sayfalar kasim_`2012.....1-19
Transkript
sayfalar kasim_`2012.....1-19
Kuşadası’nda açılan ilk Marangoz Kursu öğrencilerinin 1963 yılındaki bir fotoğrafı Ön Sıra Oturanlar Soldan Sağa: Cafer ?, Tufan Birinci, Sacit Demiroğlu, İhsan Öven Orta Sıra Ayaktakiler Soldan Sağa: İbrahim Kaynak, Hüseyin ?, Nedret Kırlı, Mehmet Ören, Muharrem ?, Öğretmen Saim Onar, Osman Karadeniz, Mustafa ?, Ali Mataracı Arka Sıra Soldan Sağa: Şevki Ünelge, Sami ?, Namık ?, ???? K kuyeta@kuyeta.org Yerel Tarih Dergisi 2008-2009 ve 2010 -2011 sayıları iki cilt halinde derlenmiştir. Ciltlenmiş Yerel Tarih Dergilerini edinme adresi Ege Mahallesi 442. Sokak No 6, Club Oliva Ergül Apartmanları B Blok Daire 4 Kuşadası / Aydın Tel:0256 618 44 44 Faks: 0256 618 44 67 uşadası’nın yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden bir olan Mahmut Esat Bozkurt ile ilgili editörümüz ve Mahmut Esat Bozkurt Çalışma Gurubu Başkanı Nail Topal’ın 3 yıllık bir araştırma sonucu tamamladığı ‘’Ateşten Adam Ya Da Bozkurt’’ kitabı Kuşadası Yerel Tarih Yayınları içinde kütüphane ve kitapçı raflarında yerini aldı. Kuşadalı bir değerin yine bir Kuşadalı tarafından tanıtılması önemli bir gelişmedir. Yerel Tarih Gurubu olarak hedefimiz yöremizle ilgili bu ve benzeri yayınların sayısının artması. Ve elbette yerel ekonomik güçler tarafından desteklenmesidir. Küçükada da Özel İdare ve Belediye tarafından sürdürülen restorasyon çalışmaları hakkında bilgi vermiştik. Ekodosd’un bu sembol mekânın değerlendirilmesi yönündeki görüşlerini de aynen yayınlıyor ve siz değerli okuyucularımızdan da öneriler bekliyoruz. Değerli Yerel Tarih Okuyucuları; Nail Topal’ın ‘’Ateşten Adam Ya Da Bozkurt’’ kitabını, Yerel yönetimin restorasyon çalışmalarını, Ekodosd’un sorumlu yaklaşımını, Söke’de açılan Etnografya müzesi Otantika ve genç yazarımız Naz Vardar’ın aldığı yüksek üniversite puanı ile tarih eğitimini seçmesini tarihi geçmişimizin korunması ve araştırılması açısında umut verici olumlu gelişmeler olarak görüyoruz. Mustafa Veli ‘’Ben Buradayım Ey Tarih’’ köşesinde Kasım 1972 gündemini, ‘’Bir Yer Sevdim Adı Kuşadası’’ köşesinde ise Kuşadası sevdalısı Ada Cengâveri Müjgan Şavkay’ı bize yakında tanıtıyor. Sedat Onar, Samos Deniz Savaşı’nın Avrupa’daki yankılarını yayınlamayı sürdürürken, Bahriye öğrencisi Reşat Şevki’nin öyküsünü kendine özgü anlatımı ile aktarıyor. Arkeolog yazarımız Kamil Sarhanlı, Antik Çağ Anadolusunun şarap tanrısı Dionysos’u bize tanıtıyor. Türk Kadınlar Birliği Kuşadası Şubesinin kurucu başkanı Sevim Türemen Türk Kadınlar Birliğinin Kuşadası’ndaki çalışmaları ile ilgili yerel tarihimize not düşüyor. Söz uçar yazı kalır. Tüm duyarlı kurumlarımızdan kurum tarihlerini kayıt altına almalarını bekliyoruz. Tarih öğretmeni Necat Çetin, Girit göçmeni bir ailenin çocuğu olan Torbalılı Hasan Varlık ile yaptığı söyleşiyi bize aktarıyor. Yazarımız ve editörümüz Nail Topal, bu ayki yazısında Kemalizm’in ya da Atatürkçülüğün ne olup ne olmadığını anlatıyor Yerel Tarih yayın ailemiz gençleşiyor, genişliyor. Ahmet Can Sarhanlı ‘’Bilinçli Gençler Harekâtı’’ projesini bizlere ve ilgilenen duyarlı kesimlere tanıtıyor. Destekleyelim. Güç verelim. KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı, Ata Şakrak, Ali Can Editör Nail Topal Grafik-Tasarım Nilüfer Saçar Nisa Hukuk Danışmanı Av.Nail Özazman Tercüme (İng-Frs) Duygu Sayra Önder İletişim Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok Kat:1 D:4 Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Ali Ergül: 0532 212 20 31 kusadasiyereltarih@yahoo.com Dağıtım Pazarlama Ergül Turizm Gıda Maddeleri Ltd. Şti. Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok Kat:1 D:6 Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Baskı Yeri Yeniyol Matbaası 1145/1 Sk. No: 50/A Yenişehir - İZMİR Tel: 0232 449 88 52 Faks: 0232 458 62 86 yeniyolmat@hotmail.com Sayı 46 Yıl 5 KASIM 2012 KUYETA 1 Kuyeta Haber SÖKE'DE ETNOGRAFYA MÜZESİ “OTANTİKA” AÇILDI Müze dendi mi koca çınarın kökleri gibi toprağı yarıp derinliklere dalan kültürümüz gelir aklımıza. Onlar ki bizi biz eden kimliğimiz, yaşadığımız toprakların tapu senetleridir. Geçmişini iyi bilmeyen, kültürünü tanımayan ulusların ulusal sınırlarını düşmanları çiziyor. Söke’ye girişteki Novada Alışveriş merkezi içinde Deniz Can ve Çağdaş Can Öztürk kardeşler tarafından büyük emeklerle oluşturulan “Otantika Etnografya Müzesi” açıldı. Otantika üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, el işi, göz nuru iğne oyalarından, simli ipek işlemelerden, efe giysilerinden ve akla gelmeyecek denli güzel antika eşyalardan oluşan bir bölüm. Hani derler ya: “ Bazı düşler vardır hiç biri gerçek olmaz, bazı gerçekler vardır düşlere sığmaz.” Bu müze düşlere sığmayacak kadar güzel bir müze. Girenler bakarken kendinden geçiyor, çıkamıyor içinden. İkinci bölüm hediyelik eşyalar satılan ve yorgunluğu gidermek için dibek kahvesi içilen yer. Dekorlar ince ince düşünülerek oluşturulmuş. Çalışanların giysilerinden otantik güğümlere değin her şey çok güzel. Hele yüzleri günebakan çiçekleri gibi gülümseyen o güzel sunumcular. Her şey birbirinden güzel… Bir de üçüncü bölüm var karnı acıkanlara Anadolu’nun en güzel yöresel yemeklerini tattıran bölüm. Her şey çok güzel düşünülüp yapılmış. Bu girişimlerini hayata geçiren iki kardeş; Deniz Can Öztürk (26) ve Çağdaş Can Öztürk (32). Anne ve babalarının kendilerine bıraktıkları yaklaşık 3500’e yakın etnografik eser sayesinde müze kurma fikrini geliştirmişler. Bu müze aynı zamanda dünyada bir AVM içinde açılan ilk özel müze olma özelliğini de taşıyor. AVM içinde müze açma fikri konusunda Deniz Can Bey; “ AVM’ler artık günlük hayatımızın bir parçası. AVM’ler alışverişiyle, yeme-içme, eğlence olarak size komple bir çözüm sunmakta. AVM’ler çoğaldıkça müze, tiyatro gibi sanat ve kültür faaliyetlerine ilgi de azalmakta. Biz bir AVM içinde müze kurarak çoğunluğun ilgisini çekmeye çalışıyoruz. Bir nesil hiçbir müze gezmeden yetişiyor. Biz bunu kırmayı hedefledik.” Müzede sergilenen eserlerin niteliklerinden bahsedersek Çağdaş Bey kendilerine ait koleksiyonun en seçkin 1800 eserini sergilemekte olduklarını belirtti. Otantika’da sergilenen eser sayısı, birçok Etnografya müzesinden daha fazla! Bu eserler ağılıklı olarak Osmanlı döneminden kalma sandık çeyizi eserleridir. Bindallılar, uçkurlar, grepler, peşkirler, üçetekler, kaftanlar… Bunun yanı sıra 1,2 ton ağırlığında Fransız yapımı bir çelik kasa, mobilya takımları, KUYETA KASIM 2012 2 kahve dibek, öğütücü, soğutucuları, efe kıyafetleri, çeşitli silah, tüfekler, hançerler… 1. Abdülhamit döneminden kalma orijinal bir vakıf senedi, El yazması Kuran-ı Kerim’ler ve daha birçok eser… Üstelik çoğu müzeden farklı olarak her ziyaretçinin başında mutlaka bir sanat tarihçi veya müzenin sahipleri refakat ediyor. Sergilenen eserler hakkında detaylı bilgiler veriyor, hikâyelerini anlatıyorlar. Böylesi misafirlerin de daha çok hoşuna gidiyor. Sadece bakmıyor, görüyor ve dinliyorlar. Çağdaş Bey; “Biz müzeyi kurarken sadece sahip olduğumuz eserleri değil unutulmaya yakın bir kültürü, bir mirası sergiliyoruz. Dolayısıyla eserlerimizdeki motiflerden desen kopyalamak, fotoğraf çekmek de serbest!” Müze dışında Otantika’nın farklı bölümleri de mevcut. Otantika dükkânında çeşitli antika ve hediyelik eşyanın yanı sıra yağlı boya tablolar, iğne oyasından çeşitli tekstil ürünleri, organik zeytinyağı ve zeytinyağı sabunları, Ankara çubuk turşusu, kahve takımları satılmakta. Dükkândaki bazı işler Aydın ve İzmir’den 120 halk eğitim öğrencisi kadınlarımızın yarattığı eserler. Bu eserlerin satışıyla kendilerine de bir ek gelir kapısı açılmış oldu. Dükkânı dışında yöresel ege düğün yemeklerinin sunulduğu yemek evi de mevcut. Keşkek, paşa böreği, yuvarlama, mantı, yaprak sarma… Yemeklerde sadece Aydın’ın ödüllü zeytinyağı ve tereyağı kullanılmaktaymış. Serpme kahvaltı servisi de mevcut. Ayrıca özel dibek makinesinde öğütülen, kızgın kum ocağında pişirilen Türk Kahvesi de bulunmakta. Müşteriler ayrıca bu lezzetli, dibekte öğütülmüş kahveyi, de alma seçeneğine sahipler. “Biz misafirlerimizi zamanda yolculuğa çıkarmak istiyoruz. Kendilerini tesisimizde en iyi şekilde ağırlamak istiyoruz. Kahvemiz eskiden el dibeklerinde öğütülmüş, mangal külünde pişmiş hissini yaratıyor. Yemeklerimiz eski kır düğünlerinde ikram edilen tatlar, dükkânımızda bulunan ürünler eskiden büyük emeklerle örülen iğne oyalarından yemeniler, grepler, kolyeler... Geçmişimizi koruyamadan, sahip çıkmadan geleceğimizi göremeyiz. Biz burada bir nebze de olsun mirasımıza sahip çıkmaya çalıştık. Müzemizle beraber, yemek evimiz ve dükkânımız ile”. Otantika Söke Novada Alışveriş Merkezinde bulunan, haftanın 7 günü açık! Herkes bu müzeyi muhakkak görmeli! Bunun gibi özgün ve farklı şeyler yapabilmesi için desteklerinizi, bu tesis ile duyduğumuz heyecanımızı paylaşmaya bekliyoruz. İyilikler dileriz. Kuyeta Haber YEREL TARİH DERGİSİNİN GENÇ YAZARI NAZ VARDAR BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜNÜ SEÇTİ O’nu Kuşadası Yerel Tarih Dergisinin ‘’Genç Yerel Tarihçiler’’ köşesinde aile tarihini anlattığı “Tercümanlar” yazısından hatırlarsınız. 2007’de Kuşadası İlköğretim Okulu’ndan mezun oldu , eğitimine İzmir Amerikan Lisesi’nde devam etti. Eğitim aldığı kurumlarda eğitim-öğretim yanında sosyal etkinliklerin de içinde bulundu. İlkokulda özellikle halkoyunları ekibiyle pekçok yurtiçi/yurtdışı gösteri ve festivallere katıldı. Lise eğitiminde kendisini daha çok sosyal alanlarda geliştirme fırsatı buldu. Sayısal alanı tercih etme imkanı varken, enerji ve çabasını özellikle ilgili duyduğu ve çalışmaktan büyük keyif aldığı sözel bölüme harcadı. Kendi ifadesi ile ; “Bu sayede üniversite sınavlarına çalışmayı daha az çileli ve bol kazançlı bir hale getirebileceğimi düşündüm. Lisemin sağladığı oldukça bol miktardaki sosyal etkinliklerden de yararlandım.” Dört yıl boyunca aldığı Film Yapımı dersleri ve birkaç arkadaşıyla birlikte kurdukları Türkiye’deki ilk öğrenci yapımı canlı yayın ekibi ACI Live TV sosyal ve teknik becerilerinin gelişmesinde etkili oldu. Ayrıca okulda görev aldığı sosyal servis hizmetleri, okul gazetesi PostACI, BazaarDay organizasyonları, İsviçre’deki Avrupa Öğrencileri Film Festivali, tenis takımı ve Sosyal Bilimler Fuarı benzeri pek çok farklı alanda tecrübe edinme fırsatı buldu. Okul etkinlikleri dışında da 2010 yılında Lions Club bursuyla Danimarka’da 20 farklı ülkeden yaşıtlarının katıldığı “Wind and Energy” kampında yeni ufukları ve seyahat tutkusunu keşfetme imkânını buldu. Okuduğu okulun sağladığı bu geniş olanaklar sayesinde birçok farklı ortamda bulunup, farklı insanlar tanıyıp kendini hangi alanda nasıl geliştirebileceği konularında daha sağlıklı karar verme yetisi elde etti. Yine okulundan elde ettiği sosyal etkinlikleri ve akademik başarıyı bir arada yürütebilme becerisi sayesinde, oldukça yoğun bir çalışma temposu ile liseden 4 yılda mezun oldu. İleride bir şekilde yönelmek istediği basın-yayın-medya sektörüne girişte kendisine en çok artıyı sağlayacak üniversiteyi ve alanı seçme konusunda da Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümünü daha üniversite sınavlarına girmeden kendisine hedef olarak belirlemişti. Bu sayede başka bir disiplinde kazandığı üst düzey bilginin ileride çalışacağı sektörde kendisine katkı sağlayacağını düşünmüştü. Nitekim 2012 YGS-LYS sınavları sonucunda sözel alanda Türkiye 771’incisi ve 824’üncüsü olarak Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’ne girmeye hak kazandı. İkinci bir tercih yapma gereğinde de bulunmadı. Eylül ayında, üniversite hayatına, İzmir Amerikan Lisesi’nden aldığı İngilizce eğitimi sayesinde hazırlık sınıfını atlayarak başladı. Şu anda Boğaziçi Üniversitesi yurtlarında kalarak okulun sağladığı akademik ve sosyal bütün olanaklardan yararlanmayı burada da sürdürüyor. İlk ve Orta öğretimde geliştirdiği ilgi alanlarını kampüs gazetesi “Dinamik”te yazarak ve Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin etkinliklerine katılarak devam ettiriyor. Yine Naz Vardar’ın ifadesi ile; “Üniversitemin, Türkiye’nin zengin insan mozaiğini yansıtması ve oldukça fazla sosyal-kültürel etkinliklere ev sahipliği yapması kendimi, çevremi ve dünyayı daha yakından tanıma imkanı sağlıyor. Geniş bir tarihe ev sahipliği yapan Boğaziçi Üniversitesi’nin ve bir tarihçinin ilham alacağı en güzel şehirlerden olan İstanbul’un manzaraları ve entellektüel hazineleriyle benim gelişimime büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Önümdeki senelerde de kendimi, İstanbul’u ve dünyayı daha çok keşfetmeye, anlamaya ailemin, okullarımın ve çevremin desteğiyle devam edeceğim.” İşte Kuşadalı bir genç kızımızın tüm gençlerimize örnek olması gereken eğitim hikâyesi, kararlılıkla hedeflerine ulaşmak için verdiği mücadelenin kısa bir anlatımı. Değerli genç yazarımıza Naz Vardar’a üniversite ve sonrası yaşamında başarılar, sağlık ve mutluluklar diliyoruz. KUYETA Naz Vardar Boğaziçi Üniversitesi Önünde KASIM 2012 KUYETA 3 Ben Buradayım Ey Tarih Kasım 1972’de Kuşadası Mustafa Veli Mavi İnsan Aylardır yağmurlar yağmadı gözyaşlarından başka. Zeytinler çürük çekirdeklerinin zemherisini yaşıyor. Yağmur yağmazsa hepsi mülteci olacak. Çürük bir mülteci. Gönlü yaralı bir mülteci. Susuz bir mülteci. Mülteci: sığınık. Hangi kuş’un ötmesi bahçende tünemiş kuş’un sesine benzeyebilir ki? Gittiğin yerde kuşların sesi hep mültecidir. Duysan da duymak istemezsin. Özlediği nedir bir mültecinin? Terk ettiği yuvasına geri dönmek mi? Sevdiğinin gözünden akan yaş’ı silmek mi? Öpmek mi kendi boyadığı evinin duvarlarını? Sevişilir mülteci kamplarında. Sonra çocuklar doğar, kurumuş zeytinler dudaklarında. Zeytin dalları barış simgesi miydi? Kaç kordon boyunca uzanıyor ki barış? Yeni doğan bebeklerin kordonları birbirlerine eklendiğinde Barış gelecek mi? Bir insan bu kadar çabuk alışır mı mülteciliğe ve içtiğinde sevişmeyi düşünebilir mi? Gitmeyi bu kadar kolay isteyebilir mi bir insan? Gideceğin yerin hiç de cennet olacağını bilmeden? Bebekler gülebilir mi mülteci kamplarında? Ya analar, babalar özlemez mi bıraktıklarını? Susuz bir ağaç büyüyebilir mi? Mülteciliğe ibadet edilebilir mi? Mülteci bir zeytin ağacı diker mi? Ben böyle romantik yazdım. Esas roman aşiretlerin ağzında. Kalbimde güzel şeyler yok muydu Ekim ayında? Vardı elbette. Onlar da olmazsa nasıl yürür bu Kasım ayına gönül? Evrim Demirel Ensemble!. 14 Ekim 2012 Pazar gecesi. İbramaki Sanat Galerisi. Gözlerimden yaş aktı mı? Ağlamamaya çalıştım. On yedi yıl öncesi… Ada TV’de “Mavice Gece” programım. Evrim daha on yedi yaşında. Kuzeni Devrim Yeşilpınar ile programa konuk olmuştu. Zorlukla o ORG daracık merdivenlerden küçük stüdyoya taşınmıştı. Şimdi kendi ezgileriyle süslediği doğu-batı karmalı eserleri İbramaki’ye gelen sanatseverleri büyüledi. Benim çocuklarım onlar. Ama bir de Özer Özel vardı. Zor bulunan bir ses Türkiye’de. Ne müthiş bir yorumu var Türkülerimize. Türküler kendine geldi. Aslında panik haldeyim. Hiç iyi hissetmiyorum kendimi. Sonbahar’ın verdiği bir nefessizlik mi bu? İçim her şeye çok dargın. Yaşam öyle sürüp gidiyor. Bir de pasaport çıkarttım. On yıllık. Schengen vizesi de aldım. Bir yıllık. Ve Kuşadası’ndan uzaklaşmak… Feribot. Samos Belediyesi ağırladı. Anna Tserepas. Belediye Kültür Müdiresi. Tarih 19 Ekim 2012, Cuma. Hiçbir şeyden uzaklaşamadım. Gittiğim gibi geldim. Beynimde aynı fırtınalar ve Kuşadası’nı özledim. Ağırlamadılar mı? Çok güzel bir şekilde hem de. Ama insan kafasında yer alan fotoğrafları bir türlü yırtamıyor. Nereye gidersen git… Solgun buldum Samos’u. O çok sevdiğim Kokarini’de bir Aşevinde yemek yedik. O güzelim kafeteryaların çoğu kapanmıştı. Deniz, hava, güneş Turizminin bencilliği de bu… Paris olacaksın. Floransa ya da Barcelona… On iki ay öyle ayakta kalabileceksin. Sevgili Belma Özgün’ün oğlu Ekin de bizim rehberimiz oldu. Nereden aklıma geldiyse güvenin kalmadığından Anna’ya sorar mısın dedim. Eskiden Ada kültüründe, üstelik Kuşadası’nda da kapılar kapanmazdı. Siz de aynı uygulama var mı diye. Anna “Daha önce vardı ama şimdi kapılar kapandı” dedi. Kapılarla beraber insanlar da kapanıyor. Ege Denizi küsmüş bir kimlik ile çalkalanıyorken Kuşadası’na geldik. Yoksa bende miydi küskünlük? İlk gidişimde böyle değildim… Cumhuriyet Bayramı coşkusu. Bu kadar kalabalık bir katılım beklemiyordum. Ama hep yazarım ya “Kuşadası Türkiye demek değil” diye. Kuşadası kendini gösterdi. İyi de oldu. Ancak bu insanlar neden katılmazlar sanat etkinliklerine? Bu kadar insan neden yuvalarından çıkamaz? Herkes internetin mültecisi mi oldu? Soruları bırakayım da döneyim Ada Sesi Gazetesi’nin sayfalarına. Kırk yıl önce neler yaşanmış. Sığınık olmayayım. Tarih, 3 Kasım 1972, Cuma. YAT LİMANI’NIN YARIM KALAN ALTYAPI İNŞAATI ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE BAŞLAYACAK. 23 Milyon sarfı ile şimdiki haline getirilen alt yapının tamamlanabilmesi için 4 milyon 750 bin lira daha harcanacak. Bu işin ihalesi yapıldı. Yat Limanı KUYETA KASIM 2012 4 İlçemiz Yat Limanı alt yapı inşasına önümüzdeki günlerde devam edilecektir. 23 Milyon lira sarfı ile bugünkü duruma getirilen Yat Limanının 2. ihalesi geçtiğimiz ay içinde yapılmıştır. 4. Milyon 750 bin lira üzerinden bir müteahhide verilen alt yapının devamı böylelikle tamamlanmış olacaktır. Önümüzdeki turizm mevsimine kadar tamamlanması beklenen alt yapı inşasından sonra 3. ihale ile üst yapı inşasına başlanılacaktır. Başlandı da ne oldu? Şimdi ne hale geldi Yat Limanı? Buna da şükür. Daha neler olur bilinmez. İyi mi oldu? Tarih bilecek. KAHRAMANLAR CADDESİ TRAFİK DÜZENİNİ BOZDU. Kanalizasyon çalışmaları dolayısıyla 15 gün önce kazılan Kahramanlar Caddesi, vasıtalar için büyük tehlikeler arz etmektedir. Bilhassa Özlü Otel önü başlı başına bir problemdir. Büzleri döşenen bu civarda örtülen çukurlar son yağışlardan sonra çöktüğünden bu yoldan geçmek zorunda olan vasıtalar harap olduğu gibi girdiği çukurdan traktörlerle çekilerek kurtarılmaktadır. Söke hattının trafiğini sağlayan bu yolun biran önce geçilebilir hale getirilmesi gerekmektedir. Sabır, sabır, sabır… Her şey gökyüzünden zembille inmiyor. Tarih, 7 Kasım 1972, Cuma. ADA SESİ GAZETESİ OKURLARININ RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR. Ayrıca; Naci Akdoğan, Kazım Usta Restoran, Seydi Eser (Eser meyve ve sebze toptancısı), Ferruh Adalıoğlu( zeytinyağı fabrikatörü), İnş Müh. Rıdvan Tabak, Elbirlik Otobüs İşletmesi, İrfan Sabuncu (Doğan Sineması), Halit Şakar (Camcı), Esnaf ve Sanatkârlar Kefalet Kooperatifi müşteri, ortak ve dostlarının Ramazan Bayramlarını kutlayan tam sayfa ilanlar vermişler. Hayırlı Ramazan Bayramları. Mülteci olmadı Ramazan Bayramları. Yoksa mülteci miydi? Tarih, 14 Kasım 1972, Salı. ANA SINIFI BUGÜN MAHMUT ESAT BOZKURT OKULUNDA AÇILIYOR. Son yapılan değişiklikle Yedieylül İlkokulundan Mahmut Esat Bozkurt İlkokuluna alınan Ana sınıfı bütün hazırlıkları tamamlandı. İlçemiz Yedieylül İlkokulunun bir odasında şimdilik Ana Sınıfı olarak faaliyete geçtiğini müteaddit sayılarımızda bildirdiğimiz Ana Okulunun yapılan bir değişiklikle Mahmut Esat Bozkurt İlkokuluna açılması kararlaştırılmıştır. Dünden itibaren açılması gereken Ana sınıf değişiklik sebebiyle bugün açılacaktır. Mahmut Esat Bozkurt İlkokulunun alt katında odalardan birinde açılacak sınıfın bütün hazırlıkları tamamlanmıştır. Ana okulu öğretmeni Günay Özbek’in yönetiminde bugün açılacak olan Ana sınıfı Yedieylül Okulu yeni binaya taşınıncaya kadar Mahmut Esat Bozkurt Okulunda kalacak bilahare boşalan Yedieylül ilkokuluna taşınacaktır. Şimdilik Ana sınıfı olarak açılan okulumuzun ilçemize hayırlı olmasını temenni eder, genç Ana Okulu Öğretmeni Günay ÖZBEK öğretmenimiz Günay Özbek’e başarılar dileriz. Ben de başarılar diliyorum. Her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz ve o yüzden hiçbir netlik yok. Plan yok, program yok, disiplin yok. Disiplin olmadan hiçbir iş yolunda gitmez. Şimdi de aynı. Mülteci oldu çocuklar... Tarih, 17 Kasım 1972, Cuma. ZEYTİNYAĞI FABRİKALARINA KONULAN BİDONLARA KARAKOL YAPTIRMA DERNEĞİ İÇİN YAĞ DÖKÜLÜYOR. Zeytin müstahsillerinin bidonlara döktüğü yağ miktarının günlük olarak 150–200 lira olduğu söyleniyor. Mevsim sonuna kadar 200 bin lira elde edilecek. Valimiz Sedat Kirtetepe’nin öncülüğünde kurulan Polis Karakolu Yaptırma Derneğine yardım amacıyla ilçemizdeki zeytinyağı fabrikalarına birer bidon konulmuştur. Zeytinyağı fabrikalarına konulan bu bidonlara zeytin müstahsilleri tarafından yağ dökülmektedir. İlgililerin ifadesine göre bidonlara dökülen yağ miktarı günlük olarak 150–200 lira civarındadır. Sezon sonuna kadar devam edecek bu bağış sayesinde ilçemiz Karakol Yaptırma Derneği 180–200 bin liraya kavuşmuş olacaktır. Hayırlısı olsun. İnşallah yapılmıştır. ÖRNEK BİR HAREKET: SELÇUK BİÇKİ-DİKİŞ ÖĞRENCİLERİ PAMUK TOPLUYOR. Selçuk bölgesindeki pamuk işsizliğini ve milli servetlerimizin başlıcasını teşkil eden pamuk mahsulünün tarlalarda çürümekte olduğunu dikkate alan Selçuk Biçki-Dikiş Yurdu öğretmen ve öğrencileri okullarını kapayarak pamuk toplamaya başlamışlardır. Başlarında PTT Müdürümüz M. Emin Aynalının kızı öğretmen Zuhal Aynalı olduğu halde 50 öğrenci iki gündür pamuk toplamaktadırlar. Selçuk Biçki-Dikiş kursu öğretmeni Zühal Aynalı ve öğrencilerinin bu örnek hareketleri çevrede takdirle karşılanmaktadır. Zühal Aynalı’ya candan teşekkürler. İmece budur. Dayanışma budur. Hareket budur. Üretmek. En güzel şey değil mi? İki haberden dolayı gözlerim yaşardı. Ve aktılar emek üstüne. Pamuklarda gözyaşlarım Zuhal Aköz (Aynalı) ıslandı. Mülteci gözyaşları değildi. Tarih, 21 Kasım 1972, Salı. TURİZM MEVSİMİNDE İLÇEMİZ BANKALARINDA 42 MİLYON LİRA DÖVİZ BOZDURULDU Geçen seneye nazaran bu yıl her kolda artış kaydedildi- Kuştur Tatil Köyü Fransız Tatil Köyü ile yarış halinde- ilçemizde bu yıl 331.866 turist konaklama yaptı. 1972 Turizm mevsiminin sona ermesi ile 8 ay içinde ilçemize gelen turist sayısını, bankalarda bozdurulan döviz miktarını ve gemi sayısı ile şehrimizde konaklayan turist miktarını yaptığımız istatistiklere göre açıklıyoruz. Geçen sene bankalarda bozdurulan 34 milyon liralık dövize karşılık bu yıl 42 milyon lira döviz bozdurulmuştur. Gelen turist sayısı geçen yıl 155 bin iken bu yıl 190 bine ulaşmıştır. Gemi sayısı geçen yıl 411, bu yıl ise 481 olmuştur. Yat sayısında da artışlar kaydedilmiştir. Geçen yıl gelen 107 yata karşılık bu yıl 140 yat gelmiştir. Turist motoru geçen yıl 326, bu yıl ise 410 dur. Konaklama sayısına gelince, geçen yıl 246 bin 600 konaklamaya karşılık bu yıl ilçemizde 331 bin 866 turist konaklama yapmıştır. Bu yılki istatistiklerde memnuniyet verici bir hususta Kuştur Tatil Köyü’nün Club Meditteranée Tatil Köyüne ulaşmasıdır. Geçen yıl Kuştur Tatil Köyünde yapılan 55 bin konaklamaya karşılık bu yıl 73 bin 581 kişi konaklama yapmıştır. Club Meditteranée’nin bu yılki konaklaması 75 bin 113 kişidir. Güzel eski günler gel!.. Kuşadası mülteci olmasın Turizmde. O hep ayakta olsun. Haberin güzelliği başımı döndürdü. KASIM 2012 KUYETA 5 Ben Buradayım Ey Tarih Ferah Diba'nın Annesi Farideh GhotbiRıza Pehlevi ve eşi Yasmin FERİDE DİBA İLÇEMİZDE BİR GECE KALDI. Yurdumuzu ziyaret eden İran Kraliçesi Ferah Diba’nın annesi Feride Diba geçtiğimiz cumartesi günü şehrimize gelmiştir. İmbat otelde bir gece kalan Feride Diba çevredeki tarihi ve turistik yerleri ziyaret etmiştir. Kraliçelerin, Kralların şehriydi Kuşadası. Şimdi? Yine de gelecekler… Taçlı bir şehir Kuşadası. Üstünde gökkuşağı olan. Rengarenk bir yaldız parıldıyor üstünde. Tarih, 24 Kasım 1972, Cuma. GÜNAY ÖZBEK ANA SINIFI İÇİN “HER GELEN GÜNÜN DAHA GÜÇLÜ OLACAĞINA İNANIYORUM” DEDİ. Gazetemize özel bir beyanat veren Günay, gösterilen yakın ilgiden dolayı memnuniyetini belirtti. İlçemizde gayri müsait şartlar altında açılmasına rağmen daha ilk günlerinde büyük ilgi gören Ana Sınıfının öğretmeni Günay Özbek, sınıfının açılışı ve geleceği hakkında gazetemize özel bir beyanat vermiştir. Çok kısa bir zamanda hakiki ana sınıfı hüviyetine kavuşacak olan bu müstesna kuruluşun sempatik öğretmeni Günay Özbek’in üstün azminin ana sınıfını, tam teşekküllü bir Anaokulu haline sokma gayretinde olduğu memnuniyetle görülmektedir. Ana sınıfı öğretmenimiz Sayın Günay Özbek’in beyanatını neşrediyoruz; ‘’Uzun yıllardır Türkiye’de gerçekleştirilmesi düşünülen bugün fiilen tatbik mevkiine konulan Ana Okulu veya sınıfı eğitimin temelini teşkil eder. İlçe kaymakamımız İsmail Güzeliş, ilköğretim Müdürümüz Zeki Aydınlı, Yedi Eylül İlkokulu Müdürümüz Mehmet Kirişli’nin teşebbüsleri ile ilçemiz Ana sınıfı öğretime açılmış bulunmaktadır. KUYETA KASIM 2012 6 Sayın velilerin Ana Sınıfına gösterdikleri yakın ilgi ve çocuklarımızın birkaç gün içinde intibak etmeleri vazifeme hız vermektedir. Halkımızın da çalışmalarımda bana yardımcı olacaklarını umarım. Memleketim olan Kuşadası’nda bulunma arzumun gerçekleşmesi ile çok mutluyum. Tertemiz cici yavrularımızın yetişmesinde ana ve babaların rolünün büyük olacağı muhakkaktır. Bu işbirliği içinde her geçen günün daha güçlü ve aydınlık olacağına inanıyorum. Bana sizlere seslenme imkânı veren Ada Sesi Gazetesine teşekkür eder, tüm Kuşadası halkını selamlarım. Ana Sınıfı Öğretmeni Günay Özbek. Anne ve Babaların rolü büyük olacaksa öğretmenlerin rolü ne olacak? Şimdi öğretmenlerin velilere verdiği görevlerden biri de performans ve proje ödevleri. Ne hikmetse? Öğrenci niye kendi kendine yetiştirilmiyor ki? Benimle ne annem, ne babam ilgilendi. Tarih, 28 Kasım 1972, Salı. ZEYTİN MAHSULÜ AĞAÇLARIN ALTINDA ÇÜRÜYOR. Fabrikalarda zeytin konacak yer kalmadı- Silkme yevmiyesi 75 liraya yükseldi- İşçilik yüzünden zeytinler ağaçların altında çürüyor.- Dünkü piyasada zeytinyağının kilosu 10 liraya yükseldi. Bolluğuna şimdiye kadar böylesine tesadüf edilmeyen zeytin mahsulünün dörtte ikisi işsizlikten ağaçların altında çürümektedir. İlçemizdeki zeytinyağı fabrikalarında zeytin konacak yer kalmadığından müstahsilin getirdiği zeytinler kabul edilmemekte ve geri çevrilmektedir. Bu günlerde silkmelere başlayan müstahsil, işçisizlik yüzünden hayli sıkıntı çekmekte, silkicilerin 75 lira yevmiye istediklerinden dert yanmaktadırlar. Bir yandan fabrikaların sıkım işini zamanında yapamayışı veya kabul etmeyişi müstahsili müşkül durumlara sokmaktadır. Zeytinler çürük çekirdeklerin zemherisini yaşıyor. Çürük bir mülteci. Mülteci zeytin ağacı dikermi? BULGARİSTAN DIŞİŞLERİ BAKANI İLÇEMİZE GELDİ Hükümetimizin davetlisi olarak yurdumuza gelen Bulgaristan Dışişleri Bakanı Peter Mladenov beraberinde eşi ve Bulgaristan Dışişleri Bakanı diğer zevat olduğu Petar Mladenov (1936-2000) halde Hoş geldin Sayın Bakan. ODUN PROBLEMİ HAD SAFHADA Önceki günden itibaren başlayan ani soğuklar halkımızı şaşkına çevirmiş, odun satış depoları ziyaretgah haline gelmiştir. İlçemizdeki mahrukatçılarda aylardır odun bulunmayışı ve bu konuda ….. Haberlerin devamı yok. Son satırlar mülteci. Yırtılmış. Sadece başlıkları sana haber vereyim dedim sevgili okuyucu. Hayat böyle. Kelimelerde mülteci ya da zorla mülteci yapıyorlar. Koparıyorlar yaşantılarını. Kasım ayı içimizde sinsi bir mültecilik yaşamasın. Aralık ayı mı? Aralık’tan bakmadım bir mülteci korkusuyla. Belki pembe bir bulut doğar çocukların gelecek endişelerine. Ve o yüzden severler dünyayı ve her Aralık ayını!.. Kitap Tanıtımı ''ATEŞTEN ADAM YA DA BOZKURT'' KİTAP ADI: ATEŞTEN ADAM YA DA BOZKURT YAZARI: NAİL TOPAL YAYIN TARİHİ: KASIM 2012 YAYINEVİ: KUŞADASI YEREL TARİH YAYINI “Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Atatürkçü Düşünce’nin ideoloğu, büyük hukukçu, hukuk devrimlerinin yapımcı ve uygulayıcısı, 1. Türkiye İktisat Kongresi’nin düzenleyicisi, Atatürk’ün İktisat ve Adalet Bakanı, Üniversite Profesörü, Türkiye Cumhuriyeti’nin gönüllü Avukatı, usta gazete yazarı, 1920-1943 yılları arasında TBMM’de Milletvekili, Kuşadası Kuvayi Milliye Reisi ve Avrupa’da Türk Öğrenci Lideri Kuşadalı Mahmut Esat Bozkurt'u ilk defa Kuşadalı bir yazarın kaleminden okuyoruz. Nail Topal'ın, yedi bölümden oluşan Ateşten Adam Ya Da Bozkurt adlı kitabı, belgeler ve fotoğraflarla geniş olarak desteklendiği için bir arşiv değeri taşıyor. Yüze yakın kaynağın taranması ve canlı tanıklarla yapılan görüşmelerle desteklenmesi yapıtın önemini bir kat daha arttırıyor. Kitap hem bilimsel hem de popüler özellikler taşıdığı için her kesime sesleniyor. Nail Topal'ın, Ateşten Adam Ya Da Bozkurt çalışmasını; aramızdan ayrılışının 69 yılında eylem ve söylemleriyle günümüze ışık tutan, Kuşadalı değerli devlet adamı Mahmut Esat Bozkurt'un genç kuşaklara tanıtımında önemli bir yapıt olarak görüyoruz. KASIM 2012 KUYETA 7 Özel Araştırma Adalızade Bir Mahzun Mezar: REŞAT ŞEVKİ Bölüm - 1 Sedat Onar Araştırmacı sedatonaranea@hotmail.com Kuşadası Adalızade Mezarlığının önündeki yoldan hepiniz belki yüzlerce kez gelip geçmişsinizdir. En çok hangi mezar dikkatinizi çekmiştir diye sorsam, büyük bir çoğunluk “Hasan Reis” yazılı Hasan Denizel’e ait mezar taşı dikkatimi çekti diye cevap verecektir. Çünkü yol üzerindeki en gösterişli mezar onun mezarıdır. Herkesin hafızasına nakşettiği görüntü bu mezara ait görüntüdür. Hiç o mezarın yakınındaki mezarların ismini veya görüntüsüne dikkat ettiniz mi diye sorsam, pek çoğunuz dikkat etmemiştir, doğru dürüst cevap veremezsiniz. Ben size Hasan Reis mezarının tam arkasındaki bir mezardan bahsedeceğim ve o mezarın öyküsünü anlatacağım. Adalızade Mezarlığına çok sık giden benim gibi bir insan bile bu mezarın farkına beş ay öncesine kadar varamamıştı. Taa ki, Alkan Bozdoğan ağabeyimle bir sohbet sırasında bana bu mezardan bahsedinceye kadar. Alkan ağabey, bana “Adalızade Mezarlığında 1929 1929 Yıllardan Bir Bahriye Öğrencisi KUYETA KASIM 2012 8 yılında gömülmüş bir bahriyelinin mezarının bulunduğunu, mutlaka görmem ve öyküsünü araştırmam gerektiğini” söyledi. Aynı gün ilk iş gidip mezarı buldum. Yeri çok basit: mezarlığın içinden geçen Bahriye Okulu Öğrencilerinin 1929 yılında çektirdikleri toplu bir fotoğraf yolun kenarında ve Salı Pazarı kavşağı noktasına yakın mermer sathını kaplamıştı. “Hasan Reis’in mezarının” tam Fotoğrafları çektikten sonra hemen arkasında. Mezar taşı adeta minik temizliğe giriştim. Süpürdüm, bir Mısır dikilitaşını andırıyor. sabunlu suyla yıkadım. Mezarın etrafı kalın ve yüksek Temizledim ama mezarın demir parmaklıklarla çevrili, yerden yalnızlığına ve kimsesizliğine çare yirmi santim yükseklikteki düz bir bulamadım. beyaz mermerin tam ortasından Yalnızlığının dostu, yükselen bir buçuk metre kimsesizliğinin kimsesi olmak için yüksekliğindeki bir mezar taşı. hemen araştırmaya başladım. Bir Adalızade mezarlığında buna sürü yerle yazıştım, kitaplar benzer dikilitaş şeklinde başka bir karıştırdım, bu konuda uzmanlığı mezar taşı yok. Bu tek örnek. olan insanlara başvurdum. Dikili taşın ön Genç bahriye talebesi, yani 1929 cephesinde yukarıdan yılının Deniz Harp Okulu öğrencisi aşağı doğru: “Burada Reşat Şevki kimdi? Hangi bütün Donanma ve hastalıktan veya olaydan ölmüştü? Kuşada halkının Buraya neden gömülmüştü? ağlayarak gömdüğü İsmi haşmetli ve fonojenikti. genç bahriye talebesi Adeta şiir gibi “Genç bahriye Reşat Şevki metfundur talebesi Reşat Şevki”. Gözümün Allah rahmet eylesin. önüne beyaz üniforması içinde 18 Ağustos 1929” ibaresi sırım gibi bir delikanlı hayali yazılmış. belirdi. Adeta Ediz Hun’un Hülya Mezarı ilk gördüğümde Koçyiğit ile birlikte oynadığı bakımsızlığından ‘Hıçkırık’ filminde Ediz Hun’un utandım. Yıllardır ihmal bahriyeli üniforması içindeki hali edilmiş olduğu çok açıktı. gibi. Herhalde böyle olmalıydı diye Herhalde kimse yıllarca düşündüm. bu mezara uğramamıştı; Bulduğum ipuçlarını bir araya fotoğrafta gördüğünüz getirdim. Öyküyü içimden geldiği gibiydi. Çam yaprakları, gibi ana unsurlarına zarar servi kozalakları mezarın vermeden biraz dramatize ettim. İşte size Adalızade Mezarlığındaki dikilitaşın altında yatan “Genç bahriye talebesi Reşat Şevki’nin” öyküsü… Yıl 1929, aylardan Temmuz. Yer, Gölcük… Gölcük donanma limanında demirli Turgut Reis Zırhlısı açık deniz eğitimlerinden önce bahriye talebelerinin üç ay boyunca gemi eğitimi aldıkları sabit bir okul görevi görüyordu. Gemi iyice köhnemiş ve sürati çok düşük olduğu için limana bağlı olarak son üç yıldır bahriye talebelerinin Hamidiye Zırhlı Firkateyni ile denize açılmadan önce kısa eğitim aldıkları bir okul gibiydi. Genç bahriye subay adayları Turgut Reis Zırhlısında seyrüsefer tekniklerini öğreniyor, açık denize açılmadan önce gemi havasını teneffüs ediyorlardı. Gemi aynı zamanda geçmişi ile farklı olan bir gemiydi. Gemiye bahriyeli öğrenciler tarafından adeta canlı bir varlığa duyulan saygı gibi saygı duyuluyordu. Zira 1901’de Çin’de meydana gelen Boxer Ayaklanması sırasında Alman Deniz Kuvvetleri emrinde iken kullanılmış ve ayaklanmanın bastırılmasında önemli bir rol oynamıştı. Bundan daha da ilginci 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devletinden savaş tazminatı olarak Turgut Reis Zırhlısı alınarak Japonya’ya verilmiş, ancak Japon İmparatoru tarafından 1924’te Genç Türkiye Cumhuriyetine iade edilmişti. İşte böyle ilginç bir öyküsü vardı. Turgut Reis Zırhlısında sadece ders yapılmıyordu. Nöbet çizelgelerine bağlı olarak kimi bahriyeli subay adayı elinde paspas güverteyi temizliyor, kimisi boya fırçası ile paslanmış yerleri boyuyordu. Reşat Şevki, Temmuz ayının o yakıcı sıcağında elinde paspası ile baş kısmındaki zincirliğin önünü paspaslıyordu. Beyaz fanilası terden sırılsıklam olmuş, başındaki miço şapkasını geriye doğru atmış, günler görmüş geçirmiş bu yaşlı geminin mazisini ve üç gün sonra Hamidiye Firkateyni ile çıkılacakları açık denizi düşünerek paspası gelişi güzel kullanıyordu. Reşat Şevki Güverte subay adayıydı. Makineci olmayı hiç düşünmemişti. İllaki denizin engin maviliğinin gözlerinle görerek yaşayacaktı. Denizi adeta yararak köpükler savuran demirden ejderhaların birinin gözü, kulağı, beyni olacaktı. Denizi olmayan bir kentten gelmişti: Ankaralıydı. Aslında kökten Ankaralı da değildi. Balkan Savaşı sırasında Anadolu’nun sağına soluna savrulan muhacirlerden Şevki Efendi’nin Cumhuriyetin ilanı ile birlikte bir gelecek aramak için Ankara’ya gelmesinden sonra artık Ankaralı olmuştu. Kökten Selanik Eyaleti’nin Serez Sancağındandı. Kendisi de Serez’de doğmuş, henüz 3 yaşındayken 1913 yılının kasvetli ortamından kaçan ailesi tarafından ilk önce İzmir’e, ardından da Manisa’ya hicret etmişlerdi. Yeni kurulan başkent Ankara umut vadeden bir gelecek taşıdığı için ışığa koşan pervane böcekleri gibi insanları cezbediyor, herkes Cumhuriyetin bu yeni başkentinde yeni bir hayata başlamak için Ankara’ya geliyordu. Şevki Efendi de 1924 yılında eşi Nermin, büyük oğlu Reşat, küçük oğlu Burhanettin ve kızı Sabiha ile birlikte Manisa’dan Ankara’nın yolunu tutmuştu. Ankara’ya geldikten sonra ilk başlarda yıkık dökük kerpiç bir evde kirada oturdular. Şevki Efendi Ulus Samanpazarı’nda büyükçe bir bakkal dükkânı açmıştı. Manisa’dan yanında getirdiği tüm parasını bu işe yatırmış, büyükçe bir dükkân işletiyordu. İçinde gaz yağından, urgana, teneke sobadan arpaya kadar ne ararsan bulunurdu. Ancak ilk başlarda ayakta kalabilmek için diğer esnaflara göre daha ucuz sattığı için sürümü çok kârı azdı. Kazancıyla ancak ailesini geçindiriyordu. Oğlu Reşat Manisa’da iken Rüştiye’yi bitirmiş ve İdadiye başlamıştı. Ankara’ya geldikleri yıl İdadiyi bitirip 1926’da şimdiki adıyla Deniz Harp Okulu olan Heybeliada Bahriye Mektebine yazıldı. Deniz subayı olmaya karar vermişti. Şevki Efendi için Reşat’ın Bahriye Mektebine gitmesi büyük bir mutluluktu. Hem kısıtlı kazancı ile Reşat’ı okutma külfetine girmeyecek, hem de Serez’de oğlu Reşat daha bir yaşında iken ölen babası Hilmi Efendi’nin “Bak, Şevki bu güzel yavrucağı mutlaka zabit yap. Zabit olsun ki bize bu zulmü yapan gâvurlardan intikamımızı alsın” vasiyetini yerine getirmiş olacaktı. Reşat’ın bahriye okulu iyi gidiyordu. Derslerinde çok başarılıydı. Zekâsı ve ağırbaşlılığından dolayı öğretmenleri tarafından sitayişle “Sen ilerde Bahriye Nazırı bile olursun” denilerek gururu okşanıyordu. Bahriye Öğrencisi Reşat Şevki'nin Mezarı KASIM 2012 KUYETA 9 Özel Araştırma ŞARABIN EFENDİSİ DİONYSOS Kamil Sarhanlı Arkeolog kamilsarhanli@hotmail.com ∆ιòνυσος (Dionysos) adı ilk olarak Pylos’daki Nestor sarayında bulunan bir tablette di-wo-nu-so-jo olarak görülmektedir. Dionysos kelimesinin kökeni hakkında birkaç farklı görüş bulunmaktadır bunlardan; Dionysos adı ‘‘Di’’ kökünden gelen ve tanrı anlamını taşıyan ‘‘Dio’’ ile ‘‘Nysa’’ sözcüğünün birleşmesinden oluşmuştur. ‘‘Nysa’’ Euripides’in Bakkhalar’ında ‘‘Vahşi hayvanların yatağı’’ ve Dionysos’un büyüdüğü dağ olarak nitelenmektedir. Bu dağ, Homeros’un İlyada’sında Trakya’da gösterilmektedir, ama Tesalya’da, Makedonya’da, Hindistan’da ve Arabistan’da da Nysa dağları vardır. Anadolu’da Aydın yöresinde de Nysa adlı bir kentin yıkıntıları görülmektedir. Dionysos sözcüğü, Zeus sözcüğünün yalın hali dışında kullanılan ve tanrı anlamını taşıyan Di (Dio, Dios, Dia, Dii) kökünden gelmektedir ve ∆ιòς, oğul anlamına gelen Νυσος ile birleştiğinde ‘‘Zeus’un oğlu’’ anlamını vermektedir. Dionysos kim midir? Dionysos, her kış ölen ve her baharda yeniden canlılık kazanan doğanın bir yansıması olan; üzümün, şarabın, sarhoşluğun, çılgınlığın, doğadaki kontrol edilemez gücün ve gizemin tanrısıdır. Antik Çağ insanı, üzümden şarabın yapımını; şarabın da insanı rahatlatan ve yaratıcı gücünü ortaya çıkaran özelliğini keşfetmesinden sonra, yeni bir doğa, bereket ve mutluluk tanrısını yani ‘‘Dionysos’’ adını verdiği şarap tanrısını diğer Olympos tanrılarının arasına katmakta gecikmemiştir. Dionysos adına bir çok kült şenlikleri yapılmış bu kült şenliklerindeki amaç ise hep aynı olmuştur: insanın şarap yoluyla kendi özüne dönmesi, kendini tanıması ve yaşamı anlamlandırması ile ilişkilendirilebilir. Dionysos insanları acımasız bir sarhoşluk girdabına sokar, onların kendilerini dışa vurmalarını sağlar ve onlar üzerinde hak iddia eder. Bu sayede Dionysos Tanrılar arasında en etkin konuma gelmiş ve büyük bir tapınım bölgesi olarak geniş coğrafyaya yayılmıştır. Anadolu coğrafyasında Dionysos konulu eserlere özellikle mozaik sanatında rastlamaktayız. Ephesos ta yamaç evleri ile Dionysos konulu eserler arasında yer alan mekânlar karşımıza çıkmaktadır. Oldukça geç tarihli Efes eserinde (V. yüzyıl) ise Dionysos ve Ariadne, Batı dünyasındaki birçok duvar resmi ve lahit kabartmasında görüldüğü gibi portre tarzında baş başa resmedilmiştir. Tanrısal çiftin başları kırmızı çerçeveli bir kartuş içinde resmedilmiştir. Kartuşun dışında kalan bitkisel süslemeli alanda ise geç antikçağ ya da erken Hıristiyanlık dönemi için özel anlamı olan çok sayıda alegorik motif bulunmaktadır. Bu yanıyla Efes sahnesi dinler tarihi açısından da ayrı bir önem kazanmaktadır. V. yüzyıl gibi Hıristiyanlığın kurumsallaştığı bir çağda Dionysos ve Ariadne gibi politeist inanışın ürünü olan bir konuyu resmeden Efes sahnesi, paganist zevk ve beğeninin Hıristiyanlık çağında bile canlılığını koruduğunu göstermektedir. Dionysos ile Ariadne Buluntu yeri: II. nolu yamaç evinin avlu güney kubbesi Dönemi: V. Yüzyıl Ölçüleri: 3.70 m. x 2 m. Sergilendiği Yer: in situ Tanımı: Avlu güney kubbe nişi çok renkli cam mozaiklerden oluşan bitkisel süslemelerle bezenmiştir. Koyu mavi renkli bir arka fonun üstünde rengarenk bitkisel motifler ve merkezde dairesel bir kemer içerisinde ikili büst resmedilmiştir. Dionysos ve Ariadne figürleri büst biçiminde kırmızı zeminli bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Bu çerçevenin etrafındaki süslemede tavus kuşu, yavru horoz, ördek, panter, Eros ve meyve örgüleri yer almaktadır. Sağ büstün sol kolu ve sol göğüs kafesi korunmuştur. Eril figürün başından çenesine kadar ölçülmüş kısım 30 cm’dir. Dişil olan figürde ise bu ölçü 24’dir. Kaynak: Dunbabin, K. (1999). Mosaics of the Greek and Roman World. Cambridge: Cambridge University Press, s. 251. KUYETA KASIM 2012 10 Öneriler-Projeler Bilinçli Gençler Harekâtı Yerel Tarihimizi Koruma Projesi Ahmet Can Sarhanlı Bilinçli Gençler Harekâtı Genel Koordinatörü Kuşadası, 1413 yılında 1.Mehmet (Çelebi) tarafından Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine katılmıştır. Bu tarihten sonra, şehir tamamen Türklerin elinde kalmış ve Türklerin yaptığı eserlerle dolmaya başlamıştır. Bunlardan bugünkü Kervansaray ve Kuşadası'nı çeviren surların, Mehmet Paşa tarafından yaptırıldığı bilinmektedir, böylesine bir geçmişe dayanan bölgemizi gençlerimiz ile kucaklaştırmak istemekteyiz. BİLİNÇLİ GENÇLER HAREKÂTI NEDİR? Türkiye’nin tarihine özellikle Bilinçli Gençler Harekâtı adlı projemiz kapsamında Kuşadası’nın tarihi, günümüzün sorunları sosyal sorumluluk projeleri adı altında çalışmalar yapmaktadır. Bu proje Kuşadası’nın yerli gençleri tarafından başlatılmış bir projedir ve projenin amacı başta Kuşadası olmak üzere Türkiye'de herkesin bir arada olduğu bir gençlik harekâtı başlatarak, gençliğin enerjisiyle tüm bireyleri toplumsal dayanışmayı yeni baştan inşa etmeye çağırmaktayız Ahmet Can Sarhanlı’nın genel koordinatörlüğünde 24 Aralık 2013’te Kuşadası’nda başlatmayı planladığımız büyük kapsamlı projelerimizden biri Kuşadası’ndaki gençlerimize yerel tarihini tanıma imkânı sağlamak, bu proje kapsamında arkeologlardan ve bilgi sahibi kişilerden yardım alınarak, kervansaray, Güvercinada, Pygela başta olmak üzere Milli Eğitim Bakanlığının desteği alınarak Kuşadası’ndaki tüm ortaöğretim düzeyindeki okullarda sunumlar yapılması planlanmaktadır ve Sadrazam Öküz Mehmet Paşa tarafından kentin imarı kapsamında 1618 yılında inşa edilen Kervansaray, Güvercinada üzerinde, Barbaros Hayrettin Paşa tarafından yaptırılan bir iç kale ve İlyas Ağa tarafından yaptırıldığı surların yer aldığı. Bu surlar Mora İsyanı sırasında adalardan ve denizden gelebilecek saldırıları önleyebilmek için yaptırıldığı ve Bugünkü Club Pigale ve Kuştur Tatil Köyü'nün disko'su ve a'la carte restoranının bulunduğu tepede kurulmuş antik bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Dünya, sağlık şehri olarak kurulan ilk kentin Pygela olması. Argos Kralı Agamemnon’un, 10 yıl süren Truva savaşları sırasında, "yorgun düşen askerlerini dinlendirmek, hem de savaş gemilerini onarmak için Kuşadası'ndaki Pigale ve İzmir'deki Pigale ve İzmir'deki Agamemnon şehirlerini kurduğu ve buna benzer bilgiler gençlerimize aktarılacaktır. Bu uzun soluklu çalışmayı diğer illerimize de taşıyarak Kuşadası’nın tarihini tanıtmış olacağız, ayrıca bu proje kapsamında diğer illerdeki koordinatörlerimiz ile iletişime geçerek karşılıklı kültür değişimi yapacağız bu değişimde yine Kuşadası’nın tarihi ilçemize gelen arkadaşlarımıza, arkeologlar tarafından Kuşadası’nın tarihi aktarılacaktır. Yerel tarihimizi tanıtma ve koruma adı altında yapılan projelerin artması dileğiyle. bilincligenclerharekati.blogspot.com adresine girerek projelerimizi takip edebilir projelerime katılabilir veya proje başlatabilirsiniz. Kuşadası’nda gerçekleştirdiğimiz projelerden kareler; Kuşadası’ndaki Gençlerle Huzur Evi Ziyareti Lösemili Çocuklar Yararına Yapılan Stant Çalışması KASIM 2012 KUYETA 11 KÜÇÜKADA ÜZERİNE ÖNERİLER Kıyıda bulunan turizm kentleribulduğumuz Roma Dönemi pişmiş nin hemen hepsinde geçmiş süzgü kabı olan bir Gargalet’i, uygarlıklardan kalan tarihi müzemiz olmadığından Bodrum kaleler bulunmaktadır. Bu Sualtı arkeoloji müzesine teslim kentleri ziyaret edenlerin ilgisini etmiştik. Kuşadası’ndan çıkan bu çeken ilk yapılar kaleler eserin Küçükada Kalesi’nde olmakta, her zaman da bu tür sergilenmesi için geri vermelerini yerler cazibe merkezi haline isteyeceğiz. Kuşadası’nda ve gelmektedirler. Bu kalelerin Kuşadalıların elinde kalede hepsi gelen ziyaretçilerini tarihe sergilenmeye değer önemli yolculuğa çıkararak, geçmiş parçalar varsa, sergilenmesi için uygarlıkların izlerini ve bunlar mutlaka kalede değerlendikültürlerini günümüz insanlarırilmelidir. na aktarmaktadır. Küçükada Kalesi, tarihi değerlerinin Bunlardan bir tanesi de yanı sıra önemli doğal değerlere de Bodrum Kalesi’dir. sahip olup, bunların gelen Anadolu kıyılarında binlerce yıl ziyaretçilere en iyi şekilde yansıtılönce batan Antik Dönem ması gerekir. gemicilerine ait kalıntılar sualtı Kuşadası şu an elinde tüm Bodrum Kalesi arkeologları tarafından çıkarılaparçaları tamam olan uzun rak, zengin tarihi geçmişi bulunan Bodrum Kalesi’nde sergilenerek, balinaya ait çok önemli bir iskelete sahiptir. İskelet Küçükada Kalesi’ndeki yaşayan müzeciliğin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır. kule kısmında durmaktadır. Binlerce yıllık buluntularıyla, tarihi geçmişiyle, ağaçları ve kuşlarıyla bir İngiltere aynı tür bir balinanın sadece kafa iskeletine sahip olup, bunu bütünlük oluşturan Bodrum Kalesi, yerli-yabancı binlerce turistin akınına müzede sergileyerek tanıttıkları bilinmektedir. Buradaki balinanın ise uğramakta ve uluslar arası alanda da hak ettiği değeri bulmaktadır. tanıtımı yapılamamaktadır. Kentin önemli alanlarında dikilecek panolarla Türkiye’nin en önemli turizm kentlerinden biri olan Kuşadası’nda da böyle bir balina iskeletinin varlığı, gelen yerli-yabancı konuklara aktarılKüçükada üzerinde tarihi bir kale bulunmaktadır. Bir turizm kentinde malıdır. tarihi bir kalenin bulunması çok önemli bir kazançtır. Küçükada Kalesi içinde var olan doğal bitki ve ağaç türlerinin de çok Küçükada Kalesi yıllardır farklı amaçlarla kontrolsüz, denetimsiz bir önemli olduğunu düşünmekteyiz. Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. şekilde kullanılmış, ihmal edilmiş, doğası ve kültürü gelen ziyaretçilere Ali ÇELİK’le yaptığımız Kuşadası bitki envanter çalışmaları kapsamında, tam olarak yansıtılamamış ve hak ettiği değere ulaşamamıştır. Kuşadası buradaki doğal kaynak türlerinin de tespitlerini gerçekleştireceğiz. için çok önemli olan Küçükada Kalesi’ne yıllarca sahip çıkılamamış ve Kuşadası Belediye Başkanlığı’na, gelen konukların bilgilendirilmesi için değerlendirilememiştir. hem bitkiler hem de ağaç türleri hakkında bilgiler içeren tabelalar Küçükada Kalesi’nin geleceğiyle ilgili sevindirici bir gelişme yaşandı. konulması için bir öneri götüreceğiz. Tarihi mirasın korunması amacıyla Kuşadası Belediyesi’nin hazırladığı Yapılacak bu tabelalarda bitki ve ağaçlar hakkında fotoğraflar, bilgiler ve proje Koruma Kurulunca kabul edilerek restorasyon çalışmalarına bu değerlerin korunmasına yönelik uyarılar olacaktır. başlandı. Küçükada’nın bir bölümünde bilinçsizce yapılan bir çevre kirliliğinin Ancak Küçükada ve Kalesi sadece restorasyon ve peyzaj düzenlemeleri yaşandığı görülmektedir. Eski bir Türk geleneği olan çaput bağlama yapılarak bırakılmamalıdır. Bir bütünlük içinde yaşayan bir kale haline yoluyla dilek dileyerek kansız kurban sayılan adak adama inancı, dönüştürülmelidir. Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Küçükada’nın ağaçlarının Antik Dönem’in birçok buluntuları ve kazanımları burada sergilenmeli ve üzerinde peçeteler bağlanarak hızla çoğalmaya başlamıştır. Eski yıllarda bilgilendirilmelidir. Önceki yıllarda sualtı araştırmalarımız sırasında kutsal sayılan ağaçlara bez bağlanarak yapılan bu yöntem, günümüzde KUYETA KASIM 2012 12 dilek amacıyla gelenlerin çantalarında ne varsa ve her ağaca bağlamaları nedeniyle çirkin bir görüntüye neden olmakta, bitki ve ağaçlara zarar vermekte ve çevre kirliliği oluşturmaktadır. Türkiye’de Amasya, Aydın (Kuşadası ve çevresi) , Bursa ve Muğla’da bulunan Sternbergia lutea çiçekleri Küçükada içinde ve surlarının altında Kasım ayında kaleyi sarı renkleriyle güzelleştirmektedirler. Kuşadası’nda tarihi değerleriyle birlikte, doğal manzara izleme terası görevi de gören Küçükada Kalesi’nde doğal olarak yetişen bu önemli bitkilerin farkında olunmalıdır. Kale içinde acil olarak bir yönetim planı yapılarak koruma tedbirleri uygulanmalıdır. Nereden yürüneceğini ve nereye bastığını bilmeyen birçok insan bu önemli çiçeklerin ve yarın hepsi de açarak etrafı altın sarısına çevirecek yeşil filizlerinin üzerine basarak geçmektedir. Bu konuda mutlaka farkındalık yaratılmalıdır. Adı tarihi belgelerde Küçükada olarak geçen ancak son yıllarda Kuşadası’nın sembolü olarak Güvercinada olarak da anılan Küçükada da Kuşadası ismine yakışan kuşlarla dolu bir mekân yaratılması için belediyeye bir öneri sunduk. Önerilerimiz arasında kale içinde kuşlar için yaşam alanlarının yaratılması, Kuşların barınma yerleri için yapay yuvalarla desteklenmesi, kuşların ekosistem içindeki yeri ve yararları, öğrencilerin dürbünlerle kuş gözlemi yapabileceği ve bilgilendirileceği minyatür kuş gözlem kuleleri, Kuşadası çevresinde yaralı olarak bulunan kuşların veteriner gözetiminde tedavi ve rehabilite edilebileceği küçük bir rehabilitasyon merkezi, geliri kuşların barınma yerleri ve tedavilerinde kullanılmak üzere, gelen ziyaretçilere kuşlara ait hediyelik eşyalar satan kuş maketinden yapılma küçük bir satış büfesi bulunmaktadır. Gelen ziyaretçilerin kuş türlerini tanıması ve özellikleri açısından bilgilenmesi için, kuşlara ait fotoğraflar ve Türkçe-İngilizce bilgilendirme yazılarının olduğu panolar yerleştirilmelidir. Öneri kabul edildiği takdirde derneğimiz üyeleri Ege Üniversitesi Tabiat tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi bilim adamlarından Prof. Dr. Mehmet SIKI e ornitolog Dr. Ortaç ONMUŞ teknik destek vereceklerdir. Kuşadası turizmi için çok önemli olan, Kuşadası Belediye Başkanlığı’nın uyguladığı Küçükada Kalesi iyileştirme ve peyzaj düzenleme çalışmaları projesini destekliyoruz. Kalenin daha cazip bir alan haline getirilerek sahip olduğu tarihi değerlerin ve içinde var olan doğal kaynak türleriyle bütünleştirilerek, iyi bir yönetim planıyla koruma-kullanma dengesi gözeterek, yerli-yabancı herkesin hizmetine sunulmalıdır diye düşünüyoruz. Tüm bunların Küçükada Kalesi’nin geleceğinin korunma altına alınmasına, yerli-yabancı konukların memnun olarak kaleden ayrılmasına ve kalede sürdürülebilir bir turizmin gelişmesine olanak tanıyacağına inanıyoruz. (EKODOSD) - EKOSİSTEMİ KORUMA VE DOĞA SEVENLER DERNEĞİ KUŞADASI / www.ekodosd.org - 0256 614 78 11 KASIM 2012 KUYETA 13 Bir Yer Sevdim Adı; KUŞADASI KUŞADASI SEVDALISI MÜJGAN ŞAVKAY Bölüm - 1 Mustafa Veli Mavi İnsan Yol yine Müjgan Şavkay’ın evine uzandı. Sevgili Müjgan Şavkay şık, kibar ve misafirperverdi her zamanki gibi. Ama ben ilk röportajın tadını bulamadım. Tuğrul İşbilir. Kameramanım. Camdaki avizenin görüntüsünü çekmiş. Hiç içim çekmedi. Beğenmedim. Ben kendimi bile beğenmeyen bir insanım. Bir programın tutulması için iki ay müddet veririm kendime. “Bir yer sevdim adı; Kuşadası” bu programdan sonra patladı. Hem Kuşadası’nda yaşayanlardan hem sonradan gelenlerden. Kuşadası ruhunu yaşatmalarını istemiştim izleyicilerden. Çok ruhları oldu. Çok güzel övgüler aldım. Ben mutsuzdum. Arar insanlar bazı şeyleri parmaklarından dökülen acılarıyla. Ne geçer ki ellerine? Giden gitmiştir, sebep olan kim? Unutmayın Kuşadası sizleri bekliyor sevmeniz için. Programın son sözleri böyleydi. Ve en başında “Ege” adlı şiirimin klibi vardı. Kar sofralarında beslenen çocuklar nasıl mutlu olur. “Ege”nin sofrası da öyle miydi? Aşk hep yenidir. O şiir klibini Kadınlar Denizi’nde çektik. Sahilde çektik. Öksüz bir çobanın harcadığı zaman gibiydi yaptıklarımız. Vardık ve yaptık. Çok da güzel oldu. Ve Müjgan Şavkay’ın evindeyiz. Nasıldı sevgili okuyucu? Program yapmak gerçekten çok zor. Klip çekimi. Sararmış fotoğraflar. Sararmadan bir güneş batıyordu. Yorgundum. Ve acılı bir kadın vardı ama sormadım. Neler olacak? Öyleydi bazı her şey. Ya da kendimize sakladığımız. Ama bir gerçekte olmalı. Unutmamalı insan kendisini. Söylemez, doğrudur. Ama nedir sonuçta? Herkes bilir de söyleyemez!.. Söyleyemez. Yat limanındaki teknelerin sesleri vardı kulaklarımda. Yorgundu şehir ve Kuşadası kuşsuz kalmıştı. Debelendim. MV- Deniz Ege şiirimden sonra da bir deniz, Ege sevdalısı bir Kuşadası sevdalısı var. Müjgan Şavkay. MŞ- Bir şehrin mutlaka hayalperestleri olmalı. Mesela Kuşadası İsa’dan önce 3000 yılından beri yaşaya gelmiş bir şehir. Bu dünyada çok az şehre nasip olmuş bir şeydir. MV- “Sevgili dostlar, 1952 yılında geldiğim Kuşadası’ndaki yaşam öyküsüdür bu kitap. Ulaşım yollarından uzak kendi içine dönük küçücük bir balıkçı kasabası sanılan bu güzel şehrin tarihi içinde Efes ile beraber Panionion, Ania Melia, Neopolis Pigale, Marathesion, Scala Nuova adlarıyla yaşadığını göreceksiniz. Son yüz yılda fakir bir yaşam süren Kuşadası’nın Efes ve Meryem’in ören yeri olarak dünya ziyaretine açılmasıyla nasıl önem kazandığını ama ne yazık ki kendisine sunulan fırsatın ilk bilinçli tatil kenti olma fırsatını kaybedişini siz de benim gibi üzülerek okuyacaksınız”. Kuşadası’nın tarihini, Sevgili Müjgan Şavkay, tabi kendi yorumunuzu da katarak değil mi? Bunu on bir yıl önce 1995 yılında, tabi bunun daha öncesi de var. Bu kitabı kaç yılda bitirdiniz. MŞ- Ben bunu, her halde beş yılda yaptım. Şimdi, Kuşadası için yazılmış hiç bir kitap yoktu. Yani, Salnameler de Türkçeye çevrilmemişti, yoktu o zamanlarda. Ben bunu, Kuşadası’nın yaşlılarını sorgulayarak, sonra kütüphanelerde gezdim, oralarda bulduğum küçük küçük yazılarla elde ettim. Bir de Kuşadası evleri diye bir kitabı vardı. Sonra da Semra Kutlay’ın plan notlarından faydalandım. Ama, Kuşadası’nı çok sevdiğim için ve onun ..(Resimler) yani Kuşadası benim yegâne sevgilim olarak beraberce yaşadık çok uzun yıllar. Ve birbirimizden asla mutsuzluk duymadık. Kuşadası hep daha yi olsun diye uğraştım, söyledim herkese. Söyledim ama herkes çok telaşlı yaşadığı için hayatı, Kuşadası önem taşımadı insanlar için. Kendi yaşamları daha önemliydi. İşte onun için, böyle bir Kuşadası yarattık son yirmi beş yılda. MV- Bu, Kuşadası’na olan sevginizden dolayı armağan etmek istediniz bu kitabı MŞ- Evet, bu kitabı armağan yaptım. Evet, bir kitap daha yazıyorum. Bir, ikinci kitabım yakında inşallah tamamlanacak. MV- Ona daha sonra gelelim. Ben yine bu kitapla ilgili sorayım. Bu kitabı yazarken işte biraz önce dediniz ki çok fazla bilgi yok. Kuşadası’na matbaa çok geç geldi. MŞ- Şimdi çok var. MV- Şimdi sempozyumlar falan da oluyor. MŞ- Ayşe Şerifoğlu onları çok güzel kitap yapıyor. MV- Sizin başladığınızda ne gibi bilgi eksiklikleri vardı? Bunlara nasıl ulaştınız? MŞ- Ben bunları, İstanbul’daki Milli Kütüphaneye gittim orda şey yaptım. Tarih kitaplarından faydalandım. Bir de Kuşadası’nın yerlilerinden çok faydalandım. Evet, halktan faydalandım. Çünkü benim geldiğim yıllarda Kuşadası’nda daha çok yerli halk vardı. Yani birbirimizi görebiliyorduk. Yedi bindi çünkü nüfus. Sonra, benim bu kitabı yaptığım zamanda da yirmi beş bin falandı. Ama yabancıları da saymıyorum. Kendi yerlilerimizi saydığım içim birbirimizi görüyorduk. MV- Kuşadası’nın nüfusunun iki bin olduğu söyleniyor. Sizin ilk geldiğiniz zamanlarda mı yoksa 1952 yılında ne kadardı aşağı yukarı Kuşadası’nın nüfusu? MŞ- Yedi bindi. Müjgan Şavkay KUYETA KASIM 2012 14 MV- O kadar da küçük bir yer değilmiş Kuşadası MŞ- Hayır. Hiçbir zaman küçük değildi ama hayat çok meşakkatliydi. Sen çocukluğunu hatırlar mısın? MV- Tabi. MŞ- Çocukluğundaki… (resimler gösteriliyor.) MŞ- Onları şimdi yazıyorum son kitabım için. MV- Onu unutmayın da sizinle birlikte bir anımızı da alalım. … konusunda. Çünkü elimizde bunlar da büyük bir kaynak olacak gelecek kuşaklara iletmek için. Anlatır mısınız nasıl kız isteniyordu? Biraz zevkli olsun. MŞ- Şimdi, o zaman bir Türkmen Mahallesi vardı, Bir de Dağ Mahallesi vardı. Ama inan Mustafa, bak ben Kuşadası’nda çok iyi yaşadım. Yani, iyi yaşamak şu; lüks yaşamak anlamında değil. Kuşadalılarla birebir yaşadım. Yani ilk geldiğimizde hepsi bizi çok sevdiler, çok saydılar, bizi misafir etmekten gurur duydular. Biz de onlarla beraber, bak gerçekten söylüyorum, biz de onlarla beraber olmaktan hep durur duyduk. MV- Eşinizin…… o zaman daha da saygı görüyordu. MŞ- Tabi. Devletin temsilcisiydi. Şimdi, kız istemek, bayramlarda falan gençler birbirini görüyorlar, düşün, burada, diyelim ki üç bin aile vardı. Yani, nüfusa bölersen, üç bin aile. Üç bin aileden de hepsi birbirinin kim olduğunu biliyor. İşte falancanın kızı beğenildi değil mi? Kız istemeye gitme hep aynı seremoni Türk…. (Resimler gösteriliyor;) MŞ- Eline liste verilirdi, diyordu ki işte şunları şunları şunları davet edeceksiniz. Gelip kapını çalıyor, diyor ki işte falanca gün şu ailenin düğünü var. Buyurun siz bekliyoruz. Siz de ona ev sahibi olarak bir hediye veriyorsunuz. Bu işte çeşitli yiyecek maddelerinden giysi gibi hediyeler falan olabiliyor. Bunlar okuyucu kadının, yani düğün davetçisinin kendi özel şeyleri oluyor. Bunları düğün sahibine getirip vermiyor. Sonra düğün yerleri kuruluyor. Kız ailesi.. MV- Her halde davullar da oluyor. MŞ- Evet. Davullar zurnalar falan. O seremoniyi daha sonra sana detaylı olarak anlatırım. Çok güzel şeylerdi düğün seremonileri Kuşadası’nda. Bayramlar çok güzeldi. Bak, bayramlarda mutlak bir hayvan kurban ediliyor ve bu kurban edilen hayvanın eti orda pişiriliyor. Pilav keşkek et olarak ve bütün bayram halkı yiyor. Bu bize Romalılardan kalma bir şey. Onlar da böyle yaparlardı. Bu şeyde Apollon’un adına yapılıyordu. Panionion da. Kurban kesiliyor. Kesilen hayvanın karaciğerinden kâhinler o yılın nasıl geçeceğini okuyor hayvanın kalan diğer şeyleri pişiriliyor ve onlar oraya katılanlar tarafından tüketiliyor. O, bize oradan kalma bir alışkanlık. MV- Peki ben size şunu sorayım, seyircilerimiz de merak ediyor, bir çok insanın elinde olmayan bir kitap biliyorsunuz, kısaca, Kuşadası’nda kimler yaşamış, kısa kısa hangi topluluklar yaşamış, onu küçük bir çerçeve içerisinde izah edebilir misiniz sevgili seyircilerimize lütfen? MŞ- Tabi. Şimdi Kuşadası’na ilk yerleşim, bilinen, bilinmeyenler de var, ilk yerleşim Anadolu içlerinden Karyalılar ve Lelegler, büyük akınlar halinde Batı Anadolu’ya doğru göçüyorlar. Bu göçlerden bir kolu Efes’e geliyor yerleşiyor. Ama o zamanki adı Efes Değil. Onların bir kolu da bizim Pilav Dağı’nın eteklerine geliyorlar. Andız Kulesinin olduğu yere geliyorlar ve burada ikisi de aynı tipte birer devlet kuruyorlar. Birinin adı Melia ve Anea. İki adlı. Şeydekiler de tanrıçaları adına Kybele adına bir mabet yapıp onun etrafında toplanıyorlar ve orda yerleşiyorlar. Aradan bir süre geçtikten sonra, Karadeniz’den kalkan bir topluluk, kadın topluluğu bunlar, Amazonlar, bir çok şehir kurduktan sonra, en sonra İzmir’i kurduktan sonra onlar da Efes’e geliyorlar ve ondan önceki topluluğa diyorlar ki biz bu şehrin hâkimiyiz. Ve şehrin adını, kraliçelerinin adı Efesos olduğu için Efes olarak koyuyorlar. Bu böyle devam ederken bir süre sonra Dorlar Kuzey Avrupa’dan doğru göçüyorlar ama böyle akınlar halinde her geldikleri yerde savaş, katliam, şehirleri yakaraktan, Atina Kralının oğlu diyor ki, Baba ben bu savaşları istemiyorum, bir grup arkadaşımla karşı sahile geçmek Müjgan Şavkay Kızı Mine ile Birlikte istiyorum. Bana izin verir misin diyor. Babası da ona bir donanma veriyor. Ve arkadaşlarını alıyor, Efes’in sahiline çıkıyor. Orda artık şehir Efes, ama kraliçeler değişmiş zaman içerisinde, kraliçeye bir elçi gönderiyor, diyor ki biz buraya geldik. Daha önce Claros’taki rahibe gidiyor. O zaman bunu çok vurgulamak istiyorum. Kuşadası, her şeyi bir tarafa bırakalım, bütün tarihi bırakalım. Bir yere bırakalım. Kuşadası’nın en büyük özelliği ne biliyor musun? Üç tane tapınak şehrin merkezi olması. Tapınak şehir ne demek biliyor musun? Şehirler var. Mesela bu şehirler nedir? Anea. Nedir? Melia. Nedir? Efesos. Buralarda ne var? İnsanlar yaşıyor. Buralarda insanlar çalışıyor ticaret yapıyor, tarım yapıyor ve yaşıyor. Bir de tapınak şehirler var. Bu tapınak şehirlerde sadece mabetler var ve kâhinler var. Ama onun çevresinde insanların, oraya gelen insanların yaşayabilmesi için küçük konaklama tesisleri var. Ama orda insanlar hiçbir zaman yaşamıyor. Geliyor oradaki kâhinlere diyor ki, benim falıma bakınız. Ben sizden şunları öğrenmek istiyorum diyor. Ve bu kâhinler onların yaşamı hakkında çeşitli bilgiler veriyor. Sonra onlar o şehri bırakıp gidiyorlar. Ama oralar tapınak şehirler. Claros, Labranda ve Didima. Bunlar üç tane, tarih içerisinde çok önem taşımış üç tane tapınak şehir. Biz bu üç tapınak şehrin merkezindeyiz. Biz Efes’i bıraksak, Meryemanayı bıraksak, sadece desek ki sizi tapınak şehirlerde gezdireceğiz, buyurun Kuşadası’na desek başlı başına, inan Mustafa, yepyeni bir turizm patlamasına neden olabiliriz. Şimdi. Müjgan ve Kaya Şavkay Düğün Fotoğrafı KASIM 2012 KUYETA 15 Gezginlerin Kaleminden Kuşadası / 20 PADİŞAH II. MAHMUT : “SİSAMLILARI AKLIMDAN BİR DAKİKA BİLE OLSUN ÇIKARAMIYORUM.” Bölüm - 2 / SON Sedat Onar Araştırmacı sedatonaranea@hotmail.com 1821–1824 Yılları Arasında Kuşadası Önlerinde Ege Denizi’nde Meydana Gelen Türk - Yunan Deniz Savaşları’nın Dönemin Hollanda Gazetelerinde Yayınlanan Haberleri 24 Eylül 1821 tarihli Hollanda Gazetesi Nederlandsche Staatscourant göre 1821 yılı Eylül ayında Levant Bölgesindeki Türk ve Yunan donanmaları. 11 Eylül, Viyana: Bir Avusturya gazetesi olan Oesterreichischer Beobachter gazetesi 3 Eylül tarihinde Livorno’daki birkaç konuyu gündeme getirdi. İzmir’den Livarno’ya gelen Avusturya gemisi Serovitsch’in kaptanı 14 Temmuz’da Sakız Boğazı’nda Türk Donanmasıyla karşılaştığını ifade etmiştir. Kaptanın bildirdiğine göre bu boğazdaki Türk donanması 4 kalyon, 7 firkateyn ve 13 brikten oluşuyormuş. Bu filo 16 Temmuz’da Sisam’a çıkarma yapmak maksadıyla Scala Nuova’dan hareket etmiş. Aynı kaptan 22 Temmuz’da üç Yunan filosuyla da karşılaşmış. Bu filolardan biri 70, diğeri 30 ve 3ncü hattaki filo ise 20 gemiden oluşuyormuş. Bunun dışında üzerinde top bulunan 12 değişik boyuttaki Yunan gemisinin Sakız Boğazına doğru gittiğini görmüş. 18 Temmuz’da meydana gelen büyük bir savaşta Yunanlıların bazı gemileri ele geçirdiğine dair söylentilerin gerçekliği ne kadar yüksek olsa da bu söylentiler doğrulanamamıştır. Livarno: İtalya’nın Toskana bölgesinde bir sahil kenti. 28 Eylül 1821 tarihli Hollanda Gazetesi Goessche Courant’a göre 1821 yılı Eylül ayında Türk ve Yunan Donanmalarının Harekâtları Livorno’ya gelen Avusturyalı bir kaptan 14 Temmuz’da Sakız Boğazı’nda Türk Donanmasıyla karşılaştığını beyan etti. Kaptana göre bu boğazdaki Türk donanması 4 kalyon, 7 firkateyn ve 13 brikten oluşuyormuş. Bu KUYETA KASIM 2012 16 filo 16 Temmuz’da Sisam’a çıkarma yapmak maksadıyla Scala Nuova’dan hareket etmiş. Aynı kaptan 22 Temmuz’da üç Yunan filosuyla da karşılaşmış. Bu filolardan biri 70, diğeri 30 ve sonuncusu 20 savaş gemisinden oluşuyormuş. Yine yukarıda belirtilen kanal istikametine giden 3üncü sınıf ateşli silah taşıyan 13 Yunan teknesine de rastladığını belirtmiştir. Ancak Yunanlıların bazı Türk teknelerini ele geçirdiğine dair söylentiler dışında 18 Temmuz’da çok büyük bir deniz savaşı olmadığını iddialarını ispatlamaktadır. Aynı gazetede Yunalılarla ilgili yayınlanan ikinci haber ise şöyledir. Bu habere göre Yunanlıların balıkçı teknelerinin donanımlarını kaldırarak korsanlık yaptığına dairdir. Bunun birkaç tane delili var. Örneğin, Liverpool’da yapılmış bir İngiliz yelkenlisi İskenderiye’den İstanbul’a yol alırken özel olarak donatılmış bir korsan gemisi tarafından alıkonuldu. Girit ile Rodos arasındaki Sarpana yakınlarındaki minik bir ada olan Coso’ya çekildi. Yolcu olarak yelkenlide bulunan 13 kişilik bir Türk ailesi zulüm yapılarak katledildi. Yelkenlinin kaptanı durumu kendi hükümetine rapor etti ve İskenderiye’ye doğru kaçmayı başardı. Mısır Paşası ambargo altındaki Avrupa ülkelerinin gemilerinin aynı kaderi paylaşmaması için tepki gösterdi. Kutsal toprakları ziyaret etmiş Ermenileri taşıyan bir Avusturya gemisi de korsanlar tarafından kaçırıldı. Ermeni hacılar karaya çıkarılıp soyuldu ve taciz edildi. Daha sonra gemi serbest bırakıldı. 5 Ekim 1821 tarihli Hollanda Gazetesi Nederlandsche Staatscourant göre Türk ve Yunan donanmalarının Harekâtları. Nurnberg, 27 Eylül. The Journal the Frankfurt adlı gazete İtalyan sınırından aldığı bir haberi 21 Eylülde yayınladı. Habere göre, son haberleri aldığımızdan bu yana Akdeniz’de önemli olaylar meydana gelmiş. Türk filosu alınan yeni düzenle daha da güçlendirilmiştir. Mısırlı Mehmet Ali Paşanın savaş gemileri ile İstanbul’dan gönderilen savaş gemileri birleştirilerek güçlü bir savaş hattı oluşturulmuştur. Fakat Yunanlıların saldırılarıyla bu filo ikiye bölünmüştür. Küçük Yunan tekneleri kayıp vermeden bu saldırıyı gerçekleştirmiş, ardında da Mısırlılar Rodos’taki ana filoya katılmak için yelken açmışlardır. İstanbul’dan gelen Kaptan Paşa yönetimindeki filonun bütün donanmanın emir komutasını alması başkomutanlık tarafından emredildiği söylentisi ortalıkta dolaşmaktadır. Bu filonun görünüşe göre halen yolda olduğu ve ne zaman varacağı bilinmemektedir. Berberi devletlerinin gemileri de gelmedi. Onların da ne zaman geleceği bilinmemektedir. Bazı haberlere göre Adalar Denizi’ndeki Yunan gemilerinin bir kısmının imha edildiği ve kalanlarının peşine düşüldüğü bildirilmektedir. İstanbul’dan gelen donanma sayesinde aynı zamanda Türk askerlerinin deniz yoluyla ulaşımının koruma altına alındığı, bunun yanında çıkarma harekâtlarının desteklendiği öğrenilmiştir. Eğer Kara Ali de kendine verilen görevi iyi yaparsa bizim başımız gerçekten de belada demektir. II. Mahmud (1785-1839) Zira iki olağanüstü sorunla karşı karşıyayız. Biri İstanbul’dan gelen Donanma, diğeri de Kara Ali’nin Berberi korsanları. Cenova, 19 Eylül. Ağustos’un ilk günlerinde Lala Paşa yönetimindeki Asyalı askerlerden oluşan orduyu gemilere yüklemek için Scala Nuova’ya yaklaşmakta olan Türk Donanması, yüklemenin tamamlanmasından sonra Sisam Adası’na çıkarma yapmak için hareket edecektir. Asyalı askerler gemiye binmeden önce, şehirdeki katliamın sorumluları idiler. Ancak Lala Paşa’nın askerleri tarafından kentten çıkarıldılar. Bu çatışmalarda çok sayıdaki Türk askeri öldü. Nihayet Asyalı askerler gemilere bindiler ve Sisam Boğazını terk ettiler. Yunanlılar daha sonra küçük teknelerle Türkleri takip etmeye çalıştı. Bu esnada Türkler kendilerine ait 8 tekneyi Yunanlıların eline geçmesini önlemek için yaktı. Bu arada Yunanlılar Türklere ait bazı tekneleri Sisam Limanına girmesi için zorladı, limana giren Türk teknelerinden bazılarını da Yunanlılar yaktı. Ancak Yunanlıların bu girişimi tam olarak başarılı olamadı. Türk filosu ileriye doğru hareket etti ve Mısır donanmasıyla karşılaştı. Her iki filo da birbirini gördü ve kısa süre içerisinde birbirlerine önemli haberler vereceklerini umuyorlardı. Bölgede bir Türk korsanının dolaştığına dair söylentiler var. Zira Trieste limanına kayıtlı Florio ve Bernetich gemilerinin kaptanları gemilerinin bu korsanlar tarafından yağmalandığını söylediler. Burada “Asyalı askerler katliamın sorumlularıdır” tabirinden bir şey anlamak mümkün olamamıştır. Olayın Kuşadası’nda mı, yoksa Sakız Adası’nda mı gerçekleştiğine dair bir bilgi yoktur. 27 Mayıs 1823 tarihli Hollanda Gazetesi Nederlandsche Staatscourant göre Akdeniz’de Türk, Yunan ve Mısır Donanmalarının Durumu. İzmir, 4 Nisan. Spectateur Oriental gazetesine göre, Türkler Sisam’a yeni bir çıkarma yapmayı planlıyorlar. Çünkü bu maksatla Scala Nuova yakınlarındaki Çanlı’ya bir üs kurmaya başladılar. Kaptan-ı Deryalığa Hüsrev Paşa’nın atanması Yunanlılar arasında paniğe ve korkuya neden oldu. Yunanlılara göre Hüsrev Paşa’nın cesareti ve zekâsı korkulacak kadar fazla. 40 savaş gemisinden oluşan Türk filosuna Mısır donanması ve Berberi savaş gemilerinin eklenmesiyle birlikte Türk filosu değişik büyüklüklerdeki 140 savaş gemisi ve tekneden oluşan büyük bir donanmaya dönüştü. Aynı gazete Türklere karşı mücadele eden Yunan gemilerinin durumunu da şu şekilde anlatıyor: Türklerin bu donanma gücü karşısında Yunan Gemileri Adalar Denizi dışına kaçmak zorunda kaldı. Ancak her bir Yunan savaş gemisi Türk Donanmasına ait savaş gemilerini değişik bölgelerde aniden ve kesin öldürücü darbeyi vurmak için hazırlık yapıyor. Gemilerin güverteleri her daim tüfek mekanizmaları çepeçevre ateş etmeye hazır vaziyette bekleyen Yunanlılarla dolu. Yunan gemilerinden açılacak ateşle çepeçevre bir alevin etrafa yayılacağı düşünülmektedir. Dümenciler bu gemilerin dış kısmında bulunmaktadırlar. Böylece gemi yanarken bile dümencinin dümeni kullanması mümkün olmaktadır. Hatta bazı Yunan gemileri armalarına, yelkenlerine, güvertesine ve direklerine beyaz ispirto dökmekte ve Türk savaş gemisine yanaşırken Yunan teknesi yakılarak alev topuna dönüşen tekne Türk Savaş gemisine yanaştırılarak iki geminin de birlikte yanması sağlanmaktadır. Dört büyük Türk savaş gemisi yanan Yunan Teknelerinin bordalarına alev topu halinde süratle yanaşması ile yanarak imha olduğunu bildirilmiştir. Uzmanlar bunun savaş alanlarında yeni geliştirilen ustaca bir taktik olduğunu düşünmektedirler. Bu haberde Çanlı’ya üs kurulmaya başlandığı bilgisi aktarılmış. Zaten Sisam’a müdahale etmek maksadıyla Kuşadası topraklarında bekletilen 100 bin askerin büyük bir kısmı Güzelçamlı yani o zamanki adıyla Çanlı’da ordugâhta bekletiliyormuş. 15 Eylül 1824 tarihli Nederlandsche Staatscourant gazetesine göre Akdeniz’de Türk, Mısır ve Yunan Donanmalarının Durumu; Frankfurt, 10 Eylül. Avusturya gazeteleri Ipsara’daki olayları ile ilgili “Doğru Olan Gerçekleri” yayınladı. Kaptan Paşa İpsara’da 700 askeri bırakarak 4 Temmuz’da bu adadan ayrıldı. 14 Temmuz’da 10’u İpsara gemisi olmak üzere 30’dan fazla Yunan gemisi göründü. Bu gemilerden 1200–1500 arasında Yunanlı isyancı karaya çıktı. İpsara’da bırakılan 700 Türk askerinin büyük bir bölümünü feci bir şekilde katletti. Türk askerlerinden bazıları limanda beklemekte olan kendilerine ait 21 tekneye kaçmaya çalıştı. Türk teknelerinden Sakız Adası’na kaçabilen 3’ü dışındaki tüm tekneler Yunanlı korsanlar tarafından yakıldı. Yunanlıların geriye püskürtülmesinden sonra Kaptan Paşa 19’unda İpsara’ya tekrar geri döndü. Ayın 20’sinde ise Sakız Adası’nın güneyinde bulunan Miaulis’in komuta ettiği 38 gemiden oluşan Yunan Filosu Sisam’a saldırmak için Midilli Adası yakınlarında demirlemiş durumda bulunan Türk Filosunun 4 mil yakınına kadar yanaştı. İpsara Adası Sakız Adası’nın batısında küçük bir adadır. Yunalılar 1822 yılında meydana gelen Sakız olaylarını bütün hünerleriyle dünyaya “Sakız Katliamı” olarak aktarmış, o dönem dünyanın en büyük ressamlarına büyük paralar ödeyerek bu olayları tablolar halinde gelecek kuşaklara aktarmıştır. Oysa biz, bırakın İpsara ve Sisam Adasında katledilen Türkleri, Anadolu topraklarındaki Yunan mezalimini bile dünyaya aktaracak hiçbir faaliyette bulunmadık. Gelecek sayımızdan itibaren Seyyahlara devam ediyoruz. KASIM 2012 KUYETA 17 Kurumların Tarihi Ve …..Türk Kadınlar Birliği Kuşadası’nda kuruluyor…. Sevim Türemen T.K.B Kuşadası Şb. Kurucu Başkanı Bölüm - 1 Yıl 1992 aylardan Şubat..Eşimle Uzakdoğu seyahatine çıkıyoruz. Grupta Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Sn. Ayseli Göksoy da var. Böyle seyahatlerde grup sohbetlerinin olduğu malum.. E tabii Ayseli Göksoy’la olan konuşmalarda da konu kadın sorunları.. Kendilerine bir ara şunu sordum…. ‘’Ülkemiz nüfusunun yüzde ellisini oluşturan kadınlarımızın sorunları sizce ne durumda? Bırakın kırsal kesimleri büyük şehirlerimizde de hala okuma yazma bilmeyen, eşinin adeta kölesi olan, dayak yiyen ve bunu utandığı için saklayan kısaca haklarının ne olduğunu hala bilmeyen kadınlarımız çoğunlukta..yanlış mı düşünüyorum ?’’ Böylece ateşli ve tatlı bir söyleşi başladı..Öylesine sorunlar tartışıldı uzadıkça uzadı. Meğer ne çok derdimiz varmış. Gündüz gezilerimiz sonunda dinlenme saatlerinde yine muhabbetler devam ediyor. Bir zaman sonra yine böyle bir araya geldiğimizde, yine böyle bir arada otururken Sn. başkan bana şöyle bir soru yöneltti. — Kuşadası’nda niye Türk Kadınlar Birliği yok? — Bilemiyorum kurulmamış dedim… — Siz kuruyorsunuz dedi. Hemen yanınıza en az üç arkadaş alıp ilgili yerlere müracaatlarınızı yapın. Ben Ankara’ya gider gitmez yönetim kararını size gönderiyorum… —Ama Başkanım, ben böyle bir şeye hazır değilim, düşünmem gerek dedim. -Seyahat boyunca bol bol düşünün dedi ve kestirip attı…. Seyahat bitti. İstanbul’a döndük. Beni bir düşünce aldı… Çünkü bir işi başarabilmeyi göze alıyorsam başlarım. Bir ay düşündüm. Nereye gitsem, ne iş yapsam kafama takılıyordu. Hele bu konularda çok titiz bir mizaca sahip olan eşim devamlı uyarıyordu. Bu iş şakaya gelmez. Tüzel kişiliği olan bir işe başlayacaksın, anayasa ve dernekler yasasına bağlı ve sorumlu olacaksın gözünün yaşına bakmazlar yanlış yapmaya gelmez, kanun bilmiyordumu kabul etmez öğrenseydin der. Anayasayı ve dernekler yasasını iyice oku derneğin tüzüğünü iyice incele sonra kararını ver diyordu. Öyle yaptım. Hiç aklıma gelmezdi Anayasayı ve dernekler yasasını o yaşımda inceden inceye okumak. Ve en büyük şansım rahmetli eşimdi. Beraber inceliyor beraber tartışıyorduk.. On iki sene başkanlık yaptım hep yanımda oldu, uyardı, destek verdi ama işimize hiç karışmadı. İyice düşünerek karar vermeyi, adımımı kararlı ve azimli atmayı ve verdiğim karardan dönmemeyi hep o önerdi. Ben de on iki sene öyle çalışmaya gayret ettim… Bu çalışmalardan sonra Ankara Genel merkeze telefon ettim, karar verdiğimi bildirdim..Yanınıza üç arkadaş alıp kurucu kurul olarak bize talep dilekçesi gönderin dediler. Onu da yaptık.. Üç dört gün sonra Genel Merkez yönetim kurulunun olur kararı geldi ve çalışmaya başladık. Sevim Türemen, Işık Söğütlü, Ayşe Yılmaz, Nevin İnanç olarak yola çıktık.. Ancak Nevin İnanç bir süre sonra geçerli mazeretlerini söyleyerek kesin olarak çalışamayacağını söyledi.. Biz üç arkadaş işlemleri yürütüp Kaymakamlıktan ve Emniyetten onay alınca Genel Merkeze bildirip resmen kuruluşumuzu gerçekleştirdik.. Belediye Başkanımız rahmetli Lütfü Suyolcu’yu ziyarete giderek durumu bildirdik..Kendileri basından Zafer Hacısalihoğlu’nu makamına çağırarak kuruluşumuzu bildirdi. Böylece Türk Kadınlar Birliğinin kuruluşu basın yolu ile sevgili Kuşadalılara duyuruldu.. Sıra geldi üye kaydına..Bu konuda çok zorlandık..O yıllarda Kuşadası’nda yalnız Yardım Sevenler Derneği vardı. Yanılıyorsam bağışlansın. Türk Kadınlar Birliği dendiğinde yabancı geliyordu. Çeşitli bahaneler söyleyip derneğe bağlanmak istenmiyordu. Amaçlarımızı anlatıyor gönüllü bir dernek olduğumuzu siyasi bir kimliğimiz olmadığını söylüyorduk..Kimileri o tarihlerde Sayın Semra Özal ve arkadaşları tarafından kurulmuş olan Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı diğer adıyla Papatyalar olduğumuzu sanıyorlardı. O vakfın da yaptığı işler şüphesiz güzeldi ama bizler o dernek değiliz diyorduk. Kısacası annemizi teyzemizi kardeşimizi yani Rıdvan Türemen Türk Kadınlar Birliği Kitabını İmzalarken KUYETA KASIM 2012 18 başarı ile bitti. Konuklarımızdan onlarca teşekkür mektupları aldık. Destek olan bu özel ve sevgili insanlara sonsuz şükranlarımızı sunuyorum. Bu arada Kuruluş aşamasında en başından en zorlu zamanlarımızda uzun yıllar yanımızda olan ve yardımlarını esirgemeyen Sevgili dostumuz Mustafa Oğuzkaan ve de Okan Tuna beylere KTKB Kuruluş Balosu 13 Kasım 1992 Korumar Otel yürek dolusu minnet nazımızın geçtiği kişileri duygularımızı teşekkürlerimizi kaydederek yirmi altı kişiyi sunuyorum… toparlayabildik. Henüz dernek binamız Evet, artık açılışımızı yapabilirdik. olmadığından kısa bir süre Işık 13 Kasım 1992 günü Belediye Söğütlü’nün Tespo daki ofisinde Başkanımız Sayın Lütfü Suyolcu çalıştık..Daha sonra İnönü Cad. kurdelemizi keserek bizi eşikten Seçkin Han’da aylık yirmi lira kira atlattı..Henüz dernek binamız ile bir yer tuttuk ve oraya geçtik. Bir olmadığından sevgili Işık ve Kenan yılı aşkın bir zaman orada çalıştık. Söğütlü dostlarımızın Tespo’daki Daha sonra Sn. Fuat Akdoğan, ofislerinde açılış törenimiz oldu. Akdoğan Pasajı 2. katta çok Ankara’dan Genel Başkan Sn. Ayseli sembolik bir ücret karşılığı yer Göksoy eşliğinde merkez yönetim gösterdi. Tabii hemen oraya kurulu, İstanbul şubeleri ve de taşındık. Kendisine hep İzmir şubelerinden gelen seksen teşekkürlerimizi ifade etmişizdir. kişi civarında konuklarımız bizim Yıllar sonra şükranlarımızı tekrar yanımızda oldular. Açılış sunarım. T.K.Birliği hala orada töreninden sonra o zamanki adıyla çalışıyor. Zamanın Belediye Barmek otel salonuna gidilerek ilk Başkanlığına bir yer talebimiz Genel Kurulumuzu yaptık.. olmuştu ama bir türlü netice Genel kurul sonrası yapılan alamadık. Bir gün Sn. Erdal Aktüre seçimde ilk yönetim kurulumuz şu derneğimize teşrif ederek çalışma isimlerden oluştu. Başkan: Sevim ofisimizin bir yıllık kira karşılığı bir TÜREMEN, 2. Başkan: Işık çek hediye etti. Daha sonraki SÖĞÜTLÜ, Sekreter: Alev ERGÜL, yıllarda da yaptığımız yemekli Muhasip: Ayten OĞUZKAAN, Faal toplantılarımızı Kuştur’da üye: Ayşe YILMAZ yapmamız konusunda bize çok Bir söz vardır ( cep delik cepken yardımlarını gördük. Kendilerini delik ) diye. Biz de öyle idik. Derneğimizin babası olarak Derneğin hiç parası yoktu. Genel gördük.Tekrar teşekkürler ve kurulumuza gelen yetmiş seksen saygılar Erdal Baba…… civarında konuklarımızın Çalışmalarımıza Kuşadası’nda ağırlanması gerekiyordu. Kara kara yaşayan Avukat, Doktor ve düşünürken Rıdvan Türemen ve Ekonomist arkadaşlarımıza Kenan Söğütlü imdadımıza söyleşiler yaptırarak başladık. Bu yetiştiler. Barmek otelde toplantılarda yaptığım ön konaklamalarını ve o gece Korumar konuşmalarda dernek otelde yapılan müzikli yemeğimizi tüzüğümüzün bazı maddelerinin eşim üstlendi. Sevgili Kenan açıklamalarını yapıyor, Söğütlüde ertesi günü firmasının T.K.Birliğinin bir yardım derneği vasıtalarını vererek misafirlerimizin değil kültür derneği olduğunu şehir turu, Efes harabeleri ve ören vurgulamağa yerlerini gezmelerini sağladı. Açılış çalışıyordum….Kadınımızın, ve Genel kurul hikâyemiz böylece gencimizin, çocuklarımızın eğitimine önem ve destek vermek amacında olduğumuzu söylüyor; bilinçli bir annenin çocuk yetiştirmesinin ve aile içindeki yaşam düzeninin kurulmasında daha etkili olabileceğini vurguluyordum. Ancak eğitim derken bunun okul eğitimi olmadığını bunu vermenin bizim haddimiz olmadığını ifade ediyordum. Yaptığımız mahalle toplantılarında o mahalle muhtarlarının eşlerinin topladığı kadınlarımıza konuk oluyorduk. Bizlere eşlik eden Doktor ve Hukukçu dostlarımız kadınlarımızı bilgilendirmeye çalışıyorlardı. Aile sağlığı, nüfus planlaması, kadın sağlığı, akraba evliliklerinin yanlışları, bulaşıcı hastalıklar ve aşıların önemi, sigaranın zararları, imam nikâhının kesinlikle yasal olmadığı doğayı korumada kadına düşen görevin önemi vurgulandı, anlatılmaya çalışıldı. Daha sonraki tarihlerde bu konuları içeren geniş kapsamlı konferanslar İzmir Üniversitelerinden davetlimiz olarak gelen konularının uzmanları tarafından değerli Kuşadalılara Derici Otel salonlarında sunuldu.. Saygıdeğer dostlar, T.K. Birliği olarak çok güzel ve etkili çalışmalara imza attığımıza inanıyorum. Bunları tek tek ve etraflıca anlatmak benim için büyük bir övünçtür. Ancak okuyucuyu sıkmak endişesiyle önemli bulduklarımı nakletmeye çalışacağım. TKB Başkani Ayseli Göksoy'dan Belediye Başkanı Lütfi Suyolcu'ya Plaket KASIM 2012 KUYETA 19
Benzer belgeler
sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt
Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı, Ata Şakr...
Detaylısayfalar temmuz_`2012.....1-19
GELECEK SAYIDAN İTİBAREN YEREL TARİH SAYFALARINDA KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, ...
Detaylısayfalar mayis_`2012.....1-19
Mahmut Esat Bozkurt'un çalışmaları çok kısa özet olarak bunlar. Ülkesini seven bir insan olarak, bir Türk olarak, bize hizmet eden insanları hayırla anmak ve onların adlarını yaşatmak, en önemli gö...
Detaylı