sayfalar temmuz_`2012.....1-19
Transkript
sayfalar temmuz_`2012.....1-19
S kuyeta@kuyeta.org Yerel Tarih Dergisi 2008-2009 ve 2010 -2011 sayıları iki cilt halinde derlenmiştir. Ciltlenmiş Yerel Tarih Dergilerini edinme adresi Ege Mahallesi 442. Sokak No 6, Club Oliva Ergül Apartmanları B Blok Daire 4 Kuşadası / Aydın Tel:0256 618 44 44 Faks: 0256 618 44 67 ize bir iyi bir kötü haberim var diye başlayan diyaloglarda önce kötü olanı söyle derler. Bizde öyle yapalım. Yerel kültürel envanterimiz içinde önemli bir yer tutan Yavansu Mevkii Ilıca Tepe eteklerinde bulunan Roma Hamamı adım adım yok ediliyor. Şifalı çamur banyolarının olduğu giriş bölümü toprak doldurularak otopark yapılmış. Bugün sahip çıkılmaz ise bir sonraki aşama hamam bölümünün yıkılması olacaktır. Yetkilileri uyarıyoruz ve bu yapının bir an önce aslına uygun onarılarak kullanıma açılmasını bekliyoruz. Aynı beklenti Ilıca Tepe içinde geçerlidir. Bu alan ucuz işporta pazarı yerine açık hava arkeoloji parkı olarak kullanılması kentimiz değer katacaktır. İyi haberimiz ise, bir Kuşadası evinin daha aslına uygun restore edilerek ziyarete açılacak olması. Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfına bağışlanan Müftü’nün evinin tematik bir müze ve gezi evi olarak kullanılacak olması olumlu bir gelişmedir. Bu tür yapıların sayılarının artması en büyük dileğimizdir. 2013 yılı Kuşadası ve çevresinin Türk hâkimiyetine geçişinin 600 yılı. 2013’ü nasıl kutlayacağız. Gelin son dakikaya bırakmadan bugünden planlayalım. 2013’ü değişik etkinliklerle kutlayalım. Mustafa Veli’nin 40 yıl önceki Kuşadası gündemini aktardığı ‘’Ben Buradayım Ey Tarih’’ yazıları yanında gelecek sayıdan itibaren Kuşadası’nın renkli simaları ile yaptığı televizyon sohbetlerini ‘’Bir Yer sevdim Kuşadası’’ köşesinde yayınlaya başlıyoruz. Mustafa Veli hayranlarına duyurulur. Kuşadalı Botanikçi Hacı Mehmet Ali Paşa ile ilgili yayınımız ilgi çekti. Bu sayıda iki değerli araştırmacı Prof. Dr Asuman Baytop ve Prof. Dr Feza Günergün Baytop’un kaleminden Mehmet Ali Paşa ve eserlerini daha yakında tanıtmaya devam ediyoruz. Sedat Onar, Robert Walsh’ın anıları yayınlarken, Kuşadası’nın bugün yok olan ancak döneminin önemli bir dini yapısını ‘’Değirmendere Manastırını’’ bize tanıtıyor. Ali Can, Asırlık kartpostallarda Kuşadası ve Çevresini tanıtmaya devam ediyor. Mustafa Dinçoğlu, bundan 50–60 yıl önce Kuşadası’nda oynanan çocuk oyunlarını anımsatıyor ve bizleri çocukluk günlerimize götürüyor. Nail Topal, Kuşadası ‘’Aydınlanma Alanında’’ bulunan ancak bir gece ansızın kaidesi boş kalan büstünden yola çıkarak Dr. Refik Saydam’ı bize tanıtıyor. Ali Ergül, ‘’Kuşadalı İzciler’’ yazısı ile bir fotoğrafın izini sürüyor. Ekodosd’dan gelen yeni haber; bölgemizdeki kaya resimleri. MUSTAFA VELİ'NİN KUŞADASI'NIN RENKLİ SİMALARI İLE TV SOHBETLERİ ''BİR YER SEVDİM KUŞADASI'' GELECEK SAYIDAN İTİBAREN YEREL TARİH SAYFALARINDA KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı Editör Nail Topal Grafik-Tasarım Nilüfer Saçar Hukuk Danışmanı Av.Nail Özazman Tercüme (İng-Frs) Duygu Sayra Önder İletişim Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok Kat:1 D:4 Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Ali Ergül: 0532 212 20 31 kusadasiyereltarih@yahoo.com Dağıtım Pazarlama Ergül Turizm Gıda Maddeleri Ltd. Şti. Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok Kat:1 D:6 Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Baskı Yeri Yeniyol Matbaası 1145/1 Sk. No: 50/A Yenişehir - İZMİR Tel: 0232 449 88 52 Faks: 0232 458 62 86 yeniyolmat@hotmail.com Sayı 42 Yıl 5 TEMMUZ 2012 KUYETA 1 Kuyeta Haber ROMA HAMAMI OTOPARK MI OLDU? Müjgan Şavkay Kuşadası Gönüllüsü/ Araştırmacı 1980’li yıllardan sonra turizm yerine inşaat sektörünü seçen yeni Kuşadalılar Kuşadası’nın tüm yüzeyini küçük tatil siteleri olarak belirleyip yerel yönetimlerin de desteği ile Kuşadası’nın bütün güzelliklerini ve tarihi zenginliklerini bir bir yok ettiler. Son çamın iğne yaprağının altı da paylaşılıncaya kadar sanırım Kuşadası’nın turizm listelerinden silinmesinden bir acı duymayacaklar. Kuşadası’nın tarihi zenginliklerini ve doğal güzelliklerini bilen diğer şehirliler nasıl bu mahalleye hurdacı giremez diye levhalar koyuyorlarsa şehirlerine zarar verecek korkusuyla bu şehre Kuşadalılar giremez levhası koyacaklar. Yeryüzünde tabiat olaylarına ve zamanın akışına ayak uyduramayan pek çok şehir tarih sahnesinde yerini aldı. Efes-Milet-Didim ve daha pek çokları. ama tarihte var olduklarından günümüze kadar gelebilmiş şehirler İzmir-İstanbul-Venedik-Paris-Roma ve Kuşadası.. 1980’den sonra Kuşadası’na yerleşenler Kuşadası’nın ikliminin güzelliğini, boğucu yaz sıcağında esen imbatını hiç fark etmediler. Tepeleri düzleştirip çok katlı evlerle donattılar. Bizi turizmde var eden tarihi değerlerimiz ise hergün yok edilmektedir. Bundan 1 kaç gün önce Karaova’da bir dostumu ziyarete giderken Yavansu Mevkiinde Eski Sümerbank Dinlenme Tesislerinin giriş kapısının karşısında bulunan Roma Hamamını göremedim.4–5 defa geri döndüm Roma Hamamını aradım ama yoktu. Romalılardan günümüze kadar şifalı sularıyla gelebilen bu hamamın ne olduğunu Kuşadası Belediyesinde görevli Ümit Hanıma sorduğumda ‘’olamaz böyle bir şey gidip bakalım’’ dedi. Gittik, aradık ve bulduk.. Hamamın dibine kadar toprak doldurulmuş ve otopark olmuştu, içerisi de çöplüktü. Derin bir üzüntü duydum. İkimiz de ne yapabiliriz araştırmasına girdik ve ben belki Roma Hamamını kurtaracak parası olan bir kahraman çıkar, bir duyarlı yönetici sesimi, feryadımı duyar diye bu duyuruyu yapma gereksinimi duydum. Bundan sonraki sayılarda da Kuşadası’nın tarihinin coğrafyasının ikliminin tüm güzelliklerini kendi yorumum, görüşlerimle anlatacağım. Son nefesime kadar daha yaşanabilir bir Kuşadası için yazmaya ve söylemeye devam edeceğim. Belki bir gün sesimi duyan ve sesime ses veren olur. KUYETA TEMMUZ 2012 2 KUŞADASI YENİ BİR MÜZEYE KAVUŞUYOR. KENT TARİHİ MÜZESİNDEN VALİ KEREM AL’A ZİYARET Haber ve Fotoğraf: Kuşadası Demokrat Kuşadası Belediyesi ile Eğitim ve Geliştirme Vakfı temsilcilerinin Aydın Valisini ziyaretleri Belediye başkan vekili Murat Saraç başkanlığındaki Kuşadası heyeti Aydın Valisi Kerem Al'ı makamında ziyaret etti ve kurulma çalışmaları süren kent tarihi müzesi hakkında bilgi verdi. Kuşadası Belediye Başkan Vekili Murat Saraç başkanlığındaki mimar Ümit Özkan, Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı (KEGEV) Başkanı Şefik Sözer, 2. Başkan Kamil Aköz ve Vakıf Müdürü Şadiye Evgin'den oluşan Kuşadası heyeti, Aydın Valisi Kerem Al'ı makamında ziyaret etti. Kuşadası Heyeti Vali Al'a kurulma çalışmaları süren Kent Tarihi Müzesi hakkında bilgi verdi. Aydın Valiliği makam odasında gerçekleşen görüşmede, Aydın Valisi Kerem Al'a tapusu KEGEV'e ait Camiatik Mahallesi, Yıldırım Caddesi'nde bulunan 528,26 metrekare büyüklüğündeki arsanın üzerine yapılması planlanan "Kent tarihi müzesi" ile ilgili çalışmalar konusunda sunum yapıldı. Bilindiği gibi, Kuşadası Kent Tarihi Müzesi'nin kurulması için KEGEV ile Kuşadası Belediyesi arasında yapılan anlaşma uyarınca tarihi binanın restoras- yonu ve işletmesi ile ilgili Kuşadası Belediye Meclisi karar almış ve gerekli protokol imzalanmıştı. Kuşadası Belediye Başkan Vekili Murat Saraç, "Sayın Valimize, belediyemizin daha önceden restorasyonunu gerçekleştirdiği İbramaki Sanat Galerisi binası, Çalıkuşu Evi ve Efe Suphi Evi ile ilgili bilgiler verdik. Ayrıca, Aydın İl Özel İdaresi'nin katkılarıyla restore edilecek Güvercinada ve diğer çalışmaların son durumunu aktardık. Bunun yanında, Kuşadası'nın tek eğitim vakfı olan KEGEV'in yaptığı çalışmaları anlattık ve "Kent Tarihi Müzesi" için Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğünden onaylı plan ve projeyi sunduk. Kuşadası Belediyesi'nin Aydın İl Özel İdaresine yazılı olarak başvurusunun yapıldığını belirterek, bu konuda destek istedik. Kuşadası Kent Tarihi Müzesi'nin kültür turizmi için önemli bir adım olacağına inanıyoruz. Sayın Valimiz de Kuşadası için "Kent Tarihi Müzesi"nin önemli olduğunu, bu konu üzerinde gerekli çalışmaların yapılacağını açıkladı" dedi. TEMMUZ 2012 KUYETA 3 Ben Buradayım Ey Tarih Temmuz 1972’de Kuşadası Mustafa Veli Mavi İnsan Haziran 1972 yazımın sonunda “Harfler karışır mı? Karışır. Her şey karışır mı? Çok karışır!.” diye yazmışım. Gerçekten de çok karıştı. Elimdeki Ada Sesi Gazetesi’nin ciltlerinde ay olarak sıralanmış gazeteleri tarıyorum. Diğer ayların sayılarına merak edeyim diye bakmıyorum. Temmuz 1972’yi yazarken bir de ne göreyim; 30 Haziran 1972 Cuma günü yayımlanan gazete Temmuz nüshalarına karışmış. Ey cilt yapanlar ne diyeyim ben size? Demek bundan sonra diğer aylar da taranacak. Araya karışan sayılar var mı diye… Neyse ki 30 Haziran 1972’de çok önemli olaylar yok. Başlık: Festival yarın Başlıyor. Saat 14’de İskele Meydanında yapılacak törenle açılacak festival, pazartesi gecesine kadar devam edecek. “Sahil ışıklandırılıyor” başka bir haber. Altındaki haber “Sahili ışıklandırsan ne olacak, elektrik olmadıktan sonra” dedirtecek cinsten. “Şehir 6 saat Cereyansız Kaldı!...”Ayıkla pirincin taşını. Bu ne karışıklıktır. Sen sahili ışıklandırmaya çalış, şehir 6 saat cereyansız kalsın. Günaydın Kuşadası. Şimdi 24 saat cereyan var mı? Geçen gün TV izleyemedim. Gitti geldi, gitti geldi cereyan bütün elektrikli aletler kabız oldu. Tarih tekerrür ediyor. Kuşadası cephesinde yeni bir şey yok. Türkiye cephesinde yeni bir şey var mı? 2012 yılında Suriye ile kriz yaşanıyor. Üç yıl önce kardeş olanlar şimdi düşman. Vizesiz geçişler rafa kalktı. Eski dostlar düşman oldu. Bir uçak düşürüldü. Akdeniz karıştı. Bir deprem oldu komşu ile. Savaş çıkar mı? Karışık. Kan kurutan zemheri esiyor Temmuz sıcağında. Şiiri unuttum. Yine de kısa bir şiir yapmışım. Esinlendim demek. “Gözyaşlarımdan Döküldü Kelimeler Hiç biri ağlamadı.” Neden acaba? Öyle kanıksandı ki her şey. Ben kırk yıl öncesine döneyim. Ada Sesi Gazetesi’nin sayfalarına. Umarım sayılar karışmaz. Tarih, 4 Temmuz 1972, Salı. FESTİVAL İLGİNÇ GEÇTİ Doğan Sinemasında düzenlenen konserde Vali Sedat Kirtetepe şarkı söyledi. Şevki Hasırcı göbek attıFestival kortejine Fransızlar da iştirak etti. Bütün gösteriler büyük ilgi topladı. Kaymakamımız İsmail Güzeliş’in öncülüğünde teşebbüs edilen ve 1 Temmuz da başlayan 4. Turizm festivali dün gece Sözer Aile Çay Bahçesinde yapılan şenliklerle sona ermiştir. Kaymakam Güzeliş başta olmak üzere Vahap Kent, Bircan Fidan, Mehmet Latif Söker ve Mustafa Çalım’dan müteşekkil tertip komitesinin üç gece canla başla çalışmaları neticesinde diğer Club Mediterranee-Festival konvoyu KUYETA TEMMUZ 2012 4 festivallerden değişik ve ilginç programlar büyük alaka görmüştür. 1.Gün gecesi Doğan Sinemasında yalpan konserde Valimiz Sedat Kirtetepe’nin bir ara coşarak Şantöz Şenay ile şarkı söylemesi, Şevki Hasırcı’nın Ozanlarla sahnede göbek atması Turizm Festivalinde Belediye Başkan Vekili Nuri Yılmaz Ve Görevli Zabıtalar. festival havasını kuvvetlendiren etkenlerdendi. sonra yapılan Çingene gecesi 2.Gün ise saat 14.30 da şehir programında yapılan dansözler içinde geçit yapan festival kortejine yarışmasını Agora Diskoda çalışan iştirak eden Club Meditteranée Tatil Leyla Ateş kazanmıştır. Köyü ekibinin korteje iştirak edişi 10 dakikada 7 bira içmiş Hüseyin festivale ayrı bir renk katmıştır. Elmas. Dansözler yarışmasını Leyla Dün Akşam Sözer Aile Çay Ateş kazanmış. Hakikaten çok ilginç. Bahçesinde yapılan şenlikler FESTİVAL OLAYSIZ GEÇTİ. oldukça ilginç geçmiştir. Üç gün üç gece devam eden Valimizin de katıldığı şenliklerde ilçemiz 4. Turizm Festivalinde hiçbir Efes Pilsen’in düzenlediği bira içme zabıta olayına rastlanmadığı yarışmasını ilçemiz gençlerinden memnuniyetle öğrenmiş Hüseyin Elmas 10 dakikada 7 şişe bulunuyoruz. bira içerek kazanmıştır. Bundan Çay Bahçesi de kukla programının yanına televizyon ilave etmiştir. Her iki çay bahçesindeki televizyon programları halkımız tarafından ilgi ile izlenmektedir. Canım Televizyon. Ninni anlatan Masalcım. Siyah-beyaz Süleyman Demirel. Grundig. Matbaa iki yüz yıl sonra geldi. Şükür ki TV’nin gelişi yüz yılı bulmadı. Tarih, 7 Temmuz 1972, Cuma. EGE EXPRESS GAZETESİ’NE FESTİVAL HAKKINDA VERİLEN MENFİ HABER ÜZÜNTÜ YARATTI. 4 Temmuz tarihli Ege Ekspres Gazetesinde Mustafa Oğuzkaan imzalı festival ile ilgili haber: ‘’Kuşadası Neşe ve Cümbüşe Doydu’’ başlığı altında yayınlanan haberde festivalin fiyasko ile neticelendiği belirtiliyor. Yorgunlukları henüz geçmeyen Festival Komitesi üyelerine büyük bir darbe olan bu haber halk arasında da üzüntü konusu olmuştur. Festival süresince elinde mikrofonla hemen hemen her programın takdimciliği yapan Ege Ekspres Eski Belediye Binası Hizmete Açılış Töreni(7 Eylül1959) gazetesi ilçemiz muhabiri Oğuzkaan’ın festival sarayı olarak atılmıştır. hakkında böyle bir haber vermesi Büyük bir servis ve konferans halkımızı şaşırtmıştır. salonu ile başkanlık odası olmak Mustafa Oğuzkaan söyle neden üzere üç bölümden ibaret olan yeni böyle bir haber yaptın? Karıştırdın binada modern usulde hizmet mı? görülecektir. Şöyle ki: OSMAN BÖLÜKBAŞI’NIN KIZI Belediyede işi olan vatandaşlar BALAYINI İLÇEMİZDE kapı önlerinde beklemekten GEÇİRİYOR. kurtulacak, boydan boya konulacak Ankara'nın tanınmış ailelerinden bankolar kapı sistemini ortadan birinin oğlu ile 10 gün önce evlenen kaldırdığı gibi her servisle irtibat Millet Partisi genel Başkanı Osman serileşecektir. Bölükbaşı’nın kızı balaylarını Kuştur Boşalan eski binada yalnız zabıta tatil köyünde geçirmektedirler. servisi bırakılmıştır. Dün gazetemizi ziyaret eden GülEski binaya şimdilik Tapu dairesi Ferda Aykan Çifti Kuşadasını çok ile Esnaf Kefalet Kooperatifinin talip beğendiklerini İfade ederek ilçemize olduğu öğrenilmiştir. yerleşeceklerini söylemişlerdir. Hepsi bir arada. Karışık. Halen Yedek subay olarak askerlik TELEVİZYONLU ÇAY BAHÇESİ görevini yapmakta olan Ferda Akyan İKİLEŞTİ. Kuşadası’nda turistik tesisler İlçemizde ilk defa bu yıl kurmak için temaslara başlamıştır. televizyonlu servis yapan Sözer Aile Özellikle otel ve eğlence tesisleri Çay Bahçesinden sonra Emin Aile Öteden beri önemli olaylara meydan vermeyen ilçemiz emniyet mensuplarının festival günlerinde de gösterdikleri olağanüstü çalışma büyük takdir toplamıştır. İlla olay mı olması lazım ki? BELEDİYE TEŞKİLATI YENİ BİNAYA TAŞINDI. Altı pasaj üstü belediye Sarayı olarak geçen yıl inşa edilmeye başlanan yeni ve modern binanın tamamlanmasından sonra Belediye teşkilatımız geçtiğimiz Cumartesi günü yeni binasına taşınmıştır. 1959 senesi eylül ayının 7. günü Toros gazinosunun 2. katından Kale Kapısı yanındaki binaya taşınan ve bu binada 13 yıl hizmet gören belediye teşkilatımız şimdiki binaya taşınması ile aynı zamanda ebedi bir binaya da kavuşmuş bulunmaktadır. Zira binanın temelleri belediye üzerinde duran Gül ve Ferda çifti ilçemizde bir hafta daha kalacaklardır. Geçirsinler. Karışmasınlar. Ya da karışsınlar. DÜZELTME Festivalin birinci gecesinde Doğan Sinemasında düzenlenen konser de «Ozanlar gurubu Solistinin çağrısına uyarak sahneye çıkan Şevki Hasırcı göbek attı başağı altında yayınlanan haberimizi «Şevki Hasırcı Halay çekti» şeklinde düzeltir, özür dileriz. Rahmetli Şevki Hasırcı Festival’de göbek attı diye haber yapılmış. Fakat halay çekmiş. Gazete özür dileyip düzeltme yapıyor. Şevki Hasırcı hep göbekliydi. Boğazına düşkündü. Göbek atması daha doğal değil mi? Halay da nereden çıktı? Karıştırıldı. Bir nişan haberi. Naci Akdoğan’ın kızı Canan ile Mahmut Özay’ın oğlu Mehmet Cumartesi günü nişanlanmışlar. Mutluluk diliyor gazete. Bakalım mutluluk karıştırılacak mı? Canan Akdoğan, Mehmet Özay düğün törenleri Tarih, 11 Temmuz 1972, Salı. ÖZEL İDARE ARSASINA İNŞA EDİLECEK OTEL VE ÇARŞI’NIN İHALESİ BUGÜN YAPILIYOR. İl Daimi Encümeni salonunda yapılacak ihaleye çok sayıda müteahhit katılacak- İnşaat önümüzdeki seneye tamamlanmış olacak. İlçemiz İl genel meclisi üyesi Hüsnü Seçer ve Kaymakam İsmail Güzeliş’in ısrarlı talepleri üzerine programa alınan Özel İdare arsasına otel ve çarşı inşasının ihalesi bugün Aydın İl Daimi Encümen salonunda TEMMUZ 2012 KUYETA 5 Ben Buradayım Ey Tarih yapılacaktır. 167 bin 644 lira keşif bedelli ihaleye çok sayıda müteahhidin iştirak edeceği öğrenilmiştir. Yıkılan Özel İdare binasının arsasına inşa edilecek tesislerle şehrimiz ayrı bir özellik kazanacaktır. Zemin kat çarşı birinci katıda otel olarak inşa edilecek Özel idare tesislerinin önümüzdeki sene hizmete açılacağı söylenmektedir. Ayrı bir özellik kazandırıldı ama şimdi nerede? Yerinde. Özelliği kaldı mı? Çift bir göç çemberinde nefes alamıyor. İDARECİLER TATİL SİTESİ KURULUYOR. Kaymakamımız İsmail Güzeliş’in öncülüğünde ilçemizde ‘’İdareciler Tatil Sitesi ‘’ adı altında bir kooperatif kurulacağını istihbar etmiş bulunuyoruz. Güzeliş’in başkanlığındaki müteşebbis heyet kooperatif ile ilgili çalışmalara aralıksız olarak devam etmektedir. Özellikle Vali ve Kaymakamların ortak olabileceği, şimdiden yapılan müracaatların çokluğu göz önüne alınarak deniz kenarındaki arsa sahipleri ile temaslara başlanmıştır. Şimdiye kadar yapılan temaslarda deniz kenarındaki bir tarlanın alınmasının kati’leştiği ifade edilmekte, alınacak yerin mevkii gizli tutulmaktadır. Kuruluş hazırlıklarının bir an önce tamamlanması için çalışmalarını sürdüren ilgililer talip oldukları tarlayı ve mevkiini bilahare açıklayacaklarını söylemektedirler. Etrafı sitelerle doldu. Gevşek ve çembersiz. Dalga sesleri sesi kısılmış Temmuz şeftali ağacı. SAĞLIK MERKEZİNE TAHSİSAT GELDİ. Sağlık Merkezinin onarımı için Bakanlıktan 3 Yıldan beri talep edilen tahsisat nihayet gelmiştir. 3 Yıl önce keşif yapılan Sağlık Merkezinin onarım işi böylelikle gerçekleşecektir. Önümüzdeki günlerde ihale edilecek olan 7 bin lira keşif bedelli onarım işi müteahhide verilecektir. Gelsin sağlık için gelsin. BELEDİYE SARAYI DONATILIYOR. Belediye Sarayına taşınan teşkilatımız yeni ve modern mefruşat ile tefriş edilecektir. İlgililerin ifadesine göre mevcut mefruşatların yerine yeni mefruşat alınacak. Sandalyeden masaya kadar her şey değişecektir. Kazalar arasında mimari yönden bir eşinin daha bulunmadığı söylenen Belediye Sarayının layık olduğu şekilde teçhiz edilmesi hususunda azami fedakarlık yapılacaktır. Zamanında belki öyle idiydi şimdiki bina estetik fakiri. Tarih, 18 Temmuz 1972, Salı. BABA DOKTOR 11 YAŞINDAKİ OĞLUNUN ÖLÜMÜNE SEBEBİYET VERDİ. Ne acı, ne hazin, ne yürek burkan bir öykü. Sen doktor olarak binlerce insanı hayata kazandır, hastalıklarını yok et, 11 yaşındaki çocuğuna derman olma!.. Nedir bu? Karışık… İLÇEMİZDE GEBELİK TESTİ YAPILIYOR. İlçemiz Hükümet Tabibi Dr. Ömer Önal muayenehanesinde gebelik testi uygulamaya başlamıştır. Modern ve fenni cihazlarla garantili olarak uygulanan gebelik testi için sabahleyin ilk idrarın bir şişe içinde getirilmesinin kafi geldiği söylenmektedir. İlçemizde ilk defa yapılan bu testin büyük ilgi göreceği sanılıyor. Türkiye çoğalsın ve mutlu olsun. KERVANSARAY’IN ETRAFI MİKROP YUVASI OLMUŞ. Club Meditteranée tarafından özel olarak işletilen Öküz Mehmet Paşa Kervansarayının çevresi mikrop yuvası haline gelmiştir. Geçen sayımızda değindiğimiz Türkmen Köprüsünün altındaki simsiyah suyun aynısını şehrin ortasındaki Kervansaray’ın çevresinde de görmek mümkündür. Güven Taksi yazıhanesinin Kervansaray-1970 KUYETA TEMMUZ 2012 6 bulunduğu taraftaki duvar kenarları baştanbaşa Kervansaray’ın içinden gelen pis suların istilasına uğramıştır. Çevredeki vatandaşlar arasında şikâyet konusu olan bu durumun önlenmesi için belediye zabıtasının Kervansaray ilgililerine gerekli ikası yapması beklenmektedir. Geçen sayımız yok ki haberi inceleyeyim. Şimdi de Türkmen Köprüsü’nün yerine açılan derede pis koku burunları deliyor. Yine de kurbağaların viyaklamaları çok güzel. Seneye Kurbağalı dere diye bir mevkiimiz olur. Olsun. Temmuz ayına çok güzel yakışıyor. Kurbağalara özgürlük!.. Yaşasın Kurbağalı dere… Tarih, 21 Temmuz 1972, Cuma. HALK BANKASI ŞUBESİNİN AÇILMASI İÇİN YENİDEN FAALİYETE GEÇİLDİ Bina temini için ilçemizde temaslar yapan banka ilgilileri bir bina sahibi ile anlaştılar. 1971 yılında Bakanlar Kurulunca ilçemizde açılması kararlaştırılan Halk Bankası Şubesi bilindiği gibi bina temin edilmediğinden gerçekleştirilememişti. Şimdi ise genel müdürlüğün ısrarı üzerine geçen yıl açılamayan şubenin bu yıl açılabilmesi için faaliyete geçilmiştir. Edindiğimiz bilgiye göre, Halk Bankası yetkilileri önceki gün ilçemize gelerek, Esnaf Kefalet Kooperatifi müdürü Sabri Mumcu ile de temas kurarak bankaya elverişli bina tespiti için sondajlara başlamışlardır. Yapılan temaslarda bir bina sahibi ile anlaşmaya varılmış, ancak binanın yeri gizli tutulmaktadır. İlgililer yapılan bu anlaşmayı genel müdürlüğe aksettireceklerini ve genel müdürlükçe müspet karşılanacağını beyan ederek açılış hazırlıklarının yıl sonuna kadar tamamlanacağını, şubenin Ocak ayının ilk günlerinde hizmete girebileceğini söylemişlerdir. Ahh, ne hazin bir öyküdür bu. Ne kavuşamamak. Alakası yok sevgili okuyucu. Her zaman yazarım: Bankalar açıldı Kuşadası’na da bir faydası oldu mu diye... Yazıma biraz gizem katayım. Halk Bankası açılacak mı, açılmayacak mı? Açılırsa Kuşadası refaha mı kavuşacak, yoksa tekmili birden Kuşadası esnafı yok mu olacak? Kuşadası Halk Bankasının ne gibi nimetlerinden faydalanacak? Yoksa faydalanamayacak mı? Halk Bankası Kuşadası’na bir adet ağaç dikecek mi? Halk Bankası Halk Ekmek Fabrikasını kuracak mı? Açılırsa sonunda Halk Bankasının mevduatında güller açacak mı? Karışık… Az sonra… POSTEL KOOPERATİFİ KURA ÇEKİYOR. İlçemiz PTT mensuplarının geçen yıl kurdukları Postel Yapı Kooperatifinin arsa borcu ödendiğinden 30 Temmuz günü Kütüphane salonunda toplanılacak ve noter huzurunda kuralar çekilerek üyelerin arsaları belli olacaktır. PTT şefi Ahmet Arda ve telgraf memuru Erol Erdoğu’nun gayretli çalışmaları sonunda 1 yıl içinde bütün işi tamamlanan Postel Kooperatifi üyelerinden isteyene tapusu verilecektir. Hayırlı kuralar. Çoğu postaneden habersiz bir nesil yetiştiriyoruz. Yakında Tek Post evleri kurulur cep telefonlarının köşelerinde. Mektup unutuldu ya evlerde unutuldu. Ahmet Arda nerede şimdi? Telgraf memuru Erol Erdoğu nerede? Postel evlerinde ikametgahları var mı? Tarih, 25 Temmuz 1972, Salı. YARIN BAŞLAYACAK YAT YARIŞLARININ SON HAZIRLIKLARI İLÇEMİZDE YAPILIYOR. 5 Ülkenin yarışçıları dün ilçemize gelerek, yarın Sisam adası koyundan başlayacak yarışların hazırlıklarına başladılar. Yarın Sisam adasından başlayacak olan 9. Uluslar arası Ege Yat Rallisi’nin mensupları dün ilçemizde toplanmışlardır. İtalyan, Fransız, İngiliz, Yunan ve Türk yelkencilerinden müteşekkil 210 kişilik ekip dün sabah yatlarla şehrimize gelmişlerdir. Yarışçılar bir süre Kısmet Otelde istirahat ettikten sonra yatlarına çekilerek, yarış hazırlıklarına başlamışlardır. Bugünde hazırlıklarını sürdürecek olan ekipler öğleden sonra şehrimizden ayrılarak yarışın başlayış yeri olan Sisam adası koyundaki yerlerini alacaklardır. Yarışlar 30 Temmuz da sora erecektir. Deniz, güneş, yat… Sırtüstü yat. Deniz ayakucuna konsun, güneş tepene... Kum da var. Kıymalı dolma. Ben 1972 Temmuz’unda ne yapıyordum? Fotoğraf yok. Şimdiki çocuklar ne kadar şanslı. Bizim zamanımızda fotoğraf çektirmek lükstü. Lüks lambaları gibi. Şimdi cep telefonlarından analar, babalar her saat başı fotoğraflarını çekiyor çocuklarının. Nereden nereye geldim? Karıştım. TUNUS DIŞİŞLERİ BAKANI YARIN İLÇEMİZE GELİYOR. Hükümetimizin davetlisi olarak yurdumuza gelen Tunus Dışişleri Bakanı Bn. Maznundi ve beraberindeki heyet yarın şehrimize gelecektir. Tunus Dışişleri Bakanı Muhammed Mazmudi Öğleden sonra saat 15.00 sıralarından ilçemize gelmesi beklenen Tunus Dışişleri Bakanı ve beraberindekiler şehrimizin tarihi ve turistik yerlerini ziyaret ettikten sonra Kısmet Otelde istirahat edecekler, ayni gün saat 20 de ilçemizden İzmir’e müteveccihen ayrılacaklardır. Arap Baharına kurban gitti mi acaba? Suriye’de kış sürecek mi? Bahar bizim elimizde mi? Halep ne halde? Halep oradaysa, Arşın burada mı? Ne oldu vizesiz komşuya? Sıcak insanı uyutur mu? Suriye’de dondurma var mı? Tunus’ta dondurma satışları başladı mı? ÜÇ TURİZM GÖNÜLLÜSÜ GÖREVE BAŞLADI. Turizm Bakanlığınca görevli olarak ilçemize gönderilen üç yüksek tahsil talebesi Turizm bürosunda vazifeye başlamışlardır. Derya Tutumcu, Çiğdem Tolga ve Yücel Şentarlı adlı Turizm Gönüllüsü gençler Turizm Bürosundan 15 Ekim’e kadar görev yapacaklardır. Başlangıç Kuşadası’nda. Dondurma satışları güzel gidiyor. Kahramanmaraş dondurmaları satılıyor. Kuşadası Özerk Cumhuriyet olmalı. Donmak, böyle kalmalı. Kalmalı mı? Siyaset dondu mu? Sıcak cırcır böceği mi? Üç turizm gönüllüsü nasıl serinliyor? Çorap giyiyorlar mı? Bu ülkenin başına çorap örenler var mı? Karışık!.. Tarih, 28 Temmuz 1972, Cuma. FERRUH ADALIOĞLU AYDIN BÖLGESİNİN EN BÜYÜK FABRİKASININ İLÇEMİZDE KURUYOR. Zeytinyağı, salamura zeytin, sabun, domates salçası ve konserve imal edecek fabrikanın temelleri önümüzdeki günlerde atılacak. İlçemizin sevilen iş adamlarından Ferruh Adalıoğlu’nun Aydın Bölgesinin en büyük ve en modern zeytinyağı fabrikasını kurmak üzere faaliyete geçtiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bilindiği gibi yıllardır ilçemizde zeytinyağı fabrikası işletmeciliği yapan Ferruh Adalıoğlu’nun kuracağı modern fabrikada zeytinyağı imalatından başka konserve zeytin ve sabun imalatı da yapılacaktır. Kazım Adalıoğlu işletmeciliğinde bulunan Petrol Ofisi Benzin istasyonunun bitişiğindeki arazi üzerine kurulacak olan fabrikanın önümüzdeki günlerde temelleri atılacaktır. Yapılan açıklamaya göre zeytinyağı, salamura zeytin ve sabun imalatından başka domates salçası ve konserve imalatının da yapılacağı söylenmektedir. Her mevsimde faaliyetine devam edecek olan fabrikanın kurulacağı haberi ilçemizde sevinç yaratmıştır. Sevinç yaratan haber ne zaman hüsrana dönüşecek? Neden devamı gelmeyecek? Sonunda fabrikanın akıbeti ne olacak? Az sonra… Yanılma sevgili okuyucu!.. Sakın yanılma… Karıştırma her şeyi. Ortada karışık bir yaz var 2012 yılında. 1972 yılı Temmuz ayı da ortada karışık bir yaz. Bu ülke hep karıştırıldı zaten. Karıştırılmaktan kendine özgü bir Cumhuriyet kurulamadı. Sıcaklardan diyelim mi? Ya da karıştırmayalım mı? Oturalım. Tansiyonum yüksek. Ağustos ayı tansiyonu daha da yükseltmesin!.. Amin. Sıcak hep aynı sıcak. Sinemada sıcak kavuşmalar. Sonrası Buz. Ağustos. Karışık bir ay mı olacak? Sordum Ada Sesi Gazetesi’nin sayfalarına… Karışmam dediler. Keşke hiçbir şeye karışmasak! TEMMUZ 2012 KUYETA 7 Kuşadalı Ünlüler KUŞADALI HACI MEHMET ALİ PAŞA Prof Dr Asuman BAYTOP Mehmet Ali Paşa (1837-1914) ve Botanikle ilgili Yayınları İstanbul'da 1839'da açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahâne'deki botanik dersleri bu askeri tıp mektebinin direktörü Avusturyalı hekim C. A. Bernard tarafından verilmeye başlanmıştır. Dr. Bernard'ın öğrenciler için A. Richard'ın eserinden istifade ile hazırladığı Elâmens de Botanicjue (İstanbul, 1842) adlı kitap, Türkiye'de basılmış ilk botanik kitabıdır ve adından da anlaşılacağı gibi Fransızcadır. Botanik ders kitabı olarak kullanılan ilk Türkçe kitap ise, yaklaşık yirmi yıl kadar sonra, 1865'te yayımlanmıştır. Bu kitap, Dr. Bernard'ın öğrencilerinden ve ondan sonra Tıbbiye'de botanik derslerini veren Hekimbaşı Salih Efendinin Dr. Cari Arendts'ten kısaltarak tercüme ettiği llm-i Hayvanat ve Nebatat*Ait, Salih Efendi de, Dr. Bernard gibi botanikle ilgili tek bir kitap hazırlamıştır. Salih Efendi'nin öğrencisi olan ve aynı mektepte botanik dersleri vermiş olan Mehmed Ali Paşa'nın tercüme çalışmaları ile Türkçe botanik kitaplarının sayısında dikkate değer bir artış görülür. Bu artışta, M. Ali Paşanın çalışma hayatının büyük bir kısmını münhasıran botanik hocası olarak geçirmiş olmasının da muhakkak ki etkisi olmuştur. Kendisinden önce botanik dersleri veren Dr. Bernard teorik cerrahi dersleri verdiği gibi Tıbbiyenin direktörlüğünü de yürütmekteydi. Salih Efendi ise, hocalık yanında hekimbaşılık ve diğer idari görevlerle mükellefti. Hacı Ali Paşa veya sadece Ali Paşa adları ile de tanınan Mehmet Ali Paşa hakkında bugüne kadar çeşitli yayınlar yapılmış ve birçok yayında adı geçmiştir (1-13). Biz burada onun özgeçmişini kısaca hatırlattıktan sonra, daha ziyade botanik çalışmaları üzerinde durmak ve bu Prof Dr Feza GÜNERGÜN(BAYTOP) konudaki yayınlarını tanıtmak istiyoruz. Mehmet Ali, 1837 (1253) Kuşadası doğumludur. İstanbul’da, Askeri Tıp Mekte-bi'nden 1864'te (1281) hekim olarak mezun olmuş, Ordu-i Hümayun'da doktorluk yapmış, 1871'de (1288) adı geçen mektebe nebatat muallim muavini olarak girmiş, 1876'da (1293) burada muallim olmuştur. Sivil Tıp Mektebi'nde (Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye) ders vermiş ve 1892'de (1308) bu mektebin müdürlüğüne atanmıştır (1). 1914’de (1333) Erenköy'de vefat Tahsin Özmen etmiştir. Kabri Kızıltoprak'ta Zühtü Paşa Cami yakınındaki Hüseyin Baba Mezarlığı'ndadır (5, 6, 8). Mezar taşı üzerinde vefat tarihi 20 Muharrem 1333 olarak kayıtlıdır (8 Aralık 1914). Bir resmi, torunu eczacı Salahattin Uraz tarafından Prof. Dr. Turhan Baytop'a hediye edilmiş ve bu tek resim Prof. T. Baytop'un makalesinde (2) yayımlanmıştır (resim 1). Bir botanik hocası olarak Mehmet Ali, ders verdiği tıp ve eczacı öğrencileri için ders kitapları yazmış, yayınlar yapmış, mesleğine ve bilimine meraklı, çalışkan bir hoca ve bilim adamı olmuştur. Botanik öğretiminin uygulamalı yönüne de önem vererek, Askeri Tıp Mektebi'nin Demirkapı'daki kışla bahçesinde bir botanik bahçesi kurmuş, keza Sivil Tıp Mektebi'nin Kadırgadaki bahçesini de bir botanik bahçesi şeklinde geliştirmiştir. Mehmet Ali, 1866'da kurulan ve başlıca amacı Batı'nın tıp ve biyoloji kitaplarını Türkçeye çevirmek olan Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye'nin bir üyesidir ve botanikle ilgili Fransızca eserlerden tercümeler yapmıştır. İstanbul kitaplıklarında yaptığımız araştırmalarda, Mehmet Ali'nin botanikle ilgili 6 yayınına rastladık. Bunlardan üçü tıp mektepleri için yazılmış, Cauvet'den tercüme edilmiş botanik ders kitaplarıdır. Diğer üçü de Du Breuil'den tercüme edilmiş pratik meyve ağacı yetiştirilmesi ile ilgili risalelerdir. Bunları inceleyerek aşağıda tanıtıyoruz. Mehmet Ali Paşa'nın Ders Kitapları İlm-i Nebatat-ı Tıbbiye: İki cilt halinde basılıdır. Birinci cildin kapak sayfası şöyledir: "İlm-i Nebatat-ı Tıbbiye. Cild-i evvel. Mütercimi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne'deYargıtay ilm-i nebatat muallim muavini Birinci Bşk Ferruh Adalıoğlu ve Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye azasından binbaşı doktor Mehmet Ali" (şekil 2). İkinci cildin kapak sayfası da şöyledir: "Cild-i sani. Nebatat. Mütercimi Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye azasından ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne ilm- i nebatat muallim muavini Mehmet Ali". İncelediğimiz nüshalar, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Eczacılık Tarihi Müzesi'nde 1. "Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahâne müdürü Doktor Mirliva saadetlû Hacı Meh¬met Ali Paşa", Salname-i Nezaret- i Maarif-i Umumiye, 1318 (1902), s. 628. 2. Baytop, T.: "Mehmet Ali Paşa (1834-1916)", Farmakolog, 18 (12), 370-372 (1948). KUYETA TEMMUZ 2012 8 mevcut olanlardır. Her iki cildin kapak sayfaları Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne Matbaası'nın mühürünü taşımaktadır. İkinci cildin son sayfasında da, "Mekteb-i Tıbbi- ye-i Şahane Matbaası'nda tab olunmuştur. Sene 1291 fi gurre-i Zilhicce' kaydı vardır. Bu tarih 9 Ocak 1875'e tekabül eder. Her iki cilt de 22 x 15 santimetre ebadındadır. Birinci cilt 12 sayfalık bir fihrist ve 9 sayfa tutarında bir hata ve sevap cetveli ile başlamakta, sonra kapak sayfası gelmekte, bundan sonra 2 sayfalık bir mukaddeme ve 4 sayfalık bir methal bulunmakta ve sonra ana konuya girilmektedir. Bu şekilde birinci cilt 587 + 31 sayfadan ibarettir, içinde 175 şekil vardır, ikinci cilt 4 sayfalık bir fihrist ve onu takiben 3 sayfalık bir hata ve sevap cetveli ile başlamakta, sonra kapak sayfası gelmekte ve sonra konu, birinci ciltte kalınan yerden hemen devam etmektedir. Bu suretle ikinci cilt 660 I 9 sayfadır. Şekil numaraları birinci ciltteki numaralamanın devamıdır ve 176'dan başlayıp 230'da son bulmaktadır. Böylece ikinci cilt içinde 55 şekil vardır. Görülüyor ki, Mehmet Ali'nin bu iki ciltlik kitabı toplam olarak 1247 + 40 sayfadır ve içinde toplam 230 şekil vardır. Birinci ciltteki Mukaddeme'de Mehmet Ali, kitabını Doktor Cauvet'den tercüme ettiğini, Richard ve Bougnon'dan ilaveler yaptığını, Baıy, Boudier, Decaisne, Robin vs. gibi müelliflerin kitaplarından kriptogamlarla ilgili bahisler alarak kitabına eklediğini bildirmiştir. Kitap, tıbbi bitkileri de tanıtan bir bitki sistematiği kitabıdır. Başta, genel kısımda, hücre, doku, vejetatif organlar, beslenme, imtisas (özümleme), teneffüs olayları, renk maddeleri, üreme organları, bitkilerde hareket konuları işlendikten sonra, sistematik kısımda bitkilerin sınıflandırılmasından, Jussieu'nün, De Candolle'un sistemlerinden bahsedilmiş, Çeneksizlerden mantarlar, algler, likenler, eğreltiler, Birçeneklilerden 14 familya, İkiçeneklilerden önce Açıktohumlu 5 familya, sonra Kapalı tohumlu 36 familya, Nymphaeaceae familyasının sonuna kadar tanıtılmıştır. Kapalı tohumlular ikinci ciltte Ranunculaceae ile başlayarak Compositae sonuna kadar devam etmektedir, burada 88 familya vardır. Birinci cilt içinde sınıflandırma veya familya, altfamilya, cins veya tür ile ilgili tayin cetveli, ikinci ciltte de aynı tipte 15 cetvel vardır. Mehmet Ali'nin tercüme ve derleme yoluyla hazırladığı bu ilk ders kitabının sistematik kısmında, her bir familyanın özellikleri belirtildikten sonra o familyadaki tıbbi ve faydalı bitkilerden bahsedilmiş, bunların Fransızca adı, bazen Latince adı, bundan başka parantez içinde Latince tür adının Arap harfleriyle yazılmış şekli, varsa Türkçe adı, kullanılışı, etkin maddesi bazen formülleriyle verilmiştir. Geniş familyalar kabilelere (altfamilya) ayrılarak incelenmiştir. Kuvvetli etkiye sahip olan kınakına, afyon, yüksü- kotu, tatula, güzelavratotu, sinameki gibi droglara geniş yer ayrılmıştır. Mehmet Ali'nin Cauvet'nin hangi kitabını temel kaynak olarak aldığını bilmiyoruz. İstanbul kitaplıklarında böyle bir kitap bulamadık ve dolayısıyla bir kıyaslama yapamadık. Ancak Mehmet Ali'nin Cauvet'nin Nouveaux Eléments d'Histoire Naturelle Médicale (2 cilt, Paris, 1869) adlı kitabından faydalanmış olması muhtemeldir. Bu kitabın temin edilip Ilm-i Nebatat-ı Tıbbiye ile karşılaştırılması halinde daha kesin bir yargıya varılması mümkün olacaktır. Ilm-i Nebatat: İki cilt halindedir. Birinci cildin kapak sayfası şöyledir: "Ilm-i Nebatat. Cild-i evvel. Müellifi Doktor Cauvet. Mütercimi Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye ve Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahane muallimlerinden ve Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye azasından ilm-i nebatat muallimi miralay elhac Mehmet Ali. Defa-i sani olarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne Matbaası'nda tab olunmuştur. Fi muharrem sene 1303 " (şekil 3). Bu tarih Ekim 1885'e tekabül eder. İkinci cildin kapak sayfası da şöyledir: "İlm-i Nebatat. Cild-i sani. Müellifi Doktor Cauvet. Mütercimi Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye ve Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahâne muallimlerinden ve Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye azasından ilm-i nebatat muallimi miralay elhac Mehmet Ali. Defa-i sani olarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne Matbaası'nda tab olunmuştur. Fi 16 Ramazan sene 1303 ". Bu tarih 18 Haziran 1886'ya tekabül eder. Ancak şu var ki, bu ikinci cildin son sayfasında bulunan "Sene 1307 fi gurre-i Cemaziyelâhirde hitam bulmuştur" ibaresi, baskının 23 Ocak 1890'da tamamlanmış olduğunu göstermektedir. Birinci cildin mukaddemesinden ve her iki cildin kapak sayfalarındaki açıklamadan anlaşılacağı üzere, Mehmet Ali'nin bu ikinci kitabı, onun 1291 (1875) tarihli birinci kitabının ikinci baskısıdır. Bu mukaddemede Mehmet Ali, ilk baskı nüshalarının tükenmiş olduğunu ve ikinci baskıyı yaparken gene Cauvet'den faydalanarak ilaveler getirdiğini açıklamıştır. Bu şekilde ikinci baskı, birincinin tamamen aynı değildir, onun tashihli ve ilaveli baskısıdır. Bu baskıdan bir takım İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Eczacılık Tarihi Müzesinde vardır. Kuşadalı Ünlü Botanikçi Hacı Mehmet Ali Paşa’nın adının yaşatıldığı Yılancı Burnu Mevkiinde Botanikçi Ali Sokak ve tabelası TEMMUZ 2012 KUYETA 9 Gezginlerin Kaleminden Kuşadası / 17 “Rum Korsanların Türkleri Katlettiği Dönemde Kuşadası’na Gelen İrlandalı Gezgin Robert Walsh’in İzlenimleri” sedatonaranea@hotmail.com Sedat Onar Araştırmacı Kitabın Adı : “A Residence at Constantinople”(Cilt 2) Yayınevi : Frederick Westley and A.H.Davis, Londra Ancak kısa bir süre sessizlik oldu. Ben bizim yanımızdaki yeniçeri Ahmet’i öne doğru ittim. Bereket versin yeniçeri Ahmet’i de yanımızda kıyıya getirmiştik. Ancak O da müthiş korkmuştu. Ellerini havaya kaldırdı “Bunlar İngiliz, bunlar İngiliz, İngilizlere merhamet edin” diye bağırmaya başladı. Bu, atlılar üzerinde beklenmedik bir etki gösterdi, aramızda bir yumuşama oldu ve görüşmeye başladık. Atlıların başındaki Ağa öne doğru çıktı. Yeniçeri Ahmet, Bay Leeves’i ve beni yanına aldı ve ellerimizden tutarak Ağaya götürdü. “Bunlar İngiliz Lordları… Saraydan… Pera’dan… Padişah’ın koruması altındalar. Onların korunması için Padişah fermanı var.” diye Ağaya durumumuzu ifade etti. Ağa da bizim gemimizin Scala Nova’da olması gerektiğini söyledi. Bizi bir “Hydriote” gemisi sandıkları için saldırdıklarını belirtti. Şiddetli bir kargaşalığın sonucunda bunların meydana geldiği anlaşıldı. Ağa beş yüz adamını bizim hareketlerimizi izlemesi ve arazide bulup imha etmesi için farklı yönlere yollamış. Gönderilen askerlerin bir kısmı delibaşlardan oluşuyormuş. Onlar gerçekten de kan kardeşi gibi birbirlerine çok bağlı delilermiş. Ancak bu delibaş askerlerle ne bir yeri almak, ne de bir yeri vermek için savaşılamazmış. Eğer biz bu delibaş askerlerin arasına düşmüş olsaymışız, bizim böyle açıklama yapmamıza izin vermeden bizi öldürürlermiş. Verilmiş sadakamız varmış ki Ağa’nın delibaşları sahilin diğer tarafına gitmişler de biz onlara rastlamamışız. Velhasıl Ağa’nın askerlerinden ikisinin bizim yeniçeriye Scala Nova’ya kadar eşlik etmesi ve durumun Scala Nova’daki Paşa’ya iletilmesine karar verildi. Bizim yeniçeriye eşlik edecek Ağa’nın askerleri Scala Nova’daki Paşa’ya durumu KUYETA TEMMUZ 2012 10 açıklayacaklar ve O’nu ikna etmeye çalışacaklardı. Onlar Scala Nova’dan geri dönünceye kadar biz tutsak olarak burada kalacaktık. Şimdi saat gecenin 10’u. Yedi sekiz mil ilerideki Scala Nova tamamen karanlıklar içinde. Açık havada beklemekten başka bir seçeneğimiz yok. Önümüzdeki bütün Asya çok kasvetli ve her türlü haşereyi barındıran bir bataklığa benziyor. Türkler bizi kuşatmış durumda, biz de merkezlerinde kumların üzerinde oturmuş, bekleşiyoruz. Bütün akşam boyu süren çatışmanın şiddetiyle ben de aşırı ısınmıştım. Şimdi berbat bir şekilde soğuğu hissetmeye başladım. Avuçlarımı soktuğum kum bile dışarıdan sıcaktı. Isınmak için ellerimi kumda oyduğum çukura sokuyor, kum taneciklerini avuçluyordum En sonunda ellerimle vücudumu soğuktan koruyabileceğim bir çukur açmaya karar verdim. Ne olursa olsun dışarıda durmaktan daha iyi olacaktı. Kazdığım çukura uzandım ve üzerimi kumlarla örttüm. Vücudum nispeten ısınmıştı. Benden gören diğer arkadaşlarımda aynısını yaparak kendilerini kuma gömdüler. Hepimizin vücudu nispeten ısınmıştı. Böylece uyumaya çalıştık. Her nasılsa, kısa bir süre içinde vücudumuz daha fazla üşümeye başladı. Biz ateş yakmak istediğimizi Türklere ilettik. Başımızdaki Ağa buna izin vermedi. Herhalde bizi gören diğerlerinin de ateş yakacağından korktu. Aslında Ağa bizim yakacağımız ateşlerle kendi gemilerimize işaret göndereceğimizi zannetti. Bir ara Ağa’nın adamlarından birinin sazların arasında tütün içtiğini gördüm. En sonunda içtiği ağızlıktan yere bir köz düşürdü ve bulunduğu sazlık alev alev yanmaya başladı. Bizim için tam bir sürpriz olmuştu. Bölüm - 2 SON Yazar : Robert Walsh Kitabın Basım Tarihi: 1836 Bizim bulunduğumuz yer nehrin denizle birleştiği bir nehir ağzıydı. Birkaç yüz dönümlük bu yerin her tarafı fundalıklar ve küçük sazlıklarla örtülüydü. Bu mevsimde de bunların büyük bir bölümü solmuş ve kurumuştu. Alevler yakınında bulunan her şeyi bir anda yutuyor, adeta vahşi bir ateş topu her tarafa yuvarlanıyordu. Kimi yerde otların yanarken çıkardığı çatırtılar, kimi yerde bir kükremeyi andıran seslere dönüşüyordu. Bütün alan tümüyle alevlere boğulmuştu. Alevler önlenemez bir şekilde her yana hızla yayılıyordu. Yüksek ağaçlar bile etrafını saran alevlerden kaçamıyordu. Alevler ağaçlara hızla yaklaşıyor, çevresini kuşattığı ağacı bir anda alev topuna dönüştürüyordu. Sadece denize ulaşan alevler ilerlemesini durduruyordu. Alevler bir anda önümüzdeki ağacı ele geçirdi. İlk önce ağacın alt dalları alevlere teslim oldu, daha sonra üst dalların alev alması ile ağaç bir ateş piramidine dönüştü. Biz süratle yer değiştirdik. Ateşin olmadığı sınır hattına doğru ilerledik. Alevler gecenin karanlığında vahşi kıyafetleri içindeki, kara sakallı esmer Asyalılar ile bizleri öyle gösteriyordu ki, Rembrandt’ın çizmeye doyamayacağı bir tablonun öğeleriydik sanki. Yangın yanımıza yaklaşana kadar sazların üzerine doğru yatıyor, ateş bize yaklaştığında daha önceden yanmış olan yerlere doğru yer değiştiriyorduk. Yer değiştirmelerden haddinden fazla yorulduk. Kıpırdayacak halimiz kalmamıştı. Ben üzerimizdeki sıkıntıyı yangından kaçan böcekleri izleyerek atmaya çalışıyordum. Alevler yaklaştıkça böceklerin canlarını kurtarmak için doğaüstü bir güçle hareket edişleri bana yorgunluğumu kısmen de olsa unutturuyordu. Bu sıcak ve nemli yerde doğanın üretkenliği beni gerçekten de çok şaşırtıyordu. Minik böcekler sanki Gorgonların , Hydraların , Chimeraların birer embriyosuydu. Üç inç kadar bacakları olan yeşil bir peygamber devesi böceği yanıma kadar yaklaştı. Benden yardım diler gibi bana baktı. Üzerinde tutunduğu otlarla bir bütün olmuş gibi adeta yürüyen bir çimen parçasına benziyordu. Elime almaya çalışırken birden uçarak uzaklaştı. Doğada ayakta kalabilmek için içgüdüleriniz doğrultusunda yaşamak mecburiyetindeydik. Bize yakın olan çalılıkların içinden korkunç bağırış ve çığlıklar bizim harekete geçmemizi gerektirdi. O sırada yakınlardan duyduğumuz sesler bizi endişeye düşürmüştü. Kesinlikle barbarların delibaş denilen diğer bölümü bizim burada olduğumuzu keşfetmişti. Bu nedenle geldiklerinde bize saldırırlar diye korkuyorduk. Sesler o kadar yakınımızdan geliyordu ki, adeta olayların içinde yaşıyorduk. Ancak seslerin başka bir yerden geldiğini daha sonra anladık. Cayster Irmağının denize döküldüğü noktadaki kamış ormanına sığınmış olan çakallar ve diğer hayvanlar alevlerin kendilerine yaklaşmasından dolayı can havliyle kederli kederli uluyorlardı. Diğer taraftan benzer şekilde insanların haykırışları da hayvanların ulumalarına karışıyordu. Sonunda bizim yeniçeri şafak vaktinden az önce döndü. Paşa bundan büyük mutluluk duydu. Scala Nova’da da büyük bir sükûnet hâkimmiş; Paşa bizim serbest bırakılmamızı emretti. Bizim nehirden karşıya geçmemiz için eşlik ettiler. Ardından nerede barınabileceğimiz ve oturup dinlenebileceğimizi söylediler. Burada bizi başka bir fenomen bekliyordu. Aslında bana göre müthiş güzel bir şeydi. Nehirde pulları fosfordan pırıl pırıl parlayan bir sürü balık vardı. Üzerlerinden geçerken, zift gibi siyah balıkların pullarındaki fosforlu madde bizim teknemizde ışık oyunları oynattı. Etrafımızdaki balıkların parlaklığının oluşturduğu aydınlık teknemizi bir zafer halesi gibi aydınlattı. Komutanımız gemiye dönmemiz gerektiğini söyledi. Kıyıda tekrar kayıkları aramaya başladık. Bulduğumuz kayıklara sabah yedide bindik. Kayıktakiler bize Scala Nova üzerinden gideceğini söyledi. Kısacası tekrar topun ağzındaydık. Bizim gemi zannedersem dün akşam Scala Nova’ya gitmiş ve oradaydı. Kayıktakilerin bize anlattığından biz öyle anladık. Bizi orada ya öldüreceklerine ya da esir alıp ülke içlerine yürüteceklerine dair şüphemiz vardı. Bundan dolayı Scala Nova’ya gitmemek için tam demir atarken Türk bayraklı bir teknenin bize yanaşmakta olduğunu gördük. Bizim tekneye yanaştığı zaman Scala Nova’daki Türk paşasının gönderdiği bir amirali gördük. Yanında tercümanı ve çavuşu vardı. Bize paşanın özür dileklerini bildirdi ve bir gece önceki yanlış anlamadan kaynaklanan durumu izah etti. Ülkenin bir kargaşa içinde olduğunu duyduğumuzu kendilerine ilettik. Onlar da doğruladı. Biz de böyle bir kargaşanın Paşa’nın hayatını tehdit edebileceğini ilave ettik. Onlara elimizde bulunan ve padişahın bize ülke içinde seyahat izni veren fermanını gösterdik. Onlar bize her ağırlama ve ikramda padişahın bu fermanını mutlaka herkese göstermemizi; hatta kırsalda bir eve konuk olduğumuzda bile elimizdeki padişahın bize seyahat izni veren fermanını herkese göstermemizi tembihlediler. Ardından padişahın fermanını büyük bir saygı ve hayranlıkla öptüler ve bize geri verdiler. Daha sonra on silahlı askerden oluşan tören kıtasıyla bizi selamladılar. Sahilde bizi 20 atlının beklediğini ve seyahatimiz esnasında bize eşlik edeceklerini söylediler. Ardından biz de onları Cayster’in içinden takip etmeye başladık. Onlar karadan bize yakın eşlik ediyorlardı. Nehrin ağız kısmında küreklerle ilerledik. Nehre girdikten sonra elimizdeki uzun sırıkları nehrin dibine dayayarak teknemizi itmeye ve böylece ilerlemeye başladık. Efes ovasının kalbine kadar Cayster Nehrinin içinden ilerlemeye devam ettik. Nehirden Efes’e gidiş, daha önceden Efes’i ziyaret etmek için hiç denenmemiş bir usuldü. Kamış ve sazlardan örülmüş ağlar kullanılarak balık avlanan bir yerden karaya çıktık. Ovayı geçerek Efes harabelerinin bulunduğu bölgeye geldik. Bu muhteşem yerin tüm özelliklerini ayrıntıları ile size anlatmam mümkün değil. Ancak Tournefort, Pococke ve Chandler gibi daha önceden burayı ziyaret etmiş gezginlerin anlatımlarına atıfta bulunarak bazı detayları açıklayabilirim. Sadece onların kendi anlatımlarında bahsetmediği bazı küçük ayrıntıları sizlere aktaracağım. Efes zamanında Asya’nın ticaret merkeziydi. Denizden nehir yoluyla Efes’e kadar ulaşım mevcuttu. Ama bu nehir yolu şimdi nehrin taşıdığı alüvyonlarla dolmuş durumda ve kullanılmıyor. Sadece belli bir yere kadar nehirden gelebilirsiniz. Efes şehrine ait asıl iskele şimdi nehrin denize döküldüğü noktadan millerce içeridedir. İskelenin üzeri büyük mermer bloklarla kaplanmış durumdadır. Burada bulunan köprü nehrin zamanında buradan geçtiğini ve buradan Cayster’in karşısına geçmek bu köprünün kullanıldığını göstermektedir. ……………………… Robert Walsh Efes’i dolaştıktan sonra güvenle tekrar gemisine geri dönmüştür. Seyahatine Ege Adaları, Suriye-Filistin Bölgesini gezerek devam etmiştir. Keşke Efes’ten sonra Kuşadası’na gelebilseydi. O sıralarda Kuşadası’ndaki Türk ve Rumlar arasındaki gerginliği ve çatışma ortamını taraflı bile olsa bize aktarabilseydi, çok şey öğrenirdik. TEMMUZ 2012 KUYETA 11 Kartpostallarla Kuşadası ve Çevresi ASIRLIK KARTPOSTALL “PHOTOGRAPHIE PARISIENNE” E Ali Can | Tarih Öğretmeni - Efemerist efesacarlar@mynet.com Su Kemeri, Belevi yöresinden çıkan içme suyunu, kentin doğusundan, Ayasuluğ Tepesi’ne ulaştırmak için inşa edilen ve bugün şehir içinde doğudan batıya uzanan 124 adet ayaktan oluşmaktadır. Su kemerlerinin arkasında görünen bina J.D. Carpouza’ya ait Ephesus Hotel’dir. J.D. Carpouza, İzmir’de Kordon’da (Quais) ikamet eden bir girişimciydi. Ayasuluğ istasyonunun hizmete girmesinden bir süre sonra buraya gelerek, Ephesus Hotel adıyla bir konaklama tesisi kurmuştu. St. Jean Kilisesi: St. Jean Kilisesi’ni kuşatan yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki sur duvarlarının doğu, batı ve güneyinde üç ana girişi bulunmaktadır. Girişler içinde en sağlam kalabileni güneyde yer alan ve “Takip Kapısı” olarak adlandırılan ana kapıdır. Güney giriş kapısı (ana kapı), kartpostal editörleri tarafından tercih edilen yapılardan biri olmuştur. Kapı, iki yanında kare planlı kulelere ve ortada kemerli bir girişe sahiptir. Kemerin üst kısmında Eros’ların kabartma olarak işlendiği bir lahit yüzü yer almaktadır. 1800’lü yıllarda bunun yanında yer alan, Odysseus’un Akhileos’u tanımasını anlatan, kaçan genç kızlar ve silahlı adamların betimlendiği başka kabartmalar, Avrupalılar tarafından yanlış yorumlanmış ve kapıya gezginlerce “Takip Kapısı” adı verilmiştir. Rubellin Pere tarafından görüntülenen Takip Kapısı daha sonra pek çok editör tarafından kartpostal olarak yayınlanmıştır. KUYETA TEMMUZ 2012 12 Kale ile St. Jean Kilisesi’nin bulunduğu tepenin batı yamacında bulunan İsabey Camii, kapı üzerindeki kitabesine göre, H.776 (Miladi 1375) tarihinde Aydınoğulları’ndan İsa Bey tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Ali Bin Müşeymeş ed-Dımışki’dir. Evliya Çelebi bu yapıdan söz ederken kitabesini de kaydetmiştir. Ne var ki İsa Bey’in vakfiyesi günümüze ulaşmadığından bu camii ile ilgili bilgiler, sadece gezginlerin yazdıklarından öğrenilebilmektedir. 19. yüzyılın sonlarında bir süre kervansaray olarak da kullanılan yapı, aynı yüzyılın sonlarında tamamen harap olarak metruk duruma gelmiştir. İsabey Camii, Rubellin LARDA KUŞADASI VE ÇEVRESİ EFES’TEN BİR FOTOĞRAF USTASI GEÇTİ Pere tarafından görüntülenen yapılardan biridir. Efes harabelerine ilk girişte karşılaşılan Vedius Gmynasion’u geçince sol tarafta Stadion yer almaktadır. Stadion, Panayır Dağı’nın eteklerindeki bir çukurlukta bulunmaktadır. Hellenistik dönemde yalnızca güneyinde oturma basamakları varken, İmparator Neron (M.S. 54–68) döneminde genişletilmiştir. Kuzeydeki tonozlu temel ile bunun üzerinde yer alan sıralar yapıyı tamamlamaktadır. M.S. 5. yüzyılda kuzey tonozların batı ucuna bir kilise inşa edilmiştir. Koşu alanının doğusunda bulunan yaklaşık 50 × 40 m. büyüklüğündeki arena ise gladyatör dövüşlerine hizmet etmekteydi. Rubellin’e ait bu görüntüde, kartpostallarda “Lysimaque (Lysimachos) Tapınağı Kapısı” olarak geçen; ancak, gerçekte Stadion’un güney giriş kapısı olan yapı izlenmektedir. Rubellin tarafından çekildikte pek çok editör tarafından sonra kartpostal olarak yayınlanan bu görüntüde, Stadion’un oturma yerlerini taşıyan tonozlu bölüm ve onun önünde atlı ziyaretçiler görülmektedir. Rubellin’den genel görünüm Konuyla ilgilenenler için, “Eski kartpostallarda Ayasuluğ/Efes” adlı kitabımın ikinci baskısı Selçuk Belediyesi tarafından yapıldı. TEMMUZ 2012 KUYETA 13 Kuşadası’nın Renkleri KUŞADASI’NDA ESKİ ÇOCUK OYUNLARI Mustafa Dinçoğlu | Yerel Araştırmacı Yazar mdincoğlu70@gmail.com 40’lı 50’li yıllarda biz tam mahalle çocuğu idik. Bütün günümüz sokakta geçerdi. Akşam hava karardığı halde eve girmek istemezdik. O saatlerde babamız bazen bizden önce eve gelmiş olurdu. Sokak kapısından içeri usulca kayıp tuvalete girer, güya tuvaletteymiş gibi yaparak ortaya çıkardık. Eğer babamız ses çıkarmazsa onu kandırdığımızı sanırdık. Çocukluğumuzu doya-doya yaşadık. O yıllarda gerçek dostluklarla, basit ama gerçek oyunlarla çocukluğumuzu tam bir çocuk gibi geçirdik. Kuşadası’nın temiz ve samimi ve kanaatkâr yıllarıydı 40’li 50’li yıllar. İlçemizde hiç hırsızlık olmaz gündüzleri evden çıkan annemiz kapıyı kilitleme gereğini duymaz, kapının halkasını pervazın halkasına bağlamakla yetinirdi. Gene gündüzleri dükkânından kısa bir süre ayrılan esnaf da kapının önüne bir sandalye ve gölgelik brandayı asmak için kullandığı kısa kargıyı ona çaprazlama koyar giderdi. O yıllarda çocukların hazır oyuncakları yoktu. Hemen hemen hepsini kendimiz yapar oyunları kendimiz icat ederdik. Kargıdan at, uçurtma (kasnaklı da denirdi), fırıldak (topaç), ok-yay, tel araba, çember, çelik-çomak gibi oyun araçları kendi imalatımızdı. Bunların yapımı oyun oynamanın önemli ve keyifli bir bölümüydü. Çünkü yaptığımız oyuncağın herkesinkinden güzel olmasına çalışırdık. Onları çok güzel KUYETA TEMMUZ 2012 14 süsler yaratıcılığımızı ortaya koyardık. Özellikle uçurtmalarda bu yarış daha da belli olurdu. Uçurtmaların iyi uçması kadar güzel olması da önemliydi. Diğer belirgin bir yarış da fırıldak (topaç) üzerinde yapılırdı. Koynak (bilye), birdirbir, uzuneşek, kolcu kaçak gibi oyunlar diğer oyunlarımızdı. Şimdi bunlar hakkında elimizden geldiğince açıklama yapalım: Kargıdan at: Bu oyun küçük çocukların (4-6 yaş) oyunuydu. 2-3 metre boyunda bir kargının kalın tarafının ucuna iki ip bağlardık. Bu ip atın dizginleri yani yuları olurdu. Kargıyı apış aramıza alır, bir elimizle yuları tutar, öbür elimize de bir sopa alıp çalımlı çalımlı koşardık. Koşmadığımız zaman hoplar zıplar hırçın bir atın çeşitli hareketlerini taklit ederdik. Bu hareketler sırasında atın seslerini çıkarır ayrıca ona kumanda etmemize yarayan kelimeleri söylerdik. Uçurtma (kasnaklı): Uçurtmanın iskeleti(kasnağı); üçe bazen de dörde bölünen kargıdan yapılırdı. Renkli kâğıtlar bu kasnağa gerilirdi. Yanlarına iki püskül bağlanırdı. Daha zevkli olması istenirse tarak püskül yapılırdı. Tam alnına genellikle ayyıldız yapıştırılırdı. Alt tarafına (v) harfi şeklinde bir terazi ve bunun da ucuna uzunca bir kuyruk Bölüm - 1 yapılırdı. Kuyruk, kâğıt şeritlerin bir ipe sıra ile bağlanması ile oluşurdu. Kuyruk terazisinin ortasına bir püskül konması adettendi. Uçurtmanın baş kısmında baş terazisi bulunurdu. Bu terazinin ayarı çok önemliydi. Düzgün ve yüksek uçmayı sağlardı. Uçurtmanın düzgün ve yüksek uçanı makbuldü. Bunun için yarışmalar yapardık. Bazen uçurtmamızın kuyruğuna jilet bağlar diğer uçurtmaların ipini kesmeye çalışırdık. Bunun dışında A4 boyutlarındaki kâğıttan ve adına “sayita” dediğimiz üçgen şeklinde küçük ve basit uçurtmalar da yapardık. Ama bunlar pek makbul sayılmaz 4–6 yaş çocuğuna hitap ederdi. Fırıldak (topaç): Ağaçtan armut biçiminde yapılan, armudun uç kısmına çakılan çivinin etrafına ip (kaytan) sarıp ileri doğru atılıp geri çekildikten sonra hızla dönmeye başlayan, renk renk süslenmiş bir oyuncaktı. Onları bakkaldan alırdık. İlk haliyle güzel dönmeyen, sağa sola gelişi güzel sıçrayan ham bir oyuncak olurdu. Onu uzun uğraşlarla terbiye eder, balmumu ve renkli varaklarla süsler, yere atılınca hiç sekmeden uzun süre dönmesini sağlardık. Önce çivisini çıkarır düzeltirdik. Çiviyi yerine takarken çivi deliğinin içine önce örümcek ve sinek ölüsü koyar sonra çiviyi yerleştirirdik. Sonra yuvarlak bir şekil alana kadar (topan gaga) burnunu keserdik. Bunları yaparken bir taraftan da fırıldağı döndürür denerdik. İyi dönmüyorsa çalışmaya devam ederdik. Sıra fırıldak üstüne balmumu yapıştırmaya gelirdi. Balmumu fırıldağın tepesine yapıştırılır güzel dönene kadar muma şekiller verilir, miktarı azaltılır veya çoğaltılırdı. İstenilen güzellikte dönmeye başlayınca mumun üzerine renkli varak yapıştırılarak süslenirdi. Güzel dönüşe “sinek gibi” denirdi. Çivi deliğine örümcek ve sinek ölüsü koymamızın sebebi de buydu. Buna hepimiz inanırdık. Çivinin hemen üzerinden başlayarak, boğumlar arasında hiç boşluk bırakmayacak şekilde kaytanın fırıldağa sarılması ve hızla fırlatılarak yerde döndürülmesi, düşünüldüğü kadar kolay değildi. Maharet isterdi. Renk renk boyanan fırıldaklar çok hoş görüntüler ortaya çıkarırlardı ve en güzel, en hızlı dönen fırıldak birinci seçilirdi. Uzun süre dönme yarışmaları yapılırdı. Fırıldaklar önce birlikte yere savrularak döndürülür sonra gene birlikte avuçlara veya tırnak kenarlarına alınarak dönme süresine bakılırdı. Fırıldaklarla gagalama oyunu da oynanırdı. Dönmekte olan fırıldağın üzerine rakip oyuncu fırıldağını fırlatır. Onu vurabilirse bir puan alırdı. Yalnız rakibin fırıldağını vurduğu sırada kendi fırıldağının da dönüyor olması gerekirdi. Tel araba: Araba 4 tekerlekli, iki karış boyunda, bir karış eninde, yerden yarım karış yüksek bir oyuncaktı. Bir parça telin önce iki ucu kıvrılarak iki tekerlek haline getirilirdi. İki tekerlek arasında bir karış kadar dingil bırakılırdı. Arka tekerlekler de aynı şekilde yapılırdı. Ön ve arka tekerlekler birbirine üçgen şeklinde bir parça ile bağlanırdı. Bu parça arabanın karoseriydi. Üçgenin tabanı arka tekerleklerin dingiline, tepesi ön tekerlek dingiline bağlanırdı. Sonra 1,5 metre boyunda bir tel parçasının bir ucu direksiyon simidi haline getirilir, diğer ucu ise ön dingile halkalanırdı. Araba bu direksiyon teli ile yürütülürdü. Bu direksiyon sayesinde araba sağa sola çok güzel dönerdi. Zaten tel araba, bu özelliği nedeniyle sevilir, çocuklara gerçek araba hissi verirdi. Çelik- çomak: Ortalama bir metre boyunda bir sopa ve onun 25 santim boyunda bir parçasından oluşan bir oyun setiydi. Küçük parçaya çelik, büyük parçaya çomak denirdi. Çeliğin iki ucu, çomağın bir ucu sivri olurdu. Oynanması biraz maharet isterdi. Önce yere dar uzun küçük bir çukur kazılır, çelik onun üstüne konur, çomağın ucu çukurun içine yani çeliğin altına sokularak çelik ileri doğru fırlatılırdı. Bu sırada rakip oyuncu karşı tarafta durur fırlatılan çeliği havada yakalamaya çalışırdı. Yakalarsa oyunu oynama sırasını alırdı. Yakalayamazsa oyun devam ederdi. Ebe elindeki çomağı bir ucu çukurun yanındaki taşın üzerine gelecek şekilde yere bırakır beklerdi. Karşı oyuncu çeliği fırlatıldığı yerden alır onu çomağa doğru fırlatır, çomağı vurmaya çalışırdı. Çomağı vurursa oyun oynama sırasını alırdı. Oyun şöyle devam ederdi. Oyuncu çeliği alır çomağın üzerinden aşağı doğru bırakır sonra çeliğin bir ucuna vurarak veya ileri geri yapıp çomağı çeliğin altına sokarak çeliği TEMMUZ 2012 KUYETA 15 havalandırır ve çomakla vurarak uzak bir mesafeye fırlatmaya çalışırdı. Bunu üç kere yapardı. Çeliğin gittiği yere kadar adımlarını sayardı. Bunu üç kere yapmaya hakkı vardı. Çeliği üç kerede fırlatabildiği mesafeyi karşı oyuncu üç adım atlayarak geçebilirse oyun sırası kendine geçerdi. Geçemezse oyuncu tekrar çukurun yanına gider oyuna yeniden başlardı. Adımların sayısı kadar puan toplanırdı. Oyunun sonunda puanı çok olan oyunu kazanırdı. Koynak (bilye, misket): Çok oynanan ve sevilen bir oyundu. Çamurdan yapılmış adına koynak dediğimiz asıl oyuncaklardı. Misketlerden biraz daha büyük demir bilyeler ile cam bilyeler vardı. Bu bilyeler toprak misketleri güdülemek için kullanılırdı çelik olanlara bilye, cam olanlara zencibir denirdi. Çelik bilyeler motorlu araçlardan, cam bilyeler ise önceleri Cinci Bir isimli gazoz şişelerinden çıkarmış. Oyun şöyle oynanırdı: İki veya daha çok kişi ile oynanırdı. Oyun için düz bir toprak yer seçilir. Ortalama bir karış çapında bir daire çizilir. İçerisine kaç adet konacaksa her kes payına düşen misketi koyar. Sonra 4-5 adım ileride yere çizilen düz bir çizgiye bilye veya zencibirler atılırdı. Çizgiye olan KUYETA TEMMUZ 2012 16 yakınlığa göre oyun sırası belirlenirdi. Oyun bu çizgiden başlardı. Bilye kıvrılan işaret parmağı içine oturtulur ve başparmakla itilerek atılırdı. Bu şekilde atılan bilye veya zencibir ile daire içinden çıkarabildiği koynaklar o oyuncunun olurdu. Ancak koynakları daireden çıkartırken bilyesi daire içinde kalan veya bilyesi başka bir oyuncunun bilyesi ile vurulan oyuncu oyun dışı olur, kazandıklarını da verirdi. Daire içerisinde koynak bitince oyun aynı şekilde yeniden başlardı. Oyunun bir diğer şekli de şöyleydi: İki kişiyle oynanırdı. Duvar dibine avuç içi kadar bir çukur kazılır, birinci oyuncu 3–4 adım uzaktan, avucuna istediği sayıda koynak doldurup bu çukura atardı. Çukura giren koynak sayısı çift ise sayısı kadar karşı oyuncudan alırdı. Tekse hepsini karşı oyuncuya verirdi. Fazla miktarda kazanmak veya ütülmek olduğundan bu oyun şekli biraz kumara benzer ve fazla oynanmazdı. 40’lı 50’li yıllarda erkek çocukların oyuncaklarını kendilerinin hazırladığı (uçurtma, fırıldak, çelik–çomak, tel araba gibi) yaratıcı oyunlar oldukça revaçtaydı. Bu oyunlar yanında çember çevirme, ok yay, kılıç oyunu gibi oyunlar da oldukça yaygındı. Kendi yaptığımız sapanlarla kuş avlardık. “birdirbir”, “uzuneşek”, “güvercin taklası”, “kolcu kaçak” gibi bedensel oyunlarımız da vardı. Ayrıca “istop”,”yakan top”,”ortada sıçan”,ve “mahalle maçı” dediğimiz top oyunlarımız çok sevilir ve oynanırdı. “Sessiz filim” kibar; “el kızartmaca” oyunu ise hırçın oyunlarımızdandı. Her oyunun belli bir mevsimi ve sırası vardı. Karışık olarak oynanmazdı. Örneğin uçurtma oyunu baharda, fırıldak ve koynak (bilye) oyunları sırayla son bahar ve kışın, ok-yay ve kılıç oyunları harp filmlerini seyrettiğimiz zamanlar top oyunları ise top bulabildiğimiz zaman oynanırdı. Birdirbir: Uzuneşek: Güvercin taklası: Kolcu-kaçak: İstop: Yakan top: Ortada sıçan: Mahalle maçı: Özel Araştırma BAŞBAKAN DR. REFİK SAYDAM Nail Topal Emekli Öğretmen M.E.B Çalışma Gurubu Bşk. topalnail@hotmail.com Kuşadası Aydınlanma Alanı ve burada yer alan bilim adamı, sanatçı ve devlet adamlarının büstleri, Kuşadası ilçemizin Atatürk Devrimlerine, Atatürk Aydınlanmasına bağlılığının en önemli göstergesidir. Böylesine güzel bir çalışmanın, yurdumuzun başka bir yöresinde bu boyutuyla yer aldığını sanmıyorum. Bu büstler Kuşadası’nın en önemli tarihsel ve kültürel zenginliğidir. 1997 yılında Kuşadası Belediyesi ve Atatürkçü Düşünce Derneği Kuşadası Şubesinin işbirliğiyle dikilen bu büstler, hepimizin övünç kaynağıdır. Bu büstlerin arasında yer alan” Atatürk’ün Devrimci Adalet Bakanı Kuşadalı Mahmut Esat Bozkurt’un büstü çalınınca, daha sonra yeniden yaptırılan büst, yerinden koparılınca, çok büyük toplumsal tepkiler vermiştik. İki yıldır beni ziyadesiyle üzen, diğer duyarlı Kuşadalıları da üzdüğünü bildiğim bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Aydınlanma Alanı’nın başında yer alan, İnönü Caddesi’nin Belediyemize yakın yerinde bulunanDr. Refik Saydam’ın büstü iki yıldır yerinde yok. Büstün boş kaidesinde bir süre Dr. Refik Saydam’ı tanıtan metal plaket vardı, şimdi o da yok. Kuşadası’na kültürel yönden büyük katkılar yaptığına inandığımız, Belediye yetkililerinin en kısa zamanda Dr. Refik Saydam’ın büstünü- eğer çalınmadıysa ve depodaysa onarımını yaptırarak, çalındıysa yeniden yaptırarak- yerine koymasını, bir Kuşadalı yurttaş olarak, ayrıca KUYETA ailesi olarak bekliyoruz. Yurdumuzun kurtarıcısı Ulu Önder Atatürk’ün Sağlık Bakanı, İsmet İnönü döneminde CHP’nin Genel Sekreteri, İçişleri Bakanı ve Başbakan Dr.Refik Saydam’ın büstünün, belediyemizin çok yoğun çalışmaları nedeniyle yerine konamadığını düşünmek istiyoruz. Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarken yanında yer alan Dr. Refik Saydam’ı ölüm yıldönümü 8 Temmuz’da olması nedeniyle hem Kuşadası halkına tanıtmak hem de bir eksikliğin giderilmesine hizmet etmek amacıyla fotoğraflı özgeçmişini yayınlıyoruz. DR. REFİK SAYDAM’IN ÖZGEÇMİŞİ Dr. Refik İbrahim Saydam, 8 Eylül 1881 günü İstanbul’un Fatih ilçesi Çırçır Mahallesi’nde dünyaya geldi. Babasının adı Ahmet’tir. Mahalle Mektebinin ardından Fatih Askeri Rüştiyesine(1892) ve ardından İstanbul Askeri İdadisine (1896) girdi. Askeri Tıbbiyeyi Doktor Yüzbaşı olarak 22 Ekim 1905 günü bitiren Refik Saydam, üç yıl Gülhane Askeri Tıp Akademisinde Embriyoloji ve Histoloji bölümlerinde çalıştı. 1910 yılında eğitim için Almanya’ya gitti. Berlin Askeri Tıp Akademisinde eğitim gördü.Balkan savaşı’nın çıkacağı belli olunca İstanbul’a döndü.(1912) Balkan Savaşı’nda Antalya Özmen ve Çatalca Cephelerinde kolereTahsin hastalığını önleyici çalışmalar yaptı. 1914’te atandığı sahra genel müfettiş muavinliği sırasında, bakteriyoloji enstitüsünü örgütleyere tifo, dizanteri, veba ve kolera aşılarının, tetanos ve dizanteri serumlarının burada üretilmesini ve 1. Dünya Savaşı boyunca ordunun ihtiyacının karşılanmasını sağladı.Salgın hastalıklarla mücadelesini Hasan kale Cephesi’nde sürdürdü. Tifüs’e karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti ve 1. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda ve Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk’ün karagahında Sağlık Müfettiş Muavini olarak yer aldı. Atatürk’le birlikte Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldı. 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine Beyazıt Milletvekili olarak girdi. İkinci dönemden başlayarak üyeliğini İstanbul milletvekili olarak sürdürdü. Aynı yıl Sağlık ve Sosyal Yardım (Sıhhat ve İçtimai Muavenet) Bakanı seçildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sağlık bakanı olan Refik Saydam bu görevini 14 yıl aralıksız sürdürdü. Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin temelini atan Refik Saydam, 1924 yılında Ankara’dan başlayarak Erzurum, Diyarbakır, Sivas ve birçok memleket hastaneleri, doğum ve çocuk bakımevleri açtı. Ayrıca bu kurumların eleman gereksinimi için sağlık kursları, tıp öğrenci yurtları kurdu. 1928 yılında Hıfzısıhha Enstitüsü ve Mektebini, İstanbul ve Ankara’da Verem Savaş Dispanserlerini kurdu. Atatürk’ün ölümünden sonra İçişleri Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği ve 15 yıl Kızılay Genel Başkanlığı yaptı. 1939-1942 yılları arasında Başbakan olarak ülkemize hizmet etti. Bu dönemde sağlık sorunlarının çözümü için önemli çalışmalar yaptı. Devlet hizmetlerinin düzenlenmesi için önemli reformların yapılması taraftarıydı. Bu amaçla söylediği” Devlet idaresi A’dan Z’ye kadar bozuktur” sözü ünlüdür. 8 Temmuz 1942 tarihinde İstanbul’un besin sorununun düzenlenmesi için Yargıtaygezisi Birincisırasında Bşk Ferruh Adalıoğlu yaptığı inceleme istanbul’da öldü. Almanca ve Fransızca bilen Dr. Refik Saydam’a “SAYDAM” soyadı Atatürk tarafından verildi. Dr. Refik Saydam’a 70.ölüm yıldönümü nedeniyle Tanrıdan rahmet diler, ülkemize yaptığı hizmetlerine şükranlarımızı sunarız. Not: Dr. Refik Saydam’ın özgeçmişi için internetten yararlanılmıştır. TEMMUZ 2012 KUYETA 17 Özel Araştırma DEĞİRMENDERE MANASTIRI Bölüm - 1 Sedat Onar Araştırmacı sedatonaranea@hotmail.com Öncelikle benim bu tarz araştırmalarımın karşısında olup, bu tarz eserlerin vatandaşa duyurulmasına muhalefet edenler için küçük bir açıklama… Malum bu topraklar 1413 yılından beri Türk Yurdu. Buna kimsenin itirazı yok. Bu topraklar üzerindeki her varlık yine bize ait. Buna da kimsenin itirazı yok. Ama 1413 yılından önce bu topraklarda yaşamış değişik kavimlerin bu topraklara miras olarak bıraktıkları, artık her şeyiyle bize ait olan her eserin yine Kuşadalılara tanıtılmasını kaba tabirle “Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek” olarak görmek bana göre doğru değil. Yani bu topraklarda bizden önce kimler yaşamış ve bir şeyler bırakmışsa bunların açığa çıkarılması bu topraklar dışında yaşayanlara mirasçı hakkı olma hakkı tanımaz. Göktürk Yazıtları bugün nasıl Moğolistan toprakları üzerinde bizim kültürümüze ait ama Moğollara ait toprak parçası ise Anadolu topraklarında bulunan Efes’te bizden öncekilerin kültürüne ait ama bize ait toprak parçalarıdır. Nasıl Ayasofya, İstanbul’un fethi ile artık bir Bizans kilisesi olmayıp bize ait bir cami ise; bir zamanlar Kuşadası’nda yaşamış Rumlara ait her eser de bizimdir. Eğer bu topraklar üzerinde herhangi bir kilise veya manastırı dünyanın dört bir yanındaki insanlar biliyor (hatta bunların bir kısmı bu eserler üzerinde hak iddia da edebilir)ancak bizim insanımızın bundan haberi yoksa zaten “eşeğin aklına karpuz Bir zamanlar Manastır binalarının bulunduğu güzel bir yer kabuğu düşmüş” bundan bizim haberimiz yok denilebilir. yerdeki kimsenin haberinin olmadığı bir ***** tarihi yapıdan söz edeceğim: Gelelim meselenin tarihi ve Kuşadası’nı Değirmendere veya diğer adıyla ilgilendiren kısmına. Mylopotamos Manastırı’ndan… Anadolu’nun neresine giderseniz gidin ***** yerleşim birimlerinin pek çoğunda Kuşadası’ndan Kirazlı istikametine yeşillikler içinde bol ağaçlıklı, her doğru yola çıktıktan 7-8 kilometre sonra tarafından billur gibi suların aktığı, koyu yolun solunda bir çeşme ve bu çeşmeyi gölge bir piknik alanı bulabilirsiniz. geçtikten sonra dolgu tuğladan yapılmış Becerikli Belediyeler böyle yerleri piknik ama kullanılmayan sembolik bir masaları, kamelyalar ve mangal yakma zeytinyağı fabrikasına rastlarsınız. yerleri ile donatarak vatandaşın Ardından da Kirazlı Köyüne çıkılacak son kullanımına sunmuş seçmenine karşı rampa ve daracık virajlı bir yol başlar. Bu vefa borcunu ödemeye çalışmıştır. yolun sağından aşağıya doğru baktığınızda Oysa deniz kenarında olmamızdan bütün haşmetiyle Değirmendere Vadisi mıdır, yoksa Dilek Yarımadası Milli Parkı başlar, vadi batıda Ege Denizi ile yani Kalamaki gibi bol yeşillikli bir buluşuncaya kadar devam eder. bölgemizin olmasından mıdır nedir, böyle Yolun sağ tarafının hemen aşağı bir piknik alanı veya vatandaşın huzur kısmında yer alan bölge, göz alabildiğine içinde sırt üstü yatıp dinlenebileceği bir yemyeşil ve sık ağaçlıktan oluşan, içinde yer Kuşadası’nda yoktur. İhtiyaç mı derin bir vadiyi saklayan Değirmendere duyulmamıştır, Belediyeler mi Çayı’nın başlangıç noktasıdır. umursamamıştır bilinmez. Vadinin tepeye dayandığı noktada kuru Ama Kuşadası’nda böyle bir yer var. bir mağara vardır. Bu mağara bir Hem de Türkiye’nin birçok yerindeki zamanlar içinden çıkan suyu ile yıllarca böyle piknik yerlerinden çok daha güzel Kuşadası’nın su ihtiyacını karşılamış, ve şirin. mucizevî lezzetiyle uzun zaman İşimiz belediyecilik veya Kuşadası’nı damaklarda iz bırakmış bir su kaynağına güzelleştirme işi olmadığı için niye bizim ev sahipliği yapmıştır. Rumlar iksir Belediyemiz böyle bir şey yapmıyor kabilinden, lezzeti çok farklı ve kutsal bir sorusuna cevap aramayacağım. Malum mekânın yanı başından çıkan sulara bir işimiz amatör de olsa yerel tarihçilik... nevi kutsiyet atfedip adına ayazma Şimdi size hem böyle bir yerin demişlerdir. Haliyle büyük varlığından, hem de böyle güzel bir ibadethanelerini de böyle su Bölgede bulunan Ağa Mustafa Değirmeninin şimdiki görünümü KUYETA TEMMUZ 2012 18 Değirmendere Manastırı'nın bulunduğu mevki Kilisenin yeri büyük kayanın tam altıdır kaynaklarının yanı başına yapmışlardır. Bu nedenle Değirmendere Manastırından çıkan su o zamanki Fener Patriği tarafından “hayat kaynağı” olarak ilan edildiği için Kuşadası Rumları tarafından “ayazma” olarak da kabul edilmiştir. Gerçi durum Türklerde de farklı değildir. Türk kültüründe de su kutsal kabul edilmiştir. Hatta Dede Korkut ölüm anını Seyhun veya diğer adıyla Siri Derya Nehri üzerinde bir salda beklemiş, Büyük Hun İmparatoru Atilla öldükten sonra mezar yeri belli olmasın diye Tuna Nehri’nin altına gömüldüğünden bahsedilir. Yani su bizim içinde kutsal. Hatta 1810 yılında Kuşadası’na gelen İskoçyalı gezgin John Galt Kuşadası izlenimlerini naklederken “Türkler her zaman suyun iyi olduğu yerlerde yerleşimlerini kurmuşlardır. Halk arasındaki anlatıma göre: bol su kaynaklarının bulunduğu bu yere ilk Kuşadası yerleşimini kurmuşlar. “ diyerek Kuşadası’nı ilk kuranların suya atfettiği önemi vurgulamıştır. Neyse… Kuşadası’nı ilk kuran insanlar nasıl en lezzetli suyun bulunduğu noktaya kurmuşlar ise Kuşadası Rumları da bölgenin en donanımlı manastırını Değirmendere suyunun kaynağının dibine kurmuşlardır. Manastırın kurulduğu yer Kuşadası sınırları içindeki en yeşil, yüksek ceviz ve çınar ağaçlarının gökyüzüne perde oluşturduğu, dağın dibinden ve yamaçlardan suların minik derecikler halinde aktığı koyu gölgelikli bir yer. Şimdiye kadar nasıl insanlardan uzak kalmış, daha doğrusu insanlar burayı nasıl keşfedememiş şaşırmamak elde değil. Korkunç yaz sıcaklarında insanların bir nebze serinleyebileceği, sularının doyumsuz tadından içip ferahlayabileceği bir yer. Aklı başında bir belediyenin 30 tane piknik masası atıp vatandaşların hizmetine sunabileceği enfes bir ortam… Böyle bir yere kurulmuş manastır. Manastır dediysem yekpare gövdeli devasa bir şey düşünmeyin. Kilisesi, ambarları, keşiş yatakhaneleri, inziva hücreleri, mutfağı, yemekhanesi, su değirmeni ile birden çok orta büyüklükteki binanın bir araya gelmesiyle oluşan bir bölge… Şimdi yerinde yeller esmekte. Sadece binaların bazı temel duvarları kalmış. Hem zamana, hem de definecilere karşı hiç biri ayakta duramamış. Önüne gelen define bulurum umuduyla kazma küreklerle eşmedikleri bir yer Değirmendere vadisinin Ege Denizine doğru uzanımı bırakmamışlar. Hatta eski Kuşadalılardan duyduğumuza göre zaman zaman kepçe ve greyderlerle bazı binaların temelleri de tavukların toprakla eşelenmesi gibi eşelenmiş ve manastırdan bir iz bırakılmamış. ***** Bu manastırla ilgili elimizdeki en önemli kanıtlar: eski Kuşadalıların anlatımları, Alman haritacı Heinrich Kiepert’in 1905 yılında yaptığı İzmir bölgesi haritası, Fransız seyyah Charles Texier’in “Küçük Asya” kitabındaki anlatımları, Yunan Milleti Tarihi (Ιστορία του ελληνικού Έθνους), Helenistik Dünya Küçük Asya’nın Ansiklopedisi (Εγκυκλοπαίδεια Μείζονος Ελληνισµού, Μ. Ασία) ve Stefanos Papadopoulos’un Yeni Efes kitabı… ***** Bundan iki yıl önce Kirazlı Köyünde bir ziyaretten dönerken yolda yaşlıca bir köylü kadının Kuşadası’na doğru yürüdüğünü gördüm, arabama aldım, konuşmaya başladık. Bölge ile ilgili bilgi almak için bazı sorular sordum. Bana bu bölgeyi tarif ederek: “Çocukluğunda burada eski bir kilisenin ve birkaç binanın daha olduğunu ama zamanla hepsinin tamamen yıkıldığını” söyledi. Benim merakım arttı. Konuyu araştırmaya başladım. Ancak bu konuda doğru dürüst bir kaynak yoktu. Eski Kuşadalılarla da görüştüm. Herkesin hemfikir olduğu ve babalarından duyarak bana aktardıkları “burada bir kilisenin olduğu” konusuydu. Bir gün Alman coğrafyacı Heinrich Kiepert’in 1905 yılında yaptığı İzmir haritasını incelerken: Kuşadası’nın güney kısmında “Ilıca Suyu” olarak gösterilen ancak aslen Değirmendere adıyla anılan derenin başlangıç noktasının “Monastery” diye işaretlenmiş olduğunu gördüm. Burada zamanında bir kilise olduğuna ikna oldum. Bölgenin tarihini araştırırken mecburen Yunanca kaynaklara başvurdum. Çünkü buradaki bir yapıyla ilgili bilgilerin ancak Yunanca bazı kaynaklarda olabileceğini düşündüm. Bazı kaynaklarda burası ile ilgili birer paragraflık bilgiler buldum. Ancak asıl kaynak Fransız gezgin Charles Texier’in anlatımlarıydı. Charles Texier 1833 ve 1843 yıllarında Türkiye’ye gelmiş her iki seyahatinde uzun süre Türkiye’de kalarak, gezip gördüklerini “Küçük Asya” (Asie Mineure) adlı eserinde yayınlamış birisidir. Notlarından Kuşadası’na 1843 yılının Temmuz ayında geldiğini öğreniyoruz. Gelelim Değirmendere Manastırı’nı anlattığı bölüme: Değirmendere Vadisinin zakkumlarla süslenmiş bir bölümünden görünüm TEMMUZ 2012 KUYETA 19
Benzer belgeler
sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt
Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı, Ata Şakr...
Detaylısayfalar aralik_`2012.....1-19
GELECEK SAYIDAN İTİBAREN YEREL TARİH SAYFALARINDA KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, ...
Detaylısayfalar mayis_`2012.....1-19
Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı E...
Detaylı