İstiklal Dergisi | EKİM
Transkript
İstiklal Dergisi | EKİM
GENETİĞİDEĞİŞTİRİLMİŞORGANİZMA istiklâl Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi Monsanto’nun fendi, Türk aydınını yendi | Ahmet Güler Ekim 2010, Sayı: 1 3 | www.istiklaldergisi.com Olası Çin-Hindistan Savaşı | Muhammed Faruk Bulut “Tüfek, mikrop ve çelik” teorisine eleştirel bir bakış | Mehmet Esad Aksal Türkiye’nin bölgesel güç olma politikası | Mehmet E. Talu hisarsoft Hisar bilgi teknolojileri ve iletişim hizmetleri hisarsoft.com © ► istiklâl “Tüfek, mikrop ve çelik” teorisine eleştirel bir bakış |Jared Diamond’ın uygarlıkların gelişimi ve medeniyetlerin ilerleyişini, daha da önemlisi toplumlar arası gelişmişlik derecesi uçurumunu açıklamaya yönelik “Tüfek, mikrop ve çelik” isimli kitabında aynı isimle anılan teorisi anılıyor. Diamond toplumların gelişimini tarih öncesi devirlerden başlayarak incelemeye koyuluyor ve temelde coğrafi avantajlara bağlı bir teori üretiyor. Diamond’a göre “bereketli hilal” diye anılan ve merkezi Orta Doğu’da bulunan Mezopotamya bölgesinde yay şeklindeki bir coğrafya bugünkü gelişmiş medeniyetlerin gelişmişliklerini borçlu oldukları bir şans. Mehmet Esad Aksal 3 Merhaba 4 GDO’lu ürünler: santo’nun fendi, Türk aydınını yendi Mon- |GDO’lu ürünler… Hayatımızın hemen her alanında bilmeden veya bilerek kullandığımız, hakkında birçok senaryo yazılan, aslında hepimizin az çok zararlarını kestirebildiği karakteri bozuk bitkiler diyebileceğimiz ürünlerdir. GDO’lu ürünlerin neler olduğuna bakarsak, soya, mısır, pamuk, domates, karpuz, kabak, papaya gibi çoğu günlük kullanımımızda olan ürünlerdir. 8 Ahmet Güler Türkiye’nin Bölgesel Güç Olma Politikası Olası Çin - Hindistan savaşı |Soğuk Savaş döneminden sonra aktif |Dünyanın büyümeye doymayan iki devi Hindistan ve Çin, büyüklüğün paralarla ifade edildiği küreselleşen dünyada, birbirleri arasında ticaret kapasitesi oldukça yüksek olan iki ülke. Aslında bu iki dev yıllarca aralarında büyük problemler olan iki medeniyettir. Büyüyen Asya kartına karşılık, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya üzerindeki söz sahibi imajını kaybetmemek için bu iki ülke arasında gerilim çıkarmaya yönelik politikalar üretmesi hiçte şaşılacak bir hareket olmazdı. Peki, olası Çin – Hindistan gerilimi nasıl yaşanır? Muhammed Faruk Bulut İstiklalDergisi / Ekim 2010 Yıl: 2, Sayı: 13 6 KurumsalE-Posta: iletisim@istiklaldergisi.com dış politika anlayışı, Turgut ÖZAL’la birlikte kendisini göstermeye başlamıştır. Turgut ÖZAL zamanında Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’in açıkça karşısında durulmuş, Ermenistan’a karşı Azerbaycan’a açık destek verilmiş ve Karadeniz ülkeleriyle ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla çeşitli projeler gerçekleştirilmiştir. Yazımızda 3 Kasım 2002’den sonra Türk dış polikasının seyrinini inceleyeceğiz. Ayrıca Ahmet DAVUTOĞLU’nun bu sürece katkısını irdeleyeceğiz. Türkiye’nin bölgesel güç olma politikası sürecinde dış politikada eksen kayması gerçekleşiyor mu sorusuna cevap arayacağız. Mehmet E. Talu 10 Dizgi-Tasarım: Hisar Ajans www.hisarsoft.com ► istiklâl Ekvator Ekvator Mehmet Esad Aksal meaksal@istiklaldergisi.com “Tüfek, mikrop ve çelik” teorisine eleştirel bir bakış Jared Diamond’ın uygarlıkların gelişimi ve medeniyetlerin ilerleyişini, daha da önemlisi toplumlar arası gelişmişlik derecesi uçurumunu açıklamaya yönelik “Tüfek, mikrop ve çelik” isimli kitabında aynı isimle anılan teorisi anılıyor. Diamond toplumların gelişimini tarih öncesi devirlerden başlayarak incelemeye koyuluyor ve temelde coğrafi avantajlara bağlı bir teori üretiyor. Diamond’a göre “bereketli hilal” diye anılan ve merkezi Orta Doğu’da bulunan Mezopotamya bölgesinde yay şeklindeki bir coğrafya bugünkü gelişmiş medeniyetlerin gelişmişliklerini borçlu oldukları bir şans. National Geographic’in Prof. Jared Diamond’ın “Guns, Germ and Steel” isimli kitabı baz alınarak hazırlanmış bir belgeseli var. (Fırsat bulursanız -izlememişler için- izlemenizi öneririm.) Diamond, Papua Yenigine’de bugün hala avcılık-toplayıcılık yapan insanları; beslenme şekillerini ve sosyal davranışlarını inceliyor, arkeolojik bulgularla temellendirerek toplumların ilerleyişlerini sentezliyor. Buğday ve arpanın bilinmesi ve yetişebilecek iklimin bulunması, evcil hayvanlardan yararlanılabilmesi ve diğer medeniyetlerle etkileşim imkânlarını içeren bir takım coğrafi şartların, bugün modern ve gelişmemiş toplumlar arasındaki farkı doğurduğu sonucuna ulaşıyor. İnsanların sürekli ve en temel ihtiyaçlarını yani beslenmelerini sağlayabilmeleri için harcadıkları zamanı bir parametre kabul ediyor ve toplumsal gelişmeyi bu parametreyle şöyle açıklıyor: “Tahıllar yüksek kalorili, kolay yetişen ve uzun süre saklanabilen gıdalardır. Bir coğrafyada tahıl yetişmiyorsa insanlar vakitle- ve -bugünkü- evcil hayvanların varlığı sebebiyle bu bölgede insanların “karınlarını doyurmaktan başka şeylere” de vakit bulabildiklerini ve birçok alanda birçok gelişme gösterdiklerini ifade ediyor. Demir’in işlenmesi, çeliğe dönüştürülmesi ve üstün nitelikli savaş teçhizatlarının geliştirilmesiyle bu coğrafyadaki toplumların sürekli geliştiğini ve bu gelişmenin aynı enlemdeki yakın iklim özellikleri arasında çok kolay yayılabildiğini, Avrupa’ya kadar ilerlediğini öne sürüyor. 160 İspanyol fatihinin atlar ve keskin kılıçlarla Aka İmparatorluğundan daha üstün gelmeleriyle de bu tezini güçlendiriyor. rinin çok büyük bir kısmını gıda ihtiyaçlarını karşılamak için harcarlar. Böylelikle insan hayatını kolaylaştıracak teknik ve teçhizat artış göstermez, yani toplumda zamanla marangozlar demirciler, tüccarlar vs. türeyemez. İnsanlar karınlarını doyurmaktan başka bir şeyle uğraşamazlar.” Diamond “bereketli hilal”’de tahıl Diamond ayrıca Amerika kıtasının keşfiyle eski dünyadan gelen yerleşimcilerin evcilleştirdikleri hayvanlarla sürekli temas halinde olmalarından bu hayvanların taşıdığı ve mutasyonlar nedeniyle bu insanların bağışıklıklar kazandığı mikropların, yerlilerin aleyhinde bir silaha dönüşmesinden bahsediyor. Yani Amerika kıtasının misafirleri 4 ► istiklâl Ekvator parametre ilerleyişi etkilerken en temelde ilerleyişin lokomotifleri bu kadar çok değildir. Bir ulusun ilerleyişini bugünkü konjonktürde milletin karakteri, azmi ve tarihlerini irdelediğimizde de anlayabileceğimiz gibi lideri belirler. Tüfek, mikrop ve çeliğin aksine bu üç kriter birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır ve çarpım durumundadır. Biri yokken diğerlerinin varlığı hükümsüzdür. bu kıtaya farkında olmadan çok kolay ilerleyen ve ölümcül bir mikrop taşıyor fakat bu mikroptan kendileri etkilenmiyor. Jared Diamond’ın teorisi en temel anlamda bu bakış açısıyla toplumların gelişimlerini izah etmeye çalışıyor. Mikrop hususu haricinde toplumların gelişim mekanizmalarını büyük ölçüde makul bir yaklaşımla izah ediyor Diamond. Ancak batı medeniyetlerinin gelişimini; dünya tarihinin sömürgecilerle, kitlesel katiller ve hırsızlarla dolu olduğunu bile bile, “Avrupa”’nın bereketli hilal’le aynı enlemlerde olmasına bağlamak çok akılcı olamıyor. Çiçek hastalığı virüsü taşıyan battaniyelerle Amerikalı yerlilerin kitlesel imhası da “Mikrop hususu”’nu teoride ele alınan şekliyle geçersiz kılıyor. Söz konusu teoriyi inceledikçe, birçok noktada bilerek ya da bilinçaltının yönlendirmesiyle bilmeyerek pragmatik bir yanlılık seziyoruz. Jared Diamond’ın yüzlerce ve hatta binlerce yıl öncesine ait gelişme kriterleri olarak gösterdiği parametreler bugünkü toplumların gelişmesi ya da gelişmemesi nok- tasında bir yol gösteremiyor şüphesiz ancak yüzlerce ve hatta binlerce yıl sonrasından bugüne bakıldığında gelişme parametrelerinin teşhis ve tayini konusunda bizleri fikir sahibi yapıyor. Bugün bir medeniyetin ilerlemesi ya da geri kalmasını belirleyen kritik parametrelerin ele alınması ve mümkünse elde tutulması gerekliliği sonucunu çıkarabileceğimiz bir fikir… 21. yüzyılda para, teknoloji, jeopolitik, enerji ve siyaset gibi onlarca Tüfek, mikrop ve çelik teorisinin makul karşılanamaz kısımlarını atıp; izah etmeye çalıştığımız şekliyle, toplumların ilerleyişinde etkisi bulunan faktörleri dâhil ederek; belki yüzlerce yıl sonra bir bilim adamının araştırmaları sonucunda “Türklerin ilerleyişi”’ni açıklamak için kullanacağı bir parolayla tüm metni ilerleyiş kıstaslarını belirlemek ve vizyonumuza dâhil etmek adına özetlemek istiyorum: İlerleyişin lokomotifleri “yarından” bakılınca “Karakter, Azim ve Lider…” olarak görünüyor. Mevcut durumla ideal durumu karşılaştırıp “gidişi”, “ilerleyişe” dönüştürmek aslında binlerce tonluk bir gemiye yön vermek kadar kolay. Tabii dümende bulundukça… 5 ► istiklâl Ayna Ayna Muhammed Faruk Bulut mfbulut@istiklaldergisi.com Olası Çin - Hindistan Savaşı Dünyanın büyümeye doymayan iki devi Hindistan ve Çin, büyüklüğün paralarla ifade edildiği küreselleşen dünyada, birbirleri arasında ticaret kapasitesi oldukça yüksek olan iki ülke. Aslında bu iki dev yıllarca aralarında büyük problemler olan iki medeniyettir. Büyüyen Asya kartına karşılık, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya üzerindeki söz sahibi imajını kaybetmemek için bu iki ülke arasında gerilim çıkarmaya yönelik politikalar üretmesi hiçte şaşılacak bir hareket olmazdı. Peki, olası Çin – Hindistan gerilimi nasıl yaşanır? Tarihten beri köklü iki medeniyeti temsil eden Çin ve Hindistan havzaları, doğal sınırlarla şekillenmiştir. Everest Tepesi’ni topraklarında bulunduran Nepal Devleti, iki ülke arasına sıkışmış ufak bir ülkedir. Dünyanın en yüksek nüfusuna sahip bu iki ülke (ikisi de milyarı aşkın nüfusa sahiptir), bitmek tükenmek bilmeyen asker kapasitesine sahiptirler. Bundan dolayı olası bir savaşın ne kadar uzun süreceği kestirilemez. İki ülke de nükleer güçtür. Yani nükleer silahlara sahiptirler. Muhtemel bir nükleer savaşta yaşanacak insan kaybı, dünyanın şimdiye kadar görmediği boyutlara ulaşacaktır. Asya’nın ortasında yaşanması muhtemel bu savaşa dâhil olabilecek ülkeler, şüphesiz bölgedeki gerilim yüklü ülkeler olacaktır. Hindistan ile Pakistan arasında, iki ülkenin ayrılmasından beri süregelen Keşmir anlaşmazlığından ötürü savaş anında başlayacaktır. Burada Pakistan’ın da nükleer güç ol- duğu unutulmamalıdır. Ardından nırken savaş halinde bulunan Doğu Çin’deki bağımsızlık yan- Çin ve Hindistan bu unsurlara lısı Doğu Türkistan bölgesi karşı daha kesin önlemler alisyan edecektir. Uzun yıllar Çin maya çalışacaktırlar. Bu yüzden Devleti ile geniş çaplı mücade- savaş daha kanlı ve daha içinleye girişmiş bulunan Doğu Tür- den çıkılmaz bir hal alacaktır. İki kistan elbette bu fırsatı ülke arasında sıkışan Nepal, bu değerlendirecektir. Esaretten büyük savaştan ötürü muhtebıkıp usanmış olan Tibet bölgesi melen tarumar hale gelecektir. ise bağımsızlığına kavuşmak Kuzey Kore, Kore Savaşı sıraiçin en küçük fırsatı göz ardı et- sında kendisine sınırsız silah ve meyecektir. Tüm bunlar yaşa- asker desteği veren Çin’e karşı 6 ► istiklâl vefa duygusu duyarsa savaşa dâhil olabilir. Kuzey Kore’nin de nükleer bir güç olması, Doğu Asya’da yeni bir dünya savaşını başlatabilir. Asya’da ki gücünü artırmak isteyen Rusya, yeniden süper güç olma hayalleriyle, Çin ile taraf olarak Hindistan’a savaş açabilir. Elbette tüm bunlar yaşanırken, Amerika Birleşik Devletleri’nin Asya’da ki devleri dengeleyebilecek yegâne ülke olan Hindistan’ı yalnız bırakması mümkün değildir. Her zaman olduğu gibi savaşa doğrudan veya dolaylı olarak dâhil olacaktır. Savaşın ilerleyen zamanlarında Güney Kore, Japonya, Vietnam, Tayvan, Moğolistan savaşa dâhil olması en muhtemel ülkeleri oluşturacaklardır. Asya’da yaşanabilecek bu büyük savaş, bölgeyle sınırlı kalmayıp tüm dünyaya yayılarak muhtemelen 3. Dünya Savaşı’na yol açacaktır. Avrupa 7 Ayna merkezli 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın yanı sıra, hammadde ve işgücü devleri arasında başlayacak Asya merkezli dünya savaşı, muhtemelen tüm dünyanın çok daha farklı bir hale gelmesine neden olacaktır. Belki de süper güç olarak tarif edilen ülkeler tarihe karışacak, yeni süper güçler doğacaktır. 2. Dünya Savaşı sırasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin üretim kapasitesinin büyüklüğünün yanı sıra, Almanya Devleti askeri teknoloji alanında avantaja sahipti. Almanya Devleti dört bir yandan düşmanlarıyla çevrilmiş bir kara parçasından ibaretti. Japonya ise ada ülkesi olması sebebiyle donanmasız açıktaki bir avın avcıyı beklemesi gibi beklemekteydi. Ancak hiçbir etken Almanya ve Japonya’nın Savaşı kaybetmesinde bu ülkelerin petrol ihtiyaçlarını karşılayamamaları kadar önemli olmamıştır. Asya’da başlayacak olası büyük savaş için ne üretim ne de hammadde sıkıntısı olacaktır. Bu durumda savaşın sona erebilmesi için bir tarafın ordularının tamamen dize getirilmesi gerekecektir. Örneğin Hindistan’ın 18 – 40 yaş arası yüz milyonlarca vatandaşının etkisiz hale getirilmesi gibi… Sanırım muhtemel Asya Savaşı’nın büyüklüğü fark edilebilmiştir. Hele bir de yeni bir dünya savaşı başlarsa, oluşacak yıkımın boyutunu siz tahmin edin. 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında Avrupa’daki dengelere göre şekillenen dünyanın diğer ülkeleri, bu sefer kendi aralarındaki savaşı kendileri mi dengeleyecekler? Gelişen ülkeler arasında yaşanan çıkar çatışmalarının en büyük örnekleri Avrupa’da gözlemlenmişken, acaba şimdi izleme sırası Avrupa’da mı? ► istiklâl Strateji Strateji Ahmet Güler aguler@istiklaldergisi.com GDO’lu ürünler: Monsanto’nun fendi, Türk aydınını yendi GDO’lu ürünler… Hayatımızın hemen her alanında bilmeden veya bilerek kullandığımız, hakkında birçok senaryo yazılan, aslında hepimizin az çok zararlarını kestirebildiği karakteri bozuk bitkiler diyebileceğimiz ürünlerdir. GDO’lu ürünlerin neler olduğuna bakarsak, soya, mısır, pamuk, domates, karpuz, kabak, papaya gibi çoğu günlük kullanımımızda olan ürünlerdir. Bunlar direkt kullanımın dışında kullandığımız ilaçlarda, sucuk, salam, sosis, et suyu tabletler, fındık-fıstık ezmeleri, çikolatalar, unlu mamuller (mısır unu…), süt tozu, hazır çorbalar, hayvan yemleri gibi ürünlerde katkı maddesi olarak da bulunabilmektedir. Bunun dışında nişasta bazlı tatlandırıcılar yoluyla gazoz, kola meyve suları, mısır yağı, bebek mamaları vs ürünlerde de kullanımı yaygındır. GDO’lu ürünler % 99 oranında Amerika, Kanada, Çin ve Arjantin’de yetiştiriliyor. Bu ürünleri geliştiren şirket % 90 oranında bu sektörü elinde tutan ‘Monsanto’ Amerikan menşeli bir firma. Bu firmanın kuruluşu ve büyümesinin neye borçlu olduğunu araştırdığımızda karşımıza bir takım ilginç durumlar çıkıyor. Yaptığı işlere bakıldığında da söyleyecek pek bir şey kalmıyor. 1901’de kurulan şirketin en büyük destekçisi Coca Cola idi. Kısa bir süre sonra büyük bir hızla büyümeye başladı. 1990’larda AR-GE’ye yatırım arttı, bilim adamlarıyla çalışmaya başladı, diğer küçük şirketleri de bünyesine kattı, büyük ilaç firmalarıyla ortaklıklar kurdu, vs. İlginç bir gelişim öyküsüne sahip. Bunun dışında art niyetli olduğu şüphelerini tetikleyecek şekilde Türkiye’ye yatırıma devam eden, bu ülke potansiyelinin üstünde yatırım yapmaya çalışan bir şirket. Bunu sadece Türkiye’ye yap- madığı, bizim dışımızda Almanya, Yunanistan, Macaristan, Avusturya, Çin, Hindistan, Mısır gibi ülkelerde de üretimi bulunduğu, fakat bunlardan Almanya’nın, Yunanistan’ın, Avusturya’nın ve Macaristan’ın ülkelerine bu tarz ürünleri gıda olarak sokmadıkları, yasalarla engellemeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir. GDO’lu ürünlerin hem sağlık açısından, hem ticari, çevresel, sosyal ve ahlaki açıdan sakıncalı olduğunun, bu konunun uzmanları tarafından ısrarla belirtilmesine rağmen ülkemizde bu ürünlere özellikle yatırım yapma 8 ► istiklâl serbestisi getirilmekte, teşvikler verilmekte, sağlıklı olan doğal ürünlerin haksız rekabetle önü kesilmektedir. Bu ürünlerin, üretildikleri ortamdaki ve etrafındaki 810 km2’lik alandaki benzer ürünlerin üremesini engelledikleri, verimini düşürdükleri, sadece kendi ürünlerinin üretilmesine olanak sağladıkları, tecrübelerle sabit olmasına rağmen ülkemizde hiçbir sınırlaması yoktur. Haksız rekabet, çevreye verdiği zarar bilinçli üreticiyi de bu ürünleri üretmeye zorlamaktadır. Kendi ürünlerinin, yerli ürünlerinin üretimi sırasında, yan tarlada ekilen GDO’lu bir bitkinin tozlarıyla etkileşmeleri sonucu, bu ürünlerin üretimi bitme noktasına gelmiştir. Bunun dışında bu ürünlerin insan genlerinde ne gibi değişikliklere yol açtıkları henüz anlaşılamamakla birlikte, kanserojen etkiye sahip olduğu, antibiyotiğe karşı dirençli mikroorganizmalar oluşturduğu, gen karışımına tabi tutulan bitkilerin kullanımı sonucu alerji yapması, kısırlık etkisi, yeni kuşaklarda çeşitliliği engellediği vs etkiler birçok araştırmacı tarafından belirtilmiştir. Ülkemizde ısrarla serbest bırakılan bu ürünlerin ileride daha bilinmeyen birçok olumsuz sonuçları çıkacağından, bunun sorumluları bilerek Strateji veya bilmeyerek insanlık suçu işliyorlar. Olaya sadece kısa vadede getirisinden ötürü maddi olarak yaklaşanlar da büyük bir insanlık suçu işliyorlar. Ülkemizin toprakları bitkisel zenginliğiyle, verimli topraklarıyla çoraklaşmayı, kısırlaşmayı hak etmiyor. Yetkili kurumlar bu olaya bir an önce el atmalı diye birçok defa yazılıp çizilmesine rağmen, kimsenin umurunda olmadı. Olanlar da sanırsam pek etkili olamadı. Monsanto’nun fendi, Türk aydınını yendi de denilebilir. Yetkili kurumlar denetim ve izlemeyi hakkıyla yapmalı, laboratuar ortamında kontrolleri gerçekleştirmeli, gerekli altyapıyı oluşturmalı, kanunları ve yönetmelikleri olması gerektiği gibi düzenlemeli ki yurdum insanının sağlığı, genetik altyapısı korunsun, çevresel bir yıkım yaşanmadan durdurulsun. Halk olarak da bilinçli olarak mevzu bahis ürünlerden almamaya özen gösterelim ki bu yıkıma, felakete kendi çapımızda karşı duralım. Hepimizin sağlıklı, mutlu, huzurlu zamanlarda yaşamamızı, bu konularda biraz daha hassas olmamızı dilerim. Kaynakça: 1.Tarım Teknolojilerinde Yeni Yaklaşımlar ve Uygulamalar: Bitki Biyoteknolojisi ( Prof. Dr. Murat ÖZGEN, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara. Prof. Dr. Filiz ERTUNÇ, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Ankara. Doç. Dr. Gülcan Kınacı, Osmangazi Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Eskişehir. Dr. Mustafa YILDIZ, Melahat BİRSİN, Hakan ULUKAN . Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara Dr. Haluk EMİROĞLU5, Bilkent Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Ankara Arş. Gör. Nur KOYUNCU A.Ü. Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara Doç. Dr. Cengiz SANCAK, A.Ü. Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara) 2.‘Haiti'yi Monsanto'nun insafına terk etmek... ’ Hüseyin Baş / Cumhuriyet (http://www.gidahareketi.org/Haiti-yi-Monsanto-nun-Insafina-TerkEtmek----811-haberi.aspx Erişim:26.09.2010 19.29) 3.‘Dünyanın tartıştığı GDO'lu tohumun yüzde 90'ını Monsanto üretiyor’, Bayram Kaya/Zaman (13.12.2009) 9 ► istiklâl Diplomat Diplomat Mehmet E. Talu etalu@istiklaldergisi.com Türkiye’nin Bölgesel Güç Olma Politikası ve Davutoğlu’nun Sürece Katkısı Soğuk Savaş döneminden önce Türk dış politikasına dışarıdan etki eden güçleri, ABD, NATO ve Avrupa şeklinde sıralayabiliriz. Türkiye o dönemde tek kutuplu ve edilgen bir dış politika sergilemekteydi. Edilgen dış politikayla beraber, Türk dış politikasını belirleyenlerin inisiyatif kullanmamaları Türkiye’yi diplomatik sahada olumsuz etkilemiştir. Soğuk Savaştan sonra Türkiye’nin Batı Bloku ülkerine karşı kulandığı dış politika araçlarını kaybetmesi sonucu, dış politikada yeni argümanlar aramaya başlamıştır. Soğuk Savaş döneminden sonra aktif dış politika anlayışı, Turgut ÖZAL’la birlikte kendisini göstermeye başlamıştır. Turgut ÖZAL zamanında Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’in açıkça karşısında durulmuş, Ermenistan’a karşı Azerbaycan’a açık destek verilmiş ve Karadeniz ülkeleriyle ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla çeşitli projeler gerçekleştirilmiştir. Yazımızda 3 Kasım 2002’den sonra Türk dış polikasının seyrinini inceleyeceğiz. Ayrıca Ahmet DAVUTOĞLU’nun bu sürece katkısını irdeleyeceğiz. Türkiye’nin bölgesel güç olma politikası sürecinde dış politikada eksen kayması gerçekleşiyor mu sorusuna cevap arayacağız. Türkiye’nin Batı Ülkeleriyle Olan İlişkisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren Türk dış politikası yönünü Batı’ya dönmüştür. Batı’ya yönelmenin en önemli nedeni Türk halkı üzerindeki Osmanlı ve Doğu kültürü izlerini silmektir. Türkiye’nin Batı’ya dönük tek kutuplu ve edilgen dış politikası Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına kadar sürdü. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Türkiye aktif bir dış politika sergilemeye başlamıştır. Türkiye’nin AB’ne üyelik için müzakere süreci, Türkiye – AB ilişkilerinin temel oluşturmaktadır. TBMM’nden AB uyum yasalarının geçmesiyle bu süreç hızlanmıştır. AB genişleyen ya- pısıyla küresel bir güç olmak istiyorsa Türkiye ile uyumlu hareket ederek kendini çok dinliliğe ve çok kültürlülüğe açmak durumundadır; çünkü Türkiye Avrasya bölgesinin yükselen bir gücü ve AB’nin de üzerinde emelleri olan Ortadağu’nun merkez ülke adayı. Nitekim Türkiye ne coğrafi olarak ne de tarihi olarak Avrupa’dan ayrılabilir. AB’nin eğer küresel çıkarları varsa Türkiye’yi de bünyesine dâhil etmelidir. Türkiye’nin AB üyeliği AB’ne bu küresel çıkarlar gerçekleştirme dinamiği kazandıracaktır. 1 mart 2003 tarihindeki tezkerenin reddi, Bush hükümetinin Türkiye’yi hala Soğuk Savaş döneminin pasif oyuncusu olarak görmesi Türkiye – ABD ilişkileri- nin sekteye uğratsa da Obama’nın ABD başkanı olmasıyla beraber bu ilişkiler düzelmeye başlamıştır. ABD’nın Pkk’nın üst düzey yöneticilerini uyuşturucu kaçakçısı olarak ilan etmesi, Kuzey Irak’taki Pkk hareketliliğini istihbarat olarak Türkiye’ye göndermesi Türk-Amerikan ilişkilerindeki iyileşmeler olarak sayılabilir. ABD, Avrasya’nın çok uzağında küresel bir güç ve Türkiye bu bölgede etkin olmak istiyorsa bu bölgede küresel çıkarları bulunan ABD ile olan ilişkilerini geliştirmek durumundadır. Türkiye’nin Bölge Ülkeleriyle Olan ilişkileri Türkiye’nin hem Avrupa hem Ortadoğu hem Kafkasya hem 10 ► istiklâl de Balkanlar’da toprağı bulunmaktadır. Kısacası Türkiye Avrasya bölgesinin merkezinde bir ülkedir. Avrasya ve Ortadoğu bölgesi Dünya enerji kaynaklarının büyük kısmını bünyesinde barındırır. Türkiye’de bu enerji kaynaklarının geçiş bölgesinde olması hasebiyle stratejik bir ülkedir. Ayrıca yüz yıl öncesine kadar halefi Osmanlı Devleti’nin bölgeye adil bir şekilde hakim olması, Türkiye’yi bölgede merkezi güç rolünü biçmektedir. Türkiye-Arap ülkeleriyle olan ilişkisi 1. Dünya Savaşında Arap ülkelerinin milliyetçilik akımına kapılarak Osmanlı’dan ayrıldığı zamandan beri en iyi seviyeye çıkmış durumda. Türkiye İslam Konferansı Örgütü’ne ve Arap ülkeleriyle olan ticaretini geliştirmeye daha fazla önem vermektedir. Türkiye – Suriye ilişkileri sınırların kaldırılması seviyesine geldi. İki ülke arasındaki vizeler kalkmış durumda, Gaziantep ve Halep arasındaki mesafe artık Diplomat daha yakın. Türkiye Irak’ın savaştan sonra yeniden yapılanmasında da büyük rol oynamak istemektedir. Irak’taki bütünlüğün ve demokrasinin sağlanması için Irak’taki etnik gruplarla görüşmeler yapmaktadır. Türkiye Kürt Bölgesel Yönetimi ile Pkk kamplarının boşaltılması ve Pkk’nın silahsızlandırılması noktasında anlaşmalar yapmıştır. Bu anlaşmalar Kürt açılmının ilk çıktılarını oluşturmuştur. Türkiye Lübnan’daki Sünni – Şii gruplar arasındaki gerginlikte, Filistin – İsrail arasında arabulucu vazifesini yerine getirmektedir. Türkiye artık Arap ülkeleri arasında sözü dinlenen bir ülke haline gelmiştir. Türkiye - İran ilişkilerinin temelini İran’nın nükleer programı ve iki ülke arasındaki doğalgaz alışverişi oluşturmaktadır. Türkiye, İran’ın nükleer programına karşı çıkmamasının nedeni Türkiye’nin de nükleer enerjiyi kullanmak istemesidir. Ayrıca Türkiye enerjisinin yüzde doksanını nükleer enerjiden karşılayan fakat İran’ın nükleer programına karşı çıkan Fransa gibi çelişkiye düşmek istememektedir. Türkiye, Gürcistan krizinde de Kafkasya İstikrar ve İşbirliği platformunu kurarak Kafkasya bölgesinde gerginliklerin sona ermesini istemektedir. Gürcistan’la ekonomik işbirliği hat safhaya ulaşmış durumdadır. Türkiye Batum havalanını bir iç hat terminali olarak kullanmaktadır. BTC boru hattı ve Kars-Tiflis demiryolu hattıyla Gürcistan’la ilişkiler geliştirilmek istenmektedir. Türkiye – Ermenistan ilişkileri de Ermeni diasporasına rağmen “karşılıklı güven” haline gelmiştir. Ermenistan 1993’ten beri kapalı olan sınırların açılmasını istemekte, Türkiye’de Ermeni soykırımının olmadığını savunmaktadır. İki ülke arasında İsviçre’de yürütülen gizli görüşmeler sürecin erkenden bitmesini ön- 11 ► istiklâl lemektedir Bu görüşmeler iç siyasi krizdeki ve demokrasi konusundaki eksikliklerin tartışıldığı Ermenistan’da iç politikada ivme kazandırmaktadır. İki ülke arasındaki önemli bir sorun da Dağlık Karabağ sorunudur. Rusya’nın bu soruna arabulucu olarak dahil olması Türk-Ermeni ilişkilerinin bir ileri safhaya geçmesini engelleyebilir. Türkiye Balkan topraklarında ise yine arabulucu rolünü üstlenmektedir. Sırp – Boşnak ilişkilerinin düzelmesinde Türkiye, arabulucu ülke konumunu almıştır. Türkiye’nin ABD ile ilişkileri, NATO üyeliği ve AB müzaker süreci, Ortadoğu’yu, Kafkasya’yı, Balkanlar’ı ve Orta Asya’yı ihmal edeceği anlamına gelmez; çünkü Türkiye coğrafi olarak çok boyutlu bir konuma sahiptir. Artık Türkiye’nin sadece Batı’ya yönelik politikaları yok, artık Türkiye tüm süreçlerde olmaya çalışmakta, hem Diplomat Doğu’yu hem de Batı’yı kapsayan bir dış politika yürütmektedir. Kısacası Türk dış politikasında eksen kayması gerçekleşmiyor. Nitekim Davutoğlu’na göre eksen kaymasının gerçekleştiğini savunanlar, Türkiye’nin merkez bir ülke olmasını ve bölgede aktif bir dış politika sergilemesini istememektedir. Davutoğlu’nun Sürece Katksı Ahmet DAVUTOĞLU 3 Kasım seçimlerine kadar uluslararası ilişkiler bölümünde akademisyen olarak çalışmaktaydı; ancak 3 Kasım seçimlerinden sonra Başbakanlık Başmüşavirliği ve büyükelçi ünvanıyla dış politika danışmanı olarak görev almaya başlamıştır. Danışmanlık görevinin yoğunluğu yüzünden 2004 yılında tüm akademik görevlerine son verimiştir. 1 Mayıs 2009 tarihinde dış politikanın perde arkasındayken Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenmiştir. Davutoğlu, 1990’larda Türkiye’nin bölgesel güç olma politikasının teorisiyle uğraşırken, 2000’li yıllarda bu politkanın uygulamasıyla uğraşmaya başlamıştır. Davutoğlu, Türkiye’nin bölgesinde sözü dinlenen bir ülke haline gelmesinde ritmik diplomasi yöntemi kullanarak önemli bir rol oynamıştır. Davutoğlu Türkiye’yi on yıl sonra tüm komşularıyla ekonomik entegrasyona geçmiş, kültürel açıdan en yoğun ilişkileri kurmuş, AB üyesi, NATO'daki etkin rolünün yanı sıra onun kadar diğer uluslararası örgütlerde de, sadece güvenlik değil ekonomide de, mesela G-20'de çok etkin, dünyanın en büyük ilk on ekonomisi içine girmiş bir ülke olarak görmektedir. Kaynakça: Ahmet DAVUTOĞLU, Küresel Bunalım Ahmet DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik 12 Doğru Bildiğimiz Yanlışlar Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır Süleymaniye Vakfı Yayınları Kur'ân'ı anlama metodu diyebileceğimiz tefsir usulünü gözden geçirdik ve gördük ki, muhkem, müteşâbih, mesânî ve nesih gibi temel kavramlar, ilgili âyetlerden uzak bir biçimde tanımlanmışlar. Bu tespit bizim, Kur'ân'ı açıklama usulünü, Kur'ân'dan bulup çıkarmamızı sağladı. Beyaz bir sayfa açmaya çalıştık. Bu sebeple kitap, baştan sona yeniliklerle doludur. Esas yenilik, her konunun Kur'ân-Sünnet bütünlüğü içinde ele alınmasıdır. Kitaptaki başlıklardan bazıları; Kur'an'da Dindarlık Cennet'e Kimler Girer Şirkle İman Arasında Kararsızlık Kur'an'daki Meşiet ve İrade Kavramları Ecelin Kısalması Şefaat Cuma Namazı (Türkiye'de Cuma Namazı Kılınır mı?) Kadının Boşanma Hakkı Kadınların Şahitliği Kadınların Dövülmesi Ceza Hukuku Prensipleri Nesih ve Recm Cezası Kur'an'ı Açıklamada Usul Bahtsız Ömür Acılarla geçen kapkaranlık bir ömür. Oysa böyle mi olmalıydı? Güneşin bir gün çepeçevre onu da saracağı, Ilık ılık esen meltemin saçlarını okşayacağı, Yatmadan ettiği duaların kabul olacağı, Sımsıcak neşe dolu bir dünya istiyordu. Gel zaman git zaman vakit geçti, Ama ondan da çok şeyler alıp da geçti. Oysa ne kadar istemişti Yavuzun ardında kılıç sallamayı, Serhatlerde dolaşmayı, naralar atmayı. Bir elinde kılıç, bir elinde kalkan, Düşmanlara hep korku salan, Yedi düveli titreten bir yiğit olsam, Olsam da anamın eline oyle varsam. Köyüme gelince ahaliyi toplasam, Sonra da cenk hikâyeleri anlatsam, Şah İsmail’den girip Memlük’ten çıksam, Atam “Osman”’ın izinden gitsem , Dedem Korkutun sözünü tutsam. Diye diye bir ömrü yedin be koca haydar, Ne vardı nal sesleri kulağında çınlasa, Toy akıncılar senden icazet alsa. Ama olmadı be haydar, Yatacak yerin yok be haydar, Yok be haydar… Hüseyin Bozkurt