20.10.2014
Transkript
20.10.2014
1 Kürd sinemasında kadın SÖYLEŞİ Olmak ya da olmamak Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:24 - 20 - 26 Ekim 2014 basnews.com Sayfa 14 Pencwînî: PKK - PDK kaderimizi değiştirir Sürgünde Kürd Parlamentosu Kurucu Üyesi ve halen KNK üyesi olan Pencwînî ile IŞİD’in ortaya çıkışı, amacı ve uluslararası konjonktürde Güney Kürdistan’da olası bağımsızlık süreci ve Türkiye’de yürütülmekte olan “Çözüm Süreci” üzerine konuştuk. Sayfa 12-13 Kadın haberciler başka dil oluşturmalı Sayfa 11 Herkes ulusal temelde birleşmeli Eski HEP Mİlletvekili Mehmet Emin Sever, BasHaber’e Kobanê ve ulusal birlik konusunda değerlendirmelerde bulundu. Sayfa 8 Asmin: Diasporada ‘Alamancı’ tiyatro Say fa 15 Bağımsızlığın şarkıcısı, Aras Koyî Sayfa 16 Kobanê ulusal birliğe vesile K obanê’nin düşmesi tehlikesi üzerine Duhok’ta biraraya gelen Rojavalı siyasi partilerin ortak bir siyasi komite ve ortak güç kurma konusunda anlaştığı bildiriliyor. Suriye Kürd Ulusal Meclisi (ENKS) ve Demokratik Toplum Hareketi (TEV–DEM / PYD) temsilcileri Rojava’daki gelişmelerle ilgili Kürd güçlerinin ortak tavrını ele aldı. KBY Başkanı Mesud Barzani, “Kürdistan Bölgesi olarak Rojava’da oluşacak ittifaka her türlü desteği sunmaktan geri kalmayacağız. Kobanê’deki direniş, her türlü takdiri hak ediyor” dedi. Toplantıya eşit ağırlıkla katılan taraflar arasında kurulması kararlaştırılan ‘ortak siyasi komite’ 6-10 kişiden oluşuyor. Bu mekanizmanın görev ile yetkileri üzerine ve kurulacak ortak askeri gücün mahiyetiyle ilgili konuların görüşülmesine de devam ediyor. Kürdistan Parlamentosu da, Rojava’nın yönetim biçimine destek vereceğini karara bağladı. Barzani toplantıda Rojavalı güçlerden ortak tutum ve tavır sahibi olmalarını ve bu temelde uluslararası toplumla ilişkilenmeyi isteyerek, “Rojava’da Kürdler ortak karar ve birlik sahibi olursa KBY her türlü yardımı sunmaya hazırdır’’ dedi. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim de, Kobanê eylemlerinin düşündürdükleri MİTHAT SANCAR s03 Cinnetin ardından MESUT YEĞEN s07 Barzani’nin talebi üzerine toplandıklarını, Kürd siyasi partilerinin oluşturduğu ortak komisyonlar kurulacağını söyledi. Barzani, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Tony Blinken’i de Müslüm ile görüştürdü. Kürdistanlı şahsiyetler, Kürd parti ve örgütlerin bir an önce aralarındaki sorunları bir tarafa bırakarak IŞİD tehlikesine karşı biraraya gelmeleri çağrısında bulunuyor. BasHaber’e konuşan siyasetçiler, Kobanê ve Şengal işgalinin Kürdler için tarihi bir fırsata dönüştüğünü, Kürd siyasetinin bu durumdan faydalanması gerektiğini talep ediyor. Sayfa 2-3-4 IŞİD’in yaratıcı yıkım stratejisi BİLAL SAMBUR s07 Rojava için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız KBY Başkanlık Divanı Rojava Masası Sorumlusu Hamid Derbendi, KBY Başkanı Mesud Barzani liderliğinde TEV-DEM, ENKS ve Rojava’nın diğer siyasi partileri arasında devam eden toplantı için; “Bu toplantılar ileriki günlerde Kürdistan’ın diğer parçalarındaki ilişkiler için önemli adım olacak. Bütün Kürd halkı bundan olumlu sonuç bekliyor” dedi. Toplanmayı Mesud Barzani sağladı Rojava’nın siyasi partileri arasında birkaç gün- dür Duhok’ta devam eden toplantının sonuçları hakkında BasHaber’e konuşan Hamid Derbendi, şunları söyledi: “Başkan Barzani, Rojava’nın tüm parti ve oluşumlarını toplantıya çağırdı. Kürdistan’ın şu anda yaşadığı durumdan dolayı bu toplantıdan olumlu sonuç alacağımız- dan umutluyum.” Derbendi, Rojava’nın durumunu hatırlatarak, amaçlarının TEV-DEM ve ENKS arasında ortak bir yolun bulunması olduğunu söyledi. Toplantılarda ortak bir ordunun kurulması konusunun da konuşulduğunu belirten Derbendi, bu konuda da bir karar alınabileceği- ni ifade ederek şöyle dedi: “Rojava’da birliktelik sağlanırsa diğer parçalar üstünde de olumlu hava oluşur ve Ulusal Kongre’ye de pozitif etki eder. Barzani aracı olarak bulunuyor ve Rojava partilerinin ortak paydada buluşmaları için çaba sarfediyor.” Derbendi, toplantının Rojava ve Güney arasındaki sorunlar için değil, TEVDEM ve ENKS arasındaki sorunların aşılması için yapıldığına da dikkat çekerek, bu toplantdan olumlu sonuçlar alınırsa, diğer parçalardaki oluşumlara da yansıyacağını söyledi. 02 MANŞET BasHaber 20 - 26 Ekim 20142 SÖYLEŞİ MANŞET BasHaber 20 - 26 Ekim 2014 3 SÖYLEŞİ Kazanımları korumak için koşulsuz birlik Kobanê kuşatması ve Kürdistan’da IŞİD saldırıları ardından gelişen Kürd güçleri arasındaki ortak güç kurma ve Rojava’ya ortak müdahale girişimleri, Kürd siyasetinde yeni bir gündem yarattı. Kürdlerin Rojava ve Güney’deki kazanmımlarının tehlikeye girmesi üzerine Kürd kamuoyunun parti ve örgütlerden ortak durmaları konusunda beklentileri oluştu. Başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin de IŞİD’e karşı Kürd partilerle birlikte davranmaları yolundaki baskılarını Kürdler için tarihi fırsat Mahmut Osman / Irak Meclisi Kürdistan Listesi Parlamenteri: Kuşkusuz IŞİD’in Güney Kürdistan’da Şengal, Maxmûr ve diğer yerler ile Batı Kürdistan’da özellikle Kobanê saldırılarından sonra ulusal birlik konusunda Kürdler birbirlerine ne kadar muhtaç olduklarını gördüler. Bu süreçten sonra Kürdler için en hayati olan şey bu kritik şartlar altında tarihin onlara farz ettiği rollerini oynamaları ve kendi birlikleri için aralarındaki husumetleri bir kenara bırakmalarıdır. Bu süreç Kürdlerin önüne bu hayati görevi koymuştur. Bugünkü şartlar, Kürdler için büyük fırsatlar sunmaktadır. Bütün Kürdler de Kürd taraflarından bu tarihi sorumluluklarını yerine getirmelerini beklemekte. Bütün Kürd tarafları bu titizlikle bu rollerini yerine getirmeye yoğunlaşmalı ve birbirlerini karalama, kötüleme gibi tavırlardan uzak durmalılar. Erbil toplantılarından umutluyuz Hêvî Mistefa / Efrîn Kantonu Eş Başkanı: IŞİD saldırılarının temel hedefi sadece Rojava veya Güney Kürdistan değil, bir bütün Kürd kazanımlarıdır. Bu saldırıyı Kürdlerin 21. yüzyılın başında özgürleşme evresine giren Kürd kazanımlarının bertaraf edilmesi olarak değerlendirmek gerekir. Bu anlamda bu saldırılar ve Kobanê özelinde oluşan bilinç Kürdlere şunu öğretmiştir ki Kürdler birbirlerini tamamlayan parçaların bütünüdür ve bu parçalar biraraya gelince çok daha etkili ve güçlü oluyorlar çünkü acıları birdir ve tavırları da bir olmalıdır. Artık sınırların Mahmut Osman Kobanê kaybederse Erbil kaybeder, Erbil kaybederse Amed kaybeder. Bunların hepsi birbiri ile bağlantılıdır. Ve bu kadar tarihi bir dönem de bugün birliği güçlendirip birlikte savunmayı güçlendirmekten başka bir yol yok. Kürdlerin geleceği açısından ortak savunma hattının birçok yönü var. Askeri, ekonomik, sosyal, siyasi diplomatik yönleri var. Halkların bu coğrafyada yaşayan birlikte dayanışması var. Ve önümüzdeki dönem birlikte stratejisini çizmesi gerekiyor. Ve baktığımız zaman bu ancak bir ulusal kongre ve konferansla çözülebilir. artması üzerine PYD yöneticileri Kürdistan Hükümeti ile temas kurarak, 2012 yılında yapılan ancak yaşama geçmeyen Erbil Mutabakatı ve Kürd Yüksek Konseyi’nin yeniden işlev kazanması için girişimde bulundu. Duhok’ta Barzani başkanlığında yapılan toplantıda ortak bir Kürd gücü kurulması konusunda anlaşma sağlandığı bildiriliyor. BasHaber, farklı kulvarlardaki Kürd politik şahsiyetlere Kürdlerin birlikte davranmaları konusundaki fikir ve önerilerini sordu: Kürdleri birbirinden ayırma rolü kalmamıştır ve Kürdler zihinlerinde bu algıyı kırmıştır. Dünyaya da teröre, gayrı insaniliğe ve kadın düşmanlığına karşı etkin bir mücadele yürüten tek gücün Kürdler olduğu gösterilmiştir. Ulusal birlik açısından oluşmuş bu bilinci pratiğe dökmek için Erbil’de gerçekleşen toplantılardan umutluyuz ve oluşan bu bilincin iç çekişmeleri bastırmasını ortak savunma mekanizmalarıyla bunun taçlandırılmasını umut ediyoruz. Müşterek bir güce ihtiyaç var Nizamettin Taş / PYD Genel Başkanı: Yeni bir bakış açısına, Kürdlerin ulusal çıkarlarını koruyacak dostluk esprisini esas alan bir yaklaşıma ihtiyaç var. İlk yapılması gereken PKK’nin Batı ile düşmanlığa son vermesidir. İdeolojikpolitik dogmalarla Ortadoğu’nun tahlil edilmesi, değerlendirilmesi mümkün değil. İkinci olarak anlaşıldı ki Kürdler hiçbir parçada IŞİD’e ve diğer düşmanlarına karşı gereken güce sahip değil. Bu nedenle müşterek bir güce ihtiyaç var. Güney’i korumak için bütün Kürdlerin birlikte hareket etmesi, savunma stratejisini birlikte geliştirmesi gerekiyor. Kürdistan’ın dört parçası birbirine muhtaçtır, birlikte hareket etmek ve birlikte savunma yapmak zorundalar. Bu nedenle hem askeri hem siyasi ortak bir mekanizmaya ihtiyaç var. Ulusal Kongre gerçekleşmiş olsaydı bunun bir yürütmesi ve denetiminde müşterek askeri bir güç oluşmuş olsaydı bu kadar tehlikeli durumlar doğmazdı. Partiler arası çelişkilerden dolayı bu gerçekleşmedi. Önümüzdeki dönemde ilk Hêvî Mistefa yapılması gereken şeylerden bir tanesi de bunun gerçekleşmesidir. PKK hala bütün partileri kendi tekeline almak istiyor bunlar bu çağda hayata geçecek dayatmalar değil. Kimse de bunu kabul etmez. Dolayısıyla ulusun çıkarlarını esas alan ulusalcı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Kobanê tecrübesi onlara da ders vermiştir. PKK biraz esner ve müşterek bir ordu kuruluşuna izin verirse belki ileride Ulusal Kongre’nin gerçekleşmesi için yeni bir zemin de teşkil edebilir. Herşey PKK’nin alacağı tavra bağlıdır. Öbür taraftan IŞİD’in saldırıları Kobanê’deki trajedi belki biraz herkesin aklını başına getirmiştir. ABD de ‘birleşmezseniz destek sunmam’ gibi bir tavır içerisinde. Bu PKK’yi belki o katı tutumundan vazgeçirip, caydırıcı olabilir. Güney daha ulusal birlikten yana tavır takınıyor. Güneyli partiler arasında da çelişki var. Fakat saldırı olduğunda herkes hemen birleşiyor. Kendi aralarındaki çelişkiyi bir tarafa atıyorlar. PDK, Goran burada düşmana karşı birleşiyor ortak hareket ediyor. İran’da bile şu ana kadar Kürdlerde bir hareket yoktu. Kürdler orada hiçbir yürüyüş yapamıyordu ama bakın şimdi her parçada ayakta. Bunlar parti desteği değil, Kürdler ölüm kalım mücadelesinde ulusal davasına kendi ülkesinin topraklarını savunmak için yürüyüşler yapılıyor. Alınması gereken mesaj budur. Partilerin halkın talebini olduğu gibi kabul etmesi gerekiyor. Her parçada yürüyüş var. Bu ulusal talep uğruna bir yürüyüştür. Bunu böyle anlamak gerek. Bazı şeyleri açık olarak ancak pratikte görebiliriz. Kobanê için ortak müşterek Mehdi Zana ordu kurmak için Duhok’ta bir toplantı yapılıyor. Eğer o toplantıda olumlu bir sonuç çıkarsa bu önümüzdeki döneme ilişkin atılmış önemli bir adım olur. Yine sürünceme de kalır ve pratiğe geçmezse o zaman tecrübe alınmadığı da ortaya çıkar. Bütün partilerin de bundan tecrübe edinmesi ve bu temelde kendi siyasetlerini gözden geçirmesi gerekiyor. Kürdler birleşirse IŞİD’i yenebilir Mehdi Zana / Diyarbakır Eski Belediye Başkanı: Kürdler bir araya gelirse IŞİD onların üstesinden gelemez. Dünya da hiçbir yerde onlar kadar insani davranan bir halk yok başka ırklara karşı. Ve dünya da baskı altında olan tek halk Kürdlerdir. Dünya tarihi Kürdistan’dan başlamıştır, insanlık oradan yayılmıştır. Ama herkes kendi çıkarına bakıyor. İnsan hakları demokrasi bunların hepsi numaradır. Bütün mesele halkların birbirine girmesidir. Şimdi Kürdler birliğe gidiyor en büyük müjde de odur. Kürdler birbirine girmedi mi hiçbir güç onlarla başa çıkamaz. Çünkü onların hakkıdır, onların toprağıdır, evleridir, kendileridir. Bu toplantılardan Kürdler için nasıl bir yol yöntem çıkacağını onlar bilir. Bu işin içinde olan örgütler bilirler bunu. Ama en önemlisi Kürdlerin birliğidir. Onlar birlik olduktan sonra her şey halledilecek. Diğer ırkların üzerindeki baskılarında önü kesilmiş olacak. Yalnız Kürdlerin üzerindeki baskıların değil. Çünkü çok oyunlar dönüyor. Kürdler dünyada en çok baskı altında olan halktır. Bütün parçalar birlikte hareket etmeli Dengir Mir Mehmet Fırat / Eski Milletvekili, AKP Kurucularından: Bugüne kadar yapılmayan Ulusal Kongre’nin acilen toplanması gerekir. Burada taraflar aralarındaki ihtilafı ortadan kaldırıp birleşmeleri gerektiği kanısın- dayım. Ve bu bağlamda Kongre’nin alacağı kararların özellikle bu dönem için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bugün yapılacak olan tek şey özellikle Güney Kürdistan’ın ve Rojava’nın birliğini sağlamak lazım. Eğer Rojava düşerse bana göre Erbil’de düşer. Barzani’nin de dediği gibi Erbil ve Kobanê arasında herhangi bir fark yok. O bakımdan birlikte hareket etmelerinde ve bütün Kürd halkının bu konuda hassasiyetle ayakta tutulması gerektiği kanısındayım. Aynı şekilde Kuzey de bu Kongre’de yer alacaktır mutlaka. Bu dönem öyle bir döneme girilmiştir ki mutlaka birlikte bütün halinde parçaların birlikte hareket etmesinin mutabakat içine girmeleri ideolojik ayrılıkları bir kenara bırakıp bir milli mesele olarak bakmaları gerektiği kanısındayım. Birlik sorunu Ulusal Kongre ile çözülür Hasip kaplan / HDP Şırnak Milletvekili: IŞİD tehdidi dikkate alındığında bir ulusal konferans kongrenin acil olarak toplanması gerekmektedir. Bütün Ortadoğu’nun tarihi stratejisi çizilirken Kürdlerin birlikte davranması içinde bu kaçınılmazdır. Toprağına, halkının özgürlüğüne sahip çıkabilmesi için güçlerini birleştirmesi gerekiyor. Dayanışma yapması gerekiyor. Ve önümüzdeki tehlikeleri görüp buna göre öz savunmasını geliştirmesi gerekiyor. Bu nedenle de hayatidir. Ulusal bir konferansın derhal toplanması gerekiyor. Kürdler açısından şunu söylemek istiyorum. İbrahim Ayhan En azından Rojava için birlik Mahmut Kılınç / Eski Milletvekili: Duhok’ta yapılan bu toplantıyı çok önemli buluyorum. Gecikmiş olmasına rağmen çok iyi bir başlangıç olacağını umut ediyorum. Güneybatı Kürdistan’daki bu sorun büyümeden Başkan Barzani’nin çağrısıyla Erbil Antlaşması imzalanmıştı ama tarafların bu antlaşmaya uymaması önemli sorunlara neden oldu, bugün nihayet onu yaşıyoruz. Eğer o zaman bu antlaşmaya uymuş olabilseydiler bu sorunlar yaşanmayacaktı. Güneybatı Kürdistan her ne kadar Kürdistan’ın küçük bir parçasıysa da yine de geniş bir alanı teşkil ediyor. Bu alanı tek başına bir partinin yönetebilmesi, koruyabilmesi geldiğimiz noktada geldiğimiz günde karşılaştığımız olaylarla bunun mümkün olmadığı anlaşıldı. Hiç olmazsa bu günden sonra Güneybatı Kürdistan için ulusal bir birlik oluşturulabilir ve IŞİD’in saldırılarına karşı koyulabilir diye düşünüyorum. İbrahim Ayhan HDP Urfa Milletvekili: Tek şansımız birlik Kürdler arası birliğe en çok ihtiyaç duyulan kritik bir süreçten geçiyoruz şu an. Tüm Kürdistani güçlerin birlik ve beraberlik içinde olmaları gerekiyor. Derhal, zaman kaybetmeden ortak savunma da dahil olmak üzere siyasal birliklerini kurmalılar. Bu süreçte birlik olunmadığı takdir de bugün Kobanê’de olan katliam riski yarın aynı şekilde Hewlêr’de de yaşanacaktır. Kaldı ki bir kaç ay önce aynı durum o bölgede de yaşandı; Şengal’de, Mexmûr’da... Yani bütün Kürdler bu noktada dış saldırılarla karşı karşıyadır. Bu saldırıları bertaraf edecek tek şey de Kürdlerin birliğidir. Ben bu çabayı anlamlı buluyorum. Umarım bu kalıcı bir birliğe, kalıcı bir birlikteliğe dönüşür. Yani Ulusal Kongre ve ortak savunma birliklerini acilen kurmamız gerekiyor. Dengir Mir Mehmet Fırat Hasip Kaplan 03 Kobanê eylemlerinin düşündürdükleri MİTHAT SANCAR Uzun sürmüş çatışmaları sona erdirmek için bir “barış ve çözüm süreci” başlatmak hiç de kolay değildir. Bunun için pek çok faktörün bir araya gelmesi gerekir. Şartların ve ortamın olgunlaşması anlamına gelen böyle bir çakışma yetmez. Söz konusu faktörleri, birbirine bağlayacak zahmetli bir çalışmaya, bu çabayı teşvik edecek toplumsal arzu ve desteğe, riskleri göze alacak bir siyasal iradeye, muhtemel engellerle boğuşmaya hazır bir kararlılığa ve sürecin doğasına uygun adımları atmayı sağlayacak cesaret ve basirete ihtiyaç vardır. Bunlar olduğunda, artık çatışmaların durduğu ve çözüme giden yolların açıldığı bir süreç inşa edilebilir. Ancak böyle bir sürecin ortaya çıkması, bir son değil, bir başlangıçtır. Ya da bir yazarın dediği gibi, “bir barış sürecini başlatmak ve geliştirmek gerçek bir macera, belirsizlikler, engeller ve olasılıklarla dolu zorlu bir yüzleşmedir.” Bu tür süreçlerin başarıyla ilerlemesinin hangi şartlara bağlı olduğuna dair dünyada güçlü bir tecrübe ve bilgi birikimi mevcut. Her ülkenin kendine özgü şartları olduğu ve süreçlerin de bu şartlara göre yapılandırılması gerektiği şüphesizdir. Lakin insanlığın ortak birikiminin de özellikle uyarıcı ve yol gösterici olma anlamında değerli bir kaynak olduğu da muhakkaktır. Kobanê’ye yönelik IŞİD saldırılarını protesto etmek amacıyla başlayan gösterilerde ortaya çıkan tablo, yaklaşık iki yıldır devam eden çözüm sürecinin en kritik ve kırılgan yanlarını da gözler önüne serdi. Bunları başlıklar halinde sıralamak gerekirse: “Çatışmasızlık”la geçen iki yıllık zamana rağmen, çatışma enerjisi hâlâ canlıdır. Kökleri çatışmalı dönemin çeşitli evrelerinde ve vechelerinde yatan güçlü bir öfke, toplumun farklı kesimlerinde varlığını sürdürmektedir. Kürd siyasal hareketinin etki alanındaki kitlelerde, bu öfke en çok devlete ve onun temsilcisi olarak görülen hükümete yönelmektedir. Devlet kurumlarının değişik birimlerinin ve özellikle güvenlik aygıtının kolektif bilinçaltında, Kürdleri düşman veya tehdit olarak gören algı, gerilim anlarında bir öfke hali olarak dışa vurabiliyor. 1990’lı yılların kirli savaş konseptinin temel taşları olan ve Kürdlerin hafızasında ağır bir travma olarak yer eden devlet içi kontra örgütlenmeleri, faili meçhuller ve yargısız infazlar en önemli güvensizlik ve öfke damarını oluşturuyor. Hizbullah olgusu da, zihinlerde ve benliklerde bu dönemin bir simgesi olarak yaşıyor. Kürd coğrafyasının en hassas ve tehlikeli fay hatlarını barındıran bu alan, son olaylarda görüldüğü gibi, vahşi cinayetlerin işlenebildiği dizginsiz bir kavganın zeminine dönüşebiliyor. Çözüm sürecinin başından beri, bu ve benzeri öfke sebeplerinin ve çatışma enerjisi kaynaklarının dönüştürülmesi ve etkisiz hale getirilmesi için tedbirler alınması gerektiği hatırlatılmasına rağmen, hükümet bu yönde adım atmaya yanaşmadı. Geçmişle yüzleşme/hesaplaşma bağlamında yapılması gereken en önemli şey, hakikat komisyonları türünden yapıların kurulması ve işletilmesiydi. Bu yapılar, geçmişteki cinayet ve kıyımların hangi güçler tarafından, hangi imkân ve yöntemlerle ve nasıl işlendiğine dair hakikati ortaya çıkarma işlevi görürler. Bu hakikat, aynı durumların bir daha asla yaşanmaması için alınması gereken tedbirlerin de temelini oluşturur. Böylece o dönemde açılan yaraların manevi ve maddi açılardan onarılmasının yolu açılmış olur. Bu yolun kapalı kalması, yaraların sürekli açık kalması anlamına gelir. Açık yaraların kin ve intikam, öfke ve nefret olarak bugüne yansıması kaçınılmaz, bugünü yakması da kuvvetli bir ihtimaldir. Kobanê eylemlerinden alınması gereken en acil ve yakıcı ders budur. Bu dersin gereğini yerine getirmek için derhal harekete geçmekte sayısız yarar vardır. Kobanê eylemleri sırasında yaşanan olaylar, maalesef eski yaralara yenilerini ekledi. Yaraların kangren haline gelmesi mutlaka önlenmelidir. Bunun için de olayları bütün yönleriyle aydınlatacak, hakikati ve sorumluluğu güvenilir bir biçimde ortaya çıkaracak bir yöntem bulmak lazım. Bu yöntemlerden biri ve kanımca en etkilisi, bu olayları araştıracak bir hakikat komisyonu kurmaktır. Bunun için bir kanun çıkarılabilir. Hükümet ve HDP, bölgedeki değişik kesimlerden de görüş ve öneri alarak bu kanunu hazırlayabilir ve kısa sürede çıkmasını sağlayabilirler. Şayet bu mümkün olmazsa, diğer seçenek, bölgedeki güçlerin, en başta Kürd siyasal hareketinin kurumları ile HÜDA-PAR’ın ortak bir komisyon için diyalog ve girişim başlatmalarıdır. Bütün tarafların güven duyacağı saygın ve ehil kişilerden oluşacak böyle bir komisyon, Kürd coğrafyasında ve toplumunda sivil barışın inşasına ciddi katkı sunacaktır. Böylece mevcut çözüm süreci de yeni boyutlarla desteklenerek daha sağlam hale gelir. 04 MANŞET BasHaber 20 - 26 Ekim 20144 SÖYLEŞİ Nejat Ağırnaslı: Kobanê’ye hayatını veren bir Türk devrimcisi IŞİD birlikteliği mecbur kılıyor Adem Özcaner/ Azadî İnisiyatifi Başkanı Kuzey Kürdistan da son haftalarda yaşanan olaylardan dolayı halk büyük üzüntü duyuyor. Bazen toplumsal, milli meseleler bir grubun, bir partinin vicdanına ya da mevcut kararına kaldığı zaman ya da bıraktığımız zaman trajik olaylarla karşılaşabiliriz. İnşallah bunların hepsini unutacağımız olumlu gelişmeler olur ki bunun en başında Kürdlerin ittifak kurmasıdır her dört parçada da. Şimdi hayati önem arz eden Kobanê için bir birlikteliğin oluşması. Bu yöndeki çalışmaları destekliyoruz ve takdir ediyoruz. Sayın Barzani’nin özellikle çalışmaları uzun bir süreye dayanıyor. Özellikle son üç yıldır Kürd gruplarının Rojava’da anlamsız ittifaklaşma aleyhinde ki tavırları, PYD belki bunların başında geliyor ama diğer oluşumlar da ayak diretiyor. Hassasiyet göstermediler. Erbil Antlaşması’ndan sonra ciddi umutlar oluşmuştu ama maalesef kısa sürdü. Temennimiz bu yılların telafi edilmesi ve Kürdlerin yararına olacak bir antlaşmanın olması. Herkes demokratik hakkını savunmalı ve milli sorumluluklarıyla hareket etmeli, yoksa ortak bir paydada buluşmak pek mümkün görünmüyor. Bize hem fırsatlar doğuran bir süreç yaşıyoruz ki bunlar tüm Kürdleri ilgilendiren olaylar. IŞİD saldırıları birlikteliği mecbur kıldığı gibi uluslararası güçlerde Kürdlerin birliği yönünde adım atıyor. Kürdler koşulların zorlamasıyla bir araya gelse de biz kayıtsız şartsız destekliyoruz. Biz zoraki bir birliktelikten ziyade mümkün mertebe arzulayıcı bir birliktelik kurulsun istiyoruz. Kürd dayanışması IŞİD’i bertaraf eder Kasım Ergün/ Kürd-Kav Başkanı: Birlikteliği çok önemsiyoruz. Güney Kürdistan’da ki toplantı da çok önemlidir. Kürdlerin bu içinden geçtiği zor günler için çok önemli arayışlardır. Olumlu bir sonucun çıkmasını ümit ediyoruz ve umuyoruz ki herkes o olumlu sonuçlara riayet eder. Daha önce de Erbil kararları vardı fakat bazı taraflar uymamıştı. Bütün Kürdlerin birlikteliğiyle Kobanê savunması yapılır. Bütün Kürdlerin dayanışmasıyla IŞİD gericiliği oradan bertaraf edilir. Ulusal kongrenin şartlarının şu an olduğuna inanmıyorum. Eski yöntemlerle kongre sonuç da almaz, mesela Türkiye’den çağrılan bazı tarafların Kürdlükle alakaları bulunmuyordu. Yeni bir yöntemle arayış olmalı ama o zemin henüz oluşmuş değil. Ülkemizi yekvücud savunabiliriz Aram Aslan / Ezdi Gençleri Birliği Eş Başkanı: Söylendiği gibi Şengal Kürdlerin onurudur ve biz de aynı şekilde diyoruz ki Kobanê Kürdlerin onurudur. Ezdiler de aynı şekilde Kobanê ye bakmakta ve oranın özgürleşmesi için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Biz onları destekleyip birlikteliğimizi kurmak zorundayız. Biz Kürd halkını birliktelik çerçevesinde korursak hiçbir güç bizi zorlayamaz. Siyasi ve diplomatik ilişkilerimizi de geliştirip doğru adımlarla bağlantı kurmalıyız. Diplomatik ilişkiler hem kendi içimizde olmalı hem de dış dünyayla olmalıdır. Birçok devlet bize karşı siyaset yürütmekte, elde ettiğimiz hakları yok etmeye çalışmakta, biz bunlara karşı ancak birliktelik kurarak karşı durabiliriz. Yekvücut olduğumuz zaman korunmamız daha üst seviyeye çıkar. KOBANÊ BasHaber 20 - 26 Ekim 2014 5 SÖYLEŞİ Kaçmayın, yanında olun I Naci Kutlay Orhan Miroğlu Anlaşmazlıklar ertelenmeli Sorunları küçültmek için herkes üzerine düşeni yapmalı Naci Kutlay / Yazar-Politikacı: Kürdlerin aralarındaki sorunları yalnız Kürdlere ait değil, Ortadoğu’daki toplumlara ait bir yanlıştır. Kürdler bu noktaya durup dururken gelmediler. Birlik kurabilmeleri toplumsal ilerlemeye, Ortadoğu’daki sorunlara bağlıdır o sorunlara yaklaşıma bağlıdır. O bakımdan Kürdler hem Ortadoğu’da, hem bulundukları yerlerde diğer toplumlarla da sorunlar çıkarmadan, birbirini anlayarak birbirini bilerek sorunlara yaklaşmaları ve yaşanan sorunları nasıl aşabiliriz ne yapabiliriz diyerek yaklaşmaları gerekiyor. Kürdlerin birliği o kadar kolay değil. Kürdler tarihlerinde o birlikleri kuramamışlardır. Rojava, Suriye’nin tarihini Ortadoğu’nun tarihini ve Kürdlerin tarihi ile direkt ilintili bir sorundur. Bu sorun son yılların sorunu değil evveliyatı vardır. Şimdi Rojava da hem Suriye’yi yönetenler hem Türkiye’yi yönetenler ve hem de mezhepsel olarak birbirinden ayrı kalmış bu toplumlar meseleye çok akılcı bir şekilde yaklaşmadıkları için sorun büyüyor ve sorunun aşılması zorlaşıyor. Kürdler de Ortadoğu’da bize ne düşüyor ne yapabiliriz bu sorunları küçültmek için ne yaparız derken kimse üzerine düşeni yapmadı. Ya da yapamadı. Bir diğeri kabul etmek lazım konjonktürde dünya hem AB hem ABD ve Sovyetler Birliği’nden arta kalan sorunları yaşıyor. Onun için Ortadoğu meselesinde Kürdlerin büyük sorunları var ve o sorunların bir parçası da Kürdlerin yaşadığı sorunlardır. Kürd partileri anlaşmazlıklarını ertelemeli Orhan Miroğlu / Yazar: Konferans fikri hep gündemdeydi ama bir türlü gerçekleşemedi. Son aşamalarda taraflar arasında bir mutabakat sağlanamadığı için iptal edildi. Şimdi Kürdler iki cephede Güney Kürdistan ve Suriye Kürdistanı’nda IŞİD ile savaş halindeler. Uluslararası alanda mücadele etmesi gereken bir güç gibi görünen IŞİD’le mücadelenin çok büyük bir yükü şu an Kürdlerin omuzunda. Kerkuk, Maxmûr ve Musul’un bazı bölgelerinde olsun Peşmergeler ve PYD-PKK gerillaları omuz omuza savaşıyorlar. Ama bu da deklere edilmiş bütün Kürdlerin anlayabileceği herhangi bir siyasi ittifak değil. Yani düşman kapıya dayanınca kendinizi birlikte savunma ihtiyacı duyuyorsunuz. Kobanê’deki durum ortada. Geçen hafta medya da yer aldı Rojava’nın savunulması için Barzani yönetiminin oluşturduğu 3 bin kişilik silahlı gücün hala Rojava’ya, Kobanê’ye giremediği haberleri de vardı. Ve bu haberleri Kandil’deki bir yönetici doğruladı. Yasak olduğunu söyledi. Peki ne olacak bu yasaklar? Bir yandan bütün dünyadan yardım talep ediyorsun bir yandan da sizinle birlikte omuz omuza savaşacak olan kendi ırkınızdan, kendi milletinizden insanlara kapıları kapatıyorsunuz. Bu tür politikaların terk edilmesi lazım. 2011’deki Erbil buluşmasına riayet edilseydi orada belirlenen kurallara riayet edilseydi bugün dağınık bir halde olmazlardı Kürdler. Galiba geçmişte KDP ve YNK’nin karşı karşıya gelmesi durumunda ABD’nin devreye girmesiyle nasıl ki Kürdler arasında bir ulusal birlik sağlanıyor idiyse, Rojava’nın da durumu böyle. Şu an Kürd ulusal ittifakını oluşturanların büyük bir kısmının Rojava’da ve mücadelenin değişik yerlerinde değil Erbil’deki bir takım yerlerde görebiliyoruz. Dolayısıyla her şeyden önce ulusal birliği oluşturacak Suriye’deki Kürd muhalif grubun Rojava’ya dönmesi lazım. Bu gücün Rojava’da bu mücadeleye katkı sunması lazım. Kobanê büyük bir risk altında. Umarım tekrar PYD’nin eline geçer bütün şehir. Bu belli ki duracak bir mücadele gibi de görünmüyor. Yarın Cizire’de Afrin’de aynı şeylerle karşılaşabiliriz. Yapılan açıklamalarda ABD’nin vs IŞİD’e karşı mücadelenin çok uzun yıllar boyunca süreceğini ifade ediyor. Dolayısıyla bu uzun yılları Kürdler Ortadoğu’da böyle dağınık bir şekilde bir gün birilerinin gelip ulusal birliklerini inşa edeceklerini bekleyecekler yoksa kendi ihtiyaçlarına kendi konumlarına göre eski katı ideolojik tutumlarını değiştirerek normalleşme yolunda yani bir ulusal ittifak içinde mi olacaklar? Temel sorusu bu, bu konferansla ilgili ne oluyor ne bitiyor bilmiyorum ama konferans iyi bir adım olabilir. En son Duhok’ta yapılan toplantıdan çok umut verici şeyler çıkmamış gibi görünüyor. Ama bu toplantı umarım ulusal bir konferansa da ön ayak olur. Bu toplantı, Kerkük ve birçok yerde PYD-PKK ve Peşmerge güçleri birlikte savaşabiliyorsa Rojava’da da bu mümkün olabilir diye düşünüyorum. Önemli bir Kürd partisi olarak PYD’nin ya da PKK’nin ikinci bir yenilgi travması yaşaması Kürdlere bişey kazandırmaz. 1999 yılında PKK birinci travmasını yaşadı. IŞİD’in eline geçerse Kobanê, PKK bu travmayı tekrar yaşayacak ama sadece kendisi yaşamakla kalmayacak bunu bir şekilde Ankara ve Erbil yönetimine de ödetmeye çalışacaktır. Dolayısıyla dünyaya yardım çağrılarının yanında yapılması gereken somut ulusal konferanstır. Bu Ulusal Konferans ile bütün dünyaya bir çağrı yapmak ve Kürd siyasi partilerinin kendi aralarındaki bu anlaşmazlık meselelerini ertelemek en doğru tutum olur. Burada sivil toplum ve aydınların da önemli bir rolü olur. Kürd siyasi partileri öyle bir tutum izliyorlar ki maalesef bu en hassas dönemde Kürd sivil toplumu sesini çıkarmıyor. ŞİD’e karşı YPG saflarında yer alarak savaşın 22. gününde yaşamını yitiren Suphi Nejat Ağırnaslı, IŞİD’e karşı uluslararası mücadele ve dayanışmanın sembolü oldu. Ölüm haberinin gelmesinin ardından Rojava’da olduğu anlaşılan Ağırnaslı’nın babası Hikmet Acun, oğlunun IŞİD’e karşı verilen insanlık mücadelesinde uluslararası dayanışma içerisinde bulunmak amacıyla Rojavaya gittiğini söyledi. Dinlerin, dillerin gölgesinde kalmayan geçmişten geleceğe bütün katledilenlerin sesi, rengi olmayı hedef edinen Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş), ilk adını Mustafa Suhpi’den ikinci adını ise Ethem Nejat’tan soy ismini ise Deniz Gezmiş’in avukatı olan dedesi Niyazi Ağırnaslı’dan aldı. 7 Ekim tarihinde Kobanê’de yaşamını yitirdiğinde ailesi ile birlikte bütün arkadaşları aslında İspanyolcasını geliştirmek için ‘gidecem’ dediği Kosta Rika da değil de Rojava’da, YPG ile birlikte, IŞİD gibi insanlık düşmanı bir örgüte karşı savaştığını öğrendi. 68 kuşağının neferlerinden olan annesi ve babasının yaşadığı siyasi sıkıntılardan dolayı uzun zaman yasal olarak yok gibi görünen ve ancak ailenin zorluklarla Almanya’ya siyasi mülteci olarak gitmeyi başarmasının ardından kimlik sahibi olan Nejat, tıpkı adını aldığı Hınçak Partisi Merkez Komite Üyesi Madteos Sarkisyan (Paramaz) gibi bir mezarı yok. Adını Ermeni devrimci Paramaz’dan soyadını ise yüzyıllardır bu topraklarda katledilen Kızılbaşlardan alan Nejat, adı soyadı ve kodu ile tam da bir Türk olarak bu topraklarda katledilen, ezilen öldürülen tüm gruplara bir özeleştiri verir gibi. Oğlu gibi kendisi de uzun yıllar mücadele etmiş baba Hikmet Acun ise, “Oğlumu kaybettim, bir baba olarak acım çok derin. Bunun tarifi mümkün değil” diyerek şöyle devam ediyor: “Nejat’ın Rojava’ya giderken kafasındaki fikir uluslararası dayanışmadır. Kürdler kendi bölgelerinde Rojava’da kendi devrimlerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Kürdler o bölgenin gördüğü ve göreceği, en ileri toplumsal düzeni en zor koşul altında inşa etmeye çalıştılar. Anayasalarından, toplumsal eşitlik anlayışlarından, kadın erkek eşitliğine ve aile yapısına varana kadar çok ileri bir proje ortaya attılar ve bunun arkasında durmaya çalıştılar. Bu sadece Kürdleri kurtaracak bir proje değil. Bu aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan toplumları aydınlatacak onlara da yansıyacak ve ufuk açacak bir pratik olacaktır. Karşımızda böyle bir Rojava var. Rojava boğulmak isteniyor. Buna en uygun çete IŞİD denilen çete. Aslında Müslüman değil, Müslümanlıkla da alakası yok bu çetenin. Peki Rojava kaybederse kim kaybeder? Bütün Kürdler kaybeder, bütün Araplar kaybeder bölgede yaşayan herkes kaybeder. Kürdler bunun bilincindeler bunun için Kürdler sadece kendileri için savaşmıyor, tüm bölge halkları için savaşıyorlar.” Hayatı ile dayanışma çağrısında bulundu Nejat’ın Kürd, Ermeni ve Alevi olmadığını, Türk ve orta sınıfa mensup iyi eğitim görmüş biri olduğunun altını çizen Acun, “Türkiyeli bir sosyalistti. Nejat böyle bir olaya sessiz kalamaz. Kürdlerin yaşadıklarını görmezden gelemez. Kürdlerin yanında olmalı ve omuz vermeliydi” dedi. Acun şöyle devam etti: “Rojava’yı savunmak sosyalistler açısından bir anayurdu savunmaktır. Ora bizim topraklarımız. Benim Türk olmamın bir önemi yok. Bunun için Kürd olmam da gerekmiyor. Orası bizim kalbimiz ve yurdumuz. Oradan çıkacak ışığın bütün bölgeyi saracağını biliyoruz. Nejat böyle gitti, bu fikirle bu zihniyetle gitti. Öleceğini biliyordu. Nejat bize ölümüyle mesaj verdi. O bu toplumun sosyalistlerini uyarıyor. Orası boğulmak isteniyor katılın diyor. Kaçmayın onların yanında olun. Çünkü kaçarsanız tarihin karşısında utanacaksınız. Ve tarih asla sizi affetmeyecek. Nejat’ın ölümünün böyle bir anlamı var.” ‘Çok mütevazı gitti’ Nejat’ın gidişiyle ilgili herkese olduğu gibi kendisine de İspanyolcasını geliştirmek için Kosta Rika’ya gideceğine işaret eden baba Acun, “Gidişinin de lafını etmedi. Çok mütevazı gitti. Hiç kimseye söylemeden sessiz sedasız, kendisine yakışır biçimde gitti” dedi. ‘Kafasındaki her şey planladığı gibi gitti’ Nejat’ın şehit düştüğü Miştenur tepesindeki çatışmayla ilgili aynı taburda bulunan bir yaralıdan bilgi almaya çalıştıklarına dikkat çeten Acun, Nejat’ın cenazesinin YPG tarafından alınamadığını belirtti. Nejat’ın takipçisi olduğu Paramaz gibi gömülmek istemeyeceğini düşündüğünü belirten Acun şunları söyledi: “Benim açımdan çok acı bir şey gidecek bir mezarımın olmaması, ama oğlum mezarının olmasını istemezdi. Kafasındaki her şey planlandığı gibi gitti. Bunu daha önce ifade etmedi ama Nejat istemezdi. Ve ölüm şekli de istediği gibi gerçekleşti. Bir mezarı olmayan sıradan bir devrimci nefer olarak toprağa gitti tarihe girdi. Bunu duymadım ama benim tanıdığım 30 yıllık arkadaşım, yoldaşımdan çıkardığım bu.” ‘Onurlu bir ölüm ama içimdeki yangını azaltmıyor’ Nejat’ın annesi Nuran Ağırnaslı, birçok anne gibi evlat acısını yaşayanlardan. Nejat’ın kendisine ve bütün arkadaşlarına Kosta Rika’ya gideceğini söylediğini belirten anne Ağırnaslı “İçime şöyle bir şey düştü. Daha önce KCK davasından yargılandı o dönemde de Brezilya’ya gidiyorum demişti” dedi. 68 kuşağının neferlerinden olan Ağırnaslı, Nejat’ın ablası Elif’ten bahsederken, gözleri dolarak, “Kızım Elif, açık açık söylemiyor ama inanmıyor Nejat’ın şehit olduğuna. Cenazesini almadığımız için belki çıkar gelir diyerek bekliyor” diyerek şöyle devam etti: “Öğrendiğimiz kadarıyla onun olduğu taburdakilerin hepsi Rojavalı ve hiçbiri Türkçe bilmiyor. O da Kürdçe bilmiyor. Konuşamıyorlar ama bir şekilde anlaşmışlar ki onun için çok uyumlu çok paylaşımcı bir arkadaştı diye bahsediliyormuş. Ben bunları gayet sakin dinliyorum ama sonra kesin öldü dediklerinde düşünüyorum o bedeni nasıl…” Ve boğazı düğümleniyor konuşamıyor. Sonra şöyle devam ediyor: “Çok onurlu bir ölüm olması içimin yanması durumunu azaltamıyor.” 05 ‘Milli irade’ barışa yetmiyor mu? FERHAT KENTEL Kürd sorununda “barış” ya da “çözüm” ya da devlet dilinde daha çok “terörü sona erdirmek” olarak anlaşılan sürecin neden yavaş gittiği, neden iki adım ileri bir adım geri gidildiği (bazen bir adım ileri, iki adım geri... daha kötüsü yani) sorulduğu zaman, genellikle devlet çeperlerine oturmuş siyasi aktör, yandaş gazeteci, danışman kadroları falan bu eleştirileri getirenleri saflıkla, siyasetten anlamamakla suçluyorlar. Kabaca “30 yıllık travmanın bir günde çözülemeyeceği” varsayımıyla, “memleketteki milliyetçi damarı alıştırmak, hatta AKP’nin bile zaten milliyetçi olan tabanının gözünü korkutmamak” gibi gerekçeler sunuyorlar. Garip bir durum tabii... Yüzde ellilik bir seçmen kitlesiyle, “bu dağları ben yarattım, köprüleri, çılgın projeleri ben yaptım ve yaparım; şuraya nükleer santral, buraya AVM yaparım; bu okulları imam-hatip yaparım ve kimse bana karışmaz!” diyen bir siyasal hareket (daha doğrusu giderek kutsallaşan bir figür etrafında cemaatleşen bir hareket) neden sürekli “valla işler bildiğin gibi değil; çok hassas dengeler var” der? Yüzde ellilik oyuyla bütün memleketi temsil ettiğini iddia ederek, kendi adını “milli irade” koyan bu yeni Kemalist hareket neden Kürd meselesi konusunda “hassas” bir hareket haline dönüşüveriyor. İnsan şunu sormadan edemiyor: “Milletimizin çok sayın efendileri, madem bu kadar güçlüsünüz, kime ne ihale verileceğine, hangi şehrin nasıl soylulaştırılması gerektiğine, hangi fakirleri nereden kovacağınıza karar verebilecek kapasitedesiniz (haklısınız, size ancak her zaman bir avuç çapulcu itiraz edebilme cesaretini gösterebiliyor); HSYK’da ‘paralelcileri’ altedebilecek ve ‘AK Parti’ye yakın isimleri’ seçtirebilecek kudrettesiniz (Türkiye’nin ‘bağımsız’ olduğu varsayılan yargısının bir organındaki seçimler aynen bu ifadelerle anlatıldı!) o zaman bu yüzde 50, bu ‘milli irade’ barış konusunda mı bir anda yetersiz ve kırılgan hale geliyor?” AKP’nin ne kadar güzel bir ‘yeni Türkiye’ yaptığını AKP’den bile daha çok iştiyakla anlatan (on yılda beyaz-siyah, her yaştan bir sürü müteahhit ve inşaat yarattığını pek anlatmayan) bugünün yazar-çizer ve geleceğin milletvekili adayları, barış konusunda pek bir hassaslar; Gezicileri falan barış sürecini sekteye uğratmakla suçluyorlar (hani yumurta küfesini onlar taşıyor meselesi...). “Gezi (hâlâ!) ve Kobanê provokasyonu”ndan dem vurarak, “Çözüm Süreci’nden kimler rahatsız?” soruları eşliğinde kendi kendilerine (bozacı-şıracı) “derin analizler” yapıyorlar. Artık devletle örtüşmüş olan hükümetimiz çok mu güçlü? Yani “milli irade” ezberini kullanırkenki rahatlığı gerçek mi? Peki, milleti her şeye ikna eden devlet-hükümet-partilider totalitesi barışa neden ikna edemiyor? Ya da, devletin otoriter özelliklerini arttıran, hatta totaliter boyutlar katan polisiye önlemler ya da son yargı paketiyle almaya çalıştığı önlemlere -“somut delil” yerine “makul şüphe” bulduğu zaman içeri atmak- bakınca dikkat çekici bir zayıflık mı söz konusu? “Yeni Türkiye”nin devleti aldığı yeni polisiye önlemlerle giderek daha çok Mehmet Ağar’ı hatırlatmaya başladı. Onun polisleri alkışlar arasında yargısız infaz yapardı. Gerçi o ve onun adamları demokrasi gibi lafları ağzında pek dolaştırmazdı. Şimdikiler “Yeni Türkiye”de “misliyle cevap vermekten”, “anında cezalarını vermekten” bahsediyorlar. (“Hukuk devleti”?) Bakan Atalay “sıradan vatandaşın korkmasına gerek yok” demiş. Tüyler ürpertici! “Uysal vatandaşın”; “padişahımız çok yaşa!” diyen vatandaşın korkmasına gerek yok; ne mutlu! Şunu demek istiyor yani: “Siyasal olarak itirazın varsa ve sokağa çıkarsan ‘sıradan” olmaktan çıkacağın için başına geleceklerden sen sorumlusun!” Bu arada ‘BM Genel Kurulu’nda Türkiye de olsun’ diyenlerin oyları 2008’de 151 iken, 2014’te 60’a düşmüş. Neden acaba? 06 ROJAVA BasHaber 20 - 26 Ekim 2014 BasHaber Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek: Rojava kantonları devletlerden yardım almalı İ şik parametrelerin söz konusu olduğu bir bölgede kanton modelinin tutmayacağına dair söyleme katılmadığını, mevcut koşullarda Rojava için tek çıkış yolunun kanton sistemi olduğunu ve Rojava kantonlarının diğer devletlerden destek alması gerektiğini dile getiren Özpek, “Ortadoğu halkları, devletin koruması ve lütufkarlığı olmadan hayatta kalabilecek durumda değiller. Dolayısıyla, kanton benzeri yerel özyönetimlerin varlığının mutlaka diğer siyasal ve ekonomik programlarla desteklenmesi gerekir. Aksi taktirde çatışma potansiyeli hep devam edecektir” şeklinde ifade ediyor. Aziz Tekin lan edildikten sonra Kürdler ve ilgili kesimler arasında çeşitli tartışmalar başlatan ve olumlu, olumsuz eleştirilere maruz kalan Batı Kürdistan’daki kanton uygulaması, IŞİD saldırılarının Kobanê de yoğunlaşması üzerine bir kez daha gündeme geldi. Bir aydan bu yana IŞİD kuşatması altında olan ve büyük çatışmalara sahne olan Kobanê Kantonu’nun geleceğinin henüz ne olacağı belli değil. Bölgedeki çatışmalara uluslararası güçlerin de dahil olması özellikle Kobanê Kanto’nunun geleceğini belirsiz bir boyuta taşıdı. 2011 baharında Suriye’de baş gösteren iç karışıklıklardan sonra birçok kişi hayatından oldu, nüfusun önemli bir bölümü ülkelerini terkederek mülteci konumuna düştü. İç savaşla birlikte Suriye toprakları, Kürd bölgeleri, rejim ve rejime karşı gruplar arasında bölündü. İçteki çatışmaların yanında dünya devletleri de politik ittifaklarına göre Suriye’deki savaşta saf tutup, ona göre hareket etmeye başladı. Savaşla birlikte gözlerin çevrildiği Kürdler ‘üçüncü yol’ dedikleri konseptle Rojava bölgesinde 2012 Temmuz’undan sonra yönetimi ele geçirdikleri bölgelerinde kanton ilan etti. 21 Ocak 1014 tarihinde 22 bakanlıktan oluşan kanton yönetimleri ilan edilip, resmi dil olarak Kürdçe, Arapça ve Süryanice seçildi. Cezîre, Kobanê ve Efrîn kantonlarından oluşan Rojava Özerk Yönetimi fiziki olarak bir birinden kopuk. Kürd bölgeleri bir süredir, etraftaki bölgeleri ele geçiren IŞİD güçlerinin ağır saldırılar altına girdi. Bir aydan fazladır IŞİD’in saldırıları altında olan Kobanê Kantonu’nun köyleri yoğun saldırılarla boşaltıldı ve ardında savaşın ağrılık merkezi şehir merkezine kaydı. YPG güçlerinin direnişi devam ederken koalisyon güçleri de Kobanê dahil birçok yerde IŞİD mevzilerini bombalamayı sürdürüyor. Bölünmüş coğrafyalarda kanton modelinin çözüm olabileceğini dile getiren Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, Rojava için, hakkıyla uygulanabildiği taktirde kanton sisteminin en uygun model olacağını söyledi. Kobanê’nin kaderinin ne olacağının belirsizliğini koruduğu, günlerde hazırladığı “De Facto Devletler ve Devletlerarası Askeri Çatışmalar” isimli teziyle dikkat çeken Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek; dünyanın değişik yerlerinde ve Rojava’da uygulanmaya çalışılan kanton sistemi hakkında BasHaber’e değerlendirmelerde bulundu. Rojava’da üç ayrı bölgede kantonların ilan edilmesinden sonra siyasi literatürümüze giren kanton kavramı hakkında Yrd. Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek şunları söylüyor: “Kanton denildiği Kantonlar bağlı bulundukları federal hükümet tarafından dünyada temsil edilir. Yani kantonların dünya tarafından tanınması diye bir durum yok. Rojava kantonlarına diğer devletler katkı sunmalıdır. Parçalanmış bölgelerde kanton sistemi en uygun modeldir. zaman akla İsviçre idari sistemi gelir. Bu sistemin temel felsefesini, idari birimlerin yerelleşmesi ve otonomisinin vatandaş ile siyasal otorite arasındaki karşılıklılık ilişkisinin kuvvetlendirmesi oluşturur. Diğer bir ifadeyle, siyasal iktidar yerelleştikçe ve merkezi hükümetten daha otonom bir hale geldikçe, vatandaşın hükümet ile ilişkileri daha hesap sorulabilir, şeffaf ve etkiye açık hale gelir.” Bu durumun ise doğrudan demokrasi ve özgürlüklerle ilgili olduğunu dile getiren Özpek, “Mesela, İsviçre örneğinde merkezi federal hükümet dış politika, savunma ve federal demiryolları gibi konular dışındaki görevlerini kantonlara devretmiştir. Kanton veya komün olarak adlandırılan bu alt birimler eğitim, sağlık ve ekonomi konularında kendi kendisini yönetir. Böylece farklı kimlik grupları bir uyum içerisinde yaşayabilirler” diyor. Dünyadaki kantonların uluslararası arenada tanınıp tanınmadığına ilişkin olarak ise; “Böyle bir tanınma yok, kantonları dahil oldukları federal yönetim temsil eder” bilgisi veren Özpek şöyle devam ediyor: “İsviçre Federal Hükümeti, kantonları uluslararası hukukta temsil eden aktördür. Her ne kadar kantonlar kendi öz-yönetim yetkisine sahip olsalar da, uluslararası hukukun bir öznesi ve nesnesi değildir. Ne varki, “legal sovereignty” olarak adlandırdığımız bu yasal tanınma hali, İsviçre’nin Westfaya tarzı bir devlet olduğuna işaret etmez. İç egemenlik merkezi hükümet ile kantonlar arasında paylaştırılmıştır. Bu ulus devlet anlayışının dışındadır ve güç bölüşü- mü temelinde örgütlenen federal veya konfederal sistemler kategorisinde ele alınabilir.” Kanton sistemi, bölünmüş toplumlarda çatışmasızlık için şart Kanton sisteminin, bölünmüş toplumlarda çatışmanın olmaması için bir şart olduğunu, ancak tek başına yeterli olmadığının altını çizen Özpek şöyle diyor: “Böyle toplumlarda, etnik veya mezhepsel veya ideolojik kimlik çerçevesinde örgütlenen alt birimlerin varlığı önemlidir ancak başka şartların da oluşması gereklidir. Öncelikle, kantonların ve federal hükümetin demokratik yollarla belirlenmesi icap eder. Yani her bir alt birimin hükümeti, vatandaşlar tarafından denetlendikçe ve farklı kantonların devlet dışı aktörleri özgürce işbirliği yaptıkça (ve bu işbirliğinden faydalandıkça) kantonlar arası ilişkiler de barışçıl bir hal alır. Aynı şey federal hükümet için de doğrudur. Bunun yanı sıra, ben doğal kaynakların olmamasını ve insanların serbest piyasa ekonomisi sayesinde yaşamlarını devam ettirdikleri bir ekonomik sistemi de gerekli görmekteyim. Zira emek sarf etmeden elde edilen yeraltı kaynağı gelirleri ya da piyasa yerine devlete bağımlı sınıfların varlığı, bir rekabet alanını kaçınılmaz olarak yaratacaktır. Bugün Libya ve Irak’ta müşahede ettiğimiz durum aslında buna benziyor. Yerel hükümetlerin olması, demokrasi ve piyasa ekonomisi olmadan bir iç savaşa rahatlıkla dönüşmesini engellememiştir.” Ortadoğu gibi son derece sert ve deği- ‘Türkiye’de ulus devlet anlayışı ile devam edilemez’ Bölgede ki en merkezi devletlerden birisi olan Türkiye ve Kürdlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdeki problemlerin hakkıyla uygulanması halinde kanton sistemiyle çözülebileceğini sözlerine ekleyen Özpek, yerelleşme ve merkezi denetimden uzaklaşmanın demokratikleşmek için gerekli bir adım olduğunu ancak bunun da yeterli olmayacağını, Türkiye’nin muhakkak demokratik reformlar yapması ve devletin ekonomik dağıtım mekanizmalarından hızla çekilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Böylece siyasal iktidarın bir refah edinme müessesesi olmaktan çıkarılabileceğini sözlerine ekleyen Özpek, “Türkiye’nin merkezi hükümet ve ulus devlet anlayışıyla devam edemeyeceğini düşünüyorum. Ankara’nın AB sürecine tekrar girip, demokratikleşmesi, merkezi hükümeti daha denetlenebilir ve tahmin edilebilir kılabilir” diyor. IŞİD’in Kobanê’ye saldırmasından sonra Koalisyon Güçleri’nin buradaki IŞİD mevzilerini bombalamasın dünyanın bu kantonları tanıması konusunda bir etkisinin olup olmayacağı konusuna ise Özpek, “Hayır, koalisyon güçlerinin operasyonlarının bu sonucu üretmesi için Birleşmiş Milletler’in alacağı bir güvenli bölge (1991 yılında Irak’taki 36. Paralelin kuzeyinde olduğu gibi) kararı gereklidir. Bunun yanı sıra, Kobanê’de ki aktörlerin bir siyasal yapılanma içerisine girip dış ilişkiler ajandası oluşturmaları gerekir. Yani, Kobanê bölgesinin öncelikle devlet benzeri bir siyasal örgütlenme içerisine girmesi, egemenlik alanını muhafaza etmesi ve devletlerin ifa ettiği işlevleri yerine getirmeleri gerekir. Ancak bu aşamadan sonra, farklı angajman seviyeleri ortaya çıkabilir” yorumunda bulunuyor. Rojava’ya yönelik saldırıların artması ve bundan sonra ne olacağı konusunda şimdilik yorum yapmanın ve tahminde bulunmanın zor olduğunu ifade eden Özpek, ancak durumun netleşmesinden sonra isabetli yorum yapılabilineceğini ve bunu beklemekten başka yol olmadığını söylüyor. BİLAL SAMBUR O KOBANÊ 20 - 26 Ekim 2014 IŞİD’in yaratıcı yıkım stratejisi rtadoğu, tarihinin en sıcak dönemlerinden birini yaşıyor. Sürekli şekillendirilmek istenen Ortadoğu coğrafyasında, yapılan her hareketin maliyeti çok yüksek olmaktadır. Şu an itibariyle Ortadoğu’da hiçbir şey öngörülebilir değildir. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Amerika ve ortakları, Ortadoğu’nun dizayn edilmesine karar verdiler. Ortadoğu’yu dizayn etmeye karar vermek kolay olmasına rağmen, bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda hiç kimsenin kafasında bir plan bulunmamaktadır. Esad rejiminin mutlaka gitmesi gerektiği konusunda net bir fikre sahip olan küresel hegemonik güçlerin elinde, Esad’ın devrilmesinden sonra ne olacağına dair bir planın olmadığını gördük. Suriye ve Irak’ta olanlar, Ortadoğu’da egemenlik ve güç mücadelesinin maliyetinin çok yüksek olduğunu göstermektedir. Ortadoğu, herkesin herkesle savaştığı, ama hiç kimsenin galip olamadığı bir coğrafyadır. Ortadoğu’daki iktidar ve güç savaşlarından, çatışmalarından ve gerilimlerinden yararlanmak isteyen yapılar hep olmuştur. Hizbullah, HAMAS ve İhvan gibi yapılar, devlet olmayan aktörler olarak Ortadoğu’da etkin olarak var olan organizasyonlardır. Suriye savaşı ve Irak’taki kırılgan durum, her gün karşımıza yeni aktörler çıkarmaktadır. Esad rejimine karşı savaşmak amacıyla Suriye’de irili ufaklı birçok silahlı güç oluşturulmuştur. Bütün bu yapılar, ellerindeki silaha güvenmekte ve Suriye’de esas aktörün kendisi olduğunu iddia edebilmektedir. Suriye savaşının ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan biri, IŞİD denilen barbarlar çetesinin Ortadoğu’yu istila edecek güçte yapılanmış olmasıdır. Önceleri Suriye’de Esad rejimi bütün sorunların kaynağı olarak algılanırken, bugün IŞİD, yaşanan bütün olumsuzlukların kaynağı haline gelmiştir. Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, artık tek başına yeterli değildir. Esad rejimiyle beraber IŞİD çeteciliği de yok edilmedikçe, Ortadoğu’da hiçbir şeyin normalleşme ihtimali artık bulunmamaktadır. IŞİD, sanıldığı gibi sadece bir terör çetesi değildir. IŞİD, Ortadoğu’yu yeniden yağmalamanın ve talan etmenin adıdır. Baas faşizmi, bugün IŞİD faşizmi olarak Ortadoğu’da yeniden üretilmiştir. Baas faşizminin mirasçısı olarak IŞİD, bugün Kürdleri, Ezdileri, Süryanileri, Türkmenleri, Kakaileri, Alevileri kısacası Ortadoğu’nun bütün kadim unsurlarını yok etmeyi hedeflemektedir. IŞİD, bütün Ortadoğu’yu talan etmek ve yıkmak üzere kurulan bir yapıdır. Yaratıcı yıkım stratejisinin uygulayıcısı IŞİD’tir. Ortadoğu’yu talan etmek için icat edilen IŞİD canavarının neden olduğu katliamlar, soykırımlar ve barbarlıklar çekilmesi gereken acı olarak değerlendirilmektedir. Ortadoğu’da aslında IŞİD’e ne yer vardır, ne de gerek vardır. Ancak mevcut şartlar altında IŞİD, Ortadoğu’ya kalıcı bir şekilde yerleştirilmiş durumdadır. Şu anda Ortadoğu’ya, IŞİD’le yaşama zorunda olma yolu dayatılmaktadır. IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyon, IŞİD’in Ortadoğu’da kalıcı olduğunun ve önümüzdeki en az yirmi-otuz senede IŞİD veya onun türevi olan yapıların Ortadoğu coğrafyasını kasıp kavuracağını göstermektedir. Ortadoğu, bütünüyle bir IŞİDİSTAN olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. IŞİD, Ortadoğu’da arka arkaya yaşanan mezhepçi faşizmlerin yarattığı sosyal ve siyasal ortamı kullanarak varlığını ve egemenliğini kalıcılaştırmaya, meşrulaştırmaya ve devletleştirmeye çalışmaktadır. Saddam Hüseyin diktatörlüğünün yıllarca uyguladığı Sünni kabile faşizmi, Şiilerde büyük bir öfke yarattı. Saddam’ın devrilmesinden sonra Bağdat’ta iş başına gelen Maliki gibi Şii yöneticiler, Sünnilere karşı mezhepçi Şii faşizmini resmi politika olarak uyguladılar. Bunun sonucunda Sünni Arap kabileler, Şii yöneticilere karşı büyük öfke duymaktadırlar. Şii ve Sünni kabile faşizmlerinin Irak ve Suriye’de egemenlik için mücadele ettiği bir sosyal ve siyasal ortam içinde IŞİD, Sünni Arapçılığın koruyucusu olarak ortaya çıktı. Şii-Sünni çatışması üzerinden IŞİD’e her açıdan uygun bir ortam hazırlandı. IŞİD, kendisine göre bir Sünnilik tanımı yapmaktadır. IŞİD için Sünni, sadece kendisini destekleyen Araplardır. IŞİD, Selefilik denilen anlayışı politikleştirmiş, militanlaştırmış ve militarize etmiştir. IŞİDİZM/Selefizm, herşeyiyle Sünniliğe karşıdır. İddia ettiğinin aksine IŞİD’in düşmanı, Şiilik değildir. IŞİD, Şiiliğe karşı düşman olduğu gibi Sünniliğe de düşmandır. Şii karşıtlığı temelinde IŞİD, Sünniliğin içini boşaltmakta ve onun yerine kendi Selefi teolojisini egemen ideoloji olarak yerleştirmektedir. IŞİD’in Şiilere karşı Sünnilerin savunmasını yaptığı propagandası tam bir yalandır. IŞİD’in Sünni olan Kürdlere saldırması, Sünniliğin maske olarak kullanıldığını göstermektedir. IŞİD, Sünniliği hiçbir şekilde önemsememektedir. Önemsediği şey, Irak ve Suriye’de Arap milliyetçiliğinin hakimiyetini sağlamaktır. Bedevi faşizmin örgütü olan IŞİD, Fars milliyetçiliğiyle bir hegemonya savaşı içindedir. IŞİDİST faşistler, ortaya çıktıkları andan itibaren kendilerine düşman hedef olarak Kürdleri ve Kürd coğrafyasını seçmişlerdir. IŞİD, şimdiye kadar Kürdlerin dışında hiçbir grupla ciddi bir çatışmanın içine girmemiştir. Musul’u istila eden IŞİD, Şengal’e saldırmış ve burada yaşayan Ezidi topluluğuna soykırım uygulamıştır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde kalan yerleşim merkezlerine saldırılar düzenleyen IŞİD, Erbil önlerine kadar gelmişti. Amerika’nın müdahalesi ve Kürd güçlerinin direnmesi üzerine geri çekilmek zorunda kalan IŞİD, bu sefer Rojava’ya saldırmıştır. IŞİD’in hedefi Kobanê’yi düşürerek Rojava’yı tamamen istila etmektir. Kürd coğrafyasını istila etmeden Suriye ve Irak’ta hedeflediği hakimiyeti gerçekleştiremeyeceğinin farkında olan IŞİD için Kürdler, asli düşmandır. Sünni Müslüman Kürdlerin IŞİD tarafından küffar olarak konumlandırılmaları, Kürdlerin kalıcı bir şekilde düşman olarak görüldüklerini ortaya koymaktadır. IŞİD, dinsel faşizmin bir ürünü ve kendinden olmayan herkesin düşmandır. Sadece Ortadoğu için değil, bütün dünya için bir tehdittir. Çünkü IŞİD faşizmi, dini araçsallaştırarak enternasyonelleştirmektedir. Bedevi faşist enternasyonalizm, IŞİD formunda bütün insanlığı tehdit etmektedir. 07 Cinnetin ardından MESUT YEĞEN Uçurumun kıyısından döndük. Bir iki sertlik gösterisine, birkaç esip gürlemeye rağmen hükümet kanadında aklı selim galebe çalmış görünüyor. Büyük bir sürpriz olmazsa PKK cenahında da aklı selimin galebe çaldığını gösteren bir karar bugün yarın gelecek gibi. Hayati olmakla birlikte, hükümetin ve bir sürpriz olmazsa PKK’nin çözüm süresi dairesinde kalma kararlılığı bizi uçurumun kıyısından ancak birkaç adım uzaklaştıracak. Emniyetli bir mesafeye çekilmek için yeni bir şeyler yapmak gerekiyor. Yapılması gereken şeylerin başında elbette çözüm sürecinin iki sene önce üzerine uzlaşılan gereklerini yerine getirme işini sündürmekten vazgeçmek var. Ama galiba bir de çözüm sürecinin parametrelerinin kısmen, üzerine yükseldiği psikolojik zeminin ise büyük ölçüde değiştiğini kabul etmek ve buna uygun adımlar atmak gerekiyor. Kürd meselesinin Türkiye sınırları dışındaki kısmının son birkaç aylık seyri hem çözüm sürecinin üzerine yükseldiği psikolojik zemini yeniledi hem de sürecin parametrelerinde değişiklik gerektiren yeni bir boyut üretti. Hükümet cenahında çok anlaşılmış gibi görünmemekle birlikte psikolojik zeminin nasıl değiştiği aşikar. Şengal ve Kobanê’de olanlarla beraber Türkiye Kürdleri Irak ve Suriye Kürdleri ile hiç olmadığı kadar kavmi bir duygudaşlık içerisine girdi ve bu duygudaşlık belli ki giderek artacak çünkü Irak ve Suriye’de yakın zamanda felah mümkün görünmüyor. Bu durumda, Türkiye Kürdleri, Suriye ve Irak Kürdlerinin kaderiyle hem kendileri daha fazla ilgili olacak, hem PKK’nin ilgisinin devam etmesini isteyecek, hem de Türkiye devletinin de bir biçimde ‘uyarınca’ ilgili olmasını, en azından husumet göstermemesini bekleyecek gibi görünüyor. Bu da şu demek: Irak ve Suriye Kürdlerinin maruz kalacakları haller buradaki Kürdlerin psikolojisini ve dolayısıyla çözüm sürecinin üzerine yükseldiği zemini etkilemeye devam edecek. Meselenin bölgesel ve karmaşık mahiyeti bu durumla baş etmeyi güç kılmakla birlikte sözünü ettiğim psikolojinin çözüm sürecini zehirlemeyecek biçimde bozulmasının önüne geçmek aslında çok da zor değil: Şehrini, ülkesini savunan Kürdlerle can düşmanlarını aynı kefeye koymaktan vazgeçmekle işe başlanabilir. Dolayısıyla, ilk yapılması gereken bu: Türkiye Kürdlerinin Irak ve (PKK’den dolayı) bilhassa Suriye Kürdleriyle olan duygudaşlığını tanımak ve bu duygudaşlığa hürmet göstermek. Son birkaç ayda olan biten, kabul etmesi zor olabilir ama çözüm sürecinin parametrelerini de tarafların üzerine uzlaştığı bir değişime zorluyor. Yine özellikle hükümet açısından kabul etmek zor olabilir ama belli ki Rojava meselesi de facto çözüm sürecinin bir unsuru haline gelmiş durumda ve buna dair muhakkak üzerine uzlaşılmış bir parametre oluşturmak gerekiyor. Şu açık: PKK için Rojava’dan vazgeçmek, Türkiye için de PKK/PYD Rojavası ile sınırdaş olmak kabul edilebilir değil. Türkiye PKK/PYD Rojavası ile sınırdaş olmamak için Kobanê’nin IŞİD kuşatması altında olmayan tek tarafını kapalı tutarak şehrin düşmesine seyirci kalabileceğini, PKK ise Kobanê’den vazgeçmemek için çözüm sürecini bitirebileceğini gösterdi. Bu durumda, çözüm sürecinin selameti, bu uzlaştırılamaz iki pozisyondan karşılıklı uzaklaşmayı gerektiriyor. Son birkaç günde olan biten bunun imkan dahilinde olduğunu gösteriyor. Gelen işaretler, ‘Suriye KDP’si ile dengelenmiş bir Kobanê’ seçeneğinin PKK, KDP ve Türkiye’nin (ve muhtemelen ABD’nin de) üzerine uzlaşabileceği bir parametre olabileceğini gösteriyor. KDP’yle dengelenmesi, hem Kobanê’yi IŞİD’e yem olmaktan kurtarabilecek hem de PKK ve Türkiye devleti açısından gönülsüz de olsa kabul edecekleri bir Rojava’nın yolunu açabilecek görünüyor. Uçurumun kıyısından uzaklaşmak istiyorsak Türkiye Kürdlerinin yükselen kavmi duygudaşlığını tanımak ve Rojava’da uzlaşmak gerekiyor. 08 MANŞET BasHaber 20 - 26 Ekim 20148 SÖYLEŞİ Eski HEP Milletvekili Mehmet Emin Sever: Kürdler ulusal temelde birleşmeli K rına rağmen bu ihtimal yine söz konusudur. Ayrıca çözüm olacaksa her iki tarafın da sürecin şartlarına uyması gerekir. Yani eğer siz Öcalan ile görüşüyorsanız, bunun gereklerini de yerine getirmek zorundasınız. Siz Türk askerinin IŞİD’e karşı Kobanê’ye girip savaşmasını istiyorsunuz. Ama tezkereye karşı çıkıyorsunuz. Bunu da söylemek istiyorum. Çünkü Selahaddin Demirtaş’ın, Ertuğrul Kürçü’nün tezkereye karşı oldukları bellidir. Yani çözümü istiyorlarsa biraz birbirlerine fırsat vermeleri gerekiyor. İbrahim Riha obanê’de yaşananları 1925 bastırması ve 1938 Tertelesi’nin bir başka versiyonu olarak adlandıran Eski HEP Milletvekili Mehmet Emin Sever, Kobanê’de mazlum bir halkın direnişinin oluğunu ve tüm Kürdlerin farklılıklarını bir kenara bırakarak birleşmesi gerektiğini söyledi. Kürdlerin uluslararası güçlerle devamlı temas halinde olarak, 1970’lerin sol jargonuyla değil, daha çok ulusal bir çizgiye uygun olarak birleşmesi gerektiğini söyleyen ve aynı zamanda 1925 İsyanı liderlerinden Xalîd Begê Cibrî’nin de yeğeni olan Sever, BasHaber’e Kobanê ve ulusal birlik konusunda değerlendirmede bulundu. Kobanê’de Kürdlerin direnme savaşını siyasal hareket açısından nasıl değerlendirmek lazım? Rojava’da, Kobanê’de IŞİD’in tehlikesi altında mazlum bir halk var. Kürd tarihinde nasıl ki 1925, 38 Terteleleri varsa bu da Kobanê Tertelesi’dir. Kobanê’nin, Rojava Kürdistanı’nın Kürd tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Kürd tarihindeki tüm ulusal direnişlerde, devletin baskıcı tavırlarına karşı insanlarımız genel olarak oraya geçmiştir. Bunlar 1925 Azadî Örgütü mensuplarıdır. İstiklal mahkemelerinden kurtulan, sürgünlerden kurtulanlardır. Orada mücadelelerine devam etmişlerdir. Orda Xoybûn Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Dolayısıyla Kobanê’nin, Kobanê halkının IŞİD gibi zalim bir örgütün saldırılarına uğraması Kürdler açısından kabullenilebilir bir durum değildir. Böylesi bir durumda ideolojik farklılıkları ne olursa olsun Kobanê için birleşmek gerekiyor. 1970’lerin sol jargonuyla değil de daha çok ulusal bir çizgiye uygun olarak birleşmelerinde fayda var. Uluslararası güçlerle de devamlı temas halinde olmaları onların faydalarına olur. Yani Amerika ve Batı karşıtı bir çizgi Kürdlerin menfaatine değildir. Tezkerenin içeriği ne anlama geliyor? Birilerinin PKK karşıtlığı üzerinden ‘Kobanê düşerse düşsün’ demesi kabul edilemez. Elbette tüm güçlerin bazı şeyleri yumuşatması gerekiyor. Hem PKK hem de KDP cephesinden birlik çağrıları gelmesine rağmen gerçek anlamda bir birliğin sağlanamamasının nedeni nedir sizce? Bu konuda kimi iyi haberler alıyoruz. Mesela Güney Kürdistan’da IŞİD vahşetine karşı gerilla ve Peşmergenin birlikte savaştıklarını biliyoruz. Fakat bu konuda PYD’nin sert tutumunu doğru bulmuyorum. Biraz kendilerini yumuşatmaları gerektiğini düşünüyorum. İki tarafın da biraz daha hoşgörülü olması gerekiyor. Bu anlamda da Sayın Barzani’nin kendilerine yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyorum. Böylesi vahim bir durumda küskün kalmalarını, ayrı durmalarının doğru olduğunu düşünmüyorum. Özellikle Güney’deki kazanımlara tüm Kürdlerin sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. Kobanê düşerse ne olur? Kobanê düşerse yine bir parçamızı kaybetmiş oluruz. Bir başka şey, Kobanê düşerse kimler tarafından düşürülmüş olacağı konusudur. Eli kanlı, vicdansız bir örgütün eliyle düşürülmüş olacak. Kobanê’nin sahibi şu örgüt ya da bu örgüt anlamında söylemiyorum. Kim olursa olsun fark etmez; Kobanê Kürdistan’ın bir parçasıdır. Ya da birilerinin PKK karşıtlığı üzerinden “düşerse düşsün!” demesi yanlıştır. Kobanê’de yaşananlar ışığında Kuzey’deki gelişmeler Çözüm Süreci’ni nasıl etkiler? Etkiler. Tabii nasıl bir Çözüm Süreci, onu da bilmiyoruz. Kürdlere neler verilecek? Bu konuda endişelerimiz var ama ne olursa olsun çözümsüzlükten iyidir. Fakat bu ihtimalin olması yeniden silahların patlaması anlamına gelebilir. Doğrusu Kürdler Osmanlı’dan beri devlete pek güvenmemekteler. Zira devlet verdiği sözlerde pek durmuyor. Bunu Amasya Protokolü’nden, 1921 Meclis açılış konuşmasından, Lozan öncesi görüşmelerden iyi biliyoruz. Kendi işlerini sağlama bağladıktan sonra Kürdlerin haklarını unutmuşlardır. AKP’nin iyi niyetlerine rağmen, Kemalist sistemden farklı olmala- Kemalist sisteme karşıyım; inkâr, imha ve asimilasyona karşıyım diyen ve çözüm süreci gibi bir girişimde bulunan AKP’ye bir bakıyorsunuz “PKK terör örgütüdür” gibi bir şey ekliyor tezkereye. Yani birbirinizle çözüm sürecini yürütecekseniz öncelikle birbirinize güveneceksiniz. Bunu her ik taraf için de söylüyorum. Kaldı ki devletin bu tezkeredeki amacı Rojava’ya girmek de olabilir. Fakat bu çözüm sürecinin asıl amacına uygun olmaz. IŞİD de artık Türkiye’yi tehdit eder duruma gelmiştir. IŞİD için neler söylemek istersiniz? Sizce kim var arkasında? Çok iyi bilmek mümkün değil. Neticede istihbari bir bilgi. Fakat sanki Türkiye bugünkü hükümet itibariyle, Sünni İslamcı – Şii karşıtı olmaları sebebiyle, Neo-Osmanlıcılığa oynamaları gibi sebeplerden dolayı; Yezidilere, Kobanê’ye ve Güney Kürdistan’a saldırmalarına kadar sanırım Türkiye de onların arkasında olmuştur. Dışarıdan gelenler Türkiye üzerinden giriş yaptı. Belki buna göz yumuldu. Silah desteği falan da olabilir. Mesela tırlar dolusu silah falan yakalandı. Yani IŞİD tam anlamıyla bir tehlike teşkil edene kadar muhtemeldir ki AKP hükümeti bir kısım şeylere göz yummuştur. Fakat Batı’nın da zorlaması sebebiyle bu vakitten sonra Türkiye de onlara karşı olacaktır. Dünden bugüne Kürd siyaseti Kürdler bölge devletlerinin hunharca müdahalelerine, idam sehpalarına, köyleri yakıp yıkmalarına rağmen her zaman kendi yaralarını sarmışlardır. Haksızlıklara rağmen her zaman başkaldırmayı bilmişlerdir. Kürdlere yönelik söylenen “birleşemiyorlar” söylentilerini her zaman boşa çıkarmış ve tarihin belli dönemlerinde kendi kaderlerini de tayin etmişlerdir. Ulusal mücadelelerde sınıfsal kaygılar olmaz. Eğer ki ulusal mücadele veriyorsanız ulusal nitelik taşıyan bütün katmanları da içinize almalısınız. Mesela ben 1991-1995 yılları arasında milletvekiliyken yaşanan bir olayı anlatayım: O dönemde Güney Kürdistan’da Saddam zulmüne karşı bir Amerikan Çekiç gücü vardı. O zaman parlamentoda 6 ayda bir bu çekiç gücün orada kalıp kalmamasıyla ilgili oylama yapılıyordu. Ben o zaman HEP milletvekiliydim. HEP olarak o zaman bir karar alınmıştı: Çekiç güç emperyalisttir. Amerikan gücüdür. Oradan gitsin, gibi. Ben o karara uymadım ve ne olursa olsun, onlar mazlum bir halkı koruyor, dedim. Çekiç güç lehinde oyumu kullanacağım, dedim. Bana emperyalistsin dediler. Şu sebepten dolayı söylüyorum; ideolojiniz ne olursa olsun. Hangi örgüt olursanız olun asıl ölçüt ulusallık olmalı. Zamanın ruhu içerisinde hareket edilmeli. Eski jargonlarla, eski parametrelerle Kürd sorununun çözülebileceğini düşünmüyorum. Yerel yönetimler vs. yerine özerklik istiyorum, federasyon istiyorum demek lazım. Fakat bunları yaparken uluslararası güçlerin desteği alınmalı. Gerek dağda gerekse de cezaevlerinde bulunan insanlar bizim için yaradır. Hiç birisinin de tırnağına dahi bir zarar gelmesini istemiyorum. Fakat bu insanların artık Kürdler arası hoşgörüyü de göstermesi gerekiyor. Ben artık Kürdler arasında sol yahut İslami jargon vs. istemiyorum. Kürdi bir duruş istiyorum. Biz bir ulusuz. En az 200 yıllık bir mücadele geçmişimiz var. Bu sürede kanımızın dökülmediği bir taş, boynumuza geçirilmemiş bir ip kalmadı. Bu kadar zarar görmüş bir halkın hizipçilikle ya da örgütçülükle elde edebileceği bir şey yoktur. Bunu başarabilirsek bizim Amerika’ya da ihtiyacımız kalmaz, Avrupa’ya da. MANŞET BasHaber 20 - 26 Ekim 2014 9 SÖYLEŞİ Yrd. Doç. Dr. Elçin Aktoprak: IŞİD tehlikesi Kürdleri birleştirdi M Mustafa Yeşil usul’u aldıktan sonra Kürdistan’a saldırmaya başlayan IŞİD’in, tüm çelişki ve politik farklılıklarına rağmen Kürdler arasında birleşme ve birlikte hareket etmek gibi bir fırsatı ortaya çıkardığını ifade eden Yard. Doç. Dr. Elçin Aktoprak, “Bana sorarsanız, IŞİD olsun ya da olmasın şu an Ortadoğu’daki durum Kürd halkı için tarihte görülebilecek en önemli dönüm noktalarından biridir” dedi. Çözüm Sürecinin en başından beri bıçak sırtında ilerlediğini, yaşanan son gelişmelerin de bu durumu su yüzüne çıkardığını, fakat HDP heyetinin Öcalan’la görüşmesinden sonra bir itidal çağrısının geldiğini ifade eden Aktoprak, “Cemil Bayık, Sabri Ok ve Mustafa Karasu’nun açıklamalarıyla karşılaştıracak olursak, Öcalan’ın biraz daha süre tanıdığı görülüyor. Ben başından beri hükümetin oyalama taktiğiyle yürüdüğünü düşünüyordum. Bu tip bir eleştiri başından beri sanki sürece karşı bir duruş gibi algılanıyor; oysa öyle değil ve son gelişmeler de zaten hükümetin taktiğini ifşa etti.” dedi. IŞİD, Erbil’e yaklaştığında ABD’nin doğrudan müdahale ettiğini ancak Rojava’ya yönelik saldırılar iki yıldır sürmesine rağmen bekleme durumu yaşandığına dikkat çeken Aktoprak, “Ben bunun sebebinin Rojava’daki alternatif sistemin gerçekliği olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu durumun sadece Türkiye’yi değil, uluslararası temel aktörleri de rahatsız ettiğini düşünüyorum. Bir taraftan da Türkiye’ye, “bu belayı, yani IŞİD’i kendi başına kendin sardın. Kendin hallet” demek istemiş olabilirler” şeklinde konuştu. IŞİD Kürdler için dönüm noktası IŞİD’in Kürdistan’a saldırmasıyla birlikte Kürdlerin bu durumu avantaja çevirdiğini ancak özellikle PKK ile PDK arasındaki çelişkileri su yüzüne çıkardığını aktaran Aktoprak, “Fakat bir taraftan da ortak bir savunma gereksinimi ister istemez birliği beraberinde getirdi. Bana sorarsanız, IŞİD olsun ya da olmasın şu an Ortadoğu’daki durum Kürd halkı için tarihte görülebilecek en önemli dönüm noktalarından biridir. Bir tarafta Rojava’daki deneyim var. Diğer tarafta Güney Kürdistan’daki deneyim var. Bir taraftan da burada sürdüğü ya da sürdürüleceği düşünülen çözüm süreci var. Dolayısıyla bu çok önemli bir dönüm noktası. Artı şunu da gösterdi: Özellikle son dönemde, Kobanê üzerinden yaşa- Bir taraftan da Türkiye’ye, “bu belayı, yani IŞİD’i kendi başına kendin sardın. Kendin hallet” de demek istemiş olabilirler. Çünkü her ne kadar Davutoğlu aksi şeyler söylemeye çalışsa da Türkiye bölgedeki radikal dincilere destek verdi. Biden’ın son açıklamaları da bunu doğruluyor. nan gelişmelere baktığımızda PKK’nin bölgede etkin bir aktör olduğunu dünya kamuoyuna da göstermiş oldu.” dedi. Tampon bölge planının ise Rojava’yı işgal etme planı olarak nitelendiren Aktoprak, Türkiye’nin böyle bir yaklaşıma girmesi durumunda çözüm sürecini de zora sokacağını söyledi. Aktoprak, “Aslında örneklere baktığımızda her ülkenin çözüm süreçleri kendi dinamikleriyle işleyebiliyor. Fakat her birinde atılması gereken belli başlı temel adımlar vardır. Mesela ‘Türkiye’nin bu anlamda kendine özgü yönü nedir’ diye sorarsanız; Türkiye’nin doğrudan Öcalan’la görüşmesi olumlu ve kendine özgü bir adımdır. Başka örnekler de biz bunu pek görmüyoruz. Mesela İrlanda’da da IRA ile oturulup konuşulmadı. Ya da İspanya’da ETA ile görüşmeler yapıldı ama hiç bir zaman şeffaf bir şekilde kamuoyuna deklare edilmedi. Bu anlamda, böylesi bir durum Türkiye için belki de tek olumlu adımdır. Hatta adım bile diyemiyorum. Mesela bizim elimizde hiç bir Yol Haritası yok. Özellikle de 5 sene gibi uzun bir zaman diliminin içinden bakacak olursak en azından tarafların kendilerinin ne yapacakları konusunda belli bir bilgiye sahip olmaları gerekir. Fakat yapılan açıklamalara baktığımızda hükümetin çok kapalı açıklamalar yaptığını görüyoruz. Diğer taraftan Kandil’den gelen açıklamalara baktığımızda o tarafın da öyle çok bildiği bir Yol Haritası yok. Dolayısıyla bu oyalama taktikleri süreci kolaylaştırmıyor. Özellikle hükümetin son dönem açıklamalarına bakıldığında yeni sürece dair kimi ikilemler ortaya çıkmakta. Bir taraftan çözüm sürecine devam edeceğiz diyorsunuz, diğer taraftan da, Bülent Arınç terörü sona erdirmekten bahsediyor. Yani siz çözüm sürecini sadece terörü sona erdirmeye indirgerseniz bu çözüm sürecinden kastiniz sadece PKK’nin silah bırakması olur ki bu da tek başına çözüm değildir. Aktoprak, YPG-ÖSO ve IŞİD konusunda da şu ifadeleri kullandı: Biraz doğruları söylemek lazım. Salih Müslim de bunu söylemişti: Esad’la kendileri sınırları ortadan kaldırırken, yat gezileri yaparken Suriyeli Kürdler Esad’la mücadele ediyordu. Dolayısıyla bu tür söylemler tarihi kimi gerçekleri gizlemektedir. Zaten bu tür söylemlerin uluslararası kamuoyunda çok da inandırıcı olduğunu düşünmüyorum. Bir de ayrıca ‘Ben size söyledim, yapmayın’ gibi büyük abilik taslayan bir ifade de söz konusu. Öte yandan Suriye’de hükümetin desteklediği muhalif kanat ile seküler bir hareket olan YPG’nin sadece Esad karşıtlığında buluşup bir biat ilişkisine girmesini beklemek de sorunlu. Kürdleri IŞİD’in de ilk hedeflerinden biri haline getiren, belki Erbil’de petroldür ama Kobanê’de bu seküler pozisyon ve alternatif yönetim modeli. 09 Barışın kaybedeni, savaşın kazananı olamaz HAKAN TAHMAZ Çözüm süreci ve Türkiye sarsıntı geçiriyor. Sarsıntının etkisi her an kendisini daha da fazla hissettiriyor. Yüreğimiz ağzımızda. Terör örgütü IŞİD’in katliamları ve işgal girişimleri Ortadoğu’da deprem etkisi yarattı. Kobanê’de Kürdlerin onurlu direnişi bütün insanlığa dersini veriyor. Bölgede yaşanan mezhep çatışması, etnik çatışma ve savaşlardan medet umanlar hiçbir şeye doymuyorlar. Tehlike kapımızdan uzaklaşmış değil. Katliamlar, tecavüzler, kelle koparma seansları, aç susuz ve ayakları çıplak çocuklarla, sırtlarda taşınan yaralı ve yaşlı insan manzaraları televizyon ekranlarının sıradan görüntüleri oldular. Türkiye’de ise Kürd sorununu 30 yıl savaşla çözemeyenler, 2 yıl dolmadan diyalog ile çözüm arayışını sonlandırmak için çırpınıyorlar. Sanki bunca yılın savaşından hiç ders çıkarılmamış. Hâlbuki taraflar 30 yıl sürdürdükleri savaşın sürdürülebilir olmadığını çoktan fark ettiler; ama bunu kendilerine, mahallelerine ikrar etmekten kaçınıyorlar. Toplumu sarıp sarmalayan bölünme ve aldatılma korkusu her geçen gün alevleniyor. Bu korkuların yaratıcıları muktedirler ise sorunun aşılmaması için üstünü başını parçalıyor. Çünkü bunun, muktedirliklerin sonunun başlangıcı olacağı kesin. Çözüm süreci, bu korkulara yenilme riskiyle karşı karşıya. Bir kez daha krizi daha fazla demokratikleşerek ve özgürlükleri geliştirerek değil, anti-demokratik uygulamalarla, yasaklarla ve polisiye önlemlerle aşmak tercih edildi. Hükümet, güvenlik güçlerinin yetkilerini artırmanın hazırlığını yapıyor. Yarım yamalak demokrasimiz bir kez daha darbe alacağa benziyor. 2 yıldan sonra karakollara taciz atışları ve sınır dışı hava harekâtı yapıldı. Türkiye’yi sarsan olaylar ve çözüm sürecinin ruhuna aykırı kimi eylemler bahane edilerek HDP ve Eşbaşkan hedef tahtasına oturtuldu. TBMM’de Salı günü yapılan parti grup toplantıları zehir saçmaya hız verildi. İktidar, otoriter uygulamalarla toplumdaki hoşnutsuzluğu ve tepkiyi arttırmakta bir beis görmüyor. “Kamu düzeninin bozulmasına, çözüm süreci nedeniyle göz yummayız” gibi beylik laflarla hem kamu düzenini hem de çözüm sürecini riske ediyor. Sürecin kesintiye uğraması, 90’lı yıllardan kötü, beter şeylere yol açabilir. Bizden, şeffaflıktan ve katılımcılıktan uzak, kötü yönetilen şımarıklıklarla ve kaprislerle dolu gecen çözüm sürecinin bitirilmesi tehdidine boyun eğmemiz isteniyor. Ne yazık ki, milliyetçilerle, statükocularla, şoven solcularla, devletçi muhafazakârlarla, bazı liberaller ve cumhuriyetçiler farklı noktalardan hareket ederek “Çözüm Süreci diye bir şey kalmadı” lafında buluştular. Kobanê’nin IŞİD tarafından işgal edilme girişimine karşı gelişen tepki ve sosyal patlama sonrası “Böyle çözüm süreci mi olur?” mealindeki itirazların arka planını Kürd sorununu idrak edememek oluşturuyor. Bu, çözümün ne derece zor ve kalıcı barışın ne kadar uzun sürecini gösteriyor. Bu süreçte geçmişten çok daha ağır toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalınma ihtimali oldukça yüksek. Çözüm sürecinin sorunları ve krizleri sadece bize özgün sorunlar ve krizler değil. Benzer sorunları çözmeye çalışmış tüm ülkeler ve hareketler aynı şeyleri yaşamışlar. Bize ait olan ekstra problemler ve yöntemler sadece bunları arttırıyor ve büyütüyor. Bu kriz ve sorunlara çözüm yolunu bulmak için dünyayı yeniden keşfe gerek yok. Bu ülkelerin deneyimlerinden dersler çıkararak kendimize özgün yol ve yöntemleri hayata geçirmek ve sorunu çözmek zorundayız. Ayakta kalma ve insan olmanın gereği budur. Bunun için en kötü barışı ve diyalogu en iyi savaşa tercih ederek işe koyulmalıyız. Ölme veya öldürmeyi tercih etmeyi teşvik etmek ahlaki değildir. Ahlaksızlar safında yer almak istemeyen müzakerenin gerçekleşmesi, çözüm sürecinin devam etmesi, silahın, şiddettin, ayrımcılığın, nefret söyleminin ve ırkçılığın toplumsal ve siyasal yaşamdan sökülüp atılmasına çaba sarf eder. 10 ÇÖZÜM SÜRECİ BasHaber 20 - 26 Ekim 2014 BasHaber KADIN / MEDYA 20 - 26 Ekim 2014 AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu: PKK saldırmadıkça operasyon yapılmaz A Roger Ehmed KP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, hükümetin gündeminde olan yeni güvenlik paketiyle ilgili olarak “Güvenlik ve özgürlükler birbirinin alternatifi olmamalıdır” dedi. Çözüm Süreci, Kobanê eylemleri ve gündemdeki birçok konuya dair BasHaber’in sorularını yanıtlayan Ensarioğlu, Rojava’daki tüm Kürd siyasi partilerinin Duhok’ta toplanmaları için de “Kürdler birbirinin kuyusunu kazmak yerine birlik olmayı başarabilirlerse birçok sorunu daha rahat çözebilirler” diye konuştu. Çözüm süreci ve geçtiğimiz günlerde Türk savaş uçaklarının Oremar’ı bombalaması konusunda ise Ensarioğlu, “PKK saldırmadıkça operasyon olmaz. Bu, PKK’nin değişik yerlerdeki eylemlerine karşı yapılmıştır” dedi. Geçtiğimiz hafta yaşanan protesto eylemlerine atıfta bulunarak, bazı eylemlerin çözüm sürecine zarar verebilecek eylemlere dönüşebildiğini ancak buna rağmen sürecin devam ettiğini belirten Ensarioğlu, “Tabii çözüm süreci konusunda Sayın Başbakan ‘bu konuda biz ısrarlıyız, devam ettireceğiz’ diyor. Selahattin Demirtaş’ın da çözüm sürecinin devam ettiği, etmesi gerektiği yönüne bir açıklaması vardı. İmralı zaten çözüm sürecine her defasında yaptığı açıklamalarda çok değer biçtiğini ve bu anlamda önemli görüşmeleri yürüttüğünü söylüyor. Ancak son gelişmeler, gerek Suriye’de, gerek Irak’ta yaşananlar bu sürece uygun sürdürülmemekte. Hem Ortadoğu’daki etkinliğini kırıp İran’ın etkinliğinin Ortadoğu’da artması hem de Batılı güçlerle artık kendince çok kontrol edemedikleri bir Türkiye’dense kendi içinde yeniden iç sorunlarıyla ilgilenen bir Türkiye istiyor birileri. Bu çabaların tabii ki çeşitli provokasyonlara ve çeşitli yönlendirmelere sebep olduğunu görüyoruz” diye konuştu. Türkiye’nin, Kobanê’nin düşmemesi için oradaki mücadelenin desteklenmesi gerektiğini savunduğunu iddia eden Ensarioğlu, BM ve Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’nin yardım koridoru açılması yönündeki çağrısını ise, “Kobanê konusundaki duyarlılık veyahut orada Fransa’nın veya BM’nin kendine ait yorumları var ama kimsenin aldığı bir karar yok. Yani BM Suriye’deki sorun konusunda alabileceği çok önemli kararlar varken, bu kararların hiçbirini almazken bize akıl veriyor. Türkiye zaten IŞİD’in bir terör örgütü olduğunu, küresel bir tehdit olduğunu ve bu tehdidin en fazla da Türkiye’yi tehdit edebileceğini söylüyor ve Kobanê’nin de düşmemesi gerektiği, Kobanê’deki direnişin desteklenmesi gerektiğini de söylüyor. Oradaki güçlerin tamamına kapıların açıldığını, o anlamda hiçbir sıkıntının olmadığını da biliyoruz. Türkiye IŞİD’e karşı koalisyonun içinde de yerini almıştır. İncirlik ile ilgili görüşmeler yapılıyor. Yaralıların tedavisi konusunda gerekenler yapılıyor. Sivillerin geçişiyle yani şu ana kadar Türkiye üzerinden Kobanê’ye geçen beş yüzün üzerinde savaşçı ve sivil katılım var. Yani Türkiye’den geçişlere de çok katı kurallar uygulanmıyor. Ancak YPG güçlerinin Cizîre Kantonu’ndan veyahut Penguenler açarken SENNUR BAYBUĞA Tüm Kürdler IŞİD’e karşı Şu ana kadar 600 civarında YPG’li Türkiye’de tedavi edildi. Duhok’taki toplantı Kürdler arası birlik için çok önemli. Çözüm Süreci devam edecek, PKK yeni saldırılarda bulunmadıkça hiçbir aksama olmayacaktır. da başka bir yerden resmi olarak nakli bugün itibariyle Türkiye’nin gerçekliğiyle çok örtüşmemektedir. Ama biz yine de YPG güçlerinin kendi usullerine göre gelip geçebildiklerini biliyoruz.” şeklinde yorumladı. 600 civarı YPG’li tedavi edildi Rojava’dan gelen ve sonrasında sınır dışı edilen, ya da gözaltına alınan savaş mağdurları konusunda ise Ensarioğlu, “Şu an 600 civarı YPG’li yaralı tedavi edildi, diye biliyorum. Bunlara hiçbir işlem yapılmadı. Ancak son Kobanê eylemlerinden sonra sınırdan giren yaralılardan bazıları yüz taramasıyla gözaltına alındı. Buna ilişkin bir takım sınır dışı ve birkaç tutuklama oldu. Yani 250 tutuklama falan yok, birkaç tutuklama var” diyerek yanıt verdi. Türkiye’nin net bir şekilde IŞİD’e karşı koalisyonun içinde yer aldığını ileri süren Ensarioğlu, şu anda bu koalisyonun bir üyesinin de Türkiye olduğunu ancak Türkiye’nin farklı önerileri olduğunu söyledi. Ensarioğlu şöyle devam etti: Yani Türkiye’nin farklı kaygıları var. Türkiye, Esad rejimi var olduğu müddetçe IŞİD bertaraf edilse de; IŞİD, El Nusra ve bunun türevleri birçok terör örgütünün insanlığı tehdit edeceğini söylüyor. Yani bu işin ana kaynağının Esad rejiminin tavrı olduğunu söylüyor. Bunun daha kapsamlı bir şekilde ele alınması gerektiğini söylüyor ve sınırdaki bu insani göçleri veya sivil halkın kendi topraklarında daha güvenli bir şekilde kalabileceği bir takım kararların BM’ce alınması gerektiğini söylüyor. Bu da Türkiye’nin askeri tampon bölge kastetmediğini açıklıyor. Türkiye’nin kaygıları sivillere, göçe yönelik kaygılarıdır. Yani Türkiye askeri olarak oraya girmek istemediğini söylüyor zaten. PKK saldırmadıkça operasyon olmaz Uzun bir aradan sonra PKK’nin, Oremar civarının Türk savaş uçaklarınca bombalandığı açıklaması ile, çözüm sürecinin başlangıcından bu yana ilk kez yeniden geniş kapsamlı tutuklamaların başlamış olmasını hatırlattığımız Ensarioğlu, “Çözüm, iki tarafın da iradesiyle olur. Bu olacaksa da iki tarafın iradesiyle olur. Yani PKK karakola saldırı düzenleyecek bu çözüm sürecini tehdit etmeyecek... Defalarca bu tür saldırılar oldu. Tunceli’de, çeşitli yerlerde... ‘Kimse bunlara çözüm sürecine aykırıdır’ demiyor. Nihayetinde bu olan olaylardan sonra devlet kamu güvenliği açısından bir takım zafiyetlerin yaşandığı kanaatine vardı. Bu saldırılara bugüne kadar karşılık verilmiyordu. Şu anda bu saldırılara karşılık veriliyor. ‘PKK saldırmadıkça devlet operasyon yapmayacak’ bunu Cumhurbaşkanı ve Başbakan defalarca söyledi. PKK’nin saldırılarına rağmen operasyon bugüne kadar yapılmadı. Ama bu son olaylardan sonra devlet kendince zafiyet görmüştür. Bunlar iyi şeyler mi? Bunlar tabiki Türkiye’yi kötüye götürür ama bu kötüye gidişte PKK’nin hiçbir kabahati yok mu? Bunu da biraz düşünmek lazım” yanıtını verdi. Konuşmasının devamında Duhok’ta devam eden Tev-Dem ve Güney Kürdistan yetkililerinin toplantısına dikkat çeken Diyarbakır Milletvekili Ensarioğlu, “Bu durumu çok önemsiyorum. Kürdlerin bir birlikle ilgili yapacakları her şey; her defasında ertelenen konferanslar, ortak tavır, ortak değerler... Ben bu türden girişimleri önemsiyorum. Zaten Kürdler kendi arasında çekişmeyi bir tarafa bırakıp birlik olmayı, birlikte hareket etmeyi ve ortak değerlere birlikte sahip çıkmayı becerebilirse birçok sorunu daha rahat çözer. Yani birbirini suçlamak, birbirini alt etmek, birbirine kuyu kazmak yerine bir araya gelip ortak değerler etrafında bir güç olabilirlerse ve ortak tavır takınabilirlerse tabiki Kürdlerin geleceği açısından daha anlamlı, daha değerli olur” yorumunda bulundu. Hükümetin gündeminde olan ve hem cumhurbaşkanı hem de bazı bakanların son günlerde dillendirdikleri yeni güvenlik paketinin ise özgürlüklere alternatif şeklinde yorumlamamak gerektiğini aktaran Ensarioğlu, “Şimdi güvenlikten kasıt halkın can ve malını, namusunu korumaksa güvenlik bir devletin görevidir. Ancak güvenlik ve özgürlükler birbirlerinin alternatifi olamamalıdır. Güvenlik sağlayacağım diye özgürlükleri kısıtlayıcı, insan haklarına muhalif, demokrasiye, hukuka muhalif hiçbir şey yapılmamalı. Evet, güvenlik önemlidir. Yani biz bir kez daha gördük ki bölgede 40’ın üzerinde insan öldü ve vahşice öldürüldüler. Dükkânlar talan edildi, halkın canı, malı ayaklar altına alındı. Bu halkın canını, malını koruması gereken de devletin kendisidir. Devlet kendinde güvenlik zaafiyeti hissediyorsa bu güvenlikle ilgili açıklarını mutlaka kapatmalı ancak bunu hukuk içinde, adalet içinde, insan hakları temelinde ve hiç kimsenin özgürlüğünü de kısıtlamadan yapmalı” dedi. Ensarioğlu şöyle devam etti: “Tüm Kürd halkı Rojava’daki IŞİD vahşetine karşı öfkelidir ve tek vücuttur. Ancak ben AK Partili’yim ve Rojava’daki direnişi destekliyorum. Oradaki IŞİD vahşetini de lanetliyorum. Bir HÜDA-PAR’lının yaptığı açıklama da aynıdır. HÜDA-PAR da IŞİD’e karşıdır ve IŞİD’e, IŞİD’in orada Kürdlere yönelik vahşetini ve saldırısını tasvip etmiyor. Bir HDP’li de tasvip etmiyor. Hiçbir siyasi görüşü olmayan Kürd de tasvip etmez. Ancak Rojava kimsenin tapulu şahsi malı değil yani herhangi bir Kürd grubun, herhangi bir Kürd partisinin tekelinde değil. Bu tüm Kürdlerin ortak değeridir. Bütün parti ve görüşü ne olursa olsun Kürdler IŞİD’e karşı Rojava direnişinin yanındadır. Fakat birileri bunu kendi şahsi meselesi ve kendi dışındaki bütün Kürdleri de oradaki direnişin karşısında gibi görürse bu Rojava’ya da bu değerlere de zarar verir ve Kürdleri de kendi içinde birbirine düşürür ve rahatsız eder.” 11 Müge İplikçi Pınar Öğünç Kadın haber dili oluşturmalı M edyada kadın haberciliği yapmak ve kadın dilinin oluşturulmasının öneminden bahseden Gazeteci Yazar Müge İplikçi, “Kadın habercilerin kendilerine dayatılan ‘erkek dilini’ ayrıştırma ve mercek altına almak zorunda olduğuna dikkat çekerek, kadın habercilerin medyada kadın bedeni ve dili üzerindeki hegemonyayı kırarak başka bir dil oluşturması gerektiğin kaydetti. Kadın gazeteciliği konusunda medyada kadınların yaşadığı sorunların başında erkek dilinin ve savaş dilinin egemenliği olduğunu belirten Gazeteci Yazar Müge İplikçi, “En büyük sorun bu dilin kadın bedeni ve dili üzerindeki hegemonyasıdır” dedi. Medyanın kadına bakışında ve kadına yer verme biçimine değinen İplikçi, “Sanırım, bu noktada kadın gazeteciler kendilerine dayatılan ‘erkek dilini’ ayrıştırmak ve mercek altına almak durumundalar. Zaman zaman bu erkek dilinin kendilerini ‘var ediyor’ gibi görünmesine aldanmamalı ve yeryüzünün bu dilden çok çekmiş ve çekmekte olduğunu fark etmeli ve bunu aktardıkları haberlerde yansıtmalılar. Bu yansıtmanın en önemli ayağı ise yaptıkları haberdeki bakış açışı ve bu haberde kullandıkları dildir. Bu dilin merkezdeki bir dil ve bakış açışı olmaması hemen her şeyi farklı kılacaktır” diye konuştu. Kadın haberciliği medya iktidar ilişkilerinin neresinde şeklindeki sorumuza, “Tam ortasında! Kadın haberciliği, medya-iktidar ilişkilerinin kadın bedeni ile kurduğu ‘bağ’ anlamında çok etkin dönüştürücü bir rol oynayabilir. Bu bedenin metalaştırılmış bir beden olduğunu sürekli vurgulayabilir ve bu sayede kamuoyunda farklı bir bilinç oluşturabilir” diye yanıt veren İplikçi, kadın haberciliğinde farklı bir algı oluşturmanın yolunun ise sürekli olarak erkek egemen dilinden farklı bir dilin ve dünyanın mümkün olduğunu vurgulayıp bunu haberlere yansıtmak olduğuna vurgu yaptı. İplikçi, “Bu haberleri merkezdeki genel geçer düşünceye hizmet edecek biçimde değil, ötekileştirilmiş olanın sesine kulak vererek hayata geçirmektir” diyerek, kadın haberciliğinin alışılmışın dışında bir dil ve algıya sahip olduğunu ve bunun aynı zamanda ötekileştirilmiş bir dil olduğunu ifade etti. ‘Kadın gazeteciler genel dilin dışına çıkabilmeliler’ Medyanın eril dilinin toplumsal bir dil haline getirilmesinde kadın gazetecilerin rolünün önemine dikkat çeken İplikçi şunları kaydetti: “Kadın gazeteciler kullandıkları sözcük seçiminden, girdikleri eril rekabet ortamından tutturabilecekleri usluba kadar hemen hemen her şeyi yeniden hayata geçirmeyi göze almalılar. Yaptıkları haberde asıl atardamarın nerede olduğunu seçebilmeliler. Genel kanıların dışına çıkmaya cesaret edebilmeliler. Kadın haberciliği belirttiğim koşullarda mevcut olduğu müddetçe, toplum algısının merkezden beslenen ezberci ve erkek egemen savaş dili de hafiflemeye mecbur kalacaktır.” ‘Basında kadının ayrı örgütlenmesi olmalıdır’ Basında kadınların ayrı örgütlenmesi gerektiğine kaydeden İplikçi, bunun bir ayrımcılık olmadığını, öyle olsa bile bunun pozitif ayrımcılık olarak görülmesi gerektiğini söyledi. İplikçi, basında kadınların ayrı örgütlenmesinin başta basın olmak üzere tüm alanların değişmesine ve dönüşmesine katkı sağlayacağını belirtti. Kadınların savaş karşıtı bir dil kullanmaları gerektiğine işaret eden İplikçi, “En keskin virajlarda bile bunu böyle yansıtmalılar. Savaşta bile. Barış dilinin savaş dilinden güçlü olabilmesinin tek koşulu, onu hemen her olayda hatırlamak ve hatırlatmaktır. Barış dili ve savaş dili insanlarda içgüdüsel olarak mevcut değil. O yüzden her gün, yeniden, bıkıp usanmadan barış dilini inşa etmeye mecburuz” ‘Kürd kadınları dünyaya örnektir’ Kürd kadınların geldiği aşama ve kat ettiği yolun çok ileri olduğunu ifade eden İplikçi şöyle devam etti: “Bence Kürd kadınları dünyaya örnek olacak bir gelişim sergiliyorlar. Kadın haberciliğinin bu noktada varlığını da çok önemli buluyorum. Kadın odaklı haberlere yer verilmesi, yaşananların gerçek yüzünü yansıtma konusunda çok önemli ipuçları veriyor.” Aynı şekilde kadın haberciliği konusunda yaratacağı değişimler ve olması gerekenler ile ilgili sorularımızı sorduğumuzu bir diğer kadın gazeteci Pınar Öğünç. Öğünç ise düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Bazen ‘medya’ deyince soyut bir kavramdan söz ediyormuşuz gibi oluyor. Halbuki eğer özel bir çaba sarf etmezse ya da ideolojik olarak bunu seçmiyorsa, yaşadığı toplumunu genel geçer cinsiyetçiliğinden, ayrımcılığından, militarist ve eril dilinden kendini kurtaramayan tek tek bireylerden oluşuyor medya dediğimiz. Gazeteleri o zihniyet çıkarıyor, televizyonlarda haberlerin mesajları böyle inşa ediliyor. Fakat medyanın en teklikeli yanı, içinden çıktığı toplumun defolarını yansıtırken, o defoları kanıksatıcı, normalleştirici bir işlevinin de olması. Dar pantolonu tecavüze gerekçe sayan hukuk yorumunun meşrulaştırıldığı yer medya. En küçük üçüncü sayfa haberinden de, en ilgisiz görülebilecek magazin haberinden de bu mesajları örtük bir biçimde vermek mümkün. Bu anlamda ‘kadın odaklı habercilik’ özellikle ana akım medyada bir tercih ve çaba istiyor. Kadın gazetecilerin kadın odaklı haberlerini çalıştıkları kurumlara kabul ettirebilmeleri ayrıca bir mücadele gerektirebiliyor. ‘Kürd medyasının tavrı apayrı’ Kürd medyası ise arkasında kadının özgürlüğü odaklı bir siyasi hareket bulunduğundan bu anlamda tavrı tabii ki diğerlerine göre apayrı. Bunun güzel tarafı ise aksi hallerde bunu denetleyecek ve tavrını koyacak olan örgütlü bir kadın hareketinin bulunmasıdır.” Yapılan anketleri doğru sanan televizyon dünyasının dahileri, yaklaşık olarak bir buçuk yıl evvel,başrollerini penguenlerin oynadığı belgeselleri hayatımızın orta yerine sabahın er saatinde soktular.Kafaları kuma bile gömemeyecekleri kadar büyüdüğü için ,Taksim’in orta göbeğinde patlayan bir isyan hareketini herkesin görebileceğini idrak edemeyip,banttan yayın yaparak penguen izlettiler utanmazca insanlara.Sokaklarda o kadar çok haber vardı ki o ara basına hiç ihtiyaç duymadan herkes kendi canlı yayını yaptı zaten. Taksim olaylarının benim en hoşuma giden yanlarından biri de medya binalarının önünde yapılan eylemler ve alçaklıklarının teşhiri konusunda oluşan ortak fikirdi. Çok güzeldi ,o günlerde sayfalarıma gelen yeni gençler—kimisinin facebook adının başında TC var-basının bizden bugüne kadar ne kadar çok şeyi gizlediğini ve memleketin doğusunda olan ,yıllardır kendilerine anlatılan her şeyin belki de gerçek olmayabileceğini yazdı o dönem.Ben hakkaten,bu vicdanlı akıllı ve düşünmeye meyilli neslin kilitlenmiş,lanetli şifrelerimizi çözebileceğini düşündüm,umutlandım.Artık gerçeğe hü diyecektik en azından bundan sonra. Penguenin paytak yürüyüşü ile yarattığı aydınlanmamızın üzerinden bir buçuk sene geçti,Türkiye gibi her gün binlerce olağandışı şeyin olduğu ama hiçbir şeyin olmadığı bir ülkede uzun bir zaman farkındayım tabii.Balığın ömrü kaç yıl ki şunun şurasında.Ama gezi ruhu ile başlayan nutuklarımız hala devam etmekte ne de olsa diyerek ben umutluydum tabii. Kısa bir zaman önce daha,Işid’in Kerkük’e girdiği Türkmenlerin Irak Kürdistan’ına sığındığı,epeyinin katledildiği haberlerini gördük hepimiz.Türkmenlerin Kürdistan Özerk Yönetimi’ne ,peşmergeye canlarını kurtardıkları için teşekkür ettikleri falan filan,bir dolu haber.Tümünü okuduk,gözlerimizle izledik.. Katliam çeteleri Şengal’e saldırdılar, Ezidilere dünyanın gözleri önünde soykırım uyguladılar,kaçabilenler Türkiye’ye kaçtı,kadınlarını pazarlarda sattılar,öldüremediklerini köle yaptılar,tecavüz ettiler.Bunları da neredeyse bu ülkede herkes okudu ,gördü,yardımlar toplandı,kamu spotları hazırlandı. Sonra Işid Kobanê Kantonunu kuşattı.Yaklaşık bir aydır,üç tarafı katiller ordusunca çevrili Kobanê’de eşit silahlara sahip olmaksızın sayıca eşit olmaksızın Kürdler dünyayı utandıracak bir direniş sergiliyorlar, sınırlarımıza kadar dayandılar.Yaralılar Suruç hastanelerine taşınıyor.Oradaki hastanede Türkiye’nin her yanından giden gönüllü doktor ve sağlık görevlileri tarafından tadavileri yapılıyor hem de saat saat öğreniyoruz artık bunları.Kobanê bizim iç meselemiz artık, öldürülenlerin tüm akrabaları 2 kilometre yakınındaki Suruç’ta ve köylerinde ve coğrafyamızın içlerinde yaşıyorlar. Ve birden; Sokaklarda can yangısıyla protesto hakkını kullanan herkes derhal eski nizam terörist en kibarından vandal—üstelik haberde paylaşılan fotoğrafların bir kısmı gezi döneminde yanan otobüslere bile aitti-,bölücü,polis düşmanı vatan haini oldular.Basının her yazdığı tekrar inanılır kadri mutlaklar halini aldı.Sokak emniyetini yitirip,çıkanlar lain ilan edildi. Birden geçen senenin masum gençleri ,ne yapsın otoriter hükümete itiraz edenleri ortadan yok oldu unutuldu ve sokağa tipsiz vandallar basarak bir yıl önce ayarları bozulmuş memleket koyunlarını tekrar fabrika ayarlarına döndürdüler. Kamu tekrar mal mülk sahibi,vatandaş tekrar vatandaş oldu. Ama beni her daim delirten sadece küçük bir çan sesi vardır,küçücük.Birden bir gurup vatanperver,Türkmenler ölürken neredeydiniz diye Kürdlere sormaya başladı, ağızlarında tadına doyamadıkları Kürd kanı, aşağılamaktan bıkmadıkları ‘akılsız vandallar’, oturdukları yerin rahat hamaset savaşçıları; sayfalarında yazı yazıveriyorlar,heyyy yeteri kadar öldünüz mü,Türkmenler için de öldünüz mü,burada az öldünüz gidip Kobanê’de de ölün. Penguenlerinizi koklamaya devam edin.Ben zehirli mantar yiyeceğim. SÖYLEŞİ BasHaber 20 - 26 Ekim 201412 SÖYLEŞİ Mihemed Emin Pencwînî: PKK ve PDK dayanışması Kürdistan’ın kaderini değiştirir K Yeter Polat ürd siyasetçi Mihemed Emin Pencwînî, soyadını doğduğu kentten alıyor. Edebiyatçı, siyasetçi ve aynı zamanda şair olan Pencwînî’nin babası, medresede din eğitimi veren bir alim. Abisi ve kendisine de din eğitimi verilmiş olmasına rağmen kendisini komünist olarak tanımlıyor. İlk gençlik yıllarında komünist fikir ve düşüncelerle tanışıyor, ‘dünyayı tanımaya başladığımda kendimi siyaset ve edebiyat içinde buldum’ diyor. Siyasete ilk olarak Irak Komünist Partisi’nde başlayan Pencwînî, çok genç yaşta Irak Komünist Partisi’nin Pencwînî bölgesindeki siyasi çalışmaların sorumlusu oluyor. O dönemde feodal düzene, ağalık ve şeyhlik olgularına karşı mücadele eden Pencwînî, düzene karşı yürüttükleri mücadelelerinin dönem dönem silahlı çatışmalara dönüştüğünü ifade ederek, tam da o dönemlerde edebiyata meylettiğini ifade ediyor. Sürgünde Kürd Parlamentosu kurucu üyesi ve halen KNK üyesi olan Pencwînî ile IŞİD’in ortaya çıkışı, amacı ve uluslararası konjonktürde Güney Kürdistan’da olası bağımsızlık süreci ve Türkiye’de yürütülmekte olan ‘’Çözüm Süreci’’ üzerine konuştuk. IŞİD’in ortaya çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz? IŞİD neden Kürdlere saldırıyor? ve bu şekilde büyümesinde en önemli rolü MİT üstlendi. Suudi İstihbarat Şefi de bu projeye destek verdi. İki yıl önce Katar ve Ürdün kralları ‘biz Şii hilalinin başarıya ulaşmasına izin vermeyeceğiz’ dedi. Şii Hilali dedikleri bölge İran, Irak, Suriye ve Lübnan’ı kapsıyor. Şii Hizbullah’ına karşı, onun gibi savaşçı ve fedai bir güç oluşturmayı hedeflediler. El Kaide’ye bağlı El Nusra’yı desteklediler ardından IŞİD ve şimdi de Horasan örgütlerini kurdular. IŞİD ve Sünni güçler Musul’u ele geçirdiği zaman Kürdler bu durumu fazla önemsemedi. ‘Bu savaş Sünni Şii çatışmasıdır, bizi ilgilendirmez’ dediler. Iraklı siyasetçilerde başlangıçta ‘bu savaş Şii Sünni savaşıdır, Kürdleri ilgilendirmiyor’ dedi. Kürd güçleri de tartışmalı bölgeleri ve Kerkük’ü kontrol etti. Kerkük Irak’ın kuruluşundan beri tartışmalı ve sorunlu bir bölgedir. Daha sonra Kürdistan Bölge Başkanı Kerkük referandumundan ve Kürdistan’ın bağımsızlığından bahsetti. Şimdi de Kürdistan’da referandum gerçekleşse halkın % 95-99’u bağımsızlığa ‘evet’ der. Bağımsızlık kabul edilir ve bu yasallaşırsa Kürd halkı için yeni dönem başlar. Çünkü Rojava’da kantonel statü var, Kuzey Kürdistan’da çözüm süreci var ve bu durum Doğu Kürdistan’ı da direkt etkiler. Güney’de Kürd devleti kurulur ve ekonomik bağımsızlıkta sağlanırsa, Kürdistan’ın petrolünden elde edilen gelirle Ortadoğu’da süper bir ülke haline gelebilirsin. Bu durumdan ne İran ne de Türkiye hoşnut olmadı. Hatta ABD bile desteklemediğini söyledi. Güney Kürdistan’daki bu gelişmelerden sonra Türkiye MİT aracılığıyla IŞİD içerisinde etkin olan kolunu Kürdistan’a yönlendirdi. Biliniyor, IŞİD Erbil’e çok yaklaştı. Xurmal’a ulaşmasına 15-20 km kalmıştı. Xurmal petrol bölgesi, ABD’li, Avrupalı ve Türk petrol şirketlerinin bulunduğu alan. IŞİD bu bölgeye dayandığında ‘dur’ dediler. Bu Kürdistan Hükümeti’ne bir mesajdı. ‘Bizim rızamız olmadan siz bağımsız olamazsınız’ dediler. için de durum aynısıdır. Türkiye destekleyip örgütlediği IŞİD’i Rojava kantonlarına saldırtıyor. Sizce IŞİD durdurulabilinir mi? Buna inanmıyorum. IŞİD İran’ın çıkarlarına zarar veriyor. Ancak eğer İran’ın işine gelecek bir durum olursa onlar için işi kolaylaştırabilir, yol açabilir. İran’ın farklı alternatifleri var, Hizbullah türü birkaç silahlı gücü var. İran Ortadoğu’da büyük bir güç. Bunu herkes kabul ediyor. Bence IŞİD, ABD Başkanı Obama’nın dediği gibi 2-3 yıl içinde bitmez. Hava saldırıları ile de bitmez. Bence karadan müdahale de gerekli. IŞİD Kobanê’ye girdi biliyorsunuz. Kobanê’deki direniş bunun açık ifadesidir. O kadar ağır silah ve askeri imkana karşı büyük bir direniş var ve IŞİD rahat ilerleyemiyor. Dolayısıyla IŞİD’e karşı daha üstün donanımlı bir gücün karadan müdahalesi IŞİD’i rahat durdurabilir. IŞİD daha 10-15 yıl içinde Irak ve Suriye için hatta Türkiye için de problem olacak. Bakın; Bin Laden’i yaratan CIA idi. Taliban’ı yaratan Batılı istihbarattı. Radikal Sünni İslamcı grupların büyük çoğunluğu Batılı istihbaratlarca yönlendiriliyor, kendi çıkar ve isteklerine göre hareket ettiriliyor. IŞİD Yani IŞİD Türkiye’nin başına bela olacak diyorsunuz? Benim kanaatime göre böyle olacak. Dedim ya; Bin Laden’i CIA yetiştirdi ama daha sonra ABD’ye karşı en büyük tehdit haline geldi. Taliban başka bir örnek. Aynı durumun Türkiye IŞİD ilişkisinde de tekrar edebilir diyorum. İran’ın IŞİD ile ilişkisi var mıdır? Bu durumda Kürdler ne yapmalı? Bölgedeki bu savaşın görünüşü itibariyle Şii-Sünni çatışması olduğunu söyledim. Bence Kürd liderler, tüm Kürd güçleri akıllı ve mantıklı yaklaşmalı, Kürd halkının çıkarlarını göz önünde bulundurmalı. Kürdler tarafsız olmalı, bu durumu idare edebilmeli diyorum ama bu durumda, bu da mümkün değil. Okları üzerine çekmemeli diyorum ama Kobanê’nin durumu ortada. Dış güçlerden destek istiyoruz. Ancak Kobanê bir petrol bölgesi değil, bu yüzden şimdiye kadar ne ABD ne de Avrupa olanlar karşısında ciddi bir tepki koymuş değil. Demem o ki savaş Kürdlerin evine getirilmiş, içinde olmak kaçınılmazdır. PKK yöneticilerine de sundum. Bu şekilde 10 yıl savaşılsa yine Türkiye’yi parçalamak imkansızdır. Dış güçler buna müsaade etmez. Kaldı ki bu durumda Kürdlerin Türkiye’den ayrılması kendi çıkarlarına da uygun değildir. ‘Kürdlerin dostu yok’ diyorsunuz. Dört parçadaki Kürdler için gelecek öngörünüz nedir? Gelecek açısından Güney Kürdistan’da Barzani’nin, Kuzey’de Öcalan’ın hedeflerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir gün bağımsız birleşik Kürdistan için bir gücün çıkıp savaşacağına inanıyor musunuz? Sayın Barzani’nin şu ana kadar izlediği siyaset doğru bir siyaset. Şimdiye kadar bunun sonuçlarını da görüyoruz. Tek taraf üzerinden hesaplanmamasını umud ediyorum. Yani ne Şiilere ne de Sünnilere karşıt olunmalı. Kürd halkının çıkarları ön planda tutulmalı. Sayın Öcalan ise savaşın durdurulması ve iki taraf arasında müzakerelerin başlatılmasından yana. Öcalan’ın Kürdistan projesi ‘Demokratik Özerklik’tir. Yani sınırların parçalanması değil. Daha önce belirtmiştim; beni PKK’ye yakınlaştıran Sosyalist Bağımsız Kürdistan ideolojisiydi. Şimdi Öcalan bu ideolojiyi savunmuyor. Demokratik Özerklik Projesi de Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi bölmeye dayanmıyor dolayısıyla tehdit değil. Yani eğer Rojava’daki 3 kanton birleşip kendi idaresini oluştursa dahi bu durum Suriye’nin bölünmesine tehdit olmaz. Kuzey Kürdistan ve Türkiye için de, Diyarbakır ve daha birkaç şehirde kantonlar oluşur ve bu merkezler HDP tarafından yönetilirse bu durum ne Türkiye’nin bütünlüğüne ne de Türk kavmine bir tehdit olur. Bu statü ile Kürdler siyasal ve kültürel hak sahibi oluyor. İçinde bulunduğumuz dönemde ve önümüzdeki yıllarda tek parça bağımsız Kürdistan imkansız gibi görünüyor. Bakın; Kürdistan Bölgesi’nde bağımsızlık referandumundan bahsedildiği zaman İran İslam Cumhuriyeti resmen ‘ben bağımsızlığa karşıyım’ dedi. İran, Kürdistan’ın bir parçasını egemenliği altında bulunduruyor ve Kürdistan bölgesi ile bin kilometreden daha fazla bir sınırı bulunuyor. NATO’ya karşı duracak bir güce sahip. Türkiye’nin tavrı da pek farklı olmadı. Erdoğan’ın sözcüleri açıkça şunu belirttiler; ‘siyasi ve ekonomik bağımsızlığınız Türkiye’nin denetimi altında olursa destekleriz’ dediler. Türkiye’de bir NATO üyesi. Bu ülkeler bölgede söz sahibi olan güçler. Her ne kadar siyasette kesin veya mutlak diye bir şey olamazsa da bu iki güce rağmen Kürdlerin her hangi bir parçada bağımsız bir devlet kurması imkansızdır. Öcalan bağımsız Kürdistan siyasetini değiştirdi. Sebebi neydi? Neden Öcalan söylem değiştiriyor? Dönem değişti, koşullar değişti. İnsanın zihniyeti değişti. Dünya ve Ortadoğu siyaseti değişti. Güney Kürdistan’da daha önce otonomi istiyorduk, bunun için 30 yıl savaş verildi. ‘Kürdistan’a otonomi, Irak’a demokrasi’ydi şiarımız. 1991’den sonra, Saddam gittikten sonra bile bir dönem otonomiden bahsediyorduk. Ancak 2004’ten sonra federalizmden bahsedildi. Irak Anayasası’nı Irak’ın Amerikalı yöneticisi Paul Bremer yazdı. Kürdler, Araplar ve Irak’ta yaşayan tüm farklılıklar bunu kabul etti. Şimdi Kürdler için şartlar değişti. Dünyada destekçileri çoğaldı, Kürdler güçlendi ve biz bağımsızlıktan sözedebiliyoruz. Öcalan dünyanın, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin durumunu tahlil ederek bu durumda Türkiye’nin parçalanması Kürdistan’ın Türkiye’den ya da diğer parçalardan ayrılması mümkün değil diyor. Bu durum Kürd halkının çıkarlarına hizmet etmez diyor. 1994 yılında ABD’ye gittiğimiz zaman ABD’nin dış siyasetini belirleyen birçok uzmanla görüştük. Bize o zamanda açıkça şunu söylediler; ABD varolduğu sürece Türkiye’nin parçalanmasına izin vermeyecek. Çünkü Türkiye ABD’nin bölgedeki en önemli dostlarından biridir. Bu görüşümü 13 Kanaatimce Öcalan var olduğu müddetçe, PKK yönetimi olduğu müddetçe PKK içinde ya da dışında bir güç çıkıp bağımsız Kürdistan için savaşamayacak. Kürdistan’da devletlere karşı çatışmalar olur. Farklı güçler de olacak ancak bunu başaracaklarını sanmıyorum. Bir de ortada bu IŞİD olayı var, bu durum imkansız görünüyor. PKK içinde de söz sahibi olan Öcalan’dır. Cemil Bayık açıkça söyledi; ‘Süreç böyle yürümez ancak yine de karar sahibi olan Öcalandır’ dedi. Partiler çokça demokrasiden bahseder. PKK ve KDP’yi demokrat buluyor musunuz? Kürdler hala devrim aşamasında. Dünyadaki tüm devrimlerde bunun örneği vardır. Sovyetlerde, Çin, Vietnam ve Latin Amerika devrimlerinde de öyleydi. Halk hareketleri askeri yöntemlerle yapıldı. Askeri düzen hakim olur. Ve askerlik ile demokrasi yerden göğe kadar birbirine zıt şeyler. PKK hala savaş durumunda. PDK’nin içinde bulunduğu şartlarda farksız değil. Bir örnek vermek istiyorum; Kürdistan’da Kürdistan Sosyalist Demokrat Partisi var. Genel sekreteri benim çok yakın bir arkadaşım, dostumdur. Çok güçlü bir Peşmerge’dir. Bu arkadaşımızın dört eşi var. Bu arkadaşımız parlamento üyesi olduğu dönemde parlamentoda çok eşlilik tartışması oldu. Bu arkadaşımıza görüşü sorulduğunda espri yaparak; ‘ben sizin tartışmalarınıza ve kararlarınıza karışmıyorum. Siz bu kararı almadan önce ben zaten dört evlilik yaptım’ dedi. Gençliğimde Komünist parti üyesiyken Şehrezor bölgesinde işçi ve çiftçilerle toplantı yapardım. Komünizm propagandası yapardım. Ezan sesi geldiğinde bana; ‘Sözünü unutma biz bir namaza gidip gelelim’ derlerdi. Bizim sosyalizmimizde böyle bir şey. Kürdistan’ın bir gün demokratik bir sisteme sahip olabilmesi için şimdiden demokratik kültürün temellerini atmak gerekmiyor mu? Demokratik zihniyetin oluşması çok önemli bir konudur. Medya, üniversiteler ve bütün entellektüel çalışmaların temel hedefi halka demokratik zihniyeti aşılamak olmalı. Demokrasi kültürdür, ahlaktır, prensiptir. Halk bu prensiplere sahip olmayınca demokrasinin yerleşmesi de zordur. Sovyetler Afganistan’ı işgal ettiği zaman tüm haşhaş ve tiryak satıcılarından demokrat olmalarını bekledi. Bu yanlış bir yaklaşım. Demokrasi propagandası yapmak, halka demokratik zihniyeti aşılamak çok önemli. Kürdlerdeki aşiretçi, gelenekçi yapı hala çözülmüş değil. Öte yandan Kürdistan’da iktidar olan partiler yolsuzluk yapıyor, bunun da adına demokrasi diyor, halkın inançsızlaşmasına neden oluyor. Demokrasi adı altında gerçekleşen bu yaptırımlar bölgede siyasal İslami akımların gelişmesine sebep oluyor. İslami partiler neden demokrasi söylemine karşıdır? Demokrasi Avrupai bir söylemdir, dışarıdan ihraçdır ve İslam geleneğine aykırıdır diyorlar. Demokrasi, bilimsellik ve laiklik onların nazarında haramdır, yanlıştır. Kürdistan’da demokrasiden bahsedildiğinde tüm bu faktörler gözönünde bulundurulmalıdır. Bize zaman gerekiyor. Avrupalıların yaşam kültürü demokratçadır. Biz günlük yaşamda ve aile içi ilişkilerimizde bile demokrat değiliz. Tel: +90 212 243 27 79 Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin Fax: +90 021 243 27 60 BasHaber Editörü: Yeter Polat Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi E-mail: turkce@basnews.com BasNûçe Editörü: Rawîn Stêrk Görsel Yönetmen: Anıl Aslı İncesu www.basnews.com Haber Merkezi: Aziz Tekin, Özcan Şahin, Tasarım: Alp Tekin Babaç Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Mustafa Turan, Fatoş Yıldız, Çimen Redaksiyon: Bedran Dere Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST Gümüş, Mustafa Yeşil BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. BasNûçe İran dünyadaki Şii blokunun liderliğini yapıyor. Şii bloku Sünni blokun Ortadoğu’daki egemenliğine karşı en büyük tehdittir. Sünni blokun öncülüğünü Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar yapıyor. Recep Tayyip Erdoğan şimdi kendisini tüm Sünni aleminin sultanı, yani Sultan Erdoğan olarak lanse ediyor. Şii hareketi Irak’ta iktidarı ele geçirdi. Şimdi Irak’ta Sünnilerin ve Kürdlerin varlığı semboliktir. Suriye’deki iktidar da Alevi yani Şiidir. Şii dini mercii yani Vilayeti Faki, İran’ın Kum kentinde bir karar alarak Alevileri 12 İmama bağlı bir kol olarak tanıdı. Lübnan’daki en büyük güç olan Hizbullah da Şii bir güç. Şii hareketi Bahreyn ve Yemen’e ulaştı. Şimdi Şiiler Yemen’in başkentini ve iktidarını ele geçirdiler. Şii hareketinin bu hamlesi Sünni başkentleri ve merkezleri sarstı. Şii hareketine karşı El Kaide’yi desteklediler, El Nusra Cephesi’ni oluşturdular ancak herhangi bir sonuç alamadılar. Bunun üzerine IŞİD’i kurdular. IŞİD kendine has felsefesinin dışında hiç bir şeye inanmayan ve iman etmeyen bir yapı. IŞİD Katar ve Arabistan’ın maddi ve parasal desteği, Türkiye ve Ürdün’ün lojistik ve fenni desteği ile kuruldu. Yani fikir babalığını Türkiye ve Ürdün yaptı. IŞİD’in kurulması PKK ve PDK dost olabilirse Kürdler daha da güçlenir, ulusal kongre de gerçekleşir. Birleşsinler demiyorum. Her iki partinin kendine has felsefe ve siyasetleri var. İki parti de büyük güce sahip. Bunların dostluğu dört parçadaki Kürd halkının kaderini değiştirir. Düşmanlıkları da tüm kazanımları ortadan kaldırır. SÖYLEŞİ BasHaber 20 - 26 Ekim 2014 13 SÖYLEŞİ BasHaber 12 Rojava’yı Rojava Kürdlerine bırakmalı Kürd halkının birliği üzerine mesajınız nedir? Ben Kuzey Kürdistan devrimine aşık olduğumu, Kuzey ve Güney Kürdistan arasında köprü olmak istediğimi söylerim her zaman. Bunları yazdım. Şimdi de böyle olmak istiyorum. Kürdistan’da iki temel güç var. PDK Güney’de devletleşmeye doğru gidiyor. Bunun kurum ve kuruluşlarını örgütlüyor. Tüm dünyanın gözü burada. Burası Kürdler için önemli bir merkez olmuş. Kuzey’de bugüne kadar yürütülen mücadele sayesinde PKK’de Kürd siyasetinin en önemli aktörlerinden biridir. Kürd halkına dair kararlarda hesaba katılması gereken en önemli etkenlerden biridir. Bu iki gücün dost olmalarını ümid ediyorum. Bu iki önemli merkezin basit çıkarlar, basit iktidar hesapları için karşı karşıya gelmemelerini, Kürd halkının çıkarlarının korunması temelinde birlik olmalarını ümidediyorum. Rojava konusunda yaşanan anlaşmazlığın kolayca çözülmesini ümid ediyorum. Birkaç defa PKK, KDP ve YNK’li yönetici dostlara da şunu söyledim; Rojava’yı Rojava Kürdlerine bırakın, buradan onların kaderi hakkında karar sahibi olmayın. Bu iki güç dost olabilirse Kürdler daha da güçlenir, Ulusal Kongre de gerçekleşir. Birleşsinler demiyorum. Her iki partinin kendine has felsefe ve siyasetleri var. Her iki merkezde büyük bir güce sahip. Bunların dostluğu dört parçadaki Kürd halkının kaderini değiştirir. Düşmanlıkları da tüm kazanımları ortadan kaldırır, her şeyi bozar. 14 SİNEMA BasHaber 20 - 26 Ekim 201414 SÖYLEŞİ Kürd Sineması’nda kadın Olmak ya da olmamak! S kullanılabileceğini ancak şu anda ‘Kürd Sinemasıdan’ sözetmek için erken olduğu kanaatinde. Fatoş Yıldız anatın birçok alanında olduğu gibi sinemada da kadının kendisini kabul ettirmesi oldukça zor. Hem dünya sinemasında, hem de Türkiye sinemasında bir kadının bu sektörde yer edinmesi kolay olmuyor. Sinema sektöründe çalışması, yer edinmesi bir yana, sinemaya seyirci olarak gitmesi bile kimi zaman imkansız. Geçmişten bugüne kadına yüklenen “anne, eş, ev kadını” gibi tanımlar medya üzerinden halka benimsetilmiş ve tersi bir durum tuhaf karşılana gelmiştir. Birçok kadın yönetmen kendi isimlerini kullanmadan film çekerken, birçoğu da sinemanın eril alan ve zihniyete ait olduğuna kendini inandırmış ve bu alanda çalışmak istediği halde buna cesaret edememiştir. Bütün bu dezavantajlı duruma rağmen, dünya sinemasında da, Türkiye sinemasında da, yeni yeni varlığını hissettiren Kürd sinemasında da başarılarıyla rüştünü ispatlamış azımsanmayacak sayıda kadın bulunuyor. “Kürd Sineması” kavramı literatürümüze yeni girmiş olmasına rağmen, hem kameranın önünde hem de arkasında kadın sinemacıları görmek mümkün. Sayıca şu anda azınlık durumunda kalıyorlar fakat bu tablonun değişmesi için çaba gösteren kadın sinemacılar bu alanda büyük uğraş içinde diyebiliriz. “Kürd Sineması” demeden önce aşılması gereken bazı şeyler var ‘Sinema’da kadın ve Kürd kadın olma’ durumunu konuştuğumuz, “Dışarısı Nasıl ve Dengê Camê” gibi filmlerin “Kürd sinemasını tartışmak için henüz erken. Bu kavramı kullanmadan önce çözülmesi gereken başka sorunlar var. Hakim sinema piyasasında kadın olmak bir dezavantaj iken, Kürd kadını olmak, hatta evli olmak da ekstra dezavantajlar doğuruyor.” yönetmenliğini yapan Nursel Doğan bu kadınlardan biri. Gerek tekel haline dönüşmüş Türkiye sinema piyasası ve gerekse de yeterli arka plana sahip olmayan Kürd sinema çevresi içinde olumsuzlukları avantaja çevirmeyi başaran Doğan, Kürd sineması kavramını kullanmadan önce aşılması gereken başka sorunlar olduğuna dikkat çekiyor. Sinemaya el atmadan önce bir inşaat firmasında çalışan Doğan, yapmak istediği asıl işin sinema olduğuna karar verdikten sonra ise Bilgi Üniversitesi’nde sinema eğitimine başlamış. Birçok kısa film çeken ve bunlardan biri olan ‘Dengê Camê’da ödüller alan Doğan bu filminde Kürdistan’dan İstanbul’a göçen bir ailenin sıkıntılarını beyaz perdeye taşıyor. Çalışmalarını Kürdçe çeken yönetmen Doğan, “Henüz yeterli sayıda Kürd yapımcı, ışıkçı, ses uzmanı, görüntü yönetmeni yokken, Kürdçe oynayabilecek yeterli sayıda oyuncu yok iken bir “Kürd Sineması” kavramını şu anda kullanmak pek de doğru değil. Önce bahsettiğim durumların aşılması gerekiyor” diyor. Sinema yapmanın ayrıca yüksek maliyet gerektirdiğini ifade eden Doğan, birçok proje için finans ve yapımcı bulmanın zorluklarının altını çiziyor. Birçok Kürd yönetmen gibi o da Kürdlerin yapım fonlarının oluşturulması gerektiğini, Kürd sinemacılarının desteklenmesi gerektiğine özellikle dikkat çekiyor. Doğan, bu sorunlar aşıldıktan sonra Kürd Sineması kavramının rahatlıkla ‘Yeterli sayıda Kürd kadın sinemacı yok’ demek için erken Toplumsal hayatta kadın olmak yeteri kadar zor iken, sinemada kadın olmanın zorlukları konusunda Doğan şöyle diyor: “Türkiye’de kadın olarak yaşamak zor. Kürd bir kadın olarak yaşamak ekstradan zor. Bir de erkek egemen zihniyetin içerisinde erkek işi olarak görülen sinemada bir kadın sinemacı olarak yoluna devam etmek çok daha zor. Bazen sette, sete ait değilmişiz gibi davranışlar oluyor. En basitinden bir kamerayı kaldırmak istediğin zaman hemen oradan biri sana müdahale ediyor ve gelip kendisi kaldırıyor. Bu çok küçük bir örnek ama aslında burada bu erkek işi ‘sen kadınsın, narinsin, bu ağır bunu kaldıramazsın’ demek isteniyor.” Özellikle son yıllarda birçok kadın yönetmenin festivallerde etkin olmasının sinema açısından önemli bir gelişme olduğunu kaydeden Doğan, “Kadın olarak kişisel hayatında da sorumluluk taşıyorsun ve yaptığın iş sinema ise; hayatını bir nevi işine göre şekillendirmek zorunda kalabiliyorsun. Evli bir kadınsan ve çocuğun varsa sana sette bambaşka davranabiliyorlar, hatta seninle çalışmayı dahi bırakabiliyorlar. Sen her ne kadar bunun üstesinden gelebileceğini söylesen bile bir şekilde bir proje olduğunda seni çağırmıyorlar. Yani bu tamamen kadını sınırlayan bir durum” diyor. Kürdlerin düzenlediği film festivallerinde kadın sinemacı yoğunluğunun dikkat çekici olduğuna vurgu yapan Doğan, bunun çok önemli bir gelişme olduğunu ve ilerisi için son derece hayati bir önem taşıdığını ancak bu konuyu tartışmaya açmak ve bunun üzerinden bir yargıya varmanın da zamanının henüz gelmediğini, 10-20 yıl sonra kadın sinemacı konusunda önemli bir mesafe alınmış olacağını sözlerine ekliyor. Şu an iki senaryo üzerinde çalışan Doğan, maddi destek bulunca yeni filmlerle seyirci karşısına çıkmayı ummuyor. Kürd Sineması’nda komedi ve aşk ikinci planda Maruz kalınan politik gelişmeler nedeniyle doğal olarak trajedi, dram, acı ve savaş konularının hegemonyasında olan Kürd sinemasında mizah, aşk ve yaşamın ilham içerikli temalarının görülmüyor olmasının kaçınılmaz bir normalize hal olduğunu ifade eden Doğan, “Savaş ile birlikte yaşayan bir toplum olduğumuzdan dolayı bu tür konuların işlendiğini, aşk filmlerinin veya komedi filmlerinin işlenmemesinin doğal bir durum olduğunu düşünüyorum. Kendi adıma ben komedi filmi veya aşk filmi çekemem. O yanım çok gelişmemiş, nasıl büyümüşseniz, neyle yoğrulmuşsanız çektiğiniz filmler de ona göre şekillenir” diye izah ediyor. Bu gerçeğe rağmen filmlerin mağduriyet zemininden çıkması gerektiğini ve sinemanın estetik dilinin unutulmaması gerektiğinin altını çizen Doğan şunları söylüyor: “Bu da yine zamanla üstesinden gelinecek bir meseledir bence. ‘Kürd Sineması’ demeye gerçekten başladığımız dönemde bahsettiğim sorunlar aşıldıktan sonra çok daha başarılı filmlerin olacağına inanıyorum. Şu anda da çok başaralı Kürd sinemacılar var ama bu sayının önümüzdeki dönemlerde çok daha artacağını umut ediyorum” TİYATRO BasHaber 20 - 26 Ekim 2014 15 SÖYLEŞİ Asmin: Diasporada ‘Alamancı’ tiyatro T Gulê Demir ürkiye ve Kürdistan’dan özellikle siyasal ve ekonomik gerekçelerle Almanya’ya göç eden insanlar hayatın her alanında kendisini kendi toplumsal ve sosyolojik renkleriyle var etmeyi başarıyor. Özellikle ikinci ve üçüncü kuşaklar arasında ise evrensel standartlarda sanatsal çalışmalarıyla kendini kanıtlayan birçok insan yetişiyor. Sanatın diğer disiplinlerinde olduğu gibi tiyatro alanında da önemli çalışmalar söz konusu. Hamburg kentinde çalışmalarını sürdüren Tiyatro Asmin de bu çabaların sonuçlarından biri. Birçok grupla birlikte çalıştıktan sonra 2006 yılında Tiyatro Asmin’i kuran ardından birçok dilde çalışmalarını sürdüren Ferman Karayiğit ile BasHaber’e gruplarının çalışmaları, diasporada sanat icrasını ve sürgünde sanat yapmak konularını konuştuk. Tiyatro Asmin’in 2006 yılında kurduklarını ve öncesinde yazdıkları ‘Töre’ isimli oyunu sahnelemekle başladıklarını aktaran Karayiğit, “Halen aynı grupta yer aldığımız Hacı Feridun Yorulmaz, Sultan Öçgül ve genç oyuncularla sahnelediğimiz oyunun yönetmenliğini de ben yaptım, sahnelediğimiz ilk oyunumuz Töre’yi kendim yazdığımdan dolayı reji çalışması da umduğumdan kolay oldu” diyor. Oyunlarının beklentilerinin üzerinde bir ilgiyle karşılandığını ve Avrupa’nın birçok kentine turneler düzenlediklerini dile getiren Karayiğit, oyunda Türkiyeli seyirciye, Türkiye’de yaşanan sorunları aktarmaya çalıştıklarını belirtti. Her kesimden izleyiciler var Bir tiyatrocu ya da tiyatro grubu için en önemli şey hazırladığı oyununu gösterme olanağını bulmaktır. Birçok defa oyunu gösterebilecek salon ya da benzeri mekânlar bulunsa da tiyatronun bir diğer ayağı olan seyirci başat konudur. Seyircisine ulaşamamış birçok oyun yapılmış sayılmaz ya da eksik kaldığı belirtilir. Tiyatro Asmin de Almanya’da, diasporadaki mekanlarda 15 Gerilim sürecinde üveyler FİLORİTA ULUK BENLİ Tiyatro Asmin, Almanya’da yaşayan Türk ve Kürd göçmenleri, yaşadıkları ortak sıkıntıları bir araya getirerek sahneliyor. Çeşitli ideoloji ya da siyasetlerden olsalar da, göçmenler diasporada sanatın dönüştürücü gücü sayesinde aynı mekanlarda buluşuyor. oyunlarını sahnelediği için izleyicinin önemi daha da artıyor. Almanya ve Avrupa’daki Kürd ve Türk vatandaşlar düşünüldüğünde burada seyirci azlığı gibi bir sorunun olmayacağı görülebilir. Karayiğit kendi izleyicilerinin ağırlıklı olarak kadın ve yetişkinlerden oluştuğunu belirterek, “Daha önce sanata, tiyatroya “sol”un daha çok sahip çıktığına inanırdık, zira sanatın, tiyatronun en verimli insanları soldan geliyor ama seyircinin böyle olmadığını, her kesimden insanın tiyatroyu sahiplendiğini gördük. Tiyatroya gelirken ya da sahnelenen oyunu eleştirirken, yorumlarken ideolojik yanını çok önemsiyorlar. Biz bunun doğru olmadığını düşünüyoruz, biz muhalif bir grubuz, Türkiye’de ve dünyada insan hakları ihlallerine karşı, halkların ve farklı kültürlerin bir arada yaşamasını savunuyoruz, bundan dolayı da herkese dokunmak, herkesi eleştirmek bizim ilkelerimizden biridir.” diye konuştu. Tiyatro seyircisi çoğalıyor Diasporadaki mekânlar çoğu zaman, oraya göçmüş insanlar için yeni kapılar açmasının yanı sıra yeni sanatsal perspektifler de sunmakta. Sadece belli değerler etrafında toplanan insanlar değil, kendi coğrafyasından ve kültüründen uzakta yaşayan her çevreden insanın bir araya gelip kaynaşması gibi bir işlev de görüyor bu mekanlar. Burada da sanatın dönüştürücü gücünü görmek mümkün. Diasporada sanatsal faaliyette bulunmanın birçok avantajı gibi dezavantajları da olduğunu ifade eden Karayiğit, “Türkiye´den uzak bir ülkede yaşamış olsak da, bedenen uzak ellerde olsak da, hepimizin yarısı Türkiye’de yaşar, işimiz, ekmeğimiz Almanya’da olsa da, çocukluğumuz, sevdiklerimiz, vatanımız ve bir türlü kopamadığımız yer, kendi vatanımızdır. Zira sahnelediğimiz her oyunda memlekete ve onun insanına dair bilinçaltına yerleşen gerçeklerimiz var.” dedi. Sadece Hamburg ve çevresinde 80 bine yakın Türkiye göçmeninin bulunduğunu aktaran Karayiğit; burada 40’tan fazla profesyonel ve yüzlerce amatör tiyatro grubunun bulunduğunu, ancak bütün sanatsal aktivitelerinin Almanca olduğunu söyledi. Değişik dillerde oyunlar ‘Töre” isimli oyundan sonra her yıl bir ya da iki oyun sahneleyen Tiyatro Asmin olarak, Almanca ve Türkçe, ‘Alamancı Muhtar’ oyunuyla Almanya ve Türkiye’deki ırkçılığı, ‘Yumuşak Koca’ isimli oyun ile de entelektüel kadınların maçolara olan gizli hayranlığını aktarmaya çalıştıklarını aktaran Karayiği, “Bir sonraki oyunumuz olan ‘Sosyal İnek’ oyununda ise Malatya’nın bir köyünde Atatürk büstünü kıran ve sürgüne gönderilen Gülsüm İnek hikâyesini irdeledik. Skeçlerimizde komediye ağırlık verdik. Ardından ‘Kazmatik Kazım’ oyunuyla devam ettik. ‘Bana Bir Goca Lazım’ oyunuyla Almanya’da oturum sorunu olan bir genç kızın “pesport”lu “goca” için yaşadıklarını komedi şeklinde anlattık.” dedi Bu Türkçe oyunların yanında ‘Entel Cabbar’ oyununu ise Kürdçenin Zazaki lehçesi ve Türkçe sahnelediklerini söyledi. Karayiğit, son oyunları hakkında da, “Son oyunumuz ‘Haydırık Huyduruk Haydar’ ile seyircimize keyifli anlar yaşattık. Düşündüren, güldüren ve sorgulayan bir oyun sunduk. Bu son oyunla Can Yücel´i ´Yücelerden bir Can´ı ve onunla günün büyük kısmını geçiren Dersim kökenli ve paşa hayranı bir gardiyanı oynadık. Seyirci Can babadan çok gardiyan Haydarı sahiplendi. Bu oyunumuzla yapacağımız Avrupa turnesi de bu ay içinde başlayacak” şeklinde bilgiler verdi. Grup olarak bundan sonra yapacakları aktiviteler konusunda da bilgi veren Karayiğit, “Yazdığımız ve sahnelenmeyi bekleyen üç ayrı oyumuz var, provalarına başlamayı tasarladığımız oyunumuz üç dilde yazıldı. Türkçe ağırlıklı, Kürdçe ve Almanca. Oyunun adı ‘Familie Don’. Türkiye kökenli zihinsel engelli bir aile ile polis arasında geçenleri konu alıyor.” Bugünlerde birçok siyasetçinin dilinden Türkiye Cumhuriyeti, “Farklı halklar ve inançlardan kurulu koca bir aile” olarak tarif edilir. Yine, aynı siyasetçiler bedeli ödeyecek “koca bir aile”yi yok sayarak tüm kararları kendileri alırlar. Kendisine yakınlığı ile sınıflandırır “koca bir aile” dediği vatandaşlarını. Öz evlatları Müslüman Türkler, üvey evlatları Kürdlerdir. Aleviler evlatlık, Ermeni ve Süryaniler de yetim ve öksüzlerdir. Çoğu durumlarda hala ayrımcılığa uğrayan Ermeniler ve Süryanilerin (Türkçe, coğrafya, tarih, edebiyat öğretmeni ve devlet memuru olamazlar), istisnaları dışında 1915 soykırımından dolayı hayatta kaldıklarına şükrederek, sisteme biat ederler. Alevilerde de durum farklı değildir. Ancak uğradıkları haksızlıklar karşısında isyan eden üvey evlat Kürdler, soykırımlarla, acı dolu tarihimize yazılan, otuz yıldır yorgunluk ve yılgınlık sebebi bir “iç savaşın” tarafı olmuşlardır. Bugün, adı“müzakere-barış süreci’’ olup, bir buçuk yıldır devam eden belirsizliğe çoğumuz; “Hiç değilse ölüm haberleri gelmiyor” diyerek şükrediyoruz. Taraflar, silahların namlularını indirmiş ama; muhataplardan biri dilini öldürücü silah olarak kullanırken, diğeri “sabrımız kalmadı” mesajı ile, adeta eller tetikte bekliyorlar. Bu gerginlik dolu süreç, başta biz, öksüz, yetim ve evlatlıklar olmak üzere, üvey ve öz evlatlarda, kaderimizi muhatapların iki dudağının arasında terkedip adeta “gık” diyemiyoruz. Taraflar, sürecin bozulması için adeta ilk kurşunu sıkacak elin “karşı taraf” olmasını istercesine birbirini tahrik ederken, diğer yandan hayatları pahasına bu süreci bozmayacaklarının da altını çizerek, adeta bizlere korku salarak alay ediyorlar. Böyle sancılı bir sürece denk gelen IŞİD belasının sonuçlarını, geçmişinden bilen ve derinden yaşayan bir Ermeni olarak Ezdilerle dayanışma kampanyası başlattım. Az çok bilinen bir barış aktivisti olduğum ve kampanyayı herhangi bir siyaset adı altında yapmadığım için de, sosyal medya aracılığı ile duyurmaya başladığımda ilk önce yaşadığım semt olmak üzere, Türkiye’nin birçok ilinde karşılık buldu. “Beşyüz Ezdi bebek için; beş yüz yelek, yastık ve battaniye” şiarıyla “Haydi şiş başına” diyerek çağrıda bulunduğum ilk günlerden itibaren evim, “Şengal triko atölyesi”, mahalle sakinlerinin dayanışma ziyaretleri ile dolup taşar oldu. Bu vesile ile mahallemde yaşayan insanları daha yakından tanıma fırsatı buldum. Siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan birçok insan, IŞİD’in Şengal’i ele geçirmesiyle birlikle, Êzidilerin yaşadığı soykırımın şahidi olurken, bende sokaktaki her insanın, siyasetin bir parçası olduğu gerçeğini öğrendim. Aynı amaç etrafında, farklı siyaset (siz) inanç, kültürden bir araya gelen birçok kadın, IŞİD’in Kobanê saldırılarına ve sürecin bilgisine, izlediğim IMC yayınlarından an be an tanıklık ederken, aynı haberin egemen medyadan veril(me)diğindeki şaşkınlıklarına tanık oldum. İlmek ilmek örerek Kobanê ve Ezdilerle kurdukları bağ güçlendikçe, sohbetlerimiz de gündeme evrilmeye başladı. Artık hiç tanımadıkları halde, emek harcayarak duygu bağı kurdukları bir halkın geleceği TC’nin tutumu ve kendi geçmişleri ilgili onlarca sorular sorup cevaplar arıyorlardı. Şimdi bizim adımıza karar verenlere, kararttıkları içimize “ışık tutan” o sorulardan birkaçı; “Üvey kardeş” halkları bize tanıma fırsatı vermediğiniz gibi yalan yanlış anlatıp neden düşman ettiniz bizi? Yetim ve öksüz bırakılanlardan çok, bırakanların acı çekmesinin ne demek olduğunu siz hissetmiyor musunuz? Bakamayacağınız evlatlıkları neden edindiniz? Asimilasyoncu politikalarınıza dahil olanları bile “öteki”liğine hapsederek ne yapmaya çaşıyorsunuz? Size öteki olan kaç kültürün, inancın, siyasetin ve yaşam biçiminin önceliklerini bilerek, sokağını soludunuz? Adlarını, acılarını, sevinçlerini, kültürlerini, ne yiyip içtiklerini bilmediğiniz insanların yaşamlarını iki dudağınız arasında taşırken kalbiniz nerede duruyor? En önemlisi de; Öz evlatlarınız biz, kardeşlerimizin acılarına ortak olurken, sebep olmanın utancını ve günahını bize neden reva gördünüz? 16 MÜZİK BasHaberSÖYLEŞİ 20 - 26 Ekim16 2014 Aras Koyî: Bağımsızlığın şarkıcısı Sanatçı Aras, 1972 Koy doğumlu. Koy, Erbil ile Süleymaniye arasında bir ilçe, önemli aydınların ve siyasetçilerin memleketi olarak bilinmekte. Kürd ulusal marşı Ey Raqib’i yazan Dildar, Celal Talabani ve şu an Irak Cumhurbaşkanı olan Fuad Mahsum’da Koyîlidir. Aras’ın babası Fatih Resul da önemli siyasi şahsiyetlerden, hatta Mam Celal Talabani’nin ‘ustası’ Besê Çelik Müzik hayatına nasıl başladınız? 1983 yılında Moskova’da kaldığımız yurtta, abim bana gitar çalmayı öğretti. Okulda ayrıca bale dersi de alıyorduk. Yurtta kaldığım 3 yıl boyunca Latin, Yunan, Rus, Gürcü ve diğer bölge halklarının danslarını öğrendim. Çocukluk yıllarımda şarkılar söyledim. Okulda söylediğim Rusça şarkılardı bunlar. Rusya’da kaldığın yıllarda yabancılık çektiniz mi? O zaman daha çocuktum. Yabancılığa anlam verecek dönemde değildim. Mesela 5 yıl boyunca anne ve babamı görmedim. Annem Rusya’ya gelip bizi gördüğünde beni tanıyamadı. Bulunduğum yurtta kalan diğer arkadaşlarım da benim gibi değişik ülkelerden gelen çocuklardı. Onlar da benim gibi devrimci ailelerin çocuklarıydı. Nikaragua, Angola, Guetemala, Gine Bisao, Şili, Çin, Vietnamlılar vardı. Rusya’da öğrenimimi tamamladıktan sonra İsveç’e geçtim ama Moskova’yı özlüyordum. Çocukluğum orada geçmişti, tüm arkadaşlarım oradaydı. Bu yüzden Moskova’ya dönüp üniversiteyi orada okudum. Sinema yönetmenliği okudum. Yönetmenlik mastırım var. Daha sonra tekrar İsveç’e ailemin yanına döndüm. Burada kültür ve sanat çalışmalarımı yürütebilmek için kendi prodüksüyon şirketimi kurdum. Birçok klip ve albümün yapımını gerçekleştirdim. Kendimde şarkı söylüyor ve kaydediyordum. İlk başlarda Rusça ve İngilizce şarkılar okudum ancak daha sonra Kürdçe söyledim. olarak bilinmekte. 1946’da Kürd özgürlük hareketinde yer alan Fatih Resul’un oğludur Aras Koyî. Sürgün, savaş ve başarılarla dolu yaşamı üzerine söyleştiğimiz sinemacı ve müzisyen Aras Koyî, son olarak 13 dakikalık bir klip ile Kürdistan’ın neden bağımsız olması gerektiğini kısa film tadında sunuyor hayranlarına. 1990’lı yılların ortalarıydı ve ben Kürdçe müzik içinde pop müziğin çok az olduğunu gördüm. 1996 yılında Soranca pop bir albüm yapmaya karar verdim. Halkın da beğeneceğine emindim. Ancak Kürdçe söylemek, Kürdçe sanat yapmak için ülkeye gitmeliyim diye düşündüm. Kürdistan’a gelmeliydim. Çünkü iki şey ülke dışında yapılamaz, yapılsa bile değeri az olur. Birincisi ülke adına sanat, ikincisi ülke adına siyaset. Kürdistan klibiniz de bu özlemi anlatıyor. Çocukluktan kalma bir özlemi gerçekleştirmişsiniz. Kürdistan’a dönüşünüz nasıl oldu? reçten sonra bütüm Arupa’da konser ve turnelere katıldım. Her bir klip için yeni bir isim aldım. Aras Fatih, Aras Koyi, Aras Domates, Aras Rus, Aras Xepegyan, son klipte de Mamosta Aras ismini aldım. Hala da sokaklarda çocuklarla karşılaştığımda bana neşe içinde Mamosta Aras diye seslenirler. Benim gerçekten de öğretmen olduğumu sanırlar. Yaşamınızın en çarpıcı dönüm noktası ne? Yönetmenlik yaptığınızı söylediniz, klipler yaptınız, biraz bundan bahser misiniz? Bu alanda neler yaptınız? Aslında bütün yaşamım zorluklarla geçti ama yaşamım boyunca hiç bir şeyden çekinmedim, sakınmadım ve korkmadım. Mesela İspanya’da düzenlenen domates festivaline katıldım ve orada ‘domates’ adında bir klip çektim. Festival boyunca 3 kameram kırıldı ama vazgeçmedim. 2000 yılında İspanyol televizyonlar bu klibimi Kürdistanlı Aras diye verdiler. İsveç’te ki prodüksiyon şirketimizde birçok sanatçının eserlerinin ses kayıt ve klip çekim işlerini yaptık. 2003 yılında da ilk uzun müzikal klibimi ‘Xepegyan Buxom’u çektim. İçinde dans, pop, komedi vardı. İki kişiyi kendime öğretmen olarak alırım. Biri siyasi lider Gandi, diğeri sinema sanatçısı Charlie Chaplin. Ben ikisi arasında köprü veya mix oluyorum. Bu klipte de bundan yaralandım. Bu klipten sonra ‘Basi To’, klibini 2006’da da ‘Be Tak Beko’ kliblerini hazırladım. Bu sü- Kürd kültürünü lokal çerçeveden çıkarıp dünya standartlarına çıkarmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Şimdi yeni bir projem var. Senaryosunu da hazırladım. Terörle mücadelenin marşını hazırlamak istiyorum. Marş İngilizce olacak ve uluslararası bir marş olmasını hedefliyorum. Bunun üzerinde çalışıyorum. Kürdistan’dan çıktıktan 20 yıl sonra tekrar Kürdistan’a dönme imkanım oldu. 2001 yılında rahmetli babamla Kürdistan’a döndük. Bu kadar uzun yıldan sonra döndüm ama buradaki akrabalarımın hiç birini tanımıyordum. Daha sonra tekrar İsveç’e döndüm. Yeni projeleriniz var mı? Bu klip tüm Kürdistan halkı içindi ‘Kurdistana min’ klibinde Kürdistan’ın bağımsızlığını anlatıyorsunuz, bağımsızlık konusundaki fikirleriniz nelerdir? Bu klip için daha büyük bir projem vardı. Klip değil film çekmek istiyordum. Senaryosunu da hazırlamıştım. Film için 40 ayrı şarkı vardı ve bu film ilk Kürd müzikal filmi olacaktı. Ancak çok büyük bir bütçe gerektiriyordu. Senaryo ve müzikler hazırdı ama bütçemiz yoktu. Bunun için 3 yıl boyunca sponsor ve bütçe aradım. Bunca arayışın ardından projeyi değiştirdim. Kurdistana min parçası müzikal filmimin son şarkısı olacaktı. Ancak ben projeyi küçülttüğüm zaman sondan başladım, yani sadece bu parçanın klibini çekmeye karar verdim. Ve bu klip içinde herhangi bir parti yada örgütün yardımı olsun istemiyordum. Klip bir partinin bayrağı ya da amblemini taşımamalıydı. Bu klip tüm Kürdistan halkı içindi. 2012 Eylül ayında gazetede Kürdistan Bölge Enfal ve Şehitler Bakanlığı’nın Enfal ve Halepçe katliamının 25. yılını anma etkinlikleri vesilesiyle değişik projeleri destekleyeceklerine dair duyuruyu gördüm. Kültürel ve sanatsal projeler de desteklenecekti. Ben müzikalin senaryosunu Enfal ve Şehitler Bakanlığı’na götürdüm. Kurdistana min şarkısının ses kaydını yapmıştım. Enfal ve Şehitler Bakanı Aram Ahmet ile görüştüm ve senaryomu takdim ettim. Çok beğendi. Maddi yardımdan çok Bakan beyin senaryoyu böyle beğenip arka çıkması büyük bir manevi destek oldu. Bu nedenle ben Aram Ahmet beye tekrar teşekkür ediyorum. Ancak bakanlığın tüm imkanları ile klibe ayırabileceği ücret yetmiyordu. Sadece 5 bin çocuğu otobüslerle Şehitler Momenti’nin olduğu stada götürüp getirmek ne kadara mal oluyor. Her bir çocuğa bir tane muz ve bir bardak su ikram edildiğini düşünün. Ya da şöyle diyeyim; sadece bir günlük çekim için 30 bin dolar ödendi. Klip için büyük emek verildi. Harcama da yapıldı. Ve her bir parça çekimin ayrı bir hikayesi var. Klibi bu şartlarda tamamladık ve başarılı oldu.
Benzer belgeler
26.01.2015
edilmesinin Musul planıyla bir ilgisi olmadığını ifade eden Barzani “Şengal ve Telafer’e giden lojistik desteği ve teröristlerin Suriye ile bağlantısını kesmeye çalışıyoruz” dedi. Barzani, Irak ve ...
Detaylı27.10.2014
Eski HEP Mİlletvekili Mehmet Emin Sever, BasHaber’e Kobanê ve ulusal birlik konusunda değerlendirmelerde bulundu. Sayfa 8
Detaylı