m ve n kapak son son
Transkript
m ve n kapak son son
n ae ızl r ım ıla az atç r Ay biy ; şhu de ler ile f ı me e e en n lı , şay ir v ile efa Şa ilg r Pa e k zV ço zenf ya Ga falı u, A Ve old Burada yağmur yağıyor, ama nerede burayla Kerkük'ün o her yeri hüzün, her yeri Hoyrat dolduran yağmuru. Yağmur anlamını, yağmur yağmurluğunu ancak Musalla'da, Kale'de, Korya'da Hasa'da, yaşar. O yakada yağmur sevinerek düşer gök yüzünden rahmet rahbir Bu hususta yetişen çok değerli aydınlarımız olduğuna inanmıyorum. MEHMET ÖMER KAZANCI Bağdat Gecenin sürprizi Nesrin Erbil idi. Gelmişti, ilk olarak gördüm. Cenevre NUSRET MERDAN üz er- ve eye- ltür iyor y r d Bi r Az şair ığı h lı kü lık e d a n ı l l n ı a d ka ycan kat ayc aşka b n b a b zarı zer nı ya te, A baka du. Bu hususta yetişen çok değerli aydınlarımız olduğuna inanmıyorum. Evet bir Türkmen çağdaş şiiri yaratılmıştır ve bu özü, tadı dünya şiirine bir şiirin boyutu, çağdaş şiirine bir sıcaklık, tat, Irak birliktelik duygusu bir Sevdiklerimizin büyük bölümü ölmezlik yollarını boyladılar. Bunlar arasında en çok özlediğim kuşkusuz ki, "El-mütenebbi" çarşısında kitap satıcılarının giderek artan naraları arasında tur atarken, Yaşar Kemal'den, Dilmen Güngür'den çevirdiğin eserler satışa arz edilen kitaplar arasında bulunduğunu görüyordum. Bir satıcıda "Essafiha/ Teneke" kitabını yerden kaldırarak, söyle içeriğinden göz ﻛﺘﺎبgeçirirken " ﻣﻤﺘﺎز ﯾﺴﻮه واﺣﺪ ﯾﻘﺮاه " diyordu satıcı. Oysa sen, sayfalar arasından acı acı bakıyor, kucaklaşmak için kollarını açarak davranıyor Artık gurbet benim soyadım olmuştur. Dostluksuzlar da kaderim. Ve artık tamamen inanmaktayım ki, güzellikler hep Mehmet Ömer Kazancı'nın, Hamza Hamamcıoğlu'nun, Behçet Gamgin'in, Kahtan Hürmüzlü'nün, Mevlüt Kayacı'nın olduğu yakada kaldı. NUSRET MERDAN & MEHMET ÖMER KAZANCI Arasında Karşılıklı Mektuplaşmalar (1996-2004) HÜZÜN MARTILARI NUSRET MERDAN & MEHMET ÖMER KAZANCI NUSRET MERDAN ve MEHMET ÖMER KAZANCI Arasında Karşılıklı Mektuplaşmalar (1996–2004) Kapak tasarımı: Kazancı Birinci baskı Irak – Kerkük 2010 KARŞILIKLI MEKTUPLAŞMALAR (1996–2004) 2 elektrik kesintisi ve yakıt yetersizliği yüzünden tek aydınlatılması ve ısıtılması mümkün olan bir odaya sığınmışız. Çocuklar yataklarında, sarıldıkları çarşafların altından başlarını uzatarak bizleri dinliyorlar. Her şeyden söz ediyoruz, sudan köpükten havadan. Edebiyatımızı geliştirmek için ortaklaşa yapmasını düşündüğümüz yarıda kalan projelerden. Ömrümüzü verdiğimiz davamızın, elde edemediğimiz sonuçlarından. Tüm acı ve mutlu yönleriyle, geçmişten. Karanlıktan karanlığa, meçhulden meçhule yuvarlanan gelecekten, Ülkenin bağrına saplanan hançerin kanayan yaralarından ve bu yaraların nasıl, ne zaman sağlanabileceğinden. Çocuklarımızı bekleyen kara günlerden, gurbetten, ayrılıktan, tekrar görüşmenin necip olup olmayacağından. Bütün bunlar ve bezerlerini konuşa konuşa saat iki geceyi bulmuştu. İkinci gün Erbil'den Kerkük'e ayrılmak üzere Nusret'le birbirimize sarılırken, elime bir mektup sıkıştırmıştı. Dün söyleyemediklerimi bu mektupta bulursun diyordu. Merakla cebime soktuğun o mektubu yolda özenle açarak okumaya başlamıştım: "Sevgili dostum: Çılgın, deli bir nehrin akışı bizi alıp götürdüğüne göre, belki bizim için bir yarın yok artık. Dostluğumuzun ölümsüzlüğünde hep sıcak yaşayan anılar kalacak. Bizi bütünleyen şiir, öykü velhasıl namuslu, ilke sahibi, tutumu ve kişiliği olan sözcükler değil mi? Şiir, öykü, namuslu sözcükler var oldukça, nerede olursak olalım, bizi hep birleştirecek, hep bütünleştirecek dostum. Nerede olursak olalım, yazdıklarımız hep Kerkük deyişimiz gibi, yürek dolusu olacak. Hep söylerim: sen süresini dolduran yazar ve şairlere alkış tutmadın, çiçek sunmadın, hep hançer üstünde yürüdün yiğitçe, kıskançları, kinleri düşmanlıkları göze alarak. Mehmet Ömer Kazancı örneği kaç yazar var bizde? Bunu seni kıskananlara sormak gerek. ŞAFAK'ın şiir 4 Önsöz Tarih: 17.1.1992: ikinci körfez savaşı başlıyor. Kısa bir süre sonra Erbil, Kürt milislerin eline geçiyor. Erbil'de bir hercümerç var. Tarih: 16.1.1993: isteğimle atandığım Bağdat Üniversitesinde çalışmak üzere Bağdat'a göç etmek için ev eşyalarımızı iki kamyona yüklüyoruz. Yanımızda Nusret Merdan, eşi ve çocukları da var. Hem yardım eli uzatmaya hem de vedalaşmaya gelmişlerdir. Bu vedalaşma Nusret Merdan ile beni pek fazla sıkmıyor, yakın bir zamanda tekrar Erbil'de görüşeceğimizi bildiğimiz için. Tarih: 12.2.1993: Erbil'deyim yine. Yönetmenliğini yaptığım yüksek lisans öğrencilerimden biri tezini savunacak. Yanında olmam gerekçesi Erbil'deyim. Nusret Merdan'ın evine iki gün iki gece konuk oluyorum. Nusret, eşi Selma, çocukları ve ben, 3 muz rahmetli İsmet Özcan oluşturuyordu. 16.1.1993 tarihine kadar devam eden komşuluğumuzda her şeyimizi birbirimizle paylaşmıştık, ekmeği, suyu, tuzu, sevinçleri, mutlulukları, acıları, dertleri, hüzünler. Çoğu zaman rahmetli Özcan'ın da katıldığı sürekli görüşmelerimizde, kendi kişisel dertlerimizden çok, davamızı, geleceğimizi konuşmaktaydık. Yaşadığımız o zamanki ağır şartlar altında, kültürümüz yoluyla varlığımızı en iyi bir şekilde koruyabileceğimize inanmaktaydık. Dolayısıyla kültürümüze dört kolla sarılmıştık. Tüm güzellikleriyle kültürümüzü, layık olduğu kadar yayabilmek, en uzak yerlere ulaştırabilmek için elden gelen her çabayı harcamaktan geri kalmıyorduk. Bu konuda fikirler, projeler üretiyor, mümkün olanını uygulamaya çalışıyorduk. Kendi hesabımıza bastırdığımız ŞAFAK kitabimiz, içerdiği edebi bildirisiyle üstüne imzamızı attığımız bu projelerden birisiydi. Ancak kaderin bizler için neler sakladığından tam habersizdik. İkinci körfez savasından sonra yollarımız ayrıldı. Ben Bağdat'a atandım. Nusret ise gurbet trenine binerek, uğraktan uğrağa, duraktan durağa, en son, ailesiyle birlikte mülteci olarak Cenevre'ye sığındı. Üç yıl kadar hummalı bir arayıştan sonra, 1996 yılında birbirimizin adresini öğrenerek, tekrar birbirimizi bulmuştuk. O tarihten itibaren 2004 yılına kadar karşılıklı olarak yazıştığımız mektupların sayısı 23 mektuba varmıştı. Ancak birbirimizi yüz yüze görmek, birbirimizi tekrar birbirimizin bağrıma basmak fırsatı, İstanbul'da gerçekleşen ikinci Türkmen Basın Kurultayında ele geçmişti. O kurultayda, ayrılık yıllarının hasret ve özlemlerini giderirken, seksenli yıllarda kültürümüz için düşündüğümüz projeleri yeniden hayata geçirme yollarını görüşüyorduk. Karşılıklı olarak yazıştığımız bu mektupların da yeri vardı o görüşmelerde. KERKÜK'TA GÜL ZAMANI projesini bitirip yayına verdikten sonra HÜZÜN MARTILARI diye adlandırdığımız, mektuplarımızı içeren elinizdeki bu projesinin sırası gelmişti artık. 6 ve bildirisiyle, ŞAFAK'çıların yiğit, namuslu şiir uğruna verdikleri mücadele bir çağdaşlık savaşıdır. Kim ne derse desin, ŞAFAK'ın getirdiği çağdaşlık savaşı yaşayacak. Sevgili dostum: ayrılsak da, namuslu şiir ve öykülerde hep beraberiz. İnan ki, çok uzaklarda olsak bile bu başa belalı kalplerimiz hep aynı güzellikler için çarpacak, aynı güzellikler için savaşını verecek. Sen edebiyatımızda bir gerçek olduğun kadar, benim yaşamımda ve dostluğumda da hep bir gerçek, belki de gerçeklerin en güzeli olarak kalacaksın sevgili dostum... Nusret Merdan" Şevki kalbimin derinliklerine vuran coşkun duygularla örülü bu satırları okurken, gözyaşlarımı tutamadan, kafamın rotasını geçmişlere çevirdim. Aklıma ilk gelen Nusret Merdan ile ilk tanışmamız oldu. Uzun bir müddet yazı ve şiirlerini yayın organlarımızdan beğeniyle takip ettiğim Nusret Merdan'ın Erbil Üniversitesi, İdare ve İktisat Fakültesinde tayin olduğunu, bizimle Ziraat fakültesinde yine öğretim üyesi olarak çalışan değerli dostumuz Dr. Ali İhsan Nakip'ten öğrenmiştim. Galiba 1986 yılı Şubat ayının, güneşi dörtte dört olan bir günü idi. Oturduğumuz Eski Kelek'ten arabama atlayarak Nusret ile tanışmak üzere yola çıkmıştım. Yarım saat sonra Erbil'de İdare ve İktisat fakültesinin koridorlarında Nusret'i arıyordum. Bölüm başkanı ofisinde bulmuştum. Erbil'de birbirimizden ayrılırken nasıl birbirimize sıcak sıcak sarıldık ise, yine öyle, birbirimizi yıllardır tanıyoruz gibi birbirimize uzun uzun sarılmıştık. Orada başlayan dostluğumuzu her geçen gün bir az daha pekiştirmiştik. Aynı yıl Ziraat fakültesinin iptal edilmesiyle Fen Fakültesine atanıp, Nusret'gillere komşu olarak Erbil'de yerleşmemiz, dostluğumuzu ailece de geliştirmemize fırsat sağlamıştı. İki aile içerisinde her kes kendine özgü bir dost bulmuştu. Eşim Semra Nusret'in eşi Selma'yı, çocuklarım Nimet, Ülfet ve Mustafa, Nusret'in çocukları Sümer, Fırat, Ozan ve Yağmur'u bulmuşlardı. Bu dostluğun önemli bir kutbunu, o tarihlerde Erbil'de memur olarak çalışan can dostu5 Dr. Nusret Merdan 1948 yılında Kerkük’te gözlerini dünyaya açtı. Ankara Üniversitesi, Yönetim ve Ekonomide yüksek lisansını tamamladı. Erbil’de, Selahattin Üniversitesinde 10 yıl kadar öğretim üyeliğinde bulundu. 1993 yılından İsviçre’nin Cenevre şehrinde yaşamaktadır. 2008 yılında Lahey Basın ve Medya Üniversitesi, Basın Fakültesinden Doktora diplomasına layık görüldü. Erken yaşta edebiyat hayatına atılan Dr. Nusret Merdan, öykü, şiir, tiyatro-oyun, çevri, deneme, eleştiri gibi çeşitli edebiyat türlerinde Türkçe ve Arapça yazılarını hem yerel hem de dünya yayın organlarında yayımladı. Günümüze kadar imzasını üstüne atmığı basılan eserleri şunlardır: 1-KUŞLARLA DOSTLUK-şiirler-Bağdat-1983 2– GÜN AYDIN GECE-öyküler-Bağdat-1986 3-BALIK SUDA YAN GİDER-deneme-eleştiri-Bağdat-1989 4-ŞAFAK-şiirler ( Mehmet Ömer Kazancı ve İsmet Özcan ile ortaklı)-Kerkük-1990. 5-BİR ÖLMEK YETMEZ-şiirler-Kerkük-2003 6-HÜZÜNLER GURBETTE BÜYÜR-şiirler-Erbil-2004 7-CANLI MAYMUN LOKANDASI–oyun-Güngür Dilmen’dan çevri-Kuveyt– 1989. 8-TENEKE ve YILANI ÖLDÜRSELER– roman-Yaşar Kemal’den çevri-Bağdat-1990 9-BOĞAZKESEN-Roman-Nedim Gürsel’den Çevri-Almanya-2001 10-MUTLU RÜYALAR MEYHANESİ-Arapça öyküler-Avusturya –2003 11-KERKÜK’TE BİR SOKAK-Arapça öyküler-Mısır-2008 12-KERKÜK’TE GÜL ZAMANI-Arapça-Türkmen öykü antolojisi(Mehmet Ömer Kazancı ile ortaklaşa)-Bağdat 2009 Ayrıca, 1992 yılında Kerkük'te İko adında bir oyunu sahneleştirildi. Türkiye’de Kültür Bakanlığının çıkardığı Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi'nde ve Türkmenistan'da, Türkmen yazarı Oraz Yağmur'un, hazırladığı Türk Dünyası Şiiri adlı kitabında Şiirlerine yer verilmiştir. Boston Üniversitesinin bastırdığı; Çağdaş Irak Hikâye Antolojisi kitabında bazı hikâyeleri İngilizceye çevrilmiştir. Uzun bir süre SÜMER dergisini tek başına hazırlayarak editörlüğünü yaptı. Halen Cenevre’den Alturkmani sitesini yönetmektedir. Türkmen Basın kurultayı üyesidir. 8 Mektuplar yazılırken, eller vicdanlar üzerinde, tüm etkilerden uzak olarak yazılığı için, amaçlarına göre, insanların gerçeklerini, geçek yüzlerini, düşüncelerini, düşünüş tarzlarını, dünya görüşlerini, yaşam anlayışlarını, davaya bağlılıklarını, yansıtan en anlamlı, en önemli belgelerdir. Nusret ile yazışırken, yaşanılan acılardan, çekilen çilelerden, karşılaşılan felaketlerden, kalemlerimizin yettiği kadar kimi betimler verirken, gerek edebiyatımız ve kültürümüz, gerekse de davamız ile ilgi çok önemli, hatta tarihsel değer taşıyan kimi konuların üzerine, bazen dolaylı, bazen de doğrudan doğruya eğiliyor, yani yaşadığımız günlerin tüm zorlukları, acı ve mutluluklarının panoramasını çiziyorduk. Elbette ki bunları, günlerin birinde okurlarımızın önüne koyacağımızı düşünerek yapmıyorduk. Birbirinin yaşamında gerçek dostlar olarak, birbirine inanan, güvenen iki kalem kardeşi olarak, birbirimizi bilgilendirmek, birbirimizi avundurmak, teselli etmek amacıyla yapıyorduk. Mektuplardan, daha sonra göz geçirirken, kültürümüz, edebiyatımız ve davamız açısından önemli belgeler olduğunu görünce, kişisel sınırları aşması, bütün toplumca okunması gerektiğinin farkına vararak, yayına dünyasına sunmayı kararlaştırdık. İşte 1996 ile 2004 yılları arasında karşılıklı olarak birbirimize kıtalar, denizler üzerinden uçurduğumuz HÜZÜN MARTILARI'nı karşınıza çıkarıyor, geri kalanını takdirinize bırakıyoruz. Saygılarımızla. Kazancı 7 Dr. Mehmet Ömer Kazancı 1952 yılında Kerkük'te doğdu. İlk-orta ve liseyi Kerkük'te bitirdikten sonra 1971 yılında alındığı Bağdat Üniversitesi, Ziraat Fakültesinden 1975 yılında mezun oldu. 1978 yılında Yüksek Lisan öğrenimini tamamladı. Bir ara Süleymaniye, daha sora Erbil Üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1993 yılında Bağdat Üniversitesine atandı. Burada Doktorasını yaptı. Şimdi Bağdat Ziraat Fakültesinin Biyoteknoloji ve Genetik Mühendisliği kürsüsünde Prof. derecesiyle öğretim üyesi olarak çalışmasını sürdürmektedir. Ülkede çıkan tüm Türkçe gazete ve dergilerde, gerek şiir, gerek öykü, gerekse de eleştiri-araştırma alanlarında yüzlerce yazıları yayımlanmıştır. Bunların bir bölümünü aşağıda adları verilen kitaplarda toplamış bulunuyor: 1-SANA DOĞRU- şiirler– Bağdat-1979. 2-ŞARKICA KONUŞMAK-şiirler-Bağdat- 1984. 3-CAM ARDINDAN BİR ÖPÜŞ-öyküler– Bağdat-1987. 4-İNCİ ÜSTÜNE İNCİ-şiir eleştirileri.-Bağdat-1990. 5-ŞAFAK-şiirler ( Nusret Merdan ve İsmet Özcan ile ortaklı)Kerkük-1990. 6-TÜRKMEN ÖYKÜCÜLÜĞÜ-konuşmalar ve örnekler-Bağdat1994. 7-BİR ÖMÜR YETMİYOR Kİ-şiirler-Kerkük-2003. 8-ÖLÜME ZAMAN ERKEN-İsmet Özcan’ın yaşamı ve şiirleri– Erbil-2005. 9-NASRETTİN HOCA KERKÜK’TE-öyküler– Bağdat-2007. 10-TÜRKMEN ÖYKÜCÜLÜĞÜ-araştırma– Bağdat-2007 11– ATEŞ ÇEMBERİ-şiirler-Azerbaycan-2008 12-KIVILCIM-deneme ve eleştiri-İstanbul-2008 13-TÜRKMEN EDEBİYATINDA İLK ÖYKÜ: Mübarezeyi Aşk.İnceleme-İstanbul-2009 14-KERKÜK’TE GÜL ZAMANI-Arapça-öykü antolojisi-(Nusret Merdan ile ortaklaşa)-Bağdat 2009 Ayrıca Türkmen Kardeşlik Ocağı (TKO) yönetim kurulu başkanı, Kardeşlik dergisi ile Şafak gazetesi genel yayın yönetmeni, Irak Üniversite Hocaları Derneğinin yönetim kurulu, Türkmen Edebiyatçılar ve Irak Edebiyatçılar Birliklerinin üyesidir. 10 9 13- Cenevre: 27.8.1999 14- Bağdat: 15.3.2000 15- Cenevre: 28.5.2000 16- Bağdat: 16.7.2000 17- Cenevre: 10.8.2000 (Arapça) 18- Cenevre: 9.4.2001 19- Bağdat: 2.7.2001 20- Cenevre: 29.10.2001 21- Bağdat:23.2.2002 22- Bağdat: 26.8.2002 23- Bağdat: 16.6.2004 Tarihleriyle Mektuplar 1- Bağdat: 9.4.1996 2- Merlon: 2.6.1996 3- Bağdat: 29.6.1996 4- Cenevre: 23.8.1996 5- Cenevre: 31.12.1996 6- Bağdat: 8.2.1997 7- Cenevre: 25.3.1997 8- Bağdat: 17.6.1997 9- Cenevre: 10.11.1997 10- Cenevre: 14.12.1998 11- Bağdat:25.3.1999 12- Bağdat: 7.8.1999 12 11 14 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı yandan. Okul çalışmaları dedim, bu yıl doktora tezime başladım. Tüm zamanımı bu işe ayırmış bulunuyorum. Kerkük'e bile gedişim azalmıştır. Zaten oraya gitmek için çok önemli bir neden de yok ortalıkta. Kerkük'te bir Hamza Hamamcıoğlu kalmıştır, başvurulacak dostlar arasında. Diğerleri, hep geçmişte olduğu gibi dedikodularla meşgul, Hamamcıoğlu ise şansızlığıyla, bizim gibi. Kerkük'ü seviyorum, çünkü o vardır içinde. Dostlarımız zamanla azalıyor. Sevdiklerimizin büyük bir bölümü ölmezlik yollarını boyladılar. Bunlar arasında en çok özlediğim kuşkusuz ki, İsmet Özcan. Son günlerini kanser ile boğuşarak, acımasızca mücadele vererek yaşadı. Bağdat'a kaldırıldığı günler, hep yanındaydım. Uzun uzun sohbetler ediyorduk onunla her ziyaretimde. Sözlerimizin arasında sen de vardın hep. Dilimizden düşmüyordun. Hep, sen de keşke aramızda olsaydın diye iç geçiriyorduk. İsmet Özcan'ın göç etmesi kimsesizliğimi o kadar çoğalttı ki, o kadar yalnızlığımı artırdı ki, bu gün bile aynı kimsesizliği, aynı yalnızlığı yaşamaktayım. İsmet için, son gönlerinde bir şiir yazdım. Hastanede, yalnız ikimizin bulunduğu iki saatçe süren bir görüşmede, başıucunda okudum kendisine. Kulak kesilerek dinliyordu. Gözyaşları içinde okuyordum, gözyaşları içinde dinliyordu. Kırkının üstünde iki erkek, hüngür hüngür ağlıyorduk. Ayrılık günlerinin, Özcan'ın yatmış olduğu odanın kapısına kadar gelip çattığını biliyor, ondan ağlıyorduk. Ancak ben kendimi toparlıyordum ara sıra, okuduğum şiirle avundurmaya çalışıyordum Özcan'ı: Elin yüzün yerindedir İsmet Özcan Kalbin hala yerinde Kolun hala kılıç senin Göksün hala çelik kalkan Öfken bıçak Kalk, kav ol çak 13 Hüzün Martıları (1) Bağdat: 9. 4. 1996 Değerli dostum Can dostum, ciğer dostum Sayın Nusret Merdan Aradan uzun, çok uzun yıllar geçmiş oluyor. Adresinizi ele geçirince, deli deli kaleme sarıldım. Ancak ne yazacağımı bilmiyor, bilemiyorum. İki satırlık bir şeyler yazmayı düşünüyorum. Bütün bu ayrılık yıllarını nasıl özetleyebilir bu iki satırlık bir şey. Başlamak gerekirse, çocuklardan başlayalım diyorum. Ozan'ın yakınlarda ameliyat geçireceğini Behçet kardeşimizden duydum. Çok üzüldüm. Ailece üzüldük. Ailece dualar ettik Ozan'ımız için. Umarım her şey kolay geçecek. Ozan'a geçmiş olsun diyorum. İnanın ki, çocuklar her zaman fikrimdeler. Kimi zaman albüme bakıyoruz ailece. Sümer ile Fırat'ın bir kaç resimleri bulunmaktadır bizde. Bizimkiler hep soru yağmuruna tutuyorlar beni: neredeler şimdi baba, nasıl geçiniyor, nasıl yaşıyorlar! Yağmur'un yaramazlıklarını anıyoruz birlikte. O günlere, tek ben değil hepimiz hasret. Çocukların gözlerinden birer birer öperim. Selma'yı soruyorum. Ona benden ve Semra'dan kucak dolusu selamlar. Simdi sana gelelim, bütün bu uzun yıllar yazmadığına, adresini göndermediğine gerçekten küskün, gerçekten dargınım. Ben İzmir'e iki uzun mektup yazdım, ayrıca bir bayram kutlaması kartı gönderdim. Cevap almayınca kesmek zorunda kaldım. İlk mektubum çok uzundu, iyice hatırlıyorum. Her şey vardı onda. Gözlerimi yumup kalemimi at hızıyla sürmüştüm önümce. Bir şiir de vardı o mektupta, sana armağan ettiğim. Aynı şiiri daha sonraları Yurt gazetesinde yayınladım. "Yarısı Sende Kaldı, Yarısı Bende" başlıklı bir şiir. Şimdi yazmaya, yani edebiyat ile ilgilenmeye ne zamanım ne de zevkim kalmıştır. Geçim sıkıntıları bir yandan, okul çalışmaları öte 16 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı sezerek, kendime kızıyorum yer yer. Sözcüklerden en yatıştırıcılarını seçmeye çalışıyorum. Ne kadar becerdiğimin farkında değilim. Bu mektubu nedense, yeniden yazmayı da düşünmüyorum. Olduğu gibi göndereceğim. Değerli dostum: ayrıldığımız günden bu güne kadar, neler yaptın? Hepsin bilmek isterim. Hiç tereddüt etmeden yaz. Yaz içini dök. Yazarsan beni yalnızlığımdan kurtarırsın. Bu kalabalık dünyada, yalnız yaşamanın ne demek olduğunu, sen de bilirsin şüphesiz, bir benim kadar. İnsanı şöyle yalnızlığından kurtarabilecek Türkçe bir eser, bir kitap eline geçerse, gönderirsen memnun edersin beni. Çok ciddi değilim bu isteğimde, geçerse diyorum, yani her hangi mali bir sıkıntı oluşturmazsa. Benim için önemli olan mektubundur. Dört gözle bekliyorum. Tekrar çocukların gözlerinden öperim. Selma'ya içten selamlarımı söyle. Size de dünyalar dolusu sevgiler... M. Ömer Kazancı Bağdat: 9. 4. 1996 Hüzün Martıları 15 Aydınlat dünyamızı Irmak ol ak Yeşil düşlere doğru Kalk yerinden Kemerini sıkıştır Dostluğunu pekiştir Umutlarla yeniden Kalk değiştir Bu kavganın adını Sana göre değildir Detol kokan Küf kokan Ceviz kadar bu yatak Oysa İsmet Özcan kalkamadı. On beş gün kadar bir süreden sonra Tanrının rahmetine kavuştu. Şiiri olduğu gibi, yani İsmet Özcan için yazılıp okunduğu gibi Yurt gazetesinde, Özcan'ın yıl dönümü münasebetiyle yayınladım. İşte o günden beri Yurt gazetesine yanaştığım yok. Okuyorum, o kadar. Yazdıklarımı yayınlamaya gerekli göremiyorum. Edebiyatın, bizim toplumda tadı tuzu kaçmış gibi. Ancak bir yıl önce Faruk Köprülü ısrar etti, gittim, bir görüşme yaptı bir programlık, Kerkük televizyonu için. Hiç rahat değilim, çocuklar büyüdükçe, dertleri de kendileriyle büyüyor. Para yetersizliği, yaşam zorluğu gırtlağımızı kesecek yere varmıştır. Yersiz şeyler söylediğime kusurumu af et. Karşımdaymışsın gibi hissederek yazıyorum bu mektubu. Karşımda söyledim, oysa her zaman seni kalbimin içinde his ediyorum. Her fırsat buldukta kardeşimiz Behçet'e telefon açıyor soruyordum. Adresini elde ettiğini bildirince, kendimi öyle hafif his ettim ki, dünyanın tüm yükünü üstümden silkmiş gibi. Simdi sana yazarken söyleyeceklerimle söylemeyeceklerimi birbirine karıştırıyorum. Yaşadığın gurbette acılarını, hüzünlerini azaltacağım yerine, çoğaltacağımı 18 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı hepsi var bende. Hangi hayal kırıklığından başlamam gerekir. Ozan'ın ölüp ölüp dirildiği günleri mi? Yoksulluğun acısını mı? Hangisini? Sıradan insanlar arasında yaşamaya mahkûm olduğum günlerimi mı anlatayım sana ey adı güzel, kendi güzel dostum? Hangisini? Dost dost bildiğim ve güvendiğim insanların yanında değersiz olduğum günlerin fakına vardığım, acı günler, acı yıllarımı mı? Ve bütün bunlara rağmen çocuklarımın lokması için yüzde dost kalpte hain insanların gemisinde susmaya mahkûm olmamı mı? Hangisini? Bütün dostlukların, güzelliklerin öteki yakada kalmış olduğunu hasretle yaşadığımı mı? Hangisini? Yığın yığın dertleri silmeye mecbur olup, tekrar ve tekrar, ama hep sıfırdan, hep başlangıç notasına dönerek başlamaya mecbur kaldığımı mı yazayım sana? Artık gurbet benim soyadım olmuştur. Dostluksuzlar da kaderim. Ve artık tamamen inanmaktayım ki, güzellikler hep Mehmet Ömer Kazancı'nın, Hamza Hamamcıoğlu'nun, Behçet Gamgin'in, Kahtan Hürmüzlü'nün, Mevlüt Kayacı'nın olduğu yakada kaldı. Hep o güzel, hep o temiz, o eşi bulunmaz insanoğlu insanların yanında kaldı. O, yoku var eden, iç güzellikleriyle dertleri, kederleri sonsuz ve müthiş sevgiye çeviren, o, her şeye rağmen yaşama bağlı, hünerli, güzel insanların yanında kaldı. Özcan'ımızı nasıl toprağa verdiniz? O güzel yüzüne nasıl o zalim perde perde toprağı serdiniz? O çok sevdiği yaşam ve dostlarından ayırmaya yüreğiniz nasıl el verdi? Hayatımın son anına kadar Özcan'ımın ölümünü içime sindirmeyeceğim. O, bu genç yaşta ölüme değil daha onlarca yıl yaşamaya layık idi. O eli kadar yüreği cömert insanın artık yaşamaması hepimiz için tarifsiz bir kayıp. Binlerce, milyonlarca yaşamaya layık olmayan insan müsveddeleri yaşarken, onun öyle aniden göçüp gitmesi haksızlıkların en büyüğüdür. Sağlığının yerine olmadığını Yurt gazetesinden okurken, Selma'ya "kız sakın 17 Hüzün Martıları (2) Morlon; 26.4.1996 Can yoldaşım, kalemdaşım, kahirdaşım, Kardeşim Mehmet Ömer Kazacı, Bu sabah 26.4.1996 o güzel, o tadına doyulmaz, o adın, o yüzün kadar güzel, sıcak yüreğinin duygularını her kelimede, her satırda açığa vuran mektubunu aldım. Coşkuyu, sevinci çoktandır unutan zavallı kalbime bu duyguları tekrar yaşattığın için sana binlerce kez teşekkür ederim. Mektubunla sevinçlerin doruğuna çıktığımı söylersem sana, inan bana. Sevincimden gözyaşları döktüğümü söyler-sem, inan bana. Zaten sana karşı her zaman açık yürekli, açık sözlü, mantığımla değil yüreğimle konuştuğumu çok iyi bilirsin. Mektubunu hemen dert yoldaşım Selma'ya okuttum. O da çocukların önünde hüngür hüngür ağlamaya başladı. Şimdi sabah çökmek üzere, saat 4.15 eskiden olduğu gibi yine gece yarıları uykudan kalkıyorum. Ya kaleme sarılıyor, ya da bir şeyler okuyorum, ya da her kes horlarken yatığında, masada oturup saatlerce düşünüyorum. Bir kaç "Nusret"i içime sığdırarak, geçen bir kaç bin günü bir kaç yüz bin saati yeniden yaşamaya çalışıyorum. Artık istesem de istemesem de bir yalnız adamım ben. Mektubunda benden geçen yıllarda neler yaptığımı yazmamı istiyorsun. Neleri yazmamı istiyorsun güzel dostum? Nuh gemisinin büyük bir yalan olduğunu mu söyleyeyim! Yoksa yaşadığım yüzlerce, binlerce hayal kırıklığımı mı? Ya da çadırlarda yüzlerce insan içinde çoluk çocukla yaşamaya mahkûm olduğumu mu? Kapımızı açıp, ekmeğimizi yiyip bizleri arkadan hançerleyen değer bilmez insanları mı? Yoksa yaşamak uğrunda çoluk çocuğa ekmek parası için "tuvalet" temizlediğimi mi? Ya da "benzin" istasyonun çalıştığım çileli günlerimi mi? Hangisini istersin güzel dostum, 20 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı şimdi normal bir çocuk gibi yaşamaktadır. Ülfet ve Nimet'ten ne haber? Namusuz Mustafa "Mistik" hala yaramazlık yapıyor mu? Hepsinin gözlerinden ailece öpüyoruz. Sevgili ve değerli eşin Um-Mustafa'ya ben ve Selma çok selam eder ve mutluluklar dileriz. Buluşuncaya kadar kendinize iyi bakın. Güzel ve iyi insanlar Hamza Hamamcıoğlu, İsmail İbrahim, Mevlüt Kayacı, Kahtan Hürmüzlü'ye sevgi ve özlemlerimi ilet lütfen. Hoşça kal güzel ve aziz dostum. Allah'a emanet ol. Kardeşin Nusret Sabah saat 5:10 Morlon:26. 4. 1996 Not: Sevgili Memet'im, sana bu mektupla iki sayı edebiyat ve kültür dergisi olan "Nar Altı" gönderiyorum. Geçenlerde radyoda "Irak Uluslararası Radyosu"nun sesini duydum. Bir bilsen ne kadar sevindim. Türkçe yayınında konuşan arkadaşımız Adnan Sarıkâhya idi. Hemen sesinden tanıdım. Adnan ve sevgili dostumuz Kasım Sarıkâhya ve Nevzat Abdülkerim beylere kucak dolusu sevgi ve selamlar. Kitapları Türkmen Kültür Müdürlüğü adresine gönderdim. Cenevre'de adresim şu: 13 Rue des Lattes/ 1217 Meyrin/ Genève-Suisse.... Hüzün Martıları 19 İsmet ölmesin" dedim ve kendi kendimi yemeye başladım. Daha sonra acı gerçeği yine Yurt gazetesinde kaleminden çıkan o tadına doyum olmaz duygusal yazınla öğrenmiş bulundum. İsmet'in acılı son günlerini belki defalarca okudum ve eminim ki, her zaman olduğun gibi dost canlısı olan sen, dostluğundan öte, insanlık görevini yapmışsın dosttan daha dost olan, kardeşten daha kardeş İsmet Özcan için. Ağabeyim, kültürümüzün o meçhul askeri Behçet Gamgin, Özcan'ın yazdıklarını bir kitapta topladığını ve bir ön söz yazmak için sana verdiğini öğürenmiş bulunuyorum. Böyle onur ve insanca görev ancak ikinize yakışır. Bu işin biran önce sonuçlanmasını temenni ederim. Nelerin yapıldığını bana bildirirsen çok memnun olurum. Eğer her şeye rağmen bu proje gerçekleşmezse, bu kitabı ilerde gün ışığına çıkarmak boynumun borcu olacaktır. İsmet için, "İsmet Özcan yüreğimin öbür adı" adında bir yazı yazmıştım, Yurt'taki senin yazından sonra. Yazı yazmana sıcak bakmanı rica ederim. Çünkü ancak senin gibi kalem sahiplerinin yazıları kültürümüzü zenginleştirir. Ayrıca her şeye rağmen doktora yaptığına çok sevindim. Tebrik ederim. İlim alanında başarılarının devamını dilerim. Aziz kardeşim, can yoldaşım; Bir ya da iki hafta sonra adresim değişebilir. Çünkü artık Cenevre'de yaşayacağım. Tüm amacım Fransızcamı ilerletip Üstat Ata'nın "Arzu Kamber"ini çevireceğim. Onun yanında Çağdaş Türkmen şiirini Fransızca yayımlamak en büyük arzum. Bir kaç ay içinde Sümer Fransızcayı çok iyi öğrendi. İleride bana bu konuda yardımcı olabilir. Ha unutmadan söyleyeyim; sözünü ettiğin mektupların hiç birisini almadım. Cenevre'ye gittikten sonra adres ve telefonumu bildireceğim. Çocuklara gelince, Sümer bir yıl dil okuduktan sonra hemşirelik okuluna gidecek, Fırat ise ortaokula, Ozan ile Yağmur ilkokula. Ozan'ımız başarılı bir ameliyat geçirdi ve 22 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı topladığım "El-eklam", "Es-sakafa El-ecnebiye" gibi edebi dergilerimden birçoğunu götürüp sattımdı. Geçen Cuma günü on beş kitap daha götürdüm. İki günlük geçim değerine sattığım bu kitapların ardından, arkasından ılık ılık akan gözyaşlarımın, yanaklarıma değil yüreğime sızdığını hissettim. Sizi acıtmak için değil, derdinize dert katmak için değil, avundurmak için söylüyorum bütün bunları. Atalarımız "dert derde değer ziller" söylemişlerdir. Sünger geçmek isterdim burasını, ama bilirim, dost bulmadığım bu yörelerde, uzakta da olsan, sana içimi açtığıma sıkılmazsın, bilirim. Her zaman birlikteliğimizi yaşıyorum dostum. O tadına doyulmaz günlerimiz, bütün ayrıntılarıyla gözlerimin önünde canlanıyor her zaman. 1986 yılının bu günleri gibisine rastlayan bir tarihte, zulmüstana, azabistana, gurbet ateşine çaresiz olarak kendini atmadan önce tanışmıştık, hatırlarsan. İşte o tarihin üstünden bu gün, tüm acılarıyla, üzüntüleriyle, tüm sevinç ve mutluluklarıyla yaklaşık on yıl kadar bir zaman geçmiş oluyor. Düşünüyorum, ne kısa bir zaman. Düşünüyorum, ne çabuk ayrıldık birbirimizden. "El-mütenebbi" çarşısında kitap satıcılarının giderek artan naraları arasında tur atarken, Yaşar Kemal'den, Dilmen Güngür'den çevirdiğin eserler satışa arz edilen kitaplar arasında bulunuyordu. Bir satıcıda "Es-safiha/ Teneke" kitabını yerden kaldırarak, söyle içeriğinden göz geçirirken: " "ﻛﺘﺎب ﻣﻤﺘﺎز ﯾﺴﻮه واﺣ ﺪ ﯾﻘ ﺮاهdiyordu satıcı. Oysa sen, sayfalar arasından acı acı bakıyor, kollarını açarak kucaklaşmak için davranıyor gibime geliyordun. Kitabı göksüme sıktım. Ayıp olmasıydı öperdim. Eve dönerken, direksiyon ardında bir türlü hayâlımdan ayrılmadın. Ne kadar hayalimsi insanlar olduğumuzu düşünüyordum. Hep uçuyorduk, hep havalarda umut tabloları çiziyorduk. Tek kendimiz için değil, bütün çevremiz için, bütün dünyamız için. Oysa şimdi acı, çok acı bir gerçekle karşı karşıyayız. Ne kötü, uçup uçup konmamak, ne kötü, rastlantılarla yaşamak, ne bir evimiz oldu, ne bir 21 Hüzün Martıları (3) Bağdat: 29. 6. 1996 Değerli kardeşim Nusret Merdan; Mektubunun cevabını dört hafta bir sürece beklettiğime oldukça özür dilerim. Elime değdiği zaman tam sömestr sınavlarının ortasındaydım. Ofisimde oturmuş ders çalışıyordum. Sekreterimizden telefon geldi, "size bir mektup var" dedi. "Kimden" sordum. Adınızı çıkarmayınca "Cenevre'den galibe" dedi. Anlamıştım hemen. Bir nefeste ulaştım, mektubu aldım. Kendimi bulutlar arasında hissediyordum. Yıllardır beklediğim mektubunu koklayayım mı? Öpeyim mi? Açayım mı? Nasıl davranayım, bir türlü anlatılmaz bir şaşkınlık, bir coşku sardı beni. Açıp okuyunca kendimi tutamadım, gözyaşlarımı denetim altına alamadım. Ne günler görmüş, neler geçmiş başınızdan can dostum. Bu sizin kader kitabınızda neler neler yazılıymış? Ne bozukmuş bu sizin alın yazınız? Gerçekten de her şey birikmiş sizin terkinizde, hüznün her türü, kahrın her türlüsü. Bütün bunlarla birlikte, hiç şüphe edemediğim o dağların sabrı. Yoluna, mücadelesine inananların dayanımı, ısrarı ve sabrı. Bu sabra dayanarak, o ısrara yaslanarak her zaman ayakta kalmanı umar, hiç bir zaman kırılmamanı, çökmemeni temenni ederim. Unutma ki, seni her zaman buralarda, bu yörelerde, bu yakalarda soran, arayan, bekleyen dostların vardır. Aslında biz de çektik, çekiyoruz buralarda dostum. Buralarda-Bağdat'ta yerleşeli başımız hep dertte, yüreğimiz sancılı, içimiz hep sıkıntılı. Maaş yetersizliği, geçim zorluğu, ev problemi, evet, ev problemi. Oturduğumuz ev yakın bir akrabamızın. Öteden beri evi boşaltmamızı, göç etmemizi istiyor. Nereye göçelim? Kiralar öyle pahalı ki, kendimizi satarsak bile bir aylık kirayı karşılamaz gibiden. Zaten eşyalarımızı çoktan satmaya başladıktı, çoktan. Bir ay önce "El-mütenebbi" çarşısına, yıllardır seve seve biriktirip 24 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Mektubunda ayrıca, yazı yazmaya sıcak bakmamı istiyorsun. Sıcak bakıyorum elbette ki, dostum. Sorun bu değildir, bilirsin. Sorun kültür yaşamımızdaki karma karışıklık, keşmekeşlik, günlük yaşamımızdaki zorluklar, ekmeğimizi yazdıklarımızdan çıkarmamızın olanaksızlığı. Yazıyorum yazmasına sevgili dostum. Öyle günler oluyor, gecenin son saatlerine kadar yazıyorum. Kalem, sağ elimin altıncı parmağı. Onsuz bu elin bir şeye yaramadığının bilincindeyim. Geçenlerde otuz sayfa tutarında "Kurşunsuz Kalem" adında uzun bir öykü yazdım. Hayal ile gerçek arası bir şey. Konusu çarpıcı. Daha öncesi Yurt gazetesinde değişik bir öyküm çıktı, "Nasrettin Hoca Kerkük'te". Çok beğeneceğinizi tahmin ettiğim türden. Hamza kardeşimiz övdü durdu. Şiirle aram eskisi gibi, kendiliğinden kıvılcımı çakmayınca yazamıyorum. "Dikkatli Ol Güzel Çocuk" ile "Benim Günüm Gecenin İçinden Başlar" son yazıp beğendiklerimin başta gelenleri. Dahası var. Ancak sizin yazıp çizdiklerinizi merak ediyorum. Sizin yazıp çizdiklerinize susamış bizleri, nasıl, ne biçimde doyurabilirsiniz. Ben hep orasını düşünüyorum. Her mektubunuzda son yazdıklarınızdan bir şeyler ikram etmenizi temenni ederim. Selma Abla'da yazdıklarını esirgemesin. Dört gözle bekliyorum. Kim bilir beki, Yurt gazetesinde çıkarmaya orada çalışanları kandırabiliriz. Biliyorum dostum, sizin bu işe ihtiyacınız yok, ancak Türkmen Kültürünün vardır. Arzu-Kamber masalını Fransızcaya çevirmeyi plânlamaş olduğunuza çok sevindim. İyi düşünmüş, çok yerinde bir eser seçmişsiniz. Bu konuda neler yaptığınızı gelecek mektuplarınızdan bilmek isterim. Peşin başarılar. Sümer'in Fransızcayı erken öğrendiğini hiç garipsemedim. Sümer zeki, hemşirelik okulundan daha üstün okullar layık ona. Bilgisayar gibi yeni teknoloji alanlarında da başarılı olabileceğine inanmaktayım. Değiştirebilirsen iyi olur sanırım. Fırat için iyi düşünmüşsün. Ozan'ın kalp ameliyatından selametle kalkmasın- Hüzün Martıları 23 barkımız. Göçmenler gibi oradan oraya. Sen yer değiştin, yurt değiştin, ben hane değiştim, ev değiştim. Evlendiğim günden bu güne, sekiz ev değişmiş bulunuyorum. Kısacası, acı yaşam, ıstıraplı yaşam, peşimizi salmıyor. Kendim için değil üzüntülerim, çocuklarımız için dostum en fazla, çocuklarımız için. Özcan'ımız İsmet için düşündüğüm proje çok büyük, ancak ne gezer, sözde ambargonun getirdiği maddi zorluklar yüzünden projeyi yakınlarda gerçekleştirmek olanaksız. Türkmen Kültür Müdürlüğünde söz verdiler, oysa sözlerinde duracaklarına hiç mi hiç inanmıyorum. Kültür Müdürü kendi eserlerini bastırmakla meşgul, geriye kalanlarına sıra tutturuyor. Ne zamana kadar, belli değil. Özcan için ne zaman olsa bu projeyi seve seve yapacak, ona karşı, bir nebze de olsa, bu boyun borcumu ödeyeceğim. O bizim "Şafak"daşımız değil miydi? O, Türkmen edebiyatının her geçen gün ileri bir noktaya götürülmesi gerektiğine inanan ön sıra edebiyatçılarımızdan biri değil miydi? Onun için değilse, kimin için harcanacak bu gibi gayretler? Bu bakımdan her hangi bir kaygın olmasın. Yurt gazetesinde Özcan hakkında yayınlamış olduğum iki yazı yanında, Faruk Köprülü ile Fevzi Ekrem'in televizyon programlarında da beş dakikalık birer konuşma sundum. Bu bakımdan içim bir kerteye değin rahat. Oysa Özcan-Özcan diye borazan öttürenlerden, Özcan ile kaşık değişmiş gibi her zaman dostluk gösterisinde bulunanlardan, Özcan'ın yıl dönümü dolayısıyla bir ses bir seda çıkmadı. Özcan'ın bütün eserlerini büyük bir dosyada toplamış bulunuyorum. Behçet Gamgin'in bu konuda gösterdiği desteğin büyük bir payı olduğunu minnetle kayıt etmek isterim burada. Yayınlanmamış yazılarını da, bu dosyaya katmayı düşünüyorum. Yakınlarda Kerkük'e giderken, Tuz'a uğramayı plânlıyorum. Özcan'ın eşi ile bu konuda bir anlaşmaya varacağım. Yardımlaşacaklarından eminim. 26 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı (4) Cenevre: 23. 8. 1996 Gözyaşlarımın ortağı, sevinçlerimin kardeşi, Mehmet Ömer Kazancı Artık sevinçlerimin tek kaynağı mektupların oldu. Özellikle senin o güzel yüreğinden çıkan ve samimiyetine her zaman inandığım mektuplar. Mektubunu okuldan döndüğümde Ozan pencereden uzatırken, karşıladım. Vakit gün ortası idi. Her kes yemeğe oturmuştu. Büyük bir heyecanla mektubunu açtım. İnan ki yüksek tansiyon hastası olan ben, o an tansiyonumun çok yükseldiğini kalbimin atışlarından, nefesimin hızlanmasından anladım. O güzel yüreğini, o tanık olduğum yüreğinin sesini yanımda hissederken, sergilediğin yaşam çilesini, gözyaşlarını, gözyaşarı ile okudum. Hele, hele "El-mütenebbi" de o ben ve senin için en değer verdiğimiz, aşımız, ekmeğimiz, çocuklarımız kadar aziz olan kitaplarını sattığını anlatırken âdete kahır oldum. Zaten aylar önce burada televizyonda isviçre ekibinin El-mütenebbi caddesinde ekmek parası için kitaplarını satan Irak yazarlarını gördüm. Aralarında Abduhalık Errübeyî, Varid Bedir Es-salım ve Mühalled El-mühtar'ı tanıdım. Orada "Teneke" kitabı ile karşılaşman dolayısıyla anlattığın duygular beni epeyi duygulandırdı, mahvetti. Aziz dostum; bu dertleri yazarken bana sıkılmamamı özür diler gibi söylüyorsun. Aşk olsun doğrusu güzel dostum! Bir seferberlik yaşıyoruz ikimiz de. Dert seferberliği. Hüzün seferberliği. Seni ve senin gibi dostları rahtlatacak her şey bana hoş gelir, bana dost gelir. Bana dertlerini satır satır, sayfa sayfa anlatırken sana daha yakın, sana daha dost, daha Nusret olduğumu hissettiğimi bilmeni isterim. Keşke bir şeyler yapabilseybilsem hepiniz için. Hüzün Martıları 25 dan dolayı sizlere göz aydınlıkları dilerken, kendimizi de kutluyoruz. Mektubunda Yağmur'dan hiç bir haber yok. Hepsinin gözlerinden öperim. Bizimkiler iyiler. Nimet ile Ülfet dördüncüyü başarıyla geçtiler, gelecek yıl lisenin beşine devam edecekler. Mistik, çoğu zaman uçurtmasıyla meşgul. Birincilikle geçti sınıfı. Dili uzun kız kardeşlerinin üzerine. Babasına benzeyen bir yanı yok. Um Mustafa, en iyi anladığı iki iş ile: mutfağı ve dikiş makinesiyle vaktini geçirmekte. Evin dörtte üç masrafını dikiş makinesinden çıkarıyor. Mektubunu eve götürdüğümde, hepsi birden başıma toplandılar. Kelime kelime, satır satır birlikte okuduk. Mektupla gönderdiğin resmini elden ele kapıştılar. Ailece bir resminizi rica ediyorlar. Geçenlerde sizin eve telefon açtım. Kız kardeşin İlham ile konuştum. Onlara da son bir mektubun varmış, hatta bizimkinden çok önce. Nevzat ile Kasım Sarıkaya son mektubuna çok sevindiler, selamları var sana kucak kucak. Türkmen Kültür Müdürlüğüne gönderdiğin matbuat elimize değmedi. Yeni matbuat göndermeyi düşünürsen, direk benim adrese gönderebilirsin. Her hangi bir sakıncası yok. Bu yakalarda bıraktığın bütün dostların, her zaman içtenlikle sormaktadırlar sizi, her zaman, sağlık, güzellik ve üstün başarılar dilemektedirler hepinize. Çok bekletmeden yazmanı oldukça rica ederim. Azından yazışmayla koklaşalım dostum. Sağlıkla, esenlikle kal. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 29. 6. 1996 Not: bu mektubun arka bölümünde iki şiir bulacaksınız. Birincisi "Yarısı Sende Kaldı, Yarısı Bende", sizi düşünerek yazılan bir şiir. İkincisi "Dikkatli Ol Güzel Çocuk", bir çocuğun yaşamını, ambargo öncesi ve sonrası sergileyerek betimleyen bir şiir. (Not: Bu şiirler için Kazancı'nın "Bir Ömür Yetmiyor ki - 2003" kitabına bkz) 28 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Türkiye'de eğitim görmeyen bir kimse bu kadar güzel ve sağlam Türkçeyle yazıyor" demekten kendini alamadı. Sevgili "Abu Mıstık", kalemine, düşüncene her zaman ihtiyacımız olduğunu bir an olsun bile unutma. Kaleminden çıkan şiirler, hikâyeler, denemeler kültürümüzü için bir zenginliktir. Ha yeri gelmişken söyleyeyim, Behçet Ağabeyim bana "Türkmen Öykücülüğü" kitabını gönderdi. Bu eserinle Türkmen kültürüne, özellikle çok savunduğumuz ve sevdiğimiz öykücülüğümüze ışık tuttuğun ve gelecek kuşaklar için kalıcı bir kaynak yarattığın için ne kadar teşekkür etsem azdır. Özellikle ön sözde yazdıkların gerçekten çok önemli noktalar içermektedir. "Nusret"siz bir öykücülük kitabının nedenini biliyorum. Ancak şunu söylemekle yetineceğim. Aziz Kazancı'm; o iki güzel şiirin "Yarısı Bende Kaldı, Yarısı Sende Kaldı" ve Dikkatli Ol Güzel Çocuk" Mehmet Ömer Kazancı'nın damgasını taşıdığını her kelime, her cümlede kendi kendini ele veriyor. O tüm karanlıklara, ambargoya rağmen güzellik vurgunu kalbin, bu şiirlerde bir hayat bilânçosu sunuyor sevdiğin insanlara. Bu kıtlık ve ambargo zamanında "şekeri, tuzu, suyu" patlaşmaktan öte bir özveri var mı? Bir dost ancak böyle sever. Bir şair sevgisini ancak böyle dile getirir. O yakada bıraktığım bütün dostlar sana emanet, Hamza'sıyla, Kahtan'ıyla, Mevlüt'üyle, Kasım'ıyla, Nevzat'ıyla. Onlara selamımı iletmek, onlarla benim yerime kucaklaşmak, boyun borcun olsun. Bizim ev halkı, Selma'sı, Sümer'i, Fırat'ı, Ozan'ı ve Yağmur'u ile sizin ev halkını değerli ve aziz eşin "Um Mustafa"ya, sana yaşam kavgasında yardımcı olduğu için elleri dert görmesin. Nimet, Ülfet ve evin kralı Mustafa'ya en derin sevgilerini, hasretlerini ve öpücüklerini sunuyorlar. Hepiniz Allah'a emanet olun. Nusret Merdan Cenevre: 23.8.1996 Hüzün Martıları 27 Evet, güzel dostum, güzel Mıstık ve aziz Ülfet ve Nimet'in can babası. Biz, yani ben, sen ve İsmet Özcan, kültür ve edebiyat'ta, hayatımızda olduğu gibi, günlük hayatımızda, "Şafak"ta da mücadelemizi verirken, amacımız kişisel olmamış, her zaman Türkmen kültürünün geleceği, güzelliği, layık olduğu yere ulaşması ve adam yerine konulmasını dert ve hedef edinmişiz. Bu gün ışığı gibi bir gerçektir. Bunu da yaparken, övünmek, bir ödül ya da bir merkez veya koltuk kapmak için değil, milletimize ve kültürümüze hizmet etmeyi boynumuzun bir borcu olduğunu bildiğimizden yapmışızdır. Gün geçmiyor ki, İsmet'in güzel adı geçmesin evimizde. Ağabeyimle yapacağınız şalışmayı aklıma getiriyorum. Evet, can dostum Kazancı, bildiğim kadarı ile İsmet'imizin yayımlanmamış bazı yazıları vardır. Bunların arasında bir piyes olduğunu biliyorum. O piyesi lütfen elde edin ve Kerkük'teki takımlardan birine Ağabeyim aracılığıyla verin. Biliyorum bu yaşam savaşında verdiğin ekmek kavgası mücadelesinde bunu senden istemek biraz zor. Ama ne var ki, senin de dediğin gibi geçmişte İsmet'le göbeklerinin kesildiğini gösteren kimselerden bizleri ayıran nokta ve gerçek burada kendini göstermektedir. Yaşamında olduğu gibi ölümünden sora da, onun bir kaç arkadaşı yanında "Şafak"taki emektar kalemdaşları vefalı kalacaklardır. Er veya geç İsmet'in tüm eserleri ve piyesi inşallah gün ışığına çıkacaktır. Güzel eserin "Nasrettin Hoca Kerkük'te" adlı hikâyeni elbette okudum. Gamdaşımız Hamamcıoğlu ile aynı fikirdeyim. Hikâyeciliğimizde "Nasrettin Hoca Kerkük'te" yeni bir ufuktur. Eline sağlık dostum. Yeni hikâyelere gebe olmanı Cenabı Haktan dilerim. Bir tiyatro eseri yazıyordun beraberken, ne oldu bu esere? Bence senin de bir eserini Kerkük tiyatrosu görmelidir artık. Mektubunda o güzel Türkçene hayran kaldığımı belirtmeden geçmeyeceğim. Selma bile "yahu nasıl oluyor da 30 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Aziz kardeşim; saat gece on bir. Doksan altının son gecesi, bir saat sonra doksan yedi teşrif edecek. Beraberinde mutluluğu, sevgiyi getirmesini dilerim sana ve tüm dostlara. Düşünüyorum, sizlerden uzak geçen dört yıl, her yerde kendimden bir az hüzün, eksiz kalan mutluluklar, sımsıcak dostluklar bıraktım. Sevdiklerimle kavuşmalar hep yarıda kaldı, hep eksik kaldı. Hiç bir zaman tam mutlu, tam huzurlu hissetmedim kendimi. Bilmem bu yazar, ya da aydın veya bilinçli olmanın bir faturası mı? Yoksa Kadir Mevla'm çamurumu böyle yoğurmuş? Yurt gazetesinde adını sık görmek istiyorum. Çünkü bu sahada kalan, kalemine güvendiğimizi ve gerçekten ihtiyaç duyduğumuzu bir an için olsun unutma. Doktoran ne âlemde? Sevgili kardeşim; yurt gazetesinde sevgili vatanımızda "Fuzuli Festivali"nin yapıldığını duydum. Çok heyecanlandım. Bu arada sana da bu güzel haberi iletmek istiyorum. Burada bir dernek kurulacak, "Fuzuli Türkmen Kültür Merkezi" adı altında. Büyük bir ihtimalle bu kültür merkezinden bir kültür dergisi çıkacak. Yeni sayısı için bende olan mektupta yazdığın iki şiiri verdim. Kültür merkezinin 97 yılında faaliyete başlama ihtimali var. Burada hep kendimle yaşıyorum dolu dolu. Hala bir dostum yok. Ben ki, seninle ve sevgili İsmet'le dostlukların en güzelini yaşadım. Buralarda böyle candan, ölümüne bir dostluk yaşayacağıma şahsen inanmıyorum. Çünkü benim, mayasına inandığım bir dostluk yok. Burada herkes kendi hayatını yaşıyor. Kimse başkasının hayatına, hatta 18 yaşına geldiğinde kendi çocuğunun hayatına müdahale etme hakkı yok. Her şeyin özgür olma hakkı var, köpeklerin bile. Burada köpek ve kediler büyük bir nimet içinde yaşıyorlar. Hiç bir aile köpek veya kedisini beş saat süreyle kapalı, dört duvar arasında tutamaz. Bu yaratıkları stresten kurtarmaları için hava durumu ne olursa olsun, yağış, kar, kış demeden gezintiye çıkarır, hava 29 Hüzün Martıları (5) Cenevre: 31. 12. 1996 Aziz ve dost kardeşim Mehmet Ömer Kazancı; Gönderdiğiniz tebrik kartını aldım. Sözünü ettiğin mektubun cevabını henüz almış değilim. Zaten cevabın gelmemesine epeyi şaşırmıştım. Neyse, bu kısa kartınız bile bir mektup kadar hoş, bir mektup kadar güzel ve anlamlıydı. Burada yağmur yağıyor. Ama nerede burayla Kerkük'ün o her yeri hüzün, her yeri Horyat dolduran yağmuru? Yağmur anlamını, yağmur yağmurluğunu ancak Musalla'da, Kale'de, Korya'da Hasa'da yaşar. "O yaka"da yağmur sevinerek düşer gökyüzünden rahmet rahmet. "O yaka"da yalnız isteyerek damlalar kendini bırakıverir gökyüzünden Kerkük sokaklarına, caddelerine. Ne çok severdim Kerkük'ün yağmurlu günlerini. Hep ben benle kalırdım. Hep anılara yenik düşerdim: Allah bir yağış ile Dam duvarı yaş ile Paşa kızı geçende Pabucunu yaş ile İçimde şu anda bu ölmez çocukluk yağmur şarkısını mırıldanıyorum. En çok yağmurlu günlerde okula gitmeyi severdim. Bu bir vazgeçilmez gizimdi. O an yağmurla ıslanan üst başım yağmur konardı. "Ey kocaman Kerkük, yağmurlar durdukça dur, yağmur var oldukça yaşa !". O her zaman tanık olduğun hüznü, tedirginliği hala üstümden atmış değilim. Her halde bu benimle mezara kadar gelecek. Çünkü bu içimde, ruhumda bağdaş kurmuş hüznün başka bir yeri ve başka bir mekânı yok. Sözde dünyanın en son durağı, uygarlığın simgesi bir ülkede yaşıyorum. Yaşıyorum evet, ama Kerküklü Kara Merdan'nın oğlu olarak yaşamaktayım ve yaşamaya devam edeceğim, zere kadar kimliğimden, benliğimden bir şey kayıp etmeyerek. 32 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı daşların da anmış oldular. Merdan ailesinin tüm fertlerinden sizlere sağlık ve esenlikler. Selma, Um Mustafa'ya çok selam ediyor. Hepimiz kendisinin birçok konuda maharet ve becerisini takdirle anıyoruz ve mutluluklar diliyoruz. Yeni yılda tüm üzüntü ve dertleriniz sevgi ve mutluluğa dönüşmesini diliyorum. Kötü olan şeylerin 96 da kalmasını temenni ediyorum. Sevdiğimi bildiğin tüm dost ve ahbaplara sonsuz sevgiler. Nusret Merdan Cenevre: 31. 12. 1996 Not: Bu mektupla "Gurbet Horyatları, Bir Hüzün Şarkısı, Düşe İzin, Mektubum İntihadır Benim" başlıklı dört şiir gönderilmiştir. Bu şiirler için bkz: Hüzünler Gurbette Büyür: Nusret Merdan, ITC Kültür Müdürlüğü yayınları (30) Erbil, 2004. Hüzün Martıları 31 aldırır. Buraların köpeği de köpek ha..! Efendi ve terbiyeli. Bir defasında bu olaya rastladım; bir köpek sahibinden küsmüştü. Adam nerdeyse ağlayacaktı. Köşede duran ve kendisiyle eve dönmeyen köpeğe diller döküyordu "ben ne yaptım sana canım ciğerim lak’i? Ha... Söylesene... Tamam, tamam. Çok özür dilerim". bu namusuz köpeğin şımarıklığını görünce hemen aklıma "ahırşar", zavallı, hayatı boyu hep taş ve sopalarla kovalanan köpeklerimiz geldi. Kendi kendime: "yaşamı boyu üvey evlat muamelesi gören köpeklerimiz hiç bir zaman hayvanlığını yaşamamış, rahat yüzü görmemiş. Ona rağmen en ufak bir dostluk gösterisinde bize dostça kuyruk sallamış." İçimden koca bir merhaba demek geçiyor, Musalla, Korya ve Cirit Meydanı'nın tüm köpeklerine. Can yoldaşım Mustafa babası; Sağlığım yavaş yavaş bozuluyor. Yıllarca çektiğim acıların faturasını ödemeye başladım her halde. Müzmin bir tansiyondan şikâyetçiyim. Ölünceye kadar her gün iki hap almak zorundayım, kan tansiyonumu küçük düşürmek için. Aşırı heyecan, sinirlenmeler yasak bana. "şair heyecansız yaşar mı?". Aynı şekilde şeker hastalığı belirtileri bulundu bende. Perhiz olmam gerekir. Çok sevdiğim çaya veda etmek mecburiyetinde kaldım. Her ay bu iki hastalık için kontrole gidiyorum. Yeni bir roman yazmaya başladım, "Kendimi İhbar Ediyorum". Yaşadığım olaylardan hareket ederek, bir geniş zaman ve mekân panoraması içinde olaylara kısa, çarpıcı görüntü ve cümlelerle yazıyorum. Bakalım nereye kadar gidecek bu iş. Ayrıca kafamda birçok piyes var. Zaman gelince onlar da ortaya çıkacak. Çeşitli sürelerde yazdığım bazı şiirlerimi gönderiyorum sana. Önce senin sonra aziz çocuklarının "Nimet, Ülfet, Mustafa"nın gözlerinden öperim. Hepsine sağlık ve mutluluklar diliyorum. Bizim çocuklar sizinkilerin mektubuna çok sevindiler. Bu sayede eski arka- 34 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı olduğu gibi, bütün bu sözleri size riyasız olarak söylüyorum. Zaten aramızda maddi bir çıkar yok. Bütün bu söylediklerime inanmanı yürekten dilerim. Zira billur gibi saf, çiçek gibi hoş kokulu bir dostsunuz benim için. Ha kazandım sizi derken, elimden kuş gibi uzaklara uçtunuz. Kayıp ettim sizi. Hem de kötü bir zamanda, çok ihtiyacım olduğu bir zamanda. Dostluğumuzun dünyalar durdukça duracağına, bu yüreğin, bu demir kafeste çarptıkça, yaşayacağına inanıyorum. Ancak çevrem o kadar boş, bulunduğum ortamda o kadar bir kimsesizlik yaşıyorum ki, çoğu zaman günlerimle değil, geçmişimle bağdaşlık kuruyorum. Geçmişimde karşıma çıkan da hep sen oluyorsun. Dertleşiyorum seninle uzun uzun. Nazik sohbetleriniz, zengin konuşmalarınız aklıma geliyor. Yolların birleştiği aynı kavşaklarda, tekrar ayrılmaların başlayabileceğini, nedense aklım alamıyor. "Dünyanın hali bu" diyeceksin belki, ama gel bu yüreği inandır dostum, bu yüreği kandır. Son mektubunda sağlık durumunun günden güne kötüleşmekte olduğunu okurken, âdete büyük bir şoka uğramış gibi oldum. Ayda iki kez tıbbi kontrole tabi tutulduğunu yazıyorsun. Tansiyon, şeker ve... Allah aşkına dostum kendine iyi bak. Fazlaca heyecanlanma, fazlaca kendini yorma, tedirginliklere katılma. Acıları sevinçlere, yaraları edebiyat ürünlerine dönüştürme yeteneğini nasıl kullanıyordun ise buralarda, oralarda da aynısını yap. Unut demiyorum, suyuna sal demiyorum. Fakat acılarını kâğıda boşaltırsan, sağlık açısından kendine, kültür açısından edebiyatımıza büyük hizmetler sunarak işin içinden kolay çıkacağını düşünüyorum. Demek istediğim, bu üslupla, seni yıpratmak isteyen acıların üstesinden gelmiş olacaksın. Ben hep öyle yapıyorum. İyi ki, ben önermeden, sen yolunu bulmuşsun, belki haberin olmadan. Yeni bir romana başlamışsın. Buna çok sevindim. Romanı bir ağızda değil, hani derler ya pıtı pıtı, keyfine göre, kalemini zorlamadan, kalemini suyuna salarak yazmanı öneriyorum. Bu 33 Hüzün Martıları (6) Bağdat: 8. 2. 1997 Değerli dostum Nusret Merdan Uzun bir zaman beklediğimiz o her şeyiyle değişik, zarfıyla, içerdiği duygusal satırları ve güzel şiirleriyle değişik olan mektubunuz elimize değdiği gün, ailece kendimizi sevinçten uçar gibi hissettiğimizi her şeyden önce bildirmek isterim. Ailece okuduğumuz tüm satırlarınızda ifade ettiğiniz, açığa vurduğunuz o güzel, o sıcak, o samimi duygularınıza ailece teşekkürler, binlerce teşekkürler. Yılbaşında yazmış olduğunuz mektubunuzu Şeker bayramından iki gün önce aldım. Şimdi bayramın ilk günü, ilk gününün akşam saat dokuzu, size bu mektubu yazarken, dışarıda olduğu gibi, evimizin de her köşesinde jilet gibi keskin, buzul gibi dondurucu bir hava cirit atmakta, at oynatmaktadır. Ancak içim o kadar yangın, duygularım o denli coşkulu ki, soğuk moğuk diye bir şeyler hissedemiyorum. Tersine, ter içinde, kan içindeymiş gibiyim. Size yazdığım mektuplarımı hep öyle ateşli, alevli duygularımın yalımları altında yazdım. Size hep öyle yürekten, içtenlikle, samimiyetle hitap ettim. Yaşamımdan çok dostlar gelip geçmiştir. Adlarını unuttuklarım olduğu gibi, adlarıyla birlikte suretlerini unuttuklarım da az değildir. Oysa siz bütün tavır ve davranışlarınızla, bütün o sıcak duygu ve güzel düşüncelerinizle, o insanlık dolu yanlarınızla her zaman dünyamda capcanlı bulunuyorsunuz. Uzakta da olsanız, sizi yanı başımda duruyorsunuz gibi sezinlemekteyim. Günlerinizi nasıl geçirdiğinizi direkt olarak sizden sormakta, direkt olarak sizden yanıt alır gibi duygular yaşamaktayım. Sesinizi, yüreğinizin çarpışını, kalbinizin vuruşunu kulaklarımla duyar gibi olmaktayım çoğu zaman. Siz, dostluğuyla övündüğüm Nusret Merdan olarak tek hayalimde değil, vicdanımda bile yaşamaktasınız. Her zaman 36 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Bu yılın Kerkük'ü çok kurak, hatta bütün ülke öyle. Kış gireli iki kez yağmur yağmıştır, kuzey bölgelerde. Görenler adına yağmur denmez diyorlar. Musalla mahallesinde suların kesildiği günler, zembereklerden nasıl yaka yalvara incecik teller halinde damlalar boşalırsa, öyleymiş. Ancak keskin bir soğukluk, yeri yurdu kurutmakta, ziraatı yok etmekte. Her kes korku içinde. Gelecek günlerin kıtlığından Allah korusun, beklesin meğer. Bir kaç haftadır yağmur duaları yapılıyor ülkede, kar etmiyor ama. Her şeye haram karıştıktan sora, dua mı kar eder? Değerli dostum; Rahmetli dostumuz İsmet Özcan için planladığım projenin ilk adımlarına yakın geçenlerde başlayabildim ancak. Çünkü Türkmen Kültür Müdürlüğünden beklediğimiz sözü, çok geç aldık. 1997 yılının programında rahmetliye bir kitap ayrılacak diye aldığımız bu söze, yine de çok güvenmiş gibi değilim. Değilsem de, rahmetliye karşı üstüme düşen görevi yapmaktan geri kalmayacağımı, sözümde duracağımı belirtmek istiyorum. Beklenen kitap, çoğunlukla rahmetlinin yalnız şiirlerini içerecek. Zira sayfaları kabarık olmasın diye tembih ettiler müdürlükte. Şiirleri sınıflandırarak yeniden yazıyorum. Yazdıkça daha neler yapılmasını düşünüyorum. Kitabın kusursuz çıkması arzusundayım. Kısmet olursa Özcan'a layık bir ön söz de yazacağım. Bu ön söze bitişik olarak, siz de bir şeyler yazarsanız, kitaba alırsak, adsız bile alırsak - bunu neden böyle söylediğimi anlıyorsun umarım - çok güzel bir şey olacağı kanısındayım. Özcan için bir kaç sayfalık bir şeyler yazmaktan geri kalmayacağınızı, hatta bu işi seve seve yapacağınızı bildiğim için öneriyor ve dört gözle bekliyorum. Kitabın gelirini Özcan'ın ailesine bağışlamayı Behçet kardeşimizle çoktan kararlaştırmış bulunuyoruz. Hani Sahip ile son uğrayışımda, Özcan'ın eşi Fatma ve çocuklarının durumunu perişan gördüm. Geçimlerini zor çıkarıyorlar. Allah Hüzün Martıları 35 bir edebiyetçi önerisi değil, bir dost tavsiyesi. Sağılık durumun bizim için çok önemli. Bütün çalışmalarında bu gerçeği gözlerinin önünde tutmanı tekrar rica ederim. Değerli dostum; Romandan söz ettiğim için Celal Polat'ın bildiğiniz "Yalımlar Gölgesinde" romanı hatırıma geldi. Bundan bir kaç ay önce Türkmen Kültür Yayınları arasında kitap halinde çıkarıldı. Elime değince, alışkanlığım üzere ilk kez şöyle çabucak gözdem geçirdim. Sonra iki gün üst üste bir eleştirici gözüyle teftik teftik ederek okudum, kimi notlar saptadım. Notları makaleye dönüştürürken, uzun bir eleştiri yazısı çıktı. Yurt gazetesine gönderdim. Roman, bütün kusurlarına karşın, edebiyatımızda belirgin bir yapıt, yazdığım yazı ise, gönlümün istediği mükemmelliği taşımamakta, ancak bizim ortamın kültür seviyesinin susuzluğunu doyurabilecek bir düzeyde. Kültür ortamımız dedim, kültürsüzlük ortamı da deyebilirdim. Kınamazdın sanırım. Kırılmalar, darılmalar, kişisel çıkarlar yüzünden uyuşmazlıklar hala sürüp yürümekte. Kısaca, bir zamanlar acısını beraber paylaştığımız bu çevreyi, elinle nasıl bırakıp koymuşsan, hala öyle. Her kes kendini beğenmişliğin gururunda. Hatırlarsan, her Kerkük'e uğradığımızda, dostlar arasında yersiz, nedensiz çekişmeleri görünce, Erbil'e, başımız ağrılı olarak dönerdik. Oradaki dostlarımız, şimdi de, aynı tas aynı hamam içindeler. Aynı zihniyetle davranmaktalar. Buna acımamak olmuyor bir türlü. Her gedişimde üzüntülü, Erbil günlerini özleyerek dönüyorum. Hatta bu yüzden öldüğüm, bayıldığım Kerkük'e iki veya üç ayda bir uğramayı yeğliyorum. Son gedişimde sizi soranlar çoktu. Hele zamanın çürüttüğü dostumuz Hamza Hamamcıoğlu uzunca sorgulara tutturdu, ne yapıyor ne yapmıyor diye başlayarak. Mevlüt Kayacı da ona göre. Kahtan Hürmüzlü'yü göremedim, fırsat olmadı. Hepsine selamlarını ilettim. Onlar da bol bol selamlarını yüklediler, mutluluklar, sağlıklar dilediler. 38 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı derken, son yayımlanan "Türkmen Öykücülüğü- Konuşmalar ve Örnekler" kitabim aklıma sıçradı. İki yıl önce yayımlanan bu kitaptan size söz etmediğimin nedeni apaçık. Nusret Merdan ile Selma Abla'nın adlarını içermeyen bir kitaba, Türkmen öykücülüğü kitabi denmesinin sıkılganlığı, mahcupluğu. Bu iş sansürün isteğiyle oldu. Anlayış gösterir, takdir edersiniz eminim. Selma Abla'nın edebiyat dünyasından elçekmiş olmasını hissetmekteyim. Ne sesi var mektuplarınızda ne de şiirleri. Gönderdiğin şiirleri, sesinle, sesini kulaklarımda duyar gibi okudum, bir kaç kez. Övgü savurmalara gerekin olmadığını biliyorum. Dizelerinle çizdiğin görüntüler ve bunlarla yüreğime sızdırdığın çağrışımların tadına doyamadım: Ferz et ki, hala mutluyuz Çocuk gözü ile "İstanbul'a Bakana" kendimizi kaptırırken Kapı kapı dolaşmaktayız "Köse Geldi" ile *** Ferz et ki, vurulmamışım Daha bin bir yerimden Horyatlar Hasa Hasa akmaktadır Durup dinmek bilmeden *** Ferz et ki, tüm Güzellikler yerli yerindedir İsmet Özcan Kapımızdan yine İçeri girer mi? Bereketli yüreğinin ürünlerini her zaman beklerim, sabırsızlıkla beklerim. Mektupların da benim için şiir niteliğinde. Hüzün Martıları 37 hepimizin yardımcısı olsun. Ayrılıklara, kimsesizliklere, yalnızlıklara, ambargoya, ölüme söz geçmiyor. Allah yardımcımız olsun demekten başka ne gelir elden. Değeri dostum; Koca Fuzuli için Irak'ta yapılan festival, bir kaç bakımdan eşsizdi. Bir yüz kadar Azerbaycanlı şair ve yazarın katıldığı heyete, Azerbaycan kültür bakanı başkanlık ediyordu. Heyetle birlikte iki oyun ekibi de gelmişti. Dehşet uyandırıcı oyunlar sundular, tufanlı alkışlar ile karşılandılar. Dört gün süren festivalin son günü şiir okumalarına ayrıldı, Onlardan bir şiir bizimkilerden bir. Şair ve edebiyatçılarımızla en çok ilgilenenler; Gazenfer Paşayıf ile Ayaz Vefalı oldu, Ayaz Vefalı, meşhur Azerbaycan dergisinin başyazarı. İkisi de birden, festivalde okuduğum şiiri çok beğendiklerini kulağıma, büyük bir sır ifşa eder gibi fısıldadılar. Sizin oralarda, Fuzuli adında çıkarılacak derginin Fuzuli'nin adına yakışır olmasını umar ve gönülden başarılar dilerim. Bana ait olan her maddeyi yayınlamaya verebilirsin. İstersen özel olarak da yazıp gönderirim. Dergi hangi dilde çıkıyor, çıkacak? Bizim dilde olmasın, temennim bu. Fazlaca yararı olmayacak. Kendi çevremizi aşmamız ve diğer milletlere sesimizi, kültürümüzü ulaştırmamız açısından söylüyor ve Fransızca veya İngilizce olmasını öneriyorum. Sesimizi uzak noktalara ulaştırmak, Avrupa'daki arkadaşlarımızın üstüne düşen bir sorululuk, en güzel bir şekilde yapacaklarına inanıyorum. Geçen mektuplarının birinde Fransızcayı öğrenmeye başladığını ve üstat Ata Terzibaşı'nın "Arzu Kamber" masalını çevirmeyi düşündüğünü yazıyordun. Bu enteresan çalışman ile her şeyi öğrenmek arzusundayım. Ayrıca Türkmen şiiri antolojisini çıkarmanın, her zaman düşündüğün bu büyük projenin, hem yeri hem zamanı, Türkmen öykücülüğü de sizin için güzel bir çalışma alanı oluşturabilir. Türkmen öykücülüğü 40 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı (7) Cenevre: 25. 3. 1997 Sevgili kardeşim Mehmet Ömer Kazancı Dostlukların önemini şimdi daha iyi anlıyorum. Bir dostla dertleşmenin, enine boyuna konuşmanın ne kadar mutluluk verici bir olay olduğunu, şimdi her zamankinden daha iyi anlıyorum. Hele o dost var gününde, yok günümde hep yanımda olan namı değer Mehmet Ömer Kazancı ise... Hala sözcüklerle iç içe yaşamaktayım. Bu sürgün limanında tek sığınağım o, tek tesellim o. Resmen yalnızlığı yaşamaktayım. Kendim yazıp kendim okuyorum. Okuru olmayan bir yazarım. Kendi yazdıklarıma kendim not veriyorum, hiç kimse sesimi duymuyor, hiç kimse dilimi bilmiyorum. Cenevre sokaklarını tek başıma dolaşıyorum. Bazen tutuyorum, o sokaklarda Kerkük türkülerini: "Altun üzük yeşil kaş", "Aman güzel yar", "Bu ne boy"... Kendi sesimi kendim diliyorum. Yalnızlığımı kendimle paylaşıyorum. Bütün bu acıya rağmen, dilimle sürüyor dostluğum. Ahbaplığım devam ediyor sözcüklerle. Gecenin hangi saati olursa olsun, üşünmeden, tembellik etmeden uyanıp saatlerce masama oturup, yazıp okuyorum. Edebiyata hiç bir zaman ihanet etmedim, edemem de. O benim yaşam tarzımdır, yaşamımın ikiz kardeşidir. Sabaha yakın zamanlarda balkonda durup şafağı, ağaçlarda tünen serçilerin cıvıldamasını dinliyorum. Kuşlar dünyanın her yerinde aynı dili konuşurlar. Aynı sabırsızlıkla beklerler şafağı. Kuşların dostu olarak, onlarla birlikte her gün şafağı bekliyorum. Onlarla Türkmence dert yanıyorum. Birbirimize alıştık nedense. Mektupların bana her zaman mutluluk veriyor. Mektubunu okurken, o bitmez, tükenmez sohbetlerinin içinde buluyorum kendimi. Mektubunu bu dördüncü okuyuşum. Saat gece 11: 30, yanı Irak'ta gece yarısı 1: 30 çocuklar uyudu. Tek Hüzün Martıları 39 Bunları da onlarla, o şiirler ile saklayıverecek, tutacağım kalbimin sandığında. Gün gelir beyaz kanatlı, kına parmaklı güvercinler gibi salıvereceğim, yedi kıtanın üstüne. Nusret Merdan'ı tanımazlıktan gelenlere "alın işte Nusret Merdan bu" diye haykıracağım avaz avaz. Değerli dostum; Yaza yaza sekiz sayfayı doldurdum. Bu uzun mektubu okurken, sıkılmamanızı umarım. İçim dolu. Mektubun başında söylemiştim hanı, içim yangın. Söylemek istediklerimin birçoğunu söylemiş değilim hala. Ancak şimdilik bu kadarıyla yetiniyorum. Gelecek mektuplara doğru hepinizi sağlıkla, esenlikle bırakıyorum. Çocukların gözlerinden birer birer öperim. Ozan ile Yağmur'un resimlerine, bizim Mistik ne kadar sevindi bir bilseniz. Küçük albümünün ilk sayfasına yerleştirdiği resme, her açıp baktıkta "Cenevre Erbil'in neresine düşer" diye soruyor. "Ozan'ın bisikleti kalmış mı? Okula gidiyor mu?" işte ne bileyim, bir sürü kritik sorular. Mustafa annesinin de Selma Abla'yla ilgili soruları az değildir. "Bir dereceye kadar birbirimizden kırgın ayrıldık. Buna çok üzgünüm" diyor ara sıra. "Dost kırgınlığı, geçici" diye avunduruyorum. Selma Abla'ya Mustafa annesinden ve benden kucak dolusu selamlar. Hepinizi Allah'a ısmarlar, yeni yılda tüm umutlarınızın gerçekleşmesini dilerim. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 8. 2. 1997 42 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ve sezen benim için önemli olan, uğruna çok çalıştığımız öykücülüktür. Selma'yı soruyorsun güzel dostum. Ne yazık ki, Selma'da, Irak'ta alevlenen edebiyat aşkından burada bir eser yok.. Çocuklarla meşgul ve uzun süredir midesinden rahatsız. Aziz ve değerli kardeşim; Fuzuli festivaline katılmana çok sevindim. Ayaz Vefalı ve Gazanfer Paşayıf'ın şiirlerini beğenmelerine hiç şaşırmadım. Çünkü senin yazdıkların yüzde yüz bir Türkmen şiiridir. Söylediğin gibi edebiyatımıza kıskançlık ve çekememezlikler musallattır. Ama buna rağmen şiirden anlayanların hangi şiirin "yez" hangi şiirin "altun" olduğunu bilmektedirler. Azerbaycanlı şairler de şiirimizde altını keşif etmişler. Tedirginlik benim ruhumda. Hiç bir zaman kendimi rahat, sorunsuz hissetmedim ki. Burada bile tedirginlik yanı başımda yatıyor benimle. Bu olmazsa, gecenin zifiri karanlığında, her kesin rahat uyuduğu bir zamanda kalem elimde, defter önümde, kelimeler yüreğimde kuşlarla şafağı hiç bekler miydim? Ama umarım ki, kalbim bana ihanet etmez. En zor, en dayanılmaz anlarda susmayan bu kalp, anidan susamaz. Ve yorulmuş da olsa, bana hep dost kalacak. Aslında ben kalbime minnettarım, müteşekkirim. Çünkü o hep benden yana oldu, en kötü günler de bile. En muhtaç olduğum anılarımda bile hep yaşamaya devam etti. Beni yazmaya zorladı. Ya zamanından çok erken gelirim Sürgüne geldiğim gibi Ya da çok geç kalırım mutluluğa Seni sevdiğim gibi Hep geç kalırım güzel şeylere Hep çabuk giderim hüzünlere Her şey ya bitmiştir Ya hiç başlamamıştır Hüzün Martıları 41 başıma masada oturuyorum. Sana olan dostluğumu, bitmez tükenmez sevgimi belgelemek uğraşısı içindeyim. Mektuplarını okurken, her zaman tansiyonum yükseliyor, heyecanlanıyorum. Müthiş bir sevgi ve hüzün seline kapılıyorum. Mektubun o güzel yakaya, yanı Kerkük'e açılabileceğim tek pencere. Ben de inanıyorum ki, dost olarak birbirimizi geç bulduk, çabuk kayıp ettik. Bunun ezikliğini, üzüntüsünü içimde her zaman taşıyacağım. sevgili kardeşimiz İsmet Özcan'ı kayıp etmemiz çok acı. Bir usturanın ucunda yürümeye zorlanmak gibi bir şey. Bu acının her anını her dakikasını yaşıyorum. Proje olarak İsmet Özcan kitabının gelirini ailesine bırakmanızı, bu maddi felaket zamanında düşünmenizden dolayı çok teşekkür ederim. Bu örnek düşünce ve davranış ancak ikinize yakışır. İkinizin de ellerini dostluk ve sevgiyle sıkarım. Allah sizden razı olsun. Türkmen edebiyatı ve onun temsilcileri bu soylu tutumunuzu asla unutmayacaktır. Sizlere bir yardım eli uzatmadığım için ateşlerde yanıyorum. Burada bizlere verilen aylık, kurşunu kurşuna kadar hesaplanmış. Bu para sadeca yememiz ve içmemize yetecek olan asgari maaş olarak veriliyor. Burada bile ayın sonunu zor getiriyoruz. Geçenlerde Cenevre'de bulunan iki Arap okuluna çalışmak için başvurdum. Sırf Irak'lı olduğum için ihtiyaçları olmasına rağmen, başvurumu kabul etmediler. Anlaşılan bu pez... ler, hem vatanımızda, hem de dışarıda bizlere yaşama hakkı tanımıyorlar. Ama inanıyorum ki, gün gelecek, bütün yıkım ve zorluklara rağmen, ayakta dimdik durduğumuzu görecekler. Son kitabın "Türkmen Öykücülüğü"nü ne kadar beğendiğimi sanırım bir mektubumda belirtmiştim. Senin araştırmacı yönün hiç bir yazara necip olmayan türdendir. Dolayısıyla kitabın, büyük bir boşluk ve ihtiyacı doldurmaktadır. Bu kitapta adımın geçmediğini bildiğimden dolayı, kendini suçlamanı hiç bir şekilde haklı göremiyorum. Gerçekleri gören 44 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı rın yıprattığı Hamza" tümcesi beni endişelendirdi. Hamza otuz yıllık dostumdur. Onun yazdıklarına her zaman şapkamı çıkarırım. Onun çok büyük bir yazar olduğunu dünyanın her yerinde söyleyeceğim. Hamza'nın Yaşar Kemal'den ne eksikliği var? O bizim için Yaşar Kemal'den daha üstündür. Yazarlarımızın değerini bilelim artık. Laf Yaşar Kemal'den açılmışken, ona hala çevirdiğim "Teneke" romanının tercümesini göndermiş değilim. Ben kendimle, Yaşar Kemal'in çeviricisi değil, bir Türkmen yazar ve şairi olarak iftihar ediyorum. Sana ne kadar yazarsam yazayım, hala tüm söylemek istediklerimi tam olarak söylemediğimi hissediyorum. Hala içimde söylenmemiş yüklü duygular, eksik cümleler olduğunu duyuyorum. Gelecek mektuplarda açığa çıkar umudu ile avunuyorum. Selma, Um Mustafa'ya en derin sevgi ve saygılarını sunmaktadır. Ve birlikte geçirdiğimiz anları hala hatırlamaktadır. Sümer, Fırat, Yağmur ve Ozan, arkadaşları Nimet, Ülfet ve Mustafa'ya ayrıca selam eder ve başarılar dilerler. Mektubunu dört gözle bekler, mutluluk, sağlık ve esenlikler dilerken, dostlar: Kasım, Nevzat, Hamza, Kahtan, Mevlüt, İsmail İbrahim velhasıl tüm dostlara saygı ve sevgi dileklerimi sunar, hepinizi hasret ve özlemle kucaklarım. Nusret Merdan Cenevre: 25. 3. 1997 Hüzün Martıları 43 Öyle bir yerdeyim ki, Ölüme erken sevgiye geç Hangisine el uzatacağımı Keşke bir bilseydim...! Aziz dostum; Mektubun bu bölümünü sabah yazıyorum. "Keşke indi Mehmet Ömer Kazancı yanımda olsaydı"... Güzel anlarda bu tümceyi sık sık kullanıyorum. Buna eş değer olarak, kapımızın zili çalındığında "ha... Selma, İsmet geldi" tümcesini de kullanıyorum. Hatta Selma şaka olarak "o kadar özlemişsen yanına git" der. Senin anlayacağın gibi, "Şafak"taki birlikteliğimiz benim için hala sürüyor. Yoksa başka türlü nasıl Nusret Merdan olurum ?. Saat 10:30 Fransa sınırına çok yakın bir parkın sandalyesine oturuyorum. Hava çok güzel, güneş dört dörtlük, sık sık önümden insanlar geçiyor. Genç çocuklar koşmaya çıkmış. Kerkük sevgisi içimi sızlatıyor. Yüreğimi sıksan içinden Kazancı, Hamza, İsmail, İsmet, Kahtan, Mevlüt, Behçet fışkıracak. Şu anda yanıma bir köpek yaklaştı, ona mecburen "merhaba" dedim. Sahibi teşekkür etti ve onu çağırdı: "Bırak, misyoyu rahatsız etme". Yine ister istemez köpeklerimizi hatırladım. Fransızcayı en güzel kadınlar konuşur, telaffuz eder. Zaten güzel olan Fransızca onların hoşluğuna bir hoşluk daha katıyor. Kadın zaten güzeldir. Öyle yaratmış onları Kadir Mevla'm, Usta Kerim. Ama şekil olarak burada fazla güzel yok. Yani bizim alışık olduğumuz şekilde. Selma bile kabul ediyor ki, Irak'taki kadınlar çok daha güzel buradakilerden. Esmeri esmer, güzeli güzel, beyazı muhteşem... Gelecek mektubunda Türkmen kültürünün değerli yazarı Hamza Hamamcı'dan bana söz et. Çünkü mektubunda "yılla- 46 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı masum karının dikiş makinesinden çıkarmakta olduğu kara mangırlar, bu işe yetmiş bulunuyor. Arabamız da bizim gibi, yıpranıp kocalaştıktan sonra, o da bu kara mangırların bir payını tüketip tüketiyor. Öyle günler oluyor ki, okula cebimde dört mangır olmadan gidiyorum. Çocukların okul malzemelerini temin etmek, ufak tefek gereksinimlerini karşılamak, başımıza açılan büyük bir mesele oluyor. Nasıl da olamaz, altmış sayfalık bir defterin fiyatı, beş yüz Dinara çıkıyor kimi zaman, bir kurşun kalem elli Dinara, yetmiş beş Dinara. Bunları sırf yakınmak için değil, kimi gerçekleri ayrıca belgelemek için söylüyorum. Üstelik borsanın tek düzen ölçüsü Dolar. Ha kalktı, ha düştü. Dolar ile Dinar arasındaki yarışma, fare ile kedi arasındaki gibi, peşin kimin galip kimin mağlup geleceği belli. Belli ama "ceylan kaç tazı geldi" senaryosu her gün yenilenmekte. Bu durum, paranın her türüne lanetler yağdırmaya zorunlu kılıyor insanı. Hamza Hamamcıoğlu öykülerinde, atalarımızdan kalma "el kiri" deyimini kullanır para için sürekli. O da bizim gibi, paranın, kara günlerin dostu olacağına inanamaz nedense. Ama paranın değeri düştü mü, gerçekten de insanın değeri düşüyor. Artık ne kültür, ne edebiyat, ne diploma, ne de, ne de... Hiç bir şey hiç bir şeye yaramıyor. Bunlara, buralarda her gün bir kez daha şahit oluyoruz. Aydınlar ayakaltında, ehliyetli insanlar dışlanmış, göz ardı edilmiştir. Çalışma alanları oldukça bol, ancak diplomasızlar, okul görmemişler için. Yollar üstünde sigara satıcılarının bir günlük kazancı, üniversite hocalarının tam bir aylık maaşı. Adam olmak demek, zengin olmak anlamına yürütülüyor artık. Doğruluk, dürüstlük prensipleri peşinde olanlara kahkaha atılıyor. Rüşvet alamayanlara, merhaba vermenin haram olduğuna inanılıyor. Güvensizlik, hırsızlık, rezalet, sefalet her köşede kol gezmekte, işte bu günkü toplumumuzun panoraması, genel çizgileriyle bunlardan ibaret. Artık dostluklardan, arkadaşlıklardan, saflıklardan söz etmeye gerek kalıyor mu 45 Hüzün Martıları (8) Bağdat: 17. 6. 1997 Çok değerli ve aziz dostum Nusret Merdan; Bunalımlı, tasalı, sıkıntılı olduğum günlerde sizlere yazmamayı karalaştırmıştım. Bu gibi koşulların, bu gibi etken ve etmenlerin etkisi altında yazarsam, hep üzüntülerden, özlemlerden, acılardan söz edeceğimi bildiğim için, üç aydır yazmayı erteliyor, dünyamı saran kara bulutların dağılmasını bekliyordum. Geçen mektuplarımı gereğinden fazlaca karamsarlıkla bürüdüğüm için, bu kez değişik bir şeyler yazmayı yeğliyordum. Kendimi sabırla beklettim. Beklete beklete aradan üç ayca bir süre geçti. Üzüntüler uzaklaşsın, uzaklaşamadı, hüzünler çöksün, çökemedi, sıkıntılar yan versin, veremedi. Kader olarak alnımızın tam ortasına saplanmış, silinmek bilmeyen, bir yandan kanımızı, bir yandan ömrümüzü, öte yandan günlerimizi acımasızca sömüren, kahir olmaların gölgeleri altında yine bu kara kalemi elime almaya zorunlu kaldım, mecbur kaldım. Neler yazacağımın yine şaşkınlığı içindeyim. Ortada söylenmeye gereken bir şeylerin bulunmadığından değil, tam tersine, onlarca konuların birden beynime sıçradığını ve hep birden, bir arada kendini açıklamak istediği için. Aylardır kimseyle şöyle dostça ve samimiyet ile sohbet ettiğim yok. Her kes kendi halinde. Kimse kimseyle ilgilenemiyor. Her kesin içinde bir tür korku, bir cins kaygı vardır. Bizim ailece korku ve kaygımız, yarına doğru nasıl, kimliğimizden, insanlığımızdan her hangi bir ölçüde taviz vermeden demir atmamız, yarını yakalamamızdır. Gemilerimizi yarının limanına selametle ulaştırmak için, bütün mümkün ihtiyatları nasıl göz önüne almamızdır. Şimdilik kafamızı karıştıran tek sorun, karnımızı doyurma sorunu. Ne aldığım maaş, ne de bizim 48 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ile barındığımız bu evi de bir kaç ay sora boşaltmamız gerekmekte. Bu konuda ihtar aldık. Yine barsız barksız kalmak gibi bir kader bekliyor bizi yakınlarda. Ev kiralamak olanaksız, kiralar öyle yüksek ki. Şimdiden bizimkileri korku sarmıştır, nereye sığınacağız diye. Nerede demir atacak bu talisiz gemi bu kez. Hep düşünüyorum, çıkar yol bulmak için. Ama nafile. Bir yandan bu ev-evsizlik kaygısı, öte yandan doktora çalışması. Geçen süre içerisinde doktora kurslarını tamamladım. Bütün kursları başarıyla geçtim. Dört ayrı günde, toplam on beş saat civarında, dört ayrı yazılı sınavı, Allah'a şükür ki, fazla zorluk çekmeden başardım. Daha sonra, beş akademisyenden oluşan bir komitenin önünde sözlü bir sınava tabii tutuldum. Üç saat süren bu sınavı başarıyla geçmemde, akademik bilgilerimin yanında, kültürel birikimlerimin de büyük rolü oldu. Zaten savaşa gider gibi bir hazırlıkla bu sınava gitmiştim. Doktora çalışmasından bir araştırma bölümü kaldı. İşler düz giderse, bir yıl kadar bir süre içerisinde tamamlayacağımı tahmin ediyorum. Değerli dostum; Her zaman olduğu gibi tek teselli kaynağım, edebiyat kitapları. Okuldan döndükten sonra, eve kapanıyorum. Satın aldığım günler okumaya fırsat bulamadığım kitapları karıştırıyorum. Eski dergiler arasında saatlerce kendimi unutuyorum. Yurt gazetesinin seksenlerde çıkan sayılarını hep gözden geçiriyorum. Ve buna inanıyorum ki, Türkmen edebiyatı altın çağını seksenlerde yaşıyordu. Değeri ölçülmeyen araştırmalar, değerlendirmeler, eleştiriler, günlükler, öyküler ve şiirler. Türkmen edebiyatının belleğinden, kim ne yaparsa yapsın, silinmeyen, silinmeyecek parlak adlar, yetenekli, kabiliyetli imzalar. Nusret Merdan'lar, Hamamcıoğul'ları, Özcan'lar, Polat'lar, Ziyai'ler ve bunlarla birlikte, bunların peşinde yüzlerce başarılı genç kalemler. Edebiyatımızın yararına olgun dolgun Hüzün Martıları 47 bilmem. Gerçek dostluklar Nusret Merdan ile buralardan, uzaklara, yazık ki, çok uzaklara göç etti. Hasretlikler içinde yana yakıla bıraktı bizi. Yürekten çıkan, samimiyet ve içtenlikle yoğrulan sözlerin tadını, kokusunu, inan ki, yalnız senin mektuplarından, mektuplarının yoluyla alıyorum. Tüm kayıp ettiklerimi onlarda buluyor gibi sezinliyorum kendimi. Dolayısıyla elime değen her mektubunu öpe koklaya, koklaya öpe okuyorum. Mektupların için, bu yüzden özel bir dosya düzenlemiş bulunuyorum. Saflıklara, sıcak duygulara hasret duyduğum günler açıyor, satır satır okuyorum. Biliyorum dostum, biliyorum ki, sen de oralarda aynı dertleri, aynı hüzünleri yaşıyorsun. İşin en acılı yanı, bütün bunlarla birlikte, bir de gurbet acısını yaşıyorsun. Adına acı dedim, başka ne diyebilirim. Gurbet dendi mi, acı, hasret, kimsesizlik hatıra gelir elbet. Ancak bazen insanın yaşadığı öz be öz toplumu bile çekilmez bir gurbete dönüşüyor. Ne yapsa ayak uyduramıyor insan, kendi toplumuna, kendi ortamına bazen, Çevreden kaynaklanan tahammül edilemez nedenler yüzünden. Gerçek bir ruh tedirginliği başlıyor insanda. Her şeyi çevremde garipsiyor, yabancı görüyorum. Öyle ki, dünyaya yanlış bir zamanda geldiğime inanıyorum kimi kez. Burası Bağdat, güya Bağdat gibi diyar olmazmış sözde. Oysa buranın ne havası canıma siniyor, ne suyu susuzluğumu gidermeye yetiyor. Kısacası kimsesizlikler, yalnızlıklar içinde kıvranıyorum, kıvranarak yuvarlanıyorum. Değerli kardeşim: Geçen mektuplarımda gerisini getirmeden çok şeylerden söz etmiştim sana. Bunlar arasında oturduğumuz eski evden göç etmemizin istenmesi sorunu vardı. İşte orayı bıraktık. Geçen yılın sonunda El-amiriye semtinde diğer bir eve yerleştik, iki kattan oluşan bir ev, geniş, Bağdat tüccarlarından, bir varlının bir zenginin. Bir yıllığına bedava olarak bağışladı. Teyzem oğlunun iş ortağı, bu iş onun aracılığıyla oldu. Minnet 50 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı kük'e ikinci gidişimde Mevlüt kardeşimize bildirirken, büyük bir alçak gönüllülükle kabul etmesi, şaşırdı, şaşırdığı kadar da sevindirdi beni doğrusu. Çünkü bilirsin, Mevlüt kardeşimizin öykü denemesi derin ve geniş. Bu gibi konularda kendisiyle çıkışmak, şaka değil. Geçen mektuplarının birinde Fuzuli adında çıkarılması düşünülen bir dergiden söz ediyordun. Çıkarıldı mı, çıkarılmadı mı, hep merak ediyorum. Mümkünse bir sayısını görmek isterim. Gönderirsen mutlu edersin. Son mektubunun Um Mustafa'ya hitap eden bölümünden dolayı, hem Selma'ya hem de size, hepimizin adına sonsuz teşekkürler. Nazik duygularınızı paylaşıyor, yalnız MerdanKazancı düzeyinde değil, ailece sizinle karşılıklı saygı karşılıklı sevgiler içinde kalacağımızı samimiyetle ifade etmek istiyoruz. Dostluk kadri bilen sizin gibi saf insanlardan istemeden ayrılmanın ne kadar üzücü, ezici olduğunun, her geçen gün bir az daha ayrımına varıyoruz. Ve o acısıyla, tatlısıyla birlikte geçirdiğimiz günlerin anılarına sığınıyoruz. Orada Selma Abla'nın fincanımızı okuduğunu, Sümer İle Fırat'ın, bizim veya sizin evde, Nimet ve Ülfet ile birlikte "a'te-bacı" oynadıklarını, Ozan ve Yağmur'un Mustafa ile birlikte yaramazlıklar yaptıklarını, gözlerimizin önüne getiriyoruz. Derin derin içimizi çekiyoruz. Ayrılıklara, dostlardan sevgililerden uzak kalmalara neden olanlara, lanet gönderiyoruz, Allah köklerini kessin diye. Yakın bir zamanda kavuşabilmemizi temenni ediyoruz. Allah bu kavuşma için yollarımızı döşesin. Sağlıkla kalın dostum. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 17. 6. 1997 Hüzün Martıları 49 yazı ve mükemmel görüş ve düşünceler. "Edebiyatımızda Mektuplar" düşüncesi de bunların arasında kuşkusuz. Son mektubunda aynı düşünceyi ileri sürdüğünü görünce, birçok konuda mutabık fikirlere sahip olduğumuza oldukça sevindim. Yurt gazetesinde yayımlanan yazılarımızdan göz geçirdiğim zaman, edebiyat dünyasıyla nasıl bir kaynaşım içinde olduğumuza hayret etmekten kendimi alamıyorum. İnan ki dostum, zemin müsait olsaydı Yaşar Kemal gibi, Mikofisky, Abdülvehap El-Beyati gibi dünyaca tanınan, hiç çıkmazsa, hiç çıkmazsa, azından bir üç yazar çıkardı aramızdan. Yine de umutsuz değilim. Düşlerimizi bulanık sular üzerinde mi yazıyoruz. Hayır. Gelecek kuşak için yolu en güzel bir şekilde döşediğimize içten inanıyorum. Biz gerisini geteremediklerimizin, onlar getirebileceklerinin umudunu en derinine yaşıyorum. Özcan için yazmış olduğun tanıklık-değerlendirme yazına çok sevindim. Temize aldım, kitaba yerleştirdim. Kitaba "Ölüme Zaman Erken" adını öngördüm. Sanırım uygun ve yerinde bir ad. Geçen mektubumda bunu size söyleyip söylemediğimi hatırlamıyorum. Kitap Türkmen Kültür Müdürlüğünde basılmaya sırasını bekliyor. Geçenlerde Kerkük'te idim. Mevlüt Taha Kayacı kardeşimiz, öykülerini bir araya toplamış olduğu bir müsvedde gösterdi, okuyup görüşümü bildirmek için. Daha önceleri üstat Terzibaşı'ya gösteriş. Öykü müsveddesi olduğunu öğrenince, Kazancı'ya göster diye önermiş, o bu işlerden daha iyi anlar demiş, üstadımız. Müsveddeyi Bağdat'a getirdim, okudum, inceledim. İtiraf etmeliyim ki, çarpıcı, farklı örneklerle karşı karşıya buldum kendimi. Bugünkü koşulların yarattığı sorunları, çok ince, çok derinlemesine ve tam anlamıyla bir gözlemci üslubuyla işlemiştir Mevlüt kardeşimiz, "Dev Sancılar" adını verdiği o öykülerde. Umardım yanımızda olaydın, sen de okuyaydın. Öyküleri okurken edindiğim kimi notları, Ker- 52 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Türkmen Şiiri Dosyası" hazırlamakta yardımımı istedi. Ben de ona kısa bir müddet sonra bir ön söz gönderdim. (ﻻ ﺗﻘﻄﻌ ﻮا ھ ﺬا ( اﻃﻼﻟﺔ ﻋﻠﻰ اﻟ ﺸﻌﺮ اﻟﺘﺮﻛﻤ ﺎﻧﻲ اﻟﻤﻌﺎﺻ ﺮ ﻓ ﻲ اﻟﻌ ﺮاق/ اﻟﻘﺮﻧﻔﻞAdı altında. Ve birçok şiir de çevirdim. Kazancı, Kahtan Hürmüzlü, İsmet Özcan, Remzi Çavuş, Nesrin Erbil, Mehmet Merdan, Salah Nevres, Hamza Hamamcıoğlu, İsmail İbrahim ve başkalarından. İnşallah yakında bu yazı çıkar ve sevgili yurdumuz Irak'ta yazılan Türkmen şiir örneklerini Arap okurları okuyacaktır. Kahırdaşım, hüzündaşım Kazancı; Artık adım gibi biliyorum ki, senin gibi dostların hasreti ile yanıp tutuşacağım. Meğerse ne kadar birbirimize yakınmışız! Meğerse aynı ana, aynı babadan olmamamıza rağmen sevgide, kahırde, günlük yaşam ve kültür yaşamında kan kardeşi olmuşuz. Senin o mert, o güzel, o Türkmen yüzün her hatırladığımda yığınca, içimden aramızdaki anılar geçiyor. Zor günlerin dostluğu ve dürüstlüğü geçiyor ve gerçekten kahır oluyorum. Saat şimdi burada 4:30 sabah, yanı orada 6:30. Bu saate dağ, taş, kuş, ağaç, evler, her şey mışıl mışıl uyuyor. Sabahla karşılaşmaya yeminli bir benim. Zaten sanırım her zaman yazılarımızda, şiirlerimizde taş, kuş, ağaç, ev, nehir ve insandan yana olduğumuzu gösterdiğimiz kadar, günlük yaşamımızda da her zaman gösterdik. Bu şafak vaktinde, yürek yalan söylemez. Kalem, doğru bildiğini yazar. İşte bu saatlerde, tüm sıcaklığı ile Kerkük ve siz, güzel dostlarım, benimle berabersiniz. Koyu bir sohbet içindeyim sizinle. Her zaman rehberimiz edebiyat ve sözcükler olmuştur. Senin o güzel, tadına doyulmayan Türkmen şiirlerini her zaman okuyorum, okudukça bir çeşit teselli buluyorum. Çünkü tüm o şiirlerinin doğuşunu ilk gören bendim. Okudukça yüz mimiklerin ve o güzel tebessümlü yüzünü gözümün önüne getiriyorum. Kısacası, benim adım Cenevre'de yaşıyor, ama gerçek olarak, 51 Hüzün Martıları (9) Cenevre: 10. 11. 1997 Sevgili kardeşim; Mehmet Ömer Kazancı Sana karşı suçlu olduğumu biliyorum, çünkü cevabımı bir az gecikmiş olarak yazıyorum sana. Umarın ki beni af edersin, sebep ise hem hastalığım, "seker ve tansiyon", hem de moralsizlik. Mektubunda çizdiğin o kötümser kara tablo beni epeyi etkiledi ve yıprattı. Sana güzel bir şey yazma çabası ve umudu ile bir az geciktirdim. Ama şuna inanmanı isterim ki; mektubum gecikse de, sen her zaman ruhumda, her zaman aklımda, her zaman gölümde yaşamaktasın, sen ve sevgili İsmet Özcan. Hayatıma damgasını vuran dostlarsınız. Aramızdaki bağın adı yok henüz. Çünkü o, kardeşlikten ve dostluktan öte olmuştur hep. Bana göre adı bulunmamış bir kadar birliğidir. Her zaman olaylara aynı gözle baktık, her zaman yobazlık ve yüzsüzlüğe aynı tepkiyi gösterdik, âdete bir almanın iki parçası idik. Evet, yazdıkların, umutsuzluğun beni tahmin ettiğinden çok etkiledi. Keşke elimde olsa, maddi durumun yerinde olsa, tüm o güzel dostların imdadına Hızır gibi yetişebilsem. İnan ki, beni en fazla rahatsız eden konu da budur. Ben gerçek dostlarım olan Kazancı, Hamza, Mevlüt, İsmail, Kahtan'ı,... çok sevdiğim ağabeyim Behçet Gamgin'le aynı kefeye koyuyorum. Sevgili Mustafa Babası; Bundan aşağı yukarı iki hafta önce bana Kanada'dan Salih Çavuşoğlu telefon etti. Yaklaşık bir saat konuştuk. Beni bulduğu için sonsuz mutlu idi. Telefonda her şeyden söz ettik, tabi başta edebiyattan. Ve inan ki, o seni benden sordu, ne yaptığını ve edebiyatımızda senin yazdıklarını çok sevdiğini belirtti. Avustralya'da Arapça bir edebiyat dergisi için "Çağdaş 54 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Aziz kardeşim; Sabah sökmek üzere, her şey sessizliğe gömülmüş, kış yüzünden kuş cıvıltısı bile yok. Acaba kuşlar neden ötmez, cıvıldamaz. Bilmem ki. Havalar burada iyi, fazla soğuk değil. Cenevre'nin havası güzel, kış fazla sert değil. Sabaha bir dost gibi el uzatıyorum bu saatlerde. Zaten ben onun ezelden beri dostuyum. Hatırlarsın ki, en iyi yazılarımı bu saatlerde yazmıştım. Her zaman bir kaç satırlık yazı için uykumu bir milyon defa feda etmiştim. Şimdi de gurbet elde aynı şeyi yapıyorum. Bu defa da sana bu mektubu yazmak için, bir dost olarak şafağın huzurunda bulunuyorum. Sabaha ilk merhaba deyenlerin arasında yer alıyorum. Geçenlerde bir kız gördüm. Boynuna bir "camadanı"yı eşarp olarak bağlamıştı. Beni bu görüntüsü, o kadar etkiledi ki, anlatamam! Acaba bu dede ve babalarımızın taç olarak gördüğü, bu camadanı’yı hangi rüzgâr atmıştı buraya. İçimden kızcağızdan izin isteyip, camadanını öpmek geçti. Çünkü onda dedemin ,babamın kokusu, şehrimin gururu vardı. O bana bu gurbette en yakın bir candı, bir en anlayan, nefes alan, yaşayan bir varlıktı. O bendim, o çocukluğum, o geçmişim, o geleceğimdi. O güzel kıza, boynunda benim için ne güzel, ne değerli, ne hayati bir şeyin taşıdığını anlatmak isterdim. Şimdi yağmur yavaş yavaş yağmaya başladı. Kendisini değil sesini duyuyorum. Keşke senin ve tüm dostlarımın, yağmurun sesini duyduğum gibi, sesinizi duyabilsem. Başta Selma olmak üzere Um Mustafa'ya sağlık ve mutluluk dilerken, Sümer ve Fırat çok sevdikleri can yoldaşları Nimet ve Ülfet'e çok selam eder ve başarılar dilerler. Ozan ve Yağmur Mustafa'ya çok selam eder ve ona merhaba Mustafa der. Ailece sizleri özlemlerle kucaklar, mutluluk, esenlik ve sağlık dolu günler dileriz. Nusret Merdan Cenevre: 10. 11. 1997 Hüzün Martıları 53 duygu olarak her zaman yüreğim ve ruhum orada coşuyor, yanı güzel vatanım Irak'ta ve güzel şehrim Kerkük'te. Sevgili kardeşim; Bazen düşünmeye dalıyorum, ne zaman edebiyatla göbek bağı kurdum diye. İnan ki, ben de zamanını bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey kendimi bir ara edebiyatın ortasında bulmamdır. Her zaman bir edebiyatçı duygusu ile yaşadım hep. Bu yüzden çocukluğumu bile doğru dürüst yaşamadım diyebilirim. Örneğin bu güne kadar hiç bir çocuk oyunu doğru dürüst bilmedimm. Kâğıt kuşu yapmak, iyi gülle-gülle oynamak, daha sonra kâğıt-konken oynamak, tavla, domino ve saire. Bunlara neden olan hep edebiyata olan merakımdır. Çok erken yaşta hayatı ciddiye aldım. Kendimi yaşımdan daha olgun gördüm. Bu yüzden yaşlılığa bir türlü ayak uyduramıyorum. Yanı gelecek sene 50 yaşında olacağım. Biz çocukken bu yaşta komşularımızın "emce" olarak görürdük. Olgun, tecrübe dolu olarak algılardık. Ama ben bir türlü kendimi "emce" olarak kabul etmiyorum. Hala o döneme ruhen girdiğimi benimsemiyorum. Hata bundan üç sene önce bana bir genç "dayı" dediğinde çok şaşırmıştım ve hiç hoşuma gitmemişti. Hala hayattan çok şey beklediğimi, umduğumu, bir şeylerin bende daha yerleşmiş olduğunu hissediyorum. Daha yeni tecrübeler yaşamam gerektiğini duyuyorum. Ama Tanrı bilir ki, daha kaç yıllık soluğumuz kalmış bu kahpe dünyada! Yazdığın bütün zorlukları yenmiş olduğunu dilerim. Zaten bundan eminim. Çünkü yanında ve her zaman seninle olduğunu bildiğim bacımız ve sevgili kardeşimiz Um Mustafa var olan desteği ile zorlukları yenmiş olacağınıza inanıyorum. Sevgili Mustafa'nın resmi bizi çok memnun etti. Maşallah, "küreken" olmuş ve sana ne kadar benziyor. Allah hem onu sizlere, hem de güzel kızlarınızı, Nimet ve Ülfet'i bağışlasın. 56 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı zaman koruyacağım. "İştar" dergisinde şiirlerin yayımlandı, iki sayıda üs üste. Çevrilerimin fotokopisini gönderiyorum. Birini Salih Çavuşoğlu çevirdi. Diğer iki şiirin aynı dergide Türkmen Şiir Dosyası ile çıktı. "Bu Karanfili Koparmayın" ﻻ "ﻻﺗﻘﻄﻔ ﻮا ھ ﺬا اﻟﻘﺮﻧﻔ ﻞadı altında çıkan dosya Arap okurları tarafından çok çok iyi karşılandı. Derginin başyazarı bana şükranlarını bildiren bir mektup yazdı. Ayrıca "El-hayat" gazetesinde dosya ile ilgili bir yazı çıktı ve yazıda çağdaş Türkmen şiirinin çok köklü bir geçmişe ve zengin bir birikime dayandığı yazılmaktadır. Çağdaş Irak kültürünün bir kolu sayılan Türkmen şiiri, bu dosya ile sanırım, hak ettiği ilgiyi Arap okurlarında buldu. Onun dışında Türk Dili dergisinde öykülerim çıkmaya başladı. Ayrıca Azerbaycan, Türkmenitan, Makedonya ve başka yerlere yazılar gönderdi. Bana kendi yazılarından göndersen sevinirim. Mısır'da ayrıca Ahbar Elyom gazetesinin Ahbar El-edep adlı ekinde Arapça bir kaç yazım çıktı. Çağdaş Türkmen şiiri adlı diğer bir dosyayı Türk Dili dergisine gönderdim. Dosyada Türkmen şiirinin Irak şiirinin bir devamı olduğunu vurguladım. Bu dosyada yer alanlar: Kazancı, Kahtan, Hamamcıoğlu, İbrahim İsmail, Mehmet Merdan ve başkaları da var. "İştar" dergisinde çıkan dosyanın bir fotokopisini Gamgin ağabeyime gönderdim. İnşallah ulaşmıştır. Sevgili Mustafa Babası; İnan ki, sana yazdığım zaman "öz özüme gelirem". Çünkü iyi biliyorum ki, bir dost yüreğe seslenmekteyim. Bir dost oğlu dosta dert yanmaktayım. Bir adam oğlu adana hüzün kimliğimi, yalnızlığımı açıklamaktayım. "Bir elin nesi var, iki elin sesi var" denir, işte biz iki elin sesiyiz. Açık yürekliliğine her zaman ihtiyacım var. İhtiyacım olduğu zaman her an seni yanımda bulmuşum. Maddi ve manevi olarak, bunu ancak burnum el-had taşına değerse unuturum. 55 Hüzün Martıları ( 10 ) Cenevre: 14. 12. 1998 Sevgili kardeşim Mehmet Ömer Kazancı; Saat gecenin on biri, yanı Irak'ta saatin ikisi. Belki çoktan uyumuşsun, şiirler, hüzünler, dertlerle kol kola. Seni unuttuğumu sanma. Bunu hiç bir zaman aklına getirme. Bir ihtimal dahi olsa getirme. Seninle aynı şiiri yazmışız. Yanı derde göğüs germişiz. Hüznün aynı pınarından içmişiz. Sevinçte, kederde hep bir olmuşuz, bir olacağız. Sana yazdığım son mektubun cevabını almayınca, türlü türlü ihtimalleri göz önüne koydum. Ancak ağabeyim Gamgin'den sana yazmadığım için sitem ettiğini okuyunca sevindim. Demek ki, yanılmışım. O yüzden yine yazıyorum sana. Yalnızlığın, kimsesizliğin, gurbetin en büyüğünü yaşıyorum. Her zaman aynada kendi başınayım. Hele birde hele birde bu dost kalem olmasa, hele birde senin gibi bir dost olmasa, gurbetim bine katlanır, kimsesizliğim alır başını yürür, kıta, iklim miklim dinlemeden. Düşün ki, seyahat etmeyi hiç sevmeyen ben Kerkük'ten, dostlardan, hele hele senden binlerce kilometrede uzaktayım. Kaderim, ne kadermiş meğer. Beraber olduğumuz günler aklıma geliyor, ben, sen ve sevgili İsmet Özcan. Sözcükleri bu zor günlerde bile ekmekten daha önemli, daha gerekli olarak gören üç edebiyat savaşçısı. Şiiri gecemize gündüzümüze katmışızdır. Yaşamımızın, ailemizin bir bireyi yapmışızdır. Her an gece demeden gündüz demeden, yaz demeden kış demeden şiire kadeh kaldırmışız. İşte bu vazgeçilmez beraberlik, kader birliği sonucu güzel şiirler, güzel öyküler ortaya çıkmış oldu. Senin hala bu zor koşullarda, bu haksız ambargonun güzel vatanımıza getirdiği dayanılmaz acılara rağmen güzel şeyler yazdığına inanmaktayım. Gece gündüz ekmeğin peşinden koşulduğu bu anlarda bile, o güzel kaleminle, güzel dilimize yeni değerler kattığına inanmaktayım ve bu inancımı her 58 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Kazancı ile "Zanko" semtinde evlerimizin bahçesinde Yurt gazetesini karıştıran bir edebiyat delisi olarak kalmak istiyorum. Kapımı çalıp dost elinde yüz Dinarı bana ihtiyacın olur diye getiren o dost Kazancı'nın çizdiği, sıcak dostluk memleketinde tutsak kalmak istiyorum. Dostluğuna, sohbetine, güzel Türkmencene kâğıt üstünde de olsa bile ihtiyacım vardır. Keşke zaman geri dönebilse, keşke Hasa'nın kıyısında oturup, sabaha kadar Horyat söyleyebilsem. Aynı ay, aynı güneş, aynı evren bizi kucaklıyor. Aynı yıldıza her gece bakıyoruz. Aynı yumak yumak bulutlara bakıyoruz. Aynı havayı soluyoruz. Ama ellerimiz uzaklarda, sözlerimiz arasında Alp dağları kadar hüzün. Ayrılıklar dalga dalga üzerimize yürümekte. Hiç bir aşkın, hiç bir dostluğun arasına şimdiye kadar Alp dağları girmiş mi? Ama işte bizim dostluğu, ustura gibi kesen Alp dağları oldu ki, o da evimizin tam karşısında bulunmaktadır. Hüzünlere ortak oldum. Kederler etrafımı sarmış. Cenevre'nin "Leman" gölündeki uçuşan mahzun martılar gibi, zavallı kalbim kırık kanadı ile umutsuzca havalanmak istemektedir. Ama nereye? Taze, henüz hiç bir şeye bulaşmamış sabahın ilk ışıklarını karşılamayı adet edindim. Sabahın dört ya da beşinde evimin balkonuna çıkarak Allah'a şükür ettikten sonra, inan, o dost yakada kalan dostlara sabahın sessizliğinde dua ediyorum, selam gönderiyorum, sonra usulca salonda oturup sabahın ilk ışığını bekliyorum. Aziz kardeşim; Sana yazmak sevinçlerin en doruğudur. Keyiflerin en son haddidir. Bazen yanımda bulunan Şafak kitabımıza dönüyorum ve bu kitabın basılmasında, bu akımın ortaya çıkması için mertçe, adamca üçlü çabamızı hatırlıyorum. Düşünüyorum, bu üstlendiğimiz sıra sıra dertlerden kazançlı çıkan sadece ve sadece kültürümüz ve şiirimizdir. Düşün ki aziz dost, ortaokuldan başlayarak Türkmence Radyosuna sayısız Hüzün Martıları 57 Gamgin bana Hani Sahip'in "Ezhar El-karenfel fi Eş-şiir El-Turkmanı" kitabını gönderdi. Kitap elbette ki yoğun bir çalışmanın ve aralştırmanın ürünüdür. Çağdaş Türkmen şiirinin antolojilere geçecek kadar üstün, başarılı ve saf bir pınar suyu gibi şarıl şarıl akan şiirlerin, şiirimizin iftiharıdır. Şiirimize verdiğin yeni değerler, çağdaş şiirimizi zenginleştirmiş, sınırlarını zorlamıştır. Şiirlerini başka dillere çevirdiğimiz zaman, kıvançla bu işi yapıyoruz. Göğsümüzü gere gere. Başkalarına "işte alın size her şeyiyle çağdaş bir şiir, Türkmen şiiri, Mehmet Ömer Kazancı'ın şiiri" diyoruz. Bu hususta yetişen çok değerli aydınlarımız olduğuna inanımıyorum. Örneğin: Necdet Demirci, Anan Kutup ve başkaları gibi, bu aydınlarımızın, kültürümüzün geçek yüzünü göstereceklerine inanıyorum. Onun dışında, bugün bir Mehmet Ömer Kazancı, Hamza Hamamcıoğlu, Kahtan Hürmüzlü, İsmail İbrahim, Remzi çavuş’un temsil ettikleri çağdaşlık anlayışı ile hiç çekinmeden söyleyebilirim ki, çağdaş dünya şair ve edebiyatçılarından hiç bir eksik yanları yoktur. Belki de fazlalık yanları vardır. Çünkü beğendiğimiz birçok çağdaş dünya yazarı, sizlerin durumunda yaşamış olsaydı, belki bir kelime dahi yazmaktan aciz kalırlardı. Ama bizim aydınlarımız yazmakla yetinmiyor, onun yanında tüm kıt olanaklara rağmen, yaratıcı olmayı başarıyor. Senin aziz şahsında hepsini hasretle kucaklıyorum. Aziz kardeşim: Bazen içimden bunca yalnızlık, bunca kimsesizlik, bunca hüznün bir rüya olduğunu istiyorum. Kendimi hala "Elhâlidiyye" okulunda Marbin efendinin öğrencisi olarak görmek istiyorum. Hala Arafa'da Heyfa'yı delicesine seven romantik bir âşık olarak görmek istiyorum. Sevgili İsmet Özcan'la "Semerkand" meyhanesinde dostluk ve şiir dolu günlerde kendimi hapis etmek istiyorum. Mehmet Ömer 60 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı sevmişler, şairleri Irak için en güzel şiirler yazmışlar. Hiç bir kimse Irak'ı Türkmenler kadar sevmezler. Bu mektup bir kaç gün masamda durdu, ta ki bana gönderdiğin kutlama kartını aldım. Doktora diplomasını aldığın için seni candan tebrik ederim. Diplomanın tartışmasında yanında olmak isterdim. Eminim ki, muhteşem bir tartışma olmuş. Edebiyat yaşamında olduğu gibi, bilimsel yaşamında da sonsuz başarılar dilerim. Sevgili Um Mustafa'ya ve çocuklara selam, özlem, sağlık ve esenlik dileklerini iletir, ailece hepinizi Allah'a emanet ederiz. Allah Irak'ı ve sizlerin her an korucusu olsun. Yurt gazetesi için bir hikâye yazdım. Umarım yakında gönderirim. Ağabeyim Behçet Gamgin ile telefonda konuştum bu konuda. Hepinize selam ve özlemlerimi gönderdim. Hoşça kal, Allah'a emanet ol aziz kardeşim. Nusret Merdan Cenevre: 14. 12. 1998 Hüzün Martıları 59 radyo oyunları yazdım. En son olarak "İko"yu da katarsak, hiç bir yazdığım oyunda, ister radyo ister sahna için, elime şimdiye kadar bir "Filis" geçmemiştir. Her zaman benim için önce sanat ve kültürümüze hizmet gelmiştir. Ve hiç bir zaman bu kurumlardan bir para iddiasında bulunmamışımdır. Bana gönderdiğin ikimizin bir arada bulunduğumuz fotoğrafa bakıyorum. Benim yüzüm hüzün dolu, sen isen her zamanki gibi güleç. Zaten sana yakışan da budur. Bu senin yönettiğin mastar diploması savunmasında çekilen ve bir araya geldiğimiz tek fotoğraf. Her zaman bu fotoğrafa bakmaktayım. Kendimi çok çok hüzünlü bulmaktayım. Ama beraber olmamız fotoğrafa ayrı bir değer kazandırmaktadır. Bu mektuba çok sevineceğini tahmin etmek zor olmayacak. Çünkü seni çok yakından tanıyorum ve biliyorum ki, bu mektup senin için bir sürpriz olacak. Senin de bana yazacağın mektup, beni de o kadar sevindireceğini unutma. Türkmen şiirini çok seviyorum. Kahtan Hürmüzlü'nün gerçekten şiirimizde çağdaşlık anlayışı ve yenicilik bakımından şiirimizin yüz akı olduğunu, hala hak ettiği yeri almadığı için çok çok üzüldüğümü bilmeni isterim. Gerçekten "Uçmaktan Kendi Arzumla Ayrıldım" şiir kitabı hak ettiği incelemeyi görmemiştir. Bu kitapta ortaya çıkan gerçek, çağdaş ve yenilikçi anlayışı hiç bir Türkmen şiir kitabında görülmüş değildir. Zaten şiirimiz, Kazancı'nın ulaştığı doruk, Hürmüzlü'nün yakaladığı çağdaşlık anlayış, Hamza Hamamcıoğlu'nun yöresel tat ve ortaya koyduğu evrensel üslup yaratıcılığıyla doğru yolunu bulmuştur. Evet, bir Türkmen çağdaş şiiri yaratılmıştır ve bu şiirin boyutu, özü, tadı dünya şiirine bir tat, Irak çağdaş şiirine bir sıcaklık, bir birliktelik duygusu eklemiş, zenginleştirmiştir. Biliyorum sen güzel vatanımız Irak'ı çok seviyorsun. Onun için az şiir yazmadın. Ben de senin kadar bu vatanı severim. Zaten tüm Türkmenler her zaman bu vatanı 62 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı çalışıyordum. 23.11.1998 tarihinde altı akademisyenden oluşan bir komiteye karşı tezimi savunuyordum. Savunma çok muhteşem geçti. Üç saat süren kızgın ve ciddi tartışmalardan sonra imtiyaz derecesiyle doktoraya layık görüldüğümün mutluluğunu anlatmaya kelime bulamıyorum doğrusu. Bizim buralarda tez savunmalarının açık oturumlarda yapıldığını biliyorsunuz. İşte bizimkiler de tümüyle hazır bulunuyorlardı. Kerkük'ten kardeşlerim de gelmişlerdi. Ancak kırk beşini aşmış bir insan için doktoranın, şimdi, çok önemli bir şeyler ifade etmediğinin kırgınlığını yaşıyorum. Bu uzun yolculuktan tek çıkar, maaşıma eklenen diploma ikramiyesi oldu. Tükettiğim günlerime mukayese edilirse, solda sıfır. Oysa her zaman daha önemli saydığım kültürümüz için harcamalıydım, o güzel günleri. Dinim, imanım saydığım edebiyata vermeliydim kendimi. Bu yöndeki çalışmalarımı frenleyeceğim yerine hızlandırmalıydım. Bunun, kimliğimizi saptamak bakımından daha faydalı olacağının farkına, şimdi bir az daha varmış oluyorum. Bizim ülkede diploman olsun bir, olmasın bir. Değerler yüz seksen derece değişti. İnsanlara insan olarak değil, para olarak bakılıyor, paraları değerinde ölçülüyor insanlar, bizim burada. Para ile bizim o masum Dinar'ımızı değil, Amerikan Dolar'ını kastediyorum. Para insanların her şeyini değişiyor, değişebiliyor, değiştirebiliyor, oysa duygularını asla. Sanırım bu bana göre değil, insan olan tüm insanlar için böyledir. Değerli kardeşim: Size karşı duygularımız değişemedi. Sizi, her zaman, özleyiş içindeyiz. Bu baş döndürücü, bu dinçsizlik ve sel gibi alıp götüren hızlı zaman akışında, sizi ve sizin gibi kardeşlik, mertlik kokan, sevdiyse çıkarsız, yürekten seven, sevmediyse, iğrenmeyen, nefret etmeyen duygudaşlarımızı unutamadım. Her zaman, bu acı dünyanın öbür ucunda da olsa, bir Nusret Merdan kardeşim vardır, bizi düşünen, bizim için güzel şeyler 61 Hüzün Martıları ( 11 ) Bağdat: 25. 3. 1999 Çok değerli kardeşim Nusret Merdan; Bu mektubu ne denli seve seve yazıyorsam, bir o kadar da utana utana yazıyorum. Sizden iki ayrı tarihte aldığım iki uzun mektuba cevap yazmakta bunca gecikmemin nedenleri vardır kuşkusuz. Bu nedenlerin başında geçirdiğimiz nazik, kritik ve zor durumlar gelmektedir. Yaşam sıkıntılarından, geçen mektuplarımda sanırım ki, az çok söz etmiştim size. O sıkıntıları gidermek, işte, geceli gündüzlü, yoruldum, bıktım demeden, günleri saymadan, takvime bakmadan koşuşturmayı gerektiriyor. Ancak bazı sıkıntılar göz açtırmıyor insana, her geçen gün daha ağır basıyor. Son mektubumu sana Bağdat'ın ElAmiriye semtinde oturduğumuz evden yazmıştım. Oysa bu mektubu El-gazaliyye semtinde kiraladığımız yeni bir sığınaktan yazıyorum. Ev üç odalı, ancak kirası bir avuç para, aldığım maaşın iki misli. Bu yüzden arabayı veryansın etmek, satmak zorunda kaldık. Bağdat gibi bir şehirde arabasız yaşamak, topal gibi, çolak gibi yaşamaya benzer. Arabayı satmaktan aldığımız zarar, yalnız bu manevi zarar değildir, maddi yüzü de vardır. Bu günlerin Dolar hesabına göre zararımız bir milyon civarında. Yeni bir araba almak, dolayısıyla, imkânsız, olanaksız, hatta hayal dışı, özellikle elde edilen araba parasının bir bölümünü ev kirasına, öte bölümünü üst başa ve doktora hazırlıklarına serf ederek, şimdi elimizde kalan 75 bin Dinar civarında bir şey. Doktora hazırlıkları dedim. Burasının üstünde durmadan geçemeyeceğim. Doktorayı kısa bir zamanda bitirmek için kendimi bir buçuk yıl aralıksız olarak laboratuar çalışmalarına verdim. İyi ki işler düz geliyor, engelsiz, sıkıntısız geçiyordu. Elde ettiğim her olumlu sonuç, yeni bir çalışmaya doğru isteğimi, rağbetimi artırıyordu. Tezimi tartıştığım güne değin değirmen gibi 64 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı elden geldiği kadar ihmal etmiyorum. Geçen üç ay içerisinde Edebiyatçılar Birliğinin Bağdat kolu salonunda, ikisi Türkmence, bir diğeri Arapça olan üç ayrı münasebette üç ayrı şiir okudum. Gelecek ay, Nevzat Abdülkerim'in isteği üzere, Türkmen öykücülüğü ile ilgili olarak Arapça bir konferans vermeyi planlıyorum. Nevzat Abdülkerim, Birliğin son seçiminde Türkmen edebiyatçıları temsilcisi olarak, genel merkez üyeliğini kazandı. Ben şahsen buna çok sevindim. Nevzat terbiyeli, özverili, çalışkan bir arkadaş, her geçen gün bu özelliklerini daha da saptıyor, ortaya koyuyor. Geçenlerde, Hicri Dede hakkında, yine Birliğin Bağdat salonunda Abdülaziz Semin Beyatlı'yı bir konferans vermeye çağırdı. Konferans çok ilgi topladı, çok beğenildi. İçinde bulunduğumuz bu hafta, Fuat Hamdi, Türkmen edebiyatı ile ilgili bir konuşma verecek. Nevzat'la birlikte, Türkmen edebiyatı için, Bağdat'ta uygulanmasını düşündüğümüz çokça projeler vardır. Bunları sırasıyla gelecek mektuplarımda birer birer bildireceğim size. Kendi çalışmalarıma dönelim. Uzun bir süre bekletip bir kaç satırını değiştirdikten sonra "Kurşun Kalem" adlı öykümü, Yurt gazetesi, üç ayrı sayıda seri halinde yayımladı. Bir bölümünü bir münasebette size okuduğum "Dünya Can Çekişiyor" halk diliyle yazmış olduğum piyesin geri kalan bölümlerini tamamladım. Kerkük'e gönderdim. Tiyatrocu arkadaşlarımızın beğendiklerini, basit değişiklikler yaptıktan sonra sahneye koyubileceklerini öğrendim. Önerilen Değişiklikler, başa bela açabilecek kimi diyaloglarla ilgili. Yani, yanlış yorumlanabilecek kimi diyaloglar. Az daha ertelenmesini yeğliyorum, bu yüzden. Ayrıca Şubat tatilden yararlanarak öykülerimi gözden geçirdim, temize aldım. Kitaplaştırmayı düşünüyorum. Yeni bir kitap çıkarmanın zamanı geldi. Rahmetli dostumuz Özcan için hazırlamış olduğumuz kitap, hala Türkmen Kültür Müdürlüğünün raflarında duruyor. Kitabın günümüze kadar yayımlanmamasının sorumluluğunu Hani Hüzün Martıları 63 düşleyen bir Nusret Merdan kardeşim vardır diye kendimi avundurdum. Yazmadımsa da beni mazur gören, sormadımsa da kalbimde yaşadığını bilen, hisseden bir Nusret Merdan, bütün güzelliklerin sembolü, bütün özverilerin, fedakârlıkların simgesi. Keşke bütün insanların adı Nusret Merdan olsaydı. Bunu sizden her aldığım ve gözyaşları arasında okuduğum mektuplarda arzu ettiğime bir vicdanım, bir de varlığına birliğine içten inandığım Allah şahit. Geçekten de dünyanın tadı günden güne değişiyor Nusret Kardeşim. İlişkiler başka anlamlar, dostluklar başka boyutlara uzanıyor. O iğrendiğimiz, nefret duyduğumuz ve hiç sevmediğimiz boyutlara uzanıyor. Mektuplarınız yoluyla sizinle konuştuğum, bağdaşlık kurduğum günler, başka bir hale bürünüyor, uçar gibi hissediyorum kendimi. Bulutlar arasında gezer gibi bir duygu sarıyor beni. Dolayısıyla mektuplarından beni esirgememeni, yoksun bırakmamanı rica ediyorum. Şu ya da bu nedenden dolayı mektuplarına karşılık yazamadıysam benden üzülmemeni, darılmamanı bütün gönlümle isterim. Zira oldukça meşgulüm. Bu konuda anlayış göstereceğine inanıyorum. Fakültede "izafi" dediğimiz ek dersler vermek zorundayım. Bu iş beni çok yıpratıyor. Öyle günler oluyor ki, saat dört ile beş arasında eve dönüyorum. Ek dersler vermeyince ele gelen maaş bir işe yaramıyor, ciddi bir yarayı tımar edemiyor. Maaşım yirmi bin Dinar. Sözde büyük bir rakam, ancak iki çift ayak kabı satın almaya yetmiyor. Haftada 45 saat ders veriyorum. Bunlar arasında doktora öğrencilerine ayrılan "Micrabial Genetic / Mikroorganize Gene bilimi" adında bir ders vardır ki, ilk denemem olduğu için, çok zamanımı alıyor. Değerli kardeşim; Bütün bu yukarıda saydıklarıma karşın, kendimi edebiyatımızdan büsbütün ayırmış değilim. Fırsat buldukça yazıyorum. Hatta bazen, kendimi zorlayarak fırsat yaratmaya çalışıyorum. Edebiyat faaliyetleri ve kültürel etkinliklere katılmayı 66 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı o kitapta, bilgisizlikle suçlanmakta, şiir anlayışımızın kısır olduğu savuna gidilmektedir. Hani kardeşimize göre sebest şiirimizin en iyi temsilcisi ".......". Şiirimize yeni değerler, yeni boyutlar kazandıran, şiirimizi geniş kültürüyle zenginleştiren tek o. "..........." şiirleri hakkında söylediklerini, zamanın varsa, tekrar gözden geçirmeni, yeniden incelemeni çok arzu ederim. Hatır saymaların, yağ sürmelerin, vicdan altı yargı yürütmelerin en güzel örneklerini orada bulabileceğine kılcana kuşkum yok. Kitap ilk piyasaya çıktığı zaman Hani Sahip'e Arapça uzun bir mektup yazdım. Türkmen şiirine hakkıyla tanık olması için "Türkmen"ceyi öğrenmesi gerektiğini önerdim. Dilimizin girdi çıktılarını bilmemesinden, kimi mütevazı şiirlere, tek çevirirken değil hatta değerlendirirken, kendinden çok şeyler kattığını bildirdim. Bu yüzden aramızda yeni bir kırgınlık çıktı. Saçma sapan, usul dışı sözler içeren bir karşılık yazdı. Karşılığını dosyalarım, evraklarım arasında tarihi bir belge olarak saklıyorum. Gün gelecek, kimin kimden üstün olduğu ortaya çıktıktan sora, yağ sürerek yapılan eleştirilerin tek para etmediğini hatırlatacağım kimilerine. O karşılığın tek bir tümcesini buraya, olduğu gibi değil, hatırımda kaldığı kadarıyla aktararak, kültürümüz uğrunda verdiğim mücadelenin bir örneğini göstermek istiyorum. "İnci Üstüne İnci" kitabım, Hani Sahip'e göre, eleştiri alanında bir avuç fışkıdır. Evet, böyle değerlendiriyor o masum kitabimi. Hele şahsimi, Yurt gazetesinde yayımladığı "Kaş Yaparken Göz Çıkarttı" adlı bir yazısında "zavallı" olarak, "kıskançlık hastalığına" tutkun olarak nitelemesini nasıl sindireyim, bilmiyorum. Bu insanlarımıza ne geldi, Allah aşkına. Her kes birbirine sarılırken, bizimkilerin, ortada ciddi bir sebep yokken, birbirine bu kadar kıyarcasına saldırmasını sindiremiyorum. Galiba yabancı parmakların oyunları, alıp yürümeye başlamıştır bizim toplumda. Kendim için fazla üzgün değilim, kaderi bu kötü günlere kadar gelen bu kimsesiz toplum için üzgünüm. Hüzün Martıları 65 Sahip üstlenir bir bakıma. Müdürlük tarafından kitabın değerlendiricisi olarak görevlendirilirken, önsözde kimi satırların değiştirilmesini, hata kimi paragrafların biteviye kaldırılmasını önermiştir. Kimseyle fazlaca kafa yormaya zamanım olmadığı için, önerileri yerine getirmekte gecikemedim. Fazla katı kafalılık edersem, kitabın çıkmamasına neden olabilirim diye düşündüm. Özcan'ımızın onuruna, bunu yapamadım. Bağdat hastanesinde kanser ile savaşım verirken, hakkımda söylediklerini ömür boyunca unutmayacağım. Kulaklarımda çın çın çınlayacak: "Memet, Türkmen edebiyatında sene çoh gadir oldu, söz olsun ayağa kağım hakkıvde güzel bir yazı yazım" Özcan'ın bu şirin sözlerini unutmak, yeryüzünde bütün yaratıklara yakışırsa, bana yakışamaz. "Kalkarsın Özcan'a diyordum kalkarsın". İşte kitap için yazdığım önsözde, Hani kardeşimizin en fazla hoşuna gitmeyen bu iki satırlık tümce olmuş. "Kim diyor ki, Özcan böyle bir söz söylemiştir" demeye kadar dayatmış. Buna şahit kimdir, tanık kim?". Yolu kısa kesmek için, bu ve buna benzer kimi satırları önsözden silip attım. Yan çatışmalara, hakikaten zamanım yok Nusret dostum. Üstelik meydanda, tek başınaymışım gibi hissediyorum kendimi. Yoluma devam etmek için, kimi yerlerde taviz vermeyi pek zararlı göremiyorum. Hani kardeşimizin "Karanfil" kitabında sizin şiirlere de çattığını biliyorum. Onun bunun taklitçiliğini yaptığınızın iddialarını ve bu yönde tuhaf yargı, yadırganan fikirler savurduğunun farkındayım. Ama bu gibi yargı ve fikirlere kimdir ki kulak asan. Bana kalırsa "Karanfil" kitabi Türkmen edebiyatına ne kadar fayda sağladıysa, bir o kadar da zarar getirmiştir. Kitap kabarık, bilirsin. Ancak sorun sayfa doldurmak sorunu değildir. Sorun, eleştirinin görevini anlamak, tarafsız davranmak, şiirimize emeği geçen şairlerin hak ettikleri yerlerini, ne bir fazla, ne bir eksik olarak belirlemek sorunu. Tek ben değil, bir kaç şairimiz 68 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı önünde şapkamı çıkarıp yere kadar eğiliyorum. Nice nice başarılar diliyorum. Sayın Nusret kardeşim: Geceleri elektrik kesildiği zaman kör lambalarımızı yakıyor, çoluk çocuk bir odaya toplanıyoruz çoğu kez. Sizinle geçirdiğimiz o tadına doyulmaz Erbil günlerimizi sinema şeridi gibi gözlerimizin önüne getirerek yeniden yaşıyoruz uzun uzun. Ailece anıyoruz sizleri birer birer. Yağmur'u, Ozan'ı, Fırat'ı, Sümer'i ve Selma'yı... Bizimkiler, her kes kendi yaşdaşından, yoldaşından, dostundan söz ediyor. Keşke zaman geri dönebilse, tekrar görüşebilsek keşke, doya doya birbirimize sarılabilsek diye özlemler geçiriyoruz. Çocukların gözlerinden öperim. Onlara Nusret Merdan'ın kanadı altında esenlikler, mutluluklar dilerim. Selama'ya benden ve Mistik annesinden selamlar. Kendine iyi bak. Yakın bir mektupta görüşmek dileğiyle sağlıkla kal. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 25. 3. 1999 Hüzün Martıları 67 Atalarımızdan kalma bir söz vardır; "at yürür......", evet at yürür. Bana kalırsa bu saçmalıkları ebediyen susturmanın, ebediyen gömmenin en doğru yolu, yoruldum demeden çalışarak, kültürümüzü zenginleştirecek güzel ürünler ortaya koymak, edebiyatımızın aydın yüzünü yansıtan ciddi etkinliklere katılmaktır. Sizin de, bu gibi çalışmaların, orada, gurur duyurucu, göğüs kabartıcı örneklerini verdiğinize çok seviniyorum. Kültürümüzün, dolayısıyla da davamızın yararına attığın her adımdan haberdarım. Behçet kardeşimizden öğreniyorum. Telefon açıyorum ona, ara sıra. Telefonda sizden söz açılırken, onun hazin, hıçkırıklı sesinde sizi kucaklıyor, boğuluyorum. Sayın kardeşim; "İştar" dergisinde çıkardığınız dosyaya şiirimden bir kaç tanesini çevirerek katmanıza sonsuz teşekkürlerimi bildiririm. Türkmen edebiyatının geniş bir sahada tanıtılmasının, dünyada bir Türkmen edebiyatı da vardır diye, ağız dolusu haykırmanın zamanı çoktan gelmiştir. Bu sorumluluğu gönüllü olarak, kimselerden teşekkür beklemeden üstlenmenizden dolayı elinize hararetle sıkarım. Bu konuda her hangi bir yardımda bulunabileceğimi buyurursan, hazırım. Salih Çavuşoğlu ile köprü kurup, yardımlaşmanıza çok sevindiriyor beni. Öykülerinden tanıdığım Çavuşoğlu zengin kültürlü, geniş ufuklu, açık düşünceli bir insan. Ona benden bol bol selamlar. Geçirdiğiniz yaşam sıkıntılarınızı sırt ardı ederek, ileri doğru attığınız bu umutlu adımlarınızı gelecek kuşaklar övgüyle, takdirle anacaktır. Gurbet elde Türkmen edebiyatının elçiliğini ilk yapan kişiler olduğunuzu saptayacak, kuşak kuşak aktarır aktaracaktır. Bu çalışmalarınız bana Nusret Merdan'ın seksenlerde Türkmen edebiyatına kendini vererek ciddi çalışmalarını hatırlatıyor. Her zaman demişimdir, simdi de üstüne basarak söylüyorum tekrar, kültürümüz sürekliliğinin bir payını Nusret Merdan'ın kaleminden kazanıyor. Bu bol bereketli kaleminizin 70 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı dürlüğü derken, Benderoğlu'nun hem Müdürlükten hem de Yurt gazetesi başyazarlığından emekliye ayrıldığını bildirmek isterim. Bu işler, Nevzat Abdülkerim'e kaldı. Kaldı ise de, Benderoğlu bazen burnunu sokmaktan geri kalamıyor. Yani Nevzat'a sözünü, bazen, bal gibi yutturuyor. Neyse, size bir sürprizim var. Bağdat'tan yayın yapan televizyon kanalının Türkmence bölümünde, bölüm başkanının teklifi üzere Edebiyat Dergisi adında bir program sunmaya başladım. Altıncı aydan bu yana Türkmence bölümü bir saatlik olarak Bağdat televizyonunun hem yerel kanalından hem de uydu üzerinden yayın yapmaktadır. Uydu üzerinden yayın yapan kanal Avrupa ülkelerine yöneliktir. Canlı olarak sunduğum programa, Çarşamba günleri, Bağdat vaktine göre öğleyin saat ikide başlıyorum. Yirmi dakika süren programı, uydu üzerinden sunulduğuna göre, sizin de izleme fırsatınız vardır. Programa gelen mektuplardan, programın ilgi ile izlendiğini anlıyorum. Bunu edebiyatçı dostlarımız da vurgulayarak söylüyorlar. Mektubumu kısa kesmeye söz vermiştim. Şimdilik bu kadarıyla yetiniyor ve tekrar size dönüyorum. İki satırlık da olsa, tatmin edici bir şeyler yazmanı dört gözle bekliyorum. Ailece selamlarımızı kabul edin. Allaha ısmarlıyoruz hepinizi. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 7. 8. 1999 69 Hüzün Martıları ( 12 ) Bağdat: 7. 8. 1999 Çok değerli kardeşim Nusret Merdan; Her şeyden önce boynuna boyuna dostça sarılır gözlerinden öperim. Son mektubuna iki ay bir sürece aralıklı olarak yazdığım iki ayrı mektubuma cevap almadığın için gerçek bir korku yaşıyorum. Behçet kardeşimizden de, sizden bir ses çıkamadığını öğrenince, bu korku artmaya başlıyor, binlerce kara kara dumanlar başımızı sarıyor. Birinci mektubum on iki, on üç - iyice hatırlamıyorum - oysa ikinci mektubum yedi sayfadan oluşmaktaydı. Bu tarihe kadar yanıtlamamanızdan dolayı sizi ihmallikle suçlama aklımın ucundan geçmediği için, Allah etmesin, hastalık gibi ya olağan üstü bir sorunla meşgul olduğunuzu, ya da uzun mektuplara, yani kabarık, iri zarflara sansürlerin müsaade etmediğini düşünüyorum. Bu yüzden bu mektubu çok kısa keseceğim. Bir kaç satırda içimi dökmeye çalışacağım. Önceden "İştar" dergisinde Türkmen şiiri ile ilgili olarak yayımlamış olduğun dosyayı, sevinerek, övünerek, göğsüm kabara kabara okudum. Bu çalışmalarınız ile Türkmen edebiyatı size ve sizin gibi özverili insanlarımıza bir kat daha borçlu oluyor. Umarım gelecek kuşak bu çalışmaların değerini algılar, idrak eder ve kültürümüzü daha geniş bir sahaya yaymakta harcanan bu gibi emeklerin karşılığını unutamaz. Dergide şiirlerime ayırdığınız yere, verdiğiniz öneme sonsuz teşekkürler. Doktorayı aldıktan sonra kedimi edebiyata vermiş bulunuyorum. Öykülerimi kitaplaştırmak amacıyla yeniden temize aldım. Şiirlerimi de ona göre. Öykücülük ile ilgili yazılarımı gözden geçirdim. Onları da kitaplaştırmak için Türkmen Kültür Müdürlüğüne vermeyi düşünüyorum. Kültür Mü- 72 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ömürleri boyu yaymaya çalıştığı gibi onun bunun karagözü, karakaşı için verilmiş değildir. "ben olmasam olmaz" deyenlerin artık piyasadan uzaklaşması, doğrusu geç de olsa, beni memnun etti. Senin gibi iftihar kaynağı olan değerlerimizin kültürümüzün sahnesinde, değil sadece televizyonda, Birlik Sesi yönetim kurulunda da, o güzel adının görülmesi bizi mutlu kılacaktır. Yurt gazetesinin son sayısında "Kültür Savaşçımız"ı uğurlayan, kültürümüzde varlıklarını ona burçlu olanların abartılı yazılarını üzülerek okudum. Aziz kardeşim: Nazik ve değerli dostumuz Nevzat Abdülkerim'in Yurt gazetesinin sorumlusu olması beni çok memnun etti. Bu memnuniyetimi dile getirmek için kendisine bir tebrik mektubu yazdım. İnşallah Türkmen edebiyatı için hayırlı ve uğurlu olur. Doktora alman gurur kaynağım oldu. O güzel anlarda yanında olmayı çok isterdim. Milletimizin bir değerli insanı olarak kültür alanında başarı haberlerin, bilimsel meydanda da devamı, her zaman beni mutlu edecektir. Gamgin'den ayrıca "bilmem ne oğlu"nun Gurbetten Gelen Mektuplar yazını yayımlamadığını duydum. Nafile, ne yaparsa nafile, su gibi hava gibi her zaman karşılarına dikilip durmuşuzdur. Eminim ki, adımız bile onun gibilerini hala rahatsız etmektedir. Ne mutlu bizlere. Şiir, öykü kitaplarını dört gözle bekliyorum. Ayrıca öykücülüğümüzle ilgili konferans vermeni bir önce gerçekleştirmeni diliyorum. Can İsmet Özcan ile ilgili kitap ne âlemde? Bana gelince, burada, El-Kudüs El-Arabî gazetesinde Fuzuli ve Nesimi ile ilgili yazılarım çıktı. Türkmen kültür ve dili ile bir sürü Arapça araştırmalarım yayımlandı. Ayrıca bilgisayarımda basabileceğim Türkmence küçük bir dergi çıkarmayı düşünüyorum, uzun zamandan beri. Adını Fuzuli olarak tasarlıyorum. Bu konuda bana fikirlerini yaz. Aynı şekilde Almanya'da bulunan El-Cemel yayınevi bana Türk 71 Hüzün Martıları ( 13 ) Cenevre: 27. 8. 1999 Sevgili ve aziz kardeşim Mehmet Ömer Kazancı; Mektubunu on dakika önce aldım. Saat sabah 10:30 ve hemen cevap yazmaya koyuldum. Bundan önceki uzun mektubunu da aldım. Yanıt yazmada gecikmenin tek nedeni zamanın okulların tatile rastlamasıdır. Okul adresine tatilde yazacağım mektubun kayıp olmasından korktum sadece. Yoksa sana olan sevgim, saygım hayranlığım giderek artıp büyüyor. Senin gibi unutulmaz bir dosttan, yürekten yazılan mektuplar değil ben, buradaki tüm Merdan ailesinin fertlerini fazlası ile memnun etmektedir. Bu mektuplar vatanın o güzel yakasında olan insanlardan gelmesi, bir nebze de olsa, içimde hiç dinmeyen özlem alevlerinin üstüne bir avuç su serpmektedir. Mektupların ne kadar uzun olursa, memnuniyetim o kadar artmaktadır. Mektubundan önce ağabeyim Behçet Gamgin'le telefon konuşmasında, televizyonda edebiyat programı takdim ettiğini bana müjdeledi. İnan ki, o anda, kanatlarım olsaydı, Kerkük'e uçup yanına gelirdim, gözlerinden öpmek ve bu aslında çoktan sana verilmesi gereken görev dolayısıyla şükranlarımı bildirmek isterdim. Senin gibi diline ve kültürüne âşık ve hayran bir değer tarafından güzel dilimizle tüm dünyaya televizyon yayını yapılması, kültür ve edebiyat programı sunulması, gurbet ellerde yaşayan bizleri, hepimizi memnun etti. Taşına, toprağına, insanına hayran olduğumuz vatanımızla aramızdaki mesafeleri bir anda sıfıra indirmiş oldu. Bağdat televizyonuna binlerce teşekkürler. Layık olduğun bir yerde olman aslında uğruna verdiğimiz geçek değerlerin artık yerinde oturması demektir. Irak'ta Türkmenlere verilen kültürel haklar ilelebet devam edecektir. Ve bazı kimselerin 74 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ceğim. Burada korkunç bir pahalık var. Korkunç bir vergi sistemi var. Düşünebilir misin? Her ay 150 Frank radyo ve televizyon vergisi veriyoruz. Burada meslek okullarına önem verildiği için, insanlar bizler gibi okulu ölüm kalım meselesi yapmıyorlar. O yüzden üniversite mezunları fazla değildir. Delibaşımı avuçlarımın arasına aldığımda, yaşam bir şerit gibi akıp gidiyor önümden. Fırsat ve mekân olsa dostluklarımızın en güzel anında durmak isterim. O an ki, sağımda Mehmet Ömer Kazancı, solumda İsmet Özcan, etrafımızda eksik olmayan şiir ve edebiyat. Ne de güzel kızardık kimi edebiyatçıların kıskançlıklarına, "Şafak"ın çıkması için hepimizin canla başla uğraştığımız günlede. Dostların dost, sevgililerin sevgili olduğu günlere, bitmek tükenmez bilmeyen konuşmalarımıza, güzel Türkmen edebiyatını, kendi çoluk çocuklarımızdan daha fazla düşündüğümüz o güzel anlara, bir şiirin bizim için bir ekmekten, bir bardak sudan daha güzel ve gerekli olan günlere. Şimdi düşünüyorum, yaşım 51, bu uzun yılları ömür boyu hep bu şekilde yaşadım ve düşündüm. Dolayısıyla çocuk-luğumu bile doğru dürüst yaşamamışım bu kara sevda yüzünden. Mahallede çocuk oyunlarının en beceriksiz çocuğu idim. Ne kâğıtkuşu yapabilirdim, ne doğru dürüst gülle-gülle oynayabilirdim, ne sini-zarf, ne domino, ne tavla, ne satranç, ne konken. İki şeye kaptırmıştım yüreğimi, sözcüklere, bir de Hayfa Tobya'ya. Benim yaşımdakiler günlerini gün ederken, ben aşkın bütün ıstıraplarını ve heyecanını yaşıyordum. Hangi kızı ve kadını sevdimse karşılık buldum. Hiç bir zaman bir kara sevdam olmadı. Demek ki, Usta Kerim çamuru iyi doğurmuş. Elbette bir çamurun mayasında (maya çamur için kullanıp kullanılmadığını bilmiyorum) Kazancı ve Özcan'ın-kine benzer özellikler vardır. Elbette ki, bir gün ne olursa olsun, iki dünya bir olsa bile, Kazancı ile tanışmak, görüşmek her şeye sevgi gözü ile bakan yüreğiyle kardeş olmak varmış kaderde. Hüzün Martıları 73 yazarı Nedim Gürsel'in "Boğazkesen. Fatih'in Romanı" romanını çevirmeyi teklif etti. O yüzden bir kaç kuruş kazanmak için bu işi kabul ettim. Yoğun bir çalışma içerisinde girerek hem çeviriyorum, hem de bilgisayara yazıyorum. Bu iş bir kaç ay sürecek. Fuzuli dergisine gelince onu bilgisayarda yazdıktan sonra fotokopi yöntemiyle çoğaltıp, belli kültür merkezlerine ve aydınlara göndermeyi düşünüyorum. Ve tamamıyla Irak Türkmen edebiyatının dergisi olacak. Geçen mektubunda anlattığın acıların dinmesini temenni ederim. Özellikle de ev konusunda. Arabanı sattığına üzüldüm. Bağdat gibi bir yerde arabasız olmak zor bilirim ve sanırım üniversite evinizden çok uzaklardadır. Elden ne gelir. İnşallah bu zalim ambargo bir gün kalkar ve aziz milletimiz düzlüğe çıkar. Bundan iki ay önce Romanya'nın Köstence şehrinde bir şiir festivali oldu ve bana davet geldi. Sadece uçak masrafını karşılalamamı istediler. Ama ne yazık ki, maddi imkânsızlık yüzünden katılamadım. Burada sadece boğazımıza yetecek kadar para geçiyor elimize. Onun dışında imkânsızlıklar içinde kıvranıyoruz. İş zaten yok. Bulunan iş, garsonluk ve temizcilik işleridir. Zaten tüm yabancılar bu işlerde çalışıyor. Diploma miploma fayda etmiyor. Zaten devlet bir miktar yardım yapıyor, çalışırsan, verdiği paradan aldığın kadarını kesiyor. Yani ayda mesela bin Frank veriyor ise, çalıştığın işten kazancın 500 Frank ise, bu defa sana bin Frank yerine 500 veriyor. Yani kazandığın para bir ek gelir olarak yansımıyor yaşamına. Zaten o tip çalışmalar günde iki ya da dört saatliktir. Dolayısıyla hiç bir işten tam olarak maaş alamıyorsun. Tam maaş için 9 saat çalışmak lazım ve en az 3000 Frank almak gerekir ki, o da bizim durumumuzda olan kimseler için imkânsız, hem yaş hem de hastalık bakımından. Şeker hastalığı ve tansiyon hala devam etmektedir. Şekerimi, özel bir alet ile kendim evde ölçüyorum ve kontrole gidiyorum. Türkmen edebiyatının hatırı için kolay kolay ölmeye- 76 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ( 14 ) Bağdat: 15. 3. 2000 Çok değerli dostum Nusret Merdan Bu mektubu size kurban bayramının ikinci günü yazıyorum. Evde tek başınayım. Çocuklar anneleriyle dedelerigillere gittiler. Bu geceyi orada kalacaklar. Sanırım geçen mektuplarımın birini de bu gün gibi, yani bir bayramın ikinci günü yazmıştım. Ancak o bayram, şeker bayramı mıydı, kurban bayramı mıydı? Anımsamıyorum. Yalnız kaldığım zamanlar, dostları, dostlukları daha fazla özlüyorum. Böylesi bayramlarda neler yapıyor, neler yapmıyorlar diye düşünceler geçiriyorum. İçten, içtenlikle hepinizin kurban bayramınızı kutluyor ve ayrıca yeni yılın milletimiz için güzel, mutlu ve hayırlı günlere vesile olmasını temenni ediyorum. Hepinize verimli, bereketli yıllar diliyorum. Biliyorum güzel dostum, gurbetlerde böylesi münasebetlerin tadı, bizim buralardakinden çok farklıdır. Gurbet, özlemleri derinleştirir, acıları çoğaltır, öfkeleri artırır, tedirginlik hançerlerini etten kemiğe kadar işletir. Ancak ne var, gurbet akşamlarının bir diğer türünü biz de burada yaşamaktayız. Gerçi bizimki sizinkinden daha hafif, fakat bazen sizin gibi gerçek gurbetlere mahkûm olan dostlarımızın soluklarıyla soluklanır gibi oluyoruz. Gurbet yalnızlık demekse, yalnızlık her yerde yalnızlıktır. Yalnızlık, kalabalıkların en çoğunluğunda bile, urganını, bizim gibi dostluklara susamış insanların boynuna sarabiliyor, boğabiliyor. Buralarda her gün bir kaç kez boğuluyor, bir kaç kez ölüyoruz. Günümüz gün değil. Hiç bir şeyden söz etmezsek, zalim ambargo şiş şiş her yanımıza her gün bir az daha batıyor, bir az daha kanatıyor her yanımızı her gün. Üstelik saflıklardan, dostluklardan kalmışsa, bir avuç, bir tutam kadar bir şeyler kalmıştır buralarda. Ertesi, Hüzün Martıları 75 O, sevgilisine " Nerdeysen Erbil'e Dön" diyecekti, Ben de "Gözlerim Açıyorum Karakolda Sen Yoksun" diyecektim. Aynı yolun iki yolcusu idik. Şiiri paylaştığımız gibi hüzün ve hasretleri de aynı sıcaklıkla paylaştık. Her şeyin bir "Yarısı Ben de", diğer "Yarısı Sende Kaldı". Bu da dostlukların en güzeli, kader ve yürek birliğinin en sıcak örneğidir. Buralarda olmamalıydım. Bu sulardan içmeme-liydim. Bu gemiye binmemeliydim. Daime kendimi yanlış yer ve zamanda buldum. Her zaman sevgililere en geç yetişen bendim. Hüzünlere ve ayrılıklara en çabuk vardım. İstediğim treni bir türlü zamanında yakalayamadım. Rıhtımlarda veda mendili sallamak, hep kaderim oldu. Bu yüzden güzel olan her şeyin "yarısı bende" ve "yarısı sende kaldı". Şiirlerini okuduğumda senin sesinle okuyorum. Ya da seni düşünerek, o her zaman güleç yüzünü hatırlayarak okumaya çalışıyorum. Şiirimizin yaşam kaynağını, şah damarını bulmuşsun. Bu yüzden sözcükler şiirinde gürül gürül akmakta. Bir mimar düşüncesiyle her taş, her tuğla gerektiği yerdedir. Beraber tasarladığımız Arapça "ﻧ ﺼﻮص ﻗﺼ ﺼﯿﺔ ﺗﺮﻛﻤﺎﻧﯿ ﺔ Türkmen Öykü Örnekleri" ortaklaşa el yazımız bende duruyor. Bu güzel projeyi bir gün hayata geçirmeye çalışacağım. Her şeyde olduğu gibi, bu da, edebiyatımızı ne kadar sevdiğimizin belki bitmez tükenmez kanıtlarından biridir. Hep tanıdığım gibi kal. Yüreğin hep sevgiyle dolsun. Yol ve şansın hep açık olsun. Ailece çok değerli eşin Um Mustafa'ya sevgi ve saygılar. Selma onu her zaman sormaktadır. Merak ediyor acaba fincan falına bakmayı öğrenmiş mi? Sümer ile Fırat sevgili Nimet ile Ülfet'e selam ve sevgilerini gönderiyorlar. Fırat Mektubunun cevabını bekliyor. Kazancı ailesinin en sevimli diktatörü Mustafa'ya, Ozan ve Yağmur kucak dolusu selamlarını gönderiyorlar. Mektubunu ve başarı haberlerini dört gözle bekliyorum. Hepinizi Allah'a emanet ediyoruz. Nusret Merdan.....Cenevre: 27. 8. 1999 78 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı tadır bu önlem, buradaki söylentilere göre. Doğru olabilir!!! Aslında ülkede bilgisayar vardır, ancak özel çalışmalarda, özellikle de devlet çalışmalarında kullanılmaktadır. Duyuyoruz, göremedik. Değerli kardeşim: Benim çalışmalarıma gelince, haftanın altı günü gel git içindeyim. Halk deyimiyle, başımı kaşımaya zamanım yok. Fakültede ikisi mastar, üçüncüsü doktora olmak üzere üç yüksek öğretim öğrencisine yönetmenlik yapıyorum. Ayrıca, hem bizim bölümün ikinci sınıf öğrencilerine, hem de ilgili bölümlerin lisansüstü öğrencilerine ayrı ayrı dersler veriyorum. Pazar günleri radyo ve televizyon evine uğruyorum. Bilirsin, Türkmence yayınlarının Bağdat kanalı yoluyla sunulmaya başladığı günden bu yana, "Edebiyat Dergisi" programını hazırlamayı ve sunmayı üstlenmiş bulunuyorum. Programı Pazar günleri akşamlayın tepe alıyoruz. Programın rejisörlüğünü bazen İrfan Dayıla, bazen de Adnan Sarıkâhya'nın eşi Fevziye Tevfik yapıyor. Programın bazı hazırlıklarını Türkmence bölümünde görüyorum. Edebiyatçılarımızdan, özellikle genç edebiyatçılarımızdan gelen mektuplara göz atıyorum öncelikle, uygun katkılar varsa, programda sunmaya çalışıyorum. Genel bir değerlendirme ile söyleyebilirim ki, televizyonu izleyenlerin büyük bir çoğunluğu program ile yakından ilgilenmekteler. Bunu programa gelen mektuplardan öğreniyorum. Haftada yaklaşık on beş kadar mektup alıyorum. Bular arasında programı geliştirmek için öneriler içeren mektuplar olduğu gibi, katkı amacıyla gönderilen mektuplar da vardır. Her zaman olduğu gibi, katkıların azami oranını şiir oluşturmaktadır. Programda genç şairlerimize daha fazla fırsat vermeyi yeğliyorum. Onların ellerinden tutmak, onları yüreklendirmek, teşvik etmek ve dillerini, kültürlerini sevmek yoluna "calamak" amacını güdüyorum bu tutumla. Bu güne kadar bu işte başarılı olduğumu kestirerek söyleyebilirim. Programın Hüzün Martıları 77 Nusret Merdan, İsmet Özcan ile gitmiş, kayıp olmuştur. Kimseyi, o bildiğin samimiyet ile sindiremiyorum, parmakla sayılabilecek bir kaç dost hariç. Buradaki arkadaşlarımızın tümüyle aram, resmi ilişkileri aşamıyor. Dert açacak, sır deşecek bir dost kalmamış gibi. Bunları geçen mektuplarımda da yakınmıştım sana. Ancak, zamanla bu duyguların değişebilecek olasılığıyla avunduruyordum kendimi. Oysa bu gün bile aynı duyguların etkisiyle yaşıyor, aynı etkilerin altında bocalıyor, kıvranıyorum. Erbil günleri tek tesellim oluyor. Yalnız kaldığım zamanlar, tiryakisi olduğum sigara savura savura o günleri tüm ayrıntılarıyla gözlerimin önünden geçiriyorum. Sizi düşünüyorum, Zanko'yu, Erbil kalesini, Erbil'deki dostlarımızı, Eski Kelek'i, o hacimce küçük fakat değerce büyük dünyamızı, o güzel, o içten konuşmaları, dert dökmeleri, yakınmaları, sevinmeleri, her konuda fikir alışverişlerini, o sürekli olarak kültürümüz için, edebiyatımız ve toplumumuz için tasarladığımız, yapmasını düşündüğümüz projeleri ki, "Yarısı Sende Kaldı, Yarısı Bende". Biliyorum dostum, Erbil'de olduğu gibi yaşadığın gurbet ellerde de sürekli çalışmalar, kültürümüzün, varlığımızın yararına olan çalışmalar içindesin. Bunu bana yazdığın mektuplardan öğrendiğim gibi, Behçet kardeşimize gönderdiğin mektuplardan da öğreniyorum. Bir kaç gün önce Kerkük'teydim. Behçet'e yazdığın mektupları gösterdi, okudum. "Boğaz Kesen Mehmet Fatih" romanının çevrisini bitirmenden dolayı tebrik ederim. Üstün değerde bir çevri olduğuna hiç kuşkum yok. Basılıp yayımlandıktan sonra muhakkak bir nüshasını görmek isterim. Behçet'e gönderdiğin mektubu bilgisayarla yazmış olduğuna oldukça sevindim. Bilgisayarı kullanmayı öğrenmen, bir kazançtır başlı başına. Biz burada daktilodan bile mahrumuz, bilirsin. Resmi bir izin belgesi olmayınca böylesi bir makineye sahip olmak mümkün değildir. Bu tehlikeli makinenin güvenlik ile ilgisi olduğuna bağlanılmak- 80 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı diğerleri bu konuda ne kadar dersen ciddiler. Daha neler yapabiliriz diye her zaman arayış içindeler. Türkmence ile Kürtçe yayınları için özel bir uydu kanalının tahsis edileceği diye bir laf da dolaşmakta ortalıkta. Bu laf gerçekleşecekse, yeni avantajlar meydana koyulacak bizim için. Televizyon için hazırladığım programı, radyo yoluyla da veriyorum. Ancak bunu kimi değişikler ile yapıyorum. Radyo evinin arşivinde, edebiyatçılarımız ile eskiden yapılan görüşmeler bulunmaktadır. Bunlardan yararlanarak, söz ettiğim edebiyatçılarımızı kendi sesleriyle de sunuyorum. Bütün bunları, değerli dostum, bütün bunları, ayda yedi bin Dinar karşılığına yapıyorum. Evet, yedi bin Dinar. Ağızda çok, ancak Dolar'la ölçülürse, üç buçuk Dolar karşılığı bir şey. Oysa radyo evine her gidip gelirken, bunun iki mislini, üç mislini serf ediyorum. Nedense bu fedakârlıktan yararlanan çok sevdiğim biri vardır. Algılıyorum bunu, çok iyi idrak ediyorum. Onun şerefine, onun onuruna bu görevi seve seve yapıyor ve bir nice yıl daha yapacağıma, kimseye değil kendime söz vermiş bulunuyorum, Türkmen kültürü şerefine, Türkmen kültürü onuruna. Bu gün memleket içerisinde varlığımızı korumak yolunun tek bu köprü üzerinden geçerek sağlanabileceğine içten inanmaktayım. Bunu yalnız radyo ve televizyon yoluyla değil, zamanım oldukça diğer yayın organlarımız aracılığıyla da yapıyorum. Geçenlerde üstat Ata Terzibaşı, eserlerini yazarken başvurduğu kaynakların orijinalliği hakkında bir yazım Yurt gazetesinde çıktı. Bir diğeri de Fuat Hamdi ile ilgili bir yazı. Bu bir görüşmeden ibaretti. Nedense bu çok kibar insanımızı göz ardı etmiş, ihmale uğratmışız. Oysa takdire şayan bir yazardır. Gerçi bazı konularda özel tutumu varsa da, fakat çok çekici bir üsluba, çok akıcı bir kaleme sahiptir. Önümüzdeki günlerde Faruk Köprülü'nün ( ﻓ ﻀﻮﻟﻲ اﻟﺒﻐ ﺪادي ﻓ ﻲ ﺟﮭ ﻮد اﻟﺒ ﺎﺣﺜﯿﻦ و )اﻟﺪارﺳ ﯿﻦ اﻟﻌ ﺮاﻗﯿﯿﻦbaşlıklı kendi hesabına yeni yayımladığı kitabı hakkında bir değerlendirme yazmayı düşünüyorum. Hüzün Martıları 79 zamanı az daha uzatılsa, daha fazlasını yapabilirim. Program, on beş yemi dakikalık bir şey. Rejisörün "Kiyu" demesiyle "Stop" demesi arasındaki bu zamanın, öyle hızlı akmasına şaşırıyorum bazen. Haftalık bir programın, hele edebiyat gibi bir programın, böylesi kısa, böylesi yetersiz bir zaman içerisinde, hem kusursuz, hem herkesi razı edebilecek, hem de "ne şiş yansın ne kebap" yöntemiyle sunulmasının zorlukları pek çok. Geçenlerde Abdullah Safı'nın bir şiirini okurken, çeviklikten, aceleden bir dil sürçmesi yapmışım programda. Bir mısrada geçen "efgan" sözcüğünü "ifgan" olarak okumuşum. Programı izleyen Ali Marufoğlu Yurt gazetesinde yayımladığı bir yazıda, gözünü yumup ağzını açarak, eleştiri adına bize ve programa saymadık sözler kalmadı. Gel dayan, gel tahammül et. Cevap versen bir bela, vermesen bin bela. Ortalığı fazla karıştırmamak ve Marufoğlu'nun toplumdaki yerine hürmet olarak, bir kaç kez kalemi elime aldımsa da, sonunda karşılık yazmaktan alıkoydum. Programın yüzde elli zamanını "Bize Gelen Mektuplar"a ayırıyorum. Mektupların birçoğunun, ölçülmez değerde dörtlükler, hoyratlar içerdiğine şaşıp kalmadan edemiyorum. Bir bakıyorsun, adını duymadığımız, tek bir mısraını bir yerde okumadığımız genç kalemler, hatta bazen ev hanımları, eşine az rastlanan, dil bakımından düzgün ancak imla bakımında oldukça bozgun, derin ifadeli şiirler gönderiyorlar programa. Bu millete fırsat verilse, kendi varlığını en ağır bir şekilde ortaya koyacaktır. Mesela dil fırsatı. Mesela eğitim fırsatı. Türkmence programının Bağdat uydu kanalından yayın yapması, sesimizi dünyaca duyurmak bakımından, güzel bir fırsat sayılır bizim için. Bunu, en etkin bir şekilde kullanmaya çalışıyor ve elden geleni yapmaktan geri kalamıyoruz. Türkmence bölümünün başkanı Selahattin Mahiyettin, bölümün kadroları Adnan Sarıkâhya, Fazıl Mahmut, Şakir Ahmet ve 82 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı hangi bir yararı olmadı. Sağ ayağını kesmeyi önerdiler. Ameliyattan çıkarken iyi idi. Ancak bir hafta sonra fazlaca bozuldu. Bir kaç gün serum ile yaşadı. 21. 3 tarihinde saat beş sabahleyin ömrünü size verdi. Sayın dostum, çocuklara benden ve tüm bizimkilerden sıcak sıcak öpücükler, kucak dolusu sevgiler. Selma Abla'ya da, bir o kadar saygı ve selamlar. Ben yazmadımsa da siz yazın. Mektuplarınızdan yoksun etmeyin bizi. Mektuplarınıza her zamankinden bir nice kat daha ihtiyacım vardır. Gözlerinizden öperim. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 25. 3. 2000 Hüzün Martıları 81 İşte fırsat buldukça Yurt gazetesi için yazmaktan, şu veya bu faaliyetlere katılmaktan geri kalmıyorum. 24 Ocak dolayısıyla geçen ay, Bağdat'ta, Edebiyatçılar Birliğinde muhteşem bir şiir festivali düzenlendi. Güzel dilimizin konuşulduğu tüm bölgelerden gelen edebiyatçı ve yazarların katılımlarıyla gerçekleşen festivalde, Türkmence ve Arapça şiirler okundu, konuşmalar yapıldı. Yüz kadar katılımcı vardı yaklaşık. Sizi soranlar çoktu, arkadaşlar arasında. Bir yeriniz boştu. Geceyi televizyon kameralarıyla belgeledik ve Edebiyat Dergisinin üst üste üç programında sunduk. Ayrıca Merbit festivali kapsamında bir kaç arkadaşla birlikte Arapça çevrisiyle birer şiir okuduk. Bu yıl Merbit festivaline Türkiye ile Azerbaycan'dan katılanların sayısı çok yüksekti. Türkiye'den Ümit Yaşar Işıkhan da gelmişti. Sizi sordu. İzmir'den geçerken, onu telefonla aramışsınız, İzmir'de değilmiş, annesiyle konuşmuşsunuz. Türkiye'deyken sizi göremediği ve yardımda bulunamadığı için çok üzgündü. Nerede yerleştiğinizi sordu. Adresinizi aldı. Sizinle yazışacağına söz verdi. Festivale katılan Türkiye ve Azerbaycan heyetine Şafak kitabımızdan bir on tane dağıttım. Ayrıca Ümit Yaşar Işıkhan'ın isteği üzere, Şafak'tan kimi şiirlerimizi Latin harflerine çevirdim. Homeros adında bir dergi çıkarmakta, onda yayımlayacak. Değerli kardeşim: Bir kaç gün yazı masamın çekmecesinde beklettiğim bu mektuba, bitirmek için, yeniden göz atıyorum. Yukarıda yazdığım satırlardan başka, mektuba eklenebilecek çok şeyler vardır içimde. Ancak hiç rahat değilim, fikrim hiç saf değil. Kerkük'teydim iki gün önce. Üç gün kaldım. Annem Tanrının rahmetine kavuştu, uzun bir süre yataklık hasta kaldıktan sonra. Tansiyon, şeker ve son olarak gangarin. Sağ ayağının büyük parmağında çıban kadarı bir yara peyda oldu önceleri. Gelişe gelişe işler karıştı. Doktorların müdahalelerinin her 84 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Münafıklara bir tokat yerine, her defasında dört tokat atabilmek için. Kerkük'ün Sokak, cadde, unutulmuş köşelerini günde dört defa öpüp, başımıza koymak için. "Keşke nenelerimiz bizleri cüt doğaydılar", hiç olmazsa şimdi bir Nusret senin yanında kalırdı. Ortak olurdu hüzünlerine. Yeni şiirlere seninle beraber imza atardı. Yüreği seninle çarpardı, Türkmen edebiyatı için. Bayramlarda seninle bayramlaşırdı. Böyle bir şey olsaydı, şimdi yanımda bir Mehmet Ömer Kazancı da olurdu. Dört duvar arasında geçirdiğim günlerde beni "Arzu Kamber" masalıyla uyuturdu. Kuşların öten, insanlardan hiç ürkmeyen serçelerin Kerkük'ten geldiğine beni inandırırdı. Cenevre gölünün Hasa'ya komuşu olduğunu yemin billâh ederek, bir az olsun beni ikna ederdi. Ara sıra sokaklarda gördüğüm başı bağlı Müslüman kadınlarının: Gülnaz Bacı, Devlet Âte, Şakir Nenesi, Pembe Dayaza olduklarını söyler dururdu. Köşe başında, duraklarda bekleyen yalnız kadınların, aslında gençliğimizde sevdiğimiz komşu kızları olduğu konusunda bana masum yalanlar söyleyebilirdi. Gene bilginleri keşke, senin yanında bir Nusret Merdan'ın kopyasını, benim yanımda bir Mehmet Ömer Kazancı'nın kopyasını yapabilseler. Kendimizi avutalım ve diyelim "neden olmasın, Allah yardım ederse, elbette bilginler insafa gelip herkesten önce birbirlerine çok ihtiyaçları olan dostların kopyasını yapabilirler". Böyle bir mucize gerçekleşirse, onlardan bir ricam daha olacak: "senin için Um Mustafa'nın bir kopyalısını yapmalarını isteyeceğim", çünkü şiirimize bile taşıdığın kadarıyla Um Mustafa'yı ne kadar sevdiğini yakinen biliyorum. Aziz Dostum: Sabah saat 11:30 hava bulutlu, çocukların gürültüsü içinde bu mektubu yazıyorum, hiç müsvedde kullanmadan, sanki bütün sözcükleri birisi kulağıma fısıldıyor. Elbet bu kulağıma 83 Hüzün Martıları ( 15 ) Cenevre: 28. 5. 2000 Şiirimin ve dostluğumun ayrılmaz parçası Mehmet Ömer Kazancı; Sana her mektup yazdığımda sözcüklerin kifayetsiz olduğunu, her gün bir az daha farkına varıyorum. Bir gün sevgili İsmet'imize kısa bir mektup yazmıştım, demiştim ki, "Kerkük Kerkük olalı, böyle bir dostluk görmedi." Bu lafı çok sevmişti sevgili İsmet'imiz. Bu sözcüğü her zaman sana karşı da içimde duydum, ama bir türlü yazıp veya söyleyemedim. Şimdi müsaadenle aynı şeyi kelimelerle yazmak geçiyor içimden. Sevgili Mustafa Babası; Kerkük Kerkük olalı böyle bir dostluk görmedi, bizim dostluğumuza benzer. Bunu sadece günlük hayatta değil, edebiyat alanında da hep sürdürdük ve sürdürüyoruz. O "yüzde dost kalpte hain" tarzdaki "sözde dostlar", hiç bizim dostluk "kırağının" /kenarının yanından geçmedi, geçemez de. Başkalarına karşı hep sınır koymayı bildik, ama kendi aramızdaki sınırları söz birliği edercesine havaya uçurduk. Türkmencede bir deyim var çoğu kez alay için kullanılır, "nenev seni cüt doğaydı / annen seni çift doğaydı". Keşke annelerimiz bizi çift doğaydı. Birbirimizi daha fazla sevmek için, bir şiiri dört defa okumak için. Haksızlık ve hain dostlara karşı iki defa değil, dört defa karşı koyabilmemiz için. Keşke "nenelerimiz bizleri çüt doğaydılar", sevdiğimiz sokaklardan dört defa geçmek için. Hamza Hamamcıoğlu'na, Kahtan Hürmüzlü'ye her gün dört defa "merhaba, necesen" diyebilmemiz için. Sevdiğimiz horyatları sevdiğimiz kadınlara, bir defa değil, dört defa söylemek için. Onlara hep bir ağızdan "seni seviyorum" diyebilmek için. Hasa'yı her defasında dört kere geçmek için. Dost evlerine bayramlarda, mutlu günlerde dört defa misafir olmak için. 86 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ( 16 ) Bağdat: 16. 7. 2000 Değerli dostum Nusret Merdan; Son mektubunda samimi ifadelerle dile getirdiğin, o saf, o şeffaf, o sıcak duygularına sonsuz teşekkürler. Bu mektubu, size daha önce yazdıklarımdan farklı, hem de çok farklı olacak. Özel olarak yazıyor, pek yakın zamanda cevabını Arapça olarak bekliyorum. Neden pek yakın zamanda, neden Arapça? Bunu, mektubu okuyunca anlayacaksınız. Dün Türkmen Kültür Müdürü Nevzat Abdülkerim telefonla müdürlüğe: özel bir mesele var, seni mutlaka yarın görmem lazım diye rica ederek çağırmıştı. Erken istediği için, erken gitmiştim. Kasım Sarıkâhya da oradaydı. Çok titiz bir sorundan söz edildi. Öteden beri Edebiyatçı ve Yazarlar Birliğinde üye olan, ancak şu veya bu sebepten dolayı ülke dışında yaşamayı tercih eden arkadaşların adlarından, özgeçmişlerinden göz geçiriliyor, ülkeye karşı tutumları değerlendiriliyor. Hedef, ülke dışındaki aydın, kültürlü ve kalem sahiplerine tekrar değer kazandırmak, ülke yararına yapabilecekleri her çalışmada kolaylık göstermek, destek vermektir. Devletin bu yeni tutumu, ayrıca başka bir amaç daha gütmektedir. Dışarıdaki insanlarımızı, maddi veya manevi teşviklerle ülke düşmanlarının kucağına düşmekten korumak, sağduyularını etkilemek, kirletmek isteyenlerin önüne geçerek, komplolarını, oyunlarını başarısızlığa uğratmaktır. Edebiyatçılar Birliğinin Türkmen bürosundaki dosyalardan, ülke dışında yaşayan arkadaşlarımızın adları bu esas üzerine incelenerek, bir 10 ile 15 edebiyatçı olarak tespit edilmiş ve hepsi "dost" olarak değerlendirilmiştir. Yani her hangi birisinden ülkeye zarar verebilecek bir davranış görülmediği için, iktidar taraftarı olarak gösterilmişler. Şimdi aynı yönde, diğer adımların atılması düşünülüyor. Seçkin edebiyat- Hüzün Martıları 85 fısıldaya şiir şeytanı olsun, ister meleği, her halde ikimizi de çok seviyor. Çünkü hep güzel şeyler fısıldıyor. O söylüyor ben yazıyorum. Âdete onun resmi bir mamuru yada katibi oldum. Bu görevi de çok sevdim doğrusu. Güzel şeyler söyleyen "şeytan ya da melek" dostlar başına. Yoğun bir çalışma içinde olduğun beni çok sevindirdi. Edebiyatımız ve kültürümüz yolunda her adımda sana başarılar dilerim. Ben de aynı çabalar içindeyim. Ekim ayında Türkmenistan'a davet edildim. İnşallah gidebilirim. Arapça dergilerde yazı ve hikâyelerim yayımlanmaktadır. Âl-i Merdan'ın tüm fertleri Âl-i Kazancı'ya selam ve sevgilerini gönderir. Selma, Um Mustafa'ya mahsus selam ve özlemlerini iletir. Kızlar da aynen Ülfet ve Nimete, oğlanlar da Mustafa beye. Annenin vefatı dolayısıyla başsağlığı ve sabırlar dilerim. Nusret Merdan Cenevre: 28. 5. 2000 88 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı giyi bütün dünyaya taşımakta, bütün dünya doğduğun bu toprakları ne kadar sevdiğini bilmektedir. Bu artık gizli bir şey değildir. Bu ülke yalnız bir kaç kişinin değil Nusret'im, hepimizidir. Bu ülke, seni, beni ve tüm kardeşçe yaşamaya susamış inanları, altında toplayabilecek geniş bir otaktır. Bu güzel ülkenin, bu güzel ülkenin otağı altında barınan insanların çiğnenen haklarını savunmak, kendi haklarımızı, dostlarımızın, kardeşlerimizin ve çocuklarımızın haklarını savunmak demektir bildiğin gibi. Bu konuda nemelâzımcılık ne sana, ne bana yakışır, ne de edebiyatçıyım diyen onurlu insanlara. Ben şahsen ortada konuşulan o soruna bu açıdan bakıyor ve devleti, ülke dışında yaşayan aydınlara yüklemek istediği sorumlulukta, haklı görüyorum. Sana ricam; bu konuyu fikrinde evir çevir, ötesine berisine iyice bak. Sanırım aynı sonuca varacaksın. Unutma ki, burada seni sevenler, yürekleri senin için güm güm atan insanlar vardır, dostlar vardır. Onları da hesaptan düşürme. Sana bu mesajı ulaştırmak için bana teklifte bulunan dün Türkmen Kültür Müdürlüğünde karşılaştığım arkadaşlar, bu işte bazı avantajların da bulunduğunu anlattılar. Ülkeyi, söz gelimi, istediğin zaman ziyaret edebilirsin. "Muğteribin/ Göçmenler" kimliği alabilir, her yıl "muğteribin"ler için bir aylığına ülkede devlet hesabına yapılan gezi niteliğinde olan toplantılara katılabilirsin. Irak elçiliğinde ismini resmen kaydedebilirsin. Aziz dostum: Konu ile ilgili düşüncelerini pek yakın zamanda öğrenmek isterim. Ben Türkmence yazdım, sen Arapça yaz. Yani, değil benim, onların da okuyabileceği, anlayabileceği bir dille. Zira bu konuda senden alacağım cevabı, olduğu gibi onlara okumayı düşünüyorum, işin içinden selametle çıkabilmek için. Bu isteğimde beni mazur görmeni dilerim. Çocukları birer Hüzün Martıları 87 çılarla yeni sayfalar açmak, köprüler kurmak ve ambargo yüzünden ülkede yaşanan zorlukların kimi taraflarını dünya medyasına yansıtmak için, rağbeti olanları bu konuda çalıştırarak edebi yeteneklerinden bu yönlerde yararlanmak gibi adımlar. Bu konuda, Türkmen edebiyatçıları arasında adından en çok söz edilen sizsiniz. Bir kaç gün önce "özel" bir şubeden üç kişi Türkmen Kültür Müdürlüğüne başvurarak, size nasıl ulaşabileceklerini Nevzat ve Kasım ile konuşmuşlar. Dün ziyaretlerini tekrarlayarak, bu kez beni görmek istediklerini söylemişler. İşte saat on buçuk dolayında, biz Kasım ve Nevzat ile bunları konuşurken, geldiler. Tanıştık. Direkt olarak konuya girdiler. Aramızdaki samimi dostluktan, sizin oradaki tüm çalışmalarınızdan haberdarmışlar. Hatta geçenlerde bir radyo görüşmesinde, ülke hakkında, ülkeye uygulanan ambargo hakkında bir şeyler söylemişsin, söylediklerinden memnundular. Sürekli olarak mektuplaştığımızdan da haberleri varmış. Kısacası, size ulaşmak, sizinle ilişki kurmak isteği var ortalıkta. Ne gibi ilişki? Bu, benim onlara yönelttiğim soru idi. Dostluk ilişkisi, dostluk köprüsü o kadar, söylediler, siyaset ile ilgili değil. Ülkenin geçirdiği zorlukları edebi ürünler ile ele alarak dünya kamuoyuna yansıtmaya çalışmak, Irak'lıların ambargo yüzünden çektikleri sıkıntıları dile getirerek, ambargoyu kaldırmak yönünde yapılan siyasi çalışmalara, edebi ve insanı yazılarla destekçi olmak. Sizden istekleri bu kadarmış, söylediklerine göre. Zaten Nusret'i bildim bileli, siyasete karıştığını göremedim, dedim onlara, kendini edebiyat dünyasına kaptırmıştır. Bu suda, bir balıktır o, çıkarırsanız biter, başka bir yerde yaşayamaz, dedim. Ülkenin, can dostum Nusret, gerçekten de sizin gibi aydın insanlara ihtiyacı vardır. Bizim buralar, zalim ambargo yüzünden azabistana dönüşmüştür. Bu zulme karşı kalemimizi kullanmamız, sanırım ki, boynumuzun borcu. Irak'ı ne kadar sevdiğini bir ben değil, onun hakkında yazdığın şiirler de bu sev- 89 Hüzün Martıları birer öper, Selma'ya saygılarımı sunarım. Selma'ya söyle, fincanımıza baksın bir, nereye götürüyor bu devran bizi, çıkarsın telveler arasından anlatsın bir. Sen iç kahvemi yerime, nasıl olur demeden. Annem beni "cüt doğuptu", adımın beri Memet Kazancı, öbürü Nusret Merdan. Kazancı'ya, burada atılan tokat, orada Nusret'in yanağında yankılanacak. Orada tırnağına değen taş, burada benim kalbimi derinden incitecek. Allah sizi, sizinkileri, bizi, bizimkileri her eziyetten korusun. Saklasın, beklesin hepimizi. En derin sevgilerimle. Derttaşın Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 16. 7. 2000 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı 90 ) ( 17 Not: bu mektubun Arapça olarak yazılmasının nedenini öğrenmek için bundan önceki (No:16) mektuba bkz. 2000 /8 /10 ﻋﺰﯾﺰي أﺑﻮ ﻣﺼﻄﻔﻰ... ﻣ ﻮدﺗﻲ وﺗﺤﯿ ﺎﺗﻲ اﻟﻘﻠﺒﯿ ﺔ ﻣ ﻊ ﺗﻤﻨﯿ ﺎﺗﻲ ﻟﻜ ﻢ ﺑﺎﻟﻤﻮﻓﻘﯿ ﺔ واﻟ ﺼﺤﺔ واﻟﻨﺠ ﺎح . إﺳﺘﻠﻤﺖ رﺳﺎﻟﺘﻚ اﻟﻤﺮﺳﻠﺔ ﻓﻲ 2000/7/16وأود أن أﺷ ﻜﺮك أوﻻ ً ﻋﻠ ﻰ ﻣﺸﺎﻋﺮك اﻷﺧﻮﯾﺔ ،أﻣﺎ ﺑﺼﺪد ﻣﺎ ﺟﺎء ﻓ ﻲ رﺳ ﺎﻟﺘﻚ ..ﻓﺄﻧ ﺎ ﻻ أزال ﻋﻠ ﻰ ﻛﻤﺎ ﻋﮭﺪﺗﻨﻲ ،وﺳﺄﺑﻘﻰ ﻛﻤﺎ ﻛﻨﺖ داﺋﻤﺎ ً ﻣﻨﺘﻤﯿﺎ ً اﻟﻰ ﺗﺮاب اﻟﻮﻃﻦ اﻟﻌﺰﯾ ﺰ ﺣﺘ ﻰ آﺧ ﺮ ﻟﺤﻈ ﺎت ﻋﻤ ﺮي ..ﻣﻔﺘﺨ ﺮا ً ﺑﮭ ﻮﯾﺘﻲ اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ اﻟﺘ ﻲ أﻋﺘﺒﺮھ ﺎ ﺑﻤﺜﺎﺑﺔ وﺳﺎم ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﻟﻲ ﻓﻲ ﺑﻼد اﻟﻐﺮﺑ ﺔ ،وﻻ أﻛﺘﻔ ﻲ ﺑﮭ ﺬا اﻟﺤ ﺪ ،ﺑ ﻞ أن أوﻻدي ﺗﺮﺑﻮا ﻋﻠﻰ اﻹﻓﺘﺨﺎر ﻗﺒ ﻞ ﻛ ﻞ ﺷ ﺊ ﺑﻌ ﺮاﻗﯿﺘﮭﻢ ..وإﺑﻨ ﻲ )اوزان( داﺋﻢ اﻟﺴﺆال ﻋﻦ اﻟﻮﻃﻦ اﻟﺬي ﻻﯾﺘﺬﻛﺮ ﻋﻨﮫ إﻻ اﻟﻘﻠﯿﻞ ،ﻟﺬﻟﻚ ﻓﮭﻮ ﯾ ﺴﺘﻌﯿﻦ ﺑﺎﻷﻃﻠﺲ ﻓﻲ ﻣﻜﺘﺒﺔ اﻟﻤﺪرﺳﺔ ﻟﻤﻌﺮﻓﺔ ﺗﺎرﯾﺦ اﻟﺤﻀﺎرة اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ ،وﻛ ﺬﻟﻚ )ﯾﺎﻏﻤﻮر( ﺣﯿﻨﻤﺎ ﯾﺮى ﺑﺮﻧﺎﻣﺠﺎ ً ﻟﻜﺮة اﻟﻘ ﺪم ﯾ ﺴﺄل ھ ﻞ اﻟﻤﻨﺘﺨ ﺐ اﻟﻌﺮاﻗ ﻲ أﻗﻮى ﻣﻦ ھﺬا اﻟﻔﺮﯾﻖ ﯾﺎﺑﺎﺑ ﺎ .ﻓﺄﺟﯿ ﺐ داﺋﻤ ﺎ ً ﺑﺎﻟﺘﺄﻛﯿ ﺪ ،وأﻧ ﺎ ﻛﻤ ﺎ ﻋﮭ ﺪﺗﻨﻲ ﺑﻌﯿﺪ ﻋﻦ اﻟﺴﯿﺎﺳﺔ واﻷﻋﯿﺒﮭﺎ ،وﯾﺒﻘﻰ اﻷدب ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﻟ ﻲ داﺋﻤ ﺎ ً ھ ﻮ اﻷھ ﻢ ﻓﻲ إھﺘﻤﺎﻣﺎﺗﻲ ﻋﺰﯾ ﺰي ..ﻗﺒ ﻞ ﻓﺘ ﺮة ﻗ ﺮأت ﻓ ﻲ اﻹﻧﺘﺮﻧﯿ ﺖ ﺧﺒ ﺮا ً ﺑﻌﻨ ﻮان )إﻓﺘﺘ ﺎح أول ﻣﻘﮭ ﻰ ﻟﻺﻧﺘﺮﻧﯿ ﺖ ﻓ ﻲ ﺑﻐ ﺪاد( وﺑﻮاﺳ ﻄﺘﮫ وﺻ ﻠﺖ إﻟ ﻰ )وﻛﺎﻟ ﺔ اﻷﻧﺒ ﺎء اﻟﻌﺮاﻗﯿﺔ( .وﻛﻢ ﻛﺎﻧﺖ ﺳﻌﺎدﺗﻲ ﻏﺎﻣﺮة ﺣﯿﻨﻤﺎ وﺻﻠﺖ ﻟﻠ ﺼﺤﻒ اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ، اﻟﺜ ﻮرة واﻟﺠﻤﮭﻮرﯾ ﺔ وﺑﺎﺑ ﻞ واﻟﻘﺎدﺳ ﯿﺔ وﻣﺠ ﻼت اﻟﻔﻨ ﻮن واﻟﻤﻮﻋ ﺪ واﻟ ﻒ ﺑ ﺎء وﻏﯿﺮھ ﺎ .ﻟ ﺬﻟﻚ إﻛﺘ ﺴﺒﺖ ﻋ ﺎدة ً ﺟﺪﯾ ﺪة ً ھ ﻮ اﻹﻃ ﻼع ﻋﻠ ﻰ أﻧﺒ ﺎء اﻟﺼﺤﺎﻓﺔ اﻟﻌﺮاﻗﯿﺔ ﻛﻞ ﺻﺒﺎح ،وﻛﻞ ﻣﺴﺎء ﻗﺒ ﻞ اﻟﻨ ﻮم .ﻟﻜﻨﻨ ﻲ أﺗﻤﻨ ﻰ او أﻗﺘﺮح إﺿﺎﻓﺔ ﺟﺮﯾﺪﺗﻲ )ﯾﻮرد( ﻋﻠﻰ ﻣﻮﻗﻊ اﻟﺼﺤﺎﻓﺔ اﻟﻌﺮاﻗﯿﺔ اﯾﻀﺎ. أﻣ ﺎ ﺑﺎﻟﻨ ﺴﺒﺔ ﻟﻠﻔ ﻀﺎﺋﯿﺔ اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ ﻓﻠ ﻢ أﺳ ﺘﻄﯿﻊ ﻟﺤ ﺪ اﻵن إﻟﺘﻘﺎﻃﮭ ﺎ ﻷن اﻟﮭﻮاﺋﯿﺔ ﻋﻨﺪي ﺿﻌﯿﻔﺔ .ﻟﺬﻟﻚ ﻗﺮرت ﺷﺮاء ھﻮاﺋﯿ ﺔ ﺟﺪﯾ ﺪة DIGITAL 91 Hüzün Martıları ﻹﻟﺘﻘ ﺎط ﻓ ﻀﺎﺋﯿﺔ اﻟﻌ ﺮاق .وأﻋﺘﻘ ﺪ أﻧ ﮫ ﺳ ﯿﻜﻮن ﺑﻤﻘ ﺪوري ﻣ ﺸﺎھﺪﺗﻚ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻘﻨ ﺎة اﻟﺘﺮﻛﻤﺎﻧﯿ ﺔ إن ﺷ ﺎء اﷲ ،وھ ﻲ ﺧﻄ ﻮة ھﺎﻣ ﺔ ﺟ ﺪا ﯾ ﺸﻜﺮ ﻋﻠﯿﮭ ﺎ اﻟﻤﺴﺆوﻟﻮن. ﻋﺰﯾﺰي ..ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺣﺎﻟﺘﻲ اﻟﺼﺤﯿﺔ ﻓﮭﻲ ﻣﺘﺪھﻮرة ،ﺣﯿﺚ أﻋﺎﻧﻲ ﻛﻤﺎ ﺗﻌﻠ ﻢ ﻣ ﻦ إرﺗﻔ ﺎع ﺿ ﻐﻂ اﻟ ﺪم وﻣ ﺮض اﻟ ﺴﻜﺮي .وﻗ ﺪ أوﺻ ﺎﻧﻲ اﻟﻄﺒﯿ ﺐ ﺑﺎﻹﺑﺘﻌﺎد ﻋﻦ اﻟﻤﻨﺎﻗ ﺸﺔ أو ﻛ ﻞ ﻣ ﺎ ﯾﺜﯿ ﺮ اﻷﻋ ﺼﺎب ﻹﻧﻨ ﻲ ﻣ ﻦ اﻟﻤﻤﻜ ﻦ ان أﺻﺎب ﻓﻲ ﻟﺤﻈﺎت اﻻﻧﻔﻌ ﺎل ﺑﺎﻟﺠﻠﻄ ﺔ اﻟﺪﻣﺎﻏﯿ ﺔ او اﻟﻘﻠﺒﯿ ﺔ ..ﻟ ﺬﻟﻚ أﺣ ﺎول ﻗﺪر اﻹﻣﻜﺎن ﻋﺪم اﻟﺨﺮوج ﺣﯿﺚ ﻗﺪ ﯾﻤ ﺮ ﻋﻠ ﻲ ﺷ ﮭﺮ دون أن أﺧ ﺮج اﻟ ﻰ اﻟﺸﺎرع .وﻛﻤﺎ ﺗﻌﻠ ﻢ ﻓ ﺈﻧﻨﻲ ﻓ ﻲ ﺣﯿ ﺎﺗﻲ اﻟﻌﺎﻣ ﺔ ﻟ ﻢ أﻛ ﻦ إﺟﺘﻤﺎﻋﯿ ﺎ ً ،أي ﻟ ﻢ ﺗﻜ ﻦ ﻟ ﻲ ﻋﻼﻗ ﺎت واﺳ ﻌﺔ ﻣ ﻊ اﻟﻨ ﺎس ،ﺑ ﻞ ﻛ ﺎن داﺋﻤ ﺎ ھﻨﺎﻟ ﻚ ﺷ ﺨﺺ أو ﺷﺨ ﺼﯿﻦ أﻟﺘﻘ ﻲ ﺑﮭﻤ ﺎ .أﻣ ﺎ ھﻨ ﺎ ﻓﻠ ﻢ ﯾﻌ ﺪ ﻟ ﻲ ﻣ ﻦ ﺻ ﺪﯾﻖ ﻏﯿ ﺮ اﻟﺘﻠﻔﺰﯾ ﻮن واﻻﻧﺘﺮﻧﯿﺖ .وأﺗﺬﻛﺮ أﻧ ﮫ ﻓ ﻲ إﺣ ﺪى اﻟﻤ ﺮات ﺣ ﯿﻦ ﻛﻨ ﺖ أﺳ ﻜﻦ أرﺑﯿ ﻞ إن دق ﺑﺎﺑﻨﺎ أﺣﺪ اﻷﺷ ﺨﺎص ﯾ ﺴﺎل ﻋ ﻦ ﺑﯿ ﺖ ﺷ ﺨﺺ أﺧ ﺮ ،ﻓﻘﻠ ﺖ ﻻ إﻋ ﺮف ﻣﻦ ﺗﺴﺄل ﻋﻨﮫ ،ﺛﻢ إﺗﻀﺢ أﻧﮫ ﯾﺴﻜﻦ ﻣﻼﺻﻘﺎ ً ﻟﺒﯿﺘﻲ. وﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﻟﺠﻮ اﻟﻤﺪﯾﻨﺔ ﺟﻨﯿﻒ ﻓﺈﻧﮫ ﯾﺴﺎﻋﺪ ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺰﻟﺔ أﯾ ﻀﺎ .ﻓ ﺮﻏﻢ ﺑﺮﯾ ﻖ إﺳﻢ ھﺬه اﻟﻤﺪﯾﻨﺔ ،اﻻ ّ أﻧﮭﺎ ﻣﺪﯾﻨﺔ ھﺎدﺋﺔ ﻟﻠﻐﺎﯾﺔ ،وﻟﯿﺲ ﻓﯿﮭﺎ اﻻ ّ اﻟﻘﻠﺔ ﻣ ﻦ اﻟﻌ ﺮاﻗﯿﯿﻦ ،ﺣﯿ ﺚ ﯾ ﺴﯿﻄﺮ ﻋﻠ ﻰ ﻋﻼﻗ ﺎﺗﮭﻢ ﺟ ﻮ ھ ﺬه اﻟﻤﺪﯾﻨ ﺔ أي اﻟﻌﺰﻟ ﺔ. ﻓﻠ ﯿﺲ ﺑﯿ ﻨﮭﻢ ﺗ ﺮاﺑﻂ ﻗ ﻮي ﺑ ﻞ ﻗ ﺪ ﯾﻠﺘﻘ ﻮن ﺻ ﺪﻓﺔ ً ﯾﺘﺒ ﺎدﻟﻮن اﻟﺘﺤﯿ ﺔ ،ﺛ ﻢ ﯾﻤ ﻀﻲ ﻛ ﻞ إﻟ ﻰ ﺳ ﺒﯿﻠﮫ .أي ﻟ ﯿﺲ ﻓﯿﮭ ﺎ ذﻟ ﻚ اﻟﺠ ﻮ اﻟﻤﺘ ﺎح ﻟﻸﺟﺎﻧ ﺐ ﻛﺒﺮﯾﻄﺎﻧﯿ ﺎ ﻣ ﺜﻼ ،وﻏﯿﺮھ ﺎ ﻣ ﻦ اﻟ ﺪول ،ﻛﻮﺟ ﻮد ﺗﻨﻈﯿﻤ ﺎت او أﺣ ﺰاب وﻏﯿﺮھ ﺎ .ﺧ ﻼل وﺟ ﻮدي ھﻨ ﺎ ﻟ ﻢ ﯾﺤ ﺪث اﻻ ّ ﺗﻨﻈ ﯿﻢ ﻣ ﺴﯿﺮات ﻟ ﺒﻌﺾ اﻻﺣ ﺰاب اﻟﺴﻮﯾ ﺴﺮﯾﺔ واﻟﺠﺎﻟﯿ ﺔ اﻟﻌﺮﺑﯿ ﺔ ﻹﺳ ﺘﻨﻜﺎر اﻟﺤ ﺼﺎر اﻟﺠ ﺎﺋﺮ اﻟﻤﻔ ﺮوض ﻋﻠ ﻰ اﻟ ﻮﻃﻦ ،وﻛ ﺎن ﻟﻨ ﺎ ﻛﻌﺎﺋﻠ ﺔ ﺷ ﺮف اﻟﻤ ﺸﺎرﻛﺔ ﻓﯿﮭ ﺎ .وإن ﺟﻨﯿ ﻒ ﻣﺪﯾﻨ ﺔ ﻟﯿ ﺴﺖ ﺻ ﺎﺧﺒﺔ ﻣﺜ ﻞ اﻟﻤ ﺪن اﻻﻣﺮﯾﻜﯿ ﺔ ،ﻟ ﺬﻟﻚ ﺗﻨ ﺎم ﻣﺒﻜ ﺮا ً ﻟﺘ ﺼﺤﻮً ﻣﺒﻜ ﺮا ً .وﯾﻤﺘ ﺎز أھﻠﮭ ﺎ ﺑ ﺎﻟﻠﻄﻒ واﻟﺮﻗ ﺔ وﻟ ﯿﺲ ﻓﯿﮭ ﺎ ذﻟ ﻚ اﻟﻄ ﺎﺑﻊ اﻟﻌﻨﺼﺮي اﻟﻤﻮﺟﻮد ﺿﺪ اﻻﺟﺎﻧ ﺐ ﻛﻤ ﺎ ﻓ ﻲ اﻟﻤﺎﻧﯿ ﺎ وھﻮﻟﻨ ﺪا وﻏﯿﺮھ ﺎ ﻣ ﻦ اﻟﺪول اﻻورﺑﯿﺔ Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı 92 ﻋﺰﯾﺰي..أرﺟﻮ أن ﺗﻜﻮن واﻟﻌﺎﺋﻠ ﺔ ﺑﻤ ﺎ ﯾ ﺮام ،وأن ﺗﺒ ﺪأ ﺑﺎﻟ ﺴﻨﺔ اﻟﺪراﺳ ﯿﺔ اﻟﺠﺪﯾﺪة ﺑﻤﺰﯾﺪ ﻣ ﻦ اﻟﺠﮭ ﺪ واﻟﻤﺜ ﺎﺑﺮة واﻻﺑ ﺪاع اﻟﻤﻨﺘﻈ ﺮ ﻣﻨ ﻚ داﺋﻤ ﺎ ً ،ﻛﻤ ﺎ أﻧﻨ ﻲ أﺗ ﺎﺑﻊ ﻛﺘﺎﺑﺎﺗ ﻚ ﻓ ﻲ ﺟﺮﯾ ﺪة )ﯾ ﻮرد( ،راﺟﯿ ﺎ ً وﻣﻤﺘﻤﻨﯿ ﺎ ً ﻟ ﻚ دوام اﻹﺑﺪاع .ﻣﺎھﻮ أﺧﺒﺎر ﻃﺒﻊ ﻛﺘﺎﺑﻜﻢ ﻋﻦ اﻟﻤﺮﺣ ﻮم ﻋ ﺼﻤﺖ اوزﺟ ﺎن ؟ ھ ﻞ ﺳ ﯿﻄﺒﻊ ھ ﺬا اﻟﻌ ﺎم ؟ وھ ﻞ ﻟ ﺪﯾﻚ ﻛﺘ ﺎب ﻟﻠﻨ ﺸﺮ ﻓ ﻲ ﻣﺪﯾﺮﯾ ﺔ اﻟﺜﻘﺎﻓ ﺔ اﻟﺘﺮﻛﻤﺎﻧﯿﺔ .ﻓﻲ إﻧﺘﻈﺎر أﺧﺒﺎرﻛﻢ اﻟﺴﺎرة داﺋﻤ ﺎ ً .ﺗﺤﯿﺎﺗﻨ ﺎ اﻟﻌﺎﺋﻠﯿ ﺔ وأﺷ ﻮاﻗﻨﺎ اﻟ ﻰ اﻻﺧ ﺖ اﻟﻌﺰﯾ ﺰة )أم ﻣ ﺼﻄﻔﻰ( ،وﺗﺤﯿ ﺎت ﺳ ﻮﻣﺮ وﻓ ﺮات اﻟ ﻰ اﻟﻌﺰﯾ ﺰﺗﯿﻦ أﻟﻔ ﺖ وﻧﻌﻤ ﺖ ﻣ ﻊ ﺗﺤﯿ ﺎﺗﻲ ﯾ ﺎﻏﻤﻮر واوزان اﻟ ﻰ اﻟﻌﺰﯾ ﺰ ﻣﺼﻄﻔﻰ ،ﻣﻊ ﺧﺎص ﺗﻤﻨﯿﺎﺗﻨﺎ ﻟﻜﻢ ﺑﺎﻟﺼﺤﺔ واﻟﺘﻮﻓﯿﻖ. أﺧﻮك ﻧﺼﺮت ﻣﺮدان ﺟﻨﯿﻒ2008/8/10 : 94 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı dum Irak'ta, Şehrim Kerkük'te yaşamın en heyecanlı basamaklarında dolaşıyordum. Azrail'e diyordum: "Siktir ol, ölüme daha çok var. Söyleyecek, yazacak çok şeyler var." Oysaki az yaşamış sayılmam. Bedir Şakir Es-seyap'tan, Orhan Vali'den, Rambo'dan daha fazla yaşadım. 53 yaşındayım. Yani toplumumuza göre tecrübelerle, derslerle dolu bir yaşamım olması gerekir. Ama kendimi hala hayattan önemli bir şey anlamış saymıyorum. Kızım Sümer 20 yaşında, ama ben hala hayatta bir "tıflım" yani "uşağım". Nasıl, nerede, niye bu yaşa geldiğimi ben de bilemiyorum. Buralarda ancak 80 yaşında olan insanlara yaşlı denir. Geçenlerde hastanede doktor hanıma yaşlıyım dediğimde, bana şaşkın şaşkın baktı ve "misyo hala gençsin" dedi. Hayatı çok saçma bulmaya başladım. Bir makine gibi sabah kalk, dert, kahır edin, gece geber yat. Sonra tekrar sabah kalk, dert kahıra devam, sonra "pır" bir kuş gibi git İsmet Özcan'ın yanına. Gerçekten, ne acelesi vardı İsmet Özcan'ın. Niye böyle çabuk gitti, bir rüya gibi yaşadı gitti. Onunla yapılacak çok şeyler vardı. İçilecek kadehler, yiyecek kahır ve dertler, alaya alınacak bin olay, bir milyon insan vardı. Ne güzel, onları sarhoşluk saatlerinde anıp gülecektik birlikte. Onunla Çin Seddi'ne gidip elimizi duvara vurduktan sonra, Semerkent'te kımız içecektik birlikte. Daha çok güzellerin arkasından hasretle bakacaktık. Daha ne Linda'ların mermer bacaklarından söz edecektik. Her görüşmemizde "Dayı Emin"nin dükkânı yanında bir az konuştuktan sonra, bana" gideğ" dediğinde hiç bir zaman "hara?" demeden, peşine takılıp giderdim. Yani maziden kalmış yapılmayan bir sürü özlem, bir sürü iş, bin keşke, bir milyon keşke. Yapılmadan kayıp olup gitti. Zaten hayatın özeti bu değil mi? Sanki birisi kulağıma, sana yukarıda yazdıklarımı fısıldayıp yazdırıyor. Oysaki hiç de hazırlıklı olarak oturmadım sana yazmaya. Görüyorsun. Hiç çizmeden yazmışım. Temize geç- 93 Hüzün Martıları ( 18 ) Cenevre: 9. 4. 2001 Sevgili kardeşim: Mehmet Ömer Kazancı; Saat dört buçuk seher vakti. Yani orada, sizde 6:30, dışarıda yağmur, sadece sesini duyuyorum. Tane tane yere düşüyor. Sana yazmak elbette kolay değil benim için. Bir şiir, bir öykü yazmak kadar zor ve gerekli. Dört elle yazmaya sarılmasaydım, kim bilir nasıl geçerdi gurbet gecelerim. Şimdi daha çok Arapça yazıyorum. Gazetelerle haşir neşir oldum. Kaleme sığınıyorum en fazla. Ne dost bir yüz, ne dost bir şehir. Rüyada gibi dolaşıyorum sokak ve caddeleri. Tansiyon ve şeker hastalığı, hayatımın bir parçası oldu.. Şiirin, yaratıcılığın mayasının Korya pazarında olduğunu hiç bilememişiz. Şiirin ve öykünün diyarının Mehmet Ömer'lerle Hamza Hamamcı'ların, Kahtan Hürmüzlü'lerin, Mevlüt Kayacı'ların yanında, yani güzel Kerkük'ümüzde olduğunu hiç fark etmemişiz. Geçte olsa, ben farkına vardım.. Gurbet hepimiz için mezar oldu, hepimizi yutacak. Şeytan "diri": "kalk çık balkona bu saatte, Kerküklü, Iraklı olduğunu bağır, bu uyuyan, mayışmış dünyanın yüzüne. Cenevre'de Türkmence konuş, horyat söyle, maniler çağır, Altun üzük yeşil kaş, sallana sallana". Ta uzaklardan sallana sallana gelsin, ya da görünsün tüm dostlar. Geçenlerde oturup bir sürü horyat yazdım, bir sürü mani. Okuyup, okuyup ağladım. Tansiyonum fırladı, bilmem kaça. İki gün önce şekerim 2,4 de düştü, yani tehlike sınırına. Ellerim titremeye başladı. Evde her kes korktu. İsaf (ambulans) çağıracaklardı. Ben ise o an terler içinde, titreye titreye, Arafa sokaklarında yağmur altında Hayfa Tobya'nın kiliseden dönüşünü bekliyordum. Musalla lisesinde hala matematik'te en tembel öğrencisi idim. Burada ölümle oynuyordum. Yur- 96 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ( 19 ) Bağdat: 2. 7. 2001 Değerli kardeşim Nusret Merdan Son mektubunu aldığım günden beri sana yazmak için zaman arıyorum. Mektubunu, tam sınavların ortasındayken aldım. Bizim buralarda sınavların bir kaç hafta sürdüğünü bilirsin. İlkokul, orta ve lise sınavları bitti mi, enstitü ve ardı sıra üniversite sınavları başlıyor. Mustafa ortanın ikisinde, Ülfet Öğretmenlik Enstitüsünün dördüncüsünde, oysa Nimet Eğitim Fakültesi, Biyoloji bölümünün birinci sınıfında. Geçen ay evimize tuhaf bir gerilim hâkimdi. Her kes ders çalışıyor, her kes başaramadığını dert yanıyor ve yardım bekliyordu. Ben bir yandan, öte yandan Mustafa nenesi, koşturuyor, ulaştıramıyorduk. Biz çocukluğumuzda öğrenci iken, anne babalarımızın çalışmalarımızdan haberleri bile olmazdı. Hangi okuldayız? Hangi sınıfa devam ediyoruz? Bunu kesin olarak bilmezlerdi. Her şey normal olarak su gibi akar giderdi. Oysa işler, apayrı, bambaşka günümüzde. Okullarda çocukları okutamıyorlar artık. Öğretmenlerde vefa diye bir gayret kalmamıştır gayri. Bir kaç fazla kuruş kazanmak için, tüm fikirlerini özel derslere vermektedirler. Hatta bir kısım öğretmenler, yılın başından itibaren sınıflarda "kim özel ders almak istiyor" diye açıkçasına anons etmektedirler. Adlarını özel derslere yazdıran öğrenciler, sınıfı, müstahak olsunlar olmasınlar, kolaylıkla geçebiliyor. Vay, yazdırmayanların canınadır. Anne babalarına sarılmaktan başka çareleri kalmıyor. Artık gel, sen okut, sen eğit, sen anlat. Özel derslere yazdırmaya yazdırırdık çocukları, ancak her derse karşı, elli bin ile yüz bin Dinar ödememiz gerekiyordu. Nereden getirebilirdik bunca parayı! Hele karnımızı bin rezaletle doyuruyoruz. Bu yüzden evi okula dönüştürmüştük geçen haftalarda. Üç öğrenci, iki Hüzün Martıları 95 meden. Bu ne sır, bu ne kuvvet. Ben de bilmiyorum. "Men de bilmirem" demek daha samimi gelmektedir bana. Um Sümer'den Um Mustafa'ya kucak dolusu selam ve muhabbetler. Sümer ve Fırat, Nimet ve Ülfet'i çok seviyorlar ve hatırlıyorlar. Ozan ve Yağmur, biricik "uşaklık" dostları "Mustafa beye" selam etmektedirler. Saat 5:30, uykum yok. Televizyon açıp karşısında oturacağım. Yağmur hala dışarıda yağmakta. Sevgi ve muhabbetle tüm dostlarımı şahsınde kucaklarım, aziz kardeşim. Not: lütfen bana şair Ümit Yaşar'ın adresi ve telefon numarasını gönder. Nusret Merdan Cenevre: 9. 4. 2001 98 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Borçlu kılmadın kimseye Herkesi sevebildin Sevebildiğin kadar İyi ölçtün güzel biçtin her şeyi Baş eğmedin cellâtların önünde Kendi gözüne kendin Kirpik oldun kaş oldun. Bu, vefalı kalbim için gelecekte yazmasını düşündüğüm belki uzun bir şiirin ilk kıvılcımları. İşte bu kalbin yordamı ve kılavuzluğuyla seni bulmuştum bir gün. Her görüşmemizde bir az daha samimiyetini hissetmiştim. Ve giderek kuvvetlendirmeye çalışmıştım aramızdaki, bu gün kopmaz bir hale gelen dostluğumuzu. Adını sevip saydıklarımın levhasında ilk ad olarak nakşetmiştim. Bir kaç gün önce El-afak El-arabiyye' de Yurt gazetesinin 31. yıl dönümünü geceleyin düzenlenen bir törenle kutladık. İmat Yalnız adında genç bir ses sanatçımız var, içe işleyen bir horyat ile kan ağlattı kalbimi; Koymavin kimse gitsin Giden bizden gidiri Tam sizin ve sizin gibi gurbet okyanuslarının acımasızca yuttuğu değerlerimiz için söylenen bir horyat. Umutluyum yine de. Gün gelecek birbirimize sarılacağız yine. Kucaklaşacak, birlikte ağlayacak, güleceğiz yine, gülmeye zaman kalmışsa. Birlikte şiirlerimizi okuyacağız dostlarımızla birlikte. Yurt gazetesinin 31. yıl dönümü gecesinde sizi çok özledim. Gecenin sürprizi Nesrin Erbil idi. Gelmişti, ilk olarak gördüm. Tek ben değil, Türkmen edebiyatçılarının birçoğu, sanırın ki, ilk olarak görüyorlardı. Nesrin Erbil bir kaç bakımdan Türkmenistanlı hanımları andırıyor. Gözleri çekik, saçları kısa, kömür karası, orta boylu, lacivert bir pantolon ile bir Hüzün Martıları 97 öğretmen. Bazı derslerde çalışkan, bazı derslerde tembel mi tembel üç öğrenci ile hayatın saçmalığını çocuklarından her vesile ile gizlemek isteyen ve onları, bütün zorluklara karşın, en iyi bir şekilde yetiştirmenin gerekliliğine inanan iki öğretmen, ben ve Mustafa nenesi. Mustafa'mız zeki, ancak kitapla, okumakla arası buzdağı gibi soğuk. Bilgisayar ver, "playstation" ver, ölür bayılır. Kızlar ise Allah'ın, yeryüzünde yarattığı en miskin, en uysal kuzuları. Yıllarca yemsiz bıraksan melemez, ses çıkarmazlar. Bu sırat, bu ince yaşam köprüsünü nasıl geçecekler, bu "ahır-şerler"? Hep düşünür, kaygılanırım. Sakin insanlardan hiç hoşlanamam nedense. "Bular da daşa diyiller: sen yan çekil, biz oturağ yerive". Bu da değişik bir dert, benim için. Um Mustafa, öte yandan dikiş makinesiyle meşgul. Dikiş makinesine oturmak yüzünden tansiyonu fırlıyor bazen. İkide bir başını elleri arasına alıyor "başım patlayacak" diye naralar atıyor. Gel yürek getir dayan. Dayanıyorum aslında. Kalbime bu bakımdan çok borçluyum. Kalbim kardeşim benim. Dünyayı bu kalp ile olmazsa nasıl yaşayacaktım. Nasıl geçinecektim bu ormanlıkta. Hoşgörülü, kin beslemez, sabırlı, çıdamlı bu kalp ile hakikaten gurur duymaktayım. Nasıl da duyamam. Beni hiç bir konuda utandırmayan, en zor günlerimde yanımda duran, içinde en büyük sevgileri barındıran, dostlara dostluklara inanan, anılarımı kirlenmekten, hatıralarımı paslanmaktan koruyan bu kalbe çok şeyler borçluyum. Razıyım senden gönül Güneş oldun Isıttım beni içten Eş oldun yoldaş oldun Yolculuklarımda bütün Bıktım yoruldum demeden *** 100 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı olduğu Kerkük'ü için şiir yazmaktan, öykü yazmaktan alıkoyabilir mi? Değerli dostum: Son mektubunda bir sürü hastalıklardan şikâyetçi olduğunu söylüyor ve şeker ile tansiyon yüzünden riskli anlar geçirdiğini anlatıyordun. Umarım iyileştin. Kendine iyi bak. Seni buralarda bekleyen dostların vardır, unutma. Cenabı Allah'a emanet ol. Um Sümer başta olmak üzere her kese sevgi ve saygılar. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 2. 7. 2001 Hüzün Martıları 99 gömlek giymişti. İki şiir okudu. Sesinde titrek bir ahenk vardı. Birincisi: Gel dedin Gel gel dedin Geldim işte... Diye başlıyordu. Tören bittikten sonra etrafına sarılmalar, onunla konuşmalar, fotoğraf çekmeler başladı. Yanına Dr. Çoban ile birlikte son lahzalarda varabildik, ayaküstü şöyle iki kelime konuşabildik. "Geleceğim, bundan böyle gelecek görüneceğim" diye söz veriyordu "gel görün, sizi her zaman görmek isteriz" diyenlere, titreşimli bir sesle. Okuduğu şiirlerde önemli değişim, yeni bir şeyler sezemedim. İfade tarzı, üslubu ve genel kalitesi bakımından, "Deniz Rüyası"ndaki şiirlerinin altında gibime geldi hep. Fazla heyecanlandırmadı beni. Nesrin Erbil ile tanıştıktan sonra, genç yazarlarımızdan Cevdet Kadıoğlu: "üstat, bu gece gözümle görmeseydim inanmazdım. Türkmenler, Nesrin Erbil'i hayal güçleriyle icat etmiş bir şair olarak kabul etmiş kalacaktım hep" diye sevinçlerini dile getiriyordu. Nesrin Erbil o gece nasıl ansızın çıkageldi ise, bir gün ansızın senin de ülkeye döneceğine inanıyorum. O gece arkadaşlarımızın birçoğu, her zaman olduğu gibi, yine etrafımı sararak senin hakkında beni soru yağmuruna tutmuşlardı. Nusret Merdan nasıl, nerede, edebi çalışmalarına devam ediyor mu, yazıyor mu, çiziyor mu? Bir türlü ardı arkası kesilmeyen sorular. Adımız birbirine karışmıştır artık. Kısa bir zaman içerisinde pekiştirdiğimiz dostluğun, her kes farkında artık. Mektuplaştığımızın da. İsmet Özcan'la birlikte, Şafak'ta doruğa varan dostluğumuzdan, uzun yıllar söz edileceğine inanmaktayım. Cevabım hep şöyle oluyordu bizim arkadaşlara: dinamik Nusret Merdan durur mu? Sevdiği ülkesi, âşık 102 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı kalem, bereketli bir yetenek olarak kendini dosta, düşmana göstermektedir. Türkmen şiirinden, Türkmen öyküsünden, Türkmen denemesinden söz eden hiç bir babayiğit Mehmet Ömer Kazancı gerçeğini görmezlikten gelemez. Galibe ihtiyar oluyorum dostum. Bunun ilk işareti kayınbaba olmam. Düşünebiliyor musun bu nükteyi, Nusret Merdan kayınbaba olmuş. Ama oldu işte. Sümer evlendi, burada yaşayan bir Türk genci ile adı Safvet. Ama laf aramızda, bana kayınbabalık yakışmıyor. Damada bir gün: "Safvet kusura bakma, ben az konuşurum, az gülerim, şeker hastalığı yüzünden sesinle oturmayıp, odama gitmiş olabilirim, sakın alınma ha" dedim ve böylece kabuğuma ve kâğıtlarıma döndüm. Hala yalnızlığımı çok seviyorum. Hiç gerçek bir arkadaşım yok. Kimse ile görüşemiyorum. Kitap okuyor, yazı yazıyorum. Burada hiç Türkmen yok. Çok az Irak'lı var. Sosyal ilişkiler sıfır. Her kes kendi derdi ile meşgul. Kimse kimseye karışmıyor, arayıp sormuyor. Geçen mektupta senden Ümit Yaşar Işıkhan'ın adresi ve telefon numarasını istemiştim. Her halde unuttun. Umarım bu defa unutmaz ve hemen bana yazarsın. Herkes istinsah yolu ile kitap basıyor, sen neden bu yolu denemiyorsun, yoksa kör olası parasızlık bu olayda da mı hala gündemde. Sana sonsuz sevgimi sunuyorum. Ailece sizi hasretle kucaklıyorum. Nusret Mardan, Cenevre: 29. 10. 2001 101 Hüzün Martıları ( 20 ) Cenevre: 29. 10. 2001 Sevgili Nimet ve Ülfet ve Mustafa babası Güzel dostum Kazancı; Bilmem nedendir ki, konu sana yazmak olunca, hep heyecanlanırım. Bir şiir veya öykü yazarcasına heyecanlanırım. Çünkü doğrulukları yazmak, hele bu doğrular duygularla ilişkili ise, çok zor bir uğraş... Bugün Yurt gazetesi ile Kardeşlik dergisini aldım. Hemen dünyayı unutup, okumaya başladım. Bir Gün Hangi Gün" şiirini içimde bin bir fırtınayı duyarak okudum. O şiirde kendimi buldum, yani gurbete duçar olmuş bir Türkmen şairini. Günlük hayatında gezmeyi bile sevmeyen bir şairin diyar diyar gurbet ellerinde, yalnızlık trenlerinde ne işi var, ne garip ne acayip bir kadar. Yurt gazetesinde her yazıyı hasretle okuyorum. Hele hele geçen mektubunda Nesrin Erbil'in şiir gecesine gelmesini heyecanla anlatman, şiire bir ömür adadığının sarsılmaz ispatıdır. O güzel gecede, başta sen ve dostlarımın beni arayıp sormaları, inan ki, mutlulukların en güzeli benim için. Ayrıca o dostça temennine, bir gün benim etrafıma dostların toplanmasını temenni etmen, beni gerçekten duygulandırdı. Size, yurdu ve dilini gerçekten seven Türkmen şairlerine, yani dilimin şair ve yazarlarının sevgisine bu denli layık olmak, mutlulukların en güzeli benim için. Evet, ben de inanıyorum ki, güzel dostum, bir gün gelir şiirlerimizi beraber okuyacağız dost ve ahbaplar arasında. Yurt gazetesinin geçen sayısında seninle yapılan görüşmede bir harika idin. Aynı görüşmeyi diğer yazarlarla yapılan görüşmeler ortaya koyulduğunda, fark kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Yani Mehmet Ömer Kazancı'nın kültür zenginliği, olaylara, hele edebiyatımıza geniş bakış açısını, bereketli bir 104 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı biliyorum ki, bu, tarih boyunca böyle olmuştur. Birileri, her zaman süper bir güce sahip olmuş ve dünyayı kabzası arasına almak istemiş ve alabilmiştir. Gücünü, insanlık hizmetine adayacağı yerine, insanlara azap çektirmek için teshir etmiştir. Yıldızı yükselmiş yükselmiş ancak bir müddet sonra çökmüştür. Bir diğerinin kabzasına düşerek, kıvranmaya başlamıştır. Keşke birileri çıksa, bunları, yeryüzünde bugünkü güç sahiplerine anlatsa ve yüzlerine "zulüm devam edemez, zulüm ebedileşemez" diye bar bar bağırsa. Nusret paşa: görüyorsun mektubumu, yine dertlerden söz ederek başlattım. Ama ne yapayım. Konu size yazmak oldu mu, içimde dağ gibi yatan bütün duygularım birden uyanıyor ve ince bir ip kalemimi bu karmaşık duygular arasında, bazen istemediğim yönlere doğru sürüklüyor. Aslında sizlere iç açıcı, güzel bir şeylerden söz ederek mektubuma başlamalıydım. Sizin de kendinize özgü dertleriniz vardır, biliyorum, gurbet dertleri, ayrılık dertleri, yalnızlık, kimsesizlik. Bu gibi dertleri dinlemeye, biliyorum ki, o güç yok sizde artık. Bana anlaşılması zor Algılanması zor Sözler söyleme sevgilim Ölüm gibi kapalı Gece gibi karanlık Ben kendimce bir insanım Tek bir kafam tek bir kalbim vardır benim Fazla yorma Elden çıkar Yoldan çıkar Çıkar bozulur sevgilim *** 103 Hüzün Martıları ( 21 ) Bağdat: 23. 2. 2002 Çok değerli dostum Nusret Merdan; Size bu mektubu kurban bayramının ikinci günü yazıyorum. İyice hatırlıyorum ki, geçen mektuplarımın da birini yine bir bayram sabahı yazmıştım. Kafamda şimdi eski bir şarkımız çınlıyor: Bayram gelmiş neyime Kan damlar yüreğime Her bakımdan ayrılıklara mahkûm olan bir insan için, bayram günlerinin, bunun dışında her hangi bir anlamı olmasa gerek. Dostlardan uzak, Kerkük'ten uzak, güzel olan her şeyden uzak, iki günden beridir dört duvar arasında ailece oturmuş birbirimizin donuk yüzüne bakıyoruz. Üstelik gelecek günlerin, yaşadığımız günlerden daha iyi olacağına içimizde her hangi bir umut ışığı yok. Amerika hınzırı dişlerini, bir defa bilemiş bulunuyor canımıza. Ha vurdu ha vuracak. Ha saldırdı ha saldıracak. Endişe içinde, telaş içindeyiz, sinirlerimiz gergin. Ülkeyi azcık da olsa, onarıma, düzene kavuşturduktan sonra, tekrar tahribe uğratmak isteyen Amerikalıların fikirlerini değiştirmek, anlaşılan olanaksız, bunu her gün kulağımıza sızan haberlerden bir az daha öğreniyor, bir az daha farkına varıyoruz. Buna karşı ülkede çok tuhaf bir tutum vardır, pasif bir tutum. Dilini yutmuş, tırnaklarını kendi eliyle kırpmış, süt dökmüş suçlu bir kedi gibi karanlık bir köşeye çekilmiş oturmuşuz, kıpırtısız, sessiz, başımıza dökülecek belaları, gözlerimizi gökyüzüne dikerek, bekliyoruz. Zaten elden ne gelir. Cani yargıç, yargıç cani, kimi kime şikâyet edelim, kimi kime yakınalım. Amerika bunu böyle istiyor, Amerika ki, dünyanın tek süper gücü, tek kutbu. Bütün dünyanın tek bir ülke etrafında dönmesine çıldırıyorum. Gerçi 106 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Gece gibi karanlık Sözlerinle sevgilim Açık konuş Bunlar yakınma, dert yanma değildir, çağımızın dilinin değiştiğini, anlaşılmaz bir dil haline geldiğini açığa vuran bir uğraşıdır. Çağımızın, insanların kültürünü, tarihini, kimliğini git gide sömüren, insanların duygularına, düşüncelerine el koyan, insanları tüm değerlerinden arındırarak tek bir kimlik olarak kabul etmeyi yeğleyen bir çağ haline dönüştüğünü gösteren bir uğraşıdır. Kısacası küreselleşmek denen belirsiz bir devinimin panoramasıdır. Sen getirdin bu yolun Başına koydun beni Yürü dedin kulum yürü Yola çıktım yürüdüm Baktım ki, insanların Çoğunluğu ürüyor İnsanların canına Kurt türü çakal türü Oysaki bende ses yok **** Pişman değilim tanrım Ürümeyen bir insan Olduğumdan ötürü. Evet, kurt gibi, çakal gibi ürümediğim için hiç pişman değilimdir. Ancak son zamanlarda çok kızıyorum, Nusret kardeşim, çok öfkeleniyor, asabi oluyorum. Kızgınlığımı bir şeylere boşaltmak isterken, yine karşıma bir parça kâğıt ile bir kurşun kalem çıkıyor. Yazıyorum, çiziyorum. Öfkelendiğim sırada yazdıklarımı daha sonra gözden geçirirken, kendi kendimden korkuyorum. Kendimi, kurda, çakala dönmüş gibi hissettiğim için korkuyorum. Yırtıyor, fırlatıyorum yazdıklarımı. Ama nasıl kızamam nasıl. Nasıl gözlerimden gazap Hüzün Martıları Şairimdir diye bana Çokça güvenme sevgilim O güç yok bende artık Tılsımları çözmeye O güç yok omzumda Fazla yük yüklenmeye Yirmi birinci çağa Zor girdim, zorla girdim Kapıcılar kimliğimi sordular Kimliğim yoktu elde Yirmi birinci çağa Başımda kara çelenk Ayaklarımda zincir Ellerimde kor ateş Yirmi birinci çağa Yakası yırtık girdim. *** Dönüyor her şey sevgilim Bir şeylerin ekseninde Kimse artık kendisine Mensup değil Kimse artık Varlığıyla güvenmiyor Bir ince ip Sürüklüyor insanları Kör körüne Bütünlerde eksiklik var Gerçekler yalan dolu Dünya bozuk Sen de bozma bu yüreği bu kafayı Ölüm gibi kapalı 105 108 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Sen etimden et kopardın Lâl ettin sağır ettin. Kimi zaman ciğerlerimle değil, şiirlerimle soluduğumu hissediyorum. Şairlik cemresi yüreğime düşmüş olmasaydı, çoktan, çok çoktan ölmüştüm. Ateşimi şiir ile söndürüyorum. Öfkemi şiirlerim ile denetim altına alıyorum. Nusret kardeşim: Bu yılın altıncı ayında ömrümün ellisine varacağım. Oysa dün şair oldum. Oysa dün ilk çiçeğiyle tanıştım, yeryüzünün ilk çiçeğini kokladım. İki adımlık bu yol, nasıl ellisi oldu bu ömrün. Bunu yalnız kedim için değil sızın için de düşünüyorum. Nusret Merdan ne erken kayınbaba oldu, hele dün Arafa yollarında bisikleti ile dolaşıyor, delikanlılık devrini yaşıyordu. Böyle değil mi? Sümer ile damadınızın resimlerini bir arada gördüğümde, inanın ki, kendimi tutamadım. Gözlerimden iki damla sevinç yaşı akıverdi. Sevinçlerimizi de gözyaşlarımızla ifade etmemizde büyük anlamlar vardır. Birbirimize hasret anlamı, birbirimizden doymadan ayrılma anlamı. Ne kadar sizinle olmak isterdik. Sümer'i, çocukları, annelerini ailece sarmak, birlikte dans etmek isterdik. Resimlerinize bizim eve götürdüğümde, öpen kim, göksüne süren kim. Sümer'i kutluyoruz. Ona en mutlu bir yaşam, en sevinçli bir evlilik hayatı diliyoruz. Nusret amca olmandan dolayı seni ve ayrıca Ozan nenesini tebrik ediyoruz. Behçet kardeşimize gönderdiğin son çalışmalarının nüshalarını aldım. Boğazkesen romanını şimdiye kadar okumaya fırsat bulamadım. Şöyle kimi sayfalarını gözden geçirmekle yetindim. İlk bakıştan değişik bir roman olduğu görünüyor. "Bir Gün Hangi Gün" şiirimi okuduğun zaman, kedini o şiirde bulduğunu söylüyorsun. Riyasız söylüyorum, şiiri yazarken senden başka kimse yoktu fikrimde. Okuyup beğendiğine çok sevindim. Bir çırpıda yazdığım şiirlerden biri, tek bir kelimesini düzeltmeden, değişmeden. Gazeteye gönderirken, üstün- Hüzün Martıları 107 püsküremez. Burada çocuklara kirli su içiriyoruz. "Lengeden /eskicilerden" satın aldığımız elbiseler giydiriyoruz. Lamba ışığında, mum ışığında okutuyoruz onları. Bayramdır, dört duvar arasında hapsetmiş bulunuyoruz. Bayram gelmiş neyimize, kan damlıyor kalbimize. Dostlardan, akrabalardan uzak, Kerkük'ten uzak, kapanmışız dört karış bir yere. Kerkük dedim: Sen çıkardın yoldan beni Kerkük’üm Gelip gittin gözlerimin önünde Bir boyunu gösterdin bir boynunu Bir boynunu gösterdin bir koynunu Delirttin şair ettin... *** Mutluyum bu seçenekten dolayı Hazırım bu coşkulu Bu muhteşem olayı Bir ömür daha Kerkük Seninle yaşamaya Sanma ki, yıldızları Güneşi, Dolunayı Sanma ki, Şaturlu’yu Arafa’yı, Piryadı’yı, Kale’yi Omzuma yüklemekle Yükümü ağır ettin. *** Yadırgama Kerkük’üm güzel Kerkük Sakın bir gün İmge ile Simge ile Hitap ettimse sana 110 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ( 22 ) Bağdat: 26. 8. 2002 Değerli kardeşim Nusret Merdan; Bir kaç gün önce Kerkük'teydim. Önceleri bir telefon konuşmasıyla, daha sonra bir görüşmede Behçet kardeşimizin, Sümer'in hastalığı ile ilgili olarak anlattıklarını aklım alamadı, çılgına döndüm. O kör olası hastalık nasıl, nereden bulaşmıştır bizim gelinlik, çiçeği burnundaki güzel kızımıza. Bu sizin başınıza gelenler nelerdir Allah aşkına. Gel, acılardan, hüzünlerden kurtulmak için toparlan, sürüne sürüne kendini dünyanın öbür ucuna at da, orada da, ta acıların, ta hüzünlerin içine düş. Çaresiz kal, eli bağlı kal. Sizinle olmayı ne kadar isterdim. Lanet gelsin bütün yasalara, yasaklara, aramızdaki bu maddi mesafeyi yaratıp, bizi birbirimizden edenlere. Allah sabırlık, metanet versin. Gözünü rahmet kaynağı, merhamet kaynağı Allah'ın gözlerinden ayırma. İnşallah iyileşir güzel kızımız pek yakında. İnşallah onun için yanık dualarımız yerini alır, inşallah. Değerli dostum: Büyük tatilin ikinci yarısındayız. Tatilden en iyi bir biçimde yararlanmak için, tatilden önce kimi projeler tasarlamış bulunuyordum. Bunlar arasında sizin Gürsel'den çevirdiğiniz Boğazkesen romanını okumak da vardı. Yedi günde bitirdim. Roman hakkında bir şeyler söylemeden önce, bu harika çevri ile Arapçaya hâkim olduğunuzu bir kez daha ortaya koymanızdan ve o güzel anlatım ve çekici üslubunuz ile okurda bir çevri eseri değil, ilk elden yazılı bir eser okuduğunun duygusunu uyandırmanızdan dolayı ellerinize hararetle sıkar, sizi içten tebrik ederim. Çevri bu kadar akıcı olmasaydı, romanı bitirmem mümkün olmayacaktı. Çünkü romanı okudukça içime ağır, hatta dayanılmaz bir sıkıntı çöküyor, Gürsel'in yaptığı bu insafsızca çalışmaya karşı öfkem artıyor, tavrımdan çıkıyordum doğrusu. Romanı bitirin- Hüzün Martıları 109 de size armağan olduğunu yazmıştım. Ancak o bölümünü silerek yayımladılar. Son zamanlarda, nedense, gazeteye gönderdiğimiz yazılar, yayımlanmadan önce kelime kelime inceleniyor, gözden geçiriliyor. Hatta kimi yazılarımız, kimi yerlerinde değişme yapmak için geri veriliyor. Son yayınlanan iki hikâyemin son satırlarını, gazetede çalışan arkadaşlarımızın önerisi üzerine değiştirmek zorunda kaldım. Hikâyelerimin bir kaçını, aynı yüzden geri aldım. Çok dikenli yol, çakıl dolu yol, bu bizimki. Nereye yağını bassan kurtaramıyorsun. Nevzat Abdülkerim ömrünü size verdi. Yeri cennet olsun. Kimseye zararı yoktu. Türkmen Kültür Müdürlüğünün yönetimi, gazeteyi çıkarmak hariç, yetkisiz ve geçici olarak Kasım Sarıkâhya'nın zimmetinde şimdi. Yaşar Işıkhan'ın adresini istemiştin, yitirdiğime çok üzgünüm. Kasım Sarıkâhya'dan rica ettim. O da yitirmiştir. Ele geçirirsem göndereceğim emin ol. Hepinizin gözlerinden öperim. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 23. 2. 2002 112 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı şehitlerin yeri, Boğazkesen Fatih romanında? Yoksa şehit sözcüğü de Gürsel'in rahatını bozmakta. Yoksa Gürsel de Amerikalılar gibi şehitlere terörist gözüyle bakmakta. Bu gibi romanların amacı, insanlarımızı ülkülerinden saptırmak, milli inançlarını zedeletmektir. Roman, Türk edebiyatının yüz karası, tam anlamıyla. Umarım Gürsel hakkında bu söylediklerim üzemez, incitemez sizi. Müslüman simgelere dokunmak, onları yerle bir edercesine alçaltmak girişimleri, Avrupa'da çoktandır başlatılmıştır. Maalesef kimi yazarlarımız da bu gibi sinsi girişimlere, kimse buyurun demeden, katılmakta, hatta Avrupalıların yaptıklarının yüz katından fazlasını gönüllü olarak yapmaktadırlar. Oysa Avrupalılar kendi tarihi şahsiyatlarıyla övünç duymakta, onları tüm varlıklarıyla korumaya çalışmakta, onların bütün dünyaca bilinen yanlışlıklarından söz etmeye, ağız açtırmamaktadırlar kimseye. Kanlı kıyımlardan, ülkeleri altüst etmelerden, Napolyon gibi, Hitler gibi, Mosuloni gibi, Truman gibi, Bush gibi sorumlu canilerin adları kötüye anıldığı zaman, kıyametler koparmaktadırlar. Oysa biz tarihimize çoğu zaman hor bakmakta, bize o zengin merası bırakanlara gereken değeri vermemekte, hatta kimi zaman küçümsemekteyiz. Yani tam Avrupalıların tersini yapmaktayız. Gürsel'i, yazdığı bu roman yüzünden, tarihimiz af etmeyecek. Onun suçundan geçmeyecek. Irkçı değilim, dinci değilim, ancak milletimi candan sevdiğimi, dinine derinden bağlı olduğumu biliyorsun. Savaşlara, kıyımlara, kan dökmelere, haksızlıklara, vahşice ve insanlık dışı davranışlara karşıyım her zaman. Ama neresinden, hangi açısından baktımsa, Gürsel'in bu romanını sindiremiyorum. Fatih'e ve dolayısıyla bize, hepimize bir ihanet olduğunu hissediyorum. Değerli kardeşim: Kerkük'e gitmem, orada Behçet kardeşimizle görüşüp buluşmam, çeşitli gazete ve dergilerde yayım- Hüzün Martıları 111 ceye kadar bu ikili, bu çelişik duygulara, kendimi zorlayarak dayandım. Bitirdikten sonra, kafama kazık gibi tek bir soru saplanıp çakılıverdi. Fatih İstanbul'u, insanların "orasına" kazık sokmakla mı, insanların "boğaz"larını kesmekle mi, o insanlık dışı davranışlarla mı fethetti? Bu gibi işlerin o büyük zaferi gerçekleştirmede ne kadar payı vardır? Tarihi bir zafere şöyle kısık, böyle dar açılardan bakmanın ardında kötü niyetler yattığını sezmek, işten bile değildir. Fatih gibi o nadide kahramanın, bunca yıl aradan geçtikten sonra, o eşsiz başarısına çamur atmak, hangi vicdanlı insanın aklında şüphe yaratamaz? Bu işte, bu millete karşı garez besleyenlerin parmakları bulunduğunu, nasıl algılayamaz? Anlaşılan Gürsel, yaşamının büyük bir payını ülkesinin dışında geçirmiştir. Batı kültüründen gereğinden fazla etkilenmiş ve zamanla bu kültürün vurgunu, tutkunu haline gelmiştir. Bu yüzden sağduyusu bozuk olsa gerek. Yoksa kendi milletinin belirgin simalarından, seçkin sembollerinden biri sayılan Fatih'e o ihanetleri nasıl dokundurabilir, bunu yapmaya nereden cesareti alabilirdi. Belgelere değil, kuruntulara dayanarak, tarihi bir zaferin o parlak sayfalarını körü körüne nasıl karalayabilir ve üstelik o zafere güçbelâ varanların torunu olarak, bunu nefsine nasıl yedirebilirdi. Bunu başka bir şekilde yorumlamak, hemen hiç mümkün değildir. Ancak romanın asil konusu olan İstanbul fethinde gösterilen fedakârlıkları, ne kadar uğraştı ise de, inkâr etmeyi beceremediği için, okurları tuhaf bir şeylerle meşgul etmeye çalışmıştır. Cinsel senaryolarla. Üstelik kendisini bu senaryoların kahramanı yapmaktan kılcana utanç duymamıştır. İstanbul'un fethiyle, cinsel "fatih"lerini bir dengede tutarak, ikinci bir sapıklığını ortaya koymuştur. Cinsel sapıklığını. İstanbul, kadınların paçası arasından geçilerek fatih edilmedi. O büyük zafer, uyuşturucu maddeler aldıktan sonra, yataklarda çıplak uzanılarak kazanılmadı. Nerede binlerce 114 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı ( 23 ) Bağdat: 16. 6. 2004 Her gün çok daha özlediğim değerli dostum Nusret Merdan: Son telefon konuşmamız ve daha sonra internet yoluyla yazışmamızın üzerinden epeyi bir zaman geçti. Sizleri şimdilik internet yoluyla aramamız imkânsız. Zira elektrik istikrarsızlığı yüzünden bozulan bilgisayarımız tamircide duruyordur bir aradır. Kaç gün daha duracağını kestirmek pek zor, burada her şey her ihtimale açık. Ömrümüz bile. Sabah oluyor, sözgelimi, çoluk çocuğa elveda ederek evden çıkıyoruz, çünkü eve dönmemiz bir tesadüf meselesi. Memleketteki caddeleri şu gümrüksüz ithal edilen arabalar kazınca gibi kaplamıştır. Onlardan ve Amerikalıların zırhlı arabalarıyla tanklarından kurtulmak imkânı varsa, direniş diye adlandırılan güçlerin şurada burada, özellikle yollar kenarına yerleştirmiş oldukları bombalardan kurtulmak, tam tesadüfe bağlı. Uydular, gazeteler yoluyla duyuyor, okuyorsunuz kuşkusuz. Memlekette azından günde bir yüz kişi hayatını kaybetmekte. Bunlar arasında yetkililer bulunduğu gibi, üniversite hocaları da bulunmakta, sıradan insanlar da bulunmakta. Katiller kim? caniler kim? Direniş güçleri öyle mi iş görür? Sıradan insanları mı, suçsuz, günahsız insanları mı hedef alır? Yoksa işin iç yüzünü algılayıp kavramak, bizim için, yani iyi niyetli insanlar için hep öyle kapalı mı kapalı kalacak. Burada halk bir yandan Amerikalıları, bir yandan milisleri, öte yandan direnişçileri ve hatta güvenlik güçlerini suçluyor. Aslında hepsinin eli vardır bu işlerde. Üstelik son zamanlarda dışardan memlekete sızan Mosat gibi gizli istihbarat teşkilatları da at oynatmakta diye bir söylenti dolaşıyor halk arasında. İnanmamak olmuyor. Memleket sonsuz bir kargaşalık, benzersiz bir karmakarışıklık içinde, Her gün bir kat Hüzün Martıları 113 ladığın yazıları ele geçirmeme güzel bir fırsat oldu. Fotokopi ederek yanıma aldım. Bağdat'a dönerken yol boyunca okudum. Türkmen edebiyatıyla kültürünü daha geniş bir şekilde yaymak amacıyla yaptığın bu çalışmalar gerçekten de takdire şayandır. Oldukça sevindiriyor bizi ve nicelerini bekliyoruz. Burada üstat Ata Terzibaşı'nın güzel bir çalışmasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Üstat Ata Kerkük Şairleri kitabının dokuzuncu cildinde can dostumuz rahmetli İsmet Özcan ile ilgili 25 sayfalık bir araştırma yazmıştır. Özcan'ın edebiyatımızda hak ettiği yeri çok anlamlı bir şekilde ifade etmiştir. **************************** Not: bu mektubun son sayfaları kayıp olmuştur. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 26. 8. 2002 116 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı Yalan yalan üstüne, işte bir sahte hükümet kuruldu. Bir kaç gün sonra memleketi yönetmek için işe başlayacak. Türkmenlere, Türkmenlerin sorunlarına bakış açısından değerlendirilirse, diğerlerinden farksız bir nitelikte, diğerlerinden ayrımsız. Türkmenleri görmezlikten gelmesi, siyasi haklarımızı göz ardı etmesi, yani kurulan kabinede, mesela, her hangi bir Türkmen bakanının bulunmaması, daha öncekilerin aynısı olduğunu vurgulamaktadır. Eski rejimler de aynısını yapmıyorlar mıydı? Suçu tamamıyla da karşı tarafa yüklemek doğru değildir bir bakıma. İnsaflı olalım, suçun bir payı bizde, bizimkilerde daha doğrusu. Siyasi çalışmaları şakaya alan o yeteneği, kültürü ve dünya görüşü ile bu gün memleketi dolduran minik siyasetçilerin bile dizine kadar gelmeyen insanlarımızda. Ara sıra gidiyorum. Kardeşlik ocağında yapılan kimi toplantılara katılıyorum. "Elim yüzümde" kalıyor, ortada ne bir plan, ne bir proje, ne bir taktik, ne bir strateji. Bir şeyler yapılmak isteniyor tamam, fakat ortada sistematik bir çalışma yok. Biz de ortada varız demeye sözleri getiren bu gibi toplantılardan çıt çıkarmadan ayrılıyorum. İlk günlerde ben de bir az zıpladım, tut ağacı sandığım kimilerini silkelemeye çalıştım var güzümle. Memlekette, memleket çapında Arapça çıkarılması gereken günlük bir gazeteye ihtiyacımız olduğunu bağırarak söyledim. Güçleri toplayalım, yönlendirelim dedim. Şu yarı Arapça yarı Türkçe gazetelerimizi bizden başka kimseler okumaya yanaşmıyor. Enformasyona ağırlık vermek zamanı çatmıştır artık. Davamızı memleket çapında olduğu gibi dünyaca duyurmaya, herkesi davamıza inandırmaya ihtiyacımız vardır. İnandırmazsak, kandırmazsak kimse siyasi haklarımızı bizlere tanıyamaz. Aradan bir yıl kadar bir müddet geçtikten sonra, El-Beşir adında Arapça bir gazetenin Türkmen Cephesi tarafından çıkarıldığını duydum. Evet, duydum. Bir telefon konuşmasında Kasım Sarıkâhya bildirdi. Bir hafta Hüzün Martıları 115 daha alt üst ediliyor. Alt yapıyı Amerikalılar, bereket versin, kökten sildiler, süpürdüler. Bu bizim sözde insanlara insanlık nedir diye öğreten insanlarımız da kusur etmediler, Amerikalıların ardından. Tuvalet kâğıtlarına kadar göz kaçırarak, hükümet dairelerinden, bürolarından çaldılar, petrol parasından payımızdır diye. Şimdi, sözde bir yeniden yapılanma sürecindeyiz. Bu güne kadar yıkıntıları ortadan kaldırmak, duvarları boyamaktan öte ortalıkta önemli bir şeylerin gerçekleştirildiği yok. Hep bu yeniden yapılanmaya mahkûm kalarak yaşadı bu talisiz memleket. Cumhuriyetten günümüze kadar gelip geçen hükümetlerin, bu milletin başına açtığı belalar yüzünden memleket hep çöküyor, çöktürülüyor, bataklara indiriliyor. Yirmi yıl içerisinde üç kanlı savaş. Sonuncusu Amerikanın demokrasi ve özgürlük adına memleketin başına döktüğü bu "çamuru", bu gün nasıl yutturuyorsak, bir on yıl kadar bir süre daha yutturacağımızı sanıyorum. Ortalıkta tek kazanç, muhbirlerin artık kimseyi izlememesi, her kesin kol sallaya sallaya gezebilmesi. Özgürlüğün ne demek olduğunu bilmeyen bu talisiz millet, maalesef bu kol sallaya sallaya gezmeyi, başkalarının haklarına sağısızlık anlamına kullanmaktadır. Tecavüzler, ihlaller, hırsızlıklar, yol kesmeler, suikastlar ve bunların benzerleri memleketin her yerinde, her köşesinde olağan, hatta normal olaylar halinde cereyan etmektedir. Hele suikastlarda hedef alınanlar arasında aydın, kültürlü insanlarla bilim adamları başta gelmektedir. Meseleyi öç almak ve ya eski hesapları tasfiye etmek çerçevesinde yorumlamamın doğru olmadığının herkes farkında. İşin üzücü yönü, bütün bu kanlı olaylarla kimsenin ciddi olarak ilgilenmemesi, ne bir inceleme yapan, ne kimler yaptı, yapıyor diye bir soran, bir soruşturan. Polis bile kendi halinde, kendini korumakla meşgul. Giden kendi kesesinden gidiyor, kendi kısmetinden gidiyor. Büyük bir demokrasi, büyük bir özgürlük, büyük bir güvenlik yalanı içerisinde yaşıyoruz kısacası. 118 Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı na, ancak çalışmalarından izliyordum. Allah rahmet eylesin, milli haklarımızın peşinde can ciğerle çalışanlardan biriydi. Kız kardeşinizin ölüm haberini geç mi geç duydum. Hatta tesadüf olarak Kardeşlik ocağında konuşulurken duydum. Başınız sağ olsun. Allah diğerini göstermesin. Nusret kardeşim: bu mektupla birlikte 2003 yılının ilk aylarında, yani Amerikalıların memlekete sokulmasından yaklaşık bir ay önce, kendi hesabıma bastırdığım "Bir Ömür Yetmiyor Ki" adlı son şiir kitabımı gönderiyorum. Gelecek için, Allah ömür vermişse, hele tatil sürecinden yararlanarak, bir kaç proje düşünüyorum. Bunların bir kaç tanesi öykücülüğümüz ile ilgili. Dualarınızı esirgemeyin. Daha güzel bir günde görüşmek ümidiyle gözlerinden öperim. Sağlıkla kal. Mehmet Ömer Kazancı Bağdat: 16. 6. 2004 Hüzün Martıları 117 bir sürece arayıp satıcılarda bulmayınca, bir Kardeşlik ocağına uğrayayım, gazeteyi bulurum diye düşündüm. Günümüze kadar Arapça bir yazısını okumadığımız bir arkadaşın adını, imtiyaz sahibi ve başyazar olarak buldun gazetenin ilk sayfasında. Olur, öyle şeyler dedim kendi kendime, olur, tüm olmazlıkların olabilme ihtimalini yaşadığımız bir ortamda. Aklımın alamadığı şeylere zorluyorum kendimi son zamanlarda. Gazeteyi evirip çevirdikçe dalgalar geçirdim. Bu değildir millet için düşündüğüm gazete. Allah internete uzun ömürler versin. Açarsın, şuradan bir şeyler aşırır, oradan bir şeyler alırsın, olur biter. Gazetedir çıkar. Renkli de çıkar, resimli de çıkar. Oysa biz öyle demiyorduk. Bir düşün, bir fikir, bir siyasi, bir dava gazetesi çıkaralım diyorduk. Kalıcılığını 120 gazete çıkarılan kızgın bir ortamda saptayabilen. Az-zaman, Al-ittihat, El-taahi, Es-sabah gibi gazetelerle yarışabilen, onlara rekabet edebilen, memleketin en uzak noktasına ulaşabilen, okurların yana yakıla aramasını sağlayabilen. Hele bir bekle, bu bizimkiler kaderimizi nereye götürecekler. Gidişat böyle devam ederse, tüm umutlarımızın suya düştüğünü say........... Çoğu zaman Selma Abla'nın bir çarpıcı cümlesini hatırlarım: "bir kadına iki kimlik yetmedi, yaramadı". Kardeşlik dergisinden okuduğum bir öyküsünden bu cümleyi bir gün Mustafa annesine okumuştum. Dikiş makinesine oturuyordu, başını kaldırmadan: "onlar da bizim gibi talihsizler" diye viiiiz bastı makineye, hıncını hırsını boşaltırcasına. O ses hala kafamda çıngıraklı çıngıraklı çınlıyor ve sizin en yerinde kullandığınız bir "Talihsiz" başlıklı şiirinizle birbirine karışıyor: Talihsizdir bizim kuşlar Denize kavuşmadan ölürler Milli Türkmen parti başkanı Mustafa Kemal da, hiç bir umuda kavuşmadan ayrıldı aramızdan. Tanışmadım tanışması-