09.08.2014
Transkript
09.08.2014
1 SÖYLEŞİ Horasan’ın sesi Yalda Abbasi Diyarbakır’da Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:15 - 09 - 15 Ağustos 2014 basnews.com Sayfa 16 IŞİD ağır kayıplar veriyor Peşmerge Musul’da Demirtaş, çözüm süreci adayı Türkiye’de 10 Ağustos’ta halk oylaması ile yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında göz dolduran bir performans sergileyen HDP Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın adaylığı bağlamında başlayan tartışmalar Türkiye’de ilginç gelişmelere neden oldu. Demirtaş’ın seçim kampanyasında kullandığı temkinli dilin, Türk kamuoyunda Kürdistan sorununun çözümü konusunda daha olumlu bir atmosferin doğmasına neden olduğuna inanılıyor. Sayfa 7 IŞİD’in Kürdistan’a saldırması ardından başlayan çatışmalarda saldırı pozisyonuna geçen Peşmerge’nin Musul’u hedeflediği bildiriliyor. Şengal ve Zumar’daki IŞİD güçlerinin büyük oranda kırılması üzerine, dağılarak iç bölgelerde saldırılar düzenlediği bildiriliyor. YÜZLEŞME IŞİD’in büyük güç biriktirdiği Musul’u hedefleyen Peşmerge’nin kentin kimi mahallelerden IŞİD’i çıkardığı bildiriliyor. Musul’a operasyon başlatan Peşmerge’nin ilerlediği ve Arabiye’nin IŞİD’den temizlendiği bildiriliyor. Peşmerge, baraja yakın eski Musul semtine de girdi. Sayfa 2-3 Diyarbakır’a 5 No’lu müze 12 Eylül Askeri Darbesi döneminde Kürd siyasi tutuklulara insanlık dışı uygulamaların yapıldığı, onlarca tutuklunun katledilip, sakat bırakıldığı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi müze yapılıyor. Müze yapılması için 100 bin imza toplanması ardından Diyarbakır Cezaevi’nin “Barış ve kardeşlik sembolü olarak insan hakları müzesi yapılma- Diyarbakır Cezaevi MİTHAT SANCAR Şengal birliğe çağırıyor s05 MESUT YEĞEN s03 sı” kararı verildi. Türkiye Milli Savunma Bakanlığı yıllarca insan haklarının çiğnendiği cezaevinin müze olmasının toplumsal barışa katkı sağlayacağını bildirdi. Ancak cezaevinde işkence ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalanlar ve mağdur yakınları, cezaevindeki işkenceciler ve katliamlardan sorumlu olanların yargılanmasını da istiyor. Sayfa 4-5 Afedersiniz Gezi + FERHAT KENTEL s07 “Rojava’nın bağımsızlık talebine saygı duyarız” Defalarca söyledik, rejimle hiçbir ilişkimiz yok. Bu alınan tedbirler ve kanton meselesi de kendimizi korumak ve buradaki düzenimizi kurmak içindir. Zaten bunu en başta kabul etmeyende rejimin kendisidir. Zaten rejimin kendisi de, ben Suriye’nin parçalanmasından yana değilim kabul etmiyorum diyor. Kürd statüsünden korkan ve bunu kabul etmeyen kesimler var bunun en başında da rejim geliyor. Zaten rejimin eski haline geleceğini düşünmüyorum. Sayfa 6 02 MANŞET BasHaber SÖYLEŞİ 09 - 15 Ağustos 22014 Savaş Musul’a kayıyor I ŞİD’in Kürdistan’a saldırması ardından başlayan çatışmalarda saldırı pozisyonuna geçen Peşmerge’nin Musul’u hedeflediği bildiriliyor. Şengal ve Zumar’daki IŞİD güçlerinin büyük oranda kırılması üzerine, dağılarak iç bölgelerde saldırılar düzenlediği bildiriliyor. Bu arada Peşmerge’nin IŞİD’in büyük güç biriktirdiği Musul’u hedeflediği ve kentin birkaç dış mahallesinden IŞİD’i çıkardığı bildiriliyor. Peşmerge Güçleri ve Rojava Halk Savunma güçleri’nin (YPG) gerçekleştirdiği ortak operasyonun ardından Kürd güçleri Zumar ve Şengal ilçelerinin etrafında kontrolü ele geçirdi. Savaşın Musul etrafında yoğunlaşmaya başladığı, bölgeden gelen haberlere göre Peşmerge ile YPG güçlerinin ortak bir askeri konvoyla IŞİD’in kontrolündeki Musul’un Mahmudiye köyünü kuşatarak kurtardığı bildirildi. Mahmudiye’deki tüm IŞİD üyelerinin öldürüldüğü veya yakalandığı bildiriliyor. Bu arada Peşmerge birlikleri sabah saatlerinde Musul Barajı’na yakın eski Musul semtine de ağır silahlarla bir operasyon düzenledi. Operasyonda çok sayıda IŞİD üyesi ölürken, askeri yetkililer IŞİD’e ait onlarca aracın da imha edildiğini ifade etti. Operasyonun ardından bölgeye giden Peşmerge birlikleri IŞİD’e ait zırhlı ve Hummer ile çok sayıda silaha el koydu. Operasyondan sonra sağ ve ölü ele geçirilen çok sayıda IŞİD üyesinin fotoğrafları yayınlandı. IŞİD’in Eski Musul Mahallesi’nde 9 Haziran tarihinden bu yana elinde tuttuğu mevzileri terk ederek geriye çekildiği belirtildi. Geçtiğimiz Çarşamba günü Musul’un Arabiye semtine yönelik operasyon başlatan Peşmerge’nin ilerlediği ve Arabiye’nin IŞİD’den temizlendiği bildiriliyor. IŞİD militanlarının çok sayıda ağır silahla güçlendirilmiş bir mevziye sahip olduğu Arabiye semtinde şiddetli çatışmalar yaşanırken, Peşmerge birliklerinin belirlenen alanlara doğru ilerlemeye başladığı ifade edildi. Peşmerge ve YPG güçleri kim bölgedlerde uçaksavar ve tanklarla IŞİD militanlarının bulunduğu noktalara ortak operasyonlar düzenlerken, operasyon emrini Mesut Barzani verdiği bildiriliyor. Bölgedeki Peşmerge birliklerine Mesud Barzani’nin oğlu Mensur’un komuta ettiği haber veriliyor. YPG ve Peşmerge ortak operasyon yapıyor YPG sözcüsü Polat Can, “IŞİD Zumar ve Şengal’e saldırıp Zaho’dan ayırmak istiyor. Bunun önünü almak için buradayız. Aradaki sınırları kaldırdık. Güneyli Kürdistanlı kardeşlerimizi IŞİD çetelerinden korumak için büyük bir güçle Güney’e geçtik.” dedi. IŞİD’in Kürdlere yaptığı saldırılar Peşmerge ile YPG’yi bir araya getirdi. YPG’nin bölgeye gitmesinin ardından, Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin talima- bildirdi. Kampın boşaltılma kararını PKK yönetiminin verdiği bildiriliyor. Bu arada yaklaşık 5 bin Şii Türkmen sığınmacının yaşadığı Hazer Çadır Kampı da dağıtılmaya başlandı. Kürdistan yönetimi, Maxmûr yakınlarıda yer alan ve Erbil’den 30 kilometre uzakta olan Hazer Çadır Kampı’ndaki 5 bin sığınmacıyı tahliye ediyor. Hazer Kampı, IŞİD’le çatışmaların yaşandığı Musul’un Hamdaniye (Karakuş) ilçesine 20 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Kampta ağrılıkla Şii Türkmen ve Arap sığınmacılar kalıyor. Bu arada Guver köyü yakınlarında Salı günü çıkan çatışmada öldürülen 16 IŞİD üyesinden dördünün Fransız, birinin ise ABD vatandaşı olduğu açıklandı. tıyla Peşmergeler ağır silahlarla Şengal’i kuşattı. Ortak operasyonda ağır kayıplar veren IŞİD, Şengal etrafındaki şiddetli çatışmalar bir haftadır devam ediyor. YPG ve Peşmerge’nin başlattığı ortak operasyonda IŞİD ciddi oranda geriletildi ve işgal ettiği bölgelerin büyük kısmı geri alındı. Bölgede çok sayıda Ezdi de silahlanarak Peşmerge ve YPG’ye katıldı. Peşmerge ve gerillaların Şengal Dağı’nın zirvelerine çıkan halka yardım ulaştırdığı bildirildi. Savunmadan saldırıya 4 Ağustos’tan beri Peşmerge Güçleri ve YPG Zummar’de kontrolü sağladığını, Şengal çevresindeki kırsal alanlarda dağılan IŞİD grupları ile yer yer çatışmalar devam ediyor. Erbil muhabirimizin verdiği bilgilere göre, yaşanan şiddetli çatışmaların ardından geri çekilen IŞİD’e ait tank ve zırhlı araçlar ele geçirildi. Peşmerge Bakanlığı Sözcülerinden Generel Helgurd Hikmet de Şengal bölgesinde kontrolün sağlandığını söyledi. Musul’un kuzey batısında bulunan Rabiya bölgesi de IŞİD’den geri alındı. YPG Basın Merkezi’nden yapılan açıklamada da Rabia kasabasında 6 YPG savaşçısının hayatını kaybettiği ve kentin kontrolünün ele geçirildiği duyuruldu. Açıklamada, Rabia’dan Til Maruf köyüne kadar 200 km’lik hatta çatışmaların sürdüğü belirtildi. Bu arada Hewler’de toplanan Peşmerge komutanları, Barzani’nin de talimatıyla savunma pozisyonundan çıkıp, saldırıya geçme kararı aldı. Bu doğrultuda Hewler ve Duhok’tan, çok sayıda Peşmerge bölgeye sevk edildi. Şengal’de kontrolü büyük oranda sağlayan Peşmerge güçleri de saldırı pozisyonuna geçti. BasHaber’in bölgeden edindiği bilgilere göre, yaşanan şiddetli çatışmaların ardından IŞİD güçlerinin geri çekilmesi üzerine Zumar ve Şengal’in kontrolü büyük oranda Kürd güçlerinin eline geçti. Çatışmalarda çok sayıda IŞİD militanı öldürüldü, bir çoğu da esir alındı. IŞİD’e ait tank ve zırhlı araçlara da el koydu. Peşmerge Bakanlığı Sözcülerinden Generel Helgurd Hikmet, Şengal ilçesinin büyük bölümünün temizlendiğini belirtmiş IŞİD üyerine ait onlarca cenazenin ele geçtiğini söylemişti. Hikmet operasyonun sadece Şengal ve Zumar’la sınırlı kalmayacağını ifade ederek IŞİD mevzilerine doğru ilerlenileceğini vurgulamıştı. Hikmet, Perşembe günü çıkan çatışmalarda da 90 IŞİD militanı öldürdüklerini, 100’den fazlasının da yaralandığını ifade etti. Öldürülen militanlar arasında IŞİD liderlerinden Abdurrahman el Libi ve yardımcısı Abu Nasır Libi’nin de olduğu bildiriliyor. Maxmûr kampı tehdid altında IŞİD’İn Musul bölgesindeki saldırılarının artması ve Maxmûr kampının tehdit altına girmesi üzerine kampın kadın ve çocuk sakinleri Erbil’e gönderildi. Maxmur Kampı, Erbil’in 80 km güneyinde bulunuyor. Maxmûr’a 30 km uzakta olan Guwer bölgesinde birkaç IŞİD grubu ile Peşmerge güçleri arasında çıkan çatışmalar ardından Maxmûr’da tedirginlik başlamıştı. Peşmerge’nin Guwer’in çıkışında savunma hattı oluşturarak IŞİD’i bölgeden çıkarmak için saldırya geçtiği bildiriliyor. Bölgedeki Arap aşiretlerin de desteklediği IŞİD’in Guwer’e önemli oranda güç yığdığı ve Peşmerge saldırısına karşı şiddetle direndiği bildiriliyor. Maxmûr Kampı yöneticilerinden Hüseyin Guzareşê, kampın tamamen boşaltılmadığını, olası saldırılara karşı sadece kadın, çocuk ve yaşlıların tahliye edildiğini söyledi. Guzareşê, eli silah tutanların kamp savunması için mevzilendiğini belirtirken, diğer kent sakinlerinin Hewler’e doğru tahliyesinin güvenli bir şekilde sürdüğünü Barzani: IŞİD’e ölümcül darbe vurun Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, yaptığı bir açıklamada Peşmerge komutanlarına, Kürdistan halkının düşmanlarına karşı savaşması emrini verdi. Barzani, “Düşmanlarımıza öldürücü darbeleri indirmek için saldıracağız” dedi. Musul’un IŞİD’in eline geçmesinin ardından Kürd bölgesinin yalnızca kendini savunma pozisyonunda kaldığını hatırlatan Barzani, “Ancak teröristler, bize savaşı dayattı. Kürdistan’a saldırı düzenlediler ve son birkaç gün içinde üzüntü verici hadiselerin yaşanmasına neden oldular. Bu yüzden Peşmerge’nin savunma pozisyonunu terk etmesi yönünde karar aldık. Peşmergelere son nefeslerine kadar savaşmaları emrini verdik. Kürdistan toprağının tek karışını düşmanlara terk etmeyeceğiz. Şengal’deki Êzidi kardeşlerimizi ve bacılarımızı gözümüz gibi koruyacağız. Onları korumak boynumuzun borcudur” dedi. Karayılan: Şengal‘i IŞİD’e bırakmayız IŞİD’in Şengal’i ele geçirmesi ve Ezidilerin dağlara sığınmasından, Peşmerge ile birlikte YPG de Şengal’i işgalden kurtarmak için operasyon başlatmasının ardından, bir açıklama yapan KCK Yürütme Konseyi Üyesi ve HPG Sorumlusu Murat Karayılan, Şengal’e müdahale edeceklerini söyledi. Karayılan “Şengal’de Kürdlük ruhu vardır. IŞİD’e bırakmayız. Tüm halkımız bilsin ki, gücümüz oranında Şengal’e müdahale edeceğiz ve gerilla orada kalacaktır. Güçlerimiz Sincar mıntıkasını ve dağını IŞİD’den temizleyene kadar geri çekilemeyeceklerdir ve gerekirse orada kalıcı olacağız” dedi. Karayılan’ın Şengal’e müdahale edeceklerini açıklamasından sonra 1600 HPG ve YJA gerillasının Şengal’e ulaştığı bildiriliyor. Siviller Şengal dağlarına sığındı IŞİD’in Şengal’e yönelik saldırısından sonra Şengal Dağı’na göç etmek zorunda kalan binlerce kişinin zor durumda olduğu MANŞET BasHaber 09 - 15 Ağustos 2014 3 SÖYLEŞİ IŞİD’in Kürdistan’a saldırması ardından başlayan çatışmalarda saldırı pozisyonuna geçen Peşmerge’nin Musul’u hedeflediği bildiriliyor. Şengal ve Zumar’daki IŞİD güçlerinin büyük oranda kırılması üzerine, dağılarak iç bölgelerde saldırılar düzenlediği bildiriliyor. bildiriliyor. Açlık ve susuzlukla birlikte şimdiye kadar 6 çocuğun öldüğü de gelen bilgiler arasında. Konu ile ilgili Şengal Savunma Birlikleri sözcüsü, Dilşer Şengal, bugün binlerce insanı güvenlik altına aldıklarını ancak ciddi oranda su, ilaç ve yiyecek sorunu olduğunu söyledi. Binlerce kişinin daha Şengal Dağı’nın değişik bölgelerinde arazide ve tehlikeli noktalarda kurtarılmayı beklediğini belirten Şengal, siviller için ulusal ve uluslararası yardım çağrısında bulundu. Şengal, özellikle kadın ile çocukların zor durumda olduklarını ve on binlerce insanın bölgeden tahliye edilmesinin zaman alacağını bunun da hayati riskler barındırdığı söyledi. Zumar’dan çekilen Peşmergelere soruşturma Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, Şengal ve çevresindeki bölgelerden kaçan ve buraların IŞİD’in eline geçmesi konusunda güvenlik zaafı gösterenlere gereken yaptırımın uygulanacağını söyledi. Ezdi Kürdlerin dini liderlerinden Baba Şêx ve beraberindeki heyetle bir görüşme gerçekleştiren Barzani, Şengal ve Zumar’da yaşananlar hakkında Baba Şêx’den bilgi aldı. Ezdi Kürdlerin yüzyüze kaldıkları trajediye çözüm için tüm imkanların seferber edil- mesini isteyen Baba Şêx, kendilerinin de IŞİD’e karşı şavaşmaları için imkan verilmesini istedi. Barzani ise Ezdilerin karşılaştıkları durum karşısında üzüntülerini belirterek, “Ezdi halkımızı teröristlerin elinden kurtarmak ve mültecilere yardımcı olmak için tüm imkanlarımızı seferber edeceğiz. Şengal’in her karış toprağını koruyacağız” dedi. Barzani Şengal, Zumar ve çevresindeki bölgelerde kontrolün IŞİD’in eline geçmesine sebep olan güvenlik zaafiyetini incelediklerini belirterek, “Buna sebep olanlar gerekli yaptırıma tabi tutulacak” dedi. Barzani’den sükunet çağrısı Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani bir açıklama yaparak halkı sükunete çağırdı. Açıklamasında Peşmerge’nin Sincar, Celevle ve Guver’de IŞİD’i bozguna uğrattığını belirten Barzani, halktan korkuya kapılmamasını, huzur ve sükunet içinde günlük yaşamını sürdürmesini istedi. İçişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada da Kürt bölgesinin tamamen Peşmergenin kontrolünde olduğu belirtilerek, ‘bölge halkının, düşmanın kara propagandasına ve ideolojik savaş taktiklerine kapılmaması’ istendi. Peşmerge, YPG ile birlikte Suriye sınırında Peşmerge Bakanlığını Genel Sekreteri Cabber Yawer, Peşmerge ve YPG güçlerinin Suriye sınırında birlikte hareket ettiğini belirterek, Şengal merkez IŞİD’in, kontrolde olduğu, etrafını da Kürd güçlerinin elinde olduğunu söyledi. Şengal’in içinde IŞİD gruplarının hakim olduğunu söyleyen Cabbar Yawer BasHaber’e yaptığı açıklamada şu açıklamada bulundu: Kürd güçleri Şengal’in etrafında kontrolü sağlamış durumda. Şengal merkezde Şengal’i Savunma Güçleri savaşıyor. Etraftaki birçok köy Peşmerge’nin elinde. YPG güçleri Rojava tarafında ki sınırı korumaktadır. Peşmerge ve YPG Suriye sınırında birlikte hareket etmekte. IŞİD’in gücü çok fazlaydı ve büyük bir güçle gelmişlerdi. Şengal Duhok’tan uzakta ve bu taraf ağırlıklı olarak Arap köylerinden oluşuyor. Onlar da İŞİD’i desteklediler. Peşmerge geri çekilmek zorunda kaldı. Zumar tarafı da öyle oldu. Orada da Araplar var ve orası da öyle oldu. Şengal’de halkın durumu iyi değil. Binlerce çocuk, yaşlı ve kadın dağda mahsur. Bölgesel Hükümet hava kuvvetleriyle yardım ediyor ama durum tehlikeli bir noktada. İşin bu duruma gelmesi aniden oldu. Irak hükümeti de onlara içecek ve yiyecek yardımı yolluyor. Maxmûr yakınlarında çatışmalar başladı. Bu durum karşısında hükümetin hazırlıkları hızlı bir şekilde devam ediyor. İŞİD’in Kürdistan’dan temizlenmesi için her türlü yol deneniyor. Komşu ülkeler ve Avrupa ülkeleriyle de ilişkiler kuruldu. Silah yardımı yapmaları için çağrıda bulunuldu” dedi. IŞİD saldırıları YPG ile Peşmerge’yi yakınlaştırdı Cephede bulunan YPG savaşçısı Mahsûm Mahmoud, IŞİD’in şu an hakimiyet kurduğu yerler daha önce Maliki Hükümetinin üzerinde hakimiyet kurduğu yerler olduğunu belirterek, İŞİD Musul’u işgal ettikten sonra merkezi hükümet buradan çekildi. Kürd topraklarına denk gelen yerlere Güney Kürdistan güçlerinini sonradan yerleştiği, Peşmergeler burada yeni oldukları için tam hakimiyet kuramadığını söyledi. Peşmerge Şengal’e tam olarak hakim olamadığı için geri çekilmek zorunda kaldığını söyleyen Mahmoud, şu değerlendirmelerde bulundu: “Bir çoğu Til Koçer tarafından Rojava’ya çekildi ve oradan Duhok tarafına geçti. YPG burada onlara yardım etti. IŞİD bu bölgelerin bir çoğunu ele geçirdi. YPG yetkilileri Peşmergelerle konuştu durum değerlendirmesi yapmak için. Birçok yerde YPG ve Peşmerge ortak hareket etti. IŞİD ele geçirdiği bir çok yerde katliam yaptı. Kürd halkı Ezidilere sahip çıkmalı ve umuyorum ki sahip de çıkacaktır, bu bütün Kürdlerin boyun borcudur. IŞİD’in Kürdistan coğrafyasına yaptığı saldırı YPG ve Peşmerge’nin birlikte hareket etmesine sebep oldu. Bütün Kürd taraflarında birlik ister ve bu iyi bir sebep de olabilir. Şimdiye kadar Rabîa taraflarında; Mahmut, Welo Wewelid, Zêmar köyleri YPG tarafından alındı” şeklinde konuştu. 03 Şengal birliğe çağırıyor MESUT YEĞEN Beklenen oldu. IŞİD belası sonunda Kürtlere ve Kürdistan’a da bulaştı. Araplar, Türkmenler neye, hangi vahşete maruz kaldıysa, Şengal’in Ezidileri de şimdi ona maruz kalıyor. Ezidi Kürtler, Ezidi Kürtlerin evi Şengal IŞİD’in olmayan insafına kalmış durumda. Aslında ne oldu, kim nerede, ne hata yaptı da Kürtlerin en mazlumları Ezidi Kürtler IŞİD’in insafına kaldı üzerine çok şey söylenecek elbette. Ama şimdi yapılması gereken herhalde bu değil. Bugün yapılması gereken öncelikle Şengal’i IŞİD’den temizlemek ve Şengal faciasının Kürdistan’ın herhangi bir yerinde tekrarını engellemek. Bunun için de yapılması gereken ilk şey belli ki güney, batı ve kuzey Kürtleri arasında acil ve mevzii bir askeri birliktelik oluşturabilmek; birleşmek değil belki ama mevzii de olsa birlikte davranabilmek. Ancak bunun kolay olmadığı da açık. Zorluk, teknik ya da fiziki değil. Eninde sonunda Ezidi Kürtleri ve Şengal’i IŞİD’in insafına bırakmak istemediğini bildirmiş bir peşmerge ve Şengal’i yeniden özgürleştirmek için savaşmaya hazır olduğunu duyurmuş bir HPG ve YPG var ve bunlar Şengal’e intikal edebilir, nitekim kısmen etmiş de görünüyor. Fiziki olarak mümkün olmakla beraber gerçek, büyük bir intikal ancak siyasi bir kararla mümkün. Aslında iki kararla. Güney Kürdistan yönetiminin Şengal’in özgürleştirilmesinin vazgeçilemez bir hedef olduğunu kararlaştırması, ardından da HPG ve YPG gerillalarının kendi kontrolündeki topraklardan geçerek IŞİD’le çatışmasına rıza göstermesi gerekiyor. Bu da şu demek: Şengal’i IŞİD’den temizlemek ve Şengal faciasının tekrarını önlemek için ihtiyaç duyulan acil ve mevzii askeri birliktelik için önce yine acil ve mevzii bir siyasi ortaklaşma, siyasi bir karar gerekiyor. Öte yandan, bu hiç de kolay değil çünkü siyasi olarak (mevzii de olsa) ortaklaşması beklenen aktörlerin siyasi, sosyal, ekonomik, bölgesel ve diplomatik vizyonları köklü farklılıklar arz ediyor. Güney Kürdistan’ın dünya sistemiyle bütünleşmiş enerji tedarikçisi bir devlet olmasını isteyen KDP’nin karşısında sistem dışı bir gerilla hareketi olarak PKK var. Bütün bu esaslı farklılıklara rağmen söz konusu mevzii ortaklaşma sağlanamaz mı? Sağlanabilir elbette. Biraz güven, biraz da hürmet duygusuyla. Açıklamaya çalışayım: Kürdistan’da siyaset yapanlar, Kürdistan’da askeri mücadele yürütenler ikili bir gerçeği aynı anda kabul etmek durumunda. Kürdistan’ın her bir parçasını ayrı, kendine özgü kılan hususlar ve dinamikler olduğu kadar Kürdistan’ın her bir parçasını benzer kılan da bir husus var: Kürtlerle meskun olması, Kürdistan olması. Bu ikili gerçek Kürdistan’ın farklı parçalarında farklı siyasi, ekonomik ve diplomatik vizyonların galebe çalmasına olduğu kadar, aynı parçada farklı vizyonların taşıyıcılarının bir arada bulunabilmesine de mahal veriyor. Kürdistan’ın bu ikili hali Kürt aktörlerine temel bir sorumluluk yüklüyor: Bir diğerine hürmet göstermek, bir diğeriyle, çok gerekiyorsa, ‘tanıyarak’ mücadele etmek. Bu, pratik olarak Güney Kürdistan’ın PKK’ye, Kuzey ve batı Kürdistan’ın da KDP’ye açık olmasına razı olmak demek. IŞİD musibetini def etmek ve tekrarını engellemek için gereken bu türden bir yakınlaşma, bu türden bir siyasi ortaklaşma. Uzatmayayım: Şengal, Kürtleri tez elden hem mevzii hem kalıcı bir ortaklaşmaya çağırıyor. Şengal, Güney Kürdistan’ın PKK ve YPG’ye, Batı ve Kuzey Kürdistan’ın da KDP’ye açık kılınmasını buyuruyor. Kanaatimce, hem Şengal’i özgürleştirecek mevzii askeri birliktelik, hem bu askeri birlikteliği mümkün kılacak mevzii siyasi ortaklaşma ama hem de daha kalıcı bir siyasi ortaklaşma, mesela ulusal kongre, kaçınılmaz olarak gerçekleşecek çünkü Şengal ve Ezidiler Kuzey, Güney ve Batı Kürtlerinin gözleri önünde IŞİD’e yem oluyor ve buradan doğan infial şöyle ya da böyle genel bir Kürdistan kamuoyu yaratıyor. Kürdistan’ı çevreleyen siyasi iklimin hızla büyütecek göründüğü Kürdistan kamuoyu Şengal’in birlik çağrısının daha kuvvetlice duyulmasını sağlayacaktır, buna inanıyorum. 04 BasHaber SÖYLEŞİ 09 - 15 Ağustos 42014 DOSYA 5 No’lu Cezaevi’nin müze yapılması için Kürdistan’da yürütülen kampanyalara AKP Hükümeti’nin olumlu yanıt vermesinin Çözüm Süreci’nin “geçmişle yüzleşme” aşamasında önemli bir rol oynayacağına inanılıyor. Ancak cezaevinde işkence ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalanlar ve mağdur yakınları, cezaevindeki işkenceciler ve katliamlardan sorumlu olanların yargılanmasını da istiyor. Diyarbakır’a 5 No’lu Müze 12 Eylül Askeri Darbesi döneminde Kürd siyasi tutuklulara insanlık dışı uygulamaların yapıldığı, onlarca tutuklunun katledilip, sakat bırakıldığı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi müze yapılıyor. Müze yapılması için 100 bin imza toplanması ardından Diyarbakır Cezaevi’nin “Barış ve kardeşlik sembolü olarak insan hakları müzesi yapılması” kararı verildi. Türkiye Milli Savunma Bakanlığı yıllarca insan haklarının çiğnendiği cezaevinin müze olmasının toplumsal barışa katkı sağlayacağını bildirdi. 5 No’lu Cezaevi’nin müze yapılması için Kürdistan’da yürütülen kampanyalara AKP Hükümeti’nin olumlu yanıt vermesinin Çözüm Süreci’nin “geçmişle yüzleşme” aşamasında önemli bir rol oynayacağına inanılıyor. Ancak cezaevinde işkence ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalanlar ve mağdur yakınları, cezaevindeki işkenceciler ve katliamlardan sorumlu olanların GEÇMİŞLE yargılanmasını da YÜZLEŞME istiyor. Meclis Dilekçe Komisyonu’nun görüş sorduğu Milli Savunma Bakanlığı’nın cevabi yazısında, 1980-1988 tarihleri arasında faaliyet gösteren 7’nci Kolordu Komutanlığı ve Sıkıyönetim Özel Askeri Ceza ve Tutukevi Müdürlüğü adı altında faaliyet gösteren Diyarbakır Cezaevi’nin 1988 yılından sonra Adalet Bakanlığı’nın sorumluluğuna devredildiği belirtildi ve Adalet Bakanlığı’nın görüşünün esas olacağı ifade edildi. 1 “Özel müze için destek veririz” Yazıda, “12 Eylül 1980 askeri darbe rejimi tarafından Sıkıyönetim Özel Askeri Ceza ve Tutukevi olarak kullanılan Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı muameleler insanlık hafızasında önemli izler bırakmış bir yapıt olduğu kanısı toplum tarafından paylaşılmaktadır. Ülkemizde bir daha bu tür acıların yaşanmaması açısından söz konusu Cezaevinin sembolik anlamda da olsa Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde olduğu gibi müzeye dönüştürül- mesinin yararlı olacağı, toplumsal barışa katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir” denildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan cevabi yazıda ise Diyarbakır‘da Türkiye’nin en büyük müze komplekslerinden birinin yapımı çalışmalarının sonuçlanma aşamasına geldiği ifade edildi. Diyarbakır Cezaevi’nin bakanlığa bağlı bir müze olmasına gerek olmadığı, ancak özel müze yapılabileceği, her türlü ilmi ve teknik yardımda bulunulabilineceği ifade edildi. Av.Cemşid Bilek: Müvekkillerimiz avukat bey gelmeyin diyorlardı Avukatlar olarak çıkana kadar marşlardan kafamız şişiyordu. Sonradan öğrendik ki içerdeki herkes 60 marş öğrenmek zorundaymış. Bazıları Türkçe bilmiyordu onlara da sabaha kadar İstiklal Marşı’nı ezberleyin diye baskı uyguluyorlardı. Avukat olarak gittiğimiz de, ki o dönemde marşların sesinden müvekkillerimizle rahat görüşemezdik, görüşmelerimizi asker gözetiminde yapıyorduk. Her soruyu soramıyorduk, onlarda cevap veremezdi ve her konuyu konuşamıyorduk çünkü zaten müvekkillerimizi içeride uyarıyorlardı. Bir örnek vermek gerekirse bir arkadaşım içerdeydi Mehmet Can ve Nedim Seçkin. Birkaç kere Nedim’i çağırdım her gelişte neredeyse kan ter içinde geliyordu. Hatta bir seferinde ‘Sayın avukatım beni bu kadar sık çağırma! ‘dedi. Bende şaşırdım ‘ben buna iyilik yapıyorum bu neden böyle diyor’ diye. Keza Mehmet Can da öyle o da CHP il başkanlığı yapmıştı Siirt’te bir gün görüşmeye gittiğimde geldi ve ’’ Herhalde ben buradan sağ çıkmayacağım, benim bir saatim var değerli bir saat, eğer ben ölürsem bunu benim aileme ulaştırabilir misin?’’dedi. Ben neden böyle yaptığını sorduğumda da bana buradan sağ çıkabileceğini düşünmediğini söyledi. Nitekim saatini gönderdi bana, bende ailesini tanıyordum eğer sana bir şey olursa ailene ulaştırırım dedim. Necmettin Büyükkaya kendisi duruşmaya geldi ki o zaman mahkemelerde sanıkların söz alması konuşması zordu. Yolda aranıyorlardı, durduruluyordu ve mahkemelerde başlarında coplu askerler bekletiliyordu. Çok zor şartlarda duruşma yapılıyordu, o sıkı vaziyette kıpırdamadan durmak zorundaydılar. Rahmetli Necmettin Bey duruşma salonunda söz istedi. Ki biz 30 avukat ve 100 sanıkla birlikte ve sanıklarının yakınları ile birlikte bunun büyük bir cesaret olduğunu düşünüyorduk. Hakim söz verdi ve Necmettin ‘’Efendim şu anda gördüğünüz gibi sıhhatim yerinde ve herhangi bir sorunum yok, fakat beni içerde öldürecekler‘’ dedi. Hakim ‘’neden böyle düşünüyorsun’’ dedi. ‘’Ben o kanaate vardım, bu cezaevinde beni öldürecekler, eğer ölürsem bunu bir beyin kanamasına veya başka bir nedene bağlayabilirler. Ama gördüğünüz gibi sıhhatim yerinde, hatta inanmıyorsanız beni bir hastaneye gönderebilirsiniz kontrol için. Ölürsem bilesiniz ki cezaevi yöneticileri tarafından öldürülmüşüm’’ dedi. Hatta görüşmesine gittiğimizde Necmettin neden böyle düşünüyorsun dedik. O da ‘’Yahu siz benim avukatlarım olarak bile buna inanmıyorsunuz’’ dedi. Tabii daha sonraki mahkemeye gelmedi duyduk ki ölmüş. Böyle bir cezaevi yönetimi vardı. Sonraki nesiller bunları bilmeli Hiç olmazsa sonraki nesillere böyle bir şeyin yaşandığı aktarılır. Ki bunun hesabı sorulamıyor nitekim Necmettin Büyükkaya meselesinde 10 kişi öldü onlarca kişi yaralandı ama yanılmıyorsam 15 senelik dava sonunda beraat çıktı. Bu bir sonraki nesillere de bir mesaj olabilir en azından unutulmaz. Bence bu yapılanlar unutulmamalıdır eğer gerçekten demokrasi olacaksa Kürdler haklarına kavuşacaksa o yaşanılanlar da hatırlanmalı bence bu şekilde biraz onları onure edebiliriz. Müze o cezaevinde yatanların talepleriyle şekillenmeli Bence cezaevinde yatan insanların anlatımlarına uygun bir biçimde yapılmalı. Kıyımlar yapıldı, köpekler salındı insanlar üzerine, aşağı katlarda insanların gördüğü zulumleri gösteren şeyler olmalı. O zamanın insanların yaşadığı ne ise onun gösterilmesi gerekir ama bunun gerçeğine uygun bir şekilde yapılmalı. Bütün zalimler yargılanmalı Biz bütün zalimlerin mahkemelerde yargılanmasını isteriz ama artık bunu neredeyse tarihe bırakıyoruz çünkü eskiden o kadar çok buna benzer olay yaşandı ki; Dersim, 1925’ler, 1929 gibi isyanlar var. Ancak ne Türk devleti Kürd insanlarına ve diğer ırklara yönelik bunların hesabını verebilir ne de biz bunların hepsinin hesabını sorabiliriz. Necmeddin Büyükkaya’nın eşi Cemile Büyükkaya: 5 Nolu’da neler oldu herkes bilmeli Ben elbette oranın müze olmasını isterim. Bir ara okul yapacaklarını söylüyorlardı ama orası okul değil insanların gidip görebileceği bir yer olmalıdır. Bu şekilde insanlar orada ne yaşandığından haberdar olabilir. O çektiğimiz acıların, sıkıntıların bir bedeli olması gerekiyor. Hiç olmasa bu şekilde teselli bulmuş oluruz. Bu bir şekilde yüzleşmedir ama daha yapacak birçok şeyleri vardı. Açıkçası oranın müze olacağını hiç tahmin etmiyordum. Birçok arkadaşta bunun mücadelesini veriyor. En önemlisi orada yatanların giysileri müzede olmalıdır. Orayı yansıtacak eşyalar olmalıdır, hikayeleri olabilir. Müze olursa elbette ziyaret etmeyi düşünürüm, her ne kadar o yaşadığımız zorlukları tekrar benliklerimizde hissetsekte. DOSYA BasHaber 09 - 15 Ağustos 2014 5 SÖYLEŞİ TUTUKLULAR NE DİYOR? Rahime Karakaş (DDKD Davası) Müzeye dönüştürülme kararını duyunca sevindim. Niye sevindim, bu tür ulusal kurtuluş mücadelesi veren her insanın acı çektiği yerler müzeye dönüştürülmüştür. Dünyada benzerleri var. Acılar bu şekilde somutlaşıyor, onun için mutlu oldum. Müzede yaşadıklarımızın teşhir edilmesini isterim. Orada acı çeken, işkence gören hayatlarını kaybeden insanların geçmişleri olması lazım. Niçin yaşadıklarını, neler çektiklerini sonraki kuşağa anlatılması lazım. Ödedikleri bedellerin sonraki kuşaklarca bilinmesinin yolu açılmalı, çünkü bunlar çok önemli şeyler. İnsanlar orada farklı amaçlar uğruna yatmadılar, herkesin bir amacı vardı; bağımsız bir ülke. Özgürce yaşayabilecekleri bağımsız bir ülkeydi amaç. Kadınıyla, erkeğiyle hatta çocuk yaştakileriyle orada acı çekmişlerse bunların belirtilmesi lazım. İşkence türlerinin orada deşifre edilmelidir. Ben bir yıl yattım, durdurulmasam bir yıl boyunca konuşabileceğim sermayem var. Bunları da bu toplumun bilmesi lazım. Bugün Kürd mantalitesi bu kadar yüksekse benim yaşadığım cezaevinde ki vahşetin çok büyük etkisi var. Aynı zamanda orası bir üniversiteydi. Kürd mücadelesinin bu gün duruğa ulaşmasını sağlayan üniversite görevi gören 5. Nolu’ydu. Ben övünerek çocuklarımla birlikte ziyaret etmek isterim. Ramazan Ülek (PKK Ana Dava) Bizim çektiğimiz acıların, yaşadığımız işkencelerin gelecek nesillere aktarılması açısından Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesi iyi bir karar. Belki her şeyi karşılamaz ama yüzleşme açısından iyi bir karar. Orası dünya işkence laboratuvarı gibi bir şeydi, dünyanın hiç bir yerinde olmayan teknikler orada uygulandı. Orada şehit düşen arkadaşlarımızın anılarının yaşatılmasını isterim, orada temsil edilmesini isterim. Binlerce kişinin işkence gördüğü aletlerin orada sergilenmesi gerek. Belki birebir gerçeği yansıtamaz ama tabi aslına uygun bir şekilde hafıza merkezine dönüştürülmesi lazım. Dünya örnekleri var mesela Almanya faşizminin uygulama alanlarının müzeye dönüştürülme örnekleri gibi olabilir. Bir daha böyle uygulamaların yaşamaması için kurulması lazım. İnsanlık onlara bakıp bizlerin neler çektiğini, eğer Kürd halkı özgürlüğe ulaşacaksa bizim payımızın bunda etkisi, arkadaşlarımızın yaşadıkları acıların bunda etkisinin ortaya çıkartılması açısından önemli. Çektiğimiz acılar gelecekte halkımızın özgürlüğünün bedeli olacak. Kuşakların orada çekilen acıları anlaması açısından önemli. Açılırsa elbette ki ziyaret etmeyi düşünürüm, her ne kadar o duyguları hatırlamak zor gelsede. Mehmet Can Azbay (KUK Ana Dava) Diyarbakır Cezaevi Kürdistan tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. 12 Eylül Cuntası Milli Güvenlik kararıyla Diyarbakır’ı pilot bölge seçerek uygulamalarına başlamıştır. “Kürdçülüğü” yok etmek için böyle bir uygulamalara başladılar, Kürdistan davasını burada boğabileceklerini, Kürdleri Türkleştirebileceğini düşünüyordular. İtirafçılık dayatılarak Kemalist bir nesil yetiştirmeye çalıştılar. İşkence sonucu ölen binlerce insanımız oldu. Türkiye ilk önce kendi faşist zihniyetiyle yüzleşmesi gerekir, bu olmadığı sürece tam bir yüzleşme olmaz. Ben orada 8 yıl kalan, 20 yılını cezaevinde kalan bir insan olarak Diyarbakır Cezaevi insanlığa karşı işlenmiş suçlar müzesi olarak insanın hafızasında yer almasının sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Ortak bir komisyonun kurulup mahiyetini onların belirlemesi gerekir, ben yaptım oldu şeklinde olmamalı. Buna uluslararası kurumlarda dahil edilebilir. Devletin sadece teknik imkanların sağlanması konusunda dahil olması lazım. Türkiye Cumhuriyetinin Kürd halkına karşı işlediği suçların orada teşhir edilmesi lazım. Bu aletler, kovuşlar ve o döneme ait gerçekliğiyle yer bulması lazım. Cezaevi’nin bir tarafı büyük bir salona dönüştürülebilir ve burada etkinlikler düzenlenebilir. Bir tür hafıza merkezine dönüştürülmesi lazım. Sadece siyasiler değil Kürd toplumunun bütün kesimleri değişik bahanelerle oradan geçti. Elbette bunun üzerinden bir şeyler elde etmeye çalışılmamalı, pazarlık konusu yapılmamalıdır. Diyarbakır Cezaevi katliamlar zincirinin bir halkasıdır. Orada yaşanılanı ne bir şair ne bir romancı ifade edemez. Haluk Yıldızhan (Ala Rızgari Davası) Bizim daha önceden müzeye dönüştürülmesi için olan çalışmalarımız vardı. Komitemiz imza kampanyası başlatmış ve kamuoyuna açıklamlarda bulunmuştuk. Bu çalışmalarla sonuç alma sevindirici bir şey. Dünyada da bu örnekler böyle olur; Almanya’da ki kamplar, Macaristan’da ki terör evi gibi... Kendisiyle yüzleşebilen toplumlar olaylara böyle yklaşıyor. Türkiye’nin de böyle davranıyor olması sevindirici bir şey. Geçmişle yüzleşmenin bir ön adımı. Müze olacaksa doğal yapısı bozulmamalıdır. Şu an silinen duvarda ki sloganlar, resimler ve bayraklar tekrar aslına uygun olarak yapılabilir. Bunun üzerinden insanlara böyle eziyetler çektirildiğini anlatabiliriz. Mesela Macaristan’da ki örneğinde insanlar müzeyi gezince çığlıklar dinletilliyor, her şey olduğu gibi sergileniyor. Marşlar da dinletilebilir. Orada kalan, ölen ya da sakat kalanların listeleri asılabilir. Zaten olanlar vahşeti anlatmaya yeterlidir. Ben geçmişimle olumlu olumsuz yüzleşerek bir şeyler olacağımıza inanıyorum. Orada dehşetleri de yaşamış olsak ziyaret etmeyi düşünürüm. Bu bir intikam alma değildir sedece böyle acıların olmaması için toplumun yüzleşmesidir. “Geçmişle Yüzleşme” dosyamız kapsamında Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi mağdurlarıyla yaptığımız görüşmeler önümüzdeki sayılarda devam edecek: 5 No’lu da katledilenler Diyarbakır Cezaevi’nde 1980-84 yılları arasında hayatını kaybeden tutuklular: Ali Erek, İbiş Ural, Mazlum Doğan, Önder Demirok, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek, Abdurrahman Çeçen, Necmeddin Büyükkaya, Cemal Arat, Cemal Kılıç, Seyfettin Sak, Orhan Keskin, Remzi Aytürk, Ali Sarıbal, Yılmaz Demir, M. Emin Akpınar, Aziz Özbey, Kenan Çiftçi, M. Ali Eraslan, İsmet Karak, Bedii Tan, Ramazan Yaya, Ferhat Kurtay, Medet Özbadem, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Aziz Büyükertaş, Hüseyin Yüce, H. İbrahim Baturalp. 05 Hafıza mekanları ve Diyarbakır cezaevi MİTHAT SANCAR Geçmişle ilişkiyi, esas itibariyle unutma üzerine kurmuş bir coğrafyada yaşıyoruz. Geçmişteki günahları, utançları, suçları olabildiğince yok saymak, unutmak ve unutturmak, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde yaygın ve baskın bir tutumdur. Böylece geçmişin hesabının kapanacağı umut edilir. Geçmişteki zulüm ve vahşet pratiklerini unutturmaya çalışmak, bu ülkede güçlü bir siyasal tercih ve yönetme tekniğidir aynı zamanda. Devlet, neyin ne kadar ve nasıl hatırlanacağına karar verme hakkını kendinde görür; hatırlanmasını istemediği olaylara ve dönemlere, bir karartma uygular, gerekirse hatırlama yasağı koyar. Böylece geçmişteki ihlallerin ve suçların hesabının sorulmasına engel olacağını varsayar. Yönetim zihniyetinin sorgulanmasını önlemek de unutturma politikalarının hedeflerindendir. Buna karşılık, hatırlamak ve hatırlatmak, hak ve adalet mücadelesinin vazgeçilmez unsuru, hatta şartıdır. Geçmişteki zulüm pratiklerinin hesabını sormanın yolu, çoğu zaman buradan geçer. Hatırlamanın ve hesap sormanın amacı, geçmişteki adaletsizliği gidermekten ibaret değildir. Bugünü ve geleceği adalet üzerine inşa etmek için de, hatırlamaya ve hesap sormaya ihtiyaç vardır. Kısacası, Milan Kundera’nın dediği gibi, “insanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir.” Geçtiğimiz asrın son çeyreği, hatırlama kültüründe önemli gelişmelere sahne oldu. Mazlumların ve mağdurların hafızalarının uyanışından söz etmeyi mümkün kılan bu gelişmelerin en önemlileri, Latin Amerika ülkelerindeki askeri diktatörlüklerin çöküşü ve Güney Afrika’daki ırkçı rejimin çözülüşüdür. Bu ülkelerde, geçmişteki insanlık suçlarının hesabını sormak ve bunların tekrarlanmasını önlemek için yöntemler arandı. Geçmiş dönemin zulüm merkezlerini, zulüm politikalarının teşhir edildiği mekanlara dönüştürmek, bu yöntemler arasında yer aldı. Gerçi bu tür hafıza mekanları, ilk defa buralarda oluşturulmadı, ama en çarpıcı örneklerine Şili ve Arjantin’de rastladığımız uygulamalar, hatırlamanın siyasal ve toplumsal öneminin yeninde ve daha geniş boyutlu bir şekilde keşfedilmesini sağladı. Pinochet diktatörlüğü altında on yedi yıl geçiren Şili, baskı ve zulüm dönemleriyle hesaplaşma konusunda başka toplumların ilham alabileceği tecrübeler üretti. Çoğu son 5-6 yılda billurlaşan bu tecrübelerden biri de, başkent Santiago’daki Hatırlama ve İnsan Hakları Müzesi’dir. Tanıtım broşüründe yer alan şu cümle, müzenin amacını yalın bir şekilde anlatıyor: “11 Eylül 1973 ila 10 Mart 1990 arasında insan hayatına ve onuruna yapılan saldırılar üzerinde düşünmek için bir davet...” Müzede, darbenin yapıldığı andan başlayarak yapılan vahşetler, orijinal video ve audiolarla, gazete küpürleri ve tanıklıklarla, fotoğraflar ve çocukların çizdiği resimlerle sergileniyor. Santiago’da, ilginç hafıza çalışmalarından biri de, diktatörlüğün önemli merkezlerinin yer aldığı güzergahtır. Örneğin darbeye kadar Sosyalist Parti binası olarak kullanılan, diktatörlük döneminde gizli polisin gözaltı ve işkence merkezine dönüştürülen yer, şimdi resmi hafıza mekanı olarak bu güzergahta yer alıyor. Acımasız bir askeri diktatörlüğü yedi yıl süreyle (1976 - 1983) yaşayan Arjantin’de de hafıza mekanları ve hatırlama çalışmaları konusunda değerli uygulamalar var. Bunların en önemlileri, başkent Buenos Aires’teki Donanma Teknik Okulu (ESMA) kompleksinin bir bölümünün müze ve insan hakları araştırma merkezi haline getirilmiş olmasıdır. Vahşetin sembollerinin başında gelen ESMA’da onbirlerde kişiye işkence yapılmış, bunların yaklaşık otuz bini uyuşturularak kargo uçaklarına bildirilmiş ve okyanusa canlı canlı atılmıştı. Her iki ülkede de, bütün bu çalışmalar, hakikat ve adalet ekseninde ve ‘’bir daha asla” (nunca mas) sloganıyla yürütülüyor. Diyarbakır Cezaevi’nin müze yapılması talebini de bu çerçevede düşünmek, lazım... 06 SÖYLEŞİ BasHaber 09 - 15 Ağustos 2014 BasHaber GÜNDEM 09 - 15 Ağustos 2014 Salih Müslim: Rojava’nın bağımsızlık talebine saygı duyarız O Rawîn Stêrk rtadoğu’da sürekli değişen dengeler, Kürdler açısından gelişen yeni durumlar, IŞİD’in saldırıları ve Rojava’daki son gelişmeleri konuştuğumuz PYD Eş Genel Başkanı Salih Müslim, gelecekte Rojava halkından bir bağımsızlık talebi yükselirse buna saygı duyacaklarını söyledi. Başından beri PYD olarak demokratik Suriye için mücadele ettiklerini söyleyen Salih Müslim, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık kararına saygı duyduklarını, bütün Kürdlerin Rojava konusunda hassas olmaları gerektiğini ve IŞİD’in Ortadoğu’da herkes için tehlike oluşturduğuna dikkat çekti. Müslim, IŞİD, Rojava, Bağımsızlık, Ortadoğu, Türkiye ile ilişkiler konusunda BasHaber’in sorularını yanıtladı. Rojava’da şu an durum nedir? İki yerde çatışmalar yoğunlaşmış durumda biri Kobanê biri Hesekê’de olmak üzere. Tabi ben askeri durum hakkında pek bilgi sahibi değilim ama ara sıra birkaç saatliğine durabiliyor çatışmalar. Barzani, Kerkük ziyaretinde, Peşmerge’ye Rojava’yı korumalarına dair bir mesaj verdi bunun hakkında ne söyleyeceksiniz? Biz zaten yakınlaşmayı istiyoruz. Zaten orda da Peşmerge ve IŞİD arasında çatışmalar var ve bizim burada da var. Tabii ki koordineli çalışırsak güzel olur. Bence sayın Barzani’nin söylediği genel bir nottu sadece, ama elbette olursa yardımlaşmak için gerekenleri yaparız sonuçta ortak bir düşmanımız var. Sizin Güney Kürdistan’la işbirliği girişimleriniz çağrılarla mı sınırlı kaldı yoksa herhangi bir resmi girişimde de bulundunuz mu? Bizim temsilcimiz zaten orada, eğer konuşmak veya görüşmek isterlerse, beraber oturup askeri yönden de konuşmak isterlerse YPG’nin sorumlularını çağırıp konuşabilirler. Ama bu da olmuyor. Bu tür şeyler böyle çağrılar üzerine olur zaten, biz özellikle oraya gidip kendimizi dayatamayız bu yanlış olur. Peki, IŞİD saldırılarına karşı Rojava’daki siyasi oluşumlarla PYD arasında gerçekten ortak bir hareket var mı? Onların herhangi bir askeri hareketleri yok. Sadece bazı devreleri var, beraber çalışıp beraber karar alıyorlar. Bilhassa PDK Suriye partisi sadece çamur atıyor başka bir işlevi var diyemem. Hem medyada yer alan haberlerde hem de bizim kendi yaptığımız bazı görüşmelerde, PYD’nin bu siyasi oluşumlara baskı uyguladığı ifade ediliyor bununla ilgili ne söylemek istersiniz? Hepsinin büroları ve ofisleri var her şehirde. Qamışlo’daki konferanslarını YPG ve asayişin koruması altında yaptılar. Bu yüzden ne tür bir baskıdan bahsettiklerini bilmiyorum. Özellikle hendek meselesinin tartışıldığı dönemde PDK Suriye’nin bürolarının kapatıldığı gibi bir gerçek var gündemde yine bu noktadan hareketle birçok partinin de bürolarının kapatıldığı ve baskıya maruz kaldığı, PYD ve YPG ile birlikte hareket etme noktasında PYD ve YPG’nin sadece kendi silahlı gücünü dikkate aldığı konusunda eleştiriler var. Kısaca şunu söyleyeyim biri kendi namus ve şerefini korumak isterse, kimseden izin almasına gerek kalmaz. Bunların hepsi bahanelerdir. Eğer korumak gibi bir niyetin yoksa kalkıp bu baskıları bahane edip, biz böyle yapmak istiyoruz, ama izin vermiyorlar diyerek gerilerden gelemezsin. YPG hepsinin silahlı gücüdür. Ama bazı partiler bilhassa bu PDK meselesinde, kendi gelişmesini yapmak istiyor. Burada tek bir güç olması kararı Yüksek Kürd Konseyi’ne ait bir karardır. Nasıl ki Araplar, Suriyeliler varsa bu gücün içinde onlarda olabilir. Çünkü bu ulusal bir güçtür herhangi bir partiye falan bağlı değildir. Ve onlar iki de bir kalkıp PYD’nin gücü diyor ama bu ulusal bir güç. Bazen halk tepki gösteriyor mesela hendek meselesinde halkın tepkisini üzerine çekmişti bazı insanların bir yerlere saldırması kötü bir şey elbette bu planlı veya bilinçli yapılan bir şey değildir. Ancak şikâyet olduğu durumda soruşturma başlatılır ve gereken neyse yapılıp suçlular cezalandırılır. Ancak kimse böyle bir şikayette etmedi. Artık nasıl oluyorsa onlara sormak lazım. Hem sistemi kabul etmiyorsun hem sana hakaret edildiğinde de hiçbir şikayet yapmıyorsun. Yani ağlayarak bu işler olmaz istiyorsan orada bir yönetim var. Araplar, Süryaniler, Kürdler, Suriyeliler var. Bunlar hep beraber bir yönetim yapmışlar. Ama eğer sen kaos yaratmak veya farklı bir boşlukta yaşamak istiyorsan bu tartışılır. Burada bir sistem kurulmuş sistemin kurallarına göre oynamalıyız. O da herhangi bir parti gibi izin alır ve katılır. Birinin sana haksızlık yaptığını düşünürsen de gidip mahkemeye şikayet edersin. Ama sen mahkemeyi de tanımıyorsun asayişi de tanımıyorsun. Bir de sürekli bana saldırdılar deyip medyada ağlıyorsun. Neden gidip mahkemeye şikayet etmiyorsun veya asayişe şikayet etmiyorsun. rejiminin eski günlerine dönme ihtimali ortaya çıktığında sizin orda oluşturduğunuz yapıya müsaade etmesi söz konusu mu? Biz her zaman dostluk elimizi uzatıyoruz. Ve hala uzatıyoruz aramızda çok uzun bir ülke sınırı vardır. Zaten iç içe geçmişiz artık. Daha iyi ilişkilerde bulunmakta istiyoruz. Defalarca söyledik, rejimle hiçbir ilişkimiz yok. Bu alınan tedbirler ve kanton meselesi de kendimizi korumak ve buradaki düzenimizi kurmak içindir. Zaten bunu en başta kabul etmeyende rejimin kendisidir. Zaten rejimin kendisi de, ben Suriye’nin parçalanmasından yana değilim kabul etmiyorum diyor. Kürd statüsünden korkan ve bunu kabul etmeyen kesimler var bunun en başında da rejim geliyor. Zaten rejimin eski haline geleceğini düşünmüyorum. Rejimin eski halini asla kabul etmiyoruz. Rejim ya demokratikleşecek ya da yönetim gidip yeni bir yönetimle yeni bir demokratik yapı gelecek ama biz bunu beklemediğimiz için kendimiz tedbir aldık. Biz eğer olursa demokratik bir Suriye’nin parçasıyız. Ama bu durum düzelene kadar da savaşacağız. Eğer eskisi gibi rejim gelirse bu devrim devam edecektir. Güney Kürdistan’da bağımsızlık gündemde bununla ilgili referandum yapılacak ve komisyonlar kurulmaya başlandı bununla ilgili neler düşünüyorsunuz PYD’nin görüşü nedir? Rejimin eski günlerine geri dönmesi söz konusu olursa veya demokratik bir Suriye gerçekleşmediğinde sizin bu durum karşısındaki tavrınız ne olur? Bir strateji değişikliğine gider misiniz? Bu durumumuzu koruyacağız. Ama ileride Suriye parçalanacaksa veya federasyon söz konusu olacaksa bizde kendi parçamızda kalırız. Strateji değişikliği de durumuza ve diğer kesimlerin nasıl bir strateji uyguladığına bağlıdır. Kürd varlığına ve Kürdlere karşı bir şeyler olurda bizde kendi tedbirlerimizi alacağız. Türkiye ile ilişkileriniz ne durumda? Güney Kürdistan Kürdistan’ın bir parçasıdır Kürdistan değildir. Ve her parçanın kendi koşulları vardır. Oradaki halk kendi kararını verir ve her yerde buna saygı gösterilmesi gerekiyor. Aynı zamanda Rojavadaki halkında seçimine herkesin saygı göstermesi gerekiyor. Rojava’da gelecekte böyle bir talep çıkarsa PYD olarak ne dersiniz? Çıkarsa saygı gösteririz ama şimdiye kadar öyle bir şey yok diğer halklarla birlikte demokratik bir çatı altında yaşamayı seçmişiz. Muhakkak buradaki oluşumlarla birlikte yaşamak isterler bu bizim için daha doğru olabilir ama yine bilemeyiz ki değişen durumlara bağlı bu taleplerde değişebilir. Kanton bölgesindeki memurların maaşlarının devlet tarafından ödenmesi gelecekte kantonun özgürlüğü açısından bir engel oluşturmaz mı? Bu devrimden önce bazı memurlar maaşlarını devletten alıyorlardı ama hiçbir zamanda rejime bağlı kalmadılar. Devlet başkadır, rejim başkadır. Maaş alanlar Özgür Suriye Ordusu’nda da var. Bu rejime bağlı bir şey değildir. Bu her yerde olan bir şeydir. Bölge açısından veya uluslararası alanda Rojava’nın statüsünün kabul görme durumu nedir, sizin girişimleriniz nelerdir? Yüzlerce senedir Ortadoğu gerçeği var. Şimdi dengeler değişiyor yani bir oluşum ortaya çıkıyor Kürd halkının iradesiyle. Bunu çıkarları ve rantları için sindiremeyen kesimler var. Bizim bu kadar çaba ve çalışmamıza rağmen yüzümüze birçok yerde kapılarda kapanmıştır. Neden kapandığına baktığınızda da bu Kürd çıkışına karşı ve Kürdün statü kazanmasına karşı yapılan çalışmalarımızı engellemek için olduğunu görüyoruz. Sorduğumuzda da kimisi şirket meselesi diyor kimisi de ticaret meselesini bahane ediyor. Kanton yönetimi olarak, rejimle aranızdaki mesafe nedir? Yarın Suriye Afedersiniz Gezi + FERHAT KENTEL Demirtaş çözüm süreci adayı T ürkiye’de 10 Ağustos’ta halk oylaması ile yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında göz dolduran bir performans sergileyen HDP Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın adaylığı bağlamında başlayan tartışmalar Türkiye’de ilginç gelişmelere neden oldu. Demirtaş’ın HDP adayı olarak Türkiye kamuoyunda da olumlu bir profil yaratması, CHP/ MHP’nin ortak adayı olan Ekmelledin İhsanoğluna’a oy vermesi beklenen kimi seçmenlerin tercihlerini değiştirmesine neden olacağına inanılıyor. Bu arada Kürd kulvarında siyaset yapan Hak-Par’ın seçimlerde oy kullanmama ve Kürd Demokratlar Platformu’nun Tayip Erdoğan’ı destekleme kararı da Kürd oylarını bölmüş durumda. Hüda-Par’ın da Demirtaş’ı desteklemesinin beklenmediği seçimlerde, HDP’nin Batı’da yaşayan seçmenle geçmiş seçimlere kıyasla daha yakın bir ilişki kurduğu ifade ediliyor. Demirtaş’ın seçim kampanyasında kullandığı temkinli dilin, Türk kamuoyunda Kürdistan sorununun çözümü konusunda daha olumlu bir atmosferin doğmasına neden olduğuna inanılıyor. Farklı kesimlerden şahsiyetler seçimlerin olası sonuçlarını BasHaber’e değerlendirdi. Hasip Kaplan (HDP Şırnak Milletvekili): Seçimde sürpriz yapacak, herkesi şaşırtacağız Herkesin merkez sağa, muhafazakarlığa, milliyetçiliğe ve ırkçılığa yöneldiği bir atmosferde halkın ve emekçilerin hem özgürlük hem de hak taleplerini dile getiren farklı bir siyaset olarak Cumhurbaşkanı seçimi HDP projesinin maya tuttuğunu ortaya koydu. Çünkü adaylığı belirlerken içinde bulunduğum heyetlerle temaslar yaptık; sendikalarla, meslek örgütleriyle, partilerle ortaklaşa bir aday ve ortak bir proje etrafında yürüyen bir seçim çalışması var. Bu bir soluk yarattı. Biz de bunu bütün Türkiye çapında çok iyi değerlendirerek, halkın artık alternatifsiz olmadığını ispatladık. Bunu 2015 seçimlerinde taşlandırmak istiyoruz. HDP olarak bu seçimde sürpriz yaparak herkesi şaşırtacağız. Prof. Doğu Ergil (Siyaset Bilimci): Barış süreci Demirtaş’ın adaylığını mümkün kıldı Şimdiye kadar halk arasındaki resmi söylem hep şuydu: “Türkler ile Kürdler arasında bir fark var mı? Yurttaşlık düzleminde zaten eşitiz. O yüzden bir mani yok ki bir Kürdün Cumhurbaşkanı adayı olmasında” deniliyordu. Şimdi böyle bir açıklama varsa toplumda bunun sınaması yapılacaktır. Artık Demirtaş’ın Kürdlüğü tartışılmıyor Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla Türkiye’de etnik bariyer aşılmıştır. Süreç Demirtaş’ın aday olmasını da mümkün kıldı. Fehmi Demir (Hak-Par Genel Başkan Yardımcısı) Partimizin tavrını boykot şeklinde ifade etmiyoruz Parlamento adayları belirliyor ve halkın önüne sunuyor. Halkın farklı bir alternatifi olmuyor. Ayrıca halkın doğrudan aday belirleme yöntemlerini bulmaları gerekiyordu. Ama esas önemli olan üç adayın üçünün de bizim açımızdan ve özellikle Kürd sorununa bakış açıları bakımından bizi ifade etmiyor. Üçü de bildiğimiz milliyetçi sloganlarla yürüyorlar. Orhan Miroğlu (Yazar): Erdoğan’a verilen her oy Erbil için önemlidir Kürdlerin Ortadoğu’daki en büyük gücünü tanıyan bir lider ve bir hükümet vardır. Erbil’in de hatırlanarak oyların verileceğini düşünüyorum. Şimdi Kürdistan petrolünün dünyaya ulaşmasında en büyük etken Türkiye ile kurulan ilişkiler sayesindedir. Bu ilişkileri Kürdistan hükümeti bilerek kurdu. Bu pencereden baktığımızda güvenlik açısından Peşmerge’nin Türkiye’den bağımsız düşünülemeyeceği kanaatindeyim. Kürdler geçmişte Türkiye için bir güvenlik problemiydi ama şimdi Kürdlerin güvenliliğinin inşasına talip olan bir Türkiye var. Bu yüzden Erdoğan’a verilecek her oy Kürdistan bölgesine verilecekti anlamına geliyor. Tahminimce birinci turda Tayyip Erdoğan kazanır ve ikinci tura kalmaz. Selahattin Demirtaş’ı herkes destekliyor gibi görünüyor ama ajitasyona kapılmamak lazım bunun sandığa yansıması farklı olacaktır. PDK-Bakur Temsilcisi- Sertaç Bucak Kürdler açısından ortak bir tablo söz konusu değil maalesef. HDP kendi parti bileşenleriyle kendi adayını göstermiştir. Kürd olarak bunu yapan kimse yok yasal olarak ben Kürd kimliğiyle Kürdlerin ortak adayıyım ve Kürdler beni ortak aday olarak tayin ettiler ve dışlanan tüm kesimleri temsil edebileceğimi düşündüler denilseydi çok farklı olacaktı. Demirtaş, Kürdlerin ortak iradesi sonucu aday olmuş birisi değildir. Bizi bağlayan bir yönü yok. Yani HDP içerisindeki insanların ortak adayıdır. Demirtaş’ın standına saldırdılar Sanmıyorum, biri otonom olur, biri siyasi bir oluşum olur, biri bağımsız olur. O Kürdlerin iradelerine bağlı. Eğer gerçekten sağlam bir ilişki oluşturulmak istenirse bunlar engel değildir. Herkes birbirinin iç ilişkilerine saygı gösterirse bu gerçekleşebilir. 07 Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken kuruluşunda, bütün etnik ve mezhep gruplarının partisi olma ilkesini benimsediğini her seferinde dile getiren HDP’ye yönelik saldırılar da tırmandı. Daha önce Rize, Samsun ve İzmir’de seçim çalışmaları yürüten partililere yönelik saldırıların ardından bu kez İstanbul Küçükçekmece’de silahlı saldırı gerçekleşirken, Okmeydanı’nda ve Gazi Mahallesi’nde seçim çalışmalarını yürütenlere saldırı yapıldı. Bununla birlikte Gaziosmanpaşa’da IŞİD’e yakın oldukları söylenen bir grup da HDP’nin seçim bürosuna saldırdı. Bir hafta önce Özgür Demokratik Alevi Derneği’nin İstanbul Nurtepe’de Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ı desteklemek için açtığı standa yapılan saldırıyla başlayan olaylar daha sonra Gazi Mahallesine de sıçramış ve ateşlenen silahlar sonucu bir kişi hayatını kaybetmişti. Bir kişinin ölümüne neden olan saldırılarla ilgili, HDP tarafından olayların provokasyon olabileceği vurgusu yapılırken, Halk Cephesi ise kendi barikatlarından herhangi bir ateş açılmadığını ve polislerin kendilerine yönelik saldırısında yaralanan kişinin de yanlarında bulunduğuna söyledi. Bu sıralarda öğrenci arkadaşlarla “neo-liberalizm, kent politikaları, Sulukule vakası”; “sıradanlaşan kötülük”, “AK Parti’nin ekonomik gücü” üzerine yaptığımız sohbetler zihnimi açıyor. 12 Eylül’den bu yana gelişerek süren, AKP zamanında yeni bir aşamaya geçen neo-liberal politika ve pratikler, tabiatına uygun bir biçimde topyekûn bir hal aldı. Rant ekonomisi sıradan bir gerçeklik haline dönüştü, kent mekânları talan edildi, Erdoğancılık siyaseti hayatın her alanı (Nerede AVM yapılmalı? Kızlar kimle evlenmeli? Hangi arsa kime verilmeli? Hangi medya kuruluşunu kim satın almalı? Kadınlar neden gülmemeli?) hakkında dersler vermeye devam ediyor; izansızca hayatımızı kuşatan kapitalist modern tüketim zinciri içinde uyumlu ve uysal bedenler inşa etmek için sonsuz bir uğraş veriyor. Halka yalan söyleyip, Sulukule’yi yerle bir eden, oradan Romanları kovalayan, yerlerine çöreklenen yeni seçkin, zengin ve egemen sınıf... Adeta devrim sonrası Sovyetik bir nomenklatura... “Hijiyen”, “kalkınma” benzeri seçkin dillerin arkasına saklanmış ve “halk”ı evlerinden kovalayan, “halk” adına, “halk” için her şeyi bildiğini iddia eden “en halk” iktidarı! Hayatı çizgisel modernist bir doğrultuda okuyan, “çok para”, “çok çıkar”, “çok büyüme” diyen; bu yüzden de “az gelişmişliğin” dibine vuran, kifayetsiz muhteris bir iktidar... Halkın yaptığı muhteşem mimari örnekleri, mahalle hayatını, geleneksel dayanışma ağlarını yok edip, Manhattan’ı, 19. yüzyıl Amerikan, İngiliz maden patronlarını, Fransız devlet zihniyetini taklit eden yeni yetme muhteris burjuvaların iktidarı... Betonlaşan İstanbul’da yağmur sularından sel üreten ve bu kadar suyun içinde susuz bırakan; Sakarya’dan, Melen’den su apartan, yani başkalarının suyunu çalan bir zihniyet... Boğaz’a nazır villalarında, asla halk olmayan; sabah akşam “bizim medeniyetimiz, bizim kültürümüz” muhabbeti yapan bir takım insanlar etraflarında olan adaletsizliğe kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Her yerden güç devşiren, başta ekonomi olmak üzere, her alanda kendi sınıfsal hegemonyasını kurmak için her yolu mubah gören, inanılmaz bir güç farklılığı içinde her hakkı kendinde gören bir iktidarı savunmak için sekiz takla atıyorlar. İman ve amel arasındaki ilişkide tutarlılığın gereğini anlatan, bazı kaynaklara göre Hz. Ömer’e, başka kaynaklara göre ise Hz. Ali’ye atfedilen bir kelam-ı kibarı hatırlatmak gerekiyor belki de bu “Protestan Müslümanlara”: “İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız!” Bu “yeni Türkiye”nin “yeni patronları” yaşadıkları hayatı –yani kapitalizmi- dinlerine ikame ettiler. Şimdi bu yeni dinlerine inanıyorlar ve gerçekten onların düzenine halel getirecek “yeni” olan her şeyden çok korktukları için, yeni dinlerine inanmayanlara saldırıyorlar. İşte HDP’ye IŞİD adlı besleme caniler örgütünün Türkiye şubesine bakan uzantıları da, “Cephe” adı verilen “solcu” görünümlü, “gayet işlevsel” tosunlar da, bizzat ülkücü tosunlar da saldırıyor. Akit de saldırıyor, Sözcü adlı şey de, Erdoğan da saldırıyor, aparaçik tosuncuklar da saldırıyor. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanını seçeceğiz. AKP artık “yeni”yi temsil etmiyor. Ve “yeni”nin hızla değiştiği bir dünyada “yeni”yi artık Selahattin Demirtaş temsil ediyor. AKP’nin kendi döneminin bir ürünü olmasına rağmen, AKPciliğin kafasının basmadığı Gezi ruhunu, anti-otoriter zihniyeti, başkasının derdiyle empati duymayı, haksızlığa isyanı Demirtaş’ın temsil ettiği zihniyet taşıyor. Üstelik Gezi’ye karışmış olan Kemalist ve laikçi kaygılarından kurtulmuş bir zihniyet bu... Çok daha uzlaşmacı, küfretmeyen, mizah yapan ve gerçekten bu toprakların adalet taleplerini bünyesinde toplayan bir yeni dil... “Affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni” diyebilen bir ırkçılığın kol gezdiği bir diyarda “Gezi +” yeni bir soluk... Gezi’nin tecrübelenmiş, damıtılmış dili... 08 BasHaber SÖYLEŞİ 09 - 15 Ağustos 8 2014 BAĞIMSIZLIK Kürdistan’da self determination mümkün mü? B Hamiyet Çelebi ağımsızlık tartışmaları kapsamındaki dizi yazısının bu bölümünde Kürdistan Bölgesi’nin Irak Merkezi Devleti’nden ayrılma hakkının meşruluğu ve yasallığı kapsamında başlayan tartışmalara katkıda bulunmak için uluslararası hukuka göre Self Determination Hakkı’nın (SDR) iç ve dışsal nedenlerle uygulanma imkanı olup olmadığını dünyadaki kimi örnekleri de gözeterek inceleyeceğim. Birleşmiş Milletler (BM) 1991-2003 yılları arasında 688 Nolu karara dayanarak, 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyinde kalan bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan ederek Kürdleri Saddam’ın soykırım politikalarına karşı koruma altına almıştı. 2003 yılında Baas rejiminin yıkılarak yerine federal bir cumhuriyetin kurulması ise Kürdleri bölgede önemli bir aktör haline getirmişti. Irak Federal Anayasası’na göre ülkenin kurucu uluslarından olan Kürdler istikrarlı bir yönetim kurmayı da başarmıştı. Başlangıçta merkezi hükümet ile gerilimsiz ilişkiler ilerleyen süreçle birlikte yerini merkezi hükümetin tahakkümüyle sonuçlanan çatışmalı ilişkilere bırakmıştır. Şii Başbakan Nuri el Maliki’nin Kürdleri ve Güney Kürdistan’ı hedef alan olumsuz söylemleri, çatışma sürecini derinleştirmişti. Orduyu Kürdlere karşı silahlandıran, F-16 uçakları satın alarak gözdağı veren Maliki, Kerkük sorununun çözümünü amaçlayan 140. maddeyi işletmek bir yana bölgeye Dicle Operasyon güçlerini yerleştirmiş, Irak’ın en çatışmasız bölgesini bile militarize etmiştir. Diğer taraftan bütçeden Kürdistan’a verilmesi gereken payı, Peşmerge maaşlarını Kürd hükümetine vermeyerek Kürdistan’ın ekonomik olarak tahribine ve halkın yoksullukla karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Bir taraftan Kürdistan bölgesinin yetki ve sorumlulukları kısıtlanmış diğer taraftan ise merkezi hükümetin yetkileri genişletilmiştir. Benzer baskılar Sünnilere yönelik de geliştirilmiş, Sünni Tüm Kürd partilerinin bağımsızlık konusunda yekpare bir görüntü çizmesi gerekiyor. Bağımsızlığın tüm partilerin ve örgütlerin talebi olduğu görüntüsü, dünya kamuoyunda bunu Kürdlerin ortak talebi olduğu yolundaki görüşü destekleyecek. Bu da meşruiyet tartışmalarına Kürd cephesinden verilen bir cevap olacaktır. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi hakkında idam kararı alınmış, Maliye bakanı tutuklanmış, birçok Sünni ordu ve devlet adamı devlet kurumlarından uzaklaştırılmıştır. Merkezi hükümet süreç içinde bir Şii diktasına dönüşmüş, Şiiler dışındaki tüm halklar temsili demokrasinin dışına itilmiş, iktidardan uzaklaştırılmıştır. İŞİD faktörü karşısında Bağdat’a çekilen merkezi hükümet ve güvenlik güçleri tüm halkı kaderiyle başbaşa bırakmıştır. Kürdler ise yüksek yoğunluklu iç savaş karşısında kendi topraklarını koruma çabasına girişmiş, İŞİD tehlikesinden kaçan Türkmen, KeldaniAsuri ve diğer azınlıklara Kürdistan’ın kapılarını açarak güvenlikli bir ortam sunmuştur. Gelinen noktada; 2003’e kadar Saddam’ın Baas Partisi’nin Süni etnisiteli diktatöryel merkezi hükümeti tüm Irak’ı temsil etme kabiliyetini yitirmiş, temsili demokrasiden uzak Maliki’nin Kanun Devleti Partisi’nin baskın olduğu Şii etnisiteli bir diktaya evrilmiştir. Kürdistan bu tablo karşısında İç SDR’sinin yoğun olarak ihlal edilmesine sessiz kalarak mevcut durumu sürdürmekle Kürdistan coğrafyasının istikrar ve güvenliğinin sağlanması ve barışın tesis edilmesi için Dış SDR İlkesi çerçevesinde ayrılık/bağımsızlık tercihi ile karşı karşıyadır. Uluslararası hukuk ve teamüller ile son kuşak uygulamalar düşünüldüğünde Kürdistan tarihinde hiç olmadığı kadar, bu gün bağımsızlık ihtimaline/imkanına yakındır. Seçenekler 1-Dış SDR Hakkı’na başvurmak isteyen Kürdlerin bağımsızlık talebi uluslararası bir mesele olup, uluslararası hukukun dikkatle izlenmesini şart koşmaktadır. 2-Gruplar arasında varılan anlaşma ile devletin belirli bir bölümünün statüsünün belirlenmesi uluslararası toplum tarafından kabul edilmektedir. Bu halde tarafların anlaşması bir itiraz ile karşılaşmamakta, devletin statüsüne ilişkin yapılan anlaşmalar uluslararası planda meşru kabul edilmektedir. Örneğin Çek ve Slovak Cumhuriyetlerinin ayrılması durumu, Eritre ve Etiyopya’nın ayrılma süreçleri bu kapsamda uluslararası meşruiyet açısından ciddi tartışmalara konu olmamıştır. Kürdistan Hükümeti’nin bu hususu gözetmesi, şartları bu yönüyle zorlaması ileriki süreçte uluslararası meşruiyet sorununu da çözecektir. Ortada varsa bir müzakere masası, masayı ilk terk edecek olan Kürdler olmamalıdır. Keza, Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, geçtiğimiz aylarda, sorunun çözümü noktasında Çekoslovakya Modelini dillendirmiştir. 3- Federal devlet anayasalarında, federe devletlerin ayrılma hakları düzenlenmiş ise, bu anayasal bir hak olarak kabul görmektedir. Irak Anayasası bağlamında duruma baktığımızda açıkça bu hak ifade edilmemişse de bu hakkın hiçbir zaman kullanılamayacağı yönünde de bir madde yoktur. Dolayısı ile Irak Anayasası’nda bu hakkın düzenlenmemiş olması, Kürdistan Bölgesi’nin mutlak olarak ayrılma hakkına sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. 4-BM’nin Dostça İlişkiler Bildirisi halkların geleceklerini belirleme hakkına riayette özellikle “temsili hükümetin varlığı”nı tartışma konusu yapmaktadır. Uluslararası planda da kabul gördüğü üzere Irak Merkezi Hükümeti demokratik ve temsili niteliğini yitirmiş, Şii diktasına evrilmiştir. Nitekim liderlerinden başlamak üzere Sünni halka yönelik baskı ve yıldırma uygulamaları İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) kayıtlarına bile düşmüştür. Kürdistan Bölgesinin anayasal hakkı olan petrol gelirlerinden bir bölümünün gönderilmemesi, Kerkük Sorunu’nun (tartışmalı bölgeler) anayasal prosedür çerçevesinde çözülmemesi Kürdlere yönelik de merkezi hükümetin görevlerini mutad ve her türlü hukuki dayanaktan yoksun olarak yerine getirmediğini göstermektedir. Tüm bunlara paralel olarak, yeni bir hükümet kurma çalışmalarının yapıldığı Temmuz ayı meclis oturumlarında Kürd ve Sünni milletvekilleri Irak Meclisi’ni terk etmek zorunda kalmıştır. Sonuç olarak Irak Devleti’nin mevcut hali, saydığımız uluslararası belgeler çerçevesinde Irak sınırları içinde yaşayan halklara kaderlerini tayin hakkını vermektedir. Kürdlerden, bu ortamda mevcut durumlarını korumalarını beklemek, dış SDR hakkına başvurmasını hukuka aykırı görmek, bizzatihi uluslararası hukuka aykırılık teşkil edecektir. 6- Bağımsızlık aynı zamanda bir kamuoyu oluşturma meselesidir. Dünya’nın her yerindeki Kürdler bu konuda lobi faaliyetleri yürütmeli, eylemler düzenlemeli dünya kamuoyu Bağımsız Kürdistan talebinin tüm Kürdlere hasredilebilecek bir talep olduğuna ikna edilmelidir. Aynı şekilde hükümetin yürüteceği diplomasi faaliyetleri de bu kapsamda hayati önemdedir. 7- Demokratik bir Kürdistan taahhüdü, Irak’ta tehlike altında olan azınlık haklarının koruma altına alınması Kürdistan’ın bağımsızlık talebinin meşruiyetini sağlamlaştıracak diğer hususlar olacaktır. 8- Uluslararası gözlemciler nezdinde yapılacak olan bir referandumda çıkacak olan yüksek orandaki bağımsızlık taraftarı oylar, uluslararası kamuoyunun Kürdlerin Dış SDR Hakkı’nı teslim edecek, ileriki süreçlerde Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasının önündeki önemli bariyerleri aşmanın kapılarını açacaktır. DİYASPORA 9 SÖYLEŞİ BasHaber 09 - 15 Ağustos 2014 09 Diyaspora bağımsızlığı destekliyor B asHaber’in “Bağımsızlık” konusuyla ilgili yönelttiği ‘‘Bağımsız Kürdistan talebini nasıl karşılıyorsunuz” sorusuna diyasporada yaşayan Kürd şahsiyetleri yanıt verdi. Hüseyin Turhallı – Hukukçu / yazar: Bağımsız Birleşik Kürdistan’ın kurulması için on yıl kadar savaşçı, komutan, yönetici olarak görevler yürüttüm. Kayıtsız şartsız Kürdistan’ın bağımsızlığını savunanlardanım. Bağımsız Kürdistan idealini hedef edinmeyen partileri ciddiye almadım. Uluslararası hukukun, doğal hukukun halklara tanıdığı bu hakka karşı çıkmak utanç verici bir suçtur. Yani halkların özgürlüğüne karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirilen bir suç. Hukukçuyum ve Devletler Hukuku alanında bir süre teorik çalışmalarım oldu. Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi başlangıç hükümlerinde halkların ve bireyler zulme karşı direnmeleri meşru ve hatta gerekli bir hak olarak görür. Saddam, Esad, Humeyni ve TC’nin yaptığı zulümleri bir bir anımsayalım. İnsan haysiyet ve onuru karşısında isyan etmemek mümkün mü? Yine Kültürel ve ekonomik haklar ile İkiz Sözleşmeler’de yer alan hükümler var. Buna göre “Kendilerini ayrı bir ulus olarak değerlendiren topluluklar, özgürce kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler” denir. Şimdi Irak’a bakalım bir de Güney Kürdistan’a. Bundan 11 yıl önce 30 dolar olan aylık gelir şu an itibarıyla 10.000 doları bulmuş. Buna karşı Irak ne durumda, halini görüyoruz. Ortadoğu’da Kürdistan’dan daha huzurlu bir ülke var mıdır? O halde bağımsızlık için neyimiz eksik? Hukuk, ahlak, meşruiyet kuralları, 11 yıllık uygulama hepsi bizi doğruyor. Peki neyi bekliyoruz? Bağımsızlık bir haktır ve tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar Mesud Barzani böyle bir fırsat yakalamıştır. Bu fırsatı mutlaka değerlendirmeli. Ancak nasıl olacağını ve zamanını kendisi belirlemelidir. Diğer bir ifadeyle Bağımsız Kürdistan için bundan daha olgun ve elverişli şartlar olamaz. Mesele zaman mesele değil, an meselesidir artık. Bağımsızlığa karşı çıkanları “işbirlikçi, hain” olarak görüyorum. Bağımsızlık benim hakkım. Hiç kimse benim bu hakkıma dokunamaz. Kendi kaderimi nasıl tayin edeceğime ben karar veririm. Bu hak şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır, devredilemez, vazgeçilemez. Bu davanın savaşçısı olarak Bağımsız Kürdistan davasını tartışmayı zul bilirim. Kani Xulam- Washington AKIN Yöneticisi: Kürdlerin kendi kaderini tayin etme hakkı tartışmaları, 1. Dünya Savaşı dönemine tekabül eder. Amerika’nın 29. Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson, Kürdlerin ismini vermeden, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu‘ndaki halkların bagımsızlığını Amerika’nın savaşa girme nedenlerinden biri olarak ileri sürdü (Madde 12). Lenin aynı şeyi Avrupa’da zaten savunuyordu. Daha sonra Birleşmis Milletler Sözleşmesi bu hakki tüzüğune aldi. Fakat, aradan 100 yıla yakın bir sürenin geçmesine rağmen, Kürdler hala bu haktan yararlanamıyor. Sebebine gelince, insanlar melek değil ve sözleşmeleri ile gerçekleri arasında, her za- man büyük bir uçurum var. Bu uçurumu, bu aralar, Güney Kurdistan’ın bağımsızlığı söz konusu olunca kapatma imkanı ile yüz yüzeyiz. Olmamış bir elmayı ağacından koparırsan ekşi olur. Güney Kürdistan, deyim yerindeyse, Kürdistan’ın diğer 3 parçası ile karşılaştırıldığında, tam da yetişmiş bir elmaya benziyor. Ufak bir sallantiyla Irak’tan kopacakmış gibi bir durum arzediyor. Gereken meşruluğu için uluslararası camiada zemin hazırlanması. Darısı diğer Kürdistanlıların başına. İbrahim Seydani-Yazar: Diğer tüm onurlu milletler ve coğrafyalar gibi, aziz Kürd milletinin ve Kürdistan vatanının da hür ve müstakil bir şekilde yaşamaya hakkı vardır. Bu hak, Allâh-û Teâlâ’nın verdiği ilahî bir haktır. İmân ettiği Kitab’a sadık olan hiçbir Müslüman, Hristiyan veya Musevî, bunun tartışmasına dahi girmez. Bu tabiî ve ilahî hakkın Kürdistan’ın güney parçasında tecelli ediyor oluşu, elbette başta Kürtler’in kendisi olmak üzere tüm hür vicdanlı milletler nezdinde saygıyla karşılanması gerekir. Kürdistan’ın hürriyet ve istiklâline karşı çıkan her birey, hareket veya devlet, ister Müslüman (Şiî – Sünnî), ister Hristiyan, ister Musevî olsun, en başta kendi itikadına aykırı hareket ediyor demektir. Hüseyin Narlı - Yazar: Bağımsızlığı prensip olarak doğru buluyorum. Kürdlerin kazanımıdır. Ama bir taraftan da İran ve Türkiye’nin politikaları, plan ve stratejileri uzun vadeli hesaplanmalı. Türkiye ile ittifakı yansıtan ya da bölgede yaşanan kutuplaşmaya uygun bir politika üzerinden bağımsızlık kurup ondan sonra o istikamette gitmek öbür parçaların aleyhinde gelişmeler doğurabilir. Barzani’nin vizyonunu doğru buluyorum. Işık İşcanlı - Yazar: Kürdistan’ın dört parçasından birinde oluşacak bir bağımsız Kürdistan devleti, „Kürd’üm“ diyen herkesin hayalidir. Bu yaklaşık yüzyıldır dört farklı ülkenin esareti altında yasayan, her türlü kültürel ve siyasal asimilasyona rağmen Kürdler’in ortak ruhsal şekillenmesinin en onemli belirtisidir. Ulus olmanın ölçütüdür. Bağımsızlığa karşı çıkmak, dünya halklarının uluslaşma süreçlerindeki gelişmelere paralel olmayan bir durumdur. Bu sosyolojik defekte rağmen ortak hayallerimiz uluslaşma sürecinin artık tamamlandığını, örgütlenme (devletleşme) sürecinin de hayatın dayattığı bir süreçteyiz. Kürd politik partilerinin içinde yaşadıkları sürece bağlı olarak zaman zaman, yönetimi altında yaşadıkları devletler ile birarada yaşama isteği(!) ve stratejileri olsa da bu Kürdler’in hayallerini değiştirmiyor. Güney Kürdleri‘nin günümüzdeki devletleşme istemi hem sürece hem de Kürdlerin taleplerine uygun. Ancak Ortadoğu‘da büyük bir kaosun ve korkunç katliamların olduğu bir süreci yaşıyoruz. Yaşanılan bu zorlu sürece rağmen, gecikmiş devleti kurmanın zamanı. Bunu hayata geçirmek iyi politik-diplomatik bir beceri ve örgütlü bir savunma gücü gerektirir. Su anda Kürdler bu imkanlara sahip. Örgütlü güçlerden olan beklenti, yirmibirinci yüzyılın başında bunu hayata geçirirken bir tek Kürdün ölmemesi (yeterince bedel odendi), ve diğer parçalarda ki Kürdler’in de çıkarlarının korunması ve güvenliklerinin sağlanmasıdır. Sorun gücün maximum kullanılmasıdır. Bir parcada ki bağımsızlığın bedeli diğer parcada ki Kürd’ün hayatı olmamalı. Tıpkı söylendiği gibi ‘Kürdistan’ın her toprağı kutsal’ dır. Ancak Kobane, Mahabad, Amed ve Musul da ki her Kürd bireyi de, Kurdistan toprakları kadar kutsaldır. Bağımsız Kürdistan’ın teminatı ulusal birliktir. Kürd örgütleri arasında BasHaber gazetesinin konuyla ilgili yönelttiği ‘‘Bağımsız Kürdistan talebini nasıl karşılıyorsunuz” sorusuna diyasporada yaşayan Kürd şahsiyetleri yanıt verdi. koordinasyonu sağlayacak olan bir yapılanmanın acilen hayata geçirilmesi beklentimizdir. İnançlarından ve etnisitelerinden dolayı boğazların kesildiği bir coğrafya da, kendimi yönetme hakkımı kullanmak istiyorum. Kadir Amaç - Yazar: Her şeyden önce şu hakikati hatırlatmakta yarar görüyorum: Ülkemizin ve halkımızın düşmanları her gün ruhlarımıza ve gönüllerimize yönelik önce tuzak, ardından suikast düzenliyor... Ülkemizi ve halkımızı sevmezsek, onlara karşı ödevlerimizi yerine getirmezsek, uyanık ve tedbirli olmazsak; her gün, ruh ve gönül atlasımızı bölük-bölük çalmaya devam edeceklerdir. Çünkü bunlar, şehirleri ve memleketleri yağmalayan bir kavimdir...! Bu zaviyede Kürtlerin Guney Kürdistan’da devletleşmeleri Muazzam bir kazanım olacaktır. İlk başlarda çok büyük sıkıntılarla boğuşacağı muhakaktır... Lakin Güney Kürdistan siyaseti öncelikli olarak milli ve bilimsel bir siyaset izlerse, farklı inanç ve düşünce gruplarını pluralist politikalarla koruyup ve bu farklılıkları bir kültür haline dönüştürmeyi başarırsa; dört parçaya bölünen Kürtlerin en kısa zamanda birleşmesine vesile olacaktır. İkincisi; Siyasi- sosyal-ekonomik- psikolojik , mistifikasyon ve komplikasyonlarından kurtulmuş olacak. Bu şu demek oluyor artık: Hiç bir işgalçi güç Kürd milletinin iradesi üzerinde, tasalut ve istibdat unsuru olmayacaktır. Kürd milletinin ortak iradesiyle vücud bulacak olan bu siyasal egemenlik mekanizması ,bu milletin istikbalini ve yazgısını belirleme ehliyetine sahip olavaktır. Kürd milletinin, iktisadi ve ictima hayatında kölelik, sefalet, fakirlik, ümitsizlik, tereddüt, ihtilaf, karamsarlık ve güvensizlik dönemi kapanmış olacak; Allah’ın izniyle, yerine özgürlük, siyasal egemenlık, şeref, aşk, sevgi, bilgi, zenginlik, güven, birlik, dönemi başlamaış olacak. Nicat Cebrayilov - Azerbaycan Kürd Gençleri Teşkilatı Başkanı: Son yaşanan hadiseler bağımsız Kürdistan devletinin kurulmasının kaçınılmaz oldugunu gösteriyor. Bu konuda Mesud Barzani’nin yürüttügü siyaseti destekliyoruz. Bizler de artık istiyoruz ki bizim de bayrağımız diger ülke bayrakları arasında gururla dalgalansın. Hepimizin kalbi Bağımsız Kürdistan ateşiyle yanıp tutuşuyor. Bu yolda yüz binlerce şehid verdik. Yeryüzünde öyle bir halk yok ki nüfusu altmış milyondan yukarı olsun ama bir devleti olmasın. Her zaman ihanete kurban gitmişsiz. Artık Özgür Kürdistan Devleti bizim hakkımızdır. Biz Azerbaycan Kürdlerinin yüreği daima Kürdistan’ın dört bir parçasında yaşayan kardeşlerimizin yanındadir. Umud ediyoruz ki çok yakında Kürd halkının da yüzüne güneş doğacaktır. Hasan Îrandost - Yazar: Kürdler kendi kararlarını verebilmeli, geleceklerini tayin hakkı olmalıdır. Yarın öbür gün dünya Kürdlerin bu kararı için ne der bilinmez ama öyle gözüküyor ki ekonomik şartlarla bağlantılı olarak olumlu yaklaşacaklardır. Bu mesele biraz da komşu halkların bakışına da bağlıdır. Bunun referandumla yapılması lazım ve bu referanduma diğer parçalardaki Kürdler de dahil edilmelidir. 10 BAĞIMSIZLIK BasHaber 09 - 15 Ağustos 2014 Bağımsızlığa destek büyüyor K ürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı Mesud Barzani’nin, Kürdistan Parlamentosu’ndan bağımsızlık referandumuna hazırlık için komisyon oluşturularak 90 gün içinde referandum tarihi belirlemesini istemesi ve dünyanın farklı ülkelerinde yapılan bağımsızlık kampanyaları uluslararası kamuoyunda yankı bulmaya devam ediyor. Kürdistan için Bağımsızlık Obama’ya sunulacak Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı için yürütülen çalışmalar büyük bir hızla devam ediyor. Uluslararası alanda devam eden çalışmalar, özellikle Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinde başlatılan bağımsızlık için imza kampanyası uluslararası alanda yankı uyandırdı. Beyaz Saray’ın sitesinde Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı için toplanan imza sayısı kısa sürede 86 bin civarında ulaştı. Giderek artan bu sayı 100 bine ulaştığında, toplanan imzalar Başkan Obama’ya sunulacak ve Beyaz Saray‘da Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı gündeme gelecek. İmza kampanyasında Obama‘nın Kürdleri ve bağımsız bir Kürd devletini desteklemesi gerektiği vurgulanıyor. Kampanyanın açıklama metninde, Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin, uzun bir süreden beridir Kürdistan Bölgesi’nin bağımsız bir devlet olması için çalışma yürüttüğü belirtilerek; bağımsız bir devlet olması halinde Kürdistan’ın Ortadoğu’da demokratik bir yönetime ve zengin doğal kaynaklara sahip bir ülke olacağı belirtiliyor. Bu özellikleri sayesinde ABD ve Batı ile güçlü ilişkilere sahip olabileceği belirtilen açıklamada bu yapılanmaya önem ve destek verilmesi gerektiği ifade ediliyor. Beyaz Saray’ın “whitehouse.gov” adresli resmi web sitesinde yer alan dilekçe bölümünde başlık açılarak imza toplayabiliyor. Bağımsızlık kampanyasına verilen imza sayısı 22 Ağustos’a kadar 100 bine ulaştığı taktirde konu ABD Başkanı’na sunuluyor. Kampanyaya imza vermek için açılan link: https://petitions.whitehouse. gov/petition/support-kurdish-independence/wk7K9SSp Change.org’da kampanya Dünyanın en büyük imza kampanyası platformu olarak bilinen Change.org sitesi de ‘’Kürdistan’a Bağımsızlık’’ başlığı altında İngiltere hükümetine sunmak üzere Kürdistan Toplumuna Destek Platformu Direktörü Rizgar Eli imzasıyla bir imza kampanyası başlattı. Rızgar Eli başlatılan imza kampanyası ile ilgili olarak, amaçlarının Kürdistan‘ın bağımsızlık konusunu İngiltere’de gündeme getirmek olduğunu söyledi. Change.org sitesinin açtığı kampanyanın linki şöyle: https://www.change.org/en-GB/ petitions/uk-government-supportthe-independence-request-ofkurdistan-region-of-iraq Mesrur Barzani’den destek Beyaz Saray sitesinde başlatılan anket Kürdistan Bölgesi’nde de ilgiyle izleniyor. Ankete katılım oranının yüksek olduğu Soran‘da, Soran Üniversitesi, Beyaz Saray imza kampanyasına destek amaçlı bir çalışma başlattı. Öğretim üyeleri ve uzamanlar gözetiminde yapılan çalışmada imza sayısı 83 bin’i buldu. Kürdistan Asayiş Ajansı Danışmanı Mesrur Barzani’nin de imzacı olduğu kampmayada binlerce imza toplandı. Bu arada „Bağımsız Kürdistan Referandumu“ isimli organizasyonun bağımsızlık için gösteri ve mitingler düzenleyeceklerini açıkladı. Kürdistan‘daki azınlıkların çoğu da bağımsızlık kampanyasına katılıyor. Özellikle Keldani ve Süryanilerin tepkisi oldukça olumlu. Musul’un IŞİD ve diğer Suni güçler tarafından ele geçirilmesinden sonra, Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, Irak’ta artık geriye dönüşün imkânsız olduğunu söylemiş, Kerkük ziyaretinde Bağımsızlık referandumuna gidileceğini açıklamış ve bağımsızlık referandumuna hazırlık yapması için Kürdistan Parlamentosu‘nda bir komisyon kurulması talimatı vermişti. Kuzey’de kampanya devam ediyor Bağımsızlık için Kürdsitan’da başlayan imza kampanyası da devam ediyor. Platform a Demokratên Kurd (PDK) bünyesinde yürütülen kampanya Kürdistan’ın birçok ilinde devam ediyor. Türkiye‘deki çalışmalar hakkında BasHaber’e konuşan PDK Sözcüsü Tahsin Sever çalışmaların devam ettiğini, bu çalışmaların farklı illerde de devam etmesi yönünde talep aldıklarını belirterek; „Diyarbakır‘daki ses bombalı saldırı da normaldir, çünkü bu süreç ve yürütülen kampanyalar bazı kesimler tarafından sindirilemiyor. Bunu da doğal karşılıyoruz ama bu bizim çalışmalarımızı hiçbir şekilde durduramayacak’’ dedi. ABD‘deki imza kampanyası hakkında görüşlerini sorduğumuz PDK Sözcüsü Tahsin Sever, „Bağımsızlık tüm dünyadaki Kürdlerin sorunudur. Diasporanın da önemli görevler üstlenmesi gerekiyor. Amerika bu meselede kendi çıkarlarını esas alsa bile, Kürdlerin devletleşmesi Amerikan’ın çıkarlarına ters düşmez. Bundan sonra Amerikan’ın Kürdlerin bağımsızlığına karşı olacağını düşünmüyorum.’’ dedi. İmza kampanyasına bir süre belirlemediklerini ifade eden Sever, somut bir netice elde edilene kadar bu çalışmanın devam edeceğini, bunun sadece Güney Kürdistanı ilgilendirmediğini, dört parçadaki bütün Kürdlerin taleplerini yükseltmek için büyük bir fırsat olduğunu belirterek, imza kampanyaları dışında, konferans ve paneller gibi farklı etkinliklerle devam edeceklerini söyledi. Sever, imza verenlerin 10 binlerle ifade edildiğini belirtterek, kampanya için Batman, Diyarbakır ve Mardin’de sokağa inildiğini ve çok olumlu tepkiler aldıklarını belirtti: „Bu çalışmayı yaparken sokağa indik. Batman, Diyarbakır ve Mardin‘de beklediğimizin üstünde ilgi gördük. Bunu diğer bölgelerde de yaygınlaştırmayı düşünüyoruz. Zaten başka illerden de arayıp neden burada da yapmıyorsunuz gibi bir talepler de var. Bu kampanyayı bu şekilde genişletmeyi düşünüyoruz’’dedi. Almanya’dan kampanyaya yoğun destek Almanya’da yaşayan Kürd kurum ve şahsiyetleri de bağımsızlık için Güney Kürdistan’a destek kampanyasına hız verdi. Geçtiğimiz Pazartesi gününden itibaren Başbakan Angela Merkel’e sunulmak üzere başlatılan imza kampanyası ile Almanyalı Kürdler, Federal Hükümet‘in “Kürdlerin bağımsızlık talebine destek” vermesini ve harekete geçmesini istiyor. Kürd kurumları geçen haftalarda da Merkel’e “Kürdistan’nın bağımsız- lığına destek verilmesi için” açık bir mektup sunmuşlardı. “Federal hükümete talep Kürdistan’ın bağımsızlığını destekle!” başlığıyla kamuoyuna açılan imza kampanyasının ilk imzalayacıları arasında Nizamettin Arıç, Xelîl Evîn, Yousif Zuber gibi müzisiyen ve sanatçılar ile Civata Kurd/Almanya Kürd Toplumu (KGD), KOMKAR-Almanya, Heveldana Partiya Kurdistanî (HPK), Tehdit Altındaki Halklar Örgütü (GfbV) ve Almanya Kürd Doktorlar Birliği (Verband der kurdischen Ärzte in Deutschland e.V) gibi kurum, parti ve kişiler de bulunuyor. Amerika’daki “Kürdistan İçin Bağımsızlık” kampanyasını örnek alan Almanyalı Kürdler çağrılarında, “Kürd halkının kendi kendisini yönetmek için kendi geleceğini belirleme hakkına” destek vermesi için Alman hükümetinden aktif destek talep ediyor. BasHaber 09 - 15 Ağustos 2014 Wekîl Mûstafaev: Bağımsızlık istemeyenler ferasetsizdir K ızıl Kürdistan’ın yıkılmasından sonra, 1990’lar- iki ay sonra seçim yapacaktık. Seçimsiz olmazdı. Ordu da yeniden bağımsızlık ilanı için harekete kuramadığımız için o seviyeye gelemedik. Kürdler geçen Kafkas Kürdleri Wekîl Mûstafaev önderkurmamızı istemedi, bize destek vermediler. Müslüman liğinde harekete geçti. Ermenistan ve Sovyetlerin desKürdler yardımımıza gelmedi. Laçin Kürdistan’ı iki ay teğine rağmen bağımsızlık kurulamazken, Mustafayev devam etti. Bütün dünyadan gazeteler ve kişiler geldi. diğer parçalardaki Kürdlerin destek vermediğinden Mesele bütün dünyaya yayıldı. Orası bizim topraklarıyakınıyor. Öcalan’dan da bir gerilla birliği istediğini mızdı ve tarihi bir izin çıkmıştı. Biz kanunlara göre her ancak bu isteğin yerine getirilmediğini aktaran şeyi yaptık. Mustafayev, bu günlerde gündemde olan bağımsızlık * Apocular burası bize lazım değil dedi. Apocularda konusunda ise dikkat çekici açıklamalarda bulundu. bir şekilde bırakmadılar. O zaman Mahîr Welat geldi. Bağımsızlığın Kürdistan ve Kürdlerin en kutsal Bizim Kürdistan’a ihtiyacımız yok dedi. Biz büyük talebi olduğunu ifade eden Mustafayev, “Bağımsızlık Kürdistan’ı istiyoruz ve miletimizin 5 parça olmasını istemiyorum diyenlerin istemiyoruz. Rus Hükümeti ve Kürdler birliğini oluşturmak yeri tımarhanedir. Onlar Mahîr Welat’la bir araya geldik, kafayı yemiş. Ben bağımzorunda, birlik olamıyoruz. Birlik tartıştık. Rusya içinde size bir sızlık istemiyorum diyen kaç yer verelim dediler, madem kişilerin eliyle yapılır, tarihide ferasetsizdir bana göre” diye Kürdistan kurulmadı durum konuştu. İtalya’da yaşayan sakinleşene kadar milletinizi kişiler yapar. Biz çobansız 76 yaşındaki Mustafayev, oraya götürün dediler. Mahîr sürü gibiyiz. BasHaber’e konuştu. Welat ona da hayır dedi. Onunla 1961 yılında Ruslar’ın Kafkas Kürdistanını kavga ettik. Ben onlardan 200 tane gerilla istedim. dağıttığını ve ondan sonra Kafkas Kürdlerinin Bana dediler ki Apo seni çağırıyor ve iki genç beni göasimilasyona tabi tutulduğunun altını çizen Mustatürmeye geldiler. Ruslar dedi ki; “Wekîl yalnız başınadır fayev, “36-37 yılında Seyîd Riza’nın isyanı başladı siz niye hem kendi hem de onun evini yıkıyorsunuz bizi de Kırgızistan ve Kazakistana sürgün ettiler. Kürdistan’ın kurulmasına izin verin.” Welat hayır dedi. Ben 38 yılında dünyaya geldim. Bizim her şeyimiz 97’de ben Apo’nun yanına gittim, Şam’da. Üç defa beni Ermenistan ve Azerbeycan’da. Gelip onlara devlet çağırmıştı. Ailemle birlikte beni savaş için dağa gönderkurdular biz devletsiz kaldık. 70 yıl içinde Ruslar mesini istedim, savaşmak istiyordum. Eşim binbaşıdır, bizi 4 defa jenoside tabi tuttular. Kürdler o zaman iki oğlumda pehlivandır. Biz savaşçı bir aileyiz. Laçin Kırgızistan ve Kazakistana sürgün edildiler. Ben Kızıl Kürdistan’ın durumunu ona anlattım. Birkaç gerilla Ordu askeriydim. Savaşta zabitlik yaptım. Omuzuma yardımımıza yolla dedim, olmadı sonuçta. yıldızlar taktılar. Hem savaşta hem de istihbarat da 33 * Biri sosyalizm, biri komünizm biri bilmem ne istiyıl çalıştım. Ruslar ve Kürdler 200 yıl boyunca düşyor. Biz bağımsız Kürdistanı istemiyoruz diyen namumandılar. Onlar da Türk, Arap, Farslar gibi Kürdlere suzdur. Onlar kafayı yemiştir. Ordu içinde bir asker ben yaklaştılar, Kafkasya’da aynısını Kürdlere uyguladılar. bağımsızlık istemiyorum dese komutanları başına sıkar. Orta Asya’nın petrol ve gazı Türkiye’ye gitmesin diye Birlik isteyenler kendilerine bir önder bulmak zorunRuslar Kürdistanı kurmaya karar verdi. Ermeniler de dalar. Şimdi bizim üç önderimiz var biri hasta, biri esir biliyordu ki Kürdlerin toprağı olmadan denize açıbiri de Kürdistanı kuruyor. İnsan düşünebiyorsa şimdi lamazlar. Ermenistan’ın etrafı sarılmıştı, Gürcistan, ki liderin Barzani olduğu ortada. O partisi ve aşireti Azerbaycan ve diğer devletler tarafından. Dolayısıyla savaş içinde büyümüşler, Kürdistan için savaşıyorlar. bağımsızlığımıza taraftardılar” diye konuştu. Wekil Hiç bir zaman hainlik yapmamışlardır. Ben gönülden Mustafayev’in konuşmasındaki bazı satırbaşları şu Barzani’yleyim. Ben bir hatasını görmüş değilim. şekilde: Rojava bugün kendin bir lider seçti, Salih Müslim. Biz * O zaman bizim nüfusumuz 70 bin civarındaydı. Kürdistanı istemiyoruz diyorlar, peki sen ne istiyorsun. Gorbaçov Kürdistan’ın kurulmasına karar vermişti. İtalya ve İsveç’e uygun olan kantonları istiyorum diyor. Kurulma kararımız 2 ay sonra gerçekleşecekti. Gobel 3 tane kanton kurulmuş, kimin için kurdun bunları. Antlaşması’nda hileyle Laçin ve Kelbecer Ermenilere Ben iki üniversite bitirdim kantonun ne olduğunu verildi. Bu yüzden Ruslarla planımız gerçekleşiyi biliyorum. medi. Êzdî Kürdler bu antlaşma için ayağa * Kürdistan’a dönmeyi elbette isterim. kalktılar, ve silahla direneceğiz dediler. Bizim Kafkas Kürdistanı artık yenilmiştir, oraya cehşlerimiz Müslüman Kürdlerin gelmesini gidip bir şey yapamazsam çok incinirim. engellediler. Biz bağımsızlığı ilan etmeye Onun için gitmiyorum. Diğer parçalar yaklaşınca Azerbaycan yalanlarla dedi ki; siz özgür olmadığı için gitmiyorum. Güney bağımsızlık ilan ederseniz biz yarım milyon Kürdistan şimdi özgür ama gidince para Azerbeycan Kürdünü bir gecede istiyorlar. Herkes para istemek için öldürecez. Bunun için imgidiyor. Şayet ben gidersem benim dadımıza koşan Kürdler içinde aynısını diyebilirler. Böyle de korkmaya başladı. bir söylenti benim için ölüm* Kürdistan’ı kurmadür. Ama oranın yönetimi ya çalıştık ve bende beni çağırırsa ben gidelideri seçildim. Biz bilirim. Ben bağımsız şartları oluşturduk Kürdistanı görmeve Kürdistan’ı ilan den ölmeyeceğim. ettik. Başbakan ve O zamana kadar ölmeyeceğim. diğer yöneticilerin seçilmesi için HABER 11 Selocan Haçağutyun gı mağtem! FİLORİTA ULUK BENLİ Egemenlerin ağzında “Azınlık, gavur öteki ’nden daha da çirkin “olarak kullanılmaya ve incitilmeye hazır Ermeni adımızı ağzında hiç hırpalamadan saygıyla, sevgiyle eşitleyen tek C.Başkanı adayı Sayın Selahattin Demirtaş ; adaletsiz sistemin adil olmayan seçim yarışında, bu defa gözü açılan biz Ermeni’ler, yarım ağızla ‘ Haçağutyun gı mağtem ‘ (başarılar dilerim) demekle kalmıyor, gönül rahatı ile tercihimiz olan seçim çalışmalarına canla başla katılıyor ve seni desteklemekten onur duyuruyoruz. Biliyoruz ki; 1915 Ermeni soykırımını, taziye maskesi takıp ‘savaş zamanında karşılıklı olmuştur’ diyerek bizimle dalga geçen bir cumhurbaşkanı adayı başbakanın ve iki yüzlü samimiyetsiz siyasilerin olduğu ülkemizde,doğal ve adil olan duruşuna teşekkür etmek saygısızlık olur. Ancak; cesaretin, açık sözlülüğün ve eşitlikçi yaklaşımın ne kadar takdir edilecek bir durumsa,bizzat tanık olduğum örnek tutumu da bir çok insanın düşüncesini olumlu yönde değiştirip insanlığa fayda sağladığı için, başta bir Ermeni olarak kendim ve tüm dünyada ezilen halklar ve kimlikler adına yürekten teşekkür etmeyi borç bilirim. İçimdeki coşkuya hakim olamadığım ve eksiklerimi kusur görmeyeceğinden emin olduğum için, saygısızlık olarak algılanma endişemi bile ona duyduğum hayranlık ve sevgi ile eritip, resmini çizme cür’etini gösterdim. Hatta biraz daha ileri giderek iki yanına üzerinde haç olan iki tane mum çizerek çiçeklerle süsledim. O kadar yüreğimden, ailemden bildiğim bir yakınım, bir o kadar da,bu zorlu süreçte güvenebileceğim yoldaşımdı. Bu duygu ve düşüncelerimi becerebildiğim kadarıyla “Selocan kezi hed enk “ (Selocan seninleyiz) diye yazıp somutlaştırdığım bir tablo ile Şişli Kent Kültür Merkezine ‘Yeni Yaşam Çağrısı’ toplantısına gitmeden önce; siyaset alanında Kürt kimliği , aydınlık beyni,eşit yurttaşlığa olan inancı ve onurlu mücadelesinden aldığı güçle kendisi biricik olan Demirtaş’ın şahsında Ermeni’ler olarak bir çok ilkleri yaşadık.Onun ait olduğu siyasi partiye daha önce hiç oy vermeyen bir çok Ermeni kadının isteği ile başka ilki gerçekleştirmek için beyaz üzerine mor renkle “Haraçtimagan hay giner “ (İlerici Ermeni kadınlar ) yazıp, Taksim’in göbeğinde kendiliğinden oluşan, küçük korsan eylemimizi bir fotoğraf ile ölümsüzleştirdik. Öncesinden ona Selocan denip denmediğinin bilgisine sahip değildim. Ona ailemden biri, bir yakınım gibi hissettiğimden tüm sevdiklerime yaptığım gibi onun adını da Selocan olarak değiştirirken bile, sahiciliğinden ve samimiyetinden hiç kuşku duymayacağım bu insanın duygularımı anlayacağına olan güvenimle tereddüt etmedim hiç. Ve üzerimize küme düşürülen, tüm ezilen halklar gibi Ermeni’ler olarak bizde Selocan’ı çok sevdik. Hiç ummadığım, tahmin etmeyeceğim insanlardan ona yakıştırdığım bu isimle destek sunmak adına hitabedenlerin sayısı çoğaldıkça, Ermeni’lerin 1915 ölüm uykusundan hiç uyanamayacağına dair endişemin yerine, içimdeki bastırılmış kırılgan umut güçlenerek canlandı.Türkiye ‘de, kendi öz vatanımızda ‘azınlık, renk ve zenginlik’ denmesinin bile bizi inciten dilinden uzak,farklı etnisitedeki insanların kültürleri arasında bir köprü olmayı başarıp, ortak mücadele etrafında gerçek bir sevgi ve güven bağı ile toplamayı başardı. Bu toplumsal uyanışına vesile olan seçim süreci, gelecek güzel günlerin kazananı olacağımızın habercisi olarak tarihte yerini alacaktır. Yaşadığımız ülke böyle bir birliğin ve beraberliğin eşiğinden atlarken, Kürdistan ‘da Kürt’lerin ulusal birliğine tehdit olabilecek bölge devletlerinin gizli /açık tutumlarına ek olarak yaşanan korkunç IŞİD terörüne son vermek, kendi kaderlerini tayin etmek konusunda bunu bir fırsata dönüştürmek için,tüm Kürt’lerin birlikte mücadele yürütmelerinin biz Türkiye ‘de yaşayan farklı ve ezilen milliyetlere örnek teşkil edip ilham vermesini umuyorum. Dünyanın her yerinde, özgürlüğe ve eşitliğe açılan bu meşakkatli yolda yürüyenlere bin selam olsun. Kaybettiğimiz her canın da mekanı cennet olsun... BasHaber SÖYLEŞİ 09 -15 Ağustos12 2014 SÖYLEŞİ Mehmet Altan: IŞİD bağımsızlığı meşrulaştırır Petrol, Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı için çok önemli mi sizce? Cesim İlhan IŞİD’in Musul saldırısı ardından bölgede katliamlar yaptı. Özellikle Kobanê üzerine saldırılarını arttırdı, ardından Güney Kürdistan’da Şengal’e saldırdı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? IŞİD bölgede şüphe doğuracak kadar rahat bir hale geldi. Başta sadece Sünni bölgeleri ele geçirdi, şimdi başka bölgeleri ele geçirme noktasında kendisinde bir güven görüyor, yavaş yavaş Kürd ve Sünni bölgelerinin dışında da bir etki alanı yaratmaya çalışıyor. Benim Irak’ta gördüklerim şuan itibariyle ABD katiyetle bölünmesini istemiyor. Ama belirli vadede buranın mümkün olduğu en büyük düzeydeki bir anlaşmayla ya Şia, Sünni, Kürd olarak ayrışması ya da en iyi ihtimalle bir federasyon haline dönüşmesini amaçlıyor ama çatışmayla, kanla ileriye yönelik büyük sıkıntıları getirecek bir şekilde değil, daha sühunetle, daha barışçıl bir şekilde zamana yayılarak gerçekleşmesini istiyor. Yani birinci dünya savaşında belirlenen sınırlar zorlanıyor muhakkak ki değişerektir, Kürdler çok önemli bir aktör olarak ortaya çıkıyor. Ama üzüntü veren durum hala Ortadoğu’nun ırk, din, mezhep üzerinde ayrışma düzeyinde kalmış olmasıdır. IŞİD’in Ortadoğu’da etkinliğini artırması ile birlikte Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı da öncesine göre daha yoğun gündeme geldi. IŞİD’in bölgede var olması Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı için bir etkisi oldu mu? Ben IŞİD’in dünya dinamitlerinin dışında tek başına hareket ettiğini düşünmüyorum. Uluslararası sistem IŞİD hareketlerinden çokta şikâyetçi, çokta fazla kayba uğruyor gibi durmuyor, tam tersine IŞİD’in varlığından yararlanıp bölgeyi istedikleri doğrultuda şekillendiriyorlar gibi geliyor. IŞİD’in oraya girmesi ilk önce Kerkük’ü çözdü. Kerkük çok sıkıntılı bir bölgeydi, IŞİD’in sahnede belirmesiyle Irak Kürdistan’ının bir doğal parçası oldu. Hâlbuki en büyük sorundu Kerkük. IŞİD bir tarafta büyük sorunlar ortaya çıkarıyormuş gibi duruyor, ama bir taraftan da bölgenin yeniden şekillenmesin- BasHaber’e konuşan Prof. Dr. Mehmet Altan, IŞİD’in Kürdistan’a saldırmasının Kürdlerin birleşmesine sebep olduğunu söyledi. de vahşi bir katalizörü oluyor. IŞİD’in şuan bölgede var olması Kürdlerin orta vadede Irak’ın federasyona dönmesi ya da ayrışması halinde kendi varlıklarını, kimliklerini ve siyasal oluşumlarını kolaylaştıran rol oynuyor, üstelik birleştiriyor hepsini. IŞİD Kürdlere ne kazandırdı ve ne kaybettirdi? Şimdi IŞİD’in yaptığına baktığımız zaman kabul edilebilir bir durum değil; çoluk-çocuk, kadın, yaşlı herkesi öldürüyor, vahşet saçıyor. Kendi başına bir din kurmaya çalışıyor. Bu vahşi, ürkütücü görüntünün altında sistemin ne kadar acımasız olduğunu görüyoruz. IŞİD en çok Kürdleri öldürüyor, bu büyük bir acı. Siyasi bir tabloda analiz yapıldığı vakit, Kürdlere kazandırdığı şeyler de vardır. IŞİD, Barzani, PKK, PYD, KCK aralarındaki siyasal rekabet ve çekişmeyi ortadan kaldırarak onların birlikte hareket etmesini sağlıyor. Sorunlu bölgelerdeki tartışmaları ortadan kaldırıyor. Şimdi Irak Kürdistan’ındaki partiler arasında ki siyasi rekabetten dolayı sıkıntılar vardı, IŞİD tehlikesi bunu da ortadan kaldırdı. IŞİD Kürdlerin tek cephe haline dönüşmelerini ve bölgede potansiyel bir Kürd devletinin aktörlerinin arasındaki ilişkilerinin nispi düzenlemesine de yardımcı oldu. Yani ölümlerin acıları olmazsa, siyasi açıdan yararı oldu Kürdlerin bölgedeki varlığına. Yine IŞİD’in saldırıları Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı meşrulaştırır, taraflarını çoğaltır. İnsanlar daha çok hak verir. IŞİD’in yaptığı vahşi saldırılar karşısında birleşmek ve bağımsızlık isteği daha fazla taraf toplayacaktır. IŞİD tehlikesinin Kürd siyasetinin kendi başına yol alması halinde bir sürü muhalefet, engel ve eleştiriyi ortadan kaldırıyor ve bağımsızlığa giden yolu açıyor. Ayrıca IŞİD, Musul’a girdiği zaman Kürdler de hemen Kerkük’e girdiler ve burayı ele geçirdiler. Burası çok tartışmalı referandum yapılamayan bir yerdi. Kerkük aynı zamanda büyük bir petrol merkezidir. IŞİD bölgede nasıl oluştu ve bölgede uzun süre kalabilir mi sizce? Bölgede IŞİD’in işini kolaylaştıran en büyük etken Sünni aşiretlerdir. Çünkü ilk başta oraya 7500 kişi ile girdi bütün aşiretlerin yardımıyla yüz bini arttı gittikçe de gücü arttı. ABD’nin Irak işgalinden sonra, ciddi manada Irak’ta huzursuz bir potansiyel oluşmuştu, IŞİD bu potansiyeli kendi lehine göre kullanıyor. Sünni siyasetini yapan çoğu kişi IŞİD’ten yana tavır aldı ve ona katıldı. Bölgede uzun süre kalır mı? yani böyle vahşi, terör estirerek, radikal bir dinle kalacağını düşünmüyorum. Bir de benim sezdiğim kadarıyla kendisine verdikleri rol bittikten sonra kendisine de bir ayar çekerler. Kürdistan ilk başta tabi ki petrolde büyük yarar sağlar, nüfusu az, bağımsızlığını garanti altına alır, ama toplumsal huzurunu petrole dayalı olarak gelişmesini, kalkınmasını yani nitelikli bir hale dönüşmesini tek başına petrol sağlamaz. Sonuç olarak siyasetten çözer ama sosyal olarak çok verimli hale getirmez. Kürdler 21. Yüzyılda çok önemli bir aktör olarak Ortadoğu’da var olacaklar. Irak Kürdistan’ına ve Rojava’ya baktığımı zaman birer alternatif devlet olarak ortaya çıktılar. Tabi bunları ayrı ayrı değil de büyük bir bağımsız Kürd devleti olarak ortaya çıkması kaçınılmaz gözüküyor. Dediğim gibi 21. Yüzyılın yükselen gücü Kürdlerdir. Benim izlediği, gördüğüm ve gördüğüm kadarıyla Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı 2015 erken gibi gözüküyor. Uluslara arası sistem ve ABD bunu orta vade de düşünüyorlar. Rojava meselesiyle birlikte Kürd partileri arasında sorunlar da çıkmaya başladı. IŞİD’in saldırıları ile birlikte Kürdler zaman zaman bir araya geliyorlar. Sonrasında yine bu bozuluyor. Bunu nasıl okumak lazım? Şimdi Kürdler maalesef çok ezilmiş bir halk. Ayrı ülkelere dağılmışlar, hiçbir zaman devletleri olmamış. Bir taraftan çok zarif ve nazikler ama bir taraftan da yüksek egolara sahipler ve herkes bir yerleri yönetmek istiyor. Ben hep söylüyorum 21. Yüzyılın en önemli sloganı; “beni kimin yönettiği değil, nasıl yönettiği” olmalıdır. Hâlbuki oralarda yönetilenler önemli değil, yönetme kavgasında nerde durduğu var, illa bir şeyi yöneteceksin. Şimdi çok gelişmiş bir toplumsal yapı olmadığı için siyaset üstünde yapıyorlar. Onun için Kürdlerin kendi aralarındaki siyasal rekabet de böyledir. Kürdlerin çok önemli bir aktör olarak yükselmekte olduğu bu süreçte siyasi yönetme ihtirasının daha da kabardığı görüyorum. Bu nasıl düşmanlık haline gelmez, nasıl önlenir bunu da demokrasinin kurallarını, demokrasinin daha sağlıklı yaşama koşullarını, hukuku sahiplenerek çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabi böyle durumların Kürdlerin arasında olması zor bir durumdur. IŞİD’in Musul’a girmesi, Kürd yönetimine avantaj acı. Siyasi bir tabloda analiz yapıldığı vakit, Kürdlere kazandırdığı şeyler de vardır. IŞİD, Musul’a girdiği zaman Kürdler de hemen Kerkük’e girdiler ve burayı ele geçirdiler. Burası çok tartışmalı referandum yapılamayan bir yerdi. Kerkük aynı zamanda büyük bir petrol merkezidir. Yine Kürdlerin en büyük sorunlarından bir tanesi de PKK/PYD ile Barzani arasındaki rekabetti. IŞİD’in saldırı bu rekabeti ortadan kaldırıyor. IŞİD’in saldırıları Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı meşrulaştırır, taraflarını çoğaltır. İnsanlar daha çok hak verir. IŞİD’in yaptığı vahşi saldırılar karşısında birleşmek ve bağımsızlık isteği daha fazla taraf toplayacaktır. IŞİD tehlikesinin Kürd siyasetinin kendi başına yol alması halinde bir sürü muhalefet, engel ve eleştiriyi ortadan kaldırıyor ve bağımsızlığa giden yolu açıyor. 13 Şehir çocuğunun son kozu: Ciğercilik Öztekin Çaçan A kşam saat sekiz Gazi Caddesi’nde seyyar kebap tezgâhları kurulmaya başlanmış. Caddeye açılan dar sokaklardan kafasını uzatıp çevreyi kontrol eden yarı ürkek gözler az sonra “dezgeyi” kuracaklardır kaldırıma. Ve yine az sonra çoğu gençliklerini kafa yapan “cığara” ile yakmış ciğer ustaları yelledikleri mangalın dumanıyla başlayacaklar ihtiyarlıklarını da köz etmeye. “Gene duman altı Diyarbakır.” Çare yok, Amed bu dumana katlanacak. Öyle ise vur kebaba! Tezgahta ciğer kebapçılığı herkesin özendiği bir iş değildir. Genelde fakir ailelerde doğmuş “şehir çocuklarının” işidir. Önemli bir kısmı gençliğini çalışmadan, okumadan, meslek sahibi olmadan geçirmiştir. Ustaların çoğu gün gelmiş zaman geçmiş aileleri tarafından “belki adam olur” diye evlendirilmişlerdir. Aslında çoğunun hikâyesi de tam buradan başlamıştır. Evde hanım, çoluk çocuk ve parasızlık beraber hücum edince üzerlerine, çareyi ciğer tezgahı açmakta yani “son kozu” oynamakta bulmuşlardır. Eş dost ahbaptan 500 TL bulmak zor olamazsa eğer 5 kilo ciğer ile biraz öteberi tezgah işine başlayabilirsin artık. İlerde paran olursa el arabasına geçip birkaç da kürsü, masa yatırımı yaptın mı olay tamam. Bütün sokak başları yer tutabilirsen, diş geçirebilirsen senindir artık. Hepsi öyle “son koz” değildir tabii, kimisi de kebapçı çıraklığından terfi etmiştir ustalığa ve kendi tezgâhını kurmuştur. Hatta bir kısmı da ciddi zengin olmuş yükünü de tutmuştur. Ciğerci Muharrem usta ve meşhur tavacı Recep ciğercilikten gelmedir. Zaten meslek silsilesi hep aynıdır. Fakir ve çaresizsen, tezgâh ciğerciliğiyle başlayıp kebapçılığa, lokantacılığa buradan terfi edersin. Mekân sahibi olursun. Ama tezgâhta ciğercilik lokantacılıktan da kebapçılıktan da farklıdır. Neden mi? Çünkü küçe başında yani sokakta çalışırsın. Daha mekân sahibi olmana çok var demektir. Ya nasip. “Yelle babo kömüri bir kuş daha düşti” (kebabı yelle bir müşteri daha geldi manasında) Kebap deyip geçmeyin Özelliği ne diyoruz neden bu kadar “meşhur” bu kebap cevap gecikmiyor Aziz (Ezo) ustadan “ağız tadı” diyor. Cevabı bize göre tabi ki çok soyut kalıyor ama dedi bir ‘Fukara kebabı...’ Amed’i çok iyi bildiğine inandığım dostum Av. S. Bülent Yılmaz “fukara kebabı” der ciğer kebabına. “Bakmayın şimdi herkesin yediğine. Eskiden bu kebabı fukaralar pişirir fukaralar yerdi” diye de ekledi. Zengin evlerde “hayvan” kesilir amma nesi var nesi yok o gün pişirilmesi gerekir buzdolabı yok bir şey yok. Ciğeri ya kesene ya da mahalledeki “durumu olmayan” ailelere verilirdi. Alan fukara ne yapsın ya yağda kızartarak, yahnisini yaparak ya da kebap edip yerdi. Kasabın kestiği koyunun pahalı kısımını zengin ucuz kısmını sakatatını ise ancak fukara alabilirdi. Şimdi öyle mi? Değil elbet. Eskiden bu kadar Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı BasHaber Editörü: Yeter Polat BasNûçe Editörü: Rawin Stêrk Haber Merkezi: Cesim İlhan, Aziz Tekin, Özcan Şahin kere. “Açıklar mısın?” diye bakıyoruz yüzüne Aziz ustayı neden anlayamadığımızı bu kez de o anlamıyor. “Ağız tadı dedik ya anlamayacak ne var?” Hayda şimdi gel de çık bu işin içinden. Ağız tadı demek kendine hazırlıyor usta, kendisinin hoşuna giderse herkes sever, yani ustanın ağız tadı iyi ise herkese sever o kebabı. Ağız tadı eyi değilse ustanın bir iki sene yeller mangalı sonra bakar nanay iş olmuyor. Vınnn başka işe. Ağız tadından “millet anlar” iyi kebabı. Aziz usta ciğer kebabı affedersin “kola gibidir” diyor. Bir şok daha yaşıyoruz. Yine kebapçı Ezo’yu anlamıyoruz. Mesela “afedersini” neden kullandı yazarken bile anlayabilmiş değilim ama Amed’de lafa değil ana fikre bakmakta her zaman için fayda vardır. Devam ediyor Ezo: “Kola derken şunu diyorum yani “herkes sever.” Kola gibi Arap’ı da içse sever Rus’u da gavuru da. Yani bu Türkiye’de yaşayan herkes bu kebabı sever” diyor. Kafamız biraz daha karışıyor tabii ama “ana fikri” anladığımızdan eminiz. Bizim özetimiz şu; Ağız tadı iyi olan usta tutulur, kola gibi ciğer kebabını da her yiyen sever. Hızla topuk bize bu kadar karmaşa yeter. Biri değil hepsi filozof bu ciğerci esnafının az ilerde Remzi ustanın tezgâhı var Peygamber camiye karşı küçe başında. Oda başka bir âlem. Remzi başlıyor sıralamaya; “Usta temiz olacak. Gözü gönlü tok olacak. Müşterinin önüne koyduğu, domateste, sebzede ekmekte gözü kalmayacak… Yanında nefsik (milletin yediğinde gözü olan) eleman çalıştırmayacak.” Sonra soluklanıyor Remzi usta: “Abê bu işi herkes yapmaz yapamaz” diyor ve devam ediyor. İpsizi, sutalı, efendisi, turisti, talebesi, memuru, askeri, polesi hepsini idare edeceksin hepsinin dilinden anlayacaksın. Yoksa bizim Remo gibi olursun. “Remo’ya ne olmuş” diye soruyoruz. “Tezgahı benim karşımda kurardı yolun o tarafına.” Ee diyoruz, devam ediyor; “Huyu çok pisti, kaburgası kalındı” cevabını alıyoruz. Esnaflık yapamadı zabıtayla polisle kapıştı sürdüler onu buradan. Demek işin içinde zabıta da var. Var diyor usta burada hepimiz kaçak duruyoruz sadece bazılarımızın seyyar satıcılar odasına kaydımız var ama oda kâfi değil tabi. Kaçak durumdayız. Anlarsın ya zabıtasız olmaz bu iş. İlerliyoruz yol üzerinde daha çok tezgâh var. ciğer tüketimi yokken ciğer kebabıyla et kebabı arasında neredeyse yarı yarıya fark olurdu. Şimdi ciğer ”sosyete işi” olduğundan aradaki fark neredeyse yok olmuş. Yani eskinin fukara kebabı tüketimin artması ve seveninin bollaşmasıyla şimdilerde “sosyete kebabı” olmuş durumda. En ucuz tezgâhta bile 4 şiş kebap 8 tl (ki eskiden 5 şiş verirlerdi). Yani fakir çoğalmadı ama meraklısı çoğaldı. Biraz popülizm yapalım mı? Ne diyelim “fakirin lokması gene zenginin ağzında.” Niye mi? Evet çünkü onlar yemese ciğer bu kadar pahallı olmaz. Yani ciğerde sınıf farkı kalmamış. Ama bu da fukaranın işine yaramamış. İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin İdare Müdürü: Brusk Solduk Hukuk Danışmanı: Av.Hamiyet Çelebi Görsel Yönetmen: Anıl Aslı İncesu Tasasrım: Alp Tekin Babaç Tel: +90 212 243 27 79 Fax: +90 021 243 27 60 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik sok. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaa-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe gazetesinde yayınlanan haber, yazı, fotoğraf ve her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketine aittir. BasNûçe IŞİD’in Ortadoğu’da var olmasının, Kürdlere saldırmasının, Kürdler’e olumlu veya olumsuz etkisi var mıdır? Şimdi IŞİD’in yaptığına katliamlara baktığımız zaman kabul edilebilir bir durum değil; çoluk-çocuk, kadın, yaşlı herkesi öldürüyor, vahşet saçıyor. IŞİD Kürdlere ne kazandırdı dediğimiz zaman, başta insanlarını öldürüyor, bu büyük bir YAŞAM 13 SÖYLEŞİ BasHaber 09 -15 Ağustos 2014 BasHaber 12 İşin sırrı kişniş ve kuyruk yağı Saat ilerlemiş, bütün tezgâhlar kendi bölgesine yerleşmiş hepsi açılmış durumda. Oh memleket tam “duman altı” olma kıvamında. Gazi caddesinin birçok yerinde küme küme insanlar mangalları başında nasiplerini bekliyor. Müşterisi bol tezgâhlardan birine yaklaşıyoruz bizde kebabımızı söyleyip başlıyoruz diğer müşterileri deşmeye. Herkes sulanmış ağızlarıyla bir yandan mangalı gözleyip bir yandan da ustanın ustaca hareketlerini izliyor. Ustamızın adı Nuro, 11 yıldır tezgah açıyor 3 çocuğu var ve artık mesleğinde “üstad” olmuş. “İşin sırrı ne” diye soruyoruz. Anlatıyor. “Bu işin temeli ciğeri iyi seçeceksin lekeli olmayacak, diri olacak ve kuzu ciğeri olacak. Sonrası kendiliğinden gelir zarını sıyıracaksın diyor.” Ve devam ediyor: “Bizim ciğeri önceden terbiyelemeyeceksin ateşe atmadan hemen önce tuzunu biberini ekip kişnişini katacaksın. Sonrası sadece ağız tadı.” Eski bir Amedli olarak bence işin sırrını tam vermiyor. İşin bir sırrı kişnişte ise diğer sırrı da kuyruk yağında. Kebabın esas dermanı da o yağ çünkü ciğeri o yağ pişiriyor. Ha bir de sıralama da şöyle olacak bir tike ciğer bir tike yağ sonra bir tikke daha ciğer bir tikke daha yağ beş tikke ciğer ve dört tikke yağ ile lezzet hazır. O yüz den bir diğer adı da “penci goşt” kebabıdır. Otantik sıralama bu ama herkes kafasına göre takılıyor. Mangalın etrafına kümelenmiş müşteri kitlesinden iki kişinin konuşmaları dikkatimizi çekiyor buralı değiller. Soruyoruz “nerelisiniz” diye Hataylı olduklarını öğreniyoruz. “Biz yolcuyuz” diyorlar hastanelerde kullanılan otomatik kapı montajı işinde olduklarını ve Van’a, montaja gittiklerini belirtiyorlar.“Ciğer için yolumuzu değiştirdik şehre girdik” diyorlar. Halef Çerçi ve kalfası bu lezzeti 6 yıldır bildiklerini ekleyip “böyle ciğer ne Urfa’da ne de Antep’te var” diyorlar. “Urfa’nın ciğeri kuru ve taneleri küçük Antep in kebabın da ise yağ yok diyorlar. Biz buranınkini seviyoruz” deyip kebaba yumuluyorlar. Her biri 8 şiş ciğer yiyip yollarına devam edeceklermiş. Diyarbakır’da ciğer bir kültürdür, ağız tadıdır, geçim kaynağıdır, karın tokluğudur. Sakatatın bin türlüsü yapılır ama tezgâhlarda değişmiş tezgâhta yapılan. Ciğer, dalak, kaşhe, dalak dolması, perde ciğeri, koç yumurtası gibi kebapların yanında artık tavuk, köfte hatta kuşbaşı tamamen zengin işi kabaplar yapılmaya başlanmış. Yani fakir işi olmaktan çıkmış ciğer kebapçılığı. BasNewsMedya İBAN: TR90 0006400000110520941254 Türkiye İş Bankası/ Taksim Şubesi/İstanbul Hesap No: 1052 0941254 Abone Tel: +90 212 243 27 60 - 79 Adres: BasNews Medya Ltd. Şti. Meşelik Sok. No:22 D/3 Beyoğlu/İstanbul E-mail: basnewsturkce@yahoo.com Abone bedelini yukarıdaki formu doldurup adresimize yolladıktan sonra aboneliğiniz başlayacaktır. Abonelik Formu Ad Soyad:..................................... Adres:........................................... ...................................................... ...................................................... ...................................................... ...................................................... Tel:................................................ E-mail: ......................................... 6 Aylık 80 TL 1 Yıllık 160 TL 14 BasHaber SÖYLEŞİ 09 - 15 Ağustos14 2014 MEDYA İMC Genel Koordinatörü Eyüp Burç ‘Demokratik uygarlığın medya ayağıyız’ N eredeyse tamamının uzun süre MGK tarafından yönlendirilip yönetildiği Türkiye medyasında farklı bir ses ve soluk olan İMC İstanbul Eyüp’e bağlı Ayvansaray semtinde lüks bir iş merkezinde, tek stüdyo ve tek rejili bir ofiste, deyim yerindeyse tıkış tıkış bir ortamda yayınını sürdürüyor. Kanalın yayın politikası ve izlenme oranlarına ilişkin başarısı konusunda gazetemizin sorularını yanıtlayan Genel Koordinatörü Eyüp Burç, Türkiye’de rejimin uzun süredir kendisini bir değişime tabi tuttuğunu, bu değişimin medyada da kendisini dayattığını, İMC açısından bu durumun bir avantaj olduğunu söyledi. Burç, İMC’nin çoğulcu bir yayın politikası izlediğini ve aynı zamanda demokratik uygarlığın medyadaki temsilcisi olduğunu ifade etti. Burç şöyle konuştu: Türkiye bir bütün olarak değişim süreci yaşıyor. Sosyolojik, siyasi, Ortadoğu düzleminde konumsal olarak bir değişim geçiriyor. Türkiye’de olumlu yönde bir değişim ihtiyacı var. Bu 80 yıllık bir rejimin değişim sancılarıdır. Bu değişimi olumlu yönde değiştirmek isteyenler var, rejimin el değiştirmesi biçiminde değişmesini isteyenler de var. Dolayısıyla Türkiye’deki bu siyasal ve sosyal değişim medyaya da yansıyor. Medya bu değişimde sancılar çekiyor. Buna Türk medyası demek daha doğru olur, çünkü kendisini devletin ideolojik aygıtı haline getirmişti ve kendisini devletle özdeşleştirmişti. Çünkü Türklük üzerine inşa edilmiş bir rejimde medya ideolojik bir aygıt haline geldi. Şimdi yavaş yavaş Türkiye medyasından bahsetmek biraz mümkün. Bu da aslında, birazda İMC’nin çıkışıyla böyle bir boyuta doğru gitti. Daha demokratik Vücud ayetleri: Deq televizyonu olarak yola çıktık. Bêzar Bêwar bir Türkiye için değişimin medya ayağında da bir değişime ihtiyaç duyulduğu ortaya çıktı. AK Parti iktidarı ile birlikte çevredekilerin merkeze doğru gelişi bir demokratikleşme şiarıyla oldu. Seksen yıllık cumhuriyet sisteminin üzerine bir demokratikleşme şiarıyla geldiler. Ama görünen o ki sonunda kendileri de bu sistem değişikliği yerine, sistemin sahiplerinin değişimi problemini yaşadı. Medya’da da böyle bir durum söz konusu. Medya aracılığıyla Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekirken, aksine Türkiye’de rejimin el değiştirmesinin aygıtları haline getirildi ve ikiye bölündü, candaş ve yandaş medya diye. Ve biz statükocular ve statükonun el değiştiricileri gibi iki kesimle karşı karşıyayız Türkiyede. Bizde dedik ki Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekiyor ve bunun bütün aparatları ile değişmesi gerekiyor. Ve bizim açımızdan bu demokratikleşme Cumhuriyetin demokratikleşmesi süreciyle özdeşleşti. Bizde, Türkiye’nin demokratik medya ayağını oluşturmak, ve bilinen 80 yıllık aygıtsallaşmış medya anlayışına karşı, yeni demokratik ana akım medya hareketini başlatmak ve bunun gönüllüsü, ilk kurumsallaşması olmak istedik ve bu yola çıktık. Dolayısıyla bir ihtiyaca cevap olarak bu tavrımız tuttu. Medya manzarası ve rejimin üzerinden bir analiz yaparak, bazı ilkeler ortaya koyduklarını ve demokratik medyanın uyması gereken temel ilkeleri ortaya koyarak, yayın politikasını belirlediklerini aktaran Burç, “Bu ilkeler anti militarist bir dile sahip olmak, cinsiyetçi dilden ve anlayıştan uzak kalmak, milliyetçiliği reddetmek, tekçiliğe karşı çoğulculuğu savunmak, nefret söyleminden uzak durmak, toplumsal ekolojik hassasiyete sahip olmak gibi ilkeleridir. Bilginin gücünü bilen bir haber Ezilenlerin ekranı Türkiye’nin İstanbul merkezli medya sektörüne 2011 yılı 1 Mayıs’ında dahil olan İMC televizyonu, kısa süre içerisinde hem hitap ettiği yelpazeyi dikkat çekici bir şekilde genişletti ve hem de anlık haber konusunda kısıtlı imkanlara rağmen Türkiye’nin en iyi kanallarını geride bırakacak seviyeye geldi. İzlenme istatistiklerine göre Türkiye’nin en büyük ve en çok izlenen iki haber kanalıyla yarışan ve bazen onları da geçen İMC, yapılan anketlerde de en güvenilir medya organı olarak görülüyor. Yayına başladığı günlerde Türkiye medyasında isim yapmış birçok kişiyle yayın yapan ve sonrasında kendi kadrosunu oluşturan İMC, ülkenin ezilen, sömürülen, emekçi, işsiz, solcu, Kürd ve hak mağduriyetine uğrayan tüm kesimleri, tüm etnik grupları yayın politikası gereği yayın akışına ekleyerek dikkatleri üzerine çekiyor. Habercilik dili açısından Türkiye medyasında alışık olduğumuz militarist, ırkçı, ayrıştırıcı, erkek egemen ve kategorize eden jargon dışında bir habercilik ve televizyonculuk algısını yayınlarına yansıtan televizyon, teknik ve personel konusunda ciddi sıkıntılar yaşamasına rağmen, habercilik konusunda bir ‘klasik’ olma yolunda. Sendikal alandan, Kürd siyasetine, sol yelpazeden kadın mücadelesi veren kurumlara kadar bu güne kadar ekranlarda yer bulamayan kişi ve kesimleri sık sık yayına çıkaran kanal, bazı kesimlerce sadece Türkçe yayın yapması ve HDP siyasetine yakın durmasıyla da eleştiri alıyor. Şu anki çalışanlarının tamamı Türkiye’deki Kürd medyası geleneği ve solsosyalist kurumlarda mesleğe başlamış insanlardan oluşurken, haber kaynağı konusunda da zengin bir fihriste sahip. Türkiye’de yayın yapan ve Kürdlere dair her şeyi ‘terörist’ kavramı dahilinde görmeyen tek kanal olan İMC, aldığı eleştirilere ise önümüzdeki yıllarda yeni televizyon kanalları açarak cevap vermeyi planlıyor. Kanal yöneticileri İMC Kurdî, İMC Arabî vs. gibi projeleri hayata geçirmek için, var olan kanalı kurumsallaştırıp güçlendirmeye çalıştıklarını belirtiyor. Diyarbakır sermayesi daha yakın duruyor Finansman ve reklam verme konusunda İstanbul’daki Kürd sermayesinin biraz çekinceli davrandığını ancak Diyarbakır merkezli Kürd sermayesinin bu projeye dahil olup destek verme konusunda daha yakın durduğunu dile getiren Burç, televizyona ilişkin eleştirileri ve projelerini de şu şekilde cevapladı: Türkçe yayın yapmak dolaylı bir asimilasyonun parçası değil midir üzerinden eleştiriler alıyoruz. Biz demokratik Türkiye perspektifinin medya kurumlaşmasının içindeyiz, Türkiye’deki bütün mağdurların sesi olabilmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bizim ortak buluşabileceğimiz tek dil maalesef Türkçe. Yani Laz’ı Kürd’e anlatmak, Çerkez’i Boşnak’a anlatmak, kürdü Türk’e anlatmak için maalesef ortak bir dil haline gelmiş olan Türkçeyi kullanmak durumunda alıyoruz. İnançları ve kültürleri birbirine anlatmak Türkçe üzerinden mümkün oluyor. Tabii umarım ilerde İMC Kürdi, İMC Romani gibi kanlar da olur. Böyle bir derdimiz de var bizim bu ihtiyaçlarında farkındayız. Ama bizim ortaya çıkışımızda daha çok tanımak ve tanıtmak için yola çıktık. Çünkü bütün bu kültürler ve inançlar sistem tarafından birbirlerine çok fazla yabancılaştırılmış bir durumda. Bir yandan pratikte PKK’nin TV’si olduğu yönde bir eleştiri var öbür taraftan da sadece sizin bahsettiğiniz o demokratik kesim, HDP ve çevresine daha fazla yer veren karşıt görüşlere pek yer vermediğinize dair de eleştiriler var. Biz şöyle bir sloganla yola çıktık ‘’biz kimsenin televizyonu değiliz ama kimsesizde değiliz’’ çünkü büyük bir projenin ve değişim sürecinin aktörleri üzerinden bir kurgu yaptık. YAŞAM 15 SÖYLEŞİ BasHaber 09 - 15 Ağustos 2014 Dövme, bedene uyumlu bir boya maddesinin ömür boyu çıkmayacak biçimde derinin alt yüzeyine desenler halinde nakşediliş sanatıdır. Dövmenin, ilk ortaya çıktığı tarih hakkındaki bilgilere bakılırsa; on bin yıllara dayandıran da 500 yıllık diyen de var. Mezopotamya’da yüz yıllar öncesinde her kabilenin, her dinin, her sınıfın farklı dövmesi bulunurmuş. Dövme, düğüm, dak ve deq diye isimlenen bu kültür, dünyanın birçok coğrafyasında da görülmüştür. D Paşa İmrek eqin tarihi ile ilgili kesin bir tarih söylemek çok zor, çünkü on bin yıllara dayanıyor. Bazı kaynaklarda ise 500 yüz yıllık olduğu da söylenir. Kamış ve yaprak boyalarıyla yapılmış Mısır mumyalarındaki deqlerin M.Ö. 2000’li yıllara ait olduğu söylenmektedir. Mezopotamya’da on binlerce yıldan beri Kürdler ve Arapların yaşadığı coğrafyada yapılmaktadır. Kabile döneminde de deq geleneğine rastlandığı söylenir. Her kabilenin ayrı bir dövmesi, ve her kabilenin içindeki insanların yaptıkları işe göre dövm yaptırdığı, kabile reisinin dövmesi ayrı, işçilerin dövmesinin ayrı şekillerden oluştuğu söylenir. Bu feodalizmin gelişmesiyle aşiretlere ve dinlerde de görülmektedir. Her farklı dinin farklı simgeleri, ve her aşiretin farklı dövmeleri olduğuna dair kesin bilgiler bulunmaktadır. Günümüzde ise sadece yaşlı insanlarda olduğu görülmektedir. Gençlerde pek görülmemektedir. İngilizce’de “tattoo” diye yayılan isim, Türkçe’de “dövme, düğüm” Kürdçe’de “daq” veya “deq” diye isimlenen bu kültür, neredeyse tüm dünyaya yayılmıştır. Mısır mumyalarındaki dövmeler İÖ. 2 binli yıllara aittir. Hunların Pazırık Kurganlarında da dövmeler bulunmuştur. Antik Trak Kavmi, dövmeyi asalet nişanesi olarak kabul ederdi. Cezayirli gemiciler tarafından Osmanlı’ya yayılan dövmelerin, 17.yy da Yeniçeri bölüklerini simgelemek amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Pasifik bölgesinde (Amerika, Avustralya, Markiz, Samoa, Yeni Zelanda, Meksika Hawai, Burma, Tayland, Laos, Japonya) dövmecilik tekniği hayli gelişmiştir. Sibirya, Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika’nın önemli bir bölümü, dövmenin yaygın olduğu bölgelerden sayılır. Eskimolar, Çukçiler, Gurdenland ile İtalya’nın bazı yerlileri cilt altına bazı cisimleri gömerek yapılan dövme türüne rağbet ederler. Mağaralarda, duvarlarda ve mezarlarda da bu deq motiflerine rastlamak mümkündür. Mezarlarda dahi dövme motiflerine çok rastlanılmaktadır. Dövmeler; Şamanizm, Paganizm, Animizm, Saabilik, Taoizm, Budizm, Manihaizm ve Bahdini inançlarının derin izlerini içinde taşır. Dövme motifleri ve sembolleri aslında her biri birer hikayeyi, öyküyü ve geçmişin sırlı, mistik ve mitolojik değerleri anlatmaktadır. Dövme, bedene uyumlu bir boya maddesinin ömür boyu çıkmayacak biçimde derinin alt yüzeyine desenler halinde nakşediliş sanatıdır. Kürdistan’da deq işleyenler genellikle Romanların “Qereçî” diye bilinen kolundandır. Qereçiler, M.Ö 4 Y.Y’da Hindistan’ın Karaçi bölgesinden Kürdistan’a göçen ve yerleşik hayata geçemeyen Romanlardır. Daha çok dans, müzik aletleri çalma gibi alanlarda tanınırlar. Bu kişiler yöre halkını ücreti karşılığında dövmelerle donatırlar. Şimdilerde revaçta olmayan ama geçici ve baskı dövmelerle yer değiştiren bu kültürün halen genç erkekler tarafından işlendiği görülmüştür. Daha önce köylerde dolaşıp bu işi yapan Qereçîlere de pek rastlamak mümkün değil artık. Kız doğuran anne sütünden Dövmenin yapılışı ise; Dövme boyası hazırlanır, bu boyanın hammaddesi yeni doğum yapmış kadın (kız çocuğu dünyaya getirmiş) sütü, hayvan ödü, lambanın isi ve bazı katkı maddeleri karışımıyla elde edilir. Dövme vücudun hangi bölgesine işlenecekse ince bir çöple şekli çizilir. Daha sonra üç, beş, yedi veya dokuz iğne ile şeklin üstü saatlerce iğnelenir. Deri altına geçilip her tarafa işlenir. Sonra bir hafta boyunca iğnelenen vücuttaki bu bölgeler kabuk tutar. Kabuk iyileşip kalktıktan sonra dövme ya da dek dediğimiz şekil ortaya çıkar. Kürdistan’da yapılan kalıcı mavi dövmeler temelinde güzellik, soyluluk, hatta aşiret soyuna bağlılık olarak da tanımlanır. 50 yıl önce Urfa’da bir erkek bir kızla nişanlandığında erkek nişanlısına dövme parasını gönderip nişanlısının vücuduna dövmeler yaptırmasını isterdi. Dövme işini yapan erkeklere “deqak”, kadınlara ise “deqabe”, dövme yaptıran erkeğe “medquq”, kadınlara “medquqe” denilmektedir. Dudak deqi: Feminist tepki Kadınların çoğunda, alt çenelerinde dövme görülmektedir. Bunun anlamı da, cariye bir kadının bir erkek tarafından dudağının ısırılmasına tepki olarak tüm kadınlar alt dudaklarını dövme ile kapatmışlardır. Cariyeye sahip çıkma amacıyla dudaklarının maviye boyanması eyleminden sonra bu gelenek olağan hale gelmiştir. Böyle tepkisel bir eylem olduğu da söylenmektedir. Tarihin belki ilk feminist eylemidir de denebilir. Kadınların vücutlarına kazıttığı her motif, her figür sembolik şifrelerle doludur. Araştırmacılara göre, dövmelerdeki şekillerin tümü, bir bakıma ana tanrıçanın kutsanmasına dayanır. Hayat kaynağı annenin doğurganlığını, döl ve bereketini, ceninin gelişim evrelerini ve nihayet hayat ve ölümü simgeler. Deq yapmadaki amaçları da farklıdır. Kimisi büyüden, kem gözlerden korunmak için, kimisi yitirdiği sevdiğini bedeninde ölümsüzleştirmek için, kimi aşiretinin damgası niteliğini taşıdığı için, kimileri de mitolojik, dini süsü olduğu için vücuduna işler. Bazıları da güzellik için ve etkilenmek amacıyla yapmaktadır. Köyden veya komşusundan birinde gördüğü dövmeyi kendisinde de görmek istemişler.İnsan bedeninin çeşitli yerlerine işlenen dövme kutsal birer metin olarak tanımlanmaktadır. Bir abide anıtı ve yazıtı gibi günümüze kadar yaşatmaktadırlar. 15 Kahkaha atan Ermeni kadınlar tek başlarına tatile çıktıklarında SENNUR BAYBUĞA Gemi batarken,uçak düşerken ya da panik ya da afetin yarattığı bir ani durumda bildik bir cümle vardır; Önce kadınlar ve çocuklar.Ve savaşlarda da önce kadınlar ve çocuklar öldürülür. Kurtarma ve yok etme arzusunun erkekte ya da iktidara özgülenen her iki durumda kadınlar ve çocuklar üzerinde öncelenmesinin anlamını bilmiyorum, bilenler mutlaka vardır.Ama çok tanrılı dinler zamanından bu yana kadar sözün,lanetin ve ölümün kadınlar üzerinden tarif edilmesinde mutlaka yazanlarının erkek olmasının bir rolü olsa gerek. İki hafta evvel bülent arınç denen yılların kurt siyasetçisi kadın kahkahasını lanetleyen bir konuşma yaptı,memleketin tüm gülen kadınlarını ayağa kaldırdı bu yaz sıcağında.gülen kadın fotoğraflarından benim gibi bir asık suratlı insan bile yoruldu. Takiben, şeriki bir başka siyasetçi de yüzyıldır bu lain memleketin küfür sözlüğünde yazılı ,bir halkı anlatan kelimeyi yine sözlük anlamı ile kullanarak lanetli hafızalara hitapla sözüm ona seçmenini konsolide etti.Affedersiniz Ermeni diye bile iftira etmiş kendisine muhalifleri.Başbakanın ne söylediğinden çok ,ona Ermeni diye hakaret eden kalabalığın şimdi bu sözünü kınama yazıları döşenmesindeki tırtım iki yüzlülük nedir peki.Hadiyin canım diyesim var .Kıymeti olmasa bir canlı tv programında bu adam bu sözü etmezdi , acaba ne bok yedik de biz bu sözü kıymete değer hale getirdik diye düşünenimiz ne kadar az. ‘halkın’temsilcilerinden birinin;çıkıp da bizim hazmedemediğimiz bir söz söylediğinde özcesi;iki hafta bilemedin bir ay, o sözün ve sahibinin arkasına düşüp ,sözü sahibine küfretmenin bir vasıtası olarak kulllandıktan sonra unutup hayatımıza devam ediyoruz.Hayır bu değil,bir sözün arkasına düşmenin yolu sahibine sataşıp iki protesto ile yola devam etmek değil,olmaması gerekir.Sözü doğuran kültürü yaratan bu ülkede yaşayanlarla hiç mi derdimiz yok.Kürsüden söylenen sözün alkışçıları ile,o sözü dinlemek için alanlara giden insanlarla,o söze o kalabalıkların nasıl da iştahla ihtiyaç duyduğunu bilen adamlarla hiç mi derdimiz yok.Tek başına tatile giden hangi Ermeni kadın akşam yemeğinde kahkaha attığında,kaldığı otelin sahibi ve hiç de o sözün sahibi partiyi desteklemeyen adamın,o otelin müşterilerinin, o otelde konaklayan,kocasıyla çoluğu çocuğuyla konaklayan kadının o masaya nasıl bakacağından kimsenin haberi yok mu yani bu memlekette şimdi.O kadınların ve adamların fısır fısır aman da nasıl konuşacaklarını bilmeyeniniz var mı,yaşamayanınız var mı. Cinayete kurban giden genç kızların cenazelerine ,annelerinin ablalarının katılmadığı bir memlekette yaşıyoruz ve cenazeyi kaldıran on kadının, katil erkeğe küfrünün bir kıymetinin yarına taşınmadığı ortada.Alışk anlıklarımızda,yaşadıklarımızda ve edindiklerimizde bir sorun var bizim.Bu sorunu ancak terapi ile çözebileceğimizi düşünüyorum,tümümüz evet o lanet hastalığına tutulmuş durumdayız. Yaz sıcağında seçim çalışmaları yaparken giyeceği bluzun kısa kolunun boyunu ölçen özgür kadınların ülkesinde,bu yaratılan değere itiraz etmek değil de kurala uyarak yürümek kolaylığına kaçan bu kadın-erkeklerin ülkesinde bülent arınç kim ki erdoğan kim ki.Ne kadar yeri yakarlar ne kadar cana dokunurlar. Ve gülmeyen yüzü hiç gülmeyecek olan Ermeni kadınların da olduğu bir ülkede,gülme eyleminden her bahsedildiğinde aklıma sevgili Ani Balıkçı’nın geldiği bu ülkede , sevgili kadınlar ve onların doğurduğu büyüyüp adam olmuş sevgili erkekler; keşke tüm Ermeni kadınların gülerek tatile çıkabildiği bir ülke yaratmaya gücümüz olsa,niyetimiz olsa.Önce kadınları çocukları değil tümümüzü birden kurtarmanın bir yolunu bulsak,kendi doktorumuzu bulsak.Ve bir gün sevgili Ani Balıkçı’nın bile yüzünün güldüğü bir ülke olabilsek…ah olabilsek.. 16 MÜZİK BasHaber SÖYLEŞİ 09 - 15 Ağustos16 2014 Yalda Abbasi: Diyarbakır ve Dersim’de çok heyecanlandım Mehmet Engin Dicle-Fırat Kültür Sanat Derneği tarafından düzenlenen konserde Türkiye Kürdistanı’ndaki dinleyicileriyle buluşan Abbasi, Rojhilat Kürdlerinin müzikteki gizemli kapılarını Diyarbakırlılara açtı adeta. Abbasi konseri sonrasında gazetemizin sorularını yanıtlayarak, Türkiye’de konser vermekten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Her ezgisinde yaşanmış bir trajedi olduğunu ve asla coşturmak gibi bir derdinin olmadığını aktaran Abbasi, amacının her zaman Kürd müziğini dünyaya tanıtmak olduğunu söyledi. Sesi kadar mütevaziliğiyle de dikkat çeken Abbasi ile geçmişini, müzik hayatını, Türkiye’deki Kürdlere bakış açısı ve hedeflerine ilişkin söyleştik. Öncelikle Horosan Kürdleri ve kendi geçmişinizden bahseder misiniz? Osmanlı döneminde meydana gelen Çaldıran savaşının ardından atalarımız Horasan’a göç etmişler. Horasanlı Kürdlerin tümü geçmişte yaşanan olaylardan dolayı buraya göç ettirildi. Ankara’da nasıl ki Kürd köyü varsa, İran Horasan’nındaki Kürdler de aynı şekilde göç ettirilmiştir. O dönem Kazakların istilası sırasında Horasanlı Kürdlerin çok ciddi bir direnişi oldu, bu sayede İran düşmedi. Çünkü saldırılara karşı atalarımız ciddi bir mücadele verdi. Başarılarımızdan dolayı Şah Tahmaz atalarımıza ‘Siz büyük bir başarı elde ettiniz, benden ne dilerseniz onu vereceğim’ demişti. Atalarımız da o dönem Horasan’ı istemiştir. Bizler de yıllardır o topraklarda yaşıyoruz. Bütün parçaların yaşanmış bir hikayesi var ezgilerinizde genelde yaşanmış trajedileri, hikayeleri görüyoruz. Bu müzikal çalışmalarınızda size ne getiriyor ya da götürüyor? Seslendirdiğim parçaların çoğu evet yaşanmış olaylardan derlenmiştir. Ancak hepsi değil. Halk ezgileri ile müzik yapıyoruz. Horasan müziği çok eskilere dayanıyor. Her bir şarkının tarihi o ilçenin tarihi ile yaşıttır. Bizim müziğimiz oyun havası değil, show müziği değil. Seslendirdiğimiz şarkının gerçek bir hikayesi var. Şarkılarda geçmişte Özbeklere karşı kendimizi korurken yaşanan olaylar anlatılıyor, ya da orada vurulan bir kişi ile ilgilidir. Hepsinin gerçek ve acılı bir hayat hikayesi var. Bu nedenle şarkılarda coşturan değil, hüzünlendiren bir tarzımız var. Bu şarkılar daha çok o dönem insanlarının yaşamış olduğu acılara dönüktür. Çatışmalarda erkeklerimiz o FOTOLAR: MEHMET MASUM SÜER kadar çok ölmüştü ki, çobanlığı kadınlar yapıyordu. Melodiler daha çok annenin yüreğinden kopan acı ve feryattır. O anki hislerle dile getirilen ezgilerdir. Tüm parçalarımızın orijinal hallerini bozmadan seslendiriyoruz. Onları kirletmeden ve farklı bir tarza sokma niyetimiz de yok. Bu nedenle kimseyi coşturma gibi bir derdimiz yok, tarzımızı bozmayacağız. Düğün şarkılarımız bile insanları coşturacak tarzda değil, onlar bile ağır kalıyor. İnsanlar birçok yerde kendilerini oynatacak müziği seviyorlar, biz de bunun farkındayız. Ama bizim müziğimiz bu değil. Coşku üzerinden müzik yapmıyoruz. ‘Porê Dayîka min Sor e’parçasına yer vereceğim’ Türkiye Kürdleriyle ilk tanışmanızdı buradaki konserleriniz. Neler hissettiniz, neler düşündünüz? Türkiye’de ilk kez konser verdiğim için hem çok heyecanlıyım, hem de çok mutluyum. Parçalar birbirinden kopuk olunca insanların tanışması da geç oluyor. Bu bir tanışmaydı benim için. Böyle algılıyorum ama bundan sonra da bu tarafa dönük olacağım. Bir sonraki albümümde Türkiye Kürdlerinin müziklerine de yer vermek istiyorum. Buradan bazı şarkıları okumak istiyorum. Bu yönde çalışmalarım olacak. Hatta ‘Porê Dayîka min Sor e’ isimli bir parça var Kuzey Kürdlerinin, onu albümümde okumak istiyorum. Konserde çok heyecanlandım Kuzey Kürdistan’da icra edilen müziğe ilişkin neler düşünüyorsunuz? Türkiye’de yaşayan Kürdlerinin kendi müzik tarzına karşı ciddi bir ilgisinin olduğunu biliyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Bize karşı bir dinleyici kesimin olduğunu ve teveccüh gösterdiğinin farkındayız. Türkiye’de ilk kez Diyarbakır’da konser verdim, bundan dolayı da çok heyecanlıydım. İlk kez bu kadar heyecanlandım. Kendi kültürüm ve dilimle aynı olan bir coğrafya’ya geldiğim için çok mutlu oldum. Bu imkanı sağlayan belediye ve ilgili kurumlara teşekkür ediyorum. Genel olarak ilgi ve alakadan memnun kaldım. Burada yapılan müziği tamamıyla takip etmek zor ancak çok iyi işlerin yapıldığını biliyor ve dinliyorum. Elbette ki modernizasyon adı altında yapılan bazı yanlış uygulamalar var ama Kürdistan’ın her karışı muazzam bir kaynak ve müzik malzemesiyle dolu. Özellikle ‘Lê Yarê’ isimli ezgisiyle sesindeki duruluğu dünyaya duyuran Horosan Kürdlerinden Yalda Abbasi, yaptığı müzik ve tarzıyla Kürd Müziğinin ‘prensesi’ olarak tanımlansa yeridir. Zira Abbasi gerek müzikal alt yapısındaki Kürdi ustalık ve otantik enstrümanların sesiyle bir armoni halinde yol alması sayesinde, Kürd müziğindeki derin huşuyu dinleyiciye taşıyor. Yalda Abbasi Türkiye’de ilk kez geçtiğimiz günlerde Dersim Festivali kapsamında sahne almış ve ardından da Diyarbakır’da bir konser vermişti. Abbasi’yi büyük bir kalabalık ilgi ile dinledi. ‘Halk ozanlarının yanında bu işi öğrendim’ Müzikle tanışmanız ve Horasan’da icra edilen müziğe ilişkin bilgi verebilir misiniz? Amacım Kürd kültür ve müziğini dünyaya tanıtmak. Çalışmalarım da yaşama sevincim de bu yönde. Horasanın kendine has bir Kürdçesi var. Buraya çok yakın. Müzik anlamında Horasanda konservatuar ya da müzik üzerine çalışan özel bir kurum yok. Öğrendiğim müzik medrese tarzında. Medrese zemininde yetişen ve bu anlamda icraatta bulunan insanların etkisini fazlasıyla hissediyorum. Halk ozanlarının yanında büyüdüm ve onların sayesinde buralara geldim. 11 yaşından beri onlarla birlikte çalışıyorum. İtalya’da bunun eğitimini almak istiyorum. Eğitimimi tamamladıktan sonra yine Horasan ağırlıklı müzik çalışmalarım sürecek. Bugüne kadar iki albüm hazırladım, şu an üçüncü albüme hazırlık yapıyorum. Kısa zamanda o da çıkacak. Bu albümde bölgemizin insanlarının acılarını anlatan, işleyen ezgiler olacak.
Benzer belgeler
13.09.2014
Hoşyar Zebari, ABD’nin, yeni hükümetin farklı olacağı konusunda garanti verdiğini söyledi. Zebari, Süleymaniye’de yapılan toplantının ardından yaptığı açıklamada, “Eğer 3 ay içinde Bağdat’tan somut...
Detaylı