneannem bu tramvay yolculuklar›nda, birkaç y›l önce, fiiflhane yokusundan inerken frenleri boflanan bir tramvay›n önüne ç›kana çarparak, afla¤›da Bankalar Caddesi’nin bafl›ndaki dükkânlara girdi¤inden sözederdi. Kuflkusuz ölenler olmufltu. Hep anlat›lan unutulmayacak, unutulmayacak bir kazayd› bu. Sonralar›, zaman zaman, kendimi yazmaya zorunlu duydu¤um için kaç kez, kaç kez yazd›m bunlar›. Zaman geçip de biraz olgunlaflt›¤›m› sand›¤›mda bir yazar›n hiç de öyle çok konuya gereksinmesi olmad›¤›n› anlad›m. Bu kadar› yeter de artard› bile. Anadolu do¤as› içinde geçen çocukluk y›llar›ndan sonra art›k burada geçecekti, gelecek günlerinin nas›l olaca¤›n› bilmedi¤im yaflam›m. Ama birçok y›l bu küçük dairede oturaca¤›m› biliyordum. Bu yüzden kullanabilece¤im bir yaz› masas› gerekliydi bana. Bu olana¤› hemen yaratamazsam, yazar olma hayallerim uçup gidecekti sanki. Bir iki hafta sonra bir yaz› masas› buldum. Ailemin oturmaya devam etti¤i üçüncü katta, misafirler geldi¤inde, pastalar›n üzerine s›raland›¤› yuvarlak, bacaklar› bir yaz› masas›ndan daha k›sa, altta bu k›sa bacaklar› tutan bir dayana¤›n da bulundu¤u, iyi bir tahtadan yap›lm›fl küçük bir masayd› bu. Alt›ma alçak bir iskemle çekerek yazmaya bafll›yabilirdim: Sanki bir sanr› bafll›yordu, içimden gelen gizli bir ça¤r›, belirsiz, çalkant›l›, kavranmaz bir istek yolu¤a götürüyordu beni (*). Sanki herfley flimdiden bilinemez olan gerçe¤in belirsiz yüzünü ortaya ç›karabilmek için içimden zorluyordu beni ve bu derin iç-s›k›nt›s› günümü karart›yordu. Ondan kurtulmak için yar›-toprak yokufltan inerek, bir ucu hafif bir yokuflla, ötelerdeki Bizans surlar›na ulaflan caddeye ç›k›yor, caddenin ortas›ndaki büyük a¤açlar›n gölgeledi¤i yaya yolunda, bir tramvay dura¤› ötedeki dolmufllar›n s›raland›¤› dura¤a do¤ru, karfl›-yakan›n, Pera’n›n kurflun rengi Frenk yap›lar›n›n gölgesi vuran yar› karanl›k caddelerine ç›kmak için sab›rs›zlan›yordum. Bütün bu belirsizli¤in yaratt›¤› iç-s›k›n26 t›s› oradaki bafl›n› al›p giden “sefil cümbüflte” (levanten burjuvazinin doldurdu¤u, akflam vakitleri kalabal›k olan pastahaneler, caddeye aç›lan sokaklardaki ›fl›klar› hafif yanan lüks randevu evleri, solgun ›fl›kl› barlar, levanten meyhaneler...) eriyip gidecekti. “Kuflkusuz gençlik gelece¤ini bilememenin ölümcül s›k›nt›s›yla doludur. Düflünülemez bile bu yar›-karanl›k gelecek” diye m›r›ldan›p durarak. Gece yar›s›na kadar bu m›r›ldanmalar›m›n, Pera’n›n verdi¤i tensel azg›nl›kla, say›klamalar haline dönüflmesini bekliyordum. Garip bir iniltiye benzeyen yüksek sesli say›klamalara ulafl›ncaya kadar. Geceyar›s›n› geçen saatlerde o zemin kattaki eve döndü¤ümde, gene o küçük masan›n kenar›na iliflece¤imi, orada, yukar› katta b›rakt›¤›m o genifl masay› düflünerek, bo¤uncun ertesi gün gene bast›raca¤›n› bilerek... yorgun dönüfllere kadar – o geceyar›s› say›klamalar› içinde –... yeniden, yeniden... yeniden sanr›n›n bafllamas›na kadar yazarak, yoklu¤un sald›r›s›n› erteleyerek, böylece kendi gövdesi üzerinde dönüp durarak, savrularak ama görünmeyen çemberimsi güzergâh›ndan sapmayarak, kendi üzerine kapanarak...” (*) Eski bir öyküden bir tümce. Yazar›n Notu: Eylül ay› ilk kitab›m Bunalt› ’nin yay›nlan›fl›n›n 50. y›ldönümü olmas› vesilesiyle, bir iki y›l önce yazd›¤›m, o günlere gönderme olan bu alçakgönüllü (ve bireysel) metni flimdi yay›nlamay› uygun gördüm. Bunu dergi yöneticisinden rica ettim. 27 SICAK ÜÇLEMES‹ Cemil Kavukçu 1. Yazl›k evin üst kat›nda, odamda çal›fl›yorum. Çal›flmaktan çok eziyet çekiyorum, çünkü ter içindeyim. Ö¤le ile ikindi aras› bir saat. Balkon kap›s› aç›k olmas›na karfl›n en küçük bir esinti bile yok. Nemli havay› solumakta güçlük çekiyorum. Basra alçak bas›nc›n›n bütün ülkeyi kas›p kavurdu¤u talihsiz bir dönem. Kaz Da¤lar›’ndan kopup gelen ve bütün Edremit Körfezi’ni rahatlatan poyraz da kabu¤una çekilmifl. Her yer yan›yor. Sitedeki yaflam bir süreli¤ine durmufl gibi. Daha önce duymad›¤›m, yakaran, yard›m isteyen bir ses geldi kula¤›ma. Nas›l bir canl›yd›, neye benziyordu? S›cak hava ve içti¤im biralar m› yan›lt›yordu beni? Yan›ltm›yordu, çünkü o sesi bir daha duydum. Balkona ç›kt›m. Yeniden hayk›r›nca eve pek uzak olmad›¤›n› anlad›m. Alt kata inip ön bahçeye ç›kt›m. Bir süre bekledim. Umudumu kesmifl içeri giriyordum ki yeniden hayk›rd›. Beton elektrik dire¤inin alt›nda karfl› komflumuzun üç bisikleti duruyordu. Ses oradan gelmiflti. Biraz yaklafl›nca, k›p›rt›s›zca duran kocaman bir kurba¤a gördüm. Birden, olay›n ürkünçlü¤ünü fark ettim. Kurba¤an›n arka ayaklar›, gövdesinin yar›ya yak›n› bile¤im kal›nl›¤›nda, birbuçuk metreye yak›n uzunlukta bir y›lan›n a¤z›ndayd›. Büyük bir av yakalam›fl ama yutamam›flt›. ‹kisi de tafllaflm›fl gibiydi. Kurba¤a beni fark etmiflçesine avurtlar›n› fliflirip o garip sesi ç›kard›. Ne yapmam gerekti¤ine karar veremedim. ‹kisi de hakl›yd›. Eve dönüp bir tas su doldurdum. Av ve avc›n›n duruflunda hiçbir de¤ifliklik olmam›flt›. Suyu üzerlerine att›m. Kurba¤a bir metre kadar ileriye s›çrad›. Yeniden s›çrad›¤›nda kald›r›m›n üzerinde kan lekesi vard›. Bisikletlerin alt›na bakt›m, döktü¤üm suyun ›slakl›¤›n›n d›fl›nda iz yoktu. Y›lan gitmiflti. “O ses neydi komflu?” Handan Han›m ön verandaya ç›km›fl merakla bana bak›yordu. “Kurba¤aym›fl,” dedim. “Y›lan m›lan olmas›n,” dedi, “buralarda çok varm›fl…” 28 “Hay›r hay›r, içiniz rahat etsin. ‹ri bir kurba¤ayd›, susuz kalm›fl olmal›. Belki de derisi gerildi, can› yan›yordu. Üzerine bir tas su att›m.” Yapt›¤›m› çocukça bulmufl gibi gülümsedi Handan Han›m. “Hangi kurba¤a dayan›r ki bu s›ca¤a,” deyip içeri girdi. 2. Yollar, tarlalar bombofl. Yerden buhar tütüyor. Yaygarac› bir böcek korosu yaz s›k›nt›s›n› yay›yor. Bisikletle ilerliyorum tozlu köy yolunda. Kasaban›n giriflindeki mezbahaya yaklaflt›¤›mda “Baba!” diyen a¤lamakl› bir çocuk sesi duydum. Bu s›cakta, kasabadan uzak ›ss›z bir yerde ne ifli vard› çocu¤un. Durup çevreme bak›nd›m, kimseyi göremedim. Biraz ileride, mezbahan›n önündeki incir a¤ac›n›n gölgesinde sar› çizmeli, atletli bir adam sigara içiyordu. Durup selam verdim. “Buralarda babas›n› kaybetmifl bir çocuk var galiba,” dedim. Bofl bofl yüzüme bakt›. “Çocuk mu?” “Evet,” dedim, “baba, baba diye ba¤›r›yordu.” “Ben ne çocuk gördüm, ne de sesini duydum.” Tam o s›rada yeniden “Baba!” diye hayk›rd› biri. “‹flte!” dedim. “Haa,” dedi. Güldü. “Çocuk de¤il o, mezbahaya getirilen o¤laklardan biri.” 3. S›cak ve alev gibi rüzgâr kasabaya öylesine el koymufl ki, d›flar›da kimsecikler kalmam›fl. Ortal›kta ne kediler var ne de köpekler. Kald›r›m tafl› döfleli soka¤›n bafl›nda bir bisikletli beliriyor. Rüzgâra karfl› pedal basmaya çal›flan kasketli adam›n bisikleti yalpalayarak, güçlükle ilerliyor. Ter içindeki yüzü alev alev yan›yor, gözleri kan çana¤›na dönmüfl. Çünkü çok sarhofl. K›rlaflm›fl b›y›klar› üst duda¤›n› örtüyor, bir haftal›k sakal›yla yüzü rende gibi. Uzun kollu, soluk mavi bir gömlek var üzerinde. Sivri burunlu ayakkab›lar›n›n arkas›na basm›fl. Görmüyormufl gibi bak›yor. Pedala basacak derman› kalmam›fl. Ne kadar çabalasa da ilerleyemiyor. Dengesini bulmak için gidonu sa¤a sola çeviriyor ama rüzgâr çok 29 güçlü. Sa¤daki soka¤a sapmak isterken köfledeki evin duvar›na çarp›yor. Bisikletiyle birlikte y›k›l›yor yere. Terli bafl› kald›r›m tafl›na vurunca kasketi tencere kapa¤› gibi yana düflüyor. Kendine yol bulmaya çal›flan kan a¤›r a¤›r yay›l›yor. “Anne!” diye ba¤›r›yor pencerenin bafl›ndaki küçük k›z, “babam düfltü.” Kad›n k›z›n kolunu kavr›yor, can›n› yakacak kadar s›k›p pencerenin önünden uzaklaflt›r›yor. Öfkeyle kal›n perdeyi çekiyor. Ömer Uluç, Beni Bir Ask›ya Asar m›s›n? 30 Alova SFENKS’‹N SEKSEN SORUSU I. Ne zaman kayan bir y›ld›z olur Kad›nlar›n ayaklar›? II. Hangi saat tutar Yorgunlu¤un günlü¤ünü? III: Kaç öpüfl bir sonsuzluk eder? IV. Var m› y›ld›zlarda bir yatak Uyusun diye insan do¤mam›fl sesiyle? V. Oldu¤un gibi görün gibi ol mu? Göründü¤ün gibi ol gibi görün mü? VI. Olmad›ysan Yok’tan Yok olmayacaksan Yok mu yoksa Yok? VII. Karanl›kla m›, y›ld›zlarla m› Arkadafll›k eder gece gezginleri? 31 VIII O¤ullar›yla yafllan›r m› acep Ölmüfl babalar rüyalarda? IX. Gizlice oynuyor olmas›n tafllar Yitik oyunlar›n› Sofokles’in? X. Sahi, minik bir y›ld›r›m m› tafl›rm›fl Serçe parma¤›nda Herakleitos? XI. Peki, kaç kez sensin ‹ki kez girmedi¤in ›rmakta? XII. De¤iflerek dinlenirse atefl Ner’de külleri de¤iflmenin? XIII. Ay m› Thales mi Günefli tutan? XIV. Ne zaman daha gerçek olur A¤ac›n gölgesi a¤açtan? XV. Tan›mak için kendini Ruh Baflka bir ruha bakacaksa Nas›l tan›r kendini Ruh’a bakan Baflka bir ruh ? 32 XVI. N’ap›yordu onca S›f›r Sa¤l›¤›nda Pithagoras’›n ? XVII. ‹ki’de mi daha yaln›z Bir Üç’te mi ? XVIII. Alabilir mi flemsiyesine Karekök Onca say›y› ya¤murdan kaçan ? XIX. Hangisi daha yeflil: Filizi mi, nefti mi? XX. Nas›l, ama nas›l görünmez Görünmeyen dalgalara k›rm›z›? XXI. Ne körüdür Yeflili k›rm›z› görünce yeflil K›rm›z›y› yeflil k›rm›z›? XXII. Nece konuflur y›ld›zlar Albino gecesinde gö¤ün? XXIII. Bütün sar›lar› birleflse dünyan›n Yine siyah m› do¤ar gece? XXIV. ‹lle sarhofl mu olmal› turuncu Yürümek için karlarda? 33 XXV. Ömürleri k›sa diye mi Böyle evecen kelebekler? XXVI. Vakitleri çok da ondan m› A¤›rdan al›yor kaplumba¤alar? XXVII. Yanm›fl kovanlar›n yakt›¤› a¤›t olmas›n Gökyüzünden damlayan mavi bal? XXVIII. Çalab›nla çalg›nlar aras›nda Hangi ormanda kald› sesin ? XXIX. Ç›¤ m› daha güçlü, 盤l›k m› ? XXX. Bildirisi miydi ölü b›ld›rc›nlar›n B›ld›r ya¤an k›rm›z› kar ? XXXI. Ya Gökyüzünün avlusuna b›rak›lan Öksüz günefl? XXXII. Bulutlar da ç›kar m› duaya Ya¤acak dünya bulamay›nca XXXIII. Neyin oluyor Çölde sessiz a¤layan kaktüs? 34 Ahmet Erhan YAZ GEÇERKENE Ah, flu ömrün tozlu tuzlu k›y›lar›ndan geçerkene Keneler kalbimi ›s›racak diye ödüm kopuyor Ben zaten öteden beri s›r›t›rd›m tatilcilere fiimdi karfl›lar›na geçip soytaras›m geliyor Bir adam, az sonra uzay meki¤ine z›playacakm›fl gibi giyinmifl Mangal savuruyor. Keneler! Ah, flu yaz bitse K›y›daki pofletleriyle, meyve art›klar›yla Canh›rafl hayk›r›fllar gibi bitse Do¤an›n ba¤r›nda hafllanan haflemal› kad›nlar Gözleme yiyorlar kocalar›n› gözlerkene Aç›kta kalan t›rnaklar›na günefl ya¤› döküyorlar Tekbir getirerek denize yürüyor peygamber donlu bir adam Bir tanr› var ki utan›r bütün tanr›lar›ndan Sudan korkan bir çocuk gibi kal›r, sudan ve maviden Zaten kufllar›n hat›r›na de¤il ya, yukarlarda mekân tutuyor K›y›da Google gibi bir kad›n, masalar› perçinlemifl, kitap okuyor Evde kalm›fl bilgisayar›n›n MSN’i gece gündüz aç›k Bütün chat’lerinde yan›lm›fl, bal gibi görünüyor Her ne kadar kahvalt›da fesle¤en yese de Bilmiyor ki kaç kene ›s›r›¤› var, o kokuda, yeflilde Kavmim, biricik yaln›zl›¤›m benim Gel, flu yaz› da elinden tutup k›fl›m›za dönelim 35 D‹N VE POL‹T‹KA “Laik Bar›fl”›n Dostlar› ve Düflmanlar› Üstüne Server Tanilli ile söylefli yapan: Gamze Akdemir – Bat›’da Kilise ile devletin birbirinden ayr›lmadan önceki süreçte görülen en büyük sak›nca neydi ki, Fransa’dan bafllayan süreçte laik düzene geçilmesi adeta flart olmufltu? – Bat›’da, ortaça¤da din yetkilileri ile siyaset sahipleri aras›nda bir ayr›m anlams›zd›r. Toplumun doru¤unda, papalarla krallar, iktidar› korumak için birleflirler ya da onu ele geçirmek amac›yla çekiflirler. 13. yüzy›la kadar görülen, iktidarlar›n iç içe olmas›d›r. Ne var ki, 14. yüzy›l›n bafllar›nda önemli bir olay olur: Frans›z kral› Güzel Philippe, 1301’de Papa 8. Bonifatius ile bir güç denemesine giriflir; amac› da, kendi ülkesinde mutlak üstünlü¤ü sa¤lamakt›r. Bu olay›n sonucunda Frans›z Kilisesi do¤mufltur; onun bafl› krald›r ve Papa’dan da üstündür. Papal›¤›n “evrensel” niteli¤i hat›rlan›rsa, olay›n çap› anlafl›lm›fl olur. Fransa’da laiklik ad›na ilk ad›m budur ve geliflecektir. Papal›¤a karfl› bu tav›r, 16. yüzy›lda Avrupa’da giderek bir reform hareketine dönüflür ve yeni darbeler indirir Roma Kilisesi’ne. 18. yüzy›lda ise… – Evet, bu ‘’Ayd›nlanma ça¤›’’ konuya nas›l bir zenginlik getirir? – 18. yüzy›lda, özellikle Frans›z Devrimi’nin yaklaflt›¤› tarihlerde, kral Katolik Kilise ile el eledir. Avrupa’da “Hoflgörü” fermanlar›n›n yay›nland›¤› bir ça¤da, Fransa’da Protestanlar›n ve Yahudilerin üstünde bask› vard›r: Katolik Kilisesi mutlak bir iktidara sahiptir: Din özgürlü¤ünün oldu¤u kadar düflünce özgürlü¤ünün de karfl›s›ndad›r. Kral Frans›z Kilisesi’ni denetlese de, Kilise dev ayr›cal›klar›n sahibiydi; daha önemlisi e¤itimi denetliyordu ve ruhban Fransa’da baflta gelen bir zümre olup ç›km›flt›. Laiklik, iflte bu durumdaki bir Kilise’ye karfl› gitgide kazan›lacak bir davayd›. Ayd›nlar›n bu u¤urda sürdürdükleri eylem de ünlüdür. Voltaire, Rousseau, d’Holbach, Morelly, La Metrie ve y›¤›nla baflkalar›… bütün bu Ayd›nlanmac›larda, “hoflgörü” temel ve hepsinde ortakt›; savunduklar› 36 de¤erlerle, Katolik geleneklerine oldu¤u kadar siyasal mutlakiyete de karfl› ç›k›yorlard›: ‹nsanl›k, hoflgörü, eflitlik, tanr›sal›n yerine geçiyordu. Dinsel bütün kavramlar tart›fl›l›r duruma gelirken, insan›n do¤as› öne ç›k›yordu: Tanr› merkezlilik, insan merkezli¤e b›rak›yordu yerini. Bu kültür devrimi, Katolik Kilise’nin tekelindeki e¤itimi, e¤itim üstüne bütün kurumlar› da tart›flmaya açar. Yurttafllar› yetifltirecek bir e¤itimi, rahiplerin ve özellikle “dünyadan vazgeçmifl” tarikatlar›n elinden çekip almak gerekiyordu. Önemli olan, öteki dünyaya umutlar›n vaaz edilmesi de¤il, “bu dünyada” yaflayan yurttafllar›n ödevleriydi. Ayd›nl›klar ile Katolik Kilise aras›ndaki z›tl›k, yerini 1789’da, beklenmedik bir olaya, Devrim’e b›rak›r. – Frans›z Devrimi ne getirdi? – Özellikle Kilise, kaynaklar›ndan ve mallar›ndan yoksun edilir. Kilise, insan›n tanr›sal düzene bafl e¤mesini isterken, Devrim, insan› merkeze al›yordu; Kilise ile Devrim aras›nda bir felsefi uzlaflma mümkün de¤ildi. Böylece, Papa, 1789 ‹nsan ve Yurttafl Haklar› Bildirisi’ni suçlay›p aç›kça reddetti. Öte yandan, bir devrim anayasas›, 1795 Anayasas›, Kilise ile devleti birbirinden ay›r›r. O anayasan›n 354. maddesi flöyle diyordu: “Kimseye, yasalar›n kurallar›na uyarak, seçtikleri bir dinin ibadetini yerine getirme yasaklanamaz. Kimse, bir dinin giderlerine kat›lmaya zorlanamaz. Cumhuriyet, hiçbir dinin giderlerine yard›m yapamaz”. Fransa’da, laikli¤in tarihinde bir dönüm noktas›d›r bu! Ne var ki, “Taht ile mihrap”›n anlaflmas›na yeniden gidilir: Napoleon’un 1801’de Papa ile uzlaflmas›n›n arkas›ndan, 1814’ten bafllayarak Restorasyon’da Kilise yeniden dirilir: Karfl›s›nda, bu kez “liberal ve Cumhuriyetçi hareket” vard›r ve hareket de, Kilise’nin en korkunç düflman› oldu¤unu görür. Katoliklik, sadece bir din olman›n çok uza¤›nda, bir siyasal ve sosyal rol oynamaktad›r; 1789’un ilkelerinin karfl›s›ndad›r ve cumhuriyetçiler de, o devrimin ilkelerine dayanan bir rejim kurman›n davas› içindedirler. Baflta gelen konu da, “okul ve laik e¤itim”dir… – Fransa’ya bakt›¤›m›zda, “laikli¤in dostlar› ve düflmanlar›” aç›kça belli oluyor. Ayd›nlanma bütün Bat›’y› kuflatt›¤›na göre, laiklik tüm Bat›’da da oturmufltur de¤il mi? – Hiç kuflkusuz! Bir ülkeden ötekine farkl› mant›klar olsa da, bütün Bat›’da din, toplum ve devlet iliflkileri laikleflmifltir. Bu süreçte, Ak›lc›l›37 ¤›n ard›ndan Siyasal Liberalizm ve Pozitivizm laikli¤i savunmufltur. Ancak, bu fikri kaynaklardan beslenen laikli¤inin “s›n›fsal” bir anlam› da vard›r: Laiklik, feodal-aristokratik toplum ve siyaset anlay›fl›na karfl› ç›karak iktidara yürüyen burjuvazinin ideolojik, siyasal ve kültürel özlemlerini dile getiriyordu. Günümüzde, Avrupa Birli¤i’nde, Kiliselerle devletin ayr›lmas› fikri, yani laiklik, a¤›rl›¤›n› koruyor. Bununla beraber, kimi ülkelerde din ayr›cal›kl› bir yerde. Ne var ki, ne olursa olsun laiklik, yeni Avrupa için meydan okuyor. Öte yandan, Avrupa’da milyonlarca Müslüman›n varl›¤›, devlet, Kiliseler ve sivil toplum iliflkileri sorununu gelip tart›flmay› canland›rm›flt›r. Yaflad›¤›m›z flu y›llarda, ‹slamc›l›kta cemaatçi içe kapan›fl ve ‹slamc›l›¤›n uluslararas› iliflkilerdeki bu tavr›, bar›flç› bir gelece¤e umut ›fl›¤› yakabilir mi? Sorun budur! – Türkiye’de “laik Cumhuraiyet”in de bir Ayd›nlanma eseri oldu¤u söyleniyor; ama gelip durdu¤umuz noktada sorunlar içinde. Nereden kaynaklan›yor bu sonuç? – Bat› dünyas›nda, dinle devleti birbirinden ay›rma yolunda Fransa’n›n açt›¤› 盤›ra, 20. yüzy›l›n bafllar›nda – Meksika’n›n arkas›ndan – Türkiye de kat›ld›. Geçekten, 1923 Devrimi’ni yapanlar, ba¤›ms›zl›¤›n yan› s›ra, devleti “laik ve demokratik Cumhuriyet” ilkesine göre yeniden kurdular; bunu yaparken, kültüre ve topluma da yeni bir içerik kazand›rd›lar. Niçin bu “yenilik”, bu “farkl›l›k”? 1923 Devrimi yapanlar, Bat› dünyas›nda olup biteni biliyorlard›. ‹slam ve ‹slam dünyas› bir “Reform” ve “Ayd›nlanma Ça¤›” yaflamam›flt›. Osmanl› yenilik hareketleri boyunca devlet yap›s›n› dinsellikten uzaklaflt›r›lmas› yolunda kimi örnekler ortaya konmufl da olsa, dinsel-dünyasal kurallar ikili¤i sürüyordu ve buna son vermek gerekiyordu. Böylece, Cumhuriyet’i kuranlar, yeni bir devlet ve toplum yaratmaya girifltiklerinde, sosyal de¤iflim zorunlulu¤u ile kendilerinden önceki yap› aras›ndaki çeliflkiyi görmüfllerdi ve bunu çözme sorunu ile karfl› karfl›yayd›lar. Özetle, yaflam laikli¤i dayat›yordu. Daha bafltan, egemenlik kuram›, “milli egemenlik” diye adland›r›ld›¤›nda, laik düzenin temeli at›lm›flt›, kuram bu olunca uygulama da onu izler: Laiklik temelinde “ö¤retim birli¤i”, laiklik temelinde “yarg› ve hukuk birli¤i” kurulur. – Bu anlatt›klar›m›zdan, Türkiye’de s›radan bir laiklik olmad›¤› ç›k›yor de¤il mi? 38 – Bütün bu anlatt›klar›m›zdan ç›kan fludur: Türkiye’de laiklik, sadece devletin laiklefltirilmesine ya da s›radan bir din-devlet ayr›l›¤›na indirgenemez. Bir “Türk laikli¤i” söz konusudur. Onun belli bir ulusal kimli¤i olan ça¤dafl bir toplum yaratma hedefi vard›: Kurulan Cumhuriyet’in hedefi, “ça¤dafl uygarl›¤a ulaflmak”t›. Laiklik, yaln›z devleti de¤il, bireyi ve toplumu da yeniden biçimlendirme görevini yüklenince, ister istemez “radikal” ve “militan” bir renge bürünecekti. Bunun bir sorunu da fluydu: Dinle devlet birbirinden ayr› olacakt›, din devlet ifllerine kar›flmayacakt› ama, devlet din ifllerine – özüne olmasa da – sosyal ç›karlar ad›na kar›flabilecekti: Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›, bu misyonla da kurulmufltu. Ancak unutulmamal›: Bütün bunlar, toplumda bir “kültür devriminin’’ parçalar›yd›lar. Toplum, nitekim bütünlü¤üne bir de¤iflimi yaflar… – Bugün yaflad›klar›m›z, bu geliflmelerin sonucu olamaz; belli ki, bir yerde bir sapma ve çözülme olmufl… – Nitekim oldu. Gerçekten Türkiye’de, ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonraki dönemde, en önemli de¤ifliklik, tek partili bir rejimden çok partili bir rejime geçmektir. Ne var ki, bu yenilik, ileriye bir ad›m olacakken, uygulamada 1950’de iktidara gelenler, Cumhuriyet Devrimi’ne inançs›zl›klar›, sorumsuzluklar› ve savrulmalar› ile, ülkenin ekonomisini ve d›fl politikas›n› emperyalizme ba¤larken, en baflta laik e¤itimde de gericili¤e korkunç ödünler verirler; e¤itimde ve kültürde, karfl›devrimin yol açt›¤› bir “çözülme süreci’’ bafllar. Ezan›n Türkçe iken Araplaflt›r›lmas›; okullara yeniden din derslerinin konulmas›; cami hizmetleri için düflünülen imam ve hatipleri yetifltiren okullar›n her mesle¤e mezun vermesi; din, siyaset ve ticaretin kucaklaflmas› laikte çözülmenin ilk örnekleri olur. Ve bir tarihten sonra da türban›n türemesi… Siyasal partilerin aras›na dinci partilerin girmesi; önce onlarla koalisyonlar, sonra da – AKP örne¤inde oldu¤u gibi – tek bafl›na iktidara geçmeye demokrasi denir. Bir de kene gibi türeyen tarikat ve cemaatler… – Bunlar› gördükten sonra, laikli¤in güvencesi olarak “halk e¤itimine” nas›l bak›yorsunuz? – E¤itim, ça¤›m›zda okulla s›n›rl› de¤il, örgün e¤itimden geçmifl olsun olmas›n bütün yetiflkinlere yönelmifl bir eylemdir; ayr›ca e¤itim, ya39 flam boyu süren bir süreç olarak kabul ediliyor; “halk e¤itimi” denen bu. Cumhuriyet’i kuranlar, e¤itimi her fleyin üstünde gördü¤ünden, halk e¤itimine de büyük bir yer veriyordu. Halkevleri, iflte bu ifl için kurulmufltu. 20’li y›llarda, Halk Mektepleri, sonra da Halk Dershaneleri aç›l›r; 1932’den sonra Halkevleri ve onlar›n yan› s›ra köylerde Halkodalar› etkinli¤e bafllar. Sorun, yaln›z okuma-yazma ö¤retmek de¤ildir; kentte ve k›rsalda, sosyal ve kültürel yaflam›n temel konular›nda halk› bir düzeye ç›karma örgütlenir; bunun semereleri toplan›rken, ayd›nlarla halk› yaklaflt›rmada bir süreç bafllat›r. Köylere ö¤retmen söz konusu oldukta, Köy Enstitüleri düflünülür ve 1940’larda uygulamaya geçer. Ne var ki, Demokrat Parti, 1950’de iktidara geçti¤inin ertesinde 1951’de Halkevlerini kapat›r; birkaç y›l sonra da, Köy Enstitülerini amac›ndan uzak bir amaca f›rlat›p atar. Halk e¤itiminde bir “k›r›lma”d›r anlatt›¤›m›z öykü. Televizyon da 50’li y›llar›n sonuna do¤ru göreve girer; birkaç parantez d›fl›nda, iktidara sahip olan partinin emrine girer. Halk e¤itiminde, özellikle AKP ile var›p durdu¤umuz noktada, soru fludur: Halk e¤itiminde ne tür bir k›r›lma (fay), bir boflluk oldu da, “muhafazakarl›k” örtüsü alt›nda gizlenmek istenen flu tehlike yolun üstüne ç›kt›? Dahas›, “kültürsüzlefltirme” elle tutulur haldedir: Ça¤›m›z›n ve yurdumuzun gerçeklerinden uzakta, düflünmeyen, tepki duymayan y›¤›nlar görülüyor; insanlar›m›z, yurttafll›k bilincinden de gittikçe uzaklafl›yor. Kimlik kayb›na m› u¤rad›k? – Bu geliflmeler, emperyalizmin uza¤›nda olamaz de¤il mi? – Evet olamaz! Bir ülkede din ve politika, nerede olursa olsun, uluslararas› geliflmelerin de etkisi alt›ndad›r. Bir örnek: New York’taki ‹kiz Kuleler’i yerle bir eden terör, dünya çap›nda bir çat›flmaya yol açm›flt›r. Ortado¤u, Türkiye’yi de içine çeken bir savafl ve terör co¤rafyas›na dönüflmüfltür. Büyük Ortado¤u Projesi (BOP), ABD’nin ‹slam dünyas›na dönük tasar›mlar›n› içeren bir belge olarak ortaya ç›kt›. Amerika, Türkiye’ye bir “Il›ml› ‹slam Devleti” rolü biçiyor. Böylece, “laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti”, “Il›ml› ‹slam Devleti”ne dönüfltürülmüfltür. Dahas› da var: Birkaç y›l önce, ABD’de icat edilen bir harita, gerçekleri kökünden de¤ifltiriyor; bölgeye daha korkunç felaketler getirecektir. Öteki ülkeleri gibi, Türkiye’yi de, bölüp parçal›yor. Eklemeli de: Bütün 40 Müslüman dünyan›n üstüne, Türkiye de dahil, emperyalist felaket çökmüfltür, bir “dincilik salg›n›”n› azd›rm›flt›r. – Geliflmelerin gelip durdu¤u noktada, “Laik bar›fl”›n dostlar› ve düflmanlar›ndan söz ediyoruz. Türkiye’nin güncelinde kimdir bunlar? – 1923 Devrimi’nin bir büyük eseri de fludur: Din, vicdanlara b›rak›larak, devlet ve toplum yenilefltirilir; ça¤›n isterleri ve Ayd›nlanma yollar› aç›l›r. Öte yandan, e¤itimde parlak bir eser ortaya koyar. Bir eksikli¤i vard›: Devrim’i, “demokrasi” ile taçland›rmak gerekiyordu; 1950’lerden bafllayarak, demokrasinin kap›lar› da aç›ld›. Ne var ki, “yüzeysel bir demokrasi” araçlar› olarak ortaya ç›kan partiler, Devrim’in düflmanlar›yla uzlaflarak, en baflta laik e¤itimi çökerttiler; dincilere yollar› açt›lar. Halk›n kafalar› ve dikkatlerini, ça¤›n isterlerine döndürmeyip, sa¤’a ve dincilere çevirdiler. Yani Devrim’e ihanet ettiler. Demokrat Parti’den bafllayarak, iktidara gelmifl partilerden hangisi “laik bar›fl”›n dostu olmufltur? Gelece¤in “Ayd›n din adam›” diye düflünülen, ama gecikmeden “dinci partilerin arka bahçesi”ne dönüfltürülen imam ve hatiplere, “laik bar›fl”›n dostu olarak bakabilir miyiz? Ha bire ço¤alt›lan Kuran kurslar› “laik bar›fl” aflk›yla m› ortaya sal›n›yor? Ya 1970’lerde, M›s›r’da yuvalanm›fl Müslüman Kardefller güruhunun icad› olan “zorunlu din dersleri”, Ramazanda din prati¤i zorlamalar›? Ya ülkede okul say›s›n› fersah fersah aflan cami yapmak? Ya halk›m›za dinle ilgili ça¤dafl bir bilinç kazand›rmak için kurulmufl olan Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’nda “Taliban” k›m›ldan›fllar? Özetle, Türkiye bir “‹slamlaflt›rma” bask›s› alt›ndad›r. Ancak, laikli¤in geçerli olmad›¤› bir ‹slam toplumunda demokrasi rafta kal›r; laik e¤itimin bulunmad›¤› bir e¤itim düzeninde de inanç özgürlü¤ü yoktur. Ça¤›m›z›n hat›rlatmalar›d›r bunlar!.. 41 Nihat Ziyalan ERDAL EREN Dediler demir parmakl›klar› geçer bu; kolumu baca¤›m› sündürüp, irilefltirdiler. Sigara ça¤›m m›? Tutufltururum her yan›m›; ci¤erlerim on yedisinde, evimde akl›m. Karanl›¤›n dostlu¤una kald›m, duvarlar ç›t vermez. Neyseki ezberimde anam›n söyledi¤i ninniler. Üç mektup yazd›m: aileme yurduma bayra¤›ma. Bir de zarflara ayr› ayr›, göz k›rpmam› koydum. Bafl›mdan geçirilen fistan sünnetli¤im mi? Gö¤sümdeki yafta: Baba bana top al Erdal okula gitti 2008, Sydney 42 TÜRKÇE ÜZER‹NE MEKTUPLAR SÖZCÜKLER‹N ÇA⁄RIfiIM EVREN‹ Emin Özdemir Genç Dostum, Geçen mektubumu tam bitirmifltim ki telefonum çald›, açt›m. Arayan eski bir ö¤rencimdi: “Hocam, ‘Entivi’den ar›yorum,” dedi, “Bir fley soraca¤›m, zaman›n›z var m›?” Sormas›n› beklemeden, önce ben sordum: “Nerden ar›yorsun?” “Entivi’den” dedi yine. Soruyu birkaç kez yineleyince anlad›; “Ba¤›fllay›n hocam, Neteve’den ar›yorum” dedi, “a¤›z al›flkanl›¤› iflte...” “Hay›r, ba¤›fllam›yorum,” diye tak›ld›m. “Türkçenin ünsüz harfleri, önlerine ‘-e’ getirilerek adland›r›l›r: be, ce, çe... gibi. Bunlar›n yasal ad› da, sesletimi de böyledir. Hem Türkçe harfleri, yabanc› bir dille sesletmek de neyin nesi? Buna hakk›m›z var m›?” Bu an›msatmadan sonra, “fiimdi sorabilirsin sorunu,” dedim. fiunu sordu: “Arkadafllar aras›nda tart›flt›k, ancak bir karara varamad›k; ‘hukuk, ahlak’ sözcüklerinin sonuna bir ünlü ek geldi¤inde bu sözcükler nas›l yaz›lacak, nas›l söylenecek? ‘Hukuku’ mu diyece¤iz, ‘huku¤u’ mu? ‘Ahlak›’ m› diyece¤iz, ahla¤›” m›? Ne dersiniz?” Ö¤rencime dilimizdeki “ünsüz yumuflamas›” diye adland›rd›¤›m›z ses olay›n› anlatt›m. Sordu¤u sözcüklerin bu olay›n d›fl›nda kald›¤›n›, sonlar›ndaki “k”nin yumuflak ge’ye dönüflmedi¤ini belirttim. Yaz›m k›lavuzlar›n›n dizelgelerinde ‘ahlak, -k›’, ‘hukuk, -ku’ diye belirtilmifltir ek alan sözcü¤ün yaz›m›. Ama as›l can›m› s›kan, ö¤rencimin telefonu kapat›rken kulland›¤› sözler oldu: “Sa¤ olun hocam, kendinize iyi bak›n. Ben, söylediklerinizi arkadafllara aktaraca¤›m. E¤er bir sorular› olursa, izin verirseniz size geri dönece¤im yine.” Öfkelendim, ama bir fley de diyemedim. Çal›flt›¤› kuruluflta bir birimin sorumlusuydu bu eski ö¤rencim. Dersimde baflar›l› olanlardand›. fiimdiyse Türkçenin solu¤uyla ba¤daflmayan kimi sözleri ayr›m›na varmadan o da rahatça kullan›yordu. Çabalar›m bofla gitmiflçesine üzüldüm. Peki, onun bu dilsel savruklu¤u salt kendi özensizli¤inden mi kaynaklan›yor? De¤il elbette. Bunda çal›flt›¤› ortam›n da pay› oldu¤unu düflünüyorum; çünkü bu türden pas tutmufl, yabans› sözler, Türkçenin top43 ra¤›na televizyon kanallar›n›n kirli sular›yla tafl›n›yor. Daha do¤rusu dizilerdeki yamuk yumuk dilin çeviri kokan ürünleridir bunlar. Hemen belirteyim ki, dilimiz için yabanc› sözcüklerden daha sak›ncal›d›r bu tür sözler. Türkçe k›l›flar geçirilerek dilin çevrimine sokuluyor. Sözgelimi, “Kendine iyi bak” sözü, nerdeyse günlük konuflma dilimizin do¤al birimlerine özgü bir nitelik kazanm›flt›r. Kullan›m s›kl›¤› yönünden de böyledir bu. Ayn› biçimde “inan›lmaz” sözüyle oluflturulan ba¤daflt›rmalar için de söyleyebiliriz bunu: “inan›lmaz bir insan”, “inan›lmaz bir görünüm”, “inan›lmaz güzellikte”... Telefon konuflmalar›nda giderek yayg›nlaflan “geri dönecem”, “geri ara”; reklamlarda s›k s›k yinelenen “bir f›nd›¤›n taze mi, de¤il mi oldu¤unu nas›l ö¤reniriz” tümcesi de yabanc› bir dil mant›¤›yla oluflturulmufl, abu sabuk sözlerden... Bu tutum, geçen mektubumda da söyledi¤im gibi sözcüksel çölleflmeye yol açar. Nedeni de apaç›k ortadad›r: Türkçe düflünmeme, düflünceyi Türkçe sözcüklerle biçimlendirmeme tembelli¤i, anadili duyarl›¤›n›n körleflmesi... Genç Dostum, bilmem yinelemeye gerek var m›? Geçen mektubumda “Sözcüksel çölleflme, hem bir sonuç hem de bir nedendir” demifltim. Bunun için bugün sözlü ve yaz›l› dilde yaflad›¤›m›z “anlat›m çölleflmesi”yle de aralar›nda güçlü bir etkileflim vard›r. Bir anlat›m, sözcüklerin ça¤r›fl›msal ve anlam evreninden beslenmiyorsa, anlat›mbilimciler, içeriksel düzeyi ne olursa olsun, böyle bir anlat›m› “yavan, yaz›nsal tattan yoksun” diye nitelendirirler. Belirtmek bile gereksiz, bunlar› ilk kez söyleyen ben de¤ilim; öteden beri, ta Aristo’dan bu yana söylenegelmifl düflüncelerdir bunlar. Dün Susanna Tamaro’nun Her Sözcük Bir Tohumdur adl› deneme kitab›n› okuyordum; bir sözü, kimin, nerede, ne zaman söyledi¤ini bilmedi¤im, “fiu masmavi gök alt›nda söylenmemifl hiçbir söz yoktur.” tümcesini an›msad›m. Gerçekten de böyle de¤il mi? Olaylara, durumlara ilk kez bakan biz de¤iliz ki... Bugüne de¤in ele al›nmam›fl, üzerinde durulmam›fl konu yok gibidir. Bugün bize düflense; geliflen, de¤iflen koflullara göre o sözlerde yans›t›lm›fl olanlar› kendimizce yeniden söylemek, yeniden biçimlendirmek... Tamaro da and›¤›m denemesinde bunu yap›yor. Sözcüklerin günümüz insan›n›n yaflam›ndaki yerinin, ifllevinin giderek yitiflinden yak›n›yor. ‹çine düflürüldü¤ümüz iletiflimsizlik sayr›l›¤›ndan, sözcüklerin yüreklere inemeyiflinden yak›n›yor: Çok uzun zamandan beri bizim sözcüklerimiz – insanlar›n sözcükleri – köklenmeyi beceremiyorlar. Art›k kozmik bir hal alan bizi çevrele44 yen genel gevezelikler içinde kendilerine bir gedik açacaklar› toprak parças›n› bulamadan yorgun arg›n dolafl›p duruyorlar. Bir anlam, bir gerçeklik gedi¤i ar›yorlar. Evet sözcükler giderek daha çoklar, daha fazlalar ve daha yarars›zlar. Daimi geliflen teknolojik ayg›tlarla sürekli konufluyor ve birbirimize hiçbir fley söylemiyoruz. Hatta daha fazla konufluyor ama birbirimizi anlamakta daha fazla güçlük çekiyoruz. Tamaro’nun de¤indi¤i sözlüksel çokluk, gerçekte teknolojik ayg›tlara özgü, onlar›n yaratt›¤› özel bir dildir. Bizi kuflatan bu dil, düfl, duygu, düfllem evrenimizi alabildi¤ine s›n›rland›r›yor, s›n›rlamaktan da öte kurutan bir dokusu, ifllevi vard›r bu dilin. fiöyle desem, bilmem abartm›fl m› olurum? Bunlar›n, anlam ve ça¤r›fl›m katmanlar› oluflmam›flt›r. Bu yüzden de yüreklere inemezler, dolan›p dururlar bofllukta. Bu türden sözcükleri flöyle nitelendiriyor Tamaro: Bizimkiler, tohum – sözcüklere göre solukla hareket eden, konfeti – sözcükler. Hava ak›m› durdu¤unda baflka bir esinti bekleyerek yere yap›fl›yorlar. Konufluyoruz, konufluyoruz ve hiç akl›m›za getirmiyoruz ki, sözcüklerin gerçekten var olmak için dinleyiflle beslenmesi gerekir. Bir sözcü¤ün anlam ve ça¤r›fl›m yükünü, öncelikle kendimiz duyabilmeliyiz ki baflkalar›na da duyurtabilelim genç dostum. Bu da her sözcü¤ün yüre¤ini, ça¤r›fl›m evrenini bizi dinleyenlere açmakla gerçekleflir; baflka bir deyiflle, sözü, bir söyleflime dönüfltürmekle. Bugün için bir büyük eksikli¤imiz de budur: Söyleflimden kaç›nmak. Konuflman›n ancak iki ayak (konuflan - dinleyen) üzerinde durabilece¤ini umursamamak.. Susanna Tamaro, denemesini flu etkileyici tümcelerle bitiriyor. Evet, her sözcük bir tohumdur ve insan›n yüre¤i onun yerleflmesi gereken yerdir. Ve orada bizim içimizde köklenmeli, umursamazl›k kabu¤unu k›rmal›, geliflmeli, gökyüzüne do¤ru yükselmeli, bizleri pongid’ten bilgelik dolu yarat›klara dönüfltürmeli. Evet, her sözcük bir tohumdur; önce dilin topra¤›na düflen, sonra köklenip dal budak salan... Ard›ndan da yeni anlam ve ça¤r›fl›m katmanlar› oluflturarak belleklerin, yüreklerin sözlü¤üne giren... Bunu, an›sal nitelikli bir örnekle aç›klayay›m. San›r›m, 1969’un Ekim ya da Kas›m›yd›. O zamanki Türk Dil Kurumu’nda “Bat› Kökenli Sözcüklere Türkçe Karfl›l›klar Bulma Yarkurulu” 45 oluflturulmufltu. Yarkurulda ben, Tahsin Saraç, bir de Prof. Dr. Samim Sinano¤lu vard›. Türkçe karfl›l›¤›n› bulaca¤›m›z yabanc› kökenli sözcü¤ün, önce kökenini, dilimize girifl serüvenini araflt›r›yor; sonra da ona bir karfl›l›k öneriyorduk. Bir toplant›m›zda “alternatif” sözcü¤ü üzerinde durmufltuk. Alternatif sözcü¤üne Türkçe karfl›l›k olarak “seçenek”i önerdim. Önerim yarkurulumuzca benimsendi. Ertesi günü üniversitede bir toplant›ya kat›lm›flt›m. Hiçbir duda¤a de¤memifl, çiçe¤i burnunda bu yeni sözcü¤ü, toplant›daki konuflmamda birkaç kez vurgulayarak kulland›m. Kimileri yad›rgad›, kimileri sevdi, be¤endi... “Seçenek” sözcü¤ünün, bir tohum olarak Türkçenin topra¤›na düflüflünden bu yana k›rk y›la yak›n bir süre geçti. Bu süre içinde sözcük köklendi, dal budak sald›: Seçenekli, seçeneksiz, seçeneksizlik, seçeneklilik... vb. yeni söz de¤erleri olufltu. Ama as›l önemlisi, sözcük, duygusal bir içerikle de kullan›lmaya bafllad›. T›pk› flu örnekteki gibi: “Gel de bu ifli kabul etme, baflka seçene¤im mi var! Sen bilir misin seçeneksiz kalman›n ne demek oldu¤unu?..” Bafllang›çta her sözcük, dilin topra¤›na düflen bir tohumdur. Yazarlar, ozanlar ona yeni duygu alanlar› açarak, ça¤r›fl›msal boyutlar katarak insan›n belle¤ine, yüre¤ine yerlefltirirler. Bunu somut bir örne¤e ba¤layay›m. “Göz” sözcü¤ünün ilk ve temel anlam›, “Görmemizi sa¤layan organ”d›r. Türkçenin kapsaml› bir sözlü¤ünü al, flöyle bir bak genç dostum, “göz” sözcü¤ünün e¤retilemeli anlamlar›n›n yan› s›ra, onun içinde bar›nd›rd›¤› özsel güce dayal›, insan›n ac›lar›n›, sevinçlerini, özlemlerini, tutkular›n› anlatan nice deyimler, kal›p sözler, atasözleri oluflmufltur. Söz aras›nda flunu da söyleyeyim, baflka dillerde durum nedir, bilmiyorum, bizim dilimizde insan›n tensel, tinsel varl›¤›n› bütün yönleriyle kuflatan söz de¤erleri bafll› bafl›na bir sözlük oluflturur. Dilimizin bu yönüne ileriki mektuplar›mda yeri geldikçe de¤inece¤im. Göz sözcü¤ünün ça¤r›fl›msal evrenine geleyim. Yazarlara, ozanlara neler düflündürmemifl, neler duyumsatmam›flt›r bu sözcük? Mânilere, a¤›tlara, türkülere, fliirlere nas›l yans›m›flt›r? Çok yönlü bir incelemenin konusu olabilir bu sorular. Ben yafll› belle¤imde iz b›rakm›fl, s›n›rl› birkaç örne¤i anay›m burada. ‹lk a¤›zda toplumun ortak yarat›s› flu dizeler gelip tak›l›yor dilime: A benim baht› yârim Gönülde taht› yârim Yüzünde göz izi var Sana kim baht› yârim 46 Nedense bu türden yarat›lar› “folklorik” sözcü¤üyle etiketleyip küçümseriz hep. Oysa flu sorudaki anlat›m inceli¤ine, anlat›m güzelli¤ine bak›n: Yüzünde göz izi var / Sana kim baht› yârim... Nas›l bir bak›flt›r ki bu, yüzde iz b›rakm›flt›r; yine nas›l bir bak›flt›r ki bu, yüzdeki göz izinin ay›rt›na varm›flt›r. “Bak›fl ve göz izi”, birbirini bütünleyen bir ça¤r›fl›m evrenine tafl›yor bizi. Anlat›m›n güzelli¤i de buradan geliyor. Yine ortak bir yarat›dan baflka bir örnek: Ç›kt›m Kozan’›n da¤›na Kar› dizleyi dizleyi Yaralar›m göz göz oldu Cerrah gözleyi gözleyi Sanki ac›n›n resmi çiziliyor bu dörtlükte, genç dostum. Bir de¤il, birkaç kez oku. Bekleyiflin, tensel tükeniflin solu¤unu duyumsar gibi oluyoruz. Bunu da “göz göz olmak” deyimiyle “gözlemek” eyleminin ça¤r›fl›msal sarmall›¤›na ba¤layabiliriz. Az önce de de¤indim, sözlerin, sözcüklerin içini yeni ça¤r›fl›mlarla donatmay› yazarlar, ozanlar gerçeklefltirir. Bu mektuplarda s›k s›k Cemal Süreya’n›n ad›n› an›yor, al›nt›lar yap›yorum ondan; çünkü anlam›n duvarlar› aras›nda kalmayan, söylemini onunla s›n›rland›rmayan bir ozan›m›zd›r Cemal Süreya. Sözcüklerin topra¤›nda yeni ça¤r›fl›mlar üreten: Gözleri göz de¤il gözistan Bir odadan bir odaya geçiyor Kap›n›n birini aç›p birini kap›yor. Yeni bir türetimle, “göz” bir ülkeye dönüfltürülüyor bu dizelerde. Düfl gücünü devindiren, görsel boyutlu bir dönüfltürmedir bu. Hem biçimsel hem içeriksel yönden sözcü¤ün ça¤r›fl›m co¤rafyas› olabildi¤ince bir s›n›rs›zl›k kazan›yor. Bunlar› düflünürken akl›ma ‹lhan Berk’in, “Dil, yaln›zca anlamla s›n›rl› de¤ildir” tümcesi geliyor. Cemal Süreya’n›n bu ça¤r›fl›msal aktar›m›, bunu da örneklendirmiyor mu bir bak›ma? Bir baflka örnek daha vereyim, yine Cemal Süreya’dan: Gözlerin sonsuz uzun sonsuz çekikti Baksan uçtan uca Çin Seddi’ni görebilirdin Denilmifltir ya, her büyük ozan, bir sözcük simyac›s›d›r, gündelik dilin söz de¤erlerinden fliir yüklü bulutlar oluflturur; sözcüklerin göklerinde dolaflt›r›r bunlar›. Edip Cansever bu soy ozanlardand›r. “Göz” sözcü¤üne yükledi¤i flu ça¤r›fl›msal derinli¤e bak›n bir: 47 Kaz›lardan yorgun ç›km›fl›m Gözlerimde düfl fosilleri Öteden beri söylenegelmifltir: fiiir, ussal yaklafl›mla alg›lanmaz; ona sözcüklerin istiflenmesi, birbiriyle ba¤daflt›r›lmas›yla yarat›lan ça¤r›fl›mlar do¤rultusunda bakmak gerekir; çünkü “fliirin düfl görevi” bu yolla gerçekleflir. Cansever’den al›nt›lad›¤›m dizelerde de böyledir bu. Ozan›, “düfl fosileri”ne ulaflt›ran, yorgun düflüren “kaz›lar” nelerdir? Hangi tür düfllerin fosilleridir bunlar? Okurunu, bu türden sorularla ça¤r›fl›msal yolculu¤a ç›kar›yor. fiunlar da öyle de¤il mi? Evet baylar bu taraftan Yollar›n otobüslerin iç çekifllerin an›t›na Durman›n duraksaman›n Yoksul gözün yoksul gülünün an›t›na. ‹lkel bir ac› gibi Düflüverdi ilk bak›fl gözlerinden Niye veriyorum bu örnekleri? “Göz” sözcü¤ünün, dilin çevrimi içinde neleri ça¤r›flt›rabilece¤ine de¤inmek için. Daha do¤rusu sözü, baflta fliir olmak üzere yaz›nsal yarat›lar›n, bizi sözcüklerin ça¤r›fl›msal evrenine yapt›raca¤› o büyülü yolculu¤a ç›kamad›¤›m›za getirmek için... Dün yaflad›¤›m bir olay› anlatarak ba¤layay›m mektubumu. Torunlar›m, Recep ‹vedik adl› bir filme gitmifller. Filmden sonra bana u¤rad›lar. Filmin kahraman›na öykünüyor, onun gibi konuflarak birbiriyle flakalafl›yorlard›. En çok izlenen, “gifle rekorlar› k›rm›fl” bir filmmifl bu. Merak ettim, filmin DVD’sini ald›rt›p izledim. Recep ‹vedik, sözcü¤ün gerçek anlam›yla bir “Yontma Tafl Devri” insan›n› an›flt›r›yor. Bö¤ürmeyle ba¤›rma aras› bir konuflmas› var. ‹zleyenleri güldürmek için olacak, Türkçeyi bozuk bir a¤›zla, bölük pörçük kullan›yor. K›saca filmin her karesinden ilkellik ak›yor. Beni as›l üzen, ilkelli¤in böylesine ilgi görmesi. Bir bu filmi düflündüm, genç dostum, bir de Nuri Bilge Ceylan’›n s›n›rl› bir izleyici çevresinde s›k›fl›p kalan, sinemasal ve güzelduyusal de¤eri yüksek filmlerini. Anlad›m ki ço¤unlu¤unu Recep ‹vedik gibilerin oluflturdu¤u bir toplumda güzelli¤in her türlüsü bafl›n› al›p kaç›yor. Peki, Recep ‹vedik’ler toplumu olmaktan kurtulman›n, insan›m›z› yaz›nsal yarat›lar›n düflsel ve ça¤r›fl›msal yolcu¤una ç›karman›n yollar› var m›? ‹leriki mektuplarda tart›fl›r›z bu soruyu. fiimdilik hoflça kal, genç dostum. 48 Müslim Çelik CUMALIKIZIK Gölgemi buldum, gizleyemez kimse Ç›lg›nca bak›fl›rd›k, sars›n diye Ifl›l gözleriyle bahar, yalvar yakar K›fl›n hükmünü k›rmaya giderdik Çok görmüfllü¤üm yok, ürperifli kan›n Bir dü¤üm var ki, onu bozmamak için Bozuldu¤u yerde atar kestanelerin üzerinde Öbür K›z›k köylerine yolum düfltükçe. Tik tak, tik tak! H›zl› geçiyor zaman Bir a¤›t ova, sanayi müzi¤i örümcek a¤larla Ya hu, bir de Yeflil’de sönmüfl lambay› göster Aflk›mla evlerim aras›nda ruhum alabora Da¤ yukar›dan serin solu¤unu gönderir A¤ustos ortas› – Üflüyen kar içinde yanan kor flimdi 49 Hüseyin Ferhad TEYT Sen ermifl misindir ki her bahir ilk mavisini bir sana verir, Ali fiîr Kelimeler ki birbiri arkas›ndan gelir ismine küsülü dursa da Maveraünnehir Söyle, hangi alfabede rehin flimdi Balasagun, o hayal flehir Yüzünü asma hemen, kafllar›n› çatma bilmem mi ki âfl›ka ne bahanedir Akl›m› çelse de harflerin sükûtu tek lâf etmem maflûka dair Vuslat benim de kalbime musallat oldu cebir ve inad›n nafiledir Aflkla okudum iflte Levh-i Mahfuz’u sen Zerefflan de¤il misindir, Ali fiîr çöle d ö k ül e n o nehir 50 YOD Saçlar›ndan iki tel kopar bana ver en beyaz›n›, en siyah›n› atefle tut temafla edeyim alaz›n› Benzin att› apans›z ne gördün ki ateflte, kehânet diyordun kehânet do¤ruland› iflte Hükmü bu k›ratta demek demire verilen suyun, tersine ak›yor bak Seyhun’la Ceyhun Barbar aflklara benzer ateflin kadim lisan›, ya bencileyin bir tellâl ya lâl eder insan› Cirmi kadar yer yakar mine’l-Aflk dedi¤in, ko gitsin a çocuk kendi cehennemine Ferhad’la Hüseyin Atefli söndür, hadi ayak izlerimizi sil, r›zas›z geldi¤imiz bu gezegen düflledi¤imiz Dünya de¤il 51 Ferruh Tunç PLESEBO Hiç olmuyormufl gibi habersiz Hep oluyormufl gibi kay›ts›z Müptela, ama Ç›kar diye girdi¤i ç›kmazdan Birbirine afl›lanan ça¤larlay›z Giysilerde Sanatlarda Cebimizdeki akreplerle Birbirimizle öpüflürken. * Bir f›rsat (ki uygunlukla yer de¤ifltiriyor) aray›fl›, her yerde (bu yüzden) ulaflamadan kuruyor, epizotlar öykülere Kusuveriyor, sofran›n en iyi yerinde Boflal›veriyor, seviflmenin öncesinde Mutabakat ar›yor ille de söyleyece¤i her (s›radan) fleyde Anlaflmak daha önemli (onunla) tart›flmaktan. * Gelinmezse, getirilecek Gidilmezse, götürülecek Bulunmazsa, yitirilecek (Art›k) güç konufluyor! * Peki ne oldu da, biz böyle olduk; içinde güvende oldu¤umuz ‘k›lik’lerimize ne oldu? 52 Ne oldu, darald›kça de¤erlenen (pahalanan) duygusal güvenlik a¤lar›m›za? (Onlar) gitgide ç›kar çetelerine dönüflüyor. * Çok ifllevli art›k sevgililer Gündüz iflimizi görmeliler gece görü(nü)fllü olduklar› kadar. Al›ml› gölgeler olarak beklemeli kap›m›z› ötekiler: Cep telefonlar›ndan k›r›k cümlelerle yaz›flan birbiriyle s›k, s›k manikürlü t›rnaklar›n› seyreden ellerini ç›plak omuzlar›nda gezdiren konuflurken (okflar gibi, ama asl›nda pürüzleri gözden geçiren) hazmedilmemifl dekorlar ya da aynalar önünde seçene¤i öldürmüfl ölçe¤in bir örnekli¤i içinde dayat›lm›fl bir çekimle donanm›fllar –bu, çekimse!önce oy vermeyen, sonra kopan, sonra kay›ts›zlaflan armanizm, mangoizm, zaraizm aras›nda biryerlerde ve hep asl›ndan baflka renklere boyal› saçlar› özgür sanki Ona dedim ki; sat›n ald›¤›n senin mi; bedelini ödemedin ki! Tanr›m, o ne perhiz konuflmalar›yd›, o ne jimnastikli allengirler!! Resmi nostaljilerden, fetifl flimdilere koflarken paydosta ö¤renciler. * Suç mu büyüktü cezadan, tersi mi yoksa? Ceza var m›yd› gerçekten? Suç da m› yoktu asl›nda? Bugün; o herfleyi örten ritueller... * Plasebo bu fliirler Dua gibiler ‹nanç etkisi var! fieyin “öfori” (afl›r› duygu durumu) etkilerini azalt›rken sakinlefltirici etkilerini art›ran “antipsikotik” oldu¤unu belirlediler. 53 PAZAR SABAHLARI YEfi‹LKÖY’DE Mehmet Serdar K›z›m› cumartesi ve pazar sabahlar› Yeflilyurt Spor Kulübüne voleybol çal›flmas›na götürüyorum. K›z›m, spora yüzmeyle bafllad›. Onu sürdürüyor ama ayr›ca voleybol da oynamak istedi. Yüzme bedensel geliflimi için çok yararl›. Voleybol ise arkadafll›k için. Yaz›n kumsalda bir arkadafl›yla saatlerce iki kiflilik voleybol oynayabilir ya da direkler aras›na a¤› gerip alt›flar kifliye kadar ço¤alabilen tak›mlarla maç da yap›labilirler. Voleybolu bilen, özgüvenli bir çocuk kumsalda baflar›l› olur. Sporda beceri, yaz tatilinde mutluluk için önemli bir etken. Haftada iki gün yüzme, hafta sonlar› da voleybol. Bir iki y›l sonra girece¤i s›nav kurs temposundan önce doya doya yüzmeli, oynamal›. Bugünlerde o kadar ileri gitmeli ki sonradan kendini geride kalm›fl hissetmesin. Bütün hafta saat yedi buçukta kalk›p okula gitmek, hafta sonu yaklaflt›kça gerçekten dayan›lmaz oluyor. Hafta sonlar› biraz rahat uyumak istiyor çocuklar. Ama çocuklar›n bedensel geliflmeleri için yafllar›na ve zevklerine uygun bir sporu sürekli olarak yapmalar› bir gereklilik. Saat onda k›z›m› salona b›rakmal›, on bir buçukta da gelip almal›y›m. Bu arada eve gidip gelmek olanakl› ama bu zaman› çok kötü kullanmak olur. Dolay›s›yla bana de¤erlendirebilece¤im bir buçuk saatlik bir boflluk ç›k›yor. K›z›m›n çal›flmas›n› seyretmek de kuflkusuz çok zevkli. Üstelik o beni bütün çal›flma boyunca tribünlerde istiyor. Sonra da eve dönüfl boyunca yorum yapmam›. Birkaç kez elime bir çay al›p, biraz gazete dergi kar›flt›rarak onu göz ucuyla izledim. Tribünlerde beni aray›p bulunca daha bir istekle vuruyordu topa. Ama benim de spora gereksinimim var. Ayn› süreden k›z›mla birlikte benim de yararlanabilmem zaman› ço¤altmak gibi bir fley. Zaman›n böyle çifte kullan›m› çok hofluma gider. Okumak ve yazmak, edilgin beklerken geçmek bilmeyen süreyi o kadar çabuk geçirtir ki elinizdeki kitab› ya da yaz›y› bitirebilmek için biraz daha zamana gereksinim duyar, bu kez daha fazla beklemek istersiniz. Pazar sabah› da bu kadar erken kalk›l›r m›? Bütün hafta çal›flanlar›n hafta sonu biraz keyif yapmas› hakk› de¤il mi? Ama dinlenmek, yan gelip yatmak say›lmamal›. De¤iflik ilgi alanlar›na yönelmek, belki as›l 54 dinlendirici olan fley. Pazar günleri e¤er erken kalkmazsan; “hadi bugün pazar bir fleyler yapal›m bir yere gidelim” diye karar verip davranarak irade oluflturuncaya dek saatler geçiyor. ‹kindiyi bile geride b›rak›yorsun. Zaten bütün yollar karars›zlar taraf›ndan iflgal edilmifltir. Hiçbir fley yapmaya f›rsat kalmaz. Bir sinemaya, sergiye, ya da müzeye gitmek için bile insanda davranma gücü oluflmaz. Ama erken kalkarak sahilde tempolu bir yürüyüflten sonra kahvalt›n› yapm›flsan bütün pazar günü senindir. Belirli bir yafl›n üzerindeki insanlar›n temel konusu sa¤l›k. Kilolar üzerine konuflmalar, gelip sporun gereklili¤ine dayan›yor. Sa¤l›¤›n, beslenme d›fl›nda öteki yolu spor. Bu iki dal da bir ad›m ötede kilo vermenin zorunlulu¤unda birlefliyor. Yeflilköy’e do¤ru yürümeye bafll›yorum. Önce Polat Otel ç›k›yor karfl›ma. Çok güzel bir otel. Lokantas›nda y›llar önce bir yemek yedi¤imi an›ms›yorum. Lobide Mehmet Güleryüz’ün büyük boyutlu tavanlara kadar ç›kan resimleri çok renkli bir dünyaya sokuyordu insan›. Mekânlar yaflant› parçalar›yla dolu asl›nda. O yemek uzun sürmüfltü ve yedi¤imiz yemek kadar güzel fleyler konuflmufltuk. fiimdi ne kadar u¤raflsam konuflulanlar› an›msamam olanakl› de¤il. fiarab›n kalitesinin yeni yeni tart›fl›lmaya baflland›¤› zamanlar. Kalecik Karas›n›n en kaliteli flarap seçildi¤i y›l olmal›. fiimdi bütün firmalar›n Kalecik Karas› var. Polat’›n yan›ndan geçince o güzelim Yeflilköy Feneri. Oras› da harika. Denize do¤ru inen kademeli bahçesinde bir pazar kahvalt› yapmak, bütün hafta mutlu dolaflman›z› sa¤layabilir. Kademelerle denize inip sandalla bir tur atabilirsiniz. Az ileride Ç›nar Oteli. Bir zamanlar ‹stanbul’un Pera Palas sonras› dört otelinden biriydi Ç›nar. Hilton, Tarabya ve Divan’la birlikte. fiimdiki otellerin yapt›¤› haks›z rekabete karfl›n a¤›rbafll›l›¤›n› koruyor. Fener’le Ç›nar Oteli aras›ndaki sokak, sonundaki merdivenlerle insan› bir ç›rp›da sahile b›rak›veriyor. Herhalde ‹stanbul’un en güzel, en rahat yürüyüfl alanlar›ndan biri buras›. Güzel havalarda müthifl kalabal›k oluyor ama yine on binlerce kifliyi rahatl›kla içinde kaybedebilecek bir alan. Ç›nar Oteli’ni geçtikten sonra hemen International Hospital geliyor. Hastane set üstünde kal›yor. Denizle aras›nda genifl bir alan var. Burada hem yürüyüfl parkuru genifl hem de bir helikopter alan› var. Sahille yürüyüfl kolu aras›nda bir de çocuk oyun bahçesi. Hastanenin denize yans›yan izi, bir dalgak›ranla oluflturulmufl küçük koya düflüyor. Deniz k›y›s›ndaki ›s›rgan so¤uk, yürüyüfl için bafll› bafl›na itici bir güç. Yürüyüfl kolunda her yafltan insan, kalbini zorlayarak yürüyor. Mehmet Öz’ün yazd›klar›ndan herkes haberli. Bir gezinti de¤il yapt›klar›. 55 Kalp at›fllar› yüz otuza ç›karsa yürümenin bir anlam› var. Herkesin yüzünde bedenlerine karfl› görevlerini yerine getirmenin huzuru. Yeflilyurt ile Yeflilköy aras›ndaki yürüyüfl kolu çok rahat. Araba yok, gürültü yok, zemin çok iyi düzenlenmifl. Yol boyunca birkaç kafe var. Zaman›n›z varsa soluklanabilirsiniz. Arkadafllardan ö¤reniyorum ki Caddebostan Fenerbahçe aras›ndaki yürüyüfl alan› buradan da iyiymifl. Bir de alanda gezinenler var. ‹ki kifliden birinin elinde köpek tasmas›. Ne kadar ilgililer köpekleriyle. Hayvanc›klar›n dikkati ise çevreye yönelik. Özellikle hem cinslerine. Bu alana bakarsan›z hayvanlarla dost oldu¤umuz san›labilir. Oysa biz, dilimizde hayvanlar› toptan anlatabilecek bir kavram bile gelifltirememifliz. Hayvan sözcü¤ü Arapça kökenli. Dilimizde köpek, kedi, at, koyun, kufl var ama hepsine birden Türkçe bir sözcük üretememifliz. Çok karfl› ç›kt›¤›m›z Arapça’n›n baz› sözcükleri dilimizden bir türlü sökülemiyor. “Hayvan haklar›” desem iki sözcük de Türkçe de¤il. Ben evcil hayvanlara bir türlü al›flamad›m. Ne kediye ne köpe¤e. Kapal› mekânlarda onlarla birlikte olmak beni hep tedirgin eder. Diyelim bir masada yemek yiyorum, ayaklar›m›n aras›nda dolaflan ya da taba¤›mdaki ete, bal›¤a gözünü dikip konumlanan kedilerden çok rahats›z olurum. Atlay›p çatal›mdaki lokmay› kapacaklarm›fl gibi gelir bana. Bu kuflkumu dile getirdi¤imde ise arkadafllar›mdan fliddetli tepki görmüflümdür. Hayvanlardan korkman›n anlams›z oldu¤unu söylerler. Hayvanlardan uzak durman›n övünülecek bir fley olmad›¤›n› da. “Hayvan sevmeyen insan da sevmez.” derler. Baflkalar›n› bilmem ama bu benim örne¤imde geçerli de¤il. Ben özellikle hayvan sevmem ama insanlar› severim. ‹nsanlar› sevmenin as›l ölçütünün de bütün insanlar›n eflitli¤ine inanmak oldu¤unu düflünürüm. Hayvan dolay›m›na gerek kalmadan da sevilebilir insanlar. Hele köpek sevgisinin ne oldu¤unu iyi bilirim. Mudurnu dolaylar›nda bir gezideydik. Yükseklerde bir yerde da¤ kulübelerinde geçirecektik geceyi. Uzun aramalardan sonra saat ona do¤ru bulduk bölgeyi. Serin ama bulutsuz bir geceydi. Araban›n da ›fl›klar›n› söndürünce ortal›¤› koyu bir karanl›k sard›. Ama k›sa sürede ne kadar görkemli bir alanda oldu¤umuzu anlad›k. Y›ld›zlar› bu kadar çok, bu kadar net daha önce hiç görmemifltim. Temiz havay› soludukça bütün gö¤ün, y›ld›zlar›n da yaflam›m›n parças› oldu¤unu düflündüm. Arkadafl›m siz bekleyin diyerek karanl›¤a yöneldi. Yüz metre kadar ilerdeki s›rtta çat›lar› seçilen kulübelere do¤ru yürüdü. Bir süre sonra s›rtta karanl›kta bir süluet belirdi. Onunla konuflmaya bafllad›lar. Onu yaln›z b›rakman›n s›k›nt›s›n› duymaya bafllad›m. Onlara do¤ru ilerledim, on onbefl ad›m atm›flt›m ki gene s›rtta su56 lüeti görünen bir karalt›n›n kopup bana do¤ru h›zla koflmaya bafllad›¤›n› fark ettim. Aman Allah›m bu neydi böyle? Boyuna, koflma biçimine, h›z›na bakarsan bir aslan olmal›yd› ama buralarda ne ifli vard›. Üzerime s›çraya s›çraya geliyordu, yapabilece¤im hiçbir fley yoktu. Arabaya ulaflamayaca¤›m› bile bile geriye do¤ru bir hamle yapt›m ama o bana yetiflmiflti bile. Önüme geçti ve ön ayaklar›yla gö¤süme yasland›. Ellerimi gö¤sümde çaprazlay›p büzüfltüm kald›m. O s›rada yukar›dan adam ba¤›r›yordu. “Korkma bir fley yapmaz, ›s›rmaz.” Daha ne yapacakt› kalbim durmak üzereydi. Adam ›srarl›yd›. “Sadece sevilmek istiyor”. ‹nsan sevdi¤ini öldürür derler, hayvanlarda m› öyle? O¤lumla hayvanlar konusunda aram›zda bir tart›flma sürer gider. Geçenlerde tart›flmay› daha da derinlefltirdi. Ben onun televizyonda kimi hayvan belgesellerini izlemesine karfl› ç›kar›m. Daha do¤rusu baz›lar› gösterildi¤inde ben ekrana bakamam. Özellikle sürüngenlerle, böceklerle ilgili olan belgesellerde. Yine y›lanlar› konu alan bir kanal›n geçilmesini önerdi¤inde, insan ve hayvanlar›n bu dünyan›n sahipli¤i konusunda eflit konumlarda bulundu¤unu ileri sürdü. ‹nsan da öteki canl›lar gibi evrim sürecinin belirli bir noktas›nda bulunan bir canl›d›r, dedi. Bütün canl›lar asl›nda ayn› evrim sürecinin çeflitli dallar›d›r diye de ekledi. Arkas›ndan, hayvanlar, insanlara biz onlar› kullanal›m, onlara eziyet edelim, korktu¤umuzda onlar› yok edelim diye bize sunulmufl yarat›klar de¤ildir diye de diklenmesin mi? Onlar da bizim gibi nedenini bilemedikleri biçimde bu dünyadalar ve bizim gibi bir yaflam mücadelesi veriyorlarm›fl. Biz onlar›n efendisi de¤ilmifliz. Bizim ak›ll› olmam›z onlar› yok etme hakk›m›z› do¤urmazm›fl. ‹nsanlar aras›ndaki güçlünün güçsüzü ezmesi kural›, hukukla, ahlakla sürekli nas›l s›n›rlanmaya çal›fl›l›yorsa ayn› u¤rafl›n insan hayvan iliflkilerinde de olmas› gerekirmifl. Boyundan büyük laflar bunlar ama hayvan haklar›n› savunan bir fen bilgisi ö¤retmenlerinin oldu¤unu biliyorum. O¤lumun savunduklar›n›n bu yürüyüfl kolunda bir ölçüde gerçekleflti¤i düflünülebilir. Yanlar›nda hayvan gezdirenler, onlara bir arkadafllar› gibi özen gösteriyorlar. Kuflkusuz bunun bir anlam› var. Bu hayvanlar onlar›n evlerinin içinde yafl›yorlar. Ev halk›n›n bir üyesi gibiler. Aralar›nda flafl›rt›c› bir iletiflim var. Bu iletiflimin tek yönlü oluflu, hayvanlar›n insanlara afl›r› bir sadakat göstermeleri, sahiplerinin karfl›layamayaca¤› beklenmedik isteklerde bulunmamalar› onlar›n gördü¤ü ilginin nedeni olmal›. Oysa insanlar aras› iliflkilerde uzun dönemli mekân birliktelikleri her zaman büyük gerginliklere neden olabilir. O¤lum, sorunlar› önce d›flardan ve yukardan görüp kavramak sonra davranmak ister. Hesaps›z ve kontrolsüz biçimde sorunun içersine girip 57 kendini kapt›rmaz. Doldurufla gelmez. Akl›na yatmad›¤›, sevip sevmedi¤inden emin olmad›¤› bir iflte, eylemde olmak istemez. Ama bir istekte de karar k›l›nca gerçeklefltirinceye kadar durdurabilirsen durdur. Bir süre önce o¤lum ve k›z›m bizim eve de hayvan al›nmas›n› istediler. Benim karfl› ç›k›fllar›mla uzun süre pata kald›k. Sonunda bir orta yol bulup akvaryumda anlaflt›k. Ona da önce karfl› ç›km›flt›m ama bal›klar›n sorumluluklar›n› üstlenirlerse isteklerini kabul edece¤imi söyledim. Bir canl›n›n sorumlulu¤unu üstlenmenin bu duyguyu gelifltirici bir etkisi olaca¤› aç›kt›. Bal›klarla bir iletiflim kurmak, dolay›s›yla onlar› sevmek pek olanakl› de¤il. Öncelikle onlara dokunmak zor. Dokunmak onlarda bir iletiflim biçimi de¤ildir san›r›m. Ama çocuklar vatoslar›, sar› prensesleri, yunusu ay›rt edip karfl›l›kl› sahiplendiler. Birkaç ay iyi gitti. Yemleriyle, suyun temizlenmesiyle ilgilendiler. Ama sonra b›kt›lar. Birinci dereceden bir sorumlu olmay›nca bal›klar ortada kald›lar. Yeflilköy parkurunda bana k›rk dakika yürüyüfl yeterli. Yirmi dakika ileri yirmi dakika geri. Ama en güzeli dönüfl noktas›n›n Yeflilköy sahil meydan›na denk gelmesi. Ne kadar flirin bir alan oras›. Yal› lokantas›n›n önündeki alan. Bir yanda marina, öte yanda bal›k lokantalar› s›ralanm›fl. Marina yapay bir koy ama çok genifl ve sonuçta iyi düzenlenmifl. Küçük koylar oluflturulmufl. Evet yeflillik yok, üstelik de bura Yeflilköy olmas›na karfl›n. Olsun su, deniz yeter. Trafikten ve gürültüden yal›t›lm›fl olmas› ve genifllik duygusu, insan› rahatlat›yor. Ç›nar Oteli’nin yan›ndaki kitapç›ya pazar sabah› yürüyüflün sonunda, k›z›m›n çal›flmas›n›n bitmesine yar›m saat kala dalmak ne güzel. Kitaplar için yar›m saat yeter mi? Yeni ç›kanlar. Yerliler, romanlar, fliirler, tarih, psikoloji. ‹yi bir düzenleme de¤il ama ne yapal›m günümüz pazarlama teknikleri bu ifl için en olmayacak alana bile el at›yor. Biz kitap deyince, pazarlama tekniklerinin, piyasa kurallar›n›n etkili olamad›¤› alan› yaratan araçlar, korunaklar, s›¤›naklar dünyas›n› anl›yoruz. Ama bak›n onu bile ayn› kurallar belirliyor, s›ral›yor, sat›yor, okutuyor. O zaman geriye do¤ru, “acaba ayn› ideolojik mekanizma, kitab›n yaz›m ve yarat›m sürecini de belirliyor mu?” diye insan kayg›lanmadan edemiyor. Kitapç›dan sonra deniz taraf›nda bir de nefis bir kafe var. Hem denize hem de otelin çok güzel düzenlenmifl, çiçeklerle dolu bahçesine bak›yor. Ama benim vaktim yok. Vakit yoksa hiçbir fley yok demektir. Bir gün özel olarak bu kitapç›ya gelip genifl zamanda kitaplar› cd’leri inceler, yorulunca da kafede oturup kahvemi içerim. Elli yafl›ndan sonra bedensel gerilemeyi durdurmak kolay de¤il. Çok yo¤un bir çaba gerekiyor. E¤er ciddi bir program uygulamazsan bütün 58 kaslar›n erimeye, eklemlerin kilitlenmeye bafll›yor. Bunu bir günden ötekine duyumsuyorsun. Hiç flakaya gelir yan› yok. Bedeninin hareket yetene¤i art›k senin elinde. Dikkat etmezsen onu her an elinden kaç›rabilirsin. Ad›m ad›m senden uzaklaflmas›na yaz›klanmaktan baflka bir ifl yapamazs›n. Tatil sabahlar› erken kalkmak zor olsa da insan k›z› için neler yapmaz? K›z›m çal›flmaya bafllamadan en az on on befl dakika önce salonda olmak istiyor. Kimseyle konuflup hal hat›r sormadan çal›flmaya kat›lmak istemiyor. Öyle ya, voleybol çal›flmas›, bir spor olman›n ötesinde bir toplumsal iliflkidir de. Çok önemli bir bulufl bu. Daha çocuk yaflta bu düflünceye ulaflm›fl olmas› ne kadar güzel! Çok yönlü toplumsal iliflki, insan› genç yafllar›nda gelifltiren, ileri yafllar›nda da her zaman diri tutan ba¤. Yaflam›n gizi say›labilecek bir gerçe¤i insan›n çocu¤uyla keflfetmesi, bir gecikmeyi iflaretlese bile yine de bu noktaya k›z› arac›l›¤›yla ulaflabilmesi mutluluk verici. K›z›m›n çal›flmas› olmasa pazar sabahlar› benim ne iflim var bu parkurda? Gazeteler aras›nda tembellik ediyor olurdum. Yürüdükçe canlan›r, dirilir insan. Ömer Uluç, Dalgalar›n Üstünden Atlayarak 59 O¤uzhan Akay B‹P HOP V‹TAM‹N‹ Birisi bir k›t›r atar, biri istihareye yatar Bak flu liberal, bekle biraz sonra al Bak flu demokrat, deme de yan›nda yat Bak flu çok dindar, evren genifl dünya dar Bak flu sosyalist, sanki toplum olmufl kist Bak flu milliyetçi, olmufl bize bekçi Birisi bir konu atar, biri gündeme yatar Bak flu popüler, belki y›ld›zlara de¤er Bak flu oyuncu, az önce çok soyundu Bak bak bak, vak vak vak, hit’ler, itler Bak bak bak, bunlar›n hepsi eski mitler Bu flu kokoreççi, midyelere dalal›m Birisi âfl›k, irisi kar›fl›k, kimisi bunal›mda Birisi proje peflinde, birisi dedektif zaten Birisi köfle dönücü, birisi köfle biriktirici Babababababababbabbbababbababababa Baba bir ülkeyiz biz, bak›ms›z yi¤itleriz Baz› baz› severiz, baz› baz› deliririz Bu fliirin de zorlu¤unu, morlu¤unu, gölgesini yapal›m. Bir gözünü fliflirelim, laflar›n› piflirelim, tamamd›r Ben böyle bir potansiyele uç dedim sadece Uç uç u¤ur böce¤i. Peh! 60 Salih Ecer SEN‹NLE DÜfiSEM D‹LE Bu yap›ttaki hangi olmayans›n sen nas›l tarif edebilirsin akl›mdan bir türlü geçilemeyen yoksullu¤um tarlam›n içimdeki o evin – yap›t ne demek tanr›m – diyen sen kimsin sana çok yak›flt›r›yorum arkadafl›m olman› Gözüm doluyor nefleli olan hüzün boy veriyor tarlamda hadi gel uyusak içimdeki derin tutkuyu sana da bulaflt›rarak aflk›n berrak damlas› geç de olsa sana ait özleyifller telafll› kokun 61 Seviflemiyorum ki ad›n› biliyorum çünkü el k›z›. O Salih siz misiniz demifltin? fiiirin nesi var yalvar›yorum Naci abi yatak susuz ak›yorken O Salih hiç ben olmad›m. Elveda! Ömer Uluç, Elma fiehirlerinin Prensiydim 62 Turgay Fiflekçi ALTI S‹V‹LCE Alt› sivilce birden patlad› yüzümde Çevreleri irinli, bafllar› kanl› Abart›y› sevsem ç›ban diyece¤im büyüklükte. Birini s›caklara verdim, Tenime derin bir yara gibi yap›flan s›caklara. Birini okudu¤um bir kitaba verdim, Bir kad›nla bir erke¤in bir arada yaflamalar›ndan do¤an Karabasan› anlatan. Üstelik anlatan bile ayr›m›nda de¤il, içindeki karanl›¤›n. Birini memleketin haline yordum, Kara, kara, kara bir yaz, allahs›z bir günefl alt›nda. Giderek baflka bir canl›ya benzeyen insan. ‹nsan›n insan oldu¤u günleri anlatan kitaplarda kald› Gerçek insan. Birini balkonumda durup dururken solan bir çiçe¤e Anlayamad›m bile, nesi oldu¤unu Pek çok baflka anlayamad›¤›m fley gibi Geçip gidiverdi hayat›mdan. Birini gidip de aramayana verdim, alaca¤› olsun, Ama hangi alaca¤›m› alabildim flu hayattan. Birini neye yoraca¤›m› bilemedim Bunca bela aras›nda, demek daha bafl›ma gelecek var. En iyisi hepsini s›k›p patlatay›m flu sivilcelerin Bombalanm›fl bir pazar yeri gibi da¤›ls›n yüzüm. Benzesin biraz içinde yaflad›¤›m Her fleyden çok kan seven dünyaya. 63 AKSAK USUL Lütfiye Ayd›n Dr. Nazmi Özalp’in aziz an›s›na Edhem bey art›k hiç düfl kurmuyor. O yaln›zca rüya görüyor. Çünkü yapabilece¤i baflka bir fley yok. Ne tuhaf, kimbilir kaç y›l sonra ben de bir gölge biçiminde rüyalar›n›n ülkesinde, onun imgesiyle birlikteyim. Yaflam›n›n iz b›rakan bölümlerini gösterip, anlat›yor bana. Onun özledi¤i bütün dostlar›n› görüyor, sevdi¤i bütün yerleri dolafl›yorum üstad›n. Anlatt›¤› bütün sevinçleri, ac›lar›, özlemleri, yoksunluklar›, yani yaflamla ilgili bütün düflüncelerini sessizce dinliyorum. Üzerinde hep ayn› redingotla setre pantolonu oluyor. Sadakor gömle¤inin yakas›nda ona pek yak›flan plastronlu boyun ba¤›; bafl›nda ise, özenle kal›planm›fl viflneçürü¤ü rengindeki fesi. Bir de yele¤inin küçücük cepleri üzerinde, kocaman, derin bir U çizen flimendifer marka saatin gümüfl köste¤i. Gözlerimden gözlerini nice kaç›rsa da, utangaç bak›fllar›nda, herkesten gizledi¤i bütün hüzünleri görüyorum. Rüyalar›na, çoktan rahmetli olan babas› hiç girmiyordu, t›pk› sa¤l›¤›ndaki gibi, öldükten sonra bile uzakt›, yoktu hatta. Evin yolunu unutan serüvenci kocay› beklemekten çoktan vazgeçmifl, dünyaya darg›n annesini de… Y›rt›l›nca birbirine kar›flm›fl, yerleri de¤iflmifl foto¤raflara benzeyen görüntüler, bir gizemli ak›fl olan, upuzun, rüyalarla bezeli bu a¤›r, derin uykular›na öylesine s›ra kural gözetmeden, istedikleri yerde, diledikleri kadar girip ç›ksa da Edhem Bey en çok çocuklu¤uyla ilk gençli¤ini görüyor, uyand›¤›nda onlar› an›ms›yordu. Enderun s›ralar›nda… Hocas› Hilmi beyle meflk ediyor. Ya da Askeri Rüfldiye’nin yüksek tavanl›, kirli sar› kunt duvarlar› aras›nda sürekli ders çal›fl›yor. Diviti hokkas›nda dinlendirdi¤i k›sac›k anlarda, hayal meyal çocuklu¤unu da görüyor sanki. Sisli, puslu… O s›rada bütün dikkatiyle, gelifligüzel bir tahta parças› üzerine çiviler çak›p lastikler germekte64 dir. Sonra da minicik parmaklar›yla, ince lastikleri çekip çekip b›rakmaktad›r. Hele delikanl›l›k ça¤lar›… Umudun rengi henüz filiz yeflili, yar›n güzel olacak mutlaka çok güzel olacak. Yoksulluk bitecek, yaflam küskünü annenin yüzü biraz gülecek. Belki baba bile ç›k›p gelecek bir yerlerden. Neredense… T›nn… T›nnn… Ah, o bütün güzellikleri k›rk›nc› kap›n›n ard›nda bekleten çocukluk… Günü gelende, o a¤›r, devasa kap›y› gizemli bir anahtarla açt›¤›nda mutlaka mucizelerle karfl›laflacak. Mutlaka. Ne oldu¤unu kestiremedi¤i fleyler iflte; her neyse… O hevesle lasti¤i biraz daha geriyor, ses flimdi daha zarif. Çocuk sezgileriyle biliyor ki, t›ng›rdat›p durdu¤u flu tekdüze, kulak t›rmalayan sesler hep böyle sürmeyecek. T›pk› bedeninin, duygular›n›n geliflmesi gibi, zaman içinde sesler de olgunlaflacak. Boyu uzay›p parmaklar› ustalaflt›kça bunlar da çeflitlenecek, zenginleflecek, ço¤alacak; küskün duygular›n›n bütün k›r›kl›klar›n› anlatacak, dahas› içindeki yaralar› iyilefltirecek. Hatta Ç›kmaz Tulumba Soka¤›’ndaki basma giysili, al yanaklar› gamzeli, gözleri y›ld›z ›fl›lt›l›, takunyal› komflu k›z›n›n gülümsemelerini anlatan, özledi¤i bütün t›n›lar› bulacak. O zaman, kim bilir nerelerde e¤leflen babas› için biriktirdi¤i söze dökülmemifl bütün sitemleri çalacak saz›yla, ya da hep yasl› bir annenin derin hüznünü. En çok da ilk aflk›n hiç unutulmayan gizemini… Ah Edhem bey, bütün yaln›z çocuklar gibi tez büyüdün sen de. Hep ince, zarif ölçülüydün. Nas›l baflard›ysan, iç f›rt›nalar›n› sürekli bast›rd›n. Ela gözlerin insanlara hep mahcup bakt›. Yüre¤inde dur durak bilmeden fokurdayan o kayna¤a karfl›n, sürekli dizginledin duygular›n›; kendini denetledin. Sessiz gururun buna engeldi. T›pk› ‘Padiflah›m çok yafla’ 盤l›klar›na kat›lmana engel oldu¤u gibi. Y›ld›z Saray›’n›n t›rabzanlar› s›rçal› merdivenlerinden düflünceli ad›mlarla t›rman›rken akl›ndan, “Ne iflim var benim buralarda sanki” diye geçiriyorsun. Abdülhamid’in Cemil bey’i huzuruna ça¤›rt›p salt gönlünü e¤lendirmek için saz›yla hüner gösterileri istedi¤ini biliyorsun. Bir kez daha s›k›l›yor can›n. Ne yaz›k ki, emir büyük yerden. Nakkafllar›n usta f›rçalar›yla bezenmifl ceylan derisi kapl› tavanlara de¤il de hep ayaklar›n›n ucuna bakarak ç›k›yorsun zat-› flahanelerinin huzur-u hümayununa. Seni çok be¤ense de, padiflah›m›z efendimizin iltifatlar›ndan hoflnut de¤ilsin. Gönenmiyorsun. fi›marm›yorsun. Mutluluk duymuyorsun. fiehzadelerin hayranl›¤›n› da önemsemiyorsun, hatta s›ras›nda azarl›yorsun onlar›. Fakat bir avuç dostunu hiç k›rmad›n, hep çok önemsedin: As›m, Aziz Mahmud, Arif beyler… Bir de gizli gizli sevdi¤in, ‘O kad›n’›… 65 Evlendi¤inde çok gençtin, yirmili yafllar›n ortalar›nda. Günü gelince evlenilir, baba olunur kural›nca, dünya iyisi bir k›zla sen de girdin dünya evine. Hoflnuttun. Titiz, hünerli, sayg›l› bir han›md› eflin. Yine de zamanla beliren, gittikçe büyüyen bir boflluk vard› yaflam›nda. Bir türlü adland›ramad›¤›n saydam, kokusuz, kaygan bir boflluk. Nab›z at›fllar›n› bile yavafllatan yaflam›n tüketilen günler toplam›. Oysa yürek dedi¤in deliler gibi çarpmal›yd›; ac›yla sevinç vuruflarak insan› oradan oraya savurmal›yd›. Olmad›… Efline karfl› duydu¤un sayg›ya, evlili¤i onca önmesemene, tensel doygunlu¤a, hatta sana tosun gibi iki o¤ul vermesine karfl›n, baflkas›na tutuldun. En içli besteni galiba onun için yapm›flt›n: “Düfltün yine bir fluh-i sitemkâre gönül” Kimdi o fluh-i sitemkâr? Ders verdi¤in han›m sultanlardan biri de¤ildi. Cariyelerden Sinesaf ya da Güldehen mi?!…Ya da bir baflkas›. Ad› Leyla m›yd› yoksa Nigar m›? fiu ünlü söz ustas› hani Allah için güzel kad›nd›. Onun, “Yegâne sevdi¤in âlemde ben miyim flimdi? / Sahih ben miyim muhatab-› aflk›n” dizelerinin esin kayna¤› belki de sendin Edhem bey. Neden olmas›n? Güzel, döneminin söylemiyle ‘janti’ adamd›n. Kumral, ela gözlü… Duygulu, titiz, çok da yetenekli… Tek kusurun içkiye fazla düflkün oluflundu ki, onun zarar› da senden baflka kimseye dokunmuyordu. Üstelik içtikçe baflkalar› gibi çenen düflmez, sald›rganlaflmazd›n. ‹nad›na suskunlafl›r, daha çok içine döner, saz›na daha çok sar›l›rd›n. O’nu düflünerek çalard›n hep… Göksu’daki yal›na arada bir gelip giden o kad›na senin de için giderdi, inkâr etme. Ziyaretçilerinin hiçbirine ses etmeyen, surat asmayan a¤›rbafll› düflünceli kar›n› elbet severdin. Mazbuttu, dingindi, evcimendi Sabiha Han›m. Yine de çocuklar›n›n anas›nda bulamad›¤›n bir fley vard› O’nda. Bir bak›fl m›, gülüfl mü, yazd›¤› dizeler mi, anlafl›lmas› güç özgüveni mi? O cesur kad›nda olan, hatta baflka hiçbir kad›nda olmayan –her neyse iflte – o gizemli fley. Aflk, belki de yaln›zca buydu; yürek vuruflu, gönül s›z›s›, vicdan azab›yd›. O kad›n, yaratt›¤›n ezgi tüllerine sal›n›p daha da güzellefltikçe, bir yandan da senden iyice uzaklafl›rd› sanki. Özlemini iyice azd›rarak… Sabiha Han›m bir fleyler sezer miydi? Kim bilir… Çocuklu¤unda, ne zaman kimden gördünse, ilkin kemana gönül düflürmüfltün. Y›llar sonra, ›fl›l ›fl›l bir kad›n bedenini and›ran keman yerine ‘Bunu çalacaks›n!’ diye, baflka bir saz› tutuflturdular eline. Ad›n›n, gelecekte o çalg›yla bütünleflece¤ini bilmiyordun. ‹lk kez gördü¤ün bu de¤iflik saza, nas›l olduysa öylesine vuruldun ki, kemana ihanet etmifl gibi duyumsad›n kendini. Yine de her geçen gün biraz daha ba¤land›n, ilk göz a¤r›n keman› unuttun. Sen bile flafl›rd›n duygular›n›n bunca çabuk 66 de¤iflmesine. Santur, biçim olarak, biraz kanunu an›msat›yordu ama sesi mat de¤ildi; daha ince, billursu, ›fl›lt›l›… Ayr›ca her fleyiyle s›ra d›fl›yd›. K›sa sürede hem çalmas›n› ö¤rendin, hem de yapmas›n›. Yafll› ladin a¤açlar› kullan›lmal›yd›. Yani ya¤murlarla, karlarla, keskin ayazlarla, her fleyi eriten s›caklarla, rüzgârlarla piflmifl olmal›yd›. Çeke çeke bilgeleflmifl insanlara benzemeliydi saz dedi¤in. Güzel, etkili, dokunakl›; arad›¤›n sesi ancak o zaman verebilirdi. T›n.T›nn.T›nnn. Minör santurunun zarif köprülerine çelik tel yerine alt›n ›fl›lt›l› pirinç teller gerdin sen. Uçlar› k›vr›k iki çubuktan oluflan zahmelerle tellere dokunmay› sevdin, farkl› bir ses bulmay›. Do¤u’nun baharatl› hüzünlerinin olancas›n›, ilk aflk›n›n gözleri kadar çok y›ld›zl› lacivert gecelerini, son aflk›n›n gizemli gülümsemelerini, en çok da k›r›k duygular›n› yeniden var edebiliyordun o zahmelerle. Saz›nla dertleflmeye bafllay›nca, geceyle gündüzün s›n›rlar› birbirine kar›fl›yordu. Aflk›n bir baflka biçimi de buydu. Kendinden geçercesine çalmak. Sevgili dostunun,çok uzaklardaki As›m beyin ‘Her zahm-› ci¤ersuza’flark›s›n› an›msay›p,elinin tersiyle gözlerini kurulayarak arada. Kendini k›nayarak... “Uslanmayacaks›n sana yok çare gönül” Böyle coflkun gönüllerin durulaca¤›n› kim demifl? Belki de o kad›n›n hat›r›na Frenk müzi¤ini ö¤rendin, hem de notas›yla. Ne var ki, senfoniler, konçertolar, oda müzikleri, lied’ler; o yad›rg› ezgiler, sürekli tutuflan gönlünü anlatam›yordu. Buldu¤un sesler yetmiyordu Edhem Bey. ‹stanbul çocu¤uydun sen; müzi¤inde Bo¤az’›n rüzgârlar› olmal›yd›; koyu mavi canfesleri and›ran bir sonsuz ak›fl›n h›fl›rt›lar›; erguvanlar›n moru, ›hlamurlar›n –sen ihlamur derdin- kokusu. Beyaz›t’taki ç›kmaz soka¤›n içe dönük çocu¤u, K⤛thane’nin meflhur santurisi, Göksu Deresi’nin ça¤›lt›lar›ndan esinlenmeli, onlardan beslenmeliydi. Arada bir, Giriftzen As›m beyin flark›lar›yla gidermeliydi iç susuzlu¤unu. Ah, ne güzeldi onun ‘ Habgah-› yâre girdim’ flark›s›. O da aksak usul… T›nn… T›nnn… Vazgeçilmez birkaç dostuna karfl›n, yine de yaln›zl›¤›n› pek seviyordun, kendinle bafl bafla kalmay›. Bir de ‘O kad›n’›… En çok onun gelmedi¤i akflamlarda kareler bas›yor, vakt-i kerahat en çok onsuzlukta ›zd›rap zamanlar›na dönüflüyordu. “Olsa elem-i hicrinle sad-pare gönül” Ayr›l›k ac›s›yla gönül elbette paramparça olur mirim, do¤ru söylüyorsun. Bu ac›y› anlatmaya ne santurun telleri yeter, ne ‘zahme’lerin vuruflu… 67 Zahm, yara demekti senin zaman›nda; bir de kalabal›k. Zahmefzun ise yâre azd›ran… Ne var ki, gün geçtikçe kalabal›klar de¤il, yaln›zl›klar azd›r›yordu yaralar›n› art›k. Oysa bir zamanlar seni paylaflamayan ne çok insan vard› çevrende, çalma biçimin üzerine efsaneler ören kalabal›klar. El üstünde tutuldu¤un günlerde, onca ilgiden s›k›l›yordun. O zamanlar, en çok istedi¤in kendinle bafl bafla kalarak yaln›zca müzikle u¤raflmak, besteler yapabilmekti. Yarat›rken yaln›zca evini, eflini, çocuklar›n› de¤il, bütün s›k›nt›lar› hatta bütün dünyay› unutabilmekti. Sevenin, sevdas›ndan baflka hiçbir fleyi olmayan zamanlard› çünkü. O müthifl kad›n ya seslere dönüflüp geliyor, ya da notalara kar›fl›p bir ses bulutuna dönüflerek döne, dalgalana uçup giderken, bir baflka türlü dokunuyordun tellere. “Ettin beni dertle suzan-› periflan” Seni periflan eden elbette yaln›zca aflk›n de¤ildi Edhem bey. Sürekli zonklayan bir difl, durmaks›z›n sanc›yan çatlam›fl yüre¤e benzeyen bir zaman›n ac›lar›yd› biraz da. Bir geçifl döneminin insanlar›yd›n›z, kanayan bir ça¤›n… K›r›lm›fl bir kuflakt›n›z siz. Cihan Harbi bitti¤inde elinde sevdi¤in adlardan oluflan upuzun bir yitikller listesi vard›: Kanuni Hac› Arif bey, daha 1911 y›l›nda Yemen’de koleradan ölmüfl, çöle gömülmüfltü. Hani senin yal›n› sel bast›¤›, azg›n sular›n en de¤erli el yazmalar›n› nota partisyonlar›n› al›p götürdü¤ü, bundan dolay› felç geçirdi¤in y›l… Savafl›n ilk y›l›nda askere al›n›p da geri dönemeyen o¤lun Ali beyin, hangi cephede flehit düfltü¤ünü bilsen de, hangi toplu mezara gömüldü¤ünü bilmiyordun. Bir baflka efsane, tanburi Cemil bey de, daha k›rkl› yafllar›n›n bafl›nda, Cihan Harbi’nin tam ortas›nda akci¤er veremine yenilmiflti. Ayn› y›l ‘o kad›n’› da yitirdiniz. Tifüsten… As›m bey uzaklardayd› yine. Belki Amasya sürgünüydü, belki Ayd›n. Atefl topu gibi dönen bir dünyan›n ortas›nda gittikçe daha da yaln›zlafl›yordun. Savafl bitti, de¤iflik bir dönem bafllad›. O büyük kurtulufl döneminin coflkular›, sanc›lar› içindeyken Cumhuriyet’in birinci y›l dönümünde eflini de yitirdin birdenbire. Gün geçtikçe süpürge tohumu kat›lm›fl arpa ekme¤i kadar tats›zlaflan birlikteli¤iniz de bitmiflti iflte. fiaflk›nd›n… Herfleye karfl›n çok da üzgün. Sabiha han›m›n ölümüyle öteki yan›n da felç olmuflças›na donup kald›n sanki. Nerdeyse duygusuz… O zamanlar çok yafll› de¤ilsen de, fazlaca yorgundun. ‹çkiden, hüzünlerden, kederden… Koskoca bir yal›da; dayanaks›z, kimsesiz, ac›mas›z bambaflka bir dünyan›n ortas›nda tek bafl›nayd›n flimdi de. Öteki o¤68 lun Münir nerelerdeydi kimbilir? Hiç de vaktiyle özledi¤in yaln›zl›klara benzemeyen; ç›plak ac›mas›z bir teklikti bu. fi›p›d›k terli¤inin tekini sürükleyerek zorlukla gezinebiliyordun ilkin. Sonra yata¤a düfltün. Sanki tam da o zaman birden zay›flamaya bafllad›n. Güçsüzleflip, can›ndan bezmeye. Tek kurtar›c›n rüyalar›nd› art›k. A¤r›lar›n› s›z›lar›n› duyurmayan, uykular›n› dünle ilgili resimler, görüntüler, seslerle süsleyen rüyalar›n… Ne var ki, uyan›r uyanmaz b›rakt›¤›n yerden o so¤uk, somut gerçek bafll›yordu. A¤r›lar, s›z›lar, açl›klarla birlikte unutulmufl, sevdiklerini yitirmenin derin ac›s›yla birlikte inceden bir de öfke. Sessiz... Zahmesinin öteki teki de yitmifl bir santura benziyordun art›k. Cihan Harbi pekçok fleyle birlikte seni de bitirmiflti. En son yapt›¤›n santurun tellerine hiçbir ‘zahme’nin dokunuflu yetmezdi bu umars›zl›¤› anlatmaya. Açl›¤›n sürüyordu, üflümen, kimsesizli¤in, umutsuzlu¤un... Yazlar› neyse de k›fllar bir baflka iflkenceydi. Kocaman, ›s›t›lmayan bir yal›n›n, yüksek tavanl›, kocaman odalar›nda daha güz bitmeden bast›ran o zehir so¤uklara, zavall› bir mangalla karfl› koymaya çal›fl›yordun. Yard›mc›n yoktu yine. Arada bir u¤ray›p atefli tutuflturan, önüne iki lokma yemek koyan komflular›ndan baflka hiç kimsen… Bak›c› tutacak paran da yoktu. Zaten baflkalar›n› çal›flt›rmaya k›yamazd› o ince yüre¤in, paran olsa da... Ayr›ca kendine bakt›rmaya kendine yediremezdin. Yafll›l›k kokan yata¤›nda bölük pörçük ezgilerle oyalan›yordun. Tekdüze bir nakarata dönüflen yaflam›n ac›kl› bir flark›yd› art›k. B›rak çal›p söylemeyi, Bo¤az’›n ›s›r›p dalayan poyrazlar›yla zang›rdayan kocaman bir yal›da, mangal›n› kar›flt›rmakta bile zorlan›yordun hatta. Kimi zaman da mafla elinde uyuyakal›yordun. Öylece… O gece rüyana girenler kimdi, bilmiyorum. fiehit o¤lun Ali mi, kay›plara kar›flan küçü¤ü Münir mi? Yoksa o kad›n m›? Belki; seni b›rak›p b›rak›p çok daha önce sonsuzlu¤a göçen dostlar›n› görüyordun ya da hep haks›zl›k etti¤ini düflündü¤ün Sabiha Han›m›… “Eflki-i çeflmim hasretinle ça¤layor / A¤layor biçare gönlüm a¤layor / Sinemi nar-› muhabbet da¤layor” diyen hüzzam flark›n› kesinlikle düflünmedi¤ini kesinlikle biliyorum. Bir de imdad›na kimselerin gelmedi¤ini. Önce bir parlama. Yanl›fl gördü¤ünü, bunun kayg›l› belle¤inin bir ürünü oldu¤unu düflünmene kalmadan, o ac›mas›z yan›k paçavra kokusu. Bir süre dilin tutulmuflças›na kald›n, sonra içgüdüsel olarak hayk›rmaya çal›flt›n. Sesin zorlukla ç›karak peltek peltek ba¤›r›yordun ama bofluna. Yorgan›n tutuflmufltu. Yaflad›klar›n›n bir karabasan olmad›¤›n› biliyordun ama bir türlü silkinip kaçam›yordun Edhem bey. Akl›n bafl›ndayd›. Alevler azd›kça az›yordu. Dumandan göz gözü görmez oluyordu 69 gittikçe. Ne yaz›k ki, flark›lar›ndaki soyut yürek yanmas›, sine tutuflmas› de¤ildi bu.. Eprimifl giysilerinden tenine geçip her yan›n› dalayan y›landili alazlard›. Yata¤›ndan perdelere, oradan ahflaplara s›çrayan yal›mlar› ayr›msad›n ama ba¤›rmaktan baflka birfley yapamad›n Edhem bey. Somut bir yang›n›n alevleriyle yan›yordun cay›r cay›r. Tutmayan ellerinle atefli söndüremiyordun, tutmayan ayaklar›nla kaçam›yordun. Ölümle bo¤ufluyordun yaln›zca… Dumanlarla... Ba¤›r›yordun. ‹mdat diliyordun. Yenik düflece¤ini bile bile… T›pk› Tanburi Cemil beyin ölümünde oldu¤u gibi, senin cenazende de üç befl kifli vard› ancak. Kötü haberini ald›ktan sonra, santuri Ziya beyin, belki de saz›n›n hat›r›na zar zor toparlayabildi¤i üç befl kifliyle topra¤a verildin. Göksu Mezarl›¤›’nda. Baban Hasan A¤a vaktiyle, dillere destan Vak’a-› Hayriye’den kaçarak kurtulmufltu. Tam yüz y›l sonra sen minicik bir ç›ng›n›n tutuflturdu¤u alevlerden kaçamad›n, kurtulamad›n. Öldünüz Edhem bey. Kiminiz koleradan, veremden, kiminiz açl›ktan so¤uktan ya da tifüsten; kurflundan flarapnelden… ‹çlerinde en rahat olmas› gereken sendin. Güya… Dostlar›na k›yasla oldukça uzun yaflad›n ya sen de dumanlar içinde ‘püryan’ gittin… Geride yüzlerce yap›t b›rak›p unutulufl iklimine sen de gömüldün üstad›m. Gittiniz Edhem Bey. Sen belle¤inin güçlülü¤ü ile bilinirdin, bir duydu¤unu bir daha asla unutmad›¤›nla… En güç yap›tlar› bile iflittikten hemen sonra notalara dökebildi¤inle. Biz ise belleksizli¤imizle övünüyoruz. Keflke bir yar›flma program›nda sorsa birileri: Santuri Edhem bey kimdi? Benim rüyalar›mdan bildi¤ime göre, Edhem bey de¤eri hiç bilinmemifl alt›n bir sol anahtar›, öteki tekini yitirmifl bir zahmedir. Ya da kimselerin bilmedi¤i bir hüzzam… A¤›r aksak bir flark›. Kaçmad›n›z Edhem bey. Yand›n›z. Ya santurunuz? Ocak 2008 70 Roni Margulies KIRMIZI TENTE Thomas Hardy’ye sayg›larla Bir gün, bir yerde, bir an bir fley var m›yd› söyleyebilece¤im, her fleyi de¤ifltirebilecek olan? Diyelim ki bir akflam, yemekte örne¤in, göz göze geldi¤imizde, duygulanm›flken, var m›yd› söylemedi¤im ve söylesem beni daha çok ve daha uzun sevmesini sa¤layacak sözler, o an akl›ma gelmeyen, düflünemedi¤im? Veya yapabilece¤im ama gereksiz bulup yapmad›¤›m bir fley: Bir sevgi gösterisi, bir piflmanl›k belirtisi, bir iki gözyafl›, abart›l› bir tepki? O gün ans›z›n ya¤mur bafllay›p da k›rm›z› bir tentenin alt›na s›¤›nd›¤›m›zda, içimden gelmiflti, tam öpecektim ki, dinmiflti ya¤mur. Bir dakika daha ya¤sa, her fley baflka türlü geliflebilir miydi? 71 Metin F›nd›kç› GÜLÜN KOYNUNA DÜfiEN Gözlerim aç›k bafl›m dizlerinde Annemin anlatt›klar›n› dinledim – Çatlaklardan s›zan bir su gibi s›zm›flt›k giden bulutlara bir ayna arad›k kendi yüzlerimizi bulacak uzun k›fllarda, karanl›k ve yoksul korkumuzla geçerken geçitleri, “kayay› delen incirin” do¤um an›n› dinledik ve mimozalar toplad›k y›lanlar› uyand›rmadan; F›rat ve Dicle meselini anlatan kilimlerimizi serdik kurutulmufl k›rm›z› biberleri ast›k tahta tavana ve çocuklar›n büyüyen gözlerini verdik ovaya, otlardan yatak yapt›k nergislerden yorgan gündo¤umunda yaflad›k gerde¤i gecesi ölmeyecek günleri ö¤rendik çocuklar›m›za sa¤d›k sarkan salk›mlar›m›z› biz, bulutlar›n k›n›nda terlemifl da¤lar› katettik. “Düfllüyorlar ve yolun sonunu biliyorlar” diyordu kadim bir flair I. Levha Do¤u için ac› tükenmiyor/ siyah gözleri/ flehvetli memeleri/ da¤lar› / ovalar› tarayarak örülen saçlar›/ barbarlar› ça¤›r›r / çünkü 72 – Çatlaklardan s›zan bir su gibi s›zm›flt›k giden bulutlara bir tafl ustas›n›n gölgesinde durduk günlerin harflerini ve sözlüklerin ahengini iflledi, G›lgam›fl’a seslendi bahara haz›rlanm›fl çay›r›n dü¤ününden. Roma y›k›nt›lar›na, Dara harabelerine a¤›tlar yakt› al›ç ve nar dallar› alesta koynunda, – bu koruklar›n ölümünden iyi flarap olur, derdi ben cebimdeki karabiber tanelerini sayard›m bunu hep yapard›m, güvercin aya¤›na ba¤lanm›fl bir zümrüt gibi, saçlar›m rüzgâr›n yoluna düflünce. Atl› Kürtler geçerdi evimizin kap›s›ndan, daha flafak yata¤›nda flehvetini tamamlamadan, annem: – Yollar› uzad›kça a¤›tlarla k›salacak ömürleri ceplerinde fesle¤en ve kekik tafl›may› ö¤rendiler çünkü – ve bu sözler, bana okunmufl b›çaklarla bayram arifesindeki ölümleri an›msat›rd›. “Tanr›n›n ilahi co¤rafyas›na döndüler” diyordu kadim bir flair II. Levha Bu topra¤›n miras›d›r dilimiz/ fiahmaran meselini anlatan/ 73 – Çatlaklardan s›zan bir su gibi s›zm›flt›k giden bulutlara zamandan zamana tarihten tarihe omuzlara tafl›nd› insan›n insana yaflatt›¤› k›r›m Babil kulesiyle Araf’a yükseldi insan ve tarih harabeleri ölüme döflek oldu bulutlar ölüme in oldu da¤lar flehirlere kefen oldu s›rdafl›m nar ve al›ç külleri nehirler ürkerek akt› denize / denize tafl›d›klar› delillerden ürkerek akt› nehirler ve bizler uzaklara gidiyoruz kilit vurdu¤umuz evimizle uzaklara gidiyoruz seviflti¤imiz yata¤›m›zla uzaklara gidiyoruz ayr›k otlar›n içinde mezarlar›m›zla uzaklara gidiyoruz ba¤lara ç›kan yollarla uzaklara gidiyoruz baykufllar›n ö¤retti¤i gecelerle uzaklara gidiyoruz birbirimize f›s›lt›yla anlatt›¤›m›z düfllerle uzaklara gidiyoruz uzaklara gidiyoruz iki k›y› aras›nda akan cehennemle denizi ö¤renmeye geliyoruz uzaklardan “Elleriyle k›rd›lar do¤unun harflerini” diyordu kadim bir flair III. Levha Güneflin koynunda uyuyan Ölü Deniz’de durduk/ iman›n ak›l olmad›¤›n› ö¤rendik/ tafl› terleten çamuru arad›k / kutsal atefle ça¤›rd›lar hicret yolundaki herkesi/ ‹lk flairimizi fleytan›n kovuluflundan önce do¤urduk/ ‹lk fliirimiz ayetlerden önce yaz›ld›/ …a¤›t yakan kad›nlar. diyordu/ 74 Zeynep Uzunbay KALB‹N ‹LK DO⁄DU⁄U YERE dönse bile hatta kufl arkadafllar›yla çok a¤aç kokular›yla Bir s›z›! Sen de duydun mu? Bak, flimdi yine… çok a¤›tl› k›zlarda bir gülme! Eski diline döndün, gördün mü? bir diflin izi s›zl›yor duvar dibindekine kötüler uzan›rsa saç›na ölüm o zaman m› iyi? eski kalbinden do¤mufl ya huylar› benziyor onunkine basar emzirir karanl›kta çat›lar bulsun düflsün çitler geçsin çizilsin ay iplerinden sal›ncak çarps›n burnu k›r›ls›n (Bu nas›l anne?) Bir s›z›! Sen de duydun mu? Bak, flimdi yine… Sak›n ölme, öldürme! 75 YAZIN ÇEV‹R‹S‹NDE B‹L‹NÇ AKIfiI Alev Bulut Yaz›n çevirisi ne kadar ayr›nt›l› incelenirse incelensin, üzerine ne kadar yaz›l›rsa yaz›ls›n gizemini koruyan bir alan. ‹nceleme ve araflt›rma yöntemlerinin yaz›n dilini çözmede sa¤lad›¤› kolayl›k yaz›n çevirisi incelemelerinde de de¤erli bir kaynak kuflkusuz. Bir yaz›n metninin biçemi, yazar›n yarat›c›l›¤›n› sergilerken do¤all›kla kulland›¤› dilsel araçlar araflt›rmac›lar›n elinde incelenir, örneklenirken “yaz›nsal kurgunun gizem”i de bir ölçüde çözülmüfl oluyor. Düz yaz›l› anlat›larda, yani öykü ve romanda, yirminci yüzy›l›n incelemesi en zor ama en heyecan verici yaz›nsal biçeminin kayna¤› “bilinç ak›fl› yöntemi”. Dolay›s›yla, yaz›nsal çevirinin de, özellikle kaynak eserin biçemsel özelliklerinin korunmas› ve yazar›n yarat›c›l›¤›n›n aktar›m› bafll›klar› alt›nda, en ilginç metin ve biçem incelemelerinin kayna¤› bilinç ak›fl› yöntemiyle yaz›lm›fl öykü ya da romanlar›n çevirisi. Ben de burada bilinç ak›fl›n›n çevirideki durumunu dilsel, daha do¤rusu dilbilgisel, bir odaktan örneklemeye çal›flaca¤›m. Bilinç ak›fl› bir yaz›nsal anlat›m yöntemi. Düflüncelerin ak›fl›n› izleyerek bir metin kurgulamak. Hatta bu kurgulama çabas›n›n kendisi, bir anlamda. Sözdizimini de bu ak›fla uydurmaya çal›flmak dolay›s›yla… Sözdiziminde devrik tümce, noktalama iflaretlerini kullanmadan birimleri ard› ard›na s›ralamak bilinç ak›fl› yönteminin en önemli araçlar› olagelmifl. Hepsine k›saca, dilbilimci Ömer Demircan’›n terimiyle, “dizimbozum” diyebilece¤imiz teknikler ve uygun araçlarla bilinç ak›fl›ndaki düflünceleri k⤛da dökmeye çal›flan çok say›da yazar var. Bu yaz›da Demircan’a yapaca¤›m göndermelerin kayna¤› Leyla Erbil’in yap›tlar›n› örnek alarak yapt›¤› bir dizimbozum çal›flmas›. Yak›n zamanda okudu¤um bu çal›flma, “dilsel-dilbilgisel” bir yöntemle “yaz›nsal biçem” çözümlemeye ›fl›k tutan bir çal›flma. Demircan, yukar›da sözünü etti¤im “‘Devrik tümce’ nas›l özgürleflti?” bafll›kl› yaz›s›nda devrik tümceye yaz›nsal anlat›m yoluyla itibar›n› geri kazand›rarak Leyla Erbil’in devrik tümce kullan›m›n› da dilbilgisel olarak do¤rulam›fl ve onaylam›fl oluyor. Erbil’in s›rad›fl› biçeminin dilbilgisel bir çözümlemesini yaparak bilinç ak›fl› anlat› tekni¤inin dilsel incelemesinin nas›l olabilece¤ini gösteriyor: 76 “Ayna” öyküsünde (Gecede,1968:34) birçok bölün (paragraf) noktalamas›z. Devrik ifllem içeren kimi sözlerde iliflkiler bir ileri bir geri kay›yor. Devrik san›lan bir tümce, ard›ndan gelen ögeleri okuyunca, yüklemson ç›k›veriyor. Örne¤in flu parçada alt-çizgili birimler öncesine de ba¤lanabilir sonras›na da: “Temelli eline kald›m ← k›z›n → b›k›p usanmadan bekliyor beklesin ölmem ← daha → çok gencim yapacak y›¤›nla iflim var ← bugün → konuklar›m gelecek bu kat ← benim → samur kürkümü getir...”. ‹yice flafl›rd›m. O sal›n›m› Erbil, me¤er noktalamay› d›fllayarak yakalam›fl. Tutunamayanlar (1972) 15. bölümde O¤uz Atay da benzer kimi sal›n›mlara baflvuruyor: “... ayn› fleyleri söylerdi Turgut sonunda bu flakalara dayanamazlar Günseli derdi sen onlar› bilmezsin çok dayan›ks›zd›r onlar kimler Selim tutunamayanlar size de söyledi mi...” (s. 481). Demek ki öyle bir metin elde etmek için: tümceler yal›n olmal›, devrik ifllem kullan›lmal›, noktalama silinmeli. “Kurals›z” sayma nedenini böylece buldum san›yorum… (Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 14.03.2008 ss. 21-22) Türkçe’de yarat›c›l›¤›n bugünlere nas›l geldi¤ini görmek için Demircan’›n yaz›s›n›n sonucuna da bakal›m: “…Peki, ‘devrik tümce’ nas›l özgürleflti? Atatürk’ün Dil Devrimi ile. 1930’dan bafllayarak Nâz›m, ard›ndan Sait Faik, 1942’den sonra Nurullah Ataç ile Sabahattin Eyübo¤lu, Milli E¤itim Bakan› Hasan Âli Yücel’in yeniden örgütledi¤i Tercüme Bürosu’nda görev yapan öteki ilerici yazarlar ile ayd›nlar bir yandan sözlü¤ü öte yandan sözdizimini Türkçelefltirdiler. Böylece, ‘yanl›fl de¤il, ama bitifli ya da sonu belirlenemez’ anlam›nda ‘devrik’ say›lan ‘yasak’ tümce de yaz› diline geri döndü...” Bilinç ak›fl› yöntemiyle yaz›lm›fl bir öykü ya da roman›n çevirisinde karfl›lafl›lan dilbilgisel güçlükleri anlamak için bilinç ak›fl›n›n dilsel yans›malar›n› somutlaflt›ran örneklere bakmak iflimizi kolaylaflt›rabilir. Yazarlar›n yarat›c›l›klar›n› sonuna kadar kullanabildikleri, iç seslerini yaz›ya dökme yollar› denedikleri bir anlat›m yönteminden söz etti¤imize göre iflimiz yeterince zor. Karfl›m›za ç›kan en zor ve temel sorular da flunlar: Yarat›c› dil nas›l tan›mlan›r? Yarat›c›l›¤› ve yaz›nsall›¤› dilbilgisi olarak ölçmek olanakl› m›d›r? Çevirmen ve araflt›rmac› Ülker ‹nce bir yaz›s›nda “yarat›c› dilin gizemlileflmesi” ve “baz› yazarlardaki gizemli bir yetene¤in gizemli bir ürünü oldu¤u izleniminin” yarat›lmas›n›n sak›ncas›na iflaret ediyordu.1 ‹nce, yarat›c› dil konusunda yaln›zca hayranl›k uyand›ran “gizem pay›n› sakl› tutarak” nesnel bilgi yani “dili kullanan herkesin kullan›m›na aç›k, uygulanabilir bilgi” bekliyor ve yarat›c› dili dilsel, 77 dilbilgisel örneklerle çeviri metinler üzerinden inceliyordu. Bu arada yarat›c›l›k de¤il “yanl›fl çeviri” ya da “dil yanl›fl›” say›lan afl›r› kaynak-odakl› “düz çeviri” örnekleriyle çevirmenin dil birimleri aras›nda kurdu¤u eksik ya da yanl›fl ba¤lant›lar›n nas›l “düz”, “çarp›k”, “çeviri kokan” eflleflmelere götürdü¤ünü gösteren “Çeviri ve Türkçe” konulu çal›flmalar›na da de¤inmeliyim ‹nce’nin.2 Zaten tam bu nedenle, yani dillerin yap›sal benzemezli¤inden dolay›, çevirmenlerin dil birimlerine de¤il onlar›n tafl›d›klar› anlamlar› çeviri sürecinin amac› do¤rultusunda efllefltirmeye odaklanmas›n› beklemiyor muyuz? Konumuza dönecek olursak, bilinç ak›fl› yöntemini kaynak metinde – çevrilecek eserde – gördü¤ümüz biçimiyle aktarmay›, yani metnin bu özelli¤ini bozmadan kayna¤a sad›k bir çeviri yapmay› hedefliyorsak yöntemin “dile gelifl biçimleri”nin fark›nda olmak iflimize yarayacakt›r. Bu arada Sözcükler okurlar›n›n bilinç ak›fl›n›n örneklenmesi konusunda, dilerlerse, Didem Uslu’nun 13. say›daki “Bilinç Ak›fl› ve Salon Köflelerinde” bafll›kl› yaz›s›na ve benim bilinç ak›fl› yaz›mdaki örneklerin dilsel-dilbilgisel boyutuna bakabileceklerini hat›rlatmak isterim. Kaynak metnin biçemini bütünüyle ya da bir ölçüde koruma amac›yla ya da güdüsüyle yap›lan çok say›da çeviri var. Bilinç ak›fl›n›n kesintisizli¤ini çeviride de ayn› noktalamas›z ya da devrik kullan›mlarla oluflturmak olanaks›z de¤ilse de dillerin farkl› yap›lar› nedeniyle zor. Bütün bir metin, monolog biçiminde bilinç ak›fl›yla yaz›labildi¤i gibi metin içinde yaln›zca anlat› kiflilerinin iç sesleri de böyle yaz›labiliyor. Kesintisiz ve düflünce ak›fl›n›n h›z›na koflut olarak noktalamas›z verilen iç sesleri çeviride ayn› biçimde aktarmay› denerken Türkçe yaz›m kurallar›n› çok zorlayabilir miyiz? Bu konuda Türkçe’deki yarat›c›l›¤› çevirmenler de yazarlar kadar besleyebilir mi? Çevirmen de yarat›c› olabilir mi? ‹flte bu tür aktar›m güçlükleri, yani biz “kayna¤a sad›k” kalmaya çal›fl›rken önümüze ç›kan “dilsel yarat›c›l›k” engelleri nedeniyle kaynak metnin noktalamas›z, küçük tümcelerin yan yana gelmesinden oluflan bölümleri çevirmenin ya da editörün karar›yla noktalamal› verilebiliyor. Yazar›n yarat›c› dili bunca sorgulan›rken, çevirmenin yarat›c›l›¤›, cesareti çok daha fazla sorgulanacakt›r. Örne¤in afla¤›daki çeviri tümcelerin kaynak metinlerinde neredeyse hiç noktalama yokken çevirileri (az) noktalamal›:3 …araba z›plad› kayarak döndü baflka bir araban›n kornas› duyuldu ve Annem h›çk›rarak pencereden ba¤›rd›, aya¤›n› yine gaz pedal›na yap›flt›rd›, araba öne do¤ru f›rlad› yandaki çak›ll› yola otoban›n tam kenar›ndaki çak›llar›n üstüne savrulduk… s. 28 78 …arkam›zdan h›zl› bir siren sesi duyuldu, araba savrulup sars›ld›, k›rm›z› h›z göstergesi saatte yüz otuz kilometreyi gösteriyordu, araban›n daha h›zl› gitmesine olanak yoktu ve Annem h›çk›rarak a¤l›yordu, ben kap›ya do¤ru savrulmufltum, bafl›m pencereye çarp›nca önce k›pk›rm›z› bir ›fl›k çakm›fl ard›ndan her yer kararm›flt›… s. 28 Sonuç olarak, bilinç ak›fl› yönteminin dilsel olanaklar›n› anlamak ve somutlaflt›rmak için dilbilgisi, sözdizim ve yaz›m kurallar›ndan ipucu al›nabilir. Ama konu yaz›n çevirisi olunca ifl yine de çevirmenin kararlar›nda ve düzelti sürecinde biter. Kaynak metnin anlat› biçemiyle oldu¤unca aktar›lmas› da bir çeviri karar› olarak bütün zorluklar›yla çevirmeni ve editörünü bekler. Çeviriye bir de dildeki yarat›c›l›¤› koruma arac› olarak bakabilmek için elbette yeni bir dilde yeni olanaklarla yeni yarat›c›l›klara kap› açt›¤›n›, yani do¤as› gere¤i yaln›zca kaynak odakl› bir süreç olmad›¤›n› vurgulamak gerek… (1) “‹mge ve E¤retileme”, Metis Çeviri, Say›:16 s. 31-35. (2) “Bir Çeviri Sorunu” Metis Çeviri, Say›: 6, s. 36-48. (3) J. C. Oates, “Death Mother”/ “Ölüm Ana”, The Collector of Hearts, Plume 1999/Kalp Koleksiyoncusu, Can 2001, çev. A. Bulut Ömer Uluç, Eteklerin Aç›lmas›-‹kon 79 Memet Arif B. TUTMUfi AfiI Anac› turunç afl›s›. Befl y›l önce topra¤a inen Elâ’m›n tatl› limonu bu. Sessizce kök salm›fl. Her cemre düflünce uzam›fl boyu bosu Elâ gibi. Bahçemizde bütün bir bahar genizleri çiçe¤inin yakan kokusu. Bu y›l biri sökerken; a. b. c.’yi çiçekten meyveye dönecek öteki. Bense, okuyorum genç flairleri gümbürdüyor içimdeki yafll› volkan; “yaz!” diyor kafam sindirdi¤in yafl›n bir bir meselini. Aflk›n, akl›n zor fliirinde, sözcükler: Kurgu tafl›n. Demirleblebi her dize ter döktüren bin bir imge sindirilmeden duyumsanmaz. Y›llar› süzen zaman ele¤i yazd›racak korkma kalemine yüre¤indeki sanc›y›. Ama, “yüzüne bakan yok fliirin” diyen ustaya ‹nat. “fiiir çevir denize at” deyifliyle baflka bir ustan›n yeni tatlarla kapl› kitab›: “Bana yaz. Sen de yaz! Atma sak›n denize. 80 B›rak mayalans›n ham peynir gibi, fliir; beklesin kalbindeki obrukta, kara kovana bal yapan ar›y›. Rüzgâr›, kara gözlü al yanakl› gelinciklerle ekin tarlalar› yine yuvas› turaç palazlar›n›n. Onlar yine doyacak anne kursa¤›ndan. Kanat vuracaklar› zaman k›rlar›n sonsuzlu¤unu serpilen, domurlanan, boyatan Elâ ve limonu gibi. Bunlar›, iflte bütün bunlar› yaz, diyor. fiiir, yaz! 15.05.2008, Adana Ömer Uluç, Gölgesiyle Gelirken 81 TAfiIN RÜYASI Fadime Uslu Aradan geçen on alt› y›ldan sonra Oyuk Han’› gördü¤ümde yeniden infla edilmifl haliyle onu tan›mak neredeyse imkâns›zd›. Bembeyaz düzgün kesme tafllarla kaplanm›fl, o zamanki y›k›k dökük virane yap›dan eser kalmam›flt›. Ana cephesinin sa¤ köflesindeki dut a¤ac›, yak›n›ndaki köyün toprak daml› tek katl› evleri, e¤imli dere yata¤› olmasa bambaflka bir yerde bulundu¤umu düflünebilirdim. Günlerdir dinmek bilmeyen poyrazla birlikte evin içine kadar tafl›nan pis, keskin bir koku nereye gitsem peflimdeydi. fiehir çöplü¤ü ya da s›zan bir logar borusu olabilirdi kokunun nedeni. Aniden karar verip Kapadokya’ya gitmek üzere yola ç›kt›m. ‹lk molada içti¤im kahvenin doyumsuz lezzetiyle kent geriliminden uzaklaflm›flt›m. Ö¤leye do¤ru, yol üzerindeki sar› levhan›n iflaret etti¤i ok yönüne hiç tereddüt etmeden döndüm. Asfaltlanm›fl köy yolundan sonra, sapa¤a girdi¤imde heyecan›m› engelleyemedim, o gizemli atmosferi yeniden yaflayamayaca¤›m› bile bile. Restorasyonundan sonra özel iflletmeye devredilen han›n taç kap›s› önünde kimse yoktu. “Sana ne yapt›lar” dedim içimden, hiçbir yan›t alamad›m. Y›llar önce oldu¤u gibi tafl›n sesini duyabilir miydim? Kalabal›k bir turist kafilesini tafl›yan minibüs otoparkta durdu. Kaçarcas›na avluya girdim. • Temmuz güneflinin har› puslu bulutlar›n ard›ndan yola vuruyor, s›cak hava buram buram tütüyordu. Uzakta safran sar›s› tafl y›¤›n›n› fark edince bir kâflif sanr›s›yla nas›l da coflkuluydum. Bir hazine bulmufltum sanki. O güne kadar topra¤› kazarak buldu¤umuz çanak çömlekten çok farkl›yd› mimari kal›nt›lar› gün ›fl›¤›na ç›karmak. Böyle deniyordu ancak onlar zaten gün ›fl›¤›n›n alt›ndayd› ve gün geçtikçe ›fl›¤›n alt›nda eriyip toza topra¤a kar›fl›yorlard›. Orada öylece durmas›na karfl›n yabanc› bir iki araflt›rmac› d›fl›nda kimsenin dikkatini çekmemiflti. Dan›flman hocamla ‹pek Yolu üzerindeki Selçuklu Hanlar›n› harita üzerinde aylar önce belirlemifltik. Tarihi belgeler, kay›tlar ne varsa kütüphanede taram›flt›m. ‹lk inceleyece¤im yap›, ad›n› köylülerin verdi¤i iflte bu Oyuk Han’d›. Foto¤raflar›n› çekmek kolayd› ancak, ölçü al›p rölövelerini ç›karmak uzun zaman alaca¤a benziyordu. 82 Ö¤rencilik günlerimizde grup çal›flmalar›nda bize rehberlik eden hocalar›m›zdan izleyerek edindi¤im davran›fllar› fark›nda olmadan uygularken savafl enkaz›n› and›ran han›n kullan›lan malzemesini, plan flemas›n›, yap›m y›l› ya da onar›m iziyle ilgili ipuçlar›n› aramaya bafllad›m. Yar› gölgeli revakta bir sigara yakt›m. Göç kervanlar›n›n metinlerde, gravürlerde çizilmifl görüntüleri yavafl yavafl canlan›yordu. Yüzy›llar öncesine dair tüm bilebildiklerimiz herhangi bir tan›¤›n hayali ya da gerçe¤e dayal› gözlemlerinden baflka neydi ki. Fakültenin yak›n›ndaki Yeflil Ev’de bira içti¤imiz s›radan günlerin birinde durup dururken Serhat, bizim iflimiz ‘discover’ demiflti. Varolan› ortaya ç›kar›yoruz. Unutulmufl olan›. Kullan›p üzerinden pirim yapmak için. Sonra da tüm tersli¤iyle, ya çald›rd›¤›m›z› ya da içine etti¤imizi söylemiflti. Art›k anlay›fl›n de¤iflti¤ini, devam eden ço¤u çal›flmada eserlerin korunmas› için deste¤in d›flar›dan geldi¤ini, onlara gözümüz gibi bakmak zorunda oldu¤umuzu savunmufltum. Akademik kariyerim, han›n, belki de köylünün kaderi için bir dönüm noktas›nda bulundu¤uma inan›yorken kaflif oluvermifltim iflte hiç olmazsa sigaram bitene kadar. Genel bir incelemeden sonra ald›¤›m notlar uzun süre çal›flma odamdaki panoda as›l› kald›. “Yap› malzemesi; kaba kesme, moloz ve devflirme tafl. Bizans kal›nt›lar›ndan sökülmüfl olmal›. Kararmaya yüz tutmufl bu mermer bloklar, molozlar›n aras›nda, al›ml›, cilveli bir çingene kad›n›n a¤z›ndaki teneke diflleri an›msat›yor. Aç›k avlulu plan flemas›na göre yap›lm›fl; avluda revak izleri görülüyor. Revaklar aras›nda eyvan kal›nt›lar› var. Yap›n›n en belirgin yeri taç kap›s›; mukarnasl› niflin iki yan›ndaki iri kabaralardan biri duruyor. ‹ki s›ra bordürle nifl çerçeve içine al›nm›fl. Her türlü tahribata karfl› hâlâ ayakta durabilen zarif bir kad›n bu kap›. ‹ri gözlerinden biri kör olsa da, eski görkeminin yank›s› yanaklar›nda; solgun ama diri.” Devflirme tafllar›n kullan›ld›¤› yerleri küçük defterime not ederken avluda bir k›z belirdi. Hangi yönden geldi¤ini farkedemedi¤im gibi orada ne için bulundu¤unu da anlayamam›flt›m. Onu izliyordum. Hiçbir fleyle ilgilenmiyordu. Kendi halindeydi, savrulur gibi revaklar›n aras›nda dolafl›yordu. Beni görünce dönüp y›k›nt›lara do¤ru h›zl› h›zl› yürüdü. Naylon terliklerini sürüyor, sar› ince toprak pefli s›ra savruluyordu. Üzerinde emanet gibi duran çiçek desenli k›rm›z› flalvar› toz içinde kalm›flt›. Tafllar›n aras›nda durup bafl›n› geriye çevirdi. Gözlerini iyice açarak bana bakt›. Ben yokmuflum gibi. Sonra sekerek uzaklaflt›. Avuçlar›n› s›k›p yumruk yapm›fl kollar›n›n arkas›nda birlefltirmiflti. S›cak hava topra¤›n üzerinden çal›lar›n kokusunu tafl›yarak tütüyordu. Gökyüzü menekfle rengine döndü¤ünde ancak birkaç foto¤raf çekebildim. Ifl›k uygun de¤ildi. 83 Ben de toza bo¤ulmamak için cam› kapatmak zorunda kald›m ancak köye ulaflana kadar neredeyse s›caktan bo¤ulacakt›m. Kahvede birkaç masa doluydu. Balkona at›lan mavi boyal› tahta sandalyelerden birine oturdum. (Al›fl›k olmad›¤›m bir durumdu bu. Daha önceki çal›flmalar›m›zda kahveye girmeden muhtarl›¤a gider, orada beklerdik.) ‹çeridekilerin bana bakt›¤›n› hissediyordum. Onlar için de çok farkl›, belki de hiç yak›ndan görmedikleri flehirli bir kad›n vard› kahvede. ‹nce yap›l› bir genç, “Hofl geldiniz” dedi. “Hofl bulduk, muhtar buralarda m›?” Bafl›n› büküp ellerini pantolonuna sildi. “Hemen ça¤›r›r›z. Çay içer misiniz?” “‹yi olur, aç›k olsun.” dedim. Kahvenin pencereleri çerçevelerinden ç›kar›lm›flt›. ‹çeridekilerden biri; “Neciymifl lan Memo?” diye ba¤›rd›. Sandalyeyi yana çevirdim. Memo, tezgâh›n arkas›nda çay doldururken kendi yafllar›ndaki sar›fl›n bir o¤lana göz k›rpt›. Kimseden ç›t ç›km›yordu. “Nuri, muhtar emmiyi hemen bul, buraya getir, misafiri bekletmeyelim.” dedi Memo. Çay› bitirmemifltim ki, muhtarla çilli çocuk geldiler. Bölgedeki çal›flmay›, yol üzerindeki hanlar›n onar›m› için üniversiteyle yap›lan iflbirli¤ini, han onar›ld›ktan sonra turizme aç›laca¤›n› anlatt›m muhtara. Bana bu konuda yard›mc› olmalar›n› istedim. Muhtar›n gözleri parlad›, ancak yüzünün flekli de¤iflmedi. Nemli mendiliyle aln›ndaki teri silerken, “Siz hiç merak etmeyin, ne laz›msa yapar›z” dedi. “Misafirimizsin, benim evde kal›rs›n, Nuri yard›m eder, ne laz›msa art›k.” Arabada uyku tulumu, çad›r olmas›na ra¤men muhtar›n donuk suratl› kar›s›n›n haz›rlad›¤› yataktay›m. Duvarlar› kireç badanal› yabanc› bir odada. Huzursuzum. O k›z› düflünüyorum. Tafl ve insan; günefl, ay, rüzgâr›n etkisiyle birbirine kar›flm›fl. Üzerinden üç farkl› uygarl›¤›n geçti¤i yol ve hanlar, bu proje olmasa hat›rlanmayacakt›. Bir belgeleyici, kaydedici olmaktan baflka neyim? Uyuyam›yordum. Yataktan kalk›p aya bakt›m. Koyu lacivert gökyüzünde hiç görmedi¤im kadar büyük ve ayd›nl›k dolunay. Y›ld›zs›z bir gece. Tepeler ›fl›kla eriyor sanki. Ay, bal› çatlay›p deli¤inden akm›fl bir incir, mayas› gelmifl bir tas yo¤urt. Ya da sadece olgunlu¤unun doru¤unda bir kad›n. Nedense her fley bir kad›n imgesiymifl gibi görünüyor; a¤›rbafll›, tüm zamanlar›n paras›na sureti çizilebilecek kadar egemen. Bir köpek uzun uzun havlad›. Ses yank›lan›yor, daha derinden gelen ulumalara kar›fl›yordu. Zeytinya¤l› sabun kokan çarflaf›n üzerine uzan›p gözlerimi kapad›m. 84 Turgut, yatt›¤› sedirden kalk›p Munise’nin bafl›nda oturuyor. Odaya dolunay›n ›fl›¤› vurmufl. Saçlar› da¤›lm›fl, a¤z› yar› aral› uyuyor Munise. ‹ki kanatl› küçük pencerenin tülünü çekiyor önce, kap›y› usulca kapat›yor. Hiç ses yok. Munise’nin a¤z›ndan akan salyalar, kenar› kaneviçe ifllemeli beyaz yast›k yüzündeki kurumufl sar› lekelere yenisini ekleyecek. Kardeflinin saçlar›n› okfluyor Turgut. Pijamas›n›n sökük paças›ndan bir ip kopar›p burnuna, aln›na de¤diriyor. Munise iri gözlerini açm›fl flaflk›n flaflk›n bak›yor. Sa¤ iflaret parma¤›n› dudaklar›na götürüp “fiiiflfl…”diyor Turgut. “Sak›n ses ç›karma. Oyun oynayal›m, yar›n K›nal› senin olur.” Yan›na uzan›yor. ‹nce pamuk yorgan› üzerilerine çekiyor. “Ben senin o¤lunum. Ana, karn›m ac›kt›.” Turgut bafl›n› Munise’nin gö¤süne day›yor. ‹kisinin de gözleri kapal›. Geceli¤inin dü¤melerini çözüp, kardeflinin sa¤ memesini emmeye bafll›yor. Bir eli memesinin alt›nda. Tüm gücüyle s›k›yor süt ç›karacakm›fl gibi Munise. Kardeflinin bafl›n› lekeli yast›ktan kald›r›p avuçlar›nda tutuyor. Yeniden a¤z›n› Munise’nin kula¤›na dayay›p, “K›nal›n›n anas›na yapt›¤› gibi” diyor. Pijamas›n› dizlerine kadar indirdikten sonra Munise’nin bafl›n› bacaklar›n›n aras›na do¤ru bast›r›yor. “S›cak bast›rmadan iflleri bitirelim” dedim Nuri’ye. “Biter evelallah.” “Bak bu tripod, bununla çekim yapaca¤›z, ayaklar›na dikkat et, taflta kaymas›n.” “Ne yapim?” “Tafl›y›p kuracaks›n, ben ayar› yaparken izle.” Payandalar, avluda odalara aç›lan yuvarlak kemerler kemirilmifl peynir gibi. “Oyuk oyuk her bi fley abla, eskiden nas›l da kuvvetliymifl adamlar, tafl› nas›l…” “Bofl ver, yak bir sigara” dedim. Çekinerek ald›. Avludaki havuz kal›nt›s›n›n üzerinde yar›m kalan eskizleri tamamlamaya çal›fl›yordum. D›flar›da dut a¤ac›n›n alt›nda bir keçi yavrusu gördüm. Hemen makineye sar›ld›m. Küçük boynuzlar›n›n aras›nda beyaz bir benek vard› yavrunun. Yere serilen olgun dutlar›n üzerinde, ön ayaklar›n› a¤ac›n gövdesine dayam›fl, alçaktaki yapraklara yetiflmeye çal›fl›yordu. Keçinin yan›na o k›z geldi. Nereden geliyor birdenbire karfl›ma ç›k›yordu, bana dik dik bakarken onun da foto¤raf›n› çekiverdim. Bafl örtüsünün alt›ndan sarkan uzun saçlar› da¤›n›kt›. Dere85 ye inerken keçi de k›z› izledi. S›cak bast›rm›flt›. Keçi su içerken k›z bafl örtüsünü tor top yap›p ›slatm›fl, gömle¤inin üst dü¤melerini açm›fl koltu¤unun alt›n› siliyordu. A¤aç gövdesinin arkas›ndayd›m. ‹rkildi. Yine hiçbir fley söylemeden ›ss›z tarlalar›n oldu¤u yöne do¤ru yürüdü. Keçi yavrusu peflindeydi. Nuri yan›ma gelince iflaret ederek “Kim bu k›z” dedim. Yüzünü buruflturdu, “Delidir o” dedi. Nuri’nin çekingen hâli da¤›lm›fl, rahatl›kla anlat›yordu. “Bakma sen öyle büyük göründü¤üne. Daha çocuk. Devede de...” Sustu. Sonra, “Anas› kay›p, nerede belli de¤il. Bir abisi var. Babas› da deli bunun. Bir görünür bir kaybolur.” dedi. “Abisi köydeki keçileri, koyunlar› güder, bir o ak›ll› içlerinde.” Nuri köye yemek getirmeye gidince kap›n›n karfl›s›nda etrafa da¤›lm›fl tafllardan birinin üzerine oturup sigara yakt›m. Yorulmufltum. S›cak hava kokar m›? Kokuyordu. Dut a¤ac›n›n yapraklar› s›k, koyu yeflil. K›rm›z›, kara dutlar›n üzerinde iri, kapkara sinekler v›z›ldayarak uçuyor. Mor dikenli bitkiler de kurumufl, öteki otlar gibi. Aral›ks›z öten c›rc›r böceklerinin sesleri. Temmuz güneflinin ninnisi uykuya ça¤›r›yor. Tafl uyuyor, köy uyuyor, otlar uyuyor. Uykudan benzi solmufl tafl›n üzerinde h›zla hareket eden fleffaf kertenkeleler bile tafl› uyand›ram›yor. Il›k bir rüzgâr esti, taç kap›n›n girifl aral›¤›ndan. Süslerine bakt›m, iri kabaras›na. Gürültüsüz, derinden gelen bir homurtu duydum, etrafta kimse yoktu. Kap›daki kabaran›n içinde güçlü bir ›fl›k parlad›. Hiç k›p›rdayamad›m. “En hafifimiz o, bir fley bilmiyor” Mukarnaslar kocaman bir a¤z›n içindeki difller gibi salland›. “Rüyamda seni gördüm. Munise’ye bak›yordun. Memelerini avludaki havuz bafl›nda y›k›yordu. Sen revakta oturmufl onu izliyordun. Ne istiyorsun benden, kara k›zdan?” dedi tafl. “Geçmifli anlat, ne biliyorsan anlat bana” dedim. “Havaya kar›flt›. Toz flimdi. Ya sen ne biliyorsun?” Sustum. Tafl da sustu. Rüzgâr dindi. Ifl›k parlay›p söndü, yer yer çatlam›fl mukarnaslar yerli yerinde. Tüterek yükselen s›cak hava buhar›, çöl ya da katranlanm›fl bir yol görüntüsü içindeydi. Terim buz gibi tenimde kurudu. Dere yolunda Nuri belirdi¤inde kendime gelip nerede oldu¤umu anlad›m. Duyduklar›m hayal gücümün ürünü müydü, ben de mi uyumufltum, bilemedim. Tarih belle¤ini mi yitirmiflti, geçmiflin y›k›m›, trajedisi de¤il sadece gördü¤ü bir k›zla, kendini yeniden yaflama kazand›racak olan biriyle ilgili sezgileri rüyas›na m› yans›m›flt›? Onun da bilinçalt› olmal›yd› bizimki gibi. D›flar›ya bakan kaba kesme tafl, içerideki avluyu nas›l görebilmiflti? ‹flte bu sorular› uzun süre sordum kendime. 86 Elinde beyaz bir ç›k›n vard› Nuri’nin. Oturdu¤um tafl›n üzerinden kalkamad›m. Yan›ma yaklafl›nca, “Bir fley mi oldu abla, yüzün flu çaput gibi olmufl” dedi. “Yok bir fley, hava çok s›cak, yordu.” dedim. Muhtar›n as›k yüzlü kar›s› çökelekli gözleme yapm›fl. Plastik flifledeki ayran› Nuri içmemekte ›srar etti. Barda¤› doldurup ona verdim. Eline sa¤l›k, iyi geldi deyince duda¤›n›n kenar›nda bir k›vr›m olufltu. Sigara uzatt›m, birlikte yakt›k. Bagaja tripodu yerlefltirirken, “Az kald› ifllerin bitmesine, akflama kalmaz.” dedim. Oyuk Han’›n ilk incelemesi olan saha çal›flmas› böylece tamamlan›yordu. • Handaki kalabal›¤›n boflalmas›n› bekliyorum. On alt› y›l önce rüyas›n› benim dilimden bana anlatan tafl›n sesini beyaz kaplaman›n alt›ndan duyabilir miyim? (Y›llard›r gitti¤im fakültenin karfl›s›ndaki Yeflil Ev’de, yaln›zken üçüncü biran›n sipariflini verdi¤imde, kendime sordu¤um ve hemen geçifltirerek yan›tlad›¤›m sorular›m›n burada bulunmamla bir ilgisi olmal›yd›.) Foto¤raflar›n bask›s›n› yaparken Munise’nin flekillenen görüntülerini bugün gibi hat›rl›yorum. Bir eli flaka¤›nda, saçlar›n› geriye atarken gözleri kapal›. Elinde ›slak tülbenti sonra. Tortop olmufl. Biraz ötede dere kenar›nda su içen benekli keçi. Munise’nin da¤›n›k saçlar›n›n alt›ndaki küçücük gö¤sü çürümüfl sanki, sar› yeflil. Girifl eyvan›n›n solunda bulunan havuzdaki suyun fl›r›lt›s›n›, dinlenme tesislerinde duymaya al›fl›k oldu¤umuz müzi¤in sesi bast›r›yor. Turist grubunun bafl›ndaki rehber han›n yap›ld›¤› dönemi anlat›rken ancak birkaç kifli rehberi dikkatle izliyor. Tafl› dinliyorum. Kalabal›¤›n bo¤uk gürültüsünden, su, müzik, garsonlar›n ayak sesinden baflka bir fley duyam›yorum. 87 EDEB‹YAT VE ÇEV‹R‹ Bar›fl Özkul Türkiye’de son y›llarda iyiden iyiye kurumsallaflan çeviri etkinli¤inin edebiyatla ilintili dönüm noktalar›n› alabildi¤ine kuflbak›fl› bir özetle an›msatal›m. “Türk ayd›n› Tercüme Odas›nda do¤mufltur” önermesi, ayd›n kavram›n› Türkiye modernleflmesine özgü içeri¤iyle tan›mlayacak olursak, büyük ölçüde do¤ru bir saptamad›r. 19. yüzy›l boyunca sanayi devrimi ve yükselen milliyetçiliklerin sars›nt›lar›ndan biri de, baflkentin çeviri yükünü II. Mehmet döneminden itibaren s›rtlanan Rum tercüman aileler gelene¤ini vurdu. 19. yüzy›l›n bafl›na kadar ‹skerletzâde, Yanakizâde, Drakozâde, Kalmakizâde, ‹psilantizâde, Mihalzâde ve Sar›beyzâde gibi Fenerli-Rum ailelerin öteki gayri-müslimlere tan›nmayan sakal b›rakmak, ata binmek, kürk giymek, dört hizmetçi almak, cizyeden muaf olmak gibi ayr›cal›klar›yla tekellerinde tuttuklar› Divan-› Hümayun tercümanl›¤›, 1821 Mora ‹syan› s›ras›nda tarihe kar›flt›. Divan-› Hümayun’un son Rum tercüman› Konstantin Maurouzi, Osmanl› saray›n›n, Mora isyan›ndan vazgeçmeleri için Rum beylerine yazmalar›n› istedi¤i mektubun aksine isyan› teflvik edici yaz›lar yaz›nca idam edildi ve Bab-› Âli Tercüme Odas›na giden kap› aç›ld›. Odan›n aç›ld›¤›n› ve bafl›na Yahya Efendi’nin geçti¤ini ilan eden hatt-› hümayun ’ un tarihi 23 Nisan 1821’dir. Odan›n y›ld›z›n›n parlamas› ise Tanzimat dönemindedir. Tanp›nar’›n “yenili¤in üç muharriri” olarak tan›mlad›¤› fiinasi, Münif Pafla ve Ziya Pafla’n›n yollar› Tercüme Odas›’nda kesiflmifltir. Öteki ortak özellikleri ise hepsinin “ayd›n”-münevver, edebiyatç› ve çevirmen olmalar›d›r. Örne¤in fiinasi, bir yandan akl› normlaflt›ran tipik 19. yüzy›l ayd›n›n›n sesiyle “hüsn-ü kubh ziya-› akl ile tefrik olunur ” (iyi ve kötü akl›n ›fl›¤›nda ayr›mlan›r) demektedir, bir yandan da Frans›z fliirinden yapt›¤› çevirileri toplad›¤› Terceme-i Manzume ile Osmanl› edebiyat›na 18. ve 19. yüzy›l Bat› fliirinin konvansiyonlar›n› sokmaktad›r. Odadan yetiflerek veya çeflitli zaman aral›klar›nda Odada çal›flarak çevirmen-ayd›n profilini besleyenler aras›nda Ahmet Vefik Pafla, Nâm›k Kemal, Yusuf Kamil Pafla gibi baflka kamusal kiflilikler de görülür. Yürüttükleri çeviri etkinli¤iyle Osmanl› ayd›n›n›n Bat› edebiyat›yla ve düflüncesiyle kurduklar› ba¤lar sa¤lamlaflm›fl; çeviri, 1870’li y›llardan sonra tarihsel bir olgu olmaktan ç›k›p güncellik kazanm›flt›r. Eflzamanl› olarak Bat›daki edebiyat ak›mlar› da genellikle nedensel de¤il, rastlant›sal seçimlerle tercüme edilmifltir. Bunun olumsuz sonuçlar›ndan biri, edebiyat tarihi yaz›m›m›z88 da gerekli sa¤lamalar yap›lmadan Nâm›k Kemal’in romantikli¤inden, Nâbizade Nâz›m’›n natüralistli¤inden gönül rahatl›¤›yla söz edilmesi olmufltur. Cumhuriyet dönemine gelindi¤inde ise Hasan Âli Yücel’in bakanl›¤›nda kurulan Çeviri Bürosu kurumsall›¤› ve bünyesindeki çevirmenlerin kimlikleri bak›m›ndan Tercüme Odas› ile benzerlik gösterir. Büro ile yollar› kesiflenlerin kimlik kartlar› ç›kart›ld›¤›nda tan›d›k bir tablo ortaya ç›kmaktad›r: Mina Urgan, Orhan Veli, Sabahattin Eyübo¤lu, Azra Erhat, Vedat Günyol vd. çevirmen-ayd›n-edebiyatç›lar hummal› bir çeviri etkinli¤i ile Antik Yunan’dan M›s›r edebiyat›na uzanan genifl bir co¤rafyay› keflfe ç›km›fllard›r. (Geçerken flunu da an›msatal›m: Büro’nun çeviri etkinli¤inin edebiyatla s›n›rl› tutulmas›, devletin benimsedi¤i çeviri politikas›n›n k›rm›z› noktalar›yla ilgili araflt›r›lmas› gereken bir sorunsal› akla getirmektedir.) Büronun kald›r›lmas›ndan sonraki y›llarda 1960’larda Memet Fuat’›n yay›n yönetmenli¤indeki Yeni Dergi ve De Yay›nevi çeviri özel say›lar›na ve çeviri yap›t yay›nc›l›¤›na verdi¤i önemle Murat Belge, Akflit Göktürk, Yurdanur Salman, Ülkü Tamer, Cevat Çapan gibi Türkiye’nin kültürel atmosferini flekillendir(en)ecek isimlerin yer ald›¤› bir baflka çevirmen-ayd›n kufla¤›n› do¤uracakt›r. 1980’lerde Türkiye’de çeviri, akademik bir boyut kazan›r. Bildi¤im kadar›yla ilkin Akflit Göktürk, çeviri incelemesi ve elefltirisinin normatiflikten uzak bir bilimsel perspektife oturtulmas› gerekti¤ini savunmufltur. (Göktürk’ün üzerinde epey kafa yordu¤u al›mlama esteti¤i ekolünün edebiyata bak›fl›n› çeviri incelemeleri alan›na tafl›mak gibi bir misyonu üstlendi¤i söylenebilir.) Göktürk’le efl zamanl› olarak Metis Çeviri dergisinin izledi¤i yay›n politikas› ve büyük flehirlerdeki üniversitelerde aç›lan mütercim-tercümanl›k bölümleri ile çeviri olgusu akademik dayanaklar›na kavuflmufltur. Bir süredir bu bölümlerin “çeviribilim” bölümlerine evrildi¤ine tan›k oluyoruz. Çeviri etkinli¤inin “bilimsel” yöntemlerle incelenmesine herhalde kimsenin itiraz› olamaz. Ne var ki çeviri etkinli¤inin kendisinin – özellikle edebiyat çevirisinin – t›pk› edebiyat gibi bilim olmaktansa sanata yak›n bir edim oldu¤unu düflünüyorum. (San›r›m Murat Belge de söyleflimizde “çeviri bir bilim falan de¤ildir” derken bunu anlatmak istiyordu.) Her sanat gibi edebiyat çevirisi de ancak yetenek ile birikimin gönüllü birlikteli¤iyle parlak ürünlerini verebilir. Bu bak›mdan çeviri bölümleri, temelleri at›l›rken içi boflalt›lan Türkiye toplumu resmini hesaba katarak çeviri kuramlar›na verdikleri önemi kültür derslerine de vermelidirler. Aksi takdirde temelsiz bir yap›y› yukar›dan afla¤›ya infla etmeye çal›flmak gibi bir e¤retilik kaç›n›lmazd›r. Bu da Türkiye modernleflmesinin bafllar›ndan yak›n geçmifline kadar süreklilik gösteren bir unsuru olagelen çevirmen-ayd›n profilini akademik-kurumsal dayanaklar›ndan yoksun b›rakacakt›r. 89 “HER fiEY EDEB‹YATTA BAfiLAR VE B‹TERD‹” Bar›fl Özkul - Murat Belge Bar›fl Özkul: Edebiyat Üstüne Yaz›lar adl› kitab›n›za hayata bir edebiyatç› olarak bafllam›flt›m diyerek giriyorsunuz. Bunu, hayata bir edebiyat çevirmeni olarak bafllam›flt›ma dönüfltürebiliriz diye düflünüyorum. Murat Belge: Evet hakl›s›n. Edebiyata da çeviriden girdim. Bar›fl Özkul: ‹lk çevirinizi henüz 20 yafl›n›zda Faulkner’dan yap›yorsunuz. Bunu epeyce çetrefil metinlerin yazar› olan James Joyce’un Dublinliler ve Sanatç›n›n Bir Genç Adam Olarak Portresi adl› yap›tlar›n›n çevirileri izliyor. Yola niçin Faulkner ve Joyce çevirileriyle koyuldu¤unuza daha önceki röportajlar›n›zda de¤inmifltiniz. Murat Belge: Sevgiden iflte. Bar›fl Özkul: Bu çevirilerinizle ilgili ilginç buldu¤um bir saptamaya geçelim. Memet Fuat, “Murat Belge, Joyce ve Faulkner çevirilerini gencecik yaflta yapmasayd› bu kadar iyi yapamazd›. Çünkü o zamanlar Türkçeyi bugünkü kadar iyi bilmiyordu” demiflti. Kat›l›yor musunuz? Murat Belge: O zamanlar Türk edebiyat›n› iyi bilmedi¤im do¤ru, çok okumam›flt›m. Bir sefer Memet Fuat’› evime davet etmifltim, kitaplar›m› falan görmüfltü. Yatak odamda bütün kitaplar›m hengâme halinde, alt alta üst üste diziliydi. Bu kitaplar›n da hemen hepsi ‹ngilizceydi, aralar›nda çok az miktarda Türkçe kitap vard›. Hatta Samet A¤ao¤lu babamla birlikte hapisteyken bana da kitaplar›n› imzalam›fl, vermiflti. Benim o çok az say›da Türk edebiyat› kitab›m›n aras›nda Samet A¤ao¤lu falan da vard› ki herhalde Türk edebiyat›na girmek için ilk aflamada okunmas› gereken yazarlardan biri Samet A¤ao¤lu de¤ildir. Hat›rl›yorum, bu durumla çok e¤lenmiflti Memet Fuat. Onun için o tespiti do¤rudur, kat›l›yorum. Yine de Türkçeyi demeyelim de Türk edebiyat›n› çok fazla bilmiyordum. Ama o zamanlar çeviriye yaklafl›m›m daha sonra oldu¤undan farkl› de¤ildi. Benzer kayg›larla çeviri yap›yordum. Bir edebiyatç› olarak öyle uzun boylu planlar yapmadan çevirdi¤im yazar›n ‹ngilizcede yaratt›¤› etkiyi Türkçede hangi kelimeler veya hangi sentaksla yarat›r›m, bunu düflünüyordum. fiimdi ya da baflka zaman yine çeviri yapsam bu derdimin çok fazla de¤iflece¤ini sanm›yorum. 90 Bar›fl Özkul: Metis Çeviri dergisinin Güz 1987 tarihli say›s›nda “Çevrilmemifl Yap›tlara Önsöz” bafll›kl› bir yaz›n›z yay›mlan›yor. Bu yaz›da Ulysses’i baflka dillere çevirmenin olanaks›zl›¤›ndan söz ederek, Türkçeye çevirmeye çal›flman›n da gereksiz bir ifl olaca¤›n› söylüyorsunuz. Bu yaz›n›z›n üzerinden on küsur y›l geçtikten sonra bildi¤iniz gibi Ulysses Türkçeye çevrildi. Ne düflünüyorsunuz bu çeviriyle ilgili? Murat Belge: Polemi¤e yol açmak istemedi¤im için bunla ilgili konuflmak istemiyorum. Ama çeviriyi okuyup okumad›¤›m› merak ediyorsan, okudum. Bar›fl Özkul: Kuflbak›fl› bir gözlemle, ça¤dafl çeviribilim kuramlar›n›n gerek edebiyat gerekse edebiyat d›fl› metinlerin çevirisinde daha çok çevrilen metinlerin erek dil ve kültür dizgesindeki konumlar›n› önemsedikleri söylenebilir. Sizse bildi¤im kadar›yla özellikle edebiyat metinlerinin çevirisinde sadakat ilkesini önemsiyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz? Murat Belge: Tabii açay›m. Ama önce kulland›¤›n terminolojiden girelim. Çeviribilim diyorsun. Biz özellikle Türkiye’de bildi¤imiz bir tak›m laflar›n sonuna bilim tak›s› getirmeyi seviyoruz. Gerçi dünyada da var böyle bir e¤ilim. Bar›fl Özkul: ‹ngilizcede daha çok “translation studies” – çeviri incelemeleri – denilir asl›nda. Murat Belge: Evet ama “translatology” diye bir fley de ç›karabilirler, narratology – anlat›bilim – gibi terimler oldu¤una göre, e¤er yoksa onu da yapabilirler. Bence çeviri, bilim falan de¤ildir. Bilginin belli çeflitleri vard›r, edebiyat veya sanat da dünyay› anlamak için üretilmifl bilgi çeflitleridir. Ama bu bilgi çeflidi bilimin, felsefenin, ideolojinin üretti¤i bilgiden farkl›d›r. Edebiyat, sanat kendilerini özellikle ideolojiden kurtararak yollar›n› açarlar. Bilim ise bunu baflka yöntemlerle yapar. Bunlar› söyledikten sonra çeviriye de t›pk› edebiyat gibi sanat olarak bakt›¤›m› söylemifl oluyorum. Tabii çeviri sadece edebiyat, sanat alan›yla s›n›rl› de¤il. T›bbi bir metni de çevirebilirsin. Mesele o oldu¤unda terimsel uygunluk, anlamsal eflde¤erlik gibi unsurlar çeviride ön plana ç›kar. Ama e¤er bir t›p metni tarihte efline az rastlad›¤›m›z türden bir metin de¤ilse, bunu yazan doktorun üslubuna sad›k kalay›m gibi bir sorunumuz olmaz. Çevirdi¤in metinde düflünsel doz artt›kça sadakat anlamsal bir s›n›rda 91 kal›r, bundan ötesini aramazs›n. Ama edebi bir metni çeviriyorsan orada üslup ya da biçimle içeri¤i birbirinden ay›rmak mümkün de¤ildir. Onun için mümkün mertebe üsluba da sad›k kal›nmal›d›r. Çeviriyi yapt›¤›n, “erek dil” dedi¤iniz dil için de önemlidir bu. fiimdi baz› çevirmenler var, hep de olacakt›r onlar. Bu da bir ekol çünkü sonuçta. Yapt›klar› çevirilerin Türkçe söyleyifllere, kal›plara pekâlâ uydu¤unu görüyoruz. Ortaya keyifle okunan metinler de ç›k›yor do¤rusu. Bizde bu iflin öncülü¤ünü de Can Yücel yapt›. Can dürüstçe ben çevirmiyorum Türkçe söylüyorum diyordu. Ama mesela Sabahattin Eyübo¤lu önemli bir yazard›r ve çevirmendir. Gelgelelim Eyübo¤lu’nun çevirilerini okudu¤umuzda Platon, Melville ve Shakespeare afla¤› yukar› ayn› dilde konuflurlar. Bu belki kendi bafl›na övgüye de¤er bir ifl de olabilir. Ama benim çeviri anlay›fl›m böyle de¤ildir. Hani sadakate yak›ns›n dedin ya do¤ru bir tespit o. Edebiyat çevirisinde sadakat ilkesini Türkçe için de önemli bulurum. Faulkner’› üslubuna sad›k kalarak çeviriyorsam böyle bir üslup imkân› da oldu¤unu Türkçe konuflan insanlara hat›rlatm›fl, göstermifl olurum. Ama ondan sonra Nabokov çevireceksem, Nabokov’un üslubunun Türkçeye denk düflen biçimini bulup söylemeliyim ki Türkçede bunu söylemenin de mümkün oldu¤unu göstereyim. Çünkü bütün diller ve edebiyatlar asl›nda soyut, potansiyel dil kullan›m›n›n içinden özgün üsluplar›n yarat›lmas›na dayan›r. Yazar bunu kendi dilinde yaparken, çevirmen de çevirdi¤i dilde yapmal›d›r. Yoksa edebiyat çevirisinde birörneklik kaç›n›lmaz olur. Bar›fl Özkul: Özellikle edebiyat çevirisinde mektepli/alayl› ayr›m›n› pek önemsemiyorsunuz galiba. Bu durumda çeviri bölümlerinin edebiyat çevirmeni yetifltirme olanaklar›n›n s›n›rl›l›¤›ndan söz edebilir miyiz? Murat Belge: Evet. Ben “yazar olma”, “iyi yazma” derslerine falan da inanmam. Ayn› flekilde yetene¤in ve birikimin varsa edebiyat çevirisini de iyi yapars›n. Böyle bir e¤itim alm›flsan mutlaka o da yard›mc› olur. Ama tek bafl›na bu e¤itim seni baflar›l› bir edebiyat çevirmeni yapmaz. Dedi¤im gibi merak, birikim ve yetenek yoksa birtak›m kuramlar› ö¤renerek üstesinden gelinmez bu iflin. Bar›fl Özkul: fiimdi yine çeviriyle ilintili ama biraz daha farkl› bir konuya geçelim. 1960’l› y›llardan 1990’lara kadar Türk edebiyat›ndan Bat› dillerine çevrilen yazarlara bakt›¤›m›zda üç isim sivriliyor: Yaflar Kemal, Aziz Nesin, Nâz›m Hikmet. 1990’l› y›llardan bugüne geldi¤imizde ise Orhan Pamuk hegemonyas› al›p bafl›n› yürüyor. Bana göre Orhan Pa92 muk ald›¤› ödülleri hak eden, evrensel çapta bir romanc›. Öte yandan Ahmet Hamdi Tanp›nar, Yusuf At›lgan, O¤uz Atay, Sevgi Soysal, Vüs’at Bener ve baflka y›¤›nla romanc›m›z›n ondan eksik kal›r yanlar› oldu¤unu düflünmüyorum. Ama bu sayd›¤›m yazarlar›m›z›n yap›tlar› ya hiç çevrilmemifl ya da çok az dile çevrilmifl. Bu tabloyu nas›l yorumlamal›y›z sizce? Bat›’da, özellikle Anglo-Sakson dünyas›nda Türk edebiyat› Orhan Pamuk’tan ibaretmifl gibi bir alg› olufltu. Öyle de¤il mi? Murat Belge: Evet, bir kere ortada bir haks›zl›k var. Dedi¤in gibi bu durum Orhan Pamuk’un kötü bir yazar oldu¤unu da göstermiyor. Ama tabii flu konufltu¤umuz ba¤lamda bu haks›zl›¤› düzeltecek kifli yazar›n kendisi de¤ildir. Birileri Orhan Pamuk’a gelip senin flu roman›n› da çevirelim dediklerinde yok benim çok roman›m› çevirdiniz, gidin biraz da Yusuf At›lgan’› çevirin diyecek de¤il. Bunu kimse demez. Bar›fl Özkul: Oras› öyle ama Pamuk’un öteki yazarlar›m›za k›yasla ajanslar vas›tas›yla daha profesyonel çal›flt›¤› da kesin. Sonuçta yap›tlar› 49 dile çevrilen bir yazardan söz ediyoruz. Bu da az buz bir rakam de¤il. Murat Belge: Evet tabii, kendini ona göre organize edersen buraya eriflme imkân›n da oluyor. fiunu da unutmayal›m. Bir toplumun edebiyat›yla öne ç›kabilmesi için öncelikle birtak›m de¤erlerle dünyada kendini belli etmesi gerekir. Türkiye’nin dünyada kendini belli etme biçimi muhtemelen bugünlerde parti kapatmayla olacak, bilmem kaç y›ldan beri Kürt sorununu fliddetle bast›rmakla oldu. Yani flimdi böyle bir memleket var dünyada, bunlar›n acaba edebiyatlar› nas›l falan diye kimse merak etmez. Ancak iflte birtak›m rastlant›larla bir, iki yazar buradan öbür tarafa geçebilir. Mesela ilk sayd›klar›n – Nâz›m Hikmet, Yaflar Kemal, Aziz Nesin – bunlar da solcu, muhalif yazarlar. Onlar›n olgunluk döneminde komünizm bütün dünyada önemli bir konuydu, özellikle entelektüel hayat›n içinde belirli bir a¤›rl›¤› vard›. Dolay›s›yla hem iyi birer edebiyatç› hem de muhalif ayd›nlar olduklar› için çevrilmek üzere seçildiler. Yani her zaman bir yazar›n sadece edebi olarak yapt›¤› de¤il onun yan›ndaki unsurlar da belirli çevreler taraf›ndan tercih edilmesinin, göze çarpmas›n›n gerekçeleri oluyor. Yaln›z flu anda Orhan Pamuk’la ilgili benim çok mide buland›r›c› buldu¤um bir sürü spekülasyon dönüp duruyor. Daha önceki y›llarda Yaflar Kemal için ayn› spekülasyonlar yap›l›rd›. ‹flte Yaflar için de kar›s› Yahudi, Yahudi çevrelerin deste¤iyle yürüyüp gidiyor yollu çirkin çirkin dedikodular ç›karm›fllard›. Bu çekememezlik kötü bir fley. Bir yazar›m›z baflkalar›na göre daha baflar›l› olmaya görsün, derhal paça93 lar›ndan tutup hep beraber içinde oturdu¤umuz çukura geri çekmek için elimizden geleni yap›yoruz ne yaz›k ki. Bar›fl Özkul: fiimdi biraz edebiyatç› olarak Murat Belge’den söz edelim isterseniz. Edip Cansever’in politikayla fazlaca içli d›fll› olup edebiyattan uzaklaflt›¤›n›z için size k›zd›¤›n› biliyoruz. Mehmet. H. Do¤an’›n ise Murat Belge’nin edebiyattan uzaklafl›p politikaya kaymas› Türk edebiyat›n›n en büyük kay›plar›ndand›r gibi bir saptamas› var. Bana soracak olursan›z yaz›n dünyas›na ad›m att›¤›ndan beri politikayla ve genel olarak tarihle sürekli içli d›fll› olan bir Murat Belge var. Kendi hayat›n›zda yapt›¤›n›z tercihler bir yana, Yeni Dergi’nin Temmuz 1968 say›s›nda Türk roman›nda tipi inceleyen Murat Belge ile Birikim’in 2007’de ç›kan say›lar›nda Türk roman›nda milliyetçili¤i inceleyen Murat Belge aras›nda edebiyat elefltirisi yaparken seçti¤i yöntem bak›m›ndan çok büyük farkl›l›klar görmüyorum aç›kças›. Murat Belge: O son söyledi¤in do¤ru ama ben kendimi edebiyata vereyim diye bir karar verdi¤imde, politikadan uzak duray›m diye bir karar›m da vard›. Buna yol açan da 27 May›s sonras›n›n yaratt›¤› hayal k›r›kl›klar›yd›. Ama hayat yakam› bir türlü b›rakmad›¤› için politikayla daha çok ilgilendim. Bar›fl Özkul : O zamanlar 27 May›s’› flimdi yorumlad›¤›n›z gibi yorumlam›yordunuz ama de¤il mi? Murat Belge: Tabii, Demokrat Parti yönetiminden hoflnut de¤ildim, anti demokratik buluyordum. O zamanlar çok da gencim, dünya bilgim s›n›rl›. Dolay›s›yla sabah uyan›p da ordu el koydu denilince ordu konusunda flimdiki düflüncelerim de olmad›¤› için çok sevinmifltim. Ama bundan bir iki ay sonra oluflan atmosferde kendimi bu memlekette neden en fazla s›k›l›rsam onlar›n oldu¤u, devaml› hamaset nutuklar›n›n at›ld›¤›, kin, intikam sözcüklerinin havada uçufltu¤u berbat bir ortamda buldum. Bunun özel nedenleri de var. Burs alm›fl›m Amerika’ya gidece¤im, babam Demokrat Partili diye pasaport vermiyorlar. Babama Yass›ada’ya takunya, havlu göndermek üzere Kas›mpafla’daki irtibat bürosuna gitti¤im zaman orada karfl›ma ç›kan subaylar babama hakaret ediyorlar. Hapse girmifl insana, onun yak›n›na hakaret ederek kendini yükselmifl sayan bir zihniyet iflte. Yaflant›sal düzeydeki bu bilgilerden hareketle daha sonralar› toplumu entelektüel, serebral düzeyde sorgulamaya, anlamaya çal›flt›m. Askeri darbe nedir, demokrasi nedir, sosyalizm nedir gibi ko94 nularla ilgili düflüncelerim o günlerden bafllayan deneyimlerimden ve sonraki entelektüel çabalar›mdan bugüne uzan›r. Bar›fl Özkul: Anlad›¤›m kadar›yla 27 May›s sonras› oluflan atmosferden bunalarak tamamen edebiyata odaklanma karar› verdiniz. Murat Belge: Evet, yani bir tür kaç›fl gibi. Ama hayat beni b›rakmad› diyorum ya onu da geçerli dilin parodisini yaparak söylüyorum. Herhalde kendi vicdan›m beni b›rakmad›. Sonuç olarak da politikay› büsbütün bofllay›p da vah vah edebi bir hayat yaflayamad›m diye hay›flanm›yorum. Yapt›klar›mdan memnunum. Bar›fl Özkul: Zaten politikay› büsbütün d›fllayarak edebiyata yaklaflmak ne kadar anlaml›d›r… Sizin bir de Marksist Estetik bafll›kl› bir kitab›n›z var. Edebiyat kuramlar›n› enine boyuna tart›flan bu tip yap›tlara Türkçe elefltiri yaz›n›nda fazla rastlam›yoruz. Sizden önce Berna Moran vard›, sizden sonra da bu iflle ciddi biçimde ilgilenen elefltirmenlerin say›s› bir elin parmaklar›n› geçmiyor. Ben özellikle 60’l› ve 70’li y›llarda Türkiye’de edebiyat elefltirisine hangi yönelimlerin hâkim oldu¤unu merak ediyorum. O y›llar›n yaz›l› olmayan estetik ölçütleri nelerdi? Murat Belge: Türkiye’de elefltiri bugün neredeyse hiç yok, o y›llarda ise biraz moda olarak alevlendi, uzun boylu bir birikim yaratamadan da kayboldu. Demek ki o y›llarda herkesin elefltiriden bahsetmesi gelip geçici bir moda sonucuymufl. Bir kere Türk düflünce dünyas› oluflum koflullar› bak›m›ndan elefltiri kavram›na çok uygun de¤ildir. Buradan edebiyat, sanat elefltirmenli¤ine gelince elefltiriye uygun düflünce iklimi gerekti¤i gibi bir de zevk dedi¤imiz, tam da ne oldu¤unu tan›mlamas› zor bir ölçüte geliyoruz. Tan›mlamas› zor ama elefltiri için de zorunlu bir ölçüt. Mesela bence Fethi Naci iyi bir elefltirmendir. ‹yi bir elefltirmen olmas›nda flunu, bunu, Marksizm’i bilmesinin pay› vard›r mutlaka. Ama önemli olan Fethi Naci’nin zevki vard›r ve bunu birtak›m teorik s›n›rlar içine sokarak aç›klamak pek olanakl› de¤ildir. Bunun bende de oldu¤unu düflünüyorum do¤rusu. ‹flte 70’li y›llarda herkes Kemal Tahir’in Devlet Ana’s›n› bizim tarihimizin bafllang›c› neydi, ATÜT’ten mi – Asya Tipi Üretim Tarz› – yoksa baflka yerden mi geldik gibi sorular çerçevesinde de¤erlendirirken benim için bu roman öncelikle zevk-i selim dedi¤imiz fleye ayk›r›yd›, ortada iyi bir edebiyat yoktu yani. Bar›fl Özkul: Cevat fiakir için de ayn› flekilde düflünüyorsunuz... 95 Murat Belge: Sadece yazd›¤› milliyetçi romanlar için öyle düflünüyorum. Yoksa Türk edebiyat›nda denizi anlatan en iyi romanlar› Cevat fiakir yazm›flt›r. Milliyetçili¤e girmedi¤i yerlerde Cevat fiakir’in sahici bir deniz, do¤a sevgisi vard›r. Kimsenin çok da kal›plara s›¤d›ramad›¤› defolu bir edebiyat yapar. Ama o defolara ra¤men orada bir sanatç›, edebiyatç› duyarl›l›¤› vard›r. Uluç Reis, Turgut Reis gibi romanlar› ise berbatt›r. Çünkü onlara tepeden t›rna¤a yabanc› düflmanl›¤› ve milliyetçilik sinmifltir. Bar›fl Özkul: Konuyla ba¤lant›l› olarak baflka bir soruya geçeyim. Bu aralar “Türk Roman›nda Büyük Anlat›” bafll›kl› bir kitap yazd›¤›n›z› biliyorum. Bu kitab›n serüveni nedir, k›saca anlatabilir misiniz? Bitti mi bu kitap? Murat Belge: Daha bitmedi, bitmek üzere. Ben hayat›m› herhalde bir 150 y›ll›k falan hesaplam›fl olmal›y›m. Mesela filolojide edebiyat de¤il de dil sertifikas› ald›m. Edebiyata nas›l olsa hayat›m boyunca bakar›m, flu dilbilim meselelerini önce bir halledeyim dedim. Bitirme tezimde ve doktoramda epik çal›flt›m, oradan nas›l olsa modern edebiyata geçerim diye düflündüm. Filoloji okurken bir yandan da durmadan antropoloji, mitoloji okudum, Konfüçyüs’ten Vedanta’ya çeflitli dini konulara girdim. Dine falan inanm›yorum ama bunlar›n ne oldu¤unu bilmem laz›md›. Hani “detour” derler ya, devaml› böyle erteleye erteleye geldim ve sonunda bu macera yüz elli y›l sürmeyece¤i için çok da vakit kalmad›. fiimdi milliyetçi edebiyat üzerine yapt›¤›m okumalar›n meyvesi olacak de¤indi¤in kitab› bitirmek üzereyim ama o da eninde sonunda politik meselelerle ilgili bir kitap olacak. fiunu da ekleyeyim, bu serüvenin içerisinde teoriyi çözmek gibi bir derdim de vard› ve iflte Marksist Estetik bu projenin bir yerlerine oturur. Bar›fl Özkul: Marksist Estetik’te Marksist edebiyat kuramc›lar› aras›ndan Christopher Caudwell’i seçmeniz de karakterinizle belli ölçüde uyumlu asl›nda. Bana göre Caudwell, Gramsci’nin “organik ayd›n” tan›m›na epeyce uyan birisiydi. Bir yandan ‹spanya ‹ç Savafl›’na kat›l›p Cumhuriyetçilerle omuz omuza savaflt›, öte yandan entelektüel ufkunu alabildi¤ine geniflletmeyi hiç ihmal etmedi. Murat Belge: Caudwell’i ilk seçti¤imde s›ralad›¤›n nedenlerden dolay› böyle bir tercih yapm›flt›m. Ama üzerine çal›flmaya bafllad›¤›mda yazmak istedi¤im fleye uygun birisi oldu¤unu da gördüm. Yaratma, yans›t96 ma, yeniden üretim gibi kavramlar uzun süredir kafam› kurcalamaktayd›. Sonralar› bu kavramlar üzerinde derinlefltikçe kafamdakileri s›namak için Caudwell’in do¤ru tercih oldu¤unu gördüm. Bar›fl Özkul: Edebiyat elefltirisinin günümüzdeki verim düzeyiyle ilgili ne düflünüyorsunuz? Özelde edebiyat genelde kitap elefltirisi, günümüzde tan›t›m yaz›lar› format›nda, gazetelerin kitap eklerine s›k›flt›r›lm›fl durumda. Bu asl›nda etik d›fl› bir durum de¤il. Hatta insanlar› okumaya sevk etmesi bak›m›ndan faydal› da. Öbür yandan kitap eklerine s›k›flm›fl elefltiri hakiki, derinlikli elefltirinin önünü kesmiyor mu? Murat Belge: Bunun önünü kesti¤ini söylemek herhalde çok do¤ru olmaz. Ötekinin yoklu¤u diye bir durum var. Bu var diye öteki yok gibi bir nedensellik herhalde kurulamaz. Genel olarak edebiyat eskisi kadar çok insan›n ilgisini çekmiyor. Eskiden yetenekli insanlar edebiyata yönelirlerdi. Orhan Veli, Sait Faik gibi insanlar yaflad›klar› dönemde Türkiye’nin en yetenekli insanlar›yd› ve bunun için de edebiyatç› olmufllard›. Ama flimdi o yeteneklere sahip insanlar baflka türlü alanlara do¤ru gidiyorlar ve maalesef ancak bir k›sm› iyi edebiyat okuru oluyor. Fakat bizde as›l mesele Türkoloji bölümleri. Türkoloji bölümlerinde sa¤lam bir edebiyat tarihi disiplini kurulmad›¤› gibi edebiyat kuramlar›yla ve genel olarak edebiyatla s›k› iliflkilere sahip edebiyat elefltirmenleri yetifltirmek kayg›s› da yok. Mesela Amerika’da ellilerde “New Criticism” – Yeni Elefltiri – gibi bir elefltiri ekolü do¤du. Bunun menflei üniversiteydi. Bar›fl Özkul: Benzer biçimde, ‹ngiltere’de 1920’lerde I. A. Richards öncülü¤ünde “Practical Criticism” – Pratik Elefltiri – gibi yine üniversite menfleli bir elefltiri ekolü do¤mufltu. Murat Belge: Tabii, bunlar hep akademik adamlar ve bu adamlar edebiyat tarihi ö¤retirken karfl›laflt›klar› sorunlar› çözmek için oturup uzun boylu emek harc›yorlar, sorunlara yeni perspektiflerden bakmay› deniyorlar. Buradan da yeni elefltiri ekolleri do¤uyor. Bizdeki Türkoloji bölümlerinde ise böyle bir çabadan eser yok. Durmadan pompalanan hamaset, milliyetçilik, mukaddesatç›l›k onlar için daha önemli. Bizde daha çok Bat› edebiyatlar› bölümlerinden Berna Moran gibi, Memet Fuat gibi gerçekten edebiyat elefltirmeni, edebiyat tarihçisi denebilecek insanlar yetifliyor. Yeri gelmiflken baflka bir fleye daha de¤ineyim. Mantar gibi her köfleye üniversite aç›yoruz. Halbuki üniversite dedi¤in kurumun bir kökü olmal›d›r. Kökü olmay›nca deneyim ve bak›fl aç›lar› akademisyenler97 den akademisyenlere, oradan da ö¤rencilere aktar›lmad›¤› için o kurumlardan istisnai durumlar d›fl›nda edebiyata gerçekten gönül vermifl edebiyat elefltirmenleri, edebiyat tarihçileri de ç›kmaz. Nitekim ç›km›yor da. Bar›fl Özkul: Tanp›nar, Türkoloji bölümleri için söylediklerinize istisna teflkil eder. Son zamanlarda da ‹nci Enginün, Nükhet Esen gibi Türkologlar edebiyat tarihi ve elefltirisi ad›na gayet iyi ifller yap›yorlar bence. Murat Belge: Tabii ama sayd›¤›n isimler bir yana bu konuda Türkiye’nin geneline bakt›¤›m›zda iç karart›c› bir tabloyla karfl›laflm›yor muyuz? Bar›fl Özkul: Günümüzde yay›mlanan edebiyat dergilerini nas›l buluyorsunuz? Tirajlar›n›n görece düflük olmas›n› okur say›s›n›n düflüklü¤üne ba¤layabilir miyiz? Murat Belge: Evet, okurdan çok yazar›m›z var gibi geliyor bana. Edebiyat dergilerini çok düzenli olarak takip etti¤im söylenemez. Onun için bu konuda isabetli yorumlar yapamayabilirim. Takip etti¤im kadar›yla içeriksiz dergilerin yan›nda iyi dergiler de ç›k›yor. Yaln›z iflte edebiyatta büyük bir de¤er kayb› oldu¤unu sürekli söylüyorum. Nam›k Kemal dönemini düflünsene: Her fley edebiyatta bafllar ve biterdi, edebiyatç› toplumun en flanl› adam›yd›. Ama flimdi mühendisi, pedagogu, avukat›, flusu, busu olan çeflitlenmifl, karmafl›klaflm›fl çok baflka türlü bir toplumda yafl›yoruz. Burada edebiyat da edebiyatç› da ciddi bir erozyona u¤rad›. Biraz önce söyledi¤imizle de ba¤lant›l› olarak yetenekler durmadan baflka alanlara kanalize oluyor art›k. Dolay›s›yla iyi edebiyat okurunun say›s› günümüzde çok az. Türkiye’yi baflka milletlerle k›yaslarsak oralarda da ayn› durum söz konusu. Biz burada bir fliir kitab›ndan en fazla bin, iki bin adet bas›yoruz. Ama mesela ‹ngiltere’de de bu say› de¤iflmiyor. Evrensel bir de¤er kayb› var yani. Bunu nas›l durdururuz, bilmiyorum. Oturup ciddi ciddi düflünmeliyiz. Bar›fl Özkul: Teflekkürler Murat Belge. rum. Murat Belge: Ben teflekkür ederim. Sözcükler’e baflar›lar diliyo- 98 Selahattin Yolgiden DATÇA deniz geceyi aflt› ve fark›nda bile de¤iliz fenerden kalbimize uzanan yolun sardalyalar, torikler ve deniz taraklar› livarda uzakta denize uzan›p a¤layan çamlar ve yaln›zl›¤› deniz adamlar›n›n bütün gece kendi yas›ma a¤lad›m kendi yafllar›mla ›sland› erguvani mendil. biri “neredesin?” dese yerime deniz verecek cevab›: “üstümdeki iskelenin üstünde” can babay› vuran gam bat›r›yor kay›klar› yükümüz sevgi, dünyadan a¤›r yani deniz geceyi geçti ve fark›nda bile de¤iliz a¤lad›¤›n›n y›ld›zlar›n. 99 Ali Alkan ‹nal N‹NN‹LER 1. bir varm›fl ninni bir yokmufl ben sana masal›n› anlat›rken bunun gözlerin aç›lm›fl düfllere bir varm›fl bir yokmufl ninni uyan›p uyudu¤unu görünce koynumda boynuma sar›l›p söyledi¤in gibi 9. düfl tarlas›na ça¤›r›r seni ninni uyu sap› e¤en tanelerin a¤›rl›¤›yla keskin ora¤›n h›fl›rt›s›yla uyu kuca¤›mda bir demet bafla¤›n s›cakl›¤›yla uyu tarlas›na ça¤›r›r seni ninni beni uykudan uyand›ran düfl hasad› 18. buzul ça¤›na giriyor gözyafl› denizim ne dalgalar›n sesi kalacak ninni ne rüzgâr›n ›sl›¤› da¤ etekleri gibi çünkü uzak önümde uzanan gövden aflk iflte ninni uyu uyuyabilirsen 100 WALTER BENJAMIN’‹N D‹L VE ÇEV‹R‹ EVREN‹ Gökçen Ezber Walter Benjamin’in yo¤un bir biçimde tart›fl›lan “Die Aufgabe des Übersetzers” (Çevirmenin Görevi) adl› yaz›s›, dil ve çeviri kavramlar› ile ilgili önemli sorunsallara de¤inmektedir. Özgün metnin çevirisi ve okuru aras›ndaki iliflki, çeviri yap›tlar›n var olduklar› alan içindeki konumlar›, çeviriye yüklenen farkl› stratejiler ve ifllevler, Benjamin’in yaz›s›nda tart›fl›lan konulardan baz›lar›d›r. Benjamin’in yaz›s›nda, dil ve çeviri olgular›n› ele al›rken kulland›¤› organik mecazlar okurlar› flafl›rtacak niteliktedir. Kulland›¤› bu organik mecazlar ve imgeler, Benjamin’in tasarlad›¤› dil ve çeviri evrenini de gözler önüne sermektedir. Benjamin’e göre dil, gerçe¤i temsil eden bir göstergeler dizgesidir ve bir arac› olarak ifllev görür. Dilin ifllevi düflünceleri betimlemek ve bunlar› dile getirmektir. Buna göre her fleyin bir dili vard›r. Genifl ve dinamik bir dil görüflü olan Benjamin flöyle der: “…zihinsel anlamlar›n her türlü iletilmesi dildir; sözcükler ile kurulan iletiflim, insan dilinin yaln›zca bir boyutudur.” (Benjamin 1997: 107). Benjamin ayr›ca dillerin, nesnelerin dilsel yan›n› aktard›¤›n› belirtir (Benjamin 1997: 109). Yine Walter Benjamin’e göre çeviri, diller aras›ndaki gizli anlam› a盤a ç›kartmaktad›r. (Benjamin 1999: 73). Benjamin’in bu dinamik dil tan›m›, dil olgusunu ba¤›ms›z bir zemine oturtmaktad›r. Dil yal›t›lm›fl bir bilgi dizgesi de¤il, nesneler, kifliler ve düflünceler aras›nda ba¤ kuran bir arac›d›r. Benjamin dile dinsel bir anlam da yükler. Çeviriyi hem bir ‘adland›rma’ hem de ‘tanr›sal bir görev’ olarak gördü¤ünü söyleyebiliriz. (Düttmann 2000: 25). ‹nsan çevresindekileri adland›rmak zorundad›r. ‹nsan olma durumunu ve spiritüel özünü, çevresinde Tanr› taraf›ndan yarat›lm›fl fleyleri adland›rarak kazan›r. Fakat bu fleylerin nas›l adland›r›ld›¤›, kendilerini insana nas›l aktard›klar› ile ilgilidir. Benjamin’in çizdi¤i bu dilsel evren portresinde, çevresindekileri adland›rmakla dini bir yükümlülük üstlenmifl bir insan yer al›r. Bu model içinde insan›n çevresindekileri, fleyleri adland›rarak asl›nda Tanr›n›n sözlerini ‘çevirdi¤ini’ de söyleyebiliriz. Bu bak›fl aç›s› içinde, George Steiner’›n da dedi¤i gibi çeviri edimine ‘felsefi, etik ve spiritüel bir anlam’ yüklenmifl olur (Steiner 1998: 67). Benjamin’in zihnindeki farkl› dil alg›lar›; yani bir yanda gerçek yaflam›n somutlu¤u ve dilin ifllevselli¤i, öte yanda da dilin dinsel boyutu, “Die Aufgabe des Übersetzers”de karfl›m›za ç›kan ikili bak›fl aç›s›n›n da 101 temelini oluflturur. Benjamin yaz›s›n›n bafl›nda, ‘bir sanat biçiminin ya da sanat yap›t›n›n anlamland›r›lmas›nda, al›c›n›n dikkate al›nmas›n›n asla verimli sonuç’ getirmeyece¤ini söyler. (Benjamin 1990: 70). Benjamin’in bu yaz›s›n›n kendi fliir çevirilerine yazd›¤› bir önsöz oldu¤unu düflündü¤ümüzde, bu ifade kula¤a gerçekten flafl›rt›c› gelir. Öte yandan, dil sorununa yöneltti¤i dinsel ve felsefi bak›fl aç›s›n› düflündü¤ümüzde, bu o kadar da anlafl›lmaz bir ifade de¤ildir. Cümledeki ‘al›c›’ sözünün Almanca’daki karfl›l›¤› ‘aufnehmen’ fiilinden gelmektedir ve ‘aufnehmen’, ‹ngilizce’deki ‘receive’ fiilinin tersine hem etkin hem de edilgen bir anlam tafl›maktad›r. ‘Al›c›’, esinlendi¤i için edilgen, bir sanat yap›t› yaratt›¤› içinse etkendir. Bu ikili¤in, Benjamin’in dile yöneltti¤i bak›fl aç›s›nda da görüldü¤ünü söyleyebiliriz: gerçeklik ve ideal boyutlar. Gerçeklik boyutu dilin günlük kullan›m›n›, ideal boyut ise dilin felsefi ve dilsel niteliklerini simgelemektedir. Benjamin’in organik yaflamsall›k ile ilgili mecaz ve imgeleri, özgün metin ve çeviri aras›ndaki iliflkinin betimlendi¤i bölümlerde karfl›m›za ç›kar. Benjamin, özgün metin ve çeviri aras›ndaki iliflkiyi ‘do¤al, daha aç›k bir flekilde ise, yaflamsal bir iliflki olarak betimler (Benjamin 1968: 78). Bu ba¤lamda çeviri metnin özgün metne ba¤l›l›¤›n› ortadan kald›rarak, çeviri metne kendine ait bir yaflam vermifl olur; çeviri metne ayr› bir yazg› atfeder. Fakat bu, parçalar› zihnimizde birlefltirmek yerine, daha da fazla ay›ran bir bak›fl aç›s›d›r. Benjamin’in kaynak metin ve çevirisi aras›ndaki iliflkiyi aç›klamas›, sanat yap›tlar›n›n ‘yaflam’ ve ‘yaflam sonras›’ durumlar› hakk›nda söyledikleri ile de anlam kazan›r. (Benjamin 1999: 72). Burada da Benjamin’in ikili bak›fl aç›s› karfl›m›za ç›kmaktad›r; Benjamin’e göre yaflamsal çeflitlili¤i yaln›zca do¤a ile de¤il, tarih ile aç›klayabiliriz, çünkü yaflam yaln›zca organik gerçeklik ile s›n›rl› de¤ildir. (Benjamin 1999: 72). Benjamin, “Tarih Felsefesi Üzerine Tezler” adl› yaz›s›nda, “bir dönemi yeniden yaflamak isteyen tarihçilerin, Fustel de Coulanges’in de önerdi¤i gibi, söz konusu dönemin ard›ndan gelen her fleyi kafalar›ndan silmeleri” gerekti¤inden söz eder. (Benjamin 1999: 247). Bu bak›fl aç›s›n› çeviri edimine uygularsak, özgün metin ve onun sonraki yaflamda devam› olarak görülen çevirisi aras›nda da hiçbir ba¤ kurulamaz. Benjamin’in özgün metin ve çevirisi aras›nda öngördü¤ü hareket dairesel bir hareket de¤il, uçlar›n asla bir araya gelmedi¤i sarmal bir harekettir. Bir özgün metnin farkl› çevirileri, kendilerini sürekli bir ‘aç›lma’ içinde bulurlar (Benjamin 1968: 80). Benjamin’in yaz›s›n›n ‹ngilizce çevirmenlerinden Zohn, bu aç›lma sözcü¤ünün Almanca’daki özgün karfl›l›¤› olan ‘Entfaldung’ sözcü¤üne daha yak›n bir anlama sahip ‘flowering’ (çiçek açma) fiilini kullanmaktad›r; metni Türkçe’ye çeviren Ahmet 102 Cemal ise bunu ‘yenilenme, geliflme’ olarak aktarm›flt›r (Benjamin 1983: 130). Benjamin’e göre bu ‘aç›lma’ ya da ‘çiçek açma’, özel ve daha yüksek bir yaflam boyutunda gerçekleflen, ‘özel ve yüksek bir amaca sahip’ bir edimdir. Sözü edilen bu amac›n temelinde ‘diller aras›ndaki karfl›l›kl› iliflkiyi ifade emek’ bulunur. Bu noktada da, Benjamin’in ikili bak›fl aç›s› karfl›m›za ç›kar. Benjamin’in evreninde çeviri, dünyevi ve basit bir iletiflim döngüsü oluflturmaz; çeviri, diller aras›ndaki gizli ba¤lar› a盤a ç›karan bir edimdir. Benjamin’e göre çevirmenin görevi de, diller ars›ndaki bu gizli iliflkiyi, ‘embriyonik’ ya da ‘yo¤un’ bir biçimde ortaya ç›kartmakt›r. (Benjamin 1999: 73). Çeviri ve özgün metin aras›ndaki iliflkiyi yans›tan bir baflka ilginç mecaz da, ‘çevirinin do¤um sanc›lar›’d›r. Benjamin’e göre çeviri, dilin bir tür ‘olgunlaflma’ sürecini yans›t›r ve çevirinin kendisi de, diller aras›ndaki gizli iliflkilerin a盤a ç›kt›¤›, ya da ç›kmaya çal›flt›¤› bir do¤um sanc›s›d›r. Bu ba¤lamda, Paul de Man, çevirinin olanaks›z oldu¤unu (bu nedenle bir okuma ya da genel olarak anlamland›rma süreci oldu¤unu); Benjamin’in kendi metninin de çevrilemez oldu¤unu ileri sürmektedir. Paul de Man, Benjamin’in Zohn taraf›ndan yap›lm›fl ‹ngilizce çevirisini ve Maurice de Gandillac’›n Frans›zca çevirisini ayr›nt›l› olarak inceler ve derinlikli karfl›laflt›rmalar yapar. De Man, her iki çevirinin de Benjamin’in Almanca özgün metnindeki derin ve incelikli anlamsal ayr›mlar› yakalayamad›¤›n› göstermeye çal›fl›r. Paul de Man’a göre, Benjamin’in sözünü etti¤i, ‹ngilizce’de ‘afterlife’ ile dile getirilen ‘yaflam sonras›’ ifadesi, ‘do¤um sanc›lar›’ benzetmesi ve ‘çiçek açma/aç›lma’ gibi mecazlar okurda bir yan›lg› oluflturmakta, çevirinin biyolojik bir döngü içinde yorumlanmas›na neden olmaktad›r. Oysa Paul de Man’a göre, Benjamin’in sözünü etti¤i ‘yaflam sonras›’ bir özgün metin için çeviri de¤il, ölüm anlam›na gelmektedir. (de Man 1986: 85): “Benjamin ‘Nachreife des fremden Worters,’ ifadesini kullan›r; Zohn bunu yanl›fl bir biçimde bir ‘olgunlaflma süreci/maturing process’ olarak çevirmifltir. Nachreife, Almanca’daki spätlese (olgunlaflm›fl ve geç toplanm›fl, çürümüfl üzümden yap›lm›fl çok iyi bir flarap) sözcü¤üne benzer; bu Stifler’in roman› Nachsommer’a (Past›rma Yaz›) benzer; içinde bir melankoli, hafif bir yorgunluk hissi, hak etmedi¤in bir yaflam ve hak etmedi¤in bir mutluluk duygusu, zaman›n geçmifl oldu¤u hissi vard›r.” Bu yorum çerçevesinde, Benjamin’in vurgusunun ölüm ve çürüme çevresinde geliflti¤ini söyleyebiliriz. Benjamin’in kulland›¤› bu mecazlar ve imgelere bak›ld›¤›nda, yo¤un bir olumsuzluk ve parçalanm›fll›k gözlemleriz. Görünürde yaflamla ilgili olan bu mecazlar, Benjamin’in dil içinde anlama ve çeviri edimlerinin son derece karmafl›k edimler oldu¤unu düflündü¤ünü gösterir. Jacques Derrida, ‘De Tours de Babel’ adl› ya103 z›s›nda flöyle der: ‘Bu öykü (Babil öyküsü), baflka her fley bir yana, dillerin karmaflas›n›, sözlerin indirgenemez çoklu¤unu, çevirinin olanaks›zl›¤›n› ve onun olanaks›z olma gereklili¤ini’ ortaya koyar. (Derrida 1985: 171). Bu öyküde dile getirilen çokluk, Benjamin’in öne sürdü¤ü çeviri ve anlama edimlerinin olanaks›zl›¤›n›n nedeni olarak görülebilir. Derrida’ya göre anlam, çokluk içinde sonu gelmez bir ayr›msama süreci içinde oluflur. Ayn› düflünce, Carol Jacobs’›n 1975 tarihli ‘The Monstrosity of Translation’ (Çevirinin Gaddarl›¤›) adl› yaz›s›nda da karfl›m›za ç›kar: “Anlam dilin d›fl›nda ya da dilden ba¤›ms›z olarak, tek bir sözcükte ya da ifadede karfl›m›za ç›kmaz; anlam farkl› anlamland›rma biçimleri aras›ndaki karfl›l›kl› farklardan ortaya ç›kar.” Benjamin, “Çevirmenin Görevi’nde, çeviri ve özgün metnin aras›ndaki iliflkiyi, bir daire ve daireye te¤et geçen bir çizgiye benzetir. Burada özgün metin daire, çeviri ise bu dairenin yaln›zca tek bir noktas›na dokunan bir te¤et çizgi ile özdefllefltirilir. Burada sözü edilen daire, Benjamin’in tart›flt›¤› ‘saf dil’in tohumunu içeren daire olabilir. Bu tohumdan da, daireye farkl› noktalarda temas eden farkl› çizgiler, yani farkl› çeviriler ç›kabilir. Bunu görsel bir biçimde zihnimizde canland›rd›¤›m›z zaman, topra¤a, ya da sonsuzlu¤a köklerini salan, fakat bir gövde oluflturmayan çatlam›fl bir tohum görüntüsü oluflur. Acaba burada önemli olan tohumun ç›kartmas›n› bekledi¤imiz ana gövde de¤il de, birbirleri ile s›k› ve karmafl›k bir a¤ oluflturan te¤et çizgiler, yani çeviriler olabilir mi? Benjamin’in vurgulamak istedi¤i, bu te¤et çizgilerin birbirleri ile oluflturdu¤u a¤, dillerin aras›ndaki gizli iliflki olamaz m›? Düttmann’›n dedi¤i gibi, ‘çeviri, adland›rma sürecinin ay›rd›¤› isim ve fleyi birlefltirerek, dilin arma¤an›n›’ bize sunmaktad›r (Düttmann 2000: 39). Kaynakça: Benjamin Walter. “The Task of the Translator” / “Die Aufgabe des Übersetzers”, (‹ngilizce&Almanca metinler); çev. Hynd, J. / Valk, E.M., Delos; A Journal on & of Translation, Say› 2, National Translation Center, Austin, Texas, (1968), 76-99. “Çevirmenin Görevi”; çev. Ahmet Cemal; Yazko Çeviri, Say› 14, (1983), 128-137. “On Language as Such and on the Language of Man”; One Way Street ad Other Writings, Verso, London&New York, (1997), 107-123. “The Task of the Translator, An Introduction to the Translation of Baudelaire’s Tableaux parisiens”, s.70-82 ve “Theses on the Philosophy of History”, s. 245-255; çev. Zohn, Hary; Illuminations, (ed.) Hannah Arendt, Pimlico, London, (1999), 70-82. Düttmann, Alexander Garcia. “On the Path Towards Sacred Names”; çev. Arline Lyons, The Gift of Language: Memory and Promise in Adorno, Benjamin, Heidegger and Rozenzweig, The Athlone Press, London, (2000), 5-34. De Man, Paul. “Conclusions: Walter Benjamin’s ‘The Task of the Translator’”, The Resistance to Theory, çev. Godzick, Wlad, U. of Minn. Press, Minneapolis, (1986), 73-93. Derrida, Jacques. “Des Tours de Babel”; Difference in Translation; …(ed.) Graham, Joseph, H., Cornell University Press, Ithaca, London, (1985), 165-207. Jacobs, Carol. “The Monstrosity of Translation”, Modern Language Notes, Say› 90, The KohnHopkins University Press, (1975), 755-766. 104 Songül Çelik ENG‹N, Ç‹NGENE K‹RACI, ‹MAM Alibeyköy’de bir bodrum kat iflsizlik. Engin, Çingene kirac›, ‹mam umut. “Para el kiri de¤il a¤am ci¤erini s›k, üç dört sene. Z›mparalarsan yüz tafllarsan dörtyüz. sonra dön.” Alibeyköy’de bir tafllama atölyesi : Engin, Çingene kirac›, ‹mam. Ne kadar kumlan›rsa o kadar a¤art›l›r. Ne kadar a¤art›l›rsa o kadar ölünür. Yaylalardan inip Blucin tafllamak. Denizini b›rak›p fiarköy’ün tafla, ilaca belenmek. Yaflamak için gelip Azerbaycan’dan Hale bak. Gaziosmanpafla’da bir hastane: Engin, Çingene kirac›, ‹mam. Memleket hastal›¤› de¤il bu dil dönmez ad›n› söylemeye ci¤er hiç dönmez. ‹stanbulda bir mezarl›k: Engin, Çingene kirac›, ‹mam. Vitrinlerde, üstlerde, bafllarda Engin, Çingene kirac›, ‹mam. 105 Dilevi’ne Yolculuk SES‹N/‹N ÇA⁄ILTISI Feridun Andaç 1./Kunt Bak›fl/›n Ne dersen de, anlatmal›y›m sana bu yolu. Her sabah oradan geçerken rüzgâr›n sesini hissettiren kavak a¤açlar›n›n gölgesine gelince yapraklar›n h›fl›rt›s› çekip al›r beni içine. Dururum öylece, bir yerlerden i¤de a¤açlar›n›n kokusu gelir. ‹ki buluflma ça¤›nda dönerim çocukluk cennetime. Yeflilin döne döne renk de¤ifltirdi¤i bir ân’›n efli¤inde, bafl döndüren i¤de kokular›n›n aras›nda duran zaman›n dilinin ne olabilece¤ini düflündü¤üm yerdeyimdir. Orada tutulu kalmam›n, dönüp akasya a¤ac› çiçe¤inin kokusunu hissetmek için, uzan›p daldan bir deste yapra¤› avuçlamam›n yak›fl›k olmayaca¤›n› düflünerek yoluma devam ediyorum. Kad›nlar yürüyüfl yolu belledikleri bu a¤açl› koridordan h›zla geçip gidiyordular her sabah. Düflünürdüm; acaba o h›fl›rt›ya kulak verdikleri, bu kokular› sindirerek içlerine çektikleri olur muydu… yoksa bütün dertleri o serinlikten geçerek ter atmak m›yd›… Sonra, yolun bafl›na gelince, derin bir soluk al›p, yeflil kafesi and›ran yamaçtan afla¤› usul usul inmem… Rüzgâr›n esintisi burada yön ve h›z de¤ifltirmifltir art›k. T›pk› ‹zmir’in imbat›n› ça¤r›flt›ran bir efilti yalar yüzünüzü. Buna ald›rmamak mümkün de¤il. Hele kufl seslerine... Bir ihtimal ki; bülbül flak›mas›d›r bunlar. Bo¤aziçi’nde bülbül zaman›d›r çünkü. Erguvanlar renk de¤ifltirmifl, han›melleri varl›¤›n› hissettirmifltir. Bo¤az’a do¤ru inerken düflünürüm: yüzünün anlam›n›, bak›fllar›ndaki gizemi, ellerinin konuflur halini… Dokununca parmak uçlar›m›n yanaca¤›n› sand›¤›m ân gelip bulur beni. Sonra, durup derin bir soluk al›r›m. Uzar yol. Bak›fllar›m, duygular›m bir ye¤inlik sarmal›nda. Senin kunt bak›fl›n s›r vermeyen bir geçit, afl›lmayan bir duvar… Sessizli¤ini yordu¤um ân’lar› hat›rlay›nca, küskün dilin kap›lar› neden kapal› diye düflünmeden de alamam kendimi. Biliyorum, bak›fllar›n yal›nk›l›ç de¤ildi. Ellerin tedirgin, saçlar›n sakl›yordu yüzünü. Gözlerinse seni sevenin oldu¤unu göstermek istemiyordular. Biliyordum, orada, imkâns›z›n k›y›s›nda durdu¤umu. Ama ge106 ne de k›r›lganl›¤›n bir ay gibi do¤uyordu gözlerime, kendimi tutam›yor, dönüp yüzüne do¤ru yürümek istiyordum. Göz yan›lmaz. ‹çgöz ise gördürür dilin sakl› tuttuklar›n›. Sana gelen sözlerimin çok uza¤›nda oldu¤unu biliyorum. Gene de ben, aram›zda bir k›y› yarat›p, sözün enginine oradan bakmay› deniyorum. ‹mkâns›z›n k›y›s›ndan bak›yordum. ‹yicil olan› gösteren her renk mevsimini arar, bilirdim. Hangi mevsimde yaflad›¤›n› az-çok seziyordum. Yolun en dik yerine gelince kesintiye u¤ruyor düflüncelerim, solda Gül, sa¤›mda ise Atmaca ç›kmazlar›. Durup bu adlar›n neden verildi¤ini düflünüyorum. Adland›rmak… Yol alabilmek için gerekli mi? Kaybolmamak için iflaretler, adlar, kay›tlar kaç›n›lmaz belki! Ama duygular› ille de adland›rmak m› gerekir? Yolu yar› etmeden, katmerli güllerin tafl duvarlardan sarkt›¤› evin önüne gelirsiniz. Buras› Dolayba¤›’n›n niflangâh yeridir. Hem gündönümünü, hem yolun dikli¤ini, hem de Gül Ç›kmaz› ad›n›n neden verildi¤ini anlat›r biraz. Gözlerimin bir izin peflinde oldu¤unu hissettiren ›fl›k huzmesine dönüyorum yüzümü. Soka¤›n ›ss›zl›¤› buran›n geçitsiz bir yer oldu¤unu anlatmaz. Çünkü insanlar, bahçelerinin k›y›lar›n› yola vermifl, kendilerini yeflil örtülerin içine saklam›fllar. Soka¤a taflan yeflil örtülü duvarlar geçitsiz… fien bir bak›fl aram›yorum bu yolda. ‹çgözüm sana dönük, senden yans›yan izlerde. Okurken ne düflündü¤ünü düflünebilece¤im ân’day›m flimdi. Yol/yolculuk metaforunu anlatan bir metni kurman›n ara yerinde dönüyorum sana, sabah yol ald›¤›m soka¤a. Akl›mdan ç›km›yorsun Küçü¤üm. Günlerce suskun kal›nca, sanki, dilsiz bir zaman/›n ça¤›na girmifltim. Dünyan›n bütün kap›lar› kapanm›fl, art›k o sokaktan da geçemez olacakt›m! 2./ Senin Yüzün B›rak anlatay›m. Öteledi¤in zaman orada as›l› dursun. Dön kendine. Neden yanarda¤›n ömrü lâvlar›yla ölçülür, bunu düflün. Bir de, Araf olmasayd›, herkes kendi Cennetini Cehennemini nas›l yaratabilirdi; bunu düflün, bir de bunu… Biliyorum ki; susacaks›n Küçü¤üm. Yitik k›lacaks›n sözlerimi. 107 ‹mgenin yans›lar›d›r sözcüklerimi al›p sana getiren. Oradan bak›nca sana, tutuyorum zaman›n elinden flimdi. 3./ Yerçekimli Bak›fl Ifl›k ve yerçekimi… Evrenin dili orada. Anlamak ve çözmek, yaflamak ve hissetmek için. Onsuz/onlars›z yokuz. Dilsizdir zaman bize, kapal›d›r kap›lar, k›y›s›zd›r bak›fllar›m›z. Çak›flma ân’› rastlant›lardan do¤ar. Anlamak dedi¤imiz yolun tafllar› baflka nas›l döflenebilir ki… Uzaklaflma bilinci/bilgisi ürküntüden do¤ar. Ama o ilk ipiltinin yans›s›d›r içimizdeki duygular›n yer de¤ifltirdi¤ini anlatan. Her neyse… Gene de ben sevdim senin “yerçekimli” tan›m›n›. Bir de ba¤land›m “zinhar” sözüne. fiöyle bir bak›nca yüzüne, ellerine, durufluna, kararl› haline, narin ve k›r›lganl›¤›na; karfl›mda bir Shakespeare kahraman› gibi durdu¤unu düflündüm. F›rt›na öncesi zaman›n ne oldu¤unu anlatan bir trajedinin dilinden söz etmiyorum elbette. Bilirsin; Shakespeare, imkâns›z› iyi anlat›r. Yerçekiminin çat›flma duraklar›n›, rastlant›lar›n dönüfltürücülü¤ünü… Uzaktan bak›nca sana, biriken sözlerin önünü al›yorum Küçü¤üm. Zira orada durman/durmam daha iyicil geliyor bana. 4./ Kurtar›c› Yan›yor ellerim. Lâv› avuçlam›fl gibiyim. Görünce seni, duyunca sesini, bak›nca yüzüne yand›¤›m› hissediyorum. Kurtar›c› olan nedir flimdi, söyle bana? 5./ u¤untulardan geçtim Bize keder olacak yüzlerin berisindeyim, aynal› yaz, gülbahrili sabah; ads›z sans›z yüz. elemin gölgesini gezdiriyor çocuklar sokaklarda, kime gam, flöyle böyle sessiz kalarak anlat›lan tarih mi yoksa, susup yüz burarak, kan›ts›z yaflamak gibi bakarak gitmek. sesini ayarla mevsime, b›rak, k›st›r›lm›fl düflünce düflünce de¤ildir; olsa olsa y›¤›nt› dura¤› her biri. bekle, sabah olursa uyan›r halûk; yani gün döner, mevsim de¤iflir açar özgürlük gülleri. hadi gel, geçmeden bo¤aziçi’ni sisli zamanda, oturup haliç’in k›y›s›nda bir güle gönül düflürmenin, onu melekler kat›na ç›karman›n hikâyesini konuflal›m. sinik duran her fley yaband›r biraz, kendini ölüme haz›rlar. bahçesiz yaflamay› yaflamak san›r. bilmez hölderlin neden ç›ld›rd›, aflk sanr›s› dedi hekim, oysa, 108 art›k ölümcül de¤il bu ça¤da sevmeler; biraz da al›flkanl›klar de¤ifltiriyor duygular›. oysa bilmeli rilke duino a¤›tlar›’n› neden yazd›. yaln›zca yas de¤ildir sözü biriktiren, yaflananlara dönüp bakmal›, bir kez de olsa. susmak iyicil belki günümüzde, ‘bir kazaya u¤ramadan günü eksilttim hayat›mdan’ der gibi yol almak. ah! kederli dil, ölümcül günah, yedi s›r kap›s› gibi durma öyle; ölmüyor insanlar hiçbirinden, e¤er sevmeyi bilmiyorsa. ç›k›nca melekler kat›na, görmez canân›n› can. yüz döker, gün savuflturur, devflirdiklerini hayat san›r. öyle olsun, b›rak kestirip atmay›, öznesiz tümce kurmay›; b›rak, dön yaflad›¤›n ân’a bak, seni bekleyen belirsizli¤e, güne tutulan safran sar›s› bak›fla. söndür kandillerini ac›n›n, nas›lsa keder var yede¤inde; melekler ç›k›p gidemez aykaranl›k gecede. hadi, sus art›k, yak›fl›yor sana susmak. flu görünen gece mi yoksa? elem çarfl›lar›nda bak›fllar›n› gizleyen kim? ne zaman döndü rüzgâr, hangi aldat›c› bak›fl çeldi akl›na, söyle. iflaret fifle¤i hangi zaman›n dili, yoksa seni avutan gözdeki rimel mi? zaman› unut, bizans eskisi bahar karfl›l›yor bak›fllar›m›z› nas›lsa. solan ne, eskiyen dil nerede. ellerine bak›nca hat›rl›yorum geçmifl zaman›n dilini. nas›l da kapal› yol, oysa zemheri de yok. iflitilen avaz ne, bu nereden al›yor rengini. soluksuz kalan kim. endifleli bak›fllar›n› sil, dön yüzünü, gecene katt›klar›n› ay›kla. ve senin olan zaman›n diliyle yola düfl. içinde tafl›d›¤›n renk nas›l iletken, bir bilsen. yabanda kalan duygular›n kanatland›r›c›s›. oradan bak›nca sana, gözlerim tutulu. ruhun burgac›nda s›k›flman›n sa¤›nt›s› dile dön, seni melekler kat›nda gören dile. unutulanlar› hat›rla, bellek tutulu k›lar yaflanan her ân’›. meydanlara ç›kar yüzünün ›fl›lt›s›n› tafl›yan gözleri, iz b›rakanlar›. biliyorum, barbarlar kap›da; al›p götürecek seni, kanayacak içim, gözlerime mil çekilmiflçesine bakaca¤›m ard›ndan. balkan ezgisi tüketecek sevgimin gam›n›. zaman çad›r›nda dil dökmeyi b›rakaca¤›m. dalgak›ranlara gömece¤im yüzümü, çöl ilerlese de tafllar›n dili tafl›r ancak gözlerinin izini. yüzüm yan›k, alev atefl ellerim. heryerdelik zaman› geçti art›k, sevmek sarp bir kale ya al›n›r ya al›nmaz. köro¤lu olmaya gerek yok, ama flirin’siz de ferhad’s›z da yaflanm›yor aflk, kayadan gelmiyor su. gitmeye haz›rl›yorsun kendini, kaybolmaya belki, unutulmaya. biliyorum, ürkütüyor seni bu dil, bu bak›fl, bu duygu selintisi. mele¤im, dilin a¤r›s› olurmufl demek, bunu ö¤rendim suskunlu¤unda, can ›lg›n›ndan geçiriyor beni bak›fllar›n. al›flt›r›yorum yüzümü gecenin yar›s›na. di¤er yar›s› özlemin yurduna aç›yor kap›lar›n›. susan ne, o avaz kimin, neden ay buluta girince gözleri kapan›yor baykuflun; yoksa gecenin dilini mi unutuyor. gezdiriyorum sesini kulaklar›mda, yüzün gündo¤umu, ›fl›lt›s› melekler kat›n›n divanesi ediyor ellerimi. ki; seni hat›rlatan ne varsa bu gecenin sa¤›nt›s›, oradan bak›yorum gözlerine, narinli¤ine. ki; dokununca yanan, iletkenli¤ini sana da tafl›yan ellerim bu yolculu¤un ilk tan›¤›, bunun için seviyorum onlar›. gözlerimi kutsamal›, seni bana tafl›d›klar›, araf’tan geçirip zaman›n sana dönük kap›s›n› bana açt›klar› için. sen ki, ç›k›p geldin, esintin de¤il, varl›¤›n varl›¤›m oldu; ‘yaflamak bu’ dedirten duygu kas›rgas›na tutuldum seninle. flimdi gece tafl›mal› bu sesi sana, susmal› ebabil, unutulan dil ç›kmal› bar›na¤›ndan; sana bu dili anlatmak için yeni sözler biriktirmeliyim. 109 Hülya At›lgan JÜP‹TER Ç‹ÇE⁄‹ Gölgem düflmüfl yeryüzüne Görünsün gören göze Hangi ak›l anlarsa Ona anlataca¤›m Hangi kulak duyarsa O duysun hikâyemi Kokun hiç gitmedi benden Çocuklu¤umun karanfili TERS LALE Hem laleyim Hem tersim Hem ö¤renciyim Hem dersim Düzüm düz Tersim ters neyleyeyim Boynum e¤ik K›ldan ince Yapra¤›m dik Gönlümce Yaflad›¤›m sürece Bütün zarafetimle Ben bir ters laleyim 110 YANLIfi NUMARA Ayfer Coflkun Nedenini hemen kavrayamad›¤› k›s›k bir sesle: – Abla, iflte sana hep bahsetti¤im arkadafl›m Makbule, dedi kardefli. Sonunda, tüm ifl arkadafllar›n›n koca bulmaya u¤raflt›klar› Makbule’yle tan›fl›yordu. Hem de ilginç bir randevunun ertesinde. Belki de bu nedenle biraz tedirgindi. ‹lk kez karfl›laflt›¤› birisinin çok kiflisel bir maceras›na tan›k olmakt› onu rahats›z eden. – Tan›flt›¤›m›za çok memnun oldum efendim. Ayten sizi ne kadar çok anlatt› bilemezsiniz. Tan›flmak için sab›rs›zlan›yordum. Çok memnun oldum, sözleriyle birlikte uzat›lan eli tuttu¤unda, sesteki tonun güzelli¤iyle adeta çarp›lm›flt›. Öyle “billur” benzetmeleriyle filan anlat›lamazd›. Bir yandan sözcüklerin anlam›na anlam kat›yor, öte yandan onlar› yok edip, salt bir müzik parças›na dönüfltürüyordu. “Adam hakl›ym›fl.” diye, düflünürken: – Ben de, diyebildi ancak. Gözleri kardeflinin bilgiç bak›fllar›na tak›l›nca, onu onaylayan bir gülümsemeyle Makbule’ye döndü. Önce genifl aln›n› süsleyen perçemine gizlenmifl gözleriydi yakalad›¤›. Ürkek, masum çocuk bak›fllar›n›n daha da güzellefltirdi¤i gözleri. Uzunca ama yüzünün dengesini bozmayan burnunu k⤛t mendille silerken, bafl›yla karfl› kald›r›m› iflaret ediyordu. Sonunda oradaki bir kafeye gitmeyi önerdi¤ini anlad›lar. Birlikte yürürlerken, kardeflinin ona alçak sesle bir fleyler söyledi¤ini, onunsa omuzlar›n› kald›rmakla yetindi¤ini izliyordu sessizce. Kardeflinin yüzündeki merak›n, yavafl yavafl h›rç›n bir yaz›klanmaya dönüfltü¤ünü görüyor, Makbule’nin kaçamak, ürkek bak›fllar›na verilebilecek anlam› vermemeye çal›fl›yordu. Onun merak›n› anlam›yor de¤ildi ama bir fleylerin ters gitti¤ini de görmüfl olmal›yd› art›k, diye düflünüyordu. “Adam, numaras›n› yanl›fl düflürdü¤ü bir telefondan duydu¤u sese vurulmufl. Gerçekten de harika bir ses ama her güzel ses sahibini de güzellefltirmez ki! Evet, çirkin denemezdi. Hele sesine tak›l›nmasa, hiç de fena de¤ildi. Ama telefondaki sesle sersemlemifl bir adam düfl k›r›kl›¤›na u¤rayabilirdi. U¤rard›. Büyük olas›l›kla da öyle olmufltur…” gibi düflünceler geçip duruyordu içinden, onlar› izlerken. Kafeye oturduklar›nda, uzunca bir süre kimseden ses ç›kmad›. Garsonun gelmesiyle hareketlenen masa, onun sipariflleri al›p gitmesiyle ye111 niden sessizli¤e gömüldü. S›k›nt›l› havay› kardefli, iflyerinde olanlar› anlat›p, Makbule’nin gitmedi¤i iki günün özetini ç›kartarak bozdu. O ise dinlemiyor gibiydi. Kaçamak bak›fllar› d›flar›da ak›p giden insan selindeydi. Ayten birden s›k›lm›flças›na, adeta hayk›rd›: – N’oldu Allahaflk›na? Anlatmayacak m›s›n? O s›rada gelen kahvelerini önlerine çekerlerken, ikisi birden merakla verece¤i yan›t› beklemeye bafllam›fllard›. Art›k kaç›fl› yoktu. Yavaflça uzan›p kahvesinden bir yudum ald›. Gözlerinden karmakar›fl›k duygular ak›p duruyordu. Fincan›n› oynatan Ayten’in ç›kard›¤› gürültüden baflka ses yoktu. Bu ses ve Makbule’nin tedirgin duruflu, onun elini birden çekip masaya sertçe vurmas›yla son buldu. – Gitmedin randevuya de¤il mi? Aya¤›na gelen k›smeti teptin yine! Ablas›na döndü. Yan masadaki adam›n merakl› bak›fllar›yla kendine gelmifl gibiydi. K›s›k sesle konuflmas›n› sürdürdü: – Hep böyle bu k›z. Bir türlü anlayamazs›n. Adam›n ifli gücü varm›fl. Konuflmas› çok düzgünmüfl. Kitaplardan filan konuflmufllar. Okuyan birisi… Belli. Düflünebiliyor musun, ayn› tür edebiyat›, ayn› tür müzi¤i seviyorlar. ‹kisi de O¤uz Atay hayran›. Tutunamayanlar ’› kaç kez okumuflmufl. Neredeyse ezbere biliyormufl. Hofluna giden baz› cümleleri söylüyormufl telefonda. Kaç kez konufltular… Kaç kez!... Ama ifl buluflmaya gelince… Sustu biraz. Yaz›klanarak bakt› arkadafl›na: – Bu kez çok kararl›yd›n hani. Yine n’oldu? H›rsla kalan kahvesini bitirip, atarcas›na b›rakt› fincan› masaya. Makbule a¤›rdan k›p›rdand› sandalyesinde. Kaçamak bak›fllar›n› yine d›flar›ya çevirdi, karfl›s›ndakilerin sabr›n› zorlayan bir suskunluktan sonra, derin bir soluk ald› ve duyulur duyulmaz bir sesle: – Gittim, dedi. ‹kisi de kalakald›lar. Gitmiflti demek. Ayten ona bu denli yüklendi¤i için, abla ise sesle sahibi aras›nda buldu¤u uyumsuzluk üzerine üretti¤i düflüncelerinin gerçekleflmifl olmas›ndan utanm›flças›na sustular. Gitmiflti ve... olmam›flt›. Ayten’in: – Özür dilerim. Ne olur affet! Hep… biliyorsun iflte… senin mutlu olman› istiyorum… istiyoruz. Hay Allah! Ne bileyim? Saçmalad›m. Affet n’olur, sözcükleri etrafa saç›l›rken, ablas› sessizli¤ini koruyordu. Zaten pek konuflmam›flt›. Tan›flt›r›ld›klar›nda yaflad›¤› rahats›zl›k, daha da artm›flt›. Bu nedenle olmal›, oturdu¤u yere m›hlanm›fl gibiydi. Makbule onlardaki bu pani¤e benzer davran›fllara bir anlam verememiflçesine bak›yordu. Daha rahatlam›fl görünüyordu. – Evet, gittim, dedi. Arkas›na yasland›. Buluflaca¤›m›z kafenin ters taraf›nda beklemeye bafllad›m. ‹lk kez böyle bir fley yafl›yordum. ‹nan›n, 112 heyecandan titriyordum. Geldi… Elinde kocaman mor bir gülle. Kararlaflt›rd›¤›m›z gibiydi her fley. Giyimi de. Duraklad› bir an. Kendi kendine söylenir gibi: – Niye morsa?.. Üstelik kolay da bulunmaz. Bulmufl, dedi. Bafl›n› sallad›. Sahi neden mor demifltik… demifltim? Ben, bendim o bulunmas› zor rengi isteyen. Gözlerini yan›t ararcas›na karfl›s›ndakilere çevirdi. Durdu biraz. Bulmufl ama. Evet, t›pk› konufltu¤umuz gibi giyinmiflti. Hemen anlad›m o oldu¤unu. Ben öyle giyinmedim, giyinemedim. – Eee….. sonra? diyerek, e¤ildi Ayten ona do¤ru. O ise yüzünde alayc›l›¤a s›¤›nm›fl bir düfl k›r›kl›¤›yla bakt› bir süre. ‹yice k›s›k bir sesle: – Kaçt›m…. Evet, hemen kaçt›m, dedi. Ayten yeniden gerginleflmiflti. – Olaca¤› buydu iflte. Geldik yine ayn› yere. Kaçm›fl, derken ablas›n›n dizine vurdu hafifçe. Makbule ayn› yar› alayc› bak›fllar›n› çevirdi karfl›s›ndakilere, bafl›n› e¤di hafifçe, derin bir soluk verircesine: – O kadar yak›fl›kl›yd› ki, anlatamam. Duramazd›m… Kaçt›m… O görmeden hemen kaçt›m, dedi. Bir fleyin yeni ay›rd›na varm›fl olmal›, bafl›n› önüne e¤erek kendi kendine söylendi: – Görse de tan›yamazd› ya… Hem sözcükler, hem de adam› daha da yak›fl›kl› k›lan ses tonuyla sersemlemiflti adeta. ‹lk kez bir soru yöneltmek cesaretini buldu kendinde abla. – Peki, sonra hiç aramad› m› sizi? – Aramaz olur mu? Hem de kaç kez. Açt›m. “Sevil” diyordu, “Neden gelmedin? ‹ki saat bekledim. Acaba adreste bir yanl›fll›k m› oldu?” Hiç yan›t vermedim. Sabah ilk iflim, gidip numaray› de¤ifltirmek oldu. – Sevil mi?.. Sevil de kim? diye sordu Ayten. Makbule yine ayn› yüz ifadesine s›¤›nd›: – Makbule diyecek de¤ildim ya. 113 Levent Sevi YAKIN MEVS‹M Bir k›fl günü, flöyle yazm›fl›m: uyuyakalana kadar uyuyam›yor uyuyakald›¤›m› unutana dek uyanam›yorum. Ve en sevdi¤im flairin sözleri: “ve hayat›m bombofl, tüm yapraklar› kopar›lm›fl bir çiçek gibi. seviyor, sevmiyor, seviyor.” Kurflun kalemle çizmiflim alt›n›. Anlar da bir süre sonra silinir, baflka anlar al›r yerini. Uzak bir mevsim gibi, pikeyle yatt›¤›n› yaz›n unutmak gibi yorgan›n alt›nda. Yak›n bir mevsimdeyim flimdi, çimlerinde uzand›¤›m. An›lar›n uza¤›nda, an›lar benim düflman›m. Ifl›klar› söndürdükten sonraki yürüyüflüm, bir idam mahkûmunun elektrikli sandalyeye giderkenki yürüyüflü gibi de¤il, koridordan yata¤a gidilen yolda. Yeni mevsimimin çimlerinde beni karfl›layan rahat bir koltuk; koflup yorulduktan sonra uyuyakal›p, uyuyakald›¤›m ân› hat›rlad›¤›m. 14 Nisan 2008 Hisarüstü. 114 AHMET M‹THAT EFEND‹’YLE SAFFET‹ Z‹YA’NIN BENZER VE FARKLI YÖNLER‹ A. Didem Uslu Tanzimat sonras› Türk edebiyat›n›n en önemli konu ve temalar›ndan biri, Osmanl› ‹mparatorlu¤unun Do¤u-Bat› aras›ndaki uzlaflmas›n› sa¤lama çabalar› ve roman karakterlerinin bu iki farkl› dünya aras›nda gidip gelmeleridir. Ahmet Mithat Efendi (1844-1912), Saffeti Ziya’dan otuz y›l önce do¤mufl olmas›na ra¤men, her iki yazar da, 19. yüzy›l›n sonuyla 20. yüzy›l›n bafl›nda can çekiflen Osmanl› ‹mparatorlu¤unun gündelik hayat›nda yaflayan s›radan insana tan›kl›k etmifl; romanlar›nda tarih ve sosyoloji bilminin anlat›m›na katk› sa¤lam›fllard›r. Her ikisinin kurgular› zaman›n örf, adet ve yaflam biçimlerini anlatan toplumbilimsel çal›flmalar gibidir. Romanlar, 19. yüzy›l›n sonundaki Osmanl› toplumunu oldu¤u gibi anlat›r. Gerçi Tzvetan Todorov’un da belirtti¤i gibi bir roman hiçbir zaman tam bir hakikat olamaz. Daha do¤rusu hakiki olup olmay›fl› düflünülmemelidir bile, çünkü “Modern mant›k (en az›ndan Frege’den bu yana) bir biçimde bu yarg›y› reddetmifltir: Roman, bilimlerden farkl› olarak, yanl›fl olan veya olabilen bir söz de¤ildir; bu söz, hakikatle s›nanamaz; roman ne hakikidir ne de sahte, bu soruyu sorman›n bir anlam› yoktur: Roman›n ‘kurmaca’ oluflunu belirleyen fley tam da budur.” (Todorov 50). Ne var ki Saffeti Ziya da, Ahmet Mithat Efendi de, tav›r olarak gerçekçili¤i benimsemifl ve içinden ç›kt›klar› toplumu bütün gerçekli¤iyle anlatm›fllard›r. Temelde Gerçekçilik ak›m› 19. yüzy›l›n sonunda, her iki yazar›m›z›n yaflad›¤› dönemi etkisi alt›na alm›flt›r ama gerçekçi tav›r, edebiyat tarihi boyunca kendini her an hissettirmifltir. Ian Watt’›n yazd›¤› gibi, her dönemde “halk masal› ya da pikaresk bir anlat› ‘gerçekçi’ say›l›yordu, çünkü iktisadi ve cinsel gerçekler bu öykülerde aktar›lan insan davran›fllar›n›n as›l zeminini oluflturuyordu.” (Watt-Barthes 11) Ahmet Mithat Efendi’nin Osmanl› ve Bat› üzerine gerçekleri yazmas›ndaki en önemli ateflleyici etken, yazar›n Avrupa ülkelerine uzun bir yolculuk yapm›fl ve dönüflte bin sayfal›k bir seyahatname yazm›fl olmas›d›r. Nüket Esen bu konuda flöyle söyler: “Bu tarihe kadar Bat› ve Do¤u medeniyetlerini hep karfl›laflt›rmal› olarak ele alan ve bunu hep kendi ‘Do¤u’sunu savunmak için yapan Ahmet Mithat’›n, bu gezide Bat› medeniyetinden çok etkilendi¤i 1894’te yay›nlad›¤› kitaptan bellidir” (Esen 18). Do¤u-Bat› çeliflkisini yaflayan Ahmet Mithat Efendi’yle Saffeti Zi115 ya’n›n bu ortak yanlar›na ra¤men, roman yazma tarzlar›nda ve cinsellik konusunu ele al›fl biçimlerinde çok büyük farkl›l›klar bulunmaktad›r. Felatun Bey ve Rak›m Efendi (1875) roman›ndaki iki erkek, Felatun Beyle Rak›m Efendi, Salon Köflelerinde (1910) roman›nda da fiekip, H›ristiyan kad›nlarla iliflki kurmufl erkeklerdir.* Farklar söz konusu oldu¤unda, Ahmet Mithat Efendi’nin anlat›c›s›, karakterlerin kendilerini anlatmas›na izin vermez ve durmadan onlar›n yerine konuflur. Hatta yeri geldi¤ine karar verdi¤inde, onlar› ac›mas›zca yarg›lar veya yere gö¤e koyamaz. Halbuki Saffeti Ziya’n›n tüm olaydizisini, karakterler bizzat yaflay›p görerek öteye götürürler. Öte yandan Ahmet Mithat Efendi’nin kurgular›ndaki karakterleraras› çat›flma eksikli¤i, onlar›n tek boyutlu olmalar›na neden olmufltur. Asl›nda Ahmet Mithat Efendi, ülkesini çok seven ve kalk›nmas›n› isteyen bir ayd›nd›r. Ülkesini ilgilendiren her konuya el atm›fl, her zaman Osmanl›n›n yarar› için çal›flm›flt›r. Edebiyat›n yan› s›ra ekonomi bilim dal›yla da ilgilenmifl, hatta Ahmet Güner Sayar’›n kitab›nda anlatt›¤›na göre, kendi yazd›¤› Ekonomi Politik isimli bir ekonomi kitab›n› Tercüman-› Hakikat Gazetesinde tefrika ettirmifltir. Yazar›n ekonomik düflüncesi, roman karakterleriyle ba¤lant›l› oldu¤u için, Sayar’›n flu sorusu ve yan›t› önemlidir: “Ahmed Midhat Efendi nas›l bir ekonomik insan peflindeydi? Hace-i Evvel çal›flkan, tasarrufa riayetkar, kurallara boyun e¤en, disipline olmufl, hesab›n› iyi bilen, kanaatkar ve nihayet tesanütçülü¤ü benimsemifl bir tipoloji üzerindeydi. Esasen onun ‘laissez-faire’e ters düflmesinin bir sebebini de Osmanl› insan›n›n toplum içinde birbirini arayan, kollayan ve teselli eden görünümüyle Klasik iktisad›n insan›na benzemeyece¤i inanc›nda aramak gerekiyor” (Sayar 376-377). Ahmet Mithat Efendi, Do¤u-Bat› k›yaslamas›na ve Türk insan›n›n akl›ndan ç›kmayan Do¤u-Bat› çat›flmas› konusuna parmak basan ilk yazarlardand›r. Romanlar›nda Avrupa görmüfl ve Bat›’n›n etkisi alt›nda kalm›fl karakterlere s›kl›kla rastlanmaktad›r. Hatta romanlar›ndan anlafl›ld›¤›na göre, o y›llarda Çerkes cariyelerle evin genç k›zlar› bile Frans›zca ö¤renebilmektedir. Salon Köflelerinde roman›yla ayn› y›l yaz›lm›fl Jön Türk (1910) roman›nda, esmer güzeli Ayfle Ceylan’a babas› Frans›zca’y› Türkçe’den önce ö¤retmifl, Ayfle on yafl›na geldi¤inde Frans›zcay› tam bir Frans›z aksan›yla konuflmaya bafllam›flt›r (Mithat 72-75). Ancak roman, devam›nda, onun Nurullah ad›ndaki gençle yaflad›¤› karmafl›k aflk› ve mutsuzlu¤unu anlat›r. Ahmet Mithat Efendi, Felatun Bey ve Rak›m Efendi (1875) isimli bir baflka roman›nda, yine Bat›’n›n olumsuz etkisini ele alm›flt›r. Bu kez roman boyunca paras›n› har vurup harman savuran ve roman›n sonunda borçlar içinde baflar›s›zl›¤› yaflayan Bat› hayran› Felatun Beyle roman›n sonunda varl›kl› ve mutlu bir sona kavuflan geleneksel erkek Rak›m 116 Efendi aras›ndaki büyük z›tl›k anlat›l›r. Zaten roman›n sonunda birisi Türk, öteki Avrupal› iki han›mla iliflkisinden çocuk sahibi olan ama bundan sonra bafl›na gelenler anlat›lmayan Rak›m Efendi bile, Bat›’n›n olumsuz yan›na iflaret edip bunu Jozefina’ya aç›kça ifade eder: “Rak›m korkuyla ‘Sana bir fley söyleyeyim mi Jozefino? Sizin bu Avrupa’n›n fenalar›, iyilerinden pek çok ziyade!’” Roman›n iflleri tatl›ya ba¤layan iyi yürekli Bat›l› kad›n karakteri durumundaki Jozefino ise, bunu kabul etmekle birlikte, ‹stanbul’un budalalar›n›n ak›ll›lar›ndan daha fazla oldu¤unu, baflka deyiflle Bat›n›n kötü oldu¤unu ama Bat› hayranlar›n›n daha kötü oldu¤unu dile getirir (Mithat 159). ‹ki erkek karakter aras›ndaki baflka bir önemli fark da Felatun Beyin varl›kl› bir aileden gelmesi, buna karfl›l›k Rak›m Efendi’nin geçimini ancak sa¤layan bir erkek olmas›d›r. Ahmet Mithat Efendi’nin içinde yaflad›¤› Do¤u-Bat› çeliflkisi, karakterlerine de yans›m›flt›r. Karakterler de Do¤u’yla Bat›’n›n aras›nda kalm›fll›¤›n karars›zl›¤›n›, flaflk›nl›¤›n› ve ikilemini hissederler. Zaten Georg Lukacs’a göre roman çat›flma içindeki bireyin içine yap›lan bir yolculuktur. Bu yüzden de, her roman sonsuzlu¤a uzanan biyografik bir yap›da yaz›lm›flt›r. Lukacs flöyle der: “Roman›n içsel biçimi, sorunlu bireyin kendine do¤ru yolculuk süreci olarak kavram›flt›r: Sadece orada olan – kendi içinde heterojen ve birey için anlams›z – gerçeklik içindeki yavan esaretten kesin bir kendini tan›maya götüren yol. Bu tür bir kendini-tan›ma noktas›na ulafl›ld›ktan sonra, böylece biçimlenen ideal de bireyin hayat›n› onun içkin anlam› olarak ayd›nlat›r; ama olan ile olmas› gereken aras›ndaki çat›flma, bu olaylar›n gerçekleflti¤i alanda – roman›n hayat alan›nda – yok edilmemifltir ve bu mümkün de de¤ildir; bu noktada ancak azami bir uzlaflmaya ulafl›labilir: Bir insan›n, kendi hayat›n›n anlam›yla ›fl›mas›” (Lukacs 87). Ahmet Mithat Efendi, bir yandan o y›llar›n ‹stanbul’undaki Bat›’yla iç içe yaflanan hayat› anlat›rken, öte yandan iki karakter aras›ndaki z›tl›ktan didaktik bir mesaj iletir. Felatun Bey Bat›’y› yanl›fl anlayan züppelerdendir. Romanda “üçgen arzu” diye tan›mlad›¤› karakterlerin k›skançl›k, züppelik ve kin dolu büyülenme özelliklerini bir roman›n önemli konusu olarak inceleyen Rene Girard, züppeyi flöyle tan›mlar: “Züppe kendi yarg›s›na güvenemiyor, yaln›zca baflkalar› taraf›ndan arzulanan nesneleri arzu ediyordur. Bu yüzden modan›n kölesidir” (Girard 39). Bat›y› taklit etmenin gülünçlüklerini ortaya koyan Ahmet Mithat Efendi, önleyemedi¤i ahlakç›l›¤› ve didaktik mesaj verme kayg›s› yüzünden dönemin pek çok ayd›n› gibi, Bat›’ya karfl› mesafeli, hatta kimi zaman önyarg›l› olmufltur. Kültür farkl›l›klar›ndan do¤an gülünçlükleri flöyle anlat›r: “Henüz alafranga sofrada yemek yememifl olan bir Türk’ün alafranga usulüyle yemek yedi¤ini görmek insan› güldürür. Örne¤in 117 önünde tabak içinde bulunan eti b›çakla keserek çatalla yemeyi beceremeyenler elleriyle kopard›ktan sonra çatala saplay›p ald›klar› görülür ki, bu acemilik insan›n pek hofluna gider. Lakin hiç alaturka yemek yememifl bir ‹ngiliz’in alaturka yemek yemesi insan› kat›l›ncaya kadar güldürecek bir fleydir. Hele bugünkü misafirlerin yemek yemeleri kendilerini bile güldürtmekteydi ya! Mesela yahni s›cak s›cak gelmifl oldu¤undan Ziklas acele ile parmaklar›n› sahan›n ta dibine kadar dald›rd›¤› anda can ac›s›yla kolunu y›ld›r›m gibi bir süratle geriye çekerken yan›nda bulunan efline bir dirsek vurup biçare kar›y› devirmesi az buz kahkahalarlarla gülünecek seyirlerden de¤ildi (133). Felatun Beyle Rak›m Efendi’yi anlatan bu romanda anlat›c› ses, Do¤u-Bat› k›yaslamas›nda ne kadar yanl› ve müdahaleci oldu¤unu aç›kça ortaya koyar: “Siz bu fikrin hangisini onaylars›n›z? Biz flahsen Rak›m’› onaylar›z. Zira mirasyedinin ve özellikle Felatun Bey tavr›nda bulunan mirasyedinin serveti, haks›z kazanç oldu¤u bin kadar tecrübeyle kesinleflmifl bir hakikattir. ‹flte bahara kadar cereyan etmifl olan bunlardan ibaretti ki, anlatt›k bitirdik” (96). Robert P. Finn yazar›n Do¤u/Bat› aras›ndaki seçimini flöyle özetler: “Uygulamada Ahmed Midhat Bat›’ya karfl›d›r. Yine de Avrupa’ya, özellikle Frans›z kökenli yeniliklere büyük bir hayranl›kla ba¤l›d›r. Romanlar› Frans›z kentlerinin sa¤l›k standartlar›n›n, örgütlenme yöntemlerinin vb. inceden inceye tan›mlar›yla doludur. Oysa özel yaflam›nda, eski düzeni ye¤lemifltir. Onun düflünüflüne göre, Do¤ulu aile, Bat›l› aileden kat kat üstündür. Ahmed Mithad, Osmanl› ‹maparatorlu¤u’nun çok h›zl› bir de¤iflim sürecinde yaflam›fl ve bu de¤iflimi yap›tlar›nda yans›tm›flt›r, ama bu de¤iflmenin özel yaflam›n› etkilemesine izin vermemifltir. Ona kal›rsa, Avrupa etkisini ekonomik alanda s›n›rlamak en do¤rusudur. Onun Bat›l›laflmaya duydu¤u bu ilgi, Türk entellektüel yaflam›n›n ana odaklar›ndan biri olarak süregelmifltir” (Finn 26). Ahmet Mithat Efendi’nin orta s›n›f› düzeltmek için bir ö¤retmen gibi didaktik ders verdi¤ini öne süren Ahmet Ö. Evin de benzer düflüncededir: “Kald› ki, okurla bir diyalog formunda kaleme al›nm›fl olan romanlar›, fikirlerin iki yönde akt›¤› bir vas›ta ifllevi de görmekteydi. Onun için, Ahmet Midhat’›n eserlerinin bir taraftan, ancak çok çal›flmayla yararlan›labilecek olan uygarl›¤›n maddi faydalar›n› vurgular ve bundan dolay› halka reformcu ilerleme düflüncelerinin afl›lanmas›n› hedeflerken, öbür taraftan, halk›n de¤erlerini norm olarak yerlefltirmeyi amaçlad›¤›n› söyleyebiliriz. 1876’da onlara kat›lmaktan vazgeçti¤i Genç Osmanl›lar gibi kendisi de Bat› uygarl›¤› ile Türk kültürünün bir sentezine varman›n pefline düflmüfltü, ancak tassavvur etti¤i modern toplumun temeli olarak cemaat ruhuna a¤›rl›k vermekte di¤erlerinden ›srarc›yd›. Ahmed Mithad’›n bu tutum ve düflüncelerinin hepsini, bir tohum halinde, züppe tipi ile çok çal›flkan genç tipinin karikatürünü 118 romana ilk defa sokan Felatun Bey ve Rak›m Efendi ’de bulmak mümkündür (Evin 107). Roman›n sonunda, her fleye ra¤men mutlu sona kavuflan Rak›m Efendi’nin sanki Bat› etkisiyle Do¤u’yu dengeliyormufl gibi, alt› ay arayla bir Canan’dan bir de Jozefino’dan iki çocu¤u olur (176). Ancak z›t özellikleri olmas› istenen bu iki erkek, sonuçta H›ristiyan kad›nlar› Müslüman Türk kad›nlar›na tercih etmifllerdir. Ahmet Mithat Efendi’nin romanlar›nda, Avrupa’daki Romantik ak›m›n da etkisiyle melodramatik unsurlara s›kl›kla rastlanmaktad›r. ‹yiler ya (Rak›m Efendi, Canan, dad› kalfa ve Jozefino gibi) tamamen iyi, kötülerse fleytan gibi olabilmekte; ani ve ilgisiz rastlant›larla de¤iflimler roman›n geliflimini etkilemektedir. Romanlar› psikolojik derinliklerin ve tahlillerin az bulundu¤u, daha çok olay geliflimine dayal› sosyolojik kurgulard›r. Olaydizileriyse her zaman mant›ksal bir sebep sonuç iliflkileri zamanlamas› ile ilerlememektedir. Yazar her zaman kontrolda ve gözlemdedir. Bunun neticesinde, karakterler do¤al olarak yaflamaz ama yazar›n dile¤ine uygun olarak yaflam sürerler. Halbuki Saffeti Ziya, karakterlerini tamamen kendi bafllar›na b›rakm›fl ve onlar› uzaktan seyretmektedir. Bu yüzden de cinsellik konusunda Saffeti Ziya daha do¤al ve ak›c› ruh halleri gelifltirebilmifltir. Afla¤›daki örneklerde Saffeti Ziya’yla Ahmet Mithat Efendi aras›ndaki aflk ve cinsel çekim anlat›mlar› k›yaslanmaktad›r: Ahmet Mithat Efendi, Rak›m’la Canan aras›ndaki yak›nlaflmay› flöyle anlat›r: “Koca Rak›m, kanepe üzerinde Canan’›n yüzüne baka baka bir iki saatten sonra dald›, gitti. Canan bir aral›k kendisini yata¤a kald›rmak istemiflti. Ancak tamam henüz dalabildi¤i halde uyand›rmaya bir türlü k›yamad›¤›ndan ve kanepenin üstü de oldukça rahat edilebilecek yer oldu¤undan bu defa da kendisi bir müddet efendisi, kardefli, âfl›¤›, sevdi¤i; art›k hat›ra ne gelirse, osu olan, zaten yüzünü doya doya veyahut doyamaya doyamaya seyretti, sonra o da kalkt›, yüre¤inde bin his dolu oldu¤u halde yata¤›na gitti. Ertesi sabah Rak›m gözlerini açt›¤›nda kendisini kanepe üzerinde ve Canan’› karfl›s›nda buldu. Koca Canan hâlâ, o Canan. Hâlâ o durufl, hâlâ o ciddiyet. Ne zannetiniz ya? Canan’› öyle bir y›l›fl›k, aflüfte zannetmeyiniz. Canan sap›na kadar kad›n, edepli, terbiyeli, nazik bir genç k›zd›r” (104). Rak›m, Canan’la birlikte evine gidip ald›¤› Jozefino’yu, güneflin do¤uflunu seyretmeye götürür. ‹ki kad›n birlikte piyano çalar, yemek yer ve ayn› erke¤i paylafl›rlar ama anlat›c›n›n söyledi¤ine göre, Canan efendisi Rak›m Efendiyle Jozefina aras›ndaki iliflkiyi bilmemektedir. Rak›m’la Jozefino’nun diyologlar›nda yine Do¤u-Bat› farkl›l›¤›na iflaret edilir: Türkler övülür ve Jozefino Türklerdeki misafirperverli¤in Avrupa’da bulunmad›¤›n› savunur. Osmanl›n›n erkenci ve konuksever, Bat›’n›n ise gündüzcü oldu¤u iddia edilir. Bu üçlü kay›k sefas› s›119 ras›nda Canan, Jozefino’yu k›skanacak gibi olur ama pastoral bir ortamda mutluluk içinde koyun sa¤arlar, süt içerler ve koflmaca oynarlar. Bu s›rada Ka¤›thane’deki Felatun Bey cephesinde, kumarda paras›n› kaybetmifl olan Felatun Beyle Polini kavga etmektedirler ama Felatun Bey, “bu h›nz›r› ben ihya ettim, elmaslara bo¤dum da onun için yaranam›yorum” diye düflündü¤ü Polini ile yeni bir elmas karfl›l›¤›nda bar›fl›r (118-121). Ahmet Mithat Efendi, Rak›m Efendiyi Felatun Beye tercih etmifltir ama belki de günümüzde tek eflli Felatun Bey, iki kad›n› ayn› anda bir arada tutup oyalayan Rak›m Efendiden daha dürüst bir erkek olarak düflünülebilir. Ahmet Mithat Efendi’nin erkek karakterleri kad›nlarla böyle bir iliflki içindeyken Saffeti Ziya’n›n Salon Köflelerinde roman›nda, fiekip birinci tekil flah›s anlat›mla iç dünyas›n› okuyucuya daha da yak›ndan ve net anlat›r. fiekip’in cinsel duygular›ndaki dalgalanmalar› iki farkl› kategoriye ay›rmak mümkündür çünkü bazen fiziksel temaslar onu etkilemekte, bazen de akl›ndan geçenleri gündüz düflleri gibi yaflamaktad›r: 1. Lydia’yla dans etti¤i anda hissettikleri: fiekip’in, Pera’daki baloda Miss Lydia Sunshine’la tan›flt›ktan sonra onunla dans etmeye bafllad›¤›nda, erkek gururunu okflayan yak›nlaflma s›ras›nda akl›ndan geçenler flunlard›r: “Lydia’n›n mini mini eli de bu defa korunma istercesine, bir teslimiyet edas›yla omzuma yaslan›yordu. Saçlar›... O gür, kumral, beceriyle dalgaland›r›lm›fl kumral saçlar› zamanl› zamans›z gözlerimi, dudaklar›m› okfluyor, b›y›klar›m› kar›flt›r›yordu... Kendimden geçiyordum. Aniden orkestra sustu” (Ziya 11). Lydia, fiekip’e ona vals sözü verip vermedi¤ini sordu¤unda, fiekip’in duygular› flöyledir: “Bu cümle kalbimin üzerinde hafif bir titremeye sebep oldu. Kirpiklerim birbirine kar›flt›. Gözlerimi bir pembe duman kaplad›. Hemen ilerledim. Hiçbir fley söylemeyerek beline sar›ld›m ve derhal dönmeye bafllad›k... Bu s›rada bir çift acemi dansç›n›n bir aral›k bize çarpmalar›na ramak kalm›flt›; Lydia’y› fliddetle gö¤süme do¤ru çektim; dudaklar›m aln›n›n kenar›na flakaklar›ndaki da¤›n›k saçlar›na de¤di (25). Balo sonras› fiekip Lydia’dan ayr›l›rken yine genç k›z›n saçlar›yla teninden çok etkilenmifltir. Bu an› flöyle dile getirir: “Kürkünü geri verdi¤im s›rada Miss Lydia ile göz göze geldik. Gayet yavaflça kürkünü elimden alm›fl, teflekkür etmemiflti. Yaln›z gözlerinde o deminden beri dikkat etti¤im belli belirsiz dalg›nl›k, bütün o nazik vücudunda aç›kça bir teslimiyet arzusu vard›! Elimin içine b›rakt›¤› o güzel elin minimini bir kufl gibi okflay›c› dokunufllar› sonucu parmaklar›m› heyecanl› titremeler sarm›flt›. Sand›m ki hayat›m boyunca o mini mini ellerin sar›l›fl›n› bütün ruhumla, bütün aflk duygular›mla hissedece¤im ve o sar›lmay› hayat›m boyunca unutamayaca¤›m” (58-59). Roman›n sonunda, Sunshine ailesinin ‹stanbul’dan ayr›l›fllar› yaklafl›rken, fiekip 120 Lydia’ya giderayak aflk›n› itiraf etti¤inde, art›k cinselli¤inden korkmakta ve utanmaktad›r. Ancak bu an, flöyle dile getirdi¤i duygusal bir doruk noktas›d›r: “Kalbimin delice çarp›nt›s› aras›nda Lydia’n›n da kalbinin titrek at›fllar›n› duyuyor, dudaklar›n›n soldu¤unu, gözlerinin bayg›n bayg›n süzüldü¤ünü, omuzlar›n›n titredi¤ini, bütün o k›r›lgan ve güzel vücudun kollar›m›n aras›nda ürperdi¤ini hissediyordum. Düflmemek, ayaklar›n›n alt›nda hissetti¤i bofllu¤a, bak›fllar›n› çeken karalt›ya kap›lmamak için bunu bana sonra itiraf etti – sa¤ omzuma koymufl oldu¤u eliyle s›k› s›k› omzumu kavrad›. Tatl› bir ac› duydum. Eldivenler aras›ndan ümitsizce elime sar›lan elini, parmaklar›ma geçen parmaklar›n› aflk›m›n bütün fliddetiyle s›kt›m...” (111). 2. Lydia’y› düflünürken akl›ndan geçenler: Aflklar›n›n do¤al ilerleyifli içinde fiekip, büyük bir sevda ve arzudan sonra küskünlüklere ve yanl›fl anlamalara kap›l›nca, Lydia’n›n her yapt›¤›n› düflmanl›k olarak görmeye bafllar. Yabanc› han›mlarla birlikte olduklar› bir akflam, oturdu¤u yerde bir kitab› kar›flt›r›rken onu hayalinde bütün bedeni gözünün önüne gelerek hayal eder (100-102). Zaten bu düflüncelerin sonunda kendi kendine bir karar almak için ç›rp›n›r ve “onu görmemeye çal›flarak bu hayali unutmak istiyordum” der. Ancak genç k›z, fiekip’i yan›na ça¤›rd›¤›nda genç adam, teslimiyet içinde onun yan›na gider. Asl›nda bu nokta, onlar›n bir kad›n ve bir erkek olarak, hiç hiyerarflisi olmayan ve tamamen eflit bir iliflkiyi paylaflt›klar› and›r çünkü her ikisi de kabahatlerini birbirlerine itiraf ederler. Hemen arkas›ndan fiekip yine tenselli¤in ve dokunuflun çekimine kap›lm›flt›r (104). Sonuç Ahmet Mithat Efendi’yle Saffeti Ziya 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda yaflam›fl Osmanl› yazarlar› olarak içinde yaflad›klar› toplumu birer sosyolog gibi aktarm›fllard›r. Ancak aralar›nda üslup ve konular› iflleme aç›s›ndan büyük farklar bulunmaktad›r. Örne¤in kad›n erkek iliflkileri söz konusu oldu¤unda, Ahmet Mithat Efendi, Felatun Efendi ile Bat› hayran› yaflam›n olumsuz yanlar›n› göstermeye çal›flm›fl, Rak›m Efendi’yle ise iki eflli yaflam›n iyili¤ini savunur gibi görünmüfltür. Halbuki roman›n sonunda iki erke¤in de zor durumu söz konusudur. Felatun Efendi kumar bata¤›na saplan›rken, Rak›m Efendi’nin biri Müslüman, öteki H›ristiyan iki kad›ndan çocu¤u olmufltur. Müslümanl›k bir erke¤e iki kad›nla evlili¤e izin verdi¤i için Rak›m Efendi, Do¤ulu bir erkek türü olarak düflünülebilir. Bu iki erke¤in hayatlar›na giren kad›nlarla duygusal iliflkileri söz konusu oldu¤unda, Ahmet Mithat Efendi’nin roman› içinde bu konuya hemen hemen hiç yer ay›rmad›¤› ama tek bir yerde kad›nlararas› cinsellik imalar›yla konuyu geçifltirdi¤i görülür. Oysa Saffeti Ziya’n›n erkek ka121 rakteri fiekip, ‹ngiliz k›z› Lydia’yla son derece tutkulu ve y›prat›c› bir aflk yaflam›fl ve aflkla milliyetçilik duygular› aras›nda daha da büyük duygusal patlamalara gö¤üs germifltir. Onun akl›ndan geçen veya dans ederken kollar›n›n aras›nda tuttu¤u Lydia’ya hissetti¤i arzu ve kendini frenleyiflleri, roman›n gerçekçi bir temele oturmas›n› sa¤lar. Ne var ki roman sat›rlar›nda sadece dokunufllardan, kokulardan, görsellikten ve iflitmeden öteye gitmeyen bu özlemli aflk›n büyüsü ve gücü, doyuma ulaflm›fl bir cinsellikten daha etkili anlat›lmaktad›r. Ahmet Mithat Efendi ise, kad›n ve erkek karakterlerinin duygular›n› ve cinselli¤ini kendi süzgecinden geçirdikten sonra yarg› ve elefltirileriyle okuyucuya sunmay› do¤ru yol olarak görmüfltür. Kaynakça ve Notlar *Ancak H›ristiyan Osmanl› kad›n›yla, do¤rudan Avrupa ülkelerinden olan H›ristiyan kad›n aras›nda ay›r›m yaparak konuyu incelemek bambaflka bir yaz› konusu olacakt›r. Bir baflka nokta da, Osmanl›n›n birlikte yaflad›¤› gayrimüslümlere ve onlar›n Osmanl› toplumu üzerindeki güçlü (olumlu/olumsuz) etkilerine ra¤men, neden kendini hala Do¤ulu sayd›¤›d›r. Gayrimüslümlerin, Osmanl› toplumuna önceleri çok büyük katk›lar› olmufl ama ulusçuluk hareketleri s›ras›nda Osmanl›’n›n tamamen parçal›n›p yok olmas›nda önemli bir rol oynam›fllard›r. Gerçi Osmanl› ‹mparatorlu¤undan kopmak isteyenler sadece H›ristiyanlar olmam›flt›r. Araplar da çeflitli Avrupal› kand›rmalar›n ve k›flk›rtmalar›n etkisi alt›nda Osmanl›’ya karfl› düflmanlaflm›fllard›r. 1. Evin, Ahmet Ö., Türk Roman›n›n Kökenleri ve Geliflimi (Origins and Development of the Turkish Novel), Türkçesi: Osman Ak›nhay, ‹stanbul: Agora kitapl›¤›, 2004. 2. Esen, Nüket, Modern Türk Edebiyat› Üzerine Okumalar, ‹stanbul: ‹letiflim Yay›nlar›, 2006 3. Finn, Robert P., Türk Roman› (‹lk Dönem: 1872-1900). Ankara: Bilgi Yay›nevi, Türkçesi: Tomris Uyar, 1984. 4. Girard, Rene, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat. Edebi Yap›da Ben ve Öteki. ‹stanbul: Metis Elefltiri, 2001. 5. Lukacs, Georg, Roman Kuram›, çeviren: Cem Soydemir, ‹stanbul: Metis Elefltiri, 2002. 6. Mithat Efendi Ahmet, Felatun Bey ve Rak›m Efendi, Türk Klasikleri, Yay›na haz›rlayan: Cengiz Yurt, ‹stanbul: Klas Yay›nlar›, 2004. Di¤er al›nt›lar, romandan sayfa numaralar› verilmek suretiyle belirtilecektir. 7. Mithat Efendi Ahmet, Jöntürk, Türk Klasikleri, Yay›na haz›rlayan: Banu Çeliko¤lu, ‹stanbul: Klas Yay›nlar›, 2004. 8. Sayar, Ahmet Güner, Osmanl› ‹ktisat Düflüncesinin Ça¤dafllaflmas› (Klasik Dönem’den II. Abdülhamid’e), ‹stanbul: Ötüken, 2000. 9. Tzvetan Todorov, Poetikaya Girifl, çeviren: Kaya fiahin, ‹stanbul: Metis Elefltiri, 2001. 10. Watt, Ian-Barthes Roland, Roman ve Gerçek Etkisi, çeviren: Mehmet Sert, ‹stanbul: DonKiflot Yay›nlar› corpus, 2002. 11. Ziya, Saffeti, Salon Köflelerinde, Türk Klasikleri, Yay›na haz›rlayan: Kudret Büyükç›nar, ‹stanbul: Klas Yay›nlar›, 2004. Al›nt›lar bu kitaptand›r. didemuslu@beykent.edu.tr 122 Sema Ayöz KERTENKELE tafl duvar› arfl›nl›yor göz anlafl›lan hayat› umursamak bofl bir oyukta nas›lsa saklan›r giz bir telafl geçer gözden kaybolur kertenkele ad›mlar›yla kuyru¤undan tozutarak bulutlar› ve ac›lar› zaman h›z kamafl›r gözleri bakan›n hakiki aflktan hem yeflil ham yeflil topra¤a yak›n yüzü hiç yaflanmam›fl yaral› haz günefl olsan tafllara vursan bafl›n› o vakit rehavetle durur bakar kertenkele içinde tafl kesen o yaln›z duvardan 123 Pelin Özer ONUN A⁄IR A⁄IR KANATLARINI BIRAKIfiINI ‹ZLEYEN‹N fi‹‹R‹ (IV) 1. A¤›r uçuflunla aln›ma konmanla senin, mor bir kaya çiçe¤i oluyorum ben Damarlar›n› izleyerek yürümeliyim ‹ncitmeden görünmez yerlerini Ve evrenin çat›s›nda bizi bekleyen bir kulübe varm›fl gibi 2. Ancak seviflirken benzeriz tanr›lara Böyle f›s›ldad› denizat› Kaç›p gidiflini izledim köpüklü suda Uçan bal›klar› avlayan bir y›landan söz edip k›vr›ld› sonra K›vr›ld› yan gelip bulutuna iskelenin 3. Göz k›rpmadan u¤ultuyu dinliyor baykufl B›rakt›¤›n bak›fl A¤›r a¤›r iflleyerek uyukluyor bedenimde Geç oldu sevgilim, sesimi dindirecek birazdan rüzgâr Tek tek söndürecek suya damlayan y›ld›zlar› 124 4. Gecenin çukuruna yaklaflan bir do¤an gördüm Onunla yollayaca¤›m mektuplar›m› Sahipsiz gökyüzü alay edecek benimle Hiç konuflmadan yazar›m sessizce Bütün gün ve bütün gece Yaln›zl›kt›r derim belki de birlefltiren Uzaktaki sevgilileri 5. Ifl›kl› bir zamand› aram›zda uçuflan Bak›fl›n dalg›n yolundan öylece geçip gitmifltik Ah sevgilim demifltin, Dolunayda toplad›m heceleri fiafakta savurdum lodosun kuca¤›na 6. Boflluk, olmad›¤›n yer mi Seni göremedi¤im yer mi yoksa Giderek siliniyor gövden Solu¤un çekiliflinden duyuyorum bunu Sen a¤›r a¤›r uzaklafl›rken da¤›l›yor Parmaklar›mdan yükselen gölgeler May›s-Kas›m 2007, fiirinevler 125 GÜNLÜKLER Leyla Fiflek 30/03/08 Yaz› yazmam gerekti¤ine karar verdim. Belki içimdeki bofllu¤u doldurur. Ama iflte, insan nereden bafllayaca¤›n› bilemiyor ki. Düflündüm tafl›nd›m ve flu karara vard›m: düflünmeyece¤im. Son zamanlarda her fleye uygulad›¤›m bu düflünmeme yöntemini yaz›ya da uygulayaca¤›m. Kelimeleri, cümleleri, geldikleri gibi yazaca¤›m. Bafllamadan önce kendime sordu¤um tek soru hangi dili kullanaca¤›m oldu. Frans›zcay› seçmem gerekirdi ama ben bozuk Türkçemi seçtim kendimi ifade etmek için. Belki Fransa’da oldu¤umdand›r. Bir de flöyle bir fley var: ben bir kafeye oturup yazmaktan hofllan›r›m, ama yan masadakilerin gözlerinin kenar›yla okudu¤uma veya yazd›¤›ma bakmalar› pek hofluma gitmiyor – özellikle yazd›¤›ma. Yani, Türkçe yazarak, “Bu ne yaz›yor acaba”, veya “Nas›l bir dil bu yaa” diye düflündüklerini hayal edebiliyorum. Bu yaz›ya evde bafllad›m ama flimdi bir kafede oturuyorum. Amaçs›z bir flekilde kaybola kaybola yürüdüm Saint Michel’den buraya. Saint Paul’mufl buras›, hâlâ Bastille’de oldu¤umu zannediyordum. Yürümeyi sevmedi¤im halde çok hoflland›m bu yapt›¤›mdan. Yürüyüflüm s›ras›nda tam nerede oldu¤umu düflünürken, Rue Beautreillis’de oldu¤umu fark ettim. Jim Morrison bu sokakta oturuyormufl zaman›nda. Sinan (babam olan de¤il, öbürü) getirmiflti beni buraya, “Bak, Jim Morrison burada öldü” diye göstermiflti bana. Morrison çok severmifl Seine kenar›nda uzun uzun yürümeyi. Ben de ne kadar hofl bir fley oldu¤unu bugün fark ettim; hava kötü ama flehir güzel, vaktim var, iflim yok – asl›nda çok iflim var ama yapmak zor geliyor –, hiçbir fleyi umursam›yorum, kimse de beni umursam›yor. O kadar umursam›yorlar ki, k›rk dakikad›r bu masada oturuyorum ve garson hâlâ sipariflimi almad›. Buras› Île Saint Louis mi acaba? Paris’de sadece alt› ay yaflam›fl Jim Morrison bile benden daha iyi biliyordur bu flehri. Düflünüyorum da, Paris gibi estetik ve tarihi flehirlerde büyümek o kadar da iyi bir fley olmasa gerek. Bu güzelliklere al›fl›nca be¤enecek ne kal›yor? En ufak bir tari126 hi güzelli¤i olmayan bir ülkede büyümüfl Amerikal›lar, Paris’e yerleflince kendilerini buluyorlar. Victor Hugo’nun evinin bulundu¤u Place des Vosges’da bir banka oturup ilham al›rm›fl Morrison. Oysa büyük yazar Hugo’nun benimle ayn› flehirde yaflam›fl olmas› bana normal geliyor, ne kadar büyük bir flansa sahip oldu¤umu fark etmem için oturup flu an yapt›¤›m gibi düflünmem laz›m. Frans›zlar belki bu yüzden bu kadar flikâyetçiler hayatlar›ndan; böyle güzelliklere al›fl›nca hiçbir fley be¤enemez oluyor insan. Arada eklemek istiyorum ki, blasé kelimesi Frans›zcaya özgüdür, ayn› anlam› tafl›yan bir kelime baflka hiçbir dilde yoktur, bildi¤im kadar›yla. Böylece tatminsizli¤ime üzülmekten vazgeçip nankörlü¤ümden tiksinmeye bafllad›m. Bu kadar genç olmama ra¤men hayattan hiçbir beklentim olmamas› normal mi acaba? Nihilizmin de tam olarak ne oldu¤unu bilmiyorum ki, “ben nihilistim” diyebileyim. Ne oldu¤unu anlamak için de fazla bir çaba göstermiyorum do¤rusu. De¤erli okur, bana ac›yor musun, yoksa k›z›yor musun? Büyük ihtimal umursam›yorsundur bile. ‹yi, ben de seni umursam›yorum. ... Mon coeur et ma tête se vident Tout le ciel s’écoule par eux Ô mes tonneaux des Danaïdes Comment faire pour être heureux Comme un petit enfant candide ... Mutlu olabilmek için düflünmemek gerekti¤ini düflünüyorum son zamanlarda. Soru sormazsan, cevap aray›p kendini delirmekten kurtarm›fl olursun. Küçük çocuklar hayat› bu flekilde, mutlulukla kald›rabiliyorlar herhalde; cevab› bilinen sorular sormakla meflguller. “Bebekler nereden gelir?” “Dünyada kaç kifli var?” “Ben neden babamla evlenemiyorum?” Bunlar›n ard›ndan gelen “‹nsan ölünce nereye gider?” “Aflk nedir?” veya “Politika ne ifle yarar?” tarz› sorular› “büyüyünce anlars›n” diye cevaplarlar. Ne rahatm›fl çocuk olmak! “Oh! Tamam, nas›l olsa büyüyünce her fleyi anlar›m, hiçbir sorumlulu¤um yok – sorumlulu¤un ne demek oldu¤unu da bilmiyorum -, ben flimdi gidip oyuncaklar›mla ilgileneyim; tek derdim Barbie’nin Ken’le bebek yapt›ktan sonra ne iflle meflgul olaca¤›” diyecek olgunlu¤a da henüz sahip de¤il ki çocuk. Gerçi ben de üniversite bittikten sonra ne iflle meflgul olaca¤›m› düflünecek olgunlu¤a sahip de¤ilim. Ama benim için çok 127 büyük bir yük bunlar› düflünmek. Asl›nda düflünmemek daha beter. Ama ben gene de – belki tembellikten – düflünmemeyi seçiyorum. Peki, düflünmeyip ne yap›yorum? Hayat›m› m› yafl›yorum? Carpe diem demifl epikürcüler. Ân› yafla. Ne kadar anlaml› de¤il mi? ‹nsanl›¤a gerçekten de çok fley getirmifl bu laf; yüzy›llarca insanlar›n depresif arkadafllar›na iyi niyetle verdikleri sahte tavsiye. “Ân› yafla, abi”. ‹yi güzel de, kolaysa sen yafla ân›... Yok, bu böyle olmaz, en iyisi ben buradan evime gidip yemek yiyeyim. 31/03/08 Bu sefer Rimbaud’nun evinin önünde bir kafedeyim. Rue de Buci ilk defa bu kadar güzel geliyor bana. Yan›mdaki Amerikal› turistler bile benim kadar mutlu görünmüyorlar burada olmaktan. Ben son yazd›¤›m cümleyi bitirmeden kalkmasalard›, neredeyse “Did you know Rimbaud lived here?” diyecektim gururla. Yok, yapmazd›m öyle bir fley de, karfl› kald›r›mda, laptopu kuca¤›nda, yerde oturan adama ne kadar hofl göründü¤ünü söyleyebilirim. Ah, o da gitti – tam son kelimeyi yazarken bisikletine binip an›nda yok oldu. Böylece bu kadar utanç verici bir fley yapmaktan kurtulmufl oldum. Uzun zamand›r bu kadar iyi hissetmemifltim kendimi. Birkaç sene önce hissetti¤im bir duyguya benzer bir fley hissediyorum flu anda: ondört-onbefl yafllar›mdayken, Alicia’n›n Fransa’n›n güneyindeki yazl›¤›na gitmifltim. Bir akflam, Antibes’deki lunaparkta çok keyifli bir fleye binmifltik: ne çok h›zl›, ne çok yavafl bir flekilde yükselip dönen 2 kiflilik arabac›klar. A¤ustos s›ca¤›nda saçlar›m› okflayan hafif rüzgârdan m›, yoksa nereden geldi¤ini anlamad›¤›m nargile kokusundan m› bilmiyorum, ama o anda öyle büyük bir mutluluk hissettim ki... Hayat›mda ilk defa böyle bir fley yafl›yordum; hatta bu kadar fliddetli bir huzur beni korkutmufltu. Normal halime dönmek için kötü fleyler düflündü¤ümü bile hat›rl›yorum, ama ifle yaram›yordu. O âna kadar dert etti¤im her fley çok bofl gelmiflti, en büyük felaket bile huzurumu bozamazd›. Bu u¤rafl çok uzun sürmedi tabii. Birkaç gün sonra, Alicia’n›n dedesinin teknesiyle Saint Tropez’ye giderken yine hissettim ayn› fleyi. Bir daha da hiç olmam›flt›, flu âna kadar. Paris’de bir kafede oturuyorum, ara s›ra kalemimi b›rak›p geleni geçeni izliyorum ve dersi ast›¤›ma hiç piflman de¤ilim. 128 On n’est pas sérieux quand on a dix-sept ans. Rimbaud da Roman fliirini bir kafede otururken yazm›fl. Ama o en güzel fliirlerini yazd›¤›nda onyedi yafl›ndayd›. Ve café allongé de¤il bock içerdi (bok de¤il, bock, bira). Ve ben onun yetene¤inin onda birine bile sahip de¤ilim, ama konu bu de¤il. Asl›nda evet, konu bu. Rimbaud benim yafl›ma geldi¤inde fliir yazmay› b›rakm›flt›. Ben daha bafllamad›m bile. Onun içti¤i kadar absent içsem bile o kadar ilham gelmez bana. Günefl ç›kt› ve hâlâ ya¤mur ya¤›yor. En az›ndan benim mutlu olmam için afyon çekmem gerekmiyor. Nereden geldi¤ini anlayamad›¤›m, hiç bitmeyen bir kahkaha duyuyorum. Ve devam ediyor... fiimdi ben de gülüyorum, ama sessiz bir flekilde. Hâlâ bitmedi. O gülmekten y›rt›nan kad›n ne kullan›yorsa ben de ayn›s›ndan istiyorum. Sessizlik. Ya¤mur da durdu. ‹ki Türk turist geçti önümden. Üflümeye bafllad›m ama kalkmak istemiyorum. Ne istersem onu yapar›m. Kalkay›m bari. Bir arkadafl›m› bekliyorum flimdi, Place Saint Michel’deki kafede. Bir sürü kitap ald›m Gibert’den. Ço¤unu okumam herhalde. Kitap almay› çok seviyorum, ama yar›s›ndan fazlas›n› okumuyorum bile. Sadece o kitaplar›n benim olmas› hofluma gidiyor, garip bir flekilde onlar› okumufl gibi oluyorum. Buras› da ne güzelmifl. Sabahtan beri günefl hiç gitmedi, ya¤mur ya¤arken bile. Mutlu olmak ne güzel bir fley. Evden d›flar› ilk ad›m›m› att›¤›mdan beri küçük bir tebessüm var yüzümde. Surat›mdaki aptal ifadeden ziyade, gülmekten a¤r›yan çenem rahats›z ediyor beni. Nefleli olmak zor iflmifl be, unutmuflum. Gözüme günefl giriyor ve hiç flikâyetçi de¤ilim. Ne kadar sürecek acaba bu halim? Arkadafl›m geldi. 03/04/08 ‹ki gün yazmad›m bu deftere ve özledim. Bugün hava gene çok güzel; bahar geldi art›k. Gaudard’›n dersine girdim flimdi, bafllayacak birazdan. Sonra devam ederim. Okulun kütüphanesi ne güzelmifl, keflke daha önce keflfetseydim. Ölüm ve yas üzerine yapmam gereken sosyolojik çal›flma için malzeme aramaya geldim, ama bütün öteki alakas›z kitaplara dal›p gittim. Bana tamamen yabanc› bir duygu olan yas›n nas›l bir fley oldu¤unu anlamam gerekiyor. La Psychologie du Deuil adl› kitab›n arka kapa¤›na 129 göz gezdirirken fark ettim bunu: ben de yas tutuyorum. Ölmüfl çocuklu¤umun yas›. fiu an bak›nca durum gayet iyi asl›nda. Benim kadar çocuk olmaktan nefret eden bir çocuk daha olmam›flt›r herhalde. Biliyorum, her çocuk büyümek ister, ama ben yetiflkin de olmak istemedim ki hiçbir zaman. Sadece ciddiye al›nmak, hem de herkes taraf›ndan. Benim o küçücük yaflta bildiklerimin üçte birini bilmeyen, “tatl› fley!” diyerek yanaklar›m› s›kan ahmaklar›n birçok kez ciddi bir flekilde canlar›n› yakmak istedi¤imi hat›rl›yorum. Çocukluk iflte. fiimdi de büyümek istemiyorum. Yok ama yanl›fl anlama, “Eh! Sen de, bir karar ver” deme devam›n› beklemeden. Ben yedi-sekiz yafllar›mda iken, hep oniki olmak isterdim; “vay be, 2000 y›l›nda 12 olucam!” diye o seneyi iple çekerdim. Çünkü benim tek derdim, çocuk oldu¤um halde bir yetiflkin kadar – hatta daha fazla – sayg› görmekti. Ve oniki o durum için iyi bir yafl gibi geliyordu. Ama tabii, fl›p diye geldi¤imde onikiye, onbefl olmak istedim; ilgi alanlar›m de¤iflmiflti. ‹nsanlar›n sayg›s› beni zerre kadar ilgilendirmiyordu, akl›m fikrim erkeklerdeydi. ‹sterdim ki onbefl olay›m, genç k›z olay›m, memelerim olsun, makyaj yap›p o¤lanlarla ç›kay›m. Onbefl oldum, öyle kalmak istedim. Bu yaz yirminci yafl günümü kutlayaca¤›m ve o günü hiç iple çekmiyorum aç›kças›. Onsekiz-ondokuz olmaya bir derece katlanabiliyordum da, onlu yafllar›m bitmesin. Ama en az›ndan bir teenager olarak yapmak istedi¤im her fleyi yapabildim. Hiç gerçekleflmeyece¤ini düflündü¤üm ergenlik hayalim bile yirmiye iki kala gerçekleflti. Lolita’y› ilk okudu¤umda onüç yafl›nda babac› bir ç›t›rd›m. O küçük f›rlamay› o kadar iyi anlam›flt›m ki, kafas›ndan geçen her fleyi tahmin edebiliyordum. Hem ona düflkün k›rk yafl üstü adam›n s›n›rlar›n›, hem kendininkileri aflarak s›k›c› hayat›na e¤lence katmak isteyen Lolita, sonunda piflmanl›¤›n ac› tad›n› ald›. Kendinden büyük ifllere giriflmeye henüz haz›r de¤ilmifl demek ki. O yafllar›mda, Lolita hayalleri kurdu¤umda belki ben de haz›r de¤ildim. Ama insan onsekiz yafl›na gelince, neden piflman olup olmayaca¤›n› az çok biliyor. Teenage y›llar›m›n son aylar›nday›m. Bundan sonra yapabilece¤im her fley normal karfl›lanacak. Hem kad›n hem çocuk de¤il, KADIN olaca¤›m. Ne kadar s›radan. Hatta daha da beter, Humbert’›n dedi¤i gibi: “(...) a college girl – horror of horrors! ” 130 Mahmud Dervifl’in ard›ndan fiA‹R‹N KALB‹ ONCA ACIYI TAfiIYAMADI Metin F›nd›kç› Mahmut Dervifl, Cevat Çapan’la, 2003 Y›l 1982, FKÖ Ankara bürosuna u¤rad›¤›m zamanlard›. Bir May›s günü oradaki arkadafl›m› ziyarete gitti¤imde; “Dur sana bir sürpriz yapay›m” dedi. Mahmud Dervifl’in “Beyrut Kasidesi”ni okudu¤u bir kaset ve kitab›n› verdi. Ayr›ca tan›flmak istedi¤imden, Güney K›br›s ve Fransa (Paris) telefon ve adreslerini verdi. O güzel fliiri Mahmud Dervifl’in o ac› hayk›r›fl›ndan, o gün üç-dört defa dinledim. Bir süre sonra Fransa’dayken telefonla görüfltüm. Sürekli yazd›¤› ve Güney K›br›s’ta ç›kan “Filistin el Tavra” dergisinin iki y›l boyunca bana gönderilmesini sa¤lad›. O ilk konuflmam›zdan sonra Filistin’de yaflanan her olayda onu arad›m, bilgi edindim, ac›s›n› paylaflt›m. Fransa’daki sürgün hayat› bittikten sonra, Ürdün’ün baflkenti Amman’a yerleflti. Amman’a gitti¤imde evinde ziyaret ettim. Mutluydu, konuflma s›ras›nda, “Hakk›n› ödeyemedi¤imiz Türk dostuma” diye tak›ld›. Az konuflmamdan olmal›, bana “miskin” ad›n› takm›flt›. Miskin, Metin’in Arapça’daki karfl›l›¤› – güçlü, yumuflak bafll›, yufka yürekli – anlam›n› tafl›yor. 2003 y›l›nda Uluslararas› Nâz›m Hikmet fiiir Ödülünü almak için ‹stanbul’a geldi¤inde yine bulufltuk. Mahmud Dervifl, henüz alt› yafl›ndayken do¤du¤u köy bombaland›¤›nda ailesiyle birlikte göçün ac›s›n› ve a¤›r izlerini tafl›yarak Nazaret flehrine kaçt›. Nazaret’te okurken lise ça¤›nda üç kez hapsi boylad›. Yazd›¤› fliirler bilinip, tan›nd›kça ‹srail hükümeti onunla bafl edemeyip sürgüne yollad›. Bu ikinci sürgünde iyice topraklar›ndan kopar›lmaya çal›fl›ld›, ama Dervifl’in fliiri her bask›dan, her sürgünden sonra daha bir güç kazan›yor, daha genifl kitlelere ulafl›yordu. ‹srail baflbakan› kasap fiaron, “Mahmud Dervifl gibi flairlerin fliirlerini, ‹srail okullar›nda ders müfredat›na sokmal›y›z, araflt›rmal›y›z, onlardan fliiri ö¤renmeliyiz. Mesela ben her f›rsatta Mahmud Dervifl’i okuyorum” demiflti. fiaron’un bu söylediklerini Dervifl’e sorduklar›nda, Dervifl: “Tarihte flairi ve fliiri olan bir ülke, 131 flairi ve fliiri olmayan ülke taraf›ndan yenilgiye u¤rasa dahi; asl›nda yenilen ülke flairi olmayan ülkedir,” diyordu. Mahmud Dervifl, Marksist gelenekten gelen bir flairdi. fiiir onun için yaflam›n en geçerli nedeniydi, düflman›na karfl› kulland›¤› bir silaht›. Savafla karfl› duruflunda, bar›fl özleminde ve dünyay› yorumlarken hep fliiri kulland›. Kendi kabu¤unda yaflayan bir flairdi ve söyleyeceklerini hep fliirle söylerdi. Nâz›m Hikmet’i çok genç yafllarda okuyup etkilendi¤ini söylemiflti. Ödül törenindeki konuflmas› asl›nda fliir felsefesinin bir özetiydi: “Günümüzde dünyan›n sorunlar› fliirde soruyla bafllar, bunlar siyasi fliirle ba¤lant›l› olan sorulard›r; genelde bu sorular›n niteli¤i flairleri k›zd›r›yor. Hangi flairleri diye sorarsan›z, kendi kabu¤una çekilmifl flairler derim. Her fleyden önce bunu belirtmeliyim ki, siyasi fliir denilen fley, günümüzde her ne kadar siyaseti fliire üstün tutulsa bile fliir her zaman siyasetten çok daha üstündür. Edebiyat›n derin anlam›n› oluflturan insan›n sorunlar›, her ne kadar siyasetle ba¤lant›s› görünmese de siyasetin alt yap›s›n› oluflturan unsurlard›r/.../ fiiir, her zaman insan›n dünyadaki izlerinin tafl›y›c›s› olmufltur. fiartlara ve mekâna f›rsat vermeden, tarihin bask›s›ndan ve sosyal çalkalanmalar›ndan insan›n özgürlü¤ünü belirler; bu yüzden olmal› ki, fliirin özgürlü¤ü olmaz, bulundu¤u konum ne olursa olsun mecazi olarak fliir özgür olam›yor. ‹flte bu durumda fliir bulundu¤u ça¤dan uzaklafl›p ütopik bir ça¤a gider,” diyordu. Mahmud Dervifl, Filistin insan›n›n ve tarihinin ac›lar›n› en ince ayr›nt›lar›na dek tafl›yan bir flairdi. Çocuklu¤undan beri tafl›d›¤› bu ac›yla daha ileri gidemedi. Genifl kalbinde korudu¤u bu ac›n›n co¤rafyas›na yenik düfltü. Filistin’le birlikte tükendi. Semih Poroy baflsa¤l›¤› için arad›¤›nda, “Keflke Amerika’ya gitmek yerine ‹stanbul’a gelseydi,” dedi. Do¤ru, flairler kenti ‹stanbul’a gelseydi; hem o a¤›r hastal›¤›yla bu denli uzun bir yolculuk yapmam›fl olur, hem de burada belki daha iyi müdahale edilir, kurtar›l›rd›, diye düflünüyor insan. Filistin’in bu büyük flairi, 67 yafl›nda, ikinci defa geçirdi¤i aç›k kalp ameliyat› sonucu öldü. Amerika’ya giderken, “Çabuk dön” diyen dostuna, “Neden, Filistin topraklar›n›n tümüyle tükenmesinden mi korkuyorsun?” diye yan›tlam›fl. Gerçekten de o devasa duvar yap›ld›ktan sonra, Filistin diye bir yer kalacak m›? Keflke, Ramallah’taki ve Amman’daki evleri, birer müzeye dönüfltürülse. Afla¤›da son fliirinin çevirisini bulacaks›n›z. 132 HAZIR SENARYO Bugün ben düflüyorum diyelim, Ben ve düflman›m, ayn› anda ‹çerde bir çukurun ‹çine düflüyoruz… Yan yana ne konuflaca¤›z? Haz›r senaryoyu: Bafllang›çta bekleyen anlar›… Buradan kurtard›klar›m›z üstümüze y›¤›l› kal›rken Bize kurtulufl ipini uzat›rlarken ‹lk ben: diyor Hay›r ilk ben: diyorum O beni itiyor ben onu itiyorum Uzun bir zaman sürüp gider bu durum, Sonunda ip bize ulafl›yor/… Senaryo der ki: Bir gizi f›s›ldar gibi: Aran›zda bir kura çekin Düflmanl›klar›n y›llarca sordu¤u sorular gibi, Ben ve o Ayn› mallarda ortak ‹htimallerin oyununda ortak ‹pi bekliyoruz… kurtuluflun ipini S›n›rlardan geçece¤iz Gizli çukurlardan – hayat›n sonunda Bize kalmayacak kimliklerden Ve savafltan E¤er kurtulufla yolumuz düflerse! Ben ve o Korkumuz yan›m›zda Konufltuklar›m›z› de¤ifltirmeden Korkudan… veya baflka bir fleyden Bizler düflman/… Engerek y›lan›yla ne konuflaca¤›z Burada üstümüze sarkm›flken ‹flte bu senaryonun tan›kl›¤›yla Yutmaya haz›rken bu iki korka¤› Ben ve o? 133 Senaryo böyle diyor: Ben ve o Engerek y›lan›n›n katlinde ortak Ya kurtuluflumuz olacak Veya s›n›rdan… Teflekkürlerin ve sakinlefltirmenin hareketleriyle söylüyoruz Onunla yapt›klar›m›z› ‹çgüdüsel hareketlerle, biz de¤iliz, Ayn› flekilde o da kendini savunmak için ‹çgüdüsel hareketleri onun de¤ilmifl gibi bir ideolojide… Konuflmadan, Konuflulanlar› anl›yormufl sanarak Savsözlerde ortak Benden önce davran›p söyler: Benim olan her fley benim oldu Y›lan senin olsun O benim Ve senin ortak katilimiz! Bir zaman sonra, kum zaman› ve sabun köpü¤ü Aram›zdaki sessizli¤i k›r›p aram›za dolar Bana dedi: Ne yapt›n? Dedim: Hiçbir fley… ihtimalleri düflünüyorum Dedi: Bu umudun nereden geliyor? Dedim: ‹çimden geliyor Dedi: Bu umutsuzluk seni çukura gömece¤ini unutuyor musun Bu an gibi? Ona dedim: fiimdi gerçekten yar›n›n flaflk›nl›¤›n› unuttum Ellerimden ba¤la… ve bafl afla¤› sark›t Bana dedi: fiimdi beni mi k›flk›rt›yorsun? Dedim: Ne için seni k›flk›rt›yorum flimdi Bu mezar›n çukurundayken? Dedi: Duyarl›l›¤›m ve duyarl›l›¤›n için Tak›l›p kald›¤›m›z bu ortak mezarda Dedim: Ne fayda? Zaman bizden geçti Baflkanlar›n gelece¤i parlak ‹flte burada katil ve maktul ayn› çukurda uyuyoruz Üstümdeki son flair kimli¤i bu senaryoyu takip edecek Sonuna kadar! Çeviren: Metin F›nd›kç› 134 AVANTI POPOLO / AVANTI ROSSA: MUAMMER KETENCO⁄LU Besim Dalg›ç “Söyle Turhan, sen söylemezsen ben söyleyece¤im, hepinizi kaç›raca¤›m. Bu size benden en büyük ceza olur.” Bu Fethi Naci’nin Turhan Günay’a “Dünya dedikleri bir gölgeliktir ey/ ay karanl›k aman aman gece vurdular beni / yarin çevresine sard›lar beni” sözleriyle biten “Ben Kendimi Gülün Dibinde Buldum” türküsünü söyletme uyar›s›yd›. Cevat Çapan’›n Akademi Cuma, Ayd›n Boysan’›n Demak ad›n› verdi¤i Çiçek Pasaj› Seviç’teki toplant›larda, Fethi Naci dahil ço¤umuzda olmayan türkü söyleyebilme yetene¤i Turhan Günay’da fazlas›yla vard›. Giresun do¤umlu Fethi Naci’nin Karadeniz’in sert dalgalar›na benzeyen elefltirideki ödün vermez kiflili¤i, dostlar› aras›nda çocuksu safl›¤a bürünür, Turhan’›n söyledi¤i türkülere tüm yüre¤iyle kat›l›rd›. Ne yaz›k ki türküleri çok seven ve edebiyat›m›za önemli katk›lar› olan Fethi Naci’yi 24 Temmuz’da yitirdik. Onu her zaman özleyece¤iz. Türküler, flark›lar toplumlar›n ortak paydas›. Tüm dillerde ezgiler bulunduklar› toplumlar›n nesnel gerçekli¤ini yans›t›r. Ac›lar, sevinçler, aflklar, savafllar k›saca hayatla ilgili bir çok fley türkülerle, flark›larla dile getirilmifl, kuflaklar boyu sürmüfltür. Müzi¤in etkili gücü evrensel boyutta. Ayd›n Boysan Rus yazarlar birli¤inin konu¤u olarak gitti¤i Sibirya gezisinde yaflad›¤›, güzel bir örnek. Ayd›n Boysan ‹stanbul’un Kuytu Köfleleri (YKY, 2003) kitab›nda, çokça tüketilen votkan›n eflli¤inde koro halinde söylenen Rus ezgilerinden neden hoflland›¤›n› belirtirken, Rus flair Gennadi Gayda’n›n Ayd›n Boysan’a dönerek h›nz›rca “Haydi sende bir flark› söyle” iste¤i üzerine; “Ne yapal›m, arand›lar...Reddedemedim. Hepsi huflu içinde dinlemeye haz›rland›... Ben de bafllad›m: ‘Kederden mi neden bilmem / Sararm›fl rengi ruhsar›m...’ Vee, bütün Ruslar zar›l zar›l, höyküre höyküre a¤lamaya bafllamas›n m›? Ben böylece, flark› söyleyerek, milli bir görev yapt›m. Bizi a¤latan›n rak› de¤il flark›lar›m›z›n oldu¤unu kan›tlam›fl oldum.” diye anlat›r. 1950’li y›llarda yaflanan göç dalgas› özellikle büyük kentler etraf›nda gecekondu denilen çarp›k yap›laflman›n önünü açt›. Siyasetçiler oy u¤runa bunlara göz yumdular, hatta destek verdiler. Burada yerleflen topluluklar ba¤dafl›k bir yap›ya sahip de¤ildiler. Anadolu’nun farkl› yörelerin135 den gelmifllerdi. Fabrikalarda ifl bulanlar›n oran› da çok azd›. Ne köylülükten kurtulabildiler, ne de iflçi olabildiler. E¤itim düzeyleri düflüktü. Yeteri kadar sa¤l›k hizmeti alamayan, her türlü sömürüye aç›k topluluklard›. Geldikleri yerlerin kültürel yap›s› bu yeni yaflam biçimiyle çat›flmas› do¤ald›. Zaman içinde ad›na Arabesk denilen ortak bir kültür do¤du. Özellikle Arabesk müzik ulafl›m arac› olarak kullan›lan minibüslerde kolayca yay›ld›. Geldikleri yörelerin türküleri çok çabuk unutuldu. Böylece köylülükten baflka bir kent toplulu¤u ortaya ç›kt›. Türkülerle süslü yaflam biçimi, Arabesk müzi¤in yoz kültürünün yaratt›¤› olumsuz etkiye girdi. Bu sorun öylesine köklü ki toplumumuzun bütün katmanlar›nda hâlâ sürüyor. Arabesk müzi¤in tüm olumsuzlu¤una karfl›n yurdumuzda büyük bir halk türküsü gelene¤i var. Daha çok anonim yap›ya sahip olan türkü birikimimiz Karacao¤lan’dan Âfl›k Veysel’e günümüze kadar ulaflm›fl. Dilden dile kuflaklar boyu söylenip, dinleniyor. Son y›llarda büyük kentlerde bir çok türkü evi aç›ld›. Bir ço¤unda bu yerlerin ve seslendirilen türkülerin düzeyi yüksek de¤il. Bu olumsuzluklar bile türkü dinleme oran›n›n artmas›na neden olmas› bak›m›ndan sevindirici. 1970’li y›llardan 90’l› y›llara kadar Yunus’tan, Pir Sultan’dan, Nâz›m’dan düzenledi¤i türküleri yorumlayan Ruhi Su, Karadeniz türkülerinin güçlü sesi Cemile Cevher Çiçek, Ege a¤›rl›kl› türkülere sesiyle hayat veren Hale Gür, Alevi türkülerini söyleyen Yavuz Top, ‹ç Anadolu bozlaklar›n› seslendiren Neflet Ertafl, çeflitli yörelerden yapt›klar› düzenlemelerle Erkan O¤ur ve ‹smail Demircio¤lu ikilisinin türkü dinleme kültürümüze kazand›rd›klar› üstün nitelik tart›fl›lmaz. Bu niteli¤e katk›s› olan bir baflka müzikbilimcimiz de, Bo¤aziçi Üniversitesi psikoloji bölümünde okurken de¤iflik ülkelerin halk müzi¤ine ilgi duyan Muammer Ketenco¤lu’dur. Onun müzik çal›flmalar› özellikle rembetiko, Balkan ve Bat› Anadolu a¤›rl›kl›. “Onu Rembetiko filminde tan›d›m. Sakall›yd›, gençti, yan›nda, kolunda sevgilisi vard›. Filmi izlerken kendinden geçti. Çok uzaklara gidip gidip geçti. Gözyafllar›n› gizlice sildi. Gözleri görmüyordu. O bir rembetiko ustas› dediler. Bir akordeon büyücüsü. Rembetiko filmini hepimizden iyi görmüfltü...” ‹stisnalar Kaideyi Bozar / Son Yüzler 2 (Parantez Yay., 1992) kitab›n›n Rembetiko ve Karanl›k bölümünün giriflinde Muammer Ketenco¤lu ile ilk tan›flmas›n› böyle anlat›yor Cezmi Ersöz. “Burjuvazi, d›flardaki dünyay› sevmeye kalk›flmas›nlar diye kafesteki entelektüellerini t›ka basa doyurur” Jean-Paul Sartre’›n lise arkadafl›, 1930’lar›n Marksist yazar› Paul Nizan’›n Aden Arabistan (Kanat Yay. 2008, Çev: fiule Çiltafl) sömürgecili¤e 136 ve burjuva ahlak›na karfl› a¤›r elefltiriler getirdi¤i özyaflam öyküsüne dayal› roman›ndan bu al›nt›. Sözde solcu, özgürlükçü ve demokrat ayd›nlar›n ac›nas› durumlar›n› gözler önüne seriyor. Sermaye s›n›flar› elleri alt›nda tuttuklar› bu tip ayd›nlar›, yer ald›klar› iletiflim ortamlar›n›n etkilerinin fazla olmas› nedeniyle toplumun sorgulama gücünü denetim alt›nda tutmak için sürekli besliyorlar. Onlar da kafa kar›flt›r›c› görevlerini fazlas›yla yerine getiriyorlar. 1993 y›l›ndan beri her çarflamba Aç›k Radyo’da Balkan müzi¤i a¤›rl›kl› “Tuna’n›n Beri Yan›” adl› program› haz›rlay›p sunan Muammer Ketenco¤lu bu tip ayd›nlardan de¤il çok flükür. Onunla, Cezmi Ersöz’ün kitab›n› okuduktan y›llar sonra, Berlin’de yaflayan ortak arkadafl›m›z Tar›k Seden dolay›s›yla tan›flm›flt›m. Dostlu¤umuz ilerledikçe, onun sadece müzikle de¤il, üniversite y›llar›nda dinleyerek okudu¤u Marks, Lukacs ve Gramsci’nin yap›tlar›yla sosyalist sola dönük siyasal düflünceleri yan› s›ra, tüm sanat ve kültür dallar›na karfl› yo¤un ilgisini fark ettim. Özellikle sinemaya. Birbirimize izledi¤imiz filmleri anlat›yor, yorumlar yap›yorduk. Passolini, Visconti, Angelopoulos sinemas› üzerine konufltu¤umuz dönemlerde, onun sinemay› gören gözlerden daha fazla gördü¤ünü anlad›m. Cezmi Ersöz’ün Rembetiko filmini izlerken gözyafllar›n› silen Muammer için yazd›¤› “Rembetiko filmini hepimizden iyi görmüfltü...” saptamas› bu nedenle çok yerinde. Muammer her bak›mdan bir ço¤umuzdan çok daha iyi bir sinema izleyici, emekten yana gerçek bir ayd›n. Rembetiko 1983 y›l›nda Yunan yönetmen Kostas Ferris taraf›ndan çekilmifl bir film. Ülkemizde gösterimi uzun y›llar yasaklanm›flt›. Film, Kurtulufl Savafl› sonras› Anadolu’nun Ege k›y›lar›ndan Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan Bat› Anadolulu Rumlar›n yaflad›klar› uyum sorunlar›n› anlat›yor. Rumlar›n gitmesiyle müzik kültürümüzün bir parças› olan rembetiko ülkemizde unutuluyor. Yunanistan’da zor koflullarda yap›lmaya çal›fl›l›yor. Zaman zaman yoz bir müzik oldu¤u sav›yla yasaklan›yor. Muammer geçmiflte ülkemize ait olan bu müzik türünü Yunanl› rebetes Yorgos Dalaras’›n rembetiko müzi¤i ile karfl›lafl›nca yeniden gün ›fl›¤›na ç›kar›yor. Muammer Ketenco¤lu Tire do¤umlu. Tire’nin yüzlerce y›la yay›lan zengin kültürel yap›s› ve do¤as›n›n getirdi¤i çeflitlili¤in onun hayat›nda da olumlu etkileri oldu¤u bir gerçek. Trompet çalan day›s› onun müzikle buluflturan ilk kiflilerden. O y›llarda eline geçen akordeonu bir daha hiç elinden düflürmemifl. 2006 y›l›nda yönetmenli¤ini S›rr› Süreyya Önder ve Muarrem Gülmez’in yapt›¤› Beynelminel isimli bir film seyredenler taraf›ndan be¤eniyle karfl›lanm›flt›. Film 1980 darbesi döneminde darbeci generallerin 137 Ad›yaman’› ziyaret edecekleri s›rada gevende ad› verilen yerel müzisyenlerden oluflturulan bandonun, ülkemizde yasak olan uluslararas› komünist iflçi marfl› enternasyonali bilmeden çalmalar› sonucunda Ad›yaman’da yaflanan trajikomik bir olay› anlat›yor. Tar›k Seden’den dinledi¤im benzer bir olay› Muammer de yaflam›fl. Muammer’e sordum, do¤rulad›. Gerçi o çald›¤›n›n bilincindeymifl. ‹lk ve ortaokulu körler okulunda okuduktan sonra, ö¤renimini Tire lisesinde tamaml›yor. Her y›l 19 May›s gösterilerinin müziklerini Muammer yap›yor. Ancak tüm gösteriler için müzik düzenlemelerinin haz›r olmas›na karfl›n beden ö¤retmenin uyar›s›yla gösterilerin yap›laca¤› stadyuma girifl için bir marfl›n olmad›¤› fark edilince, “Merak etmeyin, kolayca çözeriz” diyor Muammer. Muammer’in çözümü, dünyada en az enternasyonal kadar ünlü ‹talyan iflçi marfl› Avanti popolo / Avanti rossa’y› çalmak. “‹leri iflçiler / Yoldafllar ileri” anlam›na gelen yine yasak olan bu marfl› liseden bir arkadafl› d›fl›nda kimse bilmiyor. Daha sonra o arkadafl› Muammer’i TS‹P’e (Türkiye Sosyalist ‹flçi Partisi) üye yap›yor. Yasaklar›n bol oldu¤u ülkelerde dünyadan habersiz kuflaklar›n yetiflmesi do¤al. Egemenlerin istedikleri de bu zaten. Ama ne kadar yasaklan›rsa yasaklans›n hayat de¤ifliyor, her fley de¤ifliyor. Kafa kar›flt›r›c› sözde ayd›nlar kendilerini kullanan ümmetçi ve liberal sermaye ad›na k›smi baflar›lar elde edebilirler, ama kal›c› olmazlar. Kal›c› olan gelece¤e umut saçan Muammer gibi ayd›nlar›n ürettikleridir. Muammer hofl an›lar›n insan›. Tar›k Seden’le buluflup Beyo¤lu’nun arka sokaklar›nda bir yere gidecekler. Dar sokaklarda kaybolurlar. ‹flin içinden ç›k›lmaz bu durum karfl›nda, “Tar›k sen görüyorsun ama ‹stanbul’u bilmiyorsun. Benim gibi bir kör, senin rehberli¤inde neden yola ç›kar? Sense hiç bilmedi¤in yeri bir körle niçin arars›n?” diye flaka yollu tak›lan Muammer’in do¤as›nda fazlas›yla olan koku alma ve duyma özelli¤iyle sayesinde gidecekleri yere sa¤ salim var›yorlar. Evine gitti¤im bir gün, “‹ki gündür elektrik olmad›¤›n›” söyleyen Muammer’in elektri¤e nas›l bir gereksinimi olabilir? diye bir an düflündüm. Ama etraf›ma bakt›¤›mda binlerce müzik CD’si, CD çalar, kay›t cihazlar›n›n oldu¤unu gördüm. Müzikle u¤raflan Muammer’in elektrik enerjisini ço¤umuzdan daha fazla kulland›¤›n› gördüm. Sonra sorunun apartmandan kaynaklanan bir sigorta sorunu oldu¤unu anlay›nca çözdük. Muammer bütün sevimlili¤iyle “Size bir kör imam gerek” diyerek bazen cuma toplant›lar›na gelir. Özellikle Fethi Naci’nin Muammer’in Karanfilin Moruna (Kalan Müzik 2001) albümünde “Ben rak›ya su katmam / Sen katar isen ben içmem / Ben Fatmam’dan vazgeçmem” sözle138 riyle biten “Kuyu Bafl›nda Bak›r” türküsünden çok hoflland›rd›. Muammer hat›rlatt›. “Gide gide yoruldum” ile bafllayan bir Bodrum türküsü var. O türküyü Fethi Naci en keyifli an›nda “‹çe içe yoruldum”a çevirip söylerdi. Dünyan›n dört bir yan›nda konserler veren Muammer Ketenco¤lu; Teodorakis, Maria Farandouri gibi dünyaca ünlü bir çok müzisyenle dostluklar kurmufl, birlikte sahneye ç›km›fl. Bu denli yo¤un u¤rafl›n yan› s›ra hepsini farkl› amaçlar için oluflturdu¤u “Muammer Ketenco¤lu ve Zeybek Toplulu¤u”, “Balkan Yolculu¤u” ve “Muammer Ketenco¤lu ve Kad›n Sesleri Toplulu¤u” çal›flmalar›nda her zaman yan›nda olan ‹vi Dermanc›, Stelyo Berber, Rahmi Göçmen, Deniz Ketenco¤lu, Sumru A¤›ryürüyen ve bu topluluklar›n öteki üyelerinin özverili kat›l›mlar› Muammer ve dinleyicileri için büyük flans. Muammer son y›llarda ciddi araflt›rma ve emek gerektiren çal›flmalar sonucunda arka arkaya ‹zmir Hat›ras› (2008), Balkan Yolculu¤u (2007), Ayde Mori (2001), Karanfilin Moruna (2001) isimli albümlerini Kalan Müzik’ten ç›kard›. 2003 y›l›nda Deniz’le evlendi. Onlar›n dü¤ünü, müzisyeni bol, kendileri ve dostlar› için çal›p söyleyen unutulmayan içten bir geceydi. Hele Muammer’in Rumca söyledi¤i S’Asti Tin Poli flark›s›n›n hüzünlü nameleri o dü¤ünden ak›lda kalanlardan. Muammer, “Tire’de bahar›n çok güzel” oldu¤unu söylüyor Cezmi Ersöz’e. Ama onun afallad›¤›n› anlay›nca, “Bahar›n geliflini anlamak için görüyor olmak gerekmez, bahar›n kokular› yeter, artar bile” diyerek duygusunu tamaml›yor. Muammer kendine özgü bir insan. Onun sezgileriyle, tüm bedeniyle görenlerin gördüklerinden çok daha fazlas›n› gördü¤ünü yak›n dostlar› bilir. Fethi Naci’nin ard›ndan erken yaflta Filistinli flair Mahmut Dervifl’i de yitirdik. Onlar kolay yetiflmediler. Kendi de¤erlerini miras b›rakarak bizi zenginlefltirdiler. Muammer Ketenco¤lu da ürettikleriyle hem günümüzü, hem de gelece¤i zenginlefltirenlerden. 139 TAR‹HTE B‹R GÜN XV Aliflan Çapan Beyaz güller vard›. Bahçe duvar›ndan yokufla do¤ru uzanan beyaz güller. Her bahar may›sa kalmadan açarlard›. Yokuflun ortas›nda oturuyorduk, labirent gibi bir girifli vard› evimizin. Bahçe kap›s›ndan girince tam karfl›da merdivenler, merdivenlerin sonunda küçük kibrit kutusu gibi bir daire, Tuncer Abilerin evi. K›zl› erkekli genç bir arkadafl grubu, habire âlem yaparlard›. O âlemlerin sabahlar›nda merdivenlerde beni yakalay›p “Koçero! Gel bakal›m sen de bizimle kahvalt› et.” diyen ‹spanyol paçal›lar kalm›fl akl›mda, bir de gölgesinde k›zarm›fl ekmek t›rt›klad›¤›m ›hlamur a¤ac›. Tuncer Abilerin tek göz evinin karfl›s›nda küçük bir bahçe var, gölgeli bahçe. Kendimi bildim bileli gölgeli bahçe diyoruz bu küçük bahçeye, ad›n› k›zlar takm›fl olmal›. Bahçenin yan›ndan yine merdivenlerle ulafl›lan bir teras ve bizim ev. Çocuklar sabahlar› erken kalkar, yafll›lar gibi. Ben de henüz herkes uykudayken dikiliyorum yata¤›m›n içinde. Tavan›n beyazl›¤›nda hayalimde uydurdu¤um yarat›klarla oyalan›rken merdiveni t›rmanan Nusret Efendinin ayak seslerini duyuyorum. Sonra paspas›n üzerine b›rak›lan gazetenin h›fl›rt›s›n›. Sessizce sokak kap›s›n›n kulpuna as›l›yorum, binlerce defa yapt›¤›m gibi, paspasa b›rak›lan gazete elimde art›k. Çocuksu bir telaflla resimlere flöyle bir bak›p kenara f›rlat›yorum gazeteyi. Nusret Efendi önümüzdeki apartman›n kap›c›s›, kalabal›k bir aile iki gözlü kap›c› dairesinde oturuyorlar. Bizde kap›c› olmad›¤› için sabahlar› gazeteleri o getiriyor. Babamla konufltuklar›nda ikisinin de gözü ayn› parl›yor. Nusret Efendilerin apartman›na uzanan dar yol evim, Nusret Efendinin ailesi de ailem, çocuklu¤um en güzel zamanlar›nda. En büyükleri Orhan Abi, yaflça benden epeyce büyük oldu¤undan m›, yoksa eve nadiren u¤rad›¤›ndan m› bilmem pek muhabbetimiz yok kendisiyle. T›p okumufltu yan›lm›yorsam, ayd›nl›k, b›y›kl›, güleç yüzü kalm›fl akl›mda. Onun küçü¤ü Faz›l, Nigâr’›n ilkokuldan arkadafl›. En iyi Faz›l’la anlafl›yorum, hatta onun yüzünden Galatasarayl› oluyorum. Faz›l’›n küçükleri ikizler Kader’le Zeynep. Sonra küçük kardeflleri Dursun geliyor. Kara ya¤›z bir delikanl›, ad› ikizleri takip etti¤inden geliyor olsa gerek. Nihayet en küçük kardefl tekne kaz›nt›s› Songül, o da ufak tefek bir esmer güzeli. Tabi hepsinin velinimeti, anneleri Elmas Teyze. Y›llar sonra kendisi140 ne Kustrica’n›n Çingeneler Zaman› filminde anneanne rolünde rastlad›¤›m› san›p k›sa süreli bir flaflk›nl›k yaflayaca¤›m› nereden bilebilirim o zamanlar. Kürt ailem k›saca Alo diye sesleniyor bana. O zamanlar Apo yok piyasada, Alo afla¤› Alo yukar›. Sabah akflam Nusret Efendilerin evindeyim. Kâh eve uzanan aral›kta yakar top oynuyoruz, kâh mahalleye da¤›l›p saklambaç oynuyoruz. Akflamüstleri aile toplan›yor, rutubet ve küf kokan odada kurulan sofran›n etraf›na dizilip yeme¤i ifltahla kafl›kl›yoruz. Yemek dedi¤im bir tencere sulu yemek, bazen kapuska, bazen k›ymal› patates yeter ki sulu olsun. Karn›m›z› yeme¤in suyuna band›¤›m›z ekmekle doyuruyoruz asl›nda. Akflamlar› Faz›l’› kuca¤›nda somun somun ekmekle her gördü¤ümde flafl›r›yorum. Bu kadar çok ekmek nas›l yenir akl›m alm›yor önceleri, neredeyse adam bafl›na bir ekmek yeniyor. Zamanla al›fl›yorum her fleye ekmek banmaya. Yakar top oynad›¤›m›z aral›kta duvar›n içinde büyücek bir cep var, t›rmanarak ç›k›l›yor buraya. ‹çi zamanla ifle yaramayan eflyalarla, bozulup k›r›lm›fl oyuncaklarla dolu bu bofllu¤a yuva ad›n› takm›fl›z, kim bilir hangi akla hizmet. Oyundan yan›p erken ç›k›nca yuvaya t›rman›p oyunu yukardan seyretmek ayr› bir zevk, loca düzenini üç büyüklerden çok önceleri biz bafllatm›fl›z demek. Cebimizde biraz harçl›k oldu mu caddede al›yoruz solu¤u, zaten Bebek demek biraz da cadde demek. Schweppes içiyoruz bakkal Ahmet’in Küçükbebek’teki dükkân›n›n önünde. Schweppes kapaklar›ndan frizbi kazan›l›yor o günlerde, habire kapak kaz›yoruz. Caddeye inmedi¤imiz günler evin önünde vakit öldürüyoruz. Yetmiflli y›llar›n sonlar›, ortal›k toz duman, karmafla her geçen gün art›yor. Caddeden zaman zaman yürüyüfl yapanlar›n sesleri yükseliyor, öyle zamanlarda bir süre olan biteni merakla seyredip, yine küçük dünyam›za dönüyoruz. Geceleri atefl böce¤i toplay›p, soka¤a ç›kman›n yasak oldu¤u günlerde yokuflu t›rman›p yukar› mahallenin çocuklar›yla misket oynuyoruz. Düzenli elektrik kesintisinin oldu¤u gecelerden birinde elektrikler gelmeden hemen önce büyük bir patlama sesiyle ayd›nlan›yor soka¤›m›z. Yokuflun bafl›ndaki karakola bomba at›lm›fl. Ortal›k kar›fl›yor, memurlar gecenin karanl›¤›nda yokufl yukar› se¤irtiyorlar. O hay huy içinde elektrikler de geliyor. O geceden sonra teras›n köflesindeki asman›n üzerindeki lambay› yak›yoruz polislerin ricas› üzerine, yokufl biraz olsun ayd›nlan›yor, zü¤ürt tesellisi iflte. Lamba benim odamdan yak›l›yor, geceleri mutlaka kontrol ediyorum yan›yor mu diye. Sokaktaki fliddetin tersine naif denebilecek bir dünyam›z var biz çocuklar›n. Akflamlar› Nusret Efendi Elmas Teyzenin yan›nda yerini al›p 141 da hadi bakal›m çocuklar afiyet olsun dedi¤inde, bir gün daha kazas›z belas›z miad›n› doldurmufl oluyor. Nusret Efendiyi Elmas Teyzenin yan›nda öyle ufak tefek gördükçe gülesim geliyor, Nusret Efendi memnun “O¤lum Aliflan, uzak durma öyle gel yeme¤ini ye” diyor olanca cömertli¤iyle. Tek kanall› televizyonda hat›r› say›l›r bir fley olmad›¤› yaz akflamlar› pikap ç›k›yor meydana. Faz›l pikab›n üstündeki örme örtüyü kald›r›p Ajda’n›n bir k›rkbeflli¤ine de¤diriyor i¤neyi, “Amaaan petrol, can›››m petrol/ Sana sana sana kurbaaaan›m petrol” diyor Ajda. fiark›n›n sözleri flimdi dönüp bak›nca saçma geliyor, ama o zamanlar günün yar›s›n› elimizde bidonlarla benzin kuyru¤unda bekleyerek geçiren bizler hiç de yad›rgam›yoruz Ajda’y›. Ajda yerini Nazan fioray’a b›rak›rken, Dursun elinde kontrol kalemi televizyonun regülatörünü tamir etmeye çal›fl›yor. Yukar›lardan bir yerden Tuncer Abilerin kahkahalar› yükseliyor, onlar da Abba dinliyorlar, “Money, money, money…” Petrolle, para aras›na s›k›fl›p kalm›fl s›n›fs›z, imtiyazs›z bir topluluk olarak yuvarlan›p gidiyoruz uzun laf›n k›sas›. Bir süre sonra 12 Eylül oluyor. Darbenin ilk günleri Nusret Efendinin sabahlar› gazeteyi b›rakt›¤› paspas›n üstünde asker postallar› habire zilimizi çal›p duruyorlar. Nafile, evde de¤iliz. Postall›lar s›k›l›p bir süre sonra ipin ucunu b›rak›yorlar. fians eseri büyük bir varta atlat›yoruz. Vartalar atlatmakla bitmez, ertesi y›l bir süreli¤ine Amerika’ya gidiyoruz. ‹lk defa mahallenin d›fl›na ç›kaca¤›m, arkadafllar›m, okulum geride kalacak diye endiflelenmeye bile vakit kalm›yor o telafl içinde, yar›m yamalak bir vedalaflmayla solu¤u New York’ta al›yoruz. Telafl orada da bitmiyor, yeni bir flehir, yeni bir dil, yeni bir okul derken günler h›zla geçiyor. Arada ziyarete gelen bir aile dostumuz ‹stanbul’a gönderecek bir emanetin var m› diye soruyor. Var diyorum, benim arkadafllar›m var Bebek’te Kader ile Zeynep, onlara flu kocaman balonlar yap›lan sak›zlardan götürebilir misin bir kutu? Tabi diyor Ahmet Yürür, laf› m› olur? Nusret Efendinin öldü¤ünü elinde bir kutu sak›zla kap›lar›n› çald›¤›nda ö¤reniyor. Bana söylemiyorlar. ‹ki üç ay sonra Türkiye’ye döndü¤ümüzde solu¤u Nusret Efendilerde al›yorum, Nusret Efendi yok. Babam›z öldü diyor k›zlar, gözlerini kocaman açarak, senin haberin yok mu? Yok diyorum, haberim yok. Omuzlar›m düflüyor. Biraz gevezelik edip ayr›l›yorum yanlar›ndan, hiçbir soru sormak gelmiyor içimden ne zaman öldü, nas›l öldü bilmek istemiyorum, benden bir fleyler saklanmas›ndan oldum olas› nefret etmiflimdir zaten. Meflhur Bebek Badem Ezmesi’nde al›yorum solu¤u. Nusret Efendi ölmüfl diyorum gözlerimi açarak. Yaa, sorma diyor büyükler gözlerini kaç›rarak. Sevim havay› da¤›tmak için bir 142 badem ezmesi veriyor, Nusret Efendinin olmad›¤› bir dünyada yedi¤im ilk badem ezmesi nas›l da ac› geliyor. Dönüflte yokuflun yukar›s›na tafl›n›yoruz, giderek seyreliyor görüflmelerimiz. Önce Faz›l bir marangozun yan›nda ifl bulup evden uzuyor, sonra Zeynep, sonra Kader evlenip evden ayr›l›yorlar. Arada s›rada caddede Dursun’u görüyorum, dev gibi bir adam olmufl, bir rastlay›fl›mda, Türkiye judo flampiyonu oldum o¤lum diyor, karfl›nda bir flampiyon var, gülüyoruz. Arada yokuflu t›rman›rken Elmas Teyzeye rastl›yorum. Soka¤›n köflesinde oturmufl tek tük de olsa gelip geçene bak›yor bofl gözlerle. Sanki Nusret Efendi geç kalm›fl da yolunu gözler gibi bir hali var. Sen de iyice görünmez oldun be o¤lum diyor. Sorma Elmas Teyze diyorum, okul mokul ihmal ettim seni iyice. Olaca¤› bu evlat diyor, y›llar, geçiyor bak kufllar uçtu yuvadan birer birer, Songül’ün de bir belal›s› var ama gözüm pek tutmuyor çocu¤u diyor. Onu da hay›rl›s›yla evlendirirsem gözüm aç›k gitmeyece¤im bu dünyadan. Sen daha okuyorsun, oku bakal›m, yolun uzun diye gülüyor, gülünce alt›n diflleri görünüyor, ben de gülüyorum. Bu Elmas Teyzeyi son görüflüm oluyor. Yokuflta arkamdan el sallarken hat›rl›yorum onu, cemaatini kaybetmifl bir büyücü gibi, k›nal› elleri, alt›n diflleri ve Nusret Efendiyi arayan gözleriyle yokufl boyunca giderek uzaklafl›yor görüntüsü. Uzun bir zaman sonra karakolun yan›ndan merdivenleri t›rman›p etraf› bir kolaçan edeyim diyorum. Bahçe duvar›n› elden geçirmifller. Güller gitmifl, güzelim beyaz güller. Nusret Efendiyle Elmas Teyze neredeyse güller de oradad›r flimdi diye avutuyorum kendimi. Y›llar sonra babam›n kütüphanesinde rastlad›¤›m bir Hasan Hüseyin fliiriyle yâd etmek geliyor içimden Nusret Efendiyi, her ne kadar kendisi bilmediyse de Hasan Hüseyin’i… “…koçero bir da¤ çekirgesinin gecede irkilmesidir bir belirsiz karanl›ktan bir belirsiz karanl›¤a irkilip uçmas›d›r bir da¤ çekirgesinin… …ben türkçe anlatamam o kürtçe anlatamaz farsça ç›kmaz doruklara koçero hep durur orda da¤larda…” 143