23.02.2015
Transkript
1 SÖYLEŞİ Bextiyar Elî: Edebiyat insanlığı koruma savaşıdır Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:42 23 Şubat - 1 Mart 2015 S08 basnews.com - 09 Erbil - Bağdat: Diyalog mu, savaş mı? Çözüm Süreci bir varmış, bir yokmuş S06 Amed’in renkler divanı: Kültürler Sokağı Kürdler, yasaklı dillerinin gününü kutluyor - 07 S15 S13 Kürd mutfağı: Güney Kürdistan’da Peşmerge, IŞİD’e karşı yoğun bir savaş yürütürken, Erbil ile Bağdat arasında geçtiğimiz aylarda, merkezi bütçeden KBY’ye aktarılması gereken pay ve Kürdistan petrolünün satışı üzerinde varılan anlaşmanın bozulmasına yol açabilecek gelişmeler yaşanıyor. S02 - 03 Makbul vatandaşlığın terörü FERHAT KENTEL s05 Süreç 6-8 Ekim’in etkisinde HAKAN TAHMAZ s07 S14 İktidar güvenliğini alırken SENNUR BAYBUĞA s11 Kürd güçleri Fırad kıyısında Kobanê’nin kent merkezinin IŞİD işgalinden kurtarılmasın ardından ilerleyişini sürdüren Kürd güçleri, bir yandan Til Ebyad’a yaklaşırken diğer yandan da ittifak içerisinde olduğu Suriyeli muhaliflerle birlikte Rakka’yı kuşatıyor. Kobanê’nin güneyinde ilerleyen Kürd güçleri ise Fırad kıyılarına kadar ilerledi. Afrin’de Şam Cephesi ile geçtiği- Kürd evlerindeki lezzet hazinesi miz imzalanan anlaşmanın ardından, Rojava’nın diğer bölgelerinde de Suriye muhalefeti ile yeni ittifak imkanları aranıyor. Kent merkezi ardından köylerin kurtarılması operasyonlarının devam ettiği Kobanê’de yeniden inşa çalışmaları eşliğinde Kürd güçleri Kobanê ile Serêkaniyê arasındaki IŞİD karargahı olan Til Ebyad’a doğru ilerliyor. S04 - 05 Heykeltraş Yakut: Roboski anıtı nirvanam S16 oldu Kadın kırımı! Türkiye’de toplumsal şizofreni! S12 02 MANŞET BasHaber 23SÖYLEŞİ Şubat - 01 Mart 22015 MANŞET BasHaber 23 Şubat - 01 Mart 2015 3 SÖYLEŞİ Mahmur Cephesi Sorumlusu Sirwan Barzani IŞİD’in bu saldırıda çok sayıda kayıp verdiğini, 6 IŞİD mensubunun cesetlerinin Peşmerge’nin elinde olduğunu ve bu saldırıda Peşmerge’nin hiçbir kayıp vermediğini bildirdi. Diyalog mu, savaş mı? Erbil - Bağdat: G üney Kürdistan’da Peşmerge, IŞİD’e karşı yoğun bir savaş yürütürken, Erbil ile Bağdat arasında geçtiğimiz aylarda, merkezi bütçeden KBY’ye aktarılması gereken pay ve Kürdistan petrolünün satışı üzerinde varılan anlaşmanın bozulmasına yol açabilecek gelişmeler yaşanıyor. Kerkük’te savaş cephelerini ziyaret edip cephelerdeki Peşmerge komutanlarıyla toplantılar gerçekleştiren KBY Başkanı Mesud Barzani, Erbil-Bağdat arasında ortaya çıkan sorunların diyalogla çözülmesi gerekliliğine vurgu yaparak, “Herkes, daha önce varılan anlaşmanın gereklerine yerine getirmelidir. Kürdistan Hükümeti, bu sorunun aşılması için elinden gelen bütün gayreti göstermelidir” dedi. Kürdistan’da yaşanan savaş nedeniyle çok zor günler geçirdiklerini, buna rağmen Kürdistan halkının göstermiş olduğu tahammül ve sabırdan dolayı teşekkür eden Barzani, bu zor dönemin aşılmasında Kürdistan’daki tüm siyasi kurum ve tarafların birlik içerisinde hareket etmesinin çok önemli olduğunu belirtti. Bağdat yönetiminin, KBY’nin merkezi bütçeden alması gereken yüzde 17’lik bütçe payının bu anlaşmaya rağmen yarım yamalak ödenmesi ve son birkaç ay içerisinde hiç ödenmemesi, ardından Merkezi Yönetimin içine girdiği ekonomik krizden dolayı KBY’ye ödemesi gereken bu bütçe payının ödeyemeyeceğini açıklaması, anlaşmanın bozulma noktasına geldiği yorumlarının sıkça yapılmasına sebep oldu. KBY Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Bağdat ziyaretinden eli boş dönmesi bu yorumların doğruluğunu teyid eder mahiyetteydi. ‘Sorun aşılmasa bağımsızlık seçeneği devreye girebilir’ Kürdistan Parlamentosu Maliye Komisyonu Başkanı İzet Sabir Merkezi Irak Hükümetin KBY’nin bütçedeki yüzde 17’lik payını aktarmamasının KYB nezdinde büyük ekonomik sıkıntılara yol açtığını ve savaşın başlamasıyla bu sıkıntıların had safhaya ulaştığını söyledi. 6 aylık zaman diliminde IŞİD’le savaştan kaynaklanan KBY’nin, borç ve yatırım zararının bir milyarı doları aştığını, Peşmerge’nin savaş giderlerinin de 100 milyon dolar olduğunu açıkladı. Konu hakkında BasNews’e açıklamalarda bulunan Petrol ve Gaz Komisyonu Üyesi ve Geçmiş Dönem Irak Parlamentosu Milletvekili Bayezid Hasan da, Kürdistan Bölgesi’nin acil para ve bütçeye ihtiyacı olduğunu ve Irak’ın bu ihtiyacı karşılamaması halinde Irak anayasasında belirtildiği gibi Kürdlerin farklı çözüm yollarına başvurma hakkının bulunduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: ”Irak’ın hazinede para yok gerekçesi inandırıcı bir gerekçe değildir. Merkezi yönetim Şii milislere, IŞİD’in kontrolü altındaki alanlarda çalışan memurlara verecek parayı bulabiliyor da, neden Kürdistan Peşmergesine ve memurlarına bulamasın?” Bayezid Hasan’a göre tüm bu zayıf gerekçelere rağmen Bağdat, bağımsız Kürdistan’ın önünü almak için sonuna kadar taviz vermeyi deneyecek.” Irak Parlamentosu Başkan Yardımcısı Şeyh Muhammed ise, Erbil ile Bağdat arasında sağlanan anlaşma uyarınca Bağdat’ın KBY’ye düşen yüzde 17’lik bütçe payını ödemesi öngörülüyordu. Ancak bütçenin bir kısmı ödendikten sonra tekrar bir aksama yaşandı ve bu durumu aşmak için KBY Başbakanı Neçirvan Barzani Bağdat’a giderek Irak Başbakanı Haydar İbadi ile görüştü. Haydar İbadi’den Irak Petrol Şirketi SOMO’nun ihraç ettiği petrolden sağlanan paradan Kürdistan Bölgesi’nin payına düşen yüzde 17’lik payı göndermesini istediklerini ancak İbadi’nin, ”Ne zaman ki anlaşmada belirlenen miktar ihraç edilirse o zaman Kürdistan’ın payına düşen bütçe ödenir” dediğini dile getirdi. Mesud Barzani Kerkük’ten seslendi Savaş cephelerinin son durumu yakından incelemek üzere Kerkük’e giden KBY Başkanı Mesud Barzani, Kerkük’te Peşmerge Güçleri Kerkük Cephe Komutanları ile bir araya gelerek Kerkük Cephesi’deki son durumu görüştü. Toplantıda, güvenlik tedbirlerine ilişkin Kerkük Cephesi komutanları, Kürdistan Bölge Başkanı’na bilgi aktardı. Toplantıya Kürdistan Bölge Başkanı Yardımcısı Kusret Resul, Kürdistan Genel Güvenlik Müsteşarı Mesrur Barzani, Peşmerge Bakanı Mustafa Seyid Qadir, Kürdistan Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin ve Kerkük Valisi Necmeddin Kerim katıldı. KBY Başkanı Barzani, Kerkük’teki IŞİD terörüne karşı Perşerge’nin göstermiş olduğu başarıları överek, ” Hiçbir terörist Kerkük’e el uzatmaya cesaret etmemelidir.” dedi. Kerkük’te bir süredir halka karşı uygulamalarıyla gündeme gelen Şii milislerin varlığına ilişkin ise Mesud Barzani şunları söyledi: ” IŞİD terörüne karşı Peşmerge ile beraber direnen tüm gruplara teşekkür ediyorum. Ancak Şii milislerin Kürdistan Bölgesi’ne gelmesini biz istemedik. Kendileri de talep etmedi. Bundan böyle Kürdistan Bölge Yönetimi’nin izni ve onayı dışında hiçbir farklı gücün bu topraklara girmesini istemiyoruz.” Erbil-Bağdat arasında yaşanan bütçe krizine de değinen Barzani, ”Her iki taraf arasındaki sorunlar diyalog ile çözülmelidir. Herkes varılan anlaşmanın gerek- lerine uymalı ve Kürdistan Hükümeti de sorunun aşılması için elinden geleni yapmalıdır.” dedi. Kürdistan’da yaşanan savaş nedeniyle çok zor günler geçirdiklerini, buna rağmen Kürdistan halkının göstermiş olduğu tahammül ve sabırdan dolayı teşekkür eden Barzani, bu zor dönemin aşılmasında Kürdistan’daki tüm siyasi kurum ve tarafların birlik temelinde hareket etmelerinin önemli olduğunun altını çizdi. Barzani esir Peşmergelerin ailelerini ziyaret etti KBY Başkanı Mesud Barzani Peşmerge Komutanları ve beraberindeki yetkililerle gerçekleştirdiği toplantının ardından, IŞİD’e karşı mücadelede yaşamını yitiren ve esir düşen Peşmergelerin aileleri ile bir araya geldi. Barzani, teröristlere karşı direnen Peşmergeler sayesinde bugüne geldiklerini belirterek, ailelere sabırlar diledi ve esir düşen Peşmergelerin kurtarılması için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Barzani, Münih’teki Güvenlik Zirvesi’nde de Peşmerge’nin rolünün takdir edildiğini ve ülkelerin daha fazla yardım için olumlu görüş belirttiğini dile getirerek “Şimdiye kadar 1050 şehit verdik. Ancak bundan sonra bunun bedeli düşman için ağır olacaktır. IŞİD’in son saldırılarının ardından KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bu kente yaptığı ziyaret dikkatleri Kerkük’e çekti. Musul’a operasyonun ayak sesleri “Musul’un IŞİD’den geri alınması için ‘Irak ordu birlikleri ve kürd Peşmergelerinden oluşan yaklaşık 25 bin kişilik bir askeri gücün, eğitilmesi ve donatılması için hazırlıklara başlandı” Bu iddianın sahibi ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’da görevli üst düzey bir yetkili. İsminin açıklanmasını istemeyen CENTCOM yetkilisi bununla birlikte, Musul’un geri alınmasına yönelik operasyonun da Nisan veya Mayıs ayında düzenleneceğini ifade etti. Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’un sayıları 1000 ile 2000 arasında değişen IŞİD militanlarının kontrolünde olduğunu belirten yetkili, hava desteğinin sağlanması için bölgede küçük bir Amerikalı askeri danışman grubunun bulundurulup bulundurulmayacağı kararının henüz alınmadığını söyledi. 25 bin kişilik askeri gücün ABD tarafından eğitiminden geçirileceğini kaydeden yetkili, operasyonun Mayıs ayında başlaması gerektiğini, aksi takdirde yaz aylarındaki hava sıcaklığının operasyon için olumsuz olabileceğini belirtti. BBC’nin aktardığı bu bilgilere göre, CENTCOM yetkilisinin, Irak güçlerinin hazır olmaması durumunda ise operasyonun ertelenebileceğini ifade ettiği belirtiliyor. Konuyla ilgili BBC Washington muhabiri Gary O’Donoghue, saldırı zamanının paylaşılmasının olağandışı bir durum olduğu, fakat ABD’nin de IŞİD militanlarının geri çekilmekte olduğuna inandığını söyledi. O’Donoghue, Washington’ın, Irak askeri gücünü oluşturma çabalarının meyvesini verdiğini görmek istediğini ve hava saldırılarının da işlevini etkin bir şekilde yerine getirmelerinden dolayı böyle bir yola başvurulduğunu bildirdi. Hatırlanacağı üzere geçen hafta Irak Başbakanı Haydar El-Abadi de, askerli birliklerinin Musul’a yönelik bir askeri saldırı planladıklarını ve Musul’un birkaç ay içerisinde IŞİD’den kurtarılacağını ifade etmişti. Peşmerge IŞİD saldırılarını anında püsKürdüyor Kürdistan Bölgesinden elimize ulaşan bilgilere göre IŞİD’in Kürd Peşmerge güçlerine saldırılarının yer yer devam ettiğini ama bu saldırıların Peşmerge’nin sert karşılığı ile anında geri püsKürdüldüğü bildiriliyor. Geçen günlerde, savunma amaçlı Mahmur Cephesindeki Carula ve Telrim köylerinde konuşlu Peşmerge Güçlerine yönelik IŞİD saldırılarına Peşmerge’nin anında karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmadan sonra IŞİD’in ondan fazla kayıp vermesi sonucu, geri çekilmek zorunda kaldığı bildirildi. Koalisyon güçlerine ait savaş uçaklarının da birkaç kez IŞİD mevzilerine havadan saldırı düzenlediğini belirten Giwer, İtalyan helikopterleri Peşmerge’ye ulaştı Geçtiğimiz haftalarda İtalya Genelkurmay Başkanı Luigi Binelli Mantelli, Kürdistan ziyaretinde İtalya’nın IŞİD’e karşı mücadele çerçevesinde Peşmerge’ye helikopter göndereceği sözünü vermesinin ardından 4 adet İtalyan Chinook tipi savaş helikopterinin Peşmerge’ye ulaştığı bildirildi. Helikopterlerin savaşta aktif bir şekilde kullanımı amacıyla İtalyan ve kürd uzmanlardan oluşan bir ekibin oluşturulduğunu ve bu ekibin Peşmerge’yi eğitmeye başladığı gelen bilgiler arasında. BasNews’in ulaştığı bilgilere göre helikopterlere uygun yeni bir uçuş pisti yapılana kadar, helikopterlerin eski Erbil Havaalanı’nda tutulacağı bildiriliyor. 11 Şubatta Erbil’e gelen İtalya Genelkurmay Başkanı Luigi Binelli Mantelli, IŞİD’e karşı savaşta ülkesinin Kürdistan Bölgesi’ne desteklerinin devam edeceğini ve Peşmerge’ye yardımlar kapsamında 4 adet Chinook helikopterini vereceklerini açıklamıştı. Mantelli, ayrıca Peşmerge’ye eğitim vermek amacıyla 300 İtalyan askeri uzmanın Kürdistan Bölgesi’ne gönderileceğini, daha önce gönderilen 100 adet 12.7 ml NATO doçkasına ek olarak İtalyan tanksavar füzelerini de göndereceklerini belirtmişti. Kerkük’te Haşdi Eş Şabi Milisleri yok Askeri ve diplomatik alandaki gelişmelerin yanı sıra Güney Kürdistan’da Peşmerge’nin IŞİD’e karşı yürüttüğü savaş yoğun bir şekilde devam ediyor. Batı Kerkük’ten Sorumlu Peşmerge Komutanı Kemal Kerkuki, Peşmerge güçleri ile IŞİD’ mensuplarının yakın mesafede çatıştığını, IŞİD’in havan topları ve doçkalarla saldırılarını devam ettirdiğini, buna karşılık Peşmerge’nin de ağır silahlarla bu saldırılara karşı şiddetli Peşmerge ile birlikte Kürd toplumu değişiyor Cephelerdeki son gelişmeleri gazetemizle paylaşan Hüseyin Kaytan ise, IŞİD saldırılarının Gwêr cephesi, Dicle kıyısındaki Eski Musul ve Wanke kasabası ve Kerkük hattında yoğunlaştığını, buna karşılık, Kerkük dışında kalan Batı hattındaki IŞİD saldırılarının, genelde intihar saldırıları biçiminde gerçekleştiğini bildirdi. Bu cephelerde IŞİD’in yalnızca patlayıcı yüklü araç ve intihar saldırılarıyla saldırı yapabildiğini bildiren Kaytan, IŞİD, üyelerinin cennet ve huri beklentisiyle, geri dönmemek üzere sızmaya çalıştıklarını ve gerçekten de geri dönemeden öldürüldüklerini söyledi. Peşmerge’nin Gwer ve Dicle cephelerindeki tutumu ve 6 Şubat’taki Wanke zaferinden sonra şimdiye kadar, mevcut hattı savunmak biçiminde geliştiğini dile getiren Kaytan, bu saldırılarda başarılı olmanın yanı sıra, Peşmerge komutasının, güçlerini bu savaşta tecrübe kazandırma ve pratik cephede eğitme ve geliştirme yoluna git- tiğini sözlerine ekledi. IŞİD saldırılarının başladığı günlerde görülen kısmi dağınıklığın tamamen giderilmiş olduğuna vurgu yapan Hüseyin Kaytan, “Peşmerge’nin tuttuğu hat, Suriye sınırındaki Şengal dağı hizasından başlayarak, Dicle’nin Doğusunda ve Musul’a 10-15 km uzağındaki mevzilere kadar, Batı-Doğu doğrultusunda düz bir çizgi halinde uzanıyor” Savaşın yol açtığı ekonomik ve toplumsal olumsuzluklara da değinen Hüseyin Kaytan, Savaşın hem toplumsal yapıyı hem de ekonomiyi olumsuz etkilediğini, memur maaşlarının iki üç ay gecikmeyle verilebildiğini, ancak toplumda, bunun savaşın bir sonucu olduğu ve katlanılması gereken bir badire olduğu bilincinin hakim olduğunu aktardı. Özellikle Behdinan bölgesinin, bu konuda son derece bilinçli hareket ettiğini, Erbil ve Süleymaniye’de ise maaşlarını alamayan memurların barışçıl tepkiler gösterdiklerini belirten Kaytan, bunlar dışında, toplumsal dayanışmanın had safhada olduğunu söyledi. Neredeyse bütün Güney Kürdistan kentlerinin nüfuslarının, mültecilerin akınıyla neredeyse iki katına çıktığını aktaran Kaytan, bunun üstüne Erbil-Bağdat arasında cereyan eden bütçe aktarımı krizi de eklenince, toplumsal yapının ciddi anlamda zorlandığını sözlerine ekledi. Kaytan şöyle devam etti: “Ancak bağımsızlık veya daha yaygın deyimle “devlet olma” perspektifi, toplumda bu zorluklara dayanma konusunda bir bilinç geliştirmiş durumda. Çevrelerinde mülteci olan hemen bütün aileler, bütün varlıklarını onlarla paylaşma yoluna gidiyor” Onur, ülke, ulus, namus gibi değerlerin toplumun koruma duygusuyla sahiplendiği değerler haline geldiğini de sözlerine ekleyen Hüseyin Kaytan, Peşmerge’de yaşanan değişimi de şöyle özetledi: “Peşmerge’deki en önemli yenilik, eskiden temel diyalog malzemesi olan ‘geçim derdi’ tartışma- larının artık nerdeyse son bulmuş. Ülke savunması ve sağlam bir gelecek kurma duygusu, her zorluğun üstesinden gelinmesi gereken bir zorluk olduğu duygusunu hâkim kılmış. Peşmerge, toplumdan kopuk değil. Bu durum, zafer kazanma isteğini toplumun genel bir isteği haline getirmiş durumda ve bunun için, can vermek dâhil, bütün bedelleri ödemeye hazır.” 03 misillemelerde bulunduğunu ve IŞİD’in hamle yapmasına izin vermediğini bildirdi. BasHaber’in konuyla ilgili sorularını yanıtlayan Kerkuki, geçen Çarşamba günü, koalisyonun hava saldırılarıyla eş zamanlı olarak gerçekleştirilen saldırılar neticesinde çok sayıda IŞİD mensubunun öldürüldüğünü, 3 Hummer tipi askeri araç ile çok sayıda askeri teçhizatının kullanılamaz hale getirildiğini bildirdi. Irak Merkezi Yönetiminin Kürdistan Bölgesinin bütçe payını göndermemesinin maaşlarını alamayan Peşmerge üzerinde olumsuz bir etkiye yol açıp açmadığı yönündeki sorumuza karşılık, “Irak Merkezi Yönetimi, para bir yana Peşmerge’nin savaşta kullanması için en ufak bir silah desteğinde de bulunmadı. Peşmerge’nin parasını alamaması elbette sıkıntılara yol açıyor ama bu olumsuzluk cepheye hiç yansımıyor ve Peşmergelerimiz IŞİD’e karşı mücadelede, bütün olumsuzluklara rağmen var gücüyle savaşıyor ve sadece kazanmaya odaklanmıştır” cevabını verdi. Kerkuki, Irak Merkezi Yönetiminin, IŞİD’in işgali altındaki Musul’daki devlet görevlilerinin bile maaşlarını yolluyorken Peşmerge’nin maaşlarını göndermemesinin manidar olduğunu ama buna rağmen kürd halkı ve Peşmerge’sinin kendi imkânlarıyla bu savaşı kazanmaya kararlı olduğunu ve kazanacağını söyledi. Şii Haşdi Eş Şadi milislerinin Kerkük’te yol açtıkları olumsuzluklar hakkında da Peşmerge Komutanı Kerkuki, “Bölge Başkanlığı ve Peşmerge Bakanlığı bu konuda ‘Kürdistan’da bizim dışımızda kimsenin bölgemize müdahale etmesini istemiyoruz. Kürdistan’ın nasıl savunulacağına biz karar veririz. Başka güçlerin başına buyruk davranıp Kürdistan Bölgesine müdahil olmasını kabul etmeyiz’ dediler. Zaten bu milisler Kerkük’te bulunmamaktadır.” dedi. Geçen hafta Kerkük’e gelen KBY Başkanı Mesud Barzani’nin burada sarf ettiği, “Burada Peşmerge dışında bir güç istemiyorum” yönünde bir açıklamada bulunduğunu belirten Hikmet, “KBY Başkanı Barzani’nin söylediği her söz bizim için bir talimattır ve Peşmerge bu talimatı yerine getirecektir” dedi. 04 ROJAVA ‘TEV-DEM ve ENKS ortaklığından umutluyuz’ Rojava’daki Kürdler arasında yapılan anlaşma sonucu oluşan siyasi konseyden umutlu olduklarını aktaran Beşar, “Tüm Rojava için ama özelde Kobanê için olumlu çalışmalar yürüteceklerine inanıyorum” dedi. Kürdler arasındaki ittifakın şartlar ne olursa olsun sürdürülmesi gerektiğine işaret eden Beşar şunları dile getirdi: “Biz Kobanê Kantonu ve Rojava Kürdistanı olarak sadece bu anlaşmayı değil Kürdistan’ın dört parçasında böylesi anlaşmaların yapılmasını istiyoruz. Görüyoruz ki Kürderin elde ettikleri kazanımlar dört parçada da tehlikededir. Özelikle Güney Kürdistan ve Rojava’da elde edilen kazanımlara yönelik ciddi saldırılar var. Bu ise siyasi ve ulusal bir gücün ortaya çıkması ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Ortak bir savunma ve siyasi hat oluşturulması Kürdlerin dört parçada kendilerini savunmaları ciddi bir ihtiyaçtır. Umut ediyoruz ki TEV-DEM ve ENKS bunun bir ilk adım olur. Biz nasıl Güney Kürdistan’da Peşmerge ile birlikte düşmanlarımıza karşı savaşıyorsak, Peşmerge’de burada bizimle birlikte omuz omuza savaşıyor ve Rojava’yı savunuyor. Bu Kürdler adına çok büyük bir başarı, mutluluk ve zaferdir. Bu Kürdistan’ın tüm güçleri ve parçaları için bir mesajdır. O nedenle ortak bir gücün oluşturularak ulusal kongrenin gerçekleştirilmesi gerek.” Kobanê’nin inşaası! Kobanê’de IŞİD’e karşı yürütülen savaşta Afrin Kantonu olarak tüm güçleri ile destek sunduklarını aktaran Brahim, “Bu savaşta Kobanê’ye nasıl destek sunduysak kentin yeniden kurulması için de desteğimizi sonuna kadar sürdüreceğiz” dedi. Yeniden kuruluş çalışmaları için Rojava Koordinasyonu öncülüğünde, üç kantonun ortak hareket etmesi gerektiğini dile getiren Brahim, henüz tartışma düzeyinde olan Kobanê’nin yeniden inşası mevzusunun bir an önce karara bağlanmasını ve bu doğrultuda bir çalışma içerisine girilmesini istedi. BasHaber 23SÖYLEŞİ Şubat - 01 Mart 42015 ROJAVA BasHaber 23 Şubat - 01 Mart 2015 5 SÖYLEŞİ Kürd güçleri Fırad kıyısında K obanê’nin kent merkezinin IŞİD işgalinden kurtarılmasın ardından ilerleyişini sürdüren Kürd güçleri, bir yandan Til Ebyad’a yaklaşırken diğer yandan da ittifak içerisinde olduğu Suriyeli muhaliflerle birlikte Rakka’yı kuşatıyor. Kobanê’nin güneyinde ilerleyen Kürd güçleri ise Fırad kıyılarına kadar ilerledi. Afrin’de Şam Cephesi ile geçtiğimiz imzalanan anlaşmanın ardından, Rojava’nın diğer bölgelerinde de Suriye muhalefeti ile yeni ittifak imkanları aranıyor. Kent merkezi ardından köylerin kurtarılması operasyonlarının devam ettiği Kobanê’de yeniden inşa çalışmaları eşliğinde Kürd güçleri Kobanê ile Serêkaniyê arasındaki IŞİD karargahı olan Til Ebyad’a doğru ilerliyor. Arap nüfusun yaşadığı bölgeleri üs olarak kullanan IŞİD’e karşı saldırıya geçmeyi planlayan Suriyeli muhalif güçlerin ittifakı (ÖSO), Kürdlerle birlikte Arap bölgelerini kurtarma çağrısında bulundu. Son günlerde Halep’te rejim güçleri ile muhalifler arasında şiddetlenen çatışmanın ardından ordu birliklerinin Azaz’a kadar ilerlediği, çıkan çatışmalarda yüzlerce kişinin öldüğü haberleri geliyor. Rejim güçlerinin kenti dışarıya bağlayan ve Halep’te muhaliflerin elinde kalan kuzeydeki yolu ele geçirerek muhaliflerin kent ile bağlantısını kesmeyi planlıyor. Buna karşılık muhalif güçlerinin, rejimin ele geçirdiği köy ve beldelerdeki kontrolü yeniden ele geçirdiği kaydediliyor. Cephelerdeki üstünlüğün sürekli değiştiği bölgede YPG’nin Şam Cephesi ile yaptığı anlaşma sonrasında Halep’te Kürdlere yönelik gerçekleşen rejim saldırılarının durulduğu bildiriliyor. Geçtiğimiz hafta Şam cephesi ile YPG arasında yapılan anlaşmanın ardından rejim güçleri Halep’in Kürd mahallesi Şêx Maksut’a ve diğer muhaliflere yönelik saldırılarını arttırmıştı. ‘Herkes bizim için tehdit olabilir’ Rejimin, Şam Cephesi ile yapılan anlaşmanın hemen akabinde Kürd yerleşimlerini top ateşine tuttuğu, ancak şu anda Halep’te Kürdlere yönelik ciddi bir saldırı olmadığını söyleyen Afrin Kantonu Savunma Konseyi Başkanı Evdo Brahim, rejim ve muhalifler arasındaki artan çatışmaların Azaz yolu üzerinde yoğunlaştığını belirtti. YPG/YPJ güçlerinin Afrin’i korumak için hazırlıklı olduğunu aktaran Brahim, “Bize saldırmayanlara biz de saldırmıyoruz. Bizim için herkes tehdit olabilir. Biz her zaman her yerden gelecek saldırılara yönelik hazırlıklıyız. Sistemimizi tanımayanlar, kabul etmeyenler bizim için tehdit olabilirler. Alanımıza alınmadığına işaret eden Beşar, “İlerleyen zamanlarda bölgenin akil insanlarını toplayıp kentin yönetim kademesi ile birlikte bir görüş ve öneri ortaya çıkarıp tartışma yürüteceğiz. Önceliğimiz koridorun açılmasıdır. Ama yeni bir kent mi kuracağız, bu kenti mi onaracağız bunların hepsi halen tartışma konularıdır” dedi. IŞİD’in kentten çıkarılmasının ardından 20 ile 30 bin arasında sivilin Kobanê’ye döndüğünü aktaran Beşar, Kobanê’nin kurtarılmasıyla birlikte sivillerin yaşayabilmeleri ve gerekli olan acil ihtiyaçların karşılanması için fırınlar ve aş evlerini kurduklarını ve sivillerin bu şekilde yaşadıklarını belirtti. kim girmeye çalışırsa çalışsın karşısında duracağız. Ne ÖSO bizim alanlarımızı kullanabilir ne de biz onların alanlarını kullanabiliriz. Biz ne kendimizi ne topraklarımızı kimseye kullandırtmayız. Bu nedenle ne muhaliflerin ne de rejimin Afrin’e yaklaştıklarını söyleyemeyiz. Yine de tüm olasılıklara karşı hazırlığımızı yapıyoruz” diye konuştu. Kürd Güçleri Serêkaniyê’ye ilerliyor Kobanê kent merkezinin ardından kurtarılan köy sayısı ile ilgili net bir bilgiye sahip olmadıklarını ancak kentin toplam 366 köyünden, en az 300’ünün kurtarıldığını dile getiren Kobanê Hükümet Sözcüsü Mahmut Beşar, “Artık Kürd güçlerinin Fırad kıyısına vardığını söyleyebiliriz. Yakın bir zamanda köylerin tamamı kurtarılacak” dedi. YPG’nin, Til Ebyad köylerine doğru ilerlediğini aktaran Beşar, “Til Ebyad ve Kobanê arasında çok sayıda büyük köy var. Bu köylerin yüzde 90’ı Kürd köyleridir. Baas sistemine göre bu köyler Til Ebyad’a bağlı. O nedenle şunu söyleyebiliriz ki resmi olarak bu köyler Kobanê’ye değil Til Ebyad’a bağlı köylerdir. Ve YPG’nin ele geçirdiği Kürd köyleridir”dedi. Beşar, bu köylerin kurtarılması ardından, harekatın Serêkaniye’ye doğru ilerlediğini söyledi. ÖSO ve YPG’den Rakka hazırlığı Kobanê’de IŞİD’e karşı yürütülen savaşta yer alan ÖSO’ya bağlı Rakka Savaşçıları, Burkan El Fırad ve Şems El Şemal gruplarının ortak bir açıklama yaptıklarını aktaran Beşar, “IŞİD işgal ettiği Arap bölgelerinde, YPG’nin katliam yapacağı yönünde propaganda yaparak Araplar arasında korku yayıyor. Bu gruplar ise buna karşı bir açıklama yaparak rahat olmalarını, YPG’nin muhaliflerle dayanışma içerisinde olduğunu ve bu bölgelerin kurtarılması için hazırlıklarını yaptıklarını, yakın zamanda ise müdahalenin başlayacağını duyurdular” dedi. YPG’nin Suriye’nin geleceği için ve IŞİD’in ortadan kaldırılması için ÖSO ile IŞİD’e karşı savaşacağını dile getiren Beşar, “YPG olarak tek savaşımız IŞİD iledir. Biz sivil insanlara karşı savaşmıyoruz. Bize saldırı olmadığı sürece kimseye saldırmayız. İlerleyen günlerle ilgili planımız Rakka Savaşçıları, Burkan el Fırad ve Şems El Şemal gruplarıyla birlikte Arap kentlerini kurtarmaktır. IŞİD’den temizlenmiş özgür bir Suriye için de mücadele edeceğiz” şeklinde konuştu. Araplar IŞİD’den kurtarılacak Rakka’ya yönelik müdahalenin hazırlık- Hasekê’de sükûnet Geçtiğimiz haftalarda rejim güçlerinin Rojava’nın Hasekê kentinde Kürdlere saldırmasının ardından sükûnetin devam ettiğini belirten PYD Üyesi Hisên Birê, Kürdlerin kendi içlerindeki dayanışmasının arttığını ve her an gelişebilecek yeni bir saldırıya karşı tetikte olduklarını söyledi. Rejimin ve Hasekê’de bulunan İran güçlerinin Kürdler ve Hasekê’de yaşayan Arap, Hristiyan ve diğer halkları birbirine düşürmeye çalıştığını dile getiren Birê, “Rejim burada toplum arasında bir hassasiyet yaratmaya çalışıyor. Kentte yaşayanlar bu durumu görüyor ve buna uymuyor” dedi. larının sürdüğünü, ÖSO’ya bağlı grupların bir bildiri ile Rakka ve Til Ebyad halkına çağrıda bulunduklarını ve Kobanê savaşının ilk günlerinde üç başlık halinde kararlar aldıklarını belirten Beşar, sözlerini şöyle tamamladı: “Bunlardan birincisi Kobanê kent merkezinin kurtarılması, ikincisi köylerinin kurtarılması ve üçüncüsü de Arap halkına çağrı idi. Bu ise Arapların Kürdlerden korkmaması gerektiği, YPG’nin katliam yapmayacağı ve sadece halkı savunan bir güç olduğunu anlatmaktı. Kobanê’nin köylerinin çoğunun kurtarılmasının ardından üçüncü maddemizi yerine getirdik. Bildiriler dağıtıldı. Artık ilerleyen zamanlarda hep beraber Arapları bu IŞİD belasından kurtaracağız.” ‘Özgür ve demokratik Suriye vicdani ve ahlaki sorumluluğumuzdur’ YPG’nin öncelikli görevinin Kürdistan’ın Rojava parçasını savunmak olduğunu vurgulayan Beşar şunları söyledi: “Amacımız Rojava Kürdistanı’nı, toprağımızı korumaktır ama mücadelemiz gelecekte özgür bir Suriye’nin kurulması içindir de. Bir diğer etken ise IŞİD’e karşı Rojava’da savaştığımız zaman bu güçler bizimle ittifak yaptı. Biz de demokratik ve özgür bir Suriye için bunlarla ittifak halinde olacağız. Rojava’nın kurtarılması ve Kobanê’nin yeniden kurulması ile birlikte Suriye’nin özgür geleceği için ortak mücadeleyi göz önünde bulunduracağız. Şunu çok net görüyoruz ki IŞİD Rojava’nın tamamından daha çıkarılmadı. Ve çıkarılmazsa ilerleyen zamanlarda hep bir tehdit olarak kalacak. Ayrıca bu bizim için vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur. Bu nedenle elimizden geldiği kadar desteğimizi sunacağız. Çünkü ÖSO da Rojava Kürdistan’da savaştı.” Kobanê’nin yeniden inşası Kobanê’nin yeniden inşası ve sivillerin yaşam koşullarının oluşturulması için koridorun şart olduğunu kaydeden Beşar, imkanları doğrultusunda siyasi ve diplomatik yollarla koridorun açılması için çalışacaklarını belirtti. Kobanêlilerin yaşamlarını idame ettirebilecekleri şartlara sahip olmadıklarını ifade eden Beşar, Kobanêli gençlere çağrıda bulunarak kente dönmelerini istedi. Kobanê’nin yeniden kurulması için komite oluşturulduğunu hatırlatan Beşar, komitenin ihtiyaçları belirleyerek alınacak kararlar doğrultusunda çalışmalarına başlayacaklarını duyurdu. Kobanê’nin inşa süreci ile ilgili henüz bir karar YPG Fırad kıyısında YPG’nin Batı Cephesi’nde resmi olarak Kobanê’ye bağlı olan ancak bir Arap kasabası olan Suhuq’a kadar ilerlediğine işaret eden Beşar, güneyde bütün köylerin kurtarıldığını ve Kürd güçlerinin Şehid Qadir Tepesi olarak bilinen, Halep ve Rakka tarafında bulunan stratejik noktayı ele geçirerek Fırad kıyısına vardığını söyledi. Doğu ve batı taraflarında işgal altında az sayıda köy kaldığını ifade eden Beşar, Kürd güçlerinin kentin doğusunda bulunan Til Ebyad’a bağlı Kürd köylerini kurtardığını ve Serêkaniyê’ye yaklaştığını belirtti. Peşmerge’nin ağır silahları Fırad kıyısında IŞİD’e karşı YPG ile birlikte Kobanê’de savaşan Peşmerge Güçleri’nin ağır silahları, Kobanê’nin güneyindeki Halep ve Rakka arasından geçen Fırad Nehri’nin kıyısına konuşlandırıldı. Kobanê’de bulunan üçüncü grubun Peşmerge Komutanı Güçleri Muslih Zebari, kentin güneyi, doğusu ve batısında IŞİD ile şiddetli çatışmaların yaşandığını ve IŞİD’in direnemeyerek kısa süreli çatışmalarla köylerden çıkarıldığını belirterek sözlerin şöyle sürdürdü; “Günde en az 15 köy kurtarılıyor. Artık Kobanê’nin sınır taraflarında savaşıyoruz. Kürd bölgelerinin neredeyse tamamen IŞİD’den temizlendiği ve çok kısa bir süre içerisinde tamamen IŞİD belasından kurtulacağımızı söylemeliyim.” YPG, Til Ebyad’a 5 km’de Peşmerge’nin silahlarını konuşlandırıldığı Fırad Nehri kıyısından Cerablus’a doğru havan ve Katuyşa topları ile çok sayıda atış yaptıklarını aktaran Muslih Zebari, Kürd güçlerinin kentin kurtarılmasından sonra, hızlı bir ilerleme kaydettiğini Fırad kıyısına kadar girdikleri her yeri özgürleştirdiklerini söyledi. Kürd güçlerinin Til Ebyad’a varmasına 5 kilometre kaldığını belirten Zebari, “Bu hat üzerindeki birçok yeri de IŞİD’den temizledik. Burada Rokko denilen yolu tamamen kontrol altına aldık” dedi. Dördüncü Peşmerge Grubu ile değişimin ne zaman olacağını yönündeki soruya ise, “Birkaç gün içinde olması bekleniyor” şeklinde yanıt verdi. Danimarka Hükümeti’nden YPG’ye destek Bu arada Danimarka Dışişleri Bakanı, PYD’e ile PKK’yi bir görmediklerini ve PYD ile YPG’ye destek verdiklerini söyledi. Information Gazetesi’ne konuşan Dışişleri Bakanı Martin Lidegaard, Rojava Kürdistanı’nda PYD ile YPG’ye destek verdiklerini ve bunun süreceğini belirtti. 05 Makbul vatandaşlığın terörü FERHAT KENTEL Bir zamanlar Bozüyük civarında bir silah dükkanını soyanlar arabalarının üzerine örttükleri Türk bayrağıyla Eskişehir’e kadar engellenmeden gidebilmişlerdi. Milliyetçi, dindar ya da Kemalist yani zorla ya da güzellikle toplumda kabul edilmiş/ettirilmiş en meşru değerlerin arkasına sürekli saklanan birileri var. Kentsel dönüşümle birilerini yerinden ederek inşaat dikmeye çalışanlardan, katillere, hırsızlara, tecavüzcülere kadar herkes bu “meşru” sembollerin arkasına saklanıyor. Bolşevik devriminden sonra Rusya’da ve diğer Sovyet ülkelerinde de bol miktarda birileri muhtemelen benzer biçimde “sosyalizm”in arkasına saklanıyorlardı ki, Sovyetler çöktükten sonra ortaya çıkan “yeni sınıflar” bu eski “yoldaşlardan” oluştu. Yani “yüce sosyalizm” adına epey network kurmuşlar ve epey bir malı ceplerine indirmişlerdi. Hatırlarsanız, Mardin’de onulmaz bir utanç vesilesi olarak yaşanan N.Ç. olayı vardı. 13 yaşındaki küçücük kıza tecavüz eden/edebilen adamlar arasında bulunan biri, “Ramazan’da Müslümanca işler yapılır ve görüntü kurtarılır” ilkesinden hareketle, kıza “Ramazan’da gel de karnını doyurayım” demiş / diyebilmiş... Aslına bakılırsa, bugünlerde Özgecan cinayetiyle –sıradan biçimde- yaşanan kutuplaşmayı aşabilme şansımız vardı ama anlaşılan gene tren kaçacak. Memleketimizin seküler muhalefeti bu vesileyle AK Parti ve muhafazakar ideolojiyi hedef haline getirirken, “AK Parti ne yaparsa doğru yapar”cı aparatçikler de bu vesileyle karşı taraftaki düşman inşasına yeni tuğlaları dizmek için fırsat yakalamış oldu. Meselenin sadece din, iman meselesi olmadığını farketsek treni yakalayabilmemiz belki de mümkün olacak... Mesele toplumda egemen olan dillerin, değerler sisteminin –o değerlere derinden ve samimi olarak bağlanan insanlardan bağımsız olarak- inanılmaz bir iktidar dili inşa etmesinde yatıyor. Yani o değerleri kullanmak için o değerlere inanmak gerekmiyor. Ancak devletin tepesinde, hiyerarşinin üst dairelerinde söz konusu değerlere sahip olduklarını iddia eden insanlar o değerleri silah haline getiriyorlarsa ve başka değerlere saygı göstermiyorlarsa, kendilerininkinden başka değerleri her fırsatta aşağılıyorlarsa, bir müddet sonra o değerleri kullanıp tecavüz edenler ya da cinayet işleyenlerle aradaki mesafe görünmez olur. Eğer hiyerarşinin tepesindekiler toplumsal tabanda bir yerlerde, kendi değerlerini “kullananlar”la –her şartta- özdeşleşiyorlarsa, o kullanım da her durumda “meşru” hale gelir. Mesela adam her türlü pisliği yaptıktan sonra, suçlanınca “Ne var ulan! Biz PKK’lı mıyız, terörist miyiz?” diye kendinin ne kadar masum olduğunu ispat ediverir. Adam her türlü hırsızlığa gözlerini kapar; “Müslümanız değil mi? Hoca Cuma günü hutbede ne diyor? ‘Akrabanı kolla’ diyor” der.. Adam her türlü pisliği yapar, mahkemeye takım elbisekravatla çıkar... Tecavüz eder; dövmeli bedenini sakal, cüppe ve sarığın arkasına saklar ve iyi halden indirim alır. Yani olması gerekene, görüntüye uyumlu davranmıştır. Totaliter durumda mühim olan görüntüye uymaktır. Müslümanmış, gibi sosyalistmiş gibi, dindarmış gibi, erkekmiş, efendiymiş gibi görünmek... Türkiye’de alçaklığın en rahat saklanabildiği alanlardır erkeklik, dindarlık, milliyetçilik gibi ideolojiler. Tabii ki onların en sıradan, en rahat görülen işaretleri.. Namaz kılarsınız, herkes sizi görür, “abdestinde namazında iyi insan” sıfatını kazanırsınız. Yeni küresel ve sanal elektronik alemde Cuma günleri “bakara-makara” ayet attırırsınız; onbinlerce takipçiniz nezdinde Müslümanlığı kurtarırsınız. Dost meclislerinde, kahve köşelerinde, bir–iki tane “vatan millet Sakarya/vatan için kanımızı canımızı veririz” repliği attırırsınız... Evdeki “karı” hakkında ileri geri konuşursanız; erkek takımı içinde havanız olur... Çünkü “makbul” olmak budur ve de esas mesele budur... 06 ÇÖZÜM SÜRECİ Davutoğlu ve KCK: Süreç kritik aşamada Başbakan Davutoğlu’nun Pakistan ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, “Çözüm süreci kritik bir aşamada. Herkesin bugün daha fazla dikkatli olması lazım. Çözüm süreci samimiyet ister. Cesaret ister. En önemlisi iyi niyet ister. Her gün “Çözüm süreci” dememiz yetmez gerekli adımların atılması gerekir. Hükümetimiz çözüm süreci konusunda tereddütte değildir. 2013 Martı’nda verilen silahsızlanma sözü beklemek hepimizin hakkı” sözleriyle KCK’nin silah bırakması gerektiği yönündeki mesajı da aslında henüz bir arpa boyu yol alınmadığı şeklinde yorumlanıyor Öcalan’ın 10 maddelik yol haritası Öte yandan bu tartışmalar sürerken Öcalan’ın Hükümete ve Kandil’e sunduğu 10 maddelik yol haritası ortaya çıktı. Müzakerenin yol haritasında yer alan maddeler şunlar: Demokratik siyaset, terörle mücadele yasasının kaldırılması ve ceza muhakemelerinde değişiklik, Kürd statüsünün anayasaya girmesi, anadilde eğitim, fikir ve düşünce özgürlüğüne iliklin değişiklik, toplumsal talepler, terör hükümlülerinin serbest bırakılması, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabul edilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve PKK’yi ilgilendiren örgütün Türkiye’deki silahlı eylemlerine son vermesi ve silahsızlanması ve silahsızlanmayla birlikte dağdan inecekler için ekonomik ve sosyal güvencelerin sağlanması. Ancak Hükümetin ve Kandil’in Öcalan’ın yol haritasına nasıl cevap vereceği nasıl yol alacağı ise henüz bilinmiyor. BasHaber 23 Şubat - 01 Mart 2015 BasHaber Bir varmış, bir yokmuş! Çözüm Süreci T ürkiye’nin gündemine 2009 yılında resmen giren ve devletin resmi ağızlarınca açıktan doğrulanan Kürd Açılımı 2013 Newroz’unda Öcalan’ın açıklamasıyla artık Çözüm Süreci olarak baş köşeye oturdu. Habur’dan giriş yapan barış grubunun görkemli karşılanmasını problemli bir durum olarak gören hükümet ile KCK-İmralı arasında süren görüşmelerde, bu mesele yol kazası olarak tanımlandı. Hasılı kelam 5 yıldır gündemin en çok ısıtılıp soğutulan, toplumsal tabanda en hararetli tartışmalara neden olan, telvizyon programlarının en uzun süreyi ayırdığı ve toplumun deyim yerindeyse artık beklemekten ‘kabız’ olduğu Çözüm Süreci, şu sıralar elde kalmış bir mirar (yarı ölü) gibi duruyor. KCK, HDP ve hükümet yetkililerinin son günlerdeki açıklamalarında karşılıklı yeni bir restleşmenin yansımaları gözlemlenirken, hükümet Kürd tarafını ‘Öcalan’ı boşa çıkarmak’la itham ederken, Kürd taraf ise hükümeti ‘oyalama’ ile itham ediyor. Daha önceki benzer evrelerinde de gözlendiği üzere, vanayı elinde tutan asıl muhattap, yani Öcalan ise bir nevi sessizlik ve bekleyiş içinde. Ya da iki taraf Öcalan’ın söylediklerini kamuoyuyla paylaşmıyor. Her ne kadar çözüm ve müzakere süreci olarak adlandırılsa da yıllardır sorunun ilgili tüm taraflarını kendi mevzilerinde adeta beklemeye alan sürecin henüz müzakereye evirilmediği, KCK’nin son açıklamalarından ve Öcalan’ın en son kamuoyuna açıklanan beyanlarından anlaşılıyor. 6-7 Ekim Kobanê protestoları ile topun ağzına giren süreç, Öcalan’ın devreye girmesiyle tekrardan rayına oturtulmuştu ya da öyle gösterilmişti. Ancak son günlerdeki durağanlık ve karşılıklı ithamlar, sürecin başladığı günden beri yapılan diğer seçimlerin öncesinde yaşanan atmosferi akıllara getiriyor. Geride kalan seçim dönemlerindeki tecrübe, Çözüm Süreci’nin yeniden aynı girdabın pençesine düştüğünü düşündürüyor. Toplumun hemen tüm kesimlerince destek bulan, kamuoyunda büyük beklenti yaratan ancak yıllara yayılmasına rağmen kamuoyunu doyuracak hiçbir açıklama, içeriği ve kapsamıyla ilgili herhangi bir paylaşımda bulunulmaması bir yana, tarafların en başından beri birbirlerine güvenmedikleri ve süreç denen mefhumun aslında bir güvensizlik tahteravallisi üzerine bindirildiği, muhattapların yaptıkları hemen tüm açıklamalarda hissedildi ve hissedilmeye devam ediyor. Öcalan’ın sessizliği ise yine tanıdık bir tekerrürü hatırlatıyor. Zira her iki tarafı ya da bir tarafı idare etme konusunda sürekli eli güçlen- dirilmeye çalışılan Öcalan’ın konumu ilkin sürecin başlayacağı günlerin arifesindeki açlık grevlerinde güçlendirildi. O günden sonra karşılıklı restleşmelerin kilitlenmeye vardığı tüm ara durumlarda Öcalan son anda devreye girerek durumu toparlayıp, konumunu daha da güçlendirdi. En son Kobanê protestolarında tekrarlanan da bu oldu. Ancak burada bir nüans farkı söz konusu ki, Öcalan’ın sessizliğinin ya da devreye sokulmasının seçimler sonrasına kadar sürebileceği seçeneği ortada. Zira HDP’nin parti olarak seçime girme kararı, hükümetin yeniden tek başına iktidar ve anayasal değişiklik gücüne ulaşma hırsı, sonuçlarını kimsenin üstlenmeyeceği bir hassas dönemin başladığına işaret ediyor. Bir diğer nokta ise hem Kürd siyasetinin hem de AKP’nin tüm seçimlerde, kampanyalarını karşılıklı birbirlerini suçlayıcı argümanlar üzerine kurmuş olması ve bu seçimde de görünenin o olması, Çözüm Süreci’ne bir molanın verileceğini gösteriyor. Kandil ile Ankara’nın karşılıklı yaptığı “Kritik” açıklamasına rağmen İmralı’dan müzakereye ilişkin şartlı açıklamanın yapılması ama bunun kamuoyu ile paylaşılmaması ve Öcalan’ın 15 Şubat’ta yapacağı silahsızlanma çağrısını yapmaması, KCK’nin “Türkiye’den istediğimiz kantondur” ve “Çekilen güçlerimiz Türkiye’ye geri döndü” açıklamaları genel tabloda ciddi bir tıkanıklığın yeniden yaşandığına işaret ediyor. Ayrıca mecliste İç Güvenlik Paketi tartışmalarının sürmesi ve süreçte yaşanan durguluğun bir diğer sebebi de gerekli adımların 7 Haziran’da yapılacak olan genel seçim sonrasına bırakılması olarak değerlendiriliyor. Sürecin şifrelerinin saklı kaldığı bir diğer ‘kuyu’ ise Kobanê ve Rojava’daki gelişmeler oldu. Sürecin kaderinin bir anlamda hükümetçe Kobanê’nin düşüşüne bağlandığı, Kürd hareketinin de karşıt bir durum üzerine yaklaşımını inşa ettiği düşünüldüğünde, Kobanê’nin düşmediği ancak geriye de birşeyin kalmadığı gerçeği, her iki tarfın da beklentilerinin gerçekleşmediğine denk geliyor. Bu da molanın vücut bulacağının bir diğer önemli teferruatı. Bir süre önce sürece ilişkin açıklamaların ortak yapılacağı deklere edilmesine rağmen henüz ortak bir açıklamanın yapılmamış olması, Öcalan’ın son 10 maddelik önerilerinin her iki tarafça da kamuoyuna açıklanmaması ise kimi analistlerce, her iki tarafın da Öcalan’ı yalnız bıraktığı şeklinde yorumlanıyor. Her seferinde tüm yetkilerin Öcalan’da olduğunu belirten Kandil ve HDP’nin son günlerdeki ‘süreç bitiyor’ yönlü açıklamaları ise, bazı kesim- lerin ‘Öcalan boşa çıkarılıyor’ tespitleri konusunda kuşkuya mahal oluyor. Daha önce Öcalan’ın görüntülü çekilme açıklaması yapacağı yönünde kamuoyunda yaratılan beklentinin bir benzerinin, 15 Şubat’ta çekilme açıklaması yapacağı yönünde yeniden yaratılması ancak bunun da gerçekleşmemesi, Öcalan’ın da daha önce yaptığı ‘ne haliniz varsa görün’ konumuna geçmiş olabileceğini düşündürüyor. Çekilen birliklerimiz geri döndü Öcalan’ın yeniden çekilme çağırısı yapacağının beklentisi varken garipsenecek bir açıklama KCK’den geldi. 8 Mayıs 2013’te başlayan ancak daha sonra hükümetin gerekli adımı atmadığı gerekçesiyle durdurulan geri çekilmeye ilişkin açıklama yaparak çekilen birliklerin Türkiye’ye yeniden döndüğünü ve örgütün en güçlü dönemlerininden birini yaşadığını açıklayan KCK yetkilileri, Çözüm Süreci’de her iki tarafın masaya oturmadan önce HDP’nin ve Abdullah Öcalan’ın “Statü istemiyoruz” sözünü verdiği geçtiğimiz günlerde ortaya çıkarken yaptığı yeni bir açıklamada süreç için Türkiye’den istediklerinin özerk yönetim olduğunu ifade etti. Bu açıklamanın hemen ardından PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan da, “PKK silah bırakmaz. Bu bir öz savunmadır ve Kürdlerin varlığı ve özgürlüğü bu öz savunmaya bağlıdır” sözleriyle beklenen çağrıya rağmen silah bırakmayacaklarınının mesajını verdi. “Ortadoğu’nun geleceği Türklerin ve Kürdlerin ittifakına bağlı” Bu tablo çerçevesinde süreçte yaşanan tıkanıklık ve kritik döneme ilişkin başvurduğumuz yazar, gazeteci ve her iki tarfatan siyasetçilerin söyledikleri de yukarıda özetlenen karmaşanın doğruluğuna ve herkesin kendi ajandası dahilinde hareket ettiğini, çözüm konusunda ortak bir ajandanın hala olmadığına delalet ÇÖZÜM SÜRECİ 23 Şubat - 01 Mart 2015 ediyor. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu süreçte tıkanıklık yaşandığını doğrulasa da sürecin devam edeceğini, anlaşmazlıkların ve görüş ayrılıklarının olmasının normal olduğunu ifade ederek, “Bu öyle kolay bir süreç değil tabiki anlaşmazlıklar olacaktır. Önemli olan kalıcı bir barış için her iki tarafın ortaya koyduğu iradedir. Ve Türkiye’nin barıştan başka şansı yok. Ortadoğu coğrafyasının geleceği de Türklerin ve Kürdlerin doğru temelde ittifakına bağlıdır. Ayrıca yoğun seçim süreci dolayısıyla bir yavaşlama olması normaldir. Bu sürecin bittiği anlamına gelmez” belirlemesinde bulundu. PKK’nin silah bırakması ve Türkiye’deki silahlı mücadelesine son vermesi gerektiğini kaydeden Ensarioğlu, “Tarafların birbirine karşılıklı güven tesisi için bu şarttır. Kanton tarzı özerklik, kanton yoksa biz de yokuz düşüncesi çözümü istememktir. Öcalan daha önce yaptığı açıklamalarda demokratik özerkliğin vazgeçilmez olmadığını söylemişti. Türkiye bütün halkların ülkesidir ve önemli olan demokratik cumhuriyet temelinde eşit yurttaşlıktır.” Parti ve çözüm sürecinden korkan diğer partileri seçimlere kadar Çözüm Sürecini tartışmaya zorlamak HDP’nin stratejisi olmalıdır.” AKP’den seçime kadar adım yok Gazeteci Yazar Tarhan Erdem de AKP’nin seçimlere kadar çözüm süreci konusunda adım atmak istemediğini ancak HDP’nin AKP’yi ve çözümü konuşmak istemeyen diğer partileri süreç için konuşmaya zorlaması gerektiği yorumunda bulundu. Çözümde yaşanan tıkanıklığın önümüzdeki günlerde salonlarda ve meydanlarda açık bir şekilde ortaya çıkacağını ifade eden Erdem, “Hükümet Çözüm Sürecinde seçimlere kadar herhangi bir adım atmak istemediğini kelimelerle ifade etmeyecek ama konuşmalarıyla, yaptıklarıyla bunu gösterecektir. Kaba milliyetçilerin oyundan mahrum kalmak istemeyen iktidar, muhalefeti giderek daha da sertleşerek suçlayacak, muhalefet de çözüm süreci tarafında açık yer almayacaktır. Ancak HDP, iktidardan ne beklediğini, tehdit ve itham etmeden, açık biçimde şu sorunun cevabını ortaya çıkarmaya çalışmalıdır” dedi. HDP’nin süreç için mecliste olması gerektiğini, bu nedenle parti olarak girmesinin doğal olduğunu belirten Erdem: “AK Parti ve diğer partiler, evrensel insan hakları ve eşitlik ilkelerine, yerinden yönetim ilkelerine inanmakta mıdırlar? Bazı temel konular, seçim barajı, yargı güvenliği, yerleşim yerlerinde yaşayanların o yer yönetimi hakkında tartışılmaz hakları konusunda açık önermeler ileri sürülerek, iktidarın ve diğer partilerin mutabakatları istenmelidir. HDP bu cevaplarla konuları somutlaştırarak tekrar ortaya koymalıdır. Ayrıca bütün halkın sorunlarına çözüm getirecek Çözüm Sürecinin sahibi olan HDP’ye oy verilemesini bütün Türkiye’den istemelidir. AK “Demokratikleşme şart” Gazeteci Mehmet Altan da AKP’nin süreci seçim hesaplarına göre şekillendirdiğini söyleyerek, “AKP’nin seçim ve başkanlık sistemi hesapları sorunun kalıcı bir şekilde çözülmesini engelliyor” dedi. Kalıcı barışın sağlanması için demokratiklemenin gerekli olduğunu vurgulayan Altan, “Cumhuriyetin demokratikleşmesiyle kalıcı barış sağlanabilir. Ancak demokratikleşme olmadığı gibi hukuk dışı düzenlemeler yapılıyor bu da süreçte sınıra gelindiğini gösteriyor. Böyle bir tabloda çözüm olamaz” diye konuştu. “Öcalan, Kandil’e gönderilmeli” Türk usulü başkanlık sistemi çalışmaları dışında hiçbir şeyin önemsenmemesinin barışı engellediğini söyleyen Altan, “İdeal bir müzakere isteniyorsa Abdullah Öcalan’ın kandile gönderilmesi gerekiyor. Gerçekten ne söylediğini görmemiz için bu şart. Başkanlık dışında hiçbir şeyi ciddiye almayan bir zihniyetin Türkiye’yi kaotik noktalara taşıma ihtimali yüksektir. Çünkü bölgede barış konusundaki umutlar o kadar yükseltti ki umutsuzluk ağır bir fatura çıkartır” dedi. Türkiye’de yaşayan halkların kalıcı çözüm ve barış için HDP’nin parti olarak seçime girmesine destek vermesi gerektiğini belirten Mehmet Altan, “Kürd siyasetinin doğru ve rasyonel bir şekilde bu kararı aldığını düşünüyorum. Çözüm için HDP parti olarak seçime girmeli ve Türkiye bu meselenin çözülmesinin istiyorsa yüzde onu aşacak oyu HDP’ye vermelidir” ifadelerinş kullandı. Barış, seçimden daha değerli HDP Muş Milletvekili Demir Çelik ise sürece rağmen İç Güvenlik Paketinin yasalaştırılmaya çalışılmasının iyi niyetli bir adım olmadığını söyledi. Çözüm Süreci için beklenen adımların genel seçimler sonrasına bırakılacağına dair tartışmalara ilişkin ise Çelik, “Barış seçime kurban edilemeyecek kadar değerlidir. Çözüm için hepimiz elimizden geleni sunmaya çalıştık. Kürd Siyasal Hareketi gerekli adımları attı. Üstüne düşeni yapmayanı hükümettir. Ortadoğu’da Kürd statüsüzlüğünden kaynaklı nasıl sorunlar yaşandığı ortada, İktidar üzerine düşeni doğru okumalarla irade kıran bir tavırla değil toplumun çoklu kimliğine uygun demokratik adımlar atılmalıdır” dedi. Kürd Siyasal Hareketinin bağımsızlıktan vazgeçtiğini ve birlikte yaşamak adına irade gösterdiğini söyleyen Çelik, “Türkiye’nin demokratik evrime yönelmesi gerekiyor. Ancak Türkiye bu evrime ve birlikte eşit bir şekilde yaşamaya razı olmadığı için süreç tarihsel gelişmelere rağmen bir ileri iki geri ileriyor” diye konuştu. “Sekreterya kurulmadığı için Öcalan çağrıda bulunmadı” Öcalan’ın 15 Şubat’ta beklenen silahsızlanma çağrısının yapılmamasının nedenini ise Çelik, sekreteryanın kurulmamasına bağlayarak şunları söyledi;“Başka tutsakların getirilerek sekreteryanın kurulmaması ve izleme komisyonlarının devreye girmemesi yani devletin üzerine düşeni yapmamasından dolayı sayın Öcalan 15 Şubat’ta beklenen açıklamayı yapmadı. Devletin keyfi davranışından dolayı bir adım atılamadı.” 07 Hükümet 6-8 Ekim’in ekisi altında HAKAN TAHMAZ AK Parti Hükümeti ile Kürd Siyasal Hareketi arasındaki Kürd Sorunu’nun çözümü konusundaki derin görüş farklılığını gidermeyi başaramamak yeni sorunlara ve sıkıntılara yol açmaya devam ediyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, 29 Kasım 2014 tarihinde HDP İmralı Heyeti’ne ilettiği “Tarihi Müzakere Manifestosu” adını verdiği önerilerin kamuoyuna yansıması üzerine taraflar arasında yoğunlaşan görüşme ve tartışmanın sonuçlandırılması oldukça gecikti. Geçen hafta Kandil’in verdiği mesaj ve HDP Heyeti’nin yaptığı açıklama sorunun ciddiyetinin boyutunu gösteriyor. Her iki tarafın açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla mevcut çatışmasızlığın nitelikli hale dönüşmesi ve mutlak kamu düzenini sağlamaya dönük tedbir ve düzenlemeler sürecin kilit konuları haline gelmiş durumda. Bu nedenle daha önce gündeme gelen hasta tutsakların durumu, izleme grubu ve Öcalan’ın koşullarının müzakereye elverişli hale getirilmesi buzdolabında bekletiliyor. Bu kilidi açmak için dünyada benzer süreçler yaşamış ülkelere dönüp bakmak bir çıkış yolu olabilir. İstisnasız bütün devletler müzakere masasına silahlı örgütlerin önce silah bırakmasını sürmüşlerdir. Ancak bu ön koşul hiçbir ülkede kabul görmemiştir. Aksine bütün dünyada müzakere süreçleri, 2013 yılında Çözüm Süreci’nin başında açıklandığı gibi karşılıklı adımlarla ilerletilmiş ve sonuçlandırıldı. Bizim medyanın merdiven usulü adını verdiği bu yöntemin neden işletilemediği ve çok sık yeni sorunlara yol açtığı tespit edilmeli. İlk akla gelen, tarafların birbirine karşı güvensizliğini gidermeye dönük adımların atılmamasıdır. Negatif barış sürecinden pozitif barış sürecine geçilmesi ancak güven artırıcı önlemlerin alınmasıyla ve tarafların müzakerenin yöntem, kural ve kurumları noktasında asgari ortaklaşmayı sağlamalarıyla mümkün olmuştur. Çözüm Süreci’nin ikinci yılını geride bırakmak üzere olduğumuz bugünlerde ne yazık ki bu konuda alınması gereken veya alabilecek yol alınmadı, atılması gerek adımlar atılmadı. Sadece 17 Temmuz 2014 tarihinde çıkarılan, adına “Çözüm Yasası” dediğimiz “Terörün Sona Erdirilmesi Ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” doğrultusunda 30 Eylül 2014 tarihinde, kurulacak komisyonlarla ilgili Bakanlar Kurulu kararnamesi çıkarıldı. Bir de HDP Heyeti’nin üye sayısı talep doğrultusunda 3 kIŞİDen 5 kişiye çıkardı. Hükümeti, Kobanê’de ve Şengal’de IŞİD’e karşı Kürd güçlerin, beklenmedik direnişi ve provokasyon diye tanımladığı 6-8 Ekim olayları esir aldı. Ya da bunları bahane olarak kullanıyor. Müzakere masasını kurmadan ve koşullarını oluşturmadan, müzakerenin sınırlarını belirginleştirmek istiyor. Bunu kamu düzeni sağlama bahanesiyle yapmak istemesinin sonucu olarak gündeme getirdiği İç Güvenlik Yasası Taslağı doğal olarak her kesimde tepkiye yol açtı. Bunu bir tür Çözüm Süreci’ni baltalayan girişim olarak tanımlamak mümkün. Çözüm Süreci’nin ruhuna aykırı bir biçimde polisin yetkisi artırılıyor, yeni suçlar üretiliyor, yargıçların bazı yetkileri kaymakamlara ve emniyet amirlerine devrediliyor, yargısız cezalandırma güçlendiriliyor, keyfi uygulamalar meşrulaştırılıyor. Türkiye’ yi demokratikleşmeden uzaklaştıran güvenlikçi anlayışla hazırlanmış bir taslak. Haklı olarak demokratikleşmekten uzaklaşılıyor kaygısı güçleniyor. Türkiye’nin seçim sürecine girdiği bugünkü ortamda bu yasanın çıkarılması konusunda gösterilen çabanın güvensizliği gidermeye dönük harcanması, Çözüm Süreci’ni bugünkü dar boğazdan çıkaracağı gibi taraflar arasındaki görüş farklılığının giderilmesine de önemli katkı olacaktır. Sürecin başka türlü ilerlemesi oldukça zor görünüyor. Hükümetin beklendiği gibi ve bugüne kadar da olduğu gibi Öcalan’ın “hayat öpücüğüyle” ilerlemenin sınırına yaklaşıldı. 08 SÖYLEŞİ BasHaber 23SÖYLEŞİ Şubat - 01 Mart 82015 SÖYLEŞİ BasHaber 23 Şubat - 01 Mart 2015 9 SÖYLEŞİ Bextiyar Elî: Edebiyat uğraşım insanlığı korumaya dönük bir savaştır Kürdistan yazın dünyası ve okurunun giderek yerinden kalkıp ayakta alkışlamaya başladığı, eserleri şu sıralar dünyanın değişik dillerinde çeviri aşamasında olan ve Kürdistan’ın tıkanık toplumsal kan dolaşımını en iyi yansıtan yazarlarından biri olarak gösterilen Bextiyar Elî, yani ‘bir Kürdistan’ın başkenti Hewlêr’den çıkmış bir kalemle, ‘bir başka Kürdistan’ın başkenti’ Diyarbakır’da, Kürd edebiyatı ve bazı güncel durumları konuştuk. Onun için söylenmiş en dikkat çekici söz, ‘En büyük Rawîn Stêrk Öncelikle hayatınızın nasıl geçtiğinizi sormak istiyorum. Bextiyar Elî şu sıralar ne yapıyor? Nerde yaşıyor? 16 yıl Almanya’nın Köln şehrinde yaşadım. 3 yıldan fazla da Frankfurt’a yaşıyorum. Bazen Güney Kürdistanı ve Kürdistan’ın diğer parçalarını ziyaret ediyorum. Birkaç yılın sonunda birkaç roman yazdım. Onun dışında düşünsel disiplinler üzerine de çalışmalarım devam ediyor. Örneğin bu sene birkaç romandan sonra denemelerden oluşan ‘Keştîy Ferîştekan’ adlı kitabım yayınlanacak. Faşizme eleştirilerden oluşan Ortadoğu’daki siyasi sosyal durumu anlatan bir kitapla meşgulüm. Kürdistan ve Kürdlerin siyasal olarak geldikleri nokta size nasıl etki ediyor? Hayat ve geleceğe dair umutvar mısınız yoksa karamsar mısınız? Edebiyatım da bunlardan oluşmaktadır. Yani deyim yerindeyse edebiyatımın bu tarihin ürünü olduğunu söyleyebilirim. Aralarında büyük bir ilişki mevcuttur. İşimin ve edebiyatımın bir gerçekliği var aslında. Karakterlerim bu tarihi olaylarda yaşamış yer almış kişilerden oluşmaktadır. Özelliklede Güney Kürdistan’daki tarihi olay ve şahsiyetlerin benim edebiyatıma büyük etkisi olmuştur. Gerçekten çok zor bir şey umutsuz bir şekilde konuşmak. Birçok şeyden ümidim yok aynı zamanda birçok şeyden de umutluyum. Halkımın başarılı ve mücadeleci ruhunu görünce o umudum daha da çoğalıyor. Aslında böyle durumlarda iyimser de olmak lazım Bu güçlü ve mücadeleci bir iradenin göstergesidir. Bana göre Kürdler’in geleceğinden umutlu olmak lazım. Geçmişe baktığımız zaman yasaklı bir dil vardı. 40- 50 yıl öncesine kadar dilimiz yasaklıydı. İlçelerde bile konuşulması yasaklanmıştı. Bugün romanlar, şiirler yazılıyor büyük şair ve roman yazarları var. Bunlar iyimser olmamızı gerektiren şeylerdir. Yaşanan siyasi gelişmeler, saldırılar ümitsizliğe kapılmamıza sebep verse de her zaman ümitsiziz ya da her zaman iyimser düşünüyoruz diye bir şey söyleyemeyiz. şansızlığı Kürd olması’ şeklinde. Bextiyar Elî kalemiyle Kürdistan’dan dünyaya derin bir ‘mürekkep kesiği’ atıyor denebilir. Kürdlerin, kendisini yazarlığının olgunluk çağında tanımaya başladığı Elî’nin edebiyat, coğrafyanın dili ya da dilsizliği ve bölünmüşlüğün yaratılacak kahraman üzerindeki etkisi konusunda söyleyecekleri kuşkusuz paha biçilemez değerde. Nitekim öyle de oldu. Elî, yazarlığı, eserleri ve eserlerinin Kürdistan algısı, bağımsızlığa giderken ki hisleri kısaca da güncel konulara dair sorularımızı yanıtladı. Kürdistan evvelden beri bir nevi polisiye olaylara sahne oluyor. Siz de yazarlığınızı polisiyeye artı yer vererek sürdürüyorsunuz. Bir tercih miydi yoksa Kürdistan’ın total atmosferinin bir tür zorlaması mıydı? Ben toplumun kötü bir durumda olmasının yazar için iyi olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir düşünce var. Çatışma ve çalkantılı toplumlarda iyi yazarların çıktığı düşüncesine inanmıyorum. Bir yasa yok tabi. Siyasi çalkantılar yaşayan toplumların ya da yaşamayan toplumların iyi yazarlar çıkardıklarını demek doğru olmaz. Bana göre yazar ile toplum arasındaki ilişki hassas bir ilişkidir. İlişkiyi yazar seçiyor. Bu yazarın elinde olan bir şeydir. Yazar kendi toplumuna hangi bakış açısıyla bakıyorsa onu öyle görüyor. Yazarın kitaplarını okunmuş olunabilir onun felsefesi hakkında bilgi sahibi olunmuş olunabilir. Siyasetin ve toplumun zor zamanlarında benim filozof ve aydınlarımın yaşamadığını düşünüyorum. Bizim yaşamımıza benzeyen bir yaşam alanının olmadığı kanısına varıyorum. Aslında her şeyden önce insanın içinde olan bir şey bu ve bu şeyler yazarı var ediyor. İlk başta toplum ile çok çatışıyordum. Bu çatışma siyasi bir çatışma değildi tabi. Bazen kendi toplumun ile de çatışabiliyorsun. Toplumdaki baskılar... ahlak... köhne fikirler... Çünkü anlam veremediğin kalıplaşmış düşünceler bazen kedi toplumunda da olabiliyor. Aynı zamanda kendini işgalciler ile de çatışıyor pozisyonunda bulabiliyorsun. Bu yüzden benim edebiyatım böyle gelişti. Savaş edebiyatı oldu. Belli bir güç ve diktatör ile yapılan bir savaş değildi tabi ki. İnsanın insanlığını korumaya dönük olan bir savaştı. Şartsız ve koşulsuz her yerde insanlığın savunmasıydı. Bizden önceki edebiyat da savaşçı ve mücadeleciler kutsal kişiler haline getiriliyordu. Benim edebiyatımda bu yok. Savaşçılar da insandır ve zayıf yanları olabilir. Suçlayıcı bir yönü olabilir. Kötü işler yapabilir. ‘Koşkîy Balîndekanî Xemgîn’ adlı eserinizdeki kahramanlar ‘zorunda kalınmış bir suç’ işleme durumu üzerinden kahramanlaşıyor. Kürdistan’daki kahramanlar da hayatın bu dayatmasından mı kahraman olmak durumunda kalıyor acaba? Evet... evet... aynen böyle Mensûrê Baba Gewre mesela, bu kişiler çok sade kişilerdir. Toplumsal ve gerçek kahramanların olmaması onların kahraman olmalarına sebebiyet vermektedir. Zorla kahraman oluveriyorlar. Biliyor musun? Bizim toplumumuzdaki kahramanların çoğu kahraman değiller aslında. Varsayılan kahramanlar hayal ettiklerimizdir aslında. Modern Kürd edebiyatında Kürd kimliğinden bahsetmek mümkün mü? Bu edebiyat Kürdlüğü işliyor mu ya da Kürdlüğe reddiye mi? Kürd kimliği ve teorik okumalar üzerine de baya çalıştım. Bu konuda birkaç makale de yazdım. Tabi romanlarda böyle bir sorun var. Özelikle ‘Keştîy Ferîştekan’ adlı romanda böyle bir sıkıntı var. ‘Keştîy Ferîştekan’ adlı roman 3 ciltten oluşuyor. Şu ana kadar 2 cildi yayımlandı. Bu sene diğer cildi de yayımlanacak. Kürdlük üzerine, Kürd milleti üzerine yazılmış bir romandır. Kürdlük sadece siyaset değildir. Dildir, birazda psikolojidir. Benim çalıştığım ve üzerine kafa yorduğum şey Kürd psikolojisidir aslında. Korkuları, hayalleri, önemsedikleri şeyler neler, bu insanlar neyi önemsiyor. Siyasal ve toplumsallığından da öte Kürdler’in hayallerinin korkularının isteklerinin anlaşılması gerektiğine inanmaktayım. Umudun olması lazım. Savaş olduğu sürece umudun da olması gerekir. ‘Mam im Cemşîd Xan’ adlı kitabınızda Cemşid Xan herşeyi unutuyor sadece Kürdlüğünü unutmuyor. Kürdlüğü unutmamak nasıl birşeydir? Acaba biz Kürdlüğü sadece bir hayal olarak mı yaşıyoruz da bir müptezel gibi bağrımızda taşıyoruz? Doğrudur. Cemşid Xan’ın Kürdlüğü değişimin ürünüdür. Cemşid Xan kendi gerçeğini bulamıyor. Cemşid Xan’ın kendi karakteri yok aslında. Bu Cemşid Xan’ın bir sıfatı hatta temel sıfatıdır. Kürdlerin son 50 yıllık tarihlerinin bir ürünüdür. Deği- şimlerin ürünüdür. Kürdlerin genel tarihlerine yayılmış bir durumdur. Baktığımız zaman Kürdler ilk olarak Marksist oldular. Sonra milliyetçi bir çizgiye kaydılar. Sonra liberalizm ve şimdi de İslamcılar. Bunları bir fotoğrafta görebilmek mümkündür. Bu krizleri bence hala Kürdistan’daki tüm parçalarda görebilmek mümkündür. Ama Güney Kürdistan da bu daha yoğundu. Çünkü Güney Kürdistan’da farklı siyasi süreçler yaşandı. Örneğin egemenlik süreci düşünsel farklılık ve farklı kişilikler çıkarabiliyor. Kuzey’de siz çatışma ve mücadele sürecini yaşıyorsunuz. ‘Dowwomîn Henarî Donya’da birakujî var. Bugün Kürd güçleri cephelerde beraber savaşıyorlar. Ama siyaseten birbirlerinden uzaklar. Kürdistan gene bir birakujî olayını yaşayabilir mi? Bence Kürdler arasında bırakujînin yaşanma zemini var. Bunun için madem biz bir toplumuz ve ideolojik ve düşünsel anlamda güçlüyüz ve birbirinden farklı güçler yaratıyoruz. Bunun Kürdler arasında her zaman birakuji zemini devam ediyor. Bizim siyasetimiz savaş mantalitesini bırakmış değil. Beraber yaşama birbirine tahammül etme, birbirini dinleme mantalitesi oluşmuş değil. Bunun için birakujiyi Kürd tarihinin geleceğinden de atabilmek mümkün görünmüyor. Buna sebebiyet verebilecek bir sürü neden var. Bizim siyasetimiz daha olgunlaşan ve sorunlara müdahil olabilecek bir siyaset değil. Kürdistan’ın dört parçasında ortak bir siyasi iradenin olmaması küçücük bir şey bile iç çatışmaya sebebiyet verebilecektir. Güney Kürdistan’da yaşanan iç çatışma çok manasız bir çatışmaydı. Birkaç yılın ardından ancak son buldu. Mantıksızlığın ürünüydü. Bizim siyasetimiz hala bile mantıklı hareket edemiyor. ‘Êwarîy Perwaney’ romanınızda da radikal İslamcıların egemenlikleri var. Kürdistan’ın şimdiki durumunu ve geçmişi göz önünde bulundurduğumuzda, ‘kötü kaderin’ bir müsebbibi de islamdır diyebilir miyiz? Evet doğrudur. Toplumumuz hiçbir zaman dinden uzak olmadı. Bizim toplumdaki oluşumların çoğu da dini bir söyleme sahipler, dinden uzak değiller. Bizimkiler kutsal şeyler yaratmaya devam ediyorlar. Yıkıcı tahrip edici bir mukaddestir bu. Savaşçı ruhlu bir kutsiyettir. Bu kutsiyet kendisini İslam’da buluyor. Bazen de kendisini İslami bir siyaset olarak da dayatıyor. Bazen de bu kutsiyet ideolojik bir şey olmayabiliyor dini ve ayini bir şey de olmayabiliyor. Bence İslamiyet kutsiyetlerin ortaya çıkmasının ve kutsiyetlerin dayatılmasının ilk ürünüdür. Bizim toplumda da kutsiyetler savaşçı ruhlu kutsiyetlerdir. Kürdistan’ın dört devletçe bölüşülmesi her açıdan problem, lakin bu beraberinde çok dilli olma avantajını, Güney ve Rojava’da Arap kültürünü, Doğu’da Fars kültürünü ve Kuzey’de Türk kültürünü de bilmeyi anlamayı getirmiştir. Bir gün yekpare bir Kürd coğrafyası söz konusu olursa bu dolaylı avantajın etkisi ne olur sizce? Çok kültürlülüğe inanıyorum. Bir dönem İran’da yaşadım, orda Farsça öğrendim. Arapça ve Farsça biliyor olmam aydın bir altyapı oluşturmamda çok etkili oldu. Yazmamı da büyük oranda etkiledi. Sonrasında Almanya’ya gittim Almanca öğrenmem ve oradaki tecrübelerde çok etkili oldu. Dört ulus arasında yaşamamız başımıza şansızlık ve felaketler getirdi. Ama çoğu zaman 4 dili biliyoruz. 4 farklı dildeki müziği dinleyebiliyoruz. O dillerin edebiyatlarından faydalanabiliyoruz. 4 farklı şeyi hissedebiliyoruz. Bu çok büyük bir zenginliktir. Bu bütün kültürlere sahip çıkma ve yaşatma zemini yaratabiliyor. Kürdler bu konuda tahammül sahibi insanlardır. Arap Fars ve Türkler de bunun olduğunu söyleyebilmek zordur. Aynılık teklik her zaman beraberinde tehlikeleri getirmektedir. Bu Kürd kültürünün geleceği için büyük bir zenginliktir. Şimdi de öyledir. Genel anlama Kürd romancılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl bir seyir izlemekte? Kürd romancılığı Kürdistan trajedisini yansıtabilmiş midir? Zordur. Açıkçası Kürd romanı yenidir. Kürd romanının genel tarihi 20-25 yılı geçmiyor. Kısa bir geçmişe sahipti. Bu 25 yılda büyük coğrafyada büyük sıkıntıların ve olayların yaşandığı yerde romanın hepsini yansıtabilmesi çok zordur. Ama bana göre büyük bir gelişme yaşanmıştır. Doğu’dan bahsedecek olursak Eta Nehayî adlı romancımız var. Çok başarılı bir yazar. Güney’de Eta Mihemed Karwan Kakasûr adlı yazarımız var. Batı’da da Jan Dost var. Bunlar Kürd romanın yapı taşlarıdır diyebiliriz. Eskiden övünebilmek için de olsa bir metinimiz yoktu. Bugün bir sürü metinimiz var. Gelecek için sağlam bir romancılığımızın olacağını ve Kürdleri aktarabileceğini düşünüyorum. Kürd aydınları, entelektüel Kürdler, neden Kürd egemenlerine Kürd partilerine değişim konusunda etkide bulunamıyor? Aydınlar partileri kurmuşlardır. Örneğin Güney de bu böyle olmuştur. İlk Kürd partilerini aydınlar oluşturmuşlardır. 1990’an da Güney’de aydınlar egemenlere büyük eleştiriler yaptılar. Kürd partilerine eleştiriler ise daha yenidir. Kürd partileri kendilerini aydınların üstü bir konumda görmektedir. Kendi sistemlerini oluşturmuşlardır. Aydınların görüşlerine ihtiyaç duymuyorlar. Genel anlamda Ortadoğu’da toplum ile aydın arasında bir köprü oluşmamıştır. Aydın denildiği zaman elitizm algılanıyor. ‘Yani halktan uzaklar farklı bir dil kullanıyorlar.’ Bu aydınların suçu değil aydınları suçlamamak lazım. Bölünmüşlükten dolayı aydınlarımız kendi parçası dışındaki Kürdistan’dan habersiz genelde. Bu berberinde yarattığı karekterin de eksik kalmasına neden oluyor mu. Örneğin Mensûrê Baba Gewre’nin Diyarbakır’ı, Adıyaman’ı, Van’ı gezememiş olması neyi eksik bırakıyor? Şüphesiz etkiliyor. Bu en büyük felaketlerden biridir bence. Güney, Kuzey’in edebiyatından haberdar değil. Uzmanlığımız da yok. Kuzey karakterlerini de bilmiyoruz. Aynı şey Kuzey için de geçerli. Güney insanını tanımıyorlar. Her bir parçadan bir karakterin olabileceği karakterleri bir romana yerleştirmeye cüret edemiyorum. Bunu tecrübe etmek çok önemli bir şeydir. Bir milleti anlayabilmek için çok önemli. 09 1916-1926: Kürdistan var, Kürdistan yok MESUT YEĞEN Arzın kalabalık milletlerinden biri olarak Kürdlerin bir milletler ve milli-devletler düzeni olarak tecelli eden yirminci yüzyılı millet statüsünden ve milli-devletten mahrum geçirebilmiş olmasını mümkün kılan büyük olay, malum, 1918’de tamamlanan Dünya Savaşı oldu. 1958’de olan biten müstesna, Osmanlı Kürdlerini 2003’e kadar arz üzerinde egemenlikten mahrum bırakan düzen ya da durum, Dünya Savaşı’nın ardından oluşan siyasi tabloda kararlaştırıldı. Kürdler ve Kürdistan, savaşın son iki senesini de içine alan on seneye sığan 1916 Sykes-Picot Anlaşması, 1920 San Remo Konferansı, 1923 Lozan Anlaşması ve 1926 Ankara Anlaşmasıyla Kürd olmayanların egemenliğine bırakıldı. Dünya Savaşı, üç kadim hanedanlığı, üç büyük imparatorluğu, Avusturya-Macaristan, Rusya ve Osmanlıyı darmadağın edip, onlarca kavmi egemen milletlerden kılarken, Kürdler nasıl oldu da bu genel eğilimin dışında kalabildi? Kürd siyaset erbabını neredeyse yüz senedir meşgul eden bu sorunun iyi ama zor bir tarih sorusu olduğuna şüphe yok. ‘Faillerin hataları, kurnazlıkları ya da alçaklıklarıyla’ açıklanamayacak kadar iyi ve zor bir tarih sorusu. 1916-1926 arası on senede olup bitenler Kürdleri 2003’e kadar geçecek seksen sene boyunca egemenlikten mahrum edebildi çünkü evvela Kürdlerin 1916’dan önce ‘Kürdistan’daki egemenlikleri zaten zayıf, parçalı ve süreksiz bir egemenlikti. Bu zayıf, parçalı ve süreksiz egemenliğin o günlerdeki taşıyıcıları Kürdistan’da egemen olmak için kendilerince ellerinden geleni yaptılar yapmasına ama kudretleri yetmedi, bu açık. En büyük ve en yakın zamandaki Kürd mirliğinin varisleri olarak Bedirhaniler, Abdülhamit döneminde türlü ayrıcalığa sahip olmuşken İttihatçıların hışmına uğramış Milliler, Ermeni soykırımına iştirak etmemiş ve İngiltere’nin doğrudan askeri kontrolündeki Güney Kürdleri ve fırsatçı Şerif Paşa gibileri İngiltere’nin kontrolünde bir Kürdistan Krallığı, başını Seyyid Abdülkadir’in çektiği, Osmanlı elitiyle bütünleşmiş ve daha ziyade İstanbul’da meskun Kürd eliti ise Osmanlı içinde özerk bir Kürdistan yoluyla Kürdleri egemen kılmanın peşine düştüler. Kürdleri Kürdistan’da egemen kılma fikrinin taşıyıcıları Kürd kalabalıklarını da iyi kötü bu fikre ikna ettiler aslında. Berzenci ayaklanmasında bağımsız Kürdistan fikrinde karar kılanlar, Koçgiri ve Şeyh Sait ayaklanmasında özerk Kürdistan kararını alanlar Kürd kalabalıklarınca desteklendi. Ne var ki, ne Kürd kalabalıklarının ne de Kürd elitlerin kudretleri Kürdleri, Kürdistan’da egemen kılmaya yetti. Kürdleri Kürdistan’da egemen olmaktan alıkoyan ikinci ve daha büyük sebep ise Kürdleri egemen olma kudretiyle donatabilecek büyük oyun kurucu olarak İngiltere için Kürdlerin akıbetinin ancak kendi ali çıkarlarının akıbetiyle ilgili olarak önemli olmasıydı. 1916-1926 İngiltere’si için esas mevzu Hindistan ve Mısır’daki çıkarlarını korumak ve Bolşevik tehlikesini durdurmak olduğundan bağımsız ya da özerk bir Kürdistan’dansa Musul petrollerinden vazgeçmiş bir Türkiye’yle, Basra petrolünü kontrol eden ve kendi himayesindeki bir Bağdat ve Fransız mandasına terkedilmiş Suriye arasında paylaşılmış bir Kürdistan daha cazip oldu. 1916-1926 arasındaki on yılın Kürdistan’ın Türkiye, Irak ve Suriye arasında bölünmesiyle neticelenmesine yol veren bu sosyal ve siyasi tablo oldu. Kürd kalabalıkları ve elitleri bu tablonun ürettiği durumu değiştirmek için 1926’dan bugüne çok uğraştı, lakin tabi oldukları siyasi ve askeri makinayı devirmeye, dönüştürmeye kudretleri yetmedi, ta ki 1990’lara kadar. Kürdistan’ı çerçeveleyen sosyal ve siyasi tablonun 1990’larla birlikte hızla değişmesiyle beraber Kürdleri egemen olmaktan alıkoyan siyasi ve askeri makinanın Irak aksamı malum 2003’te çökertildi ve Irak Kürdleri uluslararası bir müdahale vesilesiyle Kürdistan’da egemen oldular. Aynı makinanın Suriye aksamı ise bir iç savaş vasıtasıyla etkisizleşti ve Suriye Kürdleri de henüz uluslararası hukuk tarafından onaylanmamış da olsa Kürdistan’da bir biçimde egemen olma yoluna girmiş bulunuyor. Kürdleri egemenlikten mahrum kılan siyasi ve askeri makinanın Türkiye aksamı ise malum yerli yerinde duruyor ve fakat Irak ve Suriye’den farklı olarak Türkiye’de Kürdlerin egemenliği iyi kötü üzerine konuşulabilen bir mevzu bugün. Hem Türkiye’ye özgü bu hal ama hem de Kürdleri Irak ve Suriye Kürdistanı’nda egemen kılan sürecin sebep olduğu yıkım Kürdlere ve Türklere tek bir şeyi gösteriyor olsa gerek: 1916-1926 tablosunun Türkiye kısmı sulh içinde değiştirilmeli, sulh içinde değiştirilebilir. 10 HABER BasHaber ‘Paket’in kanı mecliste döküldü! E Rabia Çetin kim ayından bu yana Türkiye’nin gündeminde olan ve büyük tartışmalara neden olan İç Güvenlik Paketi görüşmeleri iki ertelemenin ardından başladı. Muhalefet partilerinin, hukukçuların ve insan hakları savunucularının büyük tepki gösterdiği İç Güvenlik Paketi görüşmeleri geçtiğimiz hafta Salı günü başladı. Ara ara kapalı oturumlar halinde devam eden görüşmelere damgasını vursan ise İktidar ve muhalfet arasında şiddetin önlenmesine karşı yine şiddet dolu görüşmelerin yapılması oldu. Görüşmelerin ilk gününde mecliste çıkan olaylarda HDP’li vekiller 3. gününde çıkan olaylarda ise CHP’li vekiller yaralandı. Türkiye’de özellikle toplumsal olaylarda ve eylemlerde öne çıkan şiddete karşın böyle bir paketin gerekli olduğunu savunan İktidar, paketin meclisten geçmesi için elinden geleni yaparken muhalfet partileri ve toplumun çoğu kesimi de şiddetin azalmayacağı aksine polisin yetkilerini arttıran paket ile gözaltı, tutuklama ve polis şiddetinin artacağını savunuyor. Aylardır Türkiye gündeminde olan polisin ve idari kurumların yetkisini genişleten yargıyı ise neredeyse etkisiz hale getirecek olan İç Güvenlik Paketi görüşmeleri mecliste kanlı bir şekilde başladı. İki defa ertelenen görüşmeler geçtiğimiz hafta başlarken yasalaşmadan paket mecliste kan döktü. Pakete ilişkin gerçekleşen görüşmelerde çıkan tartışmalarda muhalefet partilerinden vekiller yaralanırken iktidar partisi ülkedeki şiddetin azalması ve huzurun sağlanması açısından paketin gerekli olduğu konusunda ısrarcı. Hükümet, İnsan hakları savunucuları, kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve muhalfet partilerinin “sivil darbe” diye nitelendirdiği paketin AB’ye uyumlu yasalar şeklinde yapıldığını ileri sürüyor. Pakete ilişkin önceki günlerde Türkiye’nin birçok kentinde hukukçular eylem yapıp paketin geri çekilmesini isterken birçok kesim de yapılan değişikliklerle Türkiye’nin polis devleti haline dönüştürüleceği, OHAL’i yeniden getireceği kanısında. Ancak iktidar tüm bu eleştirilere rağmen 2013’ün Mayıs ayında başlayan Gezi eylemleri ve ardından 2014 yılının Ekim ayında Kobanê eylemleriyle devam eden toplumsal olaylarda yaşanan şiddet ve ölüme çare ve toplumsal huzurun sağlanması için paketin yasalaşmasını savunuyor. Paketin meclisten geçip geçmeyeceği ya da bazı maddelerinde değişikliklerin yapılıp yapılmayacağı merak konusu iken gazetemize değerlendirmelerde bulunan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, yapılan bu yasa ile Türkiye’nin yönetilemeyecek durumu geleceğini ileri sürdü. Gazeteci –Yazar Avni Özgürel ise yaşanan olaylar sonrasında böyle bir yasanın gerekli olduğunu savundu. Gündem Çocuk Derneği ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) ise tüm eleştirilerin yerinde olduğunu söyleyerek yasa ile birlikte hem çocuk haklarında ihlallerin artacağını hem de gazetecilerin polis karşısında silinecek duruma geleceğini ve özellikle Kürd gazetecilerin bu paketten dolayı fazlasıyla mağdur olacağı değerlendirmesinde bulundu. “Bu paket rejim değişikliğinin ilk adımıdır” İç Güvenlik Paketinin en çok tartışalan maddelerinden biri polise ve valilere verilen geniş yetkiler olurken TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, bunu rejim değişikliği adımı olarak değerlendirdi. Paket ile iktidarın Türkiye’yi yönetilemez hale getirdiğini savunan Feyzioğlu, “Bu bir sıkıyönetim ilandır. Aynı zamanda sarayın güvenliğini korumak ve rejim değişikliği yapmak için böyle bir pakete ihtiyaç duydular. Ancak paket meclisten geçerse herkes bilmelidir ki Türkiye yönetilemez hale gelir” dedi. Pakette yer alan ve molotofu silah kapsamına alan maddenin ise kandırmaca olduğunu söyleyen Feyzioğlu, “Molotof zaten silahtır. Hiç kimse silahın olduğu gösterileri savunmaz. Üstelik polisin bugün de bu tür olayları engelleme yetkisi var. Bunun için yeni bir pakete ve yasaya ihtiyaç yok ki. Toplantı ve yürüyüş yapmak neredeyse imkansız hale getirilecek. Kimse daha ağzını açmadan gözaltına alınacak, tutuklanacak. Bu iktidarın toplumu sindirme politikasıdır. Kendi elleriyle yarattıkları bu tabloyu yönetemez hale getirmeye çalışıyorlar. Polise verdikleri yetkiyle de yürütme organının yargı üzerinde güç sahibi olmasını sağlayacaklar” diye konuştu. Barolar ve hukukçular olarak paketin yasalaşmaması için ellerinden geleni yaptıklarını belirten Feyzioğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “İktidar parmak hesabıyla illa da bu paketi çıkartacağım diyorsa bu toplumun her kesiminden gelen eleştirileri ve toplumu yok saymaktır.” “İç Güvenlik Paketi çok isabetli bir karar” Gazeteci Avni Özgürel ise sorunların yasayla tamamen ortadan kalkmasının mümkün olmadığını ancak Türkiye’de son dönemlere yaşanan olaylara bakılınca böyle bir paketin gerekli olduğunu savundu. Yaşanan olayların yasaların yetersizliğinden kaynaklandığını söylemenin yanlış olacağını belirten Özgürel, “ Mevcut yasaya göre zaten terör ya da adam öldürmek serbest değil ki. Ancak Türkiye öyle kötü günler yaşadı ki bazı tedbirlerin alınması kaçınılmaz hale geldiği için bu paketi çıkartmak isabet oldu. Ayrıca İç Güvenlik Paketindeki yasalar Fransa yasalarıyla neredeyse aynı” diye konuştu. Tüm bu yaşananlara karşı çıkartılan bu pakete yönelik endişelerin olmasının gayet normal olduğunu ifade eden Avni Özgürel, endişelere ve eleştirelere rağmen paketin gerekliliğine dair şu değerlendirmede bulundu: “Kar topu attığı için adam öldürülen bir ülkede genel bir sağ duyu sorunumuz var. Bu paketin getirilmesi tam da bütün bunlar için gereklidir. Endişelerin olması gayet normal çünkü polisin sicili ortada. Polise yetki verildi mi nasıl uygulayacağı konusunda kimse garanti veremez. Bu nedenle meclisteki gibi bir şiddet tablosunun yaşanmaması için yetki makul birine verildi mi kimseye zarar vermeden suçlar engellenebilir.” 23 Şubat - 01 Mart 2015 Kürd medyasına keyfi tutumlar artacak Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Türkiye Temsilci Erol Önderoğlu da paketin basın ve gazeteciler açısından getirileri konusunda değerlendirmelerde bulunarak gazetecilerin hak ihlallerinin artacağını söyledi. Özellikle Kürd medyası açısından sıkıntılı bir paket olacağını ifade eden Önderoğlu, “Gezi eylemlerinde ve Kobanê olaylarında 150’yi aşkın medya temsilcisine saldırı oldu. Bu paketin daha önceki saldırılara cezasızlık getireceği gibi Kürd medyasında çalışan gazeteciler başta olmak üzere sorgulayan gazetecilere yönelik polisin keyfi uygulamaları artacak. Tüm toplum açısından olduğu gibi basın ve gazeteciler açısından da paketin yasalaşmasıyla birlikte güvenin kötüye kullanılacağı bir döneme gireceğiz” değerlendirmesinde bulundu. En önemli muhatap çocuklar Çocuk hakları konusunda çalışmalar yürüten Gündem Çocuk Derneği ise paketi çocuk hakları konusunda değerlendirdi. Paket ile birlikte var olan çok hakları ihlalinin artacağını vurgulayan Gündem Çocuk Derneği’nden Ezgi Koman, “Bu yasanın en önemli muhattabı çocuklardır. Bu tasarı yasalaşırsa Gezi direnişinde, Kobanê eylemlerinde ve Cizre olaylarında olduğu gibi çocuklar polis şiddetine daha fazla maruz kalacaktır” yorumunda bulundu. Çocukların cezaevlerine kapatılamalarına karşı çalışmalar yürüttüklerini belirten Koman, “Bu paket ile birlikte gözaltına alınan ve tutuklanan çocuk sayısı artacaktır. Çocuklar, polis şiddetine ve işkenceye daha fazla maruz kalmaya başlayacaklar” dedi. Pozantı, Şakran ve Sincan cezaevlerinde tutuklu bulunan çocukların maruz kaldığı tecavüz ve şiddeti hatırlatan Koman, “Eğer paket yasalaşırsa yeni Pozantılar yaşanabilir. Oralarda neler olduğunu hepimiz gördük. Bu paket ile birlikte çocuk hakları çok ağır ihlalere maruz kalacak. Çocukların ifade özgürlüğü ve barış içerisinde yaşama ve toplanma hakları ihlal edilebileceği gibi yaşam hakları da ellerinden alınabilir. Bu nedenle bu yasa bizi fazlasıyla endişelendiriyor ve derhal geri çekilmesini istiyoruz” diye konuştu. BasHaber HABER 23 Şubat - 01 Mart 2015 Kürd partileri ittifak arayışında 7 Zeray Nergis Haziran seçimlerine 4 aydan az bir süre kalmışken, seçime parti olarak girme kararı alan HDP ile diğer Kürd partileri arasında ittifak arayışları da hız kazandı. Bu ittifak arayışının sadece seçim endeksli olmadığının altını çizen Kürd siyasi partileri bölgede ihtiyaçlar doğrultusunda stratejik bir ittifak çalışması olduğunu vurguluyor. Kuzey Kürdistan’da siyaset yapan Kürd partileri, özelde seçimler için ama genel olarak da Kürd halkının ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda ittifak yapma arayışı içinde. Bu arayışlar sonucunda Azadi Hareketi, Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP), Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP), Partiya Azadiya Kurdistan (PAK), Öze Dönüş, Nubihar ve birkaç Kürd dergi çevresi ile görüşen HDP, bu tür görüşmelerine devam ediyor. Buna sadece bir seçim ittifakı olarak bakmayan Kürd partileri, aynı zamanda bu ittifakın Kürd Ulusal Birliği çalışmaları çerçevesinde seçim sonrasında da sürdürülmesini ve çalışmalarının devam edeceğinin sinyallerini veriyor. HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi ve seçimlere girmeyen diğer Kürd partileri arasındaki ittifak arayışları çerçevesinde seçim öncesinde ve sonrasında çalışmalarına ağırlık verecek. “Genel perspektif Kürdler arası ittifaktır” HDP ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), KADEP, ÖSP, PAK, Azadi Hareketi, Öze Dönüş, Nubihar ve çeşitli Kürd çevreleriyle ittifak arayışları çerçevesinde görüşmeler gerçekleştirdiklerini dile getiren DBP Eşgenel Başkanı Kamuran Yüksek, “Bizim ortak perspektifimiz, görüşmelerimiz ve tartışmalarımız genel olarak Kürdler arası ittifak arayışıdır. Bütün Kürd partileri, siyasal eğilimleri, düşünceleri ve ideolojileri arasında bu kısa vadede seçim sürecinde uzun vadede ise ortak bir ittifak oluşturabilmek amacını taşıyor” dedi. Yüksek, yapılan tüm görüşmelerin bu anlamda olumlu geçtiğini söyledi. “İttifaka stratejik yaklaşıyoruz” Ulusal birlik çalışmaları çerçevesinde Kürd siyasetinin bugüne kadar bu konuda birçok çalışma yürüttüğünü vurgulayan Yüksek, ittifak arayışlarının da bu çalışmaların devamı olduğunu kaydederek, “Bunu seçimlere de taşımak istiyoruz” dedi. Kürd partileri arasında çeşitli nedenlerle diyalog kopuklukları olduğuna işaret eden Yüksek, “Elbette ki stratejik yaklaşıyoruz. Daha uzun vadeli bir birlik arayışı içindeyiz. Ama bu aşamada seçimler var. Ve biz seçim sürecine de bunu yansıtmak istiyoruz. Önümüzdeki günlerde yapacağımız çalışmalardan sonra hangi yapı ya da partilerle birlikte seçim sürecine gireceğimizi netleştirerek kamuoyuyla paylaşacağız” diye konuştu. “Kürdistan halkını savunan ortak platform talebi” Mustafa Özçelik Adem Geveri Bu ittifak arayışlarının dışında, bir süredir üç Kürd siyasi partisi ile ortak bir platform oluşturma çabası içinde olduklarını kaydeden Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Başkanı Fehmi Demir de “Ortak bir seçim platformunda uzlaşabilirsek, birlikte yürütmeye çalışacağız. Bizim için platforma üzerine uzlaşmaya varılan ilkeler önemlidir. İttifakların ne üzerine olduğu en az ittifaklar kadar önemlidir. Kürdistan halklarını savunan bir ortak platform oluşturulabilir. Bizim açımızdan HDP ile görüşme tek başına bir seçim ittifakı görüşmesi olmayacak. Eğer bizimle bu şartlarda görüşmek isterlerse biz de onları görüşürüz” dedi. ‘İttifakın seçimlerle gündeme gelmesi eksikliktir’ Yeni kurulan PAK, Mart ayının başlarında yapacakları toplantı sonrasında seçim siyaseti ve ittifaklar ile ilgili kararlarını netleştireceklerini açıklamıştı. PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik, “Şu anda bütün Kürd partileri ile görüşüyoruz. Tüm bu değerlendirmelerin ışığında bizi karara götürecek olan esas etken Kürd Sorunu’nun çözümünde Kürdistani bir duruşun sergilenmesi ve ortak bir siyasal tutumun seçim politikasında egemen olmasıdır” dedi. Kürdistani çizgi konusunda kürdlerin anlaşması halinde durumu değerlendireceklerini aktaran Özçelik şunları söyledi: “Kürdler arası ittifakları savunuyoruz. Ama seçimlerle birlikte gündeme gelmesi bir eksikliktir. Kürdler sadece seçimlerle değil ülke olarak Kürd ve Kürdistani bir teoremle bir araya gelmeliler. Samimi bir diyalog ve ortak bir konsensusun oluşturulması gerekiyor” diye konuştu. İttifak arayışları sonucu HDP’nin ilk görüştüğü çevre olan Azadi Hareketi ise ittifakı doğrudan destekleyeceğini açıkladı. Azadi Hareketi Genel Sekreteri Adem Geveri, ittifak arayışlarında hala elde tutulacak bir şey olmadığına işaret ederek, “Bütün Kürdlerin özlem duyduğu fotoğraf, ulusal anlamda hepimizin bir arada olmasıdır” dedi. T-KDP Genel Başkanı Mehmet Emin Kardaş ise, HDP’nin Kürd partileri arası ittifak arayışlarının olumlu ancak geç kalınmış bir adım olduğunu belirterek, “Seçim ittifağı, koalisyon şeklinde yapılabilir. Sonrasında mümkünse aynı çatı altında kalınabilir. Kürdlerin bir statü kazanabilesi için siyasi partilerinin de onları mecliste temsil etmesi gerekir. Seçimden sonra da bu çalışmalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.” şeklinde konuştu. Kürd Demokratlar Platformu Başkanı Sertaç Bucak ise seçim ittifakı ile ilgili henüz kendileri ile görüşen kimsenin olmadığını belirterek, “Biz Kürd eğilimli Kürd partileri arasında veyahutta demokratik güçleri arasında her zaman görüşmeler olabilir. Fakat HDP’nin bu ziyaret amacını çok taktikseldir. Kendilerinin ihtiyacı olduğu zaman gelecekler ve sonrasında da sormazlar. O açıdan da biz buna pek değer vermiyoruz. HDP diyor ki ben Türkiye partisiyim. İddiası da odur. O açıdan bizim onlarla bir ortaklığımızın olması zor görünüyor. Ama yine de tartışma süreci bunu belirleyecek olsa da olacağını düşünmüyorum.” dedi. Sertaç Bucak Emin Kardaş 11 İktidar kendi güvenliğini alırken SENNUR BAYBUĞA Oniki yıldır iktidarda olan AKP, seçimlerde kazandığı çoğunluğu, sürekli, tarihimizden gelen çelişkileri ustalıkla kullanarak elinde tutmaya çalışıyor. Bu cingöz ve kirli siyaset tarzının; yukarıdan aşağıya doğru gitgide ülkenin her tarafında artan şiddetin, yerleşen şiddet dilinin ve yaşanan cinnetin büyük oranda bu iktidarı koruma ve sonsuza dek devam ettirme hayali ile mutlaka ilgisi var. Yarattığı gerilimi artık 12 Eylül mahsulü gerici yasalar ile bile denetleyemeyen hükümet kendine yeni iktidarı koruma kanalları açma derdine düşmüş görünüyor. Yargının, iktidarın temin ve tesisi için siyasi bir silah haline getirildiği bu dönem de ufak tefek çatlamalar ve dirençler de iktidarı artık memnun etmiyor olmalı ki; güvenlik politikalarını artık geçmeyi hayal ettiği başkanlık sistemine uydurmaya gayret ediyor, hukuku kadükleştirerek. İki gün önce mecliste bir yasa tasarısı görüşülmeye başlandı, evvelce türlü gerekçelerle görüşülmesi ertelenen iç güvenlik reformu paketi. Meclisin basına kapalı oturumunda yapılan görüşmeler anlaşılan çok gergin gidiyor. İktidar partisi, ülkenin kontrolünü elinde tutabilmenin bu tasarının meclisten geçmesi ile mümkün olacağına iyiden ikna olmuş olmalı ki işi iki kadın vekili darp edecek kadar ileri götürdü. İç güvenlik paketinin başta Polis Vazife Salahiyetleri Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu, Toplantı Yürüyüşleri Kanunu olmak üzere Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu diğer birçok kanunda değişikliğe gittiğini söyleyelim. Bahsi geçen tüm yasaların direk etki ettiği alanlar, kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen temel alanlar, gösteri hakkı, ifade özgürlüğü alanları. Valinin veya kaymakamın görev vereceği kolluk görevlileri tarafından, temel hak ve özgürlüklere ve evvelce hakim kararı ile verilecek bir kısım soruşturmaya ilişkin yetkilerine el konuluyor. Hukukunun denetim alanı ya da sonradan denetimi ile bir tür yeni olağanüstü hal rejiminin memlekete hakim kılınmak istendiği söylenebilir. Kolluk yani polis; diyelim ki bir güvenlik aramasında insanların üzerlerindeki tüm giysileri çıkarabilme yetkisine hakim kararı olmadan sahip olacak artık. Yargı zamanlama olarak baypas edilerek aslında kişi güvenliği ve vücut bütünlüğü ile ilgili tüm kararları verme yetkisi nerede ise bir kaymakama veriliyor, en basiti ile söylersek. Yine tasarıya göre hakim kararı olmadan 48 saat boyunca telefon dinleme yetkisi kolluğa veriliyor. Kolluğun yetki ve yetki aldığı makamlar hükümete bağlanıp, polisi evinizin içine kadar sokup ifadenizi orada almasına kadar izin veriyor tasarı. Kolluk ifadenizi almak sizi aramak, taramak, soymak için mesela gecenin bir vakti evinize gelebilecek artık, bunun için hakim kararı gerekmediği gibi karakolda canı sıkılan bir polisi her an gece evinizde misafir etmek zorunda bırakılabilirsiniz. Polisin toplumsal olaylarda silah kullanma yetkisine yasallık ve meşruiyet getiriliyor, molotof atmaya ‘kalkışan’ birini vurma hakkı polise veriliyor. Bez parçası, bilye, havai fişek gibi insan dışında ne materyal olursa olsun yanınızda yaptığınız gösteri yasadışı ilan ediliyor ve kolluğa her türlü tedbir hakkı veriliyor neredeyse. Yasanın çıkarılmasında arzu edilen gayenin her türlü toplumsal gösteri, protesto hakkını zaten iyice siyasallaştırılmış yargının bile denetiminden bir süre çıkararak hükümetin denetimi altında tutmak olduğu anlaşılıyor. Ülkede halihazırda muhalefet odakları nerelerde kümelenmiş görünüyor; Gezi olayları ile başlayan ve ülkenin batısından itibaren gitgide artarak gelişen sokak hareketleri, ani gelişen refleksif gösteriler. Kent hareketleri, çevre hareketleri, köylerden başlayarak kentlere kadar etkisini artıran yaşama alanlarına saldırıya karşı oluşturulan direnç. Kürd hareketi merkezli gelişen ve daha fazla demokrasi, özgürlük ve barış talep eden siyasi hareketler, aleviler ve ülkede yaşayan tüm azınlık halkların öz taleplerini içeren destek de bulan muhalefet ve gösteri alanları. Tasarı bir nevi hepinize evinize girin hatta orada da uslu durun diyor. Artık hükümet kendi güvenliğini almış durumda, geçmiş olsun. 12 KADIN BasHaber Kadın kırımı! Türkiye’nin toplumsal şizofrenisi! T Berfîn Mijdar ürkiye günlerdir ayakta, hemen her kentte kadınların öncülüğünde kadın cinayetlerine karşı yürüyüşler, eylemler ve basın açıklamaları gerçekleşiyor. Nedeni ise geçtiğimiz hafta Mersin’de kaybolduktan 3 gün sonra cesedi bulunan 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Arslan. Özgecan Arslan, bindiği minibüste şoför tarafından önce tecavüze uğramış ardından iki kişinin daha yardımıyla yakılarak katledilmişti. Özgecan Arslan’ın başına gelenlerin duyulmasının ardından Türkiye ayağa kalkarken 2014 yılında 291 kadın eşleri, sevgilileri yakınları tarafından öldürüldü. Arslan cinayetinin ardından Türkiye’de yeniden ortaya çıkan acı tabloda kadınlar, tecavüz edilerek, intihara sürüklenerek ve katledilerek cins kıyımına uğruyor. Özgecan Arslan’ın başına gelenler toplumu yeniden düşünmeye ve ayağa kalkmaya iterken Türkiye’de kadınlara yönelik gerçekleştirilen soykırım ise tüm tepkilere rağmen devam ediyor. Özgecan Arslan için eylemlerin sürdüğü sırada İstanbul Üsküdar’da ve Antalya’da iki genç kadın öldürülürken bir kadın da çocuklarının gözü önünde bıçaklandı. 12 yaşındaki bir kız çocuğu da tecavüzden son anda kurtarıldı. Meclisteki İç Güvenlik Paketi görüşmelerinde de çıkan olaylarda da iki kadın vekil şiddete maruz kaldı. Ayrıca yapılan açıklamalarda tecavüz olaylarında yüzde 125 arttığı ifade edilirken 2013’te 237, 2014 yılında ise 291 kadın katledildi. Kadın cinsine yönelik bu soykırım tablosu gözler önündeyken en büyük tepki yine yasalara oldu. Eylemlerde kadınlar, yeteri kadar koruyucu, kadın haklarını gözeten yasaların olmamasına, kadından sorumlu bakanlığın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesine, tecavüz davalarında mağdurdan değil sanıktan yana kararların verilmesine tepki gösterdi. Ayrıca tecavüz ve kadın cinayetleri haberlerinde medyanın olayı tüm ayrıntılarıyla vermesi, okunurluğunu arttırmak amacıyla kadın bedeni üzerinden haberi pazarlaması da kadınların tepki gösterdiği konular arasında yer alıyor. Özellikle Özgecan olayında ana akım medyanın okunurluğunu arttırmak için 1 hafta boyunca konuya ilişkin her dakika haberi vermesi ve sunuş şekline de kadın kurumları tepki gösteriyor. Özgecan olayında medya duyarlı davrandığını göstermeye çalışarak başlatılan siyah giyinme eylemine ekran karartarak destek verse de daha önce yaşanan kadın cinayetlerinde haberi pazarla- ma şekli cinayetlerde ve tecavüzlerde medyanın teşvik edici dilinin ne kadar etkin olduğunu gösteriyor. Özgecan cinayetinde iktidar da duruma tepki gösterip bunun için gerekenin yapılması gerektiği vurgusunda bulunsa da çok geçmeden iktidarın kadına yönelik kullandığı dil yine yok sayıcıydı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, kadın vekillerin mecliste saldırıya uğramasında, “kadınlıklarını provokasyon unsuru olarak kullanıyorlar”, iktidar partisinden bir vekilin; “Diziler yapacaksınız. Oralarda yenge dayı ilişkilerinde hiçbir sınır gözetmeyeceksiniz. Hiçbir sınırlama tanımayacaksınız. Sonra tecavüzler artıyor diyeceksiniz. E ne bekliyorsunuz? Rüzgar eken fırtına biçer. Bunda hiç kuşkunuz olmasın” diye değerlendirmede bulunması, toplumun bu cinayete tepki göstermesine bir kadın köşe yazarının da Amerika’daki tecavüz vakalarını hatırlatarak, “Amerika’da her gün böyle vakalar yaşanıyor. Şimdi kapatın çenenizi” demesi kadının mağduriyetine rağmen nasıl yok sayıldığını gösteriyor. Bu cinayetin ardından bir kadın akademisyen tarafından sosyal medyada başlatılan “Sende anlat” etiketiyle kadınların yaşadıkları olayları anlatması sırasında göze çarpan en büyük ayrıntı ise kadınların çoğunluğunun sadece taciz vakalarını dile getirmesi oldu. Oysa Türkiye’de günde ortalama 3 kadın tecavüze uğrarken kimse bunu açık açık dile getiremiyor. Kadın kurumlarının yaptıkları çalışmada bu önergeyi kanıtlar nitelikte. Muş Kadın Çatısı Derneği’nin yaptığı çalışmaya göre evlilik içi tecavüz olayları başta olmak üzere kadınların yüzde 40’ı bu durumu anlatamıyor. “Özgecan, bardağı taşıran son damla oldu” Kadın cinayetlerini, tecavüz, kadına yönelik işlenen suçları ve Özgecan Arslan cinayeti sonrasında Türkiye’de birçok kesimin ayağa kalkması konusunda gazetemize değerlendirmede bulunan Muş Kadın Çatısı Derneği Başkanı Nurcan Çetinbaş, 1 yıl içerisinde 291 kadın katledilse de Özgecan cinayetinde toplumun bu kadar büyük bir öfke kusmasının sebebini, “Özgecan’ın katlediliş şekli bardağı taşıran son damla oldu. Artık kimse sessiz kalmak istemiyor” diye yorumladı. Özgecan Arslan cinayetinin toplumda hem öfke patlamasına hem de bir korku travmasına sebep olduğunu söyleyen Çetinbaş, “Kadınlar ayağa kalkarak artık yaşananlara dur demek adına hemen her kentte eylem yaptı. Bu öfke ve duyarlılık gerçekten anlamlı ama keşke toplum daha önce yaşanan kadın cinayetlerinde de bu kadar duyarlı davransaydı. Bu duyarlılık ve öfke patlamasının yanında yaşananlar kadınlar üzerinde bir korku mekanizmasını da doğurdu. Ve birçok erkek bu durumu bir fırsat olarak değerlendirip kadınlara karşı kullanamaya başladı. En basit örneğiyle kadınlar artık akşamları 7’den sonra dışarıya çıkmak istemiyor. Bu da toplumda nasıl bir korku travmasının oluştuğunu gösteriyor”dedi. “Kadınların yüzde 40’ı tecavüzü anlatamıyor” Türkiye’de son yıllarda tecavüz vakalarında yaşanan artışa da dikkat çeken Çetinbaş en büyük sorunu artıştan ziyade kadınların bu olayı açıklayamaması olarak yorumladı. Kadınların yüzde 40’nın yaşadıkları tecavüzü dile getiremediklerini belirten Nurcan Çetinbaş, “Kadınların yüzde 40 yaşadığı tecavüzü anlatmıyor. Veriler çok yüksek olsa da kadınlar sonucunun cezasızlık olduğunu bildikleri için durumu açıklayamıyor. Hakimlerin bu tür davalarda verdiği kararlarda mağdurdan ziyade zanlıya hak payı veren kararlar alması da bunda etkili” diye konuştu. Özgecanla birlikte yeniden gündeme gelen kadın cinayeleri ve kadına yönelik şiddetin azaltılması için gerekli yasaların güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Çetinbaş, “Kadınların karar mekanizmalarında yer alması gerekiyor. Bugün mecliste bile kadınların oranı yüzde 14. Kadınlar karar mekanizmalarında yer almadığı, kadın bakanlığı olmadığı sürece ve gerekli yasalar yapılmadıkça kadına yönelik şiddetin önüne geçilemez. Unutulmamalıdır ki kadınlar koruma altında bile öldürülebiliyor. Son yıllarda 271 kadın koruma altındayken öldürüldü. Tüm bunların önüne geçilmesi için artık somutların atılması gerekiyor” ifadelerini kullandı. 23SÖYLEŞİ Şubat - 01 Mart12 2015 “Kadını teşhir ve rencide edici dil kullanılıyor” VAKAD (Van Kadın Derneği ) aktivisti Zozan Özgökçe ise kadın cinayetlerinde medyanın dili konusunda değerlendirmede bulunarak, bu tür haberlerde teşvik edici bir dil kullandığı kanaatinde. Özellikle tecavüz ve cinayet haberlerinde kadını rencide edici ve “kadın hak etmişti” dili kullandığını söyleyen Özgökçe, “Tecavüzü teşvik eden dilin yanında erkeği değil kadını teşhir edici dil kullanılıyor. ‘Gece yarısı sokakta yürüyen kadın ya da gözleri görmeyen kadın tecavüze uğradı’ gibi ifadeler kullanılarak haberlerde kadın bir özne olarak teşhir ediliyor” dedi. Evli kadınların ya da seks işçilerinin uğradığı tecavüzlerin ise haber olarak görülmediğine işaret eden Zozan Özgökçe, “Kadınların tecavüz haberleri ve toplumun duruma tepki göstermesi bile demagojik bir şekilde sosyo ekonomik duruma göre veriliyor. Özgecan ve Münevver Karbulut cinayeti haberleri ve toplumun gösterdiği tepki bu durumu özetliyor. Bu da hem toplumun hem de medyanın iki yüzlü davrandığını, eyleme katılanlar da kendini aklamaya çalıştığını gösteriyor” diye konuştu. “İdam, iktidarın gücüne güç katmak için tartışılıyor” Öte yandan Özgecan cinayetiyle birlikte Türkiye gündemine tecavüzler için “İdam geri gelsin” tartışmaları girdi. Birçok kesim bu durumu desteklese de idamın tecavüzde caydırıcı bir cezalandırma sistemi olmadığı İran gibi ülkelerde görülüyor. Özgökçe de idam tartışmalarında kadının düşünülmediğini belirterek, sözlerini şöyle tamamladı: “İdam söylemlerinde amaç kadına yönelik şiddete karşı ve tecavüzcülerin yargılanması için değil iktidarın gücüne güç katmak için gündeme geldi. Bu samimiyetsizliktir çünkü amaç eril iktidarın gücünü arttırmaktır.” ANADİLİ BasHaber 23 Şubat - 01 Mart 2015 13 SÖYLEŞİ Anadili yasak halk, dil gününü kutlamaya hazırlanıyor! K Gulê Bertav ürdlerin yaşadığı topraklarda egemen devletler Kürd dili üzerinde her türlü yasal ve anayasal asimilasyon politikaları uygulamaya devam etmekte ve baskılar halen artmakta. 21 yüzyılda nüfusu bu kadar çok olup, dili yasaklı olan başka bir halk bulunmuyor. Kürdçe eğitimin önü hala açılmış değil, hala resmi kurumlarda Kürdçe bilen resmi çalışan yok. Kürd Alfabesi ve Kürdçe isimler önündeki yasaklar devam etmekte. Kültürel asimilasyonun bir parçası olarak okullar, hastaneler gibi devletin resmi kurumlarında hala Kürdçe konuşmak yasak, böyle bir süreçte Dünya Anadil Günü başta Kürdistan olmak üzere tüm dünyada etkinliklerle kutlanıyor. “Dinler ve kültürler bir arada yaşamalı” Konu ile ilgili görüştüğümüz, DTK Dil ve Eğitim Komisyonu Başkanı İrfan Babaoğlu, Kürd nüfusunun milyonlarla ifade edilen bir halk olduğunu ve bu halkın ulus olmaktan kaynaklanan haklarının 21. yüzyılın başlarından o dönemin konjektürel yapısı içerisinde insani, kültürel, dil hakları dört parçada Türkler, Araplar ve Farslar tarafından asimile edilerek tüm haklarının gasp edildiğini dile getirdi. Babaoğlu: ‘’21 yüzyıldaki sorunlar ulus devletin çatışmalarıyla yoğunlaşan bir yüzyıldır. 21. Yüzyılda artık o kalıplar parçalanmıştır. 21. Yüzyıl dinlerin ve kültürlerin daha fazla bir arada yaşamalarını ve birlikte yaşamalarını öngören bir yüzyıldır. Aksi halde ulusların boğazlanması gündeme geliyor ki bu insana ve doğasına aykırı bir şeydir. Kürdlerin yaşamış olduğu devletlerde özellikle çoğunun yaşadığı Türkiye’de anayasal hakkının elde edilmesi için çok büyük mücadele ve bedeller veriliyor ve bu mücadele devam ediyor. Kürd halkının varlığının, dilinin ve kültürünün anayasal güvencede tanınması için bütün halkın ve kurumların bu uğurda mücadele etmesi gerekir hem siyasal yollarla hem de demokratik yollarla mücadelesine devam etmesini gerekli görüyoruz” dedi. Babaoğlu, Anadilde eğitim, anadil talebin özellikle 12-13 yıl önce öne çıkan durum olduğunu Önceki yıllarda yani 2000 yılından önce siyasi ve askeri mücadele olduğunu dolayısıyla dilin öne çıkmadığını vurgulayarak sözlerini şöyle tamamladı: ‘’Savaş ve kargaşa ortamında kültür öne çıkmıyordu ama son on yıldır bu çok öne çıkıyor özellikle 2002 yılında öğrencilerin üniversitelere Kürdçenin seçmeli ders olarak konulmasını istemişti. Devlet buna şiddetle karşı çıktı fakat izleyen aşamalarda devletin kendisi televizyon açmak zorunda kaldı yine üniversitelerde bazı kürsüler kurmaya başladı fakat bu halkın ihtiyacına cevap vermiyordu. Daha sonra Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş, Berfîn Mijdar / Dimilkî: Roşan Lezgîn / Diyarbakır: Mustafa Turan /Ankara: Salih Batırhan dil konusunda Kürd halkının kendi kendisinin bir şeyler yapma ihtiyacı ortaya çıktı ve Kürd halkında bir bilinç gerçekleşti. Devletten bir şey beklememeye başladı. Devletin attığı adımlar halkın talep ettiği adımlar ihtiyacının karşılamasından çok çok gerisindeydi. Böylece Kürd halkı kurslar açmaya, okullar açmaya başladı.” “Diline dönmek halkına dönmektir” Kürd sorununun çözümünün Türkiye’nin demokratikleşmesinin dil sorunuyla anadille yakından bağlantılı olduğunu ifade eden Babaoğlu ‘’Eğer bir halkın dilini tanımayacaksan, onun üzerinde sürekli asimilasyon politikaları yürüteceksen, anadilde eğitimi yasal ve anayasal güvenceye alamayacaksan o zaman neyin demokratikleşmesinden ve neyin müzakeresinden bahsediyorlar. Dolayısıyla anadilde eğitim siyasal ve demokratik sorunun çözülmesinde anahtardır” diye konuştu. “Kürdlerin Dünya Anadil Günü’ne gösterdiği ilgiyi hiçbir halk göstermiyor” Kürd’lerin Dünya Anadil Gününe gösterdiği ilgiyi hiçbir halkın göstermediğini vurgulayan Babaoğlu, “21 Şubat Dünya Anadil Günü’nünde Kürd halkı meydanlara çıkıp basın açıklamaları yapacaklar, paneller düzenleyecekler, dilin üzerindeki asimilasyon politikasını teşhir edecekler. Ana dilin yasaklı olduğunu dile getirecekler böylesi bir programımız söz konusu. Bu programda sadece Diyarbakır’da değil Kürdistan’ın her tarafında eş zamanlı olarak eylemler yapılacaklarını ve bütün şehirlerde yaklaşık 77 yerde ilçeler dahil olmak üzere paneller olacak” dedi. “Sadece bir gün dile getirmek bir sonuç vermez” Kurdi-Der Eş Başkanı Ali Erdemirci de ; ’’Bir dili sadece bir gün ile dile getirmek bir sonuç elde etmek mümkün değil, ikincisi Kürd coğrafyasında Türkiye’de kaybolmakla yüz yüze olan yaklaşık 18 dil var. Kimisi kaybolmuş, kimisi kaybolmayla yüz yüze. Kürdçe de bu dillerden biridir ama Kürdçenin farklı bir özelliği var Kürdçe milyonlar tarafından konuşulmakta. Egemen ulus dili yok etmek için elinden geleni yapmıştır. Bir dil eğer günlük yaşamda kullanılmıyorsa, eğitim dili olarak kullanılmıyorsa, ticaret dili olarak kullanılmıyorsa bu dili geçerli olan birçok nedeni ortadan kalkacak ve aileler evlerde çocuklarıyla egemenin diliyle konuşacak amaç onu günlük yaşamda kendisini var etme ortamı yaratmaktır. Şuan da 3 tane okulumuz var. Bu okullar sistem dışında kendi imkanlarıyla eğitim yapıyorlar. Bu okullarda Kürdçe eğitimin dışında yerelde kullanılan diğer dillerin eğitimi de veriliyor” diye konuştu. İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi İdare Müdürü: Esin Alp Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. 13 Dünya Anadil Günü: 21 Şubat BİLAL SAMBUR İnsan, dildir. Dil, insandır. Tanrı, insanı meleklerden bile üstün kılan bir yetenekle yaratmıştır. Tanrı, Adem’e eşyayı isimlendirme yeteneği vermiştir. Eşyayı isimlendirme yeteneği dildir. Başka bir ifade ile insan, dil sayesinde kendisini varlıklarla ilişkilendirmektedir. Tanrı, insana sadece tek bir dille eşyayı isimlendirme yeteneği vermemiştir. Tanrı, insanın farklı dillerle kendisini ifade etme ve varlıkla ilişki kurmanın imkanını ve yeteneğini bahşetmiştir. İnsanlığın zenginliği, dilinin zenginliğidir. Sayısız dille kendini ifade etme, insana ait bir ayrıcalıktır. Kur’an, insanlığın farklı dillere sahip oluşunu yani linguistik plüralizmi Allah’ın bir ayeti olarak ifade etmektedir. Allah’ın kendisi için ayet olarak gördüğü dilsel çoğulculuk, bazı insanlar tarafından sorun olarak görülmüştür. Dilsel çoğulculuğun sorun olduğunu gören otoriter ve totaliter güçler, bazı dillerin ortadan kaldırılmasını, bazılarının ise herkese dayatılmasını gerekli görmüşlerdir. Başka bir ifade ile bazı insanlar, kendi dillerine ayrıcalıklı üstün dil statüsü verirken, kendilerinin dışındaki dillere mahkum statüsünde yok edilmesi gereken diller olarak bakmışlardır. 1952 Yılında Pakistan, Urduca’yı resmi dil olarak ilan etmiştir. Bangladeş, o tarihlerde Pakistan’ın bir parçasıydı. Bengal entelektüeller ve öğrenciler, bütün Pakistan’da Urduca’nın resmi dil olmasını kabul etmediler. Bengal bölgesinde Bengalcenin resmi dil olması gerektiğini savundular. Bengalli öğrencilerin ve entelektüellerin protesto gösterileri, Pakistan ordusu tarafından silahla ve şiddetle bastırılmıştır. Pakistan’ın Urduca’yı tek resmi dil olarak dayatma politikası ve bu politikayı ortak dini kimliğe dayandırma çabası, Bengallileri ikna etmemiştir. Bengalliler, Pakistan’dan ayrıldılar ve Bangladeş olarak adlandırılan devleti kurdular. Bengallilerin ana dillerini korumak ve devam ettirmek için yapmış oldukları mücadele unutulmadı. Birleşmiş Milletler’in kültür ve eğitim kuruluşu olan UNESCO, 21 Şubat’ı Dünya Ana dil Günü olarak ilan etmiştir. 21 Şubat Dünya Anadil Günü’nde anadilin, insanlıkla, kültürlerle ve medeniyetlerle ilişki kurmada olmazsa olmaz bir kaynak olduğu konusunda bir farkındalık yaratmak, insanların ana dilleriyle birbiriyle ilişki kurmanın, iletişim ve etkileşim içine girmenin önemini insanların içselleştirmesine katkı sunan faaliyetleri gerçekleştirmek hedeflenmektedir. Dünya Anadil Günü, farklı ana dilleri konuşan tek insanlık bilincini oluşturmayı amaçlamaktadır. Bugün dünyada yedi bin civarı dilin konuşulduğu tahmin edilmektedir. Ancak Allah’ın ayeti olarak değerlendirilen dillerin büyük bölümü, bugün yok olma tehlikesi içindedir. Bugün dünya bir diller mezarlığına dönüşmüş durumdadır. Kaybolan bir dilin, tekrar geri kazanımı mümkün değildir. Kürdler, Ortadoğu’nun dördüncü büyük halkı durumundadırlar ve dünyada en büyük devletsiz halk olarak tanımlanmaktadırlar. Kürdler, genelde en büyük devletsiz halk olarak tanınsalar da, Kürdleri en büyük dilsiz halk olarak tanımlamak da mümkündür. Kürd topluluklarının konuştuğu Soranice, Kurmanci, ve Zazaki başta olmak üzere Kürdçe bir bütün olarak büyük bir tehlike altındadır. Uzun yıllar süren baskı ve asimilasyon politikaları, Kürdçe’nin içini boşalttığı gibi, onun edebiyat, sanat, felsefe, bilim ve dini alanlarda gelişmesine ket vurmuştur. Dillerin yaşama mücadelesi, aslında hakim olan dillerle savaş içinde olma mücadelesidir. Hangi dilin avantajlı olup olmadığı, hangi dilin kullanılıp kullanılmayacağı, aslında o dili kullanan grubun sahip olduğu hegemonya pozisyonuyla yakından ilgilidir. Arapça ve Farsça gibi diller hegemonik gücün egemen dili olarak var olmaktadırlar. Diğer taraftan Kürdçe başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasının diğer dilleri yok oluşa terk edilmektedir. Dünya Anadil gününde Kürdler, dünyanın en büyük dilsiz halkı olma durumundan kurtulma gibi büyük bir meydan okumayla karşı karşıyadırlar. 14 YAŞAM BasHaber 23SÖYLEŞİ Şubat - 01 Mart14 2015 Diyarbakır’ın renkler divanı: Kültürler Sokağı Kürd mutfağı: Kürd evlerindeki lezzet hazinesi K Laser Mario ürdlerin gündeminin her dönem sadece politik ve hayatın olağan akışını kurgulamaya odaklı olan meselelerden oluşması, yaşamın kültürel, geleneksel, tarihsel, sosyolojik, çevresel ve diğer ‘soft’ kısımlarının gizli kalmasına, bilinmemesine ve hayatın olağan akışına rengini verebilecek zeminden uzakta kalmak durumunda bırakıyor şüphesiz. Bu durum o kadar belirleyici bir hal almış ki, Kürdün önemsediği durumların başında gelen ağız tadı ve mutfak kültürü bile, olanca çeşitliliği, lezzeti ve zenginliğiyle sadece evlerin içine hapsolmuş durumda. Televizyonların hemen tümünde bir yemek programının olduğu, obezite haline rağmen mutfak mefhumunun popüler bir sıçrama yaşadığı günümüz ortamı, minik de olsa Kürd mutfağına da etki etmeye başladı. Zira Kürd mutfağına ilişkin az da olsa kitap, bir takım organizasyonlar ve hatta Kürdçe yayın yapan bir kanalın kültürel formatlı programında Kürd mutfağı kendisine yer bulmaya başladı. Lezzet haritasının son derece geniş olduğu, damak tadının neredeyse kan davasına dönecek kadar önemsendiği Kürdistanlılar arasında, Kürd mutfağı, bu zenginliği sayesinde yakın dönemde layık olduğu ilgiyi ve tanıtımı görecektir kuşkusuz. Babaxanuç, mehîr, keledoş, cilbir, şilikî, tirşik ve daha yüzlerce yemeğinin piştiği, politik olmasa da hepsinin lezzetleri itibariyle adeta yarıştığı Kürd mutfağı; ki kuşkusuz kendisi de evin salonu kadar politik tartışmalara, siyasi söylevlere, eleştiri ve özeleştiri platformlarına, ama özelde siyasi kulislere sahne olmak durumundadır, tanıtıma ihtiyacı var mıdır orası da tartışmalı ama en azından her türden asimilasyona tabi kılınmış ve Kürdistan dışına savrulmuş Kürd evlerine girecek kadar bilinmeyi hak etmiş olsa gerek. Ancak sürecin her dönem ‘kritik’ olmasından bir türlü normalize olamayan günlük yaşam, mutfağın bu hakkını ihlal etmeye devam ediyor. Reel durum bu olsa da ‘devrimin öncelikleri, öznel durumlar ve mevcut ekolojik toplum gereklilikleri’ politika dışındaki herhangi bir alanla profesyonel ya da hobi düzeyinde ilgilenenleri, ilgi duyanları ‘tırşıkçî’ ya da ‘qeşmer’ olarak kategorize etmeye sebepse de, lezzetin etkisi politik esaretin fendini yeneceğe benziyor. İnternette Kürd mutfağına ilişkin açılan siteler, sosyal medyada faaliyet gösteren sayfalar, yayınlanan kitaplar ve Türk televizyonlarının Oktay Ustası gibi ikonları kıskandıracak mutfak ustalarının Kürd kanallarında popülerleşmeye başlaması buna işaret ediyor. Kürd mutfağı uluslararası alanda, hatta ulusal alanda kendini henüz tanıtamamış ve ne yazık ki evlerde gizli kalan bir hazine olarak kalmış. Özellikle birçok ulusun, mutfağını, kendi kültürünü pazarlama aracı olarak kullandığı bir zamanda Kürd mutfak kültürünün evlerle veya il isimleri ile sınırlı kalması kültürel açıdan bir eksiklik olarak görülüyor. Bu kültür üzerine birçok kitap yazılmış ve araştırma yapılmış olmasına rağmen henüz ‘Kürd mutfağı’ ismiyle anılmamaktadır. Yazılan kitapların başlıcaları ise geçen yıl Mayıs ayında çıkan, Vanlı aşçı Ali Geyik’in “Geleneksel Kürd Mutfağı”, 2010 yılında Ayşe Kudat tarafından yazılmış olan “Kürd Mutfağı’nda Ne Pişiyor” ve 2003 yılında Kürd avukat ve araştırmacı yazar Cemşid Bender tarafından yazılmış olan “Kürd Mutfak Kültürü ve Kürd Yemekleri” gibi kitaplardır. İnsanlar tanıtma konusunda hiç çaba harcamıyor Ali Geyik, Kürd mutfağının yeterince tanınmamasına ve bu dalda yeterince çalışma olmadığına vurgu yaparak, ”Gönül isterdi ki daha iyi çalışmalar ve araştırmalar olsun ama kimse bu dalda çalışmalar yapmıyor. Yöremizin insanı kendi kültürünü tanıtma alışkınlığına sahip değil. Çalışma sırasında gördüm ki insanlar kendi kültürünü tanıtma konusunda hiç çaba harcamıyor” diyor. Mesleği de profesyonel aşçılık olan Geyik, Kürd mutfağının çok zengin bir mutfak olduğunu ve birçok yerde Türk mutfağı olarak tanımlandığını bunun da Kürd mutfağına yeterince sahip çıkılmamasından kaynaklandığını dile getiriyor. “Kürd mutfağı yeterince tanınmıyor. İnsanların kendi evlerinde yaptığı yemekler dışında dışarıda ekstra bir tanıtım yapmıyor. Kitabı yazarken çok tepki aldım, birçok kişi böyle bir mutfak olmadığını söyledi. Ama böyle bir mutfağın varlığı gözümüzün önünde ve biz bizzat bu mutfaktan besleniyoruz” dedi. “Benim kitabım yüz yıllık bir tarihin kitabıdır” “Kürd Mutfağı’nda Ne Pişiyor” yemek kitabının kitabının yazarı Ayşe Kudat ise aynı zamanda Harvard Üniversitesi’nde eğitim görmüş ve BM HABİTAT kuruluşunda görev almış başarılı bir akademisyen. Kitabı ve Kürd mutfağı hakkında görüşlerini aldığımız yazar, “Aslında benim kitabım yüz yıllık bir tarihin kitabıdır. Kürdler o kadar çok sürgün ve katliama maruz kaldılar ki yemek kültürlerini bile sadece kendi evlerinde ve elindeki imkanları ile yaratmak zorunda kaldılar. Yani yemek kültürleri bile saldırıya uğramış. Öyle ki binlerce yıldır yaşadıkları coğrafyada bir Kürd lokantası bile yoktur. Kitaptaki tarifleri yazarken de birçok ili gezip insanlarla birebir konuşarak yazdım” Kürd mutfağının kültürel bir araç olarak kullanılmamasının nedenini geçmişteki politikalar olduğunu ama artık önünün açıldığını KÜLTÜR BasHaber 23 Şubat - 01 Mart 2015 15 SÖYLEŞİ G Çimen Gümüş eçmişte Ermeni, Keldani, Yahudi, Kürd, Alevi, Ezdi tüm bu farklılıkların bir arada yaşadığı Diyarbakır, binlerce yıldır birçok inanca ev sahipliği yapmış, bir arada kardeşçe ve karşılıklı hoşgörünün yaşandığı en önemli merkezlerden biri. Devletin tahammül göstermemesi üzerine kaçmak ya da göçmek durumunda kalan farklılıklar, şimdi bir sokakta ‘kalanları’ ile hayat bulması ve farklı inanç ve kültürlerin tekrar dirilmesi için Diyarbakır’daki Kültürler Sokağı projesi hayata geçirildi. Dünyada ilk ve tek olan Kültürler Sokağı özellikle farklı inançlara sahip oldukları için katledilmelerine bir tepki olarak, farklı dil, kültür ve inançların bir arada barış ve hoşgörü içinde yaşanabileceğini göstermek açısından bir örnek teşkil ediyor. ve bunun yapılabileceğini belirten yazar, “İnsanlar göçe zorlandı ve sürgün edildi. Bu sürgün kendisiyle birlikte yaşadığı coğrafyadan var ettiği mutfaktan uzaklaşması ve bu kültürü yaşatamamasına neden olmuştur” diyerek bunun için çalışmalar yapılması gerektiğinin altını çizdi. “Yerel yönetimler ve kurumlar destek olmalı” Mutfak kültürleri üzerine araştırmalar yapan ve profesyonel aşçılık eğitimleri veren Burhan Can ise, Kürd Mutfağı’nın coğrafya ile özdeşleştiğini ve Kürdistan’ın dört parçada farklı mutfak kültürleri ile etkileşim içinde olduğunu söylüyor. Kürd Mutfağı’nın ismiyle anılmasını istediğini söyleyen Can, “Örneğin Diyarbakır’da Doğu Anadolu mutfağı adı altında sunulan yemekler var ben kesinlikle buna karşıyım. Kürdlerin kendi mutfak kültürlerini başka bir isimle pazarlamasını doğru bulmuyorum” diyor. Kürd mutfağının pazarlanabilme açısından çok zengin olduğunu yalnız birçok yemeğin henüz evlerden dışarı çıkamadığının altını çizen Can, “Bireylerin çalışmaları ve çabaları tek başına yeterli kalmıyor. Sadece Diyabakır’da 130 köyde 570 yemek kayıt altına alınabilmiştir. Bir de bunun bütün coğrafyada yapıldığını düşünürsek karşımıza inanılmaz zengin bir mutfak çıkıyor. Bizim tek sıkıntımız profesyonel anlamda bunu lokalden çıkarıp Kürd mutfağı adıyla açığa çıkarma çabalarının olmamasıdır. Pazar oluşturma noktasında bölgenin şu an böyle bir potansiyele sahip olmamasından dolayı bu biraz daha yerel yönetimler ve kuruluşların çalışması ve katkıları ile olabilir. Ciddi manada artık lokal bazlı değil ama Kürd mutfağı adı altında ürünlerimizi tanıtma veya bilinçli bir şekilde anlatabilme çabasına girer sek bir süre sonra Kürd mutfağını açığa çıkartıp bunun pazarını oluşturabiliriz” diyor. ‘Kaybettiğimiz yerden başladık’ Projenin fikir babası Eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, kentin bir kimliği olduğunu ve bunu kaybetmesi halinde kendi iç dinamiklerini de kaybedeceğine dikkat çekerek, “Bizim de bütün uğraşımız kimliklerimizi kazanmaktır. Kürdistan’da yaşayan bütün inançları, kimlikleri, kültürleri ve dileri korumak, geliştirmek ve güçlendirmek temel görevimizdir. Kürdistani bakışın gerekleri bunlar- dır. Sistem yıllarca farklı olan inançları böl-parçala-yönet politikası ile halkları ve inançları birbirine düşürmek için çabaladı. Bizim de bunu barışı tesis ederek tersine çevirmemiz gerekiyordu. Bize kaybettirilen noktadan başlamamız gerekiyordu” dedi. ‘Hedefimiz sokağı değil zihinleri restore etmekti’ Diyarbakır’da yaşayan tüm farklı inançların bir arada dayanışma ve hoşgörü içerisinde yaşamasını hedeflediklerini dile getiren Demirbaş, tüm kutsal bayramların bir arada kardeşçe kutlamayı ve kutsal mekanlarını oluşturmayı istediklerini söyledi. Demirbaş, “Diyarbakır’ın tarihinde Ermeni, Süryani, Keldani, Türkmen ve Kürd Aleviler yine Sunni Müslümanların birlikte yaşamışlar. Yaşadıkları bölge ise Dört Ayaklı Minare’den başlayan bir sokak ve burada tüm farklı inanç ve mezhepler birlikte yaşamışlar. Biz de buna dayanarak Keldani Katolik Kilisesi, Ermeni Gregoriyan Kilisesi ve bir de havranın olduğu sokağı yeniden canlı hale getirip, herkesin kendi inançlarını barış içinde ve özgürce yaşayabileceği koşulları yaratmak istedik. Aynı sokakta bize kaybettirilmeye çalışılanı yeniden kazanalım dedik. Bunun için hedefimiz sadece sokağı restore etmek değildi. Aynı zamanda zihinleri restore etmekti” diye konuştu. dahil etmesi gerekiyor. Çünkü bize göre insanları bir şeyin yapımına katmazsanız, yıkımına katmış olursunuz. Dolayısıyla bu kentte iki Ermeni varsa onların da temsil edilmesi gerekiyor. Farklılıklarımızla birlikte kolektif olarak kenti yönetebiliriz. Amacımız kentin kendisiyle yüzleşmesi, özeleştirisel yaklaşması ve geleceği doğru yaratmasıdır. İnsanların kendi kimlikleri, inançları ve mezhepleri ile bir arada yaşayabileceği bir barış iklimini oluşturmak. Ve bu projemiz gelecekte Ortadoğu için önemli bir barış projesi olacak.” “Eskiden iki kişi Ermeni’yim diyordu şimdi yüzlerce kişi” Kültürler Sokağı ile birlikte Diyarbakır’da yaşayan farklı inançlara sahip insanların artık görünür olmaya başladığına işaret eden Demirbaş, “Bunun yararı şu oldu. Biz göreve geldiğimizde iki kişi Ermeni’yim diyordu. Şimdi ise 200-300 kIŞİDen daha fazlası ben Ermeni’yim diyor. Süryani sayısı arttı. Bu çalışmalardan sonra gelişti. Bizim bu çalışmalarımız insanların kendi kimlikleri ile buluşmasını sağladı. Kültürler Sokağımız şu anda aktif ve hareketli. Herkes gidip orada kendi ibadetlerini yerine getiriyor” diyerek farklılıklara karşı ön yargılarında kırılmaya başladığını söyledi. “Kırklar Meclisi ile temsilde adalet sağlanıyor” Kültürler Sokağı çalışmalarının ardından Diyarbakır’daki sayısı gittikçe azalan azınlıkların temsiliyetini sağlamak amacıyla 40 kIŞİDen oluşan Kırklar Meclisinin oluşturulduğunu ifade eden Demirbaş, şöyle konuştu: “Bu meclis ile kentte sayıları az olan ancak temsil edilemeyenlerini temsili ile temsilde adaleti sağlamaya çalıştık. Bu farklılıkların kendilerini kentin karar alma süreçlerine 15 Diyarbakır Süryanileri memnun Kültürler Sokağı Projesinde yer alan Süryani Papazı Yusuf Akbulut, da bu projenin kendileri ve diğerleri için çok olumlu bir adım olduğunu vurguladı. Akbulut, “Bunun çok önceden olması gerekiyordu. Ama mevcut durumdan kaynaklı olmadı. Kültürler Sokağı çok önemlidir. Biz Diyarbakır’da kalan 40 civarında Süryani bunu önemsiyoruz. Din dil ayırmadan hepimiz bu meclisin içindeki yerlerimizi alıyoruz. Biz eski Diyarbakır’ı nasıl kazanabiliriz diye çalışmalar yürüttük. Buradaki Süryaniler kendi adlarına ve kendileri gibi hakların adına bu çalışmadan çok memnunlar” diye konuştu. Geçmişi bugünkü kuşaklara aktarmak için Sokağın sahibinin kentteki tüm dinsel inançlar olduğunu ifade eden Ermeni Gaffur Oğanyan, yüz yıl önce Sur’da ağırlıkta Ermeniler olmak üzere, Süryaniler, Yahudiler ve diğer bütün halkların güçlü bir diyalog ile birlikte yaşadıklarını ve karşılıklı saygı ve güven içinde bir yaşam sürdüklerine söyledi. “Minyatür de olsa eski dayanışmayı sembolize etmek ve onu hatırlatarak bu- günkü kuşaklara aktarmak için olumlu bir çalışmadır” diyen Oğanyan, “Bu toplum, bu halkları kendi elleriyle boğmuş bir toplum. Bugün o toplum yok. Bugünün toplumunun ise bunun etkilerinden uzaklaşması gerekiyor. Öyle oldu diyebiliriz de. İnsanlarda yumuşama ve farkına varma durumu gelişti. Pozitif yönlü bir değişiklik olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz” dedi. 16 HEYKEL BasHaber 23SÖYLEŞİ Şubat - 01 Mart16 2015 Heykeltraş Yakut: Roboski Anıtı nirvanam oldu Başta Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘hizmetkaraları’ ki bunlar genelde Kürdlere zulmedenler olarak bilinir, dışında heykel veya Kürdistan kentlerinde heykel kültüründen ya da algısından bahsetmek neredeyse olanaksız. Her şehrin meydanında bir Atatürk heykeli veya yine devlet erkanının ‘önemli’ isimleri arasında yer alan ‘vatan-bayrak-devlet’ üçgeninde ‘önemli’ hizmetler vermiş kimselerin heykelleri boy gösterirken, bu şehirlerde yaşayan halkın ya da halkların tarihlerine veya kültürel dokularına dair bir anıt, heykel bulmak zor. Devletin bir nevi ‘Ben buradayım’ demesinin tezahürü olan bu heykellere yavaş yavaş coğrafyanın özünü anlatan heykel ve anıtlar da eklenmeye başlıyor. Kürdlerin yönetimini devraldıkları il ve ilçe merkezlerinde Kürdistani unsurları barındıran ya da Kürdistan’da yaşanan bir trajediyi anlatan anıt ya da heykeller meydanları süslemeye başladı. Bu anıtların en önemlilerinden biri kuşkusuz Roboski Anıtı’dır. Kürdistan’da doğan bu yeni durumun az sayıdaki emektarlarından Heykeltraş Suat Yakut’un yaptığı, Roboski Anıtı, Diyarbakır’da bir kara lekenin simgesi olarak diklidi. Yakut şimdi de Şêş Seîd’in anıtını yapmakla meşgul. Lakin arada bir mahkeme durumu var. Özcan Şahin “Roboski Anıtı’nın açılışından sonra Roboskili anneleri uğurlarken bir anne gelip bana sarıldı ve ağladı. ‘Benim oğlumun ismi senin sayende ölümsüzleşti’ dedi, işte bu benim nirvanamdı. Sanatın böyle bir etkisi vardır. Bu bir anne veya babanın çocuğuna yaklaşım ve kendini çocukta araması ile aynı şeydir. Kendini her şeyiyle onda görüyorsun’’ diyen heykel sanatçısı ile Kürdistan’da heykel sanatının durumu ve yaptığı çalışmaları konuştuk. Heykel sanatına ilginiz nasıl başladı? Heykelle tanıştım ve çok büyük bir haz aldığımı fark ettim. Birçok kez çalışırken güneşin altında yandığım da olmuştur. Hayatta en zevk aldığım şeyi yapıyorum. Elbette bunun ekonomik boyutları da var. Heykel yaparken büyük sıkıntılar çekiyorum ekonomik ve fiziksel anlamda ama bittikten sonra benim çocuğum gibi oluyor. O haz benim için her şeye bedeldir. Eserlerinizin toplumdaki etkileri sizin için önemli midir? Biri heykelime dokunduğu zaman içim acıyor. Ama yaptığım eserin toplumdaki etkileri de var ve bu da benim için önemlidir. Roboski Anıtı’nı yaptım. Anmadan sonra gittiğimiz yemekte bir anne gelip bana sarıldı ve ağladı. ‘Benim oğlumun ismi senin sayende ölümsüzleşti’ dedi, işte bu benim nirvanamdı. Sanki o sırada orada değildim. İkimizde birbirimize sarılıp hüngür hüngür ağladık. Sanatın böyle bir etkisi vardır. Emek verdiğin bir şeyin bir başka boyutu karşında canlanır. Bu bir anne babanın çocuğuna yaklaşımı ve kendini çocukta araması ile aynı şeydir. Kendini her şeyiyle onda görüyorsun. Bu işin bütün sihri o hazda saklıdır. Eserlerinizi sunmakta zorluk çekiyor musunuz? Bazen heykel konusunda adeta brifing veriyorum. Heykelin, anıtın gerekliliğini sosyolojik, görsel ve felsefi anlamını anlatıyorum. Daha sonra benim de böyle bir projem var deyip tasarımımı sunuyorum. Çoğu zaman böyle durumlar yaşadığım oluyor. Ama Roboski’de bunu yaşamadım. Sadece öneride bulundum ve hemen kabul edildi. Bu konuda her ne kadar geçmiş az olsa da sanatsal açıdan algılar açık ve yeni nesil gerçekten sanatsal alanda üretime açık ve istekli. Kürdistan’ın heykel sanatında ne aşamada olduğunu ve bu bağlamda Atatürk heykellerinin fetişist bir tarza neredeyse her meydana dikmesini nasıl yorumluyorsunuz? Avrupa ve dünyanın birçok yerine baktığımız zaman, bunun bir süreç olduğunu görebiliriz. Bu sürecin içerisinde toplumun her alanı bir faktördür. Dini inanç, toplumsal olaylar gibi şeyler bunda çok etkilidir. Özellikle Ortadoğu’da İslamiyet hakim olduğundan uzun bir süre zaten heykel anılmadı bile. Osmanlı da bile minyatürle başladı bu sanat ve buna da süsleme sanatı öncü oldu. Kürdlere bakıyorsunuz, heykele dair hiçbir geçmişimiz yok. Bana bazen hangi tarz çalıştığım soruluyor. Kendi sanat eserlerimde pop art çalışmak daha yakın geliyor. Çünkü diğerleri zaten dünya çoktan bunu aşmış ve bitirmiş artık. Toplumsal olayları anlattığım eserlerde elbette pop art dışına çıkıyorum. Bunun dışında Atatürk heykellerine gelince, onların mantığı estetik kaygıdan yoksun. Bunun adı ben buradayım demektir. Adam 1,60 boyunda ama heykeli dört metre yapılıyor. Olabilecek her yere Atatürk heykeli yaptılar. Bu bilinçli yapılan ve yapan kişinin düşüncesinden kaynaklanıyor. Yere bakmayan, boynu bükülmemiş, yerle teması olmayan heykeller yaparak, fetişist bir yaklaşım içine girilmiş. Roboski Anıtı’nı yaptınız. Bununla anlatmak istediğiniz neydi? Tepkiler nasıl oldu? Yapılan eleştiriler vardı. Ama bunlar eleştiriden çok rahatsızlık belirten ifadelerdi. Benim o konuda bir kaygım yok, vicdanım rahat. ‘Niye daha güzel bir şey yapmadın’ diyenler var. Ben niye güzel bir şey yapayım. Bir kere ortada güzel bir şey yok. Ben zaten her bakan rahatsız olsun istiyorum. Heykelin montajını yaptıktan birkaç saat sonra bütün sosyal medyada gündem oldu. Bu da sanatın gücünü gösterdi. Bu heykelle insanlarda bir algı kırılması da yaşatmak istedim. Heykelin kaidesini kısa yaptım. Çünkü insanlar üstüne bassın istedim, bu kutsal değil. İnsanlar heykelin üstüne çıkıp baksınlar, kadına dokunsunlar istedim. Oradaki abartılı bombalar güç dengesizliğini simgeliyor. Katledilenler çocuktu ve kaçma fırsatı tanınmadı. O bombalarla kadının etrafına bir kafes yaptım çünkü hepsi bir anneye muhtaç, birer çocuktu. Bu yüzden de anne figürü kullandım. Çocuk ve katır figürü kullanmak istemedim. Bunu yapsaydım karikatürize olan bir tepki ve sahneleme olurdu. Bu konu hakkında hiç bilgisi olmayan biride sorgulasın istedim. Bu yüzden otuz yıl sonrasını da düşünmek zorundayım. Şex Sait Anıtı Şex Sait adına bir anıt çalışmanız var. Bu fikir nasıl oluştu ve şu an ne aşamadasınız? İki üç yıl boyunca aklımda olan bir çalışmaydı. Yerelde hiç dini bir çalışma yapılmıyor. Bunun bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Şex Sait’i Şex Sait yapan da dini kimliğidir. Bu çerçevede arkadaşlarla fikir birliğine gittik. Şex Sait adına dini motifli bir çalışma olmalı ve bu Hınıs’ta olmalı dedik. Hem Şex Sait ailesi hem resmi kurumlarla birçok görüşme yaptık. Şimdilik üçte ikilik bir kısmı bitti. Kaymakamlık suç duyurusunda bulundu, mahkeme sürecinin bitmesi ile birlikte bu da kesinleşecektir. Nasıl bir anıt olacak? Dört köşeli bir sütun üzerine oturtulmuş açık bir kitap var. Kitabın içine bir şey yazılmadı yoruma açık bırakıldı. Altında ise dört parçalık bir platform oluşturdum ve bu dört parça Kürdistan’ı temsil ediyor. Çünkü Şex Sait sadece Diyarbakır’da değil, dört parçada saygı duyulan bir insandır. Platformum üzerinde ise 47 tane mezar taşı bıraktım. Bunların hepsi isimsiz bunun nedeni de kapsayıcı olması çünkü başka şehirlerde idam edilenler oldu. En alttaki platform ile kitap arasındaki sütunun dört köşesine de idama götürülürken söylediği son sözleri Türkçe, Kürdçe, Zazaca, Arapça yazacağım. Anıtın dört tarafına da hayrat niyetine dört çeşme yapmayı düşünüyorum.
Benzer belgeler
16.02.2015
bir araya geldi. Barzani, teröristlere karşı direnen Peşmergeler sayesinde bugüne geldiklerini belirterek, ailelere sabırlar diledi ve esir düşen Peşmergelerin kurtarılması için ellerinden geleni y...
Detaylı13.09.2014
bir araya geldi. Barzani, teröristlere karşı direnen Peşmergeler sayesinde bugüne geldiklerini belirterek, ailelere sabırlar diledi ve esir düşen Peşmergelerin kurtarılması için ellerinden geleni y...
Detaylı26.01.2015
olduğu, fakat ABD’nin de IŞİD militanlarının geri çekilmekte olduğuna inandığını söyledi. O’Donoghue, Washington’ın, Irak askeri gücünü oluşturma çabalarının
Detaylı25.04.2016
bir aşamaya geldiği ve tersi açıklamalar yapılmasına rağmen bu konuda girişimlerin hızlandığı konuşulmakta. ABD’li yetkililerin Ankara’ya diyalog ve PKK’ye silahsızlanma yolundaki çağrıları ve AB’n...
Detaylı10.08.2015
Afrin’de Şam Cephesi ile geçtiğimiz imzalanan anlaşmanın ardından, Rojava’nın diğer bölgelerinde de Suriye muhalefeti ile yeni ittifak imkanları aranıyor. Kent merkezi ardından köylerin kurtarılmas...
Detaylı